ĠSTANBUL TEKNĠK ÜNĠVERSĠTESĠ FEN BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ
MĠMARĠ TASARIMDA YARATICILIK VE CĠNSĠYET
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
Mimar Asiye AKGÜN
Anabilim Dalı : MĠMARLIK
Programı : BĠNA BĠLGĠSĠ
MAYIS 2002
ĠSTANBUL TEKNĠK ÜNĠVERSĠTESĠ FEN BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ
MĠMARĠ TASARIMDA YARATICILIK VE CĠNSĠYET
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
Mimar Asiye AKGÜN
502991193
Tezin Enstitüye Verildiği Tarih : 13 Mayıs 2002
Tezin Savunulduğu Tarih : 27 Mayıs 2002
Tez DanıĢmanı :
Diğer Jüri Üyeleri
Y.Doç.Dr. Hülya ARI
Prof.Dr. Nur Esin ALTAġ (Ġ.T.Ü.)
Doç.Dr. Alpay ER (Ġ.T.Ü.)
MAYIS 2002
2
ĠÇĠNDEKĠLER
TABLO LĠSTESĠ
v
ġEKĠL LĠSTESĠ
vi
ÖZET
vii
SUMMARY
ix
1. GĠRĠġ
1
1.1. GiriĢ ve ÇalıĢmanın Amacı
1.2. AraĢtırmanın Sınırları
1.3. AraĢtırmanın Kapsamı
1.4. AraĢtırmanın Yöntemi
1
3
4
4
2. YARATICILIK
6
2.1. Yaratıcılık Kavramı
2.1.1. Geçmişte Yaratıcılık Düşüncesi
2.1.2. Endüstri Devrimi İle Başlayan Yeni Dönem Yaratıcılık Düşüncesi
2.1.3. Yaratıcılıkla İlgili Genel Tanımlar
2.1.4. Yaratıcılık Alanları
2.2. Yaratıcı KiĢilik ve Yaratıcı DüĢünceye ĠliĢkin Kavramlar
2.2.1. Yaratıcı Kişi
2.2.2. Yaratıcılık ve Zeka
2.2.3. Yaratıcılık ve Cinsiyet
2.2.4. Yaratıcılık ve Yaş
6
8
9
10
15
16
16
19
20
22
2.2.5. Yaratıcılık ve Bilgi
2.2.6. Yaratıcılık Ölçütleri
2.3. Yaratıcı DüĢünce
2.3.1. Düşünme Şekilleri
2.3.2. Yaratıcı Düşünceye İlişkin Kuramlar
2.3.2. Yaratıcılığa Engel Durumlar
2.4. Yaratıcı Süreç
2.5. Yaratıcı Ürün
2.6. Yaratıcılık ve Eğitim
2.6.1. Yaratıcılık Açısından Mimarlık Eğitiminde Problemler
2.7. Yaratıcılık ve Mimarlık
23
24
26
28
29
32
35
37
37
39
41
3
2.7.1. Mimarlıkta Yaratıcılık Kategorileri
43
3. SÜREÇ-ÜRÜN KAVRAMINDA TASARIM VE TASARIMCI KĠMLĠĞĠ 45
3.1. Tasarım Süreci
3.2. Tasarım Bilgisi
3.3. Tasarım ve Cinsiyet ĠliĢkisi
3.4. Cinsiyet 'Gender' Kavramı
3.4.1. Toplumsal Boyutuyla Cinsiyet
3.5. Mimarlık ve Cinsiyet ĠliĢkisi
3.5.1. Mekansal Algı ve Kullanım Açısından Cinsiyet Farklılığı
3.5.2. Mimarlık Ürününde Cinsiyet Kavramı
3.5.2.1. Mimarlık-Beden İlişkisi
3.5.2.2. Mimarlık Cinsiyet Anolojileri
3.5.2.3. Mimarlıkta Mekanın Cinsiyeti
4. ALAN ÇALIġMASI
45
46
51
55
56
64
64
67
67
69
71
78
4.1. Alan ÇalıĢmasının Amacı
4.2. Alan ÇalıĢmasının Yöntemi
4.3. Alan ÇalıĢmasının Sınırları ve Kapsamı
4.4. Bulguların Değerlendirilmesi
4.5. Alan ÇalıĢmasının Sonuçları
78
79
80
80
98
5. GENEL SONUÇLAR
101
KAYNAKLAR
104
EKLER
108
ÖZGEÇMĠġ
112
4
TABLO LĠSTESĠ
Sayfa No
Tablo 4.1.
Tablo 4.2.
Tablo 4.3.
Tablo 4.4.
Tablo 4.5.
Tablo 4.6.
Tablo 4.7.
Tablo 4.8.
Tablo 4.9.
Tablo 4.10.
Tablo 4.11.
Tablo 4.12.
Tablo 4.13.
Tablo 4.14.
Tasarım bilgisini oluşturan objektif faktörler….........................
Tasarım bilgisini oluşturan subjektif faktörler............................
Yaratıcı tutum testi......................................................................
Sosyal çevrenin olumlu etkileri...................................................
Sosyal çevrenin olumsuz etkileri..................................................
Tasarım problemine kadınların yaklaşımları................................
Tasarım problemine erkeklerin yaklaşımları................................
Tasarım sürecinde kadınların başarılı oldukları konular..............
Tasarım sürecinde erkeklerin başarılı olduğu konular.................
Tasarım sürecinde kadınların başarısız olduğu konular .............
Tasarım sürecinde erkeklerin başarısız olduğu konular..............
Kadınlarda yaratıcılığın kısıtlandığı alanlar................................
Erkeklerde yaratıcılığın kısıtlandığı alanlar................................
Tasarım-cinsiyet ilişkisi...............................................................
5
81
82
83
87
88
89
89
90
90
91
91
93
93
94
ġEKĠL LĠSTESĠ
ġekil 2.1
ġekil 3.1
ġekil 3.2
Sayfa No
: Gatesheat millenium köprüsü (Root, 1999).................................. 27
: Gage binası (Colomina, 1992)..................................................... 73
: Moller evi (Colomina, 1992)........................................................ 74
6
ÖZET
Cinsiyet sorunsalı, sosyolojik boyutun sınırlarını aşarak pek çok disipline araştırma
konusu olmuştur. Mimarlık disiplini içerisinde de cinsiyet kavramı, kullanıcı ve
tasarımcı cinsiyetleri açısından ilgi çekici bulunmaktadır. Bu tezde yaratıcılık ve tasarım
süreçleri bakımından cinsiyet farklılıklarının mimarideki yansıması üzerinde
durulmuştur. Bireysel yorumlara dayalı olarak yapılan çalışma ile tasarımcı kimliğine
sahip mimarların konu hakkındaki yaklaşımları araştırılmıştır.
Yaratıcı kimliğe sahip mimar, tasarlama eyleminde tasarım bilgisini kullanabilme
yeteneğini göstermektedir. Tasarlama eylemi sürecinde her mimar birbirinden farklı
düşünce ve ifade tarzı kullanmaktadır. Bu çalışmada farklı düşünce ve ifade tarzı
kullanımının cinsiyetle ilişkisi olup olmadığı araştırılmaktadır. Bu çalışma bir bakıma
tasarım sürecindeki ifadeyi linguistik açıdan inceler.
Farklı bilgi, birikim ve tecrübeye sahip bireylerin tasarım sorununa yaklaşımları farklı
olacaktır. Toplumsal anlamda değişkenlik gösteren cinsiyet sorunsalı, bireylere
„kadın/erkek‟ olduklarını üstüne basarak hatırlatmaya devam ederken farklılığın göz ardı
edilmesi mümkün görülmemektedir. Çalışma, mimarların cinsiyet kavramına nasıl
baktıklarını görmek amacıyla yapılmıştır.
Bu çalışma temelde, yaratıcılık kavramının mimari tasarımla olan ilişkisinin cinsiyetle
buluştuğu noktaya açıklık getirmek amacına dayanmaktadır. Konu ile ilgili mimari ve
sosyolojik alandaki araştırmalar incelenerek, hazırlanan alan çalışması ile bazı hipotetik
yaklaşımlarda bulunulmuştur.
Tez beş bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında, tezin ele alınış nedenleri, araştırmanın
sınırları, kapsamı ve yöntemi hakkında bilgiler yer almaktadır.
İkinci bölümde, yaratıcılık kavramı, alanları, yaratıcı kişi özellikleri ile yaratıcı süreç,
yaratıcı düşünce ve yaratıcılığa ilişkin kuramlar ele alınmıştır. Aynı bölümde yaratıcılık
kavramının eğitim, mimarlık ve cinsiyetle olan ilişkileri de yer almaktadır.
Üçüncü bölümde süreç-ürün boyutunda tasarım ve tasarımcı kimliği araştırmaları
bulunmaktadır. Tasarım bilgisi konusunda yapılan çalışmalar ve tasarım süreci
incelenmiştir. Bu bölümde cinsiyet kavramının anlamı ve toplumsal boyutuyla ifade
ettikleri üzerinde durulmuş ve mimari ile olan ilişkisi araştırılmıştır.
Dördüncü bölümde yaratıcılık, tasarım süreci ve cinsiyet kavramlarının ilişkisi
doğrultusunda hazırlanan, mimarların konu ile ilgili görüşlerini almak üzere, bir alan
çalışmasına yer verilmiştir.
Beşinci bölümde ise tez çalışmasının sonuçları yer almaktadır. Araştırma sonucunda
ulaşılan noktalar kısaca şöyle özetlenebilir:
Yaratıcılık yeteneği, tasarımcı kimliğine sahip mimarda bulunan bir özelliktir. Bu
yetenek, bireysel, toplumsal, algısal, eğitsel engellerle kısıtlanabilmektedir.
Yaratıcı süreçleri incelenen kadın/erkek mimarlar arasında süreç bakımından
bireysel farklılıklar dışında belirgin bir farklılık görülmemiştir.
7
Sosyolojik boyutuyla değişime uğrayan cinsiyet sorunsalı etkilerini aynı paralellikte
mimarlıkta da göstermektedir. Modernizm öncesi ve sonrasında mimari alandaki
değişim bununla açıklanabilir.
Tasarım, tasarımcının kimliğinin bir yansımasıdır. Bu durum tasarımın
cinsiyetleştirilmesi sonucuna gidebilir. Her ne kadar araştırma sonucunda böyle bir
algılayış söz konusu olmasa da, tasarımın cinsiyetleştirilmesi varolan bir olgudur.
Tasarım ürününün metaforik kullanımı söz konusudur. Ancak bu durum tasarım
amacı ile ilgili ya da psikoanalist yaklaşımlarla açıklanabilir.
Tasarımcı kimliğinin, cinsiyetin önüne geçtiği görülmüştür. Bu bağlamda tasarım
cinsiyete aşkındır denilebilir.
8
CREATIVITY IN ARCHITECTURAL DESIGN AND GENDER
SUMMARY
The problematic of gender has exceeded its social dimensions and has become a
research subject to many disciplines. The concept of gender in the discipline of
architecture seems interesting according to the gender of users and designers. In this
research the reflection of gender differences in architecture are focused on from the
point of creativity and design process. The approaches of the architects who have the
identity of designer are searched and based on the studies done by individual
interpretations.
The architect who has a creative identity, shows the ability in his/her design of using
design knowledge in design predicate. During the process of design predicate each
architect uses a different style of opinion and explanation. In this study it is searched that
if there is a relation between the genders and the use of different style of opinion and
explanation or not. In other words this study examines the explanation in the design
process in a linguistic way .
The approaches of individuals who have different knowledge, buildup and experience
will differ from each other. It is not possible to ignore the difference while the
problematic of gender which shows difference in sociological meaning strictly continues
to remind to the individuals that they are “women / men”. The study aims to
comprehend how architects look at the concept of gender.
This study based on the aim of focusing the point in which the concept of creativity and
architectural design combine. Some hypothetical approaches are made with the prepared
field study by examining other architectural and social researches related to the subject.
This thesis consists five parts. In the introduction part there is information about the
reasons why this study is selected ,its limits, its scope and its method of the research.
In the second part the concept of creativity, its fields, the specifications of creative
individuals and the creative process, creative thoughts and creativity itself are held. This
part also includes the relations of the concept of creativity between education,
architecture, and gender.
In the third part of the study there are researches about design and identity of designers
in the design process-design product dimension. The studies about knowledge and
process of design are examined. This part focuses on the meaning of gender and its
meaning in the social dimension and its relation with architecture.
In the fourth part a field study aiming to ask the opinions of architects about the subject
prepared in the direction of creativity, design process and the concept of gender relation.
In the fifth part the results of the thesis take place. The points of the result of the thesis
can be summarized as :
9
The ability of creativity is a specification which is found in an architect who has a
designer identity. This ability can be restricted by individual, social, perceptional,
educational, and such reasons.
The “female and male” architects whose creativity process is examined do not show
a clear difference except individual differences.
The problematic of gender which has changed in sociological dimension has shown
its effects in architecture in the same parallel. The change in the field of architecture
before and after “Modernism” can be explained by this.
The design is a reflection of the identity of the designer. This situation can result as
engendering the design. Even though there is no such perception in the result of the
research , the “engendering the design” is a present phenomenon.
The design product has a metaphoric use , but this situation can be explained by an
approach which is related to the aim of the design or by an approach which is
psychological.
It is observed that the identity of the designer is prior than his/her gender. In this
aspect it can be said that the design is transcendent to the gender.
10
1. GĠRĠġ
1.1 Konunun önemi ve ele alınıĢ nedenleri
Yaratıcılık, her bireyde bulunan ve çevresel, eğitsel, duyusal ve pek çok etmenle artıp
azalabilmekte olan bir yetenektir. Tasarımcı kimliğine sahip bireyler, tasarlama eğilimi
sürecinde birbirinden farklı düşünceler ve mantıkla tasarımlar gerçekleştirirler.
Tasarlama eğilimi, yaratıcılıkla birebir ilişkili bir olgudur. Tasarımcılar da, tasarlama
eylemi ile yaratıcılık yetilerini ortaya koymaktadırlar. Mimarlık denkleminde eşitliğin
diğer tarafında, yaratıcı yeteneğin yanında bulunan etmenlerden biri de tasarım
bilgisidir. Tasarım bilgisi, öznel ve nesnel olan bilgiler sisteminin tasarımcı değer
süzgecinden geçmesiyle oluşmaktadır.
Sosyolojik olarak gelişim-değişim gösteren ilişkiler çerçevesinde, özellikle modernizmle
birlikte daha çok göze çarpan, toplumun bireye yüklediği roller beklentilerde
değişmektedir. Bu değişimlerin her alana yansıması da farklı şekillerde ortaya
çıkmaktadır. Mimarlık alanında da gerek kuramsal gerekse mimari uygulama alanın da
değişimin izdüşümü görülmektedir.
Bir tasarımı meydana getiren ile onu kullananın elbette ki farklı duygu ve düşünceleri
oluşmaktadır.
Tasarım
mantığı
ile
kullanıcı
beklentileri
arasında
farklılıklar
bulunmaktadır. İnsan zihni bir „tabula rasa‟ ise ve duyuların dış dünyadan edindiği „idea‟
lar ile yavaş yavaş doğduğu kuramı göz önüne alınırsa, ideaların farklı düşünme,
yargılama, inanç ve şüphe süzgecinden geçmesi ile farklı zihinsel oluşumlar meydana
gelmesi gayet tabidir.
Mimarlık disiplini içerisinde „tasarım‟ bir dil bir olay niteliğine sahiptir. Bu dilin farklı
ağızlardan söylenmesi ifade zenginliği sağlamaktadır. Tasarım, kimileri için bir araç
11
kimileri için bir amaç olabilmektedir. Bu durum tasarımcının deneyimleri, kültürü, hayat
görüşü, dünyayı algılayış ve yorumlayışı , ruh hali, toplumsal rolü vs. ilişkilendirilebilir.
Mimarın kendi deneyimlerini tasarıma yansıtma biçimi önemlidir. Eğer anlık- doğrudan
deneyim-eylem-olay mekana anlamını veriyorsa ve tasarım yoluyla mekana yapılan her
türlü atıfla çatışıyorsa bu deneyim, benzer şekilde, tasarım eyleminin kendisi, tasarıma
ve tasarımdaki mekana anlamını katabilir.
Tasarım eylemi, tasarım bilgisinin karakteri ile tasarımcının kendine ait yorumlayış
sistemi doğrultusunda oluşacaktır. Ancak bu çalışmada ilgilenilen nokta tasarımcının
kimliğinin tasarıma etkisi şeklinde olacaktır. Tasarım bilgisinin yapısı ile ilgili konu ayrı
bir çalışma konusu olmalıdır.
Modernizm ile birlikte „içerisi/dışarısı‟ paradoksları görülmeye başlanmıştır. Bu
dönemde kamu / özel ikilemi eleştirileri, mimarlık disiplini içerisinde de yoğunlaşmıştır.
Özellikle de kadınların iş gücüne katılımı ile, kamu/özel arasındaki ilişkide ters yönlü bir
dönüşüm yaşanmaya başlanmıştır.
Mimarlık mesleği , diğer pek çok alandakine benzer olarak, yakın tarihe kadar erkek
egemen bir meslek olmuştur. Kadınların evin içinden dışarı çıkmaları ile modernite‟nin
mekanı kavramsallaştırması, cinsiyet kavramının , mimarlık disiplini içerisinde yer
almasına neden olmuştur. Toplumsal rollerin dağıtılmış olduğu bir dünyada kadınların
mimariye karşı neden belirsiz bir konumda durdukları sorusu pek anlamlı değildir.
Modernizmin tek tip kullanıcı , tek tip tasarımcı hedeflerine paradoks olarak, farlılığın
olduğu, bu farklılığın göz ardı edilmesi değil görünür kılınıp dile getirilmesi
gerekmektedir.
Foucault ile toplumsal bilimlerin repertuarına giren „öteki‟ kavramı ile mimaride kadının
mekandan dışlaştırıldığını görmekteyiz. „Ötekileştirme‟ olgusu , modernitenin temel
tanımlarını kendisinin dışında kalanlar aracılıyla yapmasından doğmuştur. Toplumdaki
kadın hareketleri de bu ötekileştirme durumuna karşı meydana gelmiştir (Coleman,
1996).
Kadın perspektifi ve erkeğin bakış açıları birbirinden farklıdır. Çünkü yaşanılan
12
deneyimler farlı aynı şekilde düşünce süreçleri de farklıdır. Konuya cinsiyet (gender)
gözlüğüyle bakmaz isek bu farklılığın cinsiyet gözetmeksizin her kişi için geçerli olduğu
bir vakıadır. Ancak araştırma konusu mimarlık ve cinsiyet etkileşimi olduğundan bu
noktada kadın erkek farklılıklarını yok sayamayız.
Çalışma cinsiyet (gender) sorunsalına mimarların yaklaşımını görmek amacıyla
yapılmıştır. Kadın/erkek mimarların tasarıma yaklaşımları , tasarım süreçleri ve yaratıcı
davranışları arasında benzerlik/farklılıklar nelerdir üzerine bir sebep sonuç ilişkisi ortaya
konulmaya çalışılmıştır. Herhangi bir cinsin bir diğerine üstünlüğü söz konusu değildir.
Böyle bir şey düşünülmemiş ve kastedilmemiştir. Amaç aynı olguya iki farklı grup ya
da birden fazla bireyin verdiği anlamların karşılaştırılması (yaş, cinsiyet, eğitim gibi
farlılıklar göz önüne alınarak gruplar oluşturulabilir) ve bunları araştırmacıların
dikkatine sunmaktır. Araştırmada, mimarların profili tespit edilirken, gelir durumları ya
da kökenleri (kır, şehir) araştırmaya dahil edilmemiştir. Anacak bu veriler daha kapsamlı
bir araştırmada yer almaya değer gözükmektedir.
Mimarlık disiplininin diğer disiplinlerle kesiştiği noktalarda araştırma yapılmaya
çalışılmıştır. Mimarlık ontolojisi içerisinde cinsiyet (gender) sorunsalı irdelenecek bir
konu olmaya devam edecektir.
1.2 AraĢtırmanın sınırları
Yaratıcılık bağlamında incelenen cinsiyet kavramı konusunun literatür araştırmasına,
„yaratıcılık‟ konusu ile ilgili bir ön çalışma ile başlanmıştır. Konu ile ilgili tanımlar,
yakın kavramlar, yaratıcı düşünme kuramları ve davranışları hakkında bilgiler yer
almaktadır.(Torrance, 1972, Aznar, 1975, Guilford, 1967, Mac Kinnon, 1962,
Roawlinson, 1995, ...)
Araştırmanın sınırları doğrultusunda tasarım ve tasarımcı kimliği araştırmanın literatür
kısmında incelenmiştir. Yaratıcılık, tasarım (ürün-süreç), mimarlık, cinsiyet ilişkileri
incelenmiş, mimarlık disiplinine cinsiyetin yansıması, tasarımcı kimliği ile tasarım süreç
ve yaratıcılık ilişkileri, sosyolojik ve psikolojik yaklaşımlar dikkate alınarak ele
alınmıştır (Akın, 1996, Bozkurt, 1995, Brew ve Boud, 1995, Baron, 1994, Sancar, 1996,
...). Bu bağlamda mimarların konu ile ilgili görüşlerini çalışmaya katmak için, bir anket
13
çalışması araştırmada yer almaktadır. Anket çalışması sonuçlarından faydalanılarak
konu ile ilgili değerlendirmeler yapılmıştır.
1.3 AraĢtırmanın Kapsamı
Araştırma beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, giriş, araştırmanın amacı ve
kapsamı hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölümde, yaratıcılık ve mimarlık başlığı
altında; yaratıcılık kavramı, yaratıcılık alanları, yaratıcı kişi, yaratıcı düşünce, yaratıcı
süreç, yaratıcı ürün, yaratıcılık ve eğitim ile, yaratıcılık ve mimarlık ilişkilerini ele
almaktadır.
Üçüncü bölümde tasarım bağlamında süreç-ürün ilişkisinde tasarımcı kimliği
irdelenmiştir. Bu bölümde , tasarım bilgisi, tasarım süreci gibi tasarım ile ilgili genel
bilgiler yanında tasarım ile cinsiyet ilişkisi, cinsiyet (gender) kavramı, toplumsal
boyutuyla cinsiyetin ifade ettikleri ve mimari ürün-cinsiyet ilişkileri ele alınmıştır.
Dördüncü bölümde tasarımcıların yaratıcılık ve cinsiyet ile ilgili görüş ve tutumları
incelenmek üzere bir alan çalışmasına yer verilmiştir. Bu bölümde alan çalışması ile
ilgili gerekli bilgiler, alan çalışmasının amaç, kapsam, sınırları ile bireysel cevapların
değerlendirilmesi yer almaktadır.
Son bölümde ise mimarlık ve cinsiyet ilişkisi kapsamında yaratıcılık-tasarım-süreç-ürün
konuları üzerine kuramsal çalışma ve alan çalışmasının sonucunda elde edilen verilere
dayalı olarak yapılan yorumların yer aldığı sonuçlar kısmı bulunmaktadır.
1. 4 AraĢtırmanın Yöntemi
Araştırmada sırayla şu aşamalar gerçekleşmiştir:
ön çalışmalar,
model geliştirme,
ampirik çalışma,
modelin yeniden düzenlenmesi,
verilerin analizi ve değerlendirilmesi.
14
Ön çalışmada konuyla ilgili kaynaklar incelenilerek araştırmada bulunması gerekenler
teze alınmıştır. Daha sonra konuyla ilgili görüşlerin ortaya çıkmasından nasıl bir model
izlenmesi gerektiği düşünülmüştür. Alan çalışmasının şekli üzerinde karar verilmiştir.
Hangi insanlara ne kapsamda sorular sorulacağı, konuyla ilgili daha önceki anket
çalışmaları incelenilerek çalışma için gerekli taslak çıkarılmıştır. Eksik veya hatalı
kısımlar revize edilerek katılımcılara sunulmuştur. Elde edilen veriler incelenmiş ve
yorumlanmıştır. Araştırma çalışmalarına katkıda bulunulacağı düşünülerek sosyal
bilimler, psikoloji, eğitim ve tıp alanlarında uzmanlarla görüşmeler yapılmıştır.
15
2. YARATICILIK
Yaratıcılık kavramı, kişinin içinde varolan ve kendini ifade etmedeki en önemli araçtır.
Öyleyse yaratıcılık yeteneklerini ileri düzeyde kullanabilenler, kendilerini daha iyi ifade
etmektedir denilebilir. İnsanoğlunun kimlik arama çalışmalarının en önemli aracı
„yaratıcılık‟ kavramı ve olgusudur. Kişi yaratıcı düşüncenin hem öğesi hem nesnesidir.
Bir şey yaratmak demek, birey olarak kendini yaratmak anlamına gelir.
Düşüncenin gelişmesi her zaman her kişinin yaratıcı özelliklerin dışavurumuna bağlı
olmalıdır. Her insan aslında içinde varolan ve çeşitli nedenlerle engellenen yaratıcı
kimliğinin, yeniden kendisi olabilmek için peşine düşmelidir. „Düşünüyorum öyleyse
varım‟ sözüyle de bu kastedilmektedir.
Düşünme, canlılarda yalnız insana özgü olduğundan düşünme işinin yapılması insan
olmanın gereğini yerine getirmekten ibarettir. Özgürce ve cesurca düşünebilmek ve bunu
ifade edebilmek yaşamanın amacıdır ve hiçbir şekilde engellenmemelidir. Yaratıcılık
konu olarak incelenmesi bakımından yeni bir tarihe sahiptir. Bu konuda çeşitli bilimsel
araştırmalar yapılmaktadır. Yaratıcılık, eğitim ortamında da yerini almış, çeşitli testler
ile konuyla ilgili literatüre kazandırılmıştır.
Bugün artık yalnız Tanrıya mal edilip uzak durulan bir kavram olmaktan çıkan
„yaratıcılık‟, bilim, sanat ve toplumsal çeşitli alanlarda kabul edilen ve örneklerini
gördüğümüz, incelemeye değer bir konu olmuştur.
2.1 Yaratıcılık Kavramı
Samurçay (1981)‟a göre yaratıcılık, bireylere çekici gelen „sihir, deha, üstün
yeteneklilik‟ vs. gibi çoklu kavramları çağrıştıran bir kişilik özelliği olarak
bilinmektedir. Ancak yaratıcılık konusunda bilimsel çalışmalar oldukça yenidir. Yaratıcı
16
düşünce ile ilgili sistemli araştırmalara ve bu arada da örgütsel ortam ve değişkenlerle
yaratıcılığın
ilişkisini
konu
alan
çalışmalara
1960‟
lı
yıllarda
başlanmıştır
(Sungur,1997).
Yaratıcılığa ilişkin literatür, üç farklı yönde gelişmektedir. Bunlardan ilki yaratıcı
kişiliği ya da bireyi tanımlama olarak ortaya çıkmakta ve Guilford (1967)‟un bilişsel
alandaki, Mac Kinnon (1962)‟un kişilikle ilgili Dunnette (1976), Gough (1976) ve
Torrance (1972) „ın kavrama ile ilgili araştırmaları yer almaktadır.
Von Fange ve Vernon, yaratıcılık kavramındaki belirsizliğin büyük ölçüde „yaratıcı‟,
'orijinal', „hayal gücü‟ (imagination), „konformist olmayan‟, „dahi‟ gibi kelimelerin
gelişigüzel kullanılmasından kaynaklandığını belirtmektedirler (Ayıran, 1983).
Hayal gücü (imagination) kısaca, „yaratıcı biçimde düşünme yeteneği veya gerçekte
var olmayan zihni imajları biçimlendirme davranışı veya gücü‟ şeklinde
tanımlanmaktadır. Hayal gücü, yaratıcı kişinin sahip olması gereken yeteneklerden
biri olmakla beraber, bir kişinin yaratıcı olarak tanımlanabilmesi için bu yeteneğini
kullanarak ortaya yeni bir fikir veya nesne koyması gerekir.
Konformist olmayan (non-conformist) kısaca, toplumsal etkilere (karar, kural,adet,
gibi) uymama davranışı şeklinde tanımlanabilmektedir. Yaratıcılık, geniş ölçüde
toplumsal etkilere uymayı gerektirse de, her toplumsal etkiye uymayan davranış
yaratıcı başarı ile sonuçlanmayabilir hatta çok olumsuz yönlerde kendini gösterebilir.
Yetenekli: Bu kavram da kısaca doğal meleke,erk veya güç, sanat, mekanik, öğrenme
vb gibi konularda özel ve „üstün erk‟ şeklinde tanımlanmaktadır. Yetenekli kişinin
aynı zamanda yaratıcı olarak da nitelendirilebilmesi için ortaya yeni ve yararlı bir
fikir veya nesne koyması gerekir.
Dahi: Doğuştan gelen çok yüksek zeka, özellikle buluş veya büyük orijinal çalışmalar
ortaya koyuşla ilgili olağanüstü zihni güç olarak tanımlanmaktadır. Burada işaret
edilmesi gereken nokta, bir yaratıcı için daha düzeyinde zeka ve zihni kapasitenin
gerekmediğidir.
17
Orijinallik: Yaratıcılık ile en yakın anlamlı bir kavramdır ve bu nedenle üzerinde
daha titizlikle durulması gerekir. Kısaca, „ilk, erken, yeni, yeni bir şey yaratma,
bağımsız düşünme ve davranma, bireysel, eksantrik, garip kişi‟ gibi anlamları
içermektedir Düşünce ve anlatımda toplumsal etkilere uymanın (conformity) tam
karşıtıdır. Beveridge‟ nin ifadesiyle de orijinallik ,daha önce aralarında hiçbir bağıntı
saptanamamış iki veya daha fazla nesne veya fikir arasında ilişki veya benzerlik
bulunmasından ibaret olabilir‟ (Ayıran, 1983).
Tasarlamada da sadece orijinalliğe yönelen bir davranış olumsuz sonuçlara ulaşabilir.
Yaratıcılık kavramının ise, hiçbir olumsuz anlamı yoktur. Orijinal bir fikir veya nesne
belirli bir referans sistemi içinde yenilik getirir.
1991 yılında Marmara Üniversitesi Eğitim Yüksek Okulu öğrencilerinin yaratıcılığı
tanımlamaları aşağıdaki sıfatlarla bir araya getirilmiştir (Sungur, 1997).
Yaratıcılık:
Kendini tanımaktır, içinden geleni yapmaktır, kuyuya inebilmektir, özgürlüktür,
kurallara uymamaktır, neşeli ve meraklı olmaktır, çılgınlıktır, farklı düşünmektir,
kanatsız bir uçakla uçmaktır, uzağı yakınlaştırmaktır, çok yönlü çözümler bulmaktır,
zincirleri kırmaktır, bulutlardan pasta yapmaktır, boş kuyudan su çekmektir.
2.1.1 GeçmiĢte ‘Yaratıcılık’ DüĢüncesi
Küçükerman (1996), genellikle „endüstri öncesi‟ dönemine kadar, bugün anladığımız
gibi bir yaratıcılıkla ortaya konmuş ürünlerle karşılaşmanın oldukça zor olduğunu
belirtiyor. Zaten yaratıcılığın endüstri tarihi içindeki tanımlarına ve ürünlerine bakılırsa,
o dönemlerde yaratıcı çalışmaların genellikle „keşif‟ adı altında tanımlanmış bulunduğu
izlenilebilir.
Üstelik o ürünlerin de belirli bir yol ve yöntem izlenerek elde edilip edilmediği de pek
açık olarak bilinmemektedir. İşte o nedenledir ki, bu belirsizlik ve karışıklık içinde
başarılmış bulunan „ürün yaratma‟ olayları sanki „sihirli bir uygulama‟ gibi görülmüş ve
kabul edilmiştir. Ya da o dönemlerin çok kullanılmış olan tanımına göre „Tanrının
sevgili kullarına bağışlamış bulunduğu çok özel bir yetki‟ olarak düşünülmüştür.
18
O dönemlerin „yaratıcı tasarımları‟ nın bir başka destekçisi de devlet ve asillerden
oluşmaktaydı. Çünkü endüstrinin „çarpıcı ve yaratıcı yenilikleri‟, bir anlamda üst
düzeyde „prestij yarışı‟ yapma olanağı sağlamaktaydı. O yüzden, „yeni buluşlar
yapabilen‟ yaratıcı kişiler, saraylarda, şatolarda özenle korunmakta, ama ortaya
çıkardıkları ürünlerinin arkasında yatan bilgi kaynağı da aynı özenle gözlerden
kaçırılmaktaydı. Kısacası, yaratıcı tasarımın en başarılı ürünleri „herkesten korunmakta
idi.‟
Ama bunun yanı sıra, tarihin en eski düşünceleri arasında bulunup zaman içinde şaşırtıcı
düzeydeki yaratıcı çözümlerle gelişen ürünler de tasarım tarihinin parlak sayfaları
arasında yerlerini almışlardır. Her ne kadar bugünkü anlamda bir endüstri tanımı içine
girmeleri zor olsa da, bu gibi ürünler, „geleneksel üretim düşüncesinin yaratıcı
çözümleri‟ olarak çok büyük önem taşımaktadırlar. Çünkü bu gibi geleneksel ürünler
hem çok önemli birer „kimlik‟ taşırlar, hem de ham malzeme sağlamaktan başlayan,
„sonuç ürün‟ de tamamlanan üretim süreçleri, kendi aralarında sıkı bağlara sahip olan bir
tür „uzmanlıklar düzeni‟ ile tamamlanmaktadır (Küçükerman, 1996).
2.1.2 Endüstri Devrimi Ġle BaĢlayan Yeni Dönem Yaratıcılık DüĢüncesi
18. yüzyılda İngiltere‟de başlamış bulunan „Endüstri Devrimi‟ ile birlikte, birbirlerini
büyük bir güçle etkileyen ve yönlendiren „buluşlar zinciri‟ içinde, endüstride yaratıcılık
düşüncesinin de temellerinin atılmaya başlandığı açık olarak izlenebilmektedir. Böylece
daha önce olduğu gibi , yaratıcılığın artık sadece bir azınlık için olduğu ve hatta „çok
akıllıca bulunmadığı‟ dönem ortadan kesinlikle kalkmaya başlamıştır. Endüstri
Devrimi‟nin ivmesiyle her gün daha çok yaygınlaşan endüstri içinde çok daha fazla kişi,
„doğru, kesin ve amaca en kısa yoldan varabileceği‟ yaratıcılık yollarını geliştirmek için
büyük bir yarışın başlamasını da sağlamıştır. O yıllarda ortaya atılmış bulunan yeni ürün
tasarımları , aradan geçen zaman sonunda en yaratıcı çözümlerle ve birbirleriyle büyük
bir rekabet düşüncesi içinde gelişerek, günümüzde kullanılan en temel ürünlere
dönüşmüşlerdir (Küçükerman, 1996). Üretimde insan ve hayvan gücünün kullanılması
yerine , yeni güç kaynaklarını kullanan makinelerin kullanılması, 18. yüzyılın en önemli
olayları arasında yer aldığını ifade eder. Özellikle buharın kullanılması, buhar
19
makinelerinin en büyük ölçekte kullanılmaya başlanması ile sonuçlanmıştı.
2.1.3 Yaratıcılıkla Ġlgili Genel Tanımlar
Webster sözlüğü İngilizce‟ de yaratma anlamına gelen „create‟ kelimesinin Latince
yapmak , yaratmak anlamına gelen „creare‟ den geldiğini ve eski Yunanca‟ da,
„krainein‟ kelimesinin başarmak anlamında kullanıldığını belirttikten sonra, „yaratma‟
kelimesinin karşılığı olarak şu kavramları vermektedir: Meydana getirmek, yoktan var
etmek, varlığa neden olmak; üretmek, neden olmak, oluşturmak, ortaya çıkarmak; yeni
bir sıra işlem ile araştırmak; etkili bir biçimde bir karakteri ilk defa canlandırmak; aynı
sözlükte „yaratıcı‟ kelimesinin tanımı da şöyledir: Yaratma gücü olan, yaratmaya ait
olan, buluşçu, üretici.
Ayıran (1983), değişik müelliflerin bu kavrama ilişkin tanımlarından bahseder;
MacKinnon : „Yeni veya en azından istatistiksel olarak sık rastlanmayan bir fikir
veya cevapla ilgilidir. Yaratıcılık için düşünce ve eylemin yeniliği ve orijinalliği gerekli
olmakla birlikte, yeterli değildir. Eğer cevap, yaratıcı sürecin bir parçası olma iddiasında
ise, bir ölçüde gerçeğe uymalıdır. Problem çözümüne hizmet etmeli, duruma uymalı
veya tanımlanabilir bazı amaçların başarılmasını sağlamalıdır. Gerçek yaratıcılığın
üçüncü şartı, orijinal bir iç görünün (vukuf) taşınması, bunun geliştirilmesi ve tama
ulaştırılmasıdır.
Haafele (1962): „Özet olarak yeni birleşimler yapma yeteneğidir. Yaratıcı süreç bunu
yapmanın aracıdır. Yeni birleşimlere buluş adı verilir. Yüksek yaratıcılık özellikle
toplumsal değeri olan buluşları yapma yeteneğidir.‟
Stein : “yaratıcı çalışma , zamanın bir anında bir grup tarafından savunulabilir, yararlı
veya tatmin edici olarak kabul edilen yeni bir çalışmadır.
May (1987): „Gerçek yaratıcılık yeni bir şeyin ortaya konması doğumun sağlanması
süreci olarak tanımlanabilir.‟
Yaratıcılık (creativity), imgelem (imagination), keşif (discovery), icat (invention) gibi
kavramlar kullanıldığını belirten Öncü (1989), icat ve buluş gibi kavramların etkinlik
sonunda elde edilen ürünle ilgili olarak, diğer bazı tanımların ise süreçle veya bir çeşit
20
kişilik yapısı olarak verilmesini konuya farklı bakış açıları olarak yorumlanmakta, bu
nedenle yaratıcılığın bilimsel bir tanımının yapılmasının ya da konuyla ilgili olarak
herkesin uzlaşabileceği ortak bir tanımlamanın oldukça zor olduğunu belirtmektedir.
Roawlinson (1995), yaratıcılığı „daha önce aralarında ilişki kurulmamış nesneler ya da
düşünceler arasında ilişki kurulması‟ olarak, Sungur(1997) ise, yaratıcılığı sorunlara,
bozukluklara, bilgi eksikliğine, kayıp öğelere, uyumsuzluğa karşı duyarlı olma, güçlüğü
tanımlama, çözüm arama, tahminlerde bulunma yada eksikliklere ilişkin denenceler
geliştirme, bu denenceleri değiştirme ya da yeniden sınama, daha sonra da sonucu ortaya
koymak olarak tanımlamaktadır.
Öncü (1989), Mott‟ un „Creativity and İmagination‟ adlı eserinde yaratıcılığı, insanda
açığa çıkmış ve gizli kalmış tüm yetenekleri geliştirme gücü, aynı zamanda yeni fikirleri
biçimlendirme, icat etme ve keşfetme olduğunu, yoğun merak dürtüsü sürprizli ve
şaşırtıcı olabilme, başkalarının göremediğini görebilme ve farklı tepkiler verebilme
yeteneklerini içerme olarak açıkladığını belirtir.
Arık‟ ın „Yaratıcılık‟ adlı kitabında vermiş olduğu T.P.Jones‟in (1977) tanımına göre,
„Yaratıcılık, bireye farklı ve üretici düşünce zincirlerinden kopma gücü veren, sonuçları
bireye ve muhtemelen başkalarına tatminler sağlayan fikirlerdeki esneklik, orijinallik ve
duyarlılığın bir toplamıdır.‟ Akman (1984), Sibernetik Yaratıcılık isimli eserinde
yaratma işleminin yoktan bir şeyler var etme değil, şekilsizden şekilli bir şeyler yapma
olduğunu belirtir (Kısacık, 1999).
Chambers (1973), yaratıcılığın üç ana tipi olduğunu ileri sürmüştür: Kuramsal (teorik)
yaratıcılık, fikir veya hipotezleri en üst düzeylerine ulaştırmaktan ziyade, büyük ölçüde
yeni ve taze fikirlerin oluştuğu zihinsel (intellectual) sürece dayanır. Gelişimsel
yaratıcılık ise başkalarındaki yeni fikirlerin tanımlanmasına veya bu fikirlerin test
edilmene dayanır. Akademik yaratıcılık ise, hem yeni fikirlerin doğması, hem de bu
fikirleri işleyerek en yüksek düzeye ulaştırmak söz konusudur (Öncü, 1989).
Davis A.G (1992,P: 88,92) yaratıcığa Creative Abilities başlığında oldukça geniş
kavramlar topluluğu halinde , bu kavramları teker teker açıklayarak değinmektedir:
21
Akıcılık (Fluency)/ Esneklik (Flexibility) / Özgünlük (Originality) / Özen gösterme
(Elaboration)/ Dönüşüm (Transformation) / Sorunlara karşı duyarlılık(Sensitivity to
Problems)/Sorunları ifade edebilme (Able to define problems ) / Görselleştirme,
imgeleme(Visualition,
imagination)/
Anolojik,
metaforik
düşünme
(Analogical,Metaphorical Thinking) / Sonuçları , çıkarımları algılayabilme (Able to
predict
outcomes,
consequences)
/
Analiz(Analysis)
/
Sentez
(Synthesis)
/
Değerlendirme (Evaluation) / Mantıksal düşünme (Logical thinking)/ Gerileyebilme
(Able to regress) / Sezgi (İntuition) /Yoğunlaşma (Concentration). Aşağıda, bu
kavramlardan bir kısmının açıklamalarına yer verilmiş olmakla beraber çalışmaların
ilerleyen bölümlerinde de görüleceği gibi mimari tasarım olgusunun açıklanmasında
yukarıdaki kavramların adeta anahtar kelimeler olarak yerini almış olduğunun da altını
çizmekte fayda vardır (Kısacık, 1999).
Dönüşüm; yeni anlamları, imaları ya da uygulamaları görebilme ya da bir şeyi yeni
kullanıma adapte etmedir.
Sorunlara karşı duyarlılık; sorunları bulma, zorlukları ortaya çıkarma, eksik bilgiyi tespit
etme ve güzel soru sorabilme yetisidir.
İmgeleme; kişinin kafasında fanteziler yaratabilmesi, olayları grafiksel olarak
düşünebilmesi, imge ve düşünceleri zihninde kontrol edebilmesi ve işleyebilmesidir.
Analojik / metaforik düşünme; bir bağlamdan bir diğerine görüş aktarabilme, söz konusu
bir sorun için çözüm bulabilme ya da bir durumla bir diğeri arasında bağlantı kurabilme
benzetme yetisidir.
Geri adım atma yetisi; olaylar karşısında oluşmuş ön yargılarımız ve görme
biçimlerimizden sıyrılıp farklı açılardan, daha önce hiç bakmadığımız yönlerden
bakabilme yaratıcılık için tartışmasız kabul gören bir konudur.
Torrance (1974) Yaratıcı Düşünme Testi‟ ne temel alınan yaratıcılık tanımı; yaratıcılık
(creativity), sorunlara; bozukluklara, bilgi eksikliğine, kayıp öğelere, uyumsuzluğa karşı
duyarlı olma; güçlüğü tanımlama, çözüm arama, tahminlerde bulunma ya da eksikliklere
ilişkin denenceler geliştirme, bu denenceleri değiştirme ya da yeniden sınama, daha
22
sonra da sonucu başkalarına iletmektir (Sungur, 1997).
İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi Yüksek Lisans Öğrencileri‟ nin Yaratıcılık
ve Yaratıcı Kişilik Özellikleri „ne ilişkin tanımları şöyledir ;
Yaratıcılık, etrafımızda gelişen olaylara lehimizde veya aleyhimizde yorumlar
katabilmek sanatıdır.
Yaratıcı kişi;
Özgün olmalı,
Hata yapmaktan korkmamalı,
Olumlu (optimist) düşünebilmeli,
Özgür olmalı,
Kendini sevmeli.
Kişilik Özelliği:
Yeni sorular üretir,
Gözlem yeteneği gelişmiştir,
Düşünmeyi sever,
Dış uyarıları algılamaya müsait karaktere ve zekaya sahiptir,
Basit olan çözümleri yakalayabilir.
Yaratıcı İnsanın Özellikleri
Sıradan olmayan, tabulara, alışılagelmiş hareketlere, düşüncelere uyma zorunluluğu
hissetmeyen kişi
Etrafındaki eksiklikleri görebilecek kadar dikkatli
Bu sorunların kaynağını bulabilecek kadar zeki
Sorunlara çözüm getirebilecek kadar bilgi ve tecrübeye sahip kişi yaratıcıdır.
Yaratıcılık, varolan materyalleri daha önceden hiç kimsenin aklına gelmemiş olan
biçime sokmak veya bir araya getirerek yepyeni bir materyal oluşturmaktır.
Yaratıcı insanın sahip olduğu 5 özellik ;
Pratik zeka
Sınırlandırılmamış bakış açısı
Önyargılardan arınmış olmak
23
Problem çözme yeteneği
Hayalleri sınırlandırmamalıdır (Sungur, 1997).
Sungur (1997), kitabında Thomas Moore‟ u referans vererek ütopyayı açıklamıştır.
Ütopya sözcüğünü insanlığa armağan eden Thomas Moore‟ dur. Eutopic: iyi yer,
anlamına gelir. Zamanın ve uzayın tarihin ve coğrafyanın dışındaki imgesel bir dünyanın
betimlemesidir. Gerçek dünyadaki ilkelerden farklı ilkeler üzerine kurulmuş bir
dünyadır.
Ütopya olasılık (mümkün) lar alanını göstererek , var olan geleneklerin keyfiliğini
ortaya koyar. Düz çizgiden yapılan her sapma bir buluş‟tur. Aynı zamanda düz çizginin
ahmaklığının bir eleştirisidir.
Sungur (1997)‟un kitabında yaratıcılıkla ilgili olarak vermiş olduğu diğer tanımlar
şöyledir;
Yaratıcılık (Creativity): Sorunlara, bozukluklara, bilgi eksikliğine,
kayıp öğelere,
uyumsuzluğa karşı duyarlı olma; güçlüğü tanımlama, çözüm arama, tahminlerde
bulunma ya da eksikliklere ilişkin denenceler geliştirme bu denenceleri değiştirme ya da
yeniden sınama sonraki aşamada da sonucu ortaya koymadır.
Akıcılık (Fluency): Sözcük ya da resimlerle çok sayıda düşünce üretme yeteneği.
Esneklik (Flexibility): Çok çeşitli konularda, bir yaklaşımdan ötekine geçerek ya da
farklı stratejiler kullanarak çok sayıda fikir ya da düşünce üretmektir.
Özgünlük (Originality): Bilinenlerden, öğrenilmiş olandan, herkesin bildiği yalın,
kurumsallaşmış olanlardan uzak fikirler geliştirme yeteneğidir.
Zenginleştirme (Elaboration): Düşünceleri geliştirmeye çalışma, süsleyip başka
düşüncelerle destekleme yeteneğidir.
Denetim Odağı (Focus Of Control): Bireylerin olayları ya da kendilerine olanları
algılama ve denetleme biçimidir.
İçten Denetimli Birey (İnternal): Olaylar ya da kendine olanlar üzerinde kendi
24
denetimlerinin varlığına inanan bireylerdir.
Dıştan Denetimli Birey ( External): Kendine olanları, ya da olayları kaderin, şansın ya
da güçlü başkalarının denetiminde algılayan bireylerdir.
Yaratıcı Güç: Öğrenilmişliğin, alışılmış olanın ötesinde, bilinen ve basit yanıtlardan
uzak çağrışım gerektiren yanıtlardır.
„Yaratıcılık kendisinden önce gelen hiçten türer. Yaratıcılık açıklanamaz: yaratıcılık
özgürlüğün gizidir.‟ Nietzche yaratıcılığın ancak bilincin ölüm anında olabileceğini
söylemişti. Yaratıcılık, sanatçının olduğu kadar bilim adamının, estetiğin olduğu kadar
düşünürün emeğinde görülmeli; ve yaratıcılığın erimi, ola ki modern teknolojinin
kaptanlarında ya da bir annenin çocuğuyla normal ilişkilerinde ortaya çıksın, çizilip
sınırlandırılmamalı . Yaratıcılık Webster‟ ın yerinde belirtişiyle, yapma, varlığı ortaya
çıkarma sürecidir(May, 1998).
2.1.4
Yaratıcılık Alanları
Sanat ve bilimle ilgili etkinlikler arasında karşıtlık ve uzlaşmazlık bulunduğu konusunda
geçmişte dar ve isabetli olmayan açılardan öne sürülen görüşler de günümüze doğru
önemlerini büyük ölçüde yitirmişlerdir. Read‟ın işaret ettiği gibi, sanat ve bilim aynı
gerçeklikle uğraşan biri onu betimleyen ve sergileyen, diğeri ise açıklayan, bu bakımdan
birbirini tamamlayan iki etkinlik alanıdır. Buna paralel olarak, sanat ve bilimdeki
yaratıcı süreçlerin farklı değil, birbirinin aynı olduğu; ikisinde de aynı çeşit yaratıcı
muhayyilenin çalıştığı kabul edilmektedir. Ayıran (1983),
yaratıcılık alanlarını
aşağıdaki şekilde sınıflandırmıştır:
Sanatta Yaratıcılık
Sanatta yaratıcılığı Conrad şu şekilde tanımlanmaktadır: „Kavram, duygu ve imgelemi
içine alan bir yaratıcı arama, araştırma ve bulma sürecinin, algıdan doğmuş duyum ve
duygularla çağrışmış, etkili bir mecazın doğuşu sürecine başlangıç olması‟. Bu etkili bir
mecaz, Broadbent‟ in işaret ettiği gibi, kendini resim, şiir, müzik ve diğer sanat
dallarında orijinal yapıtlar olarak gösterir.
25
Bilim ve Teknolojide Yaratıcılık
Sanat ve bilimdeki yaratıcı süreçler aynı olarak kabul edildiğine göre, Conrad „ın sanat
konusundaki tanımlaması esas alınarak bilimde ve teknolojide yaratıcılık, „kavram,
duygu, imgelem, akıl ve mantığı içine alan bir yaratıcı arama, araştırma ve bulma
sürecinin bilgi ve algıdan doğmuş, duyum ve duygularla çağrışmış, akıl ve mantıkla
değerlendirilmiş yeni ve orijinal bir fikrin veya bu fikirlere dayanan yeni ve orijinal bir
nesnenin doğuş sürecine başlangıç olması‟ şeklinde tanımlanabilir. Bu yeni ve orijinal
fikir, Broadbent‟ in işaret ettiği gibi, bilimde, yeni bir teori formüle etmek veya yeni bir
hipotez koymak , teknolojide ise teknik bir problemi yeni, daha basit, daha uygun veya
daha ekonomik bir yoldan çözmek anlamını ifade eder.
Toplumsal Alanda Yaratıcılık
Toplumsal alanda yaratıcılık, bilim ve teknolojidekine çok benzer şekilde, „Kavram,
duygu, imgelem, akıl ve mantığı içine alan bir yaratıcı arama, araştırma ve bulma
sürecinin bilgi ve algıdan doğmuş, duyum ve duygularla çağrışmış, akıl ve mantıkla
değerlendirilmiş, toplumla ilgili yeni ve orijinal bir fikrin doğuş sürecine başlangıç
olması‟ şeklinde tanımlanabilir. Bu alandaki yeni ve orijinal fikirler, siyaset, ekonomi,
eğitim, hukuk gibi toplumsal kurum ve örgütler aracılığıyla toplumun çok karmaşık
problemlerini çözmeye yardım ederler. Yaratıcılığın tanımında bulunan, toplumun bir
ihtiyacını karşılama şartı, bu alanda problemler, zaten her durumda toplumla doğrudan
doğruya ilgili olduğundan gerçekleşmiş olur.
Mimarlıkta Yaratıcılık
Mimarlık gibi , çok yönlü bir meslek alanında farklı kategorilerde yaratıcılık imkanı söz
konusudur. Bu kategoriler ayrıntılarıyla ikinci bölümde açıklanacaktır.
2.2 Yaratıcı KiĢilik ve Yaratıcı DüĢünceye ĠliĢkin Kavramlar
2.2.1 Yaratıcı kiĢi
Sungur (1997)‟ a göre; yaratıcı kişilerin genellikle çok zeki oldukları ve yaşamın
zorluklarıyla başkaları kadar kolayca başa çıkabildikleri halde sorunlar karşısında yalnız
zekalarıyla değil, öncelikle iç güdüleriyle çözüm aradıkları, akılcı olmayan çözüm ve
26
kavramlara da önem verdikleri düşünülür. Ama belirli bir düzeyin (zeka bölümü yada IQ
=120)üstündeki zekanın yaratıcılıkla ilişkili olmadığı, başka bir deyişle, zekayla
yaratıcılık düzeyinin doğru orantılı olmadığı bilinir. Öte yandan zeka testleri ile
ölçülebilen çözümleyici akıl yürütmeyle düşünce zenginliği ve orijinal düşünme
arasında bir ayırım yapmak gereklidir. yaratıcılıkta her ikisinin de rol oynamasına
karşın,yapılan iş yada mesleğe göre kullanımları farklı düzeydedir; örneğin
matematikçinin çözümleyici akıl yürütmeye daha fazla gereksinimi varken, sanatçı için
düşünce zenginliği önde gelir. Çoğunun düzensizlik, karşıtlık ve dengesizliklerden
hoşlandığı, bakışımsızlık (asimetri) ve düzensizliğin uyarıcı etkisinin yaratıcılıkları için
gerekli olduğu söylenebilir. Kimi zaman bu kişilerin psikolojik yönden dengesiz olduğu
sanılırsa da, kişiliğin olgunlaşmamış yönlerinin alışılagelmişin dışındaki yaşantı ve
davranış kalıplarının bir uzantısı olduğu ve bu kişilerin kendi yapı ve özelliklerinin
bilincinde olduğu düşünülebilir. Yaratıcı kişinin sorunlara karşı olağanüstü bir
duyarlılığa sahip,entelektüel bir öncü olduğu görülmüştür. Kendine güveni ve
bağımsızlığı tamdır,çevresindekilerden daha baskındır. Kişiliğindeki çelişkiler ve
ketlenmeler görece azdır. Çeşitli ve farklı entelektüel ilgileri vardır, karmaşık ve
zorluklardan hoşlanır.
Yaratıcı kişilerde görülebilen sıra dışı düşünceler, kişinin kendine özgü doğasının
kültürel etkilere teslim olmamak üzere direnmesi olarak değerlendirilebilir. Bu direnç
kişinin sıradan ahlaki değerleri yadsımasına yol açarsa da ahlaki tavrı aşağıladığı
anlamına gelmez.
Yaratıcı kişi, sıradan olmayan, farklı ilgi alanları, kişilik ve beğenilere sahip olan
bireydir. Bu bağlamda Sungur (1997), Torrance‟ın oluşturduğu yaratıcılığa ilişkin kişilik
özellikleri, aşağıdaki gibi birbirine zıt çelişkili nitelemelerle, uçlarda gezinen sıfatlardan
oluştuğundan bahseder. Bu durum da yaratıcılığın doğasına ilişkin bilinen verileri
desteklemektedir.
Başarılı, serüvenci, karışıklığa, düzensizliğe ilgi, gizemli olana ilgi, güç işlere el atma,
dış dünyaya karşı çekingen, yapıcı eleştirilerde bulunan, cesaretli, bilinçli ve köklü
kurallara
bağlılık,
görgü
kurallarına
uymayan,
sağlık
kurallarına
uymayan,
mükemmelliğe karşı istek, kararlı, aşırı düzenlemelerden rahatsız olan, başat (dominant),
27
çoşkulu, çoşkusal duyarlık, hata bulan, meraklı, kendi kendine yeten, yalnızlığı seven,
sezgili, içe yönelimli, uyumsuz, popüler olmayan, garip alışkanlıkları olan, soru soran,
başkalarının düşüncelerine açık, çok az gerileyen, duygularını bastıramayan, az konuşan,
kendi kendinin farkında, kendine güvenli, kendine yeterli, mizah duygusuna sahip,
ayrıntılarla ilgilenmeyen, düşüncelerle oynayan, karşı fikirleri sürmede yetenekli,
değişken mizaçlı, utangaç, sade, duygusal, görsel algısı güçlü, riske girmeye istekli vs.
Yaratıcı olmayan kişi yoktur. Sadece yaratıcı ifade yeteneğini az ya da çok kullanabilen,
ve uzun ya da kısa süreli eğitime gereksinmesi olan bireyler vardır. Yaratma, bilim
adamı ve sanatçıların tekelinde olabilen yarı mistik ve rastlantısal bir tanrı vergisi güç ya
da olağanüstü bir yetenek olarak görülebiliyorsa bunun tersine yaratıcılık, sosyo-kültürel
çevreyle çok yakından ilgili, her yaştaki tüm bireylerde bulunan gizli güç olarak kabul
edilebilir. Böylece yaratıcılık teriminin kullanımı onu tanrısal boyutundan ayırıp, tüm
insanların farklı derecelerde doğasında var olan ve geliştirebileceği özel bir yetenek
olarak değerlendirilip yaratma eyleminin insanlaştırılması olarak ortaya çıkmaktadır.
Yavuzer (1992), yaratıcı kişi özelliklerini şöyle sıralamaktadır:
Başarılı insandır.
Düzen gereksinmesi ile güdülür.
Öz kanıtlama (self assertion) gereksinmesi içindedir.
Baskı mekanizması geri iticidir.
Güdülerinde süreklilik, iş yapma yeteneği ve sevgisi, kendini disipline sokabilme,
direşken, bir işi tamamına erdirendir.
Yaratıcı insan bağımsız ve özerktir.
Yapıcı, bir eleştiri olduğundan mutsuz ve tatmin edilmemiştir.
Bilgisi geniş, çeşitli ilgileri olan, çok yönlü bir kişiliktir.
Duygu ve heyecanlara açıktır.
Yargıları ve değer eğilimleri estetiğe doğru kaymaktadır.
Ekonomik değerlere önem vermediğinden kötü iş adamı sayılır.
Kadınımsı ilgiler diye tanımlanan konumlarda daha özgür deyimler kullanırken,
erkekçe saldırganlıktan yoksundur.
Yaratıcı insan insanlar arası ilişkilerle ilgilenmez.
28
Duygusal yönden durulmamış, bununla beraber istikrarsızlığını
etkili biçimde
kullanabilendir.
Kendisini yaratıcı olarak görür.
Ön sezişli ve duygu sezgilidir.
Kendini daha az eleştirir.
Diğer kişileri etkileyebilmektedir.
Açık ve seçik düşünme, geniş ilgiler, çok yönlülük, uyanıklık ve çekicilik, ölçütlerle
olumsuz bağlantıları olan sıfatlar ise: güvenirliği olmayan, karamsar, görüle gelen, zayıf
ve savunmalı özellikleridir (Yavuzer, 1992). Yavuzer (1992)‟e göre bu özellikler tekbir
insanı nitelendirmez. Hiçbir yaratıcı bu özellikleri göstermez. Bunla beraber yaratıcı
insanda birçoklarının bulunması büyük bir olasılık içindedir. Yaratıcı insanlara özgü
kişilik etmenleri, biyoloji, psikoloji, kimya mühendislik mimarlık gibi çok çeşitli
bilimsel ve meslek alanlarında yapılan incelemelerden elde edilmiştir. Deneklerin, uğraş
ve meslekleri ayrı olduğu gibi, yaş, eğitim düzeyi, yönetimdeki durumları da değişiktir.
Ayrıca veri toplamak için uygulanan yöntemler ve psikolojik testlerle çok çeşitli olarak
kullanılmıştır.
Yaratıcılık, özel insanlara mahsus bir Tanrı vergisi güç değil, çevreyle yakın ilişkili her
insanda görülebilen bir yetenektir. Bu yeteneğin kullanılıp, değerlendirilmesi ile yaratma
eyleminin ortaya çıkması ise kişilerin farklı doğalarının özellikleri ile ilgilidir.
Tanımlar ve literatür araştırmaları neticesinde yaratıcı bireyin sıra dışı, çevreye duyarlı,
yeniliklere açık, çözüm üretmeye yatkın olduğu görülmektedir.
2.2.2 Yaratıcılık ve Zeka
Yavuzer (1992)‟in belirttiği gibi, yaratıcılık kavramının zeka ile ilişkisi olduğuna
inanan bir çok psikolog vardır. Bununla birlikte, Barron, 1961 yılındaki araştırmasında
zeka ile yaratıcılık arasındaki 120z.b.‟n kadar pozitif bir korelasyon olduğunu, ancak
bunun 120z.b.‟nden sonra hiçbir anlam ifade etmeyecek kadar azaldığını göstermiştir.
Diğer yandan zeka testlerine sadece “daralan cevaplara” yönelten, belirli çözümleri olan
problemlerle ilgili insan yeteneğini ölçmeye yaradıkları konusunda, son yıllardan
yöneltilen eleştirilerde göz önünde tutulursa, diğer yaratıcılık alanlarında olduğu gibi
29
mimar tasarlama faaliyetinde bulunanlarında 120z.b üzerindeki kapasitelerinin
yaratıcılıklarının artması bakımından fazla önemli sayılamayacağı ortaya çıkar.
Gürer , orijinallik tarif etme, uyum esnekliği, ilişki kurma, ifade, kelime ve düşünce
akıcılığı gibi zeka özelliklerinin yaratıcılık içinde geçerli ölçüler olduğuna işaret
etmektedir (Ayıran,1983).
Araştırmacılar yüksek düzeyde zekanın, yüksek düzeyde yaratıcılığı garanti etmediğini
(Hargravez, 1972), yaratıcılıkla zeka arasında çok yüksek bir korelasyon olmadığını,
daha zeki bir bireyin daha yaratıcı birey anlamına gelmediğini belirtmektedirler. (Mc
Kinnon,1962). Diessner (1984), yaratıcılık için minimum genel zeka düzeyinin
(IQ=125) gerektiğini ortaya koymaktadırlar (Sungur, 1997).
2.2.3 Yaratıcılık ve Cinsiyet ĠliĢkisi
„... bilen kişinin cinsiyeti epistemolojik olarak önemlimidir? veya ırkı veya sınıfı‟
bilginin sosyal yapısının, farklılığın pozitif kabulü (H.mas, belirsizlik teoremi) üzerine
inşa olduğunu kabul ederek Lorraine Code sormuş olduğu bu soruya şöyle bir cevap
öneriyor; bilgi, objektif ve subjektif faktörlerin kombinasyonunun bir ürünüdür. Objektif
faktörler değişken olamamasının yanında subjektif faktörler olabilir, tecrübeler
farklılıklarla inşa edilir. Dilbilimsel olarak dünyadaki konumumuz farklı sesler içinde
tanımlanıyor ve kadın bilgisinin erkek bilgisine göre daha az objektif olduğu üzerine
sorunsal bir iddia getiriliyor (Lakoff, 1975, Miller ve Smift, 1977) (King, 1996).
Torrance‟ın yaratıcılık tanımı yerleşmiştir; sorunlara, bozukluklara, bilgi eksikliğine,
kayıp öğelere, uyumsuzluğa karşı duyarlı olma; güçlüğü tanımlama, çözüm arama,
tahminlerde bulunma ya da eksikliklere ilişkin denenceler geliştirme, bu denenceleri
değiştirme ya da yeniden sınama, daha sonra bu sonucu başkalarına iletmektir.
Yaratıcılık araştırmaları kişilik yeteneklerine dayalıdır. Zihinsel süreç, bilgi, düşünme
şekli, kişilik, motivasyon, çevre ve diğer yaşam süreçlerinin beraber olması ile
yaratıcılığı tanımlar yeni saptamalardır.
Çevresel etkenler kadın ve erkeğin yaratıcılığını farklı şekillerde nasıl etkiler? Pek çok
kadının yaratıcılık ifadesi onların eğitimi ve çalışmaları, kültürel standartları, sosyal
30
desteğe ihtiyacı ve geleneksel cinsiyet ümitleri ile sınırlıdır.
Pohlman(1996), şöyle bir şey ortaya atıyor; erkekler için yaratıcı kimlik, analık veya
babalık deneyimleri ile dengelenir, kadınlar için ise çatışır. Çünkü aileler, erkeğe bir
yaratıcı ortam veya kendine ait bir oda sunar, kız bu alanı aile taleplerine bırakır. Kadın
araştırmacılar bu tür bir cinsiyet ayırımının yaratıcı etkinlikler için engel teşkil ettiğini
iddia ediyor (McCracken). Kadın sanatçılar aile ile ilgili tercihlerin zorluğundan ve bu
tercihlerin maddi ve manevi ihtiyaçlarının desteklenmemesinin yanında onları
sanatlarından ayrı düşürdüğünü, sanatçı kimliğinin yaratıcı sürecine olumsuz etkisi
olduğundan bahseder(Kirs-henbaum and Reis, 97) (Kerka, 1999).
Sungur (1997), 1963 yılında, yaratıcılık ve cinsiyet ile ilgili konu hakkında, Osborn
tarafından yapılan testteki verileri örnek vermiştir:Bir Amerikan firmasında yapılan 702
testte kadınların %25‟i erkeklerden daha yaratıcı bulunmuştur. Fikir akıcılığında ise
Peterson, 32 lise öğrencisi üzerinde yaptığı araştırmada kızların %40‟nın daha fazla
yaratıcı olduğunu ortaya koymuştur. Robert Kolej öğrencileri üzerinde Sandwith
(1978)‟in yaptığı araştırmada, yaratıcı düşüncenin cinsiyete göre farklılaşmadığı ortaya
çıkmıştır.
Kendi gruplarında daha yaratıcı olan bireyler Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri
Sonuçlarında, karşı cinsin kişilik özelliklerini benliğinde daha kolay barındıran bireyler
olarak
tanımlanmışlardır. Bu envanter sonuçlarına göre, yaratıcı erkekler daha az
yaratıcı olanlara oranla daha kadınsı (effeminé) yaratıcı kadınlar ise daha fazla erkeksi
(masculin) ilgiler ortaya koymuşlardır. Bu durum, yaratıcı bireyin yaşadığı dünyadaki
karşıtlıkları kabullenmesini kolaylaştırmaktadır (Sungur, 1997).
Sternberg (1999), Yaratıcığın Elkitabı adlı kitabında bu konuyla ilgili Sudan‟ da yapılan
bir araştırmayı örnek vermiştir. Yaşları 15-20 arası olan üç yüz kişi arasında ve Sudan‟ın
üç büyük kentinde yaratıcılık konusunda cinsiyet farklılıkları konusunda farklı tip
okullarda iki ayrı tip test uygulanmıştır, yaratıcı aktivitelerin sorgulanması ve yaratıcı
kişilik testi. Yaratıcı kişilik testinde erkeklerin daha yüksek puanlar aldığı
gözlemlenmiştir. Yaratıcı aktivite testinde ise kızların skoru erkeklerden daha yüksektir.
Testlerin hepsi aynı şekilde sonuçlanmıştır. Anaerkil kültürlerde, cinsiyet faklılığı olan
toplumlarda aslında görüldü ki kadınlar erkeklerden daha yaratıcı.
31
Gilman, erkeklerin kadınları yaratıcılık alanlarından, eğlence ve boş zaman etkinlik
biçimlerinden dışlayarak insan etkinliklerini tekelleri altına aldıklarını, yönettiklerinin ve
erkeksileştirdiklerini savunur. Kadınlarla akılcı ve yaratıcı yetilerden yoksunlar diye sık
sık dalga geçilmiştir. Ancak günümüze kadar, bu yetilerini geliştirme fırsatı bulan kadın
sayısı erkeklere oranla çok küçük olduğu için karşılaştırma yapmak yanıltıcı olur
(Beatrice Forbes-Robertson Hale) (May, 1998).
Kadınlar ve erkekler arasında mizaç veya yetenek açısından doğuştan gelen bazı
farklılıklar bulunması olasıdır. Bu tür farklılıklar bulunuyor olsa da rahatlıkla bunların
büyük toplumsal kurumların temeli olmadıklarını söyleyebiliriz. Ayrıca insanın evrimi
açısından, kadın ve erkeklerin ortak özellikleri yanında bu farklılıkların gölgede
kaldıklarını da söyleyebiliriz. Bunlar insanın, dil, zeka ve hayal gücü, dik durma, baş
parmağının diğerlerinden ayrılması ve kullanılması, alet yapma ve kullanma, uzun
çocukluk ve çocuk yetiştirme yeteneklerine ilişkin „tür özellikleri‟dir, onu öteki
türlerden ayırır ve insan toplumunun ortaya çıkmasını sağlayan evrimsel sıçramayı
oluştururlar. Her iki cinsiyet de bu özelliklere sahiptir ve biyolojik evrimden tarihe
geçişin de ortaklaşa bir başarı olduğundan şüphe etmek için hiçbir geçerli neden yoktur
(May, 1998).
Cinsiyetler arasında birbirlerine olan herhangi bir üstünlükten söz edilemez. Kadın ve
erkek arasında, yetiştirilme, eğitim, kültür, çevre, psikolojik vb etmenler ile farklı
düşünce şekilleri gelişebilmektedir. Ancak bu durum cinsiyet ayırmaksızın her birey için
geçerli
bir
durumdur.
Toplumdaki
roller
doğrultusunda
düşünceler
yön
değiştirebilmektedir. Farklılık, bu şekilde açıklanabilir.
2.2. 4 Yaratıcık ve YaĢ
Yaratıcılık, her yaşta her bireyde olabilen bir yetenektir. Yaratıcılık ile ilgili öznel bir
alanda bu tür bir sınıflandırma yapmak ne derece doğrudur ayrı bir konudur. Ancak bu
konu ile ilgili çeşitli alanlarda araştırmalar yapılmış ve yapılmaktadır. Bu
araştırmalardan biri de Sungur (1997)‟un belirttiği, psikoanalitik kavramları, toplumsal
ve kültürel etkilerle birleştirip gelişim kuramı geliştirmiş olan Erikson‟a ait olan
çalışmadır; ürün olarak yaratıcılık, yetişkin insanın özelliğidir.
32
Yetişkin insan sevgi ve çalışmanın hoşlanma duygularını genç yetişkinlik döneminde
geliştirir. Çalışmasının
karşılığında bir şeyler ortaya çıkarır. Yaratıcı ve üreticidir.
Yaratıcı bir zihin yapısına sahip kişiler orta yaşlılık döneminde bu yeteneklerinin en
olgun ürünlerini verirler. Yaratıcılığın sosyal bilimlerde 20-70 yaş arası devam edip
gittiği gösterilmiştir. Orta yaşta tepe noktasına ulaşan yaratıcılık ileri yaşlara kadar
sürer. Yaratıcılık gibi öznel bir konuda kesin bir yaş sınırı koymak güç hatta
imkansızdır. Sanat tarihi, harika çocuklarla doludur. Raymond Radiguet (1903-1923) 20
yıl gibi kısa bir ömrün iki roman iki şiir kitabı bir kısa oyun ayrıca resim ve şiir
eleştirilerini sığdırmayı bilmiştir. İlk romanı 16 yaşında basılmıştır ve en çok satan
kitaplar arasına girmiştir. „Asıl zevk saz çalmakta değil, çalmayı öğrenmektedir‟ diyen
Sokrat bunu söylediğinde 70 yaşındadır (Sungur, 1997).
Mimar Sinan, ölümsüz eseri Selimiye‟yi 80 yaşında tamamlar ve emekliye ayrılmadan
99 yaşına kadar daha bir çok eser verdikten sonra ölür.
2.2. 5 Yaratıcılık ve Bilgi
Mc Kinnon‟un 1962‟deki araştırmasında yaratıcılık düzeyi en yüksek birinci grup
mimarlar, Gough tarafından ortaya konan genel bilgi araştırması testinde altı grup denek
arasında üçüncü sırada yer aldılar. Bu test, spor, müzik, edebiyat, tarih, coğrafya, içkiler
vb. gibi konularda bireyin içinde yaşadığı kültür ve dünya hakkındaki genel bilgisini
değerlendirmek üzere geniş dizimli soruları içerir. Bu belirleme, yaratıcı mimarların
oldukça geniş bir alanda bilgi sahibi olmaları gerektiğini göstermektedir. Bununla
birlikte, Gordon‟un konuya bakışta uzmanlığından gelen soyut tutumu askıya almadıkça
bir uzmanın yaratıcı fikir ortaya koyma yeteneğindeki sonuncu kişi olduğu, konusundaki
görüşü , sadece belirli bir alanda derinlemesine bilgi sahibi olmanın ve Kettering‟ in, bir
mucidin eğitimini çok ciddi yapmamış bir kişi olduğu şeklindeki görüşü de edinilen
bilgileri esnek bir bakış açısı ile yorumlayıp kullanamamanın yaratıcılık açısından
sakıncalarını belirtmektedir. Eintein‟ in ifadesiyle yaratıcı faaliyette, „muhayyile
bilgiden daha önemlidir‟(Ayıran, 1983).
Gardner, problemin çözümünün bulunabilmesi için derin bilgi ve konu hakkında
deneyime gereksinim vardır, sanatta ve mimarlıkta da ortalama bir bilgi ve deneyimin
33
şart olduğunu söyler. Bir kısım araştırmacılar bilgi ile yaratıcılık arasındaki
tartışmalarında zıt fikirlere sahiptirler. Bir kısmı bilginin yaratıcılıkla pozitif ilişki
içerisinde olmadığını savunurken, diğer kısmı yeninin eskinin bir ürünü olduğunu
söyleyerek yaratıcı düşünceyi bilgiye dayandırmışlardır (Sternberg, 1999).
Fazla bilgi girdisinin çoğu zaman yaratıcılığı kısıtladığı anlaşılmaktadır. Mimari tasarım
oluştururken tasarımcılar pek çok bilgi ile karşılaşmaktadır. Bu durum tasarımcıyı
kısıtlamaktadır.
2.2.6 Yaratıcılık Ölçütleri
1950‟ lere kadar yapılan çalışmalarda yaratıcılık ya da ıraksak düşünce ile zeka
arasındaki ilişki düşük olma eğilimi göstermiştir. Markey bir çok ölçmelerinde bu
ilişkiyi görüp açıklamıştır. 1951 yılında Guilford‟ un geliştirdiği şu alt testler
kullanılmıştır. Alışılmamış kullanımlar, imkansızlıklar, sonuçlar, problem durumları,
geliştirmeler, ortak sorunlar (Sungur, 1997).
Guilford yaratıcılığı inceleyip onu alt elemanlarına ayırmıştır. 1. Soruna duyarlık 2.
Akıcılık 3. Esneklik 4. Özgünlük 5 . Çağrışım 6. Analiz 7. Sentez 8. Yeniden tanımlama
Sorun çözmeye ilişkin kuramlardan başlıcası John Dewey‟ in yansıtmalı düşünce
kuramıdır. John Dewey‟ e göre, yaratıcılığın temeli mantık, risk, sezgisel yöntem ve iç
görü ile tümevarımın bir karışımıdır. Karl Popper, sorun çözmeyi bir dünya görüşü
olarak tanımlayıp çözümlemiştir. Ona göre bilim gözlemlerle değil sorunlarla başlar.
Alex Osborn sorun çözme kuramında önemli bir isimdir. Beyin fırtınası tekniğini
geliştirip yayan Osborn‟ a göre yaratıcı sorun çözme süreci üç aşamayı kapsar: sorun
bulma, düşün bulma , çözüm bulma (Sungur, 1997).
Yaratıcılığa ilişkin pek çok testler yapılmıştır ve yapılmaktadır: Torrance yaratıcı
düşünme testi bunlardan biridir. TYDT sözel ve resim testlerinde yer alan alt testler,
sorun çözme için gerekli çok sayıda akıcı, olabildiğince farklı alanda (esnek) ve oldukça
az rastlanan ve yaratıcı güç gerektiren (özgün) düşünceleri ortaya çıkarmayı
amaçlamaktadır. TYDT testinden başka AC Plurk test, Plot Titles, Mednick sözcük
çağrışım testleri, Meunier‟ nin yaratıcılık testi gibi testlerin gibi yaratıcı kişilik
34
özelliklerini, tutumları ve ortamları test eden araçlarda yaratıcılığın doğasına ilişkin
önemli sonuçlar ortaya koymaktadırlar. Bu alanda kullanılan en önemli testler Cattell‟ in
geliştirmiş olduğu 16 PF testi , T.A.T , MMPI ve benzeri testlerdir (Sungur,1997).
Yardımcı Metotlar
Bazı pratik yöntemlerin yaratıcılın arttırılması bakımından yarar sağladığı ortaya
konmuştur. Ayıran (1983), bunlardan öznel aramalar, programlama ve planlama ile
uygun çalışma saatlerinin seçimi üzerinde durmuştur.
Öznel aramalar:
„Aydınlanma‟,yürürken, otobüste, tıraş olurken, banyo yaparken veya uykuya dalmadan
önce olabilir. Bu bakımdan yaratıcı süreçte aydınlanma aşamasına ulaşmayı sağlayan
şartlar her yaratıcıda farklıdır.
Programlama ve planlama :
Von Fange „nin belirttiği gibi,‟arzulanan başarı, geleceğin uygun bir biçimde nasıl
planlanacağı ve programlanacağı konusunda bir anlayış elde etmek için kişinin kendinin
ve başkalarının deneyimlerini ne kadar iyi incelemiş olduğuna bağlıdır‟ . Planlanmamış
bir yaratıcı çalışmada birey ek bir gerilime uğrar, zihni gerginliğin optimum bir düzeyine
kadar verim arttıktan sonra tekrar azalmakta ve sıfıra inmektedir.
Çalışma saatleri seçimi:
Von Fange , zihnin yaratıcı faaliyetten kaçınmak için her mazereti araştıracağına,
çevredeki olay ve uyarılara ilgi gösterebileceğine ve bu nedenle pek çok yaratıcının
çalışmak için çevrelerinde gün boyu süren gürültülerin bulunmadığı sabahın erken veya
gecenin geç saatlerini seçtiklerini belirtmektedir. Bununla birlikte bazı yaratıcılarında,
gürültü vb. gibi dış uyarıcılardan fazla etkilenmedikleri hatta bunları aradıkları bilinen
bir gerçektir.
Von Fange, bir yaratıcı tekniği , „yeni bir bakış açısı verecek ve ona yöneltecek herhangi
bir şey‟ olarak tanımlamaktadır. Burada çeşitli metot ve teknikler içinde en
karakteristikleri bilinç ve mantığa dayananlar ile bilinçaltı ve duyguların kullanılmasına
dayananlar olmak üzere iki ana kategoride ele alınacaktır (Ayıran, 1983).
35
2.3 Yaratıcı DüĢünce
Yaratıcı düşünme daha önce aralarında ilişki kurulmamış nesneler ya da düşünceler
arasında ilişki kurulmasıdır. Bunun bir örneği, iyi anlatılmış fıkralardır. Fıkranın son
cümlesi dinleyiciyi daha önce varlığını aklına getirmediği bir sonuca götürür. Fıkrayı
anlatan, gelişme ve sonuç arasındaki bağlantıyı dinleyicinin karşısında kurar ve dinleyici
bu ilişkiyi kabul eder. Oluşumla sonuç arasındaki ilişkinin akla gelmezlik ölçüsü ise,
esprinin etkili olmasındaki en önemli faktörlerden biridir.
Organik kimyanın kurucusu Profesör August von Kekule‟nin rüyasında kendi
kuyruğunu ısıran bir yılan gördüğü ve bu rüyadan yola çıkarak benzenin altı karbon
atomundan oluşan halka biçimli yapısını bulduğu söylenir. William Harvey, bir
balıkçının tezgahında henüz ölmemiş bir balığın kalbinin hareketlerini görünce, bu
organın aslında bir pompa olduğunu anladı. Yaratıcı düşünmenin bir yönü de rüya
görmektir. Rüya görmenin beynin çalışabilmesi için gereken temel işlevlerden biri
olduğuna inanılır ve rüya görmeyen çok az insan vardır (Rawlinson ,1995).
Yaratıcılık sadece bilinçli etkinliklerle başlayıp bitirilen bir kavram olmaktan çok;
sorgulayıcı, algılayıcı ve sunulanı olduğu gibi kabullenmeyen her bitişin yeni bir
başlangıcı oluşturduğu bir süreçte hep var olacaktır. San‟a (1981) göre de, yaratıcı
süreçleri oluşturan, yalnızca zihnin düşünsel yetileri olmayıp, aynı zamanda duyumlar,
duygular, imgelem gücü gibi yetiler ve bunların tümünün birbirleriyle bağıntılarıdır.
Davis A.G .(1992) , yaratıcı düşünmenin, bununla birlikte, mevcut bilginin yeni fikirler
bakımından temel olarak alınması, algısal kümelerin göz önüne alınmaması, normların
ve varsayımların sorgulanması, geniş ölçekli kategorilerden yararlanma, yeniliğe
hazırlıklı olma , yenilikle iyi bir biçimde başa çıkabilme , „kaos içinde düzen arama‟ , iç
görselliği kullanma , karar alma becerisi gibi konuları içerdiğinden söz etmektedir
(Kısacık, 1999).
Benzerlik kurma ve farklılıkları görme problemi diğer herhangi bir bilimsel veya
pratik bilgi alanında olduğu gibi psikolojide de vardır. Özel ilgi gören süreç
yaratıcı süreç olduğu zamanlarda , problemin çözümüne yönelmek, zihnin
sınıflayıcı yaklaşımında varolan ikilemi daha dokunaklı sunar (Şekil 2.1).
36
.
ġekil 2. 1 Açık-Kapalı Göz Analojisi ile YapılmıĢ Köprü eskizi, Gatesheat millennium köprüsü
Roawlinson (1995), yaratıcı düşünmenin tanımlanmasında kullanılan diğer bir teknik
terimin de „bağlantı kurucu düşünme‟ olduğunu belirtir ve şöyle devam eder: „Bu Arthur
Koestler „in kullandığı terimdir ve yazarın Yaratma Eylemi (The Act of Creation) adlı
kitabında açıklanmaktadır. Bağlantı kurucu düşüncenin pek çok örneği vardır. Bunlara
özellikle bilimsel keşifler alanında rastlanır. Okyanus gelgitleriyle ayın hareketleri, ayrı
birer unsur olarak binlerce yıldan beri bilinmekteydi ama ikisi arasındaki bağlantıyı
ancak 17.yy‟da Keppler kurdu. Yaratıcı kişi, mevcut olgular arasındaki bağlantıyı kurar
ve keşfi gerçekleştirir.
Öncü (1989), Stein‟ in yaratıcılık konusundaki hipotezinin; yaratıcı kişinin
çalışmalarının, kendi kültüründe var olan boşluklara duyarlılık gösterebildiği ve
yaratıcılığın da bu boşluklara dikkat çekmeye elverişli olabileceği doğrultusunda
olduğunu belirtirken; Torrance‟ ın yaratıcılığı problemlere duyarlı olma süreci olarak
açıkladığını ve bunun sonucu olarak, eksikliğin duyulması, eksik öğelerin fark edilmesi,
bu öğelerle ilgili fikir veya hipotezlerin şekillendirilmesi, çözüme ilişkin tahminler
yürütme, hipotezlerin test edilmesi, gerektiğinde değiştirilip yeniden test edilmesi ve
37
sorunun ortaya konması, yaratıcılığı tanımlayacak hususlar olduğunu belirtir (Kısacık,
1999).
Birçok insan için yaratıcı düşünme zor bir düşünme tarzıdır, çünkü tanıma, yargıda
bulunma ve eleştirme gibi insan hayatının doğal alışkanlıklarına ters düşer. Beyin bir
„tanıma makinesi‟ olarak tasarlanmıştır. Beyin, kalıplar oluşturacak, bu kalıpları
kullanacak ve bunlara „uymayan‟ her şeyi reddedecek şekilde tasarlanmıştır. Birçok
düşünür güvende olmayı, haklı olmayı sever. Yaratıcılık kışkırtma, araştırma, risk
almayı içerir. Yaratıcılık, „düşünce deneyleri‟ ni içerir. Önceden bu deneyin nasıl
sonuçlandığını bilemezsiniz. Ancak o deneyi sonuçlandırmayı istersiniz (De Bono,
Edward ,1999).
2.3.1
DüĢünme ġekilleri
Dünyanın en bilinen yaratıcı insanları nasıl bir düşünceyle ya da nasıl bir aydınlanma ile
birden bire yaratıyorlar. Yaratıcı anlayışın kalbinde yatan düşünce araçları neler. Bu
düşünce araçlarının hepsi olmamakla beraber bir kısmı Root-Bernstein‟ ın kitabında
şöyle sıralandırılmıştır: gözlem (observing), hayal etme (imaging), soyutlama
(abstracting), modelle tanışma (recognizing patterns), modeli şekillendirme (forming
patterns), karşılaştırma (anologizing), vücut düşünmesi (body thinking), sezgi
(empathizing), boyutsal düşünce (dimensional thinking), modelleme (modeling), oyun
(playing), dönüştürme (transforming) ve sentez (synthesizing) (Root-Bernstein, 1999).
Daralan ve Genişleyen Düşünme Şekilleri
Daralan ve genişleyen düşünme kavramları ilk defa Guilford tarafından
ortaya
atılmıştır. Daralan düşünme şekli, problemlerin doğru ve tek çözümü olduğuna inanır;
düşünce bu çözüm doğrultusunda kanalize ve kontrol edilir. Genişleyen düşünce şekli
birbirine karşı bile olan çeşitli çözümler oluşturur. Guilford‟ un araştırmaları, genişleyen
düşünce şeklinin yaratıcılığın en açık belirtisi olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer
yaratıcılık alanlarında olduğu gibi mimarlık alanında da çözümlerin pek olmadığı ve
yaratıcılığın mümkün olduğu
kadar çok alternatif ortaya koyabilme yeteneğidir
(Ayıran,1983).
38
Analitik ve Yaratıcı Düşünce
İki tür sorun tanımlanmıştır: analitik sorunlar ve yaratıcılık gerektiren sorunlar. Bununla
bağlantılı olarak, iki ayrı düşünce biçiminin oluşturulması gerektiği, mantıksal bir sonuç
olarak ortaya çıkmaktadır. Analitik düşünce mantıksaldır. Ve tekbir yanıta yada
uygulanabilirliği olan az sayıda çözüme ulaştırır. Yaratıcı düşünce ise hayal
gücü
gerektirir ve insanı pek çok muhtemel yanıta , çözüme yada düşünceye götürür. Her ne
kadar bu iki düşünce biçimi farklı iseler de, biri diğerinin tamamlayıcısı olduğu için
birbirlerine bağlıdırlar. Bu, özellikle yaratıcı düşüncenin oluşturduğu fikirler dizisi
içinden uygulanabilir olanları saptamak için analitik yöntemlerin kullanılması
gerektiğinde kendini belli eden bir durumdur (Rawlinson,1995).
Analitik düşünce, fikirleri ve uygulamaları birleştirir ve eğer ciddi bir ilerleme
kaydetmek isteniyorsa yaratıcı düşünce ile desteklenmesi gerekir. Analitik düşüncenin,
çözümler, yaracısı düşüncenin ise fikirler ürettiği söylenebilir. „Kesişen‟ ve „ayrışan‟
sözcükleri yaratıcı düşünmenin literatüründe gittikçe daha sık kullanılmaya başlayan
terimlerdir. „Dikey‟ ve „yatay‟ daha az kullanılan fakat öncekiler kadar uygulanabilirliği
olan ve hem analitik hem de yaratıcı
düşünme alanında aynı derecede kullanışlı
terimlerdir (Rawlinson, 1995).
2.3.2
Yaratıcı DüĢünceye ĠliĢkin Kuramlar
Psikoanalitik Yaratıcı Düşünme Kuramı :
Yaratıcılık alanında, çağdaş yaklaşımlarda psikoanalitik görüş, yaratıcılığın kökenleri,
anlatımları, güdülenmeleri, sapmaları ve verimleri ile, en çok ilgilenen görüştür.
Freud‟un yapıtları başta olmak üzere geniş kaynaklar bulunmakla beraber, sistem
yönünden düzensizdir. Freud, yaratıcılığı, topluma zarar verecek „libido‟ enerjilerine
karşı, genç yaşta bilinç altında yer alan çatışmalarına bir savunma olarak görür. Ruhsal
hastalıklarda aynı kökenden çıktığına göre, yaratıcılıkla ruhsal hastalıkları birbirine
bağlamanın kuramsal bir temeli var demektir. Freud‟a göre yaratıcı kişi, doyuma
erişmemiş bilinç altı enerjilerine bir çıkış yolu bulmak için kısmen gerçek dünyasından
ayrılarak bir fanteziye sığınır. Ona göre yaratıcılığın anlamının bir parçası, çocuklukta
39
başlamış olan „oyunun‟ bir devamıdır (Kısacık, 1999).
Freud için sanatçının yaratıcılığı doğrudan nevrozla akrabadır. Gerçekten nevrozunda
yaratıcılığında kaynağı birdir,o da bilinçsizin aşamasında gerçekle ve toplumsal
yasaklarla temas halinde bulunan bilinçli „ben‟ tarafından konmuş „sansür‟ den ötürü,
meydana çıkmaya içgüdüsel tepkiler arasındaki çatışmalardır. Ernst Kris ve L.Kubie
yaratıcılık sürecinin psikoanalitik kuramlarını geliştirmişlerdir. Kris‟ e göre yaratıcılık
süreci yaratıcılığın esin ile ilgili aşaması ve özenli , ayrıntılaşmış aşama olmak üzere iki
aşamadan ibarettir. Kris‟ e göre, geçici olarak mantıksal, rasyonel düşünmenin
kaldırılması gerekmektedir. Çünkü bunlar düşünmeyi sınırlandırır ve yeni çözümlerin
formüle edilmesini engellerler. Kubie, Kris gibi bilinç öncesinin, yaratıcı düşüncenin
esasını oluşturduğunu düşünür. Yaratıcılık için bilinç öncesinin değeri ona göre
bilgilerin toplanması, birleştirilmesi, karşılaştırılması ve yeniden taşınmasındaki
özgürlükte yatar. Yaratıcı birey çevresinin bilincindedir, önceden , seçmeden bilgiyi alır
ve kabul eder. Gerçekliği indirgemekten kaçınır. Tam tersine kulak ile görür, ağzı ile
hisseder, kalbi ile dinler. Formları işitir ve vücudu ile konuşur (Yavuzer, 1992).
Gestalt Kuramları :
Gestaltcılar, çağrışımcılığın çeşitli şekillerine gelerek, bütünü, Gestalt‟in parçadan önce
geldiğini , hatta bütünlerde analizi yapılabilen her bir öğenin içinde bulunduğu bütüne
bağımlı olduğunu ve bütün sayesinde anlam ve başka değerler öne sürmektedir. Gestalt
teorisi daha çok var olan sorun üzerinde yaratıcı bir çözüme gitme sebebiyle, sorunu
belirlenmesi sürecindeki yaratıcılık konusunda eleştiri almaktadır. Bu doğrultuda
Vexliard şöyle söyler, „ bu teori sorunların buluşu sürecini açıklamaz ; o süreç ki , yalnız
önceden konmuş bilmeceleri çözmekten değil aynı zamanda ve her şeyden önce yeni
sorular sormaktan ibarettir‟ (Sungur, 1997).
Çağrışım Kuramları :
Bu kuramların temelleri İngiliz ampirisistleri Hume ve J.S.Mille dek gider. Onlara göre
fikirler arasındaki çağrışımlar düşünmenin temelini şekillendirirler. Yaratıcılık, bu
çağrışımların sayısına ve alışılmamış olmasına bağlıdır. Bu kuramı şu şekilde
özetlenebilir: her insanın düşüncesi, az çok karışık ideaların çağrışımı ile açıklanır ,idea‟
40
dan burada yalnız kavramlar değil, duygusal izlenimler , hatta bunlarla birlikte bulunan
duyular da anlaşılmalıdır. Yeni idealar, hiçbir zaman gerçek yaratmalar değil, önce
kazanılmış ideaların bileşimleridir. Yeni bir sorun karşısında düşünür, onu eski
yaşantılarda kazanmış olduğu öğeleri „düşküsel‟ olarak, deneyerek çözer (Sungur,
1997).
Algısal Kuram :
Ernest Schachtel (Metamorphosis, 1959) adlı el kitabında algısal bir yaratıcı süreç
kuramı geliştirdi. Ona göre yaratıcılık için güdülenme, dış dünyayla ilişki kurma
gereksinmesinde yatar. Yaratıcılık, bir objeye değişik ve farklı görüş açılarından
yaklaşabilmeye olanak sağlayan algısal bir açıklıktan doğar. Bu algısal eylem, yoğun
ilgiyle bir arada bulunur ve geleneksel düşünceyi yöneten kurallar tarafından
sınırlandırılamaz (Sungur,1997).
Faktöriyalist kuramlar :
R.B. Cattell ve J.P. Guilford en önemli faktöriyalistlerdendir. Guilford, beş sınıf işlem
ayırd etmektedir. Bir yandan bilme (cognition), bellek ve öte yandan yakınsak
(convergente) düşünüş, ıraksak (divergente) düşünüş ve değerlendirme. Guilford‟a göre
yakınsak düşünüş de „verimli‟ ise de, asıl yaratıcılığın dayanağı, ıraksak düşünüştür
(Sungur, 1997).
İnsancıl Kuram :
Hümaniter yaklaşım karşıt uçlarda oluşan davranışçılık ve psikoanalitik yaklaşımlardan
ayrı ve güçlü bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Bu akım, varoluş felsefesinden
esinlendiği gibi insan yapısı konusundaki yeni bilgileri, tasarımları da içermektedir.
Ayrıca bu akım insan konusunda çeşitli sistem ve kaynaklardan esinlendiğinden
özellikle yaratıcılık konusunda, çeşitli yolları, girişimleri sağlayabilmektedir.
Carl Rogers ve Abraham Maslow bu tür kuramları geliştirmişlerdir. Rogers, yaratıcı
süreci bir taraftan bireyin birtekliği, dışında gelişen bir karmaşık ilişkisel ürünün ortaya
çıkışı; öte yandan maddelerin, olayların ya da onun yaşantısının koşullarının ortaya
çıkışı olarak tanımlar. Rogers, yaratıcılığı belirleyen iki koşulu iki ayrı kategoride
inceler: psikolojik güvenlik ve psikolojik özgürlük. Psikolojik güvenliğin başında, 1-
41
bireyin değerli olduğunu önceden koşulsuz kabul etme, 2- bireyin dışından gelecek
değerlendirmelerin azlığı, 3- empatik anlayış gelmektedir. Maslow, çalışmalarının
sonunda özel yetenek gerektiren yaratıcılık ile kendini gerçekleştirme anlamındaki
yaratıcılığı, kişilik özelliklerinden ayırmıştır (Sungur, 1997).
Bilişsel Gelişimsel Kuram :
Feldman, Piaget‟in aşamalı gelişmesi ile yaratıcı başarma arasında dört noktada
benzerlik bulmuştur.
1. çözüme tepki çoğu kere sürprizlerden birisidir.
2. çözüm bir kez başarıldı mı çoğu kere açık anlaşılır görülür
3. sorun üzerinde çalışmada genelde çözüme doğru çekilme duygusu olur
4. çözüm bir kere başarıldı mı önemi kalmaz olur.
Bu benzetmeyle Feldman yaratıcılığı Piaget‟in aşamalarının öngördüğü gelişmeyi de
içeren genel zihinsel gelişmenin özel bir durumu olarak görür. Feldman, zihinsel
gelişmelerle yaratıcı başarmayı temsil eden bir düşünce ve eylem alanının yeniden
örgütlenmeleri arasında bir süreklilik ileri sürmüştür.
Hadamard, yaratıcı süreçte dört adım önermiştir:1- hazırlık 2- kuluçka 3- aydınlanma ve
4- sonuçların doğrulama, gösterme ve kullanılması (Sungur, 1997).
2.3.3 Yaratıcılığa Engel Durumlar
Kısacık (1999), kişinin yaratıcılığını engelleyen çeşitli psikolojik , toplumsal , kültürel,
eğitsel , algısal etkenler varlığından bahseder. Burada bunlara kısaca değinilmektedir.
Bireysel engeller:
İnsanların çoğunun daha az yaratıcı davranmasının nedeni alışkanlıkların kurbanı
olmasındandır. Eğitim ve yaşantıların sonucu düşüncelerimizi katılaştıran ketlemeler
geliştirmeketeyiz.
Dış dünya da tüm gördüklerimiz ve yaptıklarımız, çoğu zaman başarılı olduğumuz
davranış ve düşüncelerimiz, zihinsel tutumumuzun bir bölümü olur. Bu tür alışkanlıklar
daha önce karşılaştığımız sorunların çözümünde yararlıdır. Bu tür sorunlar yeniden
42
ortaya çıktığında, geçmişte kanıtlanmış iyi çözümler elimizdedir. Yepyeni bir sorunla
karşılaştığımız zaman ise zihnimizi daha önceki çözümlerle sınırlamak eğilimi kazanırız.
Geçmiş deneyimlerim birey üzerindeki etkileri çok defa yaratıcı düşünmeyi engeller.
Yeni sorunların çözümüne ipucu aramak için imgelemimizi serbest bırakarak geçmiş
yaşantıların sınırı içinde düşüncelerimizi sınırlayan alışkanlıkları söküp atmak için
kendimizi şartlanmış duygu ve eylemlerden kurtarmamız gerekir. Yaratıcılığı engelleyen
kişisel faktörleri Sungur (1997) şöyle sıralamıştır:
kendine güvensizlik
hata yapma ve eleştirilme korkusu
mükemmeli isteme ve uyumculuk
engellerden korkma
bir konu üzerinde yoğunlaşma ve sabırla çalışma güçlüğü
bilişsel çelişkilere direnç
kimlik duygusundan doğan savunma mekanizmaları
Her eğitim sistemi kendi türüne göre yaratıcılığa engel oluşturan birincil faktörlerden
birisidir. Okul eğitimi, düşünce biçimlerimiz hatta algılarımızı şekillendirmekte ; kişisel
girişimi gündeme getirmek yerine geleneksel anlayışı savunmakta ilginin kuşaktan
kuşağa geçişini ve normlara saygıya özendirmektedir.
Örgütsel engeller:
Örgütte yaratıcılığın engeli değişmeden kalmaya direnen bir yönetim , eski modellerin
baskısı ve bunlara eklenen hiyerarşinin üst düzeydekinin astlarına güvensizliği ve kurulu
düzene bağlılığıdır. Bu
tür örgütlerde tartışılması güç toplumsal uyumculuğun
savunmasını yapan basmakalıp yargılar vardır.
Başka bir görüşe göre yaratıcılığa engel iki temel unsur vardır:
1. Geriye dönük tutumlar
2. Önceden ve sürekli öz eleştiri
diğerleri ise ; deneyim ve teknik uzmanlık , bireysel güvensizlik duygusu, hiyerarşinin
üst düzeylerinde bulunmaları astlarına güvensizliği , otoriter yönetim , kusursuz olma
isteği, ciddi işler yapma isteğidir.
Toplumsal engeller:
43
Tüm yenilikler , her zaman şaşırtıcı, güvensizlik yaratan, bazı toplumsal dengeleri sarsan
olaylardır. Toplum kimin veya neyin yaratıcı olduğuna karar verendir. Kimi ürünler,
yaratıcısının önünde kabul görür kimileri de birkaç on yıl beklemek zorunda kalır.
Galile„ nin hapsedilmesi, Lamarck‟ın alay konusu olması, Berlioz „un anlaşılmaması
gibi.
Davis‟ in yaratıcı düşünme karşısındaki bazı yaygın bariyerleri : alışkanlıklarla öğrenme,
kurallar ve gelenekler, algısal engeller, kültürel engeller, duygusal engeller, kaynak
bariyerleri, başlıklarında incelerken Von Oech‟ in on tür zihinsel engellerinden
bahsetmektedir.
Alışkanlıklar ve öğrenme :
Yaratıcı düşünme önündeki belki de en büyük engellerden biridir. Özellikle sunulanı
olduğu gibi almama, sorgulama gibi yaratıcılık için önemli bu faktörleri ortadan
kaldırdığı için alışkanlıklar ve buna bağlı öğrenme kişinin yaratıcılığında engeldir.
„Aileden anonim, ulusal ve uluslar arası gruplara kadar uzayan sosyal grupların kişisel,
sosyal, ve kurumsal davranışları yönlendiren kurallar, düzenlemeler, politikalar ve
gelenekler olmadan işleyemeyeceği çok açıktır. Ancak „yönlendirmek‟, genellikle
„kısıtlamak‟ veya „engellemek‟ anlamına gelir, diye belirterek toplumsal düzenin
sağlanmasında gerekli kurallar ile yaratıcılık arasındaki çelişkiye dikkat çekmiştir.
Algısal engeller:
Alışkanlıklar ve öğrenme aslında algısal engeller ile adeta birbirlerinin türevleri
gibidirler. Bu da daha önce algıladığımız nesnelerin farklı yönlerini, farklı
kullanımlarını, yeni ilişkiler ve yeni yapılanmalar içerisinde kullanmamıza büyük ölçüde
engel teşkil eder. Bu yüzdendir ki yaratıcılığı ölçen testlerde ; (Torrance) alışılmamış
kullanımlar ve yeni ilişkiler sunabilme önemli yer tutar.
Kültürel engeller:
Sosyal veya kurumsal normlara dayanan sosyal etki, beklenti ve uygunluk baskıları,
kültürel engelleri oluşturur. Yani, kültürel engeller, sadece öğrenme ve alışkanlık ile
kurallar ve geleneklerden fazlasını içerir. Birazcık „farklı olma korkusu‟ ve „diğer
44
insanların nasıl davranmamız gerektiği hakkındaki düşünceleri‟ vardır. Sonuç,
bireyselliğin ve yaratıcılığın yitirilmesi olur.
Duygusal engeller :
Duygusal engelleri, başarısızlık korkusu, farklı olma korkusu, eleştirilme veya alay
edilme korkusu, reddedilme korkusu gibi kronik güvensizlik ve endişe kaynakları olarak
belirten Davis, Van Gundy ( 1987 ) „ nin belirttiği bireysel /davranışsal bariyerlerin (risk
alma korkusu, belirsizlik ve karmaşa korkusu, değerler ve ihtiyaçlardaki farklılıklar,
çatışma üreten kişisel karakteristikler), yeniliklerin yaratılmasını, kabullenilmesini ve
uygulanmasını engellediğinden söz eder.
Kaynak engelleri:
Yaratıcılığın geliştirilebilmesi ve desteklenebilmesi için sürekli algılayan, değerlendiren,
işleyen ve saklayan zihnimizin bu anlamda beslenmesi gerekmektedir. Davis kaynak
bariyerlerini insan, zaman, para ve bilgi eksiklikleri olarak belirtmiştir (Kısacık, 1999).
Rawlinson‟ da (1995) yaratıcılığa engel olan etmenleri Yaratıcı Düşünme ve Beyin
Fırtınası isimli eserinde şu başlıklarda inceler:
1. insanların kendi kendilerine koydukları engeller,
2. kalıplar ya da tek geçerli sonucu bulma zorunluluğu ,
3. muhafazakarlık,
4. açıkça görülen şeyleri sorgulamama ,
5. fazla hızlı değerlendirme,
6. aptal gözükme korkusu (Rawlinson, 1995).
2.4 Yaratıcı Süreç
Bilginler yaratıcılığı kişilere olağan olarak dağıtılmış bir özellik bir yetenek, duygusal
bir süreç, bir yaşam biçimi olarak değerlendirmişlerdir. Çağdaş arştırmacılardan sözü
geçen Stein ve Heinze (1960) yaratıcılığın verim, süreç, ölçüm ve kişilik üzerinde
toplamaktadırlar (Yavuzer, 1992).
Yaratıcı süreç, sadece bilinçli bir zekaya ilişkin bir süreç değildir. Wallas 1926 yılında
yaratıcı sürecin hazırlık, tasarım/kuluçka, düşünce geliştirilmesi, aydınlamsı ve gerçeklik
45
denetimi evrelerine ayırmıştır (Ayıran, 1983).
Hazırlık: Bu ilk kademedir ve çözülecek sorunla ilgili mümkün olduğu kadar çok
faktörün belirlenmesinden oluşur. Bu safhadaki önemli bir diğer adımda sorunun
yeniden tanımlanmasıdır. Sorunu yeniden tanımlamak, sorundan uzaklaşacak şekilde
geriye adım atmayı, sorunun çevresinde dolanmayı, düzlem değiştirilmesi üzerine
tanımlanarak sorunun içine bakmayı gerektirir.
Çaba: İkinci aşamada, yaratıcı-ayrışan-düşüncenin yanısıra önemli ölçüde çaba da
harcamak gerekir. Sıkıntı ve hayal kırıklığı, yaratıcı çalışmaların bir parçasıdır ve
bunları aşmanın yöntemleri vardır. Çaresizliğin getirdiği sıkıntıyı aşmak kolay değildir
ama yeterli çaba gösterildiğinde hep ödüllendirici sonuçlara ulaşılır.
Kuluçka dönemi: Düşünme sürecinin üçüncü evresidir. Bu dönem, biz başka işler
yaparken ya da başka sorunlar üzerinde düşünürken, sorunun zihnimizin derinliklerinde,
biz bilinçli olarak onunla uğraşmadan yattığı dönemdir.
İçe doğuş: Düşüncenin doğuşu, düşünme faliyetinin dördüncü aşamasında gerçekleşir.
Bu an sorunun çözümünde kullanılacak düşüncenin bir anda kendini belli ettiği
dönemdir. Bu sürece aydınlanma süreci de denilmektedir.
Değerlendirme: Değerlendirme sürecinin son aşamasıdır. Bu aşamada, ortaya konan
bütün fikirler analize tabi tutulur ve muhtemel sonuçlara ulaşabilmek için değerlendirilir.
Bu dönem, eğer düşünce oluşturma seansı çok sayıda uçuk fikirle sonuçlanmışsa,
katılımcıları zorlayan bir dönem olabilir (Rawlinson, 1995).
Birleştirmeci yaratıcılık anlayışına en tam biçimi vermiş olan Mednick‟ e göre , yaratıcı
bir çözüme ulaşmak için üç temel biçim vardır: 1. Rastlantı : bir koşula bağlı olarak iki
veya daha çok sayıda unsur bir araya gelir. 2. Benzerlik: yaratıcı çözüm veya önermenin
unsurları birbirlerine benzerliklerine veya onları çağrıştıran uyartıların benzerliğine bağlı
olarak bir araya gelirler. 3. Aracılık: gerekli unsurların çağrıştırılması burada ortak
unsurların aracılığıyla gerçekleşir ( Kısacık, 1999).
46
2.5 Yaratıcı Ürün
Yaratıcı ürünün orijinallik veya farklı olma
sınırı veya kriteri nedir ve neye göre
değişmektedir sorusuna yanıt aramak amacıyla bu konu araştırılmıştır.
Kısacık (1999), Wilson , Guilford ve Chrisensen (1953)yaratıcı bir üretimin kalitesini
değerlendirmek için üç olası ölçütten bahsettiğini belirtmiştir:
1. bir cevap, ele alınan kütle içinde ne kadar seyrek görülürse o kadar orijinaldir.
2. bir cevap, bir yargılayıcılar grubuna göre daha ustalıklı olduğu ölçüde daha
orijinaldir.
3. bir cevap, en uzak bilgi ve tecrübe öğelerini birleştirdiği ölçüde daha orijinaldir.
Barron (1969) şöyle devam etmiştir. Yaratıcı ürüne odaklanan tanımlar, her zaman için
orijinallik konusunu vurgulamışlardır ki bu kelime bazen yaratıcılık anlamında da
kullanılır.
2.6 Yaratıcılık ve Eğitim
Sungur (1997), yaratıcı düşünmenin doğasına ilişkin araştırmalar ve yaratıcı düşüncenin
eğitimle artırılabileceğine ilişkin araştırmaların son yıllarda büyük önem kazanmaya
başladığını belirtir. Yaratıcı düşünceden yönetim süresinde yararlanarak verimliliği
arttırmaya yönelik araştırmalarda ise daha farklı bir görünüm izlenmektedir. Özellikle
Osborn' un (1953) 'beyin fırtınalama' tekniğine ilişkin ortaya koyduğu fikir geliştirme
sürecine rağmen, yöneticiler veya
yönetim
konusunda
çalışan
akademisyenler
yaratıcılığın öğrenilebilirliğine kuşku ile yaklaşmaktadırlar
Sungur
(1997),
yaratıcılıkla
eğitimin
paralel
olmadığını
Rickards
düşüncelerini ileri sürerek açıklamaktadır; iş görenlerin yaratıcı düşünce
(1985)‟ın
üreten
yöntemlere direnç göstermelerinin doğal olduğunu, bu direncin bu konuda eğitilmiş
olsalar bile ortaya çıkacağını; çünkü, uzun yıllar uyguladıkları ve problem çözmede
kullanılan yöntemlerin yaratıcılık ilkeleri ile uyumlu olmadığını ve yerleşik
alışkanlıklarını kırmayı istemediklerini ileri sürmektedir Leavitt (1975) ise, analiz ve
sayısal yöntemler ağırlıklı yönetici eğitim programlarının hayal kurma ve yaratıcılık
konularını ikinci plana ittiğini düşünmektedir.
47
Bu savlara rağmen, yaratıcılığın önemi ve yerine ilişkin akademik ve uygulamaya dönük
araştırmalar hızla artmaktadır. Eğitim sürecinin etkinliğini arttırmanın ön koşullarından
biri düşünceye dönük tutumların olumlu hale getirilmesidir. Yaratıcı düşünme
tekniklerinin öğretildiği bir program ne kadar etkin olursa olsun, tutum değişikliğine
neden olmuyorsa, bir yarar sağlamayacaktır (Sungur, 1997).
Derinlemesine ve tek yönlü bilginin, uzmanlaşmanın yaratıcılık üzerindeki olumsuz
etkileri bu konuda yapılan çalışmalarda ortaya konmaktadır. Bu bakımdan, akademik
şartların genellikle uzmanlaşmaya, derinlemesine bilgiye yönelttiği bir öğretim
elemanının kendi alanı dışında çok yönlü bilgi edinebilmesi ve ilgileri için imkan ve
araçlara sahip olup olmaması kişisel problem sayılabilir. Ancak bu kişisel problemi
çözümleyememiş, uzmanlığından gelen soyut tutumu askıya alamayan, esneklikten uzak
bir öğretim elemanın da yaratıcı bir çalışmayı nasıl yönlendirebileceği ise mimarlık
eğitiminde yaratıcı bir tasarlama anlayışı bakımından ciddi bir problem niteliğini
kazanabilir. (Ayıran, 1985)
Rawlinson (1995), okul yıllarında yaratıcı düşünceyi geliştirmek için Torrance (1962)‟ın
20 ilke önerdiğini ifade etmektedir. Bu ilkelerin altında bazı sayıltılar yatmaktadır. Önce
akıl sağlığı bilgi edinme ve başarılı yaşam ve meslek yıllarında işi yürütmek için
uygulamaları ve uygarlığın geliştirmesi için yaratıcı düşüncenin ge1işmesi zorunludur.
Ayni zamanda tüm bireylerin bu yeteneklere değişik derecelerde sahip oldukları ve bu
yeteneklerin okul faaliyetlerinde artırılabileceğine Torrance inanmaktadır. Ona göre, her
türlü eğitimde bazı ilkelerin gözetilmesi zorunludur. Bunlar şekilde sıralanmaktadır:
Yaratıcı düşünceyi değerlendirme
Çocukların çevreden gelen uyarılara duyarlığın artırılması
Nesne ve düşünceleri becerili biçimde kullanmaya özendirme (Yavuzer, 1992).
Rawlinson (1995)‟ a göre, bütün yönetici1erin yeterince kullanmadıkları, doğuştan gelen
bir yaratıcılık yetenekleri vardır. Bu yaratıcılık yeteneği, onlar henüz birer çocukken
açıkça görülüyordu; fakat zamanla, okulda, üniversitede, iş eğitiminde, teknik
uzmanlık çalışmalarında ve benzeri süreçlerde kendilerine empoze edilen analitik
48
yöntemler kullanma şartlandırması nedeniyle, bu yetenekler köreldi. İnsanlara empoze
edilen bu inançlar aslında bizim önümüze başka insanlar tarafından konulan engellerdir.
ve grup üyelerinin çalışmalara hakikaten katkıda bulunabilmeleri için önce bu engellerin
kaldırılması gerekir.
2.6.1 Yaratıcılık Açısından Mimarlık Eğitiminde Problemler
Mimarlık öteden beri yaratıcılığı gerektiren bir meslek dalı olarak kabul edile gelmiştir.
Mimar kavramının yaratıcı kavramı ile aynı anlamda kullanılabilmesi bu kabulün en
kuvvetli kanıtıdır.
Mimarlıkta yaratıcılık, orijinal (benzeri görülmemiş) bir tasarımın, bireylerin veya
toplumun bir ihtiyacını karşılayacak şekilde ortaya konması olarak tanımlanabilir.
Mimarlık alanında bireyin ve toplumun ihtiyaçları, fizyolojik korunma, eylemle
yardımcılık ve psikolojik destek alanlarında ortaya çıkmaktadır.
Ayıran (1985)‟a göre, 20.yy. da ortaya çıkan mimarlık anlayışları, mimarlık eğitimine de
etkililikleri ve aykırılıkları oranında yansımışlardır. Bu anlayışlar içinde en etkin ve
yaygın olan, De Stijl, Bauhaus, Pürizm doğrultusunda gelişen, ' fonksiyonalizm' adıyla
anılan anlayış, pek çok eğitim kurumunda egemenliğini hala sürdürmektedir. Ancak bu
anlayış, kabul edilen çok olumlu yönlerine karşın, insan ve toplumun geniş kapsamlı
ihtiyaçları açısından bazı noktalarda yetersiz kalmaktadır. Ayıran (1985)‟ a göre,
fonksiyonalizm anlayışının eğitimde hala etkinliğini sürdürmesinin nedenlerinden en
önemlisi,bu anlayış çerçevesinde mimari tasarım ve ürün değerlendirmelerinin,
mimarlığın açık faydacı amaçları, sistematize edilmiş bilgileri gibi tanımlanabilir ve
açıklanabilir bir temelde yapılabilmesi ve bu çerçevede mimarlık öğrencisi ile iletişim
kurmada fazla güçlük bulunmamasıdır. Orijinal olma simge yaratma ,eski yapma çevre
ile uyum, kültür temsilcisi olma, toplumun gelecekteki ihtiyaçları gibi kavramlar
üzerinde tam bir anlaşma bulunmaması, sistematik bilgi eksikliği, eleştiri ve
değerlendirmede bunları da temel alabilmeyi ve böyle bir çerçevede öğrencilerle iletişim
kurabilmeyi güçleştirmektedir. Bu güçlükler nedeni ile yaratıcılığa ihtiyaç gösteren bu
yönlerin tamamıyla dışlanması , genç mimar adaylarını mimarlık, çevre düzenleme
olayının bütünü hakkında -bazılarında uzun da sürebilen- doğru olmayan görüşleri
benimsemeleri sonucunu yaratmaktadır. Diğer yandan, bu alanlar dışlanır gibi
49
görünürken, genellikle örtük (implicit) bir şekilde, genç mimar adaylarının, yaratıcı
olmaları, orijinal tasarım yapmaları beklenmektedir. Bu beklentilere göre yapılan
değerlendirmeler mimarlık olayının tümü açısından olumlu sayılmalıdır, ancak burada
hem öğretim elemanı hem de öğrenciler için beliren problemi oluşturan çelişki1erin
giderilmesi , en azından hafifletilmesi gerekmektedir. Buna bağlı olan ikinci bir problem
ise, öğrencilerden örtük bir şekilde yaratıcı olmaları beklenirken, yaratıcılıkla ilgili
psikolojik süreçler, teknik ve metotlar hakkında kendilerine fazla yardımcı
olunmamasıdır. Bazı öğrenim kurumlarında yaratıcılıkla ilgili teknik ve metotlar
hakkında bilgi verilmesi olumlu bir gelişme olarak kabul edilebilir. Mimarlık eğitiminde
yaratıcılık açısından bir başka problem de, proje çalışmaları dışında kalan pek çok ders
ve uygulama çalışmalarında, analitik ve deterministik bilgiler yönünde öğrencilere
motivasyon verilmesidir. Tasarlama çalışması gibi yaratıcı bir faaliyet esnekliği
kendiliğindenliği , hatta önceki deneyime isyanı ve buna uygun motivasyonu gerektirir.
Ayıran (1985)‟ a göre, mimarlık eğitiminde bu iki farklı motivasyon istemi arasındaki
çelişki önemli bir problem niteliğindedir.
Toplumun her alanda daha iyiye gidebilmesi için yaratıcılık önemli ve gereklidir. Bu
bağlamda mimarlık alanında da ileri görüşlü, yenilikçi ve yaratıcı bir tasarlama anlayışı
gerektirmektedir. Böyle bir tasarlama anlayışı ile yetişen genç mimarların, toplumun
ileriye dönük gelişimine katkıları büyük olacaktır.
Yaratıcılığın, gerçekten öğretilip öğretilemeyeceği konusunda bazı argümanlar daima
olmuştur. Birçok teorisyen ve eğitmen öğretilemeyeceğine inanır. Bu konuda
yapabilecekleri tek şeyin yaratıcı potansiyele sahip olan (Allah vergisi olan) adayları
seçmek ve bu tür potansiyeli geliştirmek (süslemek) için gerekli uygulama çalışmalarına
ders programı kapsamına almak, olduğu görüşü yaygındır (Archer, 1994).
Herhangi bir mimari düşünceye klasiklerin bilinçsiz bir taklidi ile değil, ama onu
uygulayanın bireysel yaratıcılığının vasıtasıyla biçim verilmelidir. Bütün problem eğitim
sürecinde ne yapılması gerektiğinde odaklanmaktadır; öğrenci ne yapmalı ve hangi
konular mimari eğitim boyunca belirlenmelidir? Yapılan egzersizlerin özel içeriğini
önemsemeksizin, temel gereksinim, uygulayıcının mimari anlatımı (temsili) bir araya
getirme girişimi olmalıdır. Buluş gücü (fantezi) en iyi şekilde her bireyin yaratıcı
50
potansiyelini grafik çalışmalarla ortaya çıkarmasıyla gelişir. Görülür ki bir çizimde
kurgusal biçimleri yaratma ve keşfetme kapasitesi, yeni mimarlığın ilk temelidir. Hayal
gücü kapasitelerimiz bize tam anlamıyla tanımlanmış mimari bir çalışmayı akıllıca ve
özlüce düzenleme imkanı verdiği zaman bu bizi kendiliğinden, gerçek uygulamalarda
geliştirdiğimiz değişik düşünceleri kullanmak için donatır (Chernikhov, 1994).
2.7 Yaratıcılık ve Mimarlık
Kısacık (1999), özellikle mimarlıkta yaratıcılık konusu, mimarlığın bilimselleştirme
çabalarıyla birlikte gelen tasarımın akılcı ve akıldışı yönlerinin tartışılmasıyla mimarlık
alanında yaratıcılık olgusu sorgulandığını belirtir. Zira psikologların disiplinler
arasındaki yaratıcılık kavramını açıklamak için yaratıcı olduğuna kanaat getirilmiş
mimarların tasarım sürecinde yaşadıklarını gözlemlemeye dayalı çalışmalara sözü edilen
mimarların tasarım sürecinde yaşadıklarını gözlemlemeye dayalı çalışmalara sözü edilen
mimarların pek sempatik bakmamaları, hatta bu çalışmalara katılmayı reddetmeleri,
sosyal psikolojinin yaratıcılık konusunda ortaya koyduğu fikirlerin rehberliğine rağbet
edilmemesi gibi nedenlerle mimari söylemde bu konunun gereğince işlenmemesine
sebep olmuştur. Bu durumu Antoniades C.A (1992) , „ mimarlar, şairler, heykeltraşlar,
ressamlar, yazarlar, sanat tarihçileri, bilim adamları, toplum bilimciler ve psikologlar
tarafından 1950‟li yıllarda düzenlenen yaratıcılık hakkındaki sempozyum ve
konferansları göz ardı etmişlerdir. Bu yüzden, yaratıcılık hakkındaki eserlerin çoğunun
mimarlığı dışlaması ve alanda pek az girdiye yer verilmesi hiç de şaşırtıcı değildir.‟
diyerek yorumlamıştır. Aslında yaratıcı mimarların kişilik özellikleri gereği dilsel
ifadeden çok biçimsel ifadelere olan yatkınlıkları ve en önemlisi de yaratıcı mimarların
çoğunun yaratıcılık süreçleri hakkında fazla konuşmak istememeleri düşünülürse, bu
durumu anlamak zor olmayacaktır.
„Tasarlama ; yaratıcılık, problem- çözme, düşünme, öğrenme, algılama, bilgi toplama ve
bilgi üretme gibi süreçleri kapsayan, onların belirli, değişebilen bileşkelerden oluşan bir
süreç‟ olduğunu belirten Ertürk (1981), „ bu bileşkelerin niteliklerinin tasarımcının süreç
içindeki davranışlarını ortaya koyacağından‟ bahsetmiştir (Kısacık, 1999).
Bu arada yaratıcılığa tanrısal bir güç olarak bakan görüşleri bazı ünlü mimarların da
51
paylaşmış
olması
mimarlık
alanında
yaratıcılık
kavramının
açıklanmasını
güçleştirmiştir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi mimarlığın bilimselleştirme
çabalarıyla birlikte oluşan tartışma ortamı konunun güncelleşmesini ve tabu olmaktan
çıkmasını sağlamıştır.
Frank Lloyd Wright‟ ın, yaratıcı hayalgücünü „İnsanoğlundaki insan ışığı‟ olarak
tanımladığını ve yaratıcı kişileri tanrılara eşit olarak gördüğünü belirten Antoniades C.A
(1992), Wright‟ ın „Yaratıcı kişi Tanrı‟dır. Hiçbir zaman çok fazla „Tanrı‟
olmayacaktır.‟ sözlerine yer verirken Aalto „nun, zihin, kendi yaratıcı amaçları için aktif
ve hayati olarak görev başında olduğu zamanlar, kelime – üretimi için uygun değildir:
kelimeler çok biçimsizdir. Onları seçmek ve gruplamak için zamanımız yoktur.‟
Şeklinde görüşleri olan Louis Sullivan „ın inançlarını yansıtmakta olduğunu belirtmiştir.
Wrigt , Aalto ve Le Corbusier tarafından belirlendiği gibi ; yaratma, yaratıcılık ve hayal
gücü dinsel gizemler ile çevrili „kutsal‟ bir alan olmanın yanısıra, yaratıcılık ve toplum
arasında sürekli bir yüzleşme ve ilişki ortamı oluşturuyorlardı (Kısacık, 1999).
Mimarın tasarımcı olarak nasıl incelenebileceği ayrı bir konudur. Bu konuda çeşitli
yaklaşımlar bulunmaktadır. Genel olarak üç ayrı yaklaşım tarzından bahsedilebilir:
„Birincisi ; mimarlık tarihçilerinin yöntemlerine benzeyen , ürünlerin incelenmesine
ağırlık veren yaklaşımdır. İkincisi ; mimarın çalışma düzeni içinde doğrudan doğruya
gözlenmesine dayanan yaklaşımdır. Üçüncüsü ise mimarlara birey olarak ağırlık
verildiği, onların kişiliklerinin, beğenilerinin, ustalıklarının, görüş ve düşüncelerinin
incelenerek, tasarlama olayının açıklanmaya çalışıldığı yaklaşımdır.
Mimar, mesleğinin sanatsal yönünün farkında olarak, hayal gücünün yüksek olması
adına farklı konularda bilgi sahibi olmalı ve bunları mesleğiyle bütünleştirebilmelidir.
Diğer taraftan mimarlığın saf sanat olmadığı gerçeği kabul edilerek mesleğin faydacılık
yönü göz ardı edilmemelidir. Mimarlık mesleğinde, insanlığa hizmet ön sırada yer
almaktadır.
52
2.7.1 Mimarlıkta Yaratıcılık Kategorileri
Mimarlık gibi , çok yönlü bir meslek dalında , farklı kategorilerde yaratıcılık imkanı söz
konusudur. Bu kategoriler Vitrivius‟tan bu yana çeşitli müelliflerce değişik şekilde
belirlemelerine karşın çok yönlü farklılıklar göstermezler. Ayıran (1983) bunları üç
başlık altında inceler:
Mekan Organizasyonunda Yaratıcılık
Zevi‟ nin söylediği gibi mimarlığın bir „mekan sanatı‟ olduğu kabul edilirse mekan
organizasyonu mekan organizasyonu en önemli kategori durumuna gelir. Mekan
organizasyonunu, eylemlere bağlı olarak mekanlara ilişkin özellikleri ve onlar arasında
yatay ve düşeyde sağlanan bağlantıları ifade eder. Mekan organizasyonuna getirilen
yeniliğin daha öncekinden uzaklığı veya sapma derecesi, bireylerin veya toplumun bir
ihtiyacını karşılama şartı da göz önünde tutularak, bu kategorideki yaratıcılığın bir
ölçüsüdür.
Ayıran (1983)‟ a göre, F.Lloyd Wright „in Guggenheim Müzesi o güne kadar bilinen
müze mekanı kavramından çok büyük ölçüde sapma gösteren bir yapıt olarak , bu
kategorideki yaratıcılığa iyi bir örnektir. Wright „ in bu binadaki yaratıcı başarısı ,
alışılagelen müze mekanı anlayışına köklü bir şekilde karşı çıkarak , yeni bir müze
mekanı kavramını cesaretli bir biçimde ortaya koymasıyla gerçekleşmiştir. Guggenheim
Müzesinde hareket özgürlüğü maksimum düzeyde gerçekleştirilmiştir.
Yapı ve Yapım Sistemlerinde Yaratıcılık
Teknolojik gelişmelerin ileri düzeylere ulaştığı günümüzde tasarlama faaliyetinde
bulunan mimar, bu kategorideki kararın verilmesinde diğer mühendislik dallarının
uzman kişileri ile çalışmak durumundadır.
Bu kategorideki yaratıcılık, gene bireylerin veya toplumun bir ihtiyacının karşılanması
şartı göz önünde tutularak, o güne kadar bilinen yapı ve yapım tekniklerine göre, sürat,
ekonomi ve diğer yönlerden birinde veya birkaçında avantaj sağlayan yeni ve orijinal bir
tekniğin ortaya konması olarak tanımlanabilir. Frei Otto, ve diğerlerinin tasarladıkları,
1972 Münih Olimpiyatları Tesislerinin, çatı örtüsünde ortaya koydukları teknik, getirdiği
yenilik ile bu kategorideki yaratıcılığa iyi bir örnektir (Ayıran, 1983).
53
İfadede Yaratıcılık
İfadede yaratıcılık, dış ve iç biçim öğelerinin kompozisyonunda toplumsal bir ihtiyacın
karşılanması şartı da göz önünde tutularak, getirilen yenilik ve orijinallik anlamına gelir.
İfadede yaratıcılık, çevre ile ilişkiler, kütlelerin geometrik özellikleri, renk ve doku gibi
diğer alt kategorilerde ele alınabilir.
Bu kategorideki yaratıcılığa örnek olarak J. Utzon‟ un tasarladığı Sydney Opera Binası
verilebilir. İçteki eylemleri dışa yansıtmadaki başarısızlığından dolayı eleştirilmesine
karşın, bu bina o güne kadar benzer nitelikteki binalara göre kütle geometrisinin ifadesi
bakımından önemli ölçüde yeni ve orijinal özellikler taşımaktadır (Ayıran, 1983).
„Sanatçı, kendisini sadece seçilmiş sorunlara yönelterek belirli problemleri göz ardı eder.
Bu sorunları çözmek için öyle ilerler ki herkes onun ifadelerini ve gösterişli çözümlerini
anlar... eğer büyük bir sanat eseri yaratılacaksa, belirli sorunların göz ardı edilebileceği
ve eğer bunlar sanatçının elinde ise gerçekten gerekli olduğu savunulabilir.‟
(Antoniades, 1992) Bu özellikle sanattaki yaratıcılık ile mimarlıktaki yaratıcılık
konusunu birbirinden ayıran bir durumdur. Çünkü mimar tasarımcının sorunları ve
problemleri seçebilmek gibi bir özgürlüğü yoktur, o sadece belirli ihtiyaçlarla ortaya
çıkmış sorunları çözmesi beklenen bir kişidir. Öyle olunca sanatçıyla kıyaslandığında
tasarımcının özgürlüğü çerçevesinde hata dahi yapabilmek gibi bir şansı son derece
kısıtlıdır (Kısacık, 1999).
54
3. SÜREÇ-ÜRÜN KAVRAMINDA TASARIM VE TASARIMCI KĠMLĠĞĠ
Mimari tasarlama kendine özgü, son derece açık uçlu, doğrusal olmayan, dönüşlü,
mantığa göre duyguların ve bilinçaltının daha önem kazandığı bir faaliyettir.
Tasarlamanın amacı rasyonellik değildir. Tasarlama bilgisi ise geniş kapsamlı, çok
belirgin olmayan, tanımlanması, anlaşılması, sınıflandırılması güç bir bilgidir.
Tasarlama faaliyetlerinin bu özellikleri onun eğitimine de yansımakta ve öteki
disiplinlerin eğitiminden büyük ölçüde farklılaşmaktadır. Stüdyo öğretimi yaratıcı
problem çözmenin son derece sofistike bir aracıdır.
İnsan beyninin sol ve sağ yarısının işlevleri farklıdır. Beynin sol yarısının işlevi olan
rasyonel, tümden gelen doğrusal bilgi konusundaki yeteneklerin geliştirilmesi bugünkü
eğitim sisteminin her aşamasında ön planda tutulurken, geniş bakış açılarına yönelen,
mekanı, dokuyu, rengi algılamayı sağlayan ve dolayısıyla mimarlıkla doğrudan doğruya
ilgili kapasitelere sahip beynin sağ yarısının geliştirilmesinin ihmal edilmesi,
tasarlamanın öğretilmesinde önemli bir problem alanı olarak değerlendirilmektedir.
Mimari tasarlama faaliyeti, bir yaratıcı problem çözme süreci olarak değişik aşamalarda
farklı zihinsel yetenekleri gerektirmektedir. Analiz çalışmalarında bilinç ve mantık ön
planda gelirken, sentezde ağırlık bilinçaltı ve duygulardadır. Bilinçaltı ve duygularla
ilgili aşamalarda öğreticinin ancak dolaylı denetimi söz konusudur. Tasarım analiz ve
sentez aşamaları arasında genellikle karşılaşılan kopukluğun nedeni, bunların farklı
zihinsel yetenekleri gerektirmesiyle açıklanabilir (Ayıran, 1995).
3.1 Tasarım Süreci
Her kültürde filozoflar düşüncenin nasıl oluştuğunu ve ne için düşündüğümüzü
açıklamaya çalışmışlardır. Daha önce yapılmış çalışmalardan elde edilen verilerde
55
düşünce tiplerini genel olarak; analiz-sentez, tümdengelim ve tümevarım, lineer ve
bütüncül (holistic) düşünme, yanal ve düşey düşünme olarak ikili gruplarda topladığı
görülmektedir. Konu ile ilgili olarak Paker (2001), söz konusu ikili ve birbirine zıt gibi
görünen düşünce tipleri arasında gidiş-gelişlerden oluşan bir çevrimin dengeli
dağılımıyla oluşturulabilecek bir sürecin kurgulanmasının, tasarımda da yaratıcı düşünce
ortaya konması için en ideal ortamı oluşturacağını ifade etmektedir.
1950 ve 1960‟lı yıllarda tasarım metotları konusunda artarak gelişen çalışmalarda
görünen yaklaşım, davranışsal psikoloji bakış açısının „yaratıcılık‟ kavramının
incelenmesine doğru kaydırdığı yolundadır. Paker (2001)‟e göre tasarım aktivitesini
tanımlayan modellerde, güncel yaklaşımları biçimlendirdikleri genel görüntü altında;
bilişsel psikoloji, linguistik ve yapay zeka konularının üzerinde çalıştıkları
görülmektedir.
Tasarım süreci, tasarımcının kişisel tasarım felsefesi olarak, sosyal değerler sisteminde
daha önce var olan çözüm tiplerinin değerlendirilmesindeki kişisel yetenekleri olarak
ortaya çıkmaktadır. Ayrıca tasarımın yapısı içindeki mimari stilde, sosyal olarak veya
biçimlendirilmiş formun sembolik rollerinde üretilen değişikliklere göre evrim
geçirmektedirler. Bu nedenlerle tasarım süreci dinamiktir. Tasarımda üretici süreç, en
genel anlamıyla, „soyut‟ düşüncelerin „somut‟ ifadelerle, zihinde strüktürel olarak
ilişkilendirilmesi sonucunda oluşmaktadır. Tasarlama eylemi sırasında, zihinde oluşan
bu süreç; karalama, skeç, grafik anlatımlar, model vb. görsel ifadeler ve sözlü
anlatımlarla ortaya çıkmaktadır. Bir tasarım problemi karşısında tasarımcının, düşünsel
aktivitesini sözlü veya görsel anlatımla ortaya koyması, tasarım problemini algıladığı ilk
verilere bağlı olarak tasarım alanını tanımlamasıyla başlar. Söz konusu süreç içinde
yaratıcı düşünce, zamanla kazanılan ve farklı tasarım bilgisini ele alış biçimleriyle
ilişkili, gelişebilir, bir eylem olarak kabul edilmektedir.
3.2. Tasarım Bilgisi
Türk Dil Kurumu (1998) sözlüğünde „bilgi‟ kavramının kelime anlamı, (1) insan aklının
erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malumat; (2) öğrenme,
56
araştırma veya gözlem yolu ile edinilen gerçek, vukuf; (3) insan zekasının çalışması
sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü; (4) genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin
kavradığı temel düşünceler; (5) (bilişimde) kurallardan yararlanarak kişinin veriye
yönelttiği anlam olarak tanımlanmaktadır.
Kant (1994), bilginin iki kaynağından bahsetmektedir; bunlardan ilki duyular
aracılığıyla, diğeri ise önsel (a priori) olarak zihinde daha önceden mevcut verilerle
sağlanmaktadır. Bunlar arasındaki temel öğeleri ise mekan ve zaman olarak ele
almaktadır. Ayrıca bilginin elde edilmesinde duyarlılık, anlık ilişkilendirme ve us ile
ilgili yetiler dışında; yargılar, kavramlar ve usavurma özelliklerinin de temel
oluşturduğunu kabul etmektedir. Yargılar da kendi içinde, önsel (a priori) ve eylem
sonrası (a posteriori) yargılar olarak ikiye ayrılmaktadır. Önsel yargılar, çözümsel yani
kavramları açıklamaya yöneliktir. Eylem sonrası yargılar ise, bir yandan çözümsel, bir
yandan da bireşimsel, yani kavramların dışına taşarak ve onlara yeni kavramlar katarak,
yeni bilgi kazanımları elde etmeyi sağlamaktadır (Arslan, 1999).
Araştırmalara dayanarak, bilgi-insan ilişkisi içerisinde, insanın içinde ve dışında gelişen
bilgiden söz edilmektedir. Geleneksel (pozitivist) paradigmada Popper‟ın „bilen
olmaksızın bilgi (knowledge without a knower)‟ tanımlaması, objektif bilginin gelişimi
olarak varsayılmaktadır (Arslan, 1999). Pozitivizm, bilinebilen ve tanımlanabilen bir dış
dünyanın
varlığını
benimsemektedir.
Bunu
yaparken
de,
kompleks
yapıları
„basitleştirme‟ yoluyla tanımlayarak sürdürebileceği kabul edilmektedir. Diğer taraftan,
bilgiyi yapılandıran insanın subjektif süreçleri ve bilginin yaratılmasında, „kuşku ve
endişelerinin‟, güçlü fikirler ortaya koyma, engelleri aşma ve kompleks problemleri
çözmede etkili bir unsurdur.
Bilginin genel tanımlarından yola çıkılarak, mimarlığın doğası gereği bilgi ve tasarım
süreci arasında ayrılmaz bir bağın bulunduğu tartışmasız kabul edilmektedir.
Tasarımcılar, tasarım süreci boyunca gerçekleştirdikleri her adımda farklı „bilgi‟
kullanmaktadır. Bu bilgiler tasarımcıların, geçmiş deneyimleri, tercihleri ve algıları
yanında; bilginin deneyimle kazanıldığı görüşüne bağlı olarak, süreç boyunca geçerli
kılınan deneyimler ve ilişkili disiplin pratiklerinin oluşturduğu paylaşımlar bütününden
oluşmaktadır. Buna bağlı olarak yapılan bir sınıflamada;
57
•
tasarım
bilgisinin
subjektif
kaynaklarını:
kişisel
yargılar,
istekler,duygular
oluşturmaktadır,
• bilginin objektif kaynaklarını ise: kişinin tahmin gücünü arttırıcı bilimsel metodlar
aracılığıyla edinilmiş deneysel gerçekler, geçerli kurallar, sınıflandırmalar yanında
tasarımcının kendi bilişsel süzgeci ile ürettiği gerçekler oluşturmaktadır. Tasarım süreci
bu objektif ve subjektif bilgi kaynakları aracılığıyla edinilen yeni bilgiler ve tasarım
süreci içinde birbirleriyle ilişkileri neticesinde çeşitli metotlarla ürüne dönüşmektedir.
Erdem (1995) ise tasarım problemine bağlı olarak farklı kategorilerde bilgi tipleri
olduğunu varsayarak, bunları;
gerçekler: nesnelerin ve ilişkilerin fiziksel olarak sahip oldukları ve içerdikleri
bilgiler (renk, elektrik akımı gibi),
nesnel bilgi-dışlaştırılmış bilgi: kategorize edilebilen, başka kişi ve ortamlara
kolayca aktarılabilen bilgiler (şartname ve yönetmelikler, antropometrik, geometrik,
tipolojik, fonksiyon bilgileri gibi),
genel bilgi-özel bilgi: problem alanına bağlı tipolojik, genel işlevsel gereklilikler,
topografik durumun süreçte ürüne dönüşmesinde, tasarım probleminin genel bilgi
bağlamındaki bilgiye ek olarak gerektirdiği özel durumlara ait içerdiği bilgiler,
öznel bilgi-görünmeyen bilgi: her bir tasarımcının deneyimleri ve bilgi birikimleri,
problemin gerektirdiği durumları yorumlama stili sonucu dışlaştırılan, ancak ifadesi
veya formülasyonunda güçlük çekilen bilgi,
aksiyomatik
ve
heuristik bilgi:
aksiyomatik bilgi,
tanımlar, kanunlar
ve
aksiyomlardan oluşan, doğruluğu bilimsel olarak kanıtlanmış ve önceden kabul edilmiş
temel prensiplere dayanan bilgi; heuristik bilgi ise, aksiyomlardan çıkarsamalar yoluyla
elde edilemeyen ancak sonuca ulaşma sürecini kolaylaştırmak amacıyla tasarımcının
deneyimleri sonucu çıkarımlar yaparak yorumladığı bilgi,
alana ait ve alan dışı bilgi: problemin gerektirdiği eylem veya tasarımın hedeflediği
ürünün sınırlarıyla göreceli olarak belirlenen bilgiler,
geleneksel ve özgün bilgi: sırasıyla, çoğunluğun kabul ettiği ve tasarımcının kişisel
görüşleri ile belirlediği bilgiler,
deterministik ve deterministik olmayan bilgi: sırasıyla, karar verme sürecinde her
sonucun bir nedenle açıklanabildiği deterministik ve sonucun açıklanmasında belirsiz
58
durumların olduğu veya birden fazla nedenle açıklanabildiği deterministik olmayan
bilgi,
kesin bilgi ve belirsiz bilgi: sırasıyla, doğru veya yanlış olarak tanımlanabilen kesin
bilgi ve bu şekilde tanmlanamayan ancak kantitatif bir değerlendirme ile tanımlanabilen
belirsiz bilgiler, şeklinde gruplamaktadır.
Paker (2001), Uluoğlu (2000)‟ nun, herbiri deklaratif ve prosedürel bakış yelpazesi
altında olmak üzere, tasarım bilgisini „kategorileri, yapılanması, temsili ve içeriği‟
olarak dört temel konu altında toparlayarak irdelediğini belirtir. Buna göre;
Tasarım bilgisi kategorileri; (1)deklaratif olarak, mekan, çevre verilen, kostrüksiyon,
maliyet, biçim, geometri, boyutlar, doku, ekonomi gibi bilgileri kapsayan „obje‟ (mimari
ürün)ye ait bilgi setlerini veya fonksiyon, eylem, gereklilikler, mahremiyet, semboller,
stil, yaklaşımlar gibi „özne‟ (tasarımcı veya kullanıcının temel elemanlar içeriğinden
olaşan kişisel yargıları)ye ait bilgi setlerini içine almaktadır. (2) Prosedürel olarak da;
tasarım eyleminin, planlamasının ve kurgusunun akışını belirleyen tasarım sürecini
sonuç ürüne doğru şekillendiren içten ve dıştan gelen ve mimarlık veya felsefe, sosyal
bilimler, matematik gibi farklı bilim dalları veya günlük yaşantımızdan uyarlanan
verilenin biçimlendirdiği bilgi setleridir.
Tasarım bilgisinin yapılandırılması ; (1) deklaratif açıdan; süreçteki ilişkilendirilmiş
konseptler olarak ele alınmaktadır. Böylece tasarım süreci boyunca negatif ve pozitif
olarak ele alınıp tartışılan yönlerin tanımında yer alan ilişkili bir ağ olarak ortaya
konmakta ve bunun yanında her tanımlamanın, kavramsal birimlerinin bir hiyerarşi
içinde olması gerektiği ifade edilmektedir. (2) prosedürel bilgi olarak bakıldığında ise;
bilginin strüktürünün yönetimsel bir yapısı olduğu ve tasarımın farklı adımlarında etkili
olan, etkileşimlerin gücünü oluşturduğu belirtilmektedir.
Tasarım bilgisinin temsili olarak; özellikle tasarım kritikleri sırasında karşılıklı
iletişim sırasında ortaya çıkan 14 bilgi temsil kalıbından bahsetmektedir. Bunlar
kullanıldıkları sıklığa göre; „yorumlama, yönetme, soru sorma, demonstrasyon,
tanımlama, tamamlama, örnekleme, hatırlatma, olumlu değerlendirme yapma, analojiler,
problem
durumu
yaratma,
senaryo
oluşturma,
karşıtlıklar
yaratma,
olumsuz
değerlendirme yapma‟ ve son olarak da informal konuşmalarla ortaya çıkan diğer
durumlar olarak sınıflandırılmaktadır. Bu kalıpları amaçlarına göre ise daha genelde beş
59
temel gruba ayırmaktadır. Bunlar ise; (1) olguların anlaşılmasında kullanılan „yansıtıcı
bilgi‟ (reflective knowledge), (2) nasıl olduğu ile ilgili olan „etkin (operatif) bilgi‟
(operative knowledge), (3) olgular hakkında düşünmeyi teşvik eden ve derin düşünmeye
sevk eden „düşündürücü bilgi‟ (contemplative knowledge), (4) bir sonraki adıma
yönlendiren „yönlendirici bilgi‟ (directive knowledge), (5) fikirler arasındaki boşlukları
kapatmada bir köprü kuran ve düşünceyi somutlaştırma yönünde yardımcı olan
„çağrışım yoluyla birleştirici bilgi‟ (associative knowledge) olarak sıralanmaktadır.
Tasarım bilgisinin içeriği; deklaratif ve prosedürel içerikleri de dikkate alınarak
bilginin içeriğine bağlı yapısının, kişisel bir özellik taşıdığı kabul edilerek, temelde
niceliksel (quantitative) ve niteliksel (qualitative) olma özelliklerine bağlı olarak iki
grupta ele alınmaktadır.
Bilginin zihindeki temsili, organizasyonu veya yansımaları genel olarak; „muhakeme,
problem çözme ve düşünme süreci‟ ile ilgili araştırmalara konu olarak incelenmektedir.
Paker (2001), konu ile ilgili çeşitli kabullerden sözeder: McNamara (1994), bunlardan
biridir. McNamara, bilgi temsillerini içerik açısından aldığı değişik biçimler açısından,
temelde „basit ve kompleks bilgi temsilleri‟ olarak iki grupta toplamaktadır. Buna göre;
basit bilgi temsilleri grubu üç temel biçimden oluşmaktadır. Bunlar; karşılaştırma
yoluyla/ analojik (analogical), semboller aracılığıyla/ sembolik (symbolic) ve işlemci/
prosedürel (procedural) temsil biçimleridir;
kompleks bilgi temsilleri olarak adlandırılan ikinci grupta ise, temsil biçimi olarak;
„nesne ve olayların zihindeki soyut temsili veya kalıp yargıları‟ olarak tanımlanan
“şemalar” (schemata), „çevresel verilerin gizil öğrenme yoluyla zihinde şekillenmesi‟
olarak tanımlanan “bilişsel haritalar” ve “bağlantısalcı modeller” gibi zihinsel süreçler
yer almaktadır.
60
3.3 Tasarım ve Cinsiyet ĠliĢkisi
Tasarım bilgisi objektif ve subjektif kaynaklıdır. Objektif bilgilerin deneysel gerçek,
geçerli kurallar olması bakımından belirli bir alandaki objektif bilgi herkesçe kabul
edilen ve bilinendir. Subjektif kaynaklar, kişisel yargılar, istekler ve duygulardan
oluşmaktadır ve bu kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Objektif bilginin kişinin
kendi bilişsel süzgecinden geçmesi ve subjektif bilgi ile birleşmesi sonucu tasarımcının
bilgisi oluşmaktadır.
Tasarım sürecinde yer alan eylemler:
bilginin seçimi
seçilen bilginin kullanımıdır. Bilginin seçimi, tasarım problemi ile ilgili hangi
bilgilerin seçileceğine karar verme aşamasıdır. Seçilen bilginin kullanımı, seçilen bilgi
setlerinin bir araya getirilişindeki tavırdır. Bu tavırlar cinsiyetler arasında algısal, bilişsel
farklılıklar dolayısıyla çeşitlilik göstermektedir. Her iki cinsin tasarım süreçleri farklı
gelişir. Çevreden gelen enformasyon kişinin değer sistemi süzgecinden geçerek ve belki
de onu belirli anlamlarda değişime uğratarak, kuramsal, görsel ve yaşantısal birikimleri
bütününü içeren mimarlığa yaklaşımının oluşmasında etkili olmaktadır.
Mimari tasarım süreci bir „düşünce üretim biçimi‟ olduğu görüşünden yola çıkılarak
farklı background bilgiye sahip kişilerin tasarım süreci tavırları arasındaki farklılıklar
sorgulanmıştır. Tasarımda „yaratıcılık olgusu‟ süreçteki „tavır‟ olarak ele alındığında
farklı cinsiyetteki ve mesleki tecrübedeki bireyler arasındaki tavır farklılıkları
sorgulanmaktadır.
Yaratıcılığı ve dolayısıyla tasarımı etkileyen temel değişkenler, bilişsel, çevresel ve
bireye bağlı değişkenler olarak sınıflandırılır ise bilişsel değişkenler arasında; zeka,
bilgi, teknik yetenekler, özel beceriler; çevresel değişkenler arasında politik-dini
faktörler, kültürel, sosyo-ekonomik, eğitimsel; bireye bağlı değişkenler arasında ise
motivasyon, ruhsal yapı, farklılık, yaratıcılık gelmektedir. Bu değişkenler cinsiyetler
arasında farklılık gösterebilmektedir.
61
Mimari tasarımda probleme yönelik çözüm üretme davranışları içinde sırasıyla;
problemin tanınması, problemin belirlenmesi, belirlenen problemin çözülmesi, çözümün
uygulanması gelmektedir. Tasarım probleminin karakteri (açık uçlu, kapalı uçlu)
dolayısıyla çözüm arama arayışında zamansal sorunlar ortaya çıkmaktadır. Problem
çözme davranışları açısından her iki cinsiyet arasında farklılıklar görülmektedir. Ancak
bu duruma cinsiyet farklılığı neden oluyor denilememektedir.
Tasarım ürünü ortaya çıkaran yaratıcı tutumlar konusunda belirgin bir farlılık olmayan
cinsiyetlerin tasarım ürününde de kasıtlı olmamak şartıyla bir farklılık görülmemektedir.
Tasarımcılar kendi kimliklerini, deneyimlerini, içinde bulundukları sosyo-kültürel,
politik, ekonomik vs. durumun özelliklerini, hayatı algılayış ve yorumlayış tarzlarını
tasarımlarına yansıtmaktadırlar ancak cinsel kimliklerini tasarımda düşünmemekte ve
istisnalar dışında yapmamaktadırlar. Ancak bazı tasarımcılar cinsel kimlikleriyle olan
ilişkilerini, bilinçaltında kalan duygularının yansıması veya kullanıcı talebi, kullanım
amacı doğrultusunda cinsiyet kavramını analojiler, metaforlar, süslemelerle bir şekilde
tasarımlarına yansıtmaktadırlar.
Modern mimarlık döneminde mimari uygulama tarihini irdeleyen bir takım çalışmalar
yapıldı ise de bu çalışmaların sonucunda kadınların diğer bütün alanlarda olduğu gibi
mesleğin tarihinden dışlandığı ve son zamanlara kadar mimaride cinsiyet problemi
üzerine çok az konuştuğu anlaşılmıştır (Ingraham, 1992).
19. yüzyılın sonunda dekorasyon ve bahçe düzenlemesi, daha hafif, meydan okumayan,
kadınlar için erkeksi mimarlık mesleğinden daha uygun feminen işler olarak
görülüyordu. Bu dönemde kadınların kendileri de dekoratif nesneler olarak
algılanıyorlardı. Hafta moda ve mimarlık konusunda da değinileceği gibi erkek mimarlar
tasarladıkları mekanlarda bulunacak kadınların giysilerini de tasarlıyor, dolayısıyla
onları birer donatı malzemesi olarak görüyorlardı. 20. yüzyılın dönemecinde Amerikan
kültüründe mimarlık ve kadın ikisi de büyük sembolik ağırlık taşıdılar. Bu dönemde
mimarlık hakkında yazı yazan kadınların sayısı az değildi ancak uygulamasına girmeleri
konusunda hevesleri kırılıyordu. Chase (1996), mimari uygulama yapan kadınlar da
genellikle kadınlar için bina inşa etmekle sınırlandırıldıklarını ileri sürmektedir. MIT‟
nin ilk kadın mezunu Dünya Kolombiya Engizisyonu‟ndaki „kadınların binası‟ nın
62
mimari Sophia Hayden bu yapının „kadınsı karakteri‟ ve „nazik utangaçlığı‟ için ödül
almıştı. Fakat binanın tamamlanmasından kısa bir süre sonra heyecanlı bir düşüş yaşadı,
toplum tarafından mesleğin baskılarını kaldıramamış olmakla mahkum edildi. Bu örnek
mimarlık alanında çalışan kadınlara duyulan düşmanlığı ve tasvipsizliği gösteriyordu.
Dönemin standartları mimaride „erkeksi‟ özellikleri tercih ediyordu (Coleman, 1996).
Ingraham (1996), mimarlıktaki kadınlar hakkında bir kitabın editörü olan Francesco
Hughes‟ ın kadınların mimari uygulamayı keşfetmeleri için daha çok nedenleri
olduğuna, çünkü mimariye karşı daha belirsiz bir pozisyonda durduklarına, hem içinde
hem dışında yer aldıklarına dair bir görüş ortaya attığını ifade eder. Jane Tompkins ise
„Herşeyin Batısı:Batılıların özel Yaşamı‟ adlı kitabında belirli bir erkeksilik temasının
bir bütün olma, yoğun olma, nesne gibi varolma ile bir tutulduğundan bahsederek
bunların mimarlık mesleğiyle bağdaşan ana temalar olduğunu dile getirdi. (Hughes,
1996).
Genel olarak mekansal sosyalleşme kadın ve erkek arasında, farklı mekansal kabiliyet ve
olgulara yol açabilir; kadın ve erkeğin mekanı yapılandırma yollarında ikiliklere neden
olabilir. Eğer böyle ise biyolojik olarak farklı olan anatomileri veya toplumsal olarak
farklı cinsel rollerinin mi buna neden olduğu merak unsurudur. Bu klasik tartışma
1937‟de Erik Erikson tarafından başlatılmıştır. Erikson
çocuklar üzerinde yaptığı
araştırmasını ve buna bağlı mekansal ifadeleri „Childhood ve Toplum‟(1965) kitabında
„Genital Modes and Spatial Abilities’ adlı bölümde özetler. Sonuçta kızların alçak
duvarlar ve süslü girişlerle rahmi taklit eden açıkça barışçı kapalı alanlar inşa ettikleri,
oğlanların ise „top gibi‟ çıkıntıları olan ve penisi taklit eden dikey kule ve duvarlar
yaptıkları sonucuna varır. Erikson‟un kız ve oğlanların mekanı farklı inşa etme yolları
hakkındaki araştırma sonuçları alaylı tepkilere neden olmuştur. Feminist kritikler
Erikson‟un desteklediği „kader olarak biyoloji‟ teorisinin tarih boyunca cinsiyet, ırk ve
sınıf ayrımını haklı çıkarmak için kullanıldığını, Erikson‟un toplumun kızları ve
oğlanları nasıl etkilediğine dair uygun bir açıklama getiremediğini ve toplumsal düzenin
kızlara kişisel mekan,içerisi ve evcillikle bağlantılı olmayı , oğlanlara ise dış mekanı
temsil etmeyi öğrettiğini söylemişlerdir (Weisman, 1992).
Mimarlıkta kadın ve erkek için farklı ilgi çerçeveleri mekansal şekillerin ve bina
63
teknolojilerinin kullanımında değil, farklı sosyal ve etik temalarda bina ve mekanları
kavramlaştırıp tasarlamalarında görülür. Bu farklılıkları İngiliz mimar Eileen Gray‟in,
modem hareketin zarafeti, aynı malzeme ve mimari formları kullanımı ile birlikte insan
rahatına, bedenin hareketine ve günlük yaşamın aktivitelerine ayrıcalıklı bir hassasiyet
eden işlerinde görmek mümkündür. Gray, ahlaki olarak kendinden önceki her şeyden
üstün görülen ve evrensel doğruluk ve güzellikle eş tutularak iklim ve kültür
gözetmeksizin dünyanın her yerine ithal bağlamsız ve genellikle steril mimarlığının
kaçınılmaz ölümünü çoktan tahmin etmiştir (Weisman, 1992).
Kadının ikinci planda kalışı ile ilgili olarak Denise Scott Brown (1988) Robert Venturi
ile evlendiği sırada yardımcı profesör ve Berkeley ve Pennsylvania üniversitelerinde
kendini ispat etmiş bir bireyken, evlendikten sonra ortak düşünce ve ürünlerinin
Venturi‟ye maledilmesinden, editör ve yazarların da bu konuya duyarsız kalmalarından
ve ortak söyleşilerde Venturi‟ye işi ile ilgili sorular yöneltilirken kendisine „kadınların
sorunları‟ hakkında sorular sorulmasından yakınır. Brown‟a (1988) göre firmayı en
tepesinde tasarımcının yer aldığı bir piramit gibi görmenin bugünün karmaşık mimari ve
yapısal ilişkilerinin içinde pek yeri yok fakat cinsiyetçiliğin Brown‟u bir yazıcı ve
kocasının fotoğrafçısı olarak tanımlaması gibi „yıldız sistemi‟(star system) de
birlikteliklerinde kendisini „ikinci adam‟, personeli de kalemler olarak görüyor (Ünsal,
2000).
Bazı kaynaklara göre belirttiği ise geleneksel mimarlık okulları ayrım yapmadıkları
çünkü girerken üçüncü dünya vatandaşı ya da kadın olup olmadığına bakılmaksızın
herkesi beyaz, orta sınıf erkek tasarımcılar olarak mezun etme çabasında olduğudur.
Kadını değil ama onun düşüncesini, dilini ve metodunu dışlıyorlar. Akademik
ortamlarda yöresel mimarlık doğayla özdeş kabul ediliyor ve kurumsal mimari kadar
önem verilmiyor. Bu görüşle modernizmin tek tip kullanıcıyı olduğu kadar tek tip
tasarımcıyı da hedeflediğini öne sürülmektedir.
Gözlemler sonucunda, kadın mimarların tasarımlarında farklı nüanslar yattığı
söylenebilir. Erkek mimarlar kimi zaman tasarladıkları binalarda insanların yaşayacağını
unutup teknik ayrıntılar üzerinde titizlikle dururken kadınlar daha sıcak işlere imza
atabiliyorlar. Bu durum algısal ve bilişsel farklılıklardan kaynaklanıyor olabilir.
64
Bununla birlikte farklı beklentilerle ilgili bir durum da söz konusu olabilir. Yani erkek
mimarların kendilerini göstermek adına iddialı (teknolojik, yapım sistemleri ve
malzemeyi zorlayan tektonik, makinevari) tasarımlar ortaya koymaya çalışırken,
kadınların böyle bir amaç içinde olmadıkları, daha çok kullanıma ve kullanıcıya yönelik
hitap eden tasarımlar yapmaya çalıştıkları gözlenmektedir.
3.4 Cinsiyet ‘Gender’ Kavramı
Cinsiyet (Gender) için Longman‟ın büyük İngilizce sözlüğü eril, dişil veya yansız olma
özelliğini belirten dilbilgisi kategorisi olarak açıklamıştır. Kadınlar ve erkekler,
yaradılışları, karakterleri, dış görünüşleri, düşünüş biçimleri, yetenekleri ve hatta tüm
kişilik yapıları açısından birbirlerinden farklıdır. Kadın ve erkek arasındaki farklılığı
belirten bu kavramı, kabul edilmiş başka hiçbir terim olmadığından, R. W. Connell
David Riesman‟ın „toplumsal karakter‟ teriminden yola çıkarak „cinsel karakter‟ olarak
adlandırmıştır. Talcott Parsons klasik çalışmasında „dışavurumsal‟ ve „araçsal‟ özellikler
karşıtlığının, erkek ve kadın rollerine karşılık gelen iki cinsel karakteri belirtmesi
beklenir (Çaha, 1996).
İngilizce‟de 70‟lere kadar cinsiyet karşılığında sadece „sex‟ sözcüğü kullanılırken
feminist hareket bu yıllarda „gender’ sözcüğünü tercih etmeye başlamıştır. Çünkü „sex‟
sözcüğü yaygın kullanımıyla aslında kadın ve erkek arasında ki biyolojik ayrım temeline
dayanırken „gender’ kavramı onları sosyal bir varlık olarak ele alarak aralarındaki
ilişkilerin toplumsal olarak nasıl kodlandığı sorunsalı ile ilgilenir (E. Soja, 1996). İki
sözcük arasındaki diğer bir anlayış farkı da 80‟lerde birer toplumsal grup olarak ortaya
çıkan eşcinsellerin 90‟ların sosyal bilimleri içerisinde „gender‟ çalışmaları başlığı altında
toplanmasından kaynaklanır. Üremeye dayalı aile kavramı toplum normlarının bu
sebeple ataerkil, heteroseksüel ilişkiler ile tanımlandığı bir kavram olarak kadın ve
erkeği biyolojik olarak „sex‟ sözcüğü ile ayırt ederken, „gender’ sözcüğü eşitlikçi, farklı
cinsel tercihlere hoşgörüyle bakan ve aile kavramını üremeden çok paylaşıma
dayandıran bir anlayışı temsil eder. Sosyal bilimlerdeki „gender theory’, yani „sex‟den
„gender‟a geçiş yalnızca epistemolojik norm ve geleneklere kafa tutmakla kalmamış
ontolojik olarak ta kimlik ve nesnellik kavramlarını sarsmıştır (Erkarslan,2002).
65
Yüzyılın dönümünden beri sürdürülmekte olan psikolojik „cinsiyet farklılığı‟
araştırmasında elde edilenler, kadınlar ve erkekler arasındaki blok farklılıklar olarak
adlandırılabilecek bulgulardır- sözgelimi, kadınlar ve erkeklerin ortalama tepki verme
zamanları veya dokunma duyarlılığı arasındaki farklılıklar; ya da sözel yetenek, endişe
veya dışadönüklük testlerindeki ortalama skorlar arasındaki farklılıklar gibi. Bu konuda
genel kabul görmüş yöntem teamülleri de vardır. Bir tür güvenilir ölçütle birlikte,
karşılaştırılabilir kadın ve erkek örneklere ihtiyaç duyulur (Çaha, 1996).
„Eril‟ ve „dişil‟ kategorileri, toplumsal yaşam ve cinsel politikanın kategorileri değildir;
oysa „erkekler‟ ve „kadınlar‟ kategorileri öyledir. İki çift birbiriyle örtüşür, ama ikinci
çift çok daha zengindir ve ilkinden daha karmaşık bir biçimde belirlenmiştir.
3.4.1 Toplumsal Boyutuyla Cinsiyet
Günümüzde Platon‟un devleti (ideal devleti Hint kast sistemini hatırlatır) totaliter bir
devlet olarak görülebilir. Ancak Platon, kadınların da erkekler gibi yönetici olabileceğini
söylüyordu. Bunun da nedeni, yöneticilerin siteyi yönetmesinin tam da akılla mümkün
olmasıydı. Kadınlar da erkekler gibi, aynı mantığa sahipti yeter ki onlar da aynı eğitimi
alsınlar ve ev işleriyle fazla uğraşmasınlar. Platon‟un aksine Aristotales‟e göre kadında
bir şey eksikti. Hatta kadın „eksik bir erkek‟tir. Bu görüş Ortaçağ‟a kadar devam etti
(Connel, 1998).
Sivil toplumun devlet alanı dışında ayrı bir alan olarak kabul görmesi 18. Yydan sonra
olmuştur. Bu döneme kadar Batı siyasal literatüründe sivil toplum, bireyi kurallarının
denetimine alan ve barışçıl ideal bir yönetimi içeren politik toplumla eş anlamlı olarak
kullanılmıştır.
Sözleşmeci düşünürlerin argümanlarıyla, sivil toplum kavramı özel/kamusal alan
ayrımına dayanarak şekillendi. Sivil toplum, özel alandan ayrı kural, işleyiş ve
sorumlulukları olan kamusal alan anlamında kullanıldı. Kamusal alanın temel toplumsal
profilini sivil toplum oluştururken özel alanın toplumsal minyatürünü aile oluşturdu. Bu
nedenle temel ayırım daha çok aile ile sivil toplum arasında ortaya çıkıyor. Aile veya
özel yaşam (domestic life) kan bağı ve doğal duyarlılıklara dayanırken, sivil toplumsal
yaşam evrensel, objektif, kişilerden soyutlanmış, başarı, hak, eşitlik, mülkiyet, vb.
66
kavramlara dayanmaktadır. Bunun ötesinde iki alan arasındaki esas ayrım sözleşmesi
teorilerde, kadın erkek ayrımında somutlaşır. Sivil toplum, erkeklerin kamusal alanda
gerçekleştirdikleri sözleşmenin bir uzantısı olarak kabul edilirken, özel alan veya aile
yaşamı kadın merkezli olarak tasarlanmıştır.
Sözleşmeci düşünürlerden Thomas Hobbes toplumsal barış ve uyumluluğun
gerçekleşmesi için güçlü bir siyasal otoritenin kurumlaşmasına özel bir önem verdi.
Toplumsal barışa bir tehdit unsuru olarak kabul edilen bireycilik ve farklılık esasına
dayalı eğilimlerin egemenlik hakkını siyasal otoriteye devretmesini öngörüyordu.
Hobbes, siyasal otoritenin ortaya çıkışını insan doğasının bir gereği olarak kabul eder.
Kişisel korunma ve güvenlik ihtiyacı hisseden bireyler bunun doğa durumunda
gerçekleşmeyeceğini anlayınca, kendilerini cezai yaptırımlarla sınırlayabilecek zorlayıcı
bir güce gereksinim duyarlar. Bu da tek tek birey veya grupların istek, arzu, hırs ve
tutkularını bir kişinin (kral) ve onun gözetimindeki asemblenin şahsında tek bir iradeye
dönüştürme anlamına gelir. Başka bir deyişle toplumsal çoğulculuk ve farklılık kralın
şahsında tek bir iradeye dönüştürülmüş olur. Hobbes toplumsal sözleşme teorisiyle
toplumu bir hükümdar şahsında monoton ve türdeş kılmakla sınırlı kalmıyor, onu, aynı
zamanda erkeklerle sınırlı tutarak kadınlardan gelecek olan farklılığa karşı da koruyor.
Çünkü sözleşme, kamusal alanla bütünleşen erkekler tarafından gerçekleştirilir.
Kadınlarsa kamusal alanın yörüngesinde şekillenen özel alanla sınırlandırılır (Çaha,
1996).
Hobbes‟a göre doğa durumunda kadınla erkek eşit olduğu gibi, kadın, erkeğin karşısında
ikincil durumda da değildir. Doğa durumunda kadın, erkeğin sahip olduğu tüm
özgürlüklere sahiptir. Fakat toplumsal sözleşmeyle beraber aile ve evlilik kurumu da
politik bir görünüm kazanır. Aile içi ilişkiler sivil toplum normlarına göre düzenlenir.
Erkekler kamusal alanda toplumsal sözleşme yaparak sivil topluma geçerken, kadınlar
özel alanda evlilik yoluyla erkekle sözleşme yaparak onun uyruğuna girerler.
Sözleşmeci düşünür John Locke‟un sivil toplum argümanı da Hobbes‟un çizgisinde
gelişir. Fakat Hobbes‟un aksine Locke‟a göre doğa durumunda insanlar özgür olup
onları bağımsız, eşit olmaya zorlayan ve başkasına zarar vermekten alıkoyan doğal
kanunlar vardır. Bu kanunlar insanların doğa durumunda sahip oldukları yaşam,
67
özgürlük ve mülkiyetlerini teminat ve güvenlik altında tutar. Aile, insanın karşılaştığı ilk
toplumsal kurumdur. Ancak bireyler kendi yaşam, özgürlük ve mülkiyetlerini daha etkili
biçimde kurumlaşmış bir toplumda korumak ve sürdürmek eğilimindedirler. Locke'da
sivil toplum bireylerin rasyonel tercihlerinin
bir uzantısıdır. Locke‟a göre siyasi
olmayan bazı ilişkiler vardır: köle-efendi, hizmetçi-efendi ve baba-çocuk arasındaki
ilişkiler bu türdendir. Karı ile koca arsındaki ilişkilerin de bunlar gibi siyasi bir tarafı
yoktur. Bunlar yönetici-yönetilen ilişkisinden tamamen farklıdır. Ancak sivil toplum
içinde karı-koca ilişkisi siyasi bir boyut kazanır; ve erkek sivil toplum nezdinde yönetici
bir kimlik edinmiş olur. Locke, evlilik ilişkileri çerçevesinde kadına eşit bir konum tayin
ederken, sivil toplumdaki siyasi ilişkilerle bu konumu adeta geri alıyor. Bu noktada
Hobbes ile aynı çizgiyi paylaşarak kadını siyasal toplumun dışına çıkarıyor (Çaha,
1996).
Jean Jacques Rousseau da Locke ve Hobbes gibi doğa durumundan başlar. Ona göre
insan doğa durumunda kültür ve anlam sisteminden tamamen uzak, boş (tabula rasa) bir
varlık olarak çevresi ile barış içinde yaşar. İnsanlar bir arada yaşamanın yaralarını
gördükleri ve bu şekilde doğal afetlerle baş edebileceklerini düşündükleri için bir araya
gelerek toplumu gerçekleştirirler. Barış içinde yaşamak ve kendi mülkiyetlerini korumak
için bireyler bir yönetimin oluşmasını zorunlu görürler. Bu zorunluluktan dolayı bireyler
bir araya gelir ve özel çıkar ve iradelerini Genel iradeye dönüştürerek toplumsal
sözleşmeyi gerçekleştirirler. Sözleşme gereği, bireyler özel iradelerini bu noktadan sonra
kaybederler, ancak karşılığında mal ve can güvenliklerini sağlamış olurlar. Toplumsal
sözleşmeyi gerçekleştirdikleri andan itibaren bireyler artık „farklılık‟ içeren bir
potansiyel olmaktan çıkar, Genel iradenin birer taşıyıcıları haline gelirler. Rousseau,
Genel iradeye özel bir anlam verdiği için özel çıkar, insiyatif ve teşebbüse karşıdır.
Rousseau sivil toplum içinde kadının konumuna da kendi literatüründe yüce varlık
özelliği taşıyan Genel irade perspektifinden yaklaşır. Ona göre kadın-erkek ilişkileri
Genel iradenin öngördüğü çerçevede gerçekleşir. „Doğal erkek‟ ile „doğal kadın‟
kavramları Rousseau için oldukça farklı anlamlar içerir. Erkek hemcinsleriyle eşit,
arkadaşlarından bağımsız, bencil ve kendini dış dünyaya taşıyabilir bir doğaya sahipken;
kadın bağımlı, ikincil, kendini sadece erkeğin cinsel ihtiyacını karşılamaya adayan,
utangaçlık ve çekingenlik içeren bir doğayı yansıtır. Kadınla erkeğin kamusal alandaki
68
sivil
toplum
içinde
oynadıkları
rollerini
tamamen
doğalarındaki
farklılığa
dayandırmaktadır. Rousseau‟a göre sivil toplumda erkek, toplumsal sözleşmeyi
gerçekleştirerek doğasından uzaklaşma eğilimine girer ve sivil toplum normlarına uygun
bir kişilik edinir. Oysa kadın, doğasına bağlılığı sürdürür. Erkek, ideal bir toplumla
bütünleşirken kadın bu toplumun gerekleri ile doğa arasındaki köprüyü oluşturur. Bu
noktadan hareket eden Rousseau kadınların doğaları gereği aile yaşamı ile sınırlı
kalmalarını önerir; çünkü eğer kadınlar da erkekler gibi kamusal alana çıkarlarsa ve
burada doğalarının uzantısı olan bir „farklılığa‟ ve „özel eğilime‟ yönelirlerse hem Genel
iradeye zarar verecek, hem de güçlü olan erkekler tarafından baskıya uğrayacaklardır
(Connel, 1998).
Sivil toplumu devletten ayırarak onu ayrı bir alan olarak kullanan ilk düşünür F. Hegel
oldu. Hegel‟de sivil toplum ailenin diyalektik bir gelişmeyle devlete varmasında aracı
bir basamak olarak gelişmektedir. Sözleşmeci düşünürlerin tersine Hegel‟de sivil toplum
ne özgürlüklerin bir teminatıdır; ne de bir sözleşmeyle gelişir. Sivil toplum, aile yaşamı
ile kompleks, evrensel devlet arasında yer alan etik yaşamın tarihsel bir boyutu olarak
gelişir. Hegel‟in üçlü şemasında yer alan ve aile ile sivil toplumdan sonra gelen devlet,
özünde sivil toplumdaki çatışmacı unsurları bir senteze ve harmoniye dönüştürmeyi
amaçlar. Rousseau‟da Genel irade olarak telaffuz edilen egemen gücün Hegel‟deki adı
devlettir. Hegel‟in kadın konusuna bakışı da bu çerçevede olduğu için onun da kadın
konusunda sözleşmeci düşünürlerle aynı çizgide kaldığını görüyoruz. Aslında Hegel,
kadınları devletle yok olan sivil toplumsal alanın da ötesi bir alanda gördüğü için
sözleşmeci argümanların da gerisine düşüyor. Hegel kadınla erkek arasında keskin bir
ayrım yapar. Hegel‟in siyaset felsefesinde kadının yeri üç etik alanın en yalın biçimi
olan aile içinde formüle edilmektedir. Aile ilişkilerini aşarak sivil toplumsal alana,
oradan da devlete varan bireyler sadece erkeklerdir. Kadınlar, tarihsel olarak kendilerini
dış dünyaya taşıyacak olan potansiyele sahip olamadıkları için aileye ve aile içinde
ortaya çıkan ihtiyaç, istek ve hissiyatına bekçilik ederler. Hegel, erkekle kadın arasında,
hayvanla bitki arasındaki gibi bir fark vardır diyor. Hayvan erkeğe, bitki kadına karşılık
gelir. Çünkü kadınlar, belirlenmemiş bir duygunun bütünlüğüne dayanan sakin bir
gelişme gösterir. Kadınlar hükümete gelseler devlet tehlikeye düşer, çünkü onlar
kararlarını evrensel doğrulara değil, rasgele eğilim ve görüşlere dayanarak verirler.
69
Kadınlar da eğitilebilir, ancak onlar bilgiyi kendilerinden önce edinilmiş bilgiyi
devralarak değil, hayatı yaşayarak edinirler. Erkekse konumunu, pek çok düşünceyle
mücadele ederek, büyük teknik sıkıntılardan geçerek edinir (Kızılçelik, 1994).
Sivil toplumu devletten ayıran diğer bir düşünür ise Karl Marx‟tır. Marx sivil toplumdevlet ilişkisinin Hegel‟deki formülünü tersine çevirmiştir. Marx, özellikle Hegel‟in yarı
Tanrısal kuşatıcı devletini eleştirmiş ve Hegel‟in iddia ettiği gibi devletin objektif, etik
kurallara sahip olmadığını ve toplumsal yaşamda nihai hedefi temsil etmediğini ortaya
koymaya çalışmıştır. Toplumsal yaşamı aile ile başlatan Hegel‟in aksine, Marx‟a göre
insanın doğayla ilk etkileşimini oluşturan ekonomik hayat, insan hayatının tüm
aktivitelerinin ve sosyal hayatının temel paradigmasını oluşturur. Kadının, Hegel‟de
olduğu gibi Marksist literatürde de tarihin dışına itildiğini görüyoruz. Marx‟ın meşhur
formülünde tarihin dinamiğini oluşturan sınıflar arası mücadele, kamu alanında
sürmekte olan „üretim sürecinde‟ meydana gelmektedir. Üretimin kendisi tarihin
motorunu oluşturur. Oysa özel alanda gerçekleştirilen „yeniden üretim‟(ev işi, çocuk
doğurma ve yetiştirme vs), tarihin etkinlik alanının dışına çıkmaktadır. Kadınlar
tarafından gerçekleştirilen bu faaliyetler toplumsal değişme içinde ancak bir yan ürün
olarak yerini almaktadır. Marx‟ın dikkatini üretim üzerinde yoğunlaştırması ve yeniden
üretimi görmezlikten gelmesi feministlerin yoğun eleştirilerine hedef olmuştur.
Sivil toplum formülü ile kadına verilen yer hem sözleşmeci teorilerde hem de sivil
toplumu devletten ayıran teorilerde aynıdır. Her iki kesimde de kadın özel alan ile sınırlı
tutulurken, siyasal alan ve onun ürünü olan siyasal gelişme, devlet, tarihsel gelişme vs.
gibi kavramların temeline erkek oturtulmaktadır (Connel, 1998).
Alcoff (1996) tarih boyunca Aristotales‟ten Kant‟a Batı felsefesindeki çeşitli
manifestolardan bahseder. Maskulanist formasyon mantığındaki temel etkenin ruhbeden dualizmi olduğunu belirtir. „Beden‟ kavramı yeni yeni teorilere girmiştir. Marx
beden işçiliği kavramını ortaya koymuş, Nietzche beden duygu ve ihtiyaçlarını
hatırlatmış, Freud ise tüm düşünce ve hareketlerde hazır bir eleman olarak bedenden söz
etmiştir. Feminizm ise cinsel kimlik ve sosyokültürelin bedenselliğine işaret etmiştir.
Alcoff, modern feminist teorinin gelişiminin cinsiyet farklılıkları, bedensel, maddesel,
cismani manifestosu noktasından başladığını iddia etmektedir ( Duncan, 1996).
70
Modern toplumda, özel/kamusal gibi ayırımların ortadan kalktığını ve bu iki alanın içiçe
geçtiğini görmekteyiz. 1960lara kadar kadının yegane yeri aile iken şimdilerde kadın her
alanda görülüyor. Kadının yaygın vatandaşlık haklarını kullanması, aileyi devletle içiçe
getirirken kadının kamu alanında çalışma imkanı bulmasına ve siyasi hayat içinde hızlı
bir mobilite yaşamasına da imkan verdi. Bununla beraber ekonomik hayatın merkezinin
aile olmaktan çıkıp kamu alanı olmaya başlaması ve sosyolojik anlamda başarının
kaynağının kamu alanında gerçekleştirilen faaliyetlerle özdeş tutulması aileyi özel alan
olmaktan çıkardı. Özel-kamusal alan arasındaki ayrımın temellerini eleştirmekle
feministler, modern toplumda sivil toplumun yeni bir eksen üzerinde gelişmesine
öncülük ettiler. Bir sosyal hareket olarak feminizmin üç noktada sivil toplum gelişimine
katkıda bulunduğunu görüyoruz. Bu katkıları feminist hareket içinde politize edilen ve
dillendirilen „eşitlik‟, „farklılık‟ ve „otonomi‟ gibi söylemlerde görmekteyiz (Çaha,
1996).
Eşitlikçi ya da liberal feminizmin eşitlik yönündeki talebi aynı zamanda bütün
vatandaşlar için hukuksal temelleri olan bir eşitliğe yol açar. Toplumdaki tüm bireylerin
ya da grupların sınıf, ırk, etnik ya da dinsel gibi sosyal kategorilerine bakılmaksızın eşit
olmasını içerir. Bu varolan her şeyde eşitlik değil, aksine imkan ve fırsatlarda eşitlik
anlamını taşır. Bu durum „homojen‟ bir sivil toplumun gelişimine yol açar.
Eşitlikçi feministlerin aksine farklılığı bir sosyal söylem haline getiren, radikal,
postmodern ve Fransız feministleri sivil toplum argümanına farklılıklara dikkat çekerek
katkıda bulunmaktadır. Bu gruplar, kadının taşıdığı farklı dil, söylem ve değerlerin
onları erkekten köklü biçimde farklılaştırdığını ileri sürerek, kadınlar için farklı haklar
talep ediyorlar. Farklılık tartışmaları „heterojen‟ bir sivil toplum gelişmesine katkıda
bulunur. Bu politika üniter ve tekcil anlam sistemine temelde önemli bir tehdit unsuru
oluşturmaktadır.
Feministler son olarak da otonomi politikası ile sivil toplum gelişimine katkıda
bulunaktadırlar. Özellikle marksist, sosyalist ve bir kısım radikal feministlerin kamu
alanında yer alma mücadelesi beraberinde devlete karşı bir otonomi oluşturma
tartışmasını getirmektedir. Bu politika kamu alanının devlet karşısında nisbi bir özerklik
71
kazanmasına ve dolayısıyla otonom bir sivil toplum gelişimine katkıda bulunur (Çaha,
1996).
Çevreci, dinsel, sınıfsal vb. sosyal kategoriler temelli hareketlerin hemen hepsinin aksine
feministler klasik sivil toplum teorilerinde görünmez kılınan bir aktörü, yani kadını
görünür kılmaya ve tarihin dinamiğine yerleştirmeye çalışıtılar.
Teorik alanda da cinsiyet „gender‟ ayrımı konusundaki argümanların yoğunluk
kazanmasının öncülerden biri de Simone de Beauvoir‟dir. Ona göre kadın doğulmaz
kadın olunur (Connel, 1998). Simon de Beauvoir varoluşçuluğu kadın-erkek konusuna
uygulamaya çalıştı. Sartre insanın mutlak bir „doğası‟ olmadığını söylüyordu. Kendimizi
yaratan kendimizdik. Bu, cinsiyetlere karşı tutumumuz için de geçerlidir. Beauvoir‟a
göre mutlak bir „kadın doğası‟ ya da „mutlak bir erkek doğası‟ndan söz edilemezdi.
Oysa eskiden beri inanılan tam da buydu. Erkeğin „aşkın bir doğası‟ olduğu öne
sürülürdü, bu yüzden erkek, evin dışında da bir anlam yaratmaya yönelirdi. Kadınınsa
hayata karşı bunun tersi bir tutumu vardı. Kadın „içkin‟di yani olduğu yerde olmak
isterdi. Beauvoir‟a göre erkekler ve kadınlar kendilerini bu yerleşmiş önyargılardan ya
da ideallerden kurtarmalıydı. Öteki Cins adlı kitabında öteki cins kadındı. Özne olarak
görülen yalnızca erkekti. Kadınsa erkeğin nesnesi haline getirilmişti. Bu şekilde kendi
hayatının sorumluluğu elinden alınmıştı. Kadın bu sorumluluğu tekrar ele geçirmeliydi.
Yalnızca erkek değildi kadını ezen, kadın kendi hayatının sorumluluğundan vazgeçerek
kendi kendini de eziyordu (Çaha, 1996).
Massey (1994), Batı toplumunu karakterize eden dualistik düşüncenin kritik edilmesinin,
modern feminizmin en önemli teması olduğuna dikkat çekiyor. Bu çeşit ikilemlerin
strüktürünü „gender‟ ilişkilerinin oluşturduğunu söyler. Ayrıca Massey (1994), coğrafya
ve cinsiyet kavramlarının birbiri yapılarına çok derin etkiler yaptığından ve bu etkileşim
ve kesişmelerin çeşitliliğinden bahseder. Coğrafya ve onun görünür farklılaşması belirli
cinsiyetleri ve ilişkilerinin kültürel gelişimini etkilemektedir.
Göle (1991), Fraser (1992)‟in, kamusal ile özel alan arasına çizilen sınırların arkasında
güç ilişkilerini araştırdığından söz eder. Ona göre bu sınırlar Habermas‟ın düşündüğü
gibi net ve kendinden çizilmiş değil, iktidar sahipleri tarafından belirlenmişlerdir.
Habermas gibi Fraser da günümüzün kapitalist toplumlarında ortaya çıkan demokrasinin
72
sınırlarını kavramlaştırmaya çalışır. Habermas‟ın kamusal alan kavramının eleştirel
kuram açısından çok önemli bir araç olduğunu kabul etmesine rağmen, Fraser, bu
kavramın tanımlandığı o çok özel biçimin günümüz demokrasilerine uygulandığında tam
anlamıyla tatmin edici sonuçlar vermediğini savunur. Ona göre Habermas‟ın kamusal
alan kuramı yeniden yapılandırılarak çağdaş demokrasiye uygun bir hale getirilmelidir.
Bu da ancak özel-kamusal arasındaki sınırların ve geçişkenliğin sorgulandığı alternatif
bir kamusal alan modeli inşa etmekle mümkündür.
Habermas‟a göre kamusal alan „özel‟ insanların bir araya gelerek „kamuoyunu‟
ilgilendiren konuları tartışmaları sonucu oluşabilir. Fraser (1992), Habermas‟ın bu
varsayımını sorgular. Habermas‟ın kamusal alanı herkese açık ve herkes tarafından
ulaşabilir olma iddiasını taşır. Bu varsayımın altında, kamusal alana giren herkesin
farklılıklarını, kendilerine özgü düşünce, inanç ve hareketlerini bir yana bırakmaları
gerekliliği yatmaktadır. Kamusal alanı paylaşanlar, doğuştan getirdikleri ya da sonradan
edindikleri farklılıkları yok farz ederek, bu alnı paylaşan diğer kişilere sanki toplumsal
ve ekonomik anlamda eşitmişler gibi davranırlar. Fraser (1992), Habermas‟ın kullandığı
bu „sanki‟ sözcüğü yüzünden eleştirir. Eğer bu kişiler diğerlerine sanki eşitmiş gibi
davranıyorlarsa demek ki gerçek anlamda kamusal alanı paylaşanlar birbiriyle eşit
değildirler. Bu da bizi kamusal alanda eşitsizliğin devam ettiği gerçeği ile yüz yüze
getirir. Fraser (1992) bunu demokrasinin sınırlarını kavramlaştırmada büyük bir sorun
olarak görür. Ona göre gerçek anlamda demokrasinin gerçekleşebilmesi için,
eşitsizliklerin Habermas‟ın dediği gibi bir kenara bırakılması değil, tamamen yok
edilmesi gerekmektedir. Habermas‟a göre kamusal alana dahil olan farklı grupların
sayıca artması ve çeşitlenmesi onu bölünmeye ve bozulmaya götürür. Fraser (1992) bu
katı varsayımı sorgularken, tek bir kamusal alandansa, birden fazla kamusal topluluktan
yükselen çoksesliliğin hakim olduğu bir toplumun günümüz demokrasisi için
vazgeçilmez bir koşul olduğunu ileri sürer. Fraser (1992)‟a göre demokrasi, farklılıkların
göz ardı edilmesi ile değil, onların görünür kılınıp dile getirilmesi ile gerçekleşebilir
(Göle, 1991).
Modernliğin eleştirisini yapan pek çok araştırmacı için öznenin(feminist hareketin çıkış
noktası „özneleşme‟ kavramı) doğuşu çok önemli bir noktadır. Bireyin modernitenin
73
getirdiği nesne olma durumundan kurtulup, toplumda aktif bir aktör olan Özneye
dönüşmesi, ancak farklılığını ortaya çıkarması ve bu farklılığı meşrulaştırmak için
savaşması sonunda mümkün olabilir. Özneleşme sürecinde kişinin „ötekine‟ karşı olan
ilişkisi anahtar konumdadır. Özneleşme, kişinin kendi farklılığını su yüzüne çıkarırken,
aynı zamanda ötekinin farklılıklarını tanıması anlamına gelir.
3.5 Mimarlık ve Cinsiyet ĠliĢkisi
3.5.1 Mekansal Algı ve Kullanım Açısından Cinsiyet Farklılığı
Kimura (1992), bundan 50.000 yıl önceye, ya da daha gerilere bakıldığında avcıtoplayıcı toplumlarda kadın ve erkeğin toplumsal rollerinin oldukça farklı olduğunu,
erkeğin, geniş av alanları aramak üzere uzun mesafeli seyahatlere çıktığını, kadının ise,
aynı yörede kalıp yakın çevreyi koruyarak toplayıcı rolünü üstlendiğini görmek mümkün
olduğunu ifade eder. Üstlendikleri bu farklı roller, erkeğin uzun mesafede yön bulma,
coğrafik alan tanımlama ve mekansal öğrenme yeteneğinin daha kuvvetli olmasına
neden olurken, kadının ise daha kısa mesafede landmarklar kullanılarak sınırlandırılmış
alanları tanımlamasını sağlamaktadır (Ayyıldız, 2000).
Sahip oldukları farklı cinsiyet hormonları beyin fonksiyonlarını etkilerken, kadın ve
erkeğe farklı bilişsel yetenekler sağlamakta ve bu hormonal etkiler iki farklı cinsiyetin
beyin yapılarının da farklılaşmasına neden olmaktadır. Nörobiyoloji alanında son
çalışmalar, testesteron ve androjen gibi hormonların ve beynin bu hormonlar etkisiyle
farklılaşan bölümlerinin mekansal yetenekler, algılama hızı gibi bilişsel yeteneklere
etkileri üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Çalışma bulgularına göre, erkeklerin mekansal öğrenmede imgelem öğesi olarak
uzaklık, yön gibi mekansal ipuçlarını kullandıklarını ve kadınlara oranla rotalarını daha
az deneme ve daha az hata ile öğrendikleri, öğrenme tamamlanınca ise kadınların
işaretleri (landmark) çok daha iyi hatırladıkları ve günlük yaşamlarında imgelem öğesi
ve oryantasyon stratejisi olarak bu landmarkları kullandıkları sonucuna varılmıştır.
Erkeklerin
mekansal
öğrenmede
açılar,
şekiller
gibi
geometrik
ipuçlarından
faydalandığı, kadınlarınsa mekanı tanımlamada landmarkları ipucu aldıkları kanısı,
çeşitli araştırmalarla desteklenirken kadınların daha kuvvetli bir görsel hafızaya ve
74
algılama hızına sahip olduğu, erkeklerinse, oldukça kompleks figürler içinden basit
biçimleri
seçebilme
yeteneğine
sahip
olduğu,
bundan
dolayı
da,
mekanın
karmaşıklığının algılamaya etkisinin kadınlara oranla daha az olduğu sonucuna
varılmıştır.
Erkeğin üstünlüğü ve kadının değersizliği gerçekliğini tanımlayan mekansal ikilikler
insanın psiko-sosyal alan baskınlığı ve kontrolü ile sağlanabilir ve sürdürülebi1ir. Kadın
ve erkek birey farklı psiko-sosyal alan davranışları sergiler ve mekanı tanımlama ve
mekansal sınırları koruma her ikisinde de çok farklıdır. Psiko-sosyal alan önemlidir
çünkü kişisel kimliği, bireyin veya topluluğun kendisi ve diğerleri arasında mekansal ve
psikolojik sınır yaratarak yönetir. Bu alanın işgali ise güçlü savunma eylemlerine yol
açabilir. İkinci olarak da kendimiz ve ötekiler hakkında sınırlarımızı ne kadar iyi
koruyup kolladığımızla ilintili olarak karar vermeyi öğreniriz. Evi olanlar sabit toplumun
güven veren üyeleridir. Sosyal statü ve güç mekansal baskınlıkla yakından ilintilidir.
Toplumda erkekler mekansal olarak baskın olmak üzere yetiştirilirler. Maceracı,
keşfedici, geniş ölçüde deneyicidirler. Bedensel hareketleri ile kızlardan daha fazla
mekan istemeyi öğrenirler. Örneğin erkeklerin kol ve bacakları sandalyeden taşarken
kızlar daha derli toplu oturur ve bu konuda uyarılırlar. Öncelikli sosyal statü
erkeklerindir, kızlar ise uzamsal sınırlan beklemek ve kabul etmek üzere yetiştirilirler.
Çocukluklarından itibaren mekansal sınırları evin ve yakın çevresinin korunmuş ve
homojen sınırlarıyla sınırlıdır, mekanda bulunur ama kontrol etmeyi öğrenemezler
(Weisman, 1992).
Çocuklara bakıldığında görülür ki evde mahremiyet oğlanlar için kızlara göre çok aha az
geçerlidir. Ünsal (2000), bunun belki de kızların oğlanlara göre daha çok evde olma
beklentisinden kaynaklanabileceğini belirtiyor. Kızlara evde daha katı ve kısıtlayıcı
kurallar uygulanır. Aileler kızlarının odalarına kapılarını çalarak girme konusunda çok
daha hassastırlar. Çocuklar arasında cinsiyet rolleri erken yaşlarda kazanılır. Erkekler bu
yaşlarda mevcut durumun onlara uyum sağlamasının kızlara oranla daha olası olduğunu
öğrenirler.
Ünsal (2000), erkeklere kendi mekanına sahip olma davranışı çocukluklarından itibaren
öğretildiğinden bahseder. Oğlan çocukları hobileri için cesaretlendirilir, odaları
75
babalarının çalışma odalarını çağrıştırır biçimde kitap rafları ile doldurulur. Kızların
odaları ise hep temiz ve düzenli tutulur, kullanımdan ziyade dekorasyona yönelik olduğu
öne sürülür.
Özellikle bilişsel çevrenin zincirleme öğrenme sürecini haritalama araştırmalarında
cinsiyet önemli bir kriter olarak karşımıza çıkar. Rapoport mekansal düzenlemelerde
bellibaşlı dört bilişsel alanın olduğuna inanır. Konut-topluluk ilişkisi, genel-özel ilişkisi,
ön-arka ilişkisi ve erkek-kadın ilişkisi. Yapısal biçimlenmede genel ve özel alanların
bütünleşmesi ya da ayrılmasının tanımlanmasında kültür önemli rol oynar. Appleyard(
1970), Everitt ve Cadwaller(1972), Orleans ve Schmidt(1972) tarafindan yapılan pekçok
çalışma da kadınların çevreye tepkisinin erkeklerden farklı olduğunu gösterir. Kadınların
erkeklere göre kent içinde daha az yer değiştirdiği kabulüne göre, kadınların bilişsel
şemalarının ölçek bağlamında oldukça küçük ve dar, fakat ayrıntı düzeyinde son derece
zengin olduğu ileri sürülmüş, yine kadınların haritalarının standart harita koordinatlarına
göre daha ev merkezli olduğu gözlemlenmiştir. Rapoport‟a (1969) göre temel
ihtiyaçların mekanda işlevlenmesinde önemli bir belirleyici olan kültürün öz
elemanlarının oluşmasına etki eden etkenlerden biri de toplumda kadının rolüdür (Ünlü,
1998). Bu durumun günümüz modern toplumu içinde ne derece geçerli olduğu
tartışmaya açık bir konudur.
Freudien psikoloji erkeğin cinsel uzvu ve dişinin dölyatağının insan tarafından
bilinçsizce kullanımının farkına varılmasını sağlamıştır. Bilinçli veya değil bu semboller
oldukça yaygındır. Fakat Weisman‟a (1992) göre her dik yapının erkeklik uzvu kapalı
yapının ise dölyatağı sembolü olduğu yorumu da sabit fikirliliktir Dahası gösterişli
yüksek binaların doğal olarak erkek eylemi, alçakgönüllü ölçülerde eğrisel binaların
doğal olarak dişi eylemi farzedilmesi de kadın ve erkeğin kısıtlanması anlamına gelir.
Bir binayı veya sanat eserini gözlemleyen kişi onu yapanın amaçladığından farklı
anlamlar çıkarabilir. Bazı teorisyenler mimariyi sunuşsal mekan, sosyal ve ekonomik
yapılar topluluğu ya da başka bir deyişle dişi veya erkek değerler gibi kendi dışında
anlamlar ifade eden bir dil olarak görürler. Bazılarına göreyse mimarlık sadece kendine
ve tarihine müracaat eden saf bir resmi iletişim dilidir. Anlam, mimarinin ister dışında
ister içinde olsun, yansıması hem inşa edilmiş formun hem de onu gözleme eyleminin
76
doğasındadır. İnsanı soğuktan, kötü hava koşullarından kulübeye göre çok daha iyi
koruyan mağaradan ayrılmaya kışkırtan derin bir iç güdü olmalıdır.
Hiçbir form Amerikan gökdelenlerinden daha iyi bir de sosyal rollerle cinsel anatominin
birleşimini vücüda getiremez. Gökdelenler ataerkil sembolizmin, „büyük‟, „dikilmiş‟,
„güçlü‟ gibi erkeksi marifetlerin zirvesidir. Gökdelenden bahsederken erkek önceliğine
kinaye kaçınılmazdır. Tarih boyunca dikey strüktürler kutsal erkeksi ikonlar olarak yer
alırken ev ayrılmaz bir biçimde kadınla özdeşleştirilmiştir. Eve „doğum yeri „sıcak
yuva‟, „koruyucu rahim‟, „ruhun kalbi‟ gibi imalarla yaklaşılması pek çok kültürde
yaygındır.
3.5.2 Mimarlık Ürününde Cinsiyet Kavramı
3.5.2.1 Mimarlık-Beden ĠliĢkisi
Beden ve ruh ilişkisi ile ilgili iki genel yaklaşımdan bahsedilir. Biri beden ve ruhun ayrı
ve bağlantısız olduğunu ileri sürer. Bu yaklaşıma göre bedenler nesne gibi muamele
görürüler. Diğer yaklaşım beden ve ruhun tamamen iç içe geçmiş olduğunu ileri sürer.
Her yaşayan insan daima ve kaçınılmaz olarak bir bedendir. Bedeni özne olarak gören
görüşe göre beden ve subje veya beden ve akıl birbirine bağlıdır. Beden varoluşumuzun
tek yoludur ve bizim dünyanın zengin deneyimlerine katılımımızı sağlar. Yaşayan
beden, aktiviteleri, deneyim ve ihtiyaçları tasarımın bir kaynağı olabilir. Martin
Heidegger, Mauice Merleau Ponty, Drew Leder ve David Levin‟in kavrayışlarına göre
bedenin mekanla ilişkisi sadece bir varoluş değil bir ikame etme ve harekettir. Franck‟e
(1998) göre sahip olduğumuz bedenler tek veya öncelikli duyusal modları bakış olan
mimarlar ve diğerleri için bağlı, pasif varlıklar olarak muamele görebilirler (Ünsal,
2000).
Bedenin sınırı „iç‟ ve „dış‟ arasında bir ayrım yapar. Ayrıca üç boyutlu mekanda
yerleşim ve hareketi nedeniyle bedenin kendi içinde „sol‟/‟sağ‟; „aşağı‟/‟yukarı‟;
„arka‟/‟ön‟ gibi bölünmeleri vardır. Aynı zamanda bunlar kadınsı/erkeksi, kirli/temiz,
özel/kamusal gibi zıtlıklara yönelik bireysel ya da grup değerlerini yansıtırlar.
Çin kozmolojisinde Yang , yani erkek ilke, öz ve ateşle özdeştir ve yukarıya
77
yönlendirilmiştir, eğlenceli ve erkek uzvuna aittir. Yin; dişi ilke ise suyla, pasiflik ve
korkuyla özdeştir. Çinlilere göre su feminen(dişi) bilinçsizliğini sembolize eder. Suya
daldırma, ateşi ve eni bilinci söndürür, ölüm demektir. Batı toplumlarında da kadınla
özdeş coğrafi mekan öldürücü bir uyuşuklukla karakterize edilirken , erkek mekan
canlandırıcıdır. Amerikan şehir ve banliyö ikilemi bu duruma kabul gören bir örnek
teşkil eder. Kentsel hayat ; kültürel ve entellektüel aktiviteler, güç, öfke, tehlike, anlamlı
iş, önemli dünya işleri ve erkekle özdeştir. Dişi banliyö ise güvenli, evcil, sakin, doğaya
yakın ve akılsızdır (Weisman, 1992).
Pek çok kültür, cennet ve „gök baba‟ ile yeryüzü ve „toprak anne‟ tapınmasını ayırır ve
değişik değerlendirir. Babanın yukarıdan hüküm sürdüğü yerlerde yükseklik gizli bir
erkeklik sembolü olur. Toprak ananın saygı gördüğü durumlarda ise toprak ve vadi
gizemli ve kutsaldır. Örneğin; Antik Yunanda Tanrıçaya tapan Mikenler‟in (Myceneans)
„Creton‟ saraylan toprağın güçlerine uyum sağlamak üzere tasarlanmışlardır. Bu
kültürde idael bina arazisi doğal megaron veya koruyucu dölyatağı görevi yapan
vadilerdi. İşgalci ve fetihçi Dorianlar, Mikenler‟in toprak analannın yerine gök
gürlemesini kullanan gök Tanrısı Zeus‟u koydular ve topraklarına anıtsal tapınaklar ,
yüksek dağların tepelerine kurdukları kaleler hakim oldu. Erkeğin hep yukarısı , kadının
aşağısıyla özdeşleştiği düşünce sistemine ters düşen bir örnek ise yakın zamana kadar
mimarların, kadınların odalarını kamusal mekana nazik girişlerini kolaylaştırmak için
birkaç basamak üstte yapmaları, erkeklerin odalarını ise ,beyefendilerin dönüşlerinin
dramasını en aza indirgemek için ana mekanın altına yerleştirmeleridir. Burada elbette
mekanın bir tiyatro gibi ele alınıp kadının görsel zarafetini öne çıkarma fikri söz
konusudur (Bloomer ve Moore, 1977). Bloomer ve Moore‟a (1977) göre ön,
devingenliğe doğru yönelmedir ve ahlaki olarak güç ve fazileti temsil ettiği düşünülür,
arkanın ise özel ve dünyevi imaları vardır. Nesnel fiziksel mekan da bu somatik
değerleri ele alır. Yetişkin ve misafirler eve ön kapıdan girerken dağıtıcı , hizmetçi ve
çocuklar arkadan girerler (Weisman, 1992). Hem İngiliz hem de Avusturya yöresel
mimarisinde kullamcılar için ön ve arka sınıflandırması evdeki belli odaların yerlerini
belirler. Parleur‟ ya da ön oda caddeye, mutfak ise arka bahçeye bakar . Evlerle ilintili
bir ön taraf arka taraf imajı vardır. Ön daima kamusal ve giriş taraf, kamusal ve
saygınken, arka taraf evcil aktiviteler için özel bir mekandır. Lawrence (1979), ön taraf
78
sergilenirken arka taraf kamu görüşünden saklandığını ifade eder (Ünsal, 2000).
Beden toplumun bireye aşıladığı fikirler yoluyla algılanır ve toplumun bedeni algılayışı
sosyal düzen, sosyal sınırlar ya da değişim hakkındaki düşünceleri ifade etmek için bir
sembol olabilir. Bu yüzden bedenin sağı solu, altı üstü, iyi ve kötü, temiz ve pis veya
erkek ile dişi gibi düşünceler için doğal bir metafor oluşturur.
3.5.2.2 Mimarlıkta Cinsiyet Analojileri
Vitruvius‟tan günümüze sistemin dişiyi ve bedenini dışladığı ve cinselliği bastırıldığı
gözlemlenmiştir. Toplum, kimliğini ortaya koyan kadını anormallikle, sapıklıkla,
cadılıkla suçlamıştır.
İlk olarak insan bedeni ile mimarlık arasındaki ciddi ilişkiler Vitruvius tarafından
kuruluyor. Bedenin mimariye bu sembolik dönüşümünde erkek bedeni ile doğa
arasındaki uyum ve mükemmeliyetten ve erkek bedeninin kusursuz oranlarından
bahsedilmektedir. „Tapınaklarda ve insan vücudunda bakışım üzerine‟ adlı bölümde
orantıyı „ bir yaptın öğeleri arasında bulunan ve tümünün birini olarak belirlenen bir
öğeye göre uygunluğıı’ olarak tanımlayan Vitruvius ‘öğeler arasında tıpkı fiziği düzgün
bir erkekteki gibi belirgin bir ilişki’ bulunması gerektiğini ifade ediyor (Vitruvius,
1993).
Vitruvius (1993) „Mimarlık Üzerine On Kitap‟ ın ilkinde Tanrı ve Tanrıçalarla onları
ifade ettiğini düşündüğü kolon düzenlen arasında şöyle bir ilişki kurar:
‘Minerve, Mars ve Herkül ‘ün tapınakları Dor biçiminde olmalıdır; çünkü bu Tanrıların
yiğitçe güçleri, evlerinde zarafeti tamamen uygunsuz kılar. Venüs, Flora, Proserpine,
Kaynak Suyu ve Nimf’lerin tapınaklarında ise bu zarif Tanrıçalara , ince hatları,
çiçekleri, yaprakları ve Sarmallı süs öğeleri ile gereken uyumu sağladığından, Korent
düzeninin uygulanması büyük önem taşır. Jono, Diana, Bacchus ve benzer Tanrılar için
İyon düzeninde yapılan tapınak/arda, bu Tanrıların bulundukları orta konuma uygun
olarak Dor düzeninin sertliği ile Korent düzenindeki zerafetin bir/eşimini yansıtırlar.
Bu üç düzenin kökenleri üçüncü kitapta açıkça ifade edilmiştir. Vitruvius burada
„Dor‟un çıplak ve yalın erkek güzelliğinden, „iyon‟un kadınlara özgü süslemeyi ve
79
oranları vurguladığından, „korent „in ise bir genç kızın narinliğinin taklidi olduğundan
bahseder. Vitruvius ilk kitapta bizlere Yunanistan ile Persler arasındaki savaşta Persleri
tuttukları için devletlerinin keferetini, köle olarak teşhir edilerek ve Karya halkının
ihanetinin unutulmaması için kamu yapılarına yük taşıdıkları görülecek biçimde
heykelleri yerleştirilerek ödeyen kadınların hikayesini de anlatır.
Alberti cinsiyetler arasındaki mekanı, kadın ve erkek mekanlarını farklılaştırarak
anıtlaştırır. Mimari bir saflaşmadın oysa beden mekanın saflığını, binanın temizliğini
bozan, o yüzden Alberti bedeni binadan izole etmeye çalışır. Mimari kendini bedene
karşı korumalı ve onu düzenlemelidir. Beden yanlış yönetildiği takdirde zarar verir. Bu
sebepten ayrıştırma mekanizmaları (giderler, tuvaletler) ortaya çıkmıştır. Alberti bedenin
disiplinini, kendini kontrol edemeyen kadının disiplininin uzantısı olarak görüyordu
(Ünsal, 2000).
Mimarlık tarihi boyunca çeşitli mimarların, cinsiyet analojileri kullandığı görülmektedir:
Vitruvius ve Alberti den günümüze kadar bu kullanımın yer aldığı gözlemlenmektedir.
Önceleri kötü olarak görülen ve dışlanan kadın sonraları dişil özellikler taşıyan erkek
mimarlarca veya reklam aracı olarak gasp edilmiştir.
McLeod (1994), Foucoult‟nun da „heteropia‟ söyleminin en göze çarpan yönlerinden biri
„öteki‟ fikrinin vurgusunda kadın ve çocuğun geleneksel arenalarını dışlaması olduğunu
belirtir. Mc Leod‟a göre Michael Faucoult „heteropia‟ söylemiyle biçimsel ve sosyal
olarak öteki, yani günlük yaşantımızın dışındaki fiziksel ve sosyal arenaları kasteder. Bu
sıradan olmayan yerler kapsamına müze, hapishane, hastane, mezarlık, tiyatro, kilise ,
kışla, genelev gibi günlük varlığın banalliğini kıran mekanları dahil eder. Kadınlar onun
tartışmasında genelev ve otellerde saatle kiralanan seks objeleri olarak kabul edilirler.
Ev de onun için „heteropia‟ değil bir dinlenme yeridir ki günümüz çalışan kadını için bu
kabullenilmesi zor bir durumdur. Faucoult‟un ev, park, alışveriş merkezi gibi kadının
rahat, güven ve huzur bulduğu yerlere karşı bilinçsiz bir aşağılayıcı tutumu vardır. O ve
bazı takipçileri daha az güçlü olanı daha başka bir deyişle günlük yaşamın güvenlik ve
rahatını suçun heyecanlarına tercih edeni göz ardı ederler (Coleman, 1996).
80
3.5.2.3 Mimarlıkta Mekanın Cinsiyeti
McLeod (1994), moderniteyi kadın özgürlüğü ile ilişkilendirerek Loos, kadınlara eşit
hak hareketini dişiliğin kaldırılması olarak görmüş ve bunu ‘Kadının değeri ve
değersizliği cinselliğindeki dalgalanmalara göre artıp azalmayacak artık şehvete
başvurarak değil çalışarak kazanılan ekonomik özgürlükle kadın kendini erkekle aynı
statüye getirecek ve o zaman kadifeler, ipekler, çiçekler, kurdeleler kaybolacak’
sözleriyle dile getirmiştir (Coleman, 1996).
Kurgu roman ve portreleriyle tanınan, mimari düşünce ve pratiğe de katkıları bulunan
Edith Wharton‟a göre ev, sosyal seviye ve tattan fazlasını, zihinsel durumu, ahlaki
birliktelikleri ve geleneği tanımlar. Birinin yarattığı bina veya dekore ettiği oda onun
karakterinin ifadesidir. Wharton‟un çalışmaları tam da modern mimarlık dönemine denk
düşmemekle beraber modern mimarlığa doğru mekanın cinsiyetine dair fikir ve
uygulamaları dikkate değer niteliktedir. Wharton, 19. yüzyılın dönemecinde kadınsı
uygulamalar
olanak
görülen
dekorasyon
ve
bahçe
düzenlemelerinin
mimari
uygulamanın bir parçası olduğunu düşünüyordu ve kadınsı sanatları erkeksi mimarlıkla
entegre ederek konumlarım yükseltmeye çalıştı. Romanlarında evler, kadınların yaşadığı
ve güç sahibi oldukları „kadın mekanları‟ydı. Evin dekorasyonu, onu yaratan ve içinde
yaşayan kadının gücünün ifadesiydi. „Evlerin dekorasyonu‟ kitabı hem mekanın
geleneksel cinsiyeti, hem de kadın ve erkek için yeni bir eşitlik açılımı öneriyordu.
1900‟leni başlarında misafir odası (drawing room) cinsiyetler arası etkileşimin ana
yeriydi ve kadınla özdeşleşmişti. Wharton ve onunla beraber „Evlerin Dekorasyonu‟nu
yazan, aynı zamanda Wharton‟un New Port ve New York‟taki evlerini dekore eden
Codman‟a göre misafir odası tarihsel olarak da dişi bir mekandı. Bu da şuradan
çıkıyordu: ortaçağ İngilteresinde leydi ve nedimelerinin salonun gürültülü şenliklerinden
çekildikleri yer, lord ve leydinin uyuduğu yatak odasının bir bölümüydü. Zamanla bu
bölüm yatak odasından görsel olarak ayrıldı, perdelendi. Sonra kralların sarayında
kraliçe ve bakirelerinin kullanımı için aynı bir oda oldu ve İngiliz ev planlamasının
daimi bir bölümü haline geldi (Hughes,1996). 19. yüzyılın ikinci yarısında bir başka
kadın yazar ve tasarımcı Catherine Beecher da „parleur‟u kadının dolaylı olarak politik
81
ve
sosyal
gücünü
kullanabileceği
kültürel
bir
podyum
olarak
görüyordu
(Weisman,1992).
Mekanın cinsiyeti bir tasarım yaklaşımı olarak görüldüğünde, mimarın cinsiyeti ve bunu
tasarımlarına yansıtış biçimi yönündeki farklı bir tartışmaya da yol açabilmektedir. L.
Sullivan bu açıdan mimarlık tarihçilerinin ilgisini çeken ender mimarlardan biri
olmuştur. Sullivan 1893‟te Chicago Expozisyonu için bir ulaşım binası tasarlamıştır.
Roman bazilikası formundaki bina en çok süslemeli dikdörtgen bir panelin içinde yer
alan renkli ve süslemeli altı tane iç içe geçmiş kemerden oluşan kapısı ile hatırlanır. Bu
fuardan sonra Sullivan‟ın kariyeri inişe geçmiş ve bunun nedenleri üzerine pek çok fikir
ortaya atılmıştır. Sullivan‟ın görünüşü de tamamen erkeksi değildi ve tarihçiler
tarafından feminen bir sterotip olarak tanımlanıyordu. Kimilerine göre o bir kadındı ve
cinsiyetini yaptığı işlere yansıtmıştı. Sullivan‟ın işleri tıpkı doğadaki formların. özellikle
bitkilerin işlenmesi gibi „organik‟ olanak tanımlandı. Kariyerinin düşüş yıllarında
çalışmalarında teknik olmayan bir şeyler vardı ve bu örgüsel dokunun hakimiyetiydi.
Örgünün kökeni kadının vatandaş sayılmadığı Yunan kültürüne dayanır. Freud‟a göre de
kadınlar örgüyü penisin ve onun temsil ettiklerinin yokluğunu gizlemek üzere icat
etmişlerdir. Örgünün temsil ettiği, konuşamamanın sessiz bedelidir (Bloomer, 1992).
Bloomer (1992) Sullivan‟ın iki tasarımı; Gage binasının cephe tasarımı ve Schlesinger
ve Myer Stone‟un süslemelerinin de dikkate değer nitelikler taşıdığını öne sürer. Gage
binasının kolonları erkek geometrik formunun bir parçası gibi okunabilir fakat sembolik
süslemelerin kadınsılığına katıldıklarında ortaya çıkan imaj şaşırtıcıdır: Kadın
formundan çıkan bir erkek cinsel organı. Sullivan‟ın bu tasarımıyla ifade etmeye
çalıştığı, erkeğin kadını doğurduğu olabilir. Gage‟in imajı kadınsılaşan erkektir (Şekil
3.1).
Sullivan‟ın kadınsılığı ve beraberinde getirdiği süsleme gibi olumsuzluklar kariyerindeki
düşüşe neden gösterilmiştir. Bloomer (1992) bu noktada şu soruları sorar: Acaba insan
ruhu böylesi bir değişim geçirebilir mi? Sullivan, hissettiği cinsel kimliğini kendi fiziki
görünümünde sonradan mı dışa vurmaya başladı? Yoksa baştan beri feminen bir sterotip
idiyse nasıl sadece mimarisindeki olumsuz değişime bakılarak cinsel kimliği ile
aşağılanabilir? Gerçekten bunlar mimar ve mekan cinsiyeti ile ilgili önemli sorulardır.
82
ġekil 3.1 Gage Binası (Bloomer, 1992)
Colomina (1992),Adolf Loos‟un çalışmalarını inceleyerek, tasarımlarında içe dönük
zenginliği, dışın önemsizliğini vurguladığını belirtir. Evin dışı bir yemek smokinine
benzemeli, erkek maskesi taşımalıdır. Dışarısı erkeksidir, içerisi ise cinsiyetin ve
üretimin sahnesidir‟ . Loos bunu söylerken Nietsche‟nin „modern insanın, içi ve dışı
arasındaki çatlağın faziletiyle modern olduğu‟ ifadesini tekrarlar görünür. Nietsche‟ye
göre de dış sadece „kitabın kabıdır‟, „değer‟ onun „içindedir‟.
McLeod (1994), Loos‟un ilk bina içlerinin zorlukla dişi bir imaj uyandırdığını ifade
eder. Erkeksi olmasına rağmen atmosfer ciddi değildir. Loos, kesin cinsiyet belirten
yerler tasarladığında ise göreneksel cinsiyet sterotipine uymuştur (Coleman, 1996).
83
Ona göre modern insan pencereden dışarı bakmaz, pencere ışık almak içindir.
Tasarımlarında pencereler ya opaktır ya da perdelenmiştir, mekanlara giriş de
kontrollüdür. Sofalar sırtlarını pencerelere dönerler ki oturan odayı seyredebilsin. Loos
evin içinde „tiyatro kutusu‟ kavramını ortaya atar. Moller evindeki yükseltilmiş oturma
alanı -pencereye dayanmış kanepesiyle- oturana bir hakimiyet noktası sağlar (Şekil 3.2).
Aynı şekilde Colomina (1996)‟ ya göre Muller evinin ortasındaki „kadınlar odası‟ gizli
bir kontrol noktası olma özelliği taşır. Müller ve Moller evlerindeki tiyatro kutuları dişi
mekanlardır.
ġekil 3.2 Moller Evi YükseltilmiĢ Oturma Alanı (Colomina, 1996)
84
1930‟larda Le Corbusier Cezayir‟i cinsiyetlendirerek Cezayirli kadının ülkenin kültürel
kimliğini tanımladığına dair söylemi mimariye taşımıştır. 1931 yılı onun için 12 yıl
sürecek kesintisiz bir Cezayir çalışmasının başlangıcıydı. Bu çalışma Cezayirli kadın
eskizleri ile başladı. Le Corbusier Casbah‟ı modernleştirme projelerinin eğrisel çizgileri
ile Cezayirli kadınların bedenleri arasında provoke edici bir ortaklık kurdu, bu şehri
kadın bedenine benzetti (Çelik, 1996). Le Corbusier, Cezayir‟de topladığı materyali,
figür kompozisyonu ve planları için bir hazırlık çalışmasına çevirdi. Eskizlerinin üzerine
eskiz kağıtları koyarak defalarca figürlerin konturlarını çizdi. Ayrıca Delacroix „in ünlü
resmi ‘L ‘es Femmes d‘Alger dans leur appartement’ın üzerinde çalıştı, figürlerin
siluetlerini çizdi, duruşlarını değiştirdi, dereceli olarak kendi eskizlerindeki figürlerle
onları birleştirdi. Bu son kompozisyonuna ‘L’ es Femmes de la Casbah’ dedi. Aslında
bu kompozisyonu çizmeyi hiç bitirmedi. Bu tekrar çizme süreci en şiddetli anına 1938‟
de E. 1027‟de yaptığı duvar resminde kavuştu: „Üç kadın’. E. 1027 Fransa Cop
Martin‟de beyaz bir evdi. 1926-1929 yılları arasında Eileen Gray tarafindan kendisi ve
arkadaşı Jean Bodovici için tasarlanıp yapılmıştı. Le Corbusier çizimi ‘bir yabancının
evinin ihlali’ olarak tanımladı, çizerek mekanı, şehri, ötekinin cinsiyetini işgal etti. Onun
mimarisi bazı özel işgal etme tekniklerine dayanıyordu (Colomina, 1996). Bu bağlamda,
Le Corbusier‟in Cezayir‟i kadınsılıkla özdeşleştirmesinin altında bir sömürge olmasının
yattığı düşünülebilir. Kadın nasıl zayıf ve erkeğe ait bir obje olarak görülüyorsa Cezayir
de Fransa‟ya bağlı idi. İkisi de onun için gizemli, güzel ve belki de anlaşılmazdı. Bu
işgal edilmiş ülke belki de onun işgal tekniklerine dayanan mimarisinin esin
kaynaklarından biri olmuştur (Hughes, 1996).
Eileen Gray cinsel ve coğrafi aykırılığı ile erkek kahramanların tekelinde olan (Le
Corbusier, M. van der Rohe vs.) modernist çizgiye ilk muhalefet eden mimarlardan
biridir. Onun fikir ve tasarımlarından bahsetmek, kadın tasarımcının mekana bakış
açısını göstermesi açısından önemli görülmektedir. Formel eğitimden geçmemiş bir
mimar, kadın tasarımcı, bir biseksüel, vatanının dışında bir yabancı olarak Gray „heroic
modernism‟ halkasının hep dışında tutulmuş; erkeklerin yönlendirdiği elitist mimarlar
grubunda Gray‟e tekrar tekrar bir amatör ve bir kadın olarak ne küçük bir yeri olduğu
hatırlatılmıştır. Gray‟in kadınsı duyarlılığı ve düş gücüyle insan için yaşam alanlarına
85
ilgisi onu, tasarımlarında bireyin içe dönük yaşamında odaklanan koza benzeri bir
uygunluğu yaratmaya yöneltmiştir. Tasarladığı her şey kullanıcının istekleri ne boyun
eğecek uygunluktadır. Pratiklik, rahatlık, kullanım kolaylığı, elverişlilik yaratmaya
yönelik tasarlanan ortamlar bireyin emniyet ve güven duygusunu uyandırır. Yaratılan bu
makrokozmoz bireye dış dünyanın kaosundan bir korunma sağlar. Mekan kullanıcısının
yaşamını kolaylaştırır. Gray‟in en önemli özelliği mekanı ve mobilyalarını çok amaçlı
tasarlamasıdır, her biri bireysel sonuçlara varan, alışılmadık, pratik ve esprili buluşlar,
gelişmeler ortaya koyan diyalektik yaklaşımlardır. Esneklik ve akış içerisinde bir mekan
anlayışı söz konusudur (Eroğlu, 1999).
Weisman (1992)‟a göre, Gray‟ın işleri modern hareketin zarafeti, aynı malzeme ve
mimari formları kullanımı ile birlikte insan rahatına, bedenin hareketine ve günlük
yaşamın aktivitelerine ayrıcalıklı bir hassasiyet ifade ediyordu, nesne ve mekanları
zaman içinde değişebilir ve dönüşebilirdi.
Modernitenin mekanı üç bakış açısının ayrımının yapıldığı daha geniş bir ‘soyut mekan’
sanısına dayanır: geometrik, optik, ve phallic (erkeklik uzvuna ait). Le Febvre‟nin
analizi, mekanın dönüşümü içindeki eril ve dişi prensipler olarak adlandırdıklarının
tarihinin izini sürer. Bu prensiplerin kapsamının toplumdan topluma farklı formüle
edildiğini gördüğünden bu bir gerçeklik değildir. LeFebvre ‘soyut mekan üzerinde,
erkeklik uzvuna ait yalnızlık ve arzunun kendini tahrip edişi hakim olur’. Hakimiyet
mekanları ve bugün karşılaştığımız birçok yer sadece ekonomik düzenleme şekillerinin
ürünleri değildir fakat bize sosyal ilişkilerin ve bunlar arasında cinsiyetin başka
özelliklerini yansıtırlar (Massey, 1994).
Modernizmin bir özelliği de Le Corbusier‟in yaptığı gibi „bakış‟(vision)ı tüm diğer
duyulardan üstün tutmasıdır. Modemizm hem „bakış‟ı diğer duyulardan üstün tutmuş
hem de otoriter, imtiyazlı erkek bakış açısından olaylara bakma yolunu geliştirmiştir.
Bakışın üstünlüğü diğer duyusal algıların fakirleşmesine neden olmuş ve bakışa yatırım
kadına değil erkeğe öncelikli kılınmıştır. Modernizmin anahtar figürlerinden biri de
kalabalık içinde gezinen gözleyen ama gözlenmeyen kimse „flaneur‟du ve bu kimse
kesinlikle erkekti, çünkü „saygın‟ kadın yalnız başına sokak ve parkları merak edemezdi.
Kadın da „flaneur‟un bakışın tek objesiydi (Massey, 1994). Erkekler için „flaneur‟
86
caddelerde aylak gezinen kimse figürünü zorunlu kılan modernizm kadınlar için de
„flaneuse du marche‟ (alışveriş gezgini) figürunü zorunlu kıldı (Kaçel, 1998). Bu durum
modernist alanın cinsiyetleştirilmesine (engendered) en iyi kanıttır.
Yasmeen Lary, batı tarafından modellendirilmiş prima-donna mimarların biçilmiş
rollerinde safça oynayamayacaklarını belirtmektedir. Raman bunu Lary‟in ifade
ettiğinden daha evrensel boyutta bir düşünce olduğunu söyler. Elsie Owusu,
Westminister üniversitesinde kadının mimarlığını konu alan bir tartışmada „mimarlığın
beyaz erkek tarafından beyaz erkek için tasarım mesleği‟ olduğunu belirtmiştir. Sorkin
(1991) ise ileri teknoloji binalarının stilindeki makine kültürünün karşı konulmaz
derecede erkeksi olduğunu ileri sürer. Forty, „masculine, feminine or neuter’ adlı
yazısında bu tartışmaları ilerleterek; tekrarlama ve rijitliği ile karakterize edilen makine
estetiğinin- gerçek eril özelliklerin tamamen atılıp yerine yumuşak, zeki, duygulu, esnek
makine
estetiği-
kadınsal
özellikler-nin
alıp
alamayacağının
mümkünlüğünü
sorgular(Raman, 2000).
Kadın mimarlar, sınıf, cinsiyet ayırımı yapmayacak bir bütüncül (holistic) felsefeye
ihtiyaç duyar. Lewis‟in kadın/erkek mimarlar hakkındaki fikirlerinin yer aldığı yazıda,
Qureshi tek bir niteliğin gerekli olmamasını ifade eder ve bunun perspektif sorunu
olduğunu belirtir. „kadın perspektifi ve erkek bakış açısı farklı farklıdır çünkü yaşanılan
deneyimler farklıdır, aynı şekilde düşünce süreçleri de farklıdır (Raman, 2000).
87
4. ALAN ÇALIġMASI
4.1 Alan ÇalıĢmasının Amacı
Araştırma , „gender‟ kavramının , sosyolojik boyutundan mimarlık alanına yansımasını
görmek , mimar kimliğiyle konuya bakmak , konu ile ilgili benzer- farklı görüşleri dile
getirmek amacındadır. Mimari boyutuyla „gender‟ kavramını mimar, süreç, ürün
kapsamında ele almak olanaklıdır. Bu çalışmada ele alınacak yanı , yaratıcılığın cinsiyeti
konusu üzerine olacaktır. Amaç , mimarın cinsel kimliği ile taratıcılığı arasında birebir
bir korelasyon kurmak değil; bireylerin , yaratıcılık ve cinsiyetleri arasında bir ilişki
bulunup bulunmadığı düşüncelerinin ifadesidir.
Kadının “ikinci cins” veya “öteki “ diye tanımlandığı bir dünyada kadının toplumdaki
yeri ile ilgili tartışmaları da göz önüne alarak kadının mimarideki yeri, konumu , kimliği
sorulması gerekli sorulardandır. Mimarlık oyunu içerisinde kadına verilen rolün önemi
hakkındaki eleştiriler , modernizm ile modern toplum üzerine yoğunlaştırılmıştır.
Tasarımcı kimliğine sahip mimarların, „gender‟ sorunsalına bakışları nasıldırı görmeyi
amaçlayan çalışmada kesin bir farklılık dile getirilmemiştir, konu ile ilgili hipotetik
yaklaşımlarda bulunulmuştur. Bu araştırma, mimarların, tasarımı, kavram ve süreç
açısından inceleyen, bakış açıları arasındaki farklılıkları ortaya koyan ve farklılıkların
sebeplerinin neler olabileceğini araştıran bir çalışma niteliğindedir.
Araştırma, tasarım bilgisine bakış nedir, kaynakları nelerdir, tasarımcı bilgiyi nasıl
ölçmekte şeklinde gelişmektedir. Tasarım sürecinde bilginin kullanımına bağlı olarak
yaratıcılığın kendini gösterdiği aşama veya alanlar varmıdır‟ın sorgulanması
araştırmanın parçasıdır. Tasarım sürecine etki eden faktörler , bunların kişiden kişiye
nasıl farklılaştığı görülmeye çalışılmıştır. Tasarım ürünü olarak görülen sonuç üründe
88
ortaya çıkan -çıkmayan , tasarım özelliklerini yansıtan yansıtmayan özelliklerinin olupolmadığı konusu irdelenmiştir.
4.2 Alan ÇalıĢmasının Yöntemi
Çalışma , kuramsal modelin geliştirilmesine katkıda bulunmak üzere düzenlenmiş ve
ağırlıklı olarak açık uçlu sorular içeren bir anket çalışmasından meydana gelmektedir
(Ek A).Sorular temelde şu üç amaca yöneliktir.
Mimarların profilini ( yaş, cinsiyet, mesleki deneyim) ortaya konulması,
Mimarların kavramı nasıl tanımladıkları ve kavramların yapısını belirlemek,
Mimarların imgesel ve kuramsal birikim olarak konu ile ilgili düşüncelerini
belirlemektir.
Anket üç grup ve toplamda 15 sorudan meydana gelmektedir. İlk bölümde , yaratıcılığı
tutum boyutunda ölçmeyi amaçlayan (mesleğe uygun olması bakımından Torrance‟ ın
yaratıcı kişi tanımından faydalanılmıştır),
“how creative are you” – ne kadar
yaratıcısınız? – ölçeğine yer verilmiştir. Burada yaratıcılık tanımlarından yararlanılarak
genel ve özel ifadeler olmak üzere bireylerin bunlara katılıp katılmadıkları yaratıcılıktan
ne anladıkları ve yaratıcılık davranışları ölçülmeye çalışılmıştır. Yine katılımcıların,
tasarım bilgisi kavramını nasıl algıladıkları, tasarımlarına ve tasarımcılıklarına etkisi
olduğunu düşündükleri durumlar anlaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın yoruma dayalı
ikinci kısmında mimarlara tasarım süreçlerinin tasarımcı kimliklerinin tanımına dayalı
kavramlar verilerek bu konudaki görüşleri alınmıştır. Bu bölümdeki soruların bir kısmı
Nurbin Paker (2001) „in tezinden alınmıştır. Bu sorular neticesinde tasarımcının tasarım
süreci boyunca izlediği yol çözüm arama davranışları incelenmiştir. Son kısımda ise
tasarım ve tasarımcı kimliği arasındaki ilişkiyi araştıran yaklaşımda sorular
görülmektedir. Katılımcıların daha önceki bölümlerde vermiş oldukları cevaplar
paralelinde „gender‟ kavramına bakışları yaratıcılık – cinsiyet ilişkisinin farkındalığı
araştırılmaya çalışılmıştır.
Araştırma, yorumların değerlendirilmesi ile yapılmaktadır. Açık uçlu bir çalışma
olmasına engel olmak üzere cevapların sınıflandırılmasının yapılması gerekliliği
oluşmuştur. Bu amaçla çalışmaya katılanların cinsiyetleri, mesleki deneyim yılları,
89
mezuniyet yılları sorulmuştur. Analiz kısmı içerisinde elde edilen bulgular çeşitli
tablolarla gösterilmiştir.
4.3 Alan ÇalıĢmasının Sınırları ve Kapsamı
Alan çalışmasına toplam 103 kişi katılmıştır. Bunlardan 51 „i İ.T.Ü „de 2001-2002
döneminde yüksek lisans ve doktora programlarına devam eden mimarlardır, diğer 52
kişi ise İstanbul‟ daki çeşitli mimari bürolardaki yönetici ve çalışan mimarlar ve
belediyelerde
çalışan
memurlar
ve
üniversitelerin
ilgili
bölümlerindeki
akademisyenlerdir. Katılımcıların 62‟si kadın , bunların 31 „i 2 yıldan az , 9‟u 2ile 5 yıl
arası, 22 ise 5 yıldan fazla mesleki deneyimine sahiplerdir. Katılımcıların 41 „i erkek,
bunların 17 „si 2 yıldan az , 6 „sı 2-5 yıl , 18 „i 5 yıldan fazla mesleki deneyime sahip
mimarlardır. Mesleki deneyimleri ve çalışma ortamlarına göre çeşitlilik gösteren
katılımcıların cevapları arasında çeşitlilikler gözlemlenmiştir. Araştırmaya katılan
mimarlara gelir durumları, kökenleri, aile durumu ile ilgili sorular sorulmamıştır. Bu
konuları da içeren daha kapsamlı bir çalışma başka bir araştırmada incelenmeye
değerdir.
Araştırmanın sağlıklı olması açısından deneklerden anket sorularına sınırlı sürede cevap
vermeleri istenmiştir. Açık uçlu soru formlarının sorulmasındaki amaç , araştırmacının
yönlendirici niteliğini en aza indirgeyerek, katılımcının, kendi sınırlandırılmamış , özgün
ifadesini kullanması ile , önceden tahmin edilme olasılığı olmayan yanıt türlerinin
dolayısıyla da , daha geniş kapsamlı koşullandırılmamış veri ve değişkenlerin ortaya
çıkmasını
sağlamaktır.
Araştırma,
bireysel
yorumların
değerlendirilmesine
dayanmaktadır.
4.4 Bulguların Değerlendirilmesi
İnsanın epistemolojik kurgularının altyapısı (biyolojik +bilişsel) , görsel, kavramsal ,
deneyimsel girdileri ile bunların bir değer sistemi süzgecinden geçmesi sonucu tasarım
bilgisi veya bilgi oluşmaktadır. Mimarlığın doğası gereği bilgi ve tasarım süreci arasında
ayrılmış bir bağın bulunduğu kabul edilmektedir. Tasarımcılar, tasarım süreci boyunca
gerçekleştirdikleri her adımda farkı”bilgi” ve “bilgi setleri” kullanmaktadır. Tasarım
90
bilgisi objektif ve subjektif faktörlerin kombinasyonunun ürünüdür. Objektif faktörler
değişken olmasına rağmen yanında subjektif faktörler olabilir. Bu bilgiler tasarımcıların
geçmiş deneyimleri, tercihleri ve algıları yanında; bilginin deneyimle kazanıldığı
görüşüne bağlı olarak, süreç boyunca geçerli kalınan deneyimle ilgili disiplin
pratiklerinin oluştuğu paylaşımlar bütününde oluşmaktadır.
Mimarların bu bağlamda ki soruya ilişkin cevap yüzdeleri ; kadınlar %63, erkekler
%76 „dır. Cevaplar arasındaki objektif ve subjektif olarak görülen faktörler Tablo 4.1 ve
Tablo 4.2 de gösterilmektedir. Cevaplarda objektif faktörler açısından ifade edilen
kavramlar erkek/kadınlar arasında ağırlık yüzdelerinin sıralanmasına göre benzerlik
gösterir. Soruyu cevaplandıran %33‟ lük kısım eğitimi cevapları arasında yazmıştır.
Cevaplar arasında %28‟ lik dilimde görülen çevre faktörü de ikinci sıradaki objektif
faktörlerdir. Bu faktörlerdeki ağırlıklı cevap sırasıyla, kültür (%23), maddi imkanlar
(%18), yönetmelik (%3) takip etmektedir. Verilen cevaplar birden fazla faktörü
belirtmektedir. Cevap veren erkekler arasında ise eğitim ve çevre %26‟ lık ağırlıklı
yüzde ile en çok belirtilen faktörler arasındadır. Bunu %21 ile kültür, %16 ile ekonomi,
%10 ile politika ve sistem ile bilim ve teknoloji takip etmektedir.
Tablo 4.1. Tasarım Bilgini OluĢturan Objektif Faktörler
POLĠTĠKASĠSTEM
BĠLĠMTEKNOLOJĠ
YÖNETMELĠK
MADDĠ
ĠMKANLAR
ERKEK
KADIN
KÜLTÜR
ÇEVRE
EĞĠTĠM
%0
%5
%10
%15
%20
%25
%30
%35
Subjektif faktörler arasında adı geçen faktörler yoğunlukla , kişinin kendisi ,eğilimleri,
hayat tarzı, psikolojik durumu , yeteneği yer almaktadır. Cevap verenler arasında
91
kadınların %31 „i , erkeklerin %16 „sı kişinin kendisini , kadınların %26 sı ile erkeklerin
%26 „sı deneyimlerini subjektif faktörler arasında ifade etmişlerdir.
Tablo 4.2 Tasarım BĠlgisini OluĢturan Subjektif Faktörler
DIġARDAN BESLENME
SEZG Ġ
ANALĠTĠK DÜġ. YET.
ALG ILAMA BECERĠSĠ
YÖNTEM BĠLG ĠSĠ
ERKEK
KADIN
ARAġTIRMACI KĠġĠLĠK
SENTEZ YETENEĞ Ġ
YETENEK
PSĠKOLOJĠK DURUM
DENEYĠM
KĠġĠ
%0
%5
%10
%15
%20
%25
%30
%35
Cevap veren kadınların %18‟i kişinin psikolojik durumunun etkisini ifade ederken,
cevap veren erkeklerin arasında %3‟lük bir kısım bundan söz etmektedir. Bu kategoride
kadınların vermiş olduğu diğer faktörler; yetenek (%15), sentez yeteneği (%10 ),
araştırmacı kişilik, çalışkanlık (%10), yöntem bilgisi (%8), algılama becerisi (%8),
analitik düşünme yeteneği ( %5) ve sezgi (%5) olarak ifade edilmiştir. Erkeklerin vermiş
olduğu cevaplardaki diğer faktörler ise; yaratıcı yetenek (%13), dışardan beslenmeözgürlük-istekler (%13), araştırmacı kişilik ve algılama sentez ve ilişkin yetenektir
(%18) . Bu kategoriye cevap verenler arasında 5 yıldan fazla mesleki deneyimi olanların
cevapları arasında en çok görülen cevap kişinin kendisi (yetenek, hayata bakış
açısı,görüşleri, psikoloji, deneyimleri ) olmuştur.
İkinci aşamada mimarlara yaratıcı tutumlarını belirlemek amacı ile birtakım tanımlar
verilmiştir. Bu kategoride katılım %90 civarındadır. (Tablo 4.3)
Yaratıcılık, sorunlara, bozukluklara duyarlı olmaktır ifadesine kadınların %44‟ ü ,
erkeklerin %55 „i katılırken , kadınların %22 „si, erkeklerin %13‟ ü buna
katılmadıklarını ifade etmişlerdir.
92
Tablo 4. 3 Yaratıcı Tutum Testi
Katılıyorum
Yaratıcılık, sorunlara duyarlı
olmaktır.
Yaratıcı birey, ileri bir estetik
duyarlığa sahiptir.
Bilginin kaynağı, içeriğinden
önemlidir.
Başkalarının beğenisine bakmadan
yeni fikirler yaratmaktan hoşlanırım.
Yöntemimi rahatça değiştirebilirim.
Tek başıma çalışmayı tercih ederim.
Benzerlik kurma,hayal gücü,analiz
tasarım sürecimde yer alır.
Tek bir öneriyle çözüme varırım.
Analiz kısmında hızlı,sentez de
yavaşım.
Motivasyon sorunu yaşamam.
yaşamam.
Az Katılıyorum
Katılmıyorum
Tecrübe
Kadın
Erkek
Kadın
Erkek
Kadın
Erkek
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
10
3
11
24
17
5
12
34
3
1
2
6
20
5
17
42
15
3
16
34
11
3
5
19
29
7
20
56
2
1
3
12
3
6
21
7
1
11
19
7
2
12
21
7
3
4
14
1
2
2
5
12
5
14
31
10
3
14
27
8
2
5
15
16
6
16
38
2
1
2
5
3
1
4
8
5
3
8
16
9
4
6
19
1
4
4
9
8
3
2
13
10
3
4
17
7
4
2
13
9
1
6
16
2
1
3
4
1
3
8
9
1
2
12
14
4
9
27
4
4
4
12
5
2
7
14
2
2
2
6
2
1
2
5
3
2
3
8
4
1
8
13
3
1
2
6
3
1
5
9
5
1
3
9
5
2
5
12
6
4
10
25
4
2
34
3
1
4
9
1
9
19
1
1
23
7
17
47
9
4
10
23
5
3
1
9
4
1
5
2
6
8
9
1
11
21
2
1
3
3
3
3
1
5
9
1
2
3
11
5
14
30
8
3
4
15
6
3
9
Yaratıcı birey, ileri bir estetik duyarlığa sahiptir ifadesine kadınların %62 „si ,
erkeklerin ise %39‟ u katılmaktadır. Kadınların %19‟ u, erkeklerin %22‟ si ise
katılmamaktadır. Bu kategorideki cevaplar arasında yaratıcı kişinin illede estetik
duyarlılığa sahip olması gerekmediği belirtilmiştir.
Bilginin kaynağı içeriğinden önemlidir ifadesine kadınların %64‟ ü, erkeklerin %66‟
sı katılmamaktadır. Kadınların %11‟ i, erkeklerin %16‟ sı ise katılmaktadır. Bu durumun
farklılık göstereceği de belirtilmiştir.
93
Bireylere yönelik sorulan başkalarının beğenmesine bağlı kalmadan , yeni fikirler
yaratmaktan hoşlanırım kadınların %71‟ i, erkeklerin %80‟ i katılmışlardır. Kadınların
%9‟ u ise buna bazı durumlarda katıldıklarını bazı durumlarda katılmadıklarını ifade
etmişlerdir.
Bir soruna belirli bir yaklaşım yarar sağlamayınca yönteminizi değiştirebilir misiniz
sorusuna kadınların %67„si, erkeklerin %71‟ i olumlu cevap vermişlerdir. Kadın ve
erkeklerin %8‟i ise olumsuz düşünmektedir.
Grup halinde çalışmayı, tek çalışmaya tercih edip etmeyecekleri sorulduğunda ,
kadınların %35‟i grup, %35‟i tek başına , erkeklerin %41‟i tek başına çalışmayı tercih
edeceklerini belirtmişlerdir.
Mimarlara tasarım süreçlerinde benzerlik kurma, hayal gücü ve analiz olguları yer
alıp almadığı sorulduğunda, kadınların %93‟ü , erkeklerin %93‟ü yer aldığını
belirtmişlerdir.
Deneklere tasarım probleminde tek bir öneri ile mi çözüme gittikleri sorulduğunda,
kadınların %81‟i , erkeklerin %73 „ü buna olumsuz cevap vermişlerdir.
Tasarım süreçlerinin hangi aşamasında hızlı oldukları sorusu sorulduğunda kadınların
%38‟i analizde %41 „i sentezde daha hızlı olduklarını belirtirken , erkeklerin %25 „i
analizde daha hızlı olduklarını % 41 „i ise sentezde hızlı olduklarını belirtmişlerdir.
Son olarak motivasyonla ilgili sorulan sorudan çıkan neticeye göre kadınların %49 „u
bazen motivasyonla ilgili sorun yaşadıklarını, %35 „i böyle bir sorun yaşamadığını
belirtirken , erkeklerin %47‟si motivasyon sorunu yaşamadıklarını, %27‟si bazen
yaşadığını, %27 ise yaşadığını belirtmişlerdir.
Yaratıcılıkla ile ilgili verilen tanımlar göz önüne alınarak
cinsiyetler arasında
herhangi bir farklılık olup olmadığı deneklere sorulmuştur. Soruya cevap verme oranları
kadınlarda toplam %90, erkeklerde %80‟ dir. Soruya cevap veren kadınların %64‟ü
cinsiyetler arasında yaratıcılık kavramları bakımından herhangi bir farklılığın olmadığını
94
belirtmişlerdir. Kadın- erkek konusunun kültürel bir olgu olduğu dile getirilerek
yaratıcılık kavramının daha evrensel boyutta olduğu ifade edilmiştir.
Mesleki deneyimi 5 yıldan az olan kadın mimarlar, kadın/erkek cinsiyetleri arasında
belirtilen konuda bir farklılık olabileceğini söyleyerek şu noktalar üzerinde
durmuşlardır.
- Kadınların estetik duyarlılığı daha fazladır
- Analiz süreci ile ilgili farklılıklar
- Takım çalışmasında erkekler daha başarılı
- Detaylarda kadınlar daha hassas, bu yüzden de tasarım süreci daha uzun
- Kadınlar daha duyarlı
- Kadınlar daha sabırlı
- Motivasyon konusu erkekler için daha az sorunlu
- Yetiştirilmeden kaynaklanan farklar
Mesleki deneyimleri 5 yıldan fazla olan kadın mimarlar arasında farklılık belirtilen
hususlar;
- Kadınların detaylarda daha fazla takılması, amacı gözden kaçırması
- Erkekler daha fazla sorun çözmeye, kadınlar ise olasılıkları araştırmaya yatkın
- Kadınların sezgi ve duyarlılıkları daha güçlü
- Kadınlar için grup çalışması daha kolay
- Kadınlar bir problem çözümünde daha sabırlı
- Kadınların hayal gücü daha geniş olmasıyla beraber karar vermeleri daha güç
- Erkekler işlerine bütün olarak yoğunlaşabilirler bu da daha yüksek motivasyon sağlar.
Bu cevaplar arasında en çok belirtilen farklılık noktaları; yetiştirilme tarzı, detaylar ve
estetik konulardır.
Erkeklerin cevap verme oranı %80‟dir. Cevap veren erkekler arasında böyle bir
farklılığa katılmayanların oranı ise %67‟dir.
5 yıldan az mesleki deneyime sahip erkek mimarlar arasında farklılık belirtilen hususlar:
- Bakış açılarından kaynaklanan farklılıklar
- Kadınların motivasyon sorununu daha yoğun yaşadığı
95
- Kadınların sentezde daha yavaş olduğu
- Başkalarının beğenisinin kadınlar için daha önemli olduğu
- Yöntem değiştirmede kadınların daha tutucu olduğu ve değişim gerekiyorsa yöntemi
değiştirme yerine kökten değişimi tercih etmeleri hususlarıdır.
5 yıldan fazla mesleki deneyime sahip erkek mimarlar arasında farklılık belirtilen
hususlar:
- Kadınların duygusal yoğunluğunun fazlalığı
- Dünyayı kavrayıştan kaynaklanan farklılıklar (referans olarak J. Hejduk‟un böyle bir
farklılığın var olduğunu işaret etmesi verilmiştir)
- Hayal gücü ve analiz yeteneklerinin daha fazla olması hususlarıdır.
Verilen cevaplardan herhangi bir belirli- tanımlı sonuç çıkmamakla beraber kadın- erkek
farlılığının biyolojik olmasının yanı sıra kültürel bir olgu olduğu düşünülmektedir.
Yapılan görüşmelerden, bunun tasarımdan bağımsız düşünülmesi gerektiği, sosyolojik
boyutlu incelenmesi gerekli bir konu olduğu belirtilmiştir.
Bir diğer kategoride ise, sosyal çevrenin kişilerin tasarımı üzerinde olumlu olumsuz
etkileri irdelenmiştir. Bu kategoriye erkeklerin cevap verme oranı %80‟dir. Cevap
verenlerin %9‟u ise tasarım sürecine sosyal çevrenin etkisi olmayacağını ve de olmaması
gerektiğini belirtmişlerdir. Ayrıca bu cevaplar da kim için hangi sosyal çevrede tasarım
yapıldığının önemli olduğu ifade edilmektedir. Verilen olumlu cevaplar (Tablo 4.4)
arasında, serbest düşünceye ve farklı fikirlere sıcak bakıldığı sürece sosyal çevrenin
olumlu bir etkisi olacağı, yüksek düzeyde katılımcı sosyal çevrenin eleştirel açıdan
tasarımcının kalitesini arttırmasında olumlu bir etkisi olacağı , tasarımın içeriğinin
belirlenmesinde olumlu olacağı belirtilmiştir. Çevrenin beklentilerine cevap verme
zorunluluğu, çevre düzeyi oranında tasarımları kabul ettirmenin bir handikap olarak
görülmüştür. Bunun dışında düşük seviyedeki sosyal çevrenin tasarımların gelişimini
olumsuz etkileyeceği belirtilmiştir. Bir görüşte, sosyal çevre dinamikleri, tasarımın
yaratıcı gücünü sınırlayıcı bulunmuştur. Olumsuz etkileri gösteren grafik Tablo 4.5 tir.
Bunun dışında kültür, yaşam standartı, ekonomi olumlu ve olumsuz bakımdan
tasarımları etkilemektedir. Kadınların cevaplama oranı %82„dir. Cevap verenlerin
%12‟si tasarımı direkt etkileyen sosyal çevrenin seçilemeyeceğini bunun göreceli
96
olduğunu belirtmektedir. Ayrıca tasarım sürecine değil uygulamaya ilişkin etkileri
olduğu iddia edilmiştir. Diğerleri ise sosyal çevrenin destekleyici ve köstekleyici
etkilerinin olabileceğini savunmuşlardır.
Katılımcılar sosyal çevreyi, tasarımcı çevresi, tasarım çevresi, müşteri çevresi olarak
sınıflandırdıkları görülmektedir. Tasarıma veri olması açısından çevrenin olumlu
olduğu, ürün oluşum aşamasında ise çevreden izole olunması, bağımsız olarak tasarım
yapılması gereğinden bahsetmişlerdir. Verilen cevaplar arasında en çok görülenler;
sosyal çevre ile olan iletişim zenginliğinin paralelinde tasarım zenginliğinin olduğu
düşüncesi, sosyal çevrenin işlevsel, görsel, işitsel her türlü kalitesindeki gelişmişliğin
tasarım sürecini olumlu etkileyeceği düşüncesi, geniş bakış açısı sağlaması ve zamana
uygunluk açısından olumlu etkileri görülmesi düşünceleri yer almaktadır.
Tablo 4.4 Sosyal Çevrenin Olumlu Etkileri
YAġAM STANDARDI
ZAMANA UYGUNLUK
YÖNETMELĠK
KÜLTÜR
ERKEK
YARATICILIK
KADIN
ANALĠZ-VERĠ
ĠLETĠġĠM ZENG ĠNLĠĞ Ġ
G ÖRG Ü-DENEYĠM
MOTĠVASYON
G ENĠġ BAKIġ AÇISI
%0
%5
%10 %15 %20 %25
%30 %35
Katılımcılar tasarımın, içinde bulunduğu sosyal çevrenin ihtiyaçlarını karşılaması ve
sosyal çevreye hizmet etmesi gerekliliğini savunmuşlar ve sosyal çevrenin sunduğu
olanaklar nedeniyle “farkındalığı “ olumlu yönde etkilediği belirtilmiştir. Para darlığı,
zaman darlığı, beğeni farkları, önceliklerden kaynaklanan olumsuz etkilerden de
bahsedilmiştir. Sağlıksız, kötü, düzensiz bir çevreninde tasarıma olumsuz bir etki
yapacağı söylenmiştir. Ayrıca çevrenin motivasyonu da olumlu veya olumsuz etkilediği
belirtilmiştir.
97
Mesleki deneyimi 5 yıldan az olan tasarımcılar çevreden gelen eleştirileri olumsuz ele
alırken, 5 yıldan fazla deneyimliler eleştirel bakışın tasarım kalitesini artıran etkisinden
bahsetmişlerdir. 5 yıldan az deneyimli kadın/erkek tasarımcılar karar verme aşamasında
sosyal çevreden izole olmanın gereğini savunmuşlardır. Ayrıca kadınlar sosyal çevrenin
motivasyonlarını olumlu –olumsuz etkilediğini ifade etmektedirler.
Tasarım problemi ele alış tarzları deneklere sorulduğunda kadınların %85 „i
erkeklerin %90‟ nın vermiş olduğu cevaba göre, klasik analiz, sentez değerlendirme
sürecinin takip edildiği görülmüştür.
Tablo 4.5 Sosyal Çevrenin Olumsuz Etkileri
KÜLTÜR
ZAMAN
POLĠTĠKA
ELEġTĠRĠLER
ĠSTEKLER
ERKEK
BASKILAR
KADIN
KALIPLAR
BEĞ ENĠ FARKLARI
YARATICILIK
EKONOMĠK ġARTLAR
KALĠTESĠZ ÇEVRE
MOTĠVASYON
%0
%5
%10
%15
%20
%25
%30
%35
Buna deneyime göre yer yer geri beslemeli süreç de eklenmektedir. Kadınların %8‟i,
erkeklerin %5‟i böyle belirli bir tarzın olmadığını bunun tasarımın içinde bulunduğu
duruma göre değişeceğini söylemişlerdir. Bilgiler ve girdiler sürecine müşteri talepleri,
fikir alışverişi, tartışma ve doğru sorular sorabilme kavramları da eklenmiştir. Kadınların
verdiği cevaplarda (Tablo 4.6) kullanıcıyı tanıma kavramı yer alırken
birden fazla
alternatif üretme eylemi sıkça görülmektedir. Benzer örnekleri inceleme ve doğru
sorular sormak da bu kategoride kadınların vermiş oldukları cevaplar arasında yer
almaktadır. Erkeklerin vermiş olduğu cevaplara (Tablo 4.7) göre tasarım sürecinin
bilgiler girdiler süreci olarak adlandırıldığı görülmüştür. Fikir alışverişi, tartışma bu
kategoride erkeklerin verdiği diğer cevaplar arasındadır.
98
Tablo 4.6 Tasarım Problemine Kadınların YaklaĢımı
ALTERNATĠF ÜRETME
KADIN
DOĞ RU SORU SORMA
MÜġTERĠ ĠSTEKLERĠ
ÖRNEKLERĠ ĠNCELEME
KULLANICIYI TANIMA
ALG ORĠTMĠK
HOLĠSTĠK-G ERĠ BESLEMELĠ
%0 %5 %10 %15 %20 %25 %30 %35
Tablo 4.7 Tasarım Problemine Erkeklerin YaklaĢımı
ÇÖZÜME DÖNÜK SENTEZ
PROBLEMĠ TANIMA
MÜġTERĠ ĠSTEKLERĠ
FĠKĠR ALIġVERĠġĠ
SPONTANE
G ERĠ BESLEMELĠ
%0
ERKEK
%5 %10 %15 %20 %25 %30 %35 %40 %45 %50
Tasarımcılara tasarım süreçleri boyunca , kendilerini başarılı ve başarısız buldukları
konular sorulduğunda ise alınan cevaplar, kadınların tasarımda başarılı oldukları konular
Tablo 4.8, erkeklerin başarılı oldukları konular ise Tablo 4.9‟ta, kadınların tasarımda
başarısız oldukları konular Tablo 4.10, erkeklerin başarısız oldukları konular ise Tablo
4.11‟ de gösterilmektedir.
Bu kategoride cevap verme oranı %80 dir. Buna göre kadınlar kendilerini amaca uygun
tasarım üretme (%14) , analiz (%12), konsept oluşturma (%6), fonksiyon çözümü (%6),
esnek düşünebilme , detay ve birden çok alternatif üretme konusunda başarılı bulurken
analiz aşamasında fazla dağıldıklarından ve müşterinin aşırı istekleri ile uğraşmaktan
dolayı zaman kaybı yaşadıklarını belirtmişler, sentez, maliyet , yapı bilgisi , motivasyon,
ifade ve zaman konusunda başarısız bulmuşlardır.
99
Tablo 4.8 Tasarım Sürecinde Kadınların BaĢarılı
Oldukları Konular
TASARIM
KADIN
ANALĠZ
KONSEPT OLUġTURMA
FONKSĠYON ÇÖZÜMÜ
DETAY
KURGU
SORUN ÇÖZME
ALTERNATĠF ÜRETME
TASARIM ĠLKELERĠNĠ SAPTAMA
ESNEK DÜġÜNME
%0
%5
%10 %15 %20 %25 %30 %35
Tablo 4.9 Tasarım Sürecinde Erkeklerin BaĢarılı
Oldukları Konular
ERKEK
SONUÇLANDIRMA
YÖNETMELĠKLERE
HAKĠMĠYET
MALZEME SEÇĠMĠ
FONKSĠYON
ĠHTĠYAÇLAR
MOTĠVASYON
UYG .BĠLĠR
TASARIM
ĠNSANLARI
ANLAMA
%0
%5
%10
%15
%20
%25
%30
%35
Erkekler ise kendilerini tasarıma başlangıçta başarısız bulurken devam konusunda ve
problemi tanımada başarılı bulmuş konsantrasyonlarını yitirmediklerini , uygulanabilir
tasarımlar yaptıklarını belirterek dıştan gelen taleplere karşı sabır gösteremediklerini de
ifade etmişlerdir. Mesleki deneyimin 5 yıldan az olanların vermiş olduğu cevaplara göre
erkekler kendilerini analiz, veri toplama ve biçimsel sorunlar konusunda başarısız
bulmaktadır. 5 yıldan fazla deneyimlilerde ise nesnel verilerin artması ile başarısız
olunduğundan bahsedilmektedir. Kadınlarda ise 5 yıldan az deneyimi olanlarda ifade,
zaman konularındaki başarısızlıktan, 5 yıldan fazla deneyimlilerde ise çözüm sürecinde
bir tıkanmada , esnek düşünememekten ve uygulama zorluklarından bahsedilmiştir.
100
Tablo 4.10 Tasarım Sürecinde Kadınların BaĢarısız
Oldukları Konular
KADIN
ZAMAN
UYGULAMA
YAPISAL BĠLG Ġ EKSĠKLĠĞ Ġ
MOTĠVASYON
ĠFADE
DEVAM
MALĠYET
YARATICILIK
%0
%5
%10
%15
%20
%25
%30
%35
Tablo 4.11 Tasarım Sürecinde Erkeklerin BaĢarısız
Oldukları Konular
ERKEK
ANALĠZ
ESTETĠK YÖN
SABIR
DETAYLAR
BAġLANG IÇ
BASKI
ESNEK OLMA
%0
%5
%10
%15
%20
%25
%30
%35
Tasarımcılara tasarım problemine çözüm üretirken çözüme ulaştıracak yöntemin
belirlenmesinde veya gerekli bilgi gruplarına erişmede nasıl bir yol izlemeyi tercih
ettikleri sorusu sorulduğunda her iki grup verilen kavramlara öncelik sıralarına cevap
vermiştir. Erkeklerin cevaplarında soru listesi hazırlama ilk sırada yer alırken bunu
sırasıyla yayın taraması yapmak, kavramlar arası ilişkilerden faydalanmak, benzerlik ve
zıtlıklardan yola çıkmak ve beyin fırtınası yapmak takip etmektedir. Kadınların vermiş
olduğu cevaplarda ise beyin fırtınası yapmak ilk sırada olup bunu soru listesi hazırlama ,
kavramlar ilişkilerden faydalanma, yayın taraması yapma, benzerlik ve zıtlıklardan yola
101
çıkmak takip eder. Katılımcıların, bu kavramların bir kısmının, duruma veya konuya
göre değişiklik göstereceği , bazılarının yapılıp yapılmayacağına o anki koşullarda karar
verdikleri gözlemlenmektedir. Ayrıca 5 yıldan fazla mesleki deneyime sahip olan
tasarımcılar tarafından çevresel faktörleri göz önünde bulundurma, konuyla ilgili
insanlarla görüşmeler yapma ve daha ontolojik anlamda soru cevap aşaması da belirtilen
diğer yöntemlerdir. Kavramlar arası ilişkilerden yararlanma ve benzerlik ve zıtlıklardan
yola çıkma yönteminin tasarımcılar tarafından pek kullanılmayan bir yöntem olduğu
görülmüştür. Beyin fırtınası ve yayın taraması yapmak kullanılan yöntemler arasında
bulunmaktadır.
Tasarım süreci sonunda elde edilecek ürünün genel olarak karşılaması gerektiği
düşünülen en önemli özellikleri öncelik sırasına göre her iki grup tarafından
belirtilmiştir. Bu kategorideki cevaplar bakımından erkek ve kadınların sıralamaları
benzerdir; program, ihtiyaç vb. karşılaması , mekansal kurgu , ilkesel kurgular , yapısal
sistemlerin karşılanması , estetik , maliyet , farklı biçim arayışı . Verilen cevaplarda
bütün kavramların aynı öncelikle ele alınması gerektiği , hepsinin iç içe olduğu
dolayısıyla sıralama yapılamayacağı da belirtilmektedir. Hepsinin aynı anda başarılı ve
öncelikli olduğu durumlarda tasarımın başarısından bahsedilmektedir. Ayrıca bu
özelliklerin her tasarım sorunu için öncelik – sonralıklarının değişebileceği belirtilmiştir.
Bir başka görüşte ise estetiğe bakılmaması gerektiği , işlevsel olunca estetiğinde olacağı
düşüncesi dile getirilmiştir.
Tasarımcılara yaratıcılıklarının kısıtlandığı alanlar sorulduğunda her iki grupta
öncelikli olarak maddi olanaksızlıkları kadınların %50 „si, erkeklerin %43‟ü örnek
vermişlerdir(Tablo 4.12, Tablo 4.13). İkinci planda müşteri istekleri ve kısıtlamalar
kadınların %36‟sı erkeklerin %24‟ü söz edilmiştir. Bunun yanında uygulama zorluğu,
imar mevzuatı ve alt yapı kadınların %22‟si, erkeklerin %15‟i belirtilen diğer konulardır.
Kadınların %14‟ü, erkeklerin %14‟ü arsa ile ilgili , programla ilgili vb. yoğun verilerin
yaratıcılıklarını kısıtladıklarını söylemişlerdir. Bunun dışında teknik konulardaki bilgi
eksikliği, çevresel verilerin çok yoğun olması, katı ihtiyaç listesi, yasal engeller, dış
müdahaleler , sürenin darlığı , çalışma ortamı , kaynak azlığı ve ekip uyumsuzlukları
diğer engel teşkil eden alanlar olarak belirtilmiştir. 5 yıldan fazla mesleki deneyime
102
sahip tasarımcılar mal sahibi, yönetmelik, maliyet, zaman, 5 yıldan az deneyimliler ise
teknolojik yetersizlik, malzeme, strüktür ve yetersiz, eksik bilginin yaratıcılıklarını
kısıtladığını düşünmektedir. Ayrıca 5 yıldan az deneyimlilerin vermiş oldukları cevaplar
arasında yaratıcılığın kısıtlanamaz olduğu iddiaları da yer almaktadır.
Tablo 4.12 Kadınlarda Yaratıcılığın Kısıtlandığı Alanlar
MALĠYET
ĠġVEREN
YASA
ARSA, PROGRAM
YAPISAL SĠSTEM
ZAMAN
UYG ULAMA G ÜÇLÜKLERĠ
TEKNOLOJĠK ĠMKANLAR
DIġ MÜDAHALELER
KADIN
MOTĠVASYON
%0
%10
%20
%30
%40
%50
Tablo 4.13 Erkeklerde Yaratıcılığın Kısıtlandığı Alanlar
ERKEK
MALĠYET
ĠġVEREN
YASA
ARSA, PROGRAM
TEKNOLOJĠK ĠMKANLAR
YAPISAL SĠSTEM
ZAMAN
G EREKSĠZ ALAN
ESTETĠK
%0
%10
%20
%30
%40
%50
Tasarımcılar yaratıcılık performansının en belirgin özelliği olarak başka aynı şeye
bakıp farklı düşünebilmek, o ana kadar yapılmamış bir çözüm üretmek, özgün olmak ve
kalıpların dışına çıkabilmek kavramları yer almaktadır. Bu kategoride yer alan cevaplar
arasında şu kavramlar bulunmaktadır: yeni bir dil , kişinin imzasının ortaya çıkışı,
103
işlevsel ve sade düşünebilme, esnek çözüm, optimum cevap, kullanıcı mutluluğunu
sağlama, pratiklik, hız, seri düşünebilmek, entelektüel bir merak uyandırmak, çağdaş
olmakla beraber geleneğin bir devamı olması, yeni bir yaşantıyı en iyi şekilde
kurgulayıp uygulayabilmek, hissetme-kavrama ve bu kavramayı analitik düzeyde somut
olgulara bağlayabilmek, gereksinimleri en iyi şekilde karşılayan genel-geçer kurgular
yerine değişmeyenin peşinde olmak. Bazı cevaplarda genelde görülen özgün olma,
farklı olma, önceden düşünülmemişi yapma kavramlarının abartılmaması ve
benzemekten korkmamak gerektiği ifade edilmiştir.
Bir diğer kategoride katılımcılara tasarım ile ilgili bazı kavramlar verilmiştir. Bu
kavramlar;
-Tasarım, tasarımcının kimliğini yansıtır
-Tasarım, tasarımcının kültürünü yansıtır
-Tasarım, tasarımcının deneyimlerini yansıtır
-Tasarım, tasarımcının cinsiyetini yansıtır
Bu kavramlara katılıp katılmadığı sorusuna verilen cevaplara göre her iki grup
çoğunluğu ilk üç kategoriye katılırken sonuncuya katılmamaktadır (Tablo 4.14).
Tablo 4. 14 Tasarım-Cinsiyet ĠliĢkisi
Katılıyorum
Tasarım. tasarımcının kimliğini
Yansıtır.
Tasarım, tasarımcının kültürünü
Yansıtır.
Tasarım, tasarımcının deneyimlerini
Yansıtır.
Tasarım, tasarımcının cinsiyetini
Yansıtır.
Az Katılıyorum
Katılmıyorum
Tecrübe
Kadın
Erkek
Kadın
Erkek
Kadın
Erkek
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
< 2 yıl
2-5 yıl
> 5 yıl
Toplam
21
5
15
41
22
8
18
48
22
6
19
47
1
1
7
2
11
20
5
3
10
18
8
6
13
27
2
3
5
5
2
4
11
7
1
3
11
4
2
1
7
8
2
4
14
6
1
2
9
5
3
1
9
4
3
7
5
2
1
8
3
1
1
5
1
1
3
1
4
19
6
14
39
4
2
6
3
5
8
2
1
3
8
2
13
23
Bu konudaki oranlar şöyledir:
Tasarım, tasarımcının kimliğini yansıtır kavramına kadınların %72‟ si, erkeklerin %57‟si
katılıyor. Tasarım, tasarımcının kültürünü yansıtır kavramına kadınların %80‟i,
104
erkeklerin %51‟i katılıyor. Tasarım, tasarımcının deneyimlerini yansıtır kavramına
kadınların %81‟i, erkeklerin %73‟ü katılıyor. Tasarım, tasarımcının cinsiyetini yansıtır
kavramına kadınların %2 „si, erkeklerin %14‟ü katılıyor, kadınların %72‟si katılmıyor,
%26‟sı az katılıyor, erkeklerin %22‟si az katılıyor, %64‟ü hiç katılmıyor. Kadınların
verdiği
diğer
hayallerini,
cevaplar
sosyal
açısını,felsefesini,
şöyledir:tasarım,
konumunu,
bireysel
tasarımcının
eğitimini,
özelliklerini,
yaşadığı
yaratıcılığını,
duygularını,
dönemi,
sezgilerinin
özlemlerini,
hayata
güçlü
bakış
olup
olmadığını, düşünce çeşitliliğini, ruh halini veya cinsiyetin bastırılmış olmasını yansıtır.
Erkeklere göre tasarım, tasarımcının ifade yeteneğini,çevresinin etkisini, dünya
görüşünü, politik görüşünü, yaşam tarzını, sanat anlayışını, yeteneğini, mimarlık
anlayışını, toplumla olan ilişkisini, ufkunun genişliğini gösterir. Bu görüşler genellikle 5
yıldan fazla mesleki deneyim sahip katılımcılar tarafından verilmiştir.
Tasarımcılara mesleki deneyimleri doğrultusunda herhangi bir feminen-maskulen
metafor olduğunu düşündükleri bir eser olup olmadığı sorulduğunda kadınların %80‟i,
erkeklerin %83‟ü olmadığını söylemişlerdir. Herhangi bir feminen-maskulen metafor
kullanmadıklarını ve böyle bir kullanım farketmediklerini belirten katılımcılar mimar
Hadid „in kadın olmasına rağmen yapmış olduğu tasarımların çok keskin hatlı maskulen
olarak yorumlanabilecek olduğunu ifade etmişlerdir. Pek çok katılımcı böyle bir
farklılığın tasarımlara yansıması gerekmeyebilir demektedir, tasarım tasarımcısının
bakışını yansıtsa da kullanıcı hem erkek hem de kadındır dolayısıyla öncelik ona aittir
denilmektedir. Tasarımın cinsiyeti yoktur (aseksüel) denilmekle birlikte eğer tasarımcı
bu doğrultuda öğeler kullanırsa bundan bahsedilebileceğinden söz edilmektedir. Bu
öğelerin anatomik olabileceği belirtilmiştir. Bir görüşte feminen–maskülen olarak
algılanan tasarımların kötü olduğu söylenmiştir. Bununla birlikte güzel sanatlarda bunun
yapıldığı belirtilmiştir (sağlamlık=maskülen, estetik ve renklilik=feminen olarak
düşünülen konseptlerdir.) Bir görüşe göre ise tasarım alanında değil ama uygulama
alanında böyle bir yaklaşım olduğundan bahsetmiştir. Bir tasarımcı ise İzmir Karşıyaka
Kültür Merkezinde tasarlanan kadın figürlü sütunları örnek vermiştir. Bir görüş, doğanın
yumuşak ya da sert kullanımı neticesinde kentsel tasarım boyutunda böyle bir farklılık
olabileceğini belirtir. Bir görüş Rus konstrüktivistlerini maskulen bulduğunu belirtirken
diğer bir görüş Türkiye‟den Gök Kafesi maskulen, Milli Reasürans binasını ise feminen
105
(vagina dentata) olarak örnek vermiştir. Bir kadın mimar ise çalışma ortamında bir erkek
ortağı ile çalıştığını ve ürünlerinde bundan dolayı feminen-maskulen etkiler olduğunu ve
belki de bu sebepten başarılı olduklarını ifade etmektedir.
Tasarımcılara bir kadın mimara ait dikkatlerini çeken bir tasarımı örneklemeleri
istenmiştir. Soruya kadınların %44 „ü, erkeklerin %30 „u cevap vermiştir. Pek çoğu
tasarımlara, tasarımcıların cinsiyetlerini düşünmeden baktıklarını belirtmişlerdir. Verilen
cevaplarda ise öne çıkan isim mimar Zaha Hadid‟tir. O da feminen bulunmamıştır.
Hadid‟in tasarım yaklaşımı, tasarımlarının görsel niteliği, yaşam tarzını yansıtması
bakımlarından etkilendiği belirtilmiştir. Hadid‟in tasarım aşaması uygulamadakinden
daha başarılı bulunmaktadır. Bu kategoride Eileen Gray ismi de örnek verilerek,
yaşadığı yıllardaki sosyal çevre içinde yakaladığı sakinlik şaşırtıcı bulunmuştur. Felix
Lambert „in teorik katkılarından ve Türkiye „den Ayşe Orbey „in tarihi yapılara yapmış
olduğu yeni eklerden söz edilmiştir.
Hasegava‟nın hayal dünyasının malzeme ve
teknoloji ile oynayarak yansıtmasından bahsedilmiştir.
Mimarlara, bilinen kadın mimar, kuramcı sayısının neden erkeklere oranla az olduğu
sorusu sorulduğunda, verilen cevaplar genellikle konunun toplumsal rollerle ilişkili
olduğu belirtilmiştir. Çalışan kadın sayısının az olması bir diğer sebep gösterilirken
toplumun bu konuda hala ön yargılı olduğundan söz edilmiştir. Cevapların bir kısmında
da kadın kuramcıların olduğunu ama uygulama alanında olmamasının nedeninin
uygulama aşamasında erkeklerin bulunması ve kadınlara karşı güven sorunu yaşandığı
şeklindedir. Kadının aile içindeki rolü, sosyal hayattan izole olması, pekçok
sorumluluğunun olması, kadının evden çıkışının daha yeni olması, fırsat eşitsizliği vs. bu
konuda belirtilen düşüncelerdir.
Ayrıca bir görüşte, kadınların bilgisayar oyunları
fantastik gerçekliklere karşı soğuk olduğu iddia edilmiş bunun yaratıcılıkla ilgili değil de
konuyu ciddiye alınmamakla ilgili olduğu ileri sürülmüştür.
Son
olarak
mimarlara
bir
mimari
ürüne
bakarak
cinsiyet
tespiti
yapıp
yapamayacakları sorulduğunda ise cevapların hepsi böyle bir şeyin anlaşılamayacağını
belirtmişlerdir. Birçok görüş, dekorasyon alanında bunun fark edebileceğini, bir başka
görüş, tasarımın konusunun ve kullanımın nasıl olacağı ile bunun değişebileceği, ruhsal
değişimlerin cinsiyet üzerinde farklılaşma yaratıyor olabileceğini ifade etmektedir. Bir
106
görüşte, aslında böyle bir farklılığın olmaması gerektiğinden ancak Türk toplumunda
bunun farklılığının görülebileceğinden bahsedilmiştir; erkekler maddi kazanç sağlamak
için çalışırken, kadınlar daha çok kendini ispatlamaya uğraşmaları dolayısıyla ayrıntılara
daha çok dikkat ettikleri, bu ayrıntılardan yola çıkılarak mimarın cinsiyetinin
anlaşılmasının daha kolay olacağı gibi. Bir başka görüş ise bunun olamayacağını, çünkü
zaten erkek egemen toplum içerisinde kadın mimarların kadınlığını hissettirmeye
korktuğunu ve erkekleştiklerinden söz ediyor. Bu kısımdaki sorulara verilen cevaplar
arsında mesleki deneyim yıllarına göre şöyle bir farklılıktan söz edilebilir: daha az
deneyimli olanlar böyle bir farklılığın olamayacağını ifade ederken, daha tecrübeliler
bunu düşünmediklerini ama yapılabileceğini ve yapılmış olduğunu bildiklerini ifade
etmişlerdir. Kullanım amacına yönelik böyle bir tespitin yapılabileceği belirtilirken bir
görüşte, eğer tasarım kötü ise bir kadın ya da erkeğin yapabileceği hatalar anlaşılabilir
demiştir. Ama iyi bir tasarımın tasarımcısının cinsiyetini açık etmeyeceği ifadesi
eklenmiştir. Kötü kadın tasarımcının karşısında bol eğrisel yüzeyler, kötü parlak renkler,
yarım kalmış analojiler vs. yer almaktadır. Kötü erkek tasarımcının karşısında çevreyle
ilişkisi olmayan, pozitif fallik objeler, renksiz oransız çizgiler vs. ifade edilmiştir.
Çalışma ile İlgili Eleştiriler
Anket çalışması yapılan mimarlar tarafından soruların net olmadığı, karmaşık ve
anlaşılmaz olduğu eleştirileri getirilmiştir. Yoruma dayalı soruların cevaplarının uzun
zaman almasından şikayet edilmiştir. Bunun yanında biraz daha yönlendirici bir tutumda
soruların sorulması gerektiği , amaçların gizlendiği ifade edilmiştir. Pek çok mimar
soruların komplike olduğundan, uzun zamandır tasarım yapmadıklarını bu yüzden
konudan uzak olduklarını belirtmişlerdir. Çok sayıda mimar anketin feminist yaklaşımlı
olduğunu iddia etmiş , birçoğu da ankete cevap vermemiştir. Zaman darlığını sebep
göstererek yalnızca seçenekli sorulara cevap verenlerin anketleri değerlendirmeye
katılmamıştır.
107
4. 5 Alan ÇalıĢmasının Sonuçları
Araştırma çalışmasına katılan mimarların mesleki kimlikleri doğrultusunda, bireysel
yorumları değerlendirilerek araştırmaya katılmıştır. Tasarımcı kimlik profilinde cinsiyet,
mesleki deneyim yılı, mesleki deneyim yılları araştırmada dikkate alınmıştır.
Tasarımcının gelir durumu, etnik kökeni, aile yapısı hakkındaki bilgiler araştırmaya
katılmamıştır.
Kuramsal incelemeler ile elde edilen sonuçlar, alan çalışması ile birleştirilerek
yaratıcı mimar kimliği ve ürünlerin etkisini anlamak için malzeme oluşturmuştur.
Mimari tasarımın, sadece bilgiler ve girdiler süreci olmadığı, tasarlama faaliyeti için
yaratıcılığın gerekli olduğu üzerinde görüş birliği vardır.
Tasarım ürünü, pek çok faktörün yansıması olarak görülmektedir. Tasarım ürünü,
içinde bulunduğu durumdan-ortamdan soyutlanamaz yada çevresi yok sayılamaz
dolayısıyla çevresi ile tasarım ürününün karşılıklı bir etkileşimi söz konusudur. Sosyal
çevrenin, mesleki deneyim yılının artmasıyla tasarımda olumlu etkileri görülmektedir.
Mesleki deneyim yılının azalmasıyla ise çevrenin olumsuz etkilerinden bahsedilmiştir.
Tasarımcının
tasarıma
ilişkin
bilgisi,
objektif
ve
subjektif
faktörlerin
kombinasyonunun bir ürünüdür. Objektif faktörler arasında; eğitim, çevre, sosyal ve
kültürel etkenler, ekonomi, politika, her türlü bilim dalının etkisi sayılabilir. Subjektif
faktörler arasında; kişinin kendisi, deneyimleri, tecrübeleri, ruhsal durumu, algılayış ve
yaratıcı yeteneği gelmektedir.
Bir mimari üründeki yaratıcılık performansının en belirgin özellikleri; farklı
düşünebilme, özgün olma, kişinin kendine ait bir dil kullanması ve özellikle kullanıcı
ihtiyaçlarına cevap vermesi gelmektedir. Özellikle orijinal olmak çabasında yapılan
tasarımlar ise sorunlara neden olabilmektedir.
Konu ile ilgili yapılan araştırmalar ve alan çalışması neticesinde, her ne kadar aksi
yönde hipotezler var olsa bile, yaratıcılığın cinsiyete göre değişmediği yada böyle bir
108
farklılığın algılanmadığı görülmektedir. Tasarımcılar almış oldukları eğitim, yetişmiş
oldukları çevre ve düşünce yapıları itibarı ile birbirinden farklıdır. Ancak bu farklılık
kadın ve erkek olmalarına göre değişmemektedir. Bilişsel ve biyolojik farklılık
yaratıcılık anlamında bir farklılık meydana getirmemektedir. İçinde bulunulan sosyal
çevre dolayısıyla toplumsal rollerin dolaylı etkisi sonucu bir farklılaşma bulunduğu ise
düşünülmektedir.
Tasarımcının içinde bulunduğu çevre, muhatap olduğu kimseler(işveren, kullanıcı,
çalışan, yöneticiler vs) ve bunların istekleri, bürokratik engeller, ekonomik durum,
zaman ve pek çok konu yüzünden yaratıcılık kısıtlanmaktadır.
Kimi tasarımcılar tasarımlarında cinsiyet analojileri, çeşitli feminen-maskulen
metaforları kullanmaktadırlar. Ancak bu kullanımların nedeni bastırılmış duygular,
kasıtlı amaçlar, kullanıcı istek ve talepleri doğrultusunda olabilmektedir. Bu çalışma
içerisindeki katılımcıların tasarımlarında böyle bir yaklaşımda bulunmadıkları
gözlenmektedir.
Kadınların çoğu alanda olduğu gibi mimarlık alanında da geri planda olmasının en
önemli nedenlerinden biri toplumdaki yeri ile ilişkilidir. Kadınların özelden, kamu
alanına geçişlerinin tarihi daha yenidir. Bu nedenle sayıca eşit olmamaları bakımından,
başarıları bakımından kadın erkek karşılaştırılamaz.
Yaratıcı tutumlar konusunda ise her iki cins arasında benzerlik görülmektedir. Kişisel
görüşlerde bir takım farklılıklar olmasının yanında yaratıcı tutum testinden net bir sonuç
çıkmamıştır. Bu kısımdan çıkan sonuçlardan biri , kadınların başkasının beğenisine bağlı
kalmadan yeni fikirler üretmede erkeklere göre nispeten daha katı oldukları görülmüştür.
Kadınlar erkeklere oranla daha çok tek başına çalışmayı grupla çalışmaya tercih
etmektedirler. Kadınların erkeklere göre analiz kısmında daha hızlı, sentezde daha yavaş
oldukları görülmektedir. Motivasyon konusunda da yine kadınların erkeklere oranla
daha çok sorun yaşadığı görülmüştür. Motivasyon ve çevre ilişkisi etkileri kadınlarda
daha fazla hissedilmektedir. Müşteri ile tasarım aşamasında iletişim halinde olma
durumu özellikle kadınlarda belirtilen bir durum iken bunu motivasyonlarını olumsuz
etkilediği görülmüştür.
109
Tasarımın cinsiyeti yansıtmadığını düşüncelerinin çokluğu yanında bu kimi zaman
kasıtlı olmak suretiyle yapılabilmektedir. Cinsiyet farklılıkları tasarımcı kimliğinin
önüne geçmemelidir.
Bir mimari ürüne bakıldığında tasarımcısının cinsiyeti yukarıda belirtilen özel haller
dışında anlaşılamamaktadır. Özellikle dekorasyon işlerinde tasarımcının cinsiyetinin
üründe yansıması daha fazla görülebilmektedir.
Alan çalışması neticesinde ortaya çıkan görsel ifadelerde, her cevap kendi içerisinde
ele alınmıştır. Bireysel cevaplarda birden fazla kavramın aynı anda söylenmiş olduğu
gözlemlenir. Bu nedenle tabloların bütününde yüzdelik bir toplam aranmamalıdır.
110
5. GENEL SONUÇLAR
Sosyolojik boyutu dışında pek çok alanda araştırma konusu olan cinsiyet (gender)
sorunsalı, mimarlık ontolojisi içinde de farklı aşamalarda incelenmeye değerdir.
Toplumsal anlamda değişikliğe uğrayan cinsiyet (gender) kavramı, etkilerini mimaride
de göstermektedir. Modernizm öncesi ve sonrası mimari alandaki değişimlerin
sebeplerinden biri de bu farklılıklardan ileri gelmektedir. Bu araştırmada, yaratıcılık,
tasarım süreci ve mimari ürün bağlamında konu ile ilgili literatür araştırmasına yer
verilmiştir.
Çalışmada amaçlanan, yaratıcı yeteneğe sahip mimarların yaratıcılıklarının ne şekilde
artıp azaldığını araştırmaktır. Tasarımcı kimliğindeki mimarın, klasik tasarım sürecindeanaliz-sentez-değerlendirme-kimliğini ne derece göz önünde bulundurduğu araştırmanın
konusudur.
Yaratıcı kimlik, tasarımcı kimlik, cinsiyet (gender) kavramları incelenerek bu
kavramların birbiriyle olan ilişkileri sunulmuştur. Böyle bir ilişkinin mimarlar tarafından
algılanıp algılanmadığı araştırılmıştır. Araştırmanın sonucuna göre mesleki deneyime
bağlı olarak konu ile ilgili bir „farkındalık‟ durumu söz konusudur. Araştırmada
herhangi bir cinsiyetin üstünlüğü iddia edilmemektedir.
Yetiştirilme tarzı, aile yapısı, etnik kökeni, gelir durumu tasarımcıyı tanımada cinsiyeti
kadar önemli bir yer tutmaktadır. Ancak bu çalışmanın kapsamında yer almamakta ve
belirtilen durumların kişiliklerindeki ve tasarımlarındaki etkileri sorgulanmamaktadır.
Beynin kullanımına ilişkin farklılıklar her ne kadar kadın ve erkeğin zihinsel
yatkınlıklarının farklı olduğunu gösteriyor ise de bu araştırma sonucunda böyle bir
farklılık gözlenmemiştir. Tasarımcı kimliğine sahip kadın/erkek mimarların yaratıcı
süreçleri arasında bireysel farklılıkların dışında belirgin bir farklılık görülmemiştir.
111
Kadın/erkek mimarların konuya bu yönde bir yaklaşımlarının olmadığı anlaşılmaktadır.
Tasarım bilgisi öğretilebilir, bu her mimarın kendi kişisel özellikleri çerçevesinde
yaşadığı kişisel bir süreçtir. Tasarım bilgisinin yorumlanışı açısından bireyler açısından
deneyim, inanç, kültür, şüphe farklılıkları bulunmaktadır. Bu farklılık, tasarım
sürecindeki tavırdan anlaşılabilir. Ancak gözleme dayalı bu araştırmanın, alan çalışması
sonucunda böyle bir farklılık gözlemlenmemiştir. Ancak tasarımın analiz-sentez
kısmında zaman ile ilgili bir problem yaşandığı ve bu durumun motivasyonu etkilediği
görülmektedir. Tasarım aşamaları gözlemlenen kadın/erkek mimarlar arasında bir
farklılık yakalanabilir. Bu da başka bir araştırmanın konusudur.
Tasarım ürününün, tasarımcının kimliğini, kültürünü, deneyimlerini yansıttığı yanında
cinsiyeti yansıtmadığı, bu araştırmada yer alan gözlemler sonucunda görülmüştür. Bu tür
yaklaşımlar,
tasarım
amacına
bağlı
olarak
ya
da
psikanalist
yaklaşımlarla
açıklanabilmektedir ve araştırmacının bakış açısıyla da ilgili olduğu görülmektedir.
Mimarın yarattığı tasarım, onun kimliğinin ifadesidir. Kimlik kavramı içerisine cinsiyet
de girmektedir. Mimarlık literatürüne „dışlaştırma‟ ve „öteki‟ kavramları ile giren
cinsiyet kavramı, mekanın cinsiyetleştirildiğini göstermektedir. Ancak bu araştırma
neticesinde, tasarımın cinsiyetleştirilmesi yolundaki tutumun mimarlar tarafından
yapılmadığı ve (mesleki deneyimle ilişkili olarak) bunun görülmediği anlaşılmaktadır.
Cinsiyetin nötr olduğu (cinsiyetsiz) bir toplum ütopyası ne derece mümkünse tasarımın
cinsiyetleştirilmediği iddiası o kadar gerçek dışı görünmektedir.
Mimarlıkta yaratıcılık, algısal, kültürel, toplumsal, bireysel, duygusal gibi engellerin
yanında eğitimden kaynaklanan engeller ile de karşı karşıya kalmaktadır. Yapılan
araştırmalar neticesinde eğitimin yaratıcılığı engellediği yönünde eleştiriler ortaya
atılmıştır. Eğitim sisteminin, bireyi bağımsız düşünmek ve özgün olmaktan uzak, tutucu
ve kalıplaşmış sistemle yetiştirildiği iddia edilmektedir. Ancak yaratıcılığın ortaya
çıkartılabilmesi ve gelişebilmesi için eğitimin gereksiz olduğu iddia edilemez.
Yaratıcılığın gelişimine engel olmamak için eğitimin sürecinde kişinin kendini ifade
etmesi desteklenmelidir.
112
Mimarlık fakültelerine bakıldığında öğrenci kontenjanlarında kız/erkek öğrenci sayısının
yakın olduğu görülmektedir. Meslek odasına kayıtlı kadın mimar sayısı her geçen gün
artarken aslında nerede oldukları merak konusudur. Pek çok Batılı ülke cinsiyet (gender)
sorununu aşmış görünürken, Türkiye‟ deki kuramsal alanda yönetici kadın mimar
sayısının bu ülkelere göre fazla olması dikkat çekicidir. Her iki cinsiyetin de tasarımcı
kimliklerinin cinsiyetlerinin önünde olduğu görülmüştür. Kadınların mimarlık alanında
geri planda olmalarının nedeninin toplumsal rolleri doğrultusunda, beklentilerden
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Araştırmalar neticesinde cinsiyetler arasında kabul edilen farklılık, göz ardı
edilmemelidir. Bu farklılığın diğer alanlarda olabileceği gibi mimarlık mesleği
kapsamında da nasıl pozitif bir şekilde uygulanabileceği araştırma konusu olmaya
değerdir. Araştırmalarda, farklı düşünsel, bilişsel, algısal, duygusal özelliklere sahip
bireylerin, bu özelliklerinin tasarım sürecine nasıl katılabileceği, bu farklılıktan nasıl
faydalanılabileceği üzerine gidilmelidir. Farlı kişisel özelliklerin bir konseptte buluşması
ile daha yaratıcı çalışmaların ortaya çıkması ve daha verimli tasarım süreçleri
gözlemlenebilecektir.
113
KAYNAKLAR
Akman, T., 1984. Sibernetik Yaratıcılık, Bilgi Yayınevi, İstanbul.
Archer, B.N., 1994. Developments in Industrial Products Design Education,
Çev:Doç. Dr.Semra Aydınlı, Tasarım, 55, s.90-95.
Arslan, A., 1999. Felsefeye Giriş, Vadi Yayınları, Ankara.
Ayıran, N., 1983. Mimari Tasarlama Sürecini ve Yapma Çevrenin İnsan ve Toplum
Üzerindeki Etkilerine Yaratıcılık Bakış Açısından Bir Yaklaşım, Doktora
Tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Ayıran, N., 1985. Yaratıcılık açısından mimarlık eğitiminde problemler, Mimarlık
Dergisi, 8 , s.16-17.
Ayıran, N., 1995. Mimari Tasarım Stüdyoları Üzerine, Yapı, 160, s.59.
Ayyıldız, A., 2000. İnsan-Çevre Diyalektiğinin Duyusal-Zihinsel-Duygusal SüreçleriÇevresel Algı-Bilişim-Anlam, Yüksek Lisans Tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri
Enstitüsü, İstanbul.
Barron, F., 1969. Creative Person and Creative Process, Holt Rinehart and Winston
Inch., N.Y.
Bloomer, J., 1992. Abodes of Theory and Flesh..., Assemblage 17 April, USA.
Chernikhov, I., 1994. Çağdaş Mimarlığın Temellerinden, Çev: Gürer,T., Kösebay,
114
Y.,Tasarım,55, s.86-90.
Coleman, D., Danze, E. ve Henderson,C., 1996. Architecture and Feminism, Princeton
Architectural Press, N.Y.
Colomina, B., 1996. The Split Wall: Domestic Voyeurism,in Sexuality and Space, N.Y.
Connel, R.W., 1998. Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Çev: Soydemir,C., Ayrıntı
Yayınları, İstanbul.
Çaha, Ö., 1996. Sivil Kadın, Vadi Yayınları, Ankara.
De Bono, E., 1999. Altı Şapkalı Düşünme Tekniği, Remzi Kitapevi, İstanbul.
Duncan, N., 1996. Body Space, Routledge Press, N.Y.
Erdem, A., 1995. İnsan Bilgisayar Etkileşimli Ortamda Genel Amaçlı Bir Mekan
Tasarım Modeli, Doktora Tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Erkarslan, Ö., 2002. Modern Türkiye’nin İnşasında Kadın Mimarlar, Mimarlık ve
Kadın Kimliği, Boyut yayınları, İstanbul.
Eroğlu, ġ., 1999. Modernist Bir Mimar: Eileen Gray, Arredamento Mimarlık, 5, s.7889.
Göle, N., 1991. Modern Mahrem, Metis yayınları, İstanbul.
Hughes, F., 1996. The Architect: Reconstructing Her Practise, MIT Press, Cambridge,
Mass.
Ingraham, C., 1992. Architecture and Space of Line, Sexuality and Space, Priceton
115
Architectural Press, New Jersey.
Kaçel, E., 1998. Inhabitant Nasıl Kurtulur?, Arredamento Mimarlık, 8, s.94-99.
Kerka, S., 1999. http://ericacve.org/docs/dig204.htm
King, R., 1996. Emancipating Place, Guilford Press, N.Y.
Kısacık, H., 1999. Mimari Tasarım Sürecinde Yaratıcılığın Yeri, Yüksek Lisans
Tezi,İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Kızılçelik, S., 1994. Sosyoloji Teorileri, Yunus Emre Yayıncılık, Konya.
Küçükerman, Ö.,1996. Endüstri Tasarımı, Endüstri İçin Ürün Tasarımında Yaratıcılık,
Yem Yayın. İstanbul
Massey, D., 1994. Space-Place-Gender, Uni. Of Minnesota Press, Minneapolis.
May, R., 1998. Yaratma Cesareti, Metis Yayınları, İstanbul.
Öncü, T., 1989. Torrance Yaratıcı Düşünme Testleri ve Wartegg-Biedman Yaratıcılığı
ve Kişilik Yapıları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi, Doktora Tezi, İ.T.Ü.
Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Paker, N., 2001. Mimari Tasarım Eğitiminde Bilgi ve Yaratıcılık Etkileşimi, Doktora
Tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Raman, P.G., 2000. Introduction, Towards an Emancipated Place, The Hecar
Foundation Press, India.
Roawlinson, J.G., 1995. Yaratıcı Düşünme ve Beyin Fırtınası, Rota yayınları, İstanbul.
116
Root, R. ve Bernstein,M., 1999. Sparks of Genius, Houghton Mifflin Comp., N.Y.
Rowe, P., 1987. Design Thinking, MIT Press, USA.
Sağlamer, G., 1982. Mimari Tasarımda Çözümün Tanımı ve Nesnel Olarak
Değerlendirilmesi, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi, İstanbul.
Sternberg, J.R., 1999. Handbook of Creativity, Cambridge Uni. Press, USA.
Sungur, N., 1997. Yaratıcı Düşünce, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü, 1998. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
(<http:www.tdk.gov.tr>)
Uluoğlu, B., 1990. Tasarım Bağlamı Kapsamında Stüdyo Eleştirileri, Doktora Tezi,
İ.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Ünlü, A., 1998. Çevresel Tasarımda İlk Kavramlar, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi Baskı
Atölyesi, İstanbul.
Ünsal, N., 2000. Mimarlıkta Konut ve Kadın, Yüksek Lisans tezi, İ.T.Ü. Fen Bilimleri
Enstitüsü, İstanbul.
Vitruvius, 1993. Mimarlık Üzerine On Kitap, Şevki Vanlı Mimarlık VakfıYayınları,
İstanbul.
Weisman,L.K., 1992. Discrimination by Design, A Feminist Critique of the Man-Made
Environment, Uni. Of Illinois Press, USA.
Yavuzer, H., 1992. Yaratıcılık, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul.
117
EK A
Doktora( ) Master( )
Mesleki Deneyim Yılı :
Bay/Bayan
:
Mezuniyet Yılı
:
( ) 2 yıl
( ) 2-5 yıl
( ) 5 yıl
1. „Tasarım bilgisi objektif ve subjektif faktörlerin kombinasyonudur‟ kabülüne göre
sizce tasarım bilgisini etkileyen etmenler nelerdir?
2. Aşağıdaki ifadelere katılıp katılmadığınızı belirtiniz. (Sungur, 1997)
- Yaratıcılık, sorunlara, bozukluklara duyarlı olmaktır.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Yaratıcı birey ileri düzeyde bir estetik duyarlılığa sahiptir.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Bilginin kaynağı, içeriğinden daha önemlidir.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Başkalarının beğenmesine bağlı kalmadan, yeni fikirler yaratmaktan hoşlanırım.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Bir soruna belirli bir yaklaşım yarar sağlamayınca, yöntemimi rahatça
değiştirebilirim.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Grup halinde çalışmaktansa tek başına çalışmayı tercih ederim.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Benzerlikler kurma ( ), hayal gücü ( ), analiz ( ) tasarım sürecimde yer alan
olgulardır.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Bir tasarım probleminde tek bir öneriyle çözüme varırım.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Bir tasarım probleminde, sorunun analiz kısmında daha hızlı, elde ettiğim bilgiyi
sentez etme aşamasında daha yavaşım.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Tasarım sürecine girdiğimde motivasyon sorunu yaşamam.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
118
3. Yukarıdaki ifadeler içerisinde, sizce kadın-erkek cinsiyetleri arasında, tanımlanan
durumlar bakımından farklılık olduğunu düşündüğünüz hususlar var mı? Nelerdir?
4. Sosyal çevrenin, tasarım sürecinizde olumlu-olumsuz etkileri nelerdir?
5. Bir tasarım problemini ele alış tarzınız nasıldır? (Uluoğlu, 1990)
6. Tasarımcı olarak, tasarım sürecinde, genelde en başarılı ve başarısız olduğunuz
konuları neler olarak tanımlarsınız? Neden? (Uluoğlu, 1990)
7. Herhangi bir konuda çözüm üretirken, çözüme ulaştıracak yöntemin belirlenmesinde
veya gerekli bilgi gruplarına erişmede, nasıl bir yol izlemeyi tercih ettiğinizi öncelik
sıranıza göre söyleyebilir misiniz?
soru listesi hazırlama
beyin fırtınası yaparak
kavramlar arası ilişkilerden yola çıkarak
benzerlik ve zıtlıklardan yola çıkarak
yayın taraması yaparak (Paker, 2001)
.....................
8. Tasarım süreci sonucunda elde edilecek tasarım ürününün, genel olarak karşılaması
gerektiğini düşündüğünüz, en önemli özelliklerini öncelik sırasına göre nasıl
sıralarsınız?
program, ihtiyaçlar vb. karşılaması
mekansal kurgu
farklı biçim arayışı
estetik
maliyet
yapısal sistemlerin karşılanması
ilkesel kurgular (Paker, 2001)
..............................
119
9. Bir tasarım sürecinde çalışırken, yaratıcılığınızın kısıtlandığını düşündüğünüz konu,
alan, durum(lar) neler olabilir? (Uluoğlu, 1990)
10. Bir tasarımdaki yaratıcılık performansının en belirgin özellikleri sizce ne(ler)
olmalıdır? (başkaları ile aynı şeye bakıp, farklı düşünebilmeyi sağlamak, o ana kadar
yapılmış çözümlerin dışında, düşünülmüş bir tasarım ürünü ortaya koymak, ...vb.)
(Paker, 2001)
11. Aşağıdaki ifadelere katılıp katılmadığınızı belirtiniz.
- Tasarım, tasarımcının kişiliğini yansıtır.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Tasarım, tasarımcının kültürünü yansıtır.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Tasarım, tasarımcının deneyimlerini yansıtır.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Tasarım, tasarımcının cinsiyetini yansıtır.
katılıyorum
az katılıyorum
katılmıyorum
()
()
()
- Tasarım, tasarımcının diğer (?) özelliklerini yansıtır.
12. Almış olduğunuz mimarlık eğitimi ve edindiğiniz mesleki deneyimlerinize göre
görmüş olduğunuz tasarımlarda, ya da kendi tasarımlarınızda herhangi bir feminenmaskulen metafor kullanımı olduğunu düşündüğünüz eserler var mı? Varsa neler
olduğunu açıklarmısınız?
13. Bildiğiniz ve size önemli gelen, bir kadın mimara ait bir tasarımdaki (örnek vererek)
sizi en çok etkileyen nicelik-nitelik özellikleri nelerdir?
120
14. Sizce neden başarılı ya da bilinen kadın mimar-tasarımcı-kuramcı sayısı erkeklere
oranla daha azdır?
15. Bir mimari ürünün, kadın ya da erkek mimar tarafından tasarlandığı antete
bakılmadan anlaşılabilir mi? Dikkat ettiğiniz böyle bir farklılık var mı?
121
ASĠYE AKGÜN
1976 yılında İstanbul‟da doğdu. İlk, orta ve liseyi Üsküdar‟da okudu. 1999 yılında
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden mezun oldu. 2000 yılında İstanbul
Teknik Üniversitesi Bina Bilgisi Programında başlamış olduğu yüksek lisans programına
devam etmektedir.
122
123
124
125
126