MODERN T Ü R K ŞİİRİNİN İKİ YÜ ZYILI
1950’lerden 2 0 0 0 W
ATA O L BEHRAMOĞLU
SOSYAL
YAYINLAR
TÜRK ŞİİRİ
ANTOLOJİSİ
MODERN ŞİİRİM İZİN
İ Kİ
YÜZYILI
SONYÜZMLBÜYÜKTÜRKŞİİRİANTOLOJİSİ
Hazırlayan Alaol Behramoğlu
Tasarını: İzlenim Yapım
Baskı: Kitap Matbaacılık
Sayfa düzeni: New Baskerville 9/12
ISBN 975-7384-17-8
975-7384-16-X (1. a it)
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Basım: Aralık, 1987
Basım: Ekim, 1991
Basım: Mart, 1993
Basım: Mart, 1997
Basım: Ekim, 1999
Basını: Kasım, 2001
© Sosyal Yayınlar, Bab-ı âli Caddesi, No. 14 Cağaloglu—İstanbul
Tel: (0212) 5277982 — (0212) 5221894
WEBSAYFASI: http://www.kitap-net.com
E-POSTA:
[email protected]
A taol B ehram oğlu
SON YÜ ZYIL BÜYÜ K
TÜRK ŞİİRİ
ANTOLOJİSİ
MODERN ŞİİRİMİZİN İKİ YÜZYILI
İKÎN C İ CİLT
(1950’lerden 2000’lere)
Gözden Geçirilmiş ve
Genişletilmiş Altıncı Basım
SO SY A L 9
YA YIN LA R
-n i.
1950’LERDEN
2000’LERE
F eyyaz K ayacan
(1919-1993)
KATKI
Elimizden gelmezse şu şiir
Ne mavisi kalır
Ne de kapısı aydınlığın
Taş kesilen gevezelikler
Üşüşecek gırtlağımıza
Ve tortularda sona erecek duyular.
Teneşirlik tohumlara
Kaçmış oluruz
Kanımız yetmezse şu şiire.
(Benim Örümceğim Başka)
ÇAĞRI
Ne denli kolay geliyorsa
Seni sevmek elimden
Bu şiir de öylesine kolay geldi
Sen gel uzun boylu ürpertilerinle
Gel çığırlarıyla saçlarının
Kıyılarıma denk ağarsın kalçaların
Gel ve güle güle otur bu şiirde.
(Benim Örümceğim Başka)
İSTEK
Sokağa çıkabilseydik
Ne güzel olurdu
Gözlerle başlatırcasına
Bir yere varmanın bütünlüğünü
Akşamı toplasaydık
Ne güzel olurdu
Bir sonuç olarak.
Alın teri sağlamlığında
Mesele çıkartmadan
Şu kavunu kesebilseydik
Ne güzel olurdu
Yaşamaya elvermek
Ne güzel olurdu
Vaktimiz olsaydı
Bir çocuğun yeni doğan
Ekmek kokusuna
(Kaşık Havası)
DÜŞ KALINTISI
Bir sabah uyanınca
Yanda kalmış
bir at buldum başucumda
Belli ki yolum kesilmiş bir yerde
Dört nala bir çıkmazın
Kişnemeleri mi uğuldayacak
Dilimin dibinde hep?
(Benim Örümceğim Başka)
ÖZDEMÎR ASAF
(1923-1981)
KELİMELER... KELİMELER...
Yanda kalmış aşklarının hesaplan içinde
Denizlere açıldı içimizden biri
Niçin gittiğini söylemeden.
Doyulmamış arzularla doluydu yelkenleri.
Yıpranmış kelimelerin verdiği güvenden,
Bulacak sanıyordu yenilikleri.
Her an bir yeni su vardı,
Her yeni suda bir yeni an.
Deniz, dalgalanyla gösteriyordu dışından
Yaşananla düşünülenler arasındaki farkı.
Bitmiyordu köpüklerle renkler
Bir başka damlada, bir başka ışıkta başlamadan.
Gözlerin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Dışında ne varsa yeni, ne varsa gerçek.
Yeni manzaralarla gelen yeni duygular
Hani, eski kelimelerle olmasa
İnsanın ömrünce devam edecek.
Gözlerin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Anladı, ölmekle yaşamanın birleştiği noktada
Yeni rüzgârlarla esen yeni korkulara
Yeniliklerini bağışlamayan kelimelerin
Nasıl düşman sığınaklar halinde direndiğini.
Anladı, bütün olmuşlarla olanlann
Ve bütün olacakların
O kelimelerin içinde
Kendisine varmadan eskidiğini
(Dünya Kaçtı Gözüme)
JÜRİ
Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,
Birinciliği beyaza verdiler.
(Dünya Kaçtı Gözüme)
PORTRE
Neyzen Tevfik
Bütün metroların ve santimlerin,
Bütün kiloların ve gramların,
Bütün rakıların
Ürktüğü adam.
(.Dünya Kaçtı Gözüme)
MESAJ
Ölebilirim genç yaşımda,
En güzel şiirlerimi söylemeden götürebilirim.
Şimdi kavakyelleri esiyorken başımda,
Sevgilim,
Seni bir akşamüstü düşündürebilirim.
(Sen Sen Sen)
DUVARA ASTIĞIM
Ölünceye kadar seni bekleyecekmiş,
Sersem,
Ben seni beklerken ölmem ki..
Beklersem.
(Sen Sen Sen)
PERSPECTİF
Senin içine girdiğim zaman
Dışımda kalıyorsun.
Senin dışından sana bakınca
İçime sığmıyorsun.
(Sen Sen Sen)
ÖNGÖRÜ
Yazıklar olsun hepimize.
Bana da alışacaksınız.
Bana bile.
Alış-verişlerimiz gömülecek
Alışkanlıklarımızın içine.
Sevgilerimiz yenilenmeyecek,
Azalacak kavgalarımız.
Sonunda ben,
Kupkuru bir ölçü.
Ben bile.
(Bir Kapı Önünde)
BAKI
Kendi bahçesinde dal olamayanın biri
Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.
(Bir Kapı Önünde)
ZORU
Bir gün,
Herkes kendi bahçesine, derlerse..
Hazır mısınız.
(Bir K ap Önünde)
BAŞKA FREKANS
Vurdun, acısı daha geçmedi,
Biliyorum, geçecek.
Ama öyle ağır konuştun ki ardından.
O, gittikçe gerçek.
(Bir Kapı Önünde)
GELDİM
Beni çağırmadınız, kalkıp ben kendim geldim.
Uzaklardan size bir haber getirdim geldim.
Bıraktıklarınızdan, unuttuklarınızdan,
Sımsıcak-anılası günler getirdim geldim.
Gömütleri andıran yapılarınızdaki
Yaşantılarınıza evler getirdim geldim.
Tek-tek, aynk-soluyan bitkiseller yerine
Yüzyüze-dönük-gülen sizler getirdim geldim.
Solarken suladığım, koparken bağladığım,
Ölürken canlandığım sözler getirdim geldim.
(Çiçekleri Yemeyin)
e* *« 9
N evza t Ü st ü n
(1924-1979)
YALAN DÜNYA
Galata köprünü bilirdim
Cebeci köprüsünü de gördüm
Günlerden pazarmış bu gün
İnsanların güldüğünü de duydum
Önce askerler geçti
Gençlik parkının önünden
Sonra ben geçtim
Ordan Burdura çıktım
Dağların içinde göller vardı
Göllerin içinde balıklar
Aklıma Boğaz geldi
Amavutköy, Çengelköy, Bebek
Vapurları düşündüm
Vapurların içindeki insanları
Enver beyi
Yavaşça elimi uzattım kadehe
Bir mısra okudum kendimden
Bir de baktım
Paristeyim
Dupon kahvesine oturmuşum
Kahvem bitmiş.
( Yaşadığımız Devre Dair Şiirler)
DÜNYAYA DAİR ŞİİR
Bir saadet, bir saadet ki
Dünyamızdaki
Bereket dolu eteklerinde kızların
Ekilirse böyle ekilir toprak
Buğdaylar dolu avuçlarımda şimdi
Güzel şey sevmek
Yüzlerin avucumda
Duyuyorum sıcaklığım hâlâ
Kapıyı açan ellerinin
Düşünüyorum da şimdi seni
Ayrıldığıma bin pişman
Bu bir yapraktır sevdalım
Rüzgârlar içinde giden
Şiirlerimin en güzeli
Dünya böyle değildi eskiden
Dallann tomurcuklarını kimler yedi
Anadolunun topraklarından başka
Tabiat ana cömertti garibim
insanlardan çok daha fazla
Dün gece yoktu bu şehir burada
Kurulan düzenlerin en güzeli
Sevmek yaşamak kadar önemli
Renk, renk dolaşıyorum ağaçlan
Kuş yuvalan, meyvalar
Biraz ilerde sanlmış yaprağına
Şiir yazıyor salkım söğütler
Neresindesin ömrün bilinmez
Dallannda yorgunluk ceviz ağacım
Böyledir neticesi ömrün
Hatıralar ve keder.
Dağlar arasındayım şimdi
Kartallar, çaylaklar
Kayalar ve kumlar arasında
Sırt üstü uzanıp yere
İnsanlardan çok yüksekte
Ayın ışığı kayalarda
Dağlann şarkısı güzel
Evet dağlann şarkısı güzel.
(Yaşadığımız Devre Dair Şiirler)
F e y z i H a lici
(Dog. 1924)
ARZUHAL
Bakışlarımla düğüm düğüm
Sana bir şeyler söyliyebilsem.
Sabahlara kadar düşündüğüm
Sana bir şeyler söyliyebilsem..
Hani ne bileyim, masal gibi,
Sularla haşır-neşir dal gibi.
Bir okunmamış arzuhal gibi
Sana bir şeyler söyliyebilsem.
Bakışlarımız aynı duyguda,
Bir besteyi sürüklerken, suda.
Yan uyanık yarı uykuda
Sana bir şeyler söyliyebilsem
Desem ki, boşluklar bizi sarın,
Ardında kalalım hudutların,
Diliyle toz-pembe bulutların
Sana bir şeyler söyliyebilsem,
Sen, yemyeşil bahann burcunda,
Mevsim erguvanları avcunda.
Gül biten dizlerinin ucunda
Sana bir şeyler söyliyebilsem..
( Çağdaş Türk Şiiri)
GÜVERCİN
Düşmüş kaleler gibiyim,
Bir sözüm kalmadı söyliyecek.
Acı sularda kaldı umudum
En yalın, en güzel, en gerçek,
Yok, a$km aydınlık çağrışımı
Artık hatıralar bile yılgın.
Masmavi düşlerin sonrasına
Böyle mi olacaktı ayrılığın?
Sırılsıklam seni baştan yaşarım,
Bir yağmur yağmasın hani, ipince.
Böyle tedirgin mi, mahzun mu olur
Bilemiyorum ah, insan sevince.
Bir yayan - yapıldak gelmesi değil,
Ne hoş, bu yolların gitmesi sana.
Karlı tepelerin ardında mısın?
Duysana, görsene, anlaşana!..
Düşmüş kaleler gibiyim,
Bir sözüm kalmadı söyliyecek
Acı sularda kaldı umudum
En yalın, en güzel, en gerçek...
(Çağdaş Türk Şiiri)
SüNULLAH ARISOY
(1925-1988)
SABAH
Sabahı etmek zor,
Bitmiyor ki bu geceler;
Çocukların bünyesi içindir, anladım:
Vaktin sıkıcı uzunluğu,
Ya biz, bu uzun vakt-içinde,
Karanlığında gecelerin,
Nasıl yaşarız?
Bütün yeryüzü, bütün gökyüzü
En namuslu vaktini yaşar sabahlan.
Aydınlıkla yıkanır,
Sabahtır affeden
Geceler boyu, hayasızca işlenen
Fenalık ve günahlan.
Ağaçlar, kırda, dağda, şehirde
Sabahlan alımlıdır.
Yeşiline gönül verdiğimiz çimen;
Koklayıp koklayıp da sevdiğimiz
Çiçeklerin her çeşidi,
Sabahlan şebnemlidir
Hava sabahlan saf
Biz, sabahlan namuslu ve iyi
Sabah olmalı, hep sabah kalmalı
Yeryüzü, iffetli bir gül kurusu ışığında
Bütün yaratıklan dünyanın,
Sabahla sağ,
Sabahla dinç,
Kardeş muhabbetiyle selamlar birbirini.
Sabahın serinliği,
Dalgalanmak daima.
Geniş ufuklannda dünyanın
Banş ve hürlüğün tek ümidi.
( Çağdaş Türk Şiiri)
A r if D am ar
(Do|- 1925)
ŞAFAK VAKTİ
Şafak vaktidir
Terket beni artık hatıra
Bundan böyle ben artık
dağılıp boydan boya mısralanma
esirler açlar ve mağlûplarla
hürriyet ekmek ve zafer türküsünü
gücümün yettiği kadar söyleyeceğim
Sonra bu dehşet ve sefalet içinde
mesut günler vadeden
Bir silah sesi gibi titreyeceğim
1943 (Günden Güne)
İKİNCİ DÜNYA HARBİNDEN PORTRELER
2
Harbin yorgunluğu kalkmış üzerinden
“avuçlarında toprak ve kan”
sağ ayağın yarım metre uzakta
sol kolun kırık
ve kurtulmuşsun her türlü endişeden.
Kar yağıyor
senin kadar sakin
silah arkadaşların
ve bilcümle ordu
kayboldu ufukta;
belki de şehir zaptedilecektir.
Yine belki
akşam yemeğini yerken
duvardaki resmine bakıp gülümseyecektir
çok uzaklarda bıraktığın
mavi gözlü çocuğun.
1943 ( Günden Güne)
TAHATTUR
“-Bir sigara yakmaz mısın Kadir?"
Kızılırmak akıyordu,
ben, kararan karşı dağlara bakıp
gayri ihtiyari böyle söyledim.
Fakir bir Anadolu akşamında,
dağlar,
ağaçlar,
ve ben
ayaktaydık.
Ve Kızılırmak,
dağlardan,
ağaçlardan,
ve benden
vazgeçilmez bir şeyler alıp
bir şeyler bırakarak,
akıyordu.
Bir tarafta geceyi,
ve duran hayatı tutuşturacak
ne bir alev,
ne bir ses
Sırtımda, üşüyen bir elin soğukluğu.
Sigaramı, içmesen de olur Kadiri..
Fakat, bu saatte,
senin, akşamının “zinciri”
“ne ağırdır kimbilir!..”
1945, Ankara ( Günden Güne)
HİSSEN YOK BU AKŞAMDA SENİN
Hissen yok bu akşamda senin,
sen öğleden beri
bu renk renk
bu çeşit çeşit söylenen şarkının
artık haricindesin.
Tankın gölgesi uzandı üstüne kadar,
nerdeyse, habersiz gün batacak.
Tamamen çekmiş göğsünden akan kanı
büyük ve mütehammil toprak.
Her şeyin ne kadar şikâyetsiz
saatin hâlâ işliyor bileğinde,
onu akşamdan akşama kurardın,
tabii biraz sonra duracak.
Bugün günlerden cumartesi,
dün yazdığın mektup,
ancak, dört gün sonra eline değecek karının.
Senin orada eskisi gibi sesin işitilecek,
sesin teselli edecek
düşünür gibi gülecek,
kısaca: Yaşayacaksın.
Çocuğun o akşam yazdığı cevapta
bahsedecek çiçek açtığından
bahçenizdeki ağaçların.
Güneş battı,
yıldızlar doğacak biraz sonra,
şimdi kamın acıkmış olacaktı.
Çantanda tayının ve konserven var,
cebinde, yemekten sonra içecek sigaran.
Düşman bozguna uğratıldı arkadaş,
mısralarımda olsun uyan!..
1945, Ankara (Günden Güne)
GECE
Gece seni birden bire hatırladım,
nasıl bakarsa sürüye dağdan bir canavar,
pencereden dışarıya öyle baktım.
Dışarda seni benden ayıran hayat,
dışarda lodosa çevirmiş hava,
eriyor günlerdir yağan kar.
Bir görünmez düşmanın üzerine yürümek
ve düşüp ölmek sonra,
birkaç adım atarak...
1947 ( Günden Güne)
GİTME KAL
Nice nice acılan aklına getir
Bunca yoksulluğu aklına getir
Gözyaşlarını aklına getir
“GİTME KAL” var yok dinlemez bir çocuk isteğidir
Gitme aklına getir
Kıraç mı kıraç toprakların üstüne
Güneşler açar yağmurlar kesilince
Çini çıplak kayada yeşerir incir ağacı
Dağların kuytusunda bir uslu çiçek
Dağıtır mavisini kendi kendine
Gitme beraberlik içinde
Nasıl sevinirdik aklına getir
Her şeyi her şeyi aklına getir
Gece yanlarını aklına getir
Söylediklerini aklına getir
Sinsi yağmurlar yağıyordu
Soğuktu
Yaktığımız ateşi aklına getir
Nelerden geçiyorsun aklına getir
Gitme dünyamızın her yerinde
Yorgun eller gülleri derleyince
Ellerin sevincini aklına getir
Güllerin sevincini aklına getir
Ne çok severdik seni aklına getir
(İstanbul Bulutu)
KEDİ AKLI
Bir diyeceğim yoktu hüzünden yana
Yıpranıyordu kötü kadınlarda aşkım pis karanlıklarda
Yetmiyordum yeni insanlara yetişemiyordum
Ölür kalırdım belki de sokak aralarında bir kenarda
Kimin umurunda dedim ama kendimi inandıramadım
buna da
Yakışmıyordum eski pencerelere yosunlu sulara
Ölür kalırdım belki de sokak aralarında bir kenarda
Uyandırılacak çocuklarım vardı uyuyorlardı uykularında
Çok mu yaşamıştım az mı ölmek hakkım mıydı yıl varken
akşamlara
Bu kedi nerden çıktı demeyin kapı aralıktı ben bıraktım da
Okşayacak bir şey ister ellerimiz kendi sıcaklığında
Yıpranıyordu kötü kadınlarda aşkım pis karanlıklarda
Ne iyi etmişim aldım düşündüm kedilerin yan ak yan kara
aklında
Kedi işte kedi boğuyordu yavruyu engel görünce aşkında
Çekilmemişti denizlerim
Döndüm hırpalanmış geceden dayanıldı aydınlıklara
Ağlanır kedi yavrulanna çocuksuz analann arasında
Bu kedi nerden çıku demeyin kapı aralıktı ben bıraktım da
Uyandınlacak çocuklanm vardı uyuyorlardı uykulannda
Ne iyi etmişim uyur uykulannda
(Kedi Aklı)
KARGA
Aptalın teki bu karga
Bağınr bağırmaz
Art arda üç kez
Sessizlik tuz buz oldu
Erkenden
Kara
Bir de kara ki
Uçuyor denize doğru
Martıların peşinden
Bak şimdi
Aptal bu
Aptalın teki
( Yoksulduk, Dünyayı Sevdik)
KIRIK MAKARA
Akşamdı
Karatuşlardabeyazaltalta
İki sayı
6228
Ben okudum yalnız
Eski arkadaş gitti
Biz kendi sessizliğimizin
Birbirinden uzak
Salıncaklarına bindik
Sallandık dirsek dirseğe
Durduk
Sonra ayrı merdivenlerden
Eşiklerimize indik
Akşamdı
Akşamın evcil kentini arkamıza aldık
Sendelerken dayandığımız değnek
Bir elimizde
Ötekinde yiten
Tükenen gündüzümüz
Vurdukça kızılası batı çevreninin
Yazgımızı yeniden çizmek için
Kıvılcımlar saçtı alnımız
Akşamdı
Yürüdük biz
Bilge
Deniz akşamının gecikmeden
Vardık önüne
Dizlerimizi büktük
Kaldık orda
Terli bileklerimizi kurtardık ilkin
Demirinden bir kelepçenin
Ayırdına bile varmadan
Eski dostun vurduğu
Yorgundu deniz su
“Gece ki
Ne gece
Yoğun gece”
Araladık gizemsiz kapısını yorgun suyun
Yıldız ışıklan içinden
Bildik aydınhğımızı seçtik
Ayırdık usulca
— Hiçbir ortak yanınız kalmamış dedi
Anılarınızdan başka
— Hiçbir ortak yanımız
Kalmamış dedim
Ben dünyada ne öğrendim
Bilmez miydim
Orda
Solarlardı sararır da
Yapayalnız bırakılır
Yaşanmazsa yeniden
Yeniden anılar da
Başka nasıl olacaktık
Suskunduk
“Gece ki
Ne gece
Yoğun gece”
Yıldızlara bakmıyorduk
Kulak verdiğimiz de yoktu
Sese
Sessizliğe de
Okyanus akıntılarında
Biçimlenir gibiydik
Gecesefalannı bekletiyorduk
Beyaz sugülleri
Yolumuza bakıyordu
Kokusunu saçmak için
Uysal denizkulağmın
Gökkuşaklı düşü bizdik
Görkemsiz
Yalın çabası
Biz
İkimizdik
İşitilmez türküleri denizlalelerinin
Dip sularındaki
Yann ilk
Dünyayı düzeltecektik
Birlikte
Hele bitsindi gece
“Gece ki
Ne gece
Yoğun gece”
Açtı aykırı dalların en incesinde
O doğal
Ölümsüz güzellik
— Hadi kalkalım dedik
— Hadi
Bir onulmaz düşümüzün
Boşlukta takılı kalan
Kırık makarasından
İki sap beyaz iplik
inerken yere
Her yere
(Yoksulduk Dünyayı Sevdik)
AYNANIN ÖNÜNDE
Eşber YağmurdereU’ye
Altmış beş yıl
— Bir ömür bu bir uzun —
Yoksa önce mi biraz
Yazdı kuşkusuz ilkyaz
Saksılara uzak duran gelinciklerden
Anneme götürdüğüm o demet
Bir küçük bulut parçası alev alev
Yeşil yapraklar içinde kızıl
İsyan bayrağım oldu zamanla
Aynanın önünde
Solgun sın
Mor çiçekli orman gülünden
Kale* işi (*) Çanakkale
Küçük vazomuzun içinde
Nasıl da durdu bunca yıl
Ne ben
Ne de ah benim güzel annem
Elimiz değip de bir yol
Suyunu yenilemedik
Aynanın önünde
Bakın duruyor işte
Duruyor o ilk günlerdeki gibi
Görüyorum salınıyor ara sıra
Bir o yana bir bu yana
Eski uzak günlerimizde kimi zaman
Kimi zaman bu günlerimizde
Aynanın önünde
Ayaklanan bir şarkı duyulur bazen
Bir devrim şarkısı Marseyez gibi
Yıldız kayar ay seslenir bir gemi geçer
Çiçekler de seslenir derinden
Derinden çok derinden
Kederi çevrensiz sessizliğimizden
Nohut oda bakla sofa evimiz
Bir yıkıntıdır çoktan
Nasıldı o eski deyim
İşte öyle “yer ile yeksan”
Denizden kopup gelen sert poyraz
İstenmeyen bir konuktu
Kapımızda penceremizde
O günler nerede nerede nerede
Dalıp dalıp gidiyorum
Zaman zaman
Her şey bıraktığım gibi uzaktan
Bu uzun yaşam boyu hep böyle
Eksiği yok orada hiçbir şeyin
İşte her şey yerli yerinde
Kapımızda penceremizde
Aynanın önünde
Durup dururken
Ve de birden
Pusularda bekleyen yıldızkarayelde
Ayaklanan şarkı savruluyor
Savruluyor kızıl gelincikler
Kırlangıçlar marnlarla birlikte
Bulutsuz Gelibolu göklerinde
Alev alev o bulut
Göndersiz bir bayrak savruluyor
Hoyrat ses duyuluyor kargaşa biter bitmez
— Unut unut unut
Çok yaz
İlkyazlarda
Yabanıl gülleri beyaz
Uzun ovamızda bizim
Bol yapraklı Ece ovamızda
Ya da Marmara’yı
Akıntılı Boğaz’ı öpen
Dışdeniz’e
“Nam-ı diğer” Saros körfezine hasret
Ekininden geçilmez kırlarımızda
Önlerine çıkıyorum sessiz soluksuz
Güneşte bir yağmur
Bir sağnak gibi birden
Yeniden sonra yeniden
Bir yerlerde isyan bayrakları yükselir
Bir devrimin şarkısı ayaklanırken
Kıpkızıl gelincikler derliyorum
Evimizin güzelim vazosunu
Bir gün bile çiçeksiz bırakmıyorum
Aynanın önünde
Annem benim
Nasıl inanırım ben buna nasıl
Yoksa nasıl dayanırdım onca yıl
Kız kardeşim
Biricik kızım
Sevdalım
O hep üşüyen
O hep yoksul
Otuz yedisine bile gelmeden
Ah o yiten yiten yiten
Gülümsüyor işte ben görüyorum
Gülümsüyor bilinmedik bir yerden
Ötelerden çok ötelerden
Uzaklardan çok
Aynanın içinden
Sonsuzluk sonsuzdur kim bilmez
Aydınlıktır
Dilerim mevsimi tektir
Tektir hep yaz
Ah ilkyaz
Moda, Mayıs-Temmuz 2000 (Adam Sanat, Eylül 2000)
A t t îl â İ lhan
(Dog. 1925)
ŞAHANE SERSERİ
yolumdan çekil yavrum
bağlasalar duramam
demir âsâ demir çarık dedim
neyleyim
yolculuk dedim
ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir
rüzgâr kendini yerden yere vuruyor
kırık dökük yıldızlar belirdi uzaktan
telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor
anamdan yolcu doğmuşum
yedi dağın yollan kalbimden geçer
salkım salkım mısralar gelir içimden
dudaklarımda yağmur damlalan
alır beni yollar beni alır gider
anamdan yolcu doğmuşum
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum
akşam dedim
şu koca dünya dedim
ağlasam dedim
yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden
tumalann peşinden
büyük şehirler büyük aşklar
çığlık çığlığa terkedilir
ben
çocuklar gibi sevdim devler gibi ısürap çektim
damarlanmda dünyanın bütün rüzgârlan
harplere açılıklara yalnızlığıma rağmen
anamdan yolcu doğmuşum
neyleyim
gurbet dedim
vatan dedim
hürriyet dedim
(Sisler Bulvar*)
LA DONNA E MOBİLÎ
paris’e vergi bir yağmur hayatı
bin dokuz yüz elli bir senesi sonunda
sokaklar benim ben sokakların
bir türkü gezinir dilimin ucunda
maubeuge sokağı’nda gelip durmuşum
otel defterine şair yazmışlar
konservatuvar talebesi komşum
rigoletto’dan prensin aryasına başlar
her sabah saatin onunda
masmavi bir sesi var hergelenin
türkü söylemek yaşamanın başka türlüsü
gönlünce bir türküsü var mağdem ki herkesin
bu bizim yaşamışlığımızın türküsü
üniversitenin ikinci yılında
elbet bana biraderi düşündürür
siz kendisini tanımazsınız
bafra mağden içer istifham gibi yürür
Şimdi ben yalnız o daha yalnız
rigoletto’nun sağında ve solunda
kalbinde dünyayı taşır bu çocuk
dünya kalbimizde taşınmaya değer
bir yılbaşı gecesi balıklar gibi sarhoştuk
la donna’yı eteğinden çekti birader
taksim harbiye yolunda
abbas ki türküler içinde yaşadı
dört bucağa tohum tohum türküler serpiyor
boulevard sebastopol’da yağmur başladı
belleville taraflarında güneş açıyor
la donna kaybolmuş barbes metrosu’nda
(Sisler Bulvarı)
KAPTAN-1.
eflâtun gözlerin olduğunu bilmiyordum
gece yansını yaşamaktan yorgunum
ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim kül rengi kumrular gibi uçuyorlar
bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers’li kızı hatırlaUyor
ayazın avucunda unutmuştun ellerini
karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar
ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmışu ölsen tanıyamazdın
hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
oysa au vieux chatelet’de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti
yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim
montmartre metrosu civarında seni gözden kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cıgara gibi
sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdiğini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü
bir gazete aldım ama evde okuyacağım
kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldürmek için çareler tasarlasam
sükût bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
mağrur bir totem gibi sussam konusmasam
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam ve yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç haürlamasam hiç mi hiç
ihanetini hatırlamasam şehvetini haürlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar
yan gecenin içinden bir zenci sütbeyaz bakıyor
rue lafeyette’de dünden bugüne geçiyorum
eflâtun gözlerini bir grog kadehinde unuttum
KAPTAN-2.
bu geminin yelkenlerine herifin biri paris yazmış
hıxembourg gan’nın dirseğindeki çiçekçiyi bileceksin
yeşil muşamba ceketli sanşın küskün kızcağız
en dokunulmaz kızı en temiz fikrimce paris’in
pablo’ya sorarsanız bir taksi şoförüyle yatıyor
pablo!.. ah pablo!.. onunla bir tanışsanız
önüne gelene salamanca’dan bir şeyler anlatıyor
babasını orda bir duvar dibinde bırakmış
halbuki konuştuğu zaman fransız sanırsınız
saint-michel’de bir talebe kahvesindeyim yalnız
gündüz olduğu halde bütün ışıklan yakmışlar
bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var
ellerim kınlsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
avenue vagram’da bir akşam yeter bana ağustosta
yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
bir mısra yeter geceleyin bir tren gibi pınl pırıl
sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
birini bitirmeden aklın öteki yolculukta
dün gece châtelet’de metro’nun yambaşmda durdum
yağmur bilmediğim başka bir gökten yağıyordu
yağmur saint-jacques kulesine doğru yağıyordu
yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım
şimdi bir nefeste cafD de l’Ocluse’ü hatırladım
seine kıyısındaki küçük nehir kahvesini
kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
seine gemicileri her akşam burada toplanırlar
onlar için bir takım maceralar düşünürüm
seine sanki petrolmüş gibi iştahlı ve obur akıyor
dupont’daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar
utrillo’nun bir sokağından seni çektim çıkardım
elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
sana mardi gras için bir japon maskesi aldım
sen bana kaptan diyorsun herkes bana kaptan diyor
sahici bir kaptanmışım gibi tükürüyorum
KAPTAN-3.
yalın kılıç bir kasım sabahını paris’te yaşadım
sokaklarda sonbahar şiirleri salkım salkım
faubourg saint-denis’de işte yine pazar kurulmuş
beş franga çorba içtiğimizjulien’in kapısı önünde
kırmızı ve siyah ve san saçlı bir kadın durmuş
m uzaffer patatesler satıyor üç renkli neşesi içinde
camların arkasında ekmekçi kızlar mavi beyaz
raflarda uzun uzun herifler gibi taze ekmekler
üstüne bir yağmur yağdırmak hevesi uyanır içinde
ben bu mısraları yazarım tout-va-bien kahvesinde
concorde’da bütün fıskiyeler birden ayaklanacak
gri bir demir gibi ensende hissedeceksin ebemkuşağını
paris’in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım
on beş dakika sonra bordeaux’ya bir tren kalkacak
garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
ellerim yağmura açılmış sakallanın ıslak
ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım
st-vincent de paul kilisesi benim otelin arkasına düşer
saat kulesi her gece uyur uykumdan uyandınyor
her seferinde seni tekrar bordeaux’ya yolcu ediyorum.
saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
çarmıhta bir İsa gibi ben ıstırap çektim
bir sülfat acılığı sinerse parmaklanna şiirlerimden
gözyaşlan sinerse eğer küstahça kafiyeli
anla ki ölümle hayat arasında zaman gibi mesudum
kendimi öldürecek haldeyim seni öldürecek saadetimden
donna-maria! bir kahvede isyan halinde bulduğum
çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk
sen! bordeaux’ya yorgun bir flâmingo gibi yolladığım
geceleri benim için dua etmelisiniz
renault’daki grevciler toptan sokağa atıldılar
paris’in duvarlannı boydan boya afişler kapladı
seni hatırladıkça bir kadeh armagnac içerim
armagnac demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş
demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim
senin dağlardan ve sarhoşlardan korktuğunu bilirim
ben sarhoş olduğum zaman korkmuyorsun hiç kormuyorsun
gözlüklerim kırılmasın diye sakladığını bilirim
kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
seni terketmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kur’andaki bütün belalara tevrattaki bütün belalara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden mağdem ki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
mağdem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimin
onu inkâr ediyorum kalbimi inkâr ediyorum
geceleri benim için dua etmelisiniz
üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı bir kaç yüzyıl hikâyemi anlatacak
KAPTAN-4.
cenova’ya indiğim zaman seni katiyyen göremezdim
aklım başımda değildi küfür gibi huzursuzdum
herkes beni unutmuştu ben kimseyi unutmamıştım
zehra’yı unutmamıştım allahsız gözlerini unutmamıştım
sol böğrüme sanki çıplak bir hançer saptamışlardı
şimdi benim gözlerim paris’te marivaux sinemasında
bir çift kara maça gibi yorgun ve uykusuz
ellerim derseniz marsilya’da garsonla hesaplaşıyor
martini-cin seksen frank on frank da servis
kalbim derseniz onun nerede olduğunu bilmiyorum
ağlıyorum onun nerede olduğunu bilmiyorum
hiç kimse kalbimin nerede olduğunu bilmiyor
nihayet seni terkedip gitti diyebilirsiniz.
benim acılarım ilahlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar
onları karanlıkta bembeyaz gözleriyle görüyorum
karanlıkta seni görüyorum dudaklarına ellerimi sürüyorum
seni kollarımın arasında tutuyorum ağzından öpüyorum
ikimiz birden bire austerlitz garı’na gidiyoruz
austerlitz garı önüne bakıyor bizden utanıyor
bir trene binmek rastgele defolup gitmek istiyorum
trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak
küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak
kalemimde mürekkep kalmıyor insanlar beni görmüyorlar
insanlar kendilerini kaybetmişler onlara acıyorum
ümitsiz bir akrep gibi ben aynı zamanda mağrurum
samantain’in ışıklan ocağıma düşmüş yalvarıyor
bir roman için fevkalâde olduklan düşünülebilir
sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi gauloise
bense on frangımı amerikan bilardosuna kaptırdım
seine kıyısında mırç büyük bir hayal kuruyordu
seine kıyısında üçümüz sarhoş bir hayal kuruyorduk
mavi bir ışık vardı ben işte onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacob’un şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgâr tutuyordun
bu rüzgâr için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun
marsilya’da bir akşam soğuktan tir tir titredim
p.cheyney’in bir kitabını bir kahvede soluksuz bitirdim
vapur ertesi gün saat beşte kalkacaktı
ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
bunu allahım gibi aşikâr biliyorum
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor
on bir gün aç ve susuz gözlerinin içine bakacağım
on ikinci gün jiletle damarlanmı keseceğim
KAPTAN -5.
hep ayni manzarayı kullanmaktan bıktım usandım
bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım
van gogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu
ellerim titriyordu bir dakar yolculuğu kuruyordum
güya bir şilebin kıç güvertesinde durmuştum
nabızlarım bir deniz fenerinin gözlerinde atıyordu
asor adalarında on sekiz mısraımı unutmuştum
onlar beni terketmişlerdi yalnız kalmıştım mahvolmuştum
sen beni terketmiştin bunu yalnız serdümen biliyordu
geceleyin ışıklan söndürüp senden bahsediyorduk
seine kitapçılarında villon’un şiirlerini buldum
nehir yürek gibi kabarmıştı rüzgâr esiyordu
bir hafta her gece villon’dan bir şeyler okudum
sen benim şiirlerimi okudukça ağhyacaksın.
seni hiç görmeseydim seni keşke hiç görmeseydim
şu benim iki gözüm aksalardı kıpkızıl kör olsaydım
sacre-coeur’de armonik çalsaydım dilemeydim
seni hiç görmeseydim ismini hiç duymasaydım
belki kendime göre rezilce saadetlerim olurdu
kaldınmlara renkli tebeşirle katedral resimleri çizerdim
kaldınmlara senin resmini çizerdim herkes seni çiğnerdi
bistroya yıkılır çınlçıplak bir quantro içerdim
lucie-anne yine gelir yine bana senden bahsederdi
lucie-anne neden gelir neden bana senden bahsederdi
benim bu çektiklerimi bir çocuk var ki anlıyor
kendimi yerden yere vuruşumu içimdeki zehiri
bir çocuk var ki anlıyor benim gibi kahroluyor
odasında şiirlerim fiıkara mumlar gibi yanıyorlar
sen o çocuk değilsin sen artık çocuk değilsin
dudaklann eskisi gibi beyaz değiller biliyorsun
sen gözlerini kaybettin gözlerini bunu biliyorsun
ben ki yaşadıklanmı büyük dinler gibi yaşıyorum
sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun
eiffel’in dibinde durduk ben bir ağara yaktım
saint-dominique sokağında şehir ışıklannı yaktı
içim büyük karanlıktı ellerimi göğe uzattım
soluk bir sisin arkasından yüzün gözüküyordu
gece inmişti takım takım yıldızlar gözüküyordu
şimdi sen başka bir şehirdeydin saçlannı kesmiştin
dudaklanm boyamıştın bu seni tamamen değiştirmişti
rüyana erkekler giriyordu hem çıplak giriyordu
aklına ben geldiğim zaman utanıyordun
onların arasında değildim çünkü ben yoktum
ben paris’te kalmıştım adresim ezberindeydi
her cumartesi istesen bir kart gönderebilirdin
ne var ki bunu hiç bir zaman yapmayacaksın
kendimden kurtulmak için gölgemi koridorda astım
pazar günü sözleşmiştik beni mutlaka bekliyecekti
şimdi kalkıp gitsem mırç’ı bulacağım malûm
sonra vini-prix’den üç litre şarap alacağımız
şarabın yanına bir şişe rom-negrita alacağımız
sarhoş olacağımız malûm şarkı söyleyeceğimiz
sonra mırç Zehra’dan bahsedecek ben susacağım
camlardan bakınca paris’in damlarını göreceğiz
bana ancak sabahlan telefon edebilirsiniz
(Sisler Bulvan)
PİA
ne olur kim olduğunu bilsem pia’nm
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia’yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
Singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia’nm
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia’nm
ölsem eksiksiz ölürdüm
(Sisler Bulvarı)
SİSLER BULVARI
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camlan kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler buhran’na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı’nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaküm
yenikapı’da bir tren vardı
sisler bulvan’nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı’ndan geçtim sırsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapda kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika’ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka’da bir gün kalacağım
sisler bulvan’nı hatırhyacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodostan bir satır yağmurdan iki
senin kirpiklerinden bir satır
simsiyah bir satır hatırhyacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçlan yatıyordu yoksuldu
bütün yapraklan sararmışa
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki İstanbul’du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlıyamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı’ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray’da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
(Sisler Bulvarı)
YAĞMUR KAÇAĞI
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim akima gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
saraybumu’ndan geçiyorum
akşamsa eylül’se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
(Yağmur Kaçağı)
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka’dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir ağara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım
akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım
( Yağmur Kaçağı)
FABRİKA DURAĞI
dün akşam bütün yüzünle bana doğru eğilmiştin
gözlerin hüzünle doluydu güya beraberdik
öptüm ki sen değilmişsin büyük yalnızlığımmış
yalnızlığımı emziren korkunç karanlığımmış
dün akşam yeniden ıhlamurlar boyunca gittim
yine yoldan çingeneler geçiyorlardı
öksüz bir ağara gibi iki nefeste bitirdik
sonuna geldik birlikte başladığımızın
üfledik birer birer ışıklarını söndürdük
haziran gecesi içindeki aşkımızın
karanlıkta kaldık yalnızlıkta kaldık
İstanbul çığlık çığlık ter döküyordu
gökyüzü en karanlıktı sonra gözlerin
fabrika durağındaki bayram yerinde
lâcivert saçlı kürtlerin sonra devrilmişliği
bir elbistan türküsünün ucundan ısırmışhğı
yumruk kadar yürekleriyle sonra çocuklar
sonra niyet çeken askerler karanlıktı
sonra sessiz sedasız sevişen ıhlamurlar
o akşamın eteklerinde iki mahzun çocuktuk
izinli jandarmalar nişan atıyorlardı
atlıkarıncalar gıcır gıcır gülüyorlardı
yorgunluğumuza rağmen âdeta mesuttuk
canavar yoksulluğumuzu sanki unutmuştuk
başımızı sokacak evimizin olmadığını
iki yakamızın uç uca gelmediğini
halimizi soran olmadığını sanki unutmuştuk
içimizden ebâbil kuşlan geçiyorlardı
o akşam fabrika durağındaki bayram yerinde
elbirliğiyle bir donanma yaşadık
ıslıklı denizlerin ihtirasını yaşadık
gözbebeğimizdeki kan siyaha dönmüştü
bayramın sonu gelmişti oysa ışıklar sönmüştü
ben yıkılıp gitmiştim erken kalkacaktım
sen bir rüzgâra girmiştin erken kalkacaktın
ikimiz ekmeğimizin peşine düşmüştük
öyle uzun sevişmeye vaktimiz yoktu
(Yağmur Kaçağı)
MARÍA. MİSSAKİAN
yüksekkaldınm’da bir akşam
maria missakian’ı düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım
kasım’da bir çınar olurdum
yaprak yaprak dökülürdüm
kalbimi sıkı tutmasam
döküp saçıp boşaltsam
içimde yükselen şüri
kaldırımlara döküp harcasam
gözleri balıkçıl gözleri
dudaklarında tutup rüzgârı
maria missakian adında biri
gelse göğsüne kapansam
gece gölgesine sokulsam
gökyüzünde bulutlar büyüseler
yağmuru dinlesem anlatsam
şimşekler kınlıp dökülseler
bizi sokaklarda bıraksalar
leylekler üşüyüp gitseler
dönüp arkalarına bakmadan
yine akşam oldu attilâ ilhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
belki paris’te maria missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup paris’i
sana kaçmayı tasarlar her akşam
( Yağmur Kaçağı)
ASKIDA YAŞAMAK
boynuna o yeşil fulan sarma çocuk
gece trenlerine binme
kaybolursun
sokaklarda mızıka çalma çocuk
vurulursun
(Ben Sana Mecburum)
İS14NBUL AĞRISI
kanatlan parça parça bu ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
sen
eğer yine İstanbul’san
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
kapı önlerinde boyunlannı bükmüş tek tek kafiyeler
yahudi sokaklarını aydınlatan telâviv şarkıları
mavi asfaltlara çökmüş
diz bağlıyor
eğer sen yine İstanbul’san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
sirkeci gan’nda tren çığhklanyla bıçaklanıp
intihar dumanlan içindeki haydarpaşa’dan
anadolu üstlerine bakıp bakıp
ağlıyan
sen eğer yine İstanbul’san
aldanmıyorsam
yakalan karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulakianmdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yâni şu bildiğin attilâ ilhan’ı
zehirliyebilirim
sonbahar karanlıklan tuttu tutacak
tarlabaşı pansiyonlarında bekârlar buğulanıyor
imtihan çığlıklan yükseliyor üniversite’den
tophane iskelesi’nde diesel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
uykusuz dalgalanıyor
ulan İstanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazut tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımlan fişkınyor
antenlerinden
neden
peki İstanbul ya ben
ya mısralannı dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlanna yapıştıran yolcu abbas
ya benim kahnm
ya senin ağnn
ağır kabaranlannla uykulanmı ezerek deliksiz yaşattığın
çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağnn
o senin
eğer sen yine İstanbul’san
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
sicilya’h balıkçılara marsilya’lı dok işçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine İstanbul’san
eğer senin ağnnsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
ulan yine sen kazandın İstanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklanmdan kan fışkınncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiç bir gün hiç bir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine İstanbul’san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
kaç kere yazdım kimbilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 eylül’ünde birader mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık
KIRMIZI PAZAR
kız sen burda yeni misin peki leylâ nerde
hani çekirdek gözlü örümcekten korkan
kim ulan beni herkes tanır git patronuna sor
elektrikçi ihsan dedin mi içkide üstüme yoktur
leylâ güzle kızdı ben böyle göz görmedim
sen de güzelsin bak omuzların meselâ
biz elektrikçi kısmı karanlıkla güreşiriz
ölüm tellerde ıshk çalar gözümüz pektir
saçların kendinden mi san boyadın mı
öyle örtülü bakma içimi karıştırıyorsun
buranın tesisatını biz yaptık cahid’le beraber
düğmeye şöyle dokun süt gibi aydınlık
cahid askere gitti bak leylâ da gitmiş
geceleri uyku tutmuyor işin yoksa cıgara iç
yıldızlar boğazıma dizili inanmazsın
dilsiz misin nesin bir şey söylesene
İstanbul’dan mı geldin yalnız mısın
(Ben Sana Mecburum)
SEN BEYAZ BİR KADINSIN
asıl büyük sarhoş benim uzaktaki
ben ki tek damla şarap içmedim
ekmeğin beyaz zeytinin siyah olduğunu biliyorum
asıl büyük sarhoş benim uzaktaki
benim kusturucu sarhoşluğum
yoksulluğum
yüzüme bakmasan da yağmura düşürsen de gözlerini
gözlerime bakmasan da ne kadar
o kadar aydınlığın gökyüzüme uzanıyor
uykularımda nefesinin sıcaklığı
o kadar
hangi akşam kapımı çalan sen değilsin
sen değil misin
gizli bir kıvılcım gibi gözbebeklerimde duran
umutsuzlandığım her akşam
senin rüzgârın almıyor mu uğultulu yorgunluğumu
yoksulluğun eşiğinde kapaklandığım zaman
ellerimden sımsıkı tutmuyor mu
senin
iyimseriğin
bu tezgâhı kurdumsa ben senin için kurdum
senin için dokuduğum basma ve pazen
denizin yeşilinden süzdüğüm balık
göğün mavisinden çaldığım kuş
senin için
felsefe okudumsa iktisat okudumsa geceyanlan
boğazım kurumuş içim bir kalabalık
sıcacık mısralar okudumsa yunus’dan
senin için okudum
geceyanlan
sen beyaz bir kadınsın
uzaktaki
gözlerin aklımdan çıkmıyor
sen beyaz bir kadınsın karanlıklan dinliyen
uzaktaki
sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda
yorgun başını üşümüş yastığına koyuyor musun
uyuyor musun
(Ben Sana Mecburum)
BEN SANA MECBURUM
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıuyorum
ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski İstanbul mudur
karanlıkta buludar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
bir kaç hayat çıkanr yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
son yOzyil bOyük türk şİîr! antolojisi .
sı
belki haziran’da mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şileb sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy’de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurdlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin
(Ben Sana Mecburum)
YANLIŞ YAŞAMAK
yanılmış bir kapıyım simsiyah
kendi üstüme kapanıyorum
seni paris’te kaybettim
yanlış bir yerde arıyorum
bozduğum her saat
içimi büsbütün daraltıyor
hiç bir mutluluğum kalmadı
ne bıraktıysan harcadım
inge bruckhart
resimlerine bakamıyorum
yanlış bir bulut çoğalıyor
akşamlan yanılmış içlerime
ağzımda bozuk bir pil tadı
o korku değil artık bu yaşadığım
telefon zillerine dolaşarak
bak ne ben leipzig’deyim
ne de seni İstanbul’da
»•
ne depart kahvesi’nde çay içiyoruz
ne tiryaki köpek’te şarap
seni görmeden öleceğim
bir daha görmeden
inge bruckhart
zaten kaç yıldır yaşamıyorum
hep yanıldık mı kimbilir
inanmak gelmiyor içimden
o yanlış tren bindiğimiz midir
azala azala unutulduğumuz
hani leipzig garı’nda biten
yine yanlış mı yaşıyoruz
karanlığımızı avuçlarımıza öksürerek
sen bir kadın ıssızlığına koşulmuş
yandan fazla mavi gözlü
eylülden eylüle gülümseyen
ben görünmez raylara düğümlü
garlarda yankılanan bir erkek
değerinden eksiğine bozulmuş
ölüversek mi ne
en büyük yanlışlığı benimsiyerek
gizli bir nem sinmemiş mi ellerine
ya saçlann fena halde sonbahar
yanlışlar prensesi inge bruckhart
yine marae üzerine kar yağıyor
geceleyin bembeyaz ıhlamur ağaçlan
yanıldıkça lüzumsuzluğunu anlayıp
insan yaşadığından utanıyor
uykulanmızda yalnızlık korkulan
dışımız en küstah yanlışlıklar
içimiz en başka türlü ayıp
(Ben Sana Mecburum)
İKÎNCİ VİYOLONSEL
tersane sokağında bir ben kaldım
yaylı bir tambur ve bir kedi
uzaktan parça parça son bozacılar
perdelerde hüseyin rahmi gölgeleri
aylardan en vahdettin bir kasım
günlerden mondoros mütarekesi
hem biraz müslüman sendikacılar
hani bahçekapı’da tramvay grevindeki
hem biraz gece gece kapılandığım
yaylı bir tambur ve bir kedi
saraybumu’ndaki ağır aksak o vapur
şair namık kemal’dir belki magosa’ya
gülümser alışmamış çelebi gözlükleri
boğuk mithat paşa’nın ağlamaya
tersane kahvelerinde hâlâ konuşulur
ali suavi baskını nasıl saraya '
bozuk fonograflarda bekirağa bölükleri
üzgün başladıkça sûzinâk çalmaya
yıllardan bilmem ki bin üç yüz otuz mudur
binmiş kuvayı miliye mavisi bir tramvaya
sonra kaç sabiha doktor gömleklerinden
bilbao’da ve barud çirkini
şiirler yazdığı reçete kâğıtlarına
hiç yaymlanmıyacak belki
bir stalag çarpması berlin eskilerinden
biraz liberal fazlasıyla yahudi
kaç inge bruckhart tahta vagonlarına
Wehrmacht kamçılarıyla çizili
kan gibi akıyor bavyera içlerinden
yağmur yüklü tutsak trenleri
o akşam ki karadağ prensinin öldürüldüğü
wagner’den ağır bir kar hazır yağmaya
yırtarak o çıplak canavar düdükleri
viyolonsel yalnızlığını kıyasıya
o hangi delirmek içisıra götürdüğü
özgürlüğü sevdiren doktor sabiha’ya
ölülerin telaş telaş cepheye döndükleri
kaç bilbao gecesi bir daha vurulmaya
en saldı dudaklarıyla sabahlara kadar öptüğü
karanlıktaki tamtamlar kaç afrika’ya
(Ben Sana Mecburum)
AYSEL GİT BAŞIMDAN
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan istemiyorum
benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
dağıtır gecelerim sarışınlığını
uykularımı uyusan nasıl korkarsın
hiç bir dakikamı yaşıyamazsm
aysel git başımdan ben sana göre değilim
benim için kirletme aydınlığını
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
ıslığımı denesem hemen düşürürsün
gözlerim hızlandırır tenhalığını
yanlış şehirlere götürür trenlerim
ya ölmek ustalığını kazanının
ya korku biriktirmek yetisini
acılarım iyice bol gelir sana
sevincim bir türlü tutmaz sevincini
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ümitsizliğimi olsun anlaşana
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
sevindiğim anda sen üzülürsün
sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş
uzak yalnızlık limanlarına
aykırı bir yolcuyum dünya geniş
büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
sakın başka bir şey getirme aklına
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan seni seviyorum
(Belâ Çiçeği)
SEN BENİM HİÇ BİR ŞEYİMSİN
sen benim hiç bir şeyimsin
yazdıklarımdan çok daha az
hiç kimse misin bilmem ki nesin
lüzumundan fazla beyaz
sen benim hiç bir şeyimsin
varlığın yokluğun anlaşılmaz
galiba eski liman üzerindesin
nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
dudaklarınla cama çizdiğin
en fazla sonbahar otellerinde
üniversiteli bir kız uykusu bulmak
yalnızlığı öldüresiyle çirkin
sabaha karşı öldüresiye korkak
kulağı çabucak telefon zillerinde
sen benim hiç bir şeyimsin
hiç bir sevişmek yaşamışlığım
henüz boş bir roman sahifesinde
hiç kimse misin bilmem ki nesin
ne çok çığlıkların silemediği
zaten yok bir tren penceresinde
sen benim hiç bir şeyimsin
yabancı bir şarkı gibi yarım
yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
hiç kimse misin bilmem ki nesin
uykumun arasında çağırdığım
çocukluk sesimle ağlıyarak
sen benim hiç bir şeyimsin
BENİ BİR KERE DÖVDÜLER
beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm
daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
büyükdere’de dövdüler emirgân ve birileri
geceleyin dövdüler dişlerimi tükürdüm
emirgân’la aramız çok eskiden beri yok
niye ölmedim diye bana bozuluyor
ötekiler şurda burda azar azar gördüğüm
çakıdan bozma itler sustalı birileri
fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum
bir vakit omzum tutmadı dişlerimi tükürdüm
boşyerlerime vurdular yumruklan duruyor
gecenin bir saatinde gizlice kustum
bir böcek yürüyordu boynumdan içeri
burnum mu kanıyordu ağlıyor muydum
büyükdere’de dövdüler emirgân ve birileri
ayıran eden çıkmadı susadım su veren yok
kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
çocuk sıcaklığına sığınıp uyumayı
omzum bir vakit tutmadı dişlerimi tükürdüm
fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum
daha bere giyiyordum bıyıklanm da duruyor
hiç kimse o hâlimde görsün istemiyordum
eczane aramak filan aklımdan geçmedi
sıcak bir şeyler içmek otelde motelde
kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
dağılmış suratımı avuçlanna saklamayı
ağlamayı düşünürdüm kim bilir belki de
bir vakit omzum tutmadı dişlerimi tükürdüm
beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm
daha bere giyiyordum bıyıklanm da duruyor
büyükdere’de dövdüler emirgân ve birileri
senin için dövdüler dişlerimi tükürdüm
BÖYLE BİR SEVMEK
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
hayır sanmayın ki beni unuttular
hâlâ arası ra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kimbilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
(Böyle Bir Sevmek)
İHTİYARLAR BALLADI
onlara ün mü gelir bazı bir ses mi duyarlar
yumuşak bir kedere ufalır bakışları
idam mahkûmlarıdır aslında ihtiyarlar
ölüme koşullanmış bütün davranışları
yorgun öksürükleri oturup kalkışları
yaşayıp durmaktan gizlice utanırlar
her gece artık gitmek vaktidir sanırlar
geçmiş günlerinden bir destek aranırlar
uysal birgülümseme tek sızlanışları
idam mahkûmlarıdır aslında ihtiyarlar
ölüme koşullanmış bütün davranışları
yolculuk sabaha mı yoksa akşam üstü mü
aylardan bu ay mı günlerden acaba ne gün
yılan gibi çöreklenmiş bu soğuk kördüğümü
çözmeye uğraşırlar çözememekten üzgün
kaç kere hesabını çıkarırlar bir ömrün
şu yağmurlu güz dünyadaki son güzü mü
bir daha yiyecek mi yediği şu üzümü
ya uykuda giderse söylemeden son sözünü
ölmek var mı farkına varmadan öldüğünün
yılan gibi çöreklenmiş bu soğuk kördüğümü
çözmeye uğraşırlar çözememekten üzgün
bakılan her resim bütün bir ömrü saklar
ellerini kaldırsalar yıllar dökülüşür
birazdan yalıda sanki buluşacaklar
bir yerde saat çalsa o sevgili görünür
umut heykeli midir ay ışığı örtünür
bir pencere açılsa unutulmuş şarkılar
çocuk bahçelerinden nasıl yankılanırlar
kalkan her vapurda giden bir yolcu var
gönderilen her mektup onları götürür
idam mahkûmlarıdır aslında ihtiyarlar
sabahtan akşama hergün kaç kere ölür
(Böyle Bir Sevmek)
AN GELİR
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanım
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
kaf dağı’nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe'illallah kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şür söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
- tahrip gücü yüksek saatli bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür
(Elde Var Hüzün)
AYRILIK SEVDAYA DAHİL
- 1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
-
2.
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok anyonun
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızılan
bir yerlere yıldınm düşüyorum
aynlığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
-3.
ay ı$ığma batmış
karabiber ağaçlan
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yâseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü aynlmanm da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dâhil
çünkü aynlanlar hâlâ sevgili
hiç bir ânı tek başına yaşayamazlar
her ân ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telâşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir
[irilikte
yansımalar tutmuş bütün
[sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dâhil
çünkü aynlanlar hâlâ sevgili
-4.
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozlan yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflâtuna çalar puslu lâcivert
bir sis kuşatü ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmaklan uzun ve ince
sımsıcak bakışlan suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızlann en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
-5.
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığanz
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kınlsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessümzehir zemberek
[aşkımız
(Ayrılık Sevdaya Dahil)
AYAKÜSTÜ İNTİHAR
korkunun bıraktığı yerdeki kız
ölümünü o dakika tanıyor
bir muamma intihar nedeni
oysa genç az bulunur bir ağız
teni hiç kullanılmamış elleri yeni
korkunun bıraktığı yerdeki kız
yasaklarını mı aşamıyor
bir başkası olmak mı isteği
yoksa kendine mi ulaşamıyor
yok mu bir yürekten seveni
korkunun bıraktığı yerdeki kız
hızla karanlığa azalıyor
çizgilerinden çıktı bedeni
ortada kan kokusu kalıyor
ne geleni var ne gideni
(Kimi Sevsem Şensin)
M eh m et K arabulut
(Dog. 1925)
RUHİ ŞU T U DÎNLERKEN
Sedef, gümüş, gecede
Toz oldu zaman
Cem oldu yollar
Bir yoldan Koca Yunus
Bir yoldan Pir Sultan
Geldiler oturdular
Beşyüz bahardan daha canlı
Beşyüz yazdan daha sıcak
Boyunlarında ip izleri
Besbelli hep kalacak.
Aya baktın yere inmiş
Kaş olmuş Elif kıza
Ak gerdan üstünde iki gül
Yollar bir uzaktan bir uzağa
Sen kanadı kuş olmuşsun Elif, Karacaoğlan yaya
Varsa dibine yaz aylarında
Konduğun dallar eğilmez mi.
Gece yansı yola düştü obalar
Bre bu ne iştir Dadaloğlu
Yetmedi dağlann dostluğu
Giderse gitsin canlar, halk yaşar
Bu tastamam doğru mu.
Türkmen kiliminden çıkmış güneşe
Bir orman uğultusu
Bir yitik ağlama
Ve bitmez tükenmez bir sevidir Ruhi Su
Her solukta
Bir kürek ateş atar damara
Var git kendin bul der doğruyu.
{Gün Kapısı)
YİTİK KAN
Bir altın tas gibi gelen bu sabahta
Turnalar asarken dağlardan
Acının ve umudun uzun sınırında
Hiç ilişmeyin kalsın kan.
Gün gelir kalkar gider bir çiçekte, otta
Buluşur yitik kanlarla Anadolu’da öteki
Kar akı bir sakalla bekler Hacı Bektaş-ı Veli
El ele tutuşup çıkarlar dağlara.
(Gün Kaput)
e»
S a b r î A lt in el
(1926-1985)
TAŞTAN SESTEN B İR DENİZE
Bakamam gözlerinin içine bakamam
Anıların bırakıyor seni
Sokaklar sessiz evler çarşılar arasında
Günlerin yanık kâğıtları arasında
Yaşamı daha kutsal kılmak görevi bizim
Güzü daha güz kılmak yazı daha yaz
Kanı ürperten yağmurlar
Sonra düşündüren sonra alıp götüren birdenbire
Taştan sesten bir denize
Sağır duvarları ardında gecenin
Ekmekler şirketler ardında
Solmuş acıma ve sevgi
Sisli insan yüzleri
Kırlangıç oklan iner gök boşluğundan
Bilinmeyen rüzgârlar sonsuz zamanlar
Akar suların soğukluğu
Kokusu bitkinin madenin
Boş ellerin acı bakışların uğultusu
Kim getirdi bu ıssızı bize
Kim verdi soğuk külünü günün
Kapkara bir nehir gibi akan acıyı
Yavaşlığını türkünün
Yüreğin demirini kim
Duyuyorum kimsesiz kıyılarda
Uzayan sesini yüreğin
Yeni yaşamı duyuyorum başlayan isteği
Gece geçildi artık
Varıldı umudun şafağına
Ilık bir güz sabahında
Ölen ve yeniden doğan dünyada
SABAHIN İÇİNDE
Sabahın içinde bir kuş sesi
Doğuşun habercisi dönüp duran tek başına
Uçsuz bucaksız evren yaşamı saran ince deri
Bir gümüş dumanı örttü çiçeği
Ve kendi içinde kendi eytişiminde
Doğanın kendi saatleri
Ey eski ve dayanıksız yaşam
Sürüp geldin acının kanadında
Açılan boynuyla ötelere dökülen güneş
Sabahın içinde toğrağın sesi insanın eylemi
Kışlaklarında ezikliğin yalnızlığın
Ne ağla ne yerin artık ölüm örttü günü
Yitik çocuklar aşınmış kelimeler
Kadınlar geçer yorgun bir rüzgâr gibi
İnsanın camdan soluğu sokaklarda
Grevlerde metalüıji işçileri
Utku aydınlığı gözlerinde
Çürümeler kırık yürekler yüzler
Harman yerlerinde maden ocaklarında işyerlerinde
Nehirler gibi akan keder
Güzlerin uzaklığına girmişsen eğer
Varırsan ovada ak kavaklara
Çığlıklar uğultular unutulmuş sular
Ölüme yer verme amansız belleğinde
Direniyorsun acının güne dönüşümünde
Yanında yaşamı kutsayan ellerin
Kan lekeleri yüzlerde ve gizli telgraflar
Ağlamaların sokakları ve yas göğü
Kapıları kapalı borsalar
Taşlar sahte yazgılar
Direniyorsun zamanın ortasında
Kendi kendisi olabilmesi için insanın
Kardeşler kardeşler
Gecenin içinde sabahlara kadar açık bir çan gibi
Ağaran ufku gördük parıldayan alnı
Çalışan eli uğraşlar ahn terleri
Gülümseyişin mevsimlerini gördük, diri yürekte
Ayrılıkların sisini gördük
Kanın çığlığını umudun güneşini
İnsana saygıyı özgürlüğün anlaUlmazhğmda
(Zamanın Yüreği)
VE GECENİN İÇİNDEN AYDINLIK
Günün erken saatinde sabaha bakıyorum
Şafak söktü sökecek
Bitki toprağa vuruyor çiçek dala
Derisi düşüyor bir eski dünyanın
Acılar sessizlikler üstüne
Yeniden harlıyor ateş suyun altından
Yüreğe gelen kan gibi parıl parıl
Düşüncenin ve ölünün vakti yok artık
Taşın ve kararın vakti yok
Ağlamalarla dolu evler yalnızlıklarla
Yasın ve güvercinin indiği
Çekişilen azarlanan çocuklar
Kentler yüzen adalar gibi suyun içinde
Boşlukta duran sesler soğumuş yürekler
İnsanın vakti yok artık
Bitkinin ve öfkenin vakti yok
Balıkesir'in oralarda bir yerlerde
Tarlalara iniyor tütüncüler
İnce bir rüzgâr uykulu yollarda
İşçi evlerinin ışıklan yansıyor bana
Etsiz ekmeksiz odalara sığman acı
Küçülen yüz daralan yürek
Sabaha bakıyorum
Daha uyanmamış iyilikler
Uzayan sokaklar dükkânlar tuz
Kan ve ter uyanmamış
Ah bilemedik bilemedik biz sevinmeyi
Gülmeyi açık gündüzü
Gizemli geceyi
Tüy gibi isteği içimizde
Yağmur ve unutkanlık içinde
Şafak söktü sökecek
Bir kıymık kopuyor ufuktan
Bizim olan bir dünyada
Duyan ve susan
Umudun ve sabrın vakti yok aruk
Suyun ve ekmeğin vakti yok
Acınm içinden geliyor sevinç
Ve gecenin içinden aydınlık
(Zamanın Yüreği)
T a l ip A paydin
(Doğ. 1926)
KENDİ ŞARKIM
Yalnızlık tarlasının geniş düzünde
Tek başına yaşıyan kuşlar gibi
Yaşadım dayanabildiğim kadar
Oğüncüm bu olacak yeryüzünde
Bir yol ki kendimizden başlar
Kolay olmıyan güzel olan
Gelecek Türkiye’ye gidecektir
Geçip yalnızlığın tarlasından
İnanıyorum gerçek bu tarafta
Öyle gecelerim oldu ki apaydınlık
Pişman değilim üzgün değilim
Git kafamdan yalnızlık
( Susuzluk)
GENİŞLİK
Ben geniş ovalan severim
Çıkıp at koşturmalıyım tarlalarda
Yiğitim senin adın özgürlük
Bazan tadını duyar gibi oldum
Saçlarım darmadağın rüzgârlarda
Kavakların doruğuna bakarken
Beni sarhoş eder o genişlik
Düşünün aylardan nisan
Sabah kalkıp bakıyorsunuz
Ortalık günlük güneşlik
Yolunuz ovalardan geçerse
Allah aşkına etrafı bir seyredin
Dünyayı saran ince mavilik
Ta yanınızdan başlıyor
Bakın uzaklara doğru silik
Şimdi Alvar köyünü hatırlıyorum
Deniz gibi bir ovanın yüzünde
Herşey uzaklıkla şekillenmiş
insanlar eriyip gitmişler
Büyük genişliğin düzünde.
(Varlık Şiirleri Antolojisi)
AŞK İKLİMİ
On sekiz yaşın nisan günleri
Dünya bir kızın gözlerinden ibaret
Hayat bir tas su içimi
Ne zaman oldu aklımda yoktu
Yağmurlar yağdı hatırladım
Yayıldı içime a$k iklimi
Toprak kokusu bu muydu
Böyle miydi benim insanlanm
Ben hiç yoruldum mu severken
Ah bu uzak ses kimin
Şüpheniz olmasın şimdi bile
Düşüp ardına gidebilirim
(Varlık Şiirleri Antolojisi)
ÖYKÜ
Tohum şiir yüklüydü
Umudu vardı, içtenliği sıcaklığı
Koca ağızlı bir grayder yara yara geldi
Alt üst etti toprağı
Bitkilerin köklerini, o küçük dünyayı
Bozdu, yıktı
Hiç düşünmedi, kaba ve hoyrat
Tohum altta ne yaptı
Umudunu topladı
Birgün deldi çıktı toprağı
Şimdi gökyüzü güneş daha yakın
Bin yıllardan gelen yaşam
Sürecek hiç kuşku yok
Tohumdaki güce bakın
(Sanat Emeği, Temmuz 1979, Sayı 17)
M
eh m et
B a şa r a n
(Doğ. 1926)
KAZDAĞI ETEKLERİNDE
Az gittim uz gittim
Tabanlarımda uzun bir sızı
Aklımda düşüncelerim işim
Kazdağı eteklerinde
Doyran köyüne vardım
Çalışanların kokusunu getirdi rüzgâr
Sallandı uzun kavak
Evler gördüm yoksul suskun
Köyle içiçe bir ak taşlı yer
Kimi alttaydı insanların kimi üstte
Sonra deniz aldı gözlerimi
Sonra Madra dağlan
Baktım Edremit körfezindeyim
Hüzünlü bir sevda gibi içimde akşam
Efsanelerini söylüyor mavi mavi
Kulağımın dibinde Ege
Muhtar odasında gece
Deniz sustu köylüler konuştu
Toprakla insan serüveni
Karıştı içimdeki seslere
Yüzleri midir çarıklan mı aklımdaki
Neydi duyduğum bin yıl öteden
Razı olmuşlar çıra aydınlığına
Bir elleri vardı masallar içinde
Yazgıya karşı gelen
Dinle şanlı İda dağı
Mor böğründe yetmiş hane
Kuşatılmış Troya gibi
Ne yolu var ne okulu
Türküleri gurbet üstüne
Gayrı ne söyler bana Ege yıldızlar
Duyuyorum yanıbaşımda
Kardeş dalgalan halinde denizin
Yürekler çırpmıyorlar
Toprak sancılar içinde
(Ahlat Ağacı)
ÖYKÜ
Yıl kırk yediydi sonbahardı
Üstümde başka gök başka bulut
Cebimde param vardı
Tramvaylar taksiler emrime hazır
Durağım Istanbullar Anakaralardı
Yıl kırk yediydi sonbahardı
Demiri büken ellerim
Üzüm gibi saçım vardı
Bir güzel geçse sokaktan
İçim aşkla dolardı
Yıl kırk sekiz mevsim sonbahar
Ankara’nın taşına bak
Neden böyle gözlerim dolar
Neydim n ’oldum n ’olacağım
Şu feleğin işine bak
(Ahlat Ağacı)
BU RSA OVASINDA
Bursa ovasına düştüm Temmuzla
Gölgeli toprağına yazın
Yanım yörem
Van Gogh sarısı
Bedri Rahmi yeşili
Başaklar arasından
Dövme bıçak mavisi bir göl
Gözlerime süründü
Çakmtılar oldu zihnimde
Bir ak minareli
Bir “Ruhaniyetli Şehir”
Uludağ eteklerinde
Taşların türbelerin serinliği
Ölümle dirimin birbirine
Bi hoşça gülümsediği yer
Kulağım şadırvanlarda
Çinili Kubbeler altında
İçime bilmediğim göklerden
Dut dallan eğildi
Başka cemreler düştü
Silkilişini duydum bahçelerin
Uzak zamanda
Kimbilir kaç güzel aklığında köpükleri
Nilüfer akıyordu
İpek hışırtılarla
Yüreğimde bir ışıma bir hafiflik
Ovaya açıldım yeni soluklarla
Gördüm oydu kuşta öten
Ağaçta kımıldayan coşan
Buğulu şeftalilerin
Kütür kütür karpuzlann içinde
Kar sulannm sesi
Oydu kanımızda binlerce bahan tutuşturan
Susan tohumda
Anladım Bursa ovasında anladım
Zamana vuran gölgesi değil
Yaşamaktır sonsuz olan
( Karşılama)
GÜL OLMAK
Yıkıp taş duvarlannı bir zindanın
Toprakta yatmak gibidir gül koklamak
Çünkü kaç güzelin sıcaklığı onda
Terlemek gibidir yıldızlan
En iri güllerdir sabahlar
Yapraklarında Nisan çiyleri
En iri güller dağ kokar
Hızlandırır ırmakları yaşamı
Kaç yiğit köklerini kabartır aşkla
Ve onları anlatır kitaplar
Koklamak isterdim bütün gülleri
Ve bütün iyi kitapları okumak
Vursun isterdim alnıma
Buğdayın ve aşkın gül aydınlığı
Toprağı soğutan ölümü unutmak
Ey güllere ve türkülere kızanlar
Kaçıranlar gözlerini Anadolu güneşinden
İsterdim sustuğu yerde yüreğin
Köroğlu’nun Pir Sultan’ın sesiyle yanan
Çoban ateşleri gibi gül olmak
(Gök Ekin)
YANLIŞ OKUL
Sabah çiylerine benziyen gözlerini
Söndürüyor tozlu kitaplar
Güneşi kapatan duvarların dibinde
Yıldızlara dokunmak çiçek sulamak varken
Anlaşılmaz çizgiler karatahtada
Rakamlarla harflerle ince bir tuzak
Krallardan savaşlardan sözediyor boyuna hasta bir ses
Yengi diye belletiyor kanı ve külü
Dağlan denizleri gözkamaştıncı göğü
Sinsice bir yana itip
Tann diyor her şeyi silen karanlığa
Kafalara kuruyor sömürgesini
Bir ses ki toprağa güllere uzak
Neye yarar bu kınk taşlar ölü kentler
Kurutulmuş zaman koleksiyonları
Nerde ellerin sonsuz coğrafyası
Buğdayın şafağı yaz kımıltıları
Yüreğin buluşlannı anlatan Tarih
Nerde erişilmez doruklan aşkın
Nerde yaşam o gürül gürül akan ırmak
(Gök Ekin)
B e k ir S itki E
rd o ğ an
(Do|. 1926)
BİN BİRİNCİ GECE
Gurbetten gelmişim, yorgunum hana
Şuraya, bir yatak ser yavaş yavaş...
Aman karanlığı görmesin gözüm!
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş.
Sıla burcu burcu, ille ocağım,
Çoluk çocuk hasretinde kucağım...
Sana herşeyimi anlatacağım,
Otur baş ucuma, sor yavaş yavaş.
Güç bela bir bilet aldım gişeden,
Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan!
Hancı n ’olur elindeki şişeden,
Bir kaç yudum daha, ver yavaş yavaş.
Ben o gece hem ağladım, hem içtim,
İki gün diyardan diyara uçtum...
Kayseri yolundan Niğde’ye geçtim;
Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş...
Garibim; her taraf bana yabancı,
Dertliyim; çekinme doldur be hancı!
İlk önce kımıldar hafif bir sancı,
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş...
Bende bir resmi var, yarısı yırtık,
On yıldır evimin kapısı örtük!
Garip, bir de sarhoş oldu mu artık,
Bütün sırlarını der yavaş yavaş.
İşte hancı! ben her zaman böyleyim,
Öteyi ne sen sor, ne ben söyleyim!
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim,
Şu benim hesabı, gör yavaş yavaş...
(Dünden Bugüne Türk Şiiri)
Ü
m İt
Y a ş a r O ğ u zc a n
(1926-1984)
YALNIZLIĞA SONE
Güneşin akşam hüzünle battığı
Karşıdaki karlı dağlar yalnız
Düşen yaprak, esen rüzgâr yalnız
İnsanda ölümün yalnızlığı
Yalnız düşünceler paramparça
Yalnız hâtıralar kırık dökük
Yalnızlık zor; yalnızlık büyük.
İnsanın yalnızlığı bambaşka
Dünyada yalnız olmayan ne var
Yer altında ölüler, gökte yıldız
Denizlerde yelkenliler yalnız
Ve insan yalnız Tanrılar kadar
Üzerinde ümide yaşadığmız
Dünyaya sığmıyor yalnızlığımız
(Acılar Denizi)
KADINLAR İÇİN SONE
Ben güzel gözlü kadınlan severim
Bir de küçük ayakhlan, uzun boyunlulan
Hem nasıl severim, öyle severim işte
Terler avuçlan, kesilir soluklan
Ben mahzun kadınlan severim
Yavru ceylanca kadınlan, ürkekçe
Hem nasıl severim, öyle severim işte
Bilemezsiniz ne güzeldir, öpüştükçe
Ben akıllı kadınlan severim
Düşünen, az konuşan çok bilen
Her yerde, her zaman nazı çekilen
Hem nasıl severim, öyle severim işte
içimde büyük, sonsuz ateşler yanmalı
Ölümüm bile o kadın yüzünden olmalı
(Acılar Denizi)
ÜSTÜME VARMA İSTANBUL
Sana geldim, içim ümiderle dolu
Beni sarhoş etme İstanbul, ne olur
Bir gün ben de eririm caddelerinde
Çürür kemiklerim adım unutulur
Yine sen kalırsın dipdiri, sımsıcak
Göğün, bulutlann, denizlerin kalır
Oynama İstanbul, benimle oynama
Bir gün öldürür beni bu dert, bu kahır
Ezilmiş ellerim arasında başım
Bu yeryüzünde başka çarem kalmamış
İşte gelip kapılanna dayanmışım
Karşında yıkılmış bir duvar gibiyim
Beni sarhoş etme, başım dönüyor
Üstüme varma İstanbul, kederliyim.
(Acılar Denizi)
RIHTIMDA
Bir beyaz gemiydi ayıran onlan
Kadın güvertedeydi adam nhümda
Şimdi unuttum yüzünü kadının
Adamın gözleri aklımda
Kana faulanmış bıçaklar gibi
Uzun kirpikleri ıslaktı
Adam dertli, adam darmadağın
Dokunsalar ağlayacaktı
Adam bitkindi, adam seviyordu
Kalan kederdi giden gemiyse
Taş olduğu içindir dedim
Rıhtım taşlan erimediyse
Derken bir düdük öttü ansızın
Bembeyaz gemi gitgide ufaldı
Korkunç yalnızlığıyla başbaşa
Rıhtımda bir adam kaldı
(Anlar Denizi)
BEYAZ GÜVERCİN
Süzülüp mavi göklerden yere doğru
Omuzuma bir beyaz güvercin kondu
Aldım elime, usul usul okşadım
Sevdim, gençliğimi yeniden yaşadım
Bembeyazdı tüyleri, öyle parlaktı
Açsam ellerimi birden uçacaktı
Eğildim kulağına; dur, gitme dedim
Hâreli gözlerinden öpmek istedim
Duydum; araçlarımda sıcaklığını
Duydum; benden yıllarca uzaklığını
Çırpman kalbini dinledim bir süre
Ve uçmak istedim onunla göklere
Ak güvercinin iri gözleri vardı
Güzelliğinden fışkıran bir pınardı
Soğuk sularından içtim, serinledim
Çağlayan bir nehrin sesini dinledim
Belki buydu sevmek hayat belki buydu
Işıl ışıldım, gözlerim dopdoluydu
Bir nağme yükseldi sevinçten ve hazdan
Bir nağme yükseldi, güzelden beyazdan
Uzattı sevgiyle pembe gagasını
Birden öğrendim hayatın mânâsını
Kaderde sevgiyi sende bulmak varmış
Seninle bir çift güvercin olmak varmış.
(Acılar Denizi)
KÂMRAN S . YÜCE
(1926-1986)
GÖLGE
Hocam,’a
Ben oyuncuyum
Eski “Yunan”dan beri
Şimdi adım değişti biraz
Serseri
Sizi güldürmek ödevim
Zaman zaman ağlatmak
Eğer isterseniz
Takla atmak
Acılarım yok
Size sattım
Perde kapanmasa görecektiniz
Az daha ağlayacaktım
Rüyam alkışlarınızla dolu
Küçük görmenizle günüm
Söylesem anlar mısınız
Çok üzgünüm
Beğendiğiniz zaman
Sevincim sonsuz
Erinize dönünce
Beni unutursunuz
Ben palyaçoyum Kıralım
Hamlet’im
Ben sizinle başladım
Sizinle vanm
Ben söyleyemediklerinizim
Düşündükleriniz
Desem inanmayacaksınız
Ben gölgenizim
(Gölge)
e»
C an Y ü c el
(1926-1999)
ANDERSEN’İN MASALLARI
Masal dediğin böyle havada olur
Kış kıyamet dizboyu kar
Üstelik yılbaşı
Bir taksi çekmişler kenara
Işık mışık hak getire
İşin iş dedim masalcı başı
Ossaat çaktım ilk kibriti
Elimde tanrısal bir ışık belirdi
Uzatmayalım tıraşı
Ne nur yüzlü ana 11e Noel ağacı
Suratından düşen bin parça
İçerde bir Amerikan onbaşı
Andersen’in Kibritçi Kızı kucağında
Belli derdi yok soğuktan yana
Açılmış kıçı başı
İkinci kibrit mi allah etmesin
Çocuk muyum Andersen miyim ben
Acele kırdım ordan kirişi
Yeni yılın kutlu olsun ibrikçi başı
(Sevgi Duvarı)
SEVGİ DUVARI
Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat-sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahlan açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvannı aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
(Sevgi Duvarı)
ÖYLE B İ...
Temiz gömleğimi giydim talimden sonra
Ayaklannı yıkıyor çeşme başında erler
İşte sen öyle bir serindin
Tuzladan kaptılarla inerken şehre
Ne güzel şey sivil denmesi çıplağa
Ve gün-açık penceresinden meşelerin
Yamacın kuytusuna sokulmuş mavi
Ufacık bi parça deniz gibiydin
Şipka biberleriyle konmuş okulun camlarına
Arnavut Köyünün o muhacir güneşi
İşte sen öyle bi cumartesiydin.
Sahanlıkta saçlannı tarıyor kızlar
Raylar ondan böyle kıvılcımlamyor
Köşeleri dönerken, önlükleri altından
Dünyaya başlar gibi aybaşlannın kokusu
Kalkan al tıramvaydın ergenlik durağımdan
Meyvahoşun orda bir sabahçı kahvesi
Gün ağarmıştı ama ben günaydın demedim
İşte sen öyle ışıklı bir yerdin. ■
Bilmiyordum hiç burda bir finn olduğunu
Diz çöktüm asfalta, baktım aşağı, üüüü’üh!..
İşçiler ateşler ay çörekleri
Ve kılıç gibiydi taze ekmek kokusu...
Dağıttık evvel-allah yalnızlıkları
Yaşamak düğünse, sen orda gelindin
Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim
(Sevgi Duvan)
NUHUN KIZI
Uzun sulardan tirenler kalkıyor
Islak bir istasyona iniyorum akşamlan
Adım başında bir gaz’te ölüsü
Bozuk bir şemsiye gibi kapanıyor gün
Ve bir kapı açılıyor
Senin iki kanadı kapın
Ne benim yalanlarım ne de bu haftalarca yağmur
Kimseler yıkayamaz ellerinin beyazlığını
(Sevgi Duvan)
AKDENİZ YARAŞIYOR SANA
Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pınlu burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali Dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O senin sardunyalar gibi konuşkan sessizliğini
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hâlâ
Şenle yatmadım sanki
Dağlan dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Şenle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sulanndan kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Şenle çıkınca anladım
Eski Yunan atlan var hani
Yeleleri büklümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan Tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım
Yaraşıyorsun sen Akdenize
(Sevgi Duvarı)
Bİ SEN EKSİKTİN AY IŞIĞI
Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri,
Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra,
Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,
Başımızda perensip sahibi bir başçavuş,
Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz...
Bi sen eksiktin ayışığı
Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!
(Bir Siyasinin Şiirleri)
SARDUNYAYA AĞIT
ikindiyin saat beşte,
Başgardiyan Rıza başta
Karalar basa koğuşa
ikindiyin saat beşte.
Seyre durduk tantanayı
Tutuklayıp sardunyayı
Anılar dipkapalıya
İkindiyin saat beşte.
Yataklık etmiş ki zaar
Suçu tevatür ve esrar,
Elbet bir kızıllığı var
İkindiyin saat beşte.
Dirlik düzenlik kurtulur,
Müdür koltuğa kurulur,
Çiçek demire vurulur
İkindiyin saat beşte.
Canların gözleri, yaşta,
Aklı idamlık yoldaşta,
Yeşil ölümle dalaşta
Sabahleyin saat beşte.
(Bir Siyasinin Şiirleri)
HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla - -Ha düştü, ha düşecek- Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici - - hep, hepp acele işi! - Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağ’nrlar İstanbula,
Bir helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar; geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
(Bir Siyasinin Şiirleri)
DARWIN ÜZRE
Devrimcilik gibi Şairlik de
İnen darbeyi duyabilmektir.
Kaslarının liflerinde,
İster copların darbesi olsun,
ister bilincin...
Gelerek, binbir işkenceden
- - İnsanlık gibi tıpkı - Çığlıklarla türeyen Devrimci Şiir
Giderek, sömürüye ve zulme
Karşı akımıdır Sevincin...
Hani Gayret Tepe’den
Verilip verilip de
Dal bedenlerimize elektrik,
Tam tükendiğini sandığımız yerde direncin,
En çelimsiz kızımızda bile baş veren
O silkiniş var ya,
O türkü, o öfke, o erkeklik
Kıvılcımlarla üreyip güçlenecek,
Güçlenecek yarın bamtellerimizde,
Güçlenecek,
Güççlenecek,
Güçççlenecek...
Ve de birden tepti iniydi geriye,
Gözüne, yuvasına, kaynağına zulmün,
Bir gökgürültüsüdür, bir şimşek,
Bir sevinçtir akıp gidecek
Şebeklerin sigortası atıncaya dek!..
İşte böyle bir şiir bizim yazmak istediğimiz...
(Bir Siyasinin Şiirleri)
SEKİZ
Bugün Ondokuz Mayıs,
Mayısın ondokuzu!
Sen ey Türk ülkemizin geleceği,
Ulusumuzun gözbebeği,
Sen ey demirparmaklıklarda barfiks yapan,
Ranzalarda parende atan
Sportmen ve kahranjan Türk Gençliği,
Önünde senin bütün Kilit-bahirler açık,
Ama herzaman Samsun’a çıkılmaz a,
Bu sabah da avluda volta atmağa çıkl
(Bir Siyasinin Şiirleri)
YİRMİYEDİ
İkidebir kulak veriyordum yağmura
Gorki’nin ANA’sından kaldırıp kaldınp başımı....
Bayağ hoşuma da gitmişti ilkin,
İri iri damlalar
Elli mumluk elektriğinde bahçenin
Vurdukça betonların üstüne üstüne,
Işıltılı bir konuşmadır gidiyordu...
Yine de bir eksiği vardı, ama ne?..
Kokusu yoktu, kokusu!
Toprağı yoktu,
Yaprağı yoktu,
Bi işe yaradığı yoktu!
Mübarek, yan karanlık bir hapisane avlusuna yağan
Tam bir yan-aydın yağmuruydu.
(Bir Siyasinin Şiirleri)
KÜÇÜK KIZIM SU”XA
Bir derin uykudaydım ölümün içinden
Açtım ki gözlerimi
Bir suyun gölgesi gibi
Kendisi âdeta bir suyun
Ayakucumda sen oturuyorsun
Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!
( Ölüm ve Oğlum)
MUHABBET
Bir fasulye çimleniyordu
Çiseledikçe yağmur.
Kostüm vardım ki yanma
Anlasın ne nimet olduğunu
Sen git yerine! dedi Aysa Kadın
Böyle kibar erkeyin ayağına
Ben kendi ayağ’mnan gelirim
Bu muhabbeti görünce uzaktan
Kıpkırmızı oldu biberiye
Bayram nedir ki dedim kendi kendime
Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye
( Ölüm ve Oğlum)
A
hm ed
A r if
(1927-1991)
KARANFİL SOKAĞI
Tekmil ufuklar kışladı
Dört yön, onaltı rüzgâr
Ve yedi iklim beş kıta
Kar altındadır.
Kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
Ray, asfalt, şose, makadam
Benim sarp yolum, patikam
Toros, Anti-toros ve âsi Fırat
Tütün, pamuk, buğday ovalan, çeltikler
Vatanım boylu boyunca kar altındadır.
Döğüşenler de var bu havalarda
El, ayak buz kesmiş yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapma kadar namuslu
Dağlara çekilmiş kar altındadır.
Şarkılar bilirim çığ tutmuş
Resimler, heykeller, destanlar
Usta ellerin yapısı
Kolsuz, yan çıplak Venüs
Trans-nonain sokağı
Garcia-Lorca’nm mezan,
Ve gözbebekleri Pierre Curie’nin
Kar altındadır.
Duvarlan katı sabır taşından
Kar altındadır varoşlar
Hasretim nazlıdır Ankara.
Dumanlı havayı kurt sevsin
Asfalttan yürüsün Aralık,
Sevmem, netameli aydır,
Bir başka ama bilemem
Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
Kalbim, bu zulümlü sevda, kar altındadır.
Gecekondularda hara bulanık, puslu
Alundağ gökleri kümülüslü
Ekmeğe aşka ve ömre
Küfeleriyle hükmeden
Ciğerleri küçük, elleri büyük'
Nefesleri yetmez avuçlarına
-ilkokul çağında hepsiKenar çocukları kar altındadır.
Hatip Çay’ın öte yüzü ıhman
Bulvarlar çakırkeyf Yenişehir’de
Karanfil Sokağında gün açmış
Hikmetinden sual olunmaz değil
“Mucip sebebin” bilirim
Ve “kâfi delil” ortada...
Karanfil Sokağında bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al-al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ’da Incesu’dadır.
(Hasretinden Prangalar Eskittim)
HANİ KURŞUN SIKSAN GEÇMEZ GECEDEN
Yiğit harmanlan, yığmaklar,
Kurulmuş çetin dağlannda vatanlann.
Dize getirilmiş haydudar
Haymlar, amana gelmiş,
Yetim hakkı sorulmuş.
Hesap görülmüş.
Demdir bu...
Demdir,
Derya dibinde yangınlar,
Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs...
Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
Çelik kadavrası korugan’lann.
Ölünmüş, cânım ölünmüş,
Murad alınmış...
Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı .okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş.
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
Otuziki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe, yemeğe...
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asıl bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi.
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı, kınsız, uyanık,
Ve genç bir mısrâdır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdân,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp ne de yasak
Öylece bir gerçek, kendi halinde
Belki, yaşamama sebep...
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık...
Ve zehir-zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
(Hasretinden Prangalar Eskittim)
AKŞAM ERKEN İNER MAHPUSÂNEYE
Akşam erken iner mahpusâneye.
Ejderha olsan kâr etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun,
Kâr etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.
Akşam erken iner mahpusâneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe
Karşıda duvar dibinde.
Uç dal gece sefası,
Uç kök hercai menekşe...
Aynı korkunç sevdâdadır
Gökte bulut, dalda kaysı.
Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı...
Kürdün Gelini’ni söyler maltada biri
Bense volta’dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu...
Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak bir kavgada.
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da
Hiçbiri olmaz halbuki,
Gfeçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların...
Hırsla çakarım kibriti...
İlk nefeste yanlanır cıgaram,
Bir duman alırım, dolu,
Bir duman, kendimi öldüresiye.
Biliyorum, “sen de mi?” diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpusâneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya...
(Hasretinden Prangalar Eskittim)
VAY KURBAN
Dağlannın, dağlannın ardı,
Nazlıdır.
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana-dolana.
Bir hastan vardır, umutsuz,
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak,
Memesinin, memesinin altında,
Bir sana,
Bir haym bıçak...
Ölüm bu,
Fıkara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü,
Ya da seher mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardı umutsuz,
Hasreti uykularda,
Hasreti soğuk sularda.
Gayn, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda...
Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
Hiç akıl edip de düşünen var mı?
Gün kimin hesabına tutar akşamı,
Rahmetinden kim demlenir bulutun,
Hayırlı evlât makina
Nasıl canavar kesilir.
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır,
Yüz vermez topal öküze,
Ve almaz koynuna kara sabanı.
Sepetçioğlu’m bir kömür işçisidir.
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif,
Mal, haraç-mezattır,
Can, pazar-pazar.
Kırmızı, ak ve esmer,
Yumuşak ve sert buğdalan
Yaratan ellerin sahibidir bu,
Kör boğaz, nafaka uğruna,
Haldan düşmüş, tedbil gezer...
Dağlarının, dağlarının ardı,
Nasıl anlatsam...
Ağaçsız, kuşsuz gölgesiz
Çırılçıplak,
Vay kurban...
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.”
Yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu’dur ol hikâyet
Ol kara sevda.
Seni sevmek,
Felsefedir, kusursuz
İmândır, korkunç sabırlı.
İp’in kurşun’un rağmma,
Yürür, pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan sulan çevirir,
Alır yetimin hakkım,
Buyurur, kitabmca...
Gün ola, devran döne umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil, öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uykudan uyanmasın dağ,
Bu yürek, ne güne vurur...
Kaçar damarlarından karanlık,
Kaçar, bir daha dönemez,
Sunar koynunda yatandan,
Hem de mudulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı.
Her mevsim daha genç daha verimli,
Sunar, pml-pınl, sebil
Ömrünün en güzel aşk hasadını,
Elimizin hünerinde yeryüzü.
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
Bir’e on, bir’e yüz’le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü.
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
Ol kitapta böylece yazılıdır,
Ol sevdâ, böyledir çünkü...
(Hasretinden Prangalar Eskittim)
UY HAVAR!
Yangınlar,
Kahpe fakları
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylım-leylım
Cellât nişahgâhlar aynasındasm.
Oy sevmişem ben seni...
Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım...
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, medetsiz, Munzur.
Şahmurat suyu kan akar
Ve ben sairim.
Namus işçisiyim yani
Yürek isçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgâr
Mısrâ dökeyim.
Oy sevmişem ben seni...
Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayn düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut dağlarla,
Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yannm çocukları, gülleri için
Herbirinin ayvatüyü, çilleri için,
Koymuş postasını.
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.
Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığım ranza aşkına,
Deeey, dağlan un eder Ferhadm gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan-ter içinde âsi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni...
(Hasretinden Prangalar Eskittim)
ANADOLU
Beşikler vermişim Nuh’a,
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?
Utanınm,
Utanırım ¿karalıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çahşmanın,
Berberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalannda,
Kalmışım, bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun?
Binlerce yıl sağılmışım
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı,
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne Sultan Murat.
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun?
Nasıl severim bir bilsen,
Köroğlunu,
Karayılanı,
Meçhul askeri...
Sonra Pîr Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı,
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun?
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip....
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne-üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, işbirlikçi hayırtan...
Dayan kitap ile,
Dayan iş ile.
Tımak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile.
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez, cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?
(Hasretinden Prangalar Eskittim)
LEYLIM-LEYLIM
Leylım-Leylım dünyamızın yarısı
Al-yeşil bahar,
Yansı kar olanda
Gene kavim-kardeş, can cana düşman,
Gene yediboğum akrep,
San engerek,
Alnımızın aldığında puşt işi zulüm
Ve canım yan geceler
Çift kanat kapılanna karşı darağaçlan,
Mahpusânede çeşme
Yandan akar olanda,
Gelmiş yoklamış ecel
Kaburgam arasından.
Yoklasın hele...
Çağıdır can dayanmaz.
Çağıdır, en çatal, en ası,
Cehennem koncası memelerinin.
Çağıdır, kırk gün-kırk gece
Kollann boynuma kement,
He cânım, kötüye inat...
Vâh ki ne desem,
Kurşunlan namlulara sürülü,
Ik’elleri kan,
Devriyeler uykumuzu yıkar olanda,
Alır yüreğim:
Yankın yasak, aynalara.
İnemem bahçende talan.
Tam, boş yanı bu, derim namussuzun,
Tam, bıçağım cehennem gibi güzelken,
Aklıma düşüyorsun
Ellerim arık...
Bilmiş
Bütün zula’lar
Eğri hançer, kara mavzer, kan pusu.
Ve insan düşüncesinin o en orospu
O en ayıp, frengili yemişti.
Çıldırtılmış uranyum
Bilmiş,
Bilsinler!..
Sana nasıl yandığımı
Uuuuy gelm
işte kan tutmuş korsanlar,
Haramla beslenmiş azgın,
Düzmece peygamberler
Ve cüceleri
Ve iğdiş ve aptal kölelerine karşı,
İşte bir kez daha
Bu can bendeyken,
Delin, divânenim işte
Uuuuy gelin...
Bu yasaklar,
Firavun kalıntısı.
Yoksun
Akdan-karadan.
Gizline, cân evine kurulu faklar.
Gün ola, umut kesip korkunç yetinden,
Murdar tutkusuna dünyasızhğm.
Gün ola, düşesin bekler.
Düşme!..
Ölürüm...
Gözlerinden gözlerinden olurum.
Leylım-leylım
Ayvalar, nar olanda
Sen bana yâr olanda.
Belâlı başımıza
Dünyalar dar olanda.
(Hasretinden Prangalar Eskittim)
OTUZ ÜÇ KURŞUN
3.
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım,
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
5.
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Ur fa önünde
Üç de kardaşım
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım aşiret çocukları
Fransız kurşununa karşı koyanda
Bıyıklan yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıldı
Hafif
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Va şaha kaldırmış atım.
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
(Hasretinden Prangalar Eskittim)
M e t în E
lo ğ lu
(1927-1985)
KALDIRIM MÜHENDİSİ
Günler günleri kovaladı, aylar aylan;
Sabah karanlığında, öğle üstü, geceleyin
Aşk yıllan,
Öğrencilik yıllan
Pembe yıllar başımın tacı,
Zifirî yıllan anama söylemeyin...
Ham hayaller, olmaz işler peşinde,
Gözüm kime ilişse ben onun yâri..
Kabaetime pıçak sokuluyor aşktan ötürü;
Caket pantol kumara gidiyor aşktan ötürü;
Gençliğimi harcıyorum bir çırpıda;
Bu da mı aşktan ötürü?
Dangalak! dese biri..
Hayatımın bu parçasını neye benzetsem?
Meselâ, meselâ, meselâ...
Osmanlı tarihinde Deli İbrahim Devri.
Daha mühendisliğimin ilk yıllan
Ahırkapı’dan bir kız alıyorum.
Kız beş vakit namazında,
Söküğümü diker, yatağımı kabartır,
Patlıcanı kızartıp ağzıma verir;
Sonumuz mu?
Sonumuz belli..
O bekâr o yalnız günlerimde
Güzel İstanbul’u gezdim dolaştım,
Altımda Tann vergisi bir taşıt.
Öyle işler gördüm ki içim parçalandı;
Namussuz namusluya,
İnsan hayvana eşit.
O duvar senin bu duvar benim
Bir güz gecesi eve dönüyorum.
Köşebaşında bizim aile efradı:
Biri kızkardeşim, öteki ninem;
Nermin fingirdeşiyor, ninem dileniyordu;
Bu yaştan sonra yalan söylemem..
Gözlerim yaşardı, kendimi dar attım postaneye;
Biricik kardeşim İlyas, diye bir mektup yazdım;
Bana SO lira gönder acele,
Senden başka güvenecek kimsem yok..
Ne dersiniz, şu bildiğiniz İlyas
Cevap bile vermedi hergele..
Bundan sonrasını kalem yazamaz,
Ne kadar azgın olursa olsun.
Bir bakıyorsunuz iş peşindeyim,
Ekmek, dostluk, hürriyet peşindeyim;
Bir de bakıyorsunuz düşmüşüm mahkemelere..
Sayın yargıç! diyorum son celsede;
Ben ileriliği iş olsun diye sevdim;
Siz tuttunuz ciddiye aldınız;
Ama artık mapuslara düşmiyeceğim,
Aklımla oturup, aklımla kalkacağım...
(Düdüklü Tencere)
ÖMÜR TÖRPÜSÜ
Yaşamak istiyorum
Yaşamak istiyorsun
Yaşamak istiyor
Böyle şiir olmaz, diyeceksin; biliyorum.
Ama böyle dünya olur mu?
Böyle barış olur mu?
Böyle hürriyet olur mu?
Böyle kardeşlik olur mu?
Biliyorum ki; katlanıver, diyeceksin;
Ama böyle de yaşamak olur mu!
(Düdüklü Tencere)
MASAL MASAL MATÎTAS
Bir ara çağdaş çağdaş tüttü;
Caydı, Taşdevrince tüttü..
Cami-ül Ezher’e devam etti bir ara;
Hac’a gitti, Holivut’a gitti..
Kâh ferace-yaşmak, kâh bikini mayo;
Kâh kızoğlan kız, kâh vesikah orospu;
Sabahlan sırtını sıvazlar Yahya Kemal’in,
Akşamlan Oktay Rifat’m çenesini okşar;
Doğuya vergi bir duman bu, hinoğluhin!
Şubatlardan arta kalan bir kış gecesi,
Köşede pusu kurup, gözleri kör olası;
İncecik billûr pembe köşkte oturan,
Hüseyin Beyin önünü kesü..
Şöyle bir irkildi Hüseyin Bey
Polis molis olmasın sakın bu zibidi?
Haktanır olmasın, vatansever olmasın?
Baktı ki, duman bir tuhaf kokuyor;
Tereyağında kızarmış koçyumurtası kokuyor,
Kirli çamaşır kokuyor.
Baku ki, duman dalkavuğun, suçortağmm biri;
Yelkenler suya iniverdi seninkinde:
Efendim, bir emriniz mi var? dedi.
Dedi ki duman: Saygıdeğer Hüseyin Beyefendi!
Bizim evde bu gece kimler var, bir bilseniz..
Masraf Nazın Haşan Paşa’nın ortanca kerimesi
Fabrikatör Sim Bey’in bacanağı;
Vurguncu Sezai Bey var, belki tanırsınız;
Itrî’ler, Dede’ler, Leylâ Hanım’lar;
Karaborsacı Hidayer Bey’ler
Randevucu Müjgân Hanım’la hemşiresi...
Sizin evde ne var, anlıyalım yani?
Lâhavlevelâkuvveteillaâbillâhilaliyülazim!
Bizim ev sizinkine benzer mi, a evlâdım?
Bizim ev dokuz göbekten asiller evi;
Çerkeş tavuğu eksik olmaz ki bizim evden;
Hele patlıcanlı horhor kebabı,
Saray usulü sebzeli yahni,
Şahane usulde erişte gıraten,
Gamitürlü amavut ciğeri,
Kıraliçe çorbası,
Safranh İstanbul pilâvı...
(Açaçma bunları yazmak öyle gücüme gidiyor ki)
Muska böreği,
Bülbül yüreği..
Tatlılardan ne var, peki?
Dilberdudağı,
Hanımgöbeği..
Ekşilerden?
Yani iş inada bindi!
Açtı ağzını yumdu gözünü Hüseyin Bey:
Biz bugün ahretliği dövdük, siz dövebildiniz mi?
Biz filizle para veririz, siz verebilir inisiniz?
Karım bahçıvanla kırıştırır, sen kırışUrabilir misin?
Oğlum yoksul kızlan iğfal eder, sen edebilir misin?
Kızım günaşın çocuk aldınr, sen aldırabilir misin?
Meğer, Hicran Hanım yattığı yerde kulak kabartırmış;
Don-gömlek sokağa uğrayıverdi:
A düzenbazoğludüzenbaz,
A Divan Şiiri kılıklı herif,
A Demokratın dikâlâsı!
Harpten önce neyiniz vardı ulan?
Bir kat çamaşm yıkar yıkar giyerdiniz,
Sofranıza tok oturan aç kalkardı..
Tam o esnada ukalâ bir banş kuşu,
Dumanın karanlığından süzülüp,
Sokağın ışığına tüneyiverdi:
Gün ışır, hani bir tavanda mavilikler uçuşur,
Bulutlar o maviliğin peşisıra uçuşur gider..
Kızılcıklar takınmış bir ağaç iner ovaya,
Böcekler böceklerle ekmeğini bölüşür,
Dallar, tanyelinin hızınca kuşanır çiçeğini,
Çiçek şıpınişi, beyazım edinir;
İnsan kısmının kulağına eğilir çağanlar,
Birşeyler fısıldar tazeliğince..
Siz neyin nesisiniz,
Şu gözleriniz, kulaklannız ne?
Bacak kadar piç, bana akıl vermiye utanmıyorsun değil mi?
Asıl sen, sıkıysa bizim evden içeri adımım atsana!
Merdiven başında dokuz tane köpek var;
Seni çiğ çiğ yerler alimallah!
Gerdanını biri yer,
Döşünü biri;
Gümüş tasmalısı ciğerini yer,
İkisi böğrünü bölüşür;
Düşük kulaklısı kıçım çimdikler,
Yeşil beneklisi kasıklarını gıdıklar...
Hadi onları kafese kodun diyelim;
Sofada Kahraman Ağa var;
Azgırak gibi bir Osmanh uşağı!
Seni çarmıha gerer inan olsun,
Kemiklerini yontar,
Alaturka şarkı dinletir,
Yerli filmlere götürür. .
Diyelim ki, Kahraman Ağaya rüşvet verip kurtuldun;
Şifreli kapıyı açtın,
Zamkinozlu odayı geçtin;
Bir makina-adam dikilir karşına!
Kelkâhya içerden düğmeye bastı mıydı;
Elektrikli iskemleye oturtur,
Düdüklü tencerede kaynatır,
Atom şerbeti içirir..
Akıl ne arasın makina-adamda?
Vicdanı yok ki, namusu yok ki;
Hürlük, barışıldık özlemi yok ki..
Olur a, sesmez bir yerine dokundun, makina istop etti!
Maymun-adam yetişir, bir ip sarkıtır tavandan;
Kıskıvrak bağlar seni;
Sallasırt edip, doğru candarma karakoluna..
Meskene tecavüzün cezası ağır;
Kadı fetvayı mühürleyince,
Cellat seni öldürür.
(Düdüklü Tencere)
KOF DEMİRLİ PENCERE
Cezaevinde bir kanımlık uykuda düşte
Şuramdan birşey koptu
Bir gün değil beş gün değil ki bu
Canıma tak dedi işte
Gayri umut dürter yürek silkinir
Peşisıra bir özlem ürküşüz ayık
Sen miydin, İstanbul muydu baharda mıydık
Tutsak gözlerim bulanıverir
Ama senin gözlerin hür
ikimiz için görecekler taş çatlasa
Zor ellerim ko kıskıvrak bağlıysa
Seninkiler elbet bir işin ucundan tutar
Ayırsalar öldürseler gene benimsin
Nice ayıbımı örten o eşsiz yama
Etim değil kemiğim değil kanım değilsin ama
Gençliğimsin sağhğımsm hürriyetimsin
Benim dilim boşuna kollarım yitik şimdi
Sen doy sen edin sen tadıver
Artapı birikeni bana da yeter
Bölüşmek senin zaten eski işindi
İnceliğini sarsam öpsem yüreğini
Ben buralarda acıktım çok
Kamım pişirdiğin aşla doyar ancak
Senin suyun antır kirlerimi
Hızlan çoğal gülümserliğini takın gene
Sırası gelince hayıflan gocun
Bana varımı yoğumu ileten güvercin
Kon çırılçıplağım üstüme tüne
Elle uzanılmaz kof demirli pencereye
Birgün ışığı dadandı senin için
Duy benim birtanemsin
Bunsuzluk yaraşmaz sana
( Sultan Palamut)
VARKEN
Henüz yaşarken bu efendi umut;
Karanlık günlerin aydınlığa döneceği..
Sakın tavsama, sakın yüksünme;
İnsanın yarası sağken iyileşir,
Sağken omuz silkersin bunca engele;
Ergen’e, ereğ’ine sağken ulaşırsın.
Toprağın bitiminde bir su var, seni iletecek;
Yaz tükendi miydi güz sofraları;
Dağların ardı ova;
Bulanığın sonu duru;
Küfün altı meneviş...
Etin, nohudun, zerdalinin tadı;
Erkinlik, barışıklık;
Özlemler, kavuşmalar;
Ayışığı, ishakkuşu, Aynahçarşı;
Sen yaşarken!
İbibikler sen yaşarken tüner üvezin dalma,
Mavilik sen yaşarken o tavanda gezinir.
Sen yaşarken pembeleşir ortancalar..
İşte aşkın, hürlüğün, tutsaklığın;
Koca beyazlık, günbaşı serinliği;
Sen henüz yaşarken, ölmeden önce!
Son nefesimde; keşke şöyle yapsaydım., deme;
Aklını başına toplamak elindeydi,
Yüreğini pekleştirmek zaten elinde..
Söyle;
Diriye, gümraha, düzenliye özenip,
Kötü viran bozuğa gücenemez miydin?
Güzeli çirkini, yalanı, gerçeği tartacak terazi
Yaşarken elindeydi..
İnsan yaşarken varır bir ölmezliğe.
(Sultan Palamut)
ŞİŞEDEKİ
Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir
Tutar insana yaşamayı sevdirir
(Sultan Palamut)
DEĞERLEME
Bu aşk senden önce hürriyete yöneldi
Gecenin ortasında sen sımsıcak bir kadın
İçinde sen varken geceler dile geldi
Barışa yöneldi umudu darmadağın
Onlan özlemek belki senden güzeldi
Çünkü sen ancak onlarla vardın
Hayaün mavişliği onlarla vardı
(Sultan Palamut)
AŞKLAMA
Şaraptı rakıydı şuydu buydu
Kişi esrimeyi bir aşkta tatmalı ilkten
Dedim ya ondan gayrı korkuluğa güvenmem
İçtiğim hep aşktı benim gerisi tortu
Sevişik bir keçi yumukgöz oğlağına
Özüne aşk sızmış o sütü emziriyor
Yumurtasını bir kovuğa koyarken
Aşkı da koyuyor anaç zargana
Aşk mavisi tükendiyse o boşuna denizde
Bil ki diken diken bir çamurla örtülüdür sığlığı
Niye enez bu zambak diye sordular mıydı
Aşksız geçen günlerinde örselenmiş, de.
Aşk bürünmeseydi de bak hiç şakır mıydı
Şu bi damlacık isketeyi tâ gagadan kuyruğa
Kişi gönlünü yitirdi mi ne yüzle çıkar sokağa
Yaşamda nesi varsa aşk işte onun adı
Ansıyın, aşkla yağdı da sular
Ondan kokulandı ıtır çekirdektendi elma
Doğayla elele bizi üreten bir sevgi var
Evrende en soylusu sezdim ki bu çoğalma
(Horozdan Korkan Oğlan)
EŞCİL
Aşksa bu, ben buna varım, günlerim sığı;
Gündüze de kalasın diye sevdim seni geceden.
Eşcilim ben, ben buyum, ne güzel huy bu;
Bir hız gelsen, hemen olsan, sonra yazlar;
Bunca yıldan tatmadığım bir tırança balığı...
Belki gözlerinin kıymığı şu denizler!
(Horozdan Korkan Oğlan)
BAKLA
Haşan değil sen değil sürahiyi kim kırdı
Eltin mi enişten mi, pekâlâ ben neciyim
Gürledi gitti ulu bahar, şimdi Haşan da uyanır, bir kuş öter
yazları
Çat kapı biri gelir, ne kuş kor bende ne Haşan
Yapraktı boşunaydı maviydi ama
Yamayıp yaydığım şu pazen kilim
Bak yorgunsun güzelsin, çık bir hava al istersen
Acıkmıştır o, susamıştır o, o daha bebek
Tırnakların uzamış, baklamız kaldı mı dün geceden
(Horozdan Korkan Oğlan)
KAVANOZDAKİ
Kıvırcık kıl ağarıyor hâlâ, dalak kana seğiriyor;
Oyluklarda, inciklerde dipdiri kıkırdaklar...
İster misin yokevren’e çiçek-insan’ca bir küfür gibi
Şöyle bir doğruluversin yarın, yarın belki de bahar!
Çocuklar içim yanmış, soğukça suyunuz var mı? desin;
Şu makarnanın üstüne azıcık da peynir ufala.
İşte çeliklenmiş ıtırın, camgüzelinin ilk pabucu bu, ilk çorabı,
ilk donu;
İster misin evlensin de bigüzel, çolukçocuk İstanbul’a
gitsinler.
Ya Tanrı, ya İnsan; dedin miydi, küplere biniyor adam;
Tutup, kavanozda peydahlanmış bir yeniyetme gösteriyorsun,
Petrucci yâdigan;
Türkümsü yüzünde gözleri epeladan.
( Türkiye’nin Adresi)
H a şa n H ü s e y în
(1927-1984)
KOKMUŞLAR MEZARLIĞI
güneşse güneş benim beyoğlubeyler
topraksa toprak benim beyoğlubeyler
birşey var anlamadığım bu sabahlarda
eski saraylarda bu yeni saltanadar
saksılarda çiçek diye kızgın namlular
demirin kömürün petrolün kalleşliği
birşey var anlamadığım bu sabahlarda
kayguysa kaygu benim beyoğlubeyler
bayramsa bayram benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz
kentlerin göbekleri sulann en kadını
kadının en körpesi sofraların padişahı
birşey var anlamadığım bu yasaklarda
ben güldükçe neden karartılır ışıklar
duvarlar yükseltilir köpekler kışkırtılır
kundakta bebek suçlu tarlada tohum
birşey var anlamadığım bu yasaklarda
umutsa umut benim beyoğlubeyler
savaşsa savaş benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz
bu kokmuşlar mezarlığı imamlar sofrası bu
omuzlardan omuzlara bu korku tapınakları
akşamla kargalarla nargilelerle
leblebici bakkalbaşı minder minder üçotuzüç
birşey var anlamadığım bu yezit yalanlarda
yarınsa yarın benim beyoğlubeyler
banşsa barış benim beyoğlubeyler
ya siz kimsiniz
kimsiniz ey şimdi müzelerde yerleri belli
eski beyler yeni beyler bey eskileri
(Kavel)
KOCABEBEK
bu demir divriği dağlarından
ben söktüm ulan ben söktüm
bu namlu divriği demirinden
ben döktüm ulan ben döktüm
bu ak bileklerde bu kapkara kelepçe
ben dövdüm ulan ben dövdüm
şimdi kaysı çiçekleri tozutur geçer
şimdi şarap düşer kızgın bağlara
şimdi sevdiğimi alır giderler
güz oturur gözlerime dağlar uy!
varalım diyelim ki hey diyelim
nakışcana duralım korolarla diyelim
hey diyelim hey
yıkılır bu düzmeceler yıkılır
köprüler kurulur aydınlıklara
gelir birgün kaşla göz arasında
en gizli tomurcukların ucunda gelir
ekmeksiz evin yalnızlığında
kınasız parmakların bakışlarında
uykusuz gecelerin ardında gelir
gelir ulan gelir işte bal gibi gelir
halaylarla çıkalım korolarla duralım
hey diyelim hey
bu namlu divriği dağlarından
bu candarma benim kapıbir komşum
bu türkü benim türküm çoğalır kanayarak
kelepçemin karasında bir ak güvercin
ustam kessin ellerimi benim çocuk ellerimi
dağlar uy!
uy dağlar!
( Kavel)
ONÜÇÜNCÜ BURÇTA. DELİRMEK
kollannı o biçim kavuşturma, kötü çok kötü
acır gibi bakma yüzüme yoksulluğum büyüyor
aç şu perdeleri nellâ aç uykum geliyor
kır şu camları nellâ kır nellâ boğulacağım
yapraklar kokunca bir
sular yorulunca bir
sızılar gencelince
bil ki birbaşımayım
bil ki kaçıp kurtulmak
bil ki sayısız
kötü çok kötü
sessizliği sevmiyorum sustur şu çığırtkanları
ben bu bulvarları güzel günlere götüreceğim
bırak ellerini ellerime muduluklara götüreceğim
dalgınım kınkdöküğüm bu düzenler beni böyle
uzaklar konuşunca bir
anılar tutuşunca bir
kollarım öksüzleşince
bil ki dolaşıp düşmek
bil ki kendimden öte
bil ki karışık
kötü çok kötü
bu karanlık sürdükçe kendimizden kurtulamayız
sığmıyor sığmıyor sesim bu yorgun biçimlere
çözdüm sulan, bıraktım kısraklan, ardımsıra yıldızlar
onüçüncü burçtan beni gecelere dağıtacaklar
acılar bağnşmca bir
şarkılar susunca bir
ninniler tükenince
bil ki ben
bil ki çok yakın
bil ki apaçık
kötü çok kötü
(Temmuz Bildirisi)
KIZILIRMAK’tan
bir gün çıkıp geldiler -anlamsız yüzlerini gülüşlerinitüketimartıklannı üretimorganlanm ve eski külotlarını
-çikletlerini çukulatalannı getirip bıraktılar -tiklerini
mimiklerini çiğliklerini -gençkızlann düşlerini getirip
bıraktılar -hergün hergün yeniden getirip bıraktılar
-iplerini oltalarını konserve kutularını -süttozulannı
soyalarını salemlerini -kısırlıkhaplannı madalyalarını
tasmalarını -bayraklarını bayrakyırtmalannı sövmelerini
-anamıza bacımıza çocuğumuza -en çok önem verdiğimiz
şeylerimize -üretimorganlanm ve tüketimartıklannı
kullanarak -tanınm ve İsa’nın ve bizimkilerin izniyle
-adannı seyislerini çombelerini -traşlannı ve dişlerini
gedrip bıraktılar -hergün hergün yeniden gedrip bıraktılar
-sonra güzel güzel anlaşmalan -sonra güzel güzel
sözleşmeleri- sonra güzel güzel paylaşmalan - asılmışlann ve
asılacaklann izniyle -ve durmadan durmadan baltazar
bayramlannı -sonra güzel güzel savaş uçaklannı
-radarlan rampalan atombombalannı -denizaltı denizüstü
birşeylerini- bilinçaltı bilinçüstü herşeylerini
piekslerini bitekslerini bitpazarlannı -eroinlerini
kokainlerini getirip bıraktılarve sonra çekilip gitmediler gemilerine
ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
ve sonra çekilip gitmediler gemilerine
ve artık okadar çok şey getirdiler ki
ve artık okadar çok şey getirdiler ki
ve artık okadar çok şey getirdiler ki
bağımsızlığa yer kalmadı ülkemde
(Kattırmak)
ZAR
kötü
durum kötü
durum çok kötü
durum gerçekten kötü
ya şunda ya bunda
ya burdan ya şurdan
ya bugün ya yarın
ya akşam ya sabah
durum gerçekten kötü
durum çok kötü
durum kötü
kötü
yo pek de kötü sayılmaz
şöyle olursa böyle
böyle olursa şöyle
bu yandan gelirse eh biraz
şu yandan gelirse çok iyi
dediğim gibi olursa hârikulâde
iyi iyi
durum iyi
durum çok iyi
durum gerçekten iyi
(Oğlak)
EVLAD-Ü İYÂL-İ DURMUŞ DURBAK
evlerinin önü dere
derede mekân tutmuş
derede bir kertenkele
derede bir kara diken
derede bir kannca
ve derenin kıyısında
evlâd-ü iyâl-i durmuş durbak
derede bir çift kavak
derede hazreti nuh
derede mercan
ve menkul
gayrimenkul
mekân tutmuş derede
yel vurur yellim yellim
kar yağar telli duvak
tutunur poyrazlara kuşlara böceklere
tutunur çırpınarak
evlâd-ü iyâtri durmuş durbak
evlerinin önü dere
derede eşşek leşi it leşi beygir leşi
derede desdeğirmi bir osmanlı güneşi
burçtan çıkıp burca girip burca durup hey hey
burca dönüp bir katar kannca cumhuriyeti
sen ki bu toprakların
sen ki bu topraklarda
sen ki bu topraklardan
geceyi gündüz diye
çırayı yıldız diye
yâr gelir bize bize
yâr gelir yâd elinden
yâr gelir leylim ley
al topuklu kız diye
ey evlâd^ü iyâb-i durmuş durbak
yâr gelir bize
nah işte dedeciği
şu işte ikicik sel taşı
nah işte babacığı
şu biricik kara taş
dön bu yana menkul durmuş
yat şu yana gayrimenkul
tut dağı sakalından
sür dereyi dereye
ay doğa gün ışıya
dele taşı kara tohum
ey evlâd-ü iyâl-i durmuş durbak
kar deline nevruz güle
tutuştu kan
durmuş 'un
oynadı su
derede
soyundu karakavak
durdu poyraza
vurdu davul
öttü zurna
evlendi durmuş durbak
artık ne kavak yelleri başta
ne sırma saçlar düşte
yıldızlar uzak uzak uzaklaşıp
savrulup gidip ay harmanları
menkul ve gayrimenkul
dursun oğlu durmuş durbak
ne bilem ne bilem ne bilem
ay buluta girende
dereye su gelende
çiğdem kan delende
ne bilem ne bilem ne bilem
koca dağdan sanki kaya
uçmuş gelmiş kıya kıya
vurmuş belinin ortasına
yoksul durmuş’ un
bir kış bile kalamadı koynunda karısının
koydu 1 numarayı karnına karısının
baktı suçlu suçlu
baktı yetim yetim
yüzüne kansımn
ve hiç dönmiyecekmiş gibi artık
bırakıp gitti
dursun oğlu durmuş durbak
adını dursun koydular 1 numaranın
ciğer ciğer delindi kar
yaprak yaprak büyüdü yaz
yırtıldı keten
»
eskidi pabuç
birdenbire güzeldi herşey
birdenbire birbaşma
iyâl-i durmuş dutbak
gelsene a muhanet
gelsene a vicdansız
görsene hâlimizi
bizi böyle dar geçitte
el içinde bizi böyle
dönsene a muhanet
cenkten döner gibi döndü köyüne durmuş
dokundu gıdısına 1 numaranın
erkek erkek baktı yüzüne karısının
anlattı oralardan
anlattı büyük büyük
anlattı büyük cengi
anlattı kan kalesi
anlattı sâdi vakkas
anlattı hayber önü
anlattı uzun uzun
anlattı masal masal
kayaları hallaç gibi atardı dinamitler
peynir gibi doğrardı dağlan makinalar
dereleri duman basar
yıldızlar elenirdi yorgun çadırlara
keder değil sevda açtı
sevda değil gurbet açtı
sinemdeki yaralan
anlattı yanık yanık
anlattı özlem özlem
koydu 2 numarayı kamına kamının
bırakıp gitti
dursun oğlu durmuş durbak
adını döne koydular uzun saçlının
bu yıl da bu soğuklar
soğuklar yaman
»
alaf kısa durmuş’um
yeygimiz ehven
bu yıl da hep sayrıyız
sarmıyor yorgan
bu yıl da gelsen gayrı
bu yıl da bu gurbetlik
bu yıl da bu hasretlik
aman aman aman
dursun da iyi olup
döne de iyi olup
beni sen n’ideceksin
olmaz olaydım
ellerinden öperler
gel babası gel babası
geeel geel gel
gel de «eker getir dursun oğluna
gel de boncuk getir döne kızına
gel babası
gel babası
geeel geel gel
günler geçer ay gibi
aylar geçer yıl gibi
dert derdi yeder gelir
yıl yıldan beter gelir
gurbette durmuş durbak’m
aklına neler gelir
aklına neler gelir
varsa da vursa birini
tükürse suratına birinin
sövse küncüden ufağına
oh diyerek
oh diyerek
oh diyerek
aman aman aman
“yiğit gurbet ile gitme
ya gelinir ya gelinmez. ”
döndü köyüne durmuş
kavaklar biraz daha çoramıklamış
yaşlılar biraz daha
kayalar biraz daha
bebeler biraz daha
okşadı 1 numaranın saçlarını
dokundu gıdısına uzun saçhnın
öptü cenik öküzün yumurta gözlerinden
çıktı bir dama
indi bir damdan
adım adım
damla damla
koptu köyünden durmuş
kaldı bir ay koynunda karısının
koydu 3 numarayı karnına karısının
bu öküze bir tek gerek
bu külfete ekmek gerek
gurbete gitmek gerek
gurbete gitmek gerek
adını yeter koydular 3 numaranın
yattı sokakta durmuş
kalktı sokaktan durmuş
baktı
küçülmüş yapılan
baktı
daralmış sokaklan
baktı
sığmaz olmuş bankalar caddelere
abanmış işhanlan insanlann göğsüne
karışmış kalabalıklar
çöplüklere
çürüklere
yıkıntılara
tuttu bir ucundan kenti durmuş
çekti bu yana
tuttu öbür ucundan kenti durmuş
çekti o yana
bir de direk direk türkü
tam ortasına
bir de direk direk sövgü
alın çatına
bir de zeytin ekmek
bir de domates
“kahpefelek sana n'ettim n’eyledim”
“gele gele geldik bu kara taşa *
genişletti
genişletti
genişletti kenti durmuş
*şu dünyada üç beş arşın bezim var ”
ellerini alıp çıktı
ellerini durmuş durbak
bu yıl da bu gurbetlik
bu yıl da bu hasretlik
aman aman aman
anan da selam eder
bacın da selam eder
dursun da iyi olup
döne de iyi olup
yeter de iyi olup
aman aman aman
beni de n’ideceksin
olmaz olaydım
paran yoksa muhanet
çıkıp kendin gelsen ya
gayrı yeter desen ya
görsen ya hâlimizi
aman aman aman
“tez gel ağam tez gel
eğlenmeyesin
elde güzel çoktur
evlenmeyesin’’
evlerinin önü dere
derede bir çift kavak
kavakların kanadında
evlâd-ü iyâl-i durmuş durbak
gülümser koca kavakta bir yeşil yaprak
çıkar çıplaklan güneşe
saranr düşer yaprak
soğuk toprağa
»
eser tipi tipi
yol keser boran
kalır canlar
kar altında
alırsın kalemi ele
çizersin ayı göğe
ay bakar sana sana
sen bakarsın aya aya
eridim toprak oldum
günleri saya saya
ne ay biter ne kannca
ne yol biter ne gurbet
onikiden vurmayınca
onikiden vurmayınca
döndü köyüne durmuş
fidan diken olmuş
kayalar toprak
ak yürümüş bebelerin kirpiklerine
dağlar kocalmış
dursun’a kelik
demiş almış durmuş durbak
döne'ye boncuk
yetene emzik memzik
demiş almış durmuş durbak
ve çiçekli bir eşarp kancığına
bir naylon terlik
bir kutucuk lokum da anacağına
bacısına üç metrecik dallı basma
aman aman aman
yâd kasığı değen kan
gurbette oynaşan erkek
kör olasın kahpe felek
yıkılasın koca devran
aman aman aman
öptü ¿«rsMn’unu almndan durmuş
öptü döne’sim yanaklanndan
öptü yeter*ini gözyaşlanndan
koydu 4 numarayı karnına kansınm
çıktı gurbete durmuş
ağam tez gele tez gele
paşam tez gele tez gele
kar kalkmaz yol ışımaz
gülüm yaz gele yaz gele
hayruüah koydum adını
almadım ben murâdımı
gitti gelmez gitti gelmez
ağam tez gele tez gele
mektup yâre selam götür
selamını al da getir
bitir tanrım bitir gayrı
bu hasreti gayrı bitir
döndü köyüne durmuş
koynu boş kursağı boş
hayruüah’m gömütüne
sıçanlar yuvalanmış
toprak yok eke biçe
davar yok sağa sika
fadimem fadimem
yiğit ya gurbete
ya dağa çıka
ak koyun meler gelir
dağlan deler gelir
fadimem fadimem
yıl yıldan beter gelir
gurbette bir babanın
akima neler gelir
neler gelir fadimem
dursun ağlar
durmuş'um
döne’ n güler de güler
ardından yeter gelir
fadimin bir iskelet
fadime'n bir cenâze
kamını tutar gelir
beni gözletme durmuş
muhanetlik etme durmuş
ya gel ya para gönder
beni ağlatma durmuş
bu yıl da perperişan
bu yıl da döküm döşek
bu yıl da bu hasretlik
bu yıl da bu gurbetlik
aman aman aman
kancıktır gurbetin ekmeği kancık
vurur beline yiğidin
düşürür puşt eline
fadime'nin kucağında bir oğlancık
yatar kerpiç kerpiç ak
bakar yıldız yıldız nur
somurur anasının iskeletini
fadime'nin kucağında bir oğlancık
5 numaranın adı yaşar
yaşat3m gözleri şaşmaktan şaşı
salıncakta gibi dönenir başı
ağlamak da ağlamak bütün gün işi
ağlama oğlum ağlama
ağlama yavrum ağlama
bu yıl da bu hasredik
bu yıl da bu gurbetlik
aman aman aman
dursun deri
döne kemik
yeter’in göçmüş döşü
öksürür de öksürür
öksürür de öksürür
ağam tez gele tez gele
paşam tez gele tez gelE
kar kalkmaz yol ışımaz
gülüm yaz gele yaz gele
doksandokuz apartıman
doksandokuz villa
doksandokuz park yapıp döndü köyüne durmuş
kavaklar biraz daha çoramıklamış
kayalar biraz daha
yaşlılar biraz daha
bebeler biraz daha
yıkılmış köy biraz daha
artmış taşı gömütlüğün
ışıklar oturttum fadime’m
ışıklar ki allı da morlu
caddeler geçirttim fadimem
caddeler ki sağlı da sollu
yapılar kondurdum fadime’m
yapılar ki minare boyu
bir de parklar bahçeler ki fadimem
bir de sıtadyumlar ki
havuzlar fışkırttım fadimem
havuzlar ki cennetiâlâ
bahçeler donattım fadime’m havuzlu konaklara
ve de kuşlar ki fadimem
sâfi muhabbet
ve de gemiler ki fadime’m
yırttırır deryayı manda mübarek
yüklenir de karşılardan koca bir köyü
köpürterek geçer de göğrengi suyu
hilâl hilâl ak kuşlan fadime’m
döndürür de tepesinde mendil örneği
getirir de boşaltır amanın allah
boşaltır bizim köye
elleri de çantalı
elleri de simidi
boyaları dudaklı
bacaklan sabahlı
çayları da sıcak sıcak
fadime’m
sualleri cevaplı
»
kadınlar ki fadime’m
erkekler ki fadime’m
hele de çocuklar ki
herbiri bir zâtısungur
kayıklar ki iner çıkar fadime’m
motorlar ki çakar geçer
yüreğim kalkar iner
fadime’m
yüreğim uçar düşer
ha şu gurbetlik de olmasa
ha şu hasretlik de olmasa
koynunda sıcak sıcak
çorbamda nâne nâne
aklıma neler gelir neler gelir fadime’m
aklıma neler gelir
nevruzu nergizi sümbülü değil
çiğdemi menevşesi bülbülü değil
aklıma neler gelir
fadime’m
aklıma neler gelir
kopmuş çivisi bu zırıltının
gayrı çivi tutmaz tahta
yıl yıldan beter gelir
ha bir toparlansak da çıksak ortaya
biliyorum fadime’m
ardından neler gelir!
evlerinin önü dere
derede bir çift kavak
yapraklan ıpıl ıpıl güler güneşte
sızım sızım sızlaşır bedenleri
kör derenin kör yazında
ayazında kara kışın
hey niksar’m fidanlan
niksar’ın fidanlan
çevirin gidenleri
indi durmuş otobüsten
bindi tirene
tiren gider durmuş gider
tiren gider durmuş gider
ne yol biter ne tiren
ne yol biter ne tiren
geçti hasretliğin sınırlarından
gerilerde bıraktı gurbetliği
şaştı da şaştı durmuş
kalabalık gözlerle
dedi: neresidir böyle bu?
dediler: şaşmakistan!
şaştı da şaştı durmuş
şaştı ta şaştı durmuş
dedi: peki n’etsek n’eylesek?
dediler: mark, mark!
acep yatsak uyusak?
suvarsak mandaları?
dediler: mark, mark!
yedi kat yerin altı
otomasyon, rotasyon?
dediler: mark, mark!
ya bizim çoluk çocuk?
evlâd ü iyâl-i durmuş durbak?
dediler: mark, mark!
indi durmuş taşıtlardan: mark, mark!
çıkü durmuş yeraltından: mark, mark!
yattı durmuş yıldızlarda: mark, mark!
kalktı durmuş hayımlarda: mark, mark!
öylesine kaptırdı ki kendini çarka
şaşmak bile şaşıp kaldı
dediler: mark, mark!
kilise câmi havra
mark gerek mark gerek mark gerek bize!
şaştı da şaşU durmuş
şaştı da şaştı durmuş
gözleri şaşmakistan
yüreği özlemistan
kaldı da kaldı durmuş!
sevgili kancığım
sevgili yavnilanm
evvelâ selam edip mark
hal hatır mark sormak ile
beni de sorarsanız
izniyle mark tannnm
mark ben sizi çok merak
mark ben de iyi olup
sizleri mark özleyip
geldi mark göreceğim
geldi mark çok fadime’m
dursun’um mark döne’m mark
yeter’im mark yaşar’ım
geldi mark çok göresim
nasıllar mark anam mark
anam nasıl bacım mark
ölen kalan köyde mark
konu komşu fadime’m mark
çoluk çocuk mark fadime’m
dursun’um mark dönem mark
yeter’im mark nasıllar
nasılım mark hepiniz
köyde ölen kalan mark
mark anam nasıl mıyım
sen nasılım mark yavrum
nasıl mıyım bacım mark
ben de mark iyi olup
mark ben de sağlığımı
ve de âfiyette olup mark
beş vakit namazımı
yâni markım yakında
iyi olup işim mark
tannya mark ki şükürler
hamdolsun ki mark şükür
altı ay mark sonra ben
bir araba çekip mark
en son model markası
çok çok pikap fadime’m
üç beş teyip fedime’m mark
mark fadime’m çok pikap
çok şampuan çok tarak
beni de sorarsanız
yemem içmem iyi mark
beş vakit mark çok şükür
bir dükkân mark açarak
açarak bir dükkân mark
üç daire fadime’m, dinime allahıma
çok çok teyip çok pikap
alarak ben yakında
arsa banka kat cüzdan
holding şirket fadime’m mark
tarihli mektubumun
markına dek fadime’m
arabayı çekip mark
gelirim mark yakında
soranlara selam mark
sizi hiç unutmayan
mark kocan durmuş durbak
evlerinin önü dere
derede bir çift kavak
yaşayıp gidiyor karıncalarla
evlâd-ü iyâlri durmuş durbak
(Oğlak)
ACIYI BAL EYLEDİK
“pir sultan ölür dirilir”
bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
elleri kan içinde
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana
sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmah
koklaşmak söyleşmeli
korka korka yaşamak ne
kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni
kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne
ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
(Acıyı Bal Eyledik)
Ş
ükran
K urdakul
(Dog. 1927)
DİYORUM
Durdum bakUm, içlenmekse herkesler içleniyor
Durdum baktım, herkes ince, herkes kırık
Nöbet gecelerinde saader sabahlamak bilmiyor
Ampul sönük, yürek garip, tavan basık
Beri yanda bir sıra iplik çıkar
Bir sıra iplik girer
Beri yanda ayakta durmamak ister artık
Bütün tezgâh başındakiler.
Durdum baktım, içlenmekse herkesler içleniyor
Bir diyorum, göz kapaklarına yazık
Bir diyorum diz kapaklarına
Düşüversem evimin sokaklarına bir
Bir diyorum Asiyemin sıtma iğnesi
Bir diyorum yoksulluğun buncası
Bir diyorum onca dokumanın parası
Elimize binde kaçı verilir
Durdum baktım, içlenmekse herkesler içleniyor
Ampul sönük, yürek garip, tavan basık
Hikâyeler gazetede aynen devam ediyor
Dinmemiş göz yaşları Ferdane teyzenin
Postacının çantasına merak boşuna
Radyolara boşuna kulak veriyor
Bir diyorum, göz kapaklarına yazık
Bir diyorum Asiyemin sıtma iğnesi
Bir diyorum yoksulluğun buncası
Diyorum yetmeli artık.
KIRIK DEĞİRMEN
Bir içimin alacakaranlığına dayanmak meselesi,
Bir bu fena İstanbul akşamını yaşamak
Nice odaların kapanmış penceresi
Gene bana iniyor yalnızlığıma sığınmak.
Gene benim, şimdi tek başına, sonra beraber.
Bir yanım mağrur sağlam, bir yanım gücüme gider.
Bir yanımda karşı koyma, bir yanımda ezilmeler.
İkili tutkular gibi canıma okuyacak.
Her şeyler devam eder bu bildiğim gidişte.
Evli evine giderken yolcu yoluna.
Ne rüzgârlar yapacağını yapmış ki bana
Kınk değirmenler gibiyim, dönemiyorum işte.
(Nice Kaygılardan Sonra)
YİRMİ İKİ YIL SONRA
Unutulmaya kalkan bir trenin
Eski bir istasyona bakan penceresinde
Bir yolcuyu sorar gibi arayan
Jandarmalar, ellerimin garip nöbetçileri
Daha ilk kampana bile vurmadan
Yalnızlığın kelepçesini taktı içime.
Şehir arkada kaldı, geçtiğim son caddeden
Ne yasakların gölgesini alnında gördüğüm
Işığı kilitleyen karanlık kafeslerinde
Bu sonsuz özgürlüğe ne zaman varmışım ben
Dünyanın duygusunu gözlerinde içeren
İçimdeki adam, kabına sığmıyor gene.
Kaç akşam geçirdiğim Birinci Şubeden,
Bir tünelden kopar gibi çıkıyor trenimiz..
Jandarmalar, ellerimin garip nöbetçileri.
Hangi yalnızlığa gittiğimizi söyler mi?
(Halk Orduları)
ORADAKİ
Kendi uzaklığımdan kurtularak
Hüküm giymiş dizeler gibi
Çıktım parmaklığımdan
Kendimde duydum ellerimi.
Nicedir sessizliğimde kanayan
Acımın yorgun yüreği
Dirençlerin yıkımların ardından
Eski kaygılara götüremedi beni.
Defterlerim, kitaplarım, kalemim
Güzelliğin ustası, umudum da ustası olan
Açıldı geleceğin çocuk bahçeleri
Geceye doğru ranzamdan.
(Acılar Dönemi)
ARMAĞAN
Bunca yıl çok ışık birikti avuçlarımda
Senin olsun
Esinlen sevgi dokuyan ellerimden
Bunca yıl şiirin, kardeşliğin, kavganın
Has bahçelerinde yarattım bu gerçeği.
Sabrım senin olsun.
Aşkım senin olsun.
Acıların sütüyle büyüttüğüm umutlar
Mahpushane avlularında boy verdi,
Dolunay menekşelendi kirli kara camlarda.
Her görüşte yeniden vurulduğumuz ana evren
Özgürlüğe boyadı saksımdaki çiçeği
Senin olsun.
Biz ki acılar döneminden
Ellerimizi kirletmeden geçtik.
Direncim senin olsun,
Sevgim senin olsun.
(Acılar Dönemi)
M u s t a f a Ş erif O n a r a n
(Doğ. 1927)
KULA
Aydınlık bir şarkı halinde başlar,
Buğdaylarda bereketin huzuru,
Yeşil bir dua göklere doğru,
Maviliklerle birlikte genişler.
Erguvan yaşmaklı kadınlar tarlada,
Acıh kağnılar harman yolundadır.
Kurulmuş bostanlara çadır,
Yeni bir hayat yaylada.
Çardakta kilimlere dokunur sıla,
Kavunsu kokar serinliği yelin.
Yün eğirir ince bir gelin.
Bir öğle ezanıyla ürperir Kula.
( Unutulmuş Şiirler)
T u r g u t U yar
(1927-1985)
O KÖY YİNE KENDİ RÜYASINDADIR
Heybetli Arsiyan dağlarında bir gün
Atım yoruldu, ben yoruldum.
Şimşekli, fırtınalı bir ikindi
Çektim atın dizginlerini, yağmurlar içinde
Banarhev köyünde indim..
Muhtarın odasında bir ben, iki yabancı
Birbirimizi yıllardır tanırcasma
Kurunduk, çay içtik, muhabbet ettik
Kurtlar, kuşlar ve bulutlardan uzakta
İnsan olduğuma gizli gizli
Bir sevindim bir sevindim..
Kadın lafı geçti mi söz arasında
Bir tuhaf oluyordum
Karanlıklar içinden inanmazsınız
Uzak uzak sesler duyuyordum.
Girdim yatağa, çektim yorganı
Banarhev köyünde, muhtarın odasında
Düşlerimin ve insanların yanıbaşmda
Sabahlara kadar uyudum..
Oranın sıcaklığı havasındadır.
Ben gidince bir şey değişmedi biliyorum.
Şad olsunlar hepsi sulan, alabalıklan ile.
O köy yine kendi rüyasındadır.
(Türkiyem)
UZAK KADERLER İÇİN
Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim.
Asır yirminci asırdır, amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Âdemden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.
Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.
Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam..
Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin sulan çağlar şimdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.
Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurlarla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.
( Türkiyem)
GEYİKLİ GECE
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Herşey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabanî uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamlan
Kadmlann kocalannı aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
“Geyikli gecenin arkası ağaç
Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlannda soğuk ayışığı”
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor
Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır’da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaldanmız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı
Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk
“Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben”
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşlan ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçlan kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
“Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırülı
Geyikli geceye geçiyorum”
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
(Dünyanın En güzel Arabistam)
KESİKSİZ ÖVGÜ
Esmer güzeli Necla’nın baktıkça “bayıldım” dediği gökyüzü
İşte ben bunu mutlak yazmalıyım dedim
Karanlıkta dünyayı bir bir hatırlamak
Ben yeter dedikçe şehirlerin güzelleşmesi
Bir anda kendi kendime bulduğum mutlu gerçek
Bir kadın var beni onun iki eli iki gözü kurtanr
yaşamamaktan
Öyle hoşlamnm ki onunla yatmaktan utanınm arük
Sabahlan acıkmayı ondan öğrendim
(Dünyanın En güzel Arabistam)
MEYMENET SOKAÖI’NA VARDIM
Bana köfteler hazırlayın salatalar hazırlayın bir de pencere
Oturup umutla birşeyler unutayım
Siyah şarabın tadını bilirim orman gibi
Siyah şarap siyah üzümlerden yapılır kokulu mahzenlerde
Durdum bunları söylerim alışamadım
Küçük küçük muştular üçüncü kat korkmadan aşk
En uzakta körler vardır aşkolsun derim onlara
Tutarlar güneş ışığını maviye boyarlar yahut mora
Gönendiklerini mi söylesem mutsuzluklarını mı
Kalkalım Meymenet Sokağı’na varalım vaktidir.
Dört adam Meymenet Sokağı’nda durup bir eve baktılar
Durdum ben de baktım ahşap bir evdi
İstesek bakmazdık düşünün ama istedik baktık
Kararmış tahtalarda yerleşmiş mutluluklar gördük
O bildiğimiz eskimiş güneşten dipdiri ışıklar
Bir de kız gördük onahısmda sevilmeyi özler
Meymenet Sokağı eğri büğrüydü ama loştu
Görseniz loştu
Meymenet Sokağı’nm tadını hep bilirim ama gidemem
Oturur dosya düzenlerim akşama kadar
Daracık boş zamanlarımda durup sokakları düşünürüm
Deniz kıyılarına inen ufak tefek sokakları
Doksaniki dosya düzenlerim başlarım yeryüzünü sevmeye
Alışmadığım şeyleri sevmeye çabalarım
Bir vakit var yeşille beşbuçuk arasında
Evrenin sevişmek için yorulduğu yumuşadığı isteklendiği
Ellerim kollarım sevinir ben sevinirim sokaklarda
Durmaz yaşarım koyu koyu
Dünyada Meymenet Sokağı var başka sokaklar var hep
sokaklar
Sokakları gerinerek sevmeye başlamaklar
Ağaçlarla şaraplarla ben varım
En uzaktaki körler var aşkolsun onlara
Daha ellialu dosya var düzenliyeceğim
Gökyüzünün kalkıp dudaklarıma bir değmesi var
Oysa kapılar var duvarlar var perdeler var
Bir bıraksalar
Sonra başka şeyleri özlemeye
(Dünyanın En güzel Arabistam)
DENİZE GİDİP DÖNEN MAVİLERİN
BİRE İNDİRGENEN ÜÇLÜĞÜ
Yalanlı dolanlı alçak doğruca yaşanmamış bir
Bir gözsüz kulaksız elsiz ayaksız güdük bir gün
Bütün yitiklerim karalarım üstüste üstüste bütün karışıklığım
Gelip geçtiğim macera şu kadar binler yıllık
Şu kadar binler yıllık karalarım karışıklığım üstüste
Usul usul insan insan ölüm ölüm üstüste
Şu kadar güneş şu kadar su yılanı şu kadar düzen
Ben sebepliyim denizlere aylara kavgalara umutsuzluğa
Bir maviyi durup dururken birine benzetiyorum
Bir balığın ağzını anıyorum durup dururken
Serinliyorum
Ben üç yer tasarlamıştım üçü de sana bana uygun
Biri günebakanlarda biri otuz yaşta birini sorma
Birini sorma gün gelir ben söylerim
Daha usta olurum daha yiğit o zaman söylerim
Bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin
Yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen
Baştan başlayalım susamlara ekmeklere denizaşırılarına
sevmelere
Gidip dönelim
Belki bir yerde bir tohumda bir durumda belki
Belki o ses o yudum o yumuşak döşekler yeşil yeşiller
Ben taş çekerim yılmam çamur kararım yol döşerim
Bakarsın göneniriz gidip dönelim
Ben yılmam taş çekerim çamur kararım ben
Senin de gürül gürül saçların var nasıl olsa.
(Dünyanın En güzel Arabistam)
GÖĞE BAKMA DURAĞI
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sun turlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
(Dünyanın En güzel Arabistam)
ÇOK ÜŞÜMEK
Bir Kalır uzun resimlerde amsı sakallarımızın
Urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kaldığımızın
Bir Kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde
Uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça
Bir Kalır yabancı yataklarda o oteller
Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer
O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler
Bir Kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
Bir Kalır Yılgın Adamların hep “Evet” dedikleri
Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız
Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir Kalır uzun kitaplarda anısı çok Üşüdüğümüzün
( Tütünler Islak)
YAVAŞÇA OLUYOR ELLERİME
Susuz bir aklık başlayınca aramızdan
yavaşça oluyor ellerime bulaşması,
bir eksiyle yüklü minüskül H harfinden
bir meydan çarpmasından,
beni haürlamaklann
Bunlar bizim kızlarımızdır
Kara güller önlerinde kara
saçları çılgınca ikiye ayrılmış,
-hiçbir şey eski açıldığında değil kiyavaşça oluyor ellerime bulaşması,
bir ot sesinden bir at akşamından,
tam şehir içinde, otobüs durağında,
birden ulaşılmaz gençlikleri herşeyin...
Yapmayın... Nasıl inanınm eşitliğine!.
Heryerde gençtir o Büyük Su.
Kıyıdadır,
boyalı sandallar ve sabah çocuğu kıyısındadır
Kırları ve ormanı geçince hemen,
şehir bitince yani çok kolay
yani lokantalar bitince sayın örtüleriyle,
kuzuların danaların kıyma yapıldığı kasaplardan sonra
elmalardan karpuzlardan biraz ötede
yani uzakta...
-hiçbir şey artık eski açıklığında değil kiyani kiliseden bozma camilerde
yani askeriye deposu yapılmış,
yani burda, orta yerde, ışıkta ve parada
zaman zaman gökyüzü gecesi aralığında.
Bir denizin yanında nedir ki bıyıklı ve saçlan dökülmüş
bir adam.
kötü bir alışkanlıktan başka nedir bir adam...
(Tütünler Islak)
AY ÖLÜR YILGINLIKTAN
Ay ölür şimdi. Yani ölmek!.. Uzuneski geçmişi bir suyun.
Barışmamak çirkin bir akşam olur ve tabaklarda.
Donar yemişlerde ispirto
Yakılmaz ışık o saatlerde ispirto.
Sülünlerin soğuk akşamlara döküldüğü o ovalarda
Kent uygarlığının akşamı odara döner, küçük karartılar
mor evlerde soğuk sobaların uzayan küllerini dağıtır,
taşralı bir çocuğun eksik bilgisinde
Ay ölsün...
Ay ölür şimdi. Uzuneski saldinşlı, ağlaması gökyüzünden,
kimsesiz ve hüzünlü bir at yelesi bakışları ve kösnüye
hiç benzemeyen bir uzun,
deniz kıyısı, ispirto
Kalçaları dar ama ne zararı var, hacamatlı bir kadın,
doğuramaz artık eski bir evlerde,
eski bir savaş evinde ispirto
elleri boş sularda, karanlıklar ve yılgınlıklar taşıyan
posta vagonlarını bulur,
Sülünlerin soğuk akşamlara döküldüğü o ovalarda
Büyük denize bakmak, mavi kalmak gibi,
yatarsa. Kimsesiz ve bir at
Ay ölsün
Ay ölür şimdi. Mağara tükenir ağan yalnızlığında geçmişlerin
El yadırgar ayasını, bir şey yavaşça inerse.
O hüzündür.
Erken gitmenin ve geç kalmanın, uzuneski posta
vagonlarında
1930 tarihli bir gazete bulmanın ve
İşi gücü tütün kokan adamların.
Sülünlerin soğuk akşamlara döküldüğü o ovalarda
Adam bulanır ve bozar orucunu küfüre, ve pencerelerden ba
kıldığında
dinsel güçleri artar yaşlı kadınların, o yaklaştıkça
bardaklarda
ve bir at
Ay ölsün...
Ay ölür şimdi. Belki girdiğin kapıdan bir gök müydü?.,
bir gök müydü ki başını eğdiğin, eksik bir ağız mıydı,
ve
bir at mıydı? sanki!..
Yüzde üç buçuk faiz ispirto
Gitgide güçleşen simyası burda olmanın, ışıksız kapıların
güneş yoksulu sahanlıkların sana verdiği ürküden,
Birden alman kentlerin dükkânları nasıl kapanırsa,
ölülerle dolunca sonsuz ülken, ey Mağribî, kanının hiç
uğramadığı bir yerlerinde, çadırları ve bir ağacı
bırakmanın sızısı.
Sülünlerin soğuk akşamlara döküldüğü o ovalarda
Tıpkı kösnüye, doymuş kösnülere benzeyince bir resimsiz
kitap
O büyük telaş avuçlarında,
ayılmanın ve bir illet bulmanın,
Ay ölsün...
Gel dur önüme, sen benim sahiliğimsin!.. Isırdığım,
bir kauçuk düşmanlığıdır!..
Yaşamamız baştanbaşa senin övgündür,
Ey kutsal bencillik!.. Seni
bırakmak niye?. Suları ve seni bırakmak,
Niye?..
Aşkın akan suları, doyurgan yabanıllığı savaşların ve
büyük utkular geçer onancı gölgenden.
Ey en gerekli yapısı tanrıların, Ben!..
Nem varsa sanadır!., yıkılmış birlikler, kırılmış bardaklar
ölen kadınlar,
kan.....
( Tütünler Islak)
TERZİLER GELDİLER
Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra
sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilme
yen bir hüzünle...
Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
O çelenk onbin yıllıktı,, taşıyıp getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler
Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,
“Tanntanır kadınlar ve cumhuriyetçiler
piyangocular, çiçek satın alanlar,
balıkçılar ağlarını, paraketelerini, mplannı, oltalarını
zokalarını, çevirmelerini ve kepçelerini topladılar.
Sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler...”
Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında kesip biçtiler
Patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
Şarkılara başladılar ölmüş olan bir at için
Makaslarını bırakmadılar
Bekleniyorlardı.
“Ey artık ölmüş olan at! -dedilerNe güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
Sen açardın,
Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen!
Tüylerin karaparlaktı. Koşumların,
-kokulu yağlarla ovulup parlatılannasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.
Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!
Toynaklarını liflerle ovardık
Senin karaya boyanırdı koşuşun
Uyandırırdı bütün karalan ve denizleri
Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından
Ne güzel gözlerin vardı Kara at!
Binlerce kişi,
-çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut
darmadağın giysileriyle herkes
körler ve cüzzamlılar,
bütün kutsal kitaplar kalabalığı,
ermişler kargışlılar ve günahlılar
gebe kadınlar, vâz edenler
ve dondurmacılar ve at cambazlan ve
tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle
Tanntanımazlar ve tefeciler ve
yalvaçlar...ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş
senin mutlu ovam doldurup
haykınrlardı.
Büyük sesler içinde sen, geçerdin...”
Terziler geldiler. Bu güneşler odaların dışındaydı artık.
Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde
Gazeteler yazmadı, dükkânlar dönemindeydik
Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
Parmaklan uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş dur
maktan
Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacaklan
Herşeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
beğenip gülümsediler.
“Ey artık ölmüş olan at! -dedilerSenin eyerin ne güzeldi.
Dişi keçi derisinden, ofir altınıyla süslü
Nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna
Seninle öteleri ansırdık.
Öteler, baklanın ve pancarın duyarlığı
Kedinin vardığı erişilmez kişilik
Güneşli bir damda,
içimizden gemiler kaldırırdın,
Suyunu büyük şölenlerle tazelerdik
Bayramımızdın. Kuburlukların
bütün kişniş ve badem doluydu.
Şimdi dar dünya
Ölümün büyük hızı kesildi.”
Terziler geldiler, Ateş ve kan getirmediler.
Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey
Ekspresler garlarda kaldı, ilaçlar çıldırdılar
Kenti bir baştan bir başa dolaştım, üs yok
Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kuru
muş
yerlerde kırpıntılar
“oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar
vatka pamuklan, verevine şeritler, kopçalar,
düğmeler, ilikler
iplik döküntüleri, kumaş parçalan,
karanlık akşamüstüleri ve sabahlar,
dükkân tabelaları, kartvizitler...”
kasıklanna kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok.
Tarafsız bir aşk çağlıyordu onlann solgunluğunda
Mutfaklannı kilidediler, büyük atsı giysiler kestiler,
“Ey artık ölmüş olan at! -dedilerKoşuşun büyütürdü dünyayı senin!
Sen nasıl da koşardın.
Biz güneyde yatardık, sen koşardın
Hangi at güzelse ondan da güzeldin
Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi
bir karaya göğü
»
ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
ağzında,
herkesi sevinçle haykırtan.
Başın yaraşırdı düşüncemize ve
gözlerine saygıyla bakardık...”
Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarım sev
diler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
Kent eşiklerindeydi, ağlayışım duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;
“Ey artık ölmüş olan at! -dedilerEn güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi.
Boydanboya bir karşıkoyma, denge
ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
O ağaç senin kanınla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
senin karşında,
alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
herşeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği...”
(Tütünler Islak)
ÇAĞDAŞ YERİ MIZRAĞIN
Tam mızrağın deldiği yerdi, birden parladı. Odada
İlkel bir silahın birden çağdaş olduğu. Kanla.
Bir sızı. Sağ elimde bir haritaydı. Kanla.
Aranan birşey. Kan ve Benzin İstasyonu
Uzaktan geçiriyorum anısını, Sallanıyordu
Anlamadığım bir şeydi. Sallanan...
Bir duvarın birdenbire ak olduğu.
Ey benzin istasyonu.
Aşklar bitti, sevinçler bitti, ey orman!..
Aklık gibi, ayırt edilmeden taşman.
Gelir şimdi ölmüş bilinen bütün şarkıcılar
Bir uygarlığı yeterince anlatmaya. Bütün şarkıcılar,
Flavtacılar flavtacılar flavtacılar.
Beklenen hangi utkudur, ey orman!..
Hangi? O giyimli yabancı adamlardan.
Hangi çağdaş uykusuzluk, ey orman,
Alkolün yarım yamalak tesbit ettiği akşamlardan.
Bir caddede, bir çılgınlıkta, bir duvar önünde
Bir uyanış gibi kendiliğinden taşınan.
-Bütün herkeslerin “ihtilal!” diye
ortalara döküldüğü bir akşamBir yanlış gibi kendiliğinden taşınan. Ey orman,
Bütün imamların ve kardinallerin çıplak olduğu
bizi bir boyutun iğretliğine çağıran
Bir değişmez düzenin sahibi, bir yanlışlık
ölüyor. Ve bir anı sonsuz düzenine giriyor.
“Sen!., arkanı döndüğünde herkes ağlıyordu
ölümün ödenmez bir faturaydı. Herkes ağlıyordu
Döner kapılar ağhyordu ve bütün açgöz garsonlar
yanmamış sigaralar, alkolcüler, tütün doğrayanlar. Ve
Hangi haber!.. O sonsuz soluğu yadırgatan
-kafatasın uyanmış- Birisine göre bir anı,
birisine göre bir sevgi olan herkes...
Bir uyku kaybedilen, bir timsah kaybedilmiş
ve dibi baltalanmış bir totem,
-belki bir ince akşam bileYanhş bir bilet olan herkes
Yanlış bir model olan herkes.
Senin uykunu ve ağlamanı tanıyorlar. Görkemsiz
ve aşağılık. Yasında
Kırların ve zamanın karanlık bir tuğladır uykularında
parasız, sıkıntılı bir otobüs yolcusu
nun..."
Bir ufak ışık, ufak. Yerimizi gösterin. Şaşırdık karşısında
ve ilişkiler bizi şaşırtır elbet. Sen orman. Tut.
Bitti.
Aşklar ve sevinçler bitti. Ey orman!..
Büyük adam gelir. Sevimli bir su terazisini okşuyorum
o bir duvara kendini çiziyor,
ey orman
o yeşillik artık bir alışkanlığa dönüşüyor usumda.
(Her Pazartesi)
FEDERÎCO GARCİA LORCA İÇİN ÜÇ ŞİİR
Sessiz akan sulara gazel
Ah işte herşey orda...
Ben severim omuzlarımı birgün
Sırmaları, apoletleri olmasa da.
Ben severim omuzlarımı birgün
Göçen bir maden direğinin altında
Su akar kendir tarlalarından
Ah her şeyim...
Ben severim omuzlarımı birgün
Savaşta bir başka omuzun yambaşında
Yatakta bir ince omuzun yambaşında
Yol uzun, hava sıcak
Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba’ya...
İndiğini görürsem birgün sığırcıkların
ye sürüler halinde, ovaya
İnsanların dünyayı bölüştüklerini hatırlarım
Bir daha...
Sevişirim ölürüm, savaşırım ölürüm
Doldururum çantama kara ekmek ve peynir
Varırım Kurtuba’ya...
saat beşte
akşamleyin
Ah ellerim ve kalbim
Herşey orada kaldı.
Keçeler keçeler ve portakallar
Kireç döktüler yere. Kara gözlüm, kalbim,
Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum
Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime
Kireç döktüler yere,
Bir duvarın dibinde
Bir deppoy’un önünde
Kiraz ağaçlarına ve sığırcıklara karşı
Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde
Ölüm nasıl söylenirse öyle
İspanyol dilinde
ve her dilde...
obra
completas
Artık kat’iyen biliyoruz;
Halk adına dökülen kan
Sapı güldah güzelliğinde bir bıçaktır.
Dişlerin arasında...
İspanya’da
ve her yerde...
(Her Pazartesi)
İ l h a n D e m îr a s l a n
(1928-1980)
AY IŞIĞI SONATI
Birinci Şiir
Bütün ışıklan söndürdüm,
Ardına kadar açtım penceremi.
Nasıl beklediğimi bilirsin
Unutma, e mi?
Bir beyaz kedi gibi gel pencereme
Öyle sessiz gir içeri.
Yalnız oturamıyorum artık,
Sıkılıyorum geceleri.
Bir kilim ser odama, dört köşeli
Üstünde asma yapraklan olsun;
Dost yüzlü gölgeler içinde,
Misafirim olursun.
ikinci Şiir
Küçük avuçlanmı hatırlarsın,
Babam için dua ettiğim günler,
Parmaklanma bakma şimdi,
Sonradan büyüdüler.
Sen benim çocukluğumun ışığı,
Hiç değişmedin değil mi?
Sokul şöyle yanıma, sokul
Tut ellerimi.
Gör nasıl büyüyor insan,
Benim için geçmede yıllar.
Senin boyunsa hâlâ
Pencerenin boyu kadar.
Üçüncü Şiir
Kimseye söylemediğim şeydir,
Ben artık eski İLHAN değilim.
Gündüzleri bir şey değil,
Geceleri artıyor garibliğim.
Küçük çıplak ayaklarla, sessiz,
Aklıma geldi mi sevdiğim,
İki ucunda iki iplik,
Sabun misali kesilir yüreğim.
Öyle bakma yüzüme, bakma,
Benim iyi kalbli ayışığım.
Bilmelisin artık. Bilmelisin,
Zil zurna âşığım.
(Eller Ekmeğe Doğru)
PEYNİR GEMİSİ
Bu paradır, anlıyor musun,
Arada geçer elime,
Et alırım, ekmek alırım,
Evime.
Bu paradır işte, yüzü tatlı,
Dünya dediğin üstünde durur,
Bir gece sayılır eline,
İnsan orospu olur.
Bu paradır, boru değil,
Gün kazanılır, gün biter,
Peynir gemisi bununla yürür,
Düdük bununla öter.
Bu paradır işte, kokla bunu
Her işin başı budur,
Seni katil etti bu,
Beni memur.
(.EUerEkmeğe Doğru)
TAN YERİNİN ELLERİ
Ne horoz düzenliyor ne kuş korosu
Tan yerinin elleri tetiktedir
Sabaha düzenliyor tellerini
Horozum da gerçeği bilmektedir
Gördü ki bir dönemin öldüğünü
Sabah yıldızlan dellenmektedir
Ve horozum ve kuşlanm ayakta
Almış yerlerini beklemektedir
Sömüreni kan emeni katili
Mest olup uykuda gerinmektedir
Bir ölüm perdesi ki ağır ağır
Her gece üstlerine inmektedir
Horozum öt horozum öt uzatma
Tan yerinin elleri tetiktedir
(Sanat Emeği-sayı 29, Temmuz 1980)
E d ip C a n s e v e r
( 1928 - 1986 )
MASA DA MASAYMIŞ HA
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Uç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
( Yerçekimli Karanfil)
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklimdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
( Yerçekimli Karanfil)
BAŞIM DÖNÜYOR İKİMİZDEN
Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
Ön dişleriyle belü belirsiz
Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
Evet mi hayır mı pek anlamadan.
Ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
Bir tayın dişinde ince bir taflan
Az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
Yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
Dönüşüp iç çekmesine gece kuşlarının.
Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.
(Nerde Antigone)
MEDÜZA
Naci’ye
Derin, sessiz, iyi böylece
Güz, ölülerini bırakan kuşlar
Yer kalmadı acıya ülkemizde
Derin, sessiz, iyi böylece
Gün ortası alacakaranlık bakışlar.
Bir buluşma yeridir şimdi hüzünlerimiz
Biz o renksiz, o yalnız, o sürgün medüzalar
Aşar söylediklerimizi çeker gideriz
Ülkemiz, toprağımız her şeyimiz
Kıyısında camların bozbulanık rakılar.
Çizeriz yeryüzünü kaygısız ayaklarla
Yüzümüzdür bir yağmur ağırlığınca düşer
Sonra pek anlamadan içkiler ne çabuk biter
Ne kadar konuşursak o kadar bir sessizlik olur
Adımızı sorarız birine, o bize adını söyler.
(Nerde Antigone)
UÇURUM
Bir ağaç sürüsünün üstünden
Çok ağaçh bir ağaç sürüsünün üstünden
Kesilmiş limon dilimleri gibi düşüyor güneş
Votka bardağımın içine
Benim olmayan bir sevinç duyuyorum.
Kesiyorum durduğumuz yeri ortasından
Ey görünüş! seni bir yerinden hiç anlamıyorum
Dibimde değil ayaklarımın, damarlarında
Derinliğini orda tutan, orda harcayan
Uçsuz bucaksız bir uçurum.
Zamanla değil, bir yerde
Benim olmayan bir şeyle yaslanıyorum
Geçiyorum ilk şeklimi tüketerekten
Ağır ağır yanan bir tuğla harmanını
Billurdan sarkaçlarıyla.
Kalbim, serseriliğim benim..
(Kirli Ağustos)
ÖLÜ SİRENLER
Gerçekte duymadığım sesler bitti
Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız
Karıştırdı ortalığı bir süre
Gök akıttı bir parça yağmurunu
Ve deniz kuşları umutsuz
Anyorken kokulannı gölgelerinde
Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
Yığılıp kaldı yorgun
Denizin gözbebekleri üstünde.
Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
Gökgürültüsünü de barındıran içinde
Duyuyordum o tanıdık sesi yeniden
Tiz bir çıngırağı andıran
Benzeyen zil sesine de
Daha önce unutmuşum gibi denizde
Yankılanıp durdu ara vermeden.
Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
İki tek ağustosu çarpıştıran
Sızdıran kanını bu yaz gününe
Yaşayan bir mutluluk muydu? Ve İşte
kaç yerinden kesilmişti ki ellerim
Bekletip durdu da acısını bunca yıl
Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.
Ansızın ortaya çıkmış bir şehirdi
Bu içiçe geçmiş durgunluklar
Birinin öldürülüşünden arta kalan sanki
Ve yoğun bir sis parçası başımın üstündeki
Eski bir görkemi anımsaüyordu bana
Görmüştüm daha önce de bir Udya kralının boynunda
Bilmekti yazgısı ölümünü, gene de
Yıllarca beklemişti kendini
Yeşimden sapı olan bir kılıçla
Bense ne içimi yakan rüzgârı
Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü
Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
Bir çürük dişle ahumdaki
İki üç kırışığı yedeğine takmış da.
Özledim ilkelliğimi dalgalarında
Buldum savaşı bitmez derinliklerini
kanşürdıkça bir kargının ucuyla
Gördüm, bekliyordu kendini o da
Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
O turuncu ruh, değişken
İzledim onda ilk oluşumu sanki
Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.
İşledim payıma düşen her görüntüyü
KamaşU gözlerim kıyıya varınca
Rüzgârın itişiyle kumlarda
Durmadan yer değiştiren
Sayısız siren iskeleti
Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
Tarihin onlara bağışladığı
Bu garip raslanudan
Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
Kemikleri som altından.
Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
Tanrım! tunç bir kapı kilidi
Bronz bir sokak
Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
Kimbilir kimin külrengi kalbi
Tanrım!
Neden herkes başka tarafa bakıyor
Neden herkes başka biriydi.
Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
An kümeleri taşların arasında
Ve yukanda kuşlar yanmış kâğıt parçalan gibi
Uçuşuyordu da
Ağır ağır yanıyordu da şehir
Yanmayan kadınlar gördüm
Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
Ölüm müydü konuştuklan? Ölümdü anlaşılan
Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
Bir büyü gösterilirdi
Bir kuyu sezdirilirdi
Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.
Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden kanyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini ahştınyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
(Kirli Ağustos)
MENDİLİMDE KAN SESLERİ
Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet abi sen de bağışla.
Boynu bükük duruyorsam eğer
içimden böyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konya’nın beyaz
Antep’in kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denizine benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin bir adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı ıssızlıktır
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlandır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim benCıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da şimdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet abi
Uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dan
tel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere de benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım uklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
»
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet abim benim
Gördün mü bak
Dağümış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimizden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
(Sonrası Kalır)
B er in T a ş a n
(Dog. 1928)
SABAHIN SEHER VAKTİNDE
Yüzünün öptüğüm yanı artık çekimser kalamaz
Binlerce bayrakla açılmış yürüyor
En önde gideni tanıyorum, Bayazıt’ta görmüştüm
Bir daha padişah geçemez bu sokaktan
Düzme mahkemeler kurulamaz.
Seninle sarılıp sabahlara kadar uyumamışız
Bir cumartesi pazar olmuş kolların arasında
Kolların arasında bıçağı duymuyorum
Yanyana kenarında pencerenin
Sen taşını eteğinde taşımışsın her sabah
Ben ellerimle taşımışım her akşam.
Çocuğumuza bakıyoruz, evimize bakıyoruz, dünyaya bakı
yoruz
Bütün sarih kollar arasında
Güllerin gelinciğin arasında
Yüzünün öptüğüm yarısında
Kötüye geçit yok
Buğday tarlaları çiğnenemez bir daha
Nükleer denemeler yasak.
( Yüzünün Bir Yanında)
E r c ü m e n t U çari
(1928-1996)
UT
Ben yaşarsam utlar gibi yaşarım
Eski zamanlarda gül bahçelerinde
Bir orman aydınlığını getirir meyvalann
Aşkın eyilmiş mor ağzından
Ben gözlerini severim ceylanların
Kalbimi duyarım balıklar soluyunca mavilerde
Hanimelleri mantarlar kuzukulaklan
Unutulmuş aşkları kırları
Ben ellerimi severim sabahleyin uyanınca
Büyülü masallar limanında
En erken kalkan gemi benim
Rüzgârımda deniz kızlan
(Et)
e s'M ’S
A lî Y ü c e
(Dog. 1928)
DEDE
Pipo gözlük bere boyunbağı baston
Yüz çizgi damar sinir siyatik diz
Merdiven öksürük ıhlamur yün kuşak
Aspirin nargile bronşit teşbih
Şubat hanım mangalı karıştır palto
Minder alt katta emekli polis kızım
Kapıya bak nasılsınız yünlü geceler
Siz de nasılsınız ben eskiden
Böylemi idim zaman testere
Muhsin bey vardı bir gece kafaları
Çektik iyi mi sonra nasıl oldu bilmem
Bıyıklarım terleyiverdi bana bir şeyler
Oluyordu tabancam dolu olarak amma
Baba adamdı muhsin bey güldü sevda
Düşmez başına bana bak mahmut dedi
Seni severim ya nöbetçiyim damarlarımda
Yasa dolaşıyor bu gece nöbetçiyim
Yap ya bu gece değil şarap gibi kız
Hem seviyorum hem titriyorum tabancam
Dolu olarak sonra kayınpeder
Düğünde oynadı kaykıla kaykıla
Yün eldiven yün tabak yün çatal kaşık
Beni biraz ileri çek duvarı geri it
Gelirken çakmağıma taş getir ahmet
Yün yorgan yün döşek yün yastık
Sinir öksürük pipo bronşit nargile
Etleriniz soğuyor kefenimiz yünlü
Mü olsun pamuğu sökün yerine yün dikin
Bu su niye acı sen kimsin şu buzu
Soğut su ateşi ateşle hanım gömütümü
Isıt kızım tabutumu süsle ben eskiden
Böylemiydim zaman testere
(Boyundan Utan Darağacı)
SEMERİNE TAPAN EŞEK
Dinlediler
Tarihin kart sesini
Tahta kulaklarıyla
Emdiler taş memesini
Öpüştüler öpüştüler
Demir dudaklarıyla
Ölçüler boyutlarını
Sırtlarındaki yaranın
Tarihsel zaman ile
Eni bin yıl
Boyu bin yıl
Derinliği bin
İşte kırık bir miğfer
Bir ceket düğmesi
Bir araba tekerleği
Şişmiş bir at
Ses kırıklan bir kralın
Karpuz kabuğuyla yanyana
Yüzüyor kanlı bir suda
Susamıştır şimdi
Kendi kokusuna bir çiçek
Özlemiştir
Kuş kuşluğunu
Böcekliğini böcek
Pahalı bir renge boyanmış
Semerine tapan eşek
(Boyundan Utan Darağacı)
SEVDALI SÖZCÜKLER
Beni tanımadın mı dedi
Bir sözcük bir sözcüğe
Çevir zamanın yapraklannı
Belleğini iyi yokla
İyi bak gözlerimin içine
Anılar devşir yüzümden
Bir yağmur sonrasıydı
Yan yana düşmüştük hani
Bir şiirin ilk dizesinde
Göz göze gelmiştik birden
Bir şey kımıldamıştı içimizde
Sonra sürülmüştük şiirden
izinsiz öpüştük diye
Anımsadım dedi öbürü
Elim eline değince
Bindim sevdanın mor atma
Gittim o eski günlere
Küçüldükçe büyüdü hüzün
Adını bilmediğim bir şey
Çıt diye kınldı içimde
Ne acılar çektim bilsen
Nelere katlandım gurbette
Senetlere tutanaklara geçtim
Yıllarca ad oldum bir kötüye
Bir an bile unutmadım seni
Göz göze gelmedim hiç
Senden başka bir sözcükle
Sesin sesime değince
içimdeki süt denizleri
Köpürmeye başladı gene
Öpüşe banınca dudaklarımızı
Kendi kokusunu duydu yosun
Şiirin gizli aynasında
Kendi rengini gördü menekşe
Haydi gel dedi
Dişi sözcük erkek sözcüğe
Başka bir şiire girelim
Görünmeden ozan abiye
{Halk Çağı)
e » # «5
M u a z z e z M e n e m e n c îo ğ l u
(Dog. 1929)
GÖKKUŞAĞI
Beni yağmurun ardında gözle
Çıkıp gelirim belki,
Belki çiğneyip asırlık töreleri,
Alabildiğine yaşamak için.
Dost bildiğim insanlardan gizlice.
Kapanmış her çaldığım kapı yüzüme,
Ummuşum, aramışım, bulamamışım
Anlamışım, yakınmanın boş olduğunu
Bakmışsın çıkagelmişim ülkene.
Medet ummaya..
Adımıma adım uydurursa can sıkıntısı
Niçin gelmeyim, niçin?
Tüm kaygılara arkamı dönüp
Belki de gelmem:
Kader denilen şey varsa eğer
Beni orda da bulur diye.
Belli olur mu, talih dönüverir,
Yeşerir ağaçlar, çimenler,
Katar önüne götürür lodos, koca kışı
Günlük güneşlik ışıl ışıl ortalık,
Umut kapılan açık ardına kadar.
Önümde yannlar.. yannlar..
Yannlar, belkilerle dolu
Hele şu yağmur dinsin bir,
Tez diner yaz yağmuru bu.
Bakmışsın senin renklerinden de parlak
Bir yaşama filiz vermiş önümde.
Güçlü bir rahatlık yayılıyor içime
Sıkıntılı ânımda gelirim demek!
Bekle sen beni gelsem de, gelmesem de
Aldırma mevsim gibi dönekliğime
Kimbilir belki de gelirim gerçekten bir gün...
( Yeni Şiirler 195S)
SEYFETTİN B â ŞÇILLAR
(Dog. 1930)
VE ÇAN KULESİNDE
Dallas’ta, tam kiliseler semtinde
Yan çinli ve sevecen bir kadın;
Zangoç efendiyle yatar her gece
Sağlığına dua edip papanın.
Gündüzleri bir balık oltasında
Yüreğini soyup günah çıkanr,
İçinde yanyana günah ve İsa
Sevgiyse çok uzak hatıradır.
Ki kara gözleri tezgâhta çiçek
Yonta yonta sedir bir ağaç gibi
Zangoç efendi ah nereden bilecek
Bakır tezgâhlan, aşk ve pirinci...
Onun kafasında başka şeyler var
Gök katında bir köşk ve beyaz kuğu,
Ve çan kulesinde bir çocuk ağlar
O gün görmüş kadının çocukluğu...
Dallas’ta tam kiliseler semtinde
Yarı çinli ve sevecen bir kadın;
Zangoç efendiyle yatar her gece
Sağlığına dua edip papanın.
(İkinci Yeni Antolojisii)
M u z a f f e r İl h a n E r d o s t
(Dog. 1930)
İLHAN’IN SON BEŞ GÜNÜ İÇİN FOTOĞRAFLAR
İlhan gelir Türküler’le
Türküler’le biz elele
Güleriz güzel günlere
İlhan uzatmış kadehi
Güler gözlerinin içi
Çağıldar cümle sevinci
İlhan’la biz nezarette
Yanyana bir kanepede
Akar gündüz, uçar gece
İlhan’ı gördüm düşüyor
Yanım ateşe düşüyor
Elim kolum yetişmiyor
İlhan’ı gördüm yaralı
Gözleri kandan hareli
Yüzü güllere çevrili
İlhan’m paltosu kanlı
Alazlanmış tüter canı
Düşmüş omuzdan kollan
İlhan İlhan, İlhan İlhan
Sular çavlan, kuşlar pervan
Gittin mi can, gittin mi can
Aralık 1980 (İlhan İlhan)
Y il m a z G r u d a
(Dog. 1930)
KARA ŞAPKALI HAYDUTTAN
-türküBenim hiç bir zaman şapkam olmadı
ne beyaz, ne kara
sevmediğimden deyip geçiyorum.
Geçsem iyi-kara şapkalar çalıyorum düşlerimde
Kaç çocuksu yakalıyorum kara şapkalar altında beni
Sonra nasıl yoruluyorum, anlatamam
Sevmediğimden deyip uyanıyorum.
Bakıyorum, benim saçlarım hiç bir zaman olmamış
ne beyaz, ne kara
Sevmedğimden deyip ıslık çalıyorum
-ağıtHep bir yerlere gidecekmiş gibi yaşadı:
Okunaksız, düzendışı, tedirgin.
Bir gün baktı ki bu dünya göze-göz, dişe-diş;
Bir gün baktı ki bu dünya yaşanmıyacak kadar güzel
Silip ak kâğıtlarda yazılmış sabahlarını, akşamlan,
Bir büyük deniz düşünerek sustu
Artık sana şiir yok. Artık hiç kimselere yok.
Şimdi bir nehirde gidiyor kara şapkası
-dönüşEğer hâlâ varsan eğer haydutsam sana kara şapkalı
Nolur emanetçiden kitaplarımı al
Git suya koy menekşeleri
Ocakta gaz olacak çayı hazırla
Kara esvabımı sandıktan çıkar şapkasız da giyerim
Saçlannı omuzlarına bırak: öyle daha
Kapıyı açtın mı bir denizle ordayım
Bir denizle: ne beyaz ne kara
( Çarmıhtaki Yeni Mehmet)
T a h s in S a r a ç
(1930-1989)
BEN OZANIM
Yıkık tapınaklara döner kimi kez içim
Eski sağır bir sızıya balkıyan, inceden
Işıdı mı ala bir tan
Ben ozanım
Kaç seviden kurşun yesem
Göveririm kendi külümden yeniden.
Sofada ekmek ve su, göğüste o gül duygu
Yığınların muduluğu kavgasında hep yerim
Tanrılar karşısında, doğa doğrultusunda
Ben ozanım
Devrim ateşlerini sonsuz yakacak odun
Toprakta kemiklerim.
Al bahar, yeşil yaprak
Titrerim ak yellerle, dorukta kavak kavak
Ben ozanım
Açlığın kan çizgisinde ve taş dilsizliğinde
Değişip olurum hemen
Suskunluğun o san öfkesiyle
Kınında bekleyen soğuk bir bıçak
Kısa çöpün uzun çöple kavgası
Süre gelmiş çağlar boyu
Ama şimdi son evrede, dönemeçte, yargıda
Ben ozanım
Sizin yalnız kolunuz bacağınız
Oysa benim
Hep yüreğim sargıda.
( Varlık Şiirleri Antolojisi)
TÜRKİYE
Dış ülkedeki Türk çocuklarına
Türkiye bir sıcak ülke
Güneşi kocaman bir nar.
Dağı dağ, denizi deniz
İnsanı insanca bakar.
Ayca konuşur, yıldızca
Bozkırda telli kavaklar.
Uzar yanık türkülerle
Yayla kokuşlu ırmaklar.
Suskun bir sızı gibidir
Güz sonu tüten ocaklar.
Türkiye sonsuz mu sonsuz
İçimdeki özlem kadar.
Türkiye bir uzak pınar
Her gece uykuma akar.
( Güvercin Kasapları)
E ce A yhan
(Doğ. 1931)
FAYTON
Erol Gülercan’a
O sahibinin sesi gramofonlarda çalman şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera’nın
Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkânının önünde durmuş
tüllere sanlı mor bir karadağ tabancasıyla
zakkum fotoğraflan varmış cezayir menekşeleri camekânda
Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlanyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi
ablamın.
(Kınar Hanımın Denizleri)
BAKIŞSIZ BİR KEDİ KARA
Gelir bir dalgın cambaz. Geç saatlerin denizinden. Üfler
lambayı. Uzanır ağladığım yanıma. Danyal yalvaç için.
Aşağıda bir kör kadın. Hısım. Sayıklar bir dilde bilmediğim.
Göğsünde ağır bir kelebek, içinde kınk çekmeceler. İçer içki
Üzünç Teyze tavanarasmda. İşler gergef. İnsancıl okullardan
kovgun. Geçer sokaktan bakışsız bir Kedi Kara. Çuvalında
yeni ölmüş bir çocuk. Kanatlan sığmamış. Bağınr Eskici
Dede. Bir korsan gemisi! girmiş körfeze.
(Bakışsız Bir Kedi Kara)
MISRÂYİM
Kaçtığı bilinmiyen bir ülkesinde cinler padişahının, bir
yeniyetme. Değiştirmiştir adını, saçlarını kazıtmıştır. Soğuk bir
tabanca yastığının altında, uyuyabilir ancak. Bir yelek giymiştir
dimi; kuşbilime çalışır, omuzunda simruğ kuşu, eskiden ötermiş.
Bir tehlikeye yaslanmıştır; uçurtma uçurur, yüzlüğü düşmüş.
Yakalanır ming izleyicilere, bileği incecik. Bir kılıçla keserler
kirpiklerini uzun. Kırarlar eklemlerini, pantalonünu sıyırıp gü
müş bir şamdana oturturlar, ziftle boğarlar teknede, damga
larlar.
Uçsuz bucaksız kucağındadır barbar anasının, bir yeniyetme.
Büyük bir alınla karşılar ölümü de, alkışlıyarak karşılar; unuttunbeni mavisinden bir yelkenliye binmiştir. Hamsin yelleri eser
mısrâyim’den, kırk gün. Saçlarını uzatmıştır, yalnızlığı sever.
(Baktşsu Bir Kedi Kara)
MEÇHUL ÖĞRENCİ ANITI
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
-Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine! dir
Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk
vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar göndere
cek.
(Devlet ve Tabiat)
C emal S üreya
(1931-1990)
GÜL
Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin
Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tren oluyor biraz
Ben bazen istasyonu bulamıyan bir adamım
Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene
( Uvercinka)
CIGAJRAYI ATTIM DENİZE
Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüşüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden
Alıp yaracak olsak yüreğini
Şimdi bir güvercinin
Şimdi sen tam çağındasm yanma varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
»
Öbür elinde yetişkin bir gümşığı
Daha öbür elinde de kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için akşamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinle de boyuna ekmek kesiyorsun
Biz eskiden de en aşağı böyleydik şenlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cıgara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu
( Uvercinka)
SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?
Sizin hiç babanız öldü mü
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pınldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yansını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı.
( Üverdnka)
ASLAN HEYKELLERİ
Çoğaltan ellerini seviyorum kaç kişi
Dokundukça dokundukça aslanlara
Parklarda yakışıklı aslan heykelleri
Birdenbire önümüze çıkıyorlar buysa çok güzel
Bizim bu aşkımızın aslan heykelleri
Şahane değişik hüzün heykelleri yani
Ben bütün hüzünleri denemişim kendimde
Bir bir denemişim bütün kelimeleri
Yeni sözler buldum bir nice seni görmeyeli
Daha geniş bir gökyüzünde soluk aldıracak şiire
Hadi bir de bunlarla çağır gelsin aslan heykelleri
Oldurmanın yıkmanın yeniden yapmanın aslan heykelleri
Olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç kişi
Bir senin gözlerin var zaten daha yok
Ya bu başını alıp gidiş boynundaki
Modigliani oğlu modigliani
Az şey değil seninle olmak düşünüyorum da
İçimde bir sevinç dallanıyor kaç kişi
Bir geyik kendini çiziyor karanlığa sonra kayboluyor
Karanlık maranlık ama iyi seçiliyor
Yorgan toplanmış bacakların seçiliyor
Bir uçtan bir uca bacaklarının aslan heykelleri
Onlan ne denli sevdiğimin aslan heykelleri
Ayık gecemizi dolduruyorlar bir uçtan bir uca
En olmayacak günde geldin tazeledin ortalığı
Alıp kaldırdın bu kutsal ekmeği düştüğü yerden
Bunlar hep iyi şeyler ya öte yanda
Olsa yüreğim yanmıyacak aslan heykelleri
Ama yok aslan heykelleri var köpek
Delikanlı bir köpeği var onunla yatıyor
Adalet Hanım iki kişilik karyolasında
Bozulmuş buıjuva ahlâkına örnek
( Uvercinka)
TEK
Atlarla. Uzun bacaklı evrensel atlar
Bunlarla gelişiyor sevdamız anlatılmaz
Çocuklarla, kuşlarla, ağaçlarla.
Büyüyen, uçan, dal budak salan.
Yalnız aşkta raslanan o seçkin nokta.
Sen kadınsın ya büsbütün soyunuyorsun
Sana vergi, aulacak her şeyi kolayca çıkarıp atmak
Öptüğün gibi dünyanın bütün adamlarım bu arada beni
Uzanıp öpüyorsun ya atlan çırılçıplak
Ne oluyorsa işte o zaman oluyor.
Sen ağzını ilâve edince atlara
Birdenbire oluyor bu, şaşmyoruz
Korkunç bir güzellik halklann havasında
Birden ötesine geçiyoruz varmak istediğimizin
Ayır ayırabilirsen hangimiz kadın, hangimiz erkek.
( Üvercinka)
ÜVERCİNKA
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmıya ya da umudu
kesmemeye
Lâleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl olıiyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl'oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalannda
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tannya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlannın
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayn bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahlan acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adlan gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalannda
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu beni m kadar kimse
değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalannda
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşlann geliyor
Çiçek pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalannda
Afrika hariç değil.
( Uvercinkd)
BALZAMİN
Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli.
Bazı ağaçlara kapı komşu,
Bazı çiçeklerin andırdığı.
>>
İş bu kadarla bitse iyi;
Bir insan edinmişsindir kendine,
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili.
( Uvertinka)
YAZMAM DAHA AŞK ŞİİRİ
Oydu bir bakışta tanıdım onu
Kuşlar bakımından uçan
Çocuk tutumuyla beklenmedik
Uzatmış ay aydın karanlığıma
Nerden uzatmışsa tenha boynunu
Dünyanın en güzel kadını bu oydu
Saçlarını taraşa baştan başa rumeli
Otursa ama hiç oturmazdı ki
Kan kadım rüzgârdı atlann
Hep andım ne yaşanır olduğunu
En çok neresi mi ağzıydı elbet
Bütün duyarlıklara ayarlı
Öpüşlerin türlüsünden elhamra
Sınırsız denizinde çarşaflann
Bir gider bir gelirdi işlek ağzı
Ah şimdi benim gözlerim
Bir ağlamaktır tutturmuş gidiyor
Bir kadın gömleği üstümde
Günün maviliği ondan
Gecenin horozu ondan
( Uvercinka)
ÜLKE
Saat Çini vurdu birden: pirinççç
Ben gittim bembeyaz uykusuzluktan
Kasketimi eğip üstüne acılarımın
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin
Bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. Mavi.
Bir takım genç anneleri uzatırdı bir keman
Sen tutar kendini incecik sevdirirdin
Bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa
Yalnız aşkı vardır aşkı olanın
Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Kardeşim olan gözlerini unutmadım
Çocuğum olan alnını sevgilim olan ağzını
Dostum olan ellerini unutmadım
Karım olan kamını ve önlerini
Orospum olan yanlarını ve arkalarını
işte bütün bunlarını bunlarını bunlarını
Nasıl unuturum hiç unutmadım
Kibrit çak masmavi yanardı sesin
Ormanlara ormanlara yüzünün sesi
En gizli kelimeleri akıtırdı ağzıma
Şu karangu şu acayip şu asyalı aşkın
Soluğu kesen ağulayan ormanlarında
Yaşadım o kısa ve korkunç hükümdarlığı
Ve çarpınulı yüreğim saçlarının akıntısında
Karadenize karışırdı ordan Akdenize
Ordan da daha büyük sulara
Geceyse ay hemen tazeler minareleri
Knr’an sayfalan satılan sokaklardan
Ölüm bir çeşit sevgiyle uçar
Ölüm uçar çocuk yüzlere
Ben o sakaklardan ne kadar geçtim
Damağımda dilinin yosunlu tadı
Önce buğulu sonra cam gibi parlak sonra buğulu yine
Bir takım tavşanları andıran bir takım su hayvanlarını
Pazar pazartesi günlerini ve haftanın öbür günlerini
Yani sah çarşamba perşembe cuma cumartesi
Bir başak ufak ufak bildirir Konyayı
O başakta o Konyada seni ararım
Ben şimdilerde her şeyi sana bağlıyorum iyi mi
Altın ölçü çift ölçü ve altın karşılıksız
Para basma yetkisini Fırat’ın suyunu Palandökeni
Erzincan’ın düzünü asma bahçelerini Babil’in
Antalyanın denizini o denizin dibini
Beş türlü yengeç yaşıyan sularında
Çağanoz adi pavurya çingene pavuryası ayı pavuryası bir
de çalpara
Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında
Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
Sen kalabalıkta bulup bulup kaybettiğim kimya
Yokluğun gayri şuradan şuraya geldi
Bir günler şölenlerle egemen ülkende
Şimdi iri gagalı yalnızlıklar dönüyor
N’olur ağzından başlıyarak soyunmaya
Bir kez daha sür hayvanlarını üstüme üstüme
Çık gel bir kez daha yıkıntılardan
Çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat
( Göçebe)
KARS
Öyle güzel ki ölürüm artık
Beyaz uykusuz uzakta
Kars çocukların da Karsı
Ölüleri yağan karda
Donmuş gözlerimin arası
Sen küçüğüm sımsıcak
Ne derler ona -bu kızakta
Boyuna türküler yakıyorsun ya
Sanki her türküden sonra
Hohlasan gök buğulanacak
Anla ki her durakta
Yok sınırlan aşkın
O iyi yüzlü Tanrı
Beklesin dursun bizi
Kurduğumuz rahat tuzakta
Nasıl olsa yine bir gün
Döneriz bu yollardan geri
Senin bir elinde bir mendil
Öbüründe kuş sesleri
(Göçebe)
TABANCA
Sigara içenlere ateş etmeyiniz
Evli bir kadınla rakı içerken
Rozet gibi göğsüne takmış cesaretini
Ben Mitridat’tan söz ettim siz etmeyiniz
Eski bir Osmanlı paşası gibi
Feodaliteyi süpüren bıyıklanyla
İstanbul İstanbul uzakta
İstanbul’a ateş etmeyiniz
Tutalım yanılıp ateş ettiniz
Şeker Ahmet Paşa’nın resimlerini
Eski hececilerin şiirlerini bir de
Ben çok seviyorum siz de seviniz
(Göçebe)
CELLAT HAVASI
Buıjuva ihtilalinden sonra
Mösyö Giyotin yüz elli yıldır
Parisli bir avukat
Ve gözleri yaşanr sabahlan
Okuduğu intiharlara
Sinyor Kurşun. İspanya.
Asılıp gidebilir bakışlarınız
Bir bulutun yedeğinde
Tabiî Lorca gibi sizin de
Gözlerinizi bağlamazlarsa
Ya ne buyrulur Mister
Elektrik Sandalyasına
Kredi yatının bir yana
İyi özetler Amerikayı
William James’ten daha
Sıçrayan kan selamlandır
Kaabil’e Ezra Pound’a
Parantez içinde Raskolnikov’a
Kelle bir şey anlamadan
Emirler veredursun ayaklara
İşini bitirmiştir Herr Balta
Ey idama hükümlü yurttaş
Altından çekilince iskemle
İdare edebilirsen soluğunu
Yaşarsın kısa da olsa bir süre
Çünkü İp Efendinin sunduğu
Ölümler kibarca sürüncemede
( Göçebe)
GÖÇEBE
Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir Akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
İliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçuklan
Çocuk ve Allah’ın en eski baskısını
Değil, değil bunlann biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninden
Uç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kanber
Ay kana kana baüyor
Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyor uzakta
Kargapazan dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkıyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliğini taşıdıkça
Patronunun karısını zimmetine geçirip
Amasya’dan Kars’a kaçmakta olan bir sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanındaki hep bir gazetede Marilyn Monroe’nun resim
lerine bakıyor
Marilyn Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kâkül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse Cennette Nietzshe’nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum
İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın’da bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu olduğumu
İşte eflâtun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya’da
Ankara’da dokunak Yozgat’ta becerik olduğunu
Van’da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
İstanbul’da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse
dialektik
Acemi bir bulut bozuyor bütün görüntüyü eski bir şarkı gibi
Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağlayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunlan
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve büyük yaka
larıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tannsal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren
Kars’tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekâla yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin
üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha elve
rişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N’olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar
Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rasgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde
Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor
Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri
Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri
Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini
Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah
Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri
Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan
Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri
Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerin sıvışır gider zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralanna
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim gece yatısına çağrılmış
Ve
Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi
Yüzüm giyotine abone
( Göçebe)
MOLA
—Kartallar dolanıyor generalim
—Kartallar dolanır da dolanmaz da
Kaç tane vurmuştum Mütarekede
Ama düşman demeye dilim varmıyor
Zaten böyle durumlarda ve aşkta
Taşınacak silah değildir gurur
—Ölüyorum yüzbaşım ölüyorum
—Bana bak ben yüzbaşı değilim
Üstelik biraz sonra talim var
Dört rüzgârı biçen mitralyözlerin
Uçlarında gökyüzü mayalanıyor
—Çavuş pırpırların ne mavi
—Görünce kamaştı da ellerim
Şah İsmail’in üç sevgilisini
Gülizar, Gülperi, Arap Üzengi
—Asker su ver asker
—Ben asker değilim nişanlıyım
( Göçebe)
FOTOĞRAF
Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk
Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elinden tutmuş
Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel
Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel.
( Uçurumda Açan)
ÜSTÜ KALSIN
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, aynca, aldığın şu hayat
Fena değildir..
Üstü kalsm..
(Yeni Yaprak, sayı: 13 Ocak 1990)
T alât H alm an
(Dog. 1931)
GÜVERCİN
bu gece bir güvercin uykusuz
peşine düşmeyecek artık
güz yapraklarının
düşünüyor yalnız
geyiğin uzanıp ölmeye gittiği kuytuyu
bir güvercin uykusuz bu gece
şadırvan yorgun
yaşlı askerlerin ellerindeki
kanı yıkamaktan
yangın yerinde tütüp duran küller var
zafer türküsü bu
cennet tomurcuğu
uykusuz bir güvercin bu gece
bir eski denizi dinliyor
baykuşlann gülücüklerini görmeden
biliyor bu karanlık
masmavi kesilecek
tüyler
dallar
alevler
bir yüce rüzgâr beklerken
yepyeni bir aşk içinde
biliyor o rüzgâr kopup gelecektir
bu gece uykusuz bir güvercin
and içiyor uyanık kalmaya
düşündeki güneş
doğuncaya kadar
güvercin bekliyor
ecel bekliyor
bir yeni çağ
uykusuz bir güvercin
(Sessiz Soru)
e» #«9
S e r v e r T a n î ll î
(Doğ. 1931)
DOSVİDANYAC)
Bir sevgiliye koşar gibi geldim sana,
sen ki insana
bir sevgiliden daha yakın,
bir ana bağn gibi sıcak
ve mübarek!
Sen ki inanan ve inandıran,
Sen ki uyanan ve uyandıran,
Sen ki başkaldıran
ve kurtaran insanı
insana kul olmaktan!
Sen umudu mazlûmların,
Sen öğüncü insanların,
Sen ey dün, bugün, yarın!
Sen ki barış,
sen ki dostluk,
sen ki kardeşlik,
Sen ki ey özgürlük
ve eşitlik!
Sen ki özverinin ülkesi,
görkemliğin mimarı;
sen ey Sovyetler diyarı
ve sen ey aziz Rusya,
Dosvidanya,
dosvidanya,
dosvidanya!..
(*) “Dosvidanya”, Rusçada “Allaha ısmarladık” demektir.
19.8.1979, Leningrag/Hava Alanı
(Sanat Emeği, Sayı 24 Şubat 1980)
G ülten A kin
(Doğ. 1933)
OYUN
Bazı adamların aşk
Bazı kadınlan sokaklardan
Çekip alması karanlığa
Bazı kadmlann aşk
Üşüyen burnunun kulağının
Parmak ucunun göz kapağının
Öpüle hohlana ısıtılması
Bazı adamlann kadınlann
Aşk yürüne yürüne yıpranmış
Ayakkabısının havasından
Günde yaşamasından kurtulması
Ama dışarda bir izmarit
Bir deniz bir ağ bir sandal
Bir akşam üstü seyredilecek
Ama dışarda geçilecek
Bir köprü elinden tutulacak
Bir çocuk tutup sallanacak
Bir erik dalı -Bir erik dalıAma dışarda -Ben anlatamamBazı adamlar aşkı
İtip odalara karartır
Bazı kadınlar için aşk
Şöyle bir rüyasız sere serpe
Şöyle bir korkmadan uyumadır
Onlar deniz nedir bilmezler
Ağaç ne serin ne mavi ne
Oltanın ucunda balık nedir
ÖZCAN YALIM
(Dog. 1931)
OYUN
Ay tutulmuş gibi
Bir kapı sürgülü
Bulutların arkasında
Benigör gülü
Bir kız göremez - karanlık
Kirpiği ya? örgülü
Bu nasıl oyun ey ozan
Yanlış kurgulu
Çek sürgüyü açılsın kapı
Al gülü -ver kıza- gülsün
Bu oyun mutlu sona yargılı
(Aramıza Gül Girdi)
T evfîk A kdağ
(1932-1993)
GÜLÜM
Bir güldür açılmış esmer bahçemde
nakıştan gözleriyle iri iri
bir güldür hüzünlüyken beyaz
bir güldür severken kırmızı
bir güldür çocuk kahkahalarında
tenha bir kızdır şimdi kalabalık evlerde
ağlar kısık kısık benim için
ağlar küçük elleriyle oynıyarak
kaldım diye yağmurlarda yalnız
üşüttüm diye kuru tahtalarında gecelerinin
bir güldür duruşu baştanbaşa İstanbul
bir güldür çırpışır güvercin kanatlarıyla
bir güldür benim gülüm canım gülüm
bu yağmurlar geçer ben kurtulurum
ağlama gülüm ağlama gülüm
(Dünden Bugüne Türk Şiiri)
A hm et N ecdet
(Doğ. 1933)
NE ÇOK ENKAZ
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
galiba bodrum’daydı geçen yaz
t-shirt’leriniz vardı turkuvaz
pabuçlar ‘ali star american’
ne tutucuydunuz ne de bağnaz
sabah kahvaltısında beethoven chopin
akşamlan hacı arif incesaz
ne çok enkaz
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
sanının bodrum’daydı geçen yaz
güngörmüş saçlannız vardı beyaz
bakışlannız alaya ve delişmen
mavi yolculuklarda yıldız-poyraz
balık yemekten ve çok sevişmekten
gut’a yakalanmıştınız biraz
ne çok enkaz
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
her halde bodrum’daydı geçen yaz
daracık sokaklarınız vardı çıkmaz
viskiyi çok sever az içerdiniz
gün boyu meyhane cafee-bar caz
“yine de en büyük rakı” derdiniz
iki cami arasında beynamaz
ne çok enkaz
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
elbette bodrum’daydı geçen yaz
sözcükleriniz vardı ince mecaz
aşklannızı şiirle yıkardınız
bir yığın kadın huysuz utanmaz
her biriyle ayn yatardınız
bin türlü işve bin türlü naz
ne çok enkaz
sizi bir yerlerden tanır gibiyim
mutlaka bodrum’daydı geçen yaz
dostlarınız vardı köylü ve kurnaz
bireysel konularda acımasız
ülke sorunlarında vurdumduymaz
batı’lı düşünür doğu’lu yaşardınız
azıcık hicazkâr her dem şehnaz
ne çok enkaz
(Ne Çok Enkaz)
BİZ Kİ GÜLÜYÜZ HİÇİN
- paul celan ’t anarak yalnızlığa düştük mü gümüş rengi bir zaman
çığlık çığlığa geçer o suskun aynalardan
karanlık gecede söz bir kirpik gibi ışır
bakışır can kuşlan hep’le hiç arasından
bana bakarsın sen de/kör bir bakış kadar kör
saaderi sayarak/gözünü hiç kırpmadan
düşün: paris göğünü/kül’ü/ve unutuş’u
yürekler satın aldık orda çiçekçi kızdan
biz ki gülüyüz, hiç’in/açanz sana doğru
hiçkimse’nin şiirle yoğurduğu çamurdan
(Sana Bunca Yangından)
ZÜMRÜT LONGA
Kedinin gözü henüz açıktı
Sabaha karşı fırtına çıkü
Yazlıkçılar uykudan uyansın diye
Yağmur gürültüyle indi siteye
Bozcaada üç be? kulaç ötesi
Tas plâkta Hâfiz Burhan’m sesi:
Tennenni tenni Tenes
Tenni tene Tenedos
Sardalya zamanıydı herkes şaştı
İskele’ye bir tekne kolyoz yanaştı
Önümde 70’lik rakı şişesi
Ardımda yüzyıllık palamut meşesi
Sarhoştum yağmura doğru koştum
İda’dan inmiştim Ege’ye düştüm
Tennenni tenni Tenes
Tenni tene Tenedos
Güngörmüş hatmiler gizemli güller
Yağmurlu günle sevişen Zümrütgiller
Sardalya zamanıydı yaz’ı savurduk
Somay’ımla olmadık düşler kurduk
Derken akşam oldu dindi fırtına
Ay bir yana Bozcaada bir yana
Tennenni tenni Tenes
Tenni tene Tenedos
(Zümrüt Longa)
Bilmezler bilseler yaşarlardı
onlar iş oynarlar sevgi oynarlar
Üstü örtülü giyinik utançlı
Deniz kıyısında -Adam sendeMasalar halılar varken yorgunluk
-Ayıp yorgunluk başkalanGece baloda süheylâlar..
Ama dışarda yağmur var
Bir yaz sonu sıcağına karşı
Ama dışarda toprak serin
-Taze bulgur pilavı kokuluAma dışarda -Ben anlatamamTutabilseniz bir dönemezsiniz
(Kestim Kara Saçlarımı)
ESKİYEN KARISI ADAMIN
Ben onu ne iyi yavaş yavaş
Dokunsam saklasam eskitsemdi
Nerden nasıl görmemle birlikte
Bunca kişi kullanıp eskitti
Eskimesi öyle yoğun öyle hızlı
Dökülür bir dokunsam nerelerine
İncelmiş bir yeri alıp kondukça ellerine
Usa bir çin vazosu getirmeli
Bir baba özenle silinir bazen
Bir kukla bacıyla salma salma
Girerdi az kişili soylu oyunlara
Birden kendi başını karıştırırdı
Yıpranmış derisinden içeri
Kızgın karanfil parmaklarıyla
-Çocuk sevgilerimin yergilerimin anası
Geçim evli buz evli kor evli
-Çık gel tasa göllerinde sana benKanmdı nasıl söylemeli.
(Kestim Kara Saçlarımı)
BİR KAYIĞA BİNER GECELERİ
Tadını, yağmura duygulanmanın
Paylaşır kuşlarla biri gizlice
Gülmesini tutamamış bir sincap
Sallanır utanç bahçelerinde
Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen
Uzun sokakların ucunda evleri
İlk denemelerden geri dönülmüştür
İtildikçe, içe durduğu bilinen
Bazı dostlan yitirmeye gidilir
Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yanlızhğa yenilen, sen, sen, sen
Bir kayığa biner geceleri
Sığlıkta o kadın tek başına
Dua biçiminde inceltir korkuyu
Sunar içtenliksiz, tannsına
Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen sen, sen sen
(Stğda)
YAĞMUR YAĞMUR
Yağmur, yağmur.. Bu neyi anlatır?
Bunca siste bunca ıslak serçe
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır.
Yağmur, yağmur.. Bu neyi anlaür?
Son yaz derlenmiş, son ateş sönmüş
Düz yollara inen son kaçkın, son eşkiya
Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır.
Yağmur, yağmur.. Bu neyi anlatır?
Oyun biter, o kesin güz çizgileri
Sevgi, bir de ölümle örselenmiş
Aldı bir köşesinden tutup kaldırmıştır.
(Sığda)
GÜZ
“Güz geldi. Gözlerim karmakarışık. Körüm ben
Güz geldi. Bunu saçlarımın döküldüğünden,
derler ki yaylada doğmuşum, denizin ardında
iniştir, yokuştur, geçer dizlerimden.”
Gazel düştü Derelere ay yarim
Kavga bitd. silahını duvara as
başladı Ocağın kırallığı, Ormana git
baltanı al köşeden, Çocuklarımızı öp.
“Uçurtma salıvermiş göğe aşağıdakiler, havasıdır.
Çocuklar aşağıdakileri okuyor, ben körüm
ne güzel kokuyor Gazeteleri Kitapları
insem bir koklasam kendileri nasıl”
ben burada bağlıyım ay Yarim
Körüm ve Yaşlıyım otuz yaşında
Çocukları al, in aşağıya
dileğimdir, onlar görsünler
“Güz geldi, açıksın Yarim Yarim
ben neyse, ben körüm. Dereden öteyi bilmedim
ama bilirim bir koca yaz çabaladığımız
Patatesin sana bir parça şayak etmediğini”
Sor bakalım adam diye Kaydımız var mı?
ben körüm, biz eski, Çocukları yazdır
Patatesi alıcıya götür ver yirmibeşe
eşeğine bin türkü söyle dönüşte
dünyalık şeylere dünyanın parası gerek
Oysa topraktan çıkardın yirmi beş liracık
Kefenimizi al, sabununu lifini unutma
bir cennet ayırt Hoca parasıyla birlikte
“Bu güz öleceğim, bütün işlerimi bitirdim
Derede yıkandım, cevize tırmandım, kuş ürküttüm
Kaçırdılar on iki çocuk doğurdum, beledim gözledim
Oğlan everdim, kız yetirdim, otuzuma vardım”
“Ağlama kız, deme incinirim yar yar
ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın
Körüm, çelimsizim, göğnüğüm, hastayım,
sebebolanlan nerde bulayım
adamdan içerli kuşlar ağlasın”
(Ktrmızı Karanfil)
PAS
Doğduğum kente gittimdi bazı paslan silmeye
Yerinde görmeğe bazı taşlan, bazı oyuklan, v.b.
Saçlarımı yine uzun tuttumdu bir ağırlık olsun diye
Dışankh bir pabuç giydimdi
Yitmesin gelişim diye tozda toprakta
Beni kentin dışında durdular karşılamaya
Çevirip yöremi aynladılar
Sanmazdım konuk olayım çocukluğuma
Geri göndermenin ilk adımı olsun hiç sanmazdım
Yengelerim için karşılama
Sanmazdım çocukları asfalta ve parka banlatsınlar
Oteller hanlar yapsmlar canım viraneliklere
Pastalar vitrinler çiğdem pilavına karşı
Sanmazdım kar yerine buzdan dondurma
Bir tek çapanoğlu kalmasın Yozgatta
Dedem ölmüş ninem ölmüş annem ölmüş
Giremedim eski evimize
Dedem ki karşı durmuştu yıllarca
Tütünün ve ağıdm yıkımına
Ninem ki karşı durmuştu yıllarca
Yokluğun ve dedemin yıkımına
Annem ki karşı durmuştu yıllarca
Onulmaz bir inceliğin yıkımına
Gülteni Yozgatlı demesinler bundan böyle
Nerde ölürsem oralı olayım
Doğularda yolsuz dağlann değişmez dağların
Soğuk suların başında öleyim.
(Kırmızı Karanfil}
HAVADA KAR KOKUSU
Terziler ufacık iğneleriyle
“Bir yılbaşı gecesi dayanır"
Şekerden ve buzdan kuklalar dikiyorlar
“Takma kirpikli dünya”
Denizlerden içerde
Ortalarda doğularda
Açlık kol geziyor
Varıp ocaklarda duruyor
Alimenin oğlu eriyor
Hem vallaha hem billaha
Gözlerimin gözlerimin önünde
Gerzeden cici berber
Kepengini indirmeden yürüyor
Çıldırmış ufalmış bir çocuk kadar kalmış
Gazeteler keskin kalemleri ve flaşlarıyla
Uzağı uzağı gösteriyorlar
Etyopya Bengaldeş, Bengaldeş Etyopya
Havada kar kokusu
Bu yıl yaman kışlayacak
Söyledi cevizler alıçlar
Kuşlan görmeliydik
Hiç olmazsa kuşları
Aklımızda kanadan sesleri
Olmadık yerde patlayan ,
Küçük kahkahalar biçiminde
Göremedik
Kuşlar büyük kentlerin göğünden
Artık hiç geçmiyor
Havada kar kokusu
Engizekten Elbistanın oralardan
Gâvur dağlanndan düzlere inenler
Kıl çadırlarını, toprak kaplannı
Derleyip dürdüler çoktan
Sımsıkı kapanmış avcunu açıp
Kâğıt para bozuk para
Yazı sayacaklar
Ne denli sündürse ne denli uzatsa
Bir yaz bir kış etmiyor
Şaşkın bebelere bakıyor
Hayvanlara bakıyor
Geçmişim diyor ben benden
Buralarda
Sus sus sus sus
Dan başka bir ses duyulmuyor
Yazanlar ozanlar kardaşlar
Niye, biz ölmüşmüyük
(Ağıtlar ve Türküler)
AYVAZ AĞIDI
Basmış da gölgesi çökmüş de sisi
Şu karşıki dağlar Köroğlu dağı
Kesti ışığını Bolunun beyi
İki kaşın arasına ay düştü
Su yürümeyince, dağ uçmayınca
Sevdiğin Şirini sarabilmezdin
Oyun oynar gibi ölüme gittin
Gencidin tezidin sıra bilmezdin
Biridin peşine bir alay düştü
Palazıdm şahin gibi konması
Dostlan ardına varır sanması
Yol olmuştur en yiğidin yanması
Bu ateşten sana çokça pay düştü
(Ağıtlar ve Türküler)
ELLER İLAHİSİ
Ellerini görsem oğlumun
Uzun esmer parmaklı ellerini
Onlan özlüyorum
Üç yaşına yağan karda
Kızarmış, ısıttım öpe hohlaya
Ozanda el-ücra çağnşımı yapan
Alucra kışlan
Bir elim elinde sabahadek
Öteki yorganının üstünde
Üşümezdi artık örttüm sardım ya
Görsem ellerini oğlumun
Ardında bağlı durmasa
Kalmasa Alucra sisler içinde
Gevaşa kurtlar inmese
Cano kızak yap oğluma
Uçar gider göle doğru
Çığ düşer, Artosa salma
Ellerini görsem oğlumun
Dizgini tutarken atının üstünde
Sağrısı yelesi al ürpermede
Ferhan usul usul titrese
Ellerini görsem oğlumun
Yeşil söğüt dalını incelikle
Kuş sesleriyle değiştiğinde
Beş yaşında çalışkan ellerini
Uçtu gitti kitapların ardında
Uçtu gitti kalemlerin ardında
(İlahiler, 1983)
C bvat Ç ap an
(Doğ. 1933)
AÇIĞA DEMİRLİ BİR GEMİDEN
Dağın eteklerinde ormançam, sedir, ulu çınarlar...
Birbirini seyrediyor aynasında denizin.
Çamlar pürleriyle suskun,
sedirlerin gözleri uzakta,
“Ölünceye kadar şeninim”, diyor denize
kendi gölgesinde yanan bir çınar.
(Dön Güvercin Dön)
UMUT
Nadejda. Voronej. Osip Mandelstam.
Yumuşak hecelerini ezberliyorum
bu adların.
Sanki hep gözümün önünde
şairi götürmeye gelen siviller,
birlikte geçirdiğiniz sürgün,
Osip’in kestiği elmas dizeler
Nadejda’nın belleğine gömülen.
Kar altında koğuşlar, kulübeler,
çahşma kampları, sanatoryum,
buzlu traversler. Sonra
nasıl yitirdiniz birbirinizi,
nerede çözüldü eller?
(Dön Güvercin Dön)
e»
T e o m an K arahun
(Doğ. 1933)
SEVGİ
Su Ankara şehrinin sokaklarında
Dolaşırken bir kız yanıma gelse
Ben senin yıllardır beklediğin
Aradığınım dese.
Nasıl şaşırırım bilemezsiniz
Yok canım derim, içimde
Kıvanç başaklar gibi biter
Umut yeşerir gözlerimde.
, Sonra anılar sökün eder uzaktan
Bir başına dolaşırken caddeleri
Mersin, deniz kenarı, Akkahve
Bir ev, şöyle inik perdeleri
Bu annem işte bana gülen
Gözlerinde telaşların en güzeli
Geç kalma diyor, yorgunsun
-Üstümde geziniyor eliŞu sevdiğim kız san saçlı
Çok sigara içme diyen
Eli eümde akşamları
Sımsıcak türküler söyleyen.
Ben Rülebi gibi değilim
Karanlıklar içinde bazan
Umudumu yitiriyorum
Korkuyorum yalnızlıktan.
Hani onun soğuk günleri vardı ya
Diyordu ki, böyle havalar üşütmez beni
Vann bir de bana sorun siz
Bir hançer ki yüreğimde yepyeni
N’olursa olsun diyorum kendi kendime
Bu benim yalnızlığım tükenmiyecek
Zehir gibi rüzgârlar yöremde
Gün günden daha kötü esecek.
Çiçekler açacak bahçelerde
Birbirinden güzel kadınlar, kızlar
Yollarda çocuklar, caddelerde
Gökyüzünden kopup gelen yıldızlar.
Sonra bizim yaşamımız sürünürcesine
Biber gibi, kahr gibi zehirzemberek
Bir bıçak gibidir açlık biliyorum
Şu ense köküme ansızın
Bir gün nasıl olsa inecek.
Şimdi halimi bilemezsiniz
Güçsüz ırmaklara döndüm, acı sulara
Bir büyük şehirde yapayalnız,
Gömüldüm karanlıklara...
(Acı Su)
YENİ BİR AŞKTAN ÖNCE
Senin için yazdığım şiirleri
Dün teker teker okudum
Nasıl sevmişim bir zamanlar
Örneğin yüzen gemileri
Bunca mavisini denizin
Farketmemişim şimdiye kadar.
Beni eski bir tanıdık diye haurla
Tutki ölümsüz anılar yaşadık
Bana sevgiyi öğrettin, yalnızlığı
Bir de uykusuz gecelerde çaldığım
O acılı, umutsuz ıslığı.
Şimdi uzaksın, bir karanlık öte
Ay ışığı yok, üryansın çırılçıplak
Şu sokak başı konuştuğumuz
Keçiören yolu tozlu ıslak
Sanki aradan yıllar geçmemiş
Beraberiz, muduyuz, güven içre
Öyle zorki yokluğuna inanmak.
Bu aşk içimde ayni hızla
Akarsa önleyemem diyorum
Aralık kapıdan karanlıklar geliyor
Örtmeliyim kimsesizliğim duyulmasın
Ben sana susadım, kadınlığına
Vahşi parmaklarım saçlarını arıyor
Beni eski bir tanıdık diye hatırla.
(Varlık, Yeni Şiirler 1958)
S ezai K arakoç
(Doğ. 1933)
BALKON
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde
içimde ve ellerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır keten
Şezlongunuza uzanıp ölü
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların
(Körfez)
ANNELER VE ÇOCUKLAR
Anne öldü mü çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde
Elinde siyah bir çubuk
Ağzında bir küçük leke
Çocuk öldü mü güneş
Simsiyah görünür gözüne
Elinde bir ip nereye
Bilmez bağlıyacağını anne
Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde
Anne ölünce çocuk
Çocuk ölünce anne.
(Körfez)
İNCİ DAKİKALARI
Sen bana yeni yılsın her dakika
Her dakika bir yaşıma daha giriyorum
Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni
Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın
Ben bin parçaya bölündüm her parçasında
Her parçasmdayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın
Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın
Erkek ağlar mı diyeceksin
Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı
■ Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum
Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında
Daha gözlerimin gerçek yaşlan belirmeden
Ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey
Yüzme bilmiyen bir uyurgezer yüzer ya
Çürük ve havada asılı tahtalar üstünde
Hafif kedi ayaklanyla yürür gerçekten yürür ya
Sen benim ağlamamı erkekliğime
Uyanan ölmeyen yenilenen
Azgın kışlar içinde keskin baharlar bulan
Seni bulan yeniden bulan tekrar tekrar bulan erkekliğime say
Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu
Gizli heybelere binbir gece eşyası doldurduğuma say
Ben otomobilleri böylesine yankısız sağır komam
Öyle bir isyan şiiri var ki ben onu yakahyacağım
Bu yunan şehrinin düzenini öper ve yalvannm
Şehrin ölümünü yanlış anlama
Gözleri kör oldu doğrudur ama o kadar
Ve şehrin gözlerini geri verme dakikalandır bu yılgın çanlar
Senin odan gün ışığı en güzel müzik bana
Farklılıklar odası
Giden tren buharlan içinde örümcek ağı
Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak
Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş
Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı
Ben bir yabancı buğunun kokusunu alıyorum
Bu kokuyu alıyorsam onulmaz kıskançlık yaramdandır
Benim garipliğime bakma benim kıskançlığıma bakma benim
İncilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorum
Bu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yoktur
Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler
Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur
Oldukları yerde bile
(Körfez)
KAR ŞİİRİ
Kann yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlıyacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan kan anlayacaksın
Allah kar gibi gökten yağınca
Karlar sıcak sıcak saçlanna değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın
Bu adam o adam gelip gider
Senin ellerinde rüyam gelip gider
Her affin içinde bir intikam gelir gider
Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın
Ben bu şüri yazdım aşık çeşidi
Öyle kar yağdı ki elim üşüdü
Ruhum seni düşününce ışıdı
Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın
Ocak,1953 (Şahdamar)
RUBAİ
Çocuklar bana kalırsa yoklar
Yok çocuk falan yok öyle şey
Hayal edilmiş ekler olacaklar
Ailelerin melankolileri için
(Sesler)
RUBAİ
Doktor istemem Annem gelsin
Yataklar denize atılsın
Çocuklar çember çevirsin
Ölürken böyle istiyorum
(Sesler)
BAHÇE GÖRMÜŞ ÇOCUKLARIN ŞİİRİ
İlkin sakin kiraz bahçeleridir andığım eski günlerden
Şehrin çocuklara mahsus kaydıraklardan olduğu
Fi tarihinde kutsal sözleri kâle almadıkları için
Harap bırakılmışlar tabiatüstü güçlerle
Bir kere elime aldım mı çocukluğumu
Üstüne kerametler yazılı derilerde
Geleceği bildiren derilerde
Başlar yeni bir manuğm bağbozumu
Paganini bakışıyla ölümü inkâr eden
Anneleri şaşırtan çocukları büyüleyen
Sevimli kâhinlikleriyle fakirleri sevindiren
Ve siz ey çingene kadınlan
O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma
Gündüzleri finn önlerinde birikirdi halk
Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark
Bir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri
(Sesler)
A h m e t O ktay
(Dog. 1933)
BÜTÜN ERKEKLER ÖLÜR
Çünki gök sıkıntıyla ağar
rüzgâr buruşur, bir yaprak düşer
ve kaçıyordur solgun mavilikte
martılar ve al geyikler.
İşte altın ve kara akıntılar:
analar, yitirilmiş resimlik
yoksulluk, o korkunç kadın.
Susun, tümünün anıldığı gündür,
kara yağmur ve ebem kuşağı
usulca bütün erkekler ölür.
Kıpırdamasın insandan gelen sesler
kamyonlar devrilir dağ yolunda.
Rehincide kalan bir gümüş saat
emanetçide unutulan bavul,
geçip giden gök taşlandır
havadan ve selüloit mavilikten.
Ey mermeri bozuk yalnızlık,
sanki kutsal bir avdır susukta
ve bir yakut parıltısıdır artık.
Çünkü gök kanla ağıyordur,
soluk soluğa atan bir damar
kalbinde hırçın denizin
ve toprağın nabzında,
unutulmak gibi bir şahdamar.
Ürperir aynı rüzgârla
darağacı, çarmıh ve çiçek,
sussun yataklann fısıltısı
avuçlarda panldayan kehribar:
ekmekli, zincirli ve başlan eğik
kadınların erkekleri geçiyordun
Ve üzgün deltası kısacık ömürlerin
bir albüm, bir şarkı, bir çocuk.
Hangi dondurulmuş hüznün yakutu
çocukluk defterlerince soluk,
ki savaş alanlarında parıldar
bütün koruluklardır ayışığı,
ey ulaşılmayan dayanak aşklar
elleri kanatan kesici ağıt.
Hep unu tuştur akılda kalan,
sıçrayan, yenilen ve ölen geyikler,
derdin eksilmediği kalem ve kâğıt.
Kısa ve kesin bir sözdür erkekler*
Ispanya’da “Non Pasaran”,
kızaran kilise çanları
( katedrallere çöken gölgelik
İtalya’da ‘ Marnına Mia”
İşte avuçların dünyayı duyduğu kayalar,
sarkık bir bıyık Meksika’da “Viva”
Nehirler kurur, susar aşk
ve en kaü sözdür erkekler
kıraç ve yoksul Anadolu’da.
Büyük ve yeniktir erkekler,
Söz dinlemez serüvenci çocuk
su şırıltısında sayıklayan hasta,
ve deh bir sevgilidir sabaha kadar
bulgulu, korkunç ve utançla.
Yararsız bütün leylak ağaçlan,
hiç bilmiyordur erkekler
doğan ve ölen çocukların hüznünü,
çünki daha önceden ölürler.
Çünki gök ağıyordur kanla,
hep yenik yıldızlar vardır,
anı defteri, kum saati, savaş alanı,
bir yüz
işte o kandır.
Ey ışığını dağıtan kristal
ölümsüzlük, ele geçirilmeyen gömü,
ayışığı denizle kendini sürdürür,
işte herşey geçip gitmede,
usulca bütün erkekler ölür.
( Gölgelen Kullanmak)
BEŞ KURUŞA AŞK ŞARKILARI
Bir yalnızlık büyütürdüm saksıda
kalandı çok eski günlerden
bir bana yetsin, hıncımı arttırsın
aşkımı pekiştirsin diye sevince.
Günüydü, gelip durdu hüznümün önünde
gidilmemiş bir saklı deniz sandım.
Kıpırdamazdı yapraklar geceyle
tüketirdi çiçeği, kuşu sevdiremeyen konyak
bana neydi gülmeler, şarkılar
otobüs duraklan, alandaki kalabalık
geldi durdu, alana merhaba dedim.
Bir göz bozgundur yerine göre
vururdu pencereme rüzgâr,
ben hep öyle bir gözdüm
çığlığını kendinde saklayan.
Düş kurmazdım, beklemezdim şurda burda.
çiçek demetleri, bisikletler geçmezdi
apansız geliverdi sokağıma.
Hıncım bana kalsın gayrı
sen yalnızlığımı götür.
Bana çay demlemeyi öğret
elimi yüzümü yıkamayı,
ağzıma rakı koydurma.
Hıncım bana kalsın diyorum
çünki ben kenti kendimde büyüttüm
bir barbann vahşi ateşiyle,
çünki yapılarının taşında onulmazhğım
çünki şarkılar kanımın bedeli.
En sevdiğim kelimeler gibisin
örneğin öfke gibi
hani bir zamanlar
dağda ve sokakta açan.
Örneğin umut gibi
günde, gecede yitirip durduğumuz
zeytin dalını dal eden.
Örneğin aşk gibi
denizlerin üzerinde yürüten.
Örneğin kavga gibi
yüreğim sıkı, saçlarımı kara tutan
kayaları yumuşatan kavga gibi.
Denizler benim kadar kıpırdıyamaz
bak şimdi parklardayım
bir çocuğun menevişli gözlerinde.
Hüzünleri bırakmanın günü
günü çığlığı olmak dünyanın,
, hüznümü iki kat ediyor ama
gecede alnıma dayalı alnın.
( Gölgeleri Kullanmak)
KAÇARIMIZ YOK BİZİM
Uzun boyluyum jandarma
avcunun sıcaklığı kadar uzun.
Birikmiş hüzünlerin vardır elbet
armağan et onları bana.
Bursa işi havlular dokurum hüzünden
su veririm hançerin çeliğine,
herkes ustasıdır bu işin
katmerli gül gibi gezdirilir
hüzün her yerinde memleketin.
Hemşeriyiz bir bakıma, durma anlat
Fırat üstündeki dolunayı anımsa,'
kıtlık yılından imbiklediğin türkü
bir tasviriydi ki ağbinin
kan sızıyordu şakağından suya.
Uzun boyluyum
su ve kan kadar
Duramam gezginlik de var huyumda
yağmur yemeden yetişirim
Sapanca’nm kirazına.
Lezzetli olur sazanları
gel otur bir rakı içelim.
Kasım, aralık derken
dayanır bahar gürültüyle kapıya
ardından kırmızı mühürlü tezkeren.
Ucuz olur Mahmutpaşa’dan al kasketini
bir de fotoğraf çektir Yeni Cami’nin orda
ayırma güvercinlerden gözlerini,
sevdalı bir kuştur
ölümün karşıtıdır güvercin.
Otur şöyle rahatça
kaçacak yer yok memleketten başka,
burda olmazsa Siirt’te
inerim ki toz içinde otobüsten
çeşmede mendilini ıslatıyordu ki yaz
şıp diye Gevaş’ta bulursun
Umarımız, kaçarımız yok bizim,
ne çok yağmur yağacak damlara
ayak uykusunda sıçratacak
çığ düşmüş gibi yankılanan
bir arkadaşın kanayan sesi.
Acılar irdeleyecek
acılar bileceyek bizi
Sen herhalde Keban’da işçi olursun.
(Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi)
ÖLÜMÜN BIYIKLI BİR RESMİ
Bilmiyor Rembrandt daha,
yalnız peynirden
ve akarsulardan konuşuyor
değirmenci Felemenk;
nice acılar süzdü paletinden
Paris yollarına düştü ama
henüz Van Gogh da çırak.
Cesaretin bebelikten başladı,
boya dediğin zaten
tüfek gibi kullanılır
haylazlığa, şuna buna karşı.
İki tur danstan sonra
alnından öperdi ustan Picasso
masmaviye kesince
birazdan bu kırk yıllık kavak.
Boş ver ıhmanhğına falan
nasılsa vakit var coğrafyaya
kışın da gitmesin leylekler
oturt bakalım bacanın üstüne,
kar da yandan çarklı yağsın:
bir muştu gibi dinleyelim
damlara, koyaklara inen sesini.
İmzanı at, portakalını ye,
böyle yapılır sevinç resmi.
- Sevinç nedir baba?
Çarşıdan döndüm nar ayıklıyorum sana
parmaklarım uçtu uçacak,
diyelim günlerden Pazar
ütünün kordonunu onardım
boyadım mutfaktaki dolabı,
ellerimin sevinci de bunlar.
Dişlerimin sevinci bitmez saymakla,
kavun-karpuz toprakçıldır
su içerken omzuna dayar testiyi
mendil bağlar başına; ^
canerik mayhoşluğun birimi
fındık eşkiya gibi bastırır da
Haziran vermez geçit.
Vermez hüznünden kimselere
gün sayar, yol izler
arkadaşın Balaban Cerit.
Öyle sevinecek ki
dönünce babası mapustan
bir mimoza olup fışkıracak
duvarlardan, bahçelerden, parklardan
sana anlattığı ölü martı.
-Ölüm nedir baba?
Durmuştuk bir çeşme başında
inerken Mut’a doğru
-Ölüm nedir baba
ölüm nedir peki?
Ah!
Bıyıklan yeni terlemiş bir ağbi.
(Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi)
KEDERLİDİR TAŞLIKLARIN İSTANBUL
Toplanın, aldırmayın yağmura
yaşadıklarımızın hesabı tutulacak
Anacığım başörtünü $ar
bile gözlerinin öfkeli alevini
Bacım ıslansın saçlann bırak
tuz ve ekmek koy çantana
sesinde memleketin akarsularını
İsparta güllerini bulundur
Tokalaş kardeşim
Malatya’da pestil serdi
Tophane’de çıldırmış bahan
ve sandıklan yüklendi bu el
tokalaş, çünkü ölüdür yalnız bir yürek
Babacığım cıgaranı tazele
ister Marmara’nın olsun
İster Karadeniz’in
tütünü severdi hepsi de
Toplanın hüzünlere de yer var
utançtan eğilmiş baslara da
yeni dillenmişler de gelsin
öpelim onları alınlarından
birer gecesi oldu her birinin
çıkular çocukluktan
Gelin yedi rüzgârlar
yas torbanı şuraya koy Bingöl
terlisin özlemini giyin Diyarbakır
İstanbul yıka da gel kederü taşlıklarım
gece uykusundan sıçrayan dağbaşı
gölgesi taş kesilen söğüt
herbir yerin avare serçeleri
oturun el bağlamadan;
sanki yenilmiş olacağız
bir daha konuşamıyacağız el bağlarsak
sen de şöyle geç Yüksekovalı Recep
bir tas ayranın haun varadını çıkaramadım
demek elma getirdin Amasya’dan
bulgur getiren de sağolsun
bu testiyi Kayışdağ’dan doldurdular
zarar yok bardaksız içeriz
bazlama var akşama
ağıt söylemek için sesimiz
Elini yüzünü yıkamak isteyen var mı
abdest alacak var mı?
Ölülerimizin adı okunacak.
(Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi)
ULUKIŞLADA SAAT BEŞ
Saat beş. Yoğurt vuruyor analar,
akşam
kaçak tütün gibi koyu, yumuşak,
alev almış göçebe bir kurt sesi
kalaysız bakraca, buzlayan ovaya yansıyan.
yok tipiye gem vuran
ve narayı hançer gibi kullanan atlılar,
toprak suskun
anaların güz bahçesi kesilmiş gözleri
zehrini içine akıüyor çıkrıklar.
Saat beş. Zonkluyor belleğimde
Aksaray yolunda gördüğüm
gülgillerden bir bitki
Şemdinli’de ırmak gibi akıp geçen
yemyeşil sıbyan ölümleri,
ahnlan dövmeli kadınların
uçurumlardan daha yabanıl
söylediği ağıt mıydı, ninni mi?
Bir pişmanlık mıdır yaşananlar?
Elini bir an suda unutup gitmesi,
bakarken ardından ağbani hırkaların,
insanınkine benzer kederi
yalnız kalan tahta köprülerin.
Gün kaydını düşer çıplak çocuklarla
bellek körelir düşürülmüş bir elmas gibi
kurumuş bir dere yatağında.
Yaralı tavşan ne bırakır ki
ardında kan izinden başka?
İsparta’da koku yapılır gülden
Aksaray’da bıçak gibi yalnızlık
Hakkâri’de efsane.
Balkıyan bulutu görür başak
mavilik gülümseyiş gibi titrediğinde,
ben erken ölümü gördüm
Ulukışla’da saat beşte
Yalnayak suya basıyordu bir çocuk.
(Sürdürüleli Bir Şarkının Tarihi)
C engiz B ektaş
(Dog. 1934)
BİR DAHA
Bir erkek eli bir dişi yüzünü çiziyor
Uzanıyor dişi sevilere
, Bir erkek eli biçim veriyor bir dişi yüzüne
-türküsünü söylerUzanıyor uzanıyor dişi
Sokaklarda
Alanlarda
Odalarda odalarda
Erkek sevdiğini yaratıyor bir daha
Bir daha doğurur şimdi erkeğini dişi
(Akdeniz)
ISLAK
Akdenize yağmur
Işık ıslak
Çınarlar sessiz ağır başlı avlu
Odalarda
Bir kilim turuncusu tutuşur
(Akdeniz)
VURDUM DUYMAZLAR ÜLKESİ
Öldürmüşler
Kesip atmışlar dibinden
Koskoca ağacı
çaya
Ormanın gözü önünde
Tepe yapraklan
yemyeşil daha
Zifinler utansın
Morlanndan
Kıhnı kıpırdatmayan güneş
Her yerinden adayıp geçen
su utansın
(Onu Birden)
E rdoğan A lkan
(Doğ. 1935)
EYLÜL KIZLARI
Ölüm uzak balkonundan yıldızların
Ağarırken Edirne eteklerinde
Ayışığı çizerdi eylül yüzüne
.Dalgınlığı, kan tutan ince kızların
Güz yağmuru karanlık kirpiklerinde
Öpmeğe susamış haylaz oğlanlardı,
Bir esmer, gecenin utancı vardı
Kuytu gözlerinin en ıssız yerinde.
Okşadıkça toy bedenlerini rüzgâr
Aşkı yada ölümü soyunurdular
Koklanmış bir karanfil yorgunluğunda.
Yüzlerinde çapkın dili alevin
Kan tutan ince kızlar aşk uykusunda
Açan üzgün ay çiçekleriydi evin.
(Ekuanil Çiçekleri)
K em al Ö zer
(Doğ. 1935)
AĞIT
annem mi bir kadın
geciken bir kadın geceyatısına
ölüm kendini göstereli babamın saçlarından
günübirlik bir kadın
Üsküdar’la İstanbul arasında
babamdı sakalıydı babamın
bir akşam göle batırdı
çıkmamak üzere bir daha
hepsi de ekmek kokardı
sayısı unutulan parmaklarının
akşam bir attır bütün ülkelerde
serin esmer bir atür
terkisine çocukların bindiği
( Gül Yordamı)
SÜREK
çözer birgün bukağılardan
atları genişliklere doğru
tutsak olanlarını kırların
şehirlerden itilmiş özsu
ağaç ağaç yürür ormanda
yaralanan derinlik
baltaların mavilediği göçebe uzay
izi sürülürcesine bir geyik
yeniden yaratılır birgün
yeni öyküler için toprak
bütün o kaçışlar dalgınlıklar
yüreğin usançlarım yaşamak
yeniden yaratılır duygu
göz göze gelişler yıpranıp unutulan
unutulan ağızlan barbarların
boşlukta bir köprü kemeri kuşlardan
( Tutsak Kan)
AMİLCAR CABRAL İÇİN
23 Ocak 1973
Öldürdüler Amilcar Cabral’ı.
¿ir yol, nedir ki tek başına?
Verdiği yemiş nedir ki bir ağacın?
Nedir ki bir evin kapladığı toprak?
Böyle düşünmez özgürlük savaşçıları
(Biliyordu Amilcar Cabral)
hiçbir yerinde dünyanın.
Herkese açık değilse bir yol,
esirgeniyorsa bir ağacın yemişi,
bir ev sökülüp alınmışsa sahibinden,
nerede olursak olalım
(biliyordu Amilcar Cabral)
kimse özgür değildir o ülkede
Gine, haritada küçük bir ülke,
Afrika’nın en eski insan pazarı.
Nerede olursak olalım
(biliyordu Amilcar Cabral)
bugün altın tozlarını devşirenle
dün insan alıp satanlar aynı.
Haksıza direnmek mümkün, boyun eğmemek güçlüye
doğru kavnyorsak tarihin yazdıklarını.
Kavnyorsa bizi, göğün alunda bulunmak,
avuçlarımızın içi gibi yumuşacık
(Biliyordu Amilcar Cabral)
ne insanlar düşünüldüğü kadar sahipsiz,
ne zafer sanıldığı kadar uzak.
( Yaşadığımız Günlerin Şiirleri)
YAŞAMIN BİZDEN İSTEDİĞİ
Ve soyundu özel giysilerinden cellat,
elektrik telini körpe vücutlar üstünde
gezdiren o değilmiş gibi,
kıran o değilmiş gibi parmakların kemiklerini,
o değilmiş gibi bırakan al kanlar içinde,
yalıtmak için insanı onurundan
ne varsa aklın aldığı almadığı
hepsini tasarlayan o değilmiş gibi,
o değilmiş gibi buyuran ve yalanlayan,
göz yuman o değilmiş gibi bütün bunlara,
karıştı aramıza.
Otobüse biniyoruz aynı duraktan belki,
belki karşılaşıyoruz bir köşeyi dönerken,
ilerlese göz tanışıklığı biraz daha
selamlamak zorunda duyacağız kendimizi.
Ve ne kadar unutkan olursak biz
kurtulacak o kadar hesap vermekten,
huzurla bekleyecek yeni görevlerini.
Oysa titiz olmak, yaşamın bizden istediği,
hakkımız yok vazgeçmeye adaletten,
bağışlamaya hakkımız yok geçmiş günleri.
Sabrımız ne kadar yol açarsa acımaya,
ne kadar bağışlayla olursak bilelim ki,
o kadar elinden tutuyoruz zorbalığın,
hizmetine koşuyoruz yüreğimizi.
(Sen de Katılmaksın Yaşamı Savunmaya)
OZANIN GÖZÜ
Ne zaman titreşen küçük bir alev görsem
anımsarım Devrim Müzesi’ni Sofya’nın,
Sofya’da Devrim Müzesi’nde
bakmaktadır bir camın ardından
Geo Milev’in gözü dünyaya.
Koskoca bir tarihi aydınlatır
o gözdeki küçücük alev,
titreşip durmuştur yıllarca
bir çukurun dibinde
ha söndü ha sönecek.
Görürüm yenik düşenleri aydınlığa,
görürüm boğmak isteyen
kanlı ellerini kıyıcıların,
ve sırtımı ürpertir
bir alevin direnmesi
yıllarca toprak altında.
İşte ozan
-sökmüş ve sökecek tüm şafakların habercisibaktığı vakit yıllarca uzaktan
-boynu ipte
ve yanıbaşmda cellat
ve dudaklarında “eylül mayısa dönüşecek” dizesibaktığı vakit gözlerimize
yansıtmaktadır o alevi.
Ozan öldürülse bile
öldürülemez çünkü tanıklığı
maddenin ışığıdır çünkü
ozanın gözü evrende.
( Geceye Karşı Söylenmiştir)
HER SOLUK ALIŞTA
Kaldırın bugün
ne kadar engel varsa
güneşle aranızda,
elinizin değdiği her şey
gökyüzü koksun
Türkülerle doldurun göğsünüzü
açılın kırlara çiçekler devşirin
kolaıı vurun ağaçtan ağaca
her soluk alışta duysanız bile
o zonklayan hüznü
Bugün ilkyazın ilk günü
(Araya Giren Görüntüler)
ŞEMSİYELİLER
İncecik bir ilkyaz yağmuru
altında yürüyen şemsiydiler
o kadar güveniyoruz ki birbirimize
dinip dinmediğini anlamak için yağmurun
bakacağımız yerde bir cama, bir su birikintisine
bakıyoruz birbirimizin şemsiyesine.
{Araya Giren Görüntüler)
BANA BULAŞMASIN
Yağmur çiseliyor ya
bana bulaşmasın der gibi
çekinerek bakıyor penceredeki saksı
kente uzak, kırlara yabancı
(Araya Giren Görüntüler)
BİR KARŞILIK
Zorbakaranhk
uykusundan kaldırdığı yaşlı adamın
eğildi savunmasız kulağına
“Uyan!
-diye bağırdı
bütün saatleri durduran bir sesleUyan, gece geldi
ve gitmeyecek bir daha!”
Kendinden başka kimseyi göremeyen adam
irkildi
oturduğu iskemlede,
kuşaktan kuşağa geçen birikimi
taşıyarak yılların, bilediği sesinde
“Gücü yetmez
-diye karşılık verdi
ne şimdi, ne şimdiden sonra
gücü yetmez hiçbir karanlığın
sürekli kılmaya geceyi”
Ve bütün saatler başladı yeniden işlemeye.
(Araya Giren Görüntüler)
A lî P üsküllüoğlu
(Doğ. 1935)
SANI
Gece benim ülkemdir sanşın kadınlan olan,
genelevleri büyük, çirkin dumanlan çıkan göğe,
en çok günaha benzer acı bir yeşil öyleve saçlarını kesip kalçalarını daraltan
renkli bardaklar gibi kahkahanın kırdığı
sarışın kadınlan olan arsız ve sokulganne zaman görsem kan ve ölüm gibi aklımdaKalır düşmanlığımla birlikte kesik bilekleri,
şamdanlara benziyen kocaman kollu bir adamkorkuya benzer bir sevgi -şiire benzer bir bıçak—
en çok da karanlığa doğru yağmurdan,
en çok da gececambazının tellerindehep ülkemdir o hep bilir uyusam
ne zaman uyansam kan ve ölüm gibi aklımda( Uzun Atlar Denizi)
ÜLKE
Eksik bir yaşama bu, -bir yanı çökük hemgece yanlan, pis, daracık sokaklar, sigara dumanlı inler;
evet, herşey ellerim bile; içki bardakları, kahkahalar,
bir gözü bende bir sanşm, cam çiziği bir kederÇünkü bu, en eski; bir ülke hem, en eski;
eskimek, odalarda, -çünkü bıkmak sevilenlerden?
bir çağı çünkülemek -en eski- bir acıyla
bir kaçmayı, bir çirkinliği, bir yıkıntıyıbir silahı kuşanmak o ülkede.
( Uzun Atlar Denizi)
UZUN ATLAR DENİZİ
o zaman çarşılarımızı suladık
adan seyre gittik ikindilerde
çok sıcaku terden bunalıyorduk
küçük tayın ağzı süt kokuyordu
çünkü sevdiğimizi söylemiştik
hiç böyle at görmemiştik
üstüne adam binemiyordu kahkahkah
çarşı esnafı soytarı olmuştu
-derken bütün atlar yataktabelediye başkanı sarhoştu
çok gülen ağızlar hep atlara
unutmuştuk kocaman ellerimizi
ne denli sıcakü öyle o gün
ne de çok istemiştik denizi
-durmadan atlar çıkü karşımızahiçbirinde yüzemiyorduk
kalkıp çarşıya indik gene
-bu ne biçim at, dedik, kahkahkah
kaldırımlara doldurduk sandalye
suladık çarşılarımızı oturduk
( Uzun Atlar Denizi)
KAR KAK
Yağar kar
Ayak izlerimize ve geceye.
(En güzel beyazlıktır o, akşamlan)
Kar yağar
Uzun, ince, çıplak bir kavağa
Ve ayak izlerine ikimizin.
Kar yağar
Şimdi soğuk hem yine soğuk
Yağar kar
Düşer ardımıza
Onun ölgün sessizliği.
Yağar kar
Kar yağar
Yağar Kar
Kar yağar hiç durmadan
Taaa kalbimize!
Dünyanın bütün garlarına
Yağar kar şimdi!
Keskin bir çığlık gibi yağar kar
Kar yağar
Yağar kar
Kar yağar!
( Unutma Onları)
AŞKTIR GERİDE KALAN
İnkâr etmem aşkı
Ağzı bir elma tadı ağzımda
Sevdiği oyuncaklar
En güzeli mızıka
Derken geçer gider birdenbire
Güzelim yaz
Eylülle hüzün
Türkülerde yağmur
Uykusuz geceler ki
Çoktaaan unutulmuştur
Severdi her şeyi
Yollar uzun yürüse
Küçük çakıl taşları, birkaç sümüklüböcek
Bir serçe
( Unutma Onları)
B e d r e t t in A ykin
(Dog. 1936)
KAR ALTINDA KASIMPATILAR
Kar yağıyor kente
Ve üstüne ölülerimizin
Gelinlikler örneği beyaz yumuşak
Giydiğimiz soğuk ölüm giysisi
Üzgünsün üşümüşsün
Oysa ölüler üşümez ki
Öylesine karanlık ki gece
Kaybedebiliriz birbirimizi
Ansızın bastıran bu tipiden sonra
Çöktü üstümüze bir yoğun sis
Bırakma ellerimi tutan bana
Kapanıyor karda ayak izlerimiz
Erken gelen bir kış bu eylülde
Yaşadığımız yaralı bir güz
Sevgisiz bir çağı geçiyoruz
Tomurcuk yüklüydü körpecik dalları
Kar altında kaldı kasımpatıları
Doğal değil ölümümüz
(Eksik Bir Gökyüzü)
Ö z d e m îr İ n c e
(Doğ. 1936)
ERSELİK ÇİÇEK
eve giriyorum bu herşey değil
yakamda kocaman bir günebakan
alıyor o çiçeği verip aynayı
öptükçe öpüyorum dudaklarından
gülüyor ağzında bir aslanağzı
kuşanıyorum denizi bu da bir şey mi
beynimde bile o hınzır şeytan
uyanırken mersin’i nasıl bir sabah
onun da ağzında bir aslanağzı
öperken öpmeyi dudak dudaklarından
ağzımda gülüyor Ülker’in ağzı.
1961 (Eski Şiirler)
OZAN
I.
Kar yağdı bütün kış. Bir ağır düş.
Kar yağdı bütün kış kederli ülkemize
ormanın soluğu ıslak toprakla birleşti
karayel budayıp geçti bütün yamaçları
ak kefenler sarardı ve çürüdü durup dinlenmeden
buruştu çocuklar silinip gitti çoğu
kızamık gülleri açmıştı omuzlarında
kar yağdı bütün kış
ve ben düşledim seni
Ülkemiz yurdumuz sevdamız kardeşliğimiz
Ülkemiz yurdumuz aydınlığımız gençliğimiz
yirmi yaşında otuz yaşında yetmiş yaşında
çağların tuzlu kemiklerinde birleşen
>>
ülkemiz yurdumuz yani yenilmez umudumuz
ülkemiz yurdumuz kocamayan gelinimiz
yazan kalemimiz öfkeli sevincimiz
alın yazımız bitmez çilemiz
ülken ve yurdun
ıslak hücreler dar odalar ağır anahtarlar
yitesin diye bu taşlar ormanında
kulak zarın yırtılsın diye sessizlikten
sararsın diye sesin demir parmaklıklarda
kireç tutsun paslansın diye eklem yerlerin
ülkeler ve yurtlar kurdular sana
kara anahtarlar ve soğuk odalardan
kar yağdı bütün kış
ve ben düşledim seni
Ama yitmedin hiç
kendini hatırlatan
lodos gıcırdadı pencere kanatlarında
çilekleri portakalları vurdu karayel
ama sessizlik direncin oldu mavi çelikten
telgraf tellerine dönüştü demir parmaklıklar
anahtar gürültüsünden türkü
zindancıdan dost yaptın
dizeler sağdın terden ve kandan
şiirler dokudun umuttan ve sevdadan
pişti yüreğin kavganın yüksek fırınında
mayısta gelincik tarlası açtı yorgun yüreğin
bayram yeri gibi onurlu yüreğin
ekmeğin ve katığın oldu yıllar boyunca
kar yağdı her kış
kederli ovaya
bir madenciydin ayağa kalkışınla
bir sabır yarattın köylü duyarlığınla
dostlar her zaman dost olmasa bile
metrelerle ölçülse de genişlik
bir işçi bir köylü gibi yaşadın günü - geceyi
umudun işçisi sabrın köylüsü
bayram yeri gibi onurlu yüreğin
dosdara pay ettin yıllar boyunca.
II.
Sen memleketten uzak
hasretin bin türlüsüyle delik deşik yürek
dalgın yorgun ve yalnız
bir otel odasında
malın - mülkün olmadı
hasretten başka
Sen memleketten uzak
hasretin bin türlüsüyle delik deşik yürek
dalgın yorgun ve yalnız bir otel odasında
tepeden Umağa âşık
sevilen her kadına
tepeden tırnağa âşık
mavi tana köpüren suya yerleşen ota
kırmızı balıkların
kara gözlü karıncaların dostu
trenlerin uçakların vapurların eksilmez yolcusu
ondokuzunda delikanlı
altmışında delikanlı
usanmaz ve uslanmaz sevdalı
belki Paris’tesin St-Michel Rıhtımı’nda
hava güneşli ve sancımıyor yüreğin
Sen memleketten uzak
hasretin bin türlüsüyle delik deşik yürek
bir güvercin gibi geçer İstanbul
mavi gözlerinin içinden
Saraybumu Kadıköy Gülhane Parkı
bir acı hüzünle geçer
mavi kederli gözlerinin içinden
belki uçarsın karlı Ukrayna ovalarını
aklında Tuz Gölü Konya ovası
aklında ülken sekiz bin metre yukarlarda
Lejyonerler Köprüsü’ndesin belki Prag’da
Vıltava suyunun köpüklerinde gözün
ama akim İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda
Bursa’da Çankırı’da Diyarbakır’da
yaşarsın en belalısını sanatların
yaşlı yorgun ülkenden uzak
ekmeğini kendi öz kanına banarak
kederli bir ırmak gibi çoğalarak
kendi sıcak dost masmavi denizlerinden uzak
yaşarsın en kanlısını sanatların
Sen memleketten uzak gurbet işçisi
hasretin bin türlüsüyle yaralı ozan
senden öğrendim umudun söz dizimini
senden öğrendim inancın tatlı dilini
sen ondokuzunda sevdalı ve delikanlı
sen altmışında sevdalı ve delikanlı
sen memleketten uzak gurbet işçisi
hasretin bin türlüsüyle yaralı ozan
ustam benim! hasretlerin, ayrılıkların ozanı!
1969 (Karşı Yazgı)
ÖLMEYECEK KADAR YARALI
Öfkeliyim!
Ama yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama
sanki neşter “tak” diye iniyor ve boşahyor yara
gömleğim sırsıklam irinden, bayıltıcı bir koku
sanki birdenbire durması gibi bir diş ağrısının
acıdan kıvranarak uyanmalardan sonra,
ya da bir yangın, bir firtına sonrası
sokaklarda somyalar, kırık aynalar, masalar,
albümlerden dağılmış resimler dört bir yana:
çocukluk, okul ve nişanlılık resimleri
yani resimlere tutuklanmış muduluklar
yani bütün bunlar: sessizliğin amansız yasası,
yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama.
Her çeşit mecazdan uzak, yaygın bir akşam
ranzaların yarısı dolu: çocuk yüzlü delikanlılar,
koğuşta mayalanmış ter, keskin erkek kokusu,
sırt üstü yatmışım şür okuyorum ranzamda
kuş kanadı, kara kehribar şiirler
»
gecenin alnında telörgüler, nöbetçiler
düdük sesleri, motor uğultusu ve bir uzak sayıklama
şiir okuyorum ve oğlum aklımda:
uyuyor oğlum milyonlarca çocuğu gibi yurdumun
uyuyor oğlum şimdi geçilmez geceyi
(Ama gece de geçilir
çünkü bütün geceler geçilir!)
Öfkeliyim!
Diyorum ki: “Bu bir dirilmedir”, kendime:
hatırlanması unutulmuş bir sevdanın,
simgesi zeybek gibi diz vurup ayağa kalkmanın
diyorum ki: “Ey kendini yüreklendiren acı, sonbahar tor
tusu!”
bir umut geçiyor yüreğimin iğnesindeneşsiz bir yalımgüvercinler havalanıyor yüreğimin bir köşesinden
güvercinler havalanıyor ilkyaz güvercinleri
konmak için başka yüreklere havalanıyor güver
cinler
hatırlatarak kuşandığımız acıyı
hatırlatarak yüzümüze, ellerimize sıvanan acıyı
yaylaları, ceviz ağaçlarını, kitapları, ozanları
hatırlatarak dört duvar arasına kapatılmışlığımızı
hatırlatarak adsız ölüleri, yahmlanan yüreği
güvercinler havalanıyor, sonsuz güvercinler!
Öfkeliyim!
kendime, uğultusuna dünyanın
öfkeliyim!
kendime, sağır duvarlara
öfkeliyim kendime
“ müebbed” tüketsem de
ben bu sabrımla...
Sabrım genç ve yalansız
gerçeğin sabrı
sılasız, katı
kaynayan su, sabrım,
uçsuz bucaksız buğday tarlası.
Yatmışım sırt üstü, gözüm tavanda,
beklenen bir mektup gibi tıpkı
açıyorum geceyi
usulca...
Yatmışım sırt üstü, yüreğimi dinliyorum
sanki bir dağ başı yüreğim,
binlerce yaz, binlerce gökyüzü;
bir serinlik içindeyim, bir sürekli rahatlamada
camiamı direnen pırıltısı gibi
bir sağnak sonrasında
Yüreğim
gene de ezik
örselenmiş bir yaprak
güvendiğim yüreğim ezik bir yaprak da olsa
biliyorum ki
kendi küllerinden yeniden doğar Anka!
Dayan ey benim yüreğim
sulu sepken karlara
dayan ey benim ayaklarım
bu yamaçlara, bu sarp doruklara
dayan ki
uzaklar yakın olsun
dayan ki
yokuşlar düz olsun
dayan ki
karalar ak, gülpembe olsun
şenlensin dağların üstü
şenlensin örenler, yangın yerleri, yıkıntılar
dayan ki
öğrensin dayanmayı yüreğim
unutmasın
kayaların toprağın ırmağın anısını
unutmasın
benim nakışlı sabnmı
unutmasın
yüreğim!
Öfkeliyim!
Ve birden yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama.
1971 (Karşı Yazgı)
ŞİİR SANATI
Alain Bosquet’ye
Bir şiir, bekçisi sürekli yalımın
Gökyüzü kadar kanşık ama akışkan
Yani duvar saatlerinin tozlu yalnızlığı.
Bir şiir, gergin pazar sessizliği
Yüreğiyle yanşamayan gövde
Ölüm için yaratılmış bir hayvan.
Bir şiir, çığırtkan bir duvar afişi
Güneşli öğle parkında koşan
Bazan bir cami avlusuna bırakılmış.
Bir şür, buğday tenli, birseksen boyunda
Arananlar listesinde geçer adı
Yüreğinde seğiren gözü sokakların.
Bir şiir, yaralı omuzlardan sızan
Yorgunluk ve acının dinlendiği umut
Sırtlardaki kırbaç gibi duyulan.
Bir şiir, fabrika kapısında tan vakti
Uykusuz bacaklan geceyi kıskandıran
Savrulan sıcak külleri Anka’nın.
Bir şiir, kapalı kapılarda pencerelerde
Ateşi suyu ve toprağı duyan
Gönlü yeşil çayırlar ve bir bayram yeri.
Bir şiir, orada acı çektiğin yerde
Tüm öpüşler ve kucaklaşmalarla akraba
Sevgilinin kokusu kendini savunan.
Bir şiir, bir sis çanı duvarlar arasında
Yazmak için bir yürek yatmak için bir ömür
Unutma: şiirler de yatar zindanda.
(Rüzgâra Yazılıdır)
GÖN
Yorgun değilim
seni beklemekten seni düşlemekten geçen günlerden,
yeniden başlasam da bir başka yenilgiye.
Yorgun değilim
ne aşktan ne dostluktan ne de ölümden,
geceye gözlerimi açarak bakıyorum.
Yorgun değilim
ne acıdan ne umuttan ne de korkudan
sonbaharla birlikte kazıya başlıyorum
Yorgun değilim
ne geçmişten ne şimdiden ne de gelecekten;
bir yalnızlığım vardı, gittikçe aşıyorum.
(Rüzgâra Yazılıdır)
YANNİS RİTSOS’UN MEKTUBU
Ankara, 24 Şubat 1978
Yannis Ritsos’tan bir mektup geldi bugün;
açık san kâğıda siyah mürekkeple yazılmış,
el veren bir yetki belgesi -bana-,
bir duyuru sulara, otlara, dağlara,
bir ferman ceylan derisine yazılmış,
bir yüreğin giriş kapısında bir tuğra!
Yannis Ritsos’tan bir mektup geldi bugün;
bir mektup özgürdür herşeye benzeyebilir:
acıyı yenmiş ses kadar saydamdır bazan,
içilmeyi bekleyen bir testi su, serin,
yüzü belki Athena Panagulis’in yüzü yüzler arasında,
annemin sabun kokan elleri eller arasında,
denize doğru bakış Santorin adasından.
Yannis Ritsos’tan bir mektup geldi bugün:
tam yirmi satıra sığdırılmış bir dünya!
Gidip kapısını çalsam, evine konuk insem,
usta, desem, koruyalım barışı ve özgürlükleri,
öldürmesin çocuklarımız sakın birbirlerini,
bir masa donatalım: zeytin, domates, beyaz peynir,
toplanalım bir reçinanın, bir rakının başına,
rüzgârlara, denizlere, dosduklara içelim
istersen bir tütüncü dükkânı açabm ortaklaşa.
Biliyorum vereceği cevabı, ak sütü gibi anamın,
i§te bu yüzden erken kutladık bayramı dostlarla,
kadehlerimizi komşu kıyının sağlığına kaldırdık,
işte bu yüzden bir ege mavişi var ellerimde, alnımda.
Yannis Ritsos’tan bir mektup geldi bügun,
bir ozan yüreği eklendi oniki burca!
(Rüzgâra Yazılıdır)
BİR KUŞ
Bir kuş uçuyordu Sisam’la Kuşadası arasında,
anlayamadım bir türlü Türk müydü yoksa Yunan mı,
bir başka yerden mi yoksa? Hiçbir belirti yok.
Denize sordum onu: “O bir dalıcı kuştur, dedi,
danteller örer dunnadan bağrımda”. .
Gökyüzüne sordum onu: “O benim ulağımdır, dedi,
mordan, gülrenginden eflâtuna kadar”.
Balıklara sordum onu, öteki kuşlara, .
teknelere sordum, bayraklı flâmalı,
hepsi bir şey söyledi bir cevap alamadım.
Bir kuş uçuyordu Sisam’la Kuşadası arasında
anlayamadım bir türlü Türk müydü Yunan mı,
bir başka yerden mi hangi milletten?
“Ey kuş, dedim, kimlerden olursun, hangi ülkeden?”
“Ben bir martıyım, dedi, yaşım evrenin yaşında,’
ülkemi sorarsan: yeryüzü, gökyüzü ve deniz,
sınırlarımı sorarsan: topraktır, su ve hava”.
(Rüzgâra Yazılıdır)
YAKARI
Şairler esnafı piri
Haşan Bin Sâbit’e
İdris Peygamber, terzilerin piri,
izin ver güzel bir şiir yazayım ben de,
yaşım kırkı geçti yaşlanıyorum artık,
izin ver güzel bir şiir yazayım ben de,
“ozan” desinler bir kez ölmeden önce.
İdris peygamber, terzilerin pîri,
el ver artık kendi dükkânımı açayım,
bir kaftan keseyim kendime ben de,
astan sözcüklerden dikişi ibrişimden.
Ben de güzel bir şiir yazayım artık,
okudukça kıskanıyorum öteki kalfaları,
şaraplan bol, ilham perileri oturaklı,
biliyorlar geceler kaç saat sürer
günler kaç fersah. El vermiş ustaları.
Ben de güzel bir şiir yazayım arük,
cebine kuş üzümü, san leblebi doldurayım,
parklara götürüp simider alayım ona
kıvırcık saçlannı rüzgârla tarayayım.
Ben de güzel bir şiir yazayım artık,
son günlerimde yalnız kalmayayım.
İdris peygamber, terzilerin pîri,
ey bütün pirleri bütün mesleklerin,
izin verin bir tek dize yazayım, tek bir dize,
bir kez “oldu” desinler ölmedeıı önce.
(Elmanın Tarihi)
BİR ANIRMANIN ANATOMİSİ
Nasıl sokmalı bir eşek anırmasını bir süre,
neyi simgeler bu ölçü tanımaz, bu kalıpsız ses,
mutluluğu mu, acıyı mı, neyi?
Arıcıllar döner havada, yaklaşan güzdür;
leylek gölgeleriyle ısınır ayaklarımız, sırtımız.
Bülbül ve kanaryayı dizelerde bırakıp
bir martı sesi gezdiriyorum denizin yüzeyinde,
su gölgesinde bir üç direkli teknenin.
Nedir bir eşeğin anırması, neyi simgeler.
Bir incir ağacının gübre kokan sıcak gölgesidir,
bozkırda tek başına bir ağacın kederli sözleridir,
insanca bir şeydir: eve dönüştür: Akdenizdir.
(Elmanın Tarihî)
BOĞAZA DÜĞÜMLENEN
Aksam sefaları açılıyor yavaşça
balkonda rakı içiyor baba;
rakı mı yoksa başka bir şey mi rakıdan?
(Yaşatsalardı bu yaz yirmisinde olacaku)
Sabunlu elini önlüğüne sildi anne,
gizlice, suç işlermiş gibi,
yürüdü parmak uçlarına basa basa;
karanlık, nemli, kapatılmış, yasak oda.
(Yaşatsalardı bu yaz yirmisinde olacaktı)
- Korkma aç!
oradadır patikleri zıbınları, önlüğü,
oradadır o ceviz sandıkta,
ter kokan kazağı ile kanlı gömleği.
UYUYORSUN
Ülker'e
Dizlerin görünüyor, ağzın açık biraz,
kolların öyle ki kucaklıyorsun dağlan, denizi,
inip kalkıyor karnın soluk aldıkça: yaşıyorsun,
yetmiyor sevgim uyandırmaya seni.
Uyanacaksın az sonra, birden ya da yavaşça,
anlayacağız bunu (nereden mi? sorma, bilemem)
ben, kabaran toprak ve göğün emdiği deniz.
(Elmanın Tarihi)
YAŞAMAK
Bir kez daha, âşık ve kederli,
bir kan örtüsü yayarak ardım sıra
sana geldim işte ey Yunan toprağı.
Denizin yatmış, birkaç tekne gölgesi,'
sanki Nauplion değil Bodrum kalesi,
annem değilsen teyzem gibisin bana.
Bir ateş gördüm koca Balkan’da,
tuttum, ellerimle giyindim sırtıma,
yandım ama yanmayı da öğrendim.
Hep böyle oluyor, sen de bilirsin,
tek ömrü var insanın, sınırlan belli,
bir sevda ve bir kent yetmiyor bana.
Yaşamak istiyorum bütün insanlarda,
yürümek istiyorum yollanm dünyanın,
kanşayım, herşeyde bir parçam kalsın.
Parçalansın dizlerim, erisin elim,
kanım kanlara karışsın, sularım sulara,
dünyanın otlarıyla koksun saçlarım.
Puslu bir sabah Nauplion limanında,
bir kez daha âşık ve ölümcül kederli,
bir ses taşıyorum Balkan’dan, kulağımda.
(Kentler)
OZAN TARAFSIZLIĞI
Nesneler karşısında tarafsızdır ozan,
denizden bir koku kalmıştır tırnaklarında;
elmanın çürüyüp düştüğünü görmüştür dalından:
tuz kokusu denize dönecektir
ve boyun eğmeyecektir kendi özüne elma.
Nesneler karşısında tarafsızdır ozan,
mavileşerek birikir sarnıçta su,
güneş yükseldikçe gölge kısalır,
gerçek öğle tanığıdır ozanın.
Nesneler karşısında tarafsızdır ozan,
çünkü ölüme de ölümsüzlüğe de karşıdır ozan.
(Kentler)
“NE MUTLU ÖLMEDEN EGE DENİZİNİ
GEZEN İNSANA" (*)
“Ne mutlu Odysseus gibi güzel bir yolculuk yapana
Ne mutlu Altın Post'u bulanın yaptığı yolculuğa. ”
(Joachim de Beüay)
Denizi gördün mü tırmanan denizi?
görmediysen hiçbir şey görmedin bu dünyada,
ne uçanbalıklan, ne yalvaç yunusları,
ne sonbaharın kokusu, ne güneşle yıkanan adalar,
ne derin suların güzel sesli denizkızları
ne de yaz göğünde harman olan yıldızlar...
öyleyse ne gördün, söyle bana?
“Deniz mavisi gözleri, kısrak.gibi sağrıları olan...”
“Sağrıları paskalya çanları gibi sallanan...”
işte böyle tanımlıyor Nikos Kazancakis
bir Slav kadınını Aleksi Zorba’da...
Sakın “ucuz, bayağı bir benzetme” deme bana,
ben de tam böyle betimliyorum Akdeniz’i
gençkız kokulan saçan bu benim muskamı,
gövdemi hasretle doldururum onunla
güneş hasretiyle, kendi hasretimle,
beynimdir benim, yüreğimdir, etimdir.
İlk kez Varna’da gördüm
Türkiye’de görmemiştim mahmuzlu Karadeniz’i,
ilk kez buluşmak gibi bir şeydi bir alanda
uzun süre mektuplaşılmış bir yabancı kadınla,
bir şey anladım sayılmaz (kimse alınmasın);
dar gelen bir gömlek gibiydi güneş yanığı sırtıma.
Ege’ye gelince, binbir ayaklı denize,
yüzen adaların, Amazon kentlerin denizine
tapmak deniz, arı oğulu deniz, seğiren denize.
Argonautlar’m sesini duyarsın
(beyin kıvrımlarımda gezdirdiğim
kanımı çımgışUran o uzun yolculukta)
Altın Post peşinde İason, kanatlı koçun pöstekisi
iyi yürekli, karayazgılı, ölümsüz Herakles
gemi ustası Argos, ozan Orpheus ve ötekiler
adanmışlar, deliler ve serüvenciler...
kanımı delilendiren o düşsel yolculukta.
Ege, ey ölümsüz çıplaklığın efsunlu denizi,
kendimi bir ağustos aynasında aradığım deniz!
Ne mutlu seni ölmeden gezen insana!
(*) Aleksi Zorba, Nikos Kazancakis.
(Kentler)
30.
14 Mart günü ölen annem için
Hiçbir şey sunulmadı anama ben doğduğumda,
ne tuz, ne ekmek, ne de bir kaşık lohusa şerbeti.
Ama bundan dolayı kimseye hıncım yok,
zeytin ağacı oldum ben, böyle yaşarım.
Bir yel değirmeni olarak yaşamıştım çocukluğumda,
karar verdim: Bir eşik taşı olacağım yetmişimden sonra!
İstanbul, Mazzara del Vallo, Roma
9.7.1997-29.3.2000 {Evren Ağacı)
O n at K utlar
(1936-1995)
CEZAYİR AĞACI
Sevgilim Cezayir beyaz bir duvar
Bir yanı akdeniz öbür yanı nar
Senin nar ağacın
benim denizim
ve duvar
Bir yasemin senin gibi Cezayir
Ve de zakkum gibi zehir
Aures’ten rüzgâr
senin kokunu
bana getirir
Bütün gece Kablylie berberileri
Hurma dallarından denize geçti
Ama nice yıllar
göremedim bile
senin düşlerini
Kurşun kanatlarıyla tarihin
Derin ovasına uçuyor Konstantin
Ve göğsümü bir zeytin
dalıyla okşayan
yüreğin
Bu şiiri sevgilime adadım
Hadj Ali, Benzine ve öteki dostlarım
Kanlı bir gül çizgisiyle
ayrılırken haziran
ve kasım
Mor perdeleriyle Otel Aletti
Bir ateş ağacı gibi yandı gitti
Sevgilim
ayrılık
canıma yetti
(Pera ’lı Bir Aşk için Divan)
e » ih ^ i
R u şe n H akki
(Doğ. 1936)
ÇAKMAKTAŞI KAY KIVILCIM
Doğudan -ta uçtanbauya doğru ağaçlar altından
geçtim
kıyıyı güzelledim
Ya evler denize vurgun
ya deniz evlere âşık
öyle iç içe ve aydınlık
ki bir günü sağıyorlar gökinekten
Güneye doğru
ve hep uzaklaşarak denizden
çıvıp gittikçe zeytinlikler
deniz rengini döker
gök bulutunu
sürgünde ilk günün akşamına doğru
Eşim ve çocuklarım alıştığımız yerde
bahçemizde üzgün çiçek.
Ne ki elde avuçta
ucun ucun tükenecek
ucun ucun tükenecek günler de
tam yeni yeni dostlar edinirken
örneğin: Öğretmen Şevket
ince duyarlı ve devrimci
indirir gibi ak bir gemiyi denizlere
tam indirmişken içime yelkenini
hadi başka yere
Biliyorum
şimdi sırası değil bunların
çakmaktaşı kav ve kıvılcım
gibi sürüyorken yüreğimin üçlüsü
sırası değil
bir bozgunmuşçasına düşünmek sürgünü
Uslu mavi bir denizi
nasıl devindirirse denizaltı
öyle
alttan ve gitgide çoğalarak
başlıyor yüreğimde kabartı
(Çakmaktaşı Kav Kıvılcım)
e * #^5
T e k In S ö n m e z
(Doğ. 1936)
SESİNİ DOKUYAN EZGİ’DEN...
1 / ... SÖZLERİNİN YALINLIĞI
İlkin gözlerin geliyor, sözlerinin yalınlığı
kuşatıyor içimi ve bir kitaplığın raflarına
çarpan, yankıyan gülüşün koşuyor yanıma o an
nazlı, usul ellerin kıvrak sokuluyorsun bana
dolgun buğday başaklarında sesini bulan bir
ezgi gibiyim, yanındayım, dokunuyorum kumaşına.
Sözlerin yumuşak, ki sevecen sokuluyorsun bana
kıvırcık soluyuşunla, okşayan sardunya katmeri
duruşunla akıyorsun derin yüreğimin ırmaklarına.
2 / ... TENİNE YAKIN
Nasıl da bir açılış içindeyim, tenine yakm
öyle seyrek dokunsam sıkı dokunsam d-* yine
dudaklarımda sözcükler, açıp gözkapaklanmı
kapayarak koklasam, ah endamlı haykırışlarla
dokuyorsun gökyüzümü, sesin sesime kanlıyor
göğsüm mayalanıyor ay göğsünün sardunyasına
Has dokuyorsun ki içimi, bir dokumacının eli
oluyor senin ellerin ve dokularım bir iplik
yumağından sağılarak geçiyor sesinin yanma.
(Ferhat'tın Şirin’imi..)
O ktay T u n c e r
(Doğ. 1936)
DÜZENİM SENİNLE BOZULDU
Bütün karanlıklarımı al götür
Yeniden öğret evleri ağaçlan bayramlan
Bütün karanlıklarımı al götür.
Günlerce yağmur yağsın istiyorum
Yağmur yağsın ve konuşma
Cümle dağ çiçekleri ıslansın ve konuşma
Ya da küçük kırmızı bir çiçek ıslansın.
Bunlar beyaz güvercinler
Bunlar büyük meydanlar
Bu küçük bir dağ çiçeği
Sen hiç gülmeyi bilmiyorsun
Sen hiç sevmeyi bilmiyorsun.
İki kırmızı çizgi atbaşı
Yağmurlar hiç durmadan yağıyor
Artık dağ çiçeklerini sevmiyorum
Seyretmiyorum güvercinleri meydanlarda
Artık yaşamayı hiç bilmiyorum
Artık hiç konuşma.
(Deniz Kapısı)
H ilmi Y avuz
(Dog. 1936)
BEYAZID PAŞA
gün akşamlıdır devletlim
elbet biz de ölürüz
gözüm hep o asılmışta kaldı
sanki karanfil zülfünü dökmüş de
şimşir topuzlu bir gürz
indirilmiş gibi tanyerine
kanlıydı kartal kanadı
bir tarikat değneği gibi
pürüzsüz ve düz
bir beden, asılmış
gözüm hep onda kaldı
susan yazdı, konuşan güz
usuldu, uzundu denizin boyu
sanki tüy bacaklı bir tazı
ya da kırmızı ve koyu
bir masaldı, tarçından ve süssüz
bir beden asılmış
gözüm hep onda kaldı
gün akşamlıdır devledim
elbet biz de ölürüz
(Bedreddin ’e Şiirler)
DOĞUNUN ÖLÜMLERİ
ölüm bir aşirettir doğuda
ayışığı gülden hoyrat
gölleri güzelden talandır
ve asi, durak bilmez ağıtlarıyla
uçsuz bucaksız turnalarım
kat kat gurbete dürmüş evvel baharla
sevdası göçer olandır
ve bu nasıl bir serencâmdır
satılır umudu beye
hasreti bir meta gibi
ve alınandır
ve tuzdan, bozkırdan ninnilerini
bir çığhk gibi mengeneden mengeneye
sokup çürüten rüzgârdır
türküsü ki eşkiyaya geniş
ve bir kekliğe dardır
ovayı çelen bakışlı
ve bir fişekliğe dizilmiş
gibi omzu kuş nakışlı ağaçlarıyla
acıya pusu kurandır
ölüm bir aşirettir doğuda
(Doğu Şiirleri)
DOĞUNUN KADINLARI
biz batan güne sahip çıktığımızda
ay, bitlis’te sarı tütün
ya da bir akarsu imgesi
gibi yiğit ve bütün
bir ağıttır
kadınlarımızda
»
onlar hüznü bir çeyiz
çileyi ince bir nergis
ve gülerken bir dağ silsilesi
taşırlar
ve bir acıdan ibarettirler
kayıtlarımızda
kadınlar ki ahnlanmızda
doğuyu mavi bir nokta
ve yazgıları çok uzakta
bir nehir yoluna
karışırlar
ölümleri duvaktan beyaz
ve ahlat, erciş, adilcevaz
üzerinden geçen bir kederle
yarışırlar
ve birer yazmadan ibarettirler
sevdalarımızda
biz bir yazın ayağında
en küçük bir gurbeti bile
içi titreyerek okuyan
ve bir gülü tersinden dokuyan
umutlarımızda
başlığı kınadan turaç
bebesi doğuştan kıraç
ve bir ninniyle danhp
ve bir türküyle barışırlar
ve birer hasretten ibarettirler
mektuplarımızda
(Doğu Şiirleri)
DOĞUNUN BEBELERİ
doğunun bebeleri taş bebek
değildir; say ki onlara cefa
ince yaralı bir gömlek
ve ninniler en çok akşamlan zor
say ki onlar ağlarken lor
say ki gülerken çökelek
doğunun bebeleri taş bebek
değildir; yaşmaklı siirt’i
kınalı van’ı
sılayla gerdeğe girercesine
geçip gurbetin çobanı
ölüm, güz üşürür yüzlerine
ay, gecenin şark çıbanı
doğunun bebeleri taş bebek
değildir; acıyı trahom,
gündüzü emek,
gülüyse bir gelecek için kullanır
say kı anaları ova, babaları dağ
ve emzikleri tüfek
(Doğu Şiirleri)
DOĞUDA BİR KENT
siirt, ağaçsız gömütlük
çocukluğu doğal kireç
bir kent, orda her kuyu
bir ermiş kadar su bilir
hüzne kil, öfkeye kum
bir kent, orda duyguyu
doldurur boydan boya zakkum
siirt, rüzgârı saralı
gençliği yolgeçen hanı
bir kent, korkunun pirinci
gibi ayıklar zamanı
dilencisi, kör nergis
bir kent, ölü bir balı
gömer arıya, peteksiz
siirt, üzüm ayna
yaşlılığı beton lâleden
bir kent, orada güz bile
kurur acıyla birlikte
çürür gurbetler yüklükte
ve ölüm, bir büyük aile
gibi dağılır konaklarından
DOĞUNUN SONSÖZÜ
bir gece çölemerik üzerinde
bakır bir bilezik gibi hilali
gördü
ezik çiğdemleriyle elazığ
acı dağlarıyla ergani
dersim, pülümür, horasan
İbrahim talu’nun oğulunu gördüler
ve bir keçe kilimi andıran elleriyle
göğü bir beşik gibi sallayan
fatma’yı, Zeynel’in ayali
kimse bizim sevdamızı anlatamadı
ne memu zin hikâyesi
ne de ahmede hâni
yaylalar kelepçeydi asi firat’a
en büyük mahpushane dağlardı
ve dicle, firat’ın helali
çoktandır akşam denen sanata
alışmış olmanın ıcısı
kavuşmuş olmanın hayali
ile akardı
köpüğünü kanata kanata
bir gece diyanbekir’den hozata
ayın kızıl bir karbuz gibi
çatladığını gördü
bir heybenin morardığını
ve ölümün bir zerdali
ağacı olup köpürdüğünü
nazif ergin, müfettiş-i umumi
muğlalı paşa
ve vali
işte doğunun dünü, bugünü
yaşamış olmanın tuzu, ekmeği
ve yarını, acının düğünü
gibi duyursun bizlere
açmış bir yufka gibi umudu
türküleri yeniden yoğursun
közlesin ağıdı, melali
e*^ *9
NİHAT ZiYALAN
(Dog. 1936)
AVUSTRALİADAN
gülün biriyle karşılaşsam yolda
İngilizcem yetersizmiş aldırmam
güleri onunla
köpek mi havlıyor
kuş mu
kedi mi miyavlıyor
miyavlarım onunla
nasıl olsa sesin içindeki sıcaklık
alır beni
oğlum
oğlumdan sonra sevdiklerim
İstanbul Boğazı’yla akıyor
buramda
martı kanadını getirmiş
rüzgâr esintisini
postacın olayım diyorlar
yaz yazacağını
götürelim sevdiklerine
hafta sonum bitmiş
pazartesi işe gidecekmişim
aldırmıyorum
çocukların uçuşan saçlarını
uzun boyumu oyunlarına alışlarını
hatırlıyorum
içimi karartamazsm Pazartesi
nasıl olsa vereceksin kendini salıya
hazırol hafta sonuna diyorum
şimdi anlıyorum kardeşimin zaman zaman bakışını
geçip gitti gençliğin diyorcasma
geçip gitsem de
olup bitenleri duydum kanımda
aldırmıyorum
1985 (Avusturalya ’dan Şiirler)
G ü n e l A l tin taş
(Dog. 1937)
KIRÇIL
Günün olmadık bir saatinde
adımı fısıldıyor birisi
dönüp bakıyorun
gözümün ısırdığı bir kırçıl kedi
Kara değil miydi yıllar önce
aramızdan bıçak gibi geçen bu hayvan
pişmanlıkla yoğururken insanı zaman
demek biz gibi yaşlanmış o da
Kaldırıp atıyorum elimdeki bardağı
o hain uğursuz kediye
gözlerin açıyor çiçek çiçek
bardağın düştüğü yerde
Yürüsem toplamak için bir bir
gözlerin paçalarıma yapışıyor
kürüsem onları avucumun içiyle
gözyaşlarına hıçkırıklar karışıyor
Hoyrat bir dargınlık rüzgârı
her ne kadar titretmişse de gövdeni
içindeki ateşin sönmediği
gözlerindeki ışıltıdan belli
(Sevdalı Nehir)
K em al B urkay
(Do|. 1937)
GÜLÜMSE
Hadi gülümse buludar gitsin
işçiler iyi çalışsın, gülümse
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok
Çakıl taşlarım vardı benim
Ama sen başkasın anlıyor musun
Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm
Tüm şehir bana küstü
Bir kedim bile yok anlıyor musun
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
1963 (Prangalar)
PRANGALAR
Ben ki yalnızca sevmek isterdim
Sizi, kırları, yaz akşamlarını
Bir kadın eli gibi geçsin
İsterdim saçlanmdan rüzgâr
Bir Haşan var orda dağ köylerinde
Daha hiç okşanmamış
Bir Elif var saçları taranmamış
Trahomsuz büyüsünler isterdim
Öyleyse nedir bu prangalar
Ben kimin ağlamasını istedim ki
Yok ki benim kurşunlarım
Dikenli tellerim, taş duvarlarım yok ki
Bir türkü söylerim güneş vardır içinde
Alınteri, toprak ve hayat
Beni elleriniz ilgilendirirdi
Gözleriniz, o hilesiz ve dost
Öyleyse nedir bu prangalar
Çocukları kılıçlara büyütmeyelim
Çocukları ağlamaya büyütmeyelim
Ağaçlan küstürmeyelim kendimizden
Bombalan çoğaltmasak sevinçler çoğalırdı
Kinleri bilemesek ne güzel gülümserdik
İstesek bölüşürdük doğan günü
Birleşirdi ellerimiz ve türkülerimiz
İstesek bölüşürdük bir dilim ekmeği
Ama ne çoğalırdı yapraklann sevinci
Ne mutlu büyürdü çocuklar
Ben sizden bir maviyi gizledim mi
Hangi denizleri kaçırdım sizden
Hangi yağmuru, çiğ tanelerini
Size şiirler getirirdim, nisan aylannı
Yalnızlığımı getirirdim ısınmanız için
Öyleyse nedir bu prangalar
Ben kimin ağlamasını istedim ki
Yok ki benim kurşunlanm
Dikenli tellerim, taş duvarlanm yok ki
Ocak 1967 (Prangalar)
E r g in S a n d e r
(Dog. 1937)
EYLÜLDÜR
Ateşe verip tahta gemilerini
Gene o kıyıda kalırlar her eylül
Yapraklan sonsuza dökülmüş bir parkında İstanbul’un
Dallar küçük çocuklar gibi üşür
Gitmiştir bütün görüntüleri durgun sulann
Eylüldür
Gecenin denizinde o beyaz martı
Issız kanatlannı çırpar yorgun
Sis dağılsa belki uzakta
Belki uzakta gözleri görünür
Düşer gölgesine yaprak
Eylüldür
Sessiz rüzgândır uzak dağların
Andıkça daha yakın daha belirsiz
Büyük unutulmuşların denizinde dalga
Büyür sabahlara kadar büyür
Bitmiştir yürünecek yollann
Eylüldür
( Varlık Şiirleri Antolojisi)
GÜZ ÇİZGİSİ
Nasıl sevişiyorlar öyle uzun
Yenilmeden bütün bir güzle
Nasıl öpüşüyorlar soluksuz
Temmuzun dudaklarıyla Eylülde
Deniz kıyılan ıssız yaz sinemalan
Seslerinin üzerine konan serçe
Gene konar mı sonradan
Güz anılara doğru çekilmişse
Güze çekilmişse ve kumsalda
İz bırakmamışsa gittiği yönden
Aşk yeter pusula mı
Anılann yitik yolunu gösteren
( Varlık Şiirleri Antolojisi)
Ü lkü T a m e r
(Doğ. 1937)
KONUŞMA
— Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
Üstelik gece imiş ses gelmiyor kümesten;
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.
İyi nişan alırdı kendini asan zenci,
Bira içmez ağlardı, babası değirmenci
Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
— Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
(Soğuk Otların Altında)
BEN SANA TEŞEKKÜR EDERİM
Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün;
Serinlik vurdun korulara, canlandı serçelerim;
Sen mavi bir tilkiydin, binmiştim mavi ata,
Ben belki dün ölmüştüm, beldi de geçen hafta.
Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.
(Soğuk Otların Altında)
YAZIN BİTTİĞİ
Yazın bittiği her yerde söylenir.
Böyle kırmızı kalkan görülmemiştir
Ölüleri örten yapraklardan başka.
Çünkü sahiden yaz bitmiştir,
Göle bakmaktan usanır insan,
Koru tutmaktan, yol gözlemekten;
Çadırlar toplanır, yaralar sarılır;
Durgun bir yolculuk, uzun bir şapka
Artık yapraklan beklemektedir.
Aşk mıdır kış gelince başlayan,
Beyaz bir kılıçla yürüyen aşka...
Bırakmaz olur kuşlannı ülkeler,
Yazın her yerde bittiği söylenir;
Yorgunluklar çoğalır silahlardan sonra;
Kardan mezarlan görülür ıssızlığın
Ölü öpüşlerin koyuluğuyla...
Aşk kalmıştır odarda yılı götüren,
Cesur savaşçılan taşıyan kışa.
Her yerde yazın bittiği söylenir,
Çürür çiçeklere yapışan kanlar;
Belki uzaktan iki atlı yaklaşır,
Belki yakından iki yaprak kalkar;
Akşamın örtüsü derelerde yıkanır,
Gökyüzünü görünce gecenin devi
Çıkanp şapkasından yıldızlar saçar,
Cüceler bunu bilir, gürgenler bilir,
Aşkın uyumadığı her yerde söylenir.
( Gök Onlan Yanıltmaz)
BRUEGEL
Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.
Köpeklerin bakışlannda birer keman tadı.
Avcılar ve kuşlar avdan dönüyor.
Zaten her yanda hüzün görülür
Uzakta çocuklar kayıyorsa,
Kızaklar tahtadan yapılmışsa,
Kar dinmişse, avdan dönüyorsa avcılar,
İnsan anlamışsa ansızın, başladığını
Gökyüzünün, ayaklannm ucunda.
Kuş tüyleriyle kaplıdır burunlan
Birer sirk emeklisine benzeyen avcılann;
Soluk alır, tüy verirler yorulunca,
Yürekleri birleşir, geniş bir av ülkesi olur,
içinde tazılar yaban ördeklerini,
Çantalı okullular kar tanelerin avlar.
Norveç’in nüfusunun bilir de okullular
Karın nüfusunun bilmezler nedense.
Zaten her zaman hüzün bulunur biraz
Norveç’ten söz açan şiirlerde.
Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.
Ağzımın kemiğinde dağınık bir şiir tadı.
Gürgenler ve kayınlar avdan dönüyor.
Sırtsız atmacalar çizerdim şimdi
Bir kayığın yelkeni geçseydi elime;
Unutmazdım, yelkenin bir köşesine
Tabut başlı bir ava yerleştirirdim.
İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür.
(içime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür)
SIRAGÖLLER
Haşhaş tarlaları arasında geçeceksin,
Beyaz ve mor haşhaşları havaya savurarak
Yeni bir afyon bulacaksın kendine.
İşte o zaman beni unutma,
Şairin, onun şiir yazan ellerini,
İçine dizilen sıragölleri,
Kendi kendine konuştuğun seni,
Her şeyi, hiçbir şeyi unutma.
Zakkumlar arasından bir şehre gireceksin,
Aşk şiirleri, tabiat şiirleri, tarih şiirleri düşünerek
Bir dinamit yapacaksın kendine.
Korkma, ateşle onu,
Öldürecek nice balıklar vardır sularında,
Patlamayla dirilecek nice balıklar vardır.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
İşte o zaman beni unutma.
Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Onların tohumunu havaya savurarak
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu.
İşte o zaman an kendini,
Kıyılarda bile boğulan seni.
Bir saz kuşu olarak gezinen hayaletini,
Çeliğinden kemik oyan gövdeni.
İçinde bir kaçakçı yaşar senin,
Kayıkla dolaşır göllerinde,
Beynine tabanca ve şiir satar,
O kaçakçının bakışını sakın unutma.
(Sıragöller)
ÜŞÜR ÖLÜM BİLE
Bir ormanda tutup onu
Bağladılar ağaca
Yumdu sanki uyur gibi
Gözlerini usulca
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle
Diz çöktüler karşısında
Sonra ateş ettiler
Parçalanan yüreğine
Yuva kurdu mermiler
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle
Gelip kondu bir güvercin
Ellerine o gece
Kırmızı bir çelenk oldu
Bileğinde kelepçe
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlaur akan kanı
Beyaz sesiyle
(Sıragöller)
AĞIT
Bu toprakta kalır adın
Tohumların arasında
Yeşilinde tarlaların
Başakların sarısında
Yıllar geçse de aradan
Kopar gelir ırmaklardan
Işır yine kurşunlanan
Dostlarının yarasında
Günü gelir dağa çıkar
Yıldızlardan şiir çeker
Kanımızı siler yıkar
Suların en durusunda
Bir annedir bir kardeştir
Ovalarda bir ateşdr
Sırasında hayat verir
Ölüm saçar sırasında
Bayrak olur bize yarın
Rüzgârıyla ilkbaharın
Dalgalanır genç kızların
Gözlerinin karasında
(Sıragöller)
e» #«=5
M e t în D em îrtaş
(Doğ. 1938)
YAK BİR CİGARA
Yürüsek bulur muyuz o havalan
Alkol almış, az üzgün
Bir sevdanın ilk gönlerinde
Ürkütülmüş yalnızlığıyla güvercinlerin
Dağılan bir akşamın serinliğine
Kararsız nereye dursa şimdi
Hüzne eğik dallar
Mutluluklar ya bilinmez şimdi
Öğretir sonra gelen acılar
Ne zaman geçsek o köprülerden
Bir ufak rakı dönüşü köprülerden
Abanmış korkuluklara
Mırıldanırken o şiiri
“Sous le Pont Mirabeau coule le Seine”
Dalıp gitmiş akan sularla sevdalara
Hey Apollinaire
Yak bir cigara
1965 (Görüşme Yeri)
GÖRÜŞME YERİ
I
Ve nasıl dalıyor insan konuştukça
Sanki bir balıkçı kahvesindeyiz
Mavisine ağlar gerili
Deniz az uzağımızda
Bir kızın dudağında
Bir günaydın güzelliğinde
Yorgun kayıklar duruyor
Kimi karaya çekili kıyıda
Kimi salınıyor sularda
Ve masamızda Paşabahçe’li bardaklarda
Antalya’lı bir dallı çay
Şimdi ne yana koysak akşam oluyor
Ve birazdan dostun omuzunda
Son derece yaralı bir üveyk gibi
Göğsünün üstünde kurşun güzeli bir karanfille
Gelip konacak masamıza soluk soluğa
İspanya içsavaşından kalma
Kırmızılar sultanı, bir bardak şarabı
Ve bekliyoruz
Frederico Garcia Lorca’yı
II
Nereden oluyor bu sıtma sarısı
Bu kirli tavan, taş duvarlar
Yani uçurduğumuz bir güvercin miydi
Nerde deminki o havalar
Ve panldıyan bir bıçak gibi karanlıkta
Saplanıyor akla, ortaçağlı pırangalar
Çıkarılıp hangi küflü sandıktan
Vuruluyor akim ışığına
Yüreğin sevgisine
Ve omza vuran bir el
Ayırıyor insanı
Bir cigara içimlik düşlerinden
Ekmekte, tuzda kömürde gördüğümüz
Uğrunda burada olduğumuz o el
Gösterip bilinçsizliğin karanlığında
Kim kimden yana tanımazlığını
Buz ediyor şimdi bir yaz göğünde
Bir gülün, bir güle değen sıcaklığını
CHE GUFVERA
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevera
Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa
Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır
Yani saulmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa
Alaçamın, mor meşenin ardına silah çatıp yatmağa
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevera
Bizim de halkımız vardır Che Guevera
Unutulmuş uzak tarlalar yalazında
Sazıyla, türküleriyle kardeşliğe vurgun
Bütün ulusların halkları gibi
Ve yalnız büyük fırtınalarla kımıldayan
Bizim de halkımız vardır Che Guevera
Bizim de ozanlarımız vardır Che Guevera
Sağ çıkmış güneşiz taş odalardan
Yüreğiyle barışa, sevgiye yönelmiş
Çelik öfke bir yanı, bir yanı uysal mavi
Eğilmeden dimdik geçmiş demir kapılardan
Bizim de yiğit insanlarımız vardır Che Guevera
Bizim de delikanlılarımız vardır Che Guevera
Yokluklardan biyol kopup gelmiş
Üç zeytin, az ekmek üniversitelerde
Su gibi kızlar çarpar önce, alkol vurur
Öfkeli dolanır caddelerde
Ve başkaldınrlar akıllan suya erende
Çünkü Vietnam hepimizin Vietnam’ı
Kongo hepimizin Kongo’su
Bir kere özsu yürümüştür dallara
Patlayacaktır ağır sancılarla karanlıklar
Varmak için o güzel yannlara
Bizim de dağlanmız vardır Che Guevera
VOLTADA BİR TÜRKÜ
Günün dolar bir gün sen de
Özgürlüğü bir gelin gibi takıp koluna
Çıkarsın
Başlar yeni maceran güneşte
Başlar işsizlik
O en büyük hapishane
Hergün kapanan kapılar önüne
Başkaldıran öfkenle dikilsen de
Kâr etmez
Çünkü bir şeyler almak çarşılardan evlere
Çünkü çocuklar dur bilmez
Havasız koğuşlara alışılır
Yatılır o f demeden hücrelerde
Hiçbir şey öldürmez insan yüreğini
Öldürür eğilmek bir ekmek uğruna
Üç kuruşluk adamlar önünde
1968 ( Görüşme Yeri)
ATTİLA JOZSEF’LE TANIŞMA
İstanbul’da
“Militan’m basıldığı matbaada
Tanıştım bir şairle
Çağımın fırtınalı, seçkin bir şairiyle
Atilla Jozsef
Canından damıttığı mısralanyla
Yatıyordu orda
Kurşun harflerle dizilmiş bir kalıpta
İnanılmaz, ağlıyası bir sevgi duydum
Okuyunca şiirlerini ve intiharım
Ölümü nasıl dokundu içime
Anımsarım bir kere de böylesine
Gizli ve sımsıcak
Ağlamıştım
Vapstarof un ölümüne
Çin’de halkı kurşunlayan
Bir generale duyduğu nefret
Yurduna, sınıfına, annesine duyduğu sevgi
Yoksulluk, faşizm ve şizofreni
Aşklar, acılar, yürek üzgünlükleri
Yani çağdaş olan ne varsa
Süren şimdi bizim de hayaümızda
Öylesine ince
Ağrıyan bir yan buldum şiirlerinde
Sevdim Attilla Jozsefi.
Ve yaşadım kalbimde bir an
Kalbinin gelgitlerini...
1974 (Hazvrol KaUnm)
STRUGA ŞİİR AKŞAMLARINDAN İZLENİMLER
Struga’nm ışıklı köprülerinin birinde
Dilimizde Nâzım’ın hasret şiirleri
Alnımda mavi serinliği suların
Kırlangıçlar ve martılarla
Kederli bir tadı var
Köprülerden geçmenin
Kaç gün oldu ki memleketten ayrılalı
Turnalar gibi nazlı ve derin
Hasret geçiyor şiirin ilk dizesinden
Andım seni dolu gözlerle
Ey koca göçmen
Ey sevgili Nâzım
Yaşayarak yangınını
Şuncağız ayrılığın
Dövülmüş acılı Afrika toprağını
Ve Agustino Neto’yu anımsatan
Karaderili bir ozan geçti
Az önce yanımdan
El salladım
»
Durdu:
Sevecen, kıvırcık bir gülüşle
Gülerken, kara yüzünde ak dişleri
Yanık anızlardan
Havalanan güvercin sürüleri
Ohri sokaklarmdayız
VietnamlI ozan Şe Lan Vien’le
Karanfil kokuları ve gülhatmiler
Barikatlar kurmuş yolumuza
Her halka kurban olurum
Vietnam halkına iki defa
Makedon halk türküleri söylenen
Güneşli bir meyhanede
Oturmuş mastika içiyoruz
Filistinli bir şairle
Acılı bir halkın oğlu olarak
Ne kadar şen ve şakrak
Dillerimizi bilmiyoruz
Ama konuşmadan da anlatabileceğimiz
Ne çok şey var aramızda
Filistin halkının acıları
Umutlan ve gözyaşları
Ve son sözleri
Kavgada düşün ölenlerin
Ortak sevinci ve kederidir şiirlerimizin
Ohri gülü ürpermede
Akşam oluyor
Karşıda derin ve suskun
Pindos Dağlan
Ve tek tük yıldızlanyla
Arnavutluk ufukları
Ve yurdum uzakta
Öldürülmüş civan oğullanyla
Kanlı bir mısra gibi
Uzakta
1979 (Hançer ve Lirik)
MERHABA
Merhaba İlhan
İşte Enver Abiyi de getirdik yanına
“Şu dünyada
Aynlık var
Ölüm rar
İlle de zulüm var”
Diyen ozanı.
Gülüşünden su içişine kadar
Halk olan adamı
Mezarlarınız biraz aralı
Ama atsan
Ulaştırırsın herhal sigaranı
İki gözüm ona iyi bak
Dünyaya küskün gitti biraz
Zemheride çiçek açmış
Acılı, suskun bir topraktır o
Seslenmezsen
Merhaba demez
Hastadır,koluna gir
Yürüyemez
Ayaklan tutuk.
Bağışla İlhan
Öyle ya
Senin de kaburgalann kırık
1982
AY DOLANDI ARDIÇLIĞI
Gece yansı, uykun kaçmış
Camlardasın yine
Dışarda aya aydınlığı bir gece
Gümüş şarkısı kavakların
Ay germiş tefini
Geçiyor salına salma
Ardıçlığm ordan
»
Duman almış karşı dağlan.
Ahlatlar uzakta
Durgun ve kara
Yalnız dervişleri kıraçların
Neden hep kederleri
Kederleri ve anılan çağınr sana?..
Elliye yakınsın
Ömrün sakin ikindisi
Şeftali çiçekleri değildir arük yağan
Okuduğun kitaplara
Dostlann var sürgünde
Yabancı yağmurlarda üşüyen
Duvarlar, demirler ardında kardeşlerin
Adanmışlar bir ince türküye
Acılar içinde
Zorlu bir yolu yürüyen.
Sen de kuşatılsın burada
Bu kuytu kasabada
Elinde bir kadeh rakı
Susuz ve güzel!
Duman olmakta bir damlayla şimdi
Senden mi
Yoksa güz yağmurlanndan mı?..
Sürgit değildir bu karanlık
Tan ağanr, gün doğar birazdan
Sağır kadın Fatma
Sessiz ve gölgesiz
Bırakır gider bakracı kapma
Reyhan yaprağı serpili
Çayır çimen kokulu
Güleç yüzlü süt
Sararan yapraklarıyla ayva
Günaydın der sana.
Hadi kurtul bu boğgun havadan
Ve git yat!
Ay dolandı ardıçhğı çoktan.
(Bir Mendil Gökyüzü)
E r g în G ü n ç e
(1938-1983)
EVDE KALMIŞ KIZLARIN MASALI
I
Sonraya bırakılmış güzel günler varken
İçlerinde mavi bir çocuk da vardı
Zaman mor atlarıyla eriklere başı değerek geçer
İçlerinde sinsi bir kedi vardı gülerken
Durgun günler saçlarını aka boyuyor
Kaç yıldır bilirim çil bîr horoz taşırlar gözlerinde
Çocuklara söğüt düdükleri dağıtırken iyi bilinen mayıs
Bir ses uyur kulaklarında elmalar çürüten
II
Bir gün sen çiçek açmış limon ağacı
Onlar üzülür açıp yüreğini gösterirsen
Bir horoz, bir kedi, bir ev birikir içlerinde her yaz
Her yaz: bir buğdayla başlayıp bir yağmurla biten
III
Bizim oralara da uğrarsa o gün ölüm
Açarlar o üç kız pencereyi
Yüzlerinde ince bir gülümseme
Limon çiçeklerine eğilir gibi
(Gencölmek)
MANDOLİN
Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
Kır kahvesinde çocuklara çalardı
Temmuz örerken evini sarmaşıkla
Çan çiçekleri göğsünde kuru kalbi
Serilince bahçeye rakı sofrası
Kucağında mandolin, mandolin ve parmakları
Ne yalnızhk kalır ne aşk
Ne gizlice bildiği av şarkıları
Ay dudağında kuruduğu zaman
Ve ne zaman görse çocukları
Serin yaz geceleri penceresinden
Balkona akınca gölgesi
Saçlarında deniz ve uçuşan şapkası
Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
Şimdi kış ve uykusuz çocuklar
Uzak bir mandolin kulaklarında kalan
( Gencölmek)
T ü r k â n İ l d e n iz
(Doğ. 1938)
KAÇAK
Işıklan bir yakıp söndürme Kaptan beni korkutamazsın
Beni kimse korkutamaz artık durduramaz bu yerlerde
Çünkü aklıma koydum, çünkü kaçacağım
Karanlık kişiler yollan tutmuş sürekli bekliyorlar
Yakalasalar bir yengeç kollanyla-hesap tamam
Ola ki birşeyler yapmadım birşeyler beklemedim onlardan
Kendimce yaşamak istedim salt-bırakmadılar.
Mutluluk yalanlanna inanmadımsa
Neden suçlarlar beni sorumlu kendileri aslında.
Sen de gezemezsen sokaklarda sere serpe
Yedi rengin yokluğunda evden hiç çıkmasan
Sesli düşünürken kınlsa ortasından kalemin.
Kendini dinleyip dinleyip de kahretsen herşeye
Bu çıldırtıcı yalnızlıkta boğulduğun yetmez gibi
Kanma ekmek doğrasalar üç öğün -dediler kodularla
Böylesine kavga, böylesine insanlık, böylesine anlayış
Tasarladığım yaşantıyı tasalı sonlandırsa ilk baştan
Üstelik parslan utandıran bir bakışla Kaptan
Kasap çengelindeki ete değil sana baksalar
İşte o zaman -asıl o zaman- başlardı yıkıntın
Bunalmışlığımın nedenini anlardın.
Bu güne dek nasıl direndimse yine direnmek mümkündü ama
Ne olduysa seni gördükten sonra oldu
Anbanyla güvertesiyle gemini gördükten sonra hem
Falımda uzun yollar çıkıyor o günden beri
Bir başka sesleniyor tuttuğum şarkılar hep
Unutmak için herşeyleri kaçıp kurtulmak için herşeylerden
Alınmış sabahlann uykusuz rüyalarınca
Görmediğim ülkelerin isterik çağnsma koşuyorum şimdi.
Bırak Kaptan rahat bırak ışıklar yansın
Ben de bilmiyorum kimliğimi sorma bana
Nerede ineceğimi hele hiç
Yalan söyliyemem diyorum yorgunum diyorum sorma baş
ka şeyler
Suçsuzum, parasızım, kaçağım bütün bildiğim bu-beni anla
Anla artık uyuyacağım yerimi göster.
(Yeni Şiirler 1958)
D în ç er S ü m e r
(Doğ. 1938)
DÖRTBUÇUK ADAMLARI
Biz üç kişiyiz-Cumartesi,
Ben, Doktor Semih, Allahsız Kâni
Kemeraltı soluk soluğa
Alından-mavisinden belli.
Merhabanın bini bir para,
Tuttuk içerlere yürüdük.
Bir atkuyruklu salındı geçti,
Üçümüz üç yerden öldük.
Bir günlük-güneşlik sormayın,
Vitrinleri donatmışlar, şarkılar,
Müjdeci mi geldi -n’oluyoruz,
Yoksa bayram mı var?
Karakolun köşesinden Barbara çıktı,
Barbara’yı böyle güzel bilmezdik,
Sanlar giymiş, yakıştırmış - hoşumuza gitti,
Aferin orospuya, dedik.
Oya’lar, Erol’lar, Ayşe’ler Çan’lar,
Bir şu Leyla kimseyle gezmez.
Hangi akla hizmet eder anlamam.
Vallahi kızım, kitaba uymaz.
Bugün bütün kadınlar güzel.
Ya da ben tümden sevdalandım.
Mayk’ı gördük, o de sevdalıymış,
Erimiş, kurumuş, kopacak sandım.
Çıkmış karşıdan Raif,
Bir elinde kitaplar, bir elinde sigara
Sigaraya da mı başladın ulan.
Derken akşam oldu, ışıklar yandı,
İskeleden karşılar pembe-beyaz
Bahardır, genciz, sevmek hakkımız,
Ortalıkta meltem, incecik ayaz.
Durup durup içlendik üçümüz
Ben, Doktor Semih, Allahsız Kâni.
Semih, tuh etti, denize tükürdü.
Tükürülür mü, İzmir’in denizi, mas-mavi.
Arkadanım, can kardeşim şu Semih,
Benim içim götürmez, kahroldum.
Ellerim büyüdü büyüdü utancımdan,
Koyacak yer bulamadım.
Sen başka insansın Semih, incesin,
Ama mesela hergelenin biri şu Kâni.
Lafını kantara vur, öyle konuş:
Şu maviye de tükürülür mü yani?
Doktorla Kâni kös kös düşünür,
Yapmayın, etmeyin, dedim, cumartesidir.
Dikmişler gözlerini ıızak yerlere,
Arpacı kumruları misali.
Uzanmış limanda gemiler, mavnalar
Akşamın alacasında rıhtım.
Aklıma bir şeytanlık geldi, içime gülmek.
Bizim enayileri dürttüm.
Eğildim kulaklarına üs fıs ettim,
Aman bir sevindik bir sevindik,
Tutuştuk elele üçümüz,
Tepecik otobüsüne bindik.
( Yeni Şiirler 1958)
A hmet U ysal
(Doğ. 1938)
AĞIR ZAMANLAR UYKUSU
ağır zamanlar uykusu
örtüyor çoktandır yasadığımız
günlerin üzerini
kırkına kapının ardında
çürüyor günden güne
rumuzu rüzgâr olan aşklar
seninle sevgilim, seninle
güzdönümü olmak isterdik
kuşların göç haritasında
yüzümüzde bozkırın tuzu,
kuruyan otların kokusu
kalsın isterdik dudağımızda
nehirler birden değiştirdi yatağını
derin katmanlar örtündü
ince yaz sularımız
halbuki uzak ve ıssız
ormanlara benzerdi şiirlerimiz
usulca kanasa da
(Acının Gümüşü)
ACININ GÜMÜŞÜ
ormanı da geçtim ustam
bitkilerin kekre tadıyla
yürüdüm oradaydı şiir
eski bir nehir yatağında
ıslak kumlar arasında
duruyordu acının gümüşü
orada ölümle yan yana
oturdum çakılların üzerine
neler olduğunu düşündüm
evvel zaman içinde
yeter miydi bunca kavram
yazmaya o büyük şiiri
sıynlsam bu tılsımdan
yüzüme değen serinlik
tenime dokunan ürperti
ince sesi kuruyan otların
yolunu açar mıydı önümde
bilgeliğe giden bir ömrün
gördüm nasıl savrulur
yıkılan evlere ay ışığı
sesini duydum karanlıkta
ağlayan yaralı çocukların
otlar yetmedi sarmaya
kanayan o derin yarayı
ölümünü gördüm ustam
ince kanatlı kuşların
döne döne inişini göllere
kınlan dalım özgürlüğün
yalnızlığın paslı gecesiydi
saplanan sayn kadınlara
ormanı da geçtim ustam
kınk süzgüler arasında
duruyordu acmın gümüşü
mart '98 (Acının Gümüşü)
A f ş a r T îm u ç în
(Dog. 1939)
DENİZİN BEKLEDİĞİ
Seni sevmek mor denizlerdi biraz
Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
Umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen
Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz
Seni sevmek yaşamanın aşılmaz büyüklüğü
Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
Ve sığınıp ılık kıyı kentlerine biraz akşam
Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü
Varılırdı daha saydam günlere isteseler
İsteseler yalnızlık giremezdi evlere
Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
Ve uçacak durmadan adaşız denizlere
Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
Sana verdim geç diye bütün denizlerimi
(Çöl)
DEĞİŞİM
Çocuk ders çalışıyor görünüşte
Sayfalan yavaş yavaş çeviriyor
Çocuk deniz çalışıyor gerçekte
Gözlerini ufuklara dikiyor
Durup durup adını anıyor
Aşkın sözlüğünü ezberlemekte
Bütün nöbetçilerle yanşıyor
Gözleriyle gelişini beklemekte
Biz şimdi aşk öğrenelim
insan dersi sonra da öğreniyor
Yüzyıllık kitaplarda bilgi kendi malımız
Haritadan şehirler kaçmıyor ya
Sevinmek yaşarlığa dokunmaktır
Atlı gibi dört nala içimizden gidiyor
Bazen her şey yanılmaksa bile
Sevişmek gene en az yanılmaktır
(Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz)
ÇOCUĞUN ÖVGÜSÜ
Islanıyor yapraklan güllerin
Çözülmez gibi duran sis altında
Sen bu gülleri bilirsin
(Düşler gibi işlemiş çocukluğuna)
Güzlerde ıslanan denizleri bilirsin
Sen her şeyde varsın çocuksun çünkü
Dünyada güneşsin ilk günden beri
Resimlerde aysın aydedesin
(Bir gün alıp gitmiştin geceyi)
Daha o gün gördüm bütün kavgayı
Gülüp geçtin (Savaşmaktır gülmek
Çünkü sen de savaşçısın
Çocuk olmak kolay mı)
Umudun en yalını en doğrusu
Senden öğrenildi her çağda
Varolan bütün sularda anlamsın
(Belki biraz kuşkusun akşamlarda)
Denizlerde gemisin denizsin hiç bitmeyen
Güllerde pembeliksin morluksun zambaklarda
(Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz)
ACILI TÜRKÜ
Dalı neden böyle acımasızca
Kırdı basa basa meyvalan
Neden masmavi denizde akşam
Çeviriyor yırta yırta sayfaları
Kapkara gökler altmda içimizin
Yığın yığın dumanları tütüyor
Soğuk karanlıklara kapatılıyor
Gönlümüzün ışıl ışıl suları
Şimdi her bakışında insanı korkuyla
Yontuya döndürenler egemen
Şimdi geçemezsin ıssız denizlerden
Şimdi melek yüzlerinin altında
Yıları yumurtaları kaynaşıyor
Dalı neden böyle acımasızca
Kırdı basa basa meyvalan
Neden incecik derelerde sular
Yalnızlığa sürüklüyor akşamlan
(Savaşçı Türküleri)
H alil U ysal
(Dog. 1939)
BURSA DENİZ DEĞİLDİR
Ve ulu çınarlar gölgesinde gururlu bir aşk
Büyüdü eski zamanlar kadar
Söyler bir özge yoksulluğu yalnızlıkta şimdi
Dallara kanat çırpan kumrular konar
Ne büyük ne sonsuz bir akşam vakti
Yeşil yollar yeşil türbe gazinolar
Kim kime bakınca tutkun olmazki
Romans’da demlenen bir çay kadar
Susardı bir dalgın ova varlığından habersiz
Kendisini bir masalda unutarak bakardı
Usul usul düşerken ağaçlara sonbahar
Gökyüzü hiçbir zaman öyle güzel öyle cömert olmadı
Uzanırken çırılçıplak kollarına Bursa’nın
Ki o yüzden mavinin mutluluk kaldı adı
( Yersu)
H alûk A ker
(Doğ. 1940)
KIŞ ŞİİRLERİ
I
hep üşüdüğümü hatırlardım
umarsız, yırtık resimlere soba pervazlarına
kırılmayan cama doğru aşka doğru
buğulu ve karartılı resimlerle üleşilmenin
anısı doygun bir güz olan
yorganıma girip çaresiz ellerimle
“odamdaki saksıya su veriyorum
gelişip benim kadar olsun o da
boynu bükük ve diri
tutmalı baharla güneşi vermeli ona”
sağdıç emeği, bozuk saçlarımı kim tarar
boyun atkımı, donuk gecelerin kenarını
bir de aşka giden çocukları
çatalh-bıçakh, göğsünü tabağa hazırlayan
bükülü cam gözleri kaytan olmanın
bulaşan sakağıdır gökyüzüne
kenar adamlarını, ıslığı bir bıyığa benziyen
alkolü ve hafif yağmuru sewn
bizler ki çarpıntıyı böğründe taşıyan
gözebeyi, sürgünü hastalığım bu benim
ne yapsam işte oyulmuş gözlerim
deniz ki o kadar yakındır da
sular durmaz avuçlarımda
(Sürgün Hm)
E RAY CANBERK
(Dog. 1940)
BOŞ
gülyüzlü çocuklar ve İstanbul görünüşleri
kör bir adamın sattığı bayram tebrikleridir,
daha çok izinli askerler ve inşaat işçileri
almak için uzağından bakarlar
bakarlar ve bakarlar alamazlar
çünkü onların aradığı türkü gibi bir şeydir
Sonra çaresiz yabancı yalnız
tükenmez kalemle aynı ve uzun mektuplar yazarlar
belki küçücük ama çok çiçekli
“Bayramınız Kutlu Olsun” yazılı bir şeyler bulurlarsa
alıp alıp bırakırlar
ve korktukları bellidir ne yapsalar
ben birgün güz gibi kış öğlesinde
o askerler o işçiler gibi
bir şeyler aradım sayısız kör satıcıdan
sonra da yolladığım sana tıpkı onların bulamadığı
bir türküydü
nice boş zarfların içinden çıkan
(Kuytu Sular)
BİNDOKUZYÜZKIRKTAN KALMA BİR ÇOCUK
bir gidişti kim bilir nerelere varırdı
suçlu değildi ama suçlu duyardı kendini
her akşam üstü içi daralırdı
bağırırdı ama kim duyardı sesini
kuytu bir yalnızlığı vardı çocukluğundan kalma
eklenirdi kül renkli hüzünlerle kaygılar
içlenirdi türkülerle yokluklara yoksulluklara
bir yanıyla bir dünya yaratırdı azar azar
nereye uzansa bir sonsuza çıkardı
ayrılıklara katlanarak öğrenirdi sevgileri
ve her gün onda bir duvarı yıkardı
tek başına savaşların en güzelini verdi
yılgın adamlar değil dal gibi çocuklardır
gelecek savaşlara bağladığı umutlar
bir güneşe uzanır gizlice ağır ağır
her biri bir başka çiçek açan kuytuluklar
(Kuytu Sular)
APARTMANLARDA YAŞAYAN ÇOCUKLARIN
GÖZLEMLERİ
aşağı kattaki teyze çiçeklerini
canı gibi seviyor çocuk gibi bakıyor onlara
ama biz bahçede oynarken horluyor bizi
çiçekler gibi davranmıyor çocuklara
yukarı kattaki amca otomobiline tutkun nedense
çocuk gibi yıkayıp temizliyor onu her gün
Çekilin bakalım otomobilin yanından! diye
bağırıyor bize
otomobili güneşin ve yağmurun altında kaldığı
için üzgün
durmadan birbirine bağıran yaşlılar hele
bizim sesimizi duymak istemiyor
biz kuşlar gibi cıvıldaştığımızı sanıyoruz belki de
ama büyükleri bazı şeylere inandırmak zor
televizyon ve otomobil büyükler için birer oyuncak
ellerine verilmiş oyalansınlar diye
bize kalıyor apartman sorunlarıyla uğraşmak
ama çok kızıyorlar biz işe girişince
( Yüreğin Burkulduğu Zaman)
GÜNDELİK
Kapalısın
kendi dört duvarında
gündüz -biraz smırsızgece -evde odadaseni kim örseliyor
kendinden başka
yürü yollardan yorgun
avut ama avunma
yaşa tarifelerde
etiket fiyat ve zam
gülümse katlan hoş gör
yüreğin burkulduğu zaman
( Yüreğin Burkulduğu Zaman)
F ikret D em Irağ
(Doğ. 1940)
KIZIM ÜRKEK, İÇLİ BİR KUŞTUR
Kızım Uzay’a
Bu buz, bu cam, bu beton doğa
hem isterim, hem istemem dokunsun sana
bu yapay, bu soğuk, bu öliLdoğa
Hem isterim, hem istemem kaplasın seni
bu kirli, bu çarpık kent uğultusu
hem isterim, hem istemem kaplasın seni
Hayat bağışlamaz bir kaplandır, kapmasın seni,
bu çılgın, acımasız düzen rüzgân
çılgın bir kaplandır, kapmasın seni
Bir parçan yıldızlar çağında olacaktır,
kaçınılmazsın atom, bilgisayar çağına,
isterim bir parçan da kalsın doğaya
Bu buz, bu demir, bu beton doğa
hem isterim, hem istemem dokunsun sana
bu taşıl, bu yapay, bu ölü doğa
(Dinle Şarkımı)
SEVGİ BAZI DÜZENLERDE....
Sevgi bazı düzenlerde
bir kınalı kekliktir
uçar iken kanadından vurulur
Gider gelir bir sevda ağlar gecede...
Kin öyle bir kasırga gibi eser
ki rüzgarında çocuk yapraklar
ve yontuların saçları bile savrulur
Gider gelir bir çaylak ağlar gecede...
Barış bir şarkılı gençliktir
bazı dönemlerde tam alnından vurulur
gül yürekler göğüs-kafeste çürütülür
Gider gelir bir umut ağlar gecede...
Umutlar kavgalarda omuz omuzadır
durmadan gerilir bir çelik şarkı teli
durmadan şafağın vaktine saat kurulur
Gider gelir bir şarkı ağlar gecede...
Sevgi bazı düzenlerde
bir yaralı kekliktir
uçar iken kanadından vurulur
Gider gelir bir yürek ağlar gecede...
Durmadan şafağın vaktinde saat kurulur
hiç kuşkun olmasın kınalı keklik
hiç kuşkun olmasın yaralı gençlik
Her şeyin hesabı bir gün sorulur...
SESSİZ KONUŞMALARIN ACIKLI YORUMU
Her sabah kokusu yolumu keser, bir damlacık,
“kokla beni” der dalında yeni açan limon çiçeği;
“beni koklamakla yurdunu da koklamış olacaksın.”
“Kulak ver!” der altından geçtiğim zeytin ağacı;
“yaprak hışırtılarımda dinlemiş olacaksın zamanı.”
“Okşa beni!” der bir yaz kavunu, “kokla sarı kokumu.”
Bilir, onu okşamakla yurdumu da okşamış olacağımı,
ve kokusunda toprağın anne kokusunu duyacağımı.
“Yaramı elle!” der bir delikanlı, “kolumun kopuk yerini”,
“toprağımızın kanadığım duyacaksın elleyince yaramı”;
bilirim, yarasım elleyince içimde bir yer kanayacağını.
“Gözlerim ne anlatır, bak hele, ne anlatır gözlerim?”
diye sorar gibidir bir savaş ölüsünün gencecik dul kadını;
bilirim, gözlerini okumaya asla dayanamayacağımı.
“Oku yüzümü!” der gibi bakar savaş ölüsünün çocuğu;
nerden bilsin öyle bir yüzün kolay okunamayacağını.
“Dokun bana!” der yasemin, beyaz yaz akşamı gelini;
kokusu avuçlarıma siner, beyazlığına bulaşırsa ellerim
bilir sanki bir daha kolay kolay tüfek tutamayacağımı.
“Yürüt bizi!” der gibidir yurdumun dağlan, ovalan,
“gölgemizde dinlen!” duruşunda bilge zeytin ağaçlan.
Ve serin, ince yaz sulan der gibi: “Kulak ver bize!”
Kandan geçmiş bir adamı delirtmek istiyorlar yani,
acıdan çıldırtmak istiyorlar savaş görmüş adamı!
Utançtan öldürmek istiyorlar, sanki anlamadım mı!
(Adıyla Yaralı)
A ydin H atîpoğlu
(Doğ. 1940)
YASAK AŞK
Uzun uzun döşlerde ürperir çocuk
Tedirgin uykulardan uyanır çocuk
Silkinir mahmurluğundan acıkır çocuk
Sevgiler büyütür sevilir çocuk
Bir bahar coşkusu duyar içinde
Çarşaflar yataklar yorganlar yasak
Odalar tenhalar öpüşler korkak
Perdeler açıksa çekinir çocuk
Bir çocuk bir çocukla oynuyor gibi
Söylese içinden geçeni bir bir
Bir duyan olursa utanır çocuk
Korkular ayıplar yasaklar dağ dağ
Yıkılmış umutsuz anlamsız çocuk
Tedirgin uykular uzun düşlerde
Akıldan korkular geçer ya çocuk
Sevgiler öpüşler coşkular durur
Gömer coşkusunu ve uyur çocuk
( Çömçe Gelin)
Y üksel P azarkaya
(Doğ. 1940)
GÜZ, ALMANYA
Güzergâh değiştirdi pastırma yazı da
Güneye giden göçmen kuşlar gibi
Çevre karanlığından
Kaldı kuşlar ayaz ortasında
Göçemeden.
Zehir zıkkım yol yolak
Güz zemherisi
Gece, 24 saat
Kolu kanadı kırık renklerin
Ve solgun bütün kokular.
Salgın korku
Telef ediyor sürü sürü
Göçmen kuşlan
Kol geziyor yolda belde
Kara güz zemherisi.
Göçtü buradan
Pastırma yazı
Doğasız bir ülkeye
Buranın mevsimi
Yaşam ötesi.
Karanlık bir yaratık
Çevre yıldızsız gece
Soluğu ayaz
Kışa çıkamaz
Güz Almanya
e*N 5
N urer U ğurlu
(Doğ. 1940)
AĞIT
Sanki bir çocuk gibi ud çalanm her sabah
Ve ne zaman ağlasam çocukluk sevdasıyla
Ceviz sandık içinde sarı yeşil bir külah
Yalnızlık mızrağımı atarım belki suya
Yedi yaşın sümüklü bir okul çocuğuydum
(Anlatmak istediğim babamın yalnızlığı)
Geçerken maviliği arkasından yaşardım
Bitsin artık bu oyun ne çocuktum bilmem ki
Yeni şeyler aradım uzayan sakalımdan
Baştanbaşa yalnızlık ortaçağdan bir dünya
Papatyalar açarmış içinde kitapların
Ellerimi uzattım sıra gelince aşka
Severken unuturum en güzel akşamlan
Kaçarken yalnızlığım avcıların elinden
(Hoşuma giden ölüm yine kime âşıkü)
Bakardım arkasından maviliği geçerken
Nasıl söylerim şimdi bir ben kaldım ortada
Ucuz aşk romanlan (utanırım yazarken)
Çıplak kadın resmine açık saçık şarkıya
Bayılırdım doğrusu. Ya duvardaki ilan
Geri dönmek istedim verdiğim bütün sözden
Benim olur sanmıştım denizin saltanaü
Bahçesine oturdum yalnızlığın ve aşkın
Bekledim gelişini küçük bir adam gibi
Şarap dolu bardaklar bildiğin gibi değil
(Ve beyaz bir kadınsın bilir misin meleğim)
Senin için bu ağıt anlattığım bu masal
Gözlerimde yalnızlık en güzel çocukluğum
Haşan değilim şimdi sıcak güneş altından
Bıktım artık doğrusu (güzelliğin eskir mi)
Senin için rüzgârın yarım kalmış bir aşkın
Arkasından ağladım düşündüm o körfezi
(Masat)
TÜRKİYE’NİN MAVİSİ
Dedem Korkut’tan Dedem Ceyhun’a
Kaç çadır kaç ortağ var arada
Bıkmadan birer birer sayardık
Kaç göç kaç bozgun vardı derdik
Kaşgarlı Mahmut’tan Koca Yunus’a
Ve dağlarından alarak haberi
İnanırdık Kaygusuz’un sözüne
İki koçak bir ceylana koşanda
Duyardık Köroğlu’nun narasını
Gün ışığı boş şeşpere vuranda
Banaz yöresinden bir kilim gibi
Açınca çiçekler Pir’e giderdik
Yine geldi yaz aylan diyerek
Dağılır aşiret yanık köz gibi
Sivas yollannı bahar bilerek
Güney rüzgânndan bir oymak göçü
Göç değil gerçekte iskân kavgası
Dadaloğlu bu kavganın doğrusu
Toprak için devlet ölüm fermanı
Ferman Osmanlımn dağlar ozanın
Dedem Korkut’tan Dedem Ceyhun’a
Çok güneş çok rüzgâr geçmiştir
Kimi âşık Kerem gibi yana yana
Kimi ozan Nâzım gibi kana kana
Türkiye’nin mavisini çizmiştir
( Türkiye’nin Mavisi)
e » # « ')
C a h İt Z arîfoğlu
(1940-1987)
İŞARET
ÇOCUKLARI
Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları
Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş
Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkândaki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koyduğu avuç taslarına
Başı ve yüreği şahbaz
Kaleleri ağırlayan kadınların
Süslerini kemerlerini
Başlarını ağırlaştıran
Ağır siyah şelale sâçlarını
Tutunca gençleşirdi erkekler
Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni ıslatan afsunlu suda
Önce niyet sonra yıkanırdı
Zaman dert getirdi sulara
İçinde eski balıkların yattığı kayalar
Savaşan insanlann elinde
İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline
Anam kanlan koruyan
Kavga ayıran bir kargı elinde
Kara ocağın taşlarına
işaret koydu çocuklarını
Belinde gezdiren babamın
Beyaz yazılarla kazandığı adları
Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın
Unutup genç gelen günleri
Zamanın sürerken çektiği günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atını şehirlere
Yün ören at güden kadınlar
Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlık dar odalarda
Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin
Uzağa çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu
Hep kaçarmış şehirlerin
Demir dağlanna
Uyuyunca toprak beşiğimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydınlık günlerim
(İşaret Çocukları)
AŞKA DAİR
Öyle sofralar gördüm ki
İnsan kaslan vardı tabaklarda
O eğik gövdeler önünde yalnızlık
Herşeyi birbirinden uzağa çarpıyordu
Bir kadın
Bir erkek
Gizlice soluyordu
Bir erkek av arkadaşından
Av durgunluğu gibi gösterip saklıyarak
Kamışlıktaki sazların arasından
Ilık ve yapışkan fısıltıları
Ayırarak alarak
Urgan gibi bedenine doluyordu
Herşeye benzeyebilirken o
Hiçbirşey benzemezken ona
o ünlü borazan
Başlarsa saçlarımızın diplerinden
Üfürmeye. -Yırtıcı bir hayvan
Kimliği yapışır yakamıza
Bir erkek mi o
Göle yatmış bir güneş demetinde
O mor ışında
Bir köpek ölüsü gibi yatan
Hızla kayan
Yoksa bir yaban ördeği gölgesi mi
(Menziller)
O ÇOCUK
Bahçeden çocuk sesleri geliyor
Hayatı dinliyorum
İçim yoruluyor, ruh yoruluyor
Büyük gözlü çocuk
İnsanın içine kadar bakıyor
Sorar gibi
- Nerede benim babam
Kendimi şöyle görürüm düşümde
İki ata birden binmişim
Biriyle kuzeye saldırıyorum
Ötekiyle
Alkan lalelerin
Kıpkızıl tutuştuğu sulara
Nerde babam
Karşısında yapayalnızsın
Duvar gibi dikilen
Bu sorunun
Olmuyorsun başını
Şehit çocuğunun
Bahçeden kuş sesleri geliyor
Sabahı dinliyorum
Bu sefer bezgin
Bir vakit
Darağaçlan kurdum
Elimden fırlayıp gidiyor cellaüar
Silah olarak
Bir tek soru var elimde
Nerede babam, nerede
(Bütün Eserleri, 1)
M etin A ltiok
(1941-1993)
YIKICILAR GELDİLER
Ve evin yüzü burkuldu
Bir kıpırU vardı şakaklarında.
Yıkıcılar geldiler, çatıdan başladılar.
Kiremitleri topladılar birer birer.
Tahtaları söktüler, kanırüp çivileri
Ellerinde keserler.
Anımsar mısın denize karşı oturmuştuk.
İkimiz de arkamızı dönmek istememiştik kıyıya.
Susmuştuk uzun bir hesaplaşmayla.
İki sevgili vardı yan masada;
Umurlarında bile değildi deniz,
Alınlan birbirine değecekti az daha.
Yıkıcılar geldiler,
Çıkardılar kapı ve pencerelerin pervazlarını.
Kör gözleri ve açılmış ağzıyla
Kaldı temelleri üstünde umarsız ev
Sıra balyozlardaydı artık,
Çelik iskeletini evin ortaya çıkarmak için.
Benim göğüs kafesimde bir iskete,
İskeletimin bekçisi, içten bağlı kemiklerime
Sıçrayıp duruyordu ordan oraya,
Duyuyordum kıpırtısını içimde.
Bir bulut geçiyordu senin gözlerinden,
Oturuyorduk; ben kızgın çölüm, sen yıldızsız göğünle.
Yıkıcılar geldiler;
Düştü gürültüsüyle yüzü köhne evin,
Göründü bazı odaları ve iç duvarları
Ayrı renklere boyanmış sofası, isli mutfağı.
Bir kesit kalmıştı geriye şimdi o evden
Eski bir yaşanüyı simgeleyen
Çıkıp yürümüştük kıyı boyu
Benim sıvası dökük yüzüm, senin çocuk gözlerinle.
Oysa sen yürümeyi sevmezsin.
Nasıl da değişmişti görüntüsü
Yıllardır görmediğimiz kentin!
Yürümüştük anısıyla eski cumbalı evlerin.
Yıkıcılar geldiler, yıktılar bütün duvarları.
Yalnız temel kaldı geriye ve birkaç tuğla kınğı.
İş araçlarında artık,
Bir canavar ağzıyla deşmek için toprağı.
Ve temizleyecekler kazılan yerlerde
Bizden kalan balçığı.
(Kendinin Avctsı)
GERİYE KALAN
Bir anahtar verdindi bana,
Kabaran yüreğimi bilerek.
Kullanıp durdum onu gönlümce,
Aşkıma kenar süsü diyerek;
Aşındırdım dişlerini zamanla.
Geriye ben kaldım işte.
Yalan olur sevmedim dersem;
Ama yolcu yolunda gerek.
Ey ömrümün uğuldayan durağı;
Yanlış bir hesaptan dönerek,
Benli günlerini sil istersen.
Geriye sen kaldın işte.
( Süveyda)
Cemal Süreya’ya Beş Şiir
MİSİLLEME
Sen ki şiirin kilit diliydin
imgeyle gerçek arasında
Gidip gelen pericik
Sen Cemal Süreya
Benzersiz ve depreşik
“Bir misillemeydin” dünyaya.
Şimdi sen öldün ya
Sanki eksilmiş gibi
Her şey yarı yanya
Kuşkuyla bakıyor herkes
Çevresindeki eşyaya
Görünmeyen bir yan anyor.
Sen ağıtım kendi yakan
Mazlumun süren kökü
Bak ürperiyor durgun sular
Ve doğuda bir yerde
Derin bir meşelikten
Avaz avaz geçiyor rüzgâr.
Şimdi sen öldün ya
Yumuşacık bir çizgi
Ediniyor avuçlarına
Yeni doğan çocuklar
Artık sevda yazgılarını
O çizgiden okuyacaklar.
Bilmiyorum bir turnadan
Acaba kaç şiir çıkar
Ama senin şiirinden
Kalkan turnalar
Mutlaka bir halkın
Solgun tarihine konarlar.
(Süveydci)
XI
İster sevgili, ister dost olsun,
Ayrılmak saati gelip çattı mı, sakın gizleme;
Sen omuzdan kesilmiş bir çaresiz kolsun.
Eskiye de boş ver onu da eşeleme;
Ne iyiydik’ler, yine göriişürüz’ler
Dikenli tel gibi takılmasın boğazına
Biliyorsun bu sözler inandırıcı değiller.
Çoğaltmadan kadan acının en azma;
Bekleme aracın kalkmasını, ayrılıklar götürü
Karış telâşlı bir kalabalığın içine,
Yürü ardına bakmadan, durmadan yürü;
Yeni aşkların, yeni dostlukların geleceğine.
Alıştır kendini her şey biter ve gömülür;
“Ve nice yazlardan sonra kuğu da ölür.”
(Soneler)
E gemen B erköz
(Doğ. 1941)
YENİYETME
Çiçekler sana geliyor bak
çiçekler suskular ben
umarsız sokaklar sokaklar tirtir
uzak bir dağ yeşillenir gizli
umarsız ellerim ellerim gizli
sonra ben iki çifte adım
hiç ve gizli
kiremitler kıpkırmızı bak
pencereler karanlık karanlık ezgi
bir taş atsam başlamış ezgi
bir karanfil ağacı kurusa karanfiller soluk ufacık karanfiller
hiç ve gizli
sonra ben iki çifte adım
yeniyetme bir yol uzar önümde
teneke saksılarda susku.
1962 ( Yalnız ve Birlikte)
SIĞINAK
Göğü kahverengileştiren bir çocuk
sizi coşkuyla itecek.
Sobayı yaktıktan sonra
anılar ölüler evinden on beş dakika.
Öğretmen garip. Kaçak.
Babası nasılsa ölen bir çocuk
ağlayacak. İsterse değil.
En büyüyü bozan içgüdü
biliyorum elbet bir gün
kuşların bana da konacak.
Köy uyuyacak. Kaçak
bir yanılsamadan sonra
kasım ayı ve sabah
unutup göğü kahverengi
ve yanda dizelerimi
yazık! köy uyuyacak.
Uzakta kalmış şehir
ve göğü kahverengileştiren sesim.
Daha saatler var nasılsa
kasım ayına ve sabaha
ve hâlâ bitmedi patika
ve bir bayram fişeği gibi kalbim
ve büyüyü bozan içgüdü
ardımda.
Köy uyuyacak. Kaçak
daha saatler var
tükenmez suskuya.
Gel gel dönüşür sesim
elbet bir gün anıya.
İşte benim
yavaşlar yavaşlar
günlerle acımız
köy
uyuyunca.
1965 {Yalnız ve Birlikti)
BASİT BİR YALNIZLIK DA YETERDİ
Basit bir kareli defter de yeterdi
Samatya istasyonunu anlatmak için
akşamı beklerken
beklerken parçalanmış umutları
biraz önce yağmur yağmış o istasyon
hüzün dağıtırken
uzaktan bakanlara bile
kıyı yolundan geçenlere
ve yolculara ki hüznün kendisidir
biraz şairdir akşama doğru
»
anlayışla bakar istasyon şefi
hafif gülümseyerek
ve aldırmaz bile
ve birden gün geçer
aldırmaz
tirenlerle yolcularla yüklerle
biletlerle pasolarla geçer gün
ve Egemen Berköz evine döner
Kupkuru yüreği hüzünden
hat boyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru
bir gün bir kadın çamaşır asarken memelerini görmüştür
bir gün don fanle bir adamı sabah sabah pilav yerken
bir gün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız
bir gün her gün insanlar bileüer istasyon memurları
ve bir gün Egemen Berköz evine döner
Sabah midesi bozuk
öğlen fasulye kılçıklı
bir parti satranç oynamış
iki metin yazmış
Pavese’den birkaç sayfa okumuş
birkaç çıplak kadın resmi bakmış
pencerede birkaç dal ağaç
ve bir kaç ondört onbeşinci kat uzaklarda
rüzgârda perde uçuşmuş durmuş
sonra aklında kaktüsleri
sonra Ben Shahn’nm ve Amerika’nın insanları
sonra Töbder’in ve Türkiye’nin insanları
sonra çantasında bir ufak yeni
sonra elinde bir küçük kavun
sonra içinde kıpırdanan bir şeyler
Egemen Berköz evine döner
Tirenden inip istasyondan çıkıp
istavritlere kolyozlara bir göz atıp
tırmanır Mütesellim yokuşunu
tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini
düşünür ta beşinci kat onaltı numaranın kapısına kadar
düşünür basit bir kareli defter de yeterdi
basit bir kareli defter de.
Ağustos 1978 ( Yalnız ve Birlikte)
e» #«5
M elisa G ürpinar
(Doğ. 1941)
YAZ MEKTUPLARI XTV
taş taşı kırar dedi yaşlı adam
güneş güneşi soldurur
su suyu boğar sessizlik sessizliği
istese öldürür sevdiğini insan
sevgisiyle demek ki
güçsüz ve yoksul bir hayâl satıcısından
başka neyim ki ben
dolaşırım geceleri
altın faytonuyla dolunayın
gündüzleri bir incirin gölgesinde
uyuyakalınm sineklerle birlikte
dilimde sözcüklerin en incesi
ve duygulanıl en incinmişti yüreğimde
ne çok isterdim
benim gibi biriyle
bir kez olsun semâverden çay içmeyi
ve sonra zarfla kağıt gibi sarılıp birbirimize
uçup gitmeyi olmayan adreslere
( Yaz Mektupları)
YIRTILAN DUYGULAR
tümü de birbirine benziyor
sevdiklerimin
yıldızların yüzleri
ve bütün sayfalan
güneş takviminin
duyguların yırtılırken
çıkardığı sesler
hep aynı
inanır mısınız
bir kır gezintisine
kiminle olsa
gidebilirim
gibi geliyor bana
ve gidiyorum da
çünkü kalmıyor ki bir sorun
rüzgârla aranızda
bir şeytan uçurtması gibi
gözlerinizi yumup
parçalandıktan sonra
( Çocukluğum, ve Ölümüm)
GEZEGEN
bu gezegen
bana çok büyük geliyor bazan
bazanda bir bakır leğen kadar
eski ve ağır
sığamıyor düşlerim
köpürüp taşıyor dışarıya
bir göz odam
mezarım
başucumda kızımın diktiği
mor susamlar
yetiyor bana
kuş göğü neylesin diyorum
konacak dalı yoksa
ve bir gün her şey
düşecek olduktan sonra
( Çocukluğum, ve Ölümüm)
A bdullah N efes
(Dog. 1941)
BÎR YAZ DAHA
Temmuz 1993 /1997
Gidiyor bir yaz daha
Fotoğraflar, gölgesiyle çoğalan
Görkemli ceviz ağaçlan
Ve ölen arkadaşlarla.
Bir yaz daha sarartıyor
Gönlümün ekinlerini.
Geçip gidiyor
Daraltarak
Geçmişle geleceğin arasını.
Bir yaz daha götürüyor
Ömrümün en zor parçasını.
Ben hâlâ sıkılgan bir çocuk
Ben hâlâ acemisi aşkların.
Çağıltılı sulann
Okşuyorum sırtını.
Bir yaz daha yakıyor
Yakıyor dorukları
Ve ömrümün yoldaşlannı.
Gövdemleşen o sızı
Habire diriltiyor kendini.
Bu yaz da dağlanmı özlüyorum
Yüreğime dağılacak dağlanmı.
Kannca kümbetlerini, pürenleri
San çam rüzgârlannı
Geceyi yırtan alazlan
Karpuz çatlatan sulannı.
Bulutlara dağılmış bu özlem
Boşalan bir yağmur gibi toprağa
içimin sancısını dinlendirecek.
Bir şey vardı
O suyun bana
İlk baktığı yerde.
Akıcı, berrak ve arındıran.
Sanki geleceğim oradaydı.
Bir şey vardı
Elim ceviz kabuklarıyla kararmış
Sesim kendi sesimken.
Kuşların diliyle söyleşerek
O yazlardan
Bugüne kalan.
Bir şey vardı
Beni benzersiz yapan.
Hani bir gün,
Köstebek yuvalarını
Gürgenlerin uç yeşillerini
Doğranmış bir ağacın dibindeki filizi
Sezdiğim gün.
Bütün yazlarda geçiyor o gün.
Bunlar, hepsi beraber belki de
Geçen her yazda vardı.
Durmadan yanan her yazda.
Bizi biraz da genizde bırakan
Biçilmiş ot kokusu gibi.
Dumanı hâlâ kor
Her yazda.
(Nedir ki Ömür)
H üseyin A tabaş
(Doğ. 1942)
BİR YILBAŞI KARTI
Altındağ’ın göz göz ışıklarıyla
bir kış gecesidir şimdi Ankara’da;
şimdi yaşmak yaşmak kar yağıyor dışarda.
Kalemi, kâğıdı çıkarıyorum önce
şairliği bir yana bırakarak
bir pencere resmi çiziyorum
Kavaklıdere'nin oralarda.
Buğulu camlar ardında
bir genç kadının dudaklarını çiziyorum
viski bardağında.
Sonra bir yol uzatıyorum Silvan’dan
Silvan’dan altındağ’a kadar;
bir ev yapıyorum
ulu tann’nın âdem’i yarattığı balçıktan;
içinde üç kız iki oğlanla
yüreğine taş basılı bir ana, otuz yaşında.
Çatısı konserve kutularından
yaptığım evin;
erin babası gece vardiyasında.
“Böyyük” geleceğini kurmak için ülkemin
döndürüyor çarkları,
yürüyor bantlarla.
Buğulu camlar ardındaki kadının
dizlerinde uyuyor patronları;
kadının başı dönüyor hafiften
ve dönüyor dişliler fabrikalarda.
Odanın içinde uçuşan, uçuşan yıldızlarla
tablo tamamlanmıştır dostlarım!
Çizgileri katlayıp şimdi ikiye
gelecek günlerimizi kutlamak için
gönderiyorum size.
( Yanarca)
FİLİSTİN
Dünyayı tanımaya merak sardı
okumayı yenileyin söken kızım.
Elinde bir harita:
- Filistin nerede baba?
diye soruyor bana.
Filistin’e haritasında yer vermiyor ki
adaleti mülkün temeline gömen dünya
ve sözcüklerin gücü
inemiyor acıların derinliğine!..
- Sorunu nasıl yanıtlasam
yavrum, bilmem ki!..
Yeri yoksa da haritalarda
yurt sevgisinin yükseldiği her renk,
her üzüm salkımının sarardığı yerdir
Filistin...
Sevgilerin yetim yurdu,
sürgünde seher yıldızı
bir inançtır Filistin;
demek yeter mi çocuklara?
Yetmezken aralanan bir kapı
çıkıp dolaşmak için sokaklara.
-Sorunu nasıl yanıtlasam
yavrum, bilmem ki!..
(Bitmeyen)
A tao l B ehram oğlu
(Doğ. 1942)
YENİDEN, HÜZÜNLE...
İşte yine can sıkıntısı
bana bir şiir yazdıracak.
Tırnaklarım uzamış,
İçimde yaralı bir aşk.
İçimde yaralı bir aşk
ve birkaç piyes ölüsü,
birkaç gözyaşı kınnusı,
intihar gelgiti birkaç.
Sırtüstü uzandım dünyaya,
odamın ampulüne bakıyordum,
ampulün bağlı olduğu borunun
tavanda kıvrılışına.
Tavanda kıvrılışına
birkaç damla gözyaşının,
birkaç damla tentürdiyot,
kalbim ağrıyordu, bir yazgünü düştüm sokaklara,
karanlık sokaklara düştüm,
bir yaz gecesiydi galiba,
ürpererek indikçe bayırlardan,
kimsesiz ve loş alanlara,
çaresiz, bomboş bir cesettim,
bir yangın kulesi gibi uğuldayan.
Kirli, bayat, karanlıkbir suyla dolu bir kova
olarak kalmıştım dünyada.
Herkes kim bilir nerdedirşimdi? sevgilim... Kim bilirnerdesin?
Kalbim -ki bir gün dururvar mıydı acaba?
Ölümü ve tuzlu
fıstıkları unutmadım,
bayat tuzlu fıstıkları.
Sarhoşlar kusardı bir de
ben rarken orda. Dünya’da.
1965 yılında.
Bir savaş ve hüzün korkusuyla
kahvelere dolardı insanlar
Sevgilim! Sevgilim!
“Kanayan yerim benim”
çürük yumurta, bayat pastırma
ve
bamya yenilen bir lokantada
mareşal fevzi çakmak, koca yusuf
dünya güzeli fatma
dostumdular.
Ben o şehirde yalnızdım
bunu kimseler bilmez
gidip gidip rıhtıma
dururdum.
Kör bir dilenci vardı, o dadostumdu, benievlendirmek isterdi kızıyla.
Ben içimde bir acıyla
boyna bir resim yapardım.
Sarı kurdeleli kızlarahikâyeler anlatırdım hatta
uzak dünyalar ve
albert aynştayn hakkında.
Onlar
uzun uzun susarlardı.
Güzelim kızlar, Hürriyetgaztesi okurlardı
Ses ve Hafta.
Her şey o kadar birbirinin
aynıydı, hayatakıp gidiyordu sıkıntıyla.
Domino taşlarına ve
bir nehrin akışına benzeyen
cesur ve genç hayat. Akıp giden.
Kitapçı vitrinlerini
ve
alanları hızla eskitenlıayat, bazenbeni heyecanlandırırdı.
Yağmurlu, ıhlamur ağaçlı bir yolda
kocaman, eflâtun, bir güneş
tıkanırdı gırtlağıma
onu kamıma sokardım.
Güneşi, göğsüme ve kamıma.
Akşambeni bulurdu bir koyda.
Kırlara doğru
koşardım bir bağırtıyla.
Az önce ıslanmış kırlara,
serin ve bereketli,
her zaman bağışlayan,
o taze, ve hüzünanası kırlara...
Sevgilim! Sevgilim!
Geceyürüyor,
Dünyayürüyor ordularla.
Kitaplarla ve matbaacıçıraklanyla. İçimdebir dağ çeşmesi akıyor...
Sabahı oldu oluyor anmdaeski, külüstür, kömüryüklü san bir kamyonla
yanında durmuştuk, ormanbattaniyeliydi hâlâ.
Bir hastane odasındasabaha karşı, yaralıbir onbaşı gibi uyuyordu.
Sabahakarşı bir hastane odasmdaakhma çanlar geUyor.
Bir adamkesik çocuk başlan satıyor.
Yeniden
hüzünle başlıyorum birromana...
(Bir Gün Mutlaka) 1965
BİR GÜN MUTLAKA
Bugün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür güm
bür bir telâş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz
kafalılar! Ey sadrazam!
Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda, sandviç yi
yoruz, dünyadan konuşuyoruz
Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl bitebi
lir bir bombayla, nasıl kazanabilir o kirli adamlar
Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü temiz bir
gömlek giyiyorum
Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu hân-ı yağma
Ama yorgunum, şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli bir
pardesü
Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir ki
tapları
Dünyanın öbür ucundaki dostlan düşünüyorum öbür ucundaki
ırmakları
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda
Köprülerden geçiyorum, karanlık yağmurlu bir gün, yürüyo
rum istasyona
Bu evler hüzünlendiriyor beni, bu derme çatma dünya
İnsanlar, motor sesleri, sis, akıp giden su
Ne yapsam... ne yapsam... her yerde bir hüzün tortusu
Alnımı soğuk bir demire dayıyorum, o eski günler geliyor ak
lıma
Ben de çocuktum, sevgilerim olacaktı elbette
Sinema dönüşlerini düşünüyorum, annemi her şey nasıl ölebi
lir, nasıl unutulur insan
Ey gök! senin altında sessizce yatardım, ey pırıl pırıl tar
lalar
Ne yapsam... ne yapsam.. Dekart okuyorum sonradan...
Sakallarım uzuyor, ben bu kızı seviyorum, ufak bir yürüyüş
Çankaya’ya
Bir pazar, güneşli bir pazar, nasıl coşuyor yüreğim, nasıl karı
şıyorum insanlara
Bir çocuk bakıyor pencereden, hülyalı kocaman gözlü nefis bir
çocuk
Lermontov’un çocukluk fotoğraflarına benzeyen kardeşi bakı
yor sonra
Ben şiir yazıyorum daktiloda, gazeteleri merak
ediyorum, kuş sesleri geliyor kulağıma
Ben mütevazi bir şairim, sevgilim, her şey coşkulandırıyor
beni
Sanki ağlayacak ne var bakarken bir halk adamına
Bakıyorum adamın kulaklarına, boynuna, gözlerine,
kaşlarına, yüzünün oynamasına
Ey halk diyorum, ey çocuk, derken bende bir ağlama
Ilençliyorum bütün bireyci şairleri, hale gidiyorum
portakal almaya
Ilençliyorum o laf kalabalıklarını, kurumuş yürekleri,
bireyin kurtuluşunu filan
Ilençliyorum o kitap kurtlarını, bağışlıyorum sonradan
Uzun kış gecelerinden sonra kimbilir nasıl olur her şey
Uzun kış gecelerinden sonra, masallarda anlatılan
Durup durup bunları düşünüyorum, bir sevinci bir
hüzün izliyor arkadan
Yüreğim ipesapa gelmez bir bahar göğü, Türkçe bir
yürek kısaca
Beklemek usandırıyor, telaşlı telaşlı bir şeyler anlatıyorum
sağda solda
Bir otobüse biniyorum, inceliyorum bir böceği tutarak
kanatlarından merakla
Yürürdüm eskiden baharda, o yıkıntıların ve çayırların
olduğu alanlara
Aklıma şiiri gelirdi o yaşlı Amerikalının, sonbaharı
anlatan şiiri
»
Çayırlar vardı o şiirde, bahan anımsatan ne de olsa
Böylece yeniden hazırlanıyorum bir coşkuya, yeniden
sokaklara fırlamaya
Kendimi atmak bir uçurumdan balıklama
Büyük ve mavi bir şey izlenimi rar bende, gördüğüm
filmlerden mi ne
Bir şapka, telaşlı bir gök, sıcak yapay bir dünya
Anlat anlat bitmiyor, bitmiyor bendeki daüssıla
Bütün sevgilerimi harcayabilirim bir çırpıda, yağmurlu o yollar
geliyor aklıma
Benzin kokulan, ıslak direkler, babamın esmer bir somun gibi
tombul ve sıcak elleri
Uyurdum. Bir de bakmışsın yeni bir filim sinemada, şehirde
yeni bir kız, kahvede yeni bir garson
O üzgün ve sabahlıklı dururdu balkonda..
Şimdi ne var hüzünlenecek bunda, nedir bu çatlatan yüreğimi
bu telaş
Sanki yarın ölecek gibiyim, birazdan polisler gelecek ya da
Gelip alacaklar kitaplanmı, daktilomu, bu şiiri, sevgilimin fo
toğrafım duvarda
Soracaklar babanın adı ne, nerde doğdun, teşrif eder misiniz
karakola
Dünyanın öbür ucundaki dostlan düşünüyorum, öbür ucundaki
ırmaklan
Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor Vietnam’da
Ağlayarak bir yürek resmi çiziyorum havaya
Uyanıyorum ağlayarak, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey ithalatçılar, ihracatçılar, ey şey
hülislâm!
Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! bunu
söyleyeceğiz bin defa!
Sonra bin defe daha, sonra bin defa daha, çoğaltacağız marşlar
la
Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda
Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla
Yürüyeceğiz çoğala çoğala...
(Bir Gün Mutlaka,) 1965
BU AŞK BURADA BİTER
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Bir hâtıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir
Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
1965 (Bir Gün Mutlaka)
YIKILMA SAKIN
Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Kapatıldığın dört duvar arasında
Sağlıklı, genç bir adam olarak
Neler gelmez ki insanın aklına
Sevinçli, özgür günlere dair
Kalmışur yüzlerce yıl uzakta
Onunla ilk kez öpüştüğün şehir
Acı zehir zemberek bir hüzün
Kalbinden gırtlağına doğru yükselir
Görüyorsun işte küçük adamları
Köhnemiş silahlarıyla saldıran sana
Kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına
Kimisi düpedüz halk düşmanı
Diren öyleyse, diren, yılma
Yürüt daha bir inatla kavganı
Babeufü hatırla, Nâzım Hikmet’i
Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda
Hatırla Danko’nun tutuşan kalbini
Karanlıkları yırtmak arzusuyla
Ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa
Düşün acılar içinde dövüşen kardeşleri
Elbette vardır bir diyeceği, bir haberi
Bir kaçağa çay sunan kürt kadınlarının
Dağlar dilsizdir, yalçındır
Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da
Ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mı konuşmaya
Susmazlar bir daha, söz artık onlanndır
Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Ama bir devrimciyi haklı kılan
Biraz da acılardır unutma
Yıkılma sakın geçerken günler
Yaralayarak gençliğini
Onurlu, güzel geleceklerin
Biziz habercileri düşün ki
Ve halkın bağrında bir inci gibi
Büyüyüp gelişmektedir zafer
BEYAZ, İPEK GİBİ YAĞDI KAR
Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde
Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri
Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak
Şarkılar çaldı odalarda
Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Bir kız kardan hafif yüreğiyle
Geçip gitti güvercinleri anımsatarak.
Uzaktaki şehir
Uykuya dalmıştır şimdi.
Düşündüm bir bir
Kardeşlerimin ne yaptıklarını
Nihat
Uyumuyor olmalı.
-Nefis bir şarkı
Söylüyor yandaki odada bir kız
Bir Rus
Halk şarkısı
Ve şimdi koroyla
BaşladılarNihat düşünüyordur
Karanlıkta.
-Sanırım
Bir saatten sonra
Hapishanede
Dışardan söndürüyorlar ışıklanBeyaz, ipek gibi yağdı kar
Bir kız kelebek adımlarıyla
Geçip gitti karın üzerinden.
İnsanlar kendi şarkılarını
Kendi hayallerini taşıyorlar.
Çağdaş şarkılar
Gerekli onlara
Hem hayatlarının
Derinliklerinden söz eden
Gerçekleştirilmiş
Gerçekleştirilmemiş duygularından,
Hem
Kavgayı ateşleyen
Somut
Anlaşılır
Akıllı şarkılar.
Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Acılarla dolu bu dünyaya,
İnsafsızlık
Vahşet
Hâlâ güçlü
Ve hâlâ iktidarda.
İnsanlar
Ölüyorlar.
Gepgenç
Sımsıcak
Ölüyorlar
Sanki
Ölmüyorlarmış gibi
Bir yandan sürüp gidiyorHayat;
Bir yanda tel örgüler
Parmaklıklar.
Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Yağdı kirpiklerine bir kızın
Yağdı mavi bir nehre
Saçlarıma yağdı
Otobüslere
Ağaçlara
Evlere.
İçimden
Okşadım onu.
Okşadım içimden
Kelebek adımlarım
Yanımdan geçen kızın.
Herhangi bir kız
Hayalleri olan.
İstedim ki
Daha güzel
Olsun şu dünya.
İstedim ki
Bevaz
»
İpek gibi yağan karın altında
Bitsin arak
Bu sürüp giden alçaklıklar.
Bir bebek
Ölüm tehdidi altında yasamasın
Beşiğinde.
Ve paramparça olmasın
Sımsıcak
Capcanlı
Yaşayıp giderken insanlar.
Bırakın, beyaz
İpek gibi yağan karın altında
Hayallerimiz olsun.
Yaşayalım
Özgür
Güzel
Düşünceü.
Anlatalım
Düşündüklerimizi birbirimize.
Sevinç, egemen olsun her yerde
insanca
Bir kaygı.
Beyaz, ipek gibi yağdı kar.
Yağsın.
Dünya daha güzel olacak
İnanıyorum buna
Bir insan kalbinin güzelliğine
Çocukluğuna
Sonsuz cesaretine, olanaklılığına
İnandığım kadar.
( Yolculuk, Özlem, Cesaret ve Kavga Şiirleri, 1973)
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasma.
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla
yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutlulu
ğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi, olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmah damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün
evrene karışırcasma
Çünkü ömür dediğimiz şey hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
(Kuşatmada, 1977}
UNUTTUM, NASILDI ANNEMİN YÜZÜ
Unuttum, nasıldı annemin yüzü
Unuttum, sesi nasıldı annemin
Gece bir örtü olsun anılardan
Kara yüreğime örtüneyim.
Unuttum, nasıldı annemin gülüşü
Unuttum, nasıldı ağlarken annem.
Yaşam sallasın kollarında beni
Küçücük oğluyum onun ben.
Unuttum, elleri nasıldı annemin
Unuttum, gözleri nasıldı bakarken.
Kuru ot kokusu getirsin rüzgâr
Yağmur usulcacık yağarken.
(Şiirler 1959-1982)
TÜRKİYE, ÜZGÜN YURDUM, GÜZEL YURDUM
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Boynu bükük ay çiçeği
Şiirin ve aşkın geleceği
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Dağ rüzgârı, portakal balı
Alçak gönüllü, hünerli, sevdalı
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yazgısı kara yazılmış gelin
Kurumuş sütü memelerinin
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Harlı bir ateş gibi derinde yanan
Haramilerin elinde bunalan
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Güngörmüş, bilge toprağım
Yunus, Pir Sultan ve Nâzım
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Bozlak, ağıt, halay ve zeybek
Dumanı üstünde ekmek
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yüzü kırış kırış anam
Ağlayan narım, gülen ayvam
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Asmaların üstünde gün ışığı
En güzel geleceğin yakışığı
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
■Bitecek sanıldığı yerde başlayan
(Türkiye, Üzgün Yurdum., Güzel Yurdum)
HAPİSHANEDE BİR SABAH TÜRKÜSÜ
Maltepe askeri cezaevinin avlusunda
Sisler içindeki Büyükada’nın karşısında
Oturmuş yazarım bu şiiri
Eylül başlarında bir cumartesi sabahı
Lodos titretiyor ağaçlan
Yağmur geceden yıkamış çiçekleri
Gökyüzü mavi, bulutlar beyaz
Ardından baharın geçti koca bir yaz
Hapisteyiz hâlâ ve güzün ilk serinlikleri
Avlunun dört yanı dikenli teller
Tellerin gerisinde nöbetçiler bekler
Kapanır uykusuzluktan gözleri
On gündür çocuk sesi duymadım
Özledim “baba” deyişini kızımın
Özledim beni görünceki sevincini...
Hayatım benim, kırk yıllık hayatım
Seni başarabildiğimce dürüst yasadım
İçim burada da pırıl pırıl şimdi
Geçer, güzelim, bu günler de geçer
Sökülüp atılır dikenli teller
Koparır halk bir gün zincirlerini
(Maltepe Askeri Cezaevi, Eylül 1982)
BEBEKLERİN ULUSU YOK
İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu
Bebeklerin ulusu yok
Başlarım tutuşları aynı
Bakarken gözlerinde aynı merak
Ağlarken aynı seslerinin tonu
Bebekler çiçeği insanlığımızın
Güllerin en hası, en goncası
Sarışın bir ışık parçası kimi
Kimi kapkara üzüm tanesi
Babalar çıkarmayın onları akıldan
Analar koruyun bebeklerinizi
Susturun susturun söyletmeyin
Savaştan yıkımdan söz ederse biri
Bırakalım sevdayla büyüsünler
Serpilip gelişsinler fidan gibi
Senin benim hiç kimsenin değil
Bütün bir yeryüzünündür onlar
Bütün insanlığın gözbebeği
İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu
Bebeklerin ulusu yok
Bebekler, çiçeği insanlığımızın
Ve geleceğimizin biricik umudu...
(Bebeklerin Ulusu Yok)
AŞK İKİ KİŞİLİKTİR
Değişir yönü rüzgârın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştir
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
Avutamaz olur artık
Seni, bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçan kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkınr
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
»
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
(Aşk İki Kişiliktir, Temmuz 1994)
S üreyya B erfe
(Doğ.
1943)
RAHİBE
Güıı küçülmüş bir güneşle döner
Benim yeni sevgim de döner
Kısık sesli rahibeler gibi
Uçuk rengiyle dolaşır
İçime eski perdeler iner
O zaman bavulumu alır giderim
Bu şehirde geçen hayatımı doldururum içine
Terliklerimi tahta masamı bütün sevdiklerimi
Bir de o uzun yasımı koyarım
Hiçbirini incitmeden kararlı ellerimle
Sokaklarda koşanlara bakarım
Yağmura çocuklara ihtiyarlara
Bir ölüyü bir güvercine değişenlere
Sallantılı gözlerimle bakarım
Bavulumu alır giderim bir ara
Yüzün beni görmekten gerilmez
Günışığı görmeyen bir avlu değildir
Çünkü yüzündür seni gizleyen
İki üzgün gözle bezenmiş
Durmadan bir aşkı seyirir
Ama istersen kırlara çıkabiliriz seninle
Patika esirgemez kendini bizden genişler
Geçer çimenlerin dilindeki pelteklik
Tabiatın gür sesli yalvacı susar
Başlar pırnallarda bir dayanıksız panik
Sen basma bir yeldirme giyersin
Ben partal postallarımı
Polkalar çalan postallarımı
Çadamış yerebakan postalılarımı
Yağmurça gibi koşarsın sen
Özürsüz ince ayaklarında
Bulutlar yelelerini önümüze serer
Ağladığın yıllar geride kalır
Gizlenir yalgınlar yaftalan yırtılır
Karşımıza ne çıkarsa üleştiririm
Bir rahibe sesizliğiyle girenleri uykuma
Seninle girenleri sensiz girenleri
Beni örten alıkoyan hayatımı
Kanımı sıcak tutacak ölümümü
Ne çıkarsa unutmam üleştiririm
Çünkü sen görünmeyen bir yağmurça gibi koşarsın
Ben biraz sonra ölecek bir yatalak gibi
Yaşh nalbantlardan kalmış yüreğimle
Sesimin ucunda öbeklenmiş hüznümle
Çıkarır veririm sana acılarımı mirasımı
Çünkü şehrin gürültülü ağzını
Akşamla esneyen ağzını bilirim
Bulanık bir sabahı sayıklar o
Göğün titiz bir hareketle göğerttiği
Alıngan yavuklulann bulunduğu
Sıkıntı veren dar bir evdir
Bu dar eri çok iyi bilirim ■
Bildiğim için bavulumu alır giderim
Yüzünü alır giderim
Beni korkutan şimşeklerin aydınlattığı
Sesini bile alır giderim
( Ufkun Dışında)
BİR DOST BULAMADIM
GÜN AKŞAM OLDU
Yorgunluktan başım düşüyor
Gökte kanadı aynç aynç bir kırlangıç
Dere gibi geçiyor içerimden
Ekmek kurumuş
Zeytin çekmiş yağını
Yürüdüm yutkuna yutkuna
Toza belendi miğdem
Gözlerim soldu
Armuda vardım yüksek
Bostana vardım ellerin
Köy hayat gibi ırak
Dönendim durdum
Bir dost bulamadım
Gün akşam oldu
Taze yavrum kan kusuyor
Dışarda eli kırbaçlı bir rüzgâr
Hançer gibi geçiyor yüreğimden
Tezek tükenmiş
Oda çekmiş sıcağını
Düşündüm tütün sara sara
Ağuyla dağlandı ciğerim
Yüzümün rengi durdu
Avrada baktım ağlıyor
Komşuya vardım susuyor
Kasaba devlet gibi ırak
Yol kapalı
Kalktım oturdum
Bir dost bulamadım
Gün akşam oldu
Amerikan buğdayı bereketli olmuyor
Ötede bizim buğdaydan sapsan bir ırmak
Güneş gibi geçiyor düşlerimden
Öküzler zayıflamış
Toprak çekmiş elini
Eridim hilâl oldum
Sele karşı terim
Gücüm dondu
Tüccara vardım ürkek
Yakın köye vardım bakmıyor
Geçim bir kanlı tuzak
Sordum sordurdum
Bir dost bulamadım
Gün akşam oldu
Şehre inince keyfim kaçıyor
Her yerde yüzüme çarpan bir tokat
Eski bir kin gibi geçiyor gözüm önünden
Kapılar kapanmış
Hükümet çekmiş ayağım
Bekledim köle oldum
Yere yapıştı dizlerim
umuduma set kondu
Valiye vardım ödlek
Başkana vardım gülüyor
Belki çıkar diye evrak
Sustum oturdum
Bir dost bulamadım
Gün akşam oldu
( Gün Ola)
MANAV
Güneşin sütünü emmiş karpuzlar
Yere vurdun mu
Soğuk bir su başındasm
Gözünü alamadığın bir gelincik ormanda
Kesersen
Yumuşak karlara basıyorsun
Dilim dilim izlediğin bir Ay bauşında
Enginar mı
Nasıl toplandı bilmezsin
Hançer gibi değdi ellerine
Yorgun yürekli ninelerin
Bu yüzden pahalı satılır
Enderi sebzelerin
Yapraklarından kayıyor su damlaları
Köklerini kesip atma
Tabiat gücü ile besledi onları
Yeni getirdim ıslak bir tarladan
Toprağın demiri ıspanakları
Fasulya da var
Körpe kuzu ayşeler
Bahçelerin küpesi
Çıt diye kırılır
Rüzgârın eğlencesi
Muzların düşü deniz köpüğü
Nar çiçeği elmalar
Portakallar güneş yavrusu
Hep duyduğum bir türküdür
Dükkânın kokusu
(Gün Ola)
DOSTLUKLARDA
Aksi bir rüzgâr çıktı
Sevgiyi budayan kuşku
Başım ağrıyor
O günlerin artığı birkaç anı
Soğukluğun gizlice başlaması
Şaşkınım
Sesime sevinç yakışmıyor
Geçmişe gömdüğüm merhaba
Yorulup sızan hoşgörü
Başım ağrıyor
Çadırını toplayan coşkulu geceler
Bana içerleyen acılar
Şaşkınım
Sesime sevinç yakışmıyor
Fırtına gören denizler
Yağmur görmeyen topraklar
Başım ağrıyor
Çan’ı uğurlarken akan gözyaşım
Çağın avucunda boğulan dostluklar
Şaşkınım
Sesime sevinç yakışmıyor
(Hayat İle Şiir)
MERAK
Birbirlerini çok iyi tanıdıklarına
deli gibi sevdiklerine
yerinde kıskandıklarına inanan
anlamış, kaynaşmış, bağdaşmış
bütünleşmiş, tamamlaşmış
“tek bir ruh ve beden” olmuş sevgililer soruyor:
Ne yapmamız gerekir?
Balkondaki yalnız ve yorgun kumru:
Aynlıımn, aynlııuum, diyor.
Güneş, hava, su, toprak ve ekmek:
O sizin bileceğiniz iş, diyor.
Soruyor sevgililer, utangaç nişanlıya
sabahlayan finn işçisine
genelev arayan köylüye
Amerikalı küçük zenci kıza
Cevap: Biz bilmeyiz.
Zeytin toplayan kadın:
Ananıza babanıza danışın,
Zeytinyağı tüccarı:
Metres yaşayın, diyor.
“O nefis yemekler”i yapan baş aşçılar:
Acele etmeyin,
çok iyi servis yapan gorsanlar:
Güzel bir düğün yapın, diyor.
Gülümseyerek kitaplığa giden:
Vaktiniz var mı?
bye çekip discoya giden:
beraber çıkın, diyor.
Kuyunun dibindeki su:
Düşünün,
kenarındaki papatyalar:
Söz kesin, diyor.
“Gülelim eğlenelim kâm alalım dünyadan” ilkesine uyanlar:
Dilediğinizi yapın,
dünyayı bilmek, öğrenmek, değiştirmek gerektiğine
inananlar:
Aranızdaki nasıl bir sevgi diye soruyor.
Saçını başını gözünü kaşını havasını hayatını
konuşmasını bakışlarını tavırlarını
dünya ya da Türkiye çapındaki ünlülere göre ayarlayanlar:
Flört edin, diyor.
Edebiyat ve sanattaki, bilimlerdeki, politikadaki
gelişmeleri izleyenler, insanlığa ömrünü vermiş
kişileri iyi bilenler:
Aklınıza sorun, diyor.
Sözüm ona insancıl yanları olan
ama emperyalist tutkuları da olan
kibar, paralı yerli yabancı turistler:
Yolculuk yapın, diyor.
İnsanına göre insancıl yanları
ve toplumcu eğilimleri olan vatandaşlar
hiçbir cevap vermiyor.
Avrupalı olmaya özenen
eğlenmeyi eğlendirmeyi, gezdirmeyi tozdurmayı
en az bir yabancı dili iyi bilen
müşterilerin “cinsel gereksinim’ lerini de gideren
yozlaşmış, sömürge yetiştirmesi Asyahlar,
Afrikalılar, Ortadoğulular:
Birlikte eğlenin, diyor.
Önce ülkesinin insanı
sonra üretici, yaratıa birey olmaya çalışan
anadilini iyi bilenlerle sömürgeciliğe karşı olanlar:
Rendi sorunuzun cevabını kendiniz verin, diyor.
Son zamanlarda
“devrimci müzik” yapmak isteyerek
şairlerimize, halk şairlerimize sataşan
halk müziğimizin gül bahçesinde saksağan gibi dolaşan ve
maalesef kendilerini
kitleleri bilinçlendirme sevdasına kaptıran
şöhret basamaklarındaki Marksist iyi aile çocuklarıyla
“devrimci film”ler yapmak isteyerek
kendilerine halkın yanında, sıra başında yer ayırtan
yeni yeşillenen çam yapımcıları, yönetmenleri, oyuncuları:
Aslında devrimci iki insanın, cinsel sorun, sınıfsal
kadınlar için, özgür cinsel, bir yerde “Tolga’nm Yeri”nde
belirttiğim, aşk öyle, “Demircan’ın Yeri’nde tartışmıştık,
evlilik için, isterim, geçen akşam “Papirüs”te, solcu dünya
görüşü, erkek denilen, geçtiğimiz yıllardan birinde
“Bodrum’da
bu konu üzerine, diyorlar. Diyorlar ama...
Koleksiyoncular, antika düşkünleri
karı-kız esirleri
nadirattan sayılan yemek, içki
rafine ve gerçekten vinterize seks meraklıları:
Siz kardeşim önce yatakta anlaşın, diyor.
Ayı oynatan adamı, normal bir maaşı
güneşin batışını
Biafra’da fare satan çocuğun fotoğrafını
Demirel’in sözlerini
Türkiye’nin tarihi, turistik yerlerini,
yabancıların işlettiği tatil köylerini enteresan bulanlar:
Deneme evliliği yapın, diyor.
Erkekler için yakışıklılığı
kadınlar için hoşluğu ölçü sayanlar:
Önemli değil, diyor.
Sosyalizm, kapitalizm, emperyalizm
edebiyat, kültür, sanat, felsefe vb. konularda
gerekli ve yeterli bilgiler edinmeden
kulaktan, gözden, ağızdan, burundan dolma bilgileri
kursaklarında evirip çevirerek yazar ya da teorisyen kesilen
yazdıkları kendilerince bile zor anlaşılabilen
genç, orta yaşlı ve yaşlı kalemler:
Çağımızın ve Türkiye’nin gündemindeki, duygusal
eşeysel sorunlar sürecine sınıfsal açıdan bir yaklaşım
denemesinde bulunursak, bu bağlamdaki ekonomik,
üretimsel sorunsalın kaynaklandığı güncel önemi
genelde vurgulamak olanaklıdır.
Son çözümde.., diyor. Ama bu derin anlamlı cevabı
sevgililer anlamıyor
Sevgilerini, dünyadaki her şeyin üstünde tutan
birbirlerinden bir an bile aynlamayan sevgililer
aldıkları cevaplar üzerinde düşünmek
ve “hayatî karar”lanm vermek için bir köşeye çekiliyorlar.
J(Hayat İle Şiir)
ÖMÜR
Canın çektiğiyle başbaşa kalınan
kısa, uçucu
düş gibi bir an, bir yürek sızlaması
Gelip geçici
(Hayat İle Şiir)
HEPSİ O KADAR
Gidilir gelinir.
Belki sağsalim dönülür, hepsi o kadar.
Günler geceler çabuk geçer.
Çabuk geçmez şaşkın bir çocuğun hüznü.
Vapurlar, arabalar, karlar çabuk geçer.
Ayrılık da özlem de her şey...
Her şey çabuk geçer
Ve birden gün ağarır.
Hepsi o kadar.
Gidilir herhalde gelinir.
Bütün gün denize bakmak kadar.
Belki ayvalar çürür.
Bir şeyler kurur, atılır.
Nedir ki uzakta olmak
Ardahan’da boş duran bir ev
hiçbir zaman suyu olmayacak bir kuyu
unutulur, kalır. Hepsi o kadar.
O kadar anlayabilmek
O kadar acemi
O kadar toy
O kadar ilk
O kadar yeni
Ey uğursuz yolculuklar!
Ey yıldızsız Samanyolu!
Bir daha hiç olmayacaksınız.
Çünkü yarım ve yaralı kalan
bir akşam
yemin etmiyorum ama
en az günlerce, günlerce kanar.
Doğrudur elbet:
Gidilir, gelinse de gidildiği gibi değildir
hepsi o kadar.
(Şiir Çalışmaları)
A bdülkad Ir B ulut
(1943-1985)
ŞİİR
Aslında üveyiklerin duruşuna
ikindiler getirir şiir
Yalınca yerlerden
Divitin soluğu hiç kesilmez
Yalınca yerlerde
(Sen Tek Başına Değilsin)
BAĞRIŞ, ÇIĞRIŞ İÇİNDE
Ne zaman oturup seni düşünsem
Öyle sessiz ve kendi başıma
Birden bağrış çığrış içinde
Çamurda oynayan bir çocuğun
Hayatı çıkar karşıma
Ağlamak geçer içimden
Ucu denize çıkan yollarda
Ellerim cebimde ceketim ilikli
Ağlamak gelir içimden
Sulan sızan bir testi gibi
Bahçe kapısından baksam
Önüne yeşil soğan, laz lahanası
İlkyazlarda dikilmiş bir eve
Görebilir miyim acaba
Ağaçtan ağaca gerili iplerde
Bir delikanlı hırkası
Ekinlerin tatlı boğum zamanı
Bizim oralara doğru gitsem
Asi bir şiiri andıran Mersin’e
Ve doya doya seyretsem
Büyüdükçe bir göçebe kızının
Nasıl benzediğini annesine
(Anlar Yurdumdur)
HAYATIN KARŞISINDA
Dağ başlarında
Taş gibi olmak güzel şey
Öyle sessiz ve kendi halinde
Ama bundan daha önemlisi
Her gün biraz daha kayalaşmak
Halkınla birlikte, halk içinde
Kaya gibi olmakta yetmez
Bütün mesele hayatın karşısında
Sıkmak dişi, sağlam atmak ayağı
Kıyımlarda, kıranlarda bile
Açtırmamak dibindeki toprağı
(Anlar Yurdumdur)
KAŞIK ADASI
Burgaz’la Heybeli arasında
Bir ada suyun içinde pusmuş
Size göre bir toprak boyası
Bana göre sudan bir saksı
Ashnda ada değil de
Sanki tahtadan bir kaşık
Sıcak bir çorba sunmadığından
Sait Faik’in balıkçılarına
Yüzü hep denize yapışık
(Anlar Yurdumdur)
S ennur S ezer
(Doğ. 1943)
SOYUT
Bir kadının mavide salınır ayakları
ve çocuğu doyurmaz oluverir ağlamak
Açlık en bayat ekmek
sofralarınızdan ırak
Tarlalar başak başak borçlara saranr
uzar büyük şehirler fabrikalar kurtulmak
Fildişi kulelerimiz daha sarsılmadan
bu ne denli uyumak
(Gece Kondu)
ASKER ÇANTASI
Yorgun omuzlardan yere kayar bir çanta
Ve kabuk değiştirir bozkırda binbir böcek
Ekmek kadar eskidir ve ekmek kadar kutsal
Şimdi seni özlemek
Güneş yenilenirdi biz çılgın öpüştükçe
Yenilenirdi deniz yengeçler ve çakıllar
Kara çirkin düşlere yumardık gözlerimizi
Uyanırdı martılar
Hangi uzak stepte bir asker vurulurdu
Biz kışlalı düşlere uyanırdık usulca
Bozkır akşamlarında solacak bir gelincik
Acırdı soludukça
Yorgun omuzlardan yere düşer bir çanta
Sen uzak kışlalarda mudu umutlu coşkun
Ve ılık bir matra susuz dudaklarında
(Yasak)
DOĞURAN BİR KADINA DİRENÇ
Tırnaklanın etine geçir bağırma
Isır kanat dudaklannı parçala
Bırakma yaşamayı bırakma umudu
Daha çok yok sabaha
Yorulur gövdene inen sancılar
Acılar bıkar
Beklemeyi bil
Başkaldınr gövden başkaldınr
Susar
Önce öleceğim sanacaksın
Direnmen bitsin diye uğraşacak sancın
Gitgide sıklaşacak kamçılar
Sessiz ağlayacaksın
Unutacaksın başın nerde nerde ayakların
Bin kollu bir boşluk beyninde
Dünyadan uzaksın
Kim duyar sesini haykırsan
Gücünü tüketme
Dayan bir sınav bu
Gülümse
(Direnç)
İNSANLAR ÖLDÜRÜLÜRKEN
Hangimiz geçmedi aşkın köprüsünden
Sarmadı bir gövdeyi yaşama sevinciyle
Küskün doygunluklarla bekleyip sabahı
Yalnız geçecek gecelerini saymadı
Belki çirkin bir sözdür borç ve para şiirde
Alkol gibi gizlice söz edilir açlıktan
Hangimiz tanımadık sofrada yoksulluğu
Utanmadık konuklar geldikçe, evimizden.
Yıldık mı, yorulduk mu, döndük mü, önemli bu
Sığındık mı bilinen çaresiz yalanlara
Ölenler, öldürülenler kırdı mı direnmeyi
İşlemedi mi dipte kanayan eski yara?
Şimdi sorgular bizi kendi çocuklarımız
Yanıdar mı onları bizim yazdıklarımız
Söyle baba ne yaptın,
Anne ne yaptın söyle öldürülürken insanlar?
(Direnç)
ÇİNE BİR ŞARKI
Bir su dökülürdü
Ellerin dökülürdü omuzlanma
Sarar dürer uzağa alırdık uykuyu
Kuyu diplerinden bir kavga
Su yüzüne nasıl
Nasıl bildirirdi kendini
Kaygu
Bir su dökülürdü
Ellerin dökülürdü omuzlarıma
Sevgimiz ışır ışımaz
Bir martı kopardı geceden
Islak saçlanna, sinsi
Sevda adına ne kurulmuşsa
Eskirdi
Ezgi, ağır ve bulutsu
Sarardı başağnlarımla uzak
Masal başkenderinden
Çin’den bir şarkı düğümlenirdi:
- Ming eskici değildi ama
Yamardı her gün
Kürek kemiklerine ölümü
Sızlardı önünde
Kaderi küçük kızların
Nerde o, derdim, nerde o
Kral sofralarından
Soframa uzanan değnek
Sızlardı kürek kemikleri
Ming eskici değildi Çin
Hiç yaşamadığım çıplak ve yaban
Düğünlenirdi kaş çauşlannda:
- Bilmediği halde okumayı
isimleri tanırdı
Ölüsü olan
Şu biraz eğik yuvarlak Çing
Bu gururluca çizgi Çang
Ve kan damlar gibi parlak
Şehit listeleriGece böyle güzel
Kara ve yalın
Uzat sokakları
Tek bir çiçek abisin suya
Çünkü resmi yapılmaz yalnızlığın
(Direnç)
MEKTUP
Nicedir yazamadım
Hanginize yazmaya başlasam
Ötekine yazdıklarım karışıyor
Ya da düşündüğüm onca sözcük
Yazılınca sanki pıhülaşıyor
Neyi özlediniz en çok
Gece göğe bakmayı ben de özlüyorum
Sokak lambalarından
Gök görünmüyor
Oysa yüzüne çarpar yıldızlar
Bozkırda göğe bakanın
Gün yanm bir mevsim İstanbulda
Büyümesi durmuşçasına çocukların
Başı döner kalabalığa girince
Nicedir uzakta olanların
Dün alıçlar gördüm de bir okulun önünde
İpe dizili dağ yemişlerini
Gençliğimizi anımsadım
Sokakta sesinizi duyar gibi oluyorum
Sanki biriniz hemen kapımı çalacak
Sofraya bir tabak daha koyuyorum
( Yazko Edebiyat, Ocak 1983)
ER KİŞİ NİYETİNE
Oktay Araym'ya
Bu avluyu dolduran herkesin
Yalındır özgeçmişi
Doğdu tanıdı yoklukları
Güzel bir dünya istedi
İdlip kakıldı
Direndi
Daha güzel bir dünya için
Bir söz, bir renk, bir öykü yontmak
Bir şarkı söylemek
Bu avluyu dolduran herkesin
Görevi
Yazdıkların güzel günlerle yeşerdikçe
Özleyeceğiz seni
O yüzden kalabalık
Çarpıyor üzüntüyle
Bir yürek gibi
Çocukların için
Bu kınk şarkı
Dört tahtadan bir kutuya sığan
Kostak delikanlı
(Bu Resimde Kimler Var)
NOTLAR
III
Ferhad’ı bırakı
külüngü düşün, balyozu, murçu
Ve taşın ağrısını
demir değdiğinde
dağa
Demirin sancısını da
anımsa.
Ya Ferhad’ın yüreği
Issızlıkta
bir deniz gibi
gümbürdedikçe
düşünüp dalgaların yanyanalığını
Nasıl sızlar
yalnızlıkla.
(Kirlenmiş Kağıtlar)
R ef İk D urbaş
(Dog. 1944)
ACIYLA
Aşkı ve zatürreyi göğsüme nakşeden
şiirimi et ve kemikten yoğuran usta
Bir kış günü. Kendini umuda böleni
şarabı elmaya böleni
aşkı sevdaya böleni
yalnızlığı sese
sesi sessizliğe böleni müjdele
Kalbim acıyla damgalansın
Bir kış günü. Onsekiz yaşında
evleri yıkılanı, aydınlığı kuruyanı
Ondokuz yaşında. Çocukların yağdığını
güvercin yağmadığını, kar yağmadığını
Yirmi yaşında. Yoksulluğu değerlendirilmeyen
yaşlı kızlara sevda ve aşk yağmadığını
Yirmibir yaşında. Halk bahçelerine
hiç gül yağmadığını, umut yağmadığını
Yirmiüç yaşında. Alanlar türkülerle inlerken
dağlanma karanlık ve özgürlük yağdığını anlat
ki elmadan evler oyayım
kırayım zincirleri umuüa, sevdayla, aşkla
Kalbim acıyla damgalansın
Su erken uyanır
önce sigara karşılar beni
sonra ev kirası
dertli zeytin
küflü ekmek
kör yalnızlık.
V e bir kelebek ırmağı
der ki şarap delidir
tütün kıskanç
esrar haindir
rakı yurtsever
eroin kurnaz
votka çalışkandır bir su kenarında
ispirto kuvvetli
nargile çarpıcı
bira hırsızdır
Umut, bulunmaz hanemizde
Kalemi hüzünle yontulmuş
defteri kısa pantolonlu
bir kış günü
gecenin ve gündüzün bedelini ödeyen
ayrılığın bedelini ödeyen
yoksulluğun bedelini ödeyen
akan kanın, işsizliğin Ğıizini
kelepçe ve alınterinin bedelini ödemeyen
ekmeğin ve bağımsızlığın bedelini ödemeyen
toprağın bedelini ödemeyen
şürimi bulutlar ve kederden damıtan usta
Yurdum uçarken senin şanlı ufkunda
bir kuş tufanına
bir sevinç albümüne müjdele beni
Kalbim acıyla damgalansın
Şehvetle acıkan orospular
namusla doyan pezevenkler
geceye yağan şiir heykelleri
kiralık ovalar
antika dağlar
günah ve sevap şemsiyeleri
saat canbazlan
kar fidanları
toprak ağaları
acıyla damgalansın
Karınlan kan dolu anne ve babalar
elma tabutlan
gül kemikli kardeşler
kirazlan olduran yanaklar
dişleri deneyen ayvalar
dudak izleri
hançer dokuyan kirpikler
şehir eskileri
ekmek faizcileri, tefeciler
acıyla damgalansın
Güvercin kadehleri
sigara karakolları
harf demederi
asker fotoğrafları
Rüzgâr
acıyla damgalansın
Genç kızlar
memelerinden akan kanla sürsünler toprağımı
ilk söz kadınlan yağmalasın
ilk kelime bir kış günü düşsün avuçlanma
Dağ erken uyanır
önce sessizlik karşılar beni
sonra ışık kervansaraylan
saçları çözülmüş duvarlar
günü geçmiş gömlekler
gelinliği kurumuş ayna
Ve uzun boylu masa
der ki meşe cesurdur
gürgen karanlık
çam münvezidir bir dağ koynunda
kavak cimri
çınar korkak
selvi öfkelidir
akasya şaşkın
söğüt kederli
gül murattır
Umut, bulunmaz hanemizde
Rimel ve sevda
ruj ve aynhk
rastık ve özlem
gece - gündüz kafileleri
sararmış kalçalan şafağın
üçüncü sınıf mezarlar
perçemli evler
çiçek deltaları
orman ağaları
acıyla damgalansın
Sevda değil
yazı denklemleri
kirli gömlekler
umutsuzluktur bu
Aydınlık değil
namussuz sigara
nemli odalar
yalnızlıktır bu
Kan değil
ödenmeyen borçlar
kız memeleri
yoksulluktur bu
Bir kış günü. Yirmüki yaşında
çimenlere yağandır kalbim
bu çiçeği açandır
dallara konandır
kuşlan uçandır
ırmakları taşlayan
denizleri gözleyen
acıyı avlayandır
Odur saçlannı okşayan ölümün
bu esen rüzgâr
yıkılan gecekondu
dağlanmdan damlayan karanlık
yalulan orman
bankalarda biriken alınteri.
Ve odur elbette şiirlere yağan bu beyazlık
Gökyüzü erken uyanır
önce aydınlık karşılar beni
sonra sır vermez perdeler
çileli balkon
sandalye artıklan
ufukla öpüşen pencere.
Ve bir kuş tufanı
der ki elma kasvettir
portakal dalkavuk
kavun akılsız
dut çirkindir
incir masum
üzüm tembeldir bir göl kıyısında
armut çılgın
karpuz hürmetli
hurma sessizdir
Umut, bulunmaz hanemizde
Ey aşkı ve zatürreyi göğsüme nakşeden
şiirimi et ve kemikten yoğuran usta
Sokakları acıyla dokuyanı
sevdası çeşmelerden akanı
mutluluğu geçmişte kalanı
aydınlığı zincire vurulanı
evlere gün ışığı serpeni müjdele artık
Kalbim acıyla damgalansın
Başımda ışıklı bir rüzgâr
göğsümde serin gökyüzü
Yırmidört yaşında. İntihar sürgünü
açayım sıkıntının yelkenini
Yırmibeş yaşında. Yeni bıyıklı
uzun erzurum kasketli ve cömert
güneyden kuzeye serseri
bir kış günü. Yırmialtı yaşında
uzun trenler, kalabalık yaylalarla geçeyim
kürt gelinlerinin bahçelerini...
[Kuş Tufanı)
DOKUMADA ÇALIŞAN KIZLAR
Dokumada çalışan kızların
günleri naylon iplik, ucuz keten
emeğin, ahnterinin ve aşkın
kanı damlar kirpiklerinden
Erimiş tırnaklarında al kına
tuzlu badem, eğlencelik
gençliği solmuş tül gelinlik
o çocuk yüzlü hanlarda
Çoğu hiç uyumuyor geceleri
çoğu yazlık sinemada, şarkılarda
güneş girmeyen bir romanda
bakışı aydınlık sevgili
Dokumada çalışan kızların
ben de karışsam aralarına
kuş olup konsam avuçlarına
dokusam onlarla kumaşını acının
Onlarki yüreklerinden başka
öderler rüşvetini herşeyin
acılarından, umutlarından başka
aşkın, ahnterinin ve emeğin
(Hücremde Ayışığı)
BEYAZ KEHRİBAR
Mercan yokuşunda ahşap han odası
taş parçalan, kömür tozu, iplikler, el tornası
benzi solmuş gençliğim
küf kokusu: geldiğim gün pencerenin pervazına astığım ayna
loş
karanlık resimler: ömrü tavan arasında geçmiş uykunun
resmi
acemi yürekte kül bağlayan gurbetin resmi
sıvalan dökülmüş özlemin resmi
ince uzun
gülmeyi unutmuş yüzüm
avuçlanma sığmayan bir hüzün
Sabah ezanıyla fırlıyorum yataktan
bir kadın akşamdan kalan çamaşırlan topluyor balkonda
çiy düşmüş kaşlannm arasına
>>
bir çocuk elinde gazeteler: köşeyi döner dönmez
aydınlanıyor kentin yüzü
sesi alıp gidiyor gecenin zifirini
cama vuran ışıkta saçlarını tarıyor bir güvercin
bir vapur düdüğü gölgesini düşürüyor gökyüzünden
bir bulut elini yüzünü yıkıyor evlerin
bir rüzgâr usulca söndürüyor ufkun kandilini
Usta gelmeden tozunu almalı tornanın, bıçakların, anıların
hiç iz kalmamalı dün geceki rüyadan
geldiğim günden beri öylece duruyor testide su
testinin suyunu değiştirmeli
geldiğim günden beri öylece duruyor duvarda Kraliçe
Süreyya
Âşık Veysel
Hazreti Ali: cenge durmuş Kan Kalesi önünde
usta gelmeden tozunu almalı resimlerin bir de gençliğimin
geldiğim günden beri duruyor anamın mektupları koynumda
bir acılı türkü
bin gurbet
usta gelmeden tozunu almalı kederin ve özlemin
bir de benzi solmuş gençliğimin
Çay hazır, ekmek sıcak, gün başladı mı usta
sokaklarda gürültü kıvılcımları
az zeytin, az ekmek, kürt böreği, çay hazır
çok insan, az uyku, örümcek bağlamış bir gün daha
az sevinç, az umut, ekmek sıcak
usta başım dönüyor gün başladı mı
kızlar geçiyor gözlerimin içinden: overlokçu, ütücü, ilikçi
ellerinde naylon torbalar, renkli gazeteler
düşleri yarım kalmış
soluk
usta başım dönüyor bakamıyorum kızlara
çay hazır
tozunu aldım acının, hüznün bir de rüzgârın
ekmek sıcak
siparişleri götüreyim mi
ibrişim kalmamış
gün başladı mı usta
dönüşte uğrarım bileyciye, daha yeni verdim bıçakları
Gün başladı, şimdengerû eyvah bana vah bana
Gün başladı, serçeler
birer birer kayboldu gül harmanında ufkun
- Bu iş akşama kalmaz biter usta
Gün başladı, ey rüzgâr
nereye götürüyorsun dizinde uyuduğum geceleri
- Bu iş akşama kalmaz biter usta
Gün başladı, havalandı güvercinler
yüzünde bulutlar yeşermiş bir genç kızın memeleri arasından
- Bu iş akşama kalmaz biter usta
Şimdengerû eyvah bana vah bana
Mercan yokuşunda ahşap han odası
taş yontuyorum teşbihe, yıllardır yüreğimde damıtarak öfkeyi
alnıma düşmüş perçemi özlemin
alnıma düşmüş bıçak sapı, gerdanlığı, muskası özlemin
kuşluk vakti semaverinde demlenen özlemin
gün batımında yer sofrasında bölüşülen özlemin
Yıllardır ne muska ne gerdanlık
bir avuç taş: kan, ter ve kehribardan
gerdanlık, ablamın çeyiz sandığında küflü bir resim
ve çeliğinde nakışlar yok artık Suvazh bıçakların
mapusa düşeli beri ağabeyim
Teşbih yontuyorum acının madeninden
her bir tanesi gözbebeğim kadar
ipliği ibrişimden
simsiyah
mavi damarlı, narin, deseni hüzne ayarlı
- Bu iş akşama kalmaz biter usta
Bir elim tornanın karanlık çarkında kör alev
bir elim bıçağın ucunda saçları ağarmış rüzgâr
ne muska ne gerdanlık
teşbih diziyorum sabah yelinde saman savurur gibi
orak biçer gibi güz harmanında
tere kesmiş bir yanım
kan
sızıyor ağzımın pınarından
gün ikindiye devrildi sevincim nerde usta
kederim nerde
sevdiğimin saçları gibi ibrişimler
diziyorum diziyorum bitmiyor
sabır diyor siyah gözleri
bir ilmek bir ilmek daha
ipten taşıyor dane
yürekten sevda taşıyor
hicrana kesmiş her yanım
gurbete kesmiş
alnımııı çatısından
trenler
geçiyor durmadan
sılam nerde usta
gurbetim nerde
Ay çıkmış davarları suvarmışım yıldızlar doluşmuş gözlerime
kanat çırparak süzülüyor başımın üstünden akşam rüzgârı
Avucumun içinde teşbih dan eleri, aklımda Horasan’dan
bindiğim tren
(Yine daldın diyor usta, gün devrildi kim yontacak bunca
taşı)
kuytu bir güz akşamı, kaç yıl önceydi
siperliği erimiş bir kasket, üçüncü mevki bir bavul: tahtadan
yeri yurdu belirsiz bir bilet
yeri yurdu belirsiz bir heyecan
ağır
dört gün dört gece
ağır ağır gidiyor tren, bacımın ağladığını görüyorum yaşmağı
nın altından
bir beyaz mendil anamın elinde
dört gün dört gece
Kuytu bir güz akşamı
ağabeyim de mi böyle bir trenle gitmişti İzmir’e usta
“Bilader, elbet Oltuluyuz. Taş işlemek baba sanatı. Taşı
teşbihe, bıçak sapına, yüzüğe gerdanlığa, küçük küçük
heykellere yontmak bizim işimiz. Erzurum’da Mustafa
Şeyhler Camidinin şerefesindeki yarım batıya dönük
güneş saatini dedem yapmış. Hani Ahmet Celal’le ilk kez
Erzurum’a gittiğimizde görüp de hayran kaldığın Fizo
Baba’nın evinin ön yüzünü kaplayan süsleme taşları da,
öyle derler. Bilirsin dayımın Taşmağazalar’daki dükkânını.
Yalnız teşbih üzerine çalışırdı. Acem Şahına, Yemen Kiralına
teşbih bu dükkândan giderdi. Hacılar Hanına inen kervanlar
ilkin dayımın dükkânına uğrardı. Atalarım ki taşın her
türlüsüne hükmetmiş ben neden hükmetmeyeyim deme.
Bilader bil ki artık taş yontmada iş yok. Bereketi tükendi.
Dayımın sonunu biliyorsun. Taşın da gâvuru çıktı.
Gömleğin naylonu gibi, çarığın lastiği gibi taşın da şimdi
camı var, mikası var, bekalit mi neyi var artık. Zifti
döküyorlar yüzüğün kaşına anla bakalım taş mıdır nedir.
Cemşid’in Ali Alamanya’da. Ben fırıncılık yapacağım gayn.
Bıkum usandım. Ya-kapağı atmalı Almanya’ya. Ya...”
Yine daldın diyor usta, gün devrildi kim yontacak bunca taşı
teşbihe
En iyisi fırıncılık, yak ateşi geç karşısına
nar gibi ekmekler
pirina
palamut
odun talaşı; genzime yapışmış gitmiyor kokusu
usandım soğuktan, zalim ayazdan
Sabah erkenden girersin hamura, her yanın un
su buz gibidir, hani bilmesen sanki Erzurum’dan bir punar
tekne desen deryalar kadar
yoğur
saçlarını örer gibi hamurun
yoğur
taşsın çağlayanları bereketin
yoğur
bir bayram sabahı elini öper gibi ananın
ölçülü koy tuzunu ama
Gün ışır birazdan, hamur hazırdır, radyo açılmıştır.
dudağının ucunda bir türkü
geçersin küreğin basına
akşamdan beri yanıyordur ocak
sanki İrem bağı, gir içine bağdaş kur otur
çevrende elvan elvan çiçek açmış ekmekler
koy binite topak topak hamuru
solla
hele ramazansa peynirli kıymalı pide
güveç, güllabi, baklava
peksimet
Yapışmış genzime gitmiyor kokusu
Öyle midir dersin usta?
Kuytu bir güz akşamı, kaç yıl önceydi
(Yine daldın diyor usta, gün devrildi kim yontacak bunca
tası)
avcumun içinde boynu bükük bir mendil
kumalı gözyaşından dokunmuş bir mendil
bar tutarken gelinlere savurduğum mendil
kar mı yağmur mu belli değil, ağır ağır uzaklaşıyor tren
basım askere bağlı
mapusta ağabeyim
anam
kar üstünde can vermiş bir serçe gibi
öyle sessiz ve kendinden habersiz
Tren hızlandıkça büyüyor elleri, yalnız elleri
yüzünden boşalan bir hüzün seli
yitiyor gözbebeklerimde
Bıçağa vuruyorum taşı
usul usul dönüyor tornanın kolam
bıçağın hası Suvazh ustaların çelik hamurundan, öyle mi usta
kolu çevirdikçe eriyor taşın yüzü
ve tükeniyor dermanım
bir avuç kömür tozu
silmek için kirini, pasını, karanlığım taşın
kömürün hası ZonguldaklI işçilerin alınterinden, öyle mi usta
sildikçe parlıyor taşın yüzü
ve tükeniyor dermanım
bir çanak su
arıtmak için taşı hüzünden kederden ışıl ışıl bir sevince
suyun hası bizim ordan, Kargapazan dağında bir kaynaktan,
öyle mi usta
yudukça can geliyor taşın yüzüne
ve tükeniyor dermanım
Bu iş akşama kalmaz biter usta
Kuytu bir güz akşamı, kaç yıl önceydi
(Yine daldın diyor usta, gün devrildi kim yontacak bunca
taşı)
dağların kaşları arasından geçiyor tren
ırmak tünellerinden
kus sürüleri içinden geçiyor, göllerin uykulu yüzünden
- Kapağı Almanya’ya atamadık bilader
bir yıl Ankaralarda sürttüm
on aydır da burada, İzmir’de bir fırındayım
hiç bir hakkımız yok
iş güvenliğimiz yok
sendikamız yok
kaydımız yok
iznimiz yok
fazla mesaimiz yok
adamlığımız yok
Şimdengerû eyvah bana vah bana
Rüzgârın atma binmiş gidiyor tren
koyunlar kuzulamış
köyler bomboş: davarlar, çocuklar, çadırlar yaylada
yağmur yağıyor kenderin çatısına
anam lavaş ekmeği sarmış mendilime
kete
taze lor, cücüğü gövermiş soğan
—On aydır çalışıyorum burada, İzmir’de bilader
sendika yoktu
örgütlendik, and verip el ele kavuşturduk
baş vurduk işverene
sözleşme
ardından tehdit
toplan ü, dayanışma
ardından yıldırma
hak dedik, alınterimiz, iş gücümüz geleceğimiz, onurumuz
ardından fitne fesat
direniş, topluca işi bırakma, yürüyüş
ardından cop, dayak, işkence
Işık buludan içinden geçiyor tren
sevinç mi tasa mı bilinmez
cama dayalı alnım
gün indi inecek
dilimin ucunda bir türkü: Leyla Nur’un sesinden
“Direksiyon elimizde
ne varsa dilimizde
sen darılma kara gözlüm
fesat yok kalbimizde
Küçük yaşta yollara
atmış bizi felek
sen hancısın biz yolcuyuz
sevda nemize gerek
Llayat yolu karanlıktır
gel yakalım farları
şoförleri efkâr basar
yollarda akşamlan”
Soluk almadan uçup gidiyor tren bir dağdan bir dağa
bir ovadan bir ovaya
bir buluttan bir buluta
biri saz çalıyor gözleri sılada
biri kasketini örtmüş yüzüne derin hülyalarda
Samsunlu hoca durmadan namaz kılıyor: hak saklasın
beladan
bir asker mektubunu okutuyor gar bekçisine
mektup
açmış kollarını savruluyor gecenin dehlizine
- Dün Konak meydanında başlayan yürüyüşümüzü
Basmane’ye gelmeden güvenlik kuvvetleri dağıttı. Büyük bir
çauşma çıktı. Bir yiğit kardaşımızı şehit verdik. Oysa hiç
görmemiştim kendisini. Şimdi içimde onu yıllardır
tanıyormuşum gibi bir his var. Sanki birlikte orak biçmişiz
bizim tarlada. Askerde el ele tutuşup devriye gezmişiz.
Birlikte içip birlikte nara atmışız sanki bacının düğününde.
Neyse ben dahil beş kişiyi gözaltına aldılar. Ispirli Cemal’le
halen Buca cezaevindeyim. Beni düşünme bilader.
Pişman değilim. Gözlerinden öperim. Ağabeyin.”
Şimdengerû ne eyvah bana ne vah bana
Kuytu bir güz akşamı iniyorum İstanbul’a. Hiç bu kadar ışık
görmemiştim
sanki yıldızlar boşalmış da gözlerimden
yeryüzünü kaplamış
Mercan yokuşunda ahşap han odası
ağızlık ve teşbih yontuyorum, ne muska ne gerdanhk
ağabeyim mapusa düşeli beri
teşbih değil de insan sureti
dişlerini bilemiş, kollarını sıvamış bir hamur teknesinin
başında
bir yürüyüşün en ön safında
yumruğunu sıkmış: bu zulüm gün gelir biter bilader
ne korkudan çıldırmış bir ceylana benziyor
ne çay kırağında susamış da tuzağa düşmüş bir tavşana
söğüt dalından düdüğünü öttüren bir serçe gibi
avucumun içinde
kanatlarıyla göğün zırhını yaran bir atmaca gibi
göğüs kafesimde
bir yiğit kartal gibi, dağlar kadar pençesi
canlanmış konuşuyor sanki
geçmişimi anlatıyor, geleceğimden söz ediyor
Bu iş akşama kalmaz biter usta
Ben çıkarıyorum çünkü taşı Kargapazan dağında bir kar har
manından
bir kaynak suyunun derin oluğundan
solgun benizli meşe ağaçlarının bağrından
güverin benekli kayaların sarnıcından
Oltu çayının rahminden çıkarıyorum, bir serçenin donmuş
sesinden
damarları kurumuş bir türkünün yoksul sesinden
gündüz bereketli haczedilmiş toprağın sesinden
gece yıldızlarla dertleşen kavakların sesinden
Bu iş akşama kalmaz biter usta
Eskiden heykel, muska, kupa, gerdanlık, bıçak saplan
yaparmış dedelerim
şimdiyse ne muska ne gerdanlık
teşbih yontuyorum sadece
zarif işlemeli
Oltu çayında çiçek açmış çakjl taşlan gibi pınl pınl
kar altında
düşe yatmış
buğda
taneleri gibi
sabah serinliğiyle öpüşen bir geyiğin gözleri gibi
menevişli
Bu iş akşama kalmaz biter usta
Düneyin mektup aldım ağabeyimden
İzmir mapusundan Sinop’a sürgünmüş
isyan mı çıkarmış ne, bir güz biİe geçmedi gideli
bir ağızlıkla bir teşbih göndereymişim
zarif işlemeli, halis Oltu taşından
Bugün postaladım ağızlıkla teşbihini
(Çırak Aranıyor)
KALSIN ADI DA SOYADI DA
Çevresi bin adım, durup durup duruyor öylece yalnızlığın ka
yağında
bin yıldır kale ağası, neferleri ve dmar ehliyle
sis içinde bir pazar sabahı İstanbul’un
bahkçı tekneleri, sırlan dökülmüş hüznü, ahşap güneşiyle
yenice tazeledim ateşini mangalın
balıklan temizledim: okunan mektuplar
rakılar buz muhabbette: okunmayan mektuplar
bitsin hele son macunu da sandalın
nicedir boynun büküklüğü Göksu deresi
gün olur görüşür müyüz bir daha?
Nicedir yalnızlığım, katran karanlığında ışıdığım
sis içinde bir pazar günü çığlığında İstanbul’un
nicedir hücrelerde zindanlarda
çiğliksiz kaldığım, umarsız bir başınalığım
Bir çmann gölgesine asm sesimi
onu yaptı desinler geçenler geceleri köprülerden
onu yapü bu aman dilemez acılar
onu yapü yalnız cumbalı evlerde konaklayan hüzün
saati dar sokaklarda durmuş gençliğim
Güzelce soydu ve dört parçaya ayırdı elmayı bir marü
biri muhabbetin közünden, biri bahçelerinden Niğde’nin
biri sisten, gurbetten aşınmış gökyüzünden
birinin saklı kalsın adı da soyadı da zulasmda
suya vuran gölgesinde demir tarayan gemilerin
Nice bin yıldır künyesi okunmaz evlerin
okunmaz kimliğimin
Elmalar soyan ve parçalara ayıran olmak isterdim
yüksek, sağlam kale kapısı avlusunda
bir pazar sabahı Anadoluhisarı’nın
martılarla, dal sesi su sesi, hüzünlerle
mangal ateşinde kavrulan
balıklar ve rakı kokusuyla: uzaklara daha uzaklara
Gitmek isterdim
Ama kaldım burada, nice bin yıldır öylece sis içinde
gölgesi suya düşmüş yitik geçmişimi düşünüyorum hâlâ
Geleceğimi bir de burada: Anadoluhisarı’nda, umarsız bir
başıma
(Adresi Uçurum)
e» #«5
Ö zkan M ert
(Doğ. 1944)
DİREN EY KALBİM
Diren Ey kalbim
Diren Hayasızlığa
Namussuzluğa
Diren Kötüye
Çirkine, yanlışa
Diren Yenilme.
Ne güzeldir yaşamak
Bir ırmak gibi coşkunca
Dağların üzerinde yürümek
Bulutlara değdirmek başımızı
Sıcacık ak bir somun
Koltuğumuzun altında
Kırlara çıkmak
Karışmak insanların arasına
Milyonların araşma.
Ben öylesine severim
Savaşmayı ve sevişmeyi
Anlatmayı insanlara
Durmadan, bıkmadan anlatmayı.
Çiçekler nasıl fışkırır dallarda
Balıklar nasıl yavrular
Bir çocuk ki nasıl açar
Gözlerini dünyaya
İşte ben öyle yaşamak isterim
Bir tren rayların üzerinden
Nasıl kayar gider
Öyle yaşamak isterim.
Cesurum Ey hayat
Cesurum Ey namussuzlar
Genç bir yürekle
Karşı çıkıyorum dünyaya
Eskimiş potinlerim benim
Güveniyorum sizlere
Büyük bir coşkuyla
Yürüyorum sokaklarda
Yumruklarım sıkılı
Türkü söylüyorum haykırarak
Haykırarak yaşıyorum.
Diren Ey kalbim
Diren Yenilme
Sen benim silahımsın
Aşkimsin.
Yollarda yaprak döküntüleri
Çocuk ölüleri
Ve göğsümüzde
Bir kefen olarak taşıdığımız
Bahar.
Kuşlar uçardı
Tarhana kokularının
Göğe yayıldığı
Küçücük evlerin üzerinden
insanlar ağlardı durmadan
Sokaklar kıpkırmızı olurdu
Kahır ve acıdan
Ve insanın
Etine sokulmuş
Bir bıçakür
Artık
Yaşamak
Yaşamak.
Diren Ey kalbim
Diren Yenilme
Sen benim silahımsın
Aşkimsin.
Güzel bir dünya için yavrum
Sıcacık ak bir somun için
Tertemiz sevdalarımız için
Direnmeliyiz!
Direnmeliyiz!
Cesurum Ey hayat
Cesurum Ey namussuzlar.
Dağ gibi bir sevda bitti
Birer çocuk mezarı artık
Toprak damlı küçücük evler
Ve bir dal kadar
İncecik bedenleri
Bombalanıyor genç insanların
Dünyanın her yerinde.
Benim tek sevdam özgürlük
Kaynar bir su gibisin içimde
Çiçeklenmiş taptaze bir fidansın
Yaşanmamış güzel günlerimsin.
Diren Ey kalbim
Diren Yenilme
Sen benim silahımsın
Aşkınısın.
(Kuracağız Herşeyi Yeniden)
HAYATIMIZDAN
Şubat 1969
Kış
Berrak
Güneşli hava.
Bir paket sigaram
Ve güzel düşlerim var
Dünyadan.
Duvar dibinde yanan
Bir kağıt parçası gibi
İçimde sevda.
Nergislerin ve sıcacık ekmeğin
Kokusu geliyor burnuma.
Param yokmuş
Açmışım
Yalnızmışım
Vız geliyor.
Nice nice dostlukları
Nice nice iyi, kötü günleri
Buıjuva şairlerini
Geçip gitmişiz.
Ey elimi
Elinin üstüne,
Kalbimi
Kalbinin üstüne
Koyduğum sevgilim.
İzmir 1961 yılıydı
Genç ve diri
Aptal ve çılgın
Bir sevgi vardı içimde
Sonsuz güzel bahar.
Ben şaşılacak kadar
Bahar delisiyimdir
Vurgunundur dünyaya
Bu yüzdendir içimdeki kin.
Nasıl unuturum
Anamın son nefesinde
Odanın ortasına
Kan gibi fırlattığı çığlığı.
Nasıl unuturum
O solgun, sapsan benizlerini
Yeni doğan çocukların
Hayır Arkadaş
Bir sinek gibi
Ölüp gidemez
insan
Yaşanacak güzel günler varken.
Söyleyecek sözlerimiz var
Bir kavgamız var
Dünyaya dair.
(Kar yağıyor, kar yağıyor
Kızak kayıyor çocuklar.
Benim de içi saman dolu
Bir atım vardı küçükken,
Şükran diye bir sevgilim.
O dünyalar güzeli
Bense bir elimde kılıcım
Asi
Atıp onu
Atımın terkisine tahtadan
Kaf dağının arkasındaki
Herkesin mutlu olduğu
Ülkeme götürürdüm
Günaydın günaydın diyerek
Sıhhatli bir çocuk yüzü gibi
Sokak aralarından
Fışkıran
Şafağa.)
Şimdi düşünüyorum da dostlar
Ne kaf dağı çocukluğumun
Ne sırça köşkü, ne de Şükran.
Bir şey var anlatmak istediğim: Hayat
insanlar mutluluğa aç
İnsanlar güzel günlere özlemli
Yırmibeş yıl var yaşıyorum
Oysa sorsalar bana
Dün doğdum derim daha
Ve zaten yaşamak
Hergün
Yeniden
Yeniden
Doğmak değil midir
Biraz da.
Bir taksi geçiyor yanımdan
Çamurlu sular sıçratarak üzerime
Bu bile ne güzel.
Bu gün işe gitmesem
Olmaz mı?
Acaba
Çıkıp sokaklara
Hiç tanımadığım insanlarla
Konuşsam
Marilyn Monroe’li bir film
Belki de
Akşama.
Şubat 1969
Kış
Berrak
Güneşli hava
Bir paket sigaram
Ve güzel düşlerim var
Dünyadan.
Çamurdan bur heykelmiş gibi dünyaya
Şekil verebilmek hayat.
Ve birden
Dönüp yüzümü
Dünyaya
Diyorum ki
Arkadaş:
Yaşarsa
Havaya sıkılı
Bir yumruk gibi
Yaşamalı insan
(Kumcağız Herşeyi Yeniden)
MAVİ ZENCİLER
Seni öpüyorum sevgili dünyamız
ışıklarla yıldızlarla dolu bir alan’da.
Kalbim... Dünyanın ortasında bir menekşe.
Dudaklarımda ıslak bir tango
yaşam mı beni avlıyor, ben mi yaşamı
portakal renkli Gökyüzünün altında.
Turuncu saatlerle kuşatılmış
bir İskandinav kentinin kahvehanelerinde
hiçbir şeyi yönetmiyorsun. Kalbini bile.
Bu Kuzey kentlerinde hüzün
bir likör tadında,
ve ne zaman öpsem bir Fin güzelini boğazından
katiyen hoyrat bir kırmızı dudaklarında.
Ey sürgünler, esrik düşlerin oğulları kızları
mavi akşamların mavi zencileri
bu gemiler nereye götürüyor yüreklerinizi sizin?
Kim kutsayacak sizi karların altında?
Duman duman üstüne oturmuş
ve bir güvercin yuvası olmuş kalbim.
Güvercinler mi uçuruyorum? Acılar mı?
Kim çarmıhta şarkı söyleyen? Ben miyim?
Kucak dolusu öpücük sunuyorum sana
sevgili dünyamız
ılık bir şarap gibi yürürlükte bugün de yaşamımız.
Ve biraz Akdeniz her yağmur sonrası Stockholm.
( Stockholm’de Mavi Saatler)
YILDIZLARIN NEREDE AMSTERDAM?
Bir kente, bir insana nasıl başlanır,
takvimlerden düşmekte olan soluk bir pazartesiye,
taraçalarda -gaz tenekelerine yerleştirilmişmor karanfillere, taş basamaklara...
Yeşil bir su akıyor gecenin içinden.
Asidenmiş kuleleri ve yorgun parkları kentin
yaralı. Saat kaç olursa olsun.
Umutsuz bir ilişki değildir gökyüzü.
Bir güvercin kadar hafif kelimelerle konuşalım isterseniz,
kıyasıya mutluluklar dileyelim birbirimize.
Ama sonra herkes, döksün kimliklerini ve sıfadannı ortaya.
Çünkü hayatı temizleyeceğiz.
Anlatacaklarım hepinizi ilgilendiriyor:
Hiçbiriniz kaçınamazsmız söyleyeceklerimden,
ben yanan bir bulut parçası olayım, siz de yıldızlar,
Işıldatın yeryüzünü. Rüzgârları yıkayalım.
Hızla akıyor yaşamım güneşe doğru.
Avrupa’nın en ünlü katedrallerinin önünden geçiyorum.
Duvar yazıları, duvar resimleri, hayatın en çıplak şiiri.
Çırılçıplak bir kentin içinde çırılçıplak yüzler.
Bir bakışta tanırsınız onları:
Toprağından sökülüp atılmış ağaçlar gibi,
cıgaradan düşen bir kül gibidir onlar:
Ama bir bıçak kadar keskindir gözleri.
Bir davulun derisi kadar gergin yaşamımız. Ve
karlar altında kalan bir mücevher kadar soğuk belki kalbin.
Rüzgârlara ve acıya hükümlüsün.
Ama biliyorsun. Acısız ve sevdasız gidilecek bir yol yok.
Saat kaç olursa olsun. Umut vardır.
Dikkat! Hazin bir aşkın başlangıcıdır belki de bugün.
Hazin de olsa bu aşk, karanlıkta da olsa umut, inan bana,
kesindir! Hayatı yıkayacağız.
Kanal boyunca yürüyorum Amsterdam’da.
Dudaklarımda lacivert bir tango.
Akşam mı oluyor? Ben mi yüzüyorum hüzünler
denizinde?
Gece ılık. Ve kalbim kanıyor galiba.
Küçük bir çocuğun oyuncak torbasına doldurulmuş evler.
Kocaman camlı pencereleri merakla bakıyorlar bana.
Bulutlan kesen bir terziyim ben.
- Peki ama, yıldızların nerede Amsterdam?
Bir ton yıldızla geleceğim sana gene,
Takacağım yıldızlan bir bir saçlanna.
Unutma! San tramvaylann, lalerin kenti Amsterdam,
- Sevgilim oldun.
Tanıdık bir yüz elimi sıkıyor:
Kırmızı sakallı, kulağı kesik dostum Van Gogh.
Günaydın! Tablolannı rüzgâr ve ateşle boyayan adam,
tannnm ikiz kardeşi, renklerin şeytanı.
Ah! Lacivert bir yağmur yağıyor Paris'e.
Ve lacivert bir tango dudaklarımda.
Sein nehri, hüzünlü kızım benim.
Tül bir perde sermişler toprağa. Paris olmuş.
Mavi bir mektup yazmak istiyorum memleketime.
Mavi bir şiir... Tarçın koksun her kelimesi.
İmbat rüzgârlan uçursun a’ları, a’sız bir şiir olsun.
Ama tuzlu serseriliğim benim, eksik olmasın.
- Bir kadeh de rakım.
İ smet Ö zel
(Doğ. 1944)
GECELEYİN BİR KORKU
Hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun öpülen
yeri
iri bir kuş kendini ağartıyor koltukaltlanmda
geceyi hor görüyorum, böylece gecenin bütün itliğini
irkilip terleyerek bir erkek sesi olarak yatağımda
tanrım, Pekos Bil’im gözet beni.
Beni çünkü buram ağrır, bacaklarımı hor görürüm aynalarda
bağnma bir gül tünemiştir, kanar yanakları bir oğlanın yağ
murdan
hüznü hor görürüm çürütür çünkü o kuşu koltukaltlanmda
hırlıyım böylece büyür aşkın bir salgıdan öteye geçemediği
tanrım, Pekos Bil’im üşüt beni.
Üşüt, yırtsın öpüşlerimi paslı tenekeler, soyunup org çalayım
ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini
tannm, Pekos Bil’im uçur beni.
( Geceleyin Bir Koşu)
PARTİZAN
Gırtlağımda bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim kamaşıyor yıldızlardan
buna da.
Kabaran bir çarpmu oluyor şehir.
Artık yırtarak açtığımız zarflarda
ne kargış, ne infilak
yalnız
koynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor
her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor
domuzuna ölüyor bankerlere durarak
noterden onaylı kâğıtlara durarak
mevlit ilanlarına durarak.
Yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
- yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha Gırtlağımda bir harf büyüyor
gırdağımızda.
Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım,
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın seher vaktine savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
Şehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor sesim
korku ve cüzam
korku ve cüzam
korku...
Ne beklenebilir artık namlulardan.
Harçlar kanlmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi
ne beklenebilir.
Yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve, sürdüren bir güleç kocamışlığı.
Bereketli kuşlar serpeceğim ayaklanma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.
Beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyibuna da.
Radyodan silah sesleri geliyor
ter kokusu geliyor, ayak
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımm ve gülüşümün o kirli
rahadığmdan, yırtık uğultusundan şehrin.
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
Kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi!
ÇIKSAM
gök
şarlayarak devrilse ardımdan
- ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan.
(Evet, İsyan)
SEVGİLİME BİR KEFEN
Alçak sesle uçuyor üzerimden
saçları kına yakılmış bir kadının mihrâbı
bu gövermiş güz günleri çıldırtır
çileden ve kitaplardan çıkartır insanı
urlar, karınca cesetleri
titreyişlerle örtülür üstüm
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır
ve alçacık bir sesle uçar üzerimden
kanser, begonya, ölüm.
Beyaz tülbentler camın arkasında
ve çıkarılmış insan gözleri
kırk batman ağırlığında sahici insan gözleri
bağnna taş basan ana
o ananın ölüsünden kalkan toz
ey acılar gardiyanı, ey güzel günleri.
Bir isyankâr çetecinin yağmuru akında
kendi kavruk güzelliğimi yumrukluyorum
kulunç gibi giriyor öğleden sonraları cumartesinin
umudum
ki hırçın bir hayvandır durmadan
kalgıtır banknotları, miting alanlarım.
Ve tarçın'kokusu ve yorgunluklarla
oturduğumuz evleri tıkayan
merak
bir devrimcinin hazırlığıdır.
Yıkanır bazı bakır dövücüleri çarşılarda
şakırtılarla sürüklenir bazlama açan kadınlar
dibeklerinde inatlarını döven
hınzır umutlannı döven kadınlar şakırtılarla.
Benim haram değil bir yar sevmek gizliden
her yanım bin türlü merakla dalanmakta
o loş buhur kokulan, analanmız
aşererken toprak yiyen analanmız
yüreğimin palamarlannı çözüyor aya karşı
gökçe sancım zonkluyor bileklerimde
zonkluyor talaşlar, talaşlar
şakağıma vuran balyozun talaşları.
(Evet, İsyan)
EVET, İSYAN
Demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim
göğsünde hazin ayak izleri eski Şubatlann
onu yaralar kıpırdatıyor
ve o sertelmektedir yaralardan
kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri
saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran
içimize güneşler bırakan nal sesleri.
Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın
varınca bayrakları, marşları duyuyorum
başım çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor
durup dineliyorum bütün taframla
bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün
hantal yüreklerin olduğu orda.
Kesik kollan var aşkın
döl ve inat barındıran.
Hırpani bir okşayışla akşam
yanaşınca çocuklara
ben karakavruk yüzümün arkasında
kırbaçlayarak büyüttüğüm ağnyı bırakıyorum
bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal’am onu kal’a kılan benim
boşanır damarlarıma yıllann kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.
Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
canlanm, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya otunıyor
köylü - biraz sessizlik - ne tuhaf bir kelime?
Asfalt yakıyor genzimi
asfalt adamlarını topluyor aramızdan
yıkılıp omuzdaşlanmın seslerine
yıkılıp bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi.
Ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanlann bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumnıklanmdır
benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.
Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara
vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf de vursun.
Yüzüne ay kırıklan çarpıp uyansın sevdiğim.
(Evet, isyan)
YAŞAMAK UMRUMDADIR
Sabah şairin üstüne saldmyor
yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi
onun kalbi topraktan sıyrılıyor
aşk dahi sıynhyor topraktan
gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni: aç kuşlardan bir ambar.
Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allahın ve devletin dibinde insanlar
onu barutla karıştınyor
ve zerdali çiçekleriyle.
Ahali kapısını taşlıyor onun
onun için develer kesiyor halk
aşka ve kavgaya aydınlık getiren kalbi
topraktan sıyrılıyor.
Ben topraktan sıyrılıyorum
buğular
ve aşiret rüzgârlan kanımda.
Arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklanma
yaslı bir selam gibi dokundu
koparülmış yapraklanmdan ibaretti hüzün
dedim rahmet yağar ben yürürken
gece benim ardımda
taşıdım kara gençliğimi dağların damanndan
hem döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya
beynimde hep mân ah bir uçurum.
Benim hayranlığımdan inlerdi şehir
ben atlara ve uzaklara hayrandım
kendi ehramlarını bile tanımayan kadınlar
ansızın patlak verirdi baharda.
Dudaklarımda çürükler vardı
dağ çiçeklerinden ötürü.
Irmaklara salardım kendimi
ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya
bana hain sevgilimdi.
Yaşamak debelenir içimde kıvrak ve küheylan
beni artık ve sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü ben ayaklanmanın domurmuş haliyim
yürüsem rahmet boşanacak
ve sana bir karşılık vereceğim.
Sana bir karşılık vereceğim
toprağı deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık vereceğim
birbiri üstüne yığılırken günler
ey taşan suların imkânı
ey taşan suların bekâreti sana
bir karşılık vereceğim.
(Evet, İsyan)
SEVGİLİM HAYAT
Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen
her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat
yaban, diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için
çok oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde
tıraşı uzamış adamlardan
huylarım öğrendim senin.
Mahmur bir tohumdan delikanlı bağnma.
Ve hatırlıyorum lokavt vardı
bezgin fabrika düdüklerinin
dizlerine yatırılmış olan sabah
senin kalbini kakışlardı.
Tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar
polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda
patronları kudurtan gazteler satarlardı
Ey şehre başaklar:
militan ruhlar ekleyen hayat!
Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken
izmarit toplayan çocukların üstüne
çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin
bacımı koyvermiyorken şizofreni,
yüzüme bak
ve rahmini bana doğru tekrarla
ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
çünkü biz savaşmasak
anamın giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun
yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde
yayılırlar toprağa
ederimiz kokar
gökyüzünü kokutur
çünkü biz savaşmasak
Uzak Asya’dan çekik gözlerimiz
Küba’dan kıvırcık sakallarımızla
savaşmasak
güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu’da
Ke San’da ümüğüne basıhr mı vahşetin
ve sen boynunu öperken beni sarhoş
bir okyanusla titreten hayat
sevgilim olur musun.
Ben savaşarak senin
bulanık saçlarından tutup
kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya
dünya
kirletilmez bir inatla dönüyor
altımıza yıldızlar seriliyor.
ve yüzüm suya davranıyor koşaraktan.
(Evet, İsyan)
AYNI ADAM
Tozludur saçlarım, saçlarımdan
devrilmiş sarayların dumanları savrulur
yüzüm yanıkür
yüreğime bir karanfil sokuludur
ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı
benim göğsüme göğsüme vurup durur.
Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
bahar da sürgülenir içime katranlar da
hem koşarak yaratığım sevgiler vardır
hem körlenmiş sevgilerin acısıyla koştururum.
Beni sular
kocaman taşları parçalayarak hatırlıyor dağlarda
ve beni hatırlatıyor çeltik tarlalarında aynı sular
umutlu sakinlikleri
lohusalıklarıyla.
Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
kökten dallara yürüyen sular gibi
yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
yürürüm hüzün ve ağrılar çarelenir
dağların esmer ve yaban telâşından kurtula diye
torna tezgâhlarında demir.
Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
yürürüm yürüyüşümdür yeryüzünün halleri
kanla dolar pazuları tarladakinin
hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm
yağlı kasketimin kıyısında nar çiçekleri.
Ayın adam Ekim günlerinden beri gümbür gümbür gelirim
teneke damların üstüne safi sinirden doğan güneş
portakallar fırlatarak parlıyor benim adımlarımla
anladım neden yorgunluk
gülümserlik getiriyor insana
hayatın bana başat
bana avrat oluşunu öğrendim
işçiler bunu kurşunlanarak öğrendi
on beşinde bir arkadaş
inancını savunurken yargıca
anladı bulana durula akmakta olan şeyi.
Yürüyorum
azarlanıyorum fışkıran başaklarla
iki bomba gibi taşıyorum koltuğumdaki bir çift somunu
hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri alündan
gözlerim nemli değil,
gözlerim namlu.
{Evet, isyan)
YIKILMA SAKIN
Ataol Behramoğlu’na
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazıları tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.
Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi nefti
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar bile duymadım kof yürekler önünde
beynim her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi?
Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşamazken
bizi kıvıl kral bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
Boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkm yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılganna
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle harlansa bile hatta.
Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak.
{Evet, İsyan)
YAŞATAN
Ben halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar
sırça kirpikli gelinler huylanır
Ben halka bakınca terlenirim
yaslanırım tarlaların gölgesine, tozuna
kirlenir gülkurusu mendilim.
Benim rengimle kim yarışabilir
sancımı kimler altedebilir ben halka bakınca?
Ben ki kazdım, küredim, ellerimle boşalttım geceyi
yıldızlan, hüznü ordan fırlatıp attım,
sonra ordan fırtınalı bir tüzeyle halka bakınca
yeniden yaralandım dünya ırmaklanndan.
Dünyanın ırmaklan dediğim yer
aydınlık, gülümserlik ve sevda.
Oysa halkın göz çukurlan çamurlanmıştır
kanı ılgıt ılgıt akar, kanı kara
yazlık sinemalarda, üniformalar altında
banknotlann, kravatlann saltanatıyla
çürütülmektedir halk.
Gözlerim
ne güzeldir halka bakınca
gözlerimde böğürtlendir
avuçlanmda nar,
ayaklarını çıplatıp sulardan geçen çocuklar
sevinçle kıpırdatır yapraklarımı.
Halkım
pıçaklanmış bir kadın gibidir
kaygular içinde yapayalnız
zehirli çiçeklerin uğultusu
uzaklaşmaz kulaklanndan.
Gözlerim
neden güzeldir halka bakınca
beni neden küflemez o çökertilmiş anlam
herdaim kamımda tıkılı duran şafak
dünyalar biriktirir halk adına?
Çünkü bana göbek bağımdan işliyor toprak
hançeri ellerinde neşter kılan
arkadaşlarım var dağlarda.
Kara yerden kırmızı gelincikler biterken
leylekler kirlenirken bin bereket uğruna
şeffaf, bakire kızlar pencerelerden
kaçınlmak için elederken delikanlılara
o zaman benim gözlerim işte
kavi bir mavzer olur halka.
Kanıma kızgın demirler sokulur
ben halka bakınca
kömür kokusundan yüzlerim kabarır
kalbim uyanır gıres lekelerinden
gök gürülder köleler kıpırdanır
uykumun rengi yayılır dünyaya
uykum çünkü uçarı, çünkü hovarda
şafakların öncesidir,
sazaklar içinde bir çocuğu emzirir
çapudara sarılmış çürüksüz çocuğu
ben halka bakınca.
Yaşamak güzeldir
gözlerim daha güzel
gözlerim daha güzel halka bakınca
ve sürülmüş toprağı
yaratkan beyni
işleyen elleri huylandıran bakışlarım
yani insan türünü var kılan hız
yani hatta tarlalarda
döl yataklarında bile oyalanmayan
savaşın, sevdanın rengi
her güzellik bu rengin ardmdadır
yaşamak bir başına bu rengi geçebilmez
“ölümden korkup de sonunu sayan
ölür gider yar koynuna giremez”.
(Evet, İsyan)
KALK, DÜĞÜNE GİDELİM*
Gül’e
Sarardın üzüntüden, üç gün ağladın
baktım gözlerine sıçramış halkın gözleri
incesin
bardakta bir karanfile benzemiyor inceliğin
serçeler sekmiyor hayır, dudaklarında
ham demirden bir çanakta dövülmüş otlar olur
ısınmış taşlar olur yazları geceleyin
sazlar
kanımda Çiçek Dağı’nı vurur
doldurur öylece göz yerlerimi inceliğin
Tenimde iz bırakmış kar kokusu
terli, muğlâk adamların hevesleriyle
harman edilmiş tenim
sevinçler artırmışım çiçekli
ve çiçeksiz bütün dağlardan.
Sarhoşken bağrıma akıtılan yıldızlar
özümü çekip ayırmış avuntulardan.
Şimdi sana bakıyorum, kalabalık gözlerin
ağlamasan bizi utandıracak sanki dünya
Valentina Tereşkova
ve çekik gözlü kadın komandolar
çünkü üç gün beslendiler senin gözyaşlarınla.
Sen ağlarken azığımız çoğaldı
elledik halkın ağrılarını cesurca
ağlamasan
kök inada kavramıyor toprağı
boş umutlar içinde pervasız büyüyor kir
ağlıyorsun ihanete karşı şavkıyor pıçak
bir pıçak ki sevgilim, Sürmene işidir.
Bir şehrin uzak semtleri gibi gözlerin
üzgün kara, ayaklanmaya hazır
ben yaralar kuşanıp katılırım onlara
onlara katılırım yedek mermi ve şarkılar alarak
seni ahrım sonra her bir yanım çağıldar
bir oyuna kalkarız sıkılmış yumruklarla
yazarız duvarlara fırtınalı yazılar.
Bir gün burda, bu kalktığımız yerde
kendini yaşamakla taşıran bir güneş kabarcığı
zonklayan bir atardamar olduğu anlaşılır
el tutuşmuş çocuklar ki o zaman
senin gözyaşlarını heyecanla kapışır.
(Evet, İsyan)
* Anamın uyuşmuş ayağını hareket getirmek için söylediği söz.
ÇÖZÜLMÜŞ BÎR SIRRIN ÜZÜNTÜSÜ
Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka
sonuçlan bir bir gözden geçiriyorum
pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can
madenlerin buhanndan elde edilen büyü
bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular
nelerse ki yaşamak sözünü asi kılan
nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.
Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara
sorular sordum nice kara sıfatlan üstüme alaraktan
ipte boynum, ağzım şehvet yalaklannda
çapraştım, and içip ayna kırdım
doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
hiçbir meşru yanı kalmamıştı hayatımın.
Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor,
böylesine hazırlıklı değilim daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.
( Cinayetler Kitabı)
PROPAGANDA
Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklannı yıkamaktalardı
aruk kelimeleri kalmamış fiyatlan sormaktan
saçlan taranılmaktan usanmışlar
sinemalara saklanıyorlar kışm
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
Silahlar gördüm
namlusu akla çevrilmiş sahra toplan
mürekkebeni utandığını gördüm basılı kâğıdarda
tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyolan kapatsam
çare yok, secde etsem anılanma
bu bozulmuş yeminlerin bayraklan altında
olacak şey mi duymak portakal bahçelerini
mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık
hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
Sanırdık saçlanmız kumrularla kaplanır
bir çocuk, İşte ırmak! diyerek haykınnca
o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
belki biz daha çok ağladık bir aşk pıhtılanmca.
Gördüm
gözlerinde zindanlarla bana baktıklannı
düşündüm yaslanarak şehrin kasıklanna
düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silahlan
silahlann köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi,acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
ve saçlarım hareketlerle okşanırken
koyu bir itiraf sanyor beni.
Susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da
Ey tenimde uzakyolculuklann lekeleri!
Ey çocuklarda uyayan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun bu köleleri.
( Cinayetler Kitabı)
ESENLİK BİLDİRİSİ
Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir
Duygular paketlenmiş, tecime elverişli
gövdede gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir
gazeteler tutuklamış dünya kelimesini
o dünyadan, o şiirden öcalmalı demektir
Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tıkız
öcahnmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir
Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır
kin, susturur insanı; adına çıdam denir
susulunca tutulan çetele simsiyahür
o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir
Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın
ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir
haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın
yaşamak bir sanrı değilse öcahnmak gerektir.
(Cinayetler Kitabı)
AKDENİZİN UFKA DOĞRU MORA ÇALAN MAVİSİ
Kim yeni terleyen bıyığına, sakalına sevdalanmışsa, ölünceye kadar
bu daireden dışarıya ayak atamaz.
Hafız
Yaz günleri beni hatırlamıyor.
Salgılı bir hayvanla bitişiyorum yaz yaklaşınca
yayılıyorum ortasına sevgili tüylerimin
geniş uykulardayım, muazzam uykularda
yılların zulmünden haberim yok
ne de süzgün taşralı kızlar korosundan
geçiyor hazza yatkın dudaklarıyla gece
canımın ilmekleri arasından.
Beni artık kimseler arayıp da bulmasın
beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında
yıktığım saltanatın dizinde inlediğim
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın
çünkü ben çok gizli bir yanlışın
dehşetengiz yeteneğini ölçmek için
yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz’e
Meryemoğlu sanıp ben zavallı âdemi
çarmıha çaktılar orda çok zaman önce.
Çok zaman önceydi ki otobüsler
mermer sütunlu şehirlerden sahil çardaklarına
nice yılgın havarilerle gidip geldi.
Hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar
havariler karşısında harami
gövdesindeki hayvan kabarınca mecalsiz
kutlu bir tan çıkarmayı denedik
kayser makinasmdan
anneler
sevecen gözyaşlarıyla korurdular bizi.
Bizi sen ey beyhude ve baygın duyguların yırtıcısı
sen ey loş çalgıları uykulardan çıkartıp
bahçelerin hayatına yerleştiren esrar
bizi bırakmıştın
acı güller salımrdı kanımın raddelerinde
ve ben güneş altında bize kendini öptüren neyse
gece onun kimlerle buluştuğunu araştırdım
o zaman yalın yürek kaldım şiddetin çölünde
aldanışların çölünde korkudan
denize dilimi soktum ayaklarımdan önce.
Bu kadar, bu kadardı Akdeniz
ash yokmuş dinlediklerimin
eski moda güneş sanrılarından
bir şair cesedinden hiç farkı yok denizin.
Yok ve yaz günleri beni hatırlamıyor
boğulmuş hüznü gösteriyor bana memelerinden
geçiyorum bir yakıcı maviden derinleştirilmiş mora
geçiyorum ayaklarım altında kumlan hıçkırtarak
Kara yaz! Karanlık yaz! Kararan vücutlardan
rıhtıma varmayan ceset elbette hatırlanmaz.
( Cinayetler Kitabı)
AMENTÜ
İnsan
eşref-i mahlûkattır, derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlanmı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınlann, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yanklanndan sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.
Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapılann arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lükös yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma bile gelmezdi
babam onbeşli olmasa.
Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar, çılgınlık sayfalan
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa her gün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan
babamdı.
Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güçbela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yokoldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan aylan gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler için kahkahalanm küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.
İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çığırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim el ele
Patlatalım bombalan
Çanlar sussun her yerde
Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:
Tanrı uludur Tanrı uludur,
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
Bense anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silahlanmak sanarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak için saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola.
Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.
Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamayı.
Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkalanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi âlemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.
(Cinayetler Kitabı)
SEBEB-İ TELİF
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına
Yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlayla.
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize ait olan ne kadar uzakta!
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil;
“Üstümde yıldızlı gök” demişti Königsber’li
“içerimde ahlâk yasası”.
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek
idam mangasındasm içinde yasa varsa.
Girmem, girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökten bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.
Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.
Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek
hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim, hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım.
G üven T uran
(Doğ. 1944)
ÇALIŞKAN
Bir gece, balkonda sevişmiştik.
Ay, bulutlar, yıldızlar,
Geçen bir uçağın ışıklan
Yansımıştı gövdelerimizde;
Aydınlanmıştı gece,
Bir nabız gibi atmıştı Ada’nın
Toprağı,
Neden sonra fark etmiştik
Karanlık denizi,
Karşı kıyıyı ve
Ayak ucumuzda uyuyan kenti.
Anıların biri bu;
Ötekisi gülüşün
Penceresiz bir odada, bir
Keşiş odasında,
Nag Hammadi Kitaplığı Yazmalan’nı
Okurken gecenin ikisinde.
(Peş)
YAKIT
içimdeki derinlik
Engelliyor yaklaşmayı başkalarına
Hep uzaktan konuşuyorum
Benim başımı döndürenden
Neye borçluyum ürkmeyişini
Geçtiğin ya da takılıp kaldığın
Sevgilere mi
Yoksa seni de derinleştiren
Bilinmezliğine mi içinin
Yalnızlığı keşfetmiştik
Konuştuğumuzda
Birbirine doluyor
İki uçurum
NİHAT BEHRAM
(Doğ. 1946)
MANASTIR KUŞÇUSU
zor bir nakış gibi işliyorum
liseyi ve aşkı
hüzünden bir kanaviçeye
Üveyikler ibibikler arıyorum
kandillerle gece çullukları
bana bir salgını çağrıştıran bıldırcınlar
lise öğretmenlerinin dolduğu odalardan
sarı asmalar ürküyor koştuğumda
kim bilir kuşların öldüğünü
rüzgâr geçerken selviler arasından
sepetime diken gülleri toplayıp
annemin güzelliğine üzgün
kuşlar vurduğumu benim
çağlalar çaldığımı
kim bilir hâlâ nasıl süslüyor beni
o yusufçuk sesleri
şimdi kumruların angutların kaçıştığı
çocukların mavi serçeler topladığı
aile albümünden bir yüreği
hızla soyunuyorum
hızla soyunuyorum karanlık koynumdan
liseli kitaplarımı
1967 (Hayatımız Üstüne Şiirler)
DOĞDUM, BAĞLANDIM SANA
Bütün düşlerde olduğu gibi
anamın yaslı çehresinde olduğu gibi
içimde bir şeyler birikiyor
Savaşarak pişirilen toprağı
kıvır kıvır işleyen güneş
yitip gitti sanılan
bir sesi iletiyor
(...eriklere, ardıçlara, dallarını
yosunların bürüdüğü selvilere,
koruda kaybolan tavşanla, kaynağa
biriken pervanelere,
uçsuz bucaksız maviliğine denizlerin,
bulutu evcilleşmeyen dağların görkemine,
serin çığ taneleriyle ağırlaşan hasat rüzgârına,
yaylaların büyüsü keskin ayaza...)
Memleketim
Kınından sıyrılıp
ışıldamak için sabırsızlanan bıçak
Habersiz duruyor
terkedilmiş çocuklar gibi
gözlerinde kıvılcım güzelliğinden
(Hayatımız Üstüm Şiirler)
HESAPSIZ DUYGULAR
Bil ki
üzgün bırakıp ayrılırken
caddeler
kaldırım taşlarıyla örtülmüş uçurumlardır.
Bilinçsizce mırıldanışta ansızın hatırlanan
bir şarkı gibidir dönüşündeki haz
Uzun uzun ağlamak için güdülen hasret
bazen nelere değmez
subaşmdan ürkütülmüş ceylanın
sekerek kaçarken ırmağa saldığı keder
sanki süzülüp kalbine gelir
Yanıp sönen solgun
ve kararsız ışıklan şehrin
topraklarda ışıldasa da yıldızlar kadar
gözlerimde yoğunlaşan anlamsız bakış
takılıp gölgesine derinliklerin
uzaklaşır.
Oysa tayların körpecik kuyruğuna
parlak yelesine bağlanan kurdela
huylarını gizlice dizginlemek içindir
Ve bilmediğim acılar
yemişine kuşların konmadığı ağaçlar
sarmaşıklar altında
Seni birazdan ay batarken anacağım
fakat unutma ki yaşamak
sonsuz bir tadla onarıyor
hırçın bir çocuğun ısırdığı elmayı
(H ayatım a Üstüne Şiirler)
HAPİSHANEDEKİ ARKADAŞIMA
ULAŞTIRILMAYAN B İR NOT
Sevgili kardeşim:
Belli ki
gömleğinin yakasında kuruyan ter
bu bahar
tarlaların tozunu taşımayacak
kasketinin gölgesi
küçük üzümleri andıran gözlerini
bir selvi yaprağı gibi korumayacak
Sana
tomurcuklu bir dal yollamıştım
bir kaç kitap
bir kilo portakal
Ve
“dostlan özlemle kucaklamayı unutma” dizesini
almadılar
geçen yaz -hatırlarsın—
ilk meyvasmı veren bir fidandan
ham zerdaliler toplayıp
uzun yollar boyunca
esaret ve zafer üstüne
marşlar söylemiştik
yaşadığın günlerin hesabını soranlara
bildiğin marşları söylemeyi unutma
(Hayatımız Üstüne Şiirler)
YÜRÜYÜŞLER (1)
Mandalın bahçeleri ilkin kokuyla büyülenir
bir kuş vardır güneyde
sıçrayıp daldan dala
incirlerin olmasını bekler
Yapraklar arasından fışkıran nar çiçekleri
sanki senin avcuma düşecek gibi duran
dudaklarındır
Limon fidanları
toprağında nazlanır
portakallar
boy ölçüşemez yüksekteki çamlarla,
muzlar
duvağına düşkün
bir gelin gibidir.
Dağların denize bakan yamaçlarında
seni düşünerek dolaştıysam
ay gömleğime sürtünecekti elbet
yörük gençlerinin
boynunda gibi ışıldayan yıldızlar da
Meşelerin altında
binbir renk kuşanmış
bir sürü kuş cıvıldaşır
deniz
ıslak bir rüzgâr olup
dağlan sevgiyle sarar,
ıssız ormanlarda
geceleri çamlarla konuşaraktan
sevişen böcekler vardır
Daha goncadayken
üzümle anlaşan yağmur
serin yaylalarda
yeni doğmuş
kuzu seslerine yağıyor
Sanki yanımdan geçiyorsun bunları anlatırken
turuncu entarinde çırpınan bir keklik kanadı
bileklerinde kıvır kıvır asma sürgünleriyle
(Hayatimiz Üstüne Şiirler)
YALNIZ DEĞİLLER, ŞARKILARI VE BİZ VARIZ
Saydam ve ıslak ölüm
eğer boyunlanna geçirilen ilmikten
gökten bir fırtınayı koparır gibi
koparacaksa ciğerlerini
nefesimi onlara vereceğim
kalbimdeki yaşayan tıpırtıyı
gözlerimi onlara vereceğim
oyarak kirpiklerimle dünyada
acıya ve öfkeye dair bütün görüntüleri
Urgan
demir yollannda
fabrikalarda
gün boyunca çığlığın dinmediği
şehrin uzak semtlerine doluşan işçilerin,
pamuk seline yaprak yaprak dökülen
tütünde
zeytinde
fındıkta
çam denizinde ormanların
ve verimsiz düzlüklerinde kurak toprağın
açlığın can çekişini
tırnakla
terle
susturmaya çalışan yoksul köylerin
gözlerinde parlamaya başlayan
umut için düğümlendi
saydam ve ıslak ölüm
eğer boyunlarına geçirilen düğümden
dökecekse körlerin alfabesini
yumruğumu onlara vereceğim
yaşayan yumruğumu
ağzımı onlara vereceğim
yeryüzünün bütün mert ölüleri için
toplayarak kanlı kelimeleri
(Hayatımız Üstüne Şiirler)
DOĞADAN İSTEK
Beni geçmişin dehşetiyle besle
beni geleceğin özsuyuyla
Küpeler tak kulaklarıma kirazlardan
mendilimi fesleğenlerle yıka
Bana çılgın bir gürleyiş bellet
yankısıyla kapan üstüme geceleri
Benimle rüzgârları tanıştır
gözlerimi boralara düğümle
Beni kankardeşi bilsin gözyaşların
beni umudunla büyüle
Bana ıssız gecelerden yıldız kaymaları sun
beni ucu kıl birbirine sürtünen çakmak taşlarının
Koynuma başaklan yıkayan yağmurunla yağ
kasıklarımı zeytin yapraklarıyla yenile
Ben seni esir alayım şiirlerle
sen beni kul bil kendine
(Hayatımız Üstüne Şiirler)
YÜRÜYÜŞLER (3)
Güneşin ışıktan kollarını yakalıyor gök
ağır ağır çekiyor dağm sırtına
tepelerde yangınlar başlıyor
alaca bir kuş
halkalar çiziyor ilk avının üstünde
Kavaklar
gecenin gözcüleri gibi dimdik
yelin hışırtısı
saksağan sesleriyle bölünüyor dallarında
söğütler dereyle fisıldaşıyor
cevizler ilkel adamlar gibi kabasaba
Şehre doğru eserken
eksiliyor rüzgânn uğultusu
kenar semtlerde işçiler
küme küme
fabrikalara doğru akıyor
keser
ve kesik kesik
türkü sesleri geliyor inşaatlardan
Ana caddelerde perdeler örtük
bankaların
ve gıda pazarlarının vitrinleri
çelik çubuklarla örülmüş
Aydınlık
gizemli adımlarla
şehre doğru sokuluyor
ilk ışıkla birlikte
denize açılan balıkçılar
martılar topluyor uzaklara
Gemiler
boğulan bir adamın
sesiyle uyanıyor
trenler
isli bir kılıcı biliyor gökte
Üç arkadaş
güneşin eflâtun bakışıyla
bir mermerin kalbine
çizerek şehrin krokisini
ayrılıyoruz
Patlasa
rahatlayacak bir uyku gibi şehir
kıvranıyor kuyusunda
(Hayatımız Üstüne Şiirler)
HATIRLAYIŞLAR (3)
O aşk ki
bana yalnız narinlik
kırağı, mahmuz,
tarçın serpilmiş bir göz
o aşk ki
beni yalnız fıskiyeden damıtmış süzgecine
Ağzım - ki yaralardan
koparılmış kabuk parmaklarım -ki bataklıklara
saplanmış sazlardıve her biri tek tek duygularımın
açılmış sonradan
titreşim ve gülümseyişle
O aşk ki
bana yalnız yabanlık
endam, benek,
başıboş azı dişleri
o aşk ki
beni yalnız
uyuşmuş dizlerimle kaçırmış
yapışıp bir atın yelesine
uçurum diplerinden
tan vaktine
(Hayatımız Üstüne Şiirler)
ÖLÜLERİMİZ
Her sabah
her sabah
o kusursuz acının kollarında
o kusursuz acının kollarında öpüştüğüm gökyüzü
artık
çırpman yüreğimi yatıştırmıyor. Ve onun
koparıp dizginlerini
uçarcasına boylu boyunca
sakınmasız çarpışı
heyecanlandırıyor beni.
Bir serçe kümesinin konması karşıki dala
belki hiç bir şeydir,
ama sevgilimin mektubunda bir kuş resmi
beni coşkulandırabilir.
Milyarla yıldız arasında tanırım onu
çünkü seyredince güzelleşir sevginin ışıltısı;
binlerce gözüm var
binlerce şafak halindeyim
anlamak istediğim şeyin karşısında
çünkü anlamak zorundayım;
her sevinç kolayca ele geçmez
insan her acının sahibi değildir,
gökyüzü ve nehirler olmasa toprak da anlaşılmaz
ve hayaün karan kesin:
son ana kadar onuru koruyanlar yaşayacak
söylenecek son söz kahramanca olmalıdır.
Vurgunum
inceliğinim senin
eyy
yapraklarda bir kuş hafifliğinde sürüp giden titreyiş
vurgunum
bir nehri besleyen sulann uyumuna,
taşlara hırsla vuruşuna dalganın
Ölüm seni yanıltmasın...
Nasıl ki yığılır üzerine gecenin karanlığı
gözlerinle birbaşına kalırsın
ölüm öylesine gözuçlannda
savun kavuştur yüreğini
minicik bir çiçeğin bile kökleri
yaşamak hırsıyla uykusuzdur
Ölülerimiz...
İşte Stevan Flipoviç.
Bir kahraman.
Faşistler sarmış çevresini.
Sehpada.
Boynunda ip.
Ve son nefesiyle dalayıp ciğerini
bir bıçak gibi vuruyor kelimeleri dişleri arasından
haykınyor: ‘Kahrolsun faşizm; Yaşasın mücadelemiz!’
Stevan Flipoviç
onurun bekçisi
direnmenin.
Ölüm seni yanıltmasın...
Bir bir düşün yaşayanları
alnını korkusuzca kaldır
kimin yanındasm
yerin neresi
ve senin en çaresiz anında
tek silahın nedir?
Ölüm seni yanıltmasın...
Usanma hayata yaraşan sesi aramaktan
her kuşun palazlandığı bir yuva vardır,
her dal güneşin ve rüzgârın avuçlarında
kendi hevesince boyanır;
çünkü yaşaması gerekiyor bir şeylerin
bir şeylerin bir şeylerin: senin olan
Bak: kollarını bağlıyorlar
son defa bakıyor dünyaya Nguyen Van Troi.
birazdan göğsünü parçalayacaklar.
ama kan onu geriletmiyor.
Başlıyor şarkısına:
Yaşasın Ho Chi Minh; Yaşasın Vietnam!..
Damarlarım damarlarına bağlı yaralarından
çünkü öldürülmek istenen benim de sevincimdir
Nguyen onun siperi...
Bir buğday tanesi midir
ayııı titreyişle
toprağa düşer düşmez kıpırdayan
o şarkı... bir buğday tanesi mi?
Ölülerimiz...
Sesleri dünyamız kadar bilge.
Birazdan kalkacaklarmış gibi
uzanıp bir sipere
koyulaşan..
Ölülerimiz...
Bakışları
»
uçmaya hazırlanan bir kartal kadar çevik
vurgunum
gizleyemem.
Sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık
unutma
öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek.
(Dövüşe Dövüşe Yürünecek, 1975)
B İR VEDA HAVASINDAN AYSIZ
SEVİNÇSİZ KELİMELER
Yıllarımın en acar
en uçan
duygulan
nasıl da
yüreğimin en kırçıl
en acımsı
yaralan oldular.
Bu ne yaman
bir rüzgâr?
Sanki gök
bir uçurum..
Bulutlar
kırlangıçsız
ışıksız..
Kırağı vurdu kıra..
Dal sızlanıp kurudu..
Köreldi
kökleri nanelerin.
Iür
kokusundan soğudu..
Bu ne sakar bir duygu?
Bir yanı
yangmlanır
panldar
bir yanı
canatar solgunluğa..
Kırağı vurdu..
Söndü ateş böceği,
dağıldı ürpertisi ruhuma..
Bir karartıdır artık
en körpe tomurcuğun
en narin gözeneği..
Elveda nazlı bebek...
Elveda kelebeğim..
Yüzünü gecelerin
ıssız boşluğuna gizleyip
için için ağlayan
yanık gelin
elveda..
Yazık ki
bağrımda uğuldayan
huysuz
uykusuz kelimelerle
bu son tutuşum seni,
bu sana son bakışım..
Geçip gidiyor işte
günler
hiç durmadan..
Dilerim
tozlanmasın yeniden
özlemindeki uyum,
o hırçın inceliğin
karlanmasın birdaha..
Ne benimle acılan
ne ömrün acılansın..
Bağrımda uğuldayan
aysız
sevinçsiz kelimelerle
bu son tutuşum seni
bu sana son bakışım..
Elveda mavi çiçek
Elveda tarla kuşum.
(Irm ak Boylarında Turaç Seslerinde, 1978)
AKDENİZ'İN UĞULTUSU ÜSTÜNDE
Akdeniz
yaslı deniz,
suboyu
uğul uğııl
titreşen yüreğimin
tutuşan
dostu deniz..
Akdeniz
ufkun yanağında
uzanır maviliğin
acıyan tomurcuğa.
(Savrulmuş Bir Ömrün Günlerinden, 1981)
ELLERİN AVUCUMDA İKİ A TEŞ DAMLASI
Çiçeğinde yeni yeni kamaşan zerdalisi ömrümün,
gülüşümde çekirdeği serdeşmemiş ilk çağlam,
kızım benim, nazım benim,
gurbet elde sazım benim,
yalazlanmış can tanem,
körpe dalım bir tanem..
Sisini gözlerimin, içimdeki dumanı
seziverdin de sanki
acılandın uykunda,
sızlandın huysuzlandm..
Dudakların kurumuş, ter içindesin yavrum!
Kolsuz kanatsız kalmış
geceden beri başucundayım..
Çırpınarak anlamını arayan binlerce sözcük
kabuklan kopanlmış yaralar gibi
uğulduyor beynimde..
İtiraf etmeliyim ki yavrum
çekip gitse de bir bir
ekmeğe, özgürlüğe, insanlık ve hayata dair
içimi dişleyen düşünceler,
senin bir gülücüğün şimdi
yaşamam için bana yeter.
Geceden beri başucundayım..
işte, sabaha dayandı gün!
Aşsız, işsiz, kuruşsuz
bir ıssız bayırdayım..
Bebeğim, canımın kıvırcığı,
boranda firtmada sürgün vermiş tomurcuk,
üzüm tanem, nar tanem,
acar yanım, bir tanem..
Kim kime, dum duma bir tufandayız;
günlerin ağzında kara bir gül,
dikenleri tenimize dayanmış;
ürkütülmüş, sarılmış, acıyla sınanmışız..
İnim inim uykunda nasıl da yalnız
yanıyor yüzün yavrum,
yüreciğin kaşlarında tütüyor,
ellerin avcumda iki ateş damlası,
tutuşmuş rüyaların, sesin duyulmaz,
kendi kollarımızdan başka
saranımız yok bizim..
Yazım benim, güzüm benim;
yemin olmuş sözüm benim;
sana kuş bulmalıyım
sana düş bulmalıyım
gidip iş bulmalıyım..
Koynunda çırpınırken böyle çaresiz
kahrınla tanıştırdın bizi ey hayat
zehrinle tanıştırdın;
alışılmaz bildiğimiz nefrete alıştırdın!
Onurumuz:
senin için sakladığım tek servetim bu yavrum;
süt olmaz, aş olmaz, iş olmaz onurumuz..
Sızım benim, gizim benim,
gurbetelde izim benim;
ateş almış taş altında kalmışız,
gün olur hesabını sorarız elbet.
Wuppertal, Kasım 1987 ( Cenk Çeşitlemesi)
KUNDAK
Boyun eğmiş olarak
ya da suskun, silik, uzlaşmış
çekip gitmek istemem bu karanlık alemden..
Alınmamış öcün duygusu bu,
sorulmamış hesabın,
gecesinde gündüzünde dişler durur insanı...
işte yine o duygunun
kefenden daha soğuk örtüsü altındayım..
Ölmek istemem açıkçası
O örtüyü yırtmadan...
Yaşarken, içimdeki ateşi saçarak yaşamalıyım.
Doğduğu gün tutunduğu ışığı
kıran, çelmeleyen tuzaklar karşısında
insanı ancak kavgası yatıştırır,
sıyrılıp canında sınanmış acılardan
karanlığa karşı söndürmeden taşımak içindeki ateşi...
Korkak da yılgın gibi kirlidir benim için...
Ne teslim ne ihanet,
ne zulüm ne kölelik...
Başkaldırmış olanın mirascısıyım...
Binlerce sızının bağrında bilediğim bu çığlık
tutuşmak için sabırsızlanan
yaşama sevincinin sesidir...
Aydınlığın özlemi solumalı sesimden kendi sesini...
İnsanı kulu kılan her şeyin kundakçısıyım...
Öcüm var, sorulacak hesabım.
Kolu olan savursun ne bulursa üstüne,
benzin, fitil, çivilenmiş kutular,
hayatı karartanların...
Geçtiğim her sokakta,
manşetinde aldığım her gazetenin
zorbalık ve sinişin,
talan ve yoksulluğun yankılandığı
bir dünyanın can çekişen bakışları var..
Başka çare kalmadı,
ne bulursam üstüne bu karanlık alemin
savuracağım...
Avuçlarımda çıralar, kıvılcımlar... yüreğim,
barut, dinamit, zehir...
Kanım böyle ısıtmalı gövdemi,
atacaksa böyle atmalı nabzım...
Böyle direndim ayrılık günlerinde,
sevdiklerimle böyle kucaklaşmahyım...
Durulmayı özleyen ırmaklar için,
filizin şarkısıyla dokuduğu dallarda
yuvaları dağıtılmış sakalar,
kahır dolu bakışlar, ağıtlar için,
süzgün gözleri içiıı yoncaları kurutulmuş tayların,
korkutulmuş gülüşler, küskün anışlar için,
sevda için, aşk için yaşamalıyım...
Dorukların rüzgârından köz ahp, yalanın inadına,
mazluma zincirle, kırbaçla saldıranların inadına,
yavruları diyar diyar göçer olmuş analar için,
başağı yağmalanmış tarlalar,
deşilmiş, mayınlanmış çayırlar için,
kanlı pusulann, talanın inadına, yangınlar başlamalı.
Nankörün, hilekârm, arsızın kuşattığı değil,
üzülen, seven, acıyan, insanların savunduğu
bir dünyamız olmalı..
Başka çare yok, yangınlar başlamalı ardı ardına..
Zalim, saklanacak karanlık bulamamak...
Öyle ki, gökyüzü bile çıldırsın sevincinden
alev alev kanatlanan yangınlar karşısında
bir ucundan bir ucuna ufkun, sancılanıp,
yıldırımlarla dünyayı alkışlasın.
Sabahı sabah gibi solumak istiyorum,
güveni güven, merakı merak,
güzü güz, bahan bahar olarak..
Dokunup koklamak istiyorum büyüdüğüm şehrimi,
gençlik günlerimi şarkılar söyleyerek aramak..
Çocuğum dönüşümden kaygık gözlerle bakmasın istiyorum
giderken arkamdan, bu beni kahrediyor..
Babamın bir ömür boyu yüreğinde koruduğu incelik
yaralanmamak,
aldatılsam da aldatmayacağım, ona sözüm var,
bu borcu ödemeden nasıl yaşarım?
Yoksul da olsalar, onurlu insanlar doldursun sokakları..
Askın da ayrılığın da içten yankılanan
sahici şarkıları duyulsun...
Bölüşmek isteğinin tomurcuğuna uzanamasın kimse
koparmak için..
Yanılmak korkunç olmasın,
ürkmesin birbirinden insanlar.
Yangınlar başlamalı başka çare yok...
Düşlerimi karartacak kadar koyulaşan bu karanlık
dağılmah..
Durmalı ekrandaki o yılışık uluma,
o çürüyüş, o şımarık saltanat,
azdıkça yaygınlaşan kabalık, kalpazanlık,
o sahte kahkahalar..
Kanlı dişleri tırnaklarıyla
aşımızda, düşümüzde yuvalanan
seçkinler sürüsü efendiler, çetebaşlan
ve onlann el pençe kapıkulları,
şen şakrak soytarıları kadar
köleliğin prangası o sessizlik de
kül olup ufalanmak.
Kolu olan ne bulursa savurmak üstüne
bu karanlık alemin,
mazot, moloz, ateşlenmiş paçavra,
katran, zift, cam kırıklan...
Alçaklık kimsenin yanma kâr kalmamalı..
Hırsız ki işini hüner sayacak kadar pervasız,
katil ki katlettikçe katmerleşiyor,
yağması şımartıyor yağmalayanı,
nasıl başka çare aranır?
Ey dünyanın sahibi,
onu sen buldun, söndürme eklideki ateşi,
tutuştur ufkunu karartan kara perdeyi,
kaderini değiştir!
(Kundak, Ağustos 99)
H id a y e t K a r a k u ş
(Doğ. 1946)
ÖLÜLER
BİZİ
GÖRÜR
otelin girişinde kurduk barikatları
kaygılardan tasalardan umutlardan
gözlerimizde düşünceler
beynimizde sözcük demetleri
yanaklarımda geziniyor
tanrının buzdan eli
parmak uçlarımda
uzak denizler karıncalanıyor
gül’dük kül olduk bir akşam üstü
el yazılarımız aktı göklere
yazılarımız ki bayrağımızdır
rengini özgürlüklerden alan
o’ydu göğsüme verdi sevincinin ateşini
merdivenlerde tırabzanların dibinde
saçlarının dağılan sarışınlığında
baş döndürücü baharlar
kapandı yüzümüze bize küstü
odalar telefonlar loş aynalar
sırma saçlarıyla öpüyor şimdi
derisi birinci derece yanık
omuzbaşlarımı
ürperiyor göz kapaklarım
sabahı çarşaf gibi serdiğimiz morgta
biraz daha sanlsa ayağa kalkacağım
dokunsam dirseklerim üşür
dokunsam dudaklarım donmuş
dokunsam isli derimin gözenekleri
gül yanaklarım kurutur
göğsüme sokulu bir bağ bıçağıdır
kubilay’dan beri ölümün mor damgası
yine de yaşıyoruz çok şükür
duvar ilanlarında kitap resimlerinde
tutanaklarında mahkemelerin
iftiralar karalamalar ince sefil
bizden ölümlerce uzak çizgiler
aykırı dursa da bedenlerimiz
yaşamın içinde yaşıyoruz şükür
gün doğdu karınca kanatlarında
uyandı sofralarda çay bardakları
çeşmelerde su tarlalarda buhar
uyandı çayır kuşlan
ışık gibi dolaşıyor ruhumda kanım
her şey bir öpücüğe bakar
hadi deseler uyanacağım
biriniz öpsün beni
unutsun yakıldığımı tuzaklarda
kalp atışlarımı uyandırsın bir an için
söylesin usanmadan yannlara yüzümü
(Ateş Mektupları)
A hm et Ö zer
(Dog. 1946)
KUĞU VE KADIN
kuğu gibiydi kadm
boynundan ellerine uzanan ırmak
buğdaylardan geçen ipeksi saçlar
ve teninde çiçek açan gelinliğiyle.
sesi düşüncenin uçurtmasına takılı
elleri ellerime değerken gökkuşağı
yüzü göle dökülen ayışığı.
kuğu gibiydi kadın
dağların geceye hazırlandığı bir akşam
ormanların/diz boyu çayırların renginde
papatyaların ve kırlangıçların yelinde.
ömrünce bir manolyaya su vermişti
kanatlarında güzelliğin ışığı
sevginin aynasına dökülüvermişti.
kuğuydu kadın
geceye damlarken sıcaklığı
suyun sesi kauhyordu aşkına
bir de bembeyazlığı yaşamın.
(Aşkın Taçyaprağı)
H ü s e y in P e k e r
(Do|. 1946)
KAHVERENGİ CÜCE
İster parlak kuşak bir dergi sayfasında
İster rastgele masa başına bırakılmış kâğıt parçasında
Tutunsun elinize bizden kalan şiir demetleri
Arasında okunuyorsa kayış dili, Akdeniz ateşi
Dizeler aynlmıyorsa havalı çekiçle birbirinden
Gök adalar yaratıyorsa okuyanın göz bebeklerinde
O şiir bizimdir, kara kirli sayfada doğsa bile
Samanlıkta iğne aramak şu şairin işi
Süs geçiyor iç geriliminden
Doğuyor odasında yaratıcılık ateşi
Ayırt edilmez masa başındaki şiirle
Yayınlanmış güneş halısı ürünleri birbirinden
Sekiz kutuplu bir dünyadır onunki
Gökyüzünü daraltır, ırmakları kısaltır
Gizemli kayalıklar yaratır kendine
Sanki şair değil, kahverengi cüce
Dizelere tutunmak size kalmıştır
Kalın dağ kazaklarıyla karşılar bizi
Kumaşına iş işlemiş
Terletir onca koşturmanın arasında
Şiirin yarası boncuk ve tüylerle kaplıdır
Şairin düşüyse gök taşıyla uğrar üstümüze
( Yer Bezinden B ir Köle)
M e h m e t T a n er
(Dog. 1946)
BÖĞÜRTLEN
Kokumla yaşıyorum, dağ, orman kokuyorum ben
Çalı kokuyorum, ıssız bozkırlar kokuyorum, tren kokuyorum
Patikalarda böğürtlenler korku içinde çekilirler derin
yarlardan
Yılgın seriler kokuyorum, böğürtlen kokuyorum
Yaşadım bir su gibi, eriyerek
Köpek havlamaları gibi.
Çınlıyorum da, kimsesiz çocukların uykuya geçmeleri nasıl
çınlarsa;
Sonsuz ve mutsuz olanı duyuyorum yalnız.
(Arka Oda)
MİS!
Mis gibi şeftalinin sırasıdır şimdi
Haziran maziran derken o da çıkacak
Aldatılmış ruhum çıkacak
Adım deliye çıkacak
(Arka Oda)
5
A h m et T elli
(Dog. 1946)
GÜZ GELMEDEN
Sırtında taşıdığın kıl heybe
dağ rüzgân ve lor peyniri
gibi doluysa kır çiçekleriyle
sesler türkülere dönecektir
üzünçse ışıklı bir sevince
Dudaklarında özlem türküleri
ve gözlerinin menevşesinde aşk
çağıldıyorsa çavlanlar gibi
usulca gir umudun menziline
hüznü gerilerde bırak
Türküler paylaşıhyorsa eğer
dağ rüzgârları paylaşıhyorsa
sevinç de dahildir buna
ve o zaman bütün bir yaşam
paylaşılacak kadar güzeldir artık
Heybendeki kır çiçekleri
bir yangındır güze doğru
tutuşturur yüreğinde
uzak özlemlerin külünü
hiç beklemediğin bir anda
Güz gelip de yangın başlamadan
tutmalısın doğanın yelesinden
yüreğindeki sabah olmadan
gül bahçesine sevda hevengine
(Saklı Kalan)
SOLUK SOLUĞA 2Büyük aşklar yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar
Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
ne de aşktan başka bir sığmakları
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
Nerde beklenirse ordaydılar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu
Neydi onları ordan oraya
savurup duraıı şey
Onları daima yalnız kılan
neydi bu yaşam denilen gürültüde
Her dilden bir adları vardı onların
ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar
Sarışındılar belki de esmer
yani birçok yüzün bileşkesi
Ne altın arayıcısıydılar
ne de aylak bir gezgin
Vurulup düşseler de her kuşatmada
serüvencidir onlar ver hiç ölmezler
Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
Bulurlar heder olmanın bir yolunu
Onlar ki bu dünyada
kahraman olmaya mahkûmdurlar
Sislenen anılar kaldı bize onlardan
renkleri bozulup duran solgun anılar
Nasıl yazılmalı ki silinip gitmesin
bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna
Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı
onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan
Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
vurulup düştükçe ışığını karartan
O serüvenlerin günlüğü tutulmadı
yazılmadı o insanların destan şiiri
Parça parça ettirilseler bir kartala
(ki sanırım böyle oldu sonları)
Fışkırır yüreklerinden
başarısız ihtilallerin yangınları
(Su Çürüdü)
GÖÇ
Göç oldu bir acıdan öbür acıya
oysa sağrısı kuramamıştı atımızın
daha dün sürüp gelmiştik buralara
bugün göründü yine yolların ucu
Devrildi kıl çadırlar seher vakti
usulca uyandırıldı çocuklar
ve kadınlar bohçası çözülmemiş
bir keder gibi düştüler yola
Turnalar gitti biz gittik
bitmedi peşimizdeki nal sesleri
nerde konaklasak tedirgindik
kuruyordu ırmaklar ve göller
Bir yangın gibi taşıyıp durduk
kederi ve acıyı göğsümüzde
yer gök duman içindeydi sanki
genzimizi yakıyordu ayrılıklar
Zulüm bırakmadı peşimizi hiç
biz gittik o buldu izimizi
konar göçer olduk yedi iklimde
tamğımızdır dağlar taşlar
Yalnız bir öfke ışıltısı kaldı
gözlerimizin yorgun sularında
yaşamak bir inat oldu artık
yaşamak bir direnme oldu zulme
Ve işte devrildi yine kıl çadırlar
göç başladı bir acıdan bin acıya
Geride akşamın küllenen ateşi
ve susturulmuş çocuk sevinçleri kaldı
(Su Çürüdü)
ANA
Oner’in anası için
Kayıp duruyor bakıştan
duvardaki resme ve kapıya
oğul mu beklediği, sevgili mi
Belli ki yaşıyorlar hâlâ
uzun uzun yaşıyorlar belli ki
bırakıp gittikleri anılanyla
Çıkıp gelirler bir gün belki
Üşümüştür çünkü toprağın
soğuk yalnızlığında birisi
Öteki arkasında parmaklığın
(Su Çürüdü)
M urtaza V u ra l
(Doğ. 1946)
USTASI OLACAĞIZ İŞİMİZİN
I
Çırağız
her birimiz
tan atanda baslarız işe
bütün gün kir pas içinde
vururuz çekici örse
öfkeyi yüreğe
Hasretiz sabah uykularına
ve güneşe
ustası olmak için işimizin
takmak için kolumuza
altın bileziği
katlanırız bunlara
yaşımız çok küçükmüş
solmuş gülümüz
yaşamın baharında
böyle diyor Sefer usta
II
İlk işimiz açmak dükkânı
silip süpürmek ortalığı
duymaktansa küfürü
yemektense tokadı
üretime hazır etmeli çırak
patron gelene kadar dükkânı
Çekiçler çıkarılmalı sudan
maskelerin camı silinmeli
kovulmak istemiyorsak eğer
patronun aradığı eline gelmeli
Çay söyle
kahve getir
kaynak çapaklarını tasla
demir kırpıntılarını toplayıp
bir kenara koy
takımları yerli yerine diz
elimizden önce
nasırlaştı ensemiz
Ahi Evran’dan bu yana
bitmek bilmedi çilemiz
Bizim için
eti senin
kemiği benim dendi
köleliğimiz
bu sözlerle perçinlendi
Büyüyoruz
küfür duya duya
tokat yiye yiye
suyu zehir bıçaklar gibi bilenerek
Büyüyoruz
yaralı parmaklarına
işeyerek birbirimizin
nakış nakış işleyerek demiri
ayva sarısı
meneviş rengi
susuzluğa doyurarak çeliği
ustası olacağız işimizin
ve sahibi
sabahları açan çiçeklerimizin
Hınçla dolu damarlarımız
alun bileziği
kölelik zinciri yapanlara
Kine kin ekliyor kaynağımız
öfke soluyor körük
bedenimizin bereketini çalanlara
ve puntasını koparıyor özgürlük
En güzel dünyayı armağan etmek için çıraklara
( Terimle Suladım H ollanda Lalelerini)
H ü s e y in Y u r t t a ş
(Doğ. 1946)
BİR SİLVAN G EC ESİ
sen de yaşasaydm o silvan gecesini
kaç adamı gözün ısırır gibi olurdu
yağmurlar taşırdın gözlerine
hüzün sıvanırdı dört duvarına
cüzzamlı bir oda arkadaşıyla bölüştüğün odanın
sana da bir şeyler sorarlardı elbet
zindanlardan bakan o gözler
ana, baba, yar, memleket
neyin varsa sevdiğin, unutur gibi olduğun
kırbaçlardı belleğinin yorgun atını
giderdin sisler içinde bir çocukluk akşamına
bulurdun küçük yüreğinin sevgilisini
batan günün uzak arkadaşlığında
bir yıkıntıya işerdin kaçamak
batman’dan gelen tankerler geçerdi
kaldırımları tarardı gözlerin
bir adam durdururdu
çakılar, çakmaklar gösterirdi, satacak
yüzüne güvenirse yeşil saplı sustalılar
düşünürdün:
- bu bıçaklar hangi yüreklere saplanacak?...
sen de yaşasaydm o silvan gecesini
yolda kalmış bir yolcu olarak
gözlerin nöbetini tutardı yolların
sürgün bir otobüsü tanırdın sonra
küfürler savuran şoförüyle
tozlar bırakarak giderdiniz ardınızda
Silvan’ın güne batmış o gariban sabahında
sonra bir solgun resim olur asılırdı duvarlarına
o bir gecesi silvan ’m
arada bir belirip yiterdi buğulu aynalarında
( Uzunçalar)
A h m et A da
(Dog. 1947)
YARALI GÜLLER
Koyunların ilk merhabasıyla
Dağ eteklerinden dökülür kuş sesleri
Giderim güne karşı bayırda
Çeler gözlerimi papatyaların şöleni
Günlerce gecelerce aylarca
Külhan uykusuz sevdalı
Şehir kalır arkamda
Bir yanı ışık tufanı
Bir yanı gözbağı
Fabrikalarında
Emeğin cengi vurur
Hırçın
Güzel
Halayda
Yüreğin bordasında rüzgâr
Selamlar o çelik öfkeyi
Harami elinde mahzun
Yaralı gülleri
Bulutlar gider, nergisler
Giderim yamaçlarda düşünceli
Çelik pırıltısı taşır düşlerim
Bir yanım kıvılcım
Bir yanım kar çiçekleri
(Gün Doğsun Gül Üstüne)
BAĞEVİNDE OZAN
Düştü ilk yaz yağmuru
toprakla söyleşen rüzgâr
kokusunu verdi günbatısından
bulutsu kekremsi
öpüşleri ağulayan
Kuyu dibinde bağevinin
yüzyıllık yalnız testi
gibi susuz, kandilsiz halka
el verdin gönül verdin
Sen ki okyanusta damla
ayın altında derin mavi su
balıkçılara muştusunu dağıtan
buludarla sevdalı cankuşu
Ey çocukların kuşların akranı
alınterinin gümüş sesi ozan
rüzgâr gülü şarkın dizildi
günü uyandıran kuşlardan
basımevi çıraklarından al haberi
( Gün Doğsun Gül Üstüne)
YAĞMUR, TOPRAK, KEDER
Oturdum kır kahvesine
Havada toprak kokusu
Yumuşacık yağmur yağıyor
Okulsuz çocukların düşlerine
Işığı tüketilmiş
Can kara gözlerine
Yağmurla toprakla yaralı
Bir güz kahvesinde ikindi
Küçücük bir çocuğun saflığı
Doldurdu yüreğimi
Bugün gonca alevi keder
Ufkuma inceden yağıyor
Yağmurla beraber
( Gün Doğsun Gül Üstüne)
A rkadaş Z . ö z g e r
(1948- 1973)
FERHAT
kara yeller ak yelleri dövende
sevdanı yüreğine kuşat
al sesimi vur kanının gümbürtüsüne
zamanıdır dağlan delmenin, Ferhat
dağlann başı yaslı
Ferhat'ın sevdası kan ağlar
yüreğin sağlam, bileğin güçlü Ferhat
istesen dağlar dağlar...
ateşi üfle Ferhat
körüğü iyi kullan
bu can bunca hasrete dayanır
soludukça içimde sevdan
sevdan ki bir yıkıcı kuştur yüreğimde
gümbürder zulme karşı kan gibi
ölürsem dağlar için ölürüm Ferhat
kalırsam vuruşkan şahan gibi
(Şiirler, 1974)
İSMAİL UyAROĞLU
(Doğ. 1948)
GÖKYÜZÜ VE ŞİİR
Bir kelime gelir, sürtünür, yoklar beni
Anlarım, bir şiirin elçisidir
Bırakır hemen elimdeki işi, sokağa çıkarım
Bakanm, günlerdir içimi sancıtan şiir
Orda, esinimi ışığından süzdüğüm
Sonsuz göğün altında
Bana incecik gülümsemektedir
( Yakında)
GECEKONDUSU YIKILAN KADININ TÜRKÜSÜ
Beş gün su taşıdık dereden
Musa, Mahmut ve ben
Ter değil kan aktı yol boyu
İnce ince gül tenimden
Yıkma zahm yıkma kondumu
Yarın hesap sorulur devran döndü mü
Dere uzak, yol taşlı
Mintanım ıslak, yaşmağım yaşlı
Tepemde güneş diye bir ejderha
Ki yedi değil yüz bin başlı
Yıkma zahm yıkma kondumu
Nerde yatar yavrularım gece oldu mu
Biz nerdeysek o orda
Musa on, Mahmut yedi yaşında
Su taşıdık tam beş gün
F'pkırmızı bir göğün altında
Yıkma zalim yıkma kondumu
Yann hesap sorarlar devran döndü mü
Çimentoyu, tahtayı, briketi
Babalan taşıdı, babalan çatu
Yiğit Osman’ım benim, aslan Osman’ım
Uyumadan gece vardiyasına çok gitti
Yıkma zalim yıkma kondumu
Nerde yatanz erkeğimle gece oldu mu
Komşular da yardım ettilerdi
Gül’ün kocası, Zehra'nınki, Esma’nınki
Hepsi iyi komşu olacaklardı ama
Hey gidi kahpe dünya hey gidi
Yıkma zalim yıkma kondumu
Yann hesap sorulur devran döndü mü
Perdelik alacaktım İstanbul’a inip haftaya
Ucuzca bir şey, pek iyi olmasa da
Zehra’mnkiler gibi iri iri
Çiçekleri olsun istiyordum mutlaka
Yıkma zalim yıkma kondumu
Nerde yatanz çoluk çocuk gece oldu mu
Çatısını da kurduk muydu
Artık ne çimentoydu, ne briketti, ne suydu
Ama feryadımızı duymayanlar
Bir evimiz olduğunu hemen duydu
Yıkma zalim yıkma kondumu
Yann hesap sorulur devran döndü mü
(Yakında)
ÖLÜM HAYATI KUŞATALI BERİ
Kül yağıyor gökten
Kül renginde güneş
İki şey örtüyor kırları
Kül ve leş
Neye uzatsam elimi dağılıyor
Bütün eşyalarda ölümün tozu
Aynı anda yakıyor genizleri
Öfkenin ve göz yaşının tuzu
Kimi kanla besleniyor kelimelerin
Kimi kelimeler paslı
Ne kadar kafiyesi varsa hayatın
Hepsi de ölümle cinaslı
Ve ölüm hayatı kuşatalı beri
İki şey yan yana gelişiyor evlerde
Babalar bıçak biliyor
Analar yaslı
(.Hayatı Karşılayan Şiirler)
NECATİGİL İÇİN, SAYGIYLA
Bir kayanın
Uçuruma yuvarlanırken
Çıkardığı gürültüye
Benzer her halde
İnsanın hasta yatağında
Ölümü gördüğü an
Attığı çığhk
Ama hocanın ki
İnce bir çiçeğin
Sapı kırılırken çıkardığı
Ses kadar mutlaka
Hafifti
Tıpkı şiiri gibi
Usul bir ah:
Ölüyorum eyvah!
(Hayatı Karşılayan Şiirler)
SEVİNÇ
Sanhp birbirinize çocuğunuzla
Uyudunuz mu hiç?
Akan uyku değil sanki aranızda
Uyku hafifliğinde bir sevinç
(H ayatı Karşılayan Şiirler)
ŞİİR ÇİÇEĞİ
Kimi zaman düşlerim suluyor
Kimi zaman gerçek
Günü vakti dolunca
Bir de bakıyorum, kalemin ucunda
Açıvermiş bir çiçek
(Şiir Kitabı)
ŞİİRİN ÜÇ KURALI
Hayatın bağrından
Kanayarak kopan kelimelerle
Kurulur şiir
Bir
Şiir sızlanmaz, haykırır
Ama sızlayan yanını da
Duyar insanın içindeki
İki
Ve şiir geleceği bildirir
Ve gösterir gelecek kimin elinde
Kimdedir güç
ÜÇ
(Şiir Kitabı)
UÇURUM
Şiir uçurumdur
Ve çiçekten bir köprü
Geçer üstünden
Gerçeğin kıyısına uzanan
Düş kıyısından
Kimi ulaşır karşıya uçar gibi
Kimi ulaşamaz, düşer
Kimi de boşlukta asılı kalır
Düşerken tutunabilirse
Bir kelimeye eğer
(Şiir Kitabı)
A z e r Y aran
(Doğ. 1949)
KARADENİZ ŞARKILARI’ndan
Ansızın içimde bir deniz ürperdi,
Kuşkunun ilmiğinden geçti umut,
ey şehir çığlıkları gerdin,
Başucunda kara bulut.
Akşamdı, kesti şarkıyı kıyı
Geçmiş yıllardan neler anlattı, neler,
Baııklaıda işlek bir mırıltıyı
Kışkırtıyordu yumşak gölgeler.
Dolanarak gündüz bir adak ağacına,
Dalgalar talih diler,
Gece rıhtımın altın zincirine
Asılıdır altın gemiler.
Ama ağır sancılar taşıyor kıyımız,
Yamaçlarda kadınlar, yangınında derin ahların,
Tepelerimizde eziliyor yorgun toprağımız
Altında nükleer silahların.
(Mayıs)
VARNADA DOSTLARLA
Çekiyor keman yayım kıyının çiçekliğinden,
Çarşaflara doluyor Karadeniz soluğu,
Güneşin ve doğanın fısıltıları.
Yürekler güzel, ekmek gül, makina gül,
Uyanınca beyaz balkonlardan görürsün,
Yanına sokulmuşlar kızıl kuşlar.
Anneler gözlerine güven doldurmuşlar
Ve yüreğin çağlayanlarında kayıyor çocuklar.
Toprağı ve denizi emekte örgütlemişler,
Martılar ışığın sevgisini kokluyor,
Bahçelerde aynı yemişler
Ve aynı yeşil dağ suyundan doğma bir kız
Telini incitmeden gül topluyor
Devrimler ve berrak belgiler taşıyor yüzüyle
Ak şakaklı ülkemin yanıbaşmda.
Ve ülkem gibi doğanın bağrından yunmuş özüyle,
Gülüşünde eski acılar taşıyan ihtiyarların
Ve korular gibi gülen çocukların yurdu,
Ak şakaklı ülkemin yanıbaşmda.
Dillerde aynı hava, omuzlarda aynı halaylar,
Dosduktan damıtılmış kadehlerde içkiler.
Ve sevginin gelip dayandığı bir duvar,
Ki bir yanma halkım şölenler kurmuş,
Bir yanına onlar güller dikmişler.
Doludizgin bir güneş Varna sabahlarında,
Saçlarını döküyor bir kız güne,
Adı barış, soyadı dostluk.
Ve bir demet aşkla ellerimde
Ben nasıl da vurulmuşum kalbine,
Kardeşler nasıl da benziyor çocuklarınız,
Büyüyerek özgür bir sevecenlikte
Oyunlarıyla ve özlemleriyle bizimkilere.
Gün olur ince sofralarımızda
Oturur, birbirimize birer buket türkü veririz,
Kıvançla çınlatırız kadehlerimizi:
Siz bize gelirsiniz, biz size geliriz,
Aynı daldan kopanrız yemişleri.
Yüreklerin köprüleri açılır,
Bizler de geçmeden, birer sonbahar gibi
Bırakmadan ardımızda acıları ve sevinçleri.
(Mayıs)
S e y y ît N ez îr
(Dog. 1950)
DAĞLARIN SİPERİ
Akranıdır
Ağzı taçyaprağı yâr.
İnce usul boynuna al dudaklarını
Açarken gelincikler
İlkyazı sesleriyle süslediler.
Dilleri ekmeğe dönmezken daha
Ağıt öğrendiler.
Lokmayı bölemeyen ufacık elleriyle
Döğündüler.
Gönül gönlü tutar.
Gözün ıraklığı gönülsüze arkadır.
Gönülleri körebede bile
İlikle düğme gibi sarılıştılar
Ve kaleme ve yazıya ilk
Birbirinin adıyla alıştılar.
Velâkin dünyanın illeri muhannedik
Ferhadın gürzü kaç para
Yoksulluk dediğin prangadan dağ
Bir acayip güç erişemez zebellâ
Ne kurşun değer alnına
Ne böğrüne bıçak
Gidi felek nâmerdin koynuna yâr
Güzelim gerdana
Altın dişlerden çürükler dizerek.
Ve artık dağlar da fukara...
Ömrü bütün yanası, kül olası yürek ah
Sana dağların da siperi yok.
(D ağlan Öylecene)
O zan T e l l i
(Doğ. 1950)
GÜNEY GECELERİ
serer san saçlarını
salkımsöğüt serin suya
su seviyle kucak açar
ilk akşamdan doğan aya
gönlüme gökbeşik olur
sonsuzluğa kuşak olur
Samanyolu boydan boya
kadifeden gece gümüş
börtü böcek ninni okur
evrence bir duygu ve düş
gökgergefte yıldız dokur
sırılsıklam salkım saçak
sarhoş asmanın üzümü
şarap olmaya ezilir
ince imbikten süzülür
dindirir sevda sızımı
mor bulutlar yüreğimde
dağa duman gibi durur
buz dondurur eteğinde
saçında yıldız yandırır
çalkan mavi deniz çalkan
yürek değil bu bendeki
volkan mavi deniz volkan
ışkın damardır ışıktan
bu gönlümün duyargası
ürperir mavinle senin
rengi sıdak suyu serin
ey sabırlı toprak testi
kara derin gecelerin
iççekişi nasıl esti
kekik koktu buram buram
salındılar sıram sıram
sülün selviler bilgece
ak kavaklar konuştular
yaprak dilleriyle
şıpır şıpır çokseslice
deli gönlüme usluca
uzun havalar çaldılar
ben özümde ney’i duydum
argın akan suyu duydum
ve esridim bir ezeli
yorgun şarabın tadıyla
gök yıldızlı harmanidir
onu kuşanıp giyindim
ve oturdum bağdaş kurup
ulu çınara dayandım
aynakışlı güzel gece
senin ninninle uyandım
yıldız bana yardır diye
seııin ninninle uyudum
düşte dostlar vardır diye
ateşböceği bağrında
ağan yıldız gibi yüzdü
ateşten inciler dizdi
senin zenci saçlarına
renginden bir yudum içtim
bir yudum da al şaraptan
içimde üşüdü sümbül
nar çiçeği yandı aşkla
nilüfer erince erdi
yaprağını göle gerdi
ak çiçeği uyur suda
ışık dikenidir ışık
başakların kılçıkları
karanlıkta ince ince
akşam olup gün dönünce
içerim kalaylı tastan
dolunayın ışığını
deli gönlümün yavaştan
ırgalarım beşiğini
bebeler uyur bağrımda
bebeler büyür bağrımda
cıvıl cıvıl çoğalırım
yakamozlar gümüşlenir
akışır yeşil yosunlar
kumlar kaynar kumlar oynar
sularında mor denizin
kayaları kıyılan
yalar duvaklı dalgalar
tadını duyarım tuzun
serin yelin esişiyle
kuştüyünden sevinç bende
hüzün bende gülsuyundan
bende düşün bende duygu
düş bende uykular boyu
gecelerinde güneyin
yelin suyun söylediği
sazhklann senfonisi
kuyu kuytuların sesi
toprakların dinlediği
bağnmı verip yattığım
gecelerinde güneyin
an peteğinde uyur
bala banarak dilini
sunam yatağında uyur
bana sararak kolunu
gecelerinde güneyin
karınca toprakla kurar
buğday düşünü düşünü
yükü kendisinden ağır
gider taşım taşını
gecelerinde güneyin
sarhoştur eğer başım
kardeş yapraklı palmiye
her ağaç gibi ayakta
o da razıdır ölmeye
gecelerinde güneyin
bir kuş öter titrer eli
tam-buramm ta derinden
gönlümün ince yerinden
gecelerinde güneyin
nar çatlamış nar ikiye
yüreğimi yar ikiye
yeryüzüdür bir parçası
bir parçası gökyüzüdür
gecelerinde güneyin
ah güneyin geceleri
bitse dünya acıları
gündüz kadar güzelsiniz
cangözüyle bakınca siz
(Şahince)
e»
BARIŞ PİRHASAN
(Dog. 1951)
TARİH KÖTÜDÜR
İşte gençliğimin şiirleri
İlk gençliğimin
Güzel şeyler
Deli saçmalan
Beceriksizlikler
Şehvetle titreyen parmaklarla yazmışım onlan.
Bir çocuk için
En güzeli
Belki bütün yazdıklanmm en güzeli
Gövdemi ılık
Kirli
Pınl pınl bir havuzda düşlerdim
Göğsümde nilüferler
Su çiçekleri
Garip bir çocuk dediler bana
İçine kapalı
Güçlü
Onun koluna girerdim
Zayıflığı çekerdi beni
Acımasız pırıltısı
Geceleyin kendini sevmesi
Organları
Çocukluğumun şiirleri
Hepsinde umarsız bir çığlık
Zavallı
Traji-komik
Şanlı tarihim:
Ne zorbalar geçmiş beynimden
Ne haksız kıyımlar olmuş gövdemde
Kimler can vermiş hapishanelerde
Hangi sınıf egemen?
İlk şiirlerim
Alaycı bir göz
Kirpiklerinde tohum
Düzensiz patlamalar
Yaralı omuzlarım
Biri kavga türküsü
Acemi
Çığlık çığlığa
Yarım
Bütün bunlar şimdi geçmişte kaldı
Çocukken yazdıklarım beni yüreklendiriyor
Bir budala gibi
Yoksul bütün halklar gibi
Şaşkın bir el yazısıyla
Ayaklanmalar tasarlıyorum.
(Tarih Kötüdür)
KAPALI GÖL
Bir göl yanına vardım
Aynasına eğildim
Dedim: Bir yudum su ver
Dedi: Çok uykusuzum.
Küçük bir dere oldum
Dağa çıktım hız aldım
Gölün yanma vardım
Gözlerini kapattı.
Geceden yıldız çaldım
Kıyısına uzattım:
Neden verdin bunları
Benim içim tuz dolu?
Soyunup kuma yattım
Eğilip göle sordum:
Benimle ağlar mısın?
Dedi: Çok uykusuzum.
{ Tarih Kötüdür)
LA ESMERALDA
Kollarından vurulmuş paslı çiviyle
Çarmıhta dolaştırıyorlar Esmeralda’yı
Gözdağı olsun diye bütün halklara
Çarmıhta dolaştırıyorlar Esmeralda’yı
Adını çaldılar bir köylü kızdan
Bir çiçekten çaldılar adını
Sürdüler karanlık bodrumlarına
Yoldular kanadannı
Çaldılar rengini And dağlarının
Doruklarına yağmış süt beyaz kardan
Dikenli tellerden urbalar dikip
Gerdiler sırtına cüzzamlı yelken
Kaldırdılar sabah uykularından
Böldüler binbir direkli düşlerini
Tırmanıp kirli insanlar küpeştesine
Astılar ozanın kanlı bileklerini
Açtılar yarayı bir usturayla
Dolarla, tankla açtılar yarayı
İşte sunuyor kana korsanlar
Halklara bir katil gibi Esmeralda’yı
Elleri oysa Esmeralda’nın
Temizdir bereketlidir
Ya tohum saçar tarlanın birine
Ya su gözünden tohumlar devşirir
Sesi güleçtir Esmeralda’nın
Yel vurdukça saçları türkü söyler
Dostlarıyla başbaşa ekmek yemek
Kitap okumak ister
Evleri vardır Esmeralda’nın
Bütün işçi evleri gibi
Çöreklenmiş çatısına Pinoçe
Yağmalanmış küçük yoksul mutfağı
Dinleyin sinsi hışırtısını
Yaklaşıyor bize de yılan tekne
Suçluların suçluları sırıtır
Salhaneye dönmüş güvertesinde
Ve işçiler, gencecikler, analar
Koşuyorlar rıhtımlara, doklara
Bu gelenler dostu Esmeralda’nın
Görevimiz, taşlanacak Esmeralda
Taşlanacak ağaracak yine süt
Taşlanacak zorbaların gözdağı
Taşlanacak gülsün diye gökyüzü
Taşlandıkça kurtulur Esmeralda
( Tarih Kötüdür)
GARİP BİR SAVAŞ
Önce tanklar geldi,
Cephede yerlerini aldılar.
Öncü birlikler çoktan keşfe çıkmışlardı,
az sonra telsiz bildirdi roket hedeflerini
Tantana başladı.
Onca transistor, havan topu, er
Bir komutla
Mızrak oluverdiler.
Toprağın çeşitli yerlerinden
Kopup gelen sürüyle insan
Başladı acı çekmeye.
Kırıldılar, yırtıldılar, parçalandılar,
Kalanlar adım adım, hendek çukur
Kararlaştırılan kente ilerlediler.
Bir asker vardı ki aralarında
Bozmakta savaşın ciddiyetini
Saçları taralı, östû başı teiniz pak
General oldu
Yönetti birlikleri,
Pilot oldu bir ara,
Sonra bir miğfer geçirip
Çatışmanın en civcivli yerine seyretti.
Anlaşılan bu mehmetçik şerbetliydi kurşuna
Şarapnele, alev makinasına, el bombasına
Ast üst tanımadan büyük bir zevkle
Dolaşıp durdu, yorulmak bilmeden
Siperden sipere.
Kent alınıp, erler dalınca sokaklara
-Sıkılmış olmalı oyunun tekdüzeliğindenBir makinalının önüne attı kendini.
Kanlar içinde düşüp çamurlu yola,
Seyretti yattığı yerden
Savaşın gidişini.
Önce arkadaşları, sonra bir kamyon,
Sonra koca bir tank geçti üstünden,
Donuk gözlerinin ardında keyiften kımıl kımıl
Gözledi parçalanırken gövdesini
Pike yapan uçakları
Kenti boğan sisi.
Tarih bu, yazmaya adam gerek.
Eylemi ölümsüz kahramanların.
İşte İstanbul, Burçlar, bayraklar,
Asılı topuğundan bir serdengeçti
Arka planda ticaret ve rüzgâr.
(Tarih Kötüdür)
İ z z e t Y a sa r
(Doğ. 1951)
KÂR ŞİİRİ
kapılarıyla geçiyor kullar
güneş dille yazılı mezar taşlarına
tefeciler tefe koymuşlar
kafeslenmiş ayılar sessizlikte aç oynuyor
şimdi gökten ecdâd inecek
ve bütün idare meclislerinin âzâsını öpecek
neden şaşıyorsun? artık değer kaldı mı hayatta
gemisinden kurtulan kaptandır
sertadımlarla geçen işbölümünü dikerek
bahar, yaz ve kâr aylarıdır.
(Yazko Edebiyat, Nisan 1981)
e»
A b d ü l k a d îr B u d a k
(Dog. 1952)
SİVASLI
Ah hangi apartmanın
Sorsam kapıcısına
Aldığım karşılık beni
Yürekler acısına
Bırakır, utanırım
Sivaslıyım gardaşım
Bir koca dağ İstanbul
Ben önünde Ferhatım
Unufak edeceğim
Diyor ama aldanma
Yaşamda dağı taşı
Sivaslı İstanbul’da
Bir Selçuklu gözyaşı
( Geçti İlkyaz Denemesi)
MECNUN
Dönmüş bugün çöllerden
Bulurum diyerek Mecnun
Leylasımn düşüyle
Çatılan göğe değen
Bir kentin eteğine
Çiçeksiz balkonunda
Beş çayı içiyormuş
Şen konuklar arasında
Leyla Hanım keyifle
Koyvermiş kahkahayı
Acının nişanı Mecnun
Karşısında diz çökünce
Bir yolunu bulup sızmış
iksirin içine kan
Saç takma kirpik boyalı
Bir öpüşme boyudur aşk
Kays, Mecnun oldu olalı
(Şimdi Yaz)
ÇİÇEKSİZ PARK AKŞAMI
Son ihtiyar boyası
Dökülmüş kanepeden
Kalkıverdi ayağa
Nasılsa birden
Cılıs sesi çiçeksiz
Parkı dolaştı: Hasaan
Gidelim yavrum haydi
Karanlıklar basmadan
Gerdi kanadını göğe
Karşı ağaçta son kuş
Belli ki çiçeksiz parkta
Aksam olmuş akşam olmuş
Su olsa havuzunda
Bakıra çalardı rengi
Diye geçirdi içinden
İhtiyar, az önceki.
(Şimdi Yaz)
DURUM
Şiir yazmamak ozanın
Boğazına yağlı ilmek
Ya mavisiz gökyüzü
Ya kançiçek
Şiir yazmak ozana
Eve çatı denize kum
Şöyle demesi: Herşeyi
Işığa banıyorum
Şiir yazmamak ozanın
Tekerinin önüne taş
Tutmayan el
Kesikbaş
Şiir yazmak beyazın
Karalara yengisi
Bahçe sussa duyar ozan
Uzaklarda kuş sesleri
( $imdi Yaz)
KADIN VE NEHİR
İkisi de sürükleyip götürüyor ne rarsa
Kadınla nehir arasında bir fark göremiyorum
Buluşuyor bir anlam iki ayrı sözcükte
Saçları omuzundan akıyor birisinin
Ötekinin mızrağı saplanıyor denize
Biri ihanet istemez, köprü istemez öteki
Kadından ve nehirden ancak aşkla geçilir
Biri geyik barındırır sularına eğilen
Öbürü bir avcıyı koyııunda geliştirir
Maraton koşusuna benziyor ikisi de
Düş çalarken suçüstü yakalanmış çocuklara
Benim kadınım bir nehrin profilden fotoğrafı
Senin nehrin benziyor ateş emziren kadına
Bir halk ezgisi sanki, öfkeli ve tedirgin
Belki kalp çarpıntısı, yanardağ ve infilak
Nehir mi desem kadın mı, ikisi de olabilir
Ya iyi yüzme bilirsin ya sevmeyi adam gibi
Bir nehre ve kadına ancak böyle girilir
İkisi arasında bir fark göremiyorum
Erkeğinin yanında gözden geçirir kendini
Kadın sunar ruhunu gövde ambalajıyla
Dibindeki yosunun susuzluğunu bilir
Nehir ustadır artık köprüsüz buluşmada
Söğüt dalı olsaydım öper miydim bir nehri
Taçlandırırdı kadın aşkını haketseydim
İlle bir fark olmalı aralarında denirse
Biri denizi çağrıştırır öbürü uçurumu
Sal olduğumu bilirdim nehre düşseydim eğer
Ötekinde bir sınav sorusu olduğumu
Nehir: Doğada bir yatak bulmamaktır kendine
Kadın: Aramak değildir yatakta kendisini
Buradaki ayrıntı elbette önemlidir
Yine de diyorum ki, öyle büyük bir fark yok
Nehir eşittir kadın, kadın eşittir nehir
{Ask Beni Geçer)
E rdal A lova
(Dog. 1952)
HER ŞEYİN YÜREĞİ VARDIR
Her şeyin yüreği vardır.
Toprağın yüreği tohumdur
acı acı çatlar.
Göklerin yüreği güneştir
ışık ışık oynar.
Aşkın yüreği susuzluktur
sevgi sevgi sızlar.
Şiirin yüreği sevinçtir
kıpır kıpır eder.
Zamanın yüreği insandır
kavga kavga yanar.
İnsanın yüreği barıştır
tıkır tıkır atar
(En Son Çıkan Şarkılar)
SÜRGÜN ADASI LEROS
Yannis Ritsos’a
Yürek, denince
kırmızı, plastik bir maketi gösteriyor öğretmen
büyükanne
yumuk yumruğunu gösteriyor küçüğün
balıkçılar bir adayı gösteriyor
derin, lacivert bir denizin ortasında.
Leros.
Nasıl da güm! güm! atıyor.
Barışa, aşka ve iyiliğe ilişkin
bütün sözcükler sürgün burada.
»
Boşuna arıyorlar çantasını
sakallarına karışmış
aradıkları sözler
poyrazla gelen tuzlar.
Çivit çevreli pencerelerinden
meraklı ve kırışık
yüzler bakan
tahta kapılarında
haçlar ve sararmaklar sarkan
bu küçücük ada
yaslı bir ana gibi şâiri kucaklıyor.
Yıldızların balıkçısı, diyorlar ona.
Çünkü o her gece
ağlarını salar lacivert boşluğa
sabah olunca
ağlara takılmış
bir parça mavi bulacağını bile bile
kırık bir yıldız.
Adanın karıncığında bir karınca
sakızdan iplikler çekmeye başlamış bile.
Ant içmiş olmalı
bütün o sürgün sözcüklerden
ada ada bir oya çıkarmaya
fenerler, dalgalar ve rüzgâr
tuz ve yosun
kokan balıkçılar
sonsuz bir oyun kursun
tiril tiril
tirşe bir mendil
olsun diye koca derya.
Yıllarca yuvalarını yağmalamışlar onların
yıllarca ekmeklerini almışlar ellerinden
bıkıp usanmadan onarmışlar yuvalarını
ekmeklerini taştan çıkarmayı bilmişler.
İçlerinden en çalışkan olanı
kurşuna dizmişler
elinde beyaz bir karanfille.
Ve çakıltaşlan kadar bilgin o karınca
bir an yorulup durunca
sakız rakısı içiyor
Yunanlı emekçilerin geleceği için
ve her “şerefe” sözünde
bir gurbet türküsü duymuş gibi
tüyleri diken diken oluyor
seksen kilometre ötede
Milaslı reriçberlerin.
Evet, yetim kalmış özgürlük!
“Kuş kanadı kalem olsa”
bu yakadan karşı yakaya
binlerce uçurulsa
birden hıçkırmaya başlayabilir
iç geçirebilir
atını yeni yitirmiş bir köylü gibi
ve durup dinlenmeden güzelim şeyler anlatır
der: hiç kimse gülmeyecek bu adada
hiç kimse ağlamayacak burada
henüz isim konulmamış
duvağına dokunulmamış
bir erinç okunacak yüzlerde.
On iki dama taşı değil
Elifin bir fincan ödünç pirinç
istediği Eleni’nin boynunda
ışıl ısıl on iki taş olduğunda on iki ada
inanın,
kırk gece değil, kırk gün
her bengi düğün
duyulacak çaldığında davullarım.
Ve
katarlamış mayayı
kolunda yağız beyi
başlayacak yavaştan
sirtaldye ferayi.
Adanın karıncığında
sakızdan iplikler çeken o karınca
yüzlerce yıllık gümbürtüyle
patladığı zaman,
“Ege Denizi kararınca.”
(En Son Çıkan Şarkılar)
TERSİNMELER
Her dağ
bir gün açıklar
sürgün bir deniz olduğunu
Cam sıkılınca kendinden
kum dilinde konuşur
Gece
bir çakıltaşı operasıdır
kurbağaların söylediği
Sonsuzluğun dudağında
mavi bir uçuktur gök
Kızılcıklar
o yanık yağmurlar
Her ırmak
açıklar bir gün
yüzünü hiç görmediğini
Ve sırayla
döneriz yaban yanımıza.
(Adam Sanat, Ekim 1990)
E n is B a tu r
(Dog. 1953)
SALKIM MESELİ
“Bir başınaysan, bütün bütüne
kendininsin'’.
Leonardo
Elmas bir taşandır aslında, tek düşleyelim
kömürü. Tutku da biter çünkü, an gelir gece de büyür
içimizdeki geceden:
Sim korkumuz balkır derin gözümüzden.
Yaşam, atlasa ve ipeğe doladığımız kadırgada
sanp çözdüğümüz Gün makarası
kalıba döksek ayrışır sise ve saydama,
biri doğrularsa çelişir öteki, sesimizle.
Ey kan ve ivme ilişkisi! Düşün ki hem izcidir gölge,
gövdedir hem avcı. Bu açılma yeri, dışavurduğumuz bu
yaramız, ki bir kapansa...
...de bir taşandır aslında - orada takvim çevirir za
manı insan diline, pafta ayınr işte, ayırsa ayırsa sem ateşi
ender sudan
ve Alaşım: Yalım dilinin
şiir diline deydiği
kılpaymda eriyen
has sınır bünyesi!
Çoğaltırken bir-leştirir salkım her gözünü;
Salkım ki gecel bir taşandır aslında
Aslından düşleyelim tek taneyi.
•(Yazılar ve Tuğralar) Şiirler 1973-1987
Naz için
Birden aklıma seni sevmek geliyor.
sonra senin
Benim evim
gözlerin, ellerin
vardı. Onları saymak geliyor aklıma
Senin dudakların yok öyle dümdüz.
Islak ve çıplak
Ağzını söylüyorsun her dişinde. Kar
Anlıktır. Kap.
Eski bir uygarlık çağdaştır bir solu
kta. Şenince. Denizlerime sırtüstü yat
ıyorsun benimle seviş
iyorsun hem hep tepemdesin ak ışık
sın. Ulaşılamazlığım. Ulaşamazlığım.
(Sen bugün ölüm gibisin bana uza/-k
nıyorsun). Sen öyle durgun devin
en benim
Odalarımda salt gece vardır hüzüne
Karşı
çıkabilen
İp. (Sen gebem olsaydın, inan
Modigliani çizerdi boynunU
Birden aklıma seni sevmek gel
gel
gel
gel
iyor.
zUN).
(Yazılar ve Tuğralar) Şiirler 1973-1987
»
ÇIKARAYAK
Düne indim merdivenden: Saçlarını
toplamışsın, ensende uçuşuyor nisan.
Sahanda yumurta yapmışsın öğlen, Rue
de Venise sonra, sonra herhangi bir köprü
ve Seine: Eski bir pafta alacağız belki,
Rabelais’nin tuhaf bir basımını: Akşam
gene yekpâre olacak Mouffetard’m yüreğinde
Aragon’u dinleyeceğiz Leo’dan: Je chante
pour passer le temps.
Bugün nasıl da kekre ve gamlı bugün:
Opal, billûr ve ahşap içre kurduğun
çaudan görünmez kiremitler mi uçuyor
yoksa?
Merdivenin tam önüne dayamalı bu kurdu
tırnağı, çekmezse iki titrek bacak.
( Yazılar ve Tuğralar) >>
SICAK KAN
Sizin için kalktım geldim
ve her tarafınızdan ayrı bir koku topladım.
Göğsünüzden inat,
boynunuzdan uzun sonsuz bir damar,
açılmış çiçeğinizden hercai polen.
her tarafınıza ayrı bir koku bıraktım,
genzinizde bukağı, bileğinizde
en derin kuyuya atsanız
sesi silinmeyecek huzursuz zaman,
dibimden ilk bulunduğu günkü kadar gür ateş,
kökümden nefes, sapımdan
uzun sonsuz bir okun asi ıslığı.
Kokularım kokularınız artık bir çingenenin kahkahasında patlayan
ansızın güneş.
Sizin için kalktım, geldim.
Belinize doladığım bu koldan biraz önce
çözdüğüm saatte akrep yelkovana kördüğüm,
içinizde hızla köpüren Dicle’de
fırdöndü bir atım:
Bu keman sizsiniz, bu hoyrat yay ben alnınızda birikmiş her taneye yansıyor
yüzümdeki gezgin fırtınanın topladığı iz,
iki göz sizde dimdik iki giz,
çıkıyorum doruğunu görmediğim merdivenden
iniyorum dibini görmediğim,
korkularım sizin korkularınız artık ya şimdi ölmeyeceksem.
Sizin için kalktım birdenbire yerimden,
sizin için konuştu şiirin nicedir
sindiği bu dil, çalıştığı bu soğumuş kas,
kilitlenmiş bu kasık,
bakışıma dadanan bu kırılgan şimşek
sizin için çıkü gecenin simsiyah yüzüne,
sizin için topladığım bulutlar
ve koptuğum sağanak,
ağzımdaki körelmez savaş
ve bu kesik çığlıktaki taşkı,
sizin için bu tutuşmuş fitil,
durmadan gönderen körük,
sizin için
tımaklamıızı boyayan
sıcak kan.
Sizin için kalktım yerimden,
üstümde koyu kara tren hüznü,
dilimde herkesin unuituğu
ve gizini sökmek istediği uçarı aruz,
ellerimdi ateşin ucunda kıvranan,
kimsenin durduramadığı soluğumdu
dolaştığı an her yeri hemen kavuran,
taşıdığımız ortak göçmen ruhta
tuzaklarını bir bir açan ve çözen
gövdeydi - sessiz geceden akan.
Benim için açıldınız,
kartal kanatlı pencere.
Benim için uzun sonsuz saçınızdan
dolanıp karadüşlerime öldünüz,
toprakta benim için dirildiniz pupa yelken,
güldünüz, tıkandınız, kılıcıma km
benim için delirdiniz, içiniz deniz.
Sizin için kalktım birdenbire yerimden,
sizin için geldim ağır ağır. Bu tohum,
bu karmaşık düzenli terkedilmiş bahçe,
her yeri ışıksız bu yabanıl orman sıkışıklığı
yıllan delerek büyümüştü içimde.
Beklememiştim ki sizin için
benim için beklemediğiniz dönemeçte:
Çıkagelmiştiniz, çıktım geldim,
sönmez artık bu uzun sonsuz yangın,.
kokular ve korkular,
bir duruş, biriki tokadı andıran kelime,
bu sokaklar, bu midye gibi
kendi üstüne kapanan loş şehir
izlerimizi silmez.
(Adam 1993 Şiir Yıllığı)
TAŞ DAMLALAR
Bana çölün arkasından gelecek topraklardan,
simsiyah gökkubbeyi deüp geçecek bir sabahtan
söz açsın, bir bilici istiyorum: Avucundan altı yüzü
kutlu bir zar düşsün, kemerindeki kemikte susuzluk,
korku ve karabaht yerine kurtuluş harfleri yazsın,
çadınmdan çıkağımda sağanak karşılasın beni,
aama binmeden bakayım: Gözlerinden kaybolmuş
güven ışığı geçsin, yakınlar beni öylesine bezdirdi,
uzaklar rüzgânnı getirip etrafında çevireceği billûr
sesle dolsun - kırıldım, yenildim, bozbulanığım
yıllardır: Bir bilici bulun, geceme yıldız, ağsın.
Böyle uzandım döşeğime gece, gece bitmemişti
böyle uyandım. Beldem baştan uca çiğnendi, kim
oturuyor sarayımda biliyorum, biliyorum kimdir
kadınlarımın koynuna giren: Ağır bir koku, pes
bir kösııü, köpük köpük taşan bir öfke ile kaplandı
odalarım, şehirlerim, hükmettiğim uzun ovalarla
sisin çöktüğü dağlar: Issız bir imparator taşıdım
buraya, tuzla buz gurur getirdim yanımda, bir de
zakkumdan tane tane bir imbiğin doldurduğu şişe,
hiçbir şeyden korkmadım bildim bileli: Ne yazgı,
ne kargış, ne ölüm: Bir tek şüphedir, esirgensin.
Büyük, taşlaşmış damlalardır Zaman, bende
bana ne var ne yok kilitler. Çıkıp uçsuz bucaksız
bir ateş yaksam: Onlar erirler mi? Çıkıp bir ateş
yakacak olsam sanırlar ki çağrıdır, çağırmam, ’
rüzgârı arkasına almış bir yangındır, korkarlar,
ben kimseyi korkutmak için doğmadım. Bir anlam
yok yaradılışımda, bir giz bir gizem yok kimseden
beri - kendiliğinden an gelir erirse damlalarım,
geçmiş günleri kaskatı geleceğimden ayıran âraf
çizgisinden yürür geçerim: Bir bilici bekliyorum,
muskamdan düğüm çözsün, suskumdan söz yağsın.
(Adam 1999 Şiir Yıllığı)
■ e®(M9
E rol Ç ankaya
(Dog. 1953)
SİREN
Bildim artık
Yalnızlığın yurdu sensin
Keder yağar dört mevsim göklerinden
Ey şanlı tarihin efsunkâr coğrafyanın yurdu
Nefret ediyorum senden!
Kaçtı nüfusun? 18 daha koy şimdi:
“Dûn gece yapılan denetlemelerde
yurdun çeşitli köşelerindeki evlerinden kaçarak
Puşt şehir, lanet olası ecinni!
Çıksam sokaklarına
Bira ve ter
Kozmetik ve kusmuk bütün
Ağzını açsan
Satır satır konfeksiyon kültürü
içinde yaşar birbirine düşman on bin halk
Ve hızla akan eğlence endüstrisi.
Ey İstanbul, bunları göre göre bildim
Ticaretin merkezi sensin, bu kabul
Limanların sabahtan sabaha
Gemisini kurtaran kaptanlarla dolu
Ve her türlü üçkâğıtçılığın merkezisin!
Bana mazinden konuş biraz
Nerde o şıp deyip bacasını kıran mavnalar
Güzel Türkçe’ne n’oldu
Gömdün mü Cadde-i Kebir’i?
Ey boş bulunmaya hiç gelinmeyen
Adamı alıp götüren nehir
Kendimden biliyorum her sabah
Korkuyla yokluyorum ellerimi.
Ama işsiz mimarlar var ya
İktisatçılar, baro dolusu avukat
Memleketten para bekleyen öğrenci
“8 aydır ücretlerini
alamayan işçiler...”
Ev bulamayan evli,
Ama vurup duran nabzı vapur saatlerinin
Bitmeyen sigaralarıyla minibüs şoförleri
Okullardaki boş yerleri çırakların,
Ama habire sulanıp duran sabahlar
Aşkların başlattığı direnç
Ve daha neler varsa onlar işte
Benden söylemesi
Bir şeyler çeviriyor hepsi!
Ey İstanbul İstanbul, umudun ana yurdu
Ben niye öfkeliyim, o niye kederli, öteki niye ağlamaklı
Sen de kahroluyorsun biliyoruz ya
Ama namussuz lanet şehir bu kaçıncı
Nüfusun 5 milyon muydu 5’ini düş şimdi, gördün:
Daha kaç işçi yanmalı, kaç işsiz intihar etmeli?
Oysa biliyorsun değil mi,
Ne kadar, ne kadar güzelsin!
(Asıl Adı Gökyüzü)
SEVGİLİM LADY DİANA
En birinci sevgilim Lady Di, çünkü tanışmıyoruz
Böylece birbirimize acı verme tehlikesi yok
Gerçi hiçbir uçarılık yazmıyor hanemizde
En aşağılık argolardan da uzağız ama.
Bıktıkça değiştiriyorum Lady Di’lerimi
Örneğin 4. Ranal’da bir kadın, yenisi o
Maalesef onların bıkma şansları yok
Hepsiyle kuytu bir uzaya ışınlanıyoruz
Kadeh kaldırıyoruz muhkem mutluluğumuza
Prenses Di, sevgilim, zararsız kendi halinde
Bütün Galleri sunuyor işlek elleriyle
Piat D’or şarap, martel konyak, kızgın rom
Bir damla sızıyor dudağından boynuna.
Finchley metrosunda İtalyanca ayrılıyor.
Hilesiz bir gökyüzü zarflıyor İstanbul’dan
Şaraplı ağzıyla Waterloo’da saldırıyor
Çiçeklerle filan poz veriyor Kuşadası ’nda
Telefonda 723 97 58’den Lilian.
En birinci sevgilim Lady Di, hem bir kadın
Hem dostluğu açılmıyor gizli uçurumlara
“Aşk boktan” diyecek kerte Norveçli oydu
Polonya aksanlı sevişen İngiliz çimenlerde
Şömine alevinde duyduklarını hiç anlamadım.
Artık bir Lady Diana, hakikatli sevgilim
Bakışlarında hiçbir buluta rastlamadım
Bir onun geceleri ulaşıyor yaz sabahlarına
En iyi toplamı olarak yaşanmış kadınların
En mümkün tutkular bir Di’nin saçlarında.
(Adam Sanat, Sayı 21 Ağustos)
Y a ş a r M iraç
(Dog. 1953)
AKAR YAKAMOZ
akar yakamoz ter akar
fındıktan çaydan tütünden
süt misirin püskülünden
karayemişin dalından
tarlayı eker biçerken
toplar budarken dallan
yaprak kırarken dizerken
ter nasıl da ışık akar
oy uşaklar gelin kızlar
enişteler can baldızlar
fındıkta çayda tütünde
misirde kayan yıldızlar
söyleşin emek canlan
oy yoksul canlar söyleşin
harmanda tütün damında
dere ırmak akan terin
ne kalır karşılığında
tarlasında süt misirin
ne kalır çay sepetinde
dalında bakır fındığın
ne kalır çorba tasında
yoksul canlar sofrasında
kırk gözeden akan terin
emeğin karşılığında
uğraşıp dur yorul didin
kıvran yokluktan acıdan
bu ters çarkı kırmak için
söyleşin canlar söyleşin
( Trabzonlu Delikanlı)
BEKÇİ KÂZIM TÜRKÜSÜ
daracık sokakları
dolaşır yorgun yorgun
saat birlerde üçlerde
çömlekçi’li bekçi kâzım
kus olur kanat çırpar
zifir gecede düdüğü
dokuz can eline bakar
döne döne düşündüğü
cırlak gülüşmeler gelir
oyma saçak konaklardan
kız oğlan sesleri çınlar
sürgit eğlencelerden
saat birlerde üçlerde
çömlekçi’li bekçi kâzım
önce kalayiayıverir
sonra der ki neme lazım
( Trabzonlu Delikanlı)
ÇÖMLEKÇİ’Lİ ÇIRAKLARA TÜRKÜ
çömlekçi denilen yerde
hey benim öksüz yüreğim
çıraklar işe gidiyor
oy benim öksüz yüreğim
bozuk motorlar altında
körpe gençlikler gidiyor
motoryağı benzin mazot
karalanmış urbaları
yerlerde yata uğraşa
limelenmiş urbaları
nasıra banmış nasıra
ondört onbeşli elleri
hey benim öksüz yüreğim
ter yaş olur gözlerine
oy benim öksüz yüreğim
kara düzen tezgâhının
kısılmış mengenesine
her gün yeniden yeniden
ağda balık kafeste kuş
çırpınır da yürekleri
çarpar acının teline
çömlekçi denilen yerde
hey benim öksüz yüreğim
anadan doğdu doğalı
zor yaşayanlar gidiyor
oy benim öksüz yüreğim
sömürü testeresinde
kerte kerte can gidiyor
( Trabzonlu Delikanlı)
SIRÇA KAHVEDE
kiraz ayında
kiraz ayında
tütmeden duman
nargilelerden
bir garib gelir
uzak bir yerden
cümbüş elinde
cümbüş elinde
kalçası nardan
kalçası nardan
telleri ışık
saçar durmadan
garib türkü söyler
hiç dokunmadan
ama teller titrer
oy aman aman
oy aman aman
kiraz ayında
kiraz ayında
bir gün erkenden
sırça kahvede
garib türkülerden
gözleri yaslar
masaları silen
çıraklar oflar
ocakçı birden
bardağı sıkar
kırar elinde
kırar elinde
karasevdadan
karasevdadan
kimi gariblenir
kimi kızgından
döker camlan
şangır sungurdan
garib türküsünü
sürdürür yaman
sesi cümbüş olur
cümbüşü sesi
teller bir iki
koptuğu zaman
koptuğu zaman
kiraz ayında
kiraz ayında
garib nerden gelmiş
uzak bir yerden
yürekten onmaz
çorak bir yerden
garibtir durmaz
geçip gidecek
sırça kahveden
sevdalı yerden
çıraklar gözlerin
gizli silecek
ocakçı elin
mendil saracak
garib kapıdan
uğurlanacak
cümbüş elinde
cümbüş elinde
( Trabzonlu Delikank)
FINDIKLIKLAR ARASINDAN
fındıklıklar arasından
derelere derelere
civan sulara oy uşak
gider kızlar çamaşıra
oy seleler örme sele
çıtırdarlar ara sıra
çıtı
çıtı
çıtı
çıtı
fındıklıklar arasından
eğe eğe dalcıkları
yeni gelin taze gelin
eteği yelpaze gelin
şu yeşil göz çakıllara
geMn kadıncıklar gelin
oy seleler örme sele
türkü söyler çamaşıra
çıtı
çıtı
çıtı
çıtı
fındıklıklar arasından
derelere kara uşak
olsam findik dalı değsem
saçbağı allı kızlara
gökte çakmak yıldızlara
oy seleler örme sele
dayalı nar kalçalara
çıtı
çıtı
çıtı
çıtı
diz çökerler de çakıla
suyu okşarlar usuldan
sonra şıpır şıpır uşak
damlar sular çamaşırdan
derelere derelere
tan kınalı parmaklardan
şıpı
şıpı
şıpı şıpı
kimi yavaşça çitiler
elde çomakla kimi de
çakıla diz çökmüş kızlar
hızlı hızlı vurur vurur
yoklukları düşünür de
filizlenir kızgınlıklar
derelere derelere
acıyı döker yıldızlar
şıpı
şıpı
şıpı şıpı
Fındıklıklar arasından
derelerden derelerden
çigan sulardan oy uşak
döner kızlar çamaşırdan
derelere derelere
alınterini banıştan
şıpı
şıpı
şıpı şıpı
( Trabzonlu Delikanlı)
KIRANLARIN* KIZLARI
canerikler uşak da oy
canerikler gözerikler
sallar dallan dalları
alaca bakırdan güğüm
ay kalçaya dayansa da
keser kollan kolları
yokuşlarda su taşırken
kıranlara uşak da oy
sapar yolları yolları
tutuşturur etekleri
kıranların levin levin*
dönen yelleri yelleri
ıslık çalarak kaçırtır
gelin çağda uşak da oy
körpe kızları kızları
peşten bağlar peştemalı
halka bilezik bellere
kiraz allan alları
haçan* cilveliyse kızlar
yandan bağlar uşak da oy
oynar belleri belleri
türkü söyleyip salarlar
kıranlardan aşa yeİe
sevda yelleri yelleri
canerikler cangözler ah
ağlar bu gözler de ağlar
döker yaşları yaşları
kıranlann kızları ah
yoklukların kızlandır
kanar içleri içleri
damlarda tütün dizerken
tarlalarda bel bellerken
acı terleri terleri
odunda misir kırmada
bahçelerde yoz evlerde
inler canlan canlan
çakşırlar didinirler
gül tutmaz menekşe tutmaz
canım elleri elleri
çabalarlar uğraşırlar
gene yokluk gene acı
gülmez yüzleri yüzleri
ah kıranlann kızlan
ağlarlar da acı acı
çıkmaz sesleri sesleri
ah acının yıldızları
kıranlarda uşak da oy
kalır gizleri gizleri
bilinç türkü olmadıkça
gürül gürül çınmadıkça
doğmaz günleri günleri
doğmaz kurtuluş günleri.
* Kıran: Tepe üstü, yamaçlardaki düzleme yerler
* Levin levin dönmek: dört dönmek
* Haçan: Eğer ki, şayet
( Trabzonlu Delikanlı)
GENCECİK USTANIN AĞIDI
Abdullah Usta, 1960-1977
çocuk yaşta küçük yaşta
canım yaşta gözüm yaşta
bir lokma ekmek derdine
düştü gurbet ellerine
abdullacık
genç ustacık
atlantik denilen yerde
dönerci girip dönerde
ustaca kesip kebabı
oldu işinin erbabı
yüreği gon
ca goncacık
bir gün izine çıkınca
dönerde çalışan gece
patron iki işi birden
görmeyi istedi ondan
abdullacık
genç ustacık
dedi ki “patrona” olur
yalnız ücretim de olur;
sekiz yerine on altı
saat çalışanın hakkı.
bilinci to
mur tomurcuk
kârdan gözü dönmüş patron
ağzı leş gibi anason
çok gördü üç beş parayı
sövdü dövdü abdullayı
abdullacık
genç ustacık
polise şikayet etti
derdi gülüşmeye yetti
bunca küçük düşürülme
abdullayı candan etti
onuru yıl
dız yıldızcık
gitti boğaz köprüsünden
attı sulara kendini
duyurdu dosta düşmana
onurun ölmediğini
abdullacık
genç ustacık
ana babası burdur’dan
geldi aldı tabutunu
arkadaştan patrondan
sormaktalar hesabını
öfkesi bı
çak bıçakcık
( Taliplerin Ağıdı)
DÜŞÇE
badem pencereli
kavun kapılı
nar kiremitli
balık bacalı
küçücük bir evde
kiraz perdeli
serincek bir evde
yaz sıcağında
sıcacık bir yerde
kış soğuğunda
çiçecik bir evde
kırlar güzeli
esincek bir evde
eylül geceli
ufacık bir evde
gümüş gülüşlü
tefecik bir evde
erik bir evde
yaşamak yaşamak
yaşamak şenle
isterdim ben de
( Trahomdan Çıktım Yola)
A dnan Y ücel
(Dog. 1953)
SEN Kİ ANLARSIN
Kendini bir suyun akışında
Ve suları kendi bakışlarında
Bulabilenler bilir bu türküyü.
Sen ki anlardın
Bir türkü uğruna
Çileler çekerdin yıllar boyu.
Soluğunda
Yaban menekşelerinin kokusu
Gözlerinde
Serin pınarların uğultusu.
Dağlar seni yaşardı her gün
Ormanlar sıcak dostluğunu.
Ne zaman çadasa bir kaya
Bir çığlık düşse sulara
Irmaklar
Adını çizer toprağa.
Değil mi ki
Hep o yangınların adına
Adına belasına
Özlemi duyulunca özgürlüğün
Öfkesini göklere çalan
Bir şimşek gibi dalardın yaşama.
Sen ki anlarsın bu yaşamı
Aşklar şimdi hücrelerde tutsak
Düğünler kelepçeli
Doğumlar
Ve çocuklar zindanlarda.
Bunlan nasıl anlatayım sana
Bu türküleri nasıl çağırayım
Bu ninnileri nasıl.
Ölüme
Kapkara bir kaygu değil artık
Bembeyaz
Bir kitap diyoruz koltuğumuzda.
Kitapların göğüslerinde kan
Bu kanı nasıl okuyayım sana.
Şimdi devleşen bir öfkenin
Ve sınırlar ötesi bir özlemin
Bildirisi okunurken her gün
Her saat, her dakika,
Can çekişen
Bir çağı yaşıyoruz dünyada.
Sen ki anlarsın bu yaşamı
Okul yolunda telaşlı bir öğrenci
Bir grev gözcüsü işyerinde
Okunan kitap
Yazılan defter
Yükselen bilinç
Ve eriyen cevher
Şimdi sabahın ala şafağında
Doludizgin
Bir at gibi giriyor sulara.
(Sanat Emeği, Temmuz 1979)
A lî C e n g îz k a n
(Dog. 1954)
TORUN
Karlı bakışlarından çağlayan hüzün
İçin mi sıkılıyor bahar gelince?
Günün ilk yansında seni yitirdim
ikinci yansı simitçi ve dede.
Aydınlık ve ince bakışlann vardı
Coşardı çevren bir söz söylediğinde
Ocağı çıktığımızda gözlerindeki kardı
Sel basmış yüzünü marta girdiğimizde.
Dedem duvar-ı askeriye dibinde
Yüreğinden fışkıran sloganla yerde.
Yanında halkasimitbaşhk ve tava
Simitçi bir başka sloganla sereserpe.
Duvann dibinde torun, üstünde kanlar,
Başında simitçinin kepi ol hengâmede,
Biraz ürkek fakat oturmuş bakınıyor,
Gözleri karsız, yüzü aydınlık bir de.
(.Serden)
SOLFASOL OTOBÜSÜ
Haydi gel, bir kere daha deniyelim,
Mutluluk hakkını kaptırma başkasına.
Solfasol otobüsüne binelim sıkışıktır,
Yakın olmanı istiyorum bana.
Asu gel, bir kere daha deniyelim.
Bu otobüs en kalabalık, en coşkunu,
Yollarda hemen hergün kaza,
Ama olsun, biz yine ona binelim.
Şöyle geç, hem biraz daha sokul,
Duymak isterim o kızoğlan kokunu.
»
Senin ellerin ne küçükmüş ki,
Tuttuğun bir ölü gövde olmasın.
Derin nefes al,geleceği düşün.
Bilincini sık, yaşlar dolmasın,
Senin gözlerin ne büyükmüş ki,
Asu gel, bir kere daha deniyelim.
Asu gel, solfasol otobüsüne binelim.
(Şenlere)
V eysel Ç o lak
(Doğ. 1954)
GÜNEŞLE
Bir ırmağın akışı sesimi güzelleştirir.
Beni rüzgârlı bir dağa benzetirler,
ben bir grevcinin yüzüne benzerim.
Gülümsemesini öğrendim bir köy
delikanlısı gibi;
hırçın bir ırmak gibi döküleceğim denize
içliyim açılıyım ama sevmiyorum hüznü.
Dosta düşmana yazılan mektuplar
kemençe, el emeği, alın teri
kalbin durmadan çarpmasıdır,
yaşamak, elden kaçmayan şarkı
cesaret, demire koşuşmalar
gözlerin ateşle karşılaşması,
gözlerinde arıyorum gurbeti
yaşamak doğruluyor aşk gerekiyor halka.
Bir yaz akşamı kadar sıcağız.
Beni kabul edeceksin İstanbul şehri
terleyip değişerek,
bütün dünya kabul edecek.
Yolun başlangıcında
toprağa düşen tohum bizden yana.
Yüzünü yüzüme değdir, kendimizi çoğaltalım.
Toprağı kavrayan kök, sıkılan yumruk
delikanlıların güzel yüzü,
gözlerin gizlediği anlam, aşkı olanlar
bizden yanadır.
Ufku bir an göremez oluşumuz
-gırtlağımı bastırarak söylerim
ateşe verilmiş bir haraç mıydı?
Bir kaç gün geçmeden, evet
bir kaç uzun gün geçmeden, evet
şu gördüğün duman şu yalçın dağın batısına
şimdi kararttığı yere geldiği sıra
çark devrini tamamlarken
yakışıyorduk birbirimize,
Şimdi kendimizi anlayalım.
Aşkımızı açığa vurur gibi
sonra yüzümüz pembeleşsin.
Ayrılıkları iyi anla, ne bileyim
çok zor geliyor senin yüzünü hatırlamak.
Tomurcuk, ocakta ateş
domuran ter, patlayan şafak, yaprağın yeşili
esmerliğimden almmışbr toprağın rengi
toprak bizden yanadır.
Aşk diyebilirim buna.
Vakit kalmadı. Doğa inkâr edemiyecek.
Karanlık çözülüyor. İyice kuşattık geceyi,
ezraili biziz gecenin biz olacağız.
Gayrı yaşantıya bir düzen aranabilir.
( Terin Yaktığı Bir Yaradan)
SOKAKTAKİ ADAM ÖLDÜ
Size bu resmi nasıl okumalıyım
Anlatılmaktan öte yaşanmak ister
Bir defa çoğaltıp dağıttığım bir adres
hiç soranı olmadı kaç defa eskitildi.
Aranan aşk güzeldi o kadar büyük
Kalbim ne kadar ağır
Bir kız bir oğlan taşıyamıypr.
Sevgimi anlatacaklar dinlesen
Kuşku yok terleyecek yorulacaksın
Bu olacak beraberinde götüreceğin
Kendimi yakacağım şaşıracaksınız
Belki de bu yetecek herşeyi anlatmaya.
Renklerine kendimizi katardık
Bir demet çiçekle geçerdi bahar
Kimin ikliminde solmayacaktı?
içimin hüznüne ermen gerek
Dönüp ölüme gülümseyebiliriz
Anlarsa sevdiğimiz.
Geçmişten bir yanılgı: İnsana saygısızlık
Herkes payına düşeni yaşamadı
Sokaktaki adam öldü yaz gölgelendi.
(Aşkolsun)
H ü s e y in A v n î D e d e
(Doğ. 1954)
ÖLÜME ÇARE BULDUM
Yaşamak
İyileri ve kötüleri
İkiye bölmemektir
Ölüme çare buldum
İnsanları sevmek hiç ölmemektir
(Ben Ölmeden Önce)
KUMRULARIN İNTİKAMI
Süleymaniye’de bütün insanlara inat,
Öylesine güzel iki kumru.
Başımı hangi yana çevirsem
İnsanlar; yamru, yumru.
(Yağma Yok)
TEK ŞEKERLİ ÇINARALTI
mustafa ağbi hacı baba sen ben
bilirim bir ölüm suskunluğudur yalnızlığımız
yalnızlığımız beyazıt çmaraltı biraz
biraz sahaflar çarşısı
bakırcıhr çarşısı biraz
camili han’da bir köşe bodrum han’da bir bira
çünkü çmaraltı bir tabela anladık
anladık yeni bir gökyüzü “yolgeçen”
bunu bil unutmadık boynu bükük çınar
eski para alınır deseniz şimdilik
şimdilik söylenmesi kolay bir türkü değildir
mustafa ağbi hacı baba sen ben
boğaz köprüsü bize ne kadar uzak
tarabya bize ne kadar yakınsa
ne olursa olsun yasamı tanırız
biraz daha utanırız geceden
acıdan biraz daha utanırız
mustafa ağbi hacı baba sen ben
çmaraltı biraz gökyüzü
yeni bir gökyüzü çmaraltı biraz
kirazlı mescit sokağında şen apartmanı
bahçesinde iki kiraz
(Tek Şekerli Çmaraltı)
e**^ >
L eyla. Ş a h în
(Dog. 1954)
SESİNİ SESİME VER
dağlatın öteyüzünü yaşamış bir geyik
her coğrafyada büyütür subaşlarını.
yeni bir söz seçilecekse yaşama
ince bir damar gibi
yürekte örselenmiş kurşundan
başlanmalı:
dünyanın kabuğu çatlıyor
dağlar birbirine değdi.
kolay unutmaz geçtiği yolları/
en iyi göçmenler tanır
bir de habersiz yola çağrılanlar
garları...
ya sabahtır ya kuşluk vakti
dururlar öyle konuşmadan yanyana
göğüslerinde ateş rüzgârları...
(ben de durdum o yangınlara
kafkas göçmeni küçük kız
eteklerinde kakoça (gelincik)
peronlarda karçiçekleri...
sonra bir sürgün gibi yaşadım
hangi gögerçinler havalansa gözlerimden
yasaklı karşılandım kentlerde/
varır varmaz kollarım kelepçeli).
aşk: kaçınılmaz bir olgudur
dipte resmi
nedensiz ayrılığın,
sevda: dumanlı doruk/
geçit vermez, incinir gözlerim,
sevgi: yaylalardan ovalara
dizboyu çimen,
hüznü hiçbir şeyle anlatamam
(kuşlar gittikten sonra
siz o ormandan hiç geçtiniz mi?)
yıkum artık dağlann bilge duruşunu
sabır bir erdem olarak yazılmasın kitaplarımıza
akşam sofralarına
çiçekli bir örtü gibi konmasın.
yeni bir gün uyanıyor ilksularla
deşildi büyük kavuşma
oysa hiç değişmedi yüreğim: o yol iklimi
(kar yağıyor
kar yağıyor...
sesini sesime ver sevgilim.)
(Acı Toplayan İpekli Çardak Kuşu)
e* I V ^
80’Lİ VE 90’LI
YILLARDAN
SEÇMELER
G ülseli İ nal
(Doğ. 1947)
ÇIPLAK DAĞDA İMİDATİO DEI
Yalnızken ağzın ezgiler günlüğü
uçuk beyaz aya doğru
uçar senin düş evin
Kildare taşlarıyla örülü
örtük bir duvar öte
.sonsuzluğun yüreğinde
bir de
yıkık bir oba
belki düş belki serap
ağır kollarıyla gemicin
halatları topluyor avluda
Gizli gece örtüsü
Kuzey’i seslerden geçilmez kılardı
hırpani gövden bir ara
bir alev
yanıp giderdi Meduza’nm meleklerine
ne farkın var gözyaşı yontusundan
orada uçurum orada sevda yanığı
orada bir avuç kül savrulan
Ah gökten geçeni görüyor musun
diz çökeni birden
mitik kuşların yüreğinde yitirildin
tüm tabletler yazıtlar senin için
sabah delice hırçın
sonsuz rüzgâr duraklarında.
(Letoon)
İLLİYÎN
Sen sulann Fida'smda bulunmuş kemik yığını
sürgünler açtı ve toprak nasıl kürekleniyordu
gördün düşünde o çıplak kayayı
ayaklanan suyu, ölmüş bir pers için
bir değişim ses ya da labirent
bilirsin aynalar çok aldatır, kıştır üstelik
ah söylemez ki tadı ağzın böyle şeyler
İncili sözcük şimdi divan durduğun
hiç kimse yok artık hiç kimse
büyük bir boşluk, giderek büyüyen yaldızsız gecede
rüzgârın deli ruhu
sürüklerdi onları
çıplak mağrasma
tek bir kitapsı sözcük söylemeden
bile
ezgiler gemisi geçerek yaralı göğsünden
iz bırakırdı yeni bir gövdede
ki oradan uyuşuk bir zembille
soyunuyor ruhun bu uygarlığın
kaygan gediğine
harap yaban yaşam bu
arasıra ölü göz
kemiklerin acırdı sonsuz bir sevda için
doyulmamış gün için balrengi ölü göz için
kimbilir nasıl olacaktı, olacaktı ki
ben yeni kavradım yaşamayı bilisiz çocuk, kör böylesine
sevinemiyor, koşamıyor, korkuyordum
görülüyordu herşey kentin büyük aynasından
ki orada yıldız gemiler, kemik kentler, ışığı aldın
işaretler, surlar bilmecesi
şimdi yoklar saatine dönüştü
(Ey cansız sen)
bıkkınlık şimdi sehilere geçiyor, derindeki kömüre
geride yalnızca saçların
bu yapışık bu bileklerimden bağlayan beni
soyuyorlar bizi yaşam içre donmuş
binlerce ve binlerce iz yürür senin kayanda
senin alunda durur san atlar
sızlar kaya
sızlar ten
bir sürgün yeri oldun hep
pınarlan dura sularla kıvılcım kaynayan
ve sürgünlerine yenilir sevda
böyle yanık
böyle taze
kıvraklığına tapük güneşin
ifrite tapanlara, ki arada sırada
mavi gözleri gözükürdü Leviathan’ın
pembe ifrit
gece ağacı
doruklannda ölü yüz
karanr kitaplar, kömürdür artık kalem, saçlann lale
sapıdır
dökülürdü yine de enseme saçlar, gel dokun diye
koklarsın diye bir gün, günlerden ayçiçekleri hantal ağır
limanımın kuşları
havalanın ve götürün artık saçlanmı
kumral eda, kıvamsız yaşam, ölümüz bizim
laleler ve lale canını ver bize.
(Letoon)
RUASICYRİSTAL’den
12
belirsiz ilkbahar çığlığı, hafif çığlık
gül gölgelerinden ilk yaradılıştan
güçsüz azrailden
ayışmlannın aktığı yere
kızıl buyurganlar vadisinde
gökler mi yoksa toprak mı
hangi mekân açıktır insanoğlu için
lahit rüzgârlan mı, tek bir toz zerresi bırakmayan
yiyip yutan canlı gövdeyi
o masal akşamları için
sönük bakışlı melekler soyar gövdeyi
taşlaşmış kanın emrinde çıplak çiçek gibi
ıpıslak soğuk ve beklentisiz gövde
isteğin oluştuğu yerde
bırakın parçalansın yüreğim.
(Dans Natura)
İNCİ A s e n a
(Dog. 1948)
İTİRAF
Her şeyi aldatıyorum
Bir başka şeyle
Suyu güneşi toprağı...
Leylağı portakal çiçeğiyle aldatıyorum
Sultan Ahmet’le Ayasofya’yı
ikisini köşedeki küçük kiliseyle...
Kızkulesi’nin Ahırkapı Feneri’nden haberi yok
Bir bilse...
Kemanı flütle aldatıyorum
Şairi şairle
Bazen karışıyor ikisi birbiriyle...
Bazen
Kararsız kaldığım zamanlar oluyor
Alıveriyorum koynuma ikisini de
Bir yanımda postacı bir yanımda tütüncü
Deyme keyfime...
İsim vermiş gibi olmasın ama sırası gelince
Aldatıyorum
İstanbul’u bile.
( Tutamadığım Sözler)
LATİNLERE ŞİİRLER’Jen
III
Senin koynunda Mekenas
Ilık, dingin bir koyunda yüzer gibiyim Ege’nin
Küçük öpüşlerin tepeden tırnağa titretiyor.
Ama o Luperkus yok mu, çılgın Luperkus
Dokununca bedenime
Bir su altı akıntısından kurtulup
Dev bir dalgaya kapılıyorum
Çağlayanlarından düşüyorum Akdeniz’in.
Yorulunca Akdeniz’in gücünden
Ege’nin küçük bir koyuna sığınıyorum.
( Tutamadığım Sözler)
B eh çet A ysan
(1949-1993)
KANLI ZAMBAK
onu vurdular, gözümle gördüm onu
ak bir zambağa binmiş gidiyordu
gidiyordu
zambak dur, sana da bulaşb kan.
bir damla gözyaşından
doğurmuştu anası onu
bir avuç sevinçle
büyüttü
bir avuç hüzünle
nice zorluklar
nice ayrılıklar
ve saçlanna beyazlar
düşürerek.
onsekizindeydi
bir sevgilisi vardı
aynı mahalleden
eyüpten
henüz öpememişti bile
konfeksiyonda
çalışırdı,
onu vurdular
gözümle gördüm onu
bir güvercin havalandı.
eyüpte, o basma
perdeli evde
kurudu saksıdaki sardunya
birdenbire
çatladı
bir fotoğrafın camı
tel çerçeveli
düştü
radyonun üzerinden
yere.
dağıldı kitapları
dağıldı şiirler
ve roma hukuku
güvercin
konamadı.
onu vurdular, gözümle gördüm onu
ak bir zambağa binmiş
gidiyordu
zambak dur, sana da bulaştı kan.
(Sesler ve Küller)
YİTİK ZAMAN PEŞİNDE
sakız gibi beyaz düşler
içinde
geçti
geçti
gençliğim ah
kara bir hayatın ortasında.
şimdi yitik
zaman peşinde
lavanta kokulu öpüşler
içinde
geçti
geçti
gençliğim ah
kara bir hayatın ortasında.
şimdi yitik
zaman peşinde
yıldızlar bir yanıp
bir sönmüştüler
onlar
gibi
göz kırpıp
geçti
geçti
gençliğim ah
kara bir hayatın ortasında,
şimdi yitik
zaman peşinde
ey içine ay düşmüş toprak
mirenlerde
içtiğim
dikenli moramıklara
takılıp geçtiğim
tuzaklardaki
gençliğim
mintanımda kanın.
(Sesler ve Küller)
DAĞILAN GÜL
Ne söylersen söyle bu aşk ikimizindi
ikimizindi bir zamanlar aynı gökyüzü
bir samanın tutuşması gibi olan şey
biraz erzurumdu biraz rize biraz mardin
geniş, dingin, sürekli bir yurt gibi.
ne söylersen söyle rüzgârdır duyan
düşleri çağıran iri siyah gözleriyle
ve yanıbaşımızda mutlu kalan ne var ki
belki bir kus akşamın ölü ağzındaki
sadece güldür dağılmış ayaklanmaya.
ne söylersen söyle ruhum bağırıyor
acı içinde bağırıyor giden her şeye
uzak kapıların ses verip çağırmadığı
mutsuzluk değil mi biraz da şarkıdır
üzgün, kırık, iri bir gül gibi kanayan
ne söylersen söyle bir gün yiteceğiz
çam seli halinde kalabalık bir orman
alıp götürecek bizi kuytu ölümlere
yaşamanın anlamını sorsam da söyleme
konuştukça bir gemi açılıyor kıyıdan.
(Eylül!)
SİNA AKYOL
(Doğ. 1950)
PARKTA YAZMAK
1
Güzel... Çok güzel; çünkü ben
ne yazdımsa yırtıp attım,
sonra birgün parka gittim;
yapayalnız, parka gittim;
hırkam yoktu, gömlekleydim,
suya karşı oturdum.
2
Sanki birden, size benzer
ufak tefek bazı şeyler...
yukarlardan, bulutlardan,
minik minik, çığlık çığlık
düşüp gelen göçmen şeyler...
Seyre daldım, gülümsedim,
düşler kurdum, hayra yordum,
gökte zengin yıldız saydım,
gençliğimi düşündüm!
3
Sabah parkta yazmanın
hayli serindir hüznü.
Gazeteniz titreşir,
şiiriniz boy atar.
(.Lokmanla Geçen Sen Günlerim)
NİSAN
Dokunsam, diyordum
kadim sesli rüzgâra.
Tenha kıra uzandım,
göl hayatı inceydi.
Sürer,
yalın bir şiir.
Ekşi erik tadıyla.
(Haytalarla Hatmiler)
TORTULAR
Aktığım nehir
nereye taşır beni?
Nerede kalır
incelmiş kumum?
Kıyıya vuran dalga
arınır mı benden?
Öğrenmenin sevinciyle geçiyorum
hayatı.
(Ayda Tümör izleri)
ETAMİN
Elmanın
nara değdiği gün,
kış.
Nakşı derin bir kadın.
Üşür ve işler.
Dağ: Çömelir.
Geyik: Düşer.
Avcı: Vurur.
Kurşun: Kaçar.
Gölde maral
sesi büyür.
G ü ltek în E m re
(Dog. 1951)
GECE DÜŞLERİ
gece düşleri alır götürür beni
sığınmacı akşamların hüznüne
- ne çok şey anlatılır ya da anlatılamaz
baskının direnmeye davetine
ölümlerin yeniden dirilmelerine
bir kent düşünün her evde bir yaralı
- ya ölüler ya ölemeyenler ya ölümü bekleyenler
düğünlere kan bulaşmış bir kez
- sevgiler tutsak tek kişilik hücrelerde
sular da çürür yetmişiki gün boyunca
gece düşleri alır götürür beni
dimdik yüreklerin yanında nöbete
şarkı, türkü, şiirle dolmaya
kilit vurulmuş denizlerin dilinde
balıkçıların ağında mavi köpük olmaya
yabancı akşamların karanlık gülleri
mektupların yanıtsız kaldığı günler
acı haberler bizleri bekler kuytularda
yapraklar sessizce hıçkırır ezgilerimizi
gözlerin, dost gözlerin sönmeyen sevgisi
gece düşleri alır götürür beni
elimde bir gül fidanı
kaşların namlu gibi çatıldığı sedirlere
dillerin bıçak açmaz suskunluğu
kararlılıklara, antlara, akşamalacalanna
ve sen gelirsin şafağın ilk rengiyle
penceremde kuş olmaya
M ü s ü m Ç elîk
(Dog. 1952)
ÜÇ GÜL
Üç gül atıldı boyuttan yere
suya düştü biri
dere nanesine takılı kaldı biri
Fisiltiyle uzayıp yitiyordu ırmak
ardına bakamazdı mesafe
ağlayan su, duru su
Uyan güzel, uyku ölümdür
Kar$ıki dağın kan eridi
Üç gül takılınca yakaya
Kınlıp çözüldü yol
kavak yaprağını döktü
ırmak yanlamasına döndürdü önünü
Üç gül çoğaltınca mutluluğumuzu
ırmak, yol bir de kavak
keşfedilmeyene konuk gittiler
ozanlara sordular gülün ömrünü
Son gidişin olmaya
kır çiçeği tadında daha daha gel
dediler
Üç gül sevişti yüreğe
Ayçe’ye Betülce’ye, Esin’e dönüştü herbiri
(Peryavşan)
A y t e n M u tl u
(Dog. 1952)
NE ZAMAN
ne zaman geceye koysam başımı
sana akar yastığımdaki nehir
şehir yıkar bütün köprülerini
anılar kilidenir
ne zaman soluğunu getirse rüzgâr
ay kendini derin göllere atar
titreyerek söner bir yıldız daha
öksüz kalır çocuklar
ne zaman sesine karışsa yağmur
çayır kuşlarının şarkısı biter
sürer atlarını uçurumlara
bütün göçmen kavimler
ne zaman saçların gelse aklıma
ellerimi koyacak yer bulamam
yanar zaman, çıplak kalır içimde
o vahşi orman
ne zaman bir serap seni getirse
kervanların yolu ıssıza düşer
çölde yalnız kalır kumral bir kadın
kuma resmini çizer
ne zaman sana benzer bir yolcu görse
ardına takılır gider trenler
yollara çığ düşer kaybolur izin
Üstüme yıkılır bütün tüneller
{Çocuk ve Akşam)
e»
M ehmet M üfit
(Doğ. 1952)
BİR ÇAPAK ÖYKÜSÜ
yağmurlu bir gündü abi yağmurlu bir gün
ilkyazdan
bir çapak firladı torna tezgahından
ağır çekiminde gözlerimin
ilkten küçücüktü çapak
kekik kokulu bir oda
geliyordu gözlere gözlere
sonra serpildi çapak
dost sözcüklerden bir kolye
geliyordu gözlere gözlere
büyüdü çapak sonra
hediyelerden portakal kolonya
geliyordu gözlere gözlere
yağmurlu bir gündü abi yağmurlu bir gün
kapandı gözlerim
{İstanbul’un Ağır Sultanları)
ÖVÜNÜYORUM
evine uzak daktilosuna yakın genç bir kadının
güneş girmiştir kır çiçekli perdesinden
küçücük mutfağına.
dolap açılmış, su uyanmış, ayaklanmıştır
çatal bıçak tabak ve dünden kalan
yarım kilo kıyma.
kolay değil, şu öğleüstü
dakikada otuz sözcüğün
ağırlığı var parmaklarında.
sevgili karım, övünüyorum seninle
şarkıma şarkı kaüyor kanın
tomurcuklanıyor damarlarımda.
(İstanbul'un Ağır Sultanları)
TEKKEDE BAHAR
yan İbrahim, yannnn
kocaman bir yangın senin olsun
gel çök aramıza küçük osman. senin de
ayak uçların tutuşsun
bir düş ki çift kâğıda sarılır, bir düş ki
merdivenlerinden çıkarken sarışın ve uzun
inerken karışık ve susuzdur, bir düş ki
yarım aşklar, mayhoş elma kurusu ve ıür
süslü at arabalarıyla irili ufaklı
tozlu kasabaları dolaşır
kütür kütür bir bahar nasıl çalınır
eriklere mi dalalım, dutlara mı
kamyon rampada; haydi fırla şerafettin
bir çığlık yap, at karpuzları kafamıza,
sonra kızlan tahrirat katibinin
sonra kaymakamın karısı; bir bir düştüler
horozlu aynaya, bıyıklanınız da yanştı
sakallı amcanın bastonuyla
bırak İsmail soğusun, İsmail bırak
bu tekkeye biliyorsun, erimiş
bir baharla girilir ve o bahann ipleri
kanatsız kuşların dilindendir.
bırak İsmail soğusun, tekkeye bahar
fiyakalı girsin; ökeye yatsın kahvelerde
kitaplara takılsın, tafra yapsın çalım satsın
bayramları annesinin mezarında dua okusun,
bırak İsmail soğusun, soğusun bırak
fısıltılarla anlaşsın; hesap
versin şubelerde, duvarlara işeyip
damlara girsin, işkencelere
{ Tekkede Bahar)
e* Ms
Ş avkar A ltinel
(Doğ. 1953)
AGATHA CHRISTIE’NİN SON ROMANI
Lady Fenton başında masanın,
Şöminede gürüldüyor ateş.
Yerde büyük bir Türk halısı,
Takvimdeki tarih 1935.
Nigel’la Mary yan yanalar,
Neredeyse değecek başlan,
Dışarıda kararmış ağaçlar,
Camlar yansıtıyor akşamı.
“Evet,” diyor Sir Frederick,
“Tom’u gördüm geçenlerde,
Hiç yaşlanmamış sanırsınız,
Polo oynardık kaç yıl önce."
Şarabını yudumluyor Dr. Williams,
Karısı oynuyor inci kolyesiyle,
Bıyığım sıvazlıyor Albay Conway,
Eski Madras güneşleri yüzünde.
Bilmiyorlar neler hazırlıyor kader,
Neler gizli kutusunda zamanın:
Fundalıklann ardında budala polisler,
Tanıklığı hizmetçi kızlann.
Diyorlar: “Hiçbir şey sarsamaz bizi,
Dürüst, güçlü, uygar insanlanz biz,
Kasalanmızda hisse senetleri,
Saplanmıza dek İngiliz.”
Sonra birdenbire sönüşü ışıklann,
Delice titreyen mumlar
Ve karanlığı yırtan çığlık:
“Tannm, aramızda bir katil var!”
HAYALETLİ EV: BİR MELODRAM
Kimse yaklaşmıyor parmaklıklara,
Yana yatmış “Kiralık” levhası,
Otlar bitmiş tarhların ortasında,
Yosunlar kaplamış çoktan taşlan;
Ama bir panjur gıcırdıyor bazı,
Bacadan bir duman tütüyor sanki,
Bir yerlerden garip bir tıkırtı,
Bir şeyler kımıldatıyor perdeleri.
Duvarın dibindeki sıra belli hâlâ ılık,
Tınlayıp dursa da kurşun saçaklar
Ve rüzgârda boğuk bir hıçkınk
Boş havuza yağarken yapraklar.
(Donuk Işıklar)
M etîn C engiz
(Doğ. 1953)
GÖRÜŞ GÜNÜ
Sabah: yürekte buluşmanın gizli fırtınası
Çocukluğun kımıltısız ağaç iskeletleri imgelemde
İmgelemde şaşırtan yaz, sevecen kış, çoğalan
bir leke içinde
Karşıdaysa bir öpüş gibi güneş, kökler arasında
İncirin özü, bakırın rengi olan kökler arasında
Görüş saati: konuştukça büyüyor ırmaklar
Körfezler büyüyor, denizin bilezikli kızları
Kuşlar uçmuyor sanki, göğün sırsız aynaları
Açılıyor derken kilitleri ıssız ovaların
Ve yaklaştıkça ayrılık zamanı
Dökülüyor bir bir göğün yaprakları
Görüş sonrası: bir mevsim ki bir yanı güz
Bir yanı ilkyaz, aşklar doğuracak
Marnlar, gök, sabırlı dizelerle deniz
Sanki sevişiyor bulutlar, ter içinde, sessiz
Renklerse memeleri, dudakları, bacakları olacak
Akşam: bir sınırla ayrılmış gibi yaşam
Her ucunda iki ayrı dünya, ikisi de kaburgam
(Bir Tufan Sonrası)
GÖÇEBE
1—
Göç, bir iklimden bir iklime geçiş
Sisler aralayıp acılar ve tılsımla
Seyyah kılığıyla günler aşmak
Bellek edinip ayı, güneşi yıldızlan
Mevsimleri, yağmuru ve karı
Bir göçebe düşünün yol bitimine
Bir avuç yeşil, boz güneş, su ve umutla
Varmak
Göçebeyim, sesler yazmışım yollara geçmişten
Zamanın derisine, kuşatan ve eriten
O derin ve dingin bir deniz gibi
Tunç yatağını döverek eskiten
Tuz ve biber gibi yakan bedeni
Ve yeni gök altında ağır ağır
Bir dua gibi yitip giden...
İşte kınk, bakır bir çan gibi çalıyor
Yorgun belleğimde eski acılar
Ve alışılmamış şeyler söylüyor
Gelen günler geçen geceler
(Büyük Sevişme)
Ş ükrü E rbaş
(Doğ. 1953)
DÖKTÜ RENGİNİ SESSİZCE
Eflatun esintiler içinde titredi incecik
Aynı içten kokuyla iki ayn erguvan
Birisi bir küçük evin içedönük bahçesinde
Süsledi sevgisini iki pembe avucun
Öbürü bir mezar başında öksüz
döktü rengini sessizce..
(Ayktn Yasamak)
SAKUSU
Fatma Dikmen ’e saygıyla
Bütün uzaklara gittim
Hepsinin de dönüşü vardı.
Toprakla güneş arasında kısılmış bir çocuk
Yakamı hiç bırakmadı
Gitmesem ölürdüm
Kocaman bir yalnızlıktı dönüp geldiğim.
Gözyaşına batmış bir kadın
Hâlâ emzirir ezikliğimi.
Yaşlandıkça keşfettiğim tek gerçek
İçimdeki çocuk ölümden çok korkuyor.
Bir susma ustasıydı babam
Ölümünden on yıl sonra acıyla sevdim.
Deniz Gezmiş için çırpınan kız
Bilmek istiyorum şimdi nasıl yaşıyorsun.
Elif elif ağlardı Zeki Müren dinlerken
Neden bir kar yağışıdır anneannem aklımda.
Bir mitingte gözlerimin dolması
Ben sosyalizmi hep sevdim.
Onurudur ömrümün Amsterdam’da gördüm
Acının nasıl iyiliğe döndüğünü.
Sebebini sen söyle ey doyumsuz ilkgençlik
Hangi kadını sevdiysem mutsuzluk verdim.
Bir tek gitmek yatıştırdı, o da bir süre
Ölüm gerçekten “asude bahar ülkesi” mi?..
(Adam 1999 Şiir Yıllığı)
T arik G ünersel
(Doğ. 1953)
DİYALOG
biz a’yız. biz b ’yiz.
sizle diyaloğa geldik, sizle diyaloga geldik,
biz doğruyuz elbet ama biz doğruyuz elbet ama
sizle diyaloğa geldik, sizle diyaloğa geldik.
biz c’yiz. biz d’yiz.
sizle diyaloğa geldik, sizle diyaloğa geldik,
biz doğruyuz elbet ama biz doğruyuz elbet ama
sizle diyaloğa geldik, sizle diyaloğa geldik.
biz e’yiz. biz f yiz.
biz de öyle, diyalog iyi şeydir.
doğruyuz elbet ama biz doğruyuz elbet ama
sizle diyaloğa geldik, diyalog iyi şeydir.
diyalog güzel şeydir,
buna karar verilerek
bu toplann bitmiştir.
1977 {Muhafızgücü: 1 - Hayalgücü: 0)
KATEDRAL
“mumlar erir yalım sürer'’
ulu bir atombulutu
katedralin üstünden
aldırmadan adadı
zaman
bir uzak sayfayı
katladı
umut
bir düşü müydü
evrenin
o yalım
artık
anı bile değildir
yalnız
uzak bir iz olarak
isi sinik taşlara
ve o mumlar
görkemli org sesleri cılız gölgelerinde donmuş
boyun kırmış fitillerine cırcırböcekleri konmuş
katedralin üstünden
akıyor
aşarak eriyik gözleri
akıyor güneşin kimsesiz ışıklan
akıyor kimsesiz ışıklan güneşin
bir kannca yem mi diye bakıyor
evvel zaman içindenin isasına
1973 (Muhajizgûcü: 1-Hayalgücü: 0)
VİRGÜL
beliriş, kayboluş -arada sadece
virgül
var. sıradan, iddiasız, sarsıcı bir beliriş,
usul usul bir kayboluş, arada sonsuzluklar
yaşanmış olabilir, virgül yeter,
yine de: beliriş, kayboluş, hafızanın mezarlığı
cömerttir, sakin bir ikindi vakd
uzak bir virgülde
âlemler patlak verir -geçmişin
yepyeni imkânlarına yollar
kalbi, beliriş,
kayboluş, arada sadece
virgül, ilişkilerin mezartaşlannda
sadece virgül bulunur, ansızın cinleşip
savurmak üzere.
1990 (Muhafızgücü: 1- Hayalgücü: 0)
AKDENİZ
ruhunu okuyabilmekti tek umudum
akdenizi altıma almak istiyordum
kıpırtıları hiç sır vermiyordu
yan gözle baktım ufuklarına
rüzgân usulca gezindi
engin bir haz beliriyor gibiydi
ılık bir çekingenlikle dokundu bana
birden çekildi
sanki benden vazgeçebilmek için
kendisinden vazgeçebilirdi
birden avuçladı sonsuzluğumu
dili doruklarımda dolaşıyordu
tutup açtım iki yana kollarını
hapsettim kâinatın bütün volkanlarına
açıverdi varlığını
ve kilitledim dişlerimi boynuna
(ZamanDenen Oyuncak)
e »-# ^ 9
T uğrul T anyol
(Doğ. 1953)
BEYAZ AT
Sönmüş kentleri dolaştım sessizlikte
Boş meydanları, kirli sokakları
Herkes kendi yankısının peşinde.
Karanlık avlularda oturdum
içimde vahşi tamtamları inlerken ölümün
Tüm putların yeniden dirildiğini gördüm
Beyaz bir at gibi uzaklaşıp yiterken ömrüm.
Sen uyuyordun
Kirli sokaklarına güneş vurmayan odanda
Evler bir bir yıkılırken üstüme
Yollar canlanmış sıkarken boynumu
Uyuyordun sen, uyuyordun sen
Uyanmak için bir başka gecede.
Ağır kanatlarıyla büyürken sessizlik
Karanlık usulca konarken pencerene
Gölgeler asarken kendini başka gölgelere...
Sönmüş kentleri dolaşüm sessizlikte
içimde vahşi tamtamları inlerken ölümün
Acının acıya, nefretin nefrete
Karanlığın karanlığa dönüşünü gördüm
Beyaz bir at gibi uzaklaşıp yiterken ömrüm.
ELİNDEN TUTUN GÜNÜ
Günü elinden tutuyorum
Öyle ürkek
Ben tutmasam karanlığa düşecek
Karanlığa düşecek sevgiler
Kapılarınızı yalnızca nefret çalacak,
Ağır ağır yükseliyor bir davulun sağır sesi
Birer birer düşüyor ağaçlar, orman seyreliyor
Tutun elimden, elimden tutun yoksa
Bu canavar sessizlik, bu yılgınlık, bu ölüm,
Sabırsız ayak sesleri ne toplaşıyor, ne dağılıyor
Kararsız külrengi bulutlar, ne zaman yağacak yağmur
Hani nerede yıldırımlar, gökgürültüleri nerede
Yalnızca bu sağır davul
Tenimde ağır ağır
işleyen bu hançer,
Günü elinden tutuyorum
Elim alev almış gibi yanıyor
Yanıyor karanlık, kızıl, koyu, et kokusu, kül ve kan
Kentin bacalarından savruluyor durmadan
Durmadan, altindan geçiyor köprülerin
Durmadan sarıyor kuleleri
Durmadan sızıyor caddelerden
Büyüyor, büyüyor, büyüyor
Bu canavar sessizlik, bu çılgınlık, bu ölüm,
Beynimin çıkmaz sokaklarında
Giderek artıyor çekiç sesleri
Yankılanıyor kentin alanlarında
Tahtayı tutkuyla kucaklayan çivi,
Yaşam, yükselen darağacınm kollarında
Uyuyan bir bebek gibi
Tabutunda sallanıyor.
İLK BAKIŞ
Bir sabah pencereden bakınca birden yeşeren avlu
Bir ormanın gizli ipuçlarını fısıldar kulağına
Ve soyunup gözlerinden ta kemiklerine kadar
Zamanın o beyaz kısrağıdır, delişmen, tutkulu
Günlerin çimeninden kaldırıp başını sana bakar.
Sen ona doğru koşarsın kayarcasma, denizin
Kabaran köpüklerinden çılgın tapınaklar
Bir ormana girer ve birden kaybolursun
Günlerin karatahtasından adını siler rüzgâr.
Çocuk oyunları ve aşkın büyülü sesi
Bir ağacın bütün yılanlarının sana uzatüğı
O ilk bakış, pencerenden, kırlara doğru
(Sudaki Anhâ)
H üseyin F erhad
(Dog. 1954)
METAFİZİK
Seni bir kilise avlusunda dilenmeliyim artık
haçlara gerilmiş avuçlarımda bir suskun çan.
— Ben değil miyim şu yıkmulann üzerine uzanan
saçlarım darmadağınık.
Seni bir tapınağın avlusunda dilenmeliyim artık,
çıplak ayaklarına sürmeliyim o ilençli yüzümü.
— Ben değil miyim kemirip durun madde’ye verilmiş tek
sözümü?
aklım darmadağınık.
Seni bir cami avlusunda dilenmeliyim artık,
Kirli bir mendil gibi sermeliyim yüreğimi önünde
— Ne var içimi kanatan bu ezan seslerinde
mihrabım darmadağınık.
(Deniz Çobanlan)
“SONSUZ DÖNÜŞ"
NİETZSCHE’NİN ZERDÜŞT’Ü ANLATIYOR
Tef çalıyordu çamın biri
iki yana sallanarak
Kar topu oynuyordu şu geç vakit
kaygısız bir kaç kozalak.
İki güvercin öpüşüp duruyor
iki ayn dalda,
gölgeleri uzayıp karışıyor
karşı duvarda.
Usul bir sesle irkildim
döndüm soluma kimse yok
Bakum sağ yanımda birileri
cıgara aranmada.
İki kafadar ölüydü bunlar
bir at iskeletinin sıründa
verdiğim sigarayı ısırarak
eridiler karanlıkta.
Dirgen uçlu bir tarak
takıldı kaldı saçlarımda.
Bir tanrıtanımaz olarak
dedim: “Kulkuvalda kuvalda!”
Kırmızı bir akrep
ısırdı yüreğimi.
Mezarlığın oradan geçiyordum, Karşı-Yaka’dan
durdurdu beni bir parmak imi.
Bir serçe yavrusu
kanatlanıp kondu elime.
Dedim: “Adm nedir?”
Dedi: “Dilini ver dilime.”
“Geçiyordum uğradım” dedim
“sizin şu elin sırn nedir?”
Uç beş kemik, bir avuç toprak
dedi: ‘Ölüm sır değildir.”
“Geçiyordum uğradım” dedim
“dünyanın kalmadı tadı.”
Yaşlı bir kafatası yüzünü buruşturarak
dedi: “geride gözüm kaldı.”
Ay kanadı derken,
şafak ağardı ağır aksak.
Yine bir sabah oluyordu işte
günışığmı kulunlayarak.
“Geçiyordum uğradım” dedim
ama ağzımda sözüm kaldı.
(Deniz Çobanlan)
A . K adir P aksoy
(Doğ. 1954)
YENİ BİR ŞEY YOK YAŞAMDA
Aralamış pencerenin perdesini
yaprak güzeli
Uzanmış bakıyor saf saf
bir çocuk gibi
Söyle diyor haydi
bir şiir yaz
bırak tembelliği.
Karanfille yaprakgüzelinin arasında
Halinden hoşnut sardunya
Gel diyor usulca
bir şey fısıldayacağım
gel yanıma.
Başı yukarda karanfilin
Diyor ki
Boşuna seçmedi insanlar beni
bir kırmızı gül
bir de ben değil miyiz
özgürlüğün simgesi.
Yüzünü avuçlarına almış
Mor düşlere dalmış menekşe
Siz işinize bakın diyor
bırakın beni kendi halimde.
Duyuluyor yüz yıllık yoldan gelen çocuk sesi günışığının
Yeni bir şey yok diyor sessizce
Yeni bir şey yok yaşamda
Ben sizdeyim nicedir
Siz de bende.
(İki Bulut Yerden Aşağı)
H alim Y azici
(Dog. 1954)
DÜŞ
Erhan’a
Doğrudur
uzak yollardan
karanlık dehlizlerden geldik
Ayaklarımızı dikenler kanattı
Patikalarda tavşanların gözleri
gözlerimizin rengine bulaştı
Derin kör kuyularda sevgimiz
tüketirken kendini
Yanımızda doğan güneş
Sabahlara kadar nöbet tuttu
Kilise sokağında
Bu yüzden hiç ummadığın bir söz
bu yüzden hiç beklemediğin bir kuş
bu yüzden hiç adını bilmediğin bir aşk
acıtır kalbimizi
Doğrudur
uzak kentlerin
uzak insanları
kucaklarken bizi
En yakın kenderin
en yakın insanları
çürüttüler avuçlarımızı
Ve ezgi parmaklarının ucunda
kuytu bulutların renginde
ararken köşe bucak bizi
Biz Zümrüdüanka kuşunun kanadında
bir o dağda bir bu dağda
Kilise Sokağı’nda
Bu yüzden hiç ummadığın bir söz
bu yüzden hiç beklemediğin bir kuş
bu yüzden hiç adını bilmediğin bir aşk
çoğaltır kalbimizi.
(Beyaz Atların Yelesinde)
O ğuzhan A kay
(Dog. 1955)
KES BÎİİR
Yoğurtlu Büyük İskender kaçıncı seferde arkadaşlar
Allahtan ekşi süt limanken keşfedilmişti Ortaasya’da
Hitit güneşi iyi çalışıyor İskender’in sırtına
Abiye hamile elbisesi bulunur Timur eniştem yoksa
Durup dururken Katherina girdi uykuma
Kaytan huylu Baltacı bıyıklarıyla
Dayan İskender abi makedonyaca arkandayız
Asırlar süren işkembe mecrasmdayız
Lafı mı olur
Hesaplar benden
( Cin Ayetler)
ŞEHİR ATI
Müzikli at bu
Ata binmiş gidiyor, ata neler ediyor
Fonda Jane, deniz ve kayalar
Bu atta hata var, ‘atta’ gidiyor
Dolduruşa geliyor, yahşi sekiyor
Elektrikli at bu
Şevki atı çok seviyor
Aralarında kalsın
AT’ye hemen gireyim diyor
Ortalığı karıştırıyor
Şevk duyuyor ker’ata
Recep, Şevki’nin din kardeşi
Atmasın da ne yapsın
Şaban, Ramazan ve diğerleri film adı
Hasılatsız
Kadınsız
Kendimize gelelim beyler, aynı kapıya çıkar
O şekilde
Kenardan
(Adam Sanat, Aralık 1990)
OLSA
Eylül’de Bilbao çok güzel
Her ay Bilbao çok uzak
Lunaparkında atlı karıncalar
Hava kararınca tam karanncalar
Laternacı kadının palyaço kocası
Tahta bacaklarını dinlendiren cambaz
Dönme dolapta travesti çığlıkları
Ah Bilbao, Bilbaolar
Kimliğini yitirmiş adam çok güzel
Her gün bir başkası olmak çok zor
Su birikintilerinden zıplatır
Yağmurda sırılsıklam ıslatır
Sokağından geçirtir, sigara içirtir
Yves Montand’ı daha çok dinletir
Fellini’nin filminde oynaür
Ah aşk, aşklar
Bütün kadınları sevmek çok güzel
Bir kadını sevmek çok zor
(O Uzak Ay)
M ehm et Ç etin
(Dog. 1955)
BAĞIŞLAYIN GÖZLERİMDEKİ KIRMANCI
kovulduğum kırlan alıp geldim kentinize
bağışlayın başınıza bela öfkemi
orman kalmadı yanacak, biliyorum
ev kalmadı yakılacak ki babam da öldü
biliyorum ama bir bekleyen var gibi orada
o dağlan o bahan bekleyen ölümlü gözlerle
kovulduğum kırlan da alıp geldim kentinize
dağ kokuyor demek güç şu soluğun için
belki inilti ve sümbül ve kan gibi bişey
ki dağlanndan bıçaklanınca bir halk
çığ düşüyor düşlerine çünkü üşüyor
soğuk masal ve tarih kâğıdı gibi
körleşen gözleri önünde annemin
ölüyor babam göz göre göre sürgün öldü
soğuk bir damga oluyor ömrüme bu ölüm
biliyorum bu kent sizin bu heykel bu sann
yıldız yalnızlığı bu gökavuntusu gecemi
ahp çocukluğum gidecek gecenizden
bağışlayın gözlerindeki kırmancı
doğduğu ev yıkıldı ormanı yakıldı kovuldu
çocuk gözleri bu yüzden hep yurtsuz kaldı
kuş ormanına kaçan ay ve şarkı ve ahi
ahp gideceğim yeryüzünden giderce
düşün ve bağışlayın beni o isü yüzünüzden
kovulduğum kırlan da ahp gidiyorum işte
(Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi)
M urathan M ungan
(Doğ. 1955)
SİS ÇANLARI
ağır yol, uzak yapılar
yaklaşmak için yaklaşık tanımlar
onlarla çıkuk yola
yollarda kaldık
sis basü her yanı
tutukluk çeken silahlar gibi
sözcükler, fisılülar, mırıldanışlar
eksilerek vardık bir yapıya
O mu, değil mi
Kim bilebilir şimdi
kılavuzlar şehit
şehitler hain
gözlerimiz karanlık bir pusuda
çoğumuz büyümüş, kimimiz ölmüş
kendimiz bile tanıdık değiliz artık
gözümüzden silinen düşün sabahında
önümüzde açılan yeni bir uzay
Şimdiki Zamana ait bomboş ve ölü alanlar
ne başka yer ne başka zaman
bizler için hâlâ bir yerlerde çalman
sis çanları var
belki bir gün buluşur diye
aynı ormanda kaybolan çocuklar
Nisan 1984, Aralık 1989 (Mırıldandıklarını)
GECENİN ÇOBANLARI
Göğüslerinde acıbadem kokusu
avuçlarında kehribar
karanlığı sürüyor gecenin çobanlan
yağmurun yıkadığı bıçaklar ve dallar gizlenirdi
simli bir yazmadaki saklı sözcükler gibi
akardı birinin kalbinden ötekine
patikalar inerdi kaçak bakışlar
ölüler ve sevdalıların buluştuğu vadiye
Onların zamanıydı
kepeneklerinin içindeki uçuruma tutunmuştular
bitkin bir şaşkınlık içinde
vadilerde kaldı eski derinliğimiz
hangi ay geri çağırır bizden çekilen suları
taşlar kadar tarihe kefil
durur şiirin alunda
kendi derinliğine mühürlenmiş sözcükler
Söz Boş! Boş şiir
neye yarar
gümüş tozanlarından bir gecede
bir mitosa varmıyorsa bütün konular
( Omayra)
R o n î M a r g u lie s
(Doğ. 1955)
DENGE
Dalgalarla kıyı arasındaki
o bitmez çelişki gibi birşeydi,
eskidendi bizim seviştiğimiz.
Sığırcıkların, kırlangıçların,
tüm denizkuşlarının
kanat çırpması gibi birşeydi hep birden
Ağaçlar dolusu meyvanın
— bir bahçedeki tüm narların örneğin —
aynı anda olgunlaşması gibi.
Göz gözü görmedi bir süre,
yağmurlar yağdı, uzadı günler:
Birkaç süreci birden tamamladı doğa.
Sonra,
dalgalarla kıyı arasındaki
o belirsiz denge gibi bir şey kaldı geriye —
zamanla
ve aşınmakla ilgili.
( Uzaklıklar)
AĞIT
İşte yine İstanbul
Alçalıyor uçak Florya üzerine,
sağ taraf açık seçik Yeşilköy.
Kapasam gözlerimi:
Adil Abi’nin bisikletçi dükkânı,
Röne Park’ın ağaçlarında kalplerle oklar,
Reks Sineması’nın kocaman ekranı,
Ekonomidis’lerin bahçesinde mangallar.
inişten hemen önce,
uzansam dokunacam, tam uçağın altında,
iki çocuk duruyor caddenin ortasında,
atıhvermiş çimlere bisikletler.
Biliyorum birazdan Yandımçavuş’ta,
macera bu ya, ayran içmeye gidecekler.
Sarsılarak değiyor tekerler yere:
Yeniden yaşamaya değil bu sefer
gömmeye geldim çocukluğumu, babamla beraber.
( Uzaklıklar)
Y u s u f A lper
(Doğ. 1956)
SUSARAK
Atlar savunulardı yelelerini
Yoncalann, ekin tarlalannın arasından
Fırlayan bir ok gibi yılkıda
Savururlardı rüzgâr gibi
Kırlangıçlar sayardı günleri
Duvar diplerinde serçeler, sığırcıklar
Avluda sereserpe uzanırdı kedi
Göğümüzden geçerdi turnalar
Alır götürürlerdi özlemimizi
Düşler diyanna, çok uzak...
Annem solgun bir yüzle söylerdi
Bütün hüzünlü türküleri susarak
(Şimdi Hangi Irmakta)
A dnan A zar
(Dog. 1956)
DÖNGÜ
Sevincin yüzü güler ya, umudun çiçeği açar
ben de gözlerimi şafağa açarım
sevginin pınarında yıkayıp saçlarımı
sana öyle gelirim.
Kuşlar uykudayken daha, rüzgârlar uykudayken
uyanırım sessizce
düşer yola yine sana gelirim
sana o zaman gelirim işte;
unutmak için herşeyi
öğrenmek için yenibaştan!
( Unutmak Sulan)
BİRDENBİRE SABAH
Bir muştu gibi iniyor gün
aydınlık ve anlaşılır
bir çocuk saflığıyla
bir gülüş gibi
terli çarşaflara sıkıntılara
geceden kalma karanlıklara
meraklı ve çiçeklerle örülmüş
bir muştu gibi gün.
Yüreğim bir pencere şimdi
aydınlıklara
geçmişsiz ama sevdalı
yüreğim telaş telaş
aydınlıklara!
( Unutmak Sulan)
S alih B olat
(Dog. 1956)
ŞİİRLER ŞİİRİNİ ARAMAK
bırakılmış bir sonbahardı
şiirler şiirini arıyordum
lorca’yı ağlarken buldum rüzgârda
eylül güneşiyle tutuşan bir gitar sesiydi ispanya
bir elim sıcak denizlere değerken
bir elim buzul çağlarında
şili yangınlarında buldum neruda’yı
gülüyordu kasımpaülar arasında
şiirler şiirini arıyordum
acılarda ağrılarda ayrılıklarda
biliyordum uzak değil
pir sultan nâzım hikmet ve daha
gün eridi mor dağların ardında
gürültüyle uzaklaştı güvercinler
tam ulaşmıştım şiirler şiirine
sinsice basürdı gece
böyle sinsice bastıran gecelerde uyumadım hiç
en yanık türkülerle kırdım sabahın sürgülü kapılarını
hasretle atıldı şiirin kollarına
yürek ve bilinç
( Yaşanan)
YÖNLER
güneyde, ay mola verir incir ağaçlarının altında
gök gümüş paralar gibi saçılır göle
ateşböceklerine kanşır köpeklerimizin gözleri
tan söker tarlalar boyunca, sorarız:
kim örer sepetini düş hasadının?
kuzeyde, pusuya yatar demir yatakları ve orman
kumsalda unutulmuş balıklar gibi güz, önce
ellerimizde başlar, sonra dağılır yosun kokularıyla
gerinir dağlar uzun uykusuzluktan, sorarız:
neyin sabrıdır dişlerimizin arasında sıkışan?
doğuda, derin vadilerde sürer gölgenin yenilgisi
kaya çiçeklerinde barınır geçmiş ve gelecek
anlaşılmaz bir siyahlığı bakar çocuklar
savrulup durur bir halkın öyküsü, sorarız:
hangi öfke bilenir rüzgârın doruklarında?
batıda, birden derinleşir deniz, öylesine kesin
bir parkta bulunmuş ceset gibi soğuk ve meçhul,
yanılgılar üstüne kurulmuş kentlerin kiriyle
akar ışıklar camın içinde, bilincin dışında, sorarız:
kimdir bu yönlerin arasına sıkışmış insan?
(Gece Tanıklığı)
H aydar E rgülen
(Dog. 1956)
ANNE
sahi senden mi doğdum anne
yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken
bir insandan mı doğar bir çocuk
anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı
kuş olsa çiçek olsa gündüz olsa
kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu
bu kez dağlar doğursun beni anne
sen de ılık yağmur ol
durmadan yağ kanayan yerlerime.
(Karşılığını Bulamamış Sorular)
DÜŞLER BİR SES BULUR BENDE
bir çocuğun düşüyüm ben
büyülü yaz akşamlan
ben üflerim mızıka söyler
sesimiz tutar sokaklan
ılık bir ses taşırım yorulmadan
sonsuz özlemler büyütürüm yanna
ben mızıka çalanm
siz onu duymazsanız da
mızıkamın içindedir yaşam
kardeşler ben çalayım siz görün
nasıl geçilir kiraz rengi sokaklar
soluk soluğa yeni aşklarla
yorulmaz yaşlı bir yürek bile
gülüşler ona akar da
ben mızıka çalmazsam
ne özlemleriniz olur ne ayrılıklarınız
yalnız bir yıldız gibi boşluğa
düşer yaşlı dünyanız
bir çocuğun düşüyüm ben
mızıkamın sesi yeryüzüne değer
uyurum uyanırım hep aynı şarkı
ne sesim eksilir ne umut biter.
(Karşılığını Bulamamış Sorular)
MAVİ
Üstünde yağmurdan başka hiçbir şey yoktu
anlam olmak için yeterince çıplaknn
şiirin nasıl birşey olması gerektiğini
hatırlaüyordu gözlerin, sana böyle inandım:
Ben inanmak için şiir yazıyorum, gözlerin
neyi hatırlatıyorsa ona inanıyorum, gözlerin
Cihangir’i haürlatıyordu, hayâl içinde fakir
Üsküdar’dan o rüyaya baküm: Maviydin
bir özletip bir geri çekiyordun denizlerini!
Usul usul inandım güzelliğin hatırına yağan
yağmurun üstümüzde hakkı vardır, inandım
uzak bir mavi kızın gözlerindeki bulut
burada içimize yağacaktır, inandım, mavi
bir yağmurluğun da olsa şiirden ıslanırdm!
Gövdene de böyle inandım, duruydu, şiirin
nasıl bir şey olması gerektiğini hatırlaüyordu:
Öyle çıplaktın ki içinde şiirden başka
hiçbir şey yoktu, gövden neyi hatırlıyorsa
ona inanıyorum, beni hatırlamasa da, biliyorum
bazı uzaklıkların hiç mektup beklemediğini...
Bazı şiirler de bekleyemiyor yağmurun dinmesini!
T urgay F îşekçî
(Dog. 1956)
DEĞİŞİM İNSANI
Şaşıyorum şu sıska kollarımın uzunluğuna
Birisi dünyanın yansını sarmış sımsıkı,
Diğeri uzanmış karanlıkların üstüne
Ne kadar çok kolum
Ne kadar çok kollanınız var.
Hepsi de hazır
Büyük hasretlerine sanlmaya
Kocaman, ak elli kızlar görüyorum.
Kırmızı karanfiller saklı avuçlannda
Gözlerim, yüreğimden kopan bir gülü uzatıyor sessizce
Uzanan gülümü görmeden geçip gidiyor ak elli kızlar.
Hoşuma gidiyor insanlarda çağın sancılarını görmek
Tarihin en soylu acılannı çekiyor insanlar
Yeni insanlara gebe herbiri.
Bütün insanlann sımsıkı kucakladıklan bir dünyayı düşü
nüyorum.
Kocaman bir halay çevriliyor,
Tek bir insan dışında kalmamacasına.
işçilerden dinliyorum dünyayı
Bilmem neredeki yontulann güzelliğinden sözediyor
Sanatın insana olan yakınlığından
Sonra, genç olmaktan
- Oysa ellisinde var Sonra gelecek
Ne kadar ferah bir söz ağzında
Bir beyaz güvercin kanatlanıyor yüreğimden.,
Uzaklarda, bembeyaz kayın ormanlarında,
insanlar öpüşüyor, Şopini dinlerken.
Ak bir el süzülüyor yanaklarından aşağı
Tutup, eli öpüyorum.
Kocaman bir halay çevriliyor.
Tek bir insan dışında kalmamacasına.
(Karda Işıltılar)
NİŞANLI KIZIN AĞIDI
Göğsün papatya tarlası
Ah, sarardın beni
Sevgilim, sevgilim
Kolların nerde şimdi
Kirpiklerinin ucuna
Asmıştım yüreğimi
Mavisinde yittiğim
Gözlerin nerde şimdi
Bilgeceydi dostluğun
Sevgiydi sunduğun
Yıldız gözlüm, gündüzüm
Işığın nerde şimdi
(Karda Işıltılar)
İLK GÜNÜN ARDINDAN
Mutluyum
Oturduğun semti
Ev arkadaşını
Öğrenmekten
Yaşını
İşlerini
Okulunu
Zamanı nasıl geçirdiğini
Hepsi düşündüğüm gibi çıktı
Uzaktan güzel bir çiçektin
Yanma geldim
Çiçekten bir insan gördüm
Yüzündeki beyazlık
Bahar sabahlarının ıslak çiği
Doğduğun şehrin dağlanndaydı o saflık
Çamların dibinde açmış fulyaların yüzünde
Bir de sende gördüm
Gözlerinin derin göller gibi durduğu
Temiz
Beyaz
O insan yüzünde
Mutluyum
Bir saat karşında durup
Yüzüne bakabildiğime
Hayatta tek isteğim buydu
Mutluyum seni sevdiğime.
(Karda Işıltılar)
H üseyin H aydar
(Dog. 1956)
ANIMSAMA
Yeşil bir masada yanyana
Otururduk erikler altında
Uç yaprak çiçek uyurdu
Sıcak bir öpüş gibi alnında
Yağmur çiseye dururdu
Bir eve girerdik sonra
Yiterdim ekinler içinde
Alınca onu koynuma
Bir gecenin kar’ı gibi
Işık görmemişti daha
Soluğu götürürdü beni
Göğsünün doruklarına
Tüfek çubuğu gibi yağardı
Çılgın bir yağmur dışarda
(Acı Türkücü)
AĞUSTOS OYUNU
Ağustos sıcağında
Yürürken toprak yolda
Böğürdenler dikenler arasından
Kimdir adımı fısıldayan
Ah sararmış mısırlarda
Kimdir benim görmediğim
Hem durmadan şarkı söyler
Hem mırıldanır adımı
Döner döner bakarım
Fındık ayı gününde
Bir başıma giderken
Anasonlar eğreltiler içinden
Kimdir adımı çınlayan
Dalgacının biri belki
Bir çılgın cırcır böceği
Cırlar durur adımı
Gizlenir ben dönünce de
Fundalar bukleler içine
Yol boyu ıssız sessiz
Bir elma serçesi birden?
Uçar gider gömleğimin cebinden
Bırakıp bu şiiri
Başlarım ıshk çalmaya
Yüreğimden geçenlerden
Ezgisi acıdan acı
Bir ağustos sıcağında
Ansızın susar dalgacı
(Acı Türkücü)
ÜÇ GENÇ
Söner akşam güneşleri
Üç genç geçer ak giysilerle
Ayaklarında bakır telleri
Elinde karanfil taşır biri
Öteki sigara içer titrek parmakla
Kollayıp yanını yöresini
Üçüncü bir ölüdür üç günlük
Daha üç günlüktür acısı
Yüzünde uzanır bir kanlı boşluk
Yürürler yan yana ağır ağır
Dağılır önlerinde kuşlar, kitaplar
Dururlar bir uçurumun keskin yerinde
Öleni gömerler hemen oraya
Ağlar sigara içen gömüt başında
Karanfil tutan bir şiir yazar
Usulca kapanır kapılar
Bir yağmur taşırım ben ipekten ince
Girerim sessizce kentten içeri
Açılır sabah gökleri
Aranırım bütün sokakları evleri
Bulurum kendimi soğuk taşlarda
Issız bir köşede uzanmış yatan
On bir ay sevdasını elden uçuran
Avucunda uyutan bir küçük canı
İki genç geçer uçurumdan
Ellerinde yazılı kâğıtlar
Ayaklarında bahar telleri
Göklere doğru yönelir biri
Buludar arasında yiter gider
Öteki girer meşelerden içeri
Üç gençti önümden geçen
Ben hangisiydim üçünden!
(Kara Şarkılar)
ÜÇÜNCÜ GÜN ŞARKISI
Soğuk sular
Dökmeyin omuzlanma
Sokulu saçlanma
Üç kara zambak
Yüreğim donacak
Dökmeyin soğuk sular
Üç kara zambak
Bahardan daldan ırak
Sallanır bir kavak
Sisler arasında
Kuştüyü yastıklar
Koyun başıma
Yatırmayın taşlara
Kalçalarım kınk
Boynumda oynaşır
Bir kara ışık
Kardeşçiğim
Yatırmayın taşlara
Akar bir ırmak
Dumanlar arasında
Bir kara ışık
Güneşten aydan ırak
Dualar okumayın
Yüreğim uyuyacak
Anacağım
Dualar okumayın!
L ale M üldür
(Dog. 1956)
su
Firuze rengi suların önünde diz çökmüş
bir okçu, elinde altın yayıyla.
Karalarla kaplanlarla oynuyordu,
kemanıyla oynadığı gibi.
Firuze rengi sularda yüzen
san güller... lerin yansıttığı
yanılsamalar... içindeyim...
O uzun siyah eldivenimle
yürüyorum sularda.
sularla evlilik akuatik yeşillerle
gri gözlerle bir anima-kadın
soluk
alıp verişi
karanlık yaprakların ardında
Bir yıldız gümüş notalar fısıldıyor
onun da kulağına... dolendo...
Seslerin ve notaların gümüş
ağırlığıyla dalıyor sulara, dalıyoruz.
bir denizaltı konuşması gibi
artık kimsenin dinlemediği iki insan arasında
boğulmamak için denizin dibinde konuşmaya çahşan
iki insan gibi neredeyse
dolendo
O uzun beyaz eldivenimle
tekrar çıktığımda sulara Miras’ııri,
alnıma saplanacak altın bir ok olabilir.
Erden kızların önünde eğilmiş
oturuyor olabilirim alnımda altın bir okla.
Aramızda belirli uzaklıklarla eğilmiş
şarkı söylüyor olabiliriz gri sulara.
Aramızda kristal uzaklıklarla
göğe çekilmiş olabiliriz, ağlayan ünikomlar gibi.
Orion çekimi belki de yalnızca...
( Voyıcır 2)
S üha T uğtepe
(Doğ. 1956)
ÎSTEK ORADAN
İstek oradan geçiyordu, o puslu dünyadan.
Çocuklarla inat oynuyordu ihtiyarlar. Doluştukları
geçmiş zamandan ürktüm.
Ara sıra kaldırıp dökülmüş başlarını, nasihat
saçıyorlardı meydanlara
— Hey!., diye bağırdım
Bir gün keseceğim oy hakkınızı. Gençleri savaşa
gönderemeyeceksiniz oturduğunuz yerden!
Çok kızdılar. Yüzleri bir avuç alevdi. İlikleri titreyerek
döndüler “fiil” ile “fail”e
— Orta yaşlı uslu bir güreşe tutuşun diye bağırdılar.
Tehditkârdılar. Ateşe verip çayırlan diklendiğimde
‘can havli’ çağırdılar şimdiki zamanı.
— Buna kıran kırana bir “zarf” verin!
Aldım zarfı.
— Geceler güzeldir!., diye bağırdım. Şaşırdılar
— Yüzler ve zarflar görünmeden de konuşabilir her
şeyi. Fiillere sahip çıkabilir, isimlere, sıfatlara,
zamirlere sahip çıkabilir görünmeden.
Boğazlama tarihi sizin olsun:
Karanlık, yontma, cilalı
Toplu, tüfekli, atomlu boğazlama sizin olsun
Geçmişiniz
Geleceğiniz!...
Şaşırdılar. Yürüdüğümde
— Saygısız!... dedi birisi. Öteki
— İbret-i alem için aşmalı bunlann biraçını
Yeniden çayırları ateşe verdiğimde
İstek oradan geçiyordu, o puslu dünyadan
Şimdilik hırçın azınlık.
(Yüzler ve Zarflar, 1985)
H alîl İ brahim Ö zcan
(Dog. 1957)
RÜYADAN SIÇRAYAN TAŞ
ayaklanın temizdi üstelik dişlerimi de firçalamıştım
pazar yerlerinde dolaşıyordum ağır aksak
tükenen hayatlar tezgâhlannda
yokluğunu suluyordu hırçın nilüferler
özenle sıynlıyordu aralanndan
cinayetlerinde acıyan göğsüm
kendi küllerini yakıyordu bacalar
sorular başlarken
ihtimaller giriyordu devreye
şimdiki haliyle yüzler
hangisine tutunmaya kalkışsam
kendi ellerim kalıyordu geriye
lüzumu kalmamıştı
kimselere hatıra bırakmayacaktım
çalınmış kapılar baştan sona çemberdi
aldınşsız girmiştim gece gönlünden içeri
sıkmtılan eksilmişti bulutlann
gözlerim açık kalmış
aşk bile olmuyor
(Ktnk Zar)
A dnan Ö zer
(Dog. 1957)
MARMARADA AKŞAM
Çıkar gelir alacakaranlık
yeni sürülmüş tarlalardan
her adımda biraz daha yiten topukları
ve taflan külüne kokan elleriyle
çıkar gelir
her solukta bir dermansız hastalığın
iç kanamalarını çekerek sinesine
dalgalarda çözer
saçlarını alizeler
fosfor su yüzüne vurur
bir çağanoz çıkmak ister
göğsünün sarmal dehlizlerinden
ağır ağır yürür gece
taşlarında otlar bitmiş
Aspendos’un sahnesine
ve eski, alışkın bir oyuncu gibi
okur ceneviz gününden kalma tiradını
ak benekli gömleğini aranır
soğuk kıkırdaklarıyla ürpererek
kum engereği
çıkar gelir kutup yıldızı
ışıltılı bir pelerin gibi savurarak
samanyolunu
bağdaş kurup oturur
gök tapmağının mimberine
deniz/ah! o uçsuç bucaksız göğsünde
yeşil hareler oynaşan/deniz
gece dev bir çoban gibi
kara kepeneğiyle abanınca üstüne
çırpınıp bırakır kendini
vahşi bir aşkın öpüşlerine
(Ateşli Kaval)
ELMAS DUA
her gülüşün kovuğundan iniyorum
yeni düşlerin ocağına
açıyorum göğsümde kilitli bir yaranın
kapısını yeniden
• kurumuş kan dökülüyor menteşelerden
tarih abdest alıyor
yutulmuş ırmakların ruhuyla
elmas dualar yükseliyor
kömür tabakalarının gırtlağından
bir yere ulaşmadı hayaum
ölümle yol alıyorum burdan öte
düşlerimle yeniyorum gerçeği
bir taşın kumlu damarına yerleşiyorum
en kısmetsiz köküyüm gençlik ağacının
bezdi yeşerme tutkusundan gönlümün ucu
hayat tatlı lokmalarını ıslatıp amber ağzıyla
verdi başkalarına
bense kör bir abanoz kökü
mil ve bazalt içinde, açım ölesiye
bir küçük kum kasabasına yerleşiyorum
ne hayatın şöhreti biliniyor burda
ne rüzgârın nâmı, yağmurun nişanı
ne denizin sesi geliyor kulaklara
yüreğim kabarık doğmuşum ama
sevgim ve yüreğim kimin umurunda
oysa umut vermişd tanrı insanlığa
dedem Kuran’da adımı bulunca
bense yitiriyorum umudumu sevdikçe
gönlüm karıştırıyor sözcükleri
karadüşler kötülüyor yasamı
arıyorum uçurumlardaki yerimi
(Çıngırağın Ölümü)
KARTALIN AKLI
Kartal imgesini değişmeye gelir
yüzyılda bir.
Sonsuzda durmuş bir ovanın grafiği
kartalın aklıyla kesişir.
Yırtıcı bir sufidir o;
hırkası öyle ağır eskir...
kim öyle sayısız güneş batırmışsa
çıkamaz bir çağı devretmenin yükünden.
Bir hurma yuvarlansa Yemen’den,
geçerek Mezapotamya mezrasından;
mutlaktır bu eğim, bu sarsılış
İskenderiye külliyesi mutlaktır,
mutlaktır Babil estetiği,
yıldızlar zincirlenmiştir olsa olsa
şehrayin mutlaktır.
Bir hurma yuvarlansa Yemen’den
bin bakış getirir ovaya
bin bakış
sonsuzda durmuş ovanın grafiğini
kendiyle çarpar,
yine de eğilmez, çalkalanmaz kartalın aklı
mutlaktır çünkü o.
(Seçme Şiirler)
H a şa n Ö ztoprak
(Dog. 1957)
ÜÇLER MEZARLIĞI
kim bilir hangi uzaklardasınız
artık yabancısı olduğunuz bu ülkede
yan yana ve sessiz
konuşursunuz
sizi duyamaz ağacın altında
sevişen kız
bıraktığı ter kokusu
hatırlatır güzelliğini
ve azap verici sarhoşluğunu, yaşamanın
üç kişisiniz ve tek kişi
her daim çıplak
artık günah işlememenin huzuru,
yanınızdan geçerken hissedilen
ah! sessiz mezarlık
fısıltılı hatıraları ölülerin
hayatın rüzgârsız çölü
sakin ve alıngan:
yeniden bir yaprak düşer
mutlaka bir söz olur
duyulabilecek bir söz
(Ey Aşkı Anlayanlar)
HAYATIMIZIN İÇYÜZÜ - 2
yaşıyorsun ölümü taşıyarak bir sonrakine
âşık oluyor, sevişiyor, acıkıyorsun
sonra yeniden âşık oluyor, yeniden, yeniden...
burnu kemirilmiş bir ceset olmak için
tanrı size acımıyor
acımanızı istiyor sizden, düşkünlere
hiç yoksunuz ve sanki hep var:
kapının önünde, merdivenden tırmanırken
gezdirirken bir öküzü alnınızda!
alnınıza sürülmüş bu tarla ne öyleyse?
yaralan deşeleyen konuşmalar gibi
sımnızı açıklayan her saat başı haberlerde
canın sıkılıyor dağlardan uzağa düşmene
gitmek istiyorsun şemsiyenin rüzgârına tutunarak
bir göçebe gibi, gelip geçici
ya da bir şişeye konulup açılmayı bekliyorsun denizlere
nafile! öfken geçicidir
tıpkı kendin gibi
(Ey Aşkı Anlayanlar)
S u a t V a rd a l
(Dog. 1957)
GECE OLMAK İSTİYORUM
Gece olmak istiyorum
Gecede ağaç ve onun kara yapraklan
Ahşap evin alacakaranlık yanı
Kısa çığlıklan gece kuşunun
Gecenin soğuk mavi ışığında
Adı bilinmeyen bir böcek
Yalının korkuluk demirine yaslanmış
Hıçkırıklan denizin uğultusuna kanşan
Doğulu kızın lacivert saçlan
Gece olmak istiyorum
(Biz Gene Yan Yana)
SEVGİYE YER AÇMAK
Tıkış tıkıştır
Olan biten
Adım atacak yer
Yoktur kinden saçmalıklardan
Bir işe başlarsın
Alabildiğine mutluluk verici
Adamın biri güler
Öteki öldürmek ister seni
Bir insan seversin
İnsanların en güzeli
Gelir biri çamur atar sevdiğine
Öbürü ümakla yırtar yüzünü
Ne bileyim ben
Bir kediyi okşarsın bir kış günü
Alırsın avuçlarının içine
Bir de bakarsın arkana
Kaskatı kalmış karın içinde
Bir şiir yazarsın
Görmesinler diye
Kahırlı bir giz içinde
Bırakırsın usulcacık ortalığa
Dolaşır şiir
Kinler saçmalıklar içinde
Yer açar sevgiye
(Biz Gem Yan Yana)
e » # «9
O
A lkaya
(Doğ. 1958)
rhan
GÜNÜN SON KADINI
acının gri saatlerinde yüzüyle gelirdi
ansızın ve kanatlarına sığındığım
bir gökyüzüydü, yangınlardan kalan
çocukluğumdu, başka şeylerim, hüznün geniş kültü
akşama ertelenmiş gülüşüyle, dokunmanın ve ölümün
arasaatlerine sızan oydu
bir şarkı nasıl bitirilmez, hangi renkler
arka yollarına yakışır hayatın
temas kuşu silinir mi sevişmenin argın tahtasında
ebced bahçesinde söz ne zaman yanılır
ve boynu vurulmuş sabahlar ve gümüş
yüzüğünün açık kapağından sızan kokusuyla
kaçınılmaz, yokluğun bedeniydi
aşkıyla gelir ve giderdi
(Parçalanmış Divan)
ÖLÜM VE ŞÖVALYE
ölüm ipek adımlarıyla geliyordu
kendi halinde ateş yakmış birkaç kişi
kadın ve erkek ve belki çocuk benekli
yaklaşan birşeyler varmışçasına ürperirdi
ve kaplanların dişlediği güneş haliyle dokunaklı
susmanın kapıağzında annmış ahşap zamanlardır
önüsıra karanlıklar şövalyesi ve liriyle yürüyorken
ölüm ipek adımlarıyla geldi
geniş göğüslü gül günleriydi; gül idi
yeraltı ülkesinin başkentinde yasak arkadaşlar
ve fitilli kadife günleridir - açık sokaklardan gelinmişti ve sokulgan bir çocuk kadar temiz olan kan bir yaprak ayaklanmasıyla, derin iç çekişlerle
ardısıra birkaç ateş söndürüyordu - lir’ik sızılarda
ölüm ipek adımlarıyla gitti
(a/ etika)
TUZ GÜNLERİ
bize yapılanları gördüm, hepsini
bin ejder kuvvetinde kötüydüler
bir kuşak yok edilirse belki, çok yılın
öcünü alacaklardı; kimbilir haklıydılar
hepsini gördüm; dağılan beyinler
ucuz bir klişe kadar hakikiydi
dağılan hayatlar tevazu ile romansız
aşklar hep yarma ertelenmiş ve gizli
sırtlanlar ısrarlı sır taciriydi
annem de korkuyordu onlardan
kimdi onlar çün hazır ve nâzır
onlar içimizde ve zahiriydi
bize yapılanları gördüm, hepsini
kimliksiz bir ülkenin sadık bekçileri
yarınsız memurları dünden arî günün
ve Aryan rü ’yaların yanlış Batılıları
harita üzerinde oda ararken
hepsini gördüm; bir el bombası
ellerinde patlayarak yok ediyordu
boydangay boygay bir coğrafyayı
sadakat hep bugüne gönderilmiş ve açık
ebemler ısrarlı yol muhaciriydi
gönlüm de korkuyordu onlardan
onlar ki toprakta mayın suda kolera
havada ihanet kadar çoktu
onlar hem Yeşil hem Hareket bir ordu
bize yapılanları gördüm, hepsini
an benimle geçerken zamansız
ve hep bir ukte kadar karanlık
günler hayli sevimsiz hatıra haliyle
isimler ölüm hükmündeydi
kusmuğundan tanıyorduk artık insanı
hırçın ve hükmedici bir hal sinmişti her yere
hata! erken büyüyor burada
Feryat da korkuyordu onlardan
eksik arzu, kayıp çocuk, masum örümcek
onlar boşlukta karşılıksız bir soruydu
bize yapılanları gördüm, hepsini
yanlış tariflerle uzatılmış bir yol gibiydik
bizden mütevelli heyeti ve icracı avukat
kötü gün yabancısı ve yatakta hoyrat
sözsüzlüğe tutsak bir aile, sınav çocukları
bizden bir aşağılanmanın hazır özneleri
münasip suçortaklan... ve suskunluk hücresi için
bir adım ileri! istendi, yıldırımlar yaratmak
memleketi yarısına kadar demir ağlarla donatmak
memleketin yansını unutmak beklendi bizden
bir bok vardı gibi sunduklan hayatta
vazgeçemezdik sanki güzel ve yetenekli olmaktan
kudrede aptaldılar, hiç bırakmadılar korkuyu
memleket bile korktu onlardan
güzel ölüm, iyi abla, sine qua non hayat
arsenik ve çaydılar, rü’yasız uyku
bize yapılanlan gördüm, hepsini
açlık gözümüze sokulmak için bekletiliyor
vicdan derin çarpışmalann gazisi
ibne! arkadaşımın müstear ismiydi
havlamamızı istediler, uluyabileceğimizi kestirmeden
onlar: define avcılan; zihnimize kartal salanlar
haklıydılar, postumuza göz dikerken
bedevi yol açacak, nizamcı oturacaktı daima
argonotun yolu vardı ve uzakta
meşkederdi yoksul tannlar
Adam bile korktu onlardan
yaratılışı yaraladılar sır fabrikalannda
bereketsiz süt ve inançsız başaktılar
bize yapılanları gördüm, hepsini
benliği gölgeleyen iktidar ardımızdan ağladı
ve hep ikizini terketti hevesle kutsanan
hayat! merakın sağnsında çok yol alındı
kan tarif etti kendi göbeğinden ayrılanı ■
kınlan göğün alünda kamaşan gözlerimizle
az gittik uz gittik dere tepe biz gittik
iklimden iklime değiştik, evet
zamanın suyu vardı, bir de bunu bildik
ve onlardan azade korkuyu
bize yapılanlan gördüm, hepsini
kır hayvanını okşayıp isteğe uzandık
kırk yıl ayn koydular kadın ile erkeği
bize bir harf öğreteni kırk yıl hayattan kovdular
öğüt, tütsü ve fal tutuşturdular elimize
cinayetimizi çaldı onlar nesebi gayn sahih
sevgiyle, oysa ne güzel yenilmiştik
öğrenmekteydik tam acının kudretiyle
: sabit kalemlerle silinir kan
insan yok etmeye yazgılıdır ve varlık
bu şiddetle sınanır, işte şöyle
: ormanımızı yakarlar, hayvanımız yaralanır
kalbimiz kınlır soludukça çok yıllık ölümü
ırmağımızı ateşe salar semender tıynetan-ı aşk
gül yanlış kokarsa, tuz yakaya takılır
bize yapılanlan gördüm, hepsini
gül yanlış kokarsa tuz yakaya takılır
( Tuz Günleri)
E nver E rcan
(Dog. 1958)
GÜNGENCİ
İşte sokaktasın
ağzında akşamdan kalma bir küfür
evlerin boğduğu yollardan geçiyorsun
düşbozgunu insanlar karışıyor kalabalığına
sözün küfre dönüşüyor küfrün mühür
yürüyorsun
durağın üç yıldır değişmedi
otobüsün de
ama bugün az ötende kasketli biri
sesini göğe vura vura öldürüyor
dilinde gurbet türküleri
ilk selamı ona veriyorsun
bindiğin taşıtlar seninle bin kat ağır
şoförlerin gözlerinde küfrün aynası
omuz omuza yürüyorsun arkaya
yüzlerde dünkü telaş dünkü sıkıntı
insanlar
ki, ömrünü hiçe yayan dağ silsilesi
her şeye suskun sorular gibi
hepsine birden parmak kaldırıyorsun
kaçaradım kayboluyor yüzleri
yine de onca kişinin arasından
erbıyık biri
soluk soluğa yaklaşıyor yanına:
“adımbaşı kimlik denetimi
işgal altında mıyız abi?”
tutup alnından öpüyorsun
zar zor yetişiyorsun vapura
tebessümünü akşamdan ütülemiş
sekreter bir kızla laflıyorsun ayaküstü
söylediklerini dinlemiyorsun. Ama
sesinin rüzgârı şaşırtıyor seni
sonra şiirden kesilmiş birkaç şairle
selâmlaşıyorsun
her zamanki gibi
Vapurdan iniyorsun
yokuş mu seni yürüyor
sen mi yokuşu
sırtında klakson sesleri
burnunda mazot kokusu
bir ilkokulun önü çıkıyor yoluna
kapısından seyrediyorsun
karmakarışık ama sessiz
küfrün göğüslemiyor cıvıltıları
yanlarına ilişiyorsun:
“n ’olur yüzüme bir sevinç çizer misiniz?”
usulca giriyorsun işyerine
masanın tozu yeni alınmış
dünden kalan yazılara gözatıyorsun
anlamlar yankılanıyor beyninde
en büyüğü de “hiç”
ezberindeki şiirler de kesmiyor seni
“akşam olsa diyordun, işte oldu akşam” hariç
akşam aynı yokuştan kaptırıyorsun kalabalığa
bir şarkı bile gelmiyor aklına söyleyecek
sırtlarına bakıyorsun insanlann
yüzleri gibi künyesiz
ama hepsinde aynı imla:
“sakın ruhsatsız işkence yapmayın!”
sonra vapur
sonra otobüs
sonra dolmuş
ve işte son yokuş
kapını çalıyorsun
kızın zıplıyor kucağına
üçbir yanın hüzün
televizyonda bir başka tele-tanrı
güler yüzlü buyruklar yağdıran
senınse ağzında akşamdan kalma son küfür:
“beni siz yaşıyosunuz ulan!..*
(Sürçüyor ¡Laman)
GECE
el ayak çekildi
gecenin gölgesine bir düş gibi uzandın
kızının üstünü örtmüştün
kolunda uyuyup kalmış karın
gölgen suya değse ıslanır şimdi
acemisin biliyorum
elin ayağına dolaşıyor günü denerken
bir gerçeğe parmak basar gibi
basamıyorsun da ölümün tetiğine
kırkyalan sözcükler kesiyor rüzgârlarını
onun için aylar var ki
zorla uyduruyorsun kendini her role
susturanı asan da kafandaki o sesi
dün de bugün yarındı
dün de bugün yarındı
öfken de bundan
kibar şairlere gülmen de
tuhaf bir adamsın vesselam
canını sıkan bir sokağı
boyuyorsun da
kırmızıya
bir yaprak düşse dalından
altında kalıyorsun
hiçbir şeyin uymuyor kitaplara
ama gel bu sabah
karını öperek uyandır
işe mişe de gitme
kızına kahvaltıyı sen yaptır
sonra pırıl pırıl günü tak yakana
yeni bir hayatın önsözü gibi
kentin kalabalığına karışıp yürü
kimse korkmasın bakışlarından
üstün başın boydan boya gökyüzü
çocukların ellerine bulaşsın dursun
nasıl olsa
hâlâ güzel masallara inanıyorsun
(Sürçüyor Zaman)
GÖK YÜZÜNÜ ÇEVİR BANA
bende bulduğun benim de aradığımdı
sarmaşıp inceldiğimiz o nokta
hadi tut elimden gezdir sokaklarını
ansızın yakalan sağnağıma
akşam kendini karartırken geliyorsun
komşular kimbilir ne diyor
günü soyunup beni giyiniyorsun
parmakların ışıkları dinlendiriyor
gök yüzünü çevir bana
gezinsin tutkunun alevden dili
uçarken çıkardığın o ses var ya
bütün sözcüklerin özeti gibi
tanrı bu geceyi korusun
(Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman, 1990)
A h m et E rhan
(Dog. 1958)
ALACAKARANLIKTAKİ ÜLKE
XVIII
Acılı oğulları ülkemin
Kahvelerde otururlar sessiz, sakin
Gözlerine baksan çayırları görürsün
Ekinler arasında kaçarken açtığı yolu bir tavşanın.
Bir ürkeklik, yabancılık hepsinde
Acılı oğullan ülkemin
Taşralık sanlı bedenlerine.
Ucuz şarap içerler, kötü sigara
Ceplerinde mutlaka kıvrılmış bir gazete vardır.
Bir gecekonduda nemli bir oda.
Döşemenin üstünde telleri kopuk bir saz.
Masanın üstünde çay bardaklan,
Ekmek kınntılan, eski bir demlik,
Onun altında gazeteler, kitaplar
Duvarlarda resimler, yazılar.
Naylonla örtülmüş bi pencere, camlan kınk.
Acılı oğulları ülkemin
Ölüp giderler bir akşamüstü
Karanlık, kuytu bir sokakta;
Gözleri hayata sonuna kaçar açık.
Elleri kavuşmuş bilmezmiş gibi
Ölümü ve kalleşliği bu dünyada.
Ertesi gün resimleri gazetelerde
Ve bir tarih resmin alunda:
Doğumu şu yıl, ölümü üç nokta...
(Alacakaranlıktaki Ülke)
AĞIT
Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil, bir ölü için
Çiçekçi bana bir gül ver
İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim.
Yakasına böyle bir gül takmıştı
O gün bir görseydin sen onu
Çiçekçi bana bir gül ver
Sanki o güldendi bütün mutluluğu.
Sen de : - Bir arkadaşın öldü.
Ben diyeyim: - Kardeşim!
Çiçekçi bana bir gül ver
Götürüp tabutuna iliştireyim.
Kaldırımlarda kömür tozlan
Bacalarda koyu bir duman var
Kara bir gökyüzü tek özelliği bu kentin
Çiçekçi bana bir gül ver.
Kapalı perdeleri açabilse gülüm
Kapalı kapılan kırabilse
Kapalı yüreklere girebilse..
Çiçekçi bana bir gül ver.
- Beyim, gül olmaz ki bu mevsimde!
(Alacakaranlıktaki Ülke)
BUZ ÜSTÜNE YAZILAN ŞİİR
Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Üç beş gün öyle kalır
Sonra erir giderdi.
Kaybolursa da ne çıkar
Yazılmış o kadar şiir
Onca acı, tedirginlik
Bir avuç su oluverir.
Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Ya da denizin yaladığı
Bir kıyıya bırakmak...
Boğulup gitsin sesim
Uçsuz bucaksız bir koroda
Duyulmayacaksa silah sesleri
Girdiğimiz her sokakta.
Çektiğimiz bunca acıyı
Varsın hiç bilmesin çocuklar
Barışa, kardeşliğe dair
Yarın nice şiir yazarlar.
Buz üstüne yazmak isterdim
Bütün bu şiirleri
Ve sonra çekip gitmek
Dalgın bir cırcır böceği gibi.
(Alacakaranlıktaki Ülke)
UZUN BİR ŞİİRİN SON DİZELERİ
I
Hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden?
Yüreğimde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedir
ginliği
Ya da yollar, yollar, yollar boyunca
Bastırıp dursam mı yarama ellerimi?
O kadar kolay değil unutmak
Ölüm bile istemez olur adamı gün gelir
Son anda göze ilişen bir çiçek,
Uzaktan duyulan bir çocuk sesi...
Kan mı tutuyorum avuçlarımda?
Yoksa ufaladığım güllerden mi?
(Nerden geldi bu kırmızılık?)
Ölüme en uzak bildiklerimiz bir bir ölüyor.
Mezarlığa giden yolda ayak izlerimiz çoğalıyor.
(Nerden geldi bu karamsarlık?)
Bağırıp çağırmayı o ölülerin anılarına yakıştıramıyo
rum
Söylevleri de dinlemiyorum artık
Sen ölmedin, yaşıyorsunlar..
O ölüleri yaşatacak olanların çoğu
Kapılarını erkenden örtüyorlar akşamları.
O kadar kolay değil kurutmak
Yaşlarla dopdolu gözlerini anaların
Yumruklarımız bir bayrak gibi dalgalansa da
Bakışlarımız uzak bir yerde, dişlerimiz kenetli..
Ölümse eşikte soluk soluğa.
Ve nicedir silah sesleri boğuyor
Bu dünyanın en güzel sözlerini.
VII
Beni bir denizin kıyısına bırakın
Bir portakal ağacının dibine ya da
Ne olur, onun dallarına uzanıp kalayım
Belki yeniden bulurum türkümü
-O yitirdiğim türkümü
Bütün bu sözler benim değil çünkü
Beni bir denizin kıyısına bırakın
Bir çakıltaşının içine gömün orada
O zaman ölmüşsem bile ağlamayın
Deyin: -Son türküsü ölümdü!
XII
Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Sesini arıyor şimdi unutulmuş bir yazın kuruyan dallarında
Masasını topluyor, kitaplarını, sigarasını
Yazı makinasım kapatıyor usulca.
Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Onu artık kim sorar, kim anımsar?
Soluk dergi sayfalarında kalmış bir kaç şiiri
Nasılsa bir yerde su eritir, ateş yakar.
Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir portakal çiçeğinin koynundaydı doğumu
Karlarına gömülürken dumanlı bir kentin
Belki bundan, uzak bir denizin inleyişleri duyuldu.
Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin
Bir yaşam boyu yarasını sözcüklerin ardına sakladı
Sevdi çoğu insanı, tükenircesine sevdi
Çoğu sevgisinde yanıldı.
Sorarlarsa, onun karların üstüne düştüğü yerden
Bir portakal ağacı fışkırdı dersin
Kanı özsu oldu, dallara yürüdü
Öldü dersin, ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü.
(Alacakaranlıktaki Ülke)
GECEYÂJRILARI SÖYLENEN NİNNİ
Artık her şej bitti, geceleri sokağa çıkma
Artık her şey bitti, yorganına sıkıca sarın
Artık her şey bitti, yüzüme öyle bakma
Artık her şey bitti, yat, uyu adamım.
İnceldiği yerden kopsun, dediğin şeyler koptu
Artık bıktım, dediklerin hep bıktı senden
Biliyor musun, sonunda olan bize oldu
Anımsa, güzel günlerden konuşurduk eskiden.
Artık her şey bitti, dinleme sokakları
Artık her şey bitti, polis arabaları devriye geziyor
Artık herşey bitti, yaktın mı kitapları?
Artık her şey bitti, sokağa çıkma yasağı başlıyor.
Bu yüzden kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Sarhoşların bağırtılarım dinlerdim eskiden
Hayatımı düşünüyorum, görüp yaşadığım her şeyi
Sonunda bir yalnızlık duygusu sızıyor yüreğimden.
Artık her şey bitti, sabah kaçta uyandırayım?
Artık her şey bitti, bağırsan da, ağlaşan da
Artık her şey bitti, hepsi gitti dostların
Artık her şey bitti, bizden çok uzaklara.
Kapınızı çalan yok, dilencilerden başka
Tek bir satır mektup gelmiyor hiç kimselerden
Sokaklara çıkıp da boşuna bir şeyleri arama
Görmezden geliyor seni, eskiden gözlerinin içine giren.
Artık her şey bitti, sabaha çok var
Artık her şey bitti, perdeyi mi açayım?
Artık her şey bitti, karanlık dışarılar
Artık her şey bitti, seni nasıl inandırayım?
(Alacakaranlıktaki Ülke)
MİLATTAN ÖNCEKİ ŞİİRLER
XII
Akdeniz’e dönüyorum, güz kuşlarının
Kanat vuruşlarına adımlarımı ayarlayarak
Akdeniz’e dönüyorum, dumanlı bir kentin
İrin püskürten bacalarını yüreğimden kazıyarak.
Yıllar yılı karanlık, nemli odalarda yaşadım
Her sabah yüreğime yeni bir uçurum eklemenin kederiyle
Bir göçmen kuştum ki ben, güneyi hiç bulamadım
Uçmak istesem yasakların surları dururdu önümde.
Sokaklar bir yara gibi, yüründükçe kanardı
Donup kalırdı sesim, o buzdan yüreklere vurdukça
Her ana ağıt yakmak için dudaklarını aralık tutardı
Aklım, en güzel duyguların kıyılarında durdukça.
Ve işte kendi içimde yürümeyi öğrendim şimdi
Bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasaklarında
Anladım ki artık herkes bayraksız bir ülkeydi
Beyinler telörgüleriyle çevriliydi, yürekler mayınlarla
Yakılan kitapların dumanlan tüterdi bacalardan
Ben yanan her sözcüğe tek tek gözyaşı döktüm
Yeni dünyalar aradım hayatıma, çıkarak atlaslardan
Böyle başladı kendi içimdeki o uzun yürüyüşüm.
Denizsiz bir gemiydim sanki, topraksız bir çiçek
Köklerinden kopmuş bir ağaç dinelirdi önümde
Şiirler yazdım, yazan elim, söyleyen dilim titrek
Her şür yadsıdı kendini, yaslanarak bir başka şiire.
Turuncu bir sokağın aklımı tozutup atması böyle başladı
Sıçrayıp gitti bir çocuk, yalınayak, dikenlerin arasında
Bahçesi günebakanlı bir ev, taşlık, incir ağacı
El çırpıştınp, titreyerek akan sular vardı arklarda.
Baba, bir dilim portakalla köpük köpük şaraplar içer
Ana, tulumbanın önündeki yalakta çamaşırlar yıkardı
Çocuk, yüzünü bir kitabın sıcacık koynuna gömer
Uzak bir deniz ve kızlar üzerine düşler kurardı.
Her sokağın bittiği yerde bir limonluk başlar
Her limonluğun ardında bir dilim deniz görünürdü
Şafakta nhtımda bir sürü ceviz kabuğu sandal
Denizin enginlerine yaşlı balıkçılan götürürdü.
Geceleri ay bir ekmek gibi büyürdü gökyüzünde
Kavrulmuş susam ve yeni biçilmiş buğday kokardı
Yıldızlar gümüş sürerlerdi denizin tenine
Her yakamozun parladığı yerde bir deniz kızı oynardı
Böyle bir dünyaydı işte, anlatılır mı bilmem?
İnsan her dönüşünde bulur mu eski ayak izlerini?
Yağan yağmurlar mı, yoksa kendi midir onları silen?
Dönmek istiyorum ben; dupduru bir su el değmemiş bir topra
ğım şimdi.
Akdeniz’e dönüyoruml Akdeniz’e dönüyorum
Anamın rahmine yeniden, yeniden döner gibi
(Alacakaranlıktaki Ülke)
O ktay T aftali
(Dog. 1958)
SİVİL AŞK YOKTUR
Bu kentte senin yaşadığını bilmedim
ne temizlikçi kadın söz etti, ne bekâr odam
böyle giderse de bilmeyeceğim
ne zeytin bahçesi gördüm burada
ne doğru bir hüzün ne sahici bir yalan
ben bu kenti terk edeceğim
çok acı olacak hava
belki yine sis ve duman
belki de veba
ölümüne olacak bu işler
alçak gönüllü şairlerin ağzında deli bir gül gibi padayacak
bir avuç kan
kan akacak kanallardan
ben gidince
ellerindeki yaraların izlerini silemeyeceğim
rüzgâr kokusu yitecek saçlarında kıran
camlara vereceksin kendini
ben bilemeyeceğim
sivil aşk yoktur diyeceksin
hep terör hep kavga
hep yağma ile geçti ömrüm
en son bu kentte aşk şiiri denedim
baktım hâlâ utanıyorum
bu kentte senin yaşadığını bilmedim yıllarca
şimdi geçti mi zaman
şimdi yine “bahar yorgunluğu”
yine sis ve duman
M ehm et Yaşin
(Dog. 1958)
ŞİİR ÖLÜMÜ ÖLDÜRÜR
Neşe’ye
Sen karanlıklan karalar
aydınlıkları yazarsın.
.. Küçük boyacı,
kalemini bırakma sakın
o mızrakür elinde.
Ne güzel kızarsın
şiiri silaha benzetince,
oysa fırlatılan her dize
kurşun yarasından beter yara açar
ölümün yüreğinde.
(Sevgilim Ölü Asker)
YAKINLIK
Sesleri gelirdi perdenin arkasından
ama seninle konuşmazdı hiçbiri
aralarına karışmak istemiştin:
(a) Onlar gibi giyindin, sigara içtin ( )
(b) dillerini öğrendin hatta ( )
ama konuşmazdı hiçbiri.
Telefonun da çalınmadı gereksiz durumlarda
ne de açıldı sana telefonlan
yanıt, Makinalanyla dertleştin
üç dilde, yıllar boyu.
Ellerinde demir kanatlar
oturtulmuşlardı arka odaya:
(a) Ortodoks renklerin, ( )
(b) eski dergi kesiklerinin ortasına. (
)
gözleri de üstündeydi sanınm
oysa bu gölge oyununda
gördükleri kimse sen değildin
ve aynalı-gözlüklerini çıkarsalar bile
seni delip geçen bakışlarına
bir anlam veremezdin.
Utanıyorum gerçeği söylemeye:
(a) Ancak içki şişesinin içindeydi aşk ( )
(b) arkadaşlık ise hesap işi. ( )
Sen yasak bir kitapsın sana
kendinden uzaklaşmaktır çünkü yakınlığın ederi.
Üzgünüm, güzel * yeryüzü...
Atina, 1990 (Adam Sanat, Ekim 1990)
SIĞINAKTAN ÇIKINCA
Sığmaktan çıkınca tanıyamadık ülkeyi
değişmişti renklerle sesler
köylerin yolların adı birer birer.
“şimdi nasıl bulacağız evimizi?”
Nereye sapsak bir çıkmaz sokak
barikatların kestiği.
Aramaya koyulduk işaretlerle,
“Köşedeydi okul... Atlantis Bar’m yanı...
Geçince üç ulu çam ağacını...”
Ağaçlar yakılmış, kışla yapılmıştı köşeye
bir düş olmalıydı Atlantis
izi bulunamadığına göre.
Ceseüeriyle verildi yeni evlerimiz
kış uykusuna in bulan ayılar gibiydik
hatta yeni doğum belgesi alırken ve kimlik
“biz” diyorduk yine - ama hangi biz? Hiç var olmuş muyduk aslında
göçen komşulara karşıt olmaksa tanımımız.
Geziye çıkmışız gibi Doğu’da
fotoğraf makinalarımızla limana koşuyorduk
Karşı’dan göçmenler gelirken çoluk çocuk.
Çalım satarak “siz” diyorduk onlara
kendimizi taslıyorduk kendimize Oysa çırçıplak kalmıştık asker şapkamız çıkınca.
Savaşta terkedilen bir evin telefonu elimde
- açan yok, herkes öldü mü yoksa? Bir ben mi kaldım yaşayan yıkıntılar altında...
Yaşlılar yadırgıyor, gençliğe girenlerse
eski bir gömüt-taşındaki unutulmuş yazı gibi
bakıyorlar dizelerime.
Bunca yıkım varken belki denizdir umut veren
içimde hiç dinmeyen bir ses var:
- Daha silinmedi Kıbnslılar
portakalların çiçeklendiği bu bahçeden.
Biz kendimizi, yurdum pasaportunu arar
girebilmek için dünyanın kapısından.
Lejkoşa, 1984 (Pathos)
HAYAL TAMİRİ
Büğülü taşlar gibi nineden kalma sevgili camekânlar
elim değmeyegörsün, içten içe bir ışık...
Her şey nasıl da saklanmış iç içe bohçalarda
ve yy.’lık valizler, köfünler ve kakmalısandıklarda.
Hakikatli bir şey var bu sadelikte, eskilerden.
Boyaynası, yanmdolap, kadifepuf, minder
ve güldah komiçalar... Burası canımız’çin bir ev.
Cila da istemez, kalsın öyle sevilmenin eskiyen izleri
yara beresiyle sallanansandalye.
Şiir yazarken olduğu gibi tamir ediyorum kendimi
(aruk koruyabilirim kendi çocuğum gibi çocukluğumu.)
&
Ama tamire giden daha kötü geldi eskisinden kötürüm
bir insan tarafından kullanılmayacakmış gibi.
“Tabiî ki kullanılmay’cak”, diyor karım:
“Boş yere onca zaman harcadığın şu hasırçit
şu buritaşı, oluklukiremider... Ve onca öldürünme.”
(Olmayan şeyleri tamir ediyorum bir hayali korumak için.)
Lejkoşa, 1996 (Hayal Tamiri)
C ezmî E rsöz
(Dog. 1959)
FİRARİ UYKULARI
Biz firariler, izinli mahkumlar, uzun yol şoförleri
otobüs muavinleri, intihar sürgünleri...
Bizim gözlerimiz bataklık gibidir ışıksız, ıssız, ketum
orada bütün yanaşma ruhlu insanlar boğulur...
Şimdi sabah içtimasıdır.
Adım nöbetçi subayının defterine firari yazılır.
Bütün jandarmalara bildirilmiştir.
03-05 nöbeünden firar ederim
Buradan bir gökkuşağı gibi geçen trene
bir gölge gibi sarılıp
esmer kıza giderim
Esmer kızın başı
yaralanmış bir güvercin gibi ellerimdedir.
Damarlarımda duyarım kampana seslerini, korkarım
Çünkü firarilerin uykularından yapılmış ceketim
ve gözlerimdeki hüzün ele verebilir beni
03-05 nöbetinden firar ederim.
Ki bu vakider iftira bir mikrop gibi yayılır
kadınlar ya yorgundurlar
ya katilleriyle sevişirler
Benimse içim paramparça
esmer kızın büyülü sessizliğine koşarım...
Akşam simitlerini ısıtan o kandil parmaklarına
dokunmak için
03-05 nöbetinden firar ederim.
(Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine)
BİR PUSU DÜZENLİYOR HERŞEYİ
Aşk değil bu merhamet
akşamın durmayan atlarından anlıyorum
bunu
zaman boşluklarında dönmeyen başımdan
İki sayıklama araşma bir günü sıkıştırıyorum
Biliyorum, aşk değil bu merhamet
sözgelimi bir tramvay özlüyor beni
zihni karışıyor bir ırmağın
denizin çukurlanna saklamak geliyor içimden
bütün çalar saatleri...
Çünkü bir pusu düzenliyor herşeyi
av ve ölüm mevsimlerini
Bense yanımda huysuz bencil bir çocuk
bir ikindi vakti
açık bırakılmış o pencereyi düşlüyorum
Yavaş yavaş ölüyor bütün romantikler
hızla iyileşmiyor aşk yaralan..
( Yok Karşıltğı Yüzünün)
e*
M ustafa K öz
(Dog. 1959)
GÖĞÜN TOPRAĞI
Kutlu çubuğunu dikmeliyiz yokluğun,
ayın yerini gösteren çubuğunu.
Bir yazıt olan ayın,
göğün toprağı ayın,
her şeyi muştulayan ayın.
Bir belgi olmalı dünümüzden
bir iz, bir nişan, bir ipucu
yazıtlara muştulara koşut
anlayışlı otlar arasında.
Bakır çalığı ayın,
göğün ekini ayın,
kumlan eriten ayın.
(Adam 1996 Şiir Yıllığı)
DORU AT
Gördüm ki öğlende, göğün yansı yok
sinmiş çardağa güneşin atı
sür etsen dolaşacak bahçeyi
ortancalar, begonviller üstünde
kıyısında fıskiyenin, havuzun
iniyor asmadan, merdivenden esinli
deniz, unutulmuş su birikintisi ötede
yürüdüm ona doğru, dışım dolu
dilinmiş portakaldı gölgeli sesim,
serinledim sözcükleri emerek,
gördüm ki öğlende, göğün yarısı yok.
(Sonsuzluk Taşta)
S alih M ercanoğlu
(Dog. 1959)
SEN UYURKEN KIZIM
sen uyurken
dünya telaş içinde
köprüler savaşlar ve yitik sesler
içinde karanlığa uyanır
sen uyurken
bir sabah geçer içimden
parmaklanma çiğ düşer
çizerim uykunu
dünyanın el değmemiş yerine
yeryüzüne henüz inmemişken seher
sen uyurken
okunmamış kitaplar
yaşanmamış öyküler geçer üstünden
nefesin iter
bir dudak büküşünle geriler dünya
uzaklaşır pembecik yüzünden
sen uyurken
ben yeniden baba olurum
göğsümde açık denizler
(Sevgi ile Semah)
İKİ ŞİİR AYIR KENDİNE
iki şiir söyle kendine
oturduğunda masaya
masayla bardağı ayıran çizgiden
iki şiir dile
geçerken bir tren
rayların üstündeki ıslığı dinle
filen dolmasa da olur
iki şiir
ve bir tren sesiyle dön evine
iki şiir iste
gazete satan
an kanatlı çocuktan
çünkü çocuklar sevmez haberleri
haber vermez hiçbir gazete
evde saklanan düşlerin yerini
iki şiir ayır kendine
akşam dönüşü
iki ekmek gibi
götürmek için evine
( Yağmurun Elleri)
N e ş e Y a şin
(Dog. 1959)
ÖLÜCÜKLER
Tiirk tarafında
bir küçük mezarcıkta
sava? kurbanı
bir Kıbrıslı çocuk
dedi ki:
‘İnsanlar, ben neden öldüm?
insanlar, henüz bebektim
bir suç işlemedim
neden koydunuz beni karanlığa?”
Rum tarafında
bir küçük mezarcıkta
bir harup ağacının altında
savaş kurbanı
bir Kıbrıslı çocuk daha
dedi ki:
“neden öldüm ben?
bir suç işlemedim,
tırmanmak istiyorum harup ağacına
neden koydunuz beni karanlığa?”
(Sanat Emeği, Eylül 1978)
N ERKİS’İN BABASINA SÖYLEDİĞİDİR
Çocuklar sever babasını,
babalar çocuklarını sever.
Babacık ne güzel türkü söylersin,
sınıftayken duyarım sesini senin,
dalarım, düşünürüm, kızar öğretmenim.
“Öğretmenim, babacık türkü söylüyor
Ya kurşunlar alırsa onu
Biz babasız ne ederiz?”
“Savaş olunca baba
saklan yatağın altına”
(Sanat Emeği, Eylül 1978)
BABAM
Babamın resmini çizdim bugün,
Ama benzemedi babama.
Kemanını da çizdim sonra,
Yine benzemedi babama.
Sigarasını bile çizdim,
kâğıttaki babam değildi yine.
Annemi çizdim sonra yanına
Babam eğilip öptü annemi
kemanını tıngırdattı
külünü silkti sigarasının.
(Sanat Emeği, Eylül 1978)
IX
Neden beni severken
Ağlıyorsun anne?
Neden beni her görüşte
Kucaklıyorsun?
Bizi öldürmeye gelirlerse eğer
Onlara deriz ki
“Babamız öldü geçen savaşta
Bizi de öldürürseniz eğer
Kim bakar portakal ağaçlarına?”
(Savaşların Gözyaşları)
X
Anneciğim,
Bir kayığa binip
Gidelim uzaklara
Orada başka insanlara diyelim ki
“Bizim ülkemizde savaş var
O yüzden geldik
Ölü arkadaşlarımızı da getirecektik
Ama sığmadılar kayığa”
(Savaşların Gözyaşları)
ÖLÜMÜN ARDINDAN
Gün ışıyor yavaş yavaş
çiçekler arasında bir yorgun gömüt
ve işte toprağın karanlığında
daha dün yaşayan güzel annemiz
sanki ellerimle tuttum ölümü
beklerken onun başucunda
o ürperişi belki unutamam, hiç unutamamam
bütün yaşadıkları onun
duydukları düşündükleri
erişti son noktasına
büyük bir korkuyla izledim bunu
ölümün başucunda duyduklarımı
kazıdı yüreğime sivri bıçaklar
anneciğim
anneciğim
dünyadaki bütün çalgılar haykırdı bunu
kimisi hüzünle, kimisi sevgiyle, özlemle kimi
çiçeklere dönüştü bütün bu sesler
ona benzeyen güzel çiçekler
çıldırmış haykırışlar gibi dalgalanarak
gömütünün üstüne uçuverdiler
sacımı okşamıştı
ve ölüm dondurdu ellerini acımasızca
fizyolojik değişimler ve kaskaülaşan an
ah nasıl da yalnızım şimdi
oysa yakın değildim yaşarken ona
ne çok ayrıydı düşüncelerim ondan
ve içimde kırgınlıklar vardı
çocukluk anılarıyla korlanıp yanan
ne acıymış
bir annenin ölmesi
örülmüş bir kazaktan
duvardaki bir tablodan
bakması yavrularına eski fotoğraflardan
içimden geçenleri anlatamam kimseye
çünkü içimden
dörtnala atlılar atlılar geçti
bilinmezliklere doğru tozlar savuran
çünkü içimden
savaşlar, yıkımlar haksızlıklar geçti
ezerek yüreğimi parçalayarak
acılar geçti içimden
yüzyıllar yüzyıllar geçti
(Yazko Edebiyat, Eylül 1982)
ÖLÜRSEM
Ölürsem
bir çiçek açmak isterim
beni gömdükleri yerde
Ölürsem
karanlıktan korkarım en çok
keşke uçabilseydim gökyüzüne
Çiçekler, çiçekler arasında
Ölürsem şiirler açmak isterim
insanların yüreğinde
Ölürsem
o yasak bahçeye gömülmek isterim
sınırın ötesinde
Ölürsem
ölmemiş gibi yaparım
sen üzülmeyesin diye
(Ay Aşktan Yapılmıştır)
T u ğ r u l K b sk în
(Dog. 1960)
BİNÜÇYÜZSEKSENKİZ SOKAK
1.
sisli fotoğraf
banka;
birgün bir oğul sorabilir atasına
ya tasarruf hiç, marksizm herşeyse baba
retina;
kaynağıdır bütün ışıkların
tülin’le Süleyman’ı saklar biraz da
cafe;
ancak bu kadar anlatabilir iki sandalye
uzakta bir hiç gibi duran paris’i
çınar;
en çok yapraklarını severdim çocukluğumda
adını şair çınardan almadığı besbelli
park;
çocukları unutur nasılsa
iri arabaları saklar kucağında
kadın;
zarif, bir eli çantasında
birinin karısı olmadığı ne malum
güzellik salonu;
andkalar verip mandal alırlardı bir zaman
şimdi hüzün çizgileri yerine estetik...
berber;
bir makas üç tarak iki bira şişesi
beyan edebilir, mal beyanı sorulursa
sokak;
öksürüğü hiç dinmeyen caddelerden
tıkalı bir damardır ardakalan.
(İpekler Çoğaltmaya)
YUSUF İLE ZÜLEYHA
şimdi nereden çıktı
zaloğlu rüstem
kan kalesi
züleyha kimin kardeşidir
yusuf düşmüş müdür hiç attan
anlatır dururdu o,
kahvelerden büyük nehirler
gibi akardı amcamın sesi
şımarık gömleğimin içinden
çıkarır yıkardım kendimi
gülmeyen babalara vermek için
bir oğulun sevgisini
geceyi unuturdum
kendimi uyuturdum
mavi örtüler sererek üstüme
güneş
ağrıların ortasında
ağlayınca her akşam
sular basardı evimizi
bizim salımız olmazdı kavaktan
korkardım
ki bir oğulun korkusudur
annesine kuma getirilmiş şahmaran.
(ipekler Çoğaltmaya)
N evza t Ç e l I k
(Dog. 1961)
GECE GEZİNTİLERİ
ağzımda mavi bir ıslık
omuz başımda yıldızlar
sırtımda kurşun yanıkları
gültepe sokaklarını adımlıyorum
derelerden caddeye uzanan
yoksul işçi sokaklarını
gözü yaşlı anaların ellerini öperim
sabah çaylarını demlerim işçilerin
genç kızlar sevda şiirleri ister
gerçi sokaklar suskun sokaklar kelepçeli
ama gece tepeleme yıldızla dolu
mavilerim çocukların düşlerini
bir ev var köşebaşında boyasız
iki canı eksik iki dah kırık
her gece özenle iki yatak serilir
bahar serinliği anamın elinde yumuşacık
nöbetleşe yatar bizimkiler
gece boyu şafak beklenir
parayla alınmazları satarım
yoksul sokakların çerçisiyim ben
heybem kavga nakışlı umut dolu
bütün yasakların üstünü çizerim
koşarak gelir çocuklar
tamamlanır yarım kalmış yazılar
biter elbet bu firari gezintiler
kırık kapılı evinde gültepenin
bir bebek ağlar babası yitik
ağzımda ıslık dönerim metris damına
ağlama bebeğim
türkülü sabah bıraküm kapma
SICAK SAKLAYIN GECELERİMİ
geçici ayrılık benimkisi
ilkyaz çiçeğine gebeyim
ağıtlar yakmayın adıma
ben ölmedim ölmeyeceğim
sıcak saklayın gecelerimi
karlar altından çıkıp geleceğim
düşlerinizin ateşinden
ılık bir rüzgâr gibi eseceğim
demlice bir çay koyun üstüne
aç çocuk gibi besleyin sobayı
nasıl tütüyorsanız gözlerimde
öylece tütsün buharı
uzunca serin yatağımı
boyunca uzansın ayağım
eleman deyince gece
usulca kıvrılır yatarım
can canım canlarım
hazır mı koynunuzda yerim
gün olur gecikmiş çocuk gibi
bağıra çağıra gelirim
(Şafak Türküsü)
KADIN VE ÇOCUK
kadın açmadan tüketiyor yazı
çocuğun dünyası anası
ağaç son deminde mavinin
kuş göç edecek yakındır
çiçek kısa ömürlü güzel
göl bir damla gözyaşı
sazlık
çok sık
kadının elinde çocuk
ağacın dalında kuş
gölün kıyısında sazlık
az ötede çiçek
ağacın ince mavisinden
uçtu kuş
düşürdü kanadını suya
gölgesini istedi çocuk
vermek için kuşa
soyundu
giysisini yüzüğünü tokasını
yanına bıraktı çocuğun
koştu
saçları ensesinde bir kısrak yelesi
memeleri
bir karnına bir yüzüne
ayak vurup kıyıdan
dalıverdi göle
kalçalarında şavkıdı güneş
bir adam
arasında sazlığın
kaçtığı
ama özlediği kadının
çocuk babasız
yıllardır erkeksiz kadın
bir adama
bir çocuğa
baktı kanadına kuşun
usulca yüzdü sazlığa
unutkan teninde diri bir ürperti
çocuk çiçeği kopardı
kırdı mavisini dalın
başka acılara yürüdü
bir daha giyinemedi kadın
SUDA SEKEN HAYAT
bindokuzyüzaitmiş doğumlular
yıldız kanatlı birer kuştular
doğru uçtular yanlış uçtular
bıkmadan usanmadan uçtular
bindokuzyüzaltmış doğumlular
yıldız kanatlı birer kuştular
fırtınalara bindi
ateşi harlayan kanatları
en acemi
ve en usta
gözlerimize değen gözleri
kaçamadığımız yangın
karanlıkta
suda seken taş
onların hayatıdır
suda seken
yassı parlak taş
hayatımızın en dehşet anıdır
üç kere seker
beş kere seker
başı bulutlara değer
belki varamadı
karşı yakaya
varacak fakat
suda seken
hayat
(Suda Seken Hayat)
ÜVERCİNKANIN KIZI
ben o’nun elma yiyen kızının
kızını gördüm konak’ta
bir sincabın kuyruğu gibi
en uzaktayken gördüm
iştahla annesine vapurdan
el ma sallıyordu
ben İzmir’e İstanbul’dan defalarca gitmiştim
İstanbul İzmir yolunun üzerindeydi amasya
İzmir İstanbul yolunun üzerindeydi amasya
ben bazen onun kuzeylerini özlüyordum
o kalkıp anasının elmalarını yiyordu
İzmir İstanbul arasında yolunu bulup
memleketine döner dönmez amasya
elmanın bu devamlılığını görse
ölümle arasına bir espas koyardı
sevgili cemal sürey a
(Sevgili Yoldaş Kurbağalar)
YAŞAYAN VE ÖLÜ
her gün bir öncekinden kötü insan geçmişini özlüyor
özledikçe bir bacağım kısalıyor öteki bacağımdan
yaşayan ölü bir köprünün arkasından kötü konuşulmaz
kirliydi yıllardır yıkanmamış güzel bir şey gibi kirliydi
o bir şeyi aradım belki de hiç utanmadım kendimden
ölü ele geçirilen bir beden gibiydi galata köprüsü
aylarca sürüklediler cesedini haliç’te ordan oraya
ibret-i alem olsun diye yaşadıklarımızı sürüklediler
yaşayan bir ölüydü kendinden ve gemiden atılamayan
şans gişesi’nin önünde yan yana iki çocuk beşiği gibi duran
bir daha giyilemeyecek olan uzun Ömer’in postallarıydı
duruşundan mıdır tarihti ve tarihinin itirazı gibiydi
eskiyen yanan yakılan bütün haliç köprüleri gibi
sonunda bağlandı balat’la hasköy arasına üstü başı
kurşunu kopmuş oltalar gibi aklımızda kaldı köprü altı
yaşayan ölü bir halkın arkasından kötü konuşulmaz
bittiği an umut en azından yaşamak için gerekliydi
SEVGİLİLER GÜNÜ 1
bir elinden satın aldığım çiçeği
verdim öteki eline çingene kızının
1990
SEVGİLİLER GÜNÜ 2
sana çiçek alırken iskelede
elime değen eli kaldı aklımda
soğuktu $ubatm ortası
nasıl tutar çingene kızının eli
bir rakı kadehinin beyazlığını
birahaneler boyu rıhtım caddesi’ni
topal bir değnek gibi yürüdüm
sanınm o gece
kadehe her uzanışında esmer
kontürler içine aldım
kar beyazı ellerini
T urgay K an tü rk
(Dog. 1961)
ADA
Bilirim geçtiğini kuşların, devinimsiz,
Damların bacaların üstünden ve ağaran
Saçı gündüzün, bakar bu eski pencereden,
Döner dolaşırım, avuçlarım hâlâ deniz.
Rüzgâra tüneyen düş, soyut sesi çınarın,
Sıcağı kokan evler, yaz bulutuyla gökte,
Yorgun yeşili asmanın. Beklese eşikte
Bir çocuk, gözü dönmüş martısıyla sokağın.
Duyarım, tekneler geçer uzaktan, yoksul, kim
Sarılır hüzün yüklü aynalara, bilirim!
Usulca esner kedi, gölge, düşen avluya
Kirli akşam, dökülen sıvası evlerin! Ya
Bu gök uzamıştır ya bu yüzler ya da iklim,
Yaşlı bir adayım belki de, çıkmıyor sesim!
(İlk Gibi Son)
N a m ik K u y u m c u
(Dog. 1961)
ANALARIN PAYLAŞILAN ACISINA DAİR
ne zaman bakışlarıma düşse
yiten kardeş görüntülerinin gölgesi
uçan kuşlar kalkar yüreğimin dalından
genç ömrümün
kırçıl acıları taşınır kanatlannda
nasıl da kıydılar o ceylan boyunlara
nasıl taşır bu utana yüzler
aldanışlann ömrü bir gece batımı
mavileşir ufukta gizlenen gerçekler
anılar eprimiş fotoğraflar soluktur
o evlerde şimdi
yitirmiştir gülümseyişini analann gözleri artık
saçlanna oğul ölümlerini ören eller
sancılı şafağın rengine bezemiştir kederini
ince bir bıçak üstünde yaşanıyor günler
tedirginlik kayalann en yalçın yeri
olmadık yerinden kanıyor umarsızlık
kirpiklerin gölgesine düşüyor hüzünler
yokluğunuz patlayan tomurcuk tanesinde
ıtır kokan rüzgarlarda sesiniz
ipeğin kozası ve kımıldayan toprak
sizi anlatıyor yıldızlı şarkılanyla yapraklar
ne zaman aklıma gelse
“hoşça kalın" diyen son sözleriniz
bir merhabanın eksikliğini duyanm
yaralanm kanar yeniden
yanm kalan aşkımız çizgilenir yüzümde
KANAYAN GÜN DÖNÜMÜ
yaşayan bir anıdır o başkalık
çok kahramanlı bitmemiştir bir roman
eski bir gazete sayfasında manşet
saaderi durdurup
zemberek kırdıran
yıkıntılar altında şehir
yalnızlığın labirentinde umutlar
mavi gülûşlü bir güzel gibi
çökertilmiş ıssıza suskunluklar
vakitsiz gerdeklerde kedere boğuldu sevinç
yarım kaldı zeybeklerin oyunu
kınlan bir dal
dökülen yaprak hüznüyle
kanıyor içinden ağaçlar
( Talan Bir Ömrün Ortasında)
M e t in C e l â l
(Dog. 1961)
ADANMIŞ VE KÜS
sonunda alıştı gözlerim boşluğa
rahatça sildim simanızı bakışlarımdan
gönlüm ferah olsun diye değil
sadece bir ritüel olduğundan
tatmin ettim kendi kendimi
belki de bundandır
dostluklar haneme çizilen eksi
sabaha çıkamayacağımı bilerek
yalana ve size sanlmam
hesapsızlığım ve alkole tutunmam da
bundandır, ufak çıkarlar için
kurulan sahte, aksak ilişkiler
belki de sadece cahilliğimdendir
sözlüğün bittiği yerde kalarak
unutmam kitapları
kana karışan zehiri
ve düşlerle yazılan maskeyi
sizi ve süt beyazlığınızı düşünmem.
(Kendi Kendini Tatmin, mart 1987)
Y ilmaz O da ba şi
(Doğ. 1961)
FİRE VEREN COĞRAFYADA
O düğün gecesi Mardin’de çektirdiğimiz resim benden söz
eder.
Yüzüm, bu öksüz ülkenin bütün sabnnı kuşanmış
Örtülmüş perdeleri gülümsemenin
Demek Mardin’de biraz akşammış...
O kent hâlâ albümlerden, Kadir’den ve Lütfü’den
Birisi sevgilisi tutuklu bir genç kız kederinden
Birisi gidilemeyen kentlerden nar mevsiminden söz eder.
Ve yürürüz
Yürümek her bahar papatya kokularıyla sarhoş
Sonra merakla açtığım mektup:
“Çankırı Cezaevi, Görülmüştür”, Kadir’den
Zarfta o düğün gecesi Mardinli resim
Ve bir hükümlü merhaba bizden söz eder.
Öylesine çoktuk ki ve çoktu Kadir
Daha çoğaltır kendini taş odalarda
Her geçen gün fire veren bu coğrafyada...
(Bir Ayrılık B ir Yoksulluk Bir Ölüm, 1985)
CİZRE YOLUNDA GÜNEŞE BAKAN ASKER
Kuşatılmışlığa kar yağıyordu
Toprağın mayınlı şakağı ürkek
Ve sabahın yeni renginde bir asker
Cizre yolunda güneşe bakıyordu
Herkes bir dünya konuşurken dilinin yordamıyla
En önce aşklar bitiyordu Cizre yolunda
Sonra sigara paketleri ve sofralar
Sonra mevsimler
Çocuklar ergenliğe bitiyordu.
Kar beyaz, bembeyazdı morarmanın dilini bilmiyordu
Cizre’de havalar o gün ayazdı
Neredeydi o alabalık sürüleri, turna katan
Nerede bulurduk çılgınlıklarla yonttuğumuz
Ve karlar gibi eriyip yiten bahan
/Cizre yolunda güneşe bakan asker sesini nerde bulur?/
Özlemler biraz kalsın, bırak
Bırak her özlem önüne bir yol bulur
Sen de o fısıltıya savrulma asker,
Cizre ellerimize
Hayat düşlerimize yeter.
(Bir Ayrılık B ir Yoksulluk B ir Ölüm, 1985)
M e c It Ü
nal
(Dog. 1961)
EVET AŞKA
gecenin yan vakti uyanırsın
radyoda yüzyılbk bir şarkı çalar
bir vapur kalkar tam bu saatlerde
akima takılıp kalır sesi
balkondaki saksıya dokunur ay
ürperir yüreğinde menekşe
o ara
balıkçılar ağ salıyordur
uyuklayan sulara
biri ölüyordur belki
sessizce bakarak aya
biri uzun yolculuklara hazırlanıyordur
küçük bir valizle içinde birkaç kitap
belki de yağmur yağacaktır
baksana bulutlar salkım saçak
yağmur deyince biliyorum
yürümek geçer aklından
çıkarıp çoraplarını ayakkabılarını
omzuna atarak
aykırı yollara sapmadan
ama her yolun aykın bir yanı var yaşamda
ve bütün yollan dünyanın
aynı alana çıkar,
aşka!
hadi bütün şarkılan al yanma
çiçekleri öp
kuşlara iyilikler dile
meydan saatinin altında
ışıktan sınlsıklam bir vapur düdüğü
iskele verilmeden atmış kendini kıyıya
kentin bütün polisleri ardında.
(Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi)
SUNAY AKIN
(Dog. 1962)
ÇOBAN
Oybirliğiyle koyunlar
keçiyi seçer
kendilerine başkan
oysa sürünün başına
kurdun akrabası
köpeği koyar
çoban
(M akiler)
TORNAVİDA
Vidayla tutturuldukça
onca nükleer bomba
silahlanmaya karşı
tek umuttur
halkın elindeki
tornavida
(Makiler)
CEPHEDE
Aslında ben daha güzel ölürdüm
arka bahçede askercilik oynarken
tahta tüfeğimle toprağa uzanır
annemin sesiyle doğrulurdum hemen
- Çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır!
Yerdeyim yine bak anneceğim
n ’olur kızma adımı çağır
(Makiler)
KÜL KEDİSİ
Beyoğlu’nda gezinen tramvay Kürttûr
deniz görünmez çünkü penceresinden
insanların öldürüldüğü dağlarda
inanıyorum yine de
dikkat ceylan çıkabilir uyarısına
bir orman yolundan geçerken
Savaş ki ülkemde
bütün bardakları kınlan
birer sürahi gibi
çocuklarını gözyaşlanyla bekleyen
nice anne bırakmaktır
pencere önlerinde
Tutuşunca Madımak Oteli’nin perdesi
bir kez daha kundaklandı umudumuz
yürümeyi öğreteceğiz ona
sonra yeniden koşmasını
masal olmadığını söylüyor güzel günlerin
Sivas sokaklarında doğuran kül kedisi
Denize doğru inen bir sokaktır ülkem
düz değildir taşlan
ayakkabılannı bağlamadan
peşinde koşarken bir martının
ipe takılıp düşer
özgürlüğün eve avluya sığmaz çocuklan
Başımızdaki şapka bireysel
şemsiye sosyalist yanımızdır
ve tek şartı
ters dönen bir şemsiyeyi düzeltmenin
zor da olsa yürümektir
rüzgâra karşı
(62 Tavşanı)
A kgü n A kova
(Doğ. 1962)
GÜVERCİNLİ GÜVERCİNLİ
çiçekçilere soruyorum, kupa papazlarına, kumrulara
eğrelti otlarına
kimya kitaplarına
karpuz sancılarına soruyorum balkondan bağırarak
bilmemek ayıp değil ki öğrenmemek ayıp
ama sevdamızın her şeyden bir fazla oluşuna kimsenin aldı er
miyor
okul kırmış çocuklardan bir fazla uçan
Adem’le Havva’dan bir fazla çıplak
gerçi esmeriz ya, Marilyn Monroe’dan bir fazla sanşm
bir fazla İstanbul efendisi yaşlanmış çınarlardan
İstanbul dedim de aklıma orda olduğun geldi
kan muhabbederinde mi her allahın günü
cani curul mu yine tatlı kaçık İstanbul
ne halt edersen et en çok sedef bakışım anyonun senden aynyken
en çokdan çok da dünyaya meydan okuyan gülüşünü
şiirim diyorum ona, bu sözü bir fazla hak ediyor bütün şiirle
rimden
yaban gülüm diyorum
çılgınlığım
vazgeçemediğim
birden güvercinli güvercinli gülüyorum
bak
sevdamıza bir numara dar geliyor sanki şimdi yeryüzü
(Sansürttürme Şair Abûüü)
MADIMAK OTELİ
— Sivastopol, 2 Temmuz 1993,
37 ölü,
milyonlarca şiiryarah. —
sizleri tanıyordum
sabahlan geçerek önümden giderdiniz islerinize
siz
kendini amber ağacı sanan karalahana suratlı manav
yüreğini örümceklere diktiren terzi çırağı
siz
çocuklara çarpıp kaçma eğilimli belediye şoförü
maçlarda peygamberlere küfreden zabıta memuru
evet siz
siz
öğrencilerine Atatürk heykelini tokatlatan
öğrenci yurdu müdürü
yani siz beyefendi
siz
çanakçılar, kışkırtıcılar, kibritçiler
melek boğazlayıcılar
sahte itfa’ye aslanlan
siz
cinayet sonrası toz olan pır pır sultan imamlar
bayat yeşil biberler
kanat düşmanlan
sizleri tanıyordum
kutu kutu odalanm kol kanat gerdi askerlik anılannıza
banka cüzdanlannıza
astım ilaçlannıza
kiminiz evden kovuldunuz bende yattınız
sabaha kadar zik zak
korudum sizi göktaşlanndan ve ay çarpmalann dan
çocukluk arkadaşınızdı otel kayıt memuru
önce onu yaktınız
türküleri yaktınız şiirleri yaktınız
doğru sözü yaktınız
akşamlan geçerek önümden gidersiniz evlerinize
yıkıntıma sinsi sinsi gülersiniz
kapıda sizi karşılayan çocuklannız
onlar da öğrenir bir gün
içindeki insanlarla yaktığınız
bir otelin
sonsuza dek
kül tüküreceğini yüzünüze
S eyh a n E
r ö z ç e l îk
(Doğ. 1962)
YILDIRIM
Benim bir hayal kumpanyam var, sökük
göller taşırır yüzümden, değirmi
resimler çizili boş cevizlerin
yeşil kabuklarından kopuşuyla.
Hortlak oluruz o zaman, kederin
tüylerine koşulur altın deniz
ırmakları,
çektikçe ibrişimi,
sökülür dünya, gölge ve pişmanlıkeşyada uçan hayal çiçekleri...
(H ayal Kumpanyası)
BIÇAKLI B İR GECE ÖNCESİ
Gramofona ‘Mambo Rock” diskini koyduğumda
geldi nihayet yanıma, tüyleri saydam bir kedi
gibi. Kıskançlıktan tıkanan bir insan
nefesi, anlamlı bir bakış emiyor,
emebiliyor etli dudaklardan dökülen
baştan çıkarıcı imgeleri. İnce parmaklan ve ecnebi
çilleriyle ağır ve tehlikeli dalgalar
dağıtıyor lokalde. İçkiler içildikçe,
o Almanca ben İngilizce, beraber söyledik
lime lime olmuş ‘Lili Marleen’i.
Dudaklannı kaçınyor ve kalkıyor.
Kahroluyorum.
Sandalyesinde
bıraktığı şehvet
kedere döndü vakit ilerledikçe.
(Hayal Kumpanyası)
JESTLERİN ÖLÜMÜ
Kurumuş güller duruyor masada.
Kimin aldığını hatırlıyorum da.
ne için aldığını bilemiyorum.
Bir zamanlar -bir zamanlar dediysem,
çok eski de değil: Birkaç ay önce
gül alırdık. Biz. Hepimiz.
Her şey için, yerli yersiz
gül alırdık bir zamanlar.
Biz. Hepimiz.
Gülleri de eskittik.
Zaten artık almıyoruz. Gül zamanlan
geçti. Rüzgâr esti. Sert esti. Jestler bitti.
Kendimizi kaybettik.
Gül verecek kimse de kalmadı.
Bazen şunu diyoruz kendi kendimize:
İşte bu bizim hayatımız.
Bak işte, biz buyuz,
bunları yapuk.
Şimdi nerdeyiz?
Ben de şunu diyorum kendime:
Jesderimi harcadım, artık jest kalmadı.
Jestlerle hayat sürmüyor.
Net olmak lâzım.
Zaten,
kafatasımı görüyorum yüzümde,
aynaya baktığımda.
Hiçbir şey eskisi gibi olamaz ki artık!
Artık biz. Üsküdar’a da geçmez olduk.
Oysa ki, insanların birbirine ihtiyacı var.
Yoksa niye toplu halde yaşasınlar.
e»-#’«©
B e t ü l T ariman
(Dog. 1962)
KIŞA BAKAN SOKAK
kışa bakan balkon çocukluğumdur
ağlarken sular ürpermiş
ne köpürtmüş sevinci
ne aşk tiryakisi
içinde sarhoş kuytular
biraz mahur biraz hüzzam
ne zaman rüyaya uzasam
kederle eskitilmiştir
kurak zaman kokmuştur toprak
taşmıştır anın sessizliği
renksiz bir vazoya
gövdesini suyla gizlemiş
acıyla kardeştir
dağa bakan sokak
ne annemdir ne kendim
avludur seçilir
çarşıdır söylenir
hayat için eksilmiş
yalnızlıkla sözlenmiştir
ÇOCUKLUĞUN SABAHI
Dikran Amca’y a
kardan öpüşlerin yoğunluğudur kış
üşür kızkardeş aşktan başka
çünkü yaz bitmiştir
evler açar içini kat kat
komşular gelir sofralar kurulur
kederle yıkanır çocukluğun sabahı
anne camlarda erir hayat
kıştır anne gidince başlayan
yeni evlerde solar anılar
taştan evleri görülür yalnızlığın
çünkü yaz bitmiştir
eski bir mandolin kalmıştır orda
derin bir avluyla buluşmuştur her çocuk
kalbini eski yağmurlarla yıkamış
karanfil kokusu sürmüştür sabahlan
ama çocukluğun sabahı kıştır
güneşli bir balkon arar her anne
tüyden bir yastık, ezgi
kar sesi pencerelerde kanar
durulmuş bir su sesi bekler
sarmaşıklı evleri
e*
B I rhan K e s k İn
(Doğ. 1963)
AŞK
Sevgilim sabahın erkenini seviyor,
ben geceyi ve esmerliğini onun,
o doruklan seviyor, korkuyor bundan
ben rüzgârla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.
O kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında,
o sabahlan eğilip öpüyor denizi.
Çıplağın çıplağımda, rüzgânn dağımda okun,
esmerliğin gecemde, öyle kal.
“Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla” diyorsun,
yağmur bir yalıyor yüzümü,
bir duruyor. Sabahlan eğilip yüzüme
öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.
Su ve rüzgâr, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,
oysa camdaki sardunya gibi üşür
bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir
bir, çıplağın çıplağımda.
Rüzgânn dağımda olsun esmerliğin gecemde
öyle kal, sana sonsuz sanldığımda.
Ö n d e r K izilkaya
(Dog. 1963)
GİTTİĞİN GECE
desem ki rüyama damlayan bir cıvıltısın
geçelim tamam geçelim bunlan
senin gülüşünle çıkar çocuklar tenefüse
işte burda duralım
bir tenefüs zili olan gülüşünde duralım
gittin
kanun çekildi
gittiğin gece
senin picamalannı giyip uyudum
bir okul bahçesi oldum
tatil günlerinde
kuş bile
kedi bile
çıt bile olmayan
(ben kulum a arsenik)
BİR ARKADAŞ
bir arkadaş
oynamak zıplamak ve yaşamak için çok önemlidir
bir battaniye atar üstüne üşüdüğünde
ama sen geçirip kafana battaniyeyi korkutursun onu
-aman tanrım hayalet
hayat bir yangın tatbikatıdır şimdi
hani askerdeki gibi
bir kova su boşaltılır kafana
saçkurutma makinası çalışır
sigorta atar
sahile inilir o zaman dalgalar ürkütülür
ay kükrer
kiraz çalmaya kışkırtır sizi
ve ezersiniz bir izmarit gibi bahçede uyuklayan köpeğin
rüyasını
ve havlayışlar bir saçma gibi saplanır bekçinin uykusuna
neler yoktur o çalınmış kirazda
günler sonra köpeğin yarım kalan rüyasını siz tamamlarsınız
sonra
bekçinin karısının doğurduğu kızcağızın kırmızı dudağından
çalınmış kirazların kekre tadını emer bir delikanlı
ölmüş olanlarla sevişmek nasıl mümkünse
doğacak olanlarla da sevişmek mümkündür artık
bir arkadaş
oynamak zıplamak ve kiraz çalmak için çok önemlidir
(ben kulunuz arsenik)
M e s u t A d n an
(Dog. 1963)
EKİMYAZ
Kiremitli evlerin
şehirleri eskiyor
2
Dalından kovulan
bu yaprak
ağacına kırgın
ben sana değilim
Ekim yürüyor
elmasını toplayarak bahçelerin
Tanrıya kırgın değilim
bir dostu bile yok onun
bir fotoğraf albümü
yürüdüğü bir yol bile yok
3
Bütün ağaçlarda
yaz yarası
Bahçesine hâlâ âşığım
Flora’nın
Ekimin saçlarını tarıyorum
tarandıkça uzuyor ekim
Seni buradan
götüren güne kırgın değilim
(Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi)
İBRAHİM BAŞTUĞ
(Dog. 1964)
ÖLÜM, SEVGİLİM
Ölüm, sevgilim hükmünü sürdürecek. Teninle tenim
arasındaki tılsım
bir kazaya uğramazsa teninle tenimin direnci kadar sürecek.
Önce
ten, sonra toprağın üstünde birikdrilen izler usulca silinecek.
Öp beni
sevgilim, beklenen nasılsa gelecek. İçelim kalan şarabı da
yoksa dökülecek
MART DOKUZU
Mart dokuzu. Dokusu ilkyazın, ilmeğini atar tene. Kemikte
kışlayan tını. Çözülür kırkikindilerle pası, kırkıncı kış
odasının kapısında asma kilidin. Çözülür dili buzun.
Nevruzun
özlemle yalar tuzlu tenini kar. Karayağız ırmakların coşkusu
sonra
(Kâz)
GİT
Git. En fazla hırçın kayalarda parçalanır teknen,
kalbimdeki fener söner. Ah şairdir bütün fenerciler.
Kaza süsü verilmiş bir intiharla içine çeker
fitilin ucundaki alevi, tedavülden kalkmış
bütün eski fenerler
Git. Biliyorum her aşk uzadıkça boğucudur.
Alışkanlığın tene ağ attığı
bir açık deniz sayıklaması olunca sevişme;
esriticidir sislerin ardından seslenen Sirenler.
Peşinen kayalara oturacak biliyorsun teknen gitsen,
gitmesen ölü bir balık olarak kıyıya vuracaksın.
( “Ağır 01 Bay Düzyazı ” Eylül-Ekim 2001)
K üçük İ sk en d er
(Dog. 1964)
ŞEHSUVAR (Di.)
sizler!
hayatta yasamaktan başka gayesi kalmayanlar
coğrafya bilmeden öpüşmeye çalışanlar
sizler!
yapısalcılar, ruhsalalar, masalcılar,
halciler, falcılar
parmak izleri sıfır, duruşları italik olanlar
artık değeri cinine tonik yapanlar
muhtelif muhterem darbeler
heveslerde, tutkularda pür ihtilal... geçinenler!
sizler!
geçinemeyenler, neme gerekçiler, emekçiler,
emzikçiler, hainler, halidler, oğlanlar!
yolda saati başkasına sorup
sigarasına ateş alıp
sendikaların apışarasmda elle doyuma ulaşanlar! Sizler!
aydınlar! aydıngerler, kolay gelsinciler,
asimetrik esinciler
orospucuklar, osurukçular,
üfürükçüler, geri zekâlı çocuklar! - ki şehsuvar’ın
anayasası..
mayistler, septemberistler!
sizler!
free gitaristler, peace veletleri, makinistler!
din sülükleri! varoluşçular: kapı komşularım!
sloganın, olağanın şairleri!
sosyal yanlan kapitalleri, kapitalleri
yalnızca soğan-ekmek-Sosyalizm olanlar!
otuz yaşma kadar solcu
otuz-elh arası sosyal adaletçi
ellisinden sonra bunayıp, otobüslerde
bayanlara arkadan yaslanarak mutlu olabilen
fevkalade entellektüellerimiz!
captain black’çiler, bafra’cılar
bir afra bir tafracılar, taşralılar
vay gülüm doğu diyenler, yesinler seni müstehcen bantını
mantığına yapıştıranlar!
piyanist-şantörlerim: hormonlarım benim!
maraist-şantörlerim: kabaetimin kenarlan!
sizler!
liberaller, helaller, haramlar, sadrazamlar
hamlar, ham ak ağızlılar, popodan bacaklılar
omuriliklerini teslislerinde saklayan delikanlılar!
amcalanm, teyzelerim; siz homoseksüeller!
feministler, androsantrikler, sosyal demokratlar,
teokratlar, aristokratlar, sen sümüklü burjuvazi!
oportünisder, optimistler!
bir teselli ver’ciler, allah vergisi takılanlar,
öğrenciler, saygın öğretim üyeleri, seks yıldızlan,
heyy! Sizler!
arkadaşlanm, alışmadıklarım; ellerim, ayaklanm!
sizler!
idealisder, egoistler, ütopistler, narsisder!
Ben
şehsuvar!.
sığ sıkıntılar ardınca yükselen havuz
kırmızı balık, bozuk abajur, kullanılmış jilet
sınırlara mayın döşeyen bakışlanyla
siz olan şehsuvar!
Ben
şehsuvar!
sığ sıkıntılar ardınca yükselen buhar
çocukluğunu yaşayamadan büyümüş bir tümör
kandınimış, tanınmamış kretuvar; unutulmuş
bir tornavida, hiçbir işe yaramayan çivi,
sınırlara mayın döşeyen bakışlanyla
siz olan şehsuvar! O sınırlar
sizin sınırlannız. Ben
şehsuvar!
sığ sıkıntılar ardınca yükselen belediye otobüsü
abonman biletlerimi sizler mi çaldınız?!
- daha önce karşılaştığımıza
eminsiniz, değil mi?!
( Gözlerim. Sığmıyor Yüzüme)
BİR AY MASALI
ocak: oral seks heykelleri - beyaz kedi tırmığı
lüzumsuz yüzünüzle ne çok gülmüştünüzşubat: saplantılar, uyak arayışları, sanrı istasyonlar
- lüzumlu kar yağışlarına o inan ciniz!.mart: pis kokan temiz çoraplar
postaya atılmamış bir mektup gibi
dürrenmatt’ın rüzgârdan kırılmış gözlüğü
- lüzumundan fazla unutulmuş bir sevgili
lüzumundan fazla hatırlanmış bir aşk içinnisan: bir oğlanın dizleri, topuğu, onun mecburi yokluğu
- bir köpek ısırır gibi bakardınız
aceleniz vardı çünkü yalnızdmızmayıs: masal dinlemeyecek küçük İskender’in oğlu
mızıka da çalmayacak o hep ağlayacak
haziran: regl karnavalında kaybettiğim erkeklik zan
- lüzumsuz ellerinizle ne çok alkışlamıştınıztemmuz: nâzım’m kirpiği, hâlâ saklıyor musun
aa! ilhan
ağustos:
eylül: karşılıklı duran iki denizden birine
karşılıklı duran dudaklardan üsttekine
kanşırcasma, diğeriyle danhrcasma
bir anlamı mı olmalı sevincin
mesela siz edepsiz bir sonbahardınız
bir köpek ısınr gibi bakardınızekim: tann, hüznü çamurdan yarattı
bir cenin ölüsü buldu arkeologlar
kasım: orpheus küstü! şimdi laleler bana gül.,
nedir bir gülün özü? Ve nedir
özgül ağırlığı bir gülün
- aceleniz vardı çünkü yalnızdmızaralık: lüzumlu kar yağışlanna o inancınız!.üşüdüm
kapıyı kapat
(Adam Sanat, Ağustos 1990)
A l t a y Ö k te m
(Dog. 1964)
ÖLÜM-DİRÎM ORUCU
ölümü kucaklayacak kadar
geniş kollan olanlara,
onlara..
öyleyse biz kimiz; kimseyiz
ıssız bir kırmaç izi taşırken sıska sırtımızda
kınlan bir kemiğin hüzünlü “çıt” sesiyiz
ölümün kara
botlanyla adım adım yaklaştığı
çiçeksiz, kuşsuz, kedisiz
sevinçsiz bir kuyunun dibindeyiz
istasyondan uzaklaşan trenin
gittikçe raylara benzemesi gibi
bir aynanın kınlması gibi yüzümüze bakarken
öyle titrek;
öyle inceyiz.
sessiz sevgisiz utancım benim; yurdum
söyle biz kimiz şimdi; kimseyiz
sapanla vurulan yavru bir kuşun
küçücük tırnaklanyla tutunmasıyız gökyüzüne
öyle ıssız kaldık seni sevince; öyle.
(Adam, 1997 Şiir Yıllığı)
YIKILIŞ SURESİ
yılan kandırmış, elma yenmiş bir defa
geçelim., ve sabah olmuş ve akşam olmuş onuncu gün
aysel terketmiş beni, beşiktaş motoru batmış
dazlaklar yine dövmüş şalvarlı türkleri
yılan kandırmış, elma yenmiş n’apahm
sekiz tane satılmış ilk kitabımdan
katedralin duvarına işerken yakalanmış
istiklal marşı ’nda göğsü kabaran ozan
ve sabah olmuş ve akşam olmuş yirminci gün
ne zamandır asker dolu vagonlar
geçmiyor bu dağlardan
karneye bağlanmıyor ekmek, sınırlar
çizilirken yüzümü kesmiyorum arük
gidenler memnun demek ki yerinden
çok seneler geçti kalanlar memnun demek ki
tek bir darbe yapılmadı karacaahmet’te
ve sabah olmuş ve akşam olmuş otuzuncu gün
çocukluğumu geri istiyorum eski öğretmenim
yalanlan unutmadım, 23 nisan’lan
kulağımı çekenleri, kötü şiirleri
gençliğimi geri istiyorum, paslı dişlerini
unutmadım darağaçlanm; Selimiye’yi
tevbe.
dağlar çöktü, denizler sustu, gökyüzü
delindi hâlâ bakire eva
hepinizi bekliyorum bir dahaki bahara
Ö m er E rdem
(Dog. 1967)
ÜSKÜDAR
üsküdar asyadır çine kadar
her kış
bıraksa da köpük saçlı kızlarını
kıyıya
öfkeli bir yağmurla iner rüzgâr
mihrimâh güneş saati
yanından
ince dar bir merdiven ıwar
soğuk
ve dönmez bir kilit çocuk kütüphanesi
önünden insanlar yürür ve susar
şemsipaşa
ceviz bir cami, demirinden
yan gözle cihangire bakar
demişti ki tanpmar
üsküdar uçarsa gider İstanbul
yürüyemez sokaklarında çocuklar
üsküdar asyadır çine kadar
(Adam 2000 Şiir Yıllığı)
B ejan M a tur
(Dog. 1968)
TÖREN GİYSİLERİ
Çürümüş donuk kalbinde bu toprakların
Gözleri gördüm.
Herkes sesiyle vardı
Ve duruşuyla gövdesinin.
Bir insanı en iyi sevişirken tanırız.
Kalbimizi birlikte çürütürken.
Ağırlaşan gövdemiz
Gece uyandırır.
Mezar gibidir avlulu evler.
Çocukluk bir uykudur. Uzun sürer.
Ve dokunmak için bir arzu
Bir arzu sürükler bizi ölüme.
Ben kendimi sınadım her gövdede
Ben kendimi bıraktım her şehirde
İçime aidim göğünü ülkelerin
Ve boşluğunu görünce kalbimin
Gitmeli dedim.
Çürümüş tören giysileri içinde
Askıda salınan kökler.
Biz denize düşürsek de ateşi
O hep yanar.
Issızlık bahşeder karanlığa. Yanar.
Tarih bir yanılgı olabilir diyor şair
İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı.
Çok sonra
Bu toprakların kalbi kadar
Çürümüş bir sonrada
İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı.
Ve düzeltmek için varım
Ama geciktim
Ölü kızıl suyun dalgası
Gece yürünen yol
Ve yolcuların dağıldığı zavallı yeryüzü
Salınan beyaz kefenler
Tören giysileri.
Ve bir koşu için gerekli tek şey
Atın yelesidir.
Aslolan,
Şimdi ve burada
Çürüyüp kaldık.
Tann görmesin harflerimi
İnsan bir hata diyor durmadan
Ve hatasını düzeltmek için
Acı veriyor
Sadece acı.
Şubat 97, Berlin (Adam 2000 Şiir Yılltğı)
GECE G İBİ OLACAĞIM
1.
Dalganın ötesine geçmekle oldu hayat
Kanın aktığını görmekle.
Kimsenin soluğu kesmiyor soluğumu
Odann dilinden anlayan bir kadın tanıyorum
Kuyuların gözlerinden öpen.
Toprağın dilsiz neminden bana ulaşan buğu
Biliyor,
O gece ölebilirdim seninle.
Ormanın karanlık şarkısı büyürken.
Ama ben,
Orada o taş merdivende
Ölmek istedim
İbret ey
İbret.
Gece gibi olacağım
Karanlığımı örterek
Seslere tutunacağım.
Dokundum kalbime
Kimsenin ruhuna fısıldayacak büyüsü yok.
Olmasın
Olmasın.
2.
O gece ölebilirdim seninle
Karanlık ormanda ilerleyen suda
Suya düşen ay ve seslerle.
Ormanın fısıltısı
Birleşirken sonsuzlukla
Dedim bak, kimse yok
Bu yolun ölüme dönen kıvrımında.
Karanlık çağırıyor bizi
İstek yürüyor gövdelerimize
Ölelim bu demirden kayıkta. Ölelim.
Biz sanıyorduk ki,
Bir yaradılış varsa aşkadır
Ne hata.
Sonsuzluğaymış meğer
Sonsuzluğun koyu yapışkanlığına.
Herkes sussun
Boşluktaki dilsiz yıldızların körlüğü gibi
Dursun her şey yatağında.
Ben neye ağlayacağımı bilirim
Hangi tenin beni öldürmeye yeteceğini.
Bu son
Artık uykusundayım herkesin
Yaradılışı değilse de
Yokoluşu gördüm.
KADINLAR
Mavi dövmeleri
Ve bitmek bilmez yasların çürük izleriyle
Durup ateşe bakıyorlar.
Rüzgâr estiğinde hepsi ürperiyor
Göğüsleri değiyor toprağa
Ellerinde yanan odunlar taşıyan kadınlar
Siyah kazanların pası çökmüş yaşlılığıyla
Dolaşıp duruyorlar.
Ateşin öfkesi kabardığında
Sesler artıyor.
Orada ateş hiç bitmiyor
Söndürmek bir belâ
Göğüsleri pörsüyen kadınlar
Ellerinin korkunç inceliğiyle
Tutacakları odunların sertliğini düşünmekte
Ve susmaktalar.
Sustuklarında yaşlan farkedilmiyor
Toprak kokuyor bağırdıklannda
Nereye yaslanacaklarını unuttuklarından
Gözlerini toprağa bırakıyorlar
Çünkü bulutlar gökte kalıcı değil
En içten
Toprağa veriyorlar kendilerini
Ve kokuyorlar arasıra
(Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi)
D id em M adak
(Dog. 1970)
ÎRİS’İN ÖLÜMÜ
Bugün kalbimi eski bir plak gibi
Öyle çok tersine çevirdim ki:
Bazı şarkılar vardır
Cızırtılı bir yağmur gününü anlatır.
Uzaklarda süren san yağmurluklu bir hayatı
Deniz bazen kendini kaldınmlara fırlatır,
O zaman bir yavru yengece bakan
İnsanlann şarkısı olurdu o şarkının adı.
Keşke ismim İris olsaydı,
Keşke ismim herkese
San yağmurluğuyla koşan hayau anlatsaydı.
Bazı şarkılar vardır.
Ellerim kocamanlaşır, tuhaflaşır.
İşte o ellerimle herkese
Çamurlu şiirler uzatsaydım.
Hepsi çok kirli olsaydı Tannm!
Bazı şarkılar vardır.
Kırmızı akşamsefalannı anlatır.
Karanlığın kalbinde yalnız, açmanın acısını.
Komşu kadmlann basma elbiseli konuşmalannı
Geceyi onlar bahçeye taşırdı.
Ben ne zaman öleceğim Tannm!
Sabah olunca mı?
Keşke birkaç dakikayı ipek mendillere sanp saklasaydım.
İrileşen, gitgide irileşen ağaç gibi
İsmi nedensizce İris oluveren bir ağaç gibi
Şu odanın ortasında dursam,
Saat kuleleri dökülürdü dallarımdan Tannm!
Artık san yapraklann ölü olduğuna inanmıyorum.
Bazı şarkılar vardır
Kanatlannda yağmuru taşıyan kelebeği anlatır.
Kırmızı bir çakmak gibi neşeli ölmek olurdu
O şarkının adı,
Ardında yalnızca nemli sigaralar bırakmanın acısı
Keşke ismim İris olsaydı
Keşke ismimin bir anlamı olmasaydı.
Herkes çıkarsın kalbini
O çirkin mücevher sandığından
Ve herkes onu birbirine fırlatsın Tanrım!
( “Ludingirra” 3, Güz 1997)
T un a K ir e m it ç i
(Dog. 1973)
KUMARBAZ
Geceli gündüzlü bir yola
Tam da şehrinden çıkmışım.
Sevememen doğal beni:
Katran ve tüy içindeyim.
Güya hîleli destem,
Sıcak bir asfalt gözlerimde,
Yanıp sönmekte hayat
Tek penceresinde kalbimin.
Kim kazanmış olabilir
Böyle pis bir oyunda,
Aşkta kaybeden bensem
Şansa her bıraktığımda.
Nabzım tazı hızında,
Deve gücünde keder,
Bedellere inanmamam
Demek buraya kadar.
(Akademi)
ASKER
Savaşılmaz diye bir şey yok prensesim;
Biz zaten savaşıyorduk.
Yaşamak savaşmaktır,
Bizim gibiler için.
Ve askeriyiz, bilmeseniz de,
Kalbimizin verdiği
Korkunç gizli bir emrin.
Savaşılmaz diye bir şey yok prensesim;
İnsanlık diye bir şey var.
Marifet savaşı doğru seçmekte sanki
Ve içimizdeki askeri
Bırakmakta: biriksin
İnsan gibi bir rütbeye sıçramak için.
Savaşılmaz diye bir şey yok prensesim;
Ölünmez diye bir şey de yok.
Ama iyi bir asker bekler prensesinden
Savaşı güzellikle ilân etmesini.
Kendi güzelliğiniz yetmezse buna,
Kullanın, halkınızın güzelliğini.
(Akademi)
CAMBAZ
Başkasının dengesiyle
Buraya kadar gelmişsin. Ne
Aşağı bakmışsın, ne de arkana,
Yalnız ilerlemişsin. Öyle
İnce değil o yürüdüğün
Körpe tel, senin bile
Değil belki: Kim örmüş,
Kimler germişse artık,
Yürümek için fazla ince,
Düşmek için fazla kalın,
Ne alçak ne de yüksek,
Uzun da değil, kısa da.
Demek bu da bir denge. Sen de
Cambaz sayılırsın, durma
Katıl aralanna. Ama ne olur
Söyle, sıkı tutsunlar seni.
(Akademi)
KÂŞİF
Yirminci yüzyıl sonu:
Yaşlıydık, doğurduğunuzda bizi.
Ağladığımızda ilk, yaşlı.
Çünkü geliyor tâ dedelerden
Gözümüzdeki bebeğe
Bıküğımız her dizi gibi
Hiroşima’nın da devamı.
Ellerimiz Bosna’larda
Mezarcılık yapmış kadınların elleri.
Onca savaş ve kıyım
Ve cesaret gösterisi,
Yormuş meğer kanımızı.
Kalplerimizse çekmiş
Hep en yaralısına teyzelerin;
Neyi elletseler kanayan bir ten
Ve miksleniyor çığlığımız
Çığlığıyla Kurt Cobain’in.
Nasıl “genç” dersiniz bize?
“Yeni” nasıl dersiniz?
Anca alışıyoruz aşka, ölüme ve sanata
Futbolcumuz, şarkıcımız, ibnemiz
Aslında çiğ bir umut:
Bir gün bitecek emekliliğimiz
Yaşlıydık doğurduğunuzda bizi,
Gençleşerek öleceğiz!
(Akademi)
C an B
a h a d ir
Y ü ce
(Doğ. 1981)
LİMAN VE KADIN
limanlarda hep, giden kadınlar olur
durmadan ve gürültüyle giderler
yorgun bakışlarında tıka basa yağmur
toz kalkar saçlarından gemilerle beraber
limanlarda hep, giden kadınlar olur
üzgün yanaklarında titreyen birer mühür
uykular darmadağın düşlerde unutulur
lacivert yalnızlıklara geri dönülür
limanlarda hep, giden kadınlar olur
seslerinde yavaşça buzlanan bir nehir
her aynhk kendisine'bir liman bulur
kırık dökük adamlar usulca terk edilir!
( Yaslı Mızıka)
BİYOGRAFİLER VE
DEĞERLENDİRMELER
A. KADİR (1917-1985)
İstanbul’da doğdu. Kara Harp Okulu son sınıf öğrencisi iken
Nâzım Hikmet’le birlikte yargılandı (1938). On aya mahkûm
edildi. İstanbul’da düzeltmen olarak yaşamını kazanırken Tebliğ
adlı ilk şiir kitabı toplatıldı (1943), Kendisi İstanbul dışına sür
gün edildi. Dört buçuk yıl çeşitli illerde sürgün kaldı. Dönüşün
de bir süre işçilik ve düzeltmenlik yaptı. Yaşamını uzun yıllar
yazarlık ve çevirmenlikle kazandı. 12 Eylül 1980 sonrasında bir
ay gözetim alunda tutuldu. 1985’de İstanbul’da öldü./ Tebliğ
dışında şiir kitapları: H of Geldin H alil İbrahim (1959), Dört Pence
re (1962) ve şiirlerinin tümünün yer aldığı Mutlu Olmak Varken
(1968). Şiir alanında belli başlı çeviri ve uyarlamaları: Bugünün
Diliyle Mevtana (1955), İlyada (1958, A.Erhat’la birlikte), Bugü
nün Diliyle Tevfik Fikret (1967), Odysseia (1970, A-Erhat’la birlik
te), Dünya H alk ve Demokrasi Şiirleri (1. cilt 1973, 2. cilt 1975, 3
cilt 1980), Brecht’ten, Eluard’dan seçme şnrler (A.Bezirci ile bir
likte), Portekiz Sömürgeleri Şiiri (1975), Vietnam Şiiri (1975) Filis
tin Şiiri (1976) (bu sonuncular, A.Timuçin, E.Canberk ve çeşitli
çevirmenlerle birlikte), T.Rozewicz Utanmayın Gözyaşlanndan
(1980). Ayrıca, 1938 Harp Okulu Olayı ve Nâzım Hikmet (1966)
adlı anı kitabı, söz konusu olaya ışık tutacak en önemli belgele
rin başında gelmektedir. A.Kadir, İlyada çevirisi ile 1961 ’de TDK,
tüm çevirileri için 1980’de Haşan Ali Ediz Çeviri Ödülü ve
1983’de YAZKO’nun Azra Erhat adına koyduğu çeviri alanında
Üstün Hizmet Ödülü’nü kazandı./Şiire 1930’lu yıllarda başla
yan A.Kadir’in, olgunluk dönemi ürünlerinin başlıca özellikle
ri, konuşma diline, türkülerden esinlenişe ve içtenliğe dayanan
bir yalınlık, duyarlılık ve lirizmdir. Bu şiirlerinde, savaş, yoksul
luk, sürgünlük ve hapislik acılannı yaşayan insanın yaşamını ve
duygularını; iyiye, doğruya eşitliğe olan özlemini, yalınlık, ger
çeklik ve lirizm ile yansıtmayı başarabilmiştir. Etkileyici bir ger
çekliğin birden kavranışının olanca yalınlığı ile şiirleştirilmesi,
çarpıcı bitişler, yinelemeler, iç uyaklar ve ses uyumları şiirlerinin
biçim alanında belli başlı özellikleridir. Bu vb. özellikleriyle A.
Kadir’in toplumcu şiirimizde kendine özgü önemli bir yeri var
dır. Nâzım Hikmet şiiri ve 1940 yıllan toplumcu şiirinin ortak
tema ve biçim özellikleriyle O.Veli’ler kuşağının bazı söyleyiş özel
liklerini ve şiirimizin daha önceki dönemlerinden kaynaklanan
lirizm öğelerini kaynaşürabilmesi, ona sentezci bir şair kimliği
kazandırmıştır.
ABASIYANIK, SAİT FAİK (1906-1954)
Adapazan’nda doğdu, bir süre Fransa’da öğrenim gördü, dönü
şünde kısa sürelerle ticaret, gazete muhabirliği, öğretmenlik yap
tı. Daha sonra tümüyle yazarlıkla uğraştı. İstanbul’da öldü. Ölü
münden sonra annesi ve Darüşşafaka Cemiyeti’nce adına Hikâ
ye Ödülü konuldu. Burgaz’da yaşadığı ev müze yapıldı./Sait
Faik’in hikâyed olarak büyük başansı, Şimdi Sevişme Vakti (1953)
adı alünda kitaplaştırdığı şiirlerini gölgede bırakmaktadır. Oysa,
içerdikleri eşitlik ve kardeşlik özlemiyle yer yer 1940’lı yıllar top
lumcu temalannın duyumsandığı, insan ve yaşam sevgisiyle
Orhan Veli’ler kuşağının son dönem lirizmiyle bağlantısı olan;
yine bu özellikleri ve doğa sevgisiyle, benzersiz, tutkulu yaşama
sevinciyle, Bedri Rahmi şiiriyle ortak özellikler taşıyan bu şiirler,
unutulmaması, gelecek kuşaklara aktanlması gereken değerle
re sahiptir. Bunlardan başka, hikâyeciliğinden gelen aynntıcılığı (bkz. Köprü şiiri) Sait Faik şiirlerinin bir başka özgün yanıdır.
ADA, AHMET (Doğ. 1947)
Ceyhan’da doğdu, lise öğrenimini yanda bıraktı. Kayseri’de
memurluk yapıyor. Şür kitaptan: Gün Doğsun Gül Üstüne (1980),
Acıyla Akran (1983), Yaz Kırlangıcı Olsam (1985), Aşk Her Yerde
(1990 C.Atuf Kansu Şiir Ödülü), Vakit Yok Hüzünlenmeye (1992
Yunus Nadi Şiir Ödülü), Günyenisi Lirikler (1992), Taş Plak Gazel
leri (1995), Küçük Bir Anmalık (1996) / 1970’li yıllarda adını
duyuran şairlerden Ahmet Ada, Ahmed Ariften, İkinci Yeni’den (özellikle C.Süreya), Nihat Behram’ın doğa betimciliği ve
ses tonundan esintiler taşıyan, bu etkilenmelere karşın özgün
kalabilen, genellikle lirik ve yumuşak şiirleriyle günümüz top
lumcu şiirinin başanlı bir temsilcisidir. Şiirlerindeki yöresel renk
ler ve betimleyicilik, onu bir yanıyla da halkçı-memleketçi şiir
geleneğimize (CAtuf Kansu, B.R. Eyüboğhı vb.) bağlamakta,
kendi kuşağından (N.Behram’dan başka) Abdülkadir Bulut’a
yaklaştırmaktadır.
AHMED ARİF (1927-1991)
Diyarbakır’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi’nde öğrenci iken TCK’nın 141. maddesine aykın eylem
de bulunduğu savı ile tutuklandı (1950). İşkence gördü. 1952
yılında yine aynı savla tutuklanarak yargılandı, iki yıla mahkûm
oldu. Cezasının bitiminde Ankara’ya yerleşti, yaşamını gazeteci
olarak sürdürdü, 1991’de Ankara’da öldü. / Şiirleri 1940’lı yıl
larda ve 50’h yıllann başlannda dönemin toplumcu dergilerin
de yayınlanmıştı. Ancak, 60’lı yıllann başlannda önceki yıllann
birçok toplumcu şairi gibi, geniş okur yığınlannca bilinmeyen,
bir bakıma unutturulmuş bir adken, şiirlerinin önce Soyut der
gisinde, sonra da 1968’de kitap olarak (Hasretinden Prangalar
Eskittim) yaymlanışı, 1960 sonrası Türk edebiyatının, denebilir
ki, Nâzım Hikmet ‘in şiirlerinin yeniden yaymlanışı ölçüsünde
önemli bir olayı oldu. Ahmed Arifin bu tek kitabı, kimi kere
yılda birkaç (1990’da 25.) basıma ulaşarak olağanüstü bir tiraj
düzeyine erişti./ Tutkulu, yiğit bir koçaklama edası, derin bir
lirizm Ahmed Arif şiirini geniş yığınlara götüren başlıca özellik
lerdir. Bu özelliklerin gerisinde de, başta Nâzım Hikmet olmak
üzere toplumcu şiirimizin ortak değerlerinin, hece şiiri, aruz ve
halk şiirimizin yoğun, köklü bir sentezi vardır. Titiz bir dil işçili
ği ve kılı kırk yaran bir kurgu ustalığının ürünü olan bu şiirlerin
çağdaş şiirimize getirdiği vurgular, söyleyiş özellikleri, lirizm, des
tansı (epik) ve kişisel (lirik) olanın kaynaştınlmasındaki başarı,
öykünmeci olmadan halk kültürünün nasıl özümsenebileceğinin örneklenmesi, günümüz toplumcu şiirine geniş ufuklar
kazandırmıştır.
AHMET HÂŞİM (1884-1933)
Bağdat’ta doğdu. Babası Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’dir.
Orta öğrenimini Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray) tamamlaya
rak Maliye Nezaretinde mütercimlik yapü. Daha sonra Güzel
Sanatlar Akademisi’nde estetik öğretmeni, Düyun-u Umumiye
idaresinde ve Osmanlı Bankası ’nda memur olarak çalıştı. Akşam
gazetesinde fıkra yazarlığı yaptı. İstanbul’da öldü./Şiir kitapla
rı: Göl Saatleri (1921), Piyâle (1926). Makaleleri ve yolculuk izle
nimleri de çeşitli kitaplarda toplandı. Ölümünden sonra toplu
şiirleri çeşitli incelemecilerce yayınlandı./Ahmet Hâşim’i çağ
daş Türk şiirinde izlenimciliğin (empresyonizm) ilk örneği saya
biliriz. Gençlik şürleri A.Hâmid ve T. Fikret etkileri taşıyan Ahmet
Hâşim, sonradan bu şairleri eleştirmiş ve bu yöndeki düşüncesi
ni “şür bir hakikat habercisi değildir” sözüyle özetlemiştir (Piyâle’ye Önsöz’den.). Yine bu önsözde belirttiği gibi “şiirin dili anla
şılmaktan çok duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz ara
sında, sözden çok musikiye yakın aracı bir dildir. Şiirde her şey
den evvel ehemmiyeti olan, kelimelerin manâsı değil, cümlede
ki telaffuz kıymetidir. Şiirde bazı kısımların şüphe ve müphemiyette kalması bir hata ve kusur teşkil etmek şöyle durun, bilakis
şiirin bediiyeti nokta-i nazarından elzemdir.” Yine kendisi, en
sevdiği şiiri olan B ir Günün Sonunda Arzu için, “şiir belirsize ne
kadar yaklaşırsa, o kadar güzel ve şiir olmaktadır” diyor. Ahmet
Hâşim’le ilgili önemli bir araşbrmamn yazan Şerif Hulûsi’nin
sözleriyle “ona bir sembolistten çok bir empresyonist, görülen
ânı derhal yakalamak, tespit etmek hususunda harikulâde vizyoner bir ressam demek daha doğru olur”, (bkz. Ahmet Hâşim, Haya
tı, Sanatı ve Seçilmiş Şiirleri). Profesör Kenan Akyüz’e göre de
“Göl Saatleri mukaddimesi empresyonizmin veciz bir ifadesin
den başka bir şey değildir.” (bkz. Batı Tesirinde Türk Şiiri Antoloji
s i) Fecri Ati Hareketi içinde yer almakla birlikte şiirimizde tek
başına bir okul önemi taşıyan Hâşim, Fikret çapında bir söyleyiş
gücüne, Yahya Kemal ölçüsünde klasisist bir yalınlığa ulaşama
mış olmakla birlikte, “...dönemin Fransız şairlerinden... ve Şeyh
Galib’in renklerinden” etkiler taşıyan (bkz. Şerif Hulûsi, a.g.y.)
şiirlerindeki usta peyzajcılığıyla, izlenimcilik, simgecilik gibi kav
ranılan bizim şürimizde ilk kez önemle tartışma alanına getirişi
ve başanyla ömekleyişiyle, Merdiven, Bir Günün Sonunda Arzu,
B ir Yaz Gecesi Hâtırası gibi, sözcükleri bakımından eskimemiş
olan şiirlerindeki sağlam yapı ve güzellikle, kendinden sonraki
şairleri az ya 4a çok etkilemiş ve bu yolla etkileri günümüzde de
süren seçkin bir şiir ustası, modem şiirimizin ilk önemli kuruculanndan biridir.
AHMET NECDET (Doğ. 1933)
İnegöl’de doğdu. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ve İstanbul Üni
versitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi. Ege Üniversitesi’nde beşeri
ve iktisadi coğrafya profesörlüğünden emekli oldu./Şiir kitaplan: Uzuneşek (1977), Ne Çok Enkaz (1988), Sana Bunca Yangından
(1991), İnegöl Hey İnegöl (1992), Gün Yüzleri (1992), Kün (1994),
ZümrütLonga (1998), AşkEy (2001). / Çeviri şür alanındayapıtlan: Çağdaş Fransız Şiiri, Bademlerden Say Beni (P.Celan) Dünya
Gülü (Apollinaire), Mutlu Aşk Yoktur (Aragon). (Son üç yapıt
G.Durusoy ile ortak ürünleridir.). / Başlangıçta alışılagelmiş
biçimler ve söyleyişlerle romantik öğelerin ağır bastığı şiiri A.I1han-C.Süreya etkileriyle modem şiirin yörüngesine girdi. Son
zamanlarda özellikle gazel türünde özgün, başarılı örnekler ver
mektedir.
AKAY, OĞUZHAN (Doğ. 1955)
Orta öğrenimini Ankara’da, yüksek öğrenimini A.I.T.LA’da
Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Y.O. Radyo Televizyon programcı
lığı bölümünde tamamladı. T.R.T. Türkiye’nin sesi ve Ankara
Radyosu’nda prodüktör olarak çalıştı. 1982’den bu yana reklam
yazan ve yaratıcı yönetmen olarak çalışıyor./ Şür kitabı: Cin Ayetler
(1989), O Uzak Ay (1994), Compact Risk-Digital Poetns (1994)./
80’li yıllar şürinin özgün bir şairi. Dil katmanlan, sözcükler ve
kavramlar arasında karıştırmalarla, güncel konuşma dili edası,
sözcükleri ve tonlamalanyla, (Çağdaş Şiirimizdeki başlangıcını
Salah Birsel’de, Metin Eloğlu’nda bulduğunu söyleyebileceği
miz) humor-ironi ağırlıklı bir şiirin günümüzde ilginç, başanh
örneklerini veriyor.
AKDAĞ, TEVFİK (1932-1993)
İzmir’de doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Şür kitaplan: Lacivert Kanatlı Bir Kuştur Gece (1969), Çıplak ve Sevinçle (1977),
Eski İnsan Sözleri (1990)/ İkinci Yeni döneminde yazdığı şiirler
de özellikle C.Süreya’nın imge ve duyarlık alanı içinde kalan
Akdağ’m son kitaplannda daha açık bir bildirisi olan, daha farklı
bir şiir kurma çabası görülüyordu.
AKDORA, İSKENDER FİKRET (Do|. 1914)
İstanbul’da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitir
di. Memurluk yaptı, ticaretle uğraştı. / İlk şiirleri 40’lı yılların
dergilerinde yayınlanan Akdora’nın şiir kitapları: H âtıralar Şeh
ri (1945), Renkli Şiirler (1950), Gün Sonu (1953), Arakanda (1954),
Kubbe Altı (1955), Ağda Bir Şey Yok (1956), Deli Dünya (1956),
İnsanlar Arasında (1956), Kantaşı (1958), Vega (1963), Acı Gök
(1965), M aviKan (1970). 1988’de tüm kitaplarını Sağken başlığı
alunda iki ciltte topladı. Bir de romanı vardır: Dünyanın Öptüğü
Kız (1966). / İlk kitaplarında F.Hüsnü, C.Sıtkı, Z.O. Saba, v.b.
şairlerle ortak tema ve biçim özellikleri taşıyan şiirleri yer alıyor.
Sonraki yıllarda özgür koşuk ürünü şiirlere ve daha kişisel dene
bilecek temalara yöneldi. Son yıllarda Adam Sanat dergisinde
yayınlanan şiirleriyle yeniden dikkatleri çekti.
AKER, HALÛK (Doğ. 1940)
İstanbul’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. 1960’lı yıllar
kuşağının ilk önemli dergilerinden Devinim 60’ı çıkardı ve yönet
ti. Şimdi Almanya’da./Şiirlerini 1978 yılında Sürgün H m adı altın
da toplayan Halûk Aker, kendine özgü kırık ses tonuyla, özellik
le Turgut Uyar’ın simgeci, öyküleyici üslûbunun etkisi alünda
şürler yazdı. Askerliğini köy öğretmeni olarak yapması şiirine
bazı yeni renkler kazandırdı. Şüri, kendi kuşağından en çok Ege
men Berköz’ün şiirleriyle yakınlıklar taşımaktadır.
AKGÜN, NAHİT ULVİ (1918-1996)
Milas’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe
bölümünü bitirdi. Felsefe öğretmenliği yaptı./Şiir kitapları: Üç
Gönül (1937), Leyla (1937), Irgat (1942), Sebep (1945), Birisi
(1955), Karanlıkta Bir Ağaç (1960), Gerçek Düş (1965), Evren Tür
küsü (1966, TDK Şiir Ödülü), Ağaçlar Uyanınca (1971), Eksilen
Gökyüzü (1980), Güneş Açınca (1984), Birisi (Bütün Şiirleri
2000) ./Şiirlerinde Orhan Veli, Behçet Necatigil, Necati Cumah
gibi şairlerin ortak bazı özellikleri görülen Nahit Ulvi Akgün’ün,
ilk lirik aşk şiirlerinde (bkz. Dalgınlık), daha sonra E.Cansever,
C.Süreya gibi şairlerde göreceğimiz yumuşak bir gerçeküstücü
lük, izlenimcilik diye tanımlanabilecek bir özellik göze çarpıyor.
AKIN, GÜLTEN (Doğ. 1933)
Yozgat’ta doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitir
di. Bir süre TDK’da çahşb. Kaymakam olan eşiyle Türkiye’nin
çeşitli yörelerini dolaşü. Şimdi Ankara’da./ Şiir kitapları: Rüzgâr
Saati (1956), Kestim K ara Saçlarımı (1960), Sığda (1964), Kırmızı
K aranfil (1971), M araş’m ve Okkeş’in Destanı (1972), Ağıtlar ve
Türküler (1976), Seyran Destanı (1979), Seyran (Tek ciltte tüm
şiirleri, 1982), İlahiler (1983), Sevda Kalıcıdır (1991), Sonra İşte
Yaşlandım (1995). Şiiri Düzde Kuşatmak (1983, şiir üzerine yazı
lar) , 42 Gün (anlatı, 1986), başkaca yapıtlarıdır./ Dağlarca, Neca
tigil etkileri taşıyan ilk şürlerinde simgeci, dolaylı bir şiir dilini
benimseyen Gülten Akın, Sığda'da, kendine özgü, başarılı bir
şiire ulaşmış, Kırmızı K aranfil’de, halkın konuşma dilinden, ağıt
lardan ve türkülerden başarıyla yararlanarak özgün bir sentez
yaratmıştır. Ağıtlar ve Türküler ve Seyran Destanı, halk kültürü ve
dilini özümseme alanında bilinçli bir çabanın özgün ve değerli
ürünleridir. Özellikle Seyran Destanı’nda Nâzım Hikmet’in epik
şür dilinin özümsenerek yeniden değerlendirilişi gözlemleniyor,
ikinci Yeni şürinin yeniden önemsettiği alegori, simge, v.b. biçim
öğelerinden toplumcu bir şiir kurma yönünde başarıyla yararla
nan Gülten Akın, bu öğeleri halk dili ve kültürüyle kaynaştırma
becerisiyle; etkili, özgün ve inandırıcı ses tonuyla, çağdaş şiiri
mizde toplumcu bir yönelişin önemli ve seçkin bir temsilcisidir.
AKIN, SUNAY (Doğ. 1962)
Trabzon’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Fiziki Coğrafya Bölü
münü bitirdi. / Şür kitapları: M akiler (1989, Orhon Murat Anbumu Şür Ödülü), Antik Acılar (1991), Kaza Süsü (1993), 62
Tavşanı (1998). / Buluşlara dayanan, genellikle kısa şiirlerinde,
Orhan Veli şnrindeki bir özelliğin günümüzde sürdürümcüsü.
Bu tür şüre pek de özgü olmayan yumuşak, lirik bir ses tonu var.
Günlük yaşamdan ilginç ayrıntılar, şaşırtıcı karşılaşürmalar, ben
zetiler. Sözcüklerin günlük konuşma dilindeki yapısını, sözdizim kurallarını zorlamaksızın; düşünceyle, denebilir ki bir düşün
ce cambazı gibi oynuyor... Alaya, zeki, aynı ölçüde de duygulu,
iyi kalpli bir şür dünyası...
AKINCIOĞLU, NİYAZİ (1916-1979)
Bursa’da doğdu. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1952’de
TCK’nın 142. maddesine aykırı eylemde bulunduğu savı ile tutuk
landı. Beraat etti. Ölümüne kadar Kırklareli’nde avukatlık yaptı./Gençlik dönemi şürlerini Haykmşlar (1938) adı akında yayın
ladı. Asıl olgunluk dönemi ürünleriyle birlikte tüm şiirleri Umut
Şiirleri (1985) adıyla yaymlandı./1940’lı yılların toplumcu der
gilerinde yayınlanan ve ona asıl ününü getiren şiirlerinde Akıncıoğlu, Âsim Bezirci’nin değerlendirmesiyle (bkz. Sanat Emeği,
Temmuz 1979) “Nâzım Hikmet’ten sonra halk şiirinden yarar
lanan ilk toplumcu şairdir... sırasında Divan şürinden de yarar
lanır, ama ikisini de taklit etmez...” Gerçekten de Akmcıoğlu,
Divan şiiri vurgularıyla halk şiiri sesleri ve deyişlerini özgün sen
teze ulaşürmış bir şairdir. Bu anlamda, E.Gökçe, A.Arif ve A.İ1han’ın doğrudan ustası olduğu; A.Arif ve E.Gökçe’nin bu şiir
lerdeki tonlamalar, vurgular ve edadan, A.İlhan’ın ise yöntemin
den (divan ve halk şüri sentezi) etkilenmiş olduğu söylenebilir.
ÂKÎF PAŞA (1787-1845)
Yozgat'ta doğdu. Doğduğu şehirde özel öğrenim gördü. İstan
bul’da Divan-ı Hümayun kâtipliğinde bulundu. Vezir rütbesiyle
Hariciye ve Maliye nazırlıkları yaptı. Şiirleri Münşeat-üEşar-ı A kif
Paşa başlığıyla (1843) yayınlandı./ Divan şiiri içinde mi, modem
şiirimizin ilk kurucuları arasında mı sayılması gerektiği konusu
tartışmalı olan (bkz. Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü)Â kifPaşa’nm , bu antolojide yer alan ve en ünlü şiiri olan Mer
siye, gerek halk şiiri ölçüsü, gerekse bir acının alışılagelmiş duy
gu ve söyleyiş kalıplarıyla değil de, bireysel yanlarıyla, içtenlikle
dile getirilmesi bakımından, modem şiire yönelişin ilk örnekle
ri arasında sayılabilir.
AKOVA, AKGÜN (Doğ. 1962)
Sakarya Akyazı’da doğdu. Lise öğrenimini Gebze’de, yüksek
öğrenimini H.U. Kimya Mühendisliği bölümünde tamamladı. /
Şiir kitapları: SansürttürmeŞair Abüüü (1991), Pepetye (1992), Baba
Bana Bağırma (1994), Aşk ve Kuyruklu Yıldız (1997)./A.İlhan,
M.Eloğlu-C.Süreya (en çok), T.Uyar sesleri ve temalarıyla, 80’li
yıllara özgü külhani bir edanın özgün, başanh sentezi. Neredey
se her dizeden taşan dizginsiz bir yaşama sevinci, gençlik ve enerji
dolu şiirler.
AKSAL, SABAHATTİN KUDRET (1920-1993)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitir
dikten sonra öğretmenlik, Şehir Tiyatrolarında müdürlük yap
tı. Oyunları ve öyküleri de vardır./Şür kitapları: Şarkılı Kahve
(1944), Gün Işığı (1953), Duru Gök (1958), Bir Sabah Uyanmak
(1962), Elinle (1962), Eşik (1970), Çizgi (1976). 1979’da Şiirler
başlığı ile yayınlanan tüm şiirleri 1980 Yeditepe Ödülü’nü kazan
dı. Toplu şiirlerinin yayınlanışından sonra da Zamanlar (1982),
Bir Zaman Düşü (1984), Buluşma (1990) adlı şiir kitaplarım ve
Paul Eluard’dan yapüğı çevirileri A ğada Bir Sevi (1964) adıyla
yayınladı. Son şiirleri ölümünden sonra Batık Kent adıyla yayın
landı. (1993)/ İlk şiirlerinde hece şiirimizin alttan akan etkile
rinin yanı sıra, Dağlarca, Tarancı, O.Veli, S.Mallarme tema ve
söyleyişleri duyumsanıyor. Yaşama sevinci temasının ağır bastığı
izlenimci bir şiir. Fakat yinelemeler ve çoğaltanlar, etkiyi azaltı
yor. Duru Gök’te dengeli bir yalınlığa ulaşılmış. Yalın bir iç dök
me; damıülmış şiirler. Lirikken başarılı, suluboya bir şiir... Verlaine ve genellikle Fransız şiiri öğeleri seziliyor. Düşünce şiiri
diye nitelenebilecek şiirleriyle Aksal, kimi kez isteyerek güç anlaşılırlaştınlmış izlenimi veren bir şiir diliyle, lirik döneminden
gitgide uzaklaşarak M.Cevdet, O.Rıfat ve B.Necatigil’in adlarıy
la anılabilecek bir yörüngeye girmiş göründü. Son kitaplarıyla,
yer yer, şiirini yeniden yalmlaşürdığı söylenebilir.
AKYOL, SİNA (Doğ. 1950)
Ankara’da doğdu. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. TRT’de program yapımcısı olarak çalıştı. / Şiir kitap
ları: Su Tadında (1980), Lokmanla Geçen Şen Günlerim (1982),
Haytalarla Hatmiler (1990), Ayda Tümör İzleri (1994, Halil Kocagöz Şiir Ödülü), Avluda (1996), Meğer Söz Gümüş (1996, Yunus
Nadi Şiir Ödülü, Cemal Süreya Şür Ödülü.) / “Hayku” tadında,
neredeyse bilgece sözler. Alabildiğine damıülmış bir söz ustalı
ğa
ALDANIR, S. (Doğ. 1915)
İstanbul’da doğdu. Bir süre Hukuk Fakültesinde öğrenim gör
dükten sonra uzun yıllar memurluk yapü. Gerçek adı, Selahattin Aldemir olan S. Aldanır’ın tek kitabı var: Memleket Saat Ayan
(1953)./S.AIdanır’ın şiirleri, acı, ironi, humor, espri özellikle
riyle (O.M.Anbumu ve M.Eloğlu’yla ortaklıkları olan bir çizgi
de), 1940 toplumcuları ve O.Veli kuşağı içinde dikkate değer
özellikler taşıyor. Aynı türde ürün veren başka şairler arasında
yerinin belirtilmesi, şiirleri üzerinde yeniden düşünülmesi gere
ken bir şair.
ALKAN, ERDOĞAN (Doğ. 1935)
Şarkışla’da doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra
çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaptı. /Şiir Kitapları: Güneş Tozlan
(1958), Ekuanil Çiçekleri (1965), Kerem Gibi (1971), Kuş Ormanı
(1981), Kıyı (1983). Bütün şiirlerini Eylül Çalgıcısı (1985) adlı
kitapta topladı. Rimbaud’dan çevirdiği şürlerle Yazko 1982 Çeviri
Şiir Büyük Odülü’nü kazandı. Frausy şiirinden çok sayıda çeviri
leri vardır./ Erdoğan Alkan, ikinci Yeni şiirinin genel özellikle
rinden , aşınya kaçmadan, klasik kıta düzenine bağlı kalarak yarar
lanmış olan bir şairdir.
ALKAYA, ORHAN (Doğ. 1958)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk, Marmara
Üniversitesi’nde Basın Yayın yüksek öğrenimi gördü. Tiyatro
oyunculuğu yaptı. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yönetmen ola
rak çalışmaktadır./ Şiir kitapları: Parçalanmış Divan (1990), A!
E tika( 1991), Yenilgiler Tarihi (1994), Erken Sözler (1999), TuzGünleri (2001). Özellikle 90’h yıllarda yayınlanan şiirlerindeki ente
lektüel birikim, kültür ve siyaset alanlarına göndermelerindeki
özgünlük, bireysel ve toplumsal olanı birleştirmedeki başarısıy
la kuşağının önde gelen bir şairidir.
ALOVA, ERDAL (Doğ. 1952)
Ankara’da doğdu. Bir süre Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde
okudu. İstanbul’da bir çeviri bürosu kurdu./ Şiir Kitapları: En
Son Çıkan Şarkılar (1980), Giz Dökümü (1989), Bitik Kent (1995,
Cemal Süreya Şiir Ödülü), Dizeler (2001-1973)./ Şiirlerini Nâzım
Hikmet ve Orhan Veli şiirinin ortak bölgelerinde yazıyor. Yalın
lık ve lirizmin toplumcu bir inançla birleştiği bu şiirler, klasik
bir tamamlanmışlığa ulaştıklarında şairin Eluard’a sevgisi de
seziliyor. Son yıllarda dile, sözcüklere Can Yücel’ce bir yaklaşım.
Kendi kuşağının çok az ürün veren, fakat başarılı bir şairi. Vaptsarov’dan çevirileri de kitap olarak yayınlandı.
ALP, HAŞAN BASRİ (1912-1945)
Niksar’da doğdu. Bir süre Ankara Üniversitesi Ziraat Fakülte
sinde, sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölü
münde öğrenim gördü. 1944 yılında İlerici Gençler Birliği ile
ilgili tutuklamalar sırasında İstanbul Emniyet Müdürlüğünde
öldü./Nâzım Hikmet sonrası genç kuşak içinde dönemin top
lumcu dergilerinde konuşma dili özellikleri taşıyan özlü bir şiir
den örnekler verdi. Görebildiğim şiirleri (bkz. Âsim Bezirci, Dün
den Bugüne Tüık Şiiri Antolojisi), 1940’h yıllar toplumcu şiirinin,
O.Veli şiirinin dilinden de etkilenen genel özelliklerini taşıyor.
ALPER, YUSUF (Dog. 1956)
Horasan’da (Erzurum) doğdu. Hacettepe Üniversitesi’ni bitir
di. Uzmanlığını psikiyatri dalında yapü. Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Psikiyatri Bölümü’nde profesör olarak görev yapmak
tadır. / Şiir kitapları: Kanayan Şiirler (1985), Zamanın Kırdan Ayna
sında (1989), Yaldızlı Bir Yanılsama (1994), Yeryüzüne Vuran Telaş
(1995), Şimdi Hangi Irmakta (1999) / Şiirimizin lirik damarın
dan beslenen bir şair. Çocukluk anılarına dönüş (Susarak, vb.)
şiirine yeni açılımlar kazandırabilir.
ALTINEL, SABRİ (1926-1985)
Susurluk’ta doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Saint-Joseph, Saint-Benoit
liselerinde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1985’de İstanbul’da
öldü./İlk şiirleri 1940’lı yıllarda yayınlanan S.Alünel’in şiir kitap
ları: insanın Değeri (1955), Kıraçlar (1959), Zamanın Yüreği (1982);
Şiirler (Yayımlanmamış şiirlerinin eklenmesiyle ilk iki kitabının
yeni basımı, 1983). F.G. Lorca’dan şiir çevirileri de kitap olarak
yayınlandı./Başlangıçta 1940’lı yıllar toplumcu şiirinin genel
tema ve söyleyişleri içinde yer alan S.Altmel, sonraları daha güç
anlaşılır ve bazıları düz yazı görünümlü bir şiire yöneldi. İlk oku
yuşlardaki güçlük aşıldığında, felsefi bir yoğunluğu olan, yoğun
bir düşünmenin imbiğinden geçirilerek damıtılmış şiir pırıltıla
rıyla karşılaşılıyor. Toplumcu şiirimizin bir anlamda kendi içine
kapanık, aynı ölçüde de kendine çok özgü bir sesi.
ALTINEL, ŞAVKAR (Dog. 1953)
İstanbul’da doğdu, Yükseköğrenimini yurt dışında tamamladı.
ABD ve İskoçya’da uzun süre yaşadı. Şimdi İngiltere’de./ Şiir
kitapları: Kraliçe Viktorya’nm Düşü (1991), Gece Geçilen Şehirler
(1992), Donuk Işıklar (1997), Kış Güneşi (1999)./ Anlık bir göz
lemin, bir izlenimin, varoluşsal bir derinlikle algılanışı... Gün
lük konuşma dili zorlanmaksızm, tam tersine, böyle bir zorlama
olmadığı için ortaya çıkan bir şiir... Altınel’in şiiri, bu özellikle
riyle, (R. Margulies’in, belü ölçülerde T. Fişekçi, S. Akın gibi
şairlerin ürünleriyle birlikte) günümüz Türk şiirinde, “doğallı
ğa dönüş” denebilecek bir yönelişi oluşturuyor.
ALTINTAŞ, GÜNEL (Dog. 1937)
Suruç’ta (Urfa) doğdu. Haydarpaşa Lisesi’ni bitirdi. Basın İlan
Rurumu’nda çalıştı. Soyut Yaymevi’ni kurarak H. İ. Bahar’la bir
likte “Soyut” dergisini yayınladı./ Şiir kitabı: Sevdalı Nehir
(1997)./ Zekâ, ironi, yalınlık ve toplumsal eleştiri öğeleriyle örül
müş şürler. 1960 kuşağı ürünleri içindeki özgün yerlerinin değer
lendirilmesindeki gecikme, kitaplaştınlmalanndaki gecikmeyle
açıklanabilir.
ALTIOK, METİN (1941 -1993)
İzmir’de doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül
tesi Felsefe bölümünü bitirdi. Bingöl’de felsefe öğretmenliği yap
tı. Sivas’taki aydın katliamında yaşamını yitirdi./ Şiir kitapları:
Gezgin (1976), Yerleşik Yabana (1978), Kendinin Avcısı (1979, A.
Telli ile 1980 Ö.F. Toprak Şür Ödülü), Küçük Tragedyalar (1981),
İpek veKlabtan (1987), Gerçeğin Öte Yakası (1980), (Cemal Süreya Şiir Ödülü) Dörtlükler ve Desenler (1990), Süveyda (1991), Ala
turka Şiirler (1992), Hesapişi Şiirler (1993), Bir Acıya Kiracı (1998Bütün Şiirleri.) / M. Altıok’u, şürleri 70’li yıllarda yayınlanması
na karşın, şürlerinin kaynaklan bakımından 60’lı yıllann geç
ürün veren (ya da geç yayınlayan) bir şairi olarak nitelemek gere
kir. Gezgin ’de Servet-i Fünun’dan, Hâşim’den, Dranas’dan İkin
ci Yeni’ye ve 60’lı yıllar şürinin bazı ortak söyleyişlerine kadar
çeşitli etkilenmeler var. Bu kuşağın en romantik, duygucu şair
leri arasında. Dili yalın. Benzetme yapmayı, anlaşılması güç olma
yan simgeler oluşturmayı seviyor. Bu kitabında halk şiiri biçim
lerinden de yararlanıyor. Yerleşik Yabancı’da tüm şiirler tek bir
şürmiş izlenimi uyandınyor.. Söyleyişte ve konularda tekdüzelik
var. Buna karşılık Kendinin Avcısı’nda kendine özgü bir sese,
romantik, acılı ve yalın bir söyleyişe ulaşıyor. Simge, alegori ve
mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlandığı bu şiirleriyle şiiri
mizin lirik geleneklerine bağlanıyor. Vakitsiz ve talihsiz ölümü
şiirimiz için gerçek bir kayıptır.
ANDAY, MELİH CEVDET (Doğ. 1915)
İstanbul’da doğdu. Ankara Gazi Lisesini bitirdikten sonra top
lumbilim öğrenimi için gittiği Belçika’da, İkinci Dünya Savaşı
nın çıkması üzerine iki yıl kalarak yurdu döndü. Milli Eğitim
Bakanlığı Yayım Müdürlüğü’nde görev aldı. Kitaplık memurlu
ğu, gazetecilik, çevirmenlik yaptı. İstanbul Belediye Konserva
tuarı Tiyatro Bölümü’nde öğretmenlik görevinde bulundu. Cum
huriyet gazetesinde uzun süre köşe yazılan yayınlandı./Şiir kitaplan: Garip (Orhan Veli ve Oktay Rifat’la birlikte, 1941), Rahatı
Kaçan Ağaç (1946), Telgrafhane (1952), Yan Yana (1956, Türk
CezaYasasının 142. maddesine aykın görülerek kovuşturma açıldı
toplatıldı, beraat etti.), KoUanBağlı Odysseus (1963), Göçebe Deni
zin Üstünde (1970), Teknenin Ölümü (1975), Sözcükler (Bütün şiir
leri, 1978, Sedat Simavi Edebiyat Ödülü 1978), Ölümsüzlük Ardın
da Gılgamış (1981), Tanıdık Dünya (1984), Güneşte (1989), Yağ
murun Altında (1995). Deneme, roman, oyun ve çeviri türlerin
de de önemli ürünler verdi./Garip hareketinin öncülerinden
biri olduğu dönemde de Melih Cevdet Anday’m lirik türdeki
şiirlerinde daha başanlı olduğu söylenebilir. (Anı, v.b.). İlk şiir
lerinde yer yer gözlemlenen ‘düşünür şair’ kimliği 1960’lı yıllar
da yoğunlaşü ve şiirimizde yeni bir anlayışın seçkin örnekleri
Kollan Bağlı Odysseus’tan bu yana art arda kitaplaşü. Bu tür şiir
lerde Melih Cevdet Anday, kimi kez, düşünce (duyum, sezgi, vb.)
ile şiirsel biçimi klasik bir yetkinlikte kaynaştırmayı başararak
(Zamanlar, Şaşırtıcı Karşılaşma, Yeni Bir Dünya, v.b.) sadece şiiri
miz bakımından değil tüm çağdaş dünya şiiri ölçüsünde seçkin
ürünler verdi. Bazı şiirlerinde aşın simge, alegori, benzetme
bolluğunun öne çıküğı görüldü. (Teknenin Ölümü adlı uzun şii
rin hemen hemen her dizesi bir simge, alegori ya da benzetme
dir) . Son kitabında insan, doğa ve toplum alanında şiirimizi yeni
aynnülar, yeni gözlemler ve yöntemlerle zenginleştiren Melih
Cevdet Anday, kuşkusuz, yaratıcılık yeteneği, ufuk genişliği, sanat
sal düzey bakımından 20. yüzyıl Türk şiirinin en büyük temsilcilerindendir.
APAYDIN, TAIİP (Dog. 1926)
Polatlı’nm Ömerli köyünde doğdu. Haşan Oğlan Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümünü bitirdi. Öğret
menliği sırasında ilerici-toplumcu görüşleri nedeniyle çeşitli kez
kovuşturmaya uğradı. Yaşamını Ankara’da sürdürüyor./Şiirleri
ve hikâyeleri 1940’lı yıllarda yayınlanmaya başlayan Talip Apay
dın bir tek şiir kitabı çıkardı: Susuzluk (1956). Son yıllarda “Yazko Edebiyat” dergisinde “İnsanlar İçin Notlar” başlığı alünda yeni
şiirleri yayınlanıyordu. 1950’li yıllardan başlayarak da roman ve
çocuk yazını alanında çok sayıda ürün verdi./Talip Apaydın’m,
başlıca şiirlerinin de konusu olan Anadolu toprağı gibi, kıraç,
yalın, gösterişsiz, fakat alttan alta dirençli bir şiiri var.. Aydınlık,
namuslu, insanca ve yurtseverce düşünceleri, didaktizme düş
meden, söylenebilecek en az sözcükle, en yalın biçimiyle söylü
yor. Kimi tema özellikleriyle C.A. Kansu’ya, şiirindeki yalın kur
guyla A.Kadir’e yakın. Şiirlerindeki etkileyicilik, dile getirdiği
gerçekleri en yalın, en özlü, en aydınlık biçiminde verebilme
sinden geliyor. Daha önceki yılların ürünlerinde, toplumsal
sorunları dile getiren aydın kimliğinin yanısıra, engin bir yaşa
ma sevincinin, dizginsiz bir özgürlük duygusunun kıvılcımları
da duyumsanıyor.
ARIBURNU, ORHON MURAT (1918-1989)
İstanbul’da doğdu. Haydarpaşa Lisesini bitirdikten sonra sine
ma alanında çalıştı. Yönetmen, senaryo yazan ve oyuncu olarak
başan kazandı. 1980’den sonra yaşamını Berlin’de sürdürdü./
Şiirleri 1940’lı yıllarda yayınlanmaya başlanan Anbumu, ilk şiir
lerini Kovan (1940) adlı kitapta topladı. Uzun bir aradan sonra
1940-1982 yıllan arasında yazılmış şiirlerini Bu Yürek Sizin (1982)
başlığı altında Berlin’de yayınlandı. 1985’te İstanbul’da bir şiir
kitabı daha yayınlandı: Buruk D ünya./ O.M. Anbumu, dilsel ya
da durumsal bir tuhaflığı çarpıcı biçimde yansıttığı şiirleriyle ün
kazandı. Konuşma dilinden kaynaklanışlan, ironi ve söz oyunu,
bu şiirlerin başlıca özelliklerindendir. Kimi kere fazlaca yüzey
sel ve hatta soğuk kaçan espriler, kimi kere toplumsal bir içerik
de kazanarak etkili olmaktadır. Dilin, sözcüklerin değişik kulla
nım ve çağrışım alanlarını araştınşı, Anbumu’ya kendi şiir türü
alanında tartışılmaz bir yer sağlamıştır. Bu özellikleriyle, özellik
le Özdemir Asaf, Metin Eloğlu gibi şairlerin ustası olduğu söyle
nebilir.
AJRISOY, SUNULLAH (1925-1988)
Şile’de doğdu. Bir süre Haydarpaşa Lisesinde öğrenim gördük
ten sonra çeşidi memurluklarda bulundu./Şiir kitapları: Garip
ler Treni (1948), Muhteşem Kavga (1951), M ustafa Kemal Türkü
sü, (1953), Yaban Mavisi (1956), Dışa Vuran Karanhk (1961), Yan
lış Yaşadık (1970), Sabrın Gülü (1980). Özellikle Varhk dergisi
çevresinde 1950’li yılların sonlarındaki şiirleriyle adını duyuran
Sunullah Ansoy’un roman ve uzun anlatı türünde de yapıdan
vardır.
AROLAT, ALÎ MÜMTAZ (1897-1967)
İstanbul’da doğdu. Öğrenimini Galatasaray ve Ticaret Liselerin
de yaptı. Uzun süre banka muhasebe memuru olarak çalıştı.
İstanbul’da öldü./Şür kitaplan: Bir Gemi Yelken Açtı (1926), Hayal
İkliminden Dorun Diyor ki (1960)./ Heceyle yazan şairler arasın
da şiirleri tema bakımından Necip Fazıl’ın şürleriyle bazı ortak
yanlar taşıyan Ali Mümtaz Arolat, antolojilerde genellikle “Bir
Gemi Yelken Açtı” adlı tek şiiriyle yer almakta, ya da büsbütün
dışta bırakılmaktadır. Oysa yakın bir inceleme, Cumhuriyetin
ilk yıllan dönemindeki Türk şiirinin özgün ve önemli bir şairiy
le karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Dili kullanmadaki rahat
lığı, benzetmelerindeki yalın çarpıcılık, denge ve lirizm bu şiir
lerin başlıca özellikleridir. "Ölüm ve Unutulmak” bu temanın
Türk şiirinde belki de en etkili örneğidir... Şiirlerinin topluca
yeniden yayınlanması çağdaş şiirimiz için bir kazanç olacakur.
ASENA, İNCİ (Dog. 1948)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngi
liz Filolojisi’nde öğrenim gördü. Adam Yayınları’nın Nazar
Büyüm’le birlikte kurucusu ve sonraki yıllarda genel yönetme
ni./ Şiir kitapları: Tramvay Döşeriz Ay Döşeriz (1993), Çıplak Baka
mıyorum. (1996), Üç Gün Paris (1998), Tutamadığım Sözler (1999)./
Cinsellik, Akdeniz, yumuşak, fakat kırılgan olmayan, kararlı bir
ses tonu. Somut, neredeyse tensel bir yaşam algılayışı. Alışılagel
miş lirik kalıplan kırarak doğaldaki lirizme ulaşma çabası. Bu
özellikleriyle, B.R. Eyüboğlu, C. Yücel şiiriyle, bazı bakımlardan
M. Eloğlu, O. Veli, S. Faik’le akrabalığı olan bir şiir.
ATABAŞ, HÜSEYİN (Dog. 1942)
Trabzon’da doğdu. Liseyi bitirdikten sonra çeşitli memurluklar
da bulundu. Ankara Belediyesinde çalışU./Şiir kitaplan: Gelecek
(1975), Yanarca (1979), Bitmeyen (1983), Yüzün Bende (1988),
İlkyaz Töreni (1993), Saydam, ve Gizli (1997)./ Biçimde belli bir
ustalık düzeyine ulaşmış olan Atabaş’ın, yumuşak, özentisiz,
aydınlık, insancıl bir ses tonu var.
AYKEN, BEDRETTİN (Dog. 1936)
Tokat’ta (Niksar) doğdu. Şiirleri ilk kez 1960’lı yıllann dergile
rinde yayınlandı./ Şür kitaplan: Her Mevsim Acılarda (1982), Gece
de Söylenen Türküler (1984), Eksik Bir Gökyüzü (1985), Yaralı İlk
yaz (1990), Anstzm Güz (1992), Sevda Sureleri (1994), Yalnızlıklar
(1997), GüzBalkonu (2001)./ Şiirimizin yalın, lirik kaynağında,
özentisiz, içten bir ses tonu.
AYSAN, BEHÇET (1949 - 1993)
Ankara’da doğdu. Tıp Fakültesini bitirdi. Ankara’da hekimlik
yaptı. Sivas’taki aydın katliamında yaşamını yitirdi. Türk Tabip
ler Birliğince adına Şiir Ödülü konuldu./ Şiir kitapları: Sesler ve
Küller (1984, Yaşar Nabi Nayır Ödülü), Karşı Gece (1983), Eylül
(1986), Ceyhun Atuf (Kansu Şiir Ödülü), Deniz Feneri (1987),
Düello (2000, Tüm Şiirleri). Kınk, duygulu bir ses tonu. Özgün
mecazlar. Genellikle kısa, kesik dizelerle örülü şiirinin bütünü
kapsayan ritm ve uyum öğeleri... Konularda, 70’li yıllardan baş
layarak yaşanan toplumsal, bireysel acılardan kesider... Bu anlam
da da kuşağının özgün bir şairi. Metin Altıok gibi, vakitsiz ve
talihsiz ölümü, şiirimiz için de gerçek bir kayıp oldu.
AZAR, ADNAN (Doğ. 1956)
Rize’de doğdu. A.U. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji
bölümünü bitirdi./Şiir kitapları: Unutmak Sulan (1982), Parça
lanmış Zamanlar (1997) ./Orhan Veli’lere kadar uzanan duru,
yalın bir söyleyiş, yalın bir şiir yapısı. Kendi kuşağından Turgay
Fişekçi’ye yakın bir şair.
BAŞARAN, MEHMET (Doğ. 1926)
Lüleburgaz’ın Ceylan köyünde doğdu. Kepirtepe Köy Enstitüsü
ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünü bitirdi. Uzun süre Türk
çe öğretmenliği yaptı. Yaşamını İstanbul’da sürdürüyor./Şür
kitapları: Ahlat Ağacı (1953), Karşılama (1958), Nisan Haritası
(1960), Kocakent (1963), PUrakh Memleket (1969), Gök Ekin (1975),
Meşe Seli (1982), Günler Tuz Rengi (1986), Sis Dağının Başında
Borana Bak Borana (1990), Eylülün Kızgın Soluğu (1996), Koca
Bir Traya Dünya (1997)./Şiir dışındaki türlerde de ürün veren
Mehmet Başaran Mehmetçik Mehmet adlı romanıyla 1979
Orhan Kemal roman armağınını kazandı./ İlk kitabında Orhan
Veli ve 1940’lahn toplumcu şiiriyle Kansu ve Külebi’nin ses ve
tema özellikleri görülüyor. Yalın, lirik, toplumcu bir şiir. Konu
larının köy yaşamından, köyün durumundan alınışları, kırsal
görüntüler, bu şiirlerin başlıca özelliklerinden. Mehmet Başaran’ın, konuşma dilinden kaynaklanan tutkulu bir anlatım tonu
var. En önemli temalarından biri (Talip Apaydın’ın bazı şiirle
rinde olduğu gibi) lirik, yalın bir yaşama sevgisi. Türkülerden
yararlanıyor. Giderek daha güncel özellikler taşıyan toplumcu
bir şiire yöneldi.
BAŞÇILLAR, SEYFETTİN (Doğ. 1930)
Kilis’te doğdu. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesini bitirdi./Şür Kitapları: Once Bulut Vardı (1959), Altın Çağı Ölümün
(1961), Çiçek ve Silah (1969)./ İkinci Yeninin getirdiği olanak
lardan dengeli bir biçimde yararlanan şairlerden.
BAŞTUĞ, İBRAHİM (Doğ. 1964)
Hafik’te (Sivas) doğdu. Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi./ Şiir kitapları: Çalınmış Kuyuları
B abil’in (1989), İpekteki Kareler (1995), Köz (2000)./ Köz, dörtlük
türüne yeni bir anlatım ve düşünce yoğunluğu kazandırma çaba
sıyla ilginç. Baştuğ, geleneksel şiirimizden, öykünmeci olmadan,
başanyla yararlanıyor.
BATUR, ENİS (Doğ. 1952)
Eskişehir’de doğdu. Orta öğrenimini İstanbul ve Ankara’da, yük
seköğrenimini Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Paris’te tamam
ladı. Yapı Kredi Yaymlan’m yönetiyor./ Şiir kitapları: Eros ve Hgades (1973), Bir Ortaçağ Yalnızlığı (1973), Nil (1975), Ara-Kitab
(1976), İbUs’e Göre İncil (1976), K andil (1981), Meseller Kitabı
(1981), S am tç(l985), Tuğralar (1985), Yazılar ve Tuğralar (1987),
Kom aProvalan (1991), GriDivan (1991), Perişey (1992), Darbve
Mesel (1995), Opera (1996), Doğu-Batı Divanı (1997), Sütte Ne
Çok Kan (1998), K anat H areketleri./Çağdaş şiirimizin O. Rifat, E.
Cansever, vb. ustalarının ürünleriyle ilintili, biçimde genellikle
düzyazı-şiir türünde olmakla birlikte arka planlarda yer yer A.
Ilhan ve lirizm tatlarının duyumsandığı, yoğun bilgi birikimiyle
oluşturulan bir şiir.” Antolojinin önceki basımlarında yer alan
bu değerlendirmeye, şu ekler yapılabilir: Enis Batur’un “şiir”yapı
lan, çoğunlukla, geleneksel ya da çağdaş şiirimizin en geniş ala
nını oluşturan lirik alana özgü ses ve yapı öğelerinin (uyak, vezin,
genellikle birinci tekil kişi -şairin kendisi- olan lirik özne, belli
aralıklarla birbirinden ayrılan dize kümeleri vb.) dışında kalı
yor. Şiirselliğin imge değerindeki benzetme ya da iğretilemelerle ilgili olduğunu söylemek de güç. Şairin kendi kişisel yaşanülanndan, somut izlenimlerinden, gündelik ya da felsefi anlamıyla
bireysel yaşamından çok, çeşitli ve birbirinden farklı kültür (bil
gi) alanlanndan (tarih, mitoloji, müzik, dilbilim, estetik, felse
fe, astronomi, simya, roman, şiir, resim vb. vb....) edinilmiş ve
benimsenmiş kavramlardan hareket edilerek oluşturulan bir şiir
izlenimi uyandınyor. Opera’da, T.S. Eliot epiğiyle, kimi şiirlerin
de Yunan şiirine (Seferis vb.) özgü bir şiir örgüsüyle yakınlıklar
görülebiliyor. Epik söyleminde Edip Cansever’le, O. Ince’yle,
kimi şiirlerindeki birinci tekil kişi tonlamalannda ve bireysellik
kültünde (“Asri Zamanlar” vb.) I. Özel’le yakınlık sezinleniyor.
BATUR, SABAHATTİN (Dog. 1920)
Devrek’te doğdu. Yüksek Öğretmen Okulu Felsefe bölümünü
bitirdi. Öğretmenlik, müzecilik, Topkapı Müzesi Müdürlüğü yapü. Sabahattin Batur 1940’lı yıllarda yayınladığı şiirlerini kitap
laştırmadı. “Evren ve kişi sorunlannı işleyen son şiirleri de ilgiy
le karşılandı.” (Ş.Rurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü.)
BEHRAM, NİHAT (Doğ. 1946)
Kars’ta doğdu. İlk öğrenimini Çankırı’da, lise öğrenimini Bursa
ve İstanbul’da tamamladı. Gazetecilik Yüksek Okulunda öğre
nimini sürdürürken TCK.nm 141. v.b maddelerine aykırı eylem
de bulunduğu savı ile tutuklandı (Mayıs 1972). Bir buçuk yıl
tutuklu kaldı. Daha sonra okulu bitirdi ve Vatan gazetesinde çalış
tı. "Halkın Dostlan” dergisinin yönetimine kaüldı ve ağabeyi
A.Behramoğlu ile birlikte "Militan” dergisini kurdu ve yönetti.
1980 yılından beri yaşamım ve çalışmalannı yurt dışında sürdür
mektedir./ Şiir Kitapları: Hayatımız Üstüne Şiirler (Toplatıldı,
kovuşturma açıldı, beraat etti, 1972), Fırtınayla Burayla Denenmiş
A rkadaşlıklar (1974), Dövüşe Dövüşe Yürünecek (1976), Hayatı
Tutuşturan Acılar (1978), Irmak Boylarında Turaç Seslerinde (1980),
Savrulmuş Bir Ömrün Günlerinden (1982). 1984 yılında Alman
ya’da M ilitan Şiirler başlığı altında şiirlerinden seçmeler yayın
landı. Yine Almanya’da, şiirlerinden geniş bir seçmeler içeren
bir başka kitabı daha yayınlandı: Ay Işığı Yana Yana (1986). Aynı
yıl, Heinrich Böll ailesince ve Almanya Kültür Bakanlığınca ortak
olarak verilen bir burs ödülünü kazandı. 1987’de Türkiye’de
Yine de Gülümseyerek adıyla şiirlerinden seçmeler yayımlandı.
Bunu Cenk Çeşitlemeleri (1988), Kundak (2000) vb. şiir kitaplan
izledi. Çocuk yazını türünde ürünler verdi ve siyasal nitelikli
röportaj anlatı türünde yenilik sayılabilecek yapıtlarını da kitaplaşürdı. Bunlardan, Deniz Gezmiş ve arkadaşlanna adanmış Dara
ğacında Üç Fidan (1967) yayınlanışmdan bugünlere (dönem
dönem yasaklanmasına karşın) üst üste basımlar yapan, kendi
türünde bir başyapıttır./”Yüksek sesi, toplumsal savaşımın çeşit
li durumlanm yansıtması, yaşamına bağlı duyarlıklan işlerken
lirizmi ile 70’li yıllarda kişilikleri beliren şairler arasında seçil
di.” (Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü.) Nihat Behram ilk
şiirlerini İsmet Özel, A.Behramoğlu ve İkinci Yeni şiirinin etki
alanlannda yazdı. Bu etkilenmelere karşın, daha ilk kitabıyla,
kendi kuşağının toplumsal ve psikolojik konumunu yansıtabil
mesi, acılı lirizmi, doğa betimlerindeki ince aynntıcılığıyla özgün
bir şair olarak belirdi. 1970 sonrası genç şairler kuşağını, ve genel
olarak gençliği, bu gençliğin acı deneyimlerini, özverisini ve inan
cındaki içtenliği kavramada Nihat Behram’m şiirleri ana bir kay
nak niteliğindedir. Yeni şiirlerinde halk şiirinin söyleyişlerine ve
halk diline ilgi, bu kaynaklardan da yararlanarak şiir dilinde yeni
sentezlere ulaşma çabası gözlemleniyor.
BEHRAMOĞLU, ATAOL (Doğ. 1942)
Çatalca’da (İstanbul) doğdu. İlk-orta öğrenimini Kars ve Çankı
rı’da, yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamla
dı. 1970-72 yıllarında Londra ve Paris’te, 72-74 yıllarında (Mos
kova Üniversitesi’nden aldığı bursla) Moskova’da yaşadı. İsmet
Ôzel’le “Halkın Dostlan”, Nihat Behram’la “Militan” dergileri
ni çıkanp yönetti. Şehir Tiyatrolannda dramaturgluk (1974-80),
kısa bir süre Adam Yaymevi’nde editörlük yaptı. 1982 yılında
Banş Derneği Davası nedeniyle 10 ay tutuklu kaldı. Bu davanın
1984’te mahkumiyede sonuçlanması üzerine aynı yıl gittiği Paris’
te 1989 yılı Haziran ayına kadar kaldı. Burada, Sorbonne Üni
versitesi’nin bir bölümü olan Centre de Poétique Comparée’de semi
nerler izledi, çalışmalar yapu. 1986 yılında Paris’te “Anka” adlı
(Fransızca-Türkçe) bir Türk edebiyat ve kültür dergisi çıkardı.
Dergi A. Behramoğlu’nun ülkeye dönüşünden sonra da uzun
süre yayınını sürdürdü. 1995-99 yılları arasında iki dönem Tür
kiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanlığı yaptı. “Cumhuriyet”
gazetesinde köşe yazarı, İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve EdebiyaU Bölümü’nde öğretim görevlisidir. Tüm yapıtlanna 1981 yılın
da Asya-Afrika Yazarlar Birliğinin Lotus Edebiyat Ödülü veril
di./ Şiir kitaplan: B ir Ermeni General (1965), B ir Gün M utlaka
(1970), Yolculuk, Özlem, Cesaret ve Kavga Şiirleri (1974), Ne Yağ
mur... Ne Şiirler (1976. Yeni basımı 1981’de koğuşturmaya uğra
yan ve yazarın bir süre gözalunda kalmasına yol açan kitap daha
sonra beraat ederek yeniden yayınlandı.) Kuşatmada (1978), Mus
tafa Suphi Destanı (1979), Dörtlükler (1980), İyi Bir Yurttaş Aranı
yor (1983), Eski Nisan (1987), Türkiye, Üzgün Yurdum, Güzel Yur
dum (1985 Almanya, 1990 İstanbul), Kızıma M ektuplar (1985
Almanya, 1991 İstanbul), Bebeklerin Ulusu Yok (1988), Sevgilimsin (1993), Aşk İki Kişiliktir (1999). Son iki kitap dışındaki şiir
kitaplan daha sonra B ir Gün Mutlaka, Yaşadıklarımdan Öğrendi
ğim Bir şey Var, Kızıma AMiMpZarbaşlıklanyla üç ciltte yayınlandı.
Şiir üstüne yazılannı Yaşayan Bir Şiir (1986), Şiirin Dili-Ana Dil
(1995) adlı iki kitapta topladı.
BEKTAŞ, CENGİZ (Do|. 1934)
Denizli’de doğdu. Münih Teknik Üniversitesi’ni bitirdikten sonra
Almanya’da bir kaç yıl Şehircilik ve mimarlık alanında uzman
lık çahşmalan yapü. 1999’da Türkiye Yazarlar Sendikası Genel
Başkanlığına seçildi. / Şiir Kitaplan: Kişi (1964), Akdeniz (1970),
Mor (1974), Dört Kişiydiler Bir De Ben (1975), Yeryüzünün Yüreği
(1978), YerDeli GökDeli (1979), ZeytinliFınn Sokağı (1981), Güz
Ey (1983). OnuBirden (Bütün Şiirleri, 1990), Dışların İçi (1994)./
Şiirlerinden başka mimarlık alanında deneme ve yazılan da yayın
landı. Mimarlıkta Eleştiri adlı yapıtıyla TDK 1967 Deneme Ödü
lünü kazandı./ Doğa ve insan sevgisi temalannı işleyen, yalın
dilli bir şiir.
BERFE, SÜREYYA (Dog. 1943)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fel
sefe Bölümünde bir süre öğrenim gördü. Şimdi İstanbul’da
metin yazan olarak çalışıyor./Şiir Kitaplan: Gün Ola (1SS9), Sav
rulan (1971), Hayat ile Şiir (1981). Bütün Şiirleri Ufkun Dışında
(1985) adıyla bir kitapta toplandı. Bunu Şiir Çalışmaları (1992,
Cemal Süreya Şiir Ödülü) izledi. / Süreyya Berfe (Kanıpak), İkin
ci Yeninin bazı olanaklanndan aşınya düşmeden yararlanarak
yazdığı şiirlerinden sonra Gün Ola’dayer alan bazı şiirlerindeki
halk şiiri ve türkü öğeleriyle göze çarpü. Böylece ikinci Yeni şii
rine tepki duyan yeni kuşak içinde yer aldı, ikinci kitabı Savru
lan’da Berfe’nin enternasyonal temalarla şiirinin ufkunu geniş
lettiği ve Nâzım Hikmet’in etki alanına girmiş olduğunu görü
yoruz. Son kitabı Hayat ile Şiir ‘de yer alan şiirlerinde, önceki
kitaplarında yer yer gözlemlenen popülist, slogancı ve soyut top
lumcu öğelerle tüm bağlarını koparan Berfe, halkın düşünme
tarzından, somut gerçeklikten kaynaklanarak yeni bir şiir dili
kurmaya yöneliyor. Konuşma dilinin çeşitli toplumsal katmanla
ra özgü sözcük, tonlama ve tümce yapısı özellikleri bu yeni üslup
arayışının temelini oluşturuyor. Bunu, kozmopolitleşen, lümpen
leşen toplumsal katmanların somut gerçekliğini yansıtabilmek
amacıyla yapıyor, şiirle nesir arasında kopuk düşünceler ve konuş
ma parçalarından oluşan yeni bir üsluba ulaşıyor. Artık iyimser
ve romantik de değil, ironi, bu yeni yönelişin belli başlı içeriksel
özü olarak ortaya çıkıyor. Kendisi ve çevresiyle sürekli bir hesap
laşmayı, toplumsal ilişkiler ve değerlerin çürümüşlüğünü, top
lumun içinde bireyin acılarını somut ve ayrıntılı olarak yansıt
ma çabasını taşıyan bu şiirler, ironinin yanı sıra kişiliğine daha
çok yaraşan içtenlik ve içlilikten de uzak değil.
BERK, İLHAN (Doğ. 1916)
Manisa’da doğdu. Necatibey Ilköğretmen Okulu’nu ve Ankara
Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümünü bitirdi. Bir süre öğret
menlik yaptıktan sonra Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Yayın
Bürosundaki çevirmenlik görevinden emekli oldu. Şimdi genel
likle Bodrum ’da, yazar ve çevirmen olarak yaşamını sürdürüyor./
Şiir Kitapları: Güneşi Yakanların Selamı (1955), İstanbul (1947),
Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953), Köroğlu (1955),
GalileDenizi (1958), Çivi Yazısı (1960), Otağ (1961), Mısırkalyoniğne (1962), Âşıkane (1968), Şenlikname (1972), Taş Baskısı
(1975), Atlas (1975), Kül (1979, aynı yılın TDKŞiir Ödülü), İstan
bul (1979, Behçet Necatigil Şiir Ödülü, 1980), Kitaplar Kitabı
(1981, tüm şiirlerinden seçmeler), Deniz Eskisi (1982, Yeditepe
1983 Şiir Armağanı), Şiirin Gizli Tarihi (1983), Delta ve Çocuk
(1984), Galata (1985), Pera (1990), Dün Dağlarda Dolaştım Evde
Yoktum (1993), Şeyler Kitabı (1997), Çok Yaşasın Sayılar (1998)./
Şiirlerinin yanı sıra özellikle Fransız şiirinden çok sayıda çeviri
leri vardır. Bir Dünya Şiiri Antolojisi ayrıca 1982’de Şifalı Otlar
Kitabı ve Bir Uzun Adam (Özyaşamsal anlatı), 1983’de El Yazıları
na Vuruyor Güneş (günlük) adlı yapıdan yayımlandı./Istanbul,
Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı kitaplannda Dağlarca, O.Rifat
ve Külebi’yle ortak duyarlık ve söyleyiş özellikleri gözlemleni
yor. Walt Whitman’la yakınlığı seziliyor. Köroğlu ’nda yine Dağlar
ca ve Nâzım Hikmet’le ortak söyleyiş özellikleri gözlemleniyor.
Çeşitli üslup arayışlannm denendiği, aydınlık, açık, betimci şiir
ler bunlar. Oz ve biçim dengesini yetkinliğe ulaştırarak asıl kişi
liğini bulduğu kitabının ise Galile Denizi olduğu söylenebilir. Bu
kitabındaki şiirlerle başlayan soyutlama eğilimleriyle ikinci Yeni’nin başlıca şairleri arasında yer almıştır. Batı şiirinin rondo, v.b.
türlerinin denendiği Çivi Yazısı’ndaki arayışlan Mısırkalyoniğne’de ‘lettrisme’e vanyor. Âşıkane’de bu kez Doğu şiirinin klasik
şiir yapılannı deneyen, beyit ve türkü biçimlerinden yararlanan
İlhan Berk’in şiiri Şenlikname’de iyice düzyazıya yaklaşmaktadır.
Çok kısa ve soyut şiirlerin yer aldığı Taşbaskısı’ndan sonra A tlas’
ta somut nesnelere, doğabilime ilgisi gözlemleniyor. Bu yapıtı,
İlhan Berk’in özellikle biçim alanında sentez kitabıdır. K ül’de
de aynı özellikleri sürdürüyor. Araştmcı kişiliği, özgün duyarlık
tan ve buluşlanyla, 20. yüzyıl Türk şiirinin en önemli şairleri ara
sındadır.
BERKÖZ, EGEMEN (Dog. 1941)
Karadeniz Ereğli’sinde doğdu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. İstanbul’da metin
yazarlığı yapıyor. Şiir kitapları: Çin Askeri Ah Devran (1966), Yal
nızlıklar, Yalnızlıklar (1977), Bu Kitapta Sen Nerdesin (1981), Yal
nız ve Birlikte (1985)./ 1960’lı yıllarda şiir yazan kuşağın İkinci
Yeniye en yakın şairlerinden. Kınk ve kesik kesik vurgulu, sim
geci ve izlenimci özellikler taşıyan bir şiiri var. Bu söyleyiş, onu
önceki kuşaklardan en çokNecatigil’le yakınlaştınyor. Alçak sesli,
kırık bir konuşma tonu... İlhan Berk ve Turgut Uyar etkilerinin
de gözlemlendiği şiirlerinde, bir aydının bunalımlarını, arayış
larını içtenlikle yansıtmaya çaba göstermesi bu şiirlerin içeriksel
bakımdan önemli bir özelliğidir.
BEYATU, YAHYA KEMAL (1884-1958)
Usküp’te doğdu. İlköğrenimini Usküp’te orta öğrenimini Selânik ve İstanbul Vefa İdadilerinde tamamladı. 1903 yılında Pari
s’e giderek Siyasal Bilgiler Fakültesine girdi. 1912 yılında yurda
döndükten sonra dil ve tarih konularında makaleler yayınladı.
1915 yılında Darülfünün (Üniversite) öğretim kadrosuna atan
dı. Kurtuluş Savaşının bitimine doğru (1923) Ankara’ya geçe
rek Hâkimiyeti Milliye gazetesinde başyazar oldu. Urfadan mil
letvekili seçildi (1923-1926). Daha sonra Varşova, Madrid elçi
liklerine atandı. (1926-1931). Tekirdağ ve İstanbul milletvekili
olarak 1935-1946 yılları arasında yeniden parlamentoya girdi.
1949’da Pakistan büyük elçisi iken emekliye ayrıldı. İstanbul’da
öldü./Yaşarken şiir kitabı yayınlamayan Yahya Kemal’in, ölümün
den sonra Yahya Kemal Enstitüsünce yayınlanan şiir kitapları:
Kendi Gök Kubbemiz (1961), Eski Şiirin Rüzgâriyle (1962), Rubailer
ve Hayyarn Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963). Tarih edebiyat, v.b.
konularında deneme, makale ve konferansları da aynı enstitüce
kitap olarak yayınlandı./Yahya Kemal şiir yazmaya lise yılların
da başlamıştı. Bu şiirleri başta Tevfık Fikret olmak üzere Serveti Fünun şairlerinin etkisi altındaydı. Kendi sözleriyle: “Kendi nes
limin bütün çocukları üzerinde olduğu gibi, ruhumda, ahlâkım
da, zevkimde lisanımda, sanaumda en büyük tesiri O (Fikret)
icra etmiştir” (bkz. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolo
jisi.) Yeni şiir denemelerine Fransa’da bulunduğu yıllarda başla
dı. Fakat dönüşünde de bunlan uzun süre yayınlamadı. Şiirleri
ilk kez 1918’de ‘Teni Mecmua”da yayınlanmaya başladı. Oysa
yeni şiirlerinin yazılış tarihi 1910 ve daha önceleridir, (bkz. a.g.y.)
Yahya Kemal’in yazmada ve yayınlamada bu titizliğinin, günü
müzdeki kültür, sanat hatta siyaset konulu tartışmalara da ışık
tutacak önemli nedenleri vardır. Paris’te Siyasal Bilgiler Oku
lunda öğrenim gördüğü sırada Albert Sorel’in tarih dersleri “Ona
tarih ortasında Türklüğü aramak ve bulmak gibi sonsuz bir heves
vermişti...” (bkz. Nihat Sami Banarlı. Resimli Türk Edebiyatı Tari
hi). Dönüşünde, gerek dil gerek Türklüğün kökenleri bakımın
dan Ziya Gökalp’le tartışmaya girdi (a.g.y.). Yahya Kemal’e göre
“Türklüğün kökeni Anadoluda’dır...” (bkz. a.g.y. ve Kenan Akyüz,
Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi.) Tarih (ulusal bilinç, ulusal
sanat) konusunda yoğun araştırmalarını ve düşüncelerini ulu
sal dil konusunda da sürdürüyordu. Ona göre “Bir dilin yalnız
kendine mahsus, süssüz, tabii, samimi, yalın ifade özellikleri “var
dır... (bkz. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi.) Türkçede ise kendi ifade özellikleri yerine tesirinde kaldığı Arap ve
özellikle Fars dilinin ifade özellikleri geçmiştir... (a.g.y.). Yahya
Kemal’e göre “Servet-i Fünun nazmının dili, sözcük topluluğu,
gramer ve hatta söz dizimi bakımından Türkçeden uzaklaşmış
yapma bir dildi... Bu dil, Fransız dilinin güçlü etkisi altında bir
tatlı su lehçesi haline gelmiştir... Ulusal bir çığır açabilmek için
ne Servet-i Fünun diline, ne de Divan nazımının diline bağlanı
labilir... Halk şiirinin dilini de fazla dar ve mahalli bulan şair, bu
durum karşısında bütün milletin birden mal edineceği bir şiirin
dili için tek imkân olarak konuşulan Türkçeyi görüyordu.”
(a.g.y.). Daha önce Tevfik Fikret, Rıza Tevfik, Mehmet Emin ve
Mehmet Âkif te belirtileri görülen bir Türkçedir bu (a.g.y.). Fakat
Yahya Kemal’in dili “Fikret’in daha çok konuşmalarla sınırlı
kalan, Rıza Tevfik’te bir düzen ve süreklilik sağlayamayan, Meh
met Emin’de İstanbul konuşmasının sınırlarını aşan ve kalıpla
şan, Mehmet Akif te fazla halklaşan ve bazen argolaşan Türkçelerden çok üstün niteliktedir... (a.g.y.). Aruz vezni ile Fikret kuv
vetli bir dış musikisi ve ustalıklı bir manzume lisanı vücuda getir
mişti. Bu vezni daha temiz, daha sade bir Türkçe ile dillendir
mek kudretini de Mehmet Akif göstermişti. Fakat tam on asırlık
bir atalar mirası olan bu güzel vezinle yalnız şiir söyleyen ilk büyük
şair Yahya Kemal oldu... (Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebi
yatı Tarihi). Yahya Kemal “ulusal ve Avrupacı sanatın sentezini “
yaratmış, “Türk edebiyatında bir şair ilk defa şiirin Avrupai geli
şimini yöntemsel bir görüşle incelemiştir” (bkz. a.g.y.) “Türk
şiiri bir yandan taklitçilikten kurtulup kendi kaynaklarına döne
rek ulusallaşacak, öte yandan modern şiirin bütün özelliklerine
sahip olacaktır...” (bkz. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Anto
lojisi.) Ulusal tarih, ulusal bilinç, ulusal dil konularındaki görüş
lerinin yanısıra, Stephan Mallarme’nin “Bir mısra, kelimelerin
yanyana dizilmesinden meydana gelir” tanımını benimseyen
Yahya Kemal’e göre, eski şiir anlayışında “..şair bir mevzuu, bir
fikri, bir hayali, bir hissi pürüzsüz ve selis bir ifade ile söylerse
işini görmüş, yani mısra söylemiş sayılırdı. Halbuki bu ikinci telâk
kide lisan pürüzsüzlüğü, selaset ve belagatin bütün kaideleri şii
rin söylenmesine kifayet etmiyordu... Şiir, ritmin lisan haline gel
mesi, yani söyleyişin bir musiki cümlesi olabilmek sırrına erişmesiydi...” (N.S. Banarlı, Resimli TürkEdebiyatı Tarihi.) “Fransa’
da, şiir, Yahya Kemal’i Pamas’cı şairlerin mükemmel manzu
meleri ve sembolizmin derin musikisi ile karşıladı... Fransız şii
rinde ilk dikkat ettiği hadise, başlangıçtan en yeni semboüst şair
lere kadar eski Yunan mısralarını Fransızca bir mısra haline getir
mek için giriştikleri ve başardıkları tarihi faaliyet oldu... Bir ara
lık Türk şiirini ve zevkini asırlardan beri almış olduğumuz Arap
ve Acem tesirlerinden uzaklaştırarak doğrudan doğruya Yunan
ve Latin edebi terbiyesine bağlamak” eğilimini duydu, (a.g.y.).
Bu eğilim onu, aynı mısralann Türkçedeki “ifade sırlarını” bul
mak gibi bir çalışmaya (a.g.y.) ve antik şiirin “berrak, külfetsiz,
samimi, aydınlık söyleyişine” yöneltti... (K.Akyüz, Batı Tesirinde
Türk Şiiri Antolojisi.) Muazzam ve titiz bir çalışmaya koyuldu
(a.g.y.). Şiir onun için “musikiden başka türlü bir musiki”, “içi
mizin ahengi”dir... (a.g.y.). “Sembolist şiirin büyük değer verdi
ği iç ahenkle pamasiyenlerin titizlikle temine çalıştıkları dış ahen
gi onda bağdaşmış olarak buluyoruz...” (a.g.y.). Buna karşılık,
“Fransız nazmına ait şekilleri pek az kullanmış, Servet-i Fünunun en çok tercih ettiği sone tarzına hiç rağbet etmemiş... gazel,
şarkı, mesnevi ve rubai tarzlarını kullanmıştır... Ahenk bakımın
dan çok daha mükemmel bulduğu aruzu heceye daima tercih
etmiştir...” (a.g.y.)./ Yahya Kemal sağlam bir kültür ve dil bilinci
üstüne kurduğu şiirlerindeki klasik yalınlık ve güçlülükle, sana
tının özünde ve biçiminde ulusal ve modem olanın, bireysel ve
toplumsal olanın, tarihsel ve çağdaş olanın sentezine ulaşmada
ki çabalan ve başarılarıyla, modem şiirimizin, (Kendi Gök Kub
bemiz'deki şiirleriyle) büyük bir kumcu ustası, klasiğidir. Bu özel
likleriyle, XX. yüzyıl dünya şiirinin de önemli şairleri arasında
bulunduğundan kuşku yoktur.
BİRSEL, SALÂH (1919-1999)
Bandırma’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fel
sefe Bölümü’nü bitirdi. İş müfettişliği, kitaplık müdürlüğü gibi
görevlerde bulundu. Ankara Üniversitesi Basımevi Müdürlüğü
yapu./ Şiir Kitaplan: Dünyalşleri (1947), H acivat’ın Karısı (1955),
Ases (1960), Kikirikname (1961), Haydar Haydar (1972), Varduman (1983), Yalelli (1994), InceDonanma (1994), Yaşama Sevinci
(1995), Rumba da Rumba (1995), Çarleston (1996), Nardenk
(1998). Bütün Şiirlerini 1981’de Köçekçeleradlı kitapta topladı.
Bunu Bütün Şiirleri (1986) izledi. Şiir kitaplannın yanısıra, şiir
kuramı, roman, deneme, günlük, anı türünde de çok sayıda yapıü
yayınlandı: Şiirin İlkeleri (1952), Şiir ve Cinayet (1975), Ah Beyoğlu
Vah Beyoğlu (1976), Boğaziçi Şıngır M ıngır (1979), P a f ile P uf
(1982). Bu kitabıyla Türkiye İş Bankası 1982 Büyük Edebiyat ödü
lünü, Şiir ve Cinayet ile TDK 1976 Deneme ödülünü kazanmıştır./Birsel başlarda 40’lı yıllar şiirinin genel temalanna, söyleyiş
özelliklerine yakın bir konumdadır. Şiirlerinin O.Veli ve Külebi
şiiriyle ortak söyleyiş özellikleri de vardır. Daha sonra ironi, taş
lama özellikleri taşıyan şiirleriyle (C.Süreya ve Ases’te de İ.Berk’le
yakınlıklarla) İkinci Yeni akım içinde özgün bir şair olarak yer
aldı. Şiirlerinde Fransız şiirinin (Apollinaire, v.b.) söyleyiş ve
biçim özellikleri görülebiliyor. İroni ve humor özellikleri taşı
yan şiirleriyle modem şiirimizi temalar ve dil bakımından demokratlaştırmış, geliştirmiş şairler arasındadır.
BOLAT, SALİH (Doğ. 1956)
Adana’da doğdu. Ankara I.T.I. Akademisinin Sosyal Politika bölü
münü bitirdi. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde Öğre
tim Üyesidir./ Şiir kitapları: Yaşanan (1983), Bir Afişin Önünde
(1986), Sınır ve Sonsuz (1988), Karşılaşma (1992), Gece Tanıklığı
(1999). Yaşanan adlı kitabıyla Akademi Kitabevi Şiir Başarı Ödü
lünü, Bir Afişin Önünde (1986) adlı kitabıyla 1986 Yaşar Nabi
Nayır Şiiri Ödülünü, Karşılaşma ile de Ceyhun Atuf Kansu Şiir
Ödülü’nü kazandı./ Dize sonlarındaki fiillerin birbirini kesinti
siz izlemesiyle oluşturulan uyaklama yöntemi ve bazı şiirlerinin
genel atmosferi bakımından A Jlhan’dan ve yine pek çok şiirin
de başta Haşan Hüseyin olmak üzere çeşitli toplumcu şairlerin
yöntemlerinden yoğun etkilenmelere karşın kendine özgü bir
sese ve özgünlüğe ulaşmış bir şair. Düşünce yoğunluğu şiirinin
her zaman önemli bir öğesidir. Kendine özgü bir sese ve özgün
lüğe ulaşmış bir şair.
BOLAYIR, ALİ EKREM (1867-1937)
İstanbul’da doğdu. Namık Kemal’in oğludur. Saray mabeyinci
liği, mutasarrıflık ve valilik görevlerinde bulundu. İstanbul Darül
fünununda, Galatasaray’da müderrislik ve öğretmenlik yapü.
İstanbul’da öldü./Şiir Kitapları: Ruh-i Kemal (1909), Zilâl-i ilham
(1909), Çocuk Şiirleri (1917), Ordunun Defteri (1918), Şiir Demeti
(1925), Vicdan Alevleri (1925) Türk-Yunan Savaşı sırasında yaz
dığı Vasiyyet ve Birinci Dünya ve Kurtuluş Savası sırasındaki kah
ramanlık şiirleriyle tanınan Bolayır’m bu antolojiye aldığımız
Firkete adlı şiiri, ‘bir nesnenin şiirleştirilmesi’ diye tanımlanabi
lecek ve günümüzde de kimi şairlerce ilgi gören bir Serveti
Fünun yönteminin ilginç ve başarılı bir örneği...
BÖLÜKBAŞI, RIZA TEVFİK (1869-1949)
Edirne’de doğdu. Tıbbiye Mektebini bitirdi. II. Meşrutiyette Edir
ne’den mebus seçildi. Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nm iktidara gel
diği Mütareke yıllarında Maarif Nazırlığı, Devlet Şûrası Reisliği
gibi görevlerde bulundu. Damat Ferit Hükümetinin baş temsil
cisi olarak Sevr Antlaşmasını imzaladı. Kurtuluştan sonra Türki
ye Büyük Millet Meclisi’nce yurt dışına çıkarılanlardandır.
1943’teki AfYasasına kadar Lübnan’da yaşadı. İstanbul’da öldü./
Şiir Kitabı: Serâb-ı Ömrüm, (1934, Kıbrıs; 2. basım 1949, İstanbul.)
Halk şiirimizin çeşitli türlerine öykünerek yazdığı şiirlerde şiiri
mize yeni söyleyiş olanakları araması ve bu alanda öncü olmasıy
la tanınıyor. Antolojilerde genellikle yer alan "Uçun Kuşlar”
adlı şiiri, özlemdeki içtenlik, betimlerdeki renklilik, anlatıştaki
yalınlık ve akıcılıkla yeni hece şiirinin engüzel örneklerinden
biridir.
BUDAK, ABDÜLKADİR (Dog. 1952)
Hafik’te (Sivas) doğdu. Lise öğrenimini Ankara’da tamamladık
tan sonra Kayseri’de devlet memuru olarak çalıştı ve bu görevin
den emekli oldu. Yaşamını Ankara’da sürdürüyor./ Şiir kitapla
rı: Geçti ilk YazDenemesi (1978), Şimdi Yaz (1980), Gömleğim Leyla
Desenli (1 9 8 1 ),Sevdanın Son Keremi (1985), İmzası Gül (1983,
Ceyhun Atuf Kansu ve Orhon Murat Anbumu Şiir Ödülleri),
Yanlış Anka Destanı (1994), Aşk Beni Geçer (1997), Endişeli Fesle
ğen (1999)./ 1970’li yıllarda adını duyuran şairlerden Abdülkadir Budak’ın genellikle kısa dizeli şiirlerinde Necatigil okulun
da kazanılmış bir işçiliğin izleri görülüyordu. A. Budak son yıl
larda yayınladığı ürünlerde ulaştığı lirik yoğunluk, düşünsel dün
yasındaki özgünlükler, mecaz ve imge zenginlikleriyle günümüz
şiirinin önde gelen şairleri arasında yer aldı.
BULUT, ABDÜLKADİR (1943-1985)
Anamur’un Akine köyünde doğdu. Akşehir Ilköğretmen Oku
lunu bitirdikten sonra öğretmenlik görevini sürdürürken bir tra
fik kazasında yaşamını yitirdi./Şiir Kitapları: Sen Tek Başına Değil
sin (1976), Acılar Yurd.um.dur (1981), Yakımlar (1982), Gözyaşları
da Çiçek Açar (1983), Yurdumun Şiir Defteri (1985).Bütün şiirleri
1987’de Ülkemin Şiir Atlası adıyla yayımlandı./ Şiirleri 1960’lı
yıllarda yayınlanmaya başlayan Abdülkadir Bulut asıl kişiliğini
1970’li yıllarda yayınladığı şiirlerle kazandı ve yeni kuşağın önde
gelen şairleri arasında yer aldı. İlk kitabında (A.Budak’ta oldu
ğu gibi) Necatigil okulundan geçmişliğin izleri var. Tutumlu bir
söz işçisi. Şiiri kendini hemen ele vermiyor, doğadan, halk insa
nının yaşamından çıkartılmış görüntülerle, simgeci özellikler taşı
yan bir yöntemle, yazıyor. Yöresel sözcük ve deyimlerden ölçülü
bir tutumla yararlanıyor. Tok bir sesi var. Ahmed Ariften, önemli
ölçüde Nihat Behram’dan, kimi yerde İsmet Özel’den etkilen
miş olduğu gözlemleniyor. 70’li yıllar şiirinde genç bir devrimci
nin içdökmesi, kendisiyle hesaplaşması, kendisine ve arkadaşla
rına sabır ve direnç dilemesi, inancını sınaması, vb. sözleriyle
tanımlayabileceğimiz temalar, genel konuşma tonu ve edası,
Abdülkadir Bulut’un şiirlerinde halksal bir bilgelik, alçakgönüllük ve ağırbaşlılıkla birleşiyor.
BURKAY, KEMAL (Dog. 1937)
Tunceli Mazgirt ilçesinin Kızılkale köyünde doğdu. Dicle Köy
Enstitüsü’nü, daha sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Elazığı ve Tunceli’de avukatlık yapü. Siyasal nedenler
le uzun süredir yurt dışında yaşamaktadır. / Şiir kitaplan: Pran
galar (1967), Dersim (1975)./ A. İlhan, C. Külebi, B. Necatigil,
başta C. Süreya olmak üzere ikinci Yeni şiir dünyalan içinden
kendi sesini arayan şiiri, Gülümse (1963) vb. ürünlerle özgün sen
tezlere ulaştı. Lirik, yumuşak, duygu yüklü tonlamalar, toplum
sal konulu şiirlerinde de (Prangalar, vb.) varlığım sürdürdü. /
”Bir şiir de, soy bir şiir tohumundan gelişerek oluşmuş, eleği
min ortasında sapasağlam duruyor. Kemal Burkay’ın Gülümse
adlı şüri. Onu tümüyle, diliyle, havasıyla, yapısıyla seviyorum. (.... )
Ozan, birdenbire, ‘Bir kedim bile yok anlıyor musun’ diye, haya
tın özünü, şiirin orta yerine oturtuveren insandır.” (C. Atuf Kansu, Varlık Dergisi)
CANBERK, ERAY (Dog. 1940)
İstanbul’da doğdu. Bir süre Yüksek Öğretmen Okulu Fransız Dili
ve Edebiyatı bölümünde öğrenim gördü. Yaymevlerinde çalıştı,
ilkokul öğretmenliği yapü. Afşar Timuçin ’le birlikte Kavram Yayınevi’ni kurdu, yönetti. Şimdi İstanbul’da yazar ve çevirmen ola
rak yaşamını sürdürüyor./ Şiir kitapları: Kuytu Sular (1969), Yüre
ğin Burkulduğu Zaman (1983), Ebrular (1997)./ Dünya şiirinden
çevirileri de çeşitli kitaplarda yayınlandı./Az yayınlayan, özenli,
incelikli bir dil işçisi. Şüri, yapısı bakımından Necatigil okulun
dan sayılabilir. Duyarlığı ise, Dranas’a, Necip Fazıl’a, Servet-i
Fünun şairlerine kadar uzanıyor. Ama bu duygululuğunu gün
cel çevreyle ve sorunlarla dengeleyebiliyor.
CANSEVER, EDİP (1928-1986)
İstanbul’da doğdu. Bir süre Yüksek Ticaret Okulunda okudu.
Ticaretle uğraştı. Bodrum’da geçirdiği bir beyin kanaması sonu
cunda İstanbul’da yaşamını yitirdi. Şiir kitapları: İkindi Üstü
(1947), Dirlik Düzenlik (1954), Yerçekimli K aranfil (1957, Yeditepe Şiir Ödülü 1958), Umutsuzlar Parkı (1958), Petrol (1959), NerdeAnügone (1961), Tragedyalar (1964), Çağrılmayan Yakup (1966),
Kirli Ağustos (1970), Sonrası K alır (1974), Ben Ruhi Bey Nasılım
(1976,1977 TDK Şiir Ödülü), Sevda ile Sevgi (1977), ŞairinSeyir
Defteri (1980) ve toplu şiirlerinin yer aldığı Yeniden (1981, Sedat
Simavi Vakfi Edebiyat Ödülü.). Bunları Bezik Oynayan Kadınlar
(1982), İlkyaz Şikayetçileri (1984), OteüerKenti (1985) adlı şiir kitap
ları izledi. Ölümünden sonra, toplu şiirleri Adam Yaymevi’nce
iki büyük ciltte yayınlandı (1990). ikinci Yeni’nin özgün ve en
çok ürün veren şairlerinden Edip Cansever, ilk kitaplanyla Orhan
Veli kuşağının etki alanında görünüyor. Fakat bu kitaplanndaki
bazı şiirlerde de Behçet Necatigil etkileri ve gerçeküstücülükle
kınlmış, şaşırtmacah bir dil kullanılıyor. Kendi şiirini kurduğu
kitap Yerçekimli K aranfil’dir. Yer yer I.Berk ve yine Orhan Veli etki
lerine karşın, bu kitaptaki şiirler, şairin nesnelere bakıştaki özgün
lüğüyle, söz dizimi ve metaforlardaki yeniliklerle, çağdaş şiiri
mizde yeni bir dönemin önemli ve başanh örnekleridir. Umut
suzlar Parkı’ndaki çoğaltımcı, öyküleyici, uzun şiirlerden sonra
Petrol’de iyi işlenmiş, sağlam kurgulu şiirlerle, yine çoğaltımcı,
düzyazıya yaklaşan şiirleri bir arada görüyoruz. Nerde Antigone ’de
belirgin bir T.S. Eliot etkisi gözlemleniyor. (Bu kitapta yer alan
şiirlerden "Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka” dize
tekrarlan, kurgusu, genel atmosferiyle tipik bir Eliot şiiridir.)
Tragedyalar’da tekdüze bir dünya, tekdüze bir üslupla betimleni
yor. Cansever’in Turgut Uyar’la yakınlaştığı bir kitabıdır bu. Şiir
leri hem çok ve çeşitli etkilenimler tanıyan, hem de gerek kendi
döneminin şairleri gerekse kendinden sonraki kuşaktan şairler
üzerindeki şiir dili, dize yapısı bakımından etkileri gözlemlenen
Edip Cansever, İsmet Özel’i hemen her kitabıyla etkilemiştir.
Ataol Behramoğlu’nun bazı dize ve söyleyişlerinde etkileri görü
lüyor. "Mendilimde Kan Sesleri” adlı şiir ise (Sonrası Kahr), Refik
Durbaş ve Süreyya Berfe’nin yeni şiirleri için çıkış noktaların
dan biri olmuştur denilebilir.
CEMAL SÜREYA (1931-1990)
Erzincan’da doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Maliye
Müfettişliği yaptı. Papirüs dergisini çıkanp yönetti. İstanbul’da
serbest yazarlık ve çevirmenlik yapü./Şiir kitapları: Üvercinka
(1958, Yeditepe Şiir Ödülü 1959), Göçebe (1965, TDK Şiir Ödü
lü, 1966), Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973), üç kitabındaki şiirle
ri yeni eklediği şiirlerle “’Uçurumda Açan” 1984’de yeniden
yayınlandı: Sevda Sikleri.. Bunları, Güz Bitiği (1988), Sıcak Nal
(1988) kitaplan izledi. Denemelerini Şapkam Dolu Çiçekle (1976),
Günübirlik (1982) adlı kitaplarda topladı. Fransız yazınından da
şiir ve anlan türünde çevirileri kitap olarak yayınlandı./ “Atilla
İlhan, Cahit Külebi, yer yer Ahmet Muhip şiirinin en yüksek geliş
me düzeylerinden pek cesur girişimlerle yararlanarak kendine
özgü dil ve sözcük oyunlanyla yeni biçimler aramak istedi. Orhan
Veli şiirinin, kendisine öykünenleri hemen ele veren yapısına
sokulmaktan korkan kişilere yeni deneyim olanakları açtı.”
(Ş.Kurdakul, Sairler ve Yazarlar Sözlüğü.) Üvercinka’da İkinci Yeni
şiirinin hem en iyi, hem en kötü (mekanik) örneklerini bir ara
da görüyoruz. Bugün artık eskimiş yenilikler, basit şaşırtmaca
lar, v.b. Buna karşılık, konuşma dili tadından uzaklaşmayan bu
şiirlerdeki özgün buluşlar, zekâ ve ironi, şiirimiz için yeni söz
cükler, benzetmeler, Dranas, O.Veli şiir dilinin yanısıra Apollinaire, Eluard gibi şairlerin kimi özelliklerinin iyi özümsendiğini
gösteren sağlam bir dize yapısı, Cemal Süreya şiirinin genel özel
liklerini oluşturuyor. Yeni sözcükler ve betimlerle dile getirilen
dengeli ama gözüpek bir erotizm de bu şiirlerin temel bir özel
liği. Son şiirlerinde, dilin çeşitli alanlanndan alınmış sözcük ve
kavranılan, bu alanlarla ilintisiz konular için kullanma yöntemi
ni uyguluyor. Yine son şiirlerinde (Göçebe’deki bazı şiirlerde)
soyutlamalardan uzaklaşarak, klasik şiir yapısı ve söyleyiş güzelli
ğine, zekâ, ironi ve duygunun başanyla dengelendiği şiirlere dön
düğü gözlemleniyor. Kendi dönemini ve kendinden sonraki kuşa
ğı önemli ölçüde etkilemiş şairlerden.
CENAP ŞAHABETTİN (1809-1934)
Manasür’da doğdu. Askeri Tıbbiye Mektebi’ni bitirdikten son
ra dört yıl Paris’te ihtisas yaptı. Edebiyat Fakültesi’nde Osmanlı
Edebiyaü Tarihi müderrisliği görevinde bulundu. Yaşarken şiir
kitabı yayınlanmadı. Şiirleri ölümünden sonra çeşitli inceleme
ve derlemelerde yer aldı./Bütün Şiirim 1984’de yayınlandı. Yayın
lanmış oyunlan, deneme ve özdeyişleri vardır./Muallim Naci’yi
taklit etmiş, Hâmid ve Recaizâde’nin etkisinde kalmıştır. Fran
sa’da bulunduğu dört yıl Verlaine ve Mallarmé’yi okumuş, Hazine-i Fünun dergisinde yayımladığı şiirlerde yeni biçimler ara
mış... Edebiyat-ı Cedide akımının benimsediği ilkelerin savunu
cusu olmuştur (Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü.)/ Cenap
Şahabettin’in, dönemi bakımından yenilikçi şiirlerini dillerinin
eskimişliği nedeniyle bugünün kuşaklarının anlaması olanaksız.
Bunlardan, biçimde getirdiği yeniliklerle ünlü ve önemli olanı,
"Elhân-ı Şitâ”dır. Antolojiye aldığımız, şairin son yıllarının ürün
lerinden "Senin İçin” adlı şiir, özgün benzetmeler ve önemli
ölçüde yenilenmiş diliyle ilgiçekici.
CENGİZ, METİN (Doğ. 1953)
Kars’ta doğdu. Orta öğrenimini bu kentte, yüksek öğrenimini
Erzurum Atatürk Üniversitesi ve İstanbul Marmara Üniversitesi
Fransızca bölümünde tamamladı. 12 Eylül döneminde iki yıl
tutuklu kaldı. Bir süre Fransızca öğretmenliği yaptıktan sonra,
gazetecilik ve çeşitli yaymevlerinde redaktörlük yaptı, yaşamını
çevirmen olarak sürdürmektedir./Şiir Kitapları: Bir Tufan Son
rası (1988), Büyük Sevişme (1989), Zehirinde Açan Zambak (1991),
İpek’A (1993), Şarkılar Kitabı (1995), Gençlik Çağı (1998). Fran
sız şairlerinden çeviriler yaptı, Pablo Neruda’dan şiir çevirileri
kitap olarak yayınlandı: Aşk Soneleri (1991)./İlginç, özgün ayrın
tılarla, klasik bir dize sağlamlığını, rahat, yalın bir söyleyişle bağdaştırabilen bir şair.
CENGİZKAN, ALİ (Doğ. 1954)
Ankara’da doğdu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi. Aynı fakültede yüksek lisans öğrenimi gördü. Yarın
dergisinin yönetici ve yazarları arasında yer aldı./Şiir Kitapları:
Şenlere (1980), Çocuk Ömrümüz (1982, Haşan Hüseyin Jüri Ödü
lü, 1983), Yunan Dosyası (1983), Yürüyüşler ve Duruşlar (1984),
Bağımlı Şiir (1986) Ankara Ankara Güzel Ankara (1987), Sürek
Avında Dünya (1994). Yunan Dosyası adlı yapıtıyla 1982 Abdi İpek
çi DosÜuk ve Barış Ödülü Şiir Dalı Birinciliğini Yaşar Miraç’la
paylaştı./Genç kuşağın az ve öz yazan şairlerinden. Humor ve
lirizmi birleştirebildiği şiirlerinde başarılı. 60 sonrası toplumcu
şiirimizle doğrudan kan bağı var. Biçimde A.İlhan, humor ve
ironide C.Süreya, C.Yücel ve M.Eloğlu şiirleriyle bağıntılı.
CEVDET KUDRET (1907-1998)
İstanbul’da doğdu. ‘Yedi Meşale’ hareketi içinde yer aldı İstan
bul Hukuk Fakültesini bitirdi. Edebiyat Öğretmenliği, avukat
lık, Bilgi Yayınevi’nde danışmanhk yaptı. Ölümünden sonra adı
na ailesince “Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü” konuldu./ Birinci
Perde (1929) adıyla bir şiir kitabı yayınlayan Cevdet Kudret’in
roman, inceleme, oyun türünde yapıtları vardır. Ortaoyunu
(1973) yapıtıyla, TDK 1974 Bilim Ödülü’nü kazandı./”Edebiyata şiirle başlayan Cevdet Kudret, kişinin evren karşısındaki yal
nızlığını işlediği genellikle hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerinde,
dönemin beğeni ölçülerini aşan mısralar getirmiş, ”On Ölüm
Şarkısı”nda bireysel dramı çeşitli yönleriyle yansıtabilmiştir.”
(Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü.)
CUMALI, NECATİ (1921-2001)
Florina’da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitir
di. Memurluk ve avukatlık yaptı. Bir süre Türkiye’nin Paris ata
şeliğinde çalıştı. Şimdi İstanbul’da yaşamını yazarlıkla sürdürmektedir./Şiir Kitapları: Kızılçulhı Yolu (1943), Harbe Gidenin Şar
kıları (1945), Mayıs Ayı Notlan (1947), Güzel Aydınlık (1951),
Denizin ilk Yükselişi (ilk üç kitabının yeni basımı, eklemelerle,
1954), İmbatla Gelen (1955), Güneş Çizgisi (1957), Yağmurlu Deniz
(1968, TDK 19,69 Şiir Ödülü), Başaklar Gebe (1970), Ceylan Ağıdı
(1974), Aç Güneş (bütün şiirleri, 1980), Bozkırda Bir Atlı (1981),
Yarasın Beyler (1982), Aşklar Yalnızlıklar (1985, toplu şiirler I),
Kısmeti Kapalı Gençlik (1986, toplu şiirler II). Aynı zamanda hikâ
ye, roman ve oyun yazarı olan Necati Cumalı, Değişik Gözle adlı
hikâye kitabıyla 1957 Sait Faik Hikâye Armağanfnı kazandı./
Kızılçullu Yolu’nda Orhan Veli ve Külebi’yle ortak özelliklerin
yanısıra, Dranas’a uzanan bir lirizm görülüyor. İçten ve kişisel
bir şiir. Harbe Gidenin Şarkılan’nda 1940’lı yıllar toplumcu şiirle
riyle, A.Kadir’le yakınlıklar gözlemleniyor. Kitaplarında, kişisel
yaşamı izlenebilen şairlerdendir. Kendi yaşamından çıkarılmış
şiirlerin yer aldığı Mayıs Ayı Notlan ’ndan sonra, Güzel Aydınlık ’ta,
halk insanlarını, taşrayı, kenar mahalleleri, orospuları anlaüyor.
Külebi lirizmiyle akrabalığı olan, hüzünlü bir lirizm, bir iç dök
me tonu ve türkü tadı var bu şiirlerde. O.Wılde, Apolinaire etki
leri taşıyan erotik şiirlerde ve aşk şiirlerinde psikolojik ayrıntıla
ra iniyor. Öyküleme ve anlaü özelliklerinin ağır bastığı imbatla
Gelen’den sonra en başarılı kitabı sayılabilecek Güneş Çizgisi’nde
yumuşak bir izlenimcilik, sıcak, ince bir lirizmle, yalın bir şiirin
örneklerini veriyor. Bu şiirlerin başlıca temaları, çocukluk yılla
rı, doğa ve anımsayışlardır... Alttan alta Orhan Veli ve Dranas’la
kan bağı duyumsanıyor. Yağmurlu Deniz erotik şiirleriyle başarılı.
Son şiirlerinde ise ‘düşünce şiiri’ne, M.C.Anday temalarına yakın
lık duyduğu görülüyor. Bozktrda Bir Atlı, kısa dizelerle yazılmış,
özde ve biçimde olgun şiirler toplamı. Bir Lorca ve Yunus yalın
lığıyla, ülke, şimdiki zaman, tarih ve doğa sentezine ulaşılıyor.
Çağdaş şiirimizin, her dönemde belli başan düzeyi üstünde kal
mış, üretken, önemli bir şairi.
ÇAĞLAR, BEHÇET KEMAL (1908-1969)
Erzincan’da doğdu. Zonguldak Yüksek Maden Mühendis Mek
tebini bitirdikten sonra mesleğiyle ilgili çalışmalarda bulunmak
üzere Fransa’ya gönderildi. Dönüşünde İktisat Bakanlığı’nda
görev aldı. Halkevleri müfettişliği yaptı. Erzincan’dan milletve
kili seçildi. Robert Kolej’de öğretmenlik yaptı. Şadırvan adlı sanat
dergisini kurdu. 27 Mayıs 1960’tan sonra toplanan Kurucu Mec
lise üye seçildi. TRT Yönetim Kurulu başkanlığı, Akbank’ta müşa
virlik gibi görevlerde bulundu./Şiir kitapları: Erciyas’tan Kopan
Çığ (1932), Burada Bir Kalp Çarpıyor (1933), Benden İçeri (1966,
bütün şiirleri ve şiir çevirileri). Manzum oyunları ve gezi notları
da kitap olarak yayınlandı./Faruk Nafiz, Necip Fazıl, v.b. çıkışlı
bir şair. Şiirlerinde (özellikle, bir tür olarak başlattığı Atatürk
konulu şiirlerde) söylevci bir eda vardır. Bu tür şiirlerde, Nâzım
Hikmet’in ilk dönem özgür koşuk şiirlerindeki ses ve vurgu özel
liklerinden etkilenmiş olduğu söylenebilir. Ömer Bedrettin,
Keihalettin Kamu gibi şairlerin içten lirizminden uzak olmakla
birlikte, yurdu denebilir ki kanş karış dolaşarak âşık tarzında
(ve bu tarzın dışında) yazdığı ‘memleketçi’ şiirleriyle, çağdaş şii
rimizde kendine özgü bir yer kazanmıştır. Bu anlamda Ahmet
Kutsi Tecer’le yakınlığı olan bir şair.
ÇAMLIBEL, FAJRUK NAFİZ (1898-1973)
İstanbul’da doğdu. Bir süre Tıp Fakültesinde okudu. Ankara ve
İstanbul’da, lise ve öğretmen okullarında öğretmenlik yaptı.
1946-60 yılları arasında İstanbul milletvekili oldu. 27 Mayıs
1960’tan sonra bir süre Yassıada’da tutuklu kaldı. / Şiir kitapla
rı: Şarkın Sultanları (1918), Gönülden Gönüle (1919), Dinle Ney
den (1919), Çoban Çeşmesi (1926), Suda H alkalar (1928), Bir Ömür
Böyle Geçti (1933), Elimle Seçtiklerim (1934), Akarsu (1937), Tatlı
Sert (mizah şiirleri, 1938), A km a Türküleri (1938), Heyecan ve
Sükûn (1959), Zindan Duvarları (1962), Han Duvarları (seçme
şürler, 1969). Oyun, manzum oyun, roman türünde de yapıtları
vardır. / Bazı ilk şiirlerinde Fikret ve Cenap “’Gurbet” , Hâşim
‘’Kış Bahçeleri” ve bunların pek çoğunda Yahya Kemal etkileri
görülüyor. Sofra şiirindeki uyaklar, Sina’ya İnen Nur, Şarkın Sul
tanları, v.b. şiirlerindeki özgün ve etkileyici fiil kipleri ve edasıy
la Orhan Veli’yi, ilk ölçülü uyaklı şiirlerinde, Oktay Rıfat, Melih
Cevdet, Dranas, v.b. şairleri etkilemiş olduğu gözlemleniyor...
Yine Lale Devri şiirindeki edayı, daha sonra Dağlarca’nın bazı
şiirlerinde görüyoruz. Toplumcu bir eleştiricilikten bireyselliğe,
bohem eğilimlerinden gizemciliğe, romantizmden aşırı ten tut
kusuna gidip gelen bir şair... Başta Necip Fazıl, Orhan Seyfi, v.b.
olmak üzere, döneminin hececi şairleriyle ortak özellikleri olan
(bkz. "Kır Türküsü” , ‘’Yasalar” , "Onlar” , v.b.), döneminin şair
lerini ve sonraki kuşaklan etkileyen Faruk Nafiz Çamlıbel, ‘mem
leketçi’ şiirlerinde oldukça sığ bir halk şiiri ve türküsü öykünmeciliği düzeyini aşamamış, Kemalettin Kamu ve özellikle Ömer
Bedrettin’in aynı tür şiirlerindeki içten lirizme ulaşamamış
olmakla birlikte “...yıllarca dillerden düşmeyen "Han Duvarla
rı” , "Çoban Çeşmesi” gibi ünlü parçalar Türkçenin kendini
kazanma ülküsünü kuramdan eyleme geçirme yıllannın başlıca
örnekleri arasındadır. Asıl ününü yaratan ürünlerini verdiği bu
yıllarında okunduğu ölçüde etkili olamaması, düşünür kişiliği
nin yetersizliğine bağlanabilir. Buna karşılık yenilik edebiyatı
mızın geçiş döneminde dili, tekniği ve romantik İstanbullu kişi
liğiyle de olsa Anadolu gerçeğine açılması özellikleriyle dilimi
zin gelişme aşamasındaki yeri yadsınamaz.” (Ş.Kurdakul, Şairler
ve Yazarlar Sözlüğü.)
ÇANKAYA, EROL (Doğ. 1953)
Turgutlu lisesini, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini
bitirdi./Şiir kitaplan: Cehennem Bizız (1976), Asıl Adı Gökyüzü
(1985) /. Ö.F. Toprak’ın şiirlerini anımsatan bol sözcüklü ve uzun
şiirlerden sonra, dergilerde yayınlanan son bir kaç ürününde
daha yalın ve tutumlu bir söyleyişe, humorlu ve lirik bir anlatı
ma yöneldiği gözlemleniyor.
ÇAPAN, CEVAT (Dog. 1933)
Danca’da doğdu. İngiltere’de Cambridge Üniversitesi İngiliz
Edebiyatı bölümünü bitirdi. İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolo
jisinde 1975’te profesör oldu. Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğre
tim üyesi olarak çalıştı. / Tiyatro sorunlan üstüne çeşitli yapıtla-
nn yazan olan Cevat Çapan, Ingiliz, Amerikan, Yunan şiirinden
çok sayıda çeviriler yapu. 1985’te, kendi şiirlerini de bir kitapta
topladı: Dön GüvercinDön (1985). Bunu, Doğal Tarih (1989), Sev
da Yaratan (1994), Seçme Şiirler (1998), Ne Güzel Yolculuktu
Aklımdan Çıkmaz (2001) izledi./ İlk kitabıyla 1986 Behçet Neca
tigil Şiir Ödülünü kazandı. Türk şiirine özgü yalın, açık, aydın
lık duyarlık ve söyleyiş özellikleriyle, konuşma dili tatlan ve yine
Türk şiirine özgün lirizm ve humor öğeleriyle 70’li yılların genç
ozanlanna özgü tema ve söyleyiş öğelerinin birarada bulundu
ğu şiirler, “’...abartısız, yakmmasız, hep alçak sesle söylenen...”
(F.Naci) bir şiir...
ÇELEBİ, ASAF HALET (1907-1958)
İstanbul’da doğdu. Galatasaray Sultanîsinin son smıflanndan
Adliye Meslek Mektebine geçti. Okulu bitirince çeşitli memuri
yetlerde bulundu. / Şiir kitaplan: He (1942), Lâm elif (1945), Om
M ani Padme Hum (ilk kitaplan ile yeni şiirleri bir arada, 1953).
Eski doğu kültürü, düşünür ve şairleri üzerine incelemeleri de
kitap olarak yayınlandı./Asaf Halet Çelebi’ye göre “Mesele esa
sen, müşahhas malzeme ile mücerret olan hayali yaşatabilmek
tedir. Yani mücerret şiir, bilakis, mücerret mefhumlu kelimeler
den mümkün mertebe soyunmuş olan ve toplu bir halde mücer
ret bir mana anlatan ve bize o ihsası veren ruh ânının ifadesini
taşıyan şiirdir.” (bkz. Ş. Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü.)/
Şiirleri özellikle biçim ve ses öğeleri bakımından başta Orhan
Veli olmak üzere (bkz. "Şehir” , "Mâra” , "Uyanıklık” , "İnsan
lar” , "Kedi” ) Dağlarca (bkz. "Güneşin Işığı” ), Sait Faik (bkz.
"Misafir” ), v.b. şairlerle ortak öğeler taşıyan Asaf Halet Çelebi,
özellikle eski Doğu kültürlerinden, masal ve efsanelerden aldığı
sözcük ve kavranılan çocukluk yıllannın ve güncel yaşantılann
olgulanyla birleştirerek kendine özgü masalsı bir şiir dünyası,
özgün bir görüntü, ses ve vurgu düzeni yaratabilmiştir. Ece Ayhan,
İlhan Berk gibi şairler üzerindeki açık etkilerinin yanısıra (bkz.
"Mısr-ı Kadim” ) , şiirlerindeki bazı ses ve söyleyiş tonlannı, (bkz.
"Nûru Siyah” , "Kuşa Görünme” , “’Kunalâ” ) onunkinden çok
farklı şiir dünyaları olan A. Arif, E. Gökçe gibi şairlerde bulabil
mek, farklı amaçlarla da olsa ortak kültür kaynaklarından, ortak
dil ve söyleyiş özelliklerinden esinlenişin ilginç bir sonucu olsa
gerektir.
ÇELİK, MÜSLİM (Doğ. 1952)
Erzincan’da doğdu. Orta öğrenimini Erzincan’da, yüksek öğre
nimini Bursa Uludağ Üniversitesi Türkçe bölümünde tamamla
dı. Öğretmenlik yapıyor. / Şiir kitapları: Peryavşan (1988, Cey
hun Atuf Kansu Ödülü, 1989), İhbarlı Gül (1991), Erzincan’da
Yağmurun Şarkısı (1993), Hayriye Yitik Ülke (1996), Beşikte Karan
fil (1997)./Yerel sözcüklerle, halk dili deyişleriyle, türkülerdeki
gibi sözcük yinelemeleri ve nakaratlarla, alışılmadık kiplemelerle, sanki özellikle yarım bırakılmış, yarım, bazen çeyrek söyleyiş
lerle dokunmuş, bazen aşın soyutlamacı ve bilmecemsi, kimi kez
yumuşak, masalımsı bir şiir tadı... Önceki ustalardan A Arif, E.
Gökçe (ve son yıllarda şiirimizde yeniden varlığını duyumsatan)
A. H. Çelebi’yle ilişkili bir şiir.
ÇETİN, MEHMET (Dog. 1955)
Ovacık’ta (Tunceli) doğdu. 12 Eylül 1980’de tutuklanması nede
niyle yükseköğrenimini sürdüremedi. Şiire, 9 yıl kaldığı cezae
vinde başladı. 1993’te arkadaşlarıyla birlikte Piya Şiir Kitaplığı
Yayınevi’ni kurdu. / Şiir kitapları: Rüzgâr ve Gül İklim i (1988,
Enver Gökçe Şiir Ödülü), Bir Ağızdan (1989), Hatıradır Yak Bu
Fotoğrafı (1995), Aşkkıran (1997)./Tanık olduğu, yaşadığı sıkınülara, cezaevi yaşantılanna karşın, barışçı bir şairin ses tonu. Top
lumcu, insancıl gözlemler. Yeni şiirimize özgü mecaz zenginlik
leri. Sözcük tekrarlarıyla oluşturulan bir ezgisellikte H. Hüseyin
(onun öncesinde de Turgut Uyar) yöntemiyle yakınlık.
ÇELİK, NEVZAT (Dog. 1961)
Boyabat’ta (Sinop) doğdu. 1980 yılında, İstanbul Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi’ne bağlı UESYO’da (Uygulamalı Sanat ve
Endüstri Yüksek Okulu) birinci sınıfında öğrenim görmektey
ken tutuklanarak Dev-Sol davasından idam istemiyle yargılandı.
Yedi yıl cezaevinde kaldı. 1984’te Akademi Kitapevi Şiir Ödülü’nü kazandıktan sonra üst üste yeni basımlar yapan Şafak Türkü
sü ve 1987’de ikinci kitabı Müebbet Türküsü’nün büyük başarıla
rının yankılan sonucunda serbest bırakıldı. İstanbul’da Om Yayınevi’nin kurucu ve yöneticilerinden./ Şiir kitaplan: Şafak Tür
küsü (1984, Akademi Kitapevi Şür Birincilik Ödülü), Müebbet Tür
küsü (1987, Haşan Hüseyin Şiir Ödülü, Poetry international Ödü
lü,) Suda Seken Hayat (1990), Yağmur Yağmasaydı (1990), Sevgili
Yoldaş Kurbağalar (1998)./ Şafak Türküsü’ndeki en güzel şiirler
den birini (“’Elma”) H. Hüseyin’e adamış olmasına karşın N.
Çelik ilk iki kitabıyla daha çok A. Arif ve N. Hikmet şiirinin etki
alanlannda görünüyor, zekice buluşlan ve uyak bulmadaki özgün
becerisiyle dikkat çekiyor, kuşağından en çok A. Erhan’la ortak
tema ve söyleyiş alanlanm paylaşıyordu. Bu ilk kitabın olağanüs
tü başansma karşın Nevzat Çelik uzunca bir süre yeni ürün ver
medi, ya da çahşmalannı yayınlamadı. 1990 başlannda yayınla
dığı kitaplanyla, kendini yinelemediği, yeni şiir alanlanna açıl
dığı, şiirini ses ve tema özellikleri bakımından genişletip zen
ginleştirdiği görüldü. Bu dönem şiirlerinde A. İlhan şiirinden
etkiler görülüyordu. Nevzat Çelik’in son kitabı ise şiirini her
anlamda yenileyip geliştirmeyi başarmış bir şairin olgunluk döne
mi ürünleri sayılabilir. Bu kitabındaki şiirlerinde İkinci Yeni şii
rinin olumlu özelliklerini de özümsediği görülüyor. Bu özellik
leriyle Nevzat Çelik sadece kendi kuşağının değil günümüz Türk
şiirinin en dikkate değer şairleri arasındadır.
ÇOLAK, VEYSEL (Doğ. 1954)
Rize’de doğdu. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü
bitirdi./Şiir kitaplan: Terin Yaktığı Bir Yaradan (1978), Günlerin
Yağmurunda (1980), Aşkolsun (1982), Ötesi Yar (1985), Fotoğraf
Arkalıkları (1985), Ölüler Diyalogu (1988), Umut Aşkdadır (1993),
BuzveAteş (1994), A şkm LaSesi (1995), Giz ve Yara (1995), Güzel
Suç (2000)./ Yeni kuşağın, şiir dili oldukça kişisel ve güç anlaşı
lır bir temsilcisi. Buna karşılık, soluklu ve uzun yazma becerisi
var. Şiir üstüne inceleme yazılanyla da bu alanın verimli, önemli
bir yazan. Bu yazılannı Edip Cansever’de Şairin Kanı (1997) vb.
kitaplannda topladı.
DAĞLARCA, FAZIL HÜSNÜ (Doğ. 1914)
İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Kuleli Askeri Lisesi’nde, yük
sek öğrenimini Harp Okulu’nda tamamladı. Onyüzbaşıyken iste
ğiyle askerlikten aynlarak çeşitli memurluklarda bulundu. İstan
bul’da Kitap Kitabevi’ni kurdu, Türkçe dergisini çıkanp, yönet
ti. / Şiir kitaplan: Havaya Çizilen Dünya (1934), Çocuk ve Allah
(1940), Daha (1943), Çakırın Destanı (1945), Taş Devri (1945),
Üç Şehitler Destanı (1949), Toprak Ana (1950), Aç Yazı (1951),
İstiklâlSavaşı-Samsun’dan A nkara’y a (1951), İstiklâl Savaşı-İnönüler
(1951), Sivas’lı Karınca (1951), İstanbul Fetih Destanı (1953), Anıt
kabir (1953), Asu (1955, Yeditepe 1956 Şiir Armağanı), Delice
Böcek (1957, TDK 1958 Şiir Ödülü), Batı Acısı (1958), M evlâna’da Olmak -Gezi (1958), H oo’lar (1961), Özgürlük Alanı (1961),
Cezayir Türküsü (1961), Aylam (1962), Türk Olmak (1963), Yedi
MemeÜer( 1964), Çanakkale Destanı (1965), Dışardan Gazel (1965),
Kazmalama (1965), Yeryağ (1965).Viyetnam Savaşımız (1966), Açti
Susam Açıl, (çocuk şiirleri, Üsküp, 1967), Kubilay Destanı (1968),
Haydi (1968), 19 Mayıs Destanı (1969), Hiroşima (1970), Dört
Kanatlı Kuş (şiirlerinden seçmeler, 1970), Malazgirt Ululaması
(1971), Kuş Ayak (çocuklar için şiirler, 1971), Kınalı Kuzu A ğdı
(1972), Gazi M ustafa Kemal Atatürk (1973), Arkaüstü (çocuklar
için 1974), Yanık Çocuklar Koçaklaması (çocuklar için, 1976), Horoz
(1977), Balina İle M andalina’ı (çocuklar için, 1977), HollandalI
Dörtlükler (1977), Yaramaz Sözcükler (çocuklar için, 1979), Göz
M asah, (çocuklar için, 1979), Yazılan Seven Ayı (çocuklar için,
1980), Uzaklarla Giyinmek (1990) adlı yapıtında da ’80-’90 yılları
arasında yazdığı şiirlerinden geniş bir seçmeler yer aldı. Ayrıca
Cem Yaymevince, Dağlarca dizisinde Tüm Yapıtları toplu olarak
basılan şairin Viyetnam Körü adlı bir destan-oyunu var. Dağlarca
Türkiye Milli talebe Federasyonu’nun 1966 Turan Emeksiz Arma
ğanını kazandı. Amerika’da Pittsburg şehrindeki International
Poetry Forum (Uluslararası Şiir Forumu) tarafından 1967’de,
yasayan en iyi Türk ozanı seçildi. Struga (Yugoslavya) XIII. Şiir
Festivali’nde Altın Çelenek Ödülü’nü kazandı (1974), Horoz adlı
kitabı ile Sedat Simavi Vakfı Ödülü’nü Peride Celal ile paylaştı.
(1977) ./Daha ilk kitabında yer alan şiirlerdeki özgün benzetme
ve metaforlar, özgün ve yoğun şiir dünyasıyla büyük bir şiir yete
neği olduğunu kanıdayan Dağlarca’nın bu ilk şiirlerinde simge
ci ve sezgici öğelerle Necip Fazıl mistisizminden etkilenmeler
(“’Geceler”, v.b.) görülüyor. Fakat Dağlarca’da (Çocuk ve A llah’ta
daha yoğun biçimde gördüğümüz) gizemci öğeler, Necip Fazıl’dakinden farklı olarak, bir yöntemin ya da dünya görüşünün
değil, duyarlılıkların, şairin ruhsal durum ve psikolojisinin sonu
cudur. Bu anlamda, Dağlarca’nın bu dönemini ‘sezgicilik’ kav
ramıyla tanımlamaya çalışmak daha doğru olur. İlk örneklerini
Havaya Çizilen Dünyada gördüğümüz bu özgün şiir dünyası, Çocuk
ve A llah’ta büyük bir yoğunluktadır. Bu kitapta, varlığın gizleri
nin araştınlışı, çocukluk dünyası, insan yaşamının nice ince ayrın
tıları, genellikle klasik kıta biçimlerinde ve uyaklı şiirlerle, o güne
kadar şiirimizde örneği bulunmayan yeni ve eşsiz güzellikte imge
lerle, kişisel yaşamın en uzak anılarından, çağrışımlarından kay
naklanan derin ve içten bir lirizmle, az rastlanır bir gözlem ve
anlatım gücüyle yansıtılmıştır. Bu özellikleriyle, Çocuk ve Allah,
yayınlanışından bu yana, etkileri kuşaktan kuşağa süren bir şiir
dünyasının kitabı olarak, (kimi şiirlerdeki özürlü dizelere, uyak
uğruna yapılmış izlenimi veren kimi dizeler ve kimi zorlama uyak
lara, kimi yerde yalınlıktan uzaklaşan, çok kişiselleşen simge ve
tanımlara karsın) şiirimizin baş yapıtlarından biri olmuştur. Her
kitabında yeni konulara ve yeni söyleyiş özelliklerine açılan, bu
anlamda da şiirimizde (ancak Nâzım Hikmet’te görebildiğimiz)
bir üretkenliğin ve kendini yenileme başarısının temsilcisi olan
Dağlarca, Toprak Ana ’d a köylü konuşma dilini araştırarak ve onu
kendi şiir potasında yoğurarak, köylü yaşamının atmosferini, bir
destan bütünlüğü içinde, doğasıyla, insanlarının düşünce ve anla
tım biçimleriyle, bu yaşamın kıraç ve tekdüze rengiyle yansıtma
yı başarmış, öykünmeden ve özentiden uzak, içten bir memle
ketçi, toplumcu şiir kurabilmiştir. Batı Acısı Batı’yla bir hesaplaş
madır. Dağlarca’nm daha sonraki şiirlerinde göreceğimiz gün
cel toplumcu şiirlerinin ses tonu ve söyleyiş özellikleri de ilk kez
bu kitaptaki şiirlerinde belirmektedir. Kimi zaman aşın denebi
lecek dil ve kavram soyutluklarına karşın, her yeni kitabıyla dilci
ve düşünür şair kimliği büyüyen, çağdaş şiirimizi (belki yine
Nâzım Hikmet’le karşılaştırılabilecek kadar çok sayıda) yeni ses
ve söyleyiş olanaklarıyla zenginleştiren Dağlarca, halk şüri ve hece
öğelerinden, türkülerden, tekerlemelerden yararlanarak yazdı
ğı şiirlerin yer aldığı H oroı’la, yurtseverliğin, toplumsal adalet
sizliğe karşı oluşun ve antiemperyalizmin, en güncel konularda
da yüreklice konuşmanın seçkin örneklerini vermiştir. Nötron
Bombası, gerçekten de ‘bütün antenlerini germiş’ bir şairin kita
bıdır. Çıplak ’ta sevgi ve sevişme felsefesinin klasik yalınlıkta, güzel
likte şiirleri var. Yunus Emre’de Olmak’ta Yunus’un çağdaş bir
yorumunu buluyoruz. Fazıl Hüsnü Dağlarca (akılalmaz çokluk
ta ürün veren bir sanatçılığın kaçınılmaz özürü olan -özde ve
biçimde- bazı tekrarlara ve yapıtları arasında düzey farklılıkları
na karşın) bilinçaltının ve sezgilerin derinliklerinden, kişinin
ve toplumun en güncel sorunlarına kadar, insan, evren, zaman,
doğa, varlık, yokluk, tarih ve toplum konularında ölçüsüz geniş
likte bir içerik zenginliğine sahip ve buna bağh olarak da çağdaş
şiirimize niceliksel ve niteliksel olarak büyük anlatım olanaktan
kazandıran şiirleriyle, son yüzyıl Türk şiirinin dünya ölçüsünde
büyük değerlerindendir.
DAMAR, ARİF (Doğ. 1925)
Çanakkale’nin Karainebeyli Köyü’nde doğdu. İstanbul Erkek
Lisesi’ndeki öğrenimini yarıda bırakarak çeşitli işlerde çalıştı.
1951 ’de TCK-’nun 141. maddesine aykırı eylemde bulunma savıy
la tutuklandı, beraat etti. Uzun süre İstanbul’da kitapçılık yaptı.
/ Şiir kitapları: Günden Güne (1956), İstanbul Bulutu (1958, Yeditepe Şiir Ödülü), Kedi Aklı (1959), Saat Sekizi Geç Vurdu (1962),
A ha Kuş (1966), Seslerin Ayak Sesleri (1975), Ahcı Kuşu Kardeşli
ğin (ilk beş kitabının yeni ve toplu basımı, 1975), Ölüm Yok ki
(1980), Ay Ayakta Değildi (1984), A a Ertelenirken (İlk Yedi kita
bından seçme şiirler, 1985), Günden Güne (1986), Yoksulduk Dün
yayı Sevdik (1988). Onarırken Kendini (1992). 1995’te ise şiirle
rinden seçmeler Eski Yağmurlan Dinliyordum adıyla kitaplaştı./
1940’lı yılların toplumcu şairlerinden Arif Damar (Barikat), son
raları İkinciYeni’nin etki alanında şiirler yazdı. (bkz. ‘’KediAklı”,
v.b.) Başlarda, Nâzım Hikmet’in çok belirgin etkisinden kurtu
larak, kendi kişisel yaşamından söz ettiği şiirlerinde özgün ve
başarılı şiirini her dönemde yeni temalar ve anlatım özellikleriy
le zenginleştirerek sürdüren Arif Damar’ın dergilerde yayınla
nan son şiirlerinde de lirizme ve yalınlığa yöneldiği görülüyor.
DEDE, HÜSEYİN AVNİ (Doğ. 1954)
İstanbul’da doğdu. Şehremini Lisesi’nde okudu. Yaşamını günü
müzün bir Neyzen’i gibi sürdüren ve kendi kitaplarını açık hava
sergilerinde kendisi satarak ekmeğini kazanmaya çalışan Hüse
yin Avni Dede’nin şiir kitapları: Şairler Üzülmesin (1973), Aaya
Kurşun Geçmez (1976), Ben Ölmeden Önce (1977), Yağma Yok
(1978), Tek Şekerli Çınaraltı (1983), Keman Çalan Ölüler (1985)./
Yalm, dolaysız, dobra, sevecen, şakacı, romantik bir şair... Modem
şiirimizin ustalarına, yönelişlerine yabancı değil. Şiirleriyle de,
yaşantısıyla da şiirin özgürlük, dolaysızlık ve açık sözlülükle kan
bağım duyumsatıyor.
DEFNE, ZEKİ ÖMER (1903-1992)
Çankırı'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Kabataş ve Galatasaray lise
lerinde edebiyat öğretmenliği yaptı./Şiir kitabı: Denizden Çalın
mış Ülke (1971)./”...hececilerden sonra gelen kuşağın Ömer Bed
rettin, Ahmet Kutsi Tecer çizgisindeki sanatçılarından biridir.
Şiirlerinde Anadolu, yeni bir duyarlık olarak belirdi.” (Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).
DEMİRAĞ, FİKRET (Dog. 1940)
Lefke (Kıbrıs) ’de doğdu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili
ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Şimdi Kıbrıs’ta bir gazetenin sanat
yönetmeni./Şiir kitapları: Tutku (1960), İkinin Yaşamı (1960),
Esperanza (1962), Açar Yörüngeler Çiçeği (1963), Aşkımızın Şarkı
ları (1965), Kısa ŞiirlerDurağı (1968), Ötme Keklik Ölürüm (1972),
Dayan Yüreğim (1974), Umut ve Dehşet Çağından Şiirler (1978),
Dinle Şarkımı (1981), Akdenizli Şiirler ve Aşk Sözleri (1984), Adıyla
Yaralı (1986), Rüzgârda Ozan Türküleri (1986) ./Kıbrıs Türk sanat
çılarının önde gelenlerinden Demirağ, İkinci Yeni’nin biçimsel
etkilerini taşıyan şiirlerden sonra, şimdi arınmış bir dil ve biçim
le, toplumsal ve evrensel temaları işleyen başarılı şiirler yazmak
tadır.
DEMİRASLAN, İLHAN (1928-1980)
Gelibolu’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitir
di. İç hastalıkları uzmanı olarak çalıştı. Trabzon’da öldü. / Şiir
kitapları: İncir Ağacı (1952), Eller Ekmeğe Doğru (1958). Ölümün
den sonra adına Trabzon’da bir şiiri ödülü kondu. / Başlarda
O.Veü, Necatigil ve Külebi’nin ortak biçim ve tema özellikleri
taşıyan şiirler yazdı. Dil ve sözcük oyunlarından yararlanılan,
genellikle akılcı, kimi zaman lirik şiirlerdir bunlar. Erotik ve top
lumsal temalar şiirlerinin başlıca içerik özelliklerindendir. İkin
ci kitabında E.Cansever, v.b. İkinci Yeni şairlerin etki alanına gir
diği gözlemleniyor. Son yıllardaki şiirlerinde yine toplumcu bir
şiire ve klasik kıta düzenine yönelmişti.
DEMİRTAŞ, METİN (Dog. 1938)
Antalya’nın Elmalı İlçesinin Akçay bucağında doğdu. Antalya
Sanat Enstitüsü torna tesviye bölümünü, gündüzleri çalışıp gece
leri devam ederek de Ankara Akşam Tekniker Okulu Makine
bölümünü bitirdi. Çeşidi fabrikalarda uzun yıllar işçilik yaptı.
Antalya’da uzun süre, kardeşine ve babasına ait demir atölyesin
de çalıştı. Bir süre bir kurumun demir atölyesini yönetti. "Türk
Solu” gazetesinin 2. sayısında (1967) yayınlanan "Che Guevara” adlı şiiri nedeniyle TCK’nun 142. maddesine aykırı eylem
den tutuklandı. Ankara Cezaevi’nde yattı. Yargılandı, beraat etti.
12 Mart 1971 de gene aynı maddeden tutuklandı, Antalya Ağır
Ceza mahkemesinde yargılandı, beraat etti. Metin Demirtaş
Antalya’da oturmaktadır. / Şiir kitaplan: Görüşme Yeri (1969),
HazırolKalbim (1977), H ançerveLirık (Önceki kitaplanndan seç
melerle, 1984), B ir M endil Gökyüzü (1988), Çocuklar, Kediler,
Uskumrular, Tersinden Okunan M asallar (1996)./ Süssüz, lirik şii
rinde, içten, yalın, dolaysız bir konuşma tonu vardır. (Nihat Behram’da, Abdülkadir Bulut’ta gördüğümüz) devrimci insanın ken
disiyle ve çevresiyle hesaplaşması, yaşadıklanndan sonuçlar çıkar
ması, umut ve direnç Demirtaş şiirinin de başlıca temalanndandır. Şiir dili, Orhan Veli, Necatigil ve Nâzım Hikmet’ten kaynak
lanır. Yeni şiirlerinde yöresel renkler ve deyişlerle, halk türküle
rinden ve dilinden ustaca özümsediği tadlarla şiirini zenginleş
tiren Metin Demirtaş, 60 sonrasının yeni, sentezci toplumcu şii
rinde özgün yeri olan bir şairdir.
DİNAMO, HAŞAN İZZETTİN (1909-1989)
Akçaabat’ın Ahanda köyünde doğdu. Ankara Gazi Eğitim Ensti
tüsü Resim-İş Bölümünde okurken TCK’mn 142. maddesine aykı
rı eylemde bulunduğu suçlamasıyla dört yıla hüküm giydiğin
den yüksek öğrenimini tamamlayamadı. Cezaevinden çıkınca
çevirmenlik ve özel öğretmenlik yaparak yaşamını sürdürdü./
Şiirleri ve romanları 1960’lı yıllardan başlayarak art arda yayın
landı. Şiir kitapları: Adsız Kitap (1931), Deniz Feneri (1937), Karacaahmet Senfonisi (1960), Özgürlük Türküsü (1971), Mapusanemden Şiirler (1974), Sürgün Şiirleri (1975), Gecekondumdan Şiirler
(1976), Kavga Şiirleri (1977), Çoban Şiirleri (1982). Haşan İzzet
tin Dinamonun romanları arasında, Kurtuluş Savaşımızı belge
sel olarak işleyen 8 ciltlik Kutsal İsyan’ın ayrı bir önemi vardır.
Dinamo, Kutsal Barış romanıyla da 1977 Orhan Kemal Roman
ödülünü kazandı./Hasan İzzetin Dinamo’nun toplumsal eleştiri, lirizm ve felsefe yüklü şiirleri, Nâzım Hikmet’ten Mehmet
Emin Yurdakul, Mehmet Akif gibi şairlere kadar uzanan bir çiz
gide çeşidi etkilenmelerin senteziyle kendine özgü bir yapıya
ulaşır. Özgür koşukla yazılmış şiirlerinde Nâzım Hikmet etkisi
kimi zaman fazlaca sezilir. Buna karşılık, özellikle klasik kıta düze
nine bağlı olarak yazdığı şiir ve sonelerinde, içten bir lirizm, kla
sik bir yalınlık vardır. Dinamo asıl bu tür şiirleriyle şiirimizde
kendine özgü bir yere sahiptir. Şiirleri, namuslu insanın yıllar
boyu çektiği çilelerin, düşünsel arayışların ve sancılarının acılı
belgeleri olarak ayrı bir önem taşır.
DRANAS, AHMET MUHİP (1909-1980)
Sinop’ta doğdu. Ankara Hukuk, İstanbul Edebiyat Fakültesi Fel
sefe Bölümü’nde okudu. Ankara’da Halkevleri Kültür ve Sanat
Yayınları yönetmenliği, Çocuk Esirgeme Kurumu Neşriyat
Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Çocuk Esirgeme Kurumu,
İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. DP. yayın organı Zafer
dergisinde yazıları yaymlandı./Şiir kitabı: Şiirler (toplu şiirleri,
1974). Sahnelenmiş oyunları ve çevirileri de vardır. / Yalın
lirizmi, çok sağlam ve dengeli biçim ustalığıyla şiirimize yeni ses
ve tonlama zenginlikleri kazandırmış bir şairdir. En olgun şiirle
ri, kitabının "H er Şeyin Uzaklaştığı Saat” bölümünde yer alan
lardır. Dranas, şiirlerindeki klasik biçim ve söyleyiş özelliklerine
karşın, bazıları kendi buluşu olan sözcükleri kullanmaktan çekin
meyecek kadar deneyci denebilecek bir dil tutumuna sahiptir.
Fakat köylü diline, halk diline özendiği yerlerde (kitabın l’Ağn”
bölümünde yer alan şiirler) Dağlarca’nm Toprak Ana ’da ulaştığı
başannın çok gerisindedir. Bazı şiirleri, yapısal sağlamlıkları,
özgün tema ve metaforlanyla çağdaş şiirimizin en güzel örnek
leri arasında yer alan, kendi döneminin ve sonraki kuşakların
farklı ve pek çok şairini etkilemiş ve etkileri günümüzde de sür
mekte olan bir şairdir.
DURBAŞ, REFİK (Dog. 1944)
Erzurum’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi T ürk
Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Cumhuriyet gazetesinde
çahşmaktadır./Şiir kitapları: Kuş Tufanı (1971), Hücremde Ay
Işığı (1974), Çırak Aranıyor (1978) Yeditepe Şiir Ödülü, 1979),
Çaylar Şirketten (1980), Nereye Uçar Gökyüzü (Necatigil Şiir Ödü
lü, 1983), Siyah Bir Anda (1984), Bir Umuttan Bir Sevinçten (top
lu şiirler, 1984), Yeni bir Defter, Şiirler, Meçhul Bir Aşk (1985), Adre
si Uçurum (toplu şiirler II, 1987.), Geçti mi Geçen Günler (1989),
Menzil (1992), İki Sevda Arasında Kara Sevda (1994), Düşler Şairi
(1997), Seçme Şiirler (1997) Çocuklar için yazdığı şiirler de kitap
olarak yayınlandı: Denizler Sincabı (1979), İkinci Baskı (1979)./
İlk kitabında İkinci Yeni şiirinin belirgin etkileri gözlemleniyor.
Soyutlamaların, tekrarların oluşturduğu dar bir dünya. A.İlhan
etkileri, kendi kuşağından Özkan Mert’le ortak söyleyiş ve tema
özellikleri. Buna karşılık, kitabın son iki şiirinde sonraki şair kişi
liğinin ip uçlannı buluyoruz: halk insanının, kenar mahalle insa
nının şiirini, söyleyişini yakalama çabası. Özgün sözcükler ve bun-
lann alışılmadık, özgün biçimlerde bir araya getirilişlerinde yeni
bir şiir dili aramanın izleri görülüyor. "Hücremde Ay Işığı”nın
bazı şiirlerinde ("Dokumada Çalışan Kızların Türküsü” , v.b.)
yalın bir söyleyiş ve biçim var. Fakat asıl kişiliğini Çırak Aramyor’la bulduğu söylenebilir. Bu kitabın başında yer alan şiirlerde
(N.Behram, A.Bulut, M.Demirtaş, v.b.) şairlerde gördüğümüz,
12 Mart döneminde yazılan bir şiirin genel özellikleri gözlemle
niyor: devrimcinin kendisiyle ve çevresiyle hesaplaşması, umut
ve direnç aşılama çabalan. Durbaş, bu şiirin ortak denebilecek
simgelerini kullanıyor. "Beyaz Kehribar” adlı uzun şiirinde ise,
lirik ve epik öğeleri birarada kullanarak özgün bir destan anlatı
mına doğru önemli bir başarı düzeyine ulaşıyor. Şiirinin arka
planında Nâzım Hikmet’in son şiirlerindeki ("Havana Röpor
tajı” , "Saman Sarısı” , v.b.) anlausal ses tonu duyumsanmaktadır. Fakat Durbaş, imgeleri ve genel atmosferiyle, farklı bir şiir
dünyası kurabilmiştir bu şiiriyle. Yeni şiirimizde ‘nesnel’ şiirin
de önemli bir örneğidir "Beyaz Kehribar” . Şiirimizin alışılagel
miş lirik kahramanı, üçüncü kişiyle, halktan bir insanla yer değiş
tiriyor. Çaylar Şirketten’de, yukanda değindiğimiz şiirinde buldu
ğu tekniği yeniden uyguluyor. (Süreyya Berfe’nin "Kalfa” adlı
şiiriyle yakınlığı olan) bu uzun, şiir "Beyaz Kehribar”a göre anla
tıya daha dönük, fazlaca jargonsal, ve bu anlamda da bir gerile
medir. Şoför jargonu, fazla işlenmeden getirilmiş şiire. Yine de
uzun soluğuyla, lirik ve canlı bitişiyle başanlı sayılabilecek bir
şiir. Son kitabında Nâzım Hikmet’in uzun dizeli (hatta tümceli), anlatısal, son dönem şiirlerinin sesini yine duyumsuyoruz.
("Gökovada Mavi Bir Kuş” , v.b.) A.Ilhan sesleri ve benzetmele
ri yine sürüyor. Refik Durbaş hemen her döneminde, bazen faz
laca romantik ve süslemeci benzetmelere, betimlere yakınlık
duyan bir şair. (N.Behram’da ve 70’li yıllann bazı şairlerinde de
gözlemlenen bir özellik bu.) Nitekim son kitabında da yine bu
tutumu, yer yer tekdüze ve ağdalı benzetme ve betimler şiirini
ağırlaştınyor. (Bu konudaki yaklaşımı “Türkçem Bitti Yanmışım”
adlı şiirinde görüleceği üzere Hilmi Yavuz’unkiyle benzeşiyor.)
Refik Durbaş, getirdiği temalar, şiirimize kazandırdığı söyleyiş
biçimleri, yeni görüntüler ve seslerle, 1960 sonrası toplumcu şii
rimizin önemli bir temsilcisidir. Dergilerde yayınlanan son şiir
lerinde daha arınmış ve yalın bir şiire yöneldiği gözlemleniyor.
ECE AYHAN (Doğ. 1931)
Datça’da doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre kay
makamlık yaptı. Meydan Larousse Ansiklopedisinde çevirmen
olarak çalıştı./Şiir kitapları: Kınar Hanımın Denizleri (1959), Bakım
sız Bir Kedi Kara (1965), Ortodoksluklar (1968), Devlet ve Tabiat
(1973), Zambaktı Padişah (1981), Çok Eski Adıyladır (1982) Yort
Savul, (bütün şiirlerinin toplu basımı, 1977), Çanakkateli Melâhata İki E l Mektup ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi (1991), Son Şiirler
(1993). Denemelerini ise Kolsuz Bir Hattat (1987) adıyla kitap
laştırdı./ İlk şiirlerinde, A.Ilhan romantizmini, belki yakın söz
cüklerle, fakat farklı bir söz dizimiyle kırıyor. Sözcüklerin çağrı
şım ve görüntü değerini önemsiyor. Rasyonel olandan çok,
görüntüsel-izlenimsel bir şiir atmosferi yaratıyor. Ece Ayhan’a
göre: “Şiirin bildiğimiz günlük anlamında gerçekle bir ilgisi, alış
verişi yok. imgelemin çıkış yerlerinden biridir şiir” (bkz. Yort
Savul). Bakışsa Bir Kedi K ara’da, dış biçimleriyle anlatıya yakın,
ilk kitabındaki şiirlere göre daha soyut (ya da gerçeküstü), fakat
daha yoğun, daha acılı ve özgün bir şiir atmosferi yaratabilmiştir. Ortodoksluklar, cinsellik temasının ağır bastığı, şiirlerin bütün
sel anlamından çok, tek tek sözcüklerin görüntü ve çağnşım
değerlerinin vurgulandığı bir kitap. Bu kitabıyla, en çok İlhan
Berk’e yakındır. Gülten Akm’ın Ağıtlar ve Türküler’deki çalışma
larıyla bir yakınlıktan da söz edilebilir. Devlet ve Tabiat’ta, bütün
sel ve hatta rasyonel anlama yönelişi izliyoruz. Tarihsel olgular
dan, halk yaşamından çağrışımlarla izlenimsel olduğu kadar ras
yonel bir şiir dünyası da kuruyor. ‘Lümpen’ özellikler taşıyan
halkçılığının, bu şiirlerdeki genel eda, görüntü ve tonlamaları
nın, R.Durbaş’ı, İ.Özel’i etkilemiş olduğu söylenebilir... (İ.Özel
üzerinde etkileri daha da eskilere uzanır.) Ece Ayhan, dili zorla
yan, bozarak yeniden kuran, sözcüklerin görüntü, izlenim, çağ
rışım değerlerini vurgulayan, şiirini bu özellikler üzerine kuran
bir şair. Biçimci şair görünümüne karşın, aynı yöntemleri uygu
layan başka şairlerden, (örneğin, ikinci Yeni’nin çıkış dönemin
deki pek çok şairden) farklı olarak, biçimsel değil ‘sahici’ ve kişi
sel bir şiir dünyası var. Kimilerince yadsınmasına, kimilerince
de benzeri bulunmayan, kavranılması neredeyse olanaksız,
gizemli bir şiirin yaratıcısı gibi gösterilmesine karşın, simgeci,
çağrışımcı, izlenimci yöntemi kavranıldığında, şiir dünyasına güç
lük çekilmeden girilebilecek bir şair. Aşın fanteziye, yapay bir
dilciliğe düşmediği şiirlerinde, izlenim ve çağrışım örgüsünün
gerisinde, düşünen, acı çeken, araştıran kişiliği, şiirinin, (çağ
daş şiirimizin pek çok ortak özelliklerine sahip) düşünsel altya
pısı görülebiliyor.
EDİBOĞLU, BAKİ SÜHA (1915-1972)
Antalya’da doğdu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde okudu.
Gazetelerde yazar, sekreter olarak çalıştı. Basın Yayın Umum
Müdürlüğündeki görevinden sonra İzmir radyosunda müdür
lük yaptı./Şiir kitapları: Cenup (1942), Gece Yağmuru (1947), İşa
ret (1953). Bir hikâye kitabı ve çeşidi antolojiler yayınladı. / Şiir
leri dergilerde 1930’lu yıllarda yayınlanmaya başlayan Baki Süha
Ediboğlu, bu şiirlerdeki lirik ve izlenimci öğelerle göze çarpıyor.
ELOĞLU, METİN (1927-1985)
İstanbul’da doğdu. Güzel Sanaüar Akademisi Resim Bölümü’n
de öğrenim gördü. 1985’te İstanbul’da öldü./Şiir kitapları:
Düdüklü Tencere (1951), Sultan Palamut (1957), Odun (1959),
Horozdan Korkan Oğlan (1961), Türkiyenin Adresi (1965), Ayşemayşe (1968), Dizin (1971 TDKŞiir Ödülü.) Yumuşak G (1975),
Rüzgâr Ekmek (1978), Hep (1982), İlk dokuz kitabı 1982’de Yine
ve Şiirce adlı kitaplarda toplandı. Ay Parçası (1983), Önce Kadın
lar (1984)./Eloğlu’nun ilk kitabı, Orhan Veli’nin "Şoforün Karı
sı”, "Dedikodu” (bkz. Garip) ve "Tahattur” , "Altın Dişlim” ,
v.b. (bkz. Yenisi) gibi, lümpen orta tabakanın dilini ve duyarlığı
nı yansıtan şiirlerinden esinlenmiş bir şairin ürünlerini içeriyor.
Fakat yine bu kitabında, Nâzım Hikmet’in İnsan M anzaralan’nı
bilen bir şair de seziliyor. Eloğlu ilk kitabıyla, lümpen çevrele
rin, kenar mahalle insanının dilini, sözcüklerini, duyarlığını, çok
başarılı bir konuşma dili, edası ve özgün bir ironiyle yansıtmayı
başarıyor. Orhan Veli’de dilsel alanda kalan bir tutumu geniş
bir alana çıkararak şiirimize yeni bir ufuk kazandırıyor. Sultan
Palamut’ta, konuşma dilinin engin tadarını, edalarını, tonlama
larını çok başarıyla kullanan bir şair kimliğiyle, şiirini geliştiri
yor. Şiire ustalıkla özümsetilmiş bir argo, humor ve ironiyle, yeni
şiirimize getirdiği olanakların alanım daha da genişletiyor. Horoz
dan Korkan Oğlan’da, gittikçe artacak olan dil soyutlamacılığm,
kurmaca bir dil yaratma eğiliminin ilk belirtileri var. Yine de, bu
kitabına, bir denge ve sentezin ürünü diyebiliriz. Türkiye’nin Adresi’tıde ikinci Yeni’ye (E Ayhan, v.b.) yakın bir dil deneyciliğinin
ürünleri yer alıyor. Yumuşak G’de, Behçet Necatigil’in son şiirle
rini andıran bir dilci tutum yansıyor. Neredeyse simgeci bir tutum
bu. Denebilir ki bir kavramı irdeliyor, sözcük birimlerine indir
giyor, sonra en güç anlaşılır biçimde olabildiğince uzak çağrı
şımlarla yeniden kuruyor (bu tutumuyla, Türkiye’nin Adresi’nde olduğu gibi, yine E.Ayhan’a yaklaşıyor). Metin Eloğlu, ilk
kitaplarıyla, kendi dönemini ve kendinden sonraki kuşaklan
büyük ölçüde etkilemiş bir şair. Humor, ironi ve toplumsal eleş
tiriciliğiyle Can Yücel, Cemal Süreya, v.b. şairleri, lümpen çevre
lerin, orta tabakanın dilini şiirleştirmesiyle dolaysız konuşma
tonu ve yine ironi ve toplumsal eleştiricilik özellikleriyle A. Behramoğlu’nu etkilemiş olduğu söylenebilir.
EMRE, GÜLTEKİN (Dog. 1951)
Konya’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Bir süre Anka
ra’da Milli Kütüphanede çalıştıktan sonra 1980’den bu yana yaşa
mını Almanya’da (Berlin) sürdürmektedir. Şürleri dışında, dene
meleri, şiir üstüne yazılan ve Rus edebiyatından çevirileri de vardır./Şiir kitapları: Kurşuni Bir Siperde (1980), Bizsiz Gibi (1983),
GeceDüşleri (1985), Aşk ve Minyatürler (1989), Düşkuyusu (1990,
Orhon Murat Anbumu Şiir Ödülü), Siyaha Elveda (1993), Taşı
Sula (1997, Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü)./ G. Emre 80’li yıl
lar şairleri arasında lirik temalan, özgün buluşlarıyla dikkati çeki
yor.
ERBAŞ, ŞÜKRÜ (Dog. 1953)
Yozgat’ta doğdu. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Bölümü’nü
bitirdi. Toprak Mahsûlleri Ofisi’nde yönetici olarak çalıştı. “Yann”
dergisinin yöneticileri arasında yer aldı. Edebiyatçılar Demeği’nde başkanlık yapu./ Şiir kitaplan: Küçük Acılar (1984), Aykm Yaşa
mak (1985), Yolculuk (1986, Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü), Kim
liksiz Değişim (1992), Bütün Mevsimler Güz (1994), Dicle Üstü Ay
Bulanık (1995, Orhon Murat Anbumu Şiir Ödülü), Kül Uzun
Sürer (1997). Yer yer anlatı özellikleri taşıyan, lirik, aydınlık şiiri,
lirizmin yoğunlaştığı kısa örneklerde daha başanlı görünüyor
du. Son dönemlerdeki ürünleriyle, ironiden de yoksun olma
yan toplumcu bir bakışın başanlı, özgün örneklerini veriyor.
ERCAN, ENVER (Dog. 1958)
İstanbul’da doğdu. Lise öğrenimini yanda bıraktı. "Düşün” der
gisinde edebiyat yönetmenliği (1986-88), "Güneş” gazetesin
de sanat-kültür sayfası yönetmen yardımcılığı yapü. Birkaç yıldır
Varlık dergisi genel yayın yönetmenliğini sürdürmektedir./ Şiir
kitaplan: Eksik Yaşam (1977), Sürçüyor Zaman (1988), Geçtiği Her
Şeyi Öpüyor Zaman (1997, Cemal Süreya ve Yunus Nadi Şiir Ödü
lü) . / Güncel yaşanü temalanyla günlük konuşma dilinin söz
cük ve deyimlerini humor ve duygu potasında özlü bir anlaUm,
ustalık ve dengeyle kaynaştırabilen Enver Ercan, bu özellikleriy
le 80’li yıllan şiirinin özgün şairlerindendir.
ERDEM, ÖMER (Doğ. 1967)
Bozkır-Harmanpınar’da (Konya) doğdu. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi.
TRT’de kameraman olarak çalışıyor. “Kâşgar” edebiyat dergisi
nin yöneticisi./ Şiir kitapları: Dünyaya Sarkıtılan İpler (1996),
Mesafesi K adar İnleyen Rüzgâr (1997), Yitirişler (1998)./ Şiir dili
nin özenli bir işçisi. Sevgi, çocukluk ve anımsayışlar; kimi kez
uzak çağrışımlarla, bu şiirin başlıca temaları.
ERDİNÇ, FAHRİ (1917-1986)
Akhisar’da doğdu. Devlet Konservatuarı Tiyatro bölümünde
öğrenim gördü. Öğretmenliğinin yanısıra uzun süre Radyo Tiyat
rosunda çalıştı. Türkiye’den ayrıldıktan sonra uzun yıllar yaşa
dığı Sofya’da öldü. Daha çok hikâye ve romanlarıyla tanınan Fah
ri Erdinç’in şiir kitapları: Şen Olasın Halep Şehri (1945), İşte Böyle
(1956, Bulgaristan)./Şen Olasın Halep Şehri’nde topladığı şiirle
rindeki kısalık, yalınlık, özlülük, ilginç benzetmeler, 40’lı yıllar
toplumcu şiiri ve Orhan Veli kuşağının ortak tema özellikleriy
le, şairin düşünür ve araştırmacı kişiliğiyle göze çarpıyor.
ERDOĞAN, BEKİR SITKI (Doğ. 1926)
Yüksek öğrenimini Harp Okulu -ve on yıl subaylıktan sonra- Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde
tamamladı. Heybeliada Deniz Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği
yaptı./Şiir kitapları: Bir Yağmur Başladı (1949), Dostlar Başına
(1965)./Halk şiiri biçimlerine öykünerek yazdığı (hece şiirinin,
Faruk Nafiz, v.b. özelliklerini taşıyan) "Binbirinci Gece” şiiri
geniş kitlelerce sevilip benimsendi.
ERDOST, MUZAFFER İLHAN (Dog. 1930)
Artova’da doğdu. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesini bitir
di. Ankara’da kardeşi İlhan Erdost’la Sol ve Onur yayınevlerini
kurup yönetti. İlhan Erdost’un 12 Eylül 1980 sonrasında Mamak
cezaevinde öldürülmesinden sonra, Muzaffer İlhan Erdost adıy
la yazan Muzaffer Erdost, yazar ve yayıncı olarak Ankara’da yaşa
makta, İlhan İlhan Kitabevini yönetmektedir. / "Pazar Postası”
dergisinde şiir kuramı üstüne yazılarıyla yazın alanına giren
Muzaffer İlhan Erdost, son yıllarda ülkede yaşanan acılan ve bunlann kişisel yansımalannı, halk şiiri türünde başanlı örneklerle
dile getirdi. Başka ozanlann şürleriyle birlikte, özellikle kardeşi
İlhan Erdost’a adanmış şiirlerini İlhan İlhan adlı kitapta topladı.
(1. Basım, Aralık 1983, Ankara). Bunu, önceki yıllarda yazdığı
şiirlerinin de yer aldığı, H avada Kalan Güvercin (1991) izledi.
ERENUS, MÜŞTAK (Dog. 1915)
Afyonkarahisar’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakülte
sini bitirdi. İstanbul’da Avukadıkyapmaktadır./Şiir kitaplan: Şiir
(1965), Ölmeye Vakit Yok (1976), Duyuru (1979), Çağırın Gidenleri
(1987)./1940’lı yıllarda Yücel dergisi çevresindeki şairler ara
sında yer alan Erenus’un asıl kişiliği 60’lı ve 70’li yıllardaki şiir
leriyle yeni bir aşamaya ulaşarak belirginlik kazandı. Şiirlerinin
biçim alanındaki özellikleri özlülük ve izlenimci öğeler, konu ve
tema alanında ise insan sevgisi, yaşama sevinci ve toplumsal eleş
tiridir. Duyuru adlı kitabında yer alan "Gelincik Bayraklann Tür
küsü” adlı uzun şiiri, gerek estetik değeri (duygulardaki içten
lik, lirik ve epik öğelerin ustaca sentezi) gerekse toplumsal tanık
lığıyla son yıllar toplumcu şiirimizin önemli örneklerinden biri
dir.
ERGÜLEN, HAYDAR (Doğ. 1956)
Eskişehir’de doğdu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde sosyolo
ji öğrenimi gördü./ Şiir kitapları: Karşılığını Bulamamış Sorular
(1980), Sokak Prensesi (1982), Sırat şiirleri (1991), Eskiden Teni
(1995), 40 şiir ve Bir... (1997). Bu son kitabıyla Behçet Necatigil,
Orhon Murat Arıbumu ve Altın Portakal şiir ödüllerini kazan
dı./ Klasik ve çağdaş şiirimizin birikimlerini bilinçle, ustaca özüm
semiş olmasıyla kuşağının önde gelen bir şairi.
ERHAN, AHMET (Doğ. 1958)
Ankara’da doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümünde öğrenim gördü./Şiir kitapları: Akdeniz Lirikleri
(1979), Alacakaranlıktaki Ülke (1981, bu kitabıyla Behçet Necati
gil Şiir Odülü’nü kazandı). Yaşamın Ufuk Çizgisi (1982), Kuş Kana
dı Kalem Olsa (1984, Toplu şiirleri), Ölüm Nedeni Bilinmiyor
(1988), Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi (1997). Militan dergisinde
topluca yayınlanan şiirleriyle dikkati çeken Ahmet Erhan 70’li
ve 80’li yıllar şiirinin adından en çok söz edilen şairlerindendir.
Kendi kuşağının denebilirse en lirik şairidir. Şiirimizin lirizm
zenginliklerini, özellikle 60 sonrası yeni toplumcu şiirini çeşitli
öğeleriyle kaynaştırarak kendine özgü bir sese ulaştı. Nihat Beh
ram ve Nevzat Çelik’in şiirleri gibi, Ahmet Erhan’ın şiirleri de,
sanatsal değerlerinin yanısıra, ülkede genç insanın yaşadığı dra
mın bir çeşit güncesi olarak da önemli. Karamsar ses tonunun
gerisinde, bastırılmış, direnen bir yaşama sevinci duyumsanıyor.
EROZAN, CELÂL SAHÎR (1883-1935)
İstanbul’da doğdu. Bir süre Hukuk Mektebi’nde okudu. Bitiremeden Hariciye Nezareti’nde görev aldı. Cumhuriyetten sonra
Zonguldak’tan milletvekili seçildi./Şiir kitapları: Beyaz Gölgeler
(1909), Buhran (1909), Siyah Kitap (1911). Şiirleri "Servet-i
Fünun”da yayınlanan, Meşrutiyet’teıı sonra I. Kitap, II. Kitap,
III. Kitap adlı aylık dergiyi çıkaran Celâl Sahir’de “...hayal ve duy
gu belirli özelliklerdir. Bunların samimî ve kolay bir ifade tarzı
ile işlenmeleri, hafif fakat câzib bir lirizmin doğmasına yol açar,
(bkz. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri A ntolojisi).
ERÖZÇELİK, SEYHAN (Dog. 1962)
Bartın’da doğdu. Orta öğrenimini Bartın’da ve İstanbul Kadı
köy Maarif Koleji ’nde tamamladı. B.U. Psikoloji ve İ.U. Doğu
Dilleri ve Edebiyatları bölümlerinde bir süre öğrenim gördü.
Reklam yazarıdır./Şiir kitaplan: Yeis ile Tabanca (1986), Hayal
Kumpanyası (1990), Kır Ağı (1991), Yeis (1995), Gül ve Telve
(1996), Şehirde Sansar Var (1999)./Kurgu, görüntü, vurgu ve ses
öğelerinde E.Ayhan, İ.Özel, H.Yavuz etkilerinin kuvvetlice
duyumsandığı, bir düş ve yanılsama atmosferinin egemen oldu
ğu şiirler...
ERSOY, MEHMET ÂKİF (1873-1936)
İstanbul’da doğdu. Öğrenimini Mülkiye’nin İdadi Bölümü’nde
ve Halkalı Baytar Mektebinde tamamladı. Baytar Umıım Müdür
lüğü örgütünde müfettiş muavinliğine atandı. Kurtuluş’tan son
ra, 1924 yılında gittiği Mısır’dan yurda 12 yıl sonra döndü, dön
düğü yıl öldü./Şiir kitaplan: Safahat (1911), Süleymaniye Kürsü
sünde (1912), Hakkın Sesleri (1915), Fatih Kürsüsünde (1914), Hâtı
ralar (1917), Asım (1919), Gölgeler (1933), (ilk kitabı Safahat,
genel ad yapılarak şiirleri bu ad altında tek ciltte toplandı, 1943),
‘’İstiklâl Marşı” şiiri (1921), TBMM’ce özel bir yasayla ulusal
marş kabul edildi./Mehmet Akif halkın konuşma dilini şiire geti
rerek biçim yönünden, halkçı ve yurtseverce temalarla da öz
yönünden, başlangıç dönemlerinde çağdaş şiirimizi demokrat
laştırmış şairlerimizdendir. Şiir sanatını bir düşüncenin, bir inan
cın anlatım aracı saymakla, Tanzimat şiiri geleneğinin içinde
dir. “..Osmanlı toplumunun son kalıntısı üzerinde, bağlantıları
kopmak üzere olan unsurları Müslümanlık yoluyla birleştirme
inancına içtenlikle bağlı olduğundan, öncülüğünü Ziya Gökalp’in yaptığı Türkçülük akımına, Tevfik Fikret’in temsil ettiği
hümanist akıma karşı koymaya çalışmıştır. Aruz ölçüsünü ustaca
kullanarak konuşma dilinin bütün ayrıntılarım geçirdiği man
zumeleri, bazen sadece ahlâk dersi niteliği taşımakla birlikte,
özellikle savaşa karşı olan şiirlerinde, hem ustalık, hem telkin,
hem şiir öğeleri iç içe derinleşmiştir.” (Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazar
lar Sözlüğü.)
ERSÖZ, CEZMİ (Doğ. 1959)
İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’ni ve Siyasal Bilimler
Fakültesini bitirdi. Reklam ajanslarında metin yazarlığı ve gaze
tecilik yapu./ Şiir kitaplan: Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine (1992),
Yok Karşılığı Yüzünün (1998)./ 90’h yıllann, daha çok yazılarıyla
geniş yaygınlık kazanmış olsa da, şiirleriyle de en özgün bir şairi.
Salit Faik’in şiirlerindeki öykü tadlannı Cezmi Ersöz’ün şiirle
rinde de buluyoruz. Ayaklan yerde bir romantizm, varoluşu bir
serüven gibi algılayışın çekiciliği; savruk görünüşüne karşın iç
tutarlılığı olan, disiplinli bir anlatım bu şiirin başlıca özellikleri
arasında sayılabilir.
EŞREF (1846-1912)
Geleııbe’nin Yayaköy(Manisa) ’ünde doğdu. Öğrenimini Mani
sa’da Hatuniye medresesinde tamamladıktan sonra Tahrirat
Kalemi’ne mülâzim olarak girdi. Uzun yıllar malmüdürlüğü ve
kaymakamlık görevlerinde bulundu. II. Abdülhamit dönemin
de Gördes kaymakamıyken tutuklu olarak İstanbul’a getirildi,
bir yıl hapis yattı. Cezaevinden çıkınca Mısır’a kaçU (1903) . Meş
rutiyet’in ilânına kadar Kıbrıs, Fransa ve İsviçre’de yaşadı. Dönü
şünde İstanbul’da Eşref adlı haftalık mizah gazetesini yayımla-
di. Bir süre Adana vali muavinliğinde bulundu. Emekli olunca
günlerini Kırkağaç’ta geçirdi. “Kıta, muhammes, gazel, kaside
gibi divan nazım biçimleri içinde kimi zaman tekniğe hiç önem
verilmeden yazılmış kabaca sövüntüler yazmasına karşılık, genel
likle son yüzyıl yergi şiirinin güçlü örneklerini veren Eşref, zor
balık düzenine karşı çıkan dizeleriyle...” (bkz. Ş.Kurdakul, Şair
ler ve Yazarlar Sözlüğü) şiirimizin demokratlaşmasının ilk dönem
lerinde kendine özgü önemli bir yere sahiptir...
EYÜBOĞLU, BEDRİ RAHMİ (1913-1975)
Görele’de doğdu. Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra
iki yıl da Paris’te öğrenim gördü. Dönüşünde öğretim üyesi ola
rak Akademi’ye girdi. Bir süre Amerika’da kaldığı üç yıl dışında
Akademi’nin Resim Bölümü’ndeki profesörlüğünü sürdürdü.
/ Şiir kitapları: YaradanaM ektuplar (1944), Karadut (1948), Tuz
(1952), Üçü Birden (ilk kitaplarının ikinci baskısı, 1953), Dördü
birden, (yeni eklemelerle yeni baskı, 1956), Karadut 69 (yeni
eklemelerle bütün kitapları), D olKarabakırD ol (1974), Yaşadım
(1977). Kitap olarak yayınlanmış gezi notlan da vardır./Bedri
Rahmi Eyüboğlu’ya, somut, elle tutulurcasına maddi bir yaşama
sevincinin şairi denebilir... Dünyayı belki de ressamca algılayışı
nın bir sonucu olarak, şiirlerinde renklerin, kokulann elle tutulurcasına, gözle görülürcesine maddi bir somuduğu var. çağdaş
edebiyatımızda bu özellikleri büyük ölçüde bir de Sait Faik’te
(şiirlerinde ve hikâyelerinde) görüyoruz... Serbest bir konuşma
dili edasıyla söylenmiş şiirlerinde Orhan Veli’nin ve Nâzım Hikmet’in etkileri duyumsanıyor. Fakat Nâzım Hikmet’in çok sonralan, 1950 sonrasında yakınlık duyacağı ve o dönemdeki şiirle
rinde yansıtacağı türkü şiir tadını, Bedri Rahmi’de en başlardan
beri buluyoruz... Türküler, deyimler, renkler, masal dilinden esin
tilerle, kendine özgü, ve şiirimizde örneğine çok az rastlanan
desenli bir şiir dili var. Anadolucuğuyla Ceyhun Atuf a yakın.
Ama acıdan çok yaşama sevincini yazmaya yatkın, masal ve bil
mece dilinden öğeler taşıyan diliyle, yer yer Asaf Halet’e yaklaşı
yor. M.Eloğlu ve C. Yücel’deki şaşırtmaca ve (onlardakinden daha
lirik) humor özelliklerini de buluyoruz Bedri Rahmi’nin şiirin
de. Doğa, maddi yaşama sevinci, bereket... şiirinin kendine özgü
ana temalarını oluşturuyor. Kendi döneminin ve kendinden son
raki dönemlerin bir çok şairini etkilemiş, genç kuşakların çok
şey öğrenebilecekleri özgün bir şair.
FİŞEKÇİ, TURGAY (Dog. 1956)
Balıkesir’de doğdu. İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Avukat
lık stajım tamamladı. Sanat Emeği dergisinin yazı işleri yönet
meni oldu. Bir süre Yazko’da çalıştı. Adam Sanat dergisinin
sorumlu yazı işleri müdürüdür. / Şiir kitaplan: Karda Işıltılar
(1981), Kuşkuluyum Yaşadığımdan (1983), Yitik Bahar (1989), Dip
Sevgi (1994), Sevgi Bağları (1998). İlk kez Sanat Emeği’nde yayın
lanan şiirleriyle adını duyuran Turgay Fişekçi, genellikle kısa,
yalın, lirik şiirler yazıyor. Şiir dili, Orhan Veli şiirinden, Nâzım
Hikmet’in Saat 21-22 Şiirleri’ni anımsatan aydınlık, içten bir
lirizmden ve 60 sonrası toplumcu şiirimizin özelliklerinden kay
naklanıyor. Kentte bunalan, doğaya uzak düşmüş insanın sorunlan şiirlerinin başlıca teması. Kimi kere türkülere öykünüyor.
Fakat asıl, bir iç dökme tonuyla, kendi yaşamından söz ettiği lirik
şiirlerinde başanlı.
GÖKÇE, ENVER (1920-1981)
Kemaliye’nin Çit köyünde doğdu. Yüksek öğrenimini Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebi
yatı Bölümü’nde tamamladı. TCK’nm 141. maddesine aykın
eylemde bulunduğu savı ile tutuklandı, hüküm giydi (1951).
Yedi yıl hapiste, iki yıl da sürgünde kaldıktan sonra Ankara gaze
telerinde düzeltmenlik, serbest yazarlık yaparak yaşamını sür
dürdü. Uzun hapislik, sürgünlük ve yoksulluk yıllannm erken
yaşta çökerttiği yaşamı, Ankara’da bir ‘huzur ve bakım evi’nde
sona erdi... / Şiir kitaplan: Dost Dost İlle Kavga (1973), Panzerler
Üstümüze Kalkar (1977), Yaşamı, Bütün Şiirleri (1981). Erzincan
(Kemaliye) halk türküleri üzerine derleme ve incelemeleriyle
(Eğin Türküleri, 1982), PabloNeruda’dan (türkçede ilk kez) çeririleri de kitap olarak yayınlanmıştır./ 1940’h yıllar toplumcu şii
rinin en önemli şairlerinden Enver Gökçe’de, konuşma dili yalın
lığı ile, Nâzım Hikmet şiirinin özgür koşuk özelliklerini ve yine
Nâzım Hikmet’in coşkun, devrimci lirizmini buluyoruz. Gökçe
bu özelliklere, türkülerden, halk konuşma dilinin deyimlerin
den de ustalıkla yararlanarak, emeğin, sevginin ve barışın ger
çek anlamlannı bilen bir halk adamının coşkulu, katıksız sesini,
halk koçaklamalannm yiğitçe edasını ekliyor... Enver Gökçe’nin
şiirleri, Ahmed Arif-inkilerle birlikte toplumcu şiirimizin, halk
kaynağından dolaysızca beslenen bir ana damannı oluşturmak
tadır.
GRUDA, YILMAZ (Dog. 1930)
İstanbul’da doğdu. Ankara Ticaret Lisesi’nde bir süre öğrenim
gördükten sonra yaşamını aktör olarak sürdürdü./Şiir kitaplan:
Çarmıhtaki Yeni Mehmet (1963), Kuyumcular (1980)./A.İlhan,
A.Arif ve bir döneminde de İkinci Yeni (E.Cansever, v.b.) etkile
ri taşıyan şiirlerinde, kendine özgü, renkli etkileyici benzetme
ve alegorilerle uzun, soluklu bir şiirin örneklerini verdi. Uzun
bir aradan sonra yayımladığı Kuyumcular ise, bir şairin şiire olan
sevgisini, başka şairlerin şiir dünyalannı kavrayıp yansıtabilme
yeteneğini göstermesi bakımından, değerli, özgün bir çalışma.
GÜNÇE, ERGİN (1938-1983)
Giresun’da doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra
İngiltere’de lisans üstü öğrenim gördü. Paris’te doktora çalışmalan yaptı. Orta Doğu Teknik Universitesi’nde öğretim üyeli
ği sürmekte iken bir uçak kazasında yaşamını yitirdi./Şiir kitabı:
Gencölmek (1966), Türkiye Kadar Bir Çiçek (1988). Ölümünden
sonra bütün şiirleri topluca yayımlandı: Başta C.Süreya olmak
üzere E.Ayhan, E.Cansever gibi ikinci Yeni’ci şairlerden öğeler
taşıyan şiirlerinde kendine özgü bir renk ve imge dünyası yaratabilmiştir. Çocukluk dünyası ve doğadan çıkarılmış ilginç ve
özgün imgeler, onun şiir dilinin başlıca özelliklerindendir. Yer
yer bir Lorca duyarlığı ve yalınlığıyla yarattığı, denebilirse çocuk
su şiir dünyasından, akılda en çok renkler kalıyor... Şaşırtmacalı
söyleyiş ve kurgu özellikleri ve şiirlerinin beklenmedik sürprizli
son dizeleriyle Cemal Süreya’dan etkilendiği ve İsmet Özel’i etki
lediği (ya da onunla aynı dil ve şiir kaynaklarından etkilenmiş
olduğu) gözlemleniyor.
GÜNERSEL, TARIK (Doğ. 1953)
İstanbul’da doğdu. Kadıköy Maarif Koleji’nde okurken aldığı
bir bursla liseyi ABD’de VViseomsin’de bitirdi. I. Üniversitesi İngi
liz Dili ve Edebiyatı bölümünü tamamladı. 1982-86’da Suudi Ara
bistan’da İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. Halen İstanbul Şehir
Tiyatrolan’nda dramaturg-rejisör olarak çalışmaktadır. Selman
Ada’nın Ali Baba ve Kırık Haramiler librettosunu yazdı. / Şiir
kitaplan: Otmopoli’de Akşam (1982), Planlar Kalıntı Olduğu Zaman
(1983) Bir Geçiş Toplumunda (Hikâyeler, 1989) Muhafızgücü: 1
Hayalgücü: 0 (1989), Zaman Denen Oyuncak (1999)./ Sözcükleri
anlamsal ve sözsel birimlerine ayrıştırarak bu v.b. öğeler arasın
da çeşitli birlikteliklerle özgün şiirsel anlamlar oluşturmayı deni
yor. Kişisel yaşamın ve toplum yaşamının ilginç aynntılanm göz
lemleyip yansıtabilme başansı, buluşlan, şiir tekniği alanındaki
çabalarıyla, günümüzün ilgiyle izlenilmesi gereken bir şairi..
GÜRPINAR, MELİSA (Doğ. 1941)
İstanbul'da doğdu. İstanbul Belediyesi Konservatuan Tiyatro
Bölümü’nü bitirdi. Tiyatro eğitimini Londra’da sürdürdü. Şiir
lerinin yanısıra tiyatro eleştirmenliği ve yazarlığı alanında ürün
verdi. / Şiir kitapları: Umut Pembeleri (1962), Yeni Bir Gün Şarkısı
(1975), Yaz Mektupları (1985), İstanbul’un Gözleri Mahmur (Şiir
sel Öyküler, 1991 Halil Kocagöz Ödülü), Çocukluğum, ve Ölümüm
(1992)./ İlk kitaplarındaki ürünlerde, kimi kez sorularla, genel
de sürekli bir ünlem tonlamasıyla örülü bir şiir dili. Doğu şiirine
özgü, kısa, vurucu, kimi kez tek sözcüğe inen dizeler, kesintili
bir anlatım. Akıcılık böylece ve dize sonlarındaki sesli harf tek
rarlarıyla sağlanıyor... Somut yaşam öğeleriyle (madde-eşya-bitki),
duygusal yaşam öğelerinin birlikteliği... Son kitabında (Çocuk
luğum ve Ölümüm) zorlamasız, yalın, fakat derinliksiz de olma
yan bir anlatım. Saf, çocuksu bir yaşama sevinci. İnce, felsefi göz
lemler. Yer yer bir “haıku” tadı...
GÜZELSON, HALİM ŞEFİK (1913-1990)
İstanbul’da doğdu. Lise öğreniminden sonra uzun yıllar devlet
memuru olarak çalıştı. İstanbul’da öldü. / İlk şiirleri 1940’lı yıl
larda Servet-i Fünun, Uyanış dergilerinde yayınlanan Halim
Şefik, şiirlerini bir tek kitapta topladı: Otopsi (1979) ./Yakın Arka
daşı Orhan Veli’nin yanısıra M.Eloğlu, B.R.Eyüboğlu şiirlerinin
bazı ortak özelliklerini şürlerinde, yaşama sevinciyle dolup taşan,
dilin tadını (şiirlerinin genellikle kısalığına karşın) doyasıya çıka
ran bir şair...
HALICI, FEYZİ (Doğ. 1924)
Konya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ni bitirdi.
Konya’da ticaretle uğraştı. Konya’dan senatör seçilerek parla
mentoya girdi./Şiir kitapları: Bir Aşkın Şiirleri (1947), Masmavi
(1952), İstanbul Caddesi (1957), Günaydın (1960), Dinle Neyden
(1960), Gecenin B ir Yerinde İki Ceylan (düzyazı şiirler, 1966), Selçukyada Aşk (1967). / Geleneksel halk şiiri biçimlerini, yeni şii
rimizin tema zenginliği, çağdaş konuşma dili özellikleri, özgün
ve kişisel bir ses tonuyla kullanmasını başarmış bir şair.
HALMAN, TALÂT (Doğ. 1931)
İstanbul’da doğdu. Robert Kolej’de, Columbia Üniversitesi Siya
sal Bilgiler ve Ortadoğu Edebiyatları Bölümü’nde öğrenim gör
dü. Bu üniversitede Türk dili okutmanlığı, Birleşmiş Milletler
Radyosunda spikerlik, yazarlık yaptı. Princton Üniversitesinde
öğretim görevlisi olarak bulunduğu sırada 1971’de kurulan
N.Erim kabinesinde Kültür Bakanlığı görevine getirildi. Bakan
lık kaldırıldıktan sonra yeniden Amerika’ya döndü./Şiirlerini
1950’li yılların ortalarında yayınlamaya başlayan T. Halman’m
şiir kitaplan: Can Kulağı
Bin Bir (\976), Tuyuğlar ve Baş
ka Dörtlükler (1981), Uzak Ağıt (1991), İk i’ler (1997), Sessiz Soru
(1998). Amerika’da Türk şiirini tanıtıcı çalışmalar yapan Halman’ın Dağlarca, O.Veli, Y.Emre’den yaptığı çevirilerin yanısıra, çeşitli Türk şairlerinden yaptığı seçmeler, kitaplarda, antolo
jilerde, dergilerde yayınlandı. Shakespeare’in sonelerini büyük
başanyla dilimize çevirdi./ Özellikle son yıllardaki şiirleri, yapı
sal sağlamlıklan, şairin geniş kültür birikimiyle dikkati çekiyor.
Karadeniz fikralannı başanyla şiirleştirdiğini aynca belirtmek
gerekir.
HAŞAN HÜSEYİN (1927-1984)
Gürün’de doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü
bitirdi. Öğretmenliğinin ilk yılında TCK’nin 142. maddesine aykı
rı eylemde bulunduğu savı ile tutuklandı. Mesleğinden aynlmak
zorunda kalarak arzuhalcilik, tabela ressamlığı, düzelticilik yap
tı. Uzun yıllar Akis dergisinde çalıştı. Ankara’da öldü. / Şiir kitap
lan: Kavel (1964, Yeditepe Şiir Armağanı, 1963), Temmuz Bildi
risi (1965), Kızılırmak (1966, 142. maddeye aykınlık savıyla
yargılandı, beraat etti.) Kızıl Kuğu (1971), Ağlasun Ayşafağı
(1972), Oğlak (1972), Acıyı B al Eyledik (1973), Kelepçemin KarastrıdaBirA k Güvencin (1974), Koçero Vatan Şiiri (1976), Haziran
da Ölmek Zor (1977), Acılara Tutunmak (1981), Filizkıran Fırtınası
(1981), Işıklarla Oynamayın (1982), Kandan Kına Yakılmaz (1985),
Tohumlar Tuz İçinde (1988). Hüseyin Korkmazgil adıyla yazdığı
gülmece hikâyeleri de çeşitli kitaplarda yayınlandı. / İlk kitabı
Kavel'de Attila İlhan, Nâzım Hikmet, Edip Cansever, Turgut Uyar,
v.b. şairlerin söyleyiş ve biçim yönünden belirgin etkilerine kar
şın, kendi tok sesinin, söylevci bir tonlama ile yergi ve ironi özel
liklerini birleştiren özgün şiir üslûbunun örnekleri de yer aldı.
Kızılırmak’ta, çoğaltımcılık tekniğinin özürlerine karşın, dene
bilir ki Nâzım Hikmet’çe bir solukla, aynı şiirde humor, öfke,
lirizm, v.b. öğelerini birleştirerek destan şiir türüne yeni bir açı
lım getirdi. Oğlak’ta ve sonraki kitaplarda da şiir dilini masal,
türkü, tekerleme, gazete, dili v.b. ile zenginleştirerek, (çok ürün
veren pek çok sanatçı gibi) her ürününde aynı başan düzeyini
tutturamasa da, Ravel’dekihzzL şiirlerinde, Kızılırmak ’takı bazı par
çalarda, ‘ ’Oğlak’ ’, v.b. şiirlerinde çağdaş şiirimiz için yenilik olan
bir şiir dili ve kurgusu yarattı. Türkü dilini başarıyla özümsediği
‘’Acıyı Bal Eyledik” , v.b. şiirleriyle günümüz toplumcu şiirinin
çok okunan, önde gelen bir temsilcisi oldu.
HATİPOĞLU, AYDIN (Doğ. 1940)
Urfa’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyo
loji Bölümü’ndeki öğrenimini yarıda bırakarak nakliyeciliğe baş
ladı. 60 sonrasındaki toplumcu kuşağın yayın organlarından Yeni
Gerçek dergisinin kurucu ve yöneticilerinden biridir./Şiir kitap
ları: Çömçe Gelin (1966), Gebe (1968), Hoyrat (1973), Beynim Yüre
ğim (1978), Ben Size Konuk Gelende (1979), Son Değil (1983)./
60’h yılların toplumcu şairlerinden Hatipoğlu’nun, özellikle
dörtlük türündeki şiirleriyle öz, biçim içerik dengesini kurmada
başan sağladığı söylenebilir.
HÜSEYİN FERHAD (Dog. 1954)
Hassa’da (Hatay) doğdu. Mersin İlköğretmen Okulu ve Gazi Eği
tim Enstitüsü Matematik Bölümü’nü bitirdi. Şimdi Ankara’da./
Şiir Kitaplan: Deniz Çobanlan (4982), Ve Yürüdük Gecenin Ateşleri
İçinden (1983, Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü), Söyle Gölgen de Git
sin (1993, Yunus Nadi Şiir Ödülü), H ayal Ülkesinin Keşfi (1995)./
Kültür ve edebiyat konusunda yazı ve incelemeleriyle de dikkati
çeken Hüseyin Ferhad, araşüncı zekâsı, bilgi, bilim, eski uygar
lıklar konulannda yeni sentezlere ulaşma çabasıyla genç şairler
kuşağının ilginç bir temsilcisi. Fantastike eğilimiyle, kuşağından
Adnan Özer’le benzeştiği söylenebilir.
HÜSEYİN HAYDAR (Doğ. 1956)
Araklı’da (Trabzon) doğdu. Liseden sonra öğrenimini bir süre
İstanbul’da TBF’nde sürdürdü. Bir süre Yazko’da çalıştı, reklâm
cılık yaptı. / Şiir kitapları: Acı Türkücü (1981. Akademi Kitapevi
1981 Şiir Birincilik Ödülü.) Kara Şarkılar (1983), Yıldız Tutulma
sı (1987)./ Lorca’ya sevgisi duyumsanan; halk şiirimizin biçim,
söyleyiş ve tema özelliklerini yeni sentezlere ulaşürma çabasın
da, lirik yönelişi ağır basan bir şair. Şiiri bu anlamda, kuşağın
dan en çok Yaşar Miraç’m şiirleriyle ortak öğeler taşıyor. Son
şiirlerinde simgeci bir eğilimin yoğunlaştığı gözlemleniyor.
İLGAZ, RIFAT (1911-1993)
Cide’de doğdu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli okullarda Türkçe öğretmenliği yapü. Sınıf
adlı şiir kitabının TCK’nm 142. maddesine aykın görülmesi nede
niyle kovuşturmaya uğradı, tutuklandı. Markopaşa, MaVumpaşa,
Merhumpaşa dergilerinin yazıişleri müdürlüğünü yaptı. Adembaba adlı mizah dergisini çıkardı. Mizah yazılarından ve Devam
adlı şiir kitabından açılan davalardan ötürü beş buçuk yıla yakın
süre mahpus kaldı. Yaşamının son yıllannda, Cide’de yaşadığı
sırada bir süre yine gözalunda tutuldu. Ölümünden sonra adı
na “Rıfat Ilgaz-Cide Edebiyat Ödülü” konuldu./ Şiir Kitaplan:
Yarenlik (1943), Sınıf (1944), Devanı (1953), Üsküdarda Sabah Oldu
(1954), Soluk Soluğa (önceki kitaplarından seçmeler ve yeni şiir
leri, 1962), Karakılçık (1969), Uzak Değil (1940-1971 yıllarında
yayımladığı şiirlerden seçmeler.) Güvercinim Uyur mu? (1974),
Kulağımız Kirişte (1983), Ocak K atın Alagöz (1987). Hikâye,
roman, gülmece hikâye ve romanları, oyun, anı türünde çok sayı
da kitabı bulunan Rıfat İlgaz, Yıldız Karayel romanıyla 1982 Mada
ralı Roman Ödülü’nü ve 1982 Orhan Kemal Roman Odülü’nü
kazandı. Ünlü mizah romanı Hababam Sınıfı oyun, film ve müzikli
gösteri olarak çok büyük bir yaygınlığa ulaştı, mizah edebiyatı
mızın başlıca klasikleri arasında yer aldı./Rıfat İlgaz’ın şair ola
rak acılı bir ses tonu var... İlk şiirleriyle, 1940’lı yıllar toplumcu
şairler kuşağının, Nâzım Hikmet’in özellikle insan M anzaralan’na yakın bir şairiyle karşılaşıyoruz. Rahat konuşma dili, küçük,
yoksul insanın yaşamını anlatışıyla, dil ve söyleyiş özellikleri bakı
mından Orhan Veli’lere yakın duruyor. Fakat, Rıfat İlgaz’ın şii
rinde yoksul insanın yaşamından kesitler, bir dil ya da fantezi
öğesi olarak değil, toplumun acılı gerçekleri olarak yansıtılmış
tır. İşçi, köylü ve dar gelirlinin, yoksul kenar mahalle insanının
savaş yılları ve sonrasındaki çileli yaşamını, hapishaneyi ve hapis
teki insanın yaşamını ve psikolojisini eşine az rastlanır bir ger
çeklikle çok ölçülü bir duygu ve düşünce dengesiyle, alttan alta
acı bir ironiyle yansıtmayı başarmış olan Rıfat İlgaz’ın, tema ve
ironi öğeleriyle M.Eloğlu’nu, konuları ve toplumcu şair kişili
ğiyle A.Arif i etkilemiş olduğu gözleniyor. Son yılların ürünleri
arasında, toplumsal konulu, sağlam biçim ve kuruluşu olan şiir
lerinin yanısıra, şiirimizin özde ve biçimde yeni açılımlarının özel
liklerini başanyla özümsemiş ve daha kişisel konulu şiirler de
("Leylaklannı Anlatıyorum” , v.b.) yer alıyor.
IRGAT, CAHİT (1916-1971)
Lüleburgaz’da doğdu. Edirne Öğretmen Okulu son sınıfından
aynldı; bir süre oyunculuk yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuan’nda dört yıl öğrenim gördü. Çok sayıda oyun ve film
deki rolleriyle, Türk tiyatro ve sinemasının gelmiş geçmiş en ünlü
sanatçıları arasında yer aldı./Şiir kitapları: Bu Şehrin Çocukları
(1945), Rüzgârlarım Konuşuyor (1947), Ortalık (1952), İrgatın Tür
küsü (önceki kitaplarıyla birlikte, aynı başlık altında topladığı
yeni şiirleri bir arada, 1969.) ikinci ve üçüncü kitaplan TCK’nun 142. maddesine aykırı görülerek hakkında dava açıldıysa
da hüküm giymedi. Yayınlanmış iki romanı var. Anıları da Akşam
gazetesinde tefrika edilmiştir./1940’lı yıllar toplumcu şairler
kuşağının özgün sanatçılarından Cahit Irgat’m genellikle kısa
ve yalın şiirlerinde, gerçekçi ve izlenimci öğeler bir arada yer
alıyor. Özellikle bu izlenimci öğelerin, ona kendi kuşağından
şairler arasındaki özgünlüğünü sağladığı söylenebilir. Şiirlerin
de 1940’h yılların genel temalarını (ve özellikle de savaş ve barış
konularını) başarıyla işliyor. Orhan Veli ve Bedri Rahmi’nin şiir
dünyasıyla ortak öğeler taşıyan şürleri, dile, sözcük seçimine gös
terdiği özenle göze çarpıyor. S.K. Aksal’ın şiirleri için kullandı
ğımız sulu boya bir şiir tadı tanımı, genelinde Cahit Irgat’m şiir
leri için de kullanılabilir.
İHSAN RAİF (1877-1926)
Beyrut’ta doğdu. Özel öğrenim görerek yetiştirildi. Fransızca ve
musiki dersleri aldı. Paris’te öldü./Şiir kitabı: Gözyaşları (1914)./
”Hece veznini kullanan ilk kadın şairimizdir. Duyuş tarzı, dil ve
üslûp özellikleri bakımından Rıza Tevfik’e çok benzer... Çoğun
lukla lirik olan şiirleri arasında -bir kısmını bizzat bestelemiş oldu
ğu- şarkılan bilhassa tanınmış olanlardır.” (bkz. K-Akyüz, Batı
Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi).
İLDENİZ, TÜRKÂN (Doğ. 1938)
Düzce’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde
öğrenim gördü. İstanbul Belediyesi Basın Müdürlüğü’nde çalıştı./Şiir kitaplan: Taşra Kızının Deliceleri (1966), H avva Çıkmazı
(1967). /Şiirlerindeki romantik, başkaldıncı kadın kişiliğiyle dik
kati çekti.
İLHAN, ATTİLÂ (Doğ. 1925)
Menemen’de doğdu. Lise öğrencisiyken TCK’nın 141. madde
sine aykırı eylemde bulunduğu savıyla tutuklandığı için okul
dan çıkarıldı. Öğrenim hakkını yeniden kazanarak bir süre
Hukuk Fakültesi’nde okudu. Altı yıl Paris’te yaşadı. Demokrat
İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürü’yken bu gazetenin başyazı
larını yazdı. Bir süre Bilgi Yaymevi’nde (Ankara) danışman ola
rak çalıştı. Şimdi İstanbul’da serbest yazar olarak yaşamını sür
dürüyor. Çeşidi gazetelerde yazıları yayınlanıyor./Şiir kitaplan:
Duvar (1948), Sisler Bulvarı (1954), Yağmur Kaçağı (1955), Ben
SanaMecburum (1960), Belâ Çiçeği (1962), Yasak Sevişmek (1968),
Tutuklunun Günlüğü (1973, TDK Şiir Ödülü, 1974), Böyle Bir
Sevmek (1977), Elde Var Hüzün (1982), Korkunun Krallığı (1987),
Ayrılık Sevdaya Dahil (1993), Kimi Sevsem Şensin (2001). Uzun
süre Ali Kaptanoğlu takma adıyla senaryo yazarlığı yapan Attilâ
İlhan, şiirlerinin yanısıra, romanlanyla da yaygın bir ün kazan
dı. Polemikçi bir üslupla yazılmış çeşitli konularda yazıları da
kitap olarak yayınlandı./Duvar’da Nâzım Hikmet ve 1940 top
lumcu şiirinin genel tema ve söyleyiş özelliklerine bağlı olarak,
özellikle halk şiiri damanndan beslenen şiirlerindeki coşkun,
soluklu, destansı söyleyiş özellikleriyle dikkati çeken Attilâ İlhan,
Sisler Bulvarı ve sonraki kitaplannda yer alan şiirleriyle, gerek
ilk kitabındaki özelliklerin, gerekse Divan şiiri ve çağdaş Fransız
şiirinin çeşitli özelliklerinin kendine özgü bir bileşkesiyle, özgün,
geniş ve etkileyici bir şiir dili ve dünyası yarattı. Çok zengin bir
imgelemin ürünü cesur ve yeni benzetmeler, temalarda ve ton
lamada şiirimiz için yine bir yenilik olan şiddetli ve diri bir roman
tizm, yüreği, denebilir ki, dünyanın her yerinde çarpan, aşklar
ve serüvenler ardında, ama yüzyılın büyük toplumsal olaylanyla
da ilgili yeni bir lirik kahraman, çok zengin uyak, ses, tonlama
ve kurgu öğeleri, Attilâ İlhan şiirinin başlıca özelliklerindendir.
Eleştirilebilecek yönlerine karşın (romantizmindeki yapay ve
özentili yanlar v.b.) Attilâ İlhan, başta İkinci Yeni şairleri olmak
üzere kendi kuşağının ve kendinden sonra gelen kuşaklann
denebilir ki tüm şairlerini şu ya da bu ölçüde etkilemiş, çağdaş
şiirimizde başlı başına bir şiir okulu niteliği taşıyan seçkin ve
özgün bir şairimizdir.
İNAL, GÜLSELİ (Dog. 1947)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji-Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1981’de bir öykü kitabı yayın
ladı: Gelincikler Sürgünde. Bunu şiir kitaplan izledi: Sulara Gömü
lü Çağrı (1985), Lale Sesiydiler ve Yoktular (1987), Letoon (1989),
Dans Natura (1991), Bakkaris (1991), Sifve Gıda (1992), Saklan
mış Levha (1995). / Simgelerle, tarih, kültür, felsefe kavramlanna ve olgulanna göndermelerle oluşturduğu; uzalıp kısalan dize
ler, yinelemeler, sorular ve özellikle de dize sonlanndaki ünlüle
rin yinelenmesiyle özgün bir ritm kazanan şiirinin, 80’li yıllar
şiirinde kendini özgü bir yeri vardır.
İNCE, ÖZDEMİR (Dog. 1936)
Mersin’de doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Fransız Dili Bölümü’
nü bitirdi. Bir yıl Paris’te mesleğiyle ilgili çalışmalar yaptı. Çeşit
li liselerde öğretmenlik, TRT’de çevirmenlik ve yöneticilik yap
tı. / Şiir kitaplan: Kargı (1963), Tutanaklar (1967), Kiraz Zamanı
(1969, May Edebiyat Ödülü), Karşı Yazgı (1974), Rüzgâra Yazılı
dır (1979), Elmanın Tarihi (1981), Kentler (1981), Yedi Deryalar
Geçsen (1983), Siyasetname (1984), Eski Şiirler (1985), Hayat Bil
gisi (1986), Zorba ve Ozan (1987), Başak İle Terazi (1989), Burçlar
Kuşağı (1989), Canyelekleri Tavandadır (1989), Güneş Saati (1990),
Gürlevik (1990), Gündönümü, Gündönümü (1992), Yazın Sesi
(1994), Uykusuzluk (1995), Mani-Hayy (1998) ,Evren Ağacı (2000).
Bütün Şiirleri 4 cilt olarak yayınlandı: Tekvin (1994), Delta (1994),
Tohum Ölürse (1994) ve Yağmur Taşı (1995). Şiir, roman, v.b. tür
lerde çok sayıda çevirileri de olan Özdemir İnce, Yannis Ritsos’tan çevirdiği Taşlar, Yinelemeler, Parmaklıklar (1978) kitabı ile, TDK
1979 Çeviri Şiir Ödülü’nü kazandı. 1983’te Mallarmé Akademi
si (Paris) muhabir üyeliğine seçildi. Şiir kuramı üstüne yazıları
nı da 1985’te Şiir ve Gerçekçilik adı altında topladı. Ataol Behramoğlu ile birlikte hazırladığı 4 Ciltlik Dünya Şiiri Antolojisi 19861987’de yayınlandı. /Kargı’da ikinci Yeni şiirinin belirgin etki
lerini taşıyan şiirlerden sonra, Kiraz Zamanı’nda halk şiiri deyiş
özelliklerine, konuşma diline, rahat bir söyleyişe açıldı. Nâzım
Hikmet’in özellikle son dönem uzun şiirlerinden, çağdaş Fran
sız şiirinden etkilenmelerle, bol çağrışımlı, ölçülü bir gerçeküs
tücülükle yazılmış, özgün ve başarılı şiir parçalarının yer aldığı
bir kitaptır bu. Asıl kişiliğini ise Karşı Yazgı ’daki şiirleriyle buldu
ğu söylenebilir. Yaşama sevinci ve sevgisinin, soluklu, coşkulu
bir yüreğin aüşlannın kazandırdığı ritmler; çok içten, yalın, fakat
düzyazı tuzağına düşmeyen, ilginç alegori ve benzetmelerle kuru
lu, oturmuş bir dil ve söyleyiş... bu kitaptaki şiirlerin başlıca özel
likleridir. Sonraki kitabı Rüzgâra Yazılıdır’da nesnesel ayrıntılara
ilgisi belirginleşti. Soyutlamalarında kimi yerde aşırılığa vardığı,
kimi yerlerde ise, şiiri bir öğretinin, düşüncenin ya da gözlemin
dolaysız dile getirilmesi olarak gördüğü gözlemleniyor. Buna kar
şılık, Elmanın Tarihi’nde iyice aydınlanmış, zenginleşmiş, ince
ayrıntılara (onlarda boğulup dağılmadan) inebilen bir ses bulu
yoruz. Kentler iyice yalınlaştırılmış şiirlerden oluşan bir kitap. Bazı
ları çok güzel ve yeni olmakla birlikte, yine ayrıntılara fazlaca
bir ilgi gözlemleniyor bu kitabında. Yedi Deryalar Geçsen’de ise
şiirinde alttan alta sürüp gelen, halk yaşamına, halksal bilgeliğe,
halk deyimlerine ilgi, doğadan, tarihten ve halkın yaşamından
süzülmüş hafif metafizik tadar... diye özetleyebileceğimiz bazı
eğilimleri (belki yakından izlediği çağdaş Yunan şiirinin de etki
leriyle) belirginlik kazanmış. Bu özellikleri, çağdaş şiirimiz ve
Özdemir Ince’nin şiiri adına önemli bir kazanç saymak gerekir.
90’lı yılların ürünleriyle daha bir yalınlık ve derinliğe ulaştığı
söylenebilir.
KAMU, KEMALETTtN (1901-1948)
Bayburt’ta doğdu. Kurtuluş Savaşı’na katılmak amacıyla Anado
lu’ya geçtiğinden orta öğrenimini savaştan sonra tamamladı.
Anadolu Ajansı temsilcisi olarak Fransa’ya gönderildi. Görevi
nin yanısıra Paris’te Siyasal Bilgiler Okulu’nda yüksek öğreni
mini tamamladı. Rize’den milletvekili seçildi. Erzurum Millet
vekilliği ve Türk Dil Kurumu Terim Kolu Başkanlığı yapü. Şiir
leri ölümünden sonra Kemalettin Kamu, Hayatı, Şahsiyeti ve Şiirle
ri, (Rıfat Necdet Evrimer, 1949) adlı kitapta toplandı./Kemalettin
Kamu, Kurtuluş Savaşı ve savaş sonrasındaki yıllarda hece ölçü
süne bağlı olarak yazdığı şiirlerle, Cumhuriyet dönemi Türk şii
rinin ilk oluşum evresinde, kendine özgü sesi olan bir şairdir.
Şiirinin başlıca özellikleri, ilk dönem hececilerde (F.N.Çamlıbel, v.b.) pek rastlanmayan, kişisel, içten, yerli bir lirizmdir. Kur
tuluş Savaşı konulu şiirlerinde de dönemin pek az şairinde görü
len içten bir lirizm vardır. Bu özellikleriyle, kendi döneminin
şairlerinden en çok Ömer Bedrettin Uşaklı’ya yakındır. Çok az
sayıda şiir yazmış olan Kemalettin Kamu, bu şiirlerdeki yalınlık,
özlülük, bazılarındaki ilginç benzetmeler, dildeki yalınlıkve gözüpekliği ile de dikkat çekiyor. Mallerme’nin Deniz Meltemi şiiri
nin çevirisi de, Türkçeyi kullanmadaki ustalığının, çağdaş şiir
dilimizin oluşmasına katkılarının bir örneği sayılmalıdır. Tema
ları (gurbet, yalnızlık, v.b.) bakımından, kendisinden sonraki
kuşaklardan Cahit Sıtkı, Ziya Osman, v.b. şairlerin ustası olduğu
söylenebilir.
KANIK, ORHAN VELİ (1914-1950)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fel
sefe Bölümü’nde okudu. PTT Genel Müdürlüğü’nde memur
luk yaptı. Bir süre Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda
çalıştı. Ölümünden kısa bir süre önce on beş günlük ‘yaprak”
dergisini çıkardı./Şiir kitaplan: Garip (Oktay Rifat ve Melih
Cevdet’le birlikte, 1941, kendi şiirleriyle genişletilmiş 2. baskı
1945), Vazgeçemediğim (1945), Destan Gibi (1946), Yenisi (1947),
Karşı (1949). Ölümünden sonra, bu kitaplanna almadığı şiirle
riyle bu kitaptaki şiirleri birleştirilerek basıldı. (1951). (Bu top
lu şiirlerin son basımları için bkz. Orhan Veli, Bütün Şiirleri, der
leyen Âsim Bezirci, İstanbul, 1982). Çeviri şiir kitaplan: L a Fontaine’nin Masattan (2 kitap 1948), Nasrettin Hoca Hikâyeleri (1949),
Fransız Şiiri Antolojisi (Çevirilerinin yeni basımı için bkz. Orhan
Veli, Bütün Çeviri Şiirleri, derleyen Âsim Bezirci, İstanbul 1982.)./
Nâzım Hikmet’in çağdaş şiirimizde, gerek en geniş anlamda
biçim ve gerekse konu ve tema alanlannda gerçekleştirdiği dev
rimci yeniliklerden sonra, bu şiir de aynı doğrultuda sayılması
gereken bir başka yenilik hareketinin öncüsü de (Ortay Rıfat,
Melih Cevdet, ile birlikte) Orhan Veli Kanık’tır. Geçen yüzyıl
sonu Fransız şairlerinin ve bizim şiirimizde de aynı kaynaktan
beslenerek ürün vermiş Dranas, Tanpınar gibi şairlerin şiirle
rindeki biçim özelliklerini, duygu ve düşünce dünyalarını bul
duğumuz, (duygu ve hayal zenginlikleri ve biçimsel yetkinlikle
riyle geniş bir şiir kültürü ve seçkin bir yeteneğin ürünü) ölçülü
ve uyaklı ilk şiirlerinden sonra (O.Rıfat ve M.Cevdet’le birlikte
yayınladıktan) G arip’in önsözünde ölçü ve uyak konusunda
Orhan Veli Kanık şöyle diyor: “Bir şiirde eğer takdir edilmesi
lâzım gelen bir ahenk varsa, onu temin eden şey ne vezindir, ne
de kafiye. O ahenk, vezinle kafiyenin dışında da, vezinle kafiye
ye rağmen de mevcuttur”. Ahenk ise, Orhan Veli Kanık’a göre,
şür için “lüzumsuz” ve hatta “zararh”dır (bkz. aynı önsöz). Orhan
Veli’ye göre “nazım dilindeki nahiv (sözdizimi) acayiplikleri
vezinle kafiye zaruretinden doğmuştur”. Ve bu “bazılannın kafalanna ‘şiir dilinin kendine has yapısı’ diye dar bir telâkki getirmiş”tir. “Bu çeşit insanlar bir takım şiirleri reddederlerken
‘konuşma diline benzemiş’ diyorlar. Köklerini vezinle kafiyeden
alan bu telâkki hakiki mecrasını arayan şiirde hep aynı izafi gara
beti bulacak, onu kabul etmek istemeyecektir” (bkz. aynı önsöz).
Garip önsözünde Orhan Veli teşbih (benzetme) ve istiare (eğre
tileme) konularında şunları söylüyor: “...teşbihle istiareden
kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan ada
mı bugünün münevveri garip telâkki etmektedir”. Tasvir (betim)
konusunda düşüncesi ise şöyle: “Şnrde tasvir bulunabilir. Ama
tasvir -hatta sanatkânn tamamen kendine has görüş adesesin
den dahi geçmiş olsa- şiirde esas unsur olmamalı”. Aynı önsözde
dizeci anlayışa karşı olduklarını da belirterek şöyle diyor: “Şiir
de hücum edilmesi lâzım geldiğine inandığımız zihniyetlerden
biri de mısracı zihniyettir... Mısracı zihniyet, bize, mısralann oldu
ğu gibi, onun parçalan olan kelimelerin de tetkiki, tahlili imkâ
nım verir. Kelime üzerinde düşünmek, onun güzelliğini, yahut
çirkinliğini tesbite çalışmak, şiire, kelime halinde, mücerret bir
‘şiir unsuru’ telâkkisi getirmiştir. Yüz kelimelik bir şiirde yüz tane
güzellik arayan insan vardır. Halbuki bin kelimelik bir şiir bile
bir tek güzellik için yazılır.” Orhan Veli’ye göre: “Şiiri şiir yapan,
sadece, edasındaki hususiyettir; o da mânaya aittir...Şiir bütün
hususiyeti edasında olan bir söz sanaüdır. Yani tamamıyle mâna
dan ibarettir. Mâna insanın beş duygusuna değil, kafasına hitap
eder. Binaenaleyh doğrudan doğruya insan ruhiyaüna hitab eden
ve bütün kıymeti mânasında olan hakiki şiir unsurunun musiki
gibi, bilmem ne gibi tâli hokkabazlıklar yüzünden dikkatimiz
den kaçacağını da hatırdan çıkarmamalı”. Orhan Veli ‘yeni zevk’
ve ‘şairanelik’ konusundaki düşüncelerini aynı önsözde şöyle
belirtiyor. “Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkı
nı mütemadi bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi,
şiir de onlann hakkıdır, onlann zevkine hitap edecektir. Bu, mev
zubahis kitlenin istediklerini eski edebiyatlann âletleriyle anlat
maya çalışmak demek de değildir. Mesele bir sınıfın ihtiyaçlannm müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bul
mak, sanata onu hakim kılmaktır... Yeni bir zevke, ancak yeni
yollarla, yeni vasıtalarla vanlır... Yapıyı temelinden değiştirmeli
dir. Biz senelerden beri zevkimize, irademize hükmetmiş, onlan
tâyin etmiş, onlara şekil vermiş edebiyatlann, o sıkıcı, o bunaltı
cı tesirinden kurtulabilmek için, o edebiyatlann bize öğretmiş
olduğu her şeyi atmak mecburiyetindeyiz. Mümkün olsa da ‘şiir
yazarken bu kelimelerle düşünmek lâzımdır’ diye yaratıcı faali
yetimizi tahdit eden lisanı bile atsak. Ancak bu suretledir ki, ken
dimizi ahşkanlıklann sürüklediği gayri tabiî inhiraftan kurtar
mış, safiyetimize, hakikatimize irca etmiş oluruz... haddizatında
güzel olan kelimenin şiire malzemelik etmesi şiir için bir kazanç
değil. Eğer söyleniş tarzlannı, kullanılış şekillerini de beraber
getirmiş olmasalardı, bu kelimelerin şiire de bir zaran olmazdı.
Fakat ne yazık ki o kelimeler ancak muayyen şekillerde söylene
biliyor. Yani, kendi edalarını kendileri tayin ediyorlar. İşte eski
şiirin yukarıda bahsettiğim hususiyeti bu edadır, ismi de ‘şâirane’liktir... Bu edayı getirebilecek kelimelerden müteşekkil lügat,
yazarken şâirane olmak isteyen, okurken de şâiraneyi arayan
insanın kafasında zaruri olarak meydana gelir. O lügatin çerçe
vesinden kurtulmadıkça şâiraneden kurtulmaya da imkân yok.
Şiire yeni bir dil gedrme cehdi işte böyle bir kurtulma arzusun
dan doğuyor. ‘Nasır’ ve ‘Süleyman Efendi’ kelimelerinin şiire
sokulmasını hazmedemiyenlerse şairaneye tahammül edebilenler, hatta onu arayanlar, hem de bilhassa arayanlardır...” (Garip
önsözünün hem asıl, hem de dilce özleştirilmiş metni için bkz.
Orhan Veli, Bütün Şiirleri, derleyen Asım Bezirci, İstanbul 1982).
Orhan Veli Kanık, bir bölümünü özetlemeye çalıştığımız bu
görüşleri ve Garip’te yayınlanan şiirleriyle, kendi döneminin ve
kendinden sonraki çağdaş Türk şiirinin gelişme yönlerini büyük
ölçüde etkiledi. Yahya Kemal, her dilin yalnız kendine mahsus,
süssüz, tabii, samimi, yalın ifade özellikleri olduğunu ve şairin
bunlan bulup çıkarması gerektiğini yıllar önce söylemişti. Orhan
Veli Türkçenin kendine özgü, süssüz, doğal, içten, yalın anlatım
özelliklerini şiir dili olarak yoğurabilen ender ve öncü bir şair
dir. Türk şiiri üzerinde (bugün de sürmekte olan) büyük etkisi
nin sim buradadır. Dile özgü bu özellikleri şiirlerinin hemen
hemen tümünde bulabilmemize karşın, asıl güzel ve olgun şiir
lerinin, humor ve ironinin biçimsel, dilsel öğeler olmaktan öte
toplumsal ve felsefi anlamlar kazandığı, lirizmin de doruğa ulaş
tığı, Kargı’daki ve son yıllarının ürünü şiirleri olduğu söylenebilir..Şiir çevirileri de, çağdaş çeviri şiiri yazınımızın en seçkin ürünlerindendir.
KANSU, CEYHUN ATUF (1919-1978)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitir
dikten sonra uzun yıllar çocuk hekimi olarak çalışu. Ankara’da
öldü./Şiir kitaplan: Çocuklar Gemisi (1946), Yanık H ava (1951),
Haziran Defteri (1955), Yurdumdan (1960), Bağımsızlık Gülü
(1965), Sakarya Meydan Savaşı (Behçet Kemal Çağlar Ödülü,
1970), Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü (1970), Tüm Şiirleri (bası
ma hazırlayan: Vecihi Timuroğlu, 1978). Kitap olarak yayınlan
mış denemeleri de vardır. Ölümünden sonra adına ailesince şiir
ödülü kondu: 1986./Şiirleri 1930’lu yılların sonlarında yayın
lanmaya başlayan Ceyhun Atuf Kansu’nun ilk şiirlerinde Dağ
larca, Dranas etkilerinin yanısıra, kendi içten, ince lirizmi de
duyumsanıyor. Doğa betimlerinde, halk şiiri ölçülerini kullanı
şındaki özgünlüğünün yanısıra, yine ilk şiirlerinde, ince bir lirizm
ve yine Dağlarca ve Külebi etkileri var. Yanık Hava'da halk ve
ülke sevgisi, gerçekçilik ve lirizm bileşimiyle, sesi olgunlaşıyor.
Renkli, betimleyici şiir dili belirginlik kazanıyor. Çağdaş şiirimiz
de en yoğun çocuk sevgisi, Kansu’nun şiirlerindedir denebilir.
KANTÜRK, TURGAY (Dog. 1961)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Konservatuarında öğrenim gördü.
Tiyatro oyunculuğu yaptı./ Şiir kitaplan: İlk Gibi Son (1991, Beh
çet Necatigil Şiir Ödülü), Siyah Eşya (1994), Ay İçin Küçük Şeyler
(1996), Öteki Sahne (1996), Göl Felaketleri (1997)./ Özellikle ilk
kitabındaki “sonnet” ve Baudelaire tadları, kuşağı içinde bir
özgünlük alanı oluşturuyor.
KARABULUT, MEHMET (Dog. 1925)
Muğla’nın Yerkesik bucağında doğdu. İstanbul Yüksek Öğret
men Okulu Felsefe Bölümünü bitirdi. Uzun yıllar öğretmenlik
yapü./Şür kitaplan: M arçal Akşamlan (1956), Güney Çocuk Değil
(1959), Şimdi Haberleri Veriyoruz (1969), Gün Kapısı (1974). Şim
di Haberleri Veriyoruz’la May Edebiyat Ödülünü kazandı./ Top
lumcu gerçekçi bir şairdir. Şiirlerinde ülke gerçeklerinin yanısıra uluslararası dayanışma konulanna da yer vermiştir.
KARAHUN, TEOMAN (Doğ. 1933)
Akşehir’de doğdu. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu
Radyo Televizyon Bölümü’nü bitirdikten sonra gazetecilik yap
tı, TRT’de yöneticilik yaptı. / Şiir kitabı: Acı Su (1956). 1955
yılında Varlık dergisinin şiir yarışmasını Gülten Akın’la birlikte
kazanmıştı. 1970’te TDK Basın Dili Odülü’nü kazandı. / Gele
neksel kıta düzenine bağlı olarak yazdığı şiirlerde taşralı bir genç
adamın özgün duyarlığı, kişisel yaşam ayrıntıları içtenlikle yan
sıtılmıştı. Yazık ki, kitabından sonra şiir yazmayı sürdürdüğüne
ilişkin bir belirti görülmedi.
KARAKOÇ, SEZAİ (Doğ. 1933)
Ergani’de doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra
Maliye Müfettişliği, Gelirler Gene] Müdürlüğü Kontrolörlüğü
görevlerinde bulundu. Çeşitli gazetelerde fıkra yazarlığı, yayın
cılık yaptı./Şiir kitaplan: Körfez. (1959), Şahdamar (1962), Hızırla Kırk Saat (1967), Sesler (1968), Taha’nm Kitabı (1968), Kıya
met Aşısı (1968), M ağara ve Işık (düzyazı şiirler, 1969), GülMuştusu (1969), Zamana Adanmış Sözler (1970), Ayinler (1977), Leyla
ile Mecnun (1980), Ateş Dansı (1987), Almyazısı Saati (1989)..
Yunus Emre ve Mehmet Akif le ilgili incelemeleriyle yazı ve araş
tı rmalan da kitap olarak yayınlandı./İslamcı, mistik düşünceyi
modem şiir akımı öğeleriyle yansıtan, bu özelliğiyle İkinci Yeni
şiiri içinde ve günümüz şiirinde özgün yeri olan Sezai Karakoç ’un yer yer Dağlarca şiir damanyla yakınlıklar taşıyan şiiri, ken
di kuşağından C.Süreya, U. Tamer şiirleriyle de yakından ilinti
lidir.
KARAKUŞ, HİDAYET (Dog. 1946)
İsparta’nın Yalvaç köyünde doğdu. İsparta Gönen İlköğretmen
Okulu’nu, Selçuklu Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitir
di. Çeşitli liselerde Türkçe öğretmenliği yapü. Şiir kitaplarının
yanısıra roman ve çocuk edebiyatı alanında da ödüller kazan
mış yapıtları bulunan Hidayet Karakuş, yaşamını İzmir’de sür
dürüyor./ Şiir kitaplan: Güneyden Gül Yaprağı (1979), Kemeraltı
Şiirleri (1982), Hangi Leylasm Sen (1986), Sesini Bana Bırak (1994,
Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü), Ateş Mektupları (1995), Konuş
Benimle (1998), Sıcak Sancı (2001)./ Tok sesli, yalın şiirler. Genel
likle somut yaşantı ve gözlemlerden, olgusaldan yola çıkarak şii
rini oluşturan toplumcu bir şair.
KAYACAN, FEYYAZ (1919-1993)
İstanbul’da doğdu. Saint Joseph Lisesi, Paris Ecole Libre Des
Sciences ve İngiltere Durham Üniversitesi’nde öğrenim gördü.
B.B.C. Türkçe Yayın Servisi Müdürlüğünden emekli oldu. Lond
ra’da yaşamaktadır./Daha çok anlatı (öykü) yazan olarak tanı
nan Feyyaz Kayacan’m şiir kitaplan: Kaşık Havası (1976), Benim
Örümceğim Başka (1982)./Kayacan’m şiirleri (anlaü türündeki
yapıtlannda da olduğu gibi), şairin dile özgün yaklaşımı, deği
şik ve beklenmedik görüntüler kurmada, alışılmadık dil tatlan
yakalamadaki ustalığıyla dikkat çekiyor. Özenli bir yaklaşım, ken
dini kolayca ele vermez görünen bu şiirlerin mayasında, şiirimi
zin sağlam değerleriyle birliktelikleri (Dağlarca, O.Veli, M.Eloğlu, Ö.Asaf, C.Yücel), toplumcu ve insancıl bir sesin zeki, duygu
lu, özgün vurgulannı seçebiliyor.
KESKİN, BİRHAN (1963)
Kırklareli’nin Demircihalil köyünde doğdu. İlk ve orta öğreni
mini İstanbul’da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Ede
biyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi./ Şiir kitaplan: Delilirikler (1991), Bakarsın Üzgün Dönerim (1994), Cinayet Kışı+İki
Mektup (1996), 2 0 Lak Tablet (1999)./ Alttan alta bir konuşma
dilinin aktığı ünlemli bir söylem. Acımsı bir ses tonu. İzlenimci
bir anlatım. Kadın oluşun toplumsal sıkıntılarına karşın, bu kim
liğin gözüpekçe dile getirilişi. 1990’lı yılların kadın şairler kuşa
ğı içinde, duyarlı, özgün bir şiir alanı.
KESKİN, TUĞRUL (Dog. 1960)
İğdır’da doğdu. İzmir Atatürk Ticaret Lisesini, Muğla İşletme
Yüksek Okulu’nu bitirdi. Manisa’da ticaretle uğraşıyor. Yaşamı
nı İzmir’de sürdürüyor. Şiir kitaplan: Kmlan Kar Sesi (1998), Babek
(1990), Tacir ve Cinayet (1994), İpekler Çoğaltmaya (1999)./ Özün
de lirik bir şair olan Tuğrul Keskin’in şiirlerinde yumuşak, içten
bir konuşma harası, destansı bir genişlikle birleşiyor. Halk şii
rinden, efsanelerden, çağdaş şiirimizin T. Uyar, A. Arif, A. İlhan,
C. Süreya gibi ustalarının ürünlerinden beslenen toplumcu,
insancıl bir şiir.
KISAKÜREK, NECİP FAZIL (1905-1983)
İstanbul’da doğdu. Darülfünun Felsefe Bölümünde, Milli Eği
tim Bakanlığı bursuyla bir yıl Paris’te okudu. Dönüşünde ban
kalarda memurluk, müfettişlik, üniversite ve yüksek okullarda
öğretim üyeliği yaptı. İlk dizisi bir düşün ve sanat dergisi niteli
ğinde olan Büyük Doğu (1943-45) ’yu çıkarmaya başladıktan son
ra resmi göreve girmedi. Gazetelerde fıkra yazarlığı yaptı./Şiir
kitaplan: Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi
(1932), Sonsuzluk Kervanı (1955), Şiirlerim (1969). Hikâye, oyun,
deneme, inceleme, fıkra, anı, v.b. türlerde de yayınlanmış yapıtlan vardır. Sabırtaşı (1940) oyunuyla CHP Piyes Yanşması’nda
birincilik kazandı, 1947. / İlk kitaplannda yer alan şiirlerindeki
mistik ve bohem öğeler taşıyan kapanık dünyası, hececi şairle
rin ortak temalan olmakla birlikte ölüm, yalnızlık, v.b. duygulannı işleyen şiirlerindeki yoğunluk, ilginç ve çarpıcı benzetme
ler, özgün uyaklar ve akıcı şiir diliyle büyük bir ün kazandı, ken
di döneminin ve kendinden sonraki kuşaklann şiirini önemli
ölçüde etkiledi. Şiirlerinde halk şiiri söyleyiş özelliklerinin yamsıra Fransız şiirinin etkileri görülen (Ronsard, bkz. Hırs, Baude
laire, Mallarmé, bkz. "Takvimdeki Deniz” , v.b.) Necip Fazıl’ın,
düşüncelerindeki yönlenişin sonucu olarak ilk şiirlerindeki mis
tik öğeler giderek güçlendi ve giderek didaktikleşti (bkz. "Kaafiyeler” , v.b.) ilk dönem şiirlerindeki içtenliğin yerini süslü ve
abartılı betimlemeler aldı (bkz. "Ç ile” , v.b.) Bütün bunlara kar
şın, Necip Fazıl Kısakürek, didaktik olmadığı ilk dönemlerinin
ürünleriyle çağdaş şiirimizin özellikle hece dönemine kişiliği
nin derin izlerini bırakmış önemli bir şairidir.
KIZILKAYA, ÖNDER (Dog. 1963)
Eskişehir’de doğdu. İzmir 9 Eylül Üniversitesi Çalışma Ekono
misi Bölümü’nü bitirdi./ Şiir kitaplan: Üzülürsün Bir Zaman
(1991), Ben Kulunuz Arsenik (1995)./ Üzüntünün kahkahayla
gizlenmeye çalışılması gibi alaycı bir söylem arkasında gizlenen,
böylece daha da belirginleşen bir duygululuk... Özgür, kimi kez
“sorumsuzca” alıp basını giden çağnşımlarla örülü bir şiir dün
yası...
KİREMİTÇİ, TUNA (Dog. 1973)
Eskişehir’de doğdu. Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde, yük
sek öğrenimini Mimar Sinan Üniversitesi Sinema TV Enstitüsü’nde tamamladı. 1994’te Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü
kazanmasıyla adını duyurdu. "Kumdan Kaleler” adlı müzik top
luluğu içinde yer aldı./ Şiir kitaplan: Ayabakanlar (1994), Akade
mi (1998)./ Çok arkalarda Orhan Veli sesleri duyulsa da (“Dev
rimci” vb.), en az sözcüğe indirgenmiş, düşünce yüklü, kimi kez
neredeyse bulmacamsı şiiriyle B. Necatigil okuluna daha yakın
bir şair... ilginç, şaşırtıcı düşünce alanları, içerikte de söyleyişte
de, çok genç bir şair için beklenmedik bir olgunluk düzeyi.
KORYÜREK, ENİS BEHİÇ (1891-1949)
Doğumu bazı kaynaklarda 1892 olarak gösterilen E.B. Koryürek, İstanbul’da doğdu. Mülkiye Mektebini bitirdikten sonra
Hariciye Nezaretinde yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli görevler
de bulundu./Şiir kitaplan: M iras (1927), Varidat-ı Süleyman
(1949), Miras ve Güneşin Ölümü (F.Tevetoğlu’nun, şairin yaşamı
ve sanatı üzerine yazısı ile iki kitabının yeniden basımı, 1951)./
Aruz ölçüsüyle yazdığı ilk şiirlerinden sonra “Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun mürşitliğini kabul ederek ulusal edebiyat akımına
bağlandı, hece ölçüsüyle yazmaya başladı. Beş hececi şairden biri
sayıldı, ‘heceye erkek bir ses getirdiği’ kabul edildi (İsmail Habib
Sevük). Ölümüne yakın tasavvuf şiirleri yazdı “ (bkz. Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).
KOKSAL, AHMET (1920-1997)
Çanakkale’de (Kızılçöllü köyü) doğdu. Ankara Gazi Eğitim Ens
titüsü Resim-İş Bölümünü bitirdikten sonra, ortaokul ve liseler
de öğretmenlik yaptı./ Şiir kitaplan: Yanık San (1958), Sonsuz
Haziran (1963). Şiir antolojileri de yayınladı./ Genellikle kısa
dizelerle yazdığı, en az sözcük birimine indirgenmiş şiirlerinin
lirik akıcılığıyla göze çarpıyor.
KÖZ, MUSTAFA (Dog. 1959)
Niğde’de doğdu. Atatürk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü
bitirdi. “Şiir Oku” adlı bir dergi çıkanyor./ Şiir kitaplan: Ay Düşü
(1990), Su Resimleri (1991), Yengeç Sepeti (1992), Salıdan Önceki
Pazartesi (1995), Sonsuzluk Taşta (1998)./ Mecazlan doğasal göz
lemler ve aynntılardan çıkanlmış bir şiir. O. Rifat, M. Cevdet
gibi ustalardan el almış bir şiir işçiliği.
KURDAKUL, ŞÜKRAN (Dog. 1927)
İstanbul’da doğdu. İzmir Karşıyaka Lisesi’nde orta öğrenimine
devam ederken TCK’mn 142. maddesine aykırı eylemde bulun
ma savıyla 4,5 ay tutuklu kaldığı için okuldan çıkarıldı. Çeşitli
işlerde memur olarak yaşamını sürdürürken, bu kez de Ceza yasa
sının 141. maddesine aykırı eylemde bulunma savıyla 2 yıl tutuk
lu kaldı. Askeri Yargıtay’da beraat etti. Çeşitli gazetelerde düzeltmenlik yaparak yaşamını sürdürdü. Yelken dergisini yönetti.
(1958-62). Ataç (1962-64) dergisini çıkardı. Ataç yayınevini kur
du, yönetti. / Şiir kitaplan: Tomurcuk (1943), Zevklerin ve Hülya
ların Şiirleri (1944), Giderayak (1956), Nice Kaygılardan Sonra
(1963), İzm ir’in içinde Amerikan Neferi (1965), H alk Orduları
(1969), Acılar Dönemi (1977), Bir Yürekten Bir Yaşamdan (1982,
Nevzat Üstün şiir ödülü), Ökselerin Yöresinde (1984), Ölümsüzlerle
(1985), ihtiyar Yüzyıla (1997). Şiirlerinin yanısıra hikâye türün
de ürünleri ve Çağdaş Türk Edebiyatı-Meşrutiyet Dönemi (1976) ve
Cumhuriyet Dönemi (1987), NamıkKemal (1977), Şairce Düşünmek
(1990), Zindandaki Şair (oyun 1991) v.b. incelemeleri de kitap
olarak yayınlandı./Toplumcu inancının yanısıra romantik kişi
liğinin de duyumsandığı şiirlerinde, genellikle klasik kıta düze
nine bağlılığı ve dize işçiliğiyle göze çarpıyor. Düşünsel öğenin,
kendisi ve çevresiyle sürekli bir hesaplaşmanın, tutarlılık ve yet
kinlik arayışının giderek yoğunlaştığı yeni şiirlerinde, son yüzyıl
şiirimizin (A.Haşim’e kadar uzanan bir çizgide) biçim alanın
daki ustalıklannın özümsenmişliği gözlemleniyor.
KUTLAR, ONAT (1936-1995)
Alanya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde
öğrenim gördü. Sinema yazarlığı, Sinematek Demeği’nin yöne
ticiliğini yaptı. İstanbul Taksim’de bir pastanede patlayan bom
ba sonucunda yaşamını yitirdi./ Şiir kitaplan: Peralı Bir Aşk İçin
Divan (1981), Unutulmuş Kent (1986). Onat Kutlar’m tek hikâ
ye kitabı İshak (1959), 1960 TDK Hikâye Ödülü’nü kazanmıştır.
Yeter ki Kararmasın (1984) ve Bahar İsyanadır (1986) adlı dene
me kitaplan yaymlandı./Renkli, betimleyici şiir diliyle, yer yer
ezgisel bir şiir tadına ulaşıyor. Uzun bir aradan sonra yeniden
yayınlamaya başladığı hikâyeleri, hikâye öğeleri taşıyan, şiirselanlatı diye nitelenebilecek denemeleri ise, yazarlığının ağır basan
yanının yine de hikâyecilik olduğunu gösteriyor.
KUYUMCU, NAMIK (Dog. 1961)
Ereğli’de (Konya) doğdu. Ortaöğrenimini Konya’da tamamla
dı. 12 Eylül 1980’de tutuklanması nedeniyle yüksek öğrenimini
sürdüremedi. Cezaevlerinde altı yıl yattı. İzmir Büyük Şehir Bele
diyesi Kültür Dairesi’nde görevli. “Akdeniz Şairleri Demeği”nin
kurucusu./ Şiir kitaplan: Talan Bir Ömrün Ortasında (1989), Bel
ki Bir Şarkı (1991), Bir Şakayım Dünyada (1996)./ 80’li yıllann
kişisel ve toplumsal acılanna tanıklık ışığı düşüren şiirler. Kimi
kez bir simge ve benzetmeler örtüsü arkasında kendilerini kolay
ca ele vermeseler de, kuşağının tok sesli, başanlı bir şairinin ürün
leri...
KÜÇÜK İSKENDER (Dog. 1964)
İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi. Cerrahpaşa
Tıp Fakültesinde beş yıl okuduktan sonra, son sınıftan kendi
isteğiyle aynldı. Bir süre İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde öğrenimini sürdürdü./80’li yıllann ortalanndan başla
yarak Adam Sanat dergisinin neredeyse her sayısında yayınla
nan ve genellikle uzun şiirleriyle dikkati çeken Küçük İskender,
şiirlerinin bir bölümünü 1988 yılında Gözlerim Sığmıyor Yüzü
me adıyla kitaplaştırdı. Sonraki şiir kitaplan: Erotika (1991), Yir
mi 5 April (1994), Periler Ölürken Özür Diler (1994), Suzidilara
(1996), Ciddiye Alındığım Kara Parçalan (1997), Bahname (2000),
İpucu Bırakma Sanatı (2000)./ Temalarda alışılagelmişin kimi
kez tam karşıtında yer alan polemikçi, başkaldırıa şiiriyle, sade
ce 80’li yıllann değil bütün modem Türk şiirinin en gözü pek
şairlerinden... Fazlaca kanşık, yer yer iazlaca uzun, fazlaca çoğalümcı şiiri, bu aksaklıklara karşın, özgün, çarpıcı başan düzeyle
rine de ulaşabiliyor.
KÜLEBİ, CAHİT (1917-1997)
Zile’nin Çeltek köyünde doğdu. Yüksek Öğretmen Okulu Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Öğretmenlikten sonra, bir
süre yurt dışında Kültür Ataşeliği, Öğrenci Müfettişliği gibi görev
lerde bulundu. Türk Dil Kurumu Genel Yazmanlığı yaptı./Şiir
kitaplan: Adamın Biri (1946), Rüzgâr (1949), Atatürk Kurtuluş
Savaşında (1952), Yeşeren Otlar (1954, Türk Dil Kurumu 1955
Edebiyat Ödülü), Süt (1965), Şiirler (bütün kitaplannın toplu
basımı, 1969), Türk Mavisi-Atatürk Kurtuluş Savaşında (1973),
Sıkıntı ve Umut (toplu şiirleri, 1977), Yangın (1980), Bütün Şiirle
ri (1985) ./Şiirleri 1930’lu yıllann sonlannda yayınlanmaya baş
layan Külebi, ülke gerçeklerini, çocukluk dünyasını, halk şiiri
mizden ve özellikle de türkülerimizden damıttığı, yalm, aydın
lık, lirik, yer yer izlenimci öğeler taşıyan bir şiirle yansıttı. Bu
özellikleriyle, çağdaş şiirimizin en çok sevilen, okunan, şiirleri
gelip geçici modalar karşısında dayanıklılığım koruyan ustalanndan biri oldu.
IAV, ERCÜMENT BEHZAT (1903-1984)
İstanbul’da doğdu. Bir süre Darülbedayi’de (İstanbul Şehir Tiyat
rosu) çalıştıktan sonra Berlin’de müzik ve Tiyatro öğrenimi gör
dü. Dönüşünde Ankara radyosunda spikerlik, Halkevi Tiyatrosu’nda rejisörlük, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda aktörlük, Bele
diye Konservatuan Tiyatro Bölümü’nde öğretmenlik yaptı. Döne
minin ünlü bir sinema oyuncusu olarak da ilk Türk filmlerinde
başrollerde oynadı./ Şiir kitaplan: S.O.S. (1931), Kaos (1934),
Mau M au (1962), Üç Anadolu (1964). Manzum oyun, tnyedi
türünde de yayınlanmış yapıtları vardır./S.O.S. ve Kaos’daki şiir
leriyle, başta fütürizm olmak üzere, o dönem dünya sanatının
öncü akımlarının özelliklerini, yerel temalarla, Türk şiirinde yan
sıttı. Kendine özgü ironisiyle, Metin Eloğlu’nu (bkz. "Köroğlu’ndan Memiş’e Mektup” ) CanYücel’i (bkz. "Radyo” ) etkile
miş olduğu söylenebilir. Uzun bir aradan sonra yayınladığı Mau
Mau, imgelem zenginliği, epik öğeleri, Brecht’çi denebilecek
özellikleriyle göze çarpıyor.
MADAK, DİDEM (Dog. 1970)
90’lı yıllarda “Ludingirra”, “Sombahar” gibi dergilerde yayınla
nan şiirleriyle adını duyuran, “Gösteri” dergisinin “90’lı Yılların
Şüri” başlıklı (Ekim-Kasım 1997) sayısındaki şairler arasında yer
alan Didem Madak, organik, somut, elle tutulur yaşantıların şai
ri. Dokunduğumuz, gözlemlediğimiz, düşlediğimiz her şey; tüm
ayrıntıları, tüm köşe bucağıyla günlük yaşam bu şiirin nesnel,
denebilirse eğer dış tematik ortamını oluşturuyor. Daha derin
deki tematikler ise çocukluğa, yitirilmiş anne sesine özlem, acılı
sevişmeler, yaşamın doğallığını bozan, kadınlığı yaşamayı güç
leştiren toplumsal ortama göndermeler, vb.
MAKGULİES, RONİ (Dog. 1955)
İstanbul’da doğdu. 1972 yılında Robert Koleji bitirdikten sonra
yüksek öğrenimini Londra’da tamamladı. Yaşamını Londra’da
sürdürüyor./ Şiir kitaplan: Her Rind Bilir (1991), Gün Ortasında
(1992), Mağrur Olma Padişahım (1994), Bilirim Niye Yanık Öter
Ney (1996), Uzaklıklar (2000, Toplu Şiirler)./ Şiiri, yaşamın için
deki, ilişkilerdeki arılık bir gözlemden çıkarıyor. Bu gözlem ya
da algı (Şavkar Altınel’in şürinde olduğu gibi) felsefi bir derin
lik, varoluşsal bir anlam kazanarak şiirleşiyor. Bu şiirlerden kimi
leri, görsellik ve kurgulanyla, sinemasal bir boyut da taşıyor. Akıl
ve duygunun dengeli birlikteliği. İşlek bir anlaüm. A. İlhan, Tur
gut Uyar, C. Yücel, İ. Özel’le, dünya şiirinden Brecht ve belki
Auden’la yakınlıklar.
MATUR, BEJAN (Doğ. 1968)
Pazarcık'ta (Maraş) doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi./ Şiir kitaplan: Rüzgâr Dolu Konaklar, Tanrı Görmesin
Harflerimi (1999)./ Aşkın “kadınca” yorumunu içeren, kendi coğ
rafyasının insanını ve özellikle de kadmlannı anlatırken halk
yaşamının, varoluşun ilksel köklerine uzanan epik boyutlu şii
riyle 90’h yıllar şiirinin ve günümüz Türk şiirinin en dikkate değer
şairlerinden...
MEHMED KEMAL (1920-1998)
Ankara’da doğdu. Bir yandan memur olarak çalışırken, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde öğrenim gör
dü. T.H. Ajansı’nda çalıştı, gazetelerde fıkra yazarlığı yaptı. Yaşa
mının sonuna kadar Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığını
sürdürdü./ Şiir kitaplan: Birinci Kilometre (1945), Dünya Güzel
Olmalı (1954), Söz Gibi (1977, Lions Edebiyat Ödülü, 1978). Son
kitabının adıyla bütün şiirleri de 1982’de yayınlandı.). Tükenmez.
(1990), adıyla bütün şiirleri yeniden yayınlandı. Öğle Rakıları
(1986), v.b. yayınlanmış romanlan, anı ve siyasal inceleme türün
de yapıtlan da vardır./Sesi daha yumuşak ve konulan daha birey
sel olmakla birlikte, ilk şiirlerinin sesleniş ve tema özellikleriyle
40 toplumcu şairlerindendir. Bohem temalı şiirleriyle Orhan
Veli’ye yakındır. Mizah, taşlama, halk şüri, tekerleme ironi, v.b.
öğelerini başarıyla yansıtması, şiirlerinin özgün bir yanıdır. Son
şiirlerinde Nâzım Hikmet etkileri görülüyor.
MEHMET MÜFİT (Dog. 1952)
Manisa Demirci’de doğdu. Çocukluğu Anadolu’nun çeşitli yöre
lerinde geçti. Haydarpaşa Lisesini bitirdi. Saymanlık, bankacı
lık, reklâmcılık, kulüpçülük gibi işlerde çalıştı. Şiirleri 1979’tan
bu yana çeşidi dergilerde yaymlamyor./Şiir kitaplan: İstanbul’un
Ağır Sultanları (1984), Tekkede B ahar (1986). / Şiirlerindeki
humor ve argo öğeleriyle, yakın ustalannın M.Eloğlu, C.Yücel
olduğu söylenebilir. Daha yeni kuşaklardan O.Mert, R.Durbaş
gibi şairlerle ortak söyleyiş özellikleri var. Özlü ve mecazlı anlatı
mıyla, özellikle kısa şiirlerinde başanlı ve özgün bir şair.
MENEMENCİOĞLU, MUAZZEZ (Dog. 1929)
Konya Ereğli’sinde doğdu. İstanbul Sanayi Odası’nda memur
olarak çalıştı./Şiir kitaplan: Emi (1963), Sen Kraldın Taçsız (1971),
Davullar Vurur (1978)./ "... kadın kişiliğine özgün duyarlıklan
ince bir dille anlatan bir şair...”/ (bkz. Ş.Kurdakul Sairler ve Yazar
lar Sözlüğü).
MERCANOĞLU, SALİH (Dog. 1959)
Ankara’da doğdu. Ortaöğrenimini Kınkkale’de tamamladı.
Antalya’da bir kitapevinde çalışıyor./ Şiir kitaplan: Sevgi İli Semah
(1991), Yağmurun Elleri (1994)./ İmge zenginliğinden de yok
sun olmayan, yalın, içten, insan sevgisi taşan şiirler.
MERT, ÖZKAN (Dog. 1944)
Erzurum’da doğdu. İzmir Namık Kemal Lisesini bitirdikten sonra
bir süre Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne
devam etti. Bir süre memur olarak çalıştıktan sonra yurt dışına
gitti. Uzun bir süredir İsveç’te yaşıyor. / Şiir kitaplan: Kuracağız
Herşeyi Yeniden (1970), Kırlangıçlar-Kırlangıçlar (1978), Irgatoğlu
Atçalı Mehmet (Stockholm, 1980), İşte Hayat İşte Ölüm ve Tarih
(1986), Stockholm’de M avi Saatler (1987). Dünya Çarpıyor Yüzüme
(Toplu Şiirler 1988), Allah ve Tango (1990) Mozart ve Akdeniz
(1992), B ir Irm akla Düello Ediyorum (1995), Bir Dünyalının Notla
rı (1995, Toplu Şiirler)./ ikinci Yeniye özgü duyarlık ve biçim
özellikleri taşıyan ilk şiirlerinde, savruk bir yaşama tutkusu,
bohem ve yabancıl duygular vardı. 1970 yılında I.Ozel, A.Behramoğlu ve S.Berfe ile Ant dergisindeki çıkışa katıldı. Kitabında
yer alan şiirleri, 60 sonrası toplumcu şiirin belli başlı özellikleri
ni yansıtır. Bütün dünyayı kucaklamak isteyen, kabına sığmayan
bir yaşama sevinci ve özlemi, halkın ve ülkenin yaşamına ilgi,
geleceğe ve gençliğe umut. Şiirlerindeki tonlamaları (Nâzım Hik
met etkilerinin yanısıra) bu duygular belirler. Uzun ve soluklu
şiire yatkınlığıyla dikkati çeken Özkan Mert’in son yıllann ürü
nü şiirlerinde, bir renk, benzetme ve metafor zenginliği ve tema
çeşitliliği gözlemleniyor.
MESUT, ADNAN (Dog. 1963)
Antalya’da doğdu. Liseden sonra öğrenimini Açık Öğretim
Fakültesi’nde sürdürdü. Antalya’nın Serik ilçesinde yaşıyor./ Şiir
kitaplan: Ebruli İlkyaz Kızı (1992), Yaseminli Mektup (1998)./ Var
lık Dergisi 1993 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü ve 1997
Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü kazanan Mesut Adnan’ın genellik
le kısa dizeli, lirik şiirlerinde, Metin Demirtaş’m kimi şiirlerin
deki gibi, renkleri ve kokulanyla Akdeniz doğası duyumsanıyor.
METİN, CELÂL (Dog. 1961)
Ankara’da doğdu. Lise öğreniminden sonra yüksek öğrenimini
ODTÜ Petrol Mühendisliği ve İstanbul Üniversitesi Basın ve
Yayın Yüksek Okulu’nda yaptı. "İmge”, "Poetika”, "Sombahar”
gibi şiir dergilerini yönetti. Heinrich Böll ödülüyle üç yıl Alman
ya’da kaldı. İstanbul’da yayınevi yönetmeni ve kitapevi sahibi./
Şiir kitaplan: Adım Ölüm (1986), Kendi Kendini Tatmin (1989),
Konformist (1999)./ Simgeler ve mecazlarla ağırlaşmamış, dolay
sız, özlü bir şiir dili. Buna karşın, beklenmedik, alışılmadık söz
cükler ve tonlamalar. Uzaktan uzağa Metin Eloğlu’nun şiir dün
yasını çağrışüraıı aynnülar.
MİRAÇ, YAŞAR (Dog. 1953)
Trabzon’da doğdu. Lise öğrenimi sonrasında gittiği Almanya’
da bir süre kaldı. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyaü Bölümünü bitirdi. Yeni Türkü yayınevini kurdu./Şiir
kitapları: Trabzon’lu Delikanlı (1979, Türk Dil Kurumu 1980 Şiir
Ödülü), Şili ile Söyleşi (1979), Gül ve Ekmek (1980), Taliplerin
Ağıdı (1980), Trabzondan Çıktım Yola (1981), ÇanDeresi Türküleri
(1981), içli Şarkılar (1981), Banş Güllerinin Gümüş Denizi (1986,
Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü). Almanya’da (Gelsenkirc
hen) kurduğu Yeni Türkü yayınlarınca A.Behramoğlu’nun kimi
kitaplarının yanısıra Yurdumun İşçileri (1985), İstanbul Bir Kırmı
zı Gül (1985) adlı yapıtlarını ve Trabzonlu D elikanlı’nm yeni bir
basımını yayınladı. / "Militan” dergisinde topluca yayınlanan
şiirleriyle dikkati çeken Yaşar Miraç, Karadeniz Bölgesi folkloru
nu, türkü ve konuşma dili özelliklerini, bölge emekçi insanının
yaşamını, gelenek ve göreneklerini başarıyla yansıtüğı şiirleriyle
genç şairler kuşağı içinde kendine haklı ve önemli bir konum
sağladı. Şiiri giderek yeni boyutlar kazandı. Gül veEkmek’teki şiırleriyle, işçi konulu şiire içten, halksal bir tad getirdi, bu tür şiiri
yeni söyleyiş özellikleriyle zenginleştirdi.
MUNGAN, MURATHAN (Doğ. 1955)
İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Mardin’de, yüksek öğreni
mini A.U. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünde
tamamladı. Bir süre devlet tiyatrolannda dramaturg olarak çalışü.
OsmanlıyaDairHikâyat (1981) adlı ilk şiir kitabıyla Akademi Kita
beyi Şiir Başarı Ödülü, Sahtiyan adlı şiir kitabıyla 1981 Gösteri
dergisi şiir ödülü birinciliğini kazanan Murathan Muııgan’ın öte
ki şiir kitaplan şöyle: Kum Saati (1984), Sahtiyan (1985), Yaz Sine
maları (1989), Eski 45’likler (1989), M ırıldandıklarını (1990), Yaz
Geçer (1992), Oda Poster ve Şeylerin Kederi (1993), Omayra (1993),
M etal (1994), Oyunlar, İntiharlar, Şarkılar (1997), Mürekkep Balığı
(1997), Başkalarının Gecesi (1997)./ Başlangıçta H.Yavuz, A.İ1han etkilerinde oldukça ağdalı, özentili, (Osmanlıya Dair Hikâyat); sonra söyleyiş değişmemekle birlikte dilin sözcükler düze
yinde yalınlaştığı (Kum Saati); daha sonra oldukça dağınık diizyazısal parçalardan oluşan (Yaz Sinemaları) bir şiirden, son kita
bındaki (Mırıldandıklarını), içten, yalın ürünlere doğru yol aldı.
Başarılı oyunları ve öyküleri ile de ünlendi.
MUTLU, AYTEN (Dog. 1952)
Bandırma’da doğu. Ortaöğrenimini doğduğu kentte tamamla
dıktan sonra İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirdi.
Banka memurluğu yaptı./ Şiir kitaplan: Dayan Ey Sevdam (1984),
Vaktolur (1986), Seni Özledim (1990), K ülİz (1993), Denize Doğru
(1996). Çocuk ve Akşam (1999)./ Tutkulu ses tonu, yüksek dozda
ama gerçeklikten de kopuk olmayan duygusallığı, akıcı anlatı
mı, başanlı betimleri ve şiirinin güçlü ses öğeleriyle Ayten Mut
lu, kadın şairlerimiz arasında ve günümüz Türk şiirinde özgün
bir yere sahiptir.
MÜLDÜR, LALE (Dog. 1956)
Aydın’da doğdu. Liseyi Robert Kolej’de bitirdi. Şiir bursu alarak
Floransa’ya gitti. Türkiye’ye geri dönerek birer yıl ODTÜ Elekt
ronik ve Ekonomi Bölümlerine devam etti. 1977’de İngiltere’ye
giderek Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümünü bitirdi;
daha sonra Essex Üniversitesi Edebiyat Sosyolojisi bölümünden
Master Derecesini aldı. 1983’de Belçikalı’ ressam Patrickjacquart
Claeys’la evlenerek Brüksel’e gitti. 1986'da İstanbul’a geri dön
dü. Edebiyat ve müzik dünyasında çalışmalarını sürdürüyor./Şiir
kitaplan: Voyıcır2 (1990) (Ahmet Güntan’la birlikte); Seriler Kitabı
(1991), Kuzey Defterleri (1992), Buhurumeryem (1994)./ Türk şii
rinin lirizm birikimleriyle ilintisiz ve bunun yanısıra, imge ya da
görüntü, v.b. düzeyinden çok kavramlar düzeyinde oluşturulan
bir şiir. Beslendiği sezinlenen farklı kültür kaynaklan ve biçim
de arayışlarıyla ilginç.
NAMIK KEMAL (1840-1888)
Tekirdağ’da doğdu. Çocukluğunu büyükbabası Abdüllâtif Paşa
nın yanında Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde geçirdiğinden özel
öğrenim görerek yetişti. Tercüme Kalemi’ne girdi. İlk yazılan
Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayınlandı. Şinasi’nin Paris’e gitmesi
üzerine gazetenin yönetimini üzerine aldı. Yazılannda Yeni
Osmanlılar Cemiyetinin amaçladığı Meşrutiyet ilkelerini işledi
ğinden cemiyet üyelerinin sürgüne gönderilmeleri üzerine Ziya
Paşa ile birlikte Avrupa’ya kaçtı. Londra’da Hürriyet; İstanbu
l’a dönmelerine izin verilince İbret gazetelerini çıkardı. Gelibo
lu mutasamflığma atanarak bir süre İstanbul’dan uzaklaştınldı.
Azledilip İstanbul’a dönünce Vatan Yahut Silistre oyununun
Gedikpaşa Tiyatrosunda oynanışında yarattığı coşku üzerine bu
kez Kıbns’a sürüldü. 38 ay Adadaki Magosa zindanında kaldı.
Birinci Meşrutiyetin ilân edilmesi üzerine İstanbul’a döndü. II.
Abdülhamit’in baskı yönetimi döneminde de Midilli, Sakız,
Rodos adalanna mutasarrıf olarak gönderildi. Sakız adasında
öldü. Mezan Bolayır’dadır./Namık Kemal’in şürleri ilk kez Sadet
tin Nüzhet Ergun taralından toplanarak 1933 yılında yayınlan
mıştır: Namık Kemal, Hayatı ve Şiirleri. Roman, oyun, makale, eleş
tiri türlerinde de, her biri yenilikçi edebiyatımızın ilk örnekleri
ni oluşturan çok sayıda yapıtı vardır./Şiirleri dil ve kuruluş yön
lerinden eski şiir beğenisinden kurtulmuş olmamakla birlikte,
“merdâne edalan”, üslûplan, “hürriyet aşkı”m aşılama güçleriy-
leyeni sayıldı. (A.Gölpınarlı-A.H. Tanpmar, bkz. Ş.Kurdakul, Şair
ler ve Yazarlar Sözlüğü). “Tanzimat Devrinin en gür sesli şairi, en
önemli dâva ve sanat adamı oldu...hep toplum için sanat ilkesi
ne bağlı kaldı “(bkz. B.Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü).
Şiirlerindeki yiğitçe ses ve vurgularla, özgürlük inancındaki içten
lik ve tutkuyla, çağdaş şiirimizde toplumcu yönelişin çıkış nokta
sında yer alan, etkileri günümüze kadar uzanan bir şairdir.
NAYIR, YAŞAR NABİ (1908-1981)
Üsküp’te doğdu. Galatasaray lisesini bitirdikten sonra memur
luk ve gazetecilik yaptı. Yedi Meşale hareketi içinde yer aldı. 1933
yılında çıkarmaya başladığı Varlık dergisini ve yayınlarını ölü
müne kadar yönetti. Yayın hayatına yaptığı hizmet nedeniyle ken
disine Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü (1979) verildi. / Şiir kitap
lan: Kahramanlar (1929), Onar Mısra (1932). Romanları, man
zum oyunlan, kitap olarak yayınlanmış inceleme, deneme ve çok
sayıda çevirileri vardır.
NÂZIM HİKMET (1901-1963)
Selânik’te doğdu. İlk öğrenimini Göztepe Taşmektep, Galatasa
ray Lisesi ilk bölümü ve Nişantaşı Nümune Mektebinde tamam
ladı. Beş yıl okuduğu Bahriye Mektebi’nden sağlık nedeniyle
ayrılmak zorunda kaldı. Milli Mücadeleye katılma amacıyla Ana
dolu’ya geçti. Bolu Lisesinde kısa süre Öğretmenlik yaptı. Bir
süre Batum’da kaldıktan sonra Rusya’ya giderek Moskova Doğu
Üniversitesi’nde (Kutv) ekonomi ve toplumbilim okudu. Yurda
dönüşünde bir süre Hopa cezaevinde tutuklu kaldı. İstanbul’a
yerleşerek çeşitli gazete ve dergilerde, film stüdyolarında çalıştı.
İlk oyunlarını, şiir kitaplarını yayımladı. Bir süre tutukluluktan
sonra Cumhuriyetin 10. yıldönümünde serbest bırakıldı. Çeşitli
gazetelerde (Orhan Selim takma adıyla) başyazarlık yaptı. 29
Mart 1938’de Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi kara
rıyla Askeri Ceza Kanununun 94. maddesi gereğince 15 yıl,
Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 29 Ağustos 1938
günlü kararıyla 20 yıl hapse mahkûm edildi.Cezası 28 yıl 4 aya
indirildi. 1950’de çıkarılan af yasası kapsamına alınması için adı
na dergi çıkarıldı. Başka ülkelerde de gösteriler düzenlendi.
Bunun üzerine geri kalan cezası affedilerek tahliye edildi. Bir
süre sonra Türkiye’den ayrılmak zorunluluğunu duydu. Sofya,
Varşova ve Moskova’da yaşadı. Moskova’da öldü./Şiir Kitaplan:
835 Satır (1929), fohotıd ileSi-Ya-V(1929), Varan3 (1930), 1+1=1
(Nail V. ile birlikte, 1930), Sesini Kaybeden Şehir (1931), Benerci
Kendini Niçin Öldürdü (1932), Gece Gelen Telgraf (1932), Taranta
Babuya Mektuplar (1935), Sim am a Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Des
tanı (1936), Kurtuluş Savaşı Destanı (Yön dergisi yayınlan, 1965),
Memleketimden insan M anzaraları (baskıya haz. Memet Fuat, 5
cilt, 1966-67), Saat 21-22 Şiirleri (bas. haz. M. Fuat, 1965), Rubai
ler (bas. haz. M. Fuat, 1966), Dört Hapishaneden (bas. haz. M.Fuat,
1966), Yeni Şiirler (bas. haz. Dost Yayınevi, 1966), SonŞiirleri (bas,
haz. Habora Kitapevi, 1970), Tüm Eserleri (bas. haz. Asım Bezir
ci, 1980’de sekiz kitap.) Bunlardan başka Ekber Babayev tara
fından derlenen tüm yapıtlan Türkçe olarak Sofya’da sekiz cilt
te yayınlanmıştır. (Son bir kaç yılda Memet Fuat’ın denetimin
de Adam Yaymevi’nce tüm yapıtlan yeniden yayınlandı.) Yayın
lanmış oyunlan, romanlan, mektuplan da vardır./Yüzyılımızın
ilk çeyreğinde heceyle yazan genç şairler içinde seçkin bir yete
nek olarak beliren Nâzım Hikmet, daha sonra, Türk şiirindeki
ilk ‘özgür koşuk’ örnekleriyle, gerek biçim gerekse konu ala
nında çağdaş şiirimizdeki en büyük ve modern çığmn öncüsü
oldu. Daha heceyle yazdığı ilk gençlik ürünü şiirlerindeki (örne
ğin, "Kırk Haramilerin Esiri” , ”Ağa Camii” , “’San Zeybek” )
yurtseverce duyarlık ve dönemin hece şiirinden aynlan yiğitçe
ses tonu, ritm ve vurgular; ‘özgür koşuk’ ürünü şiirlerinde top
lumcu bir içerikle de yoğunluk kazanarak, asıl yönünü buldu.
Nâzım Hikmet’in hece ölçüsünden ‘özgür koşuk’a yönelişinde
Mayakovski şiirinin etkileri ve Türk şiirinin daha önceki dönem
lerine ilişkin (T.Fikret, M.E. Yurdakul, M.Akif, v.b.) öz ve biçim
arayışlan ve deneyimleri etken olmuştur. (Bkz. “’Nâzım Hikme
t’in İlk Şiirlerinde Biçim Özellikleri ve Özgür Koşuka Geçiş” , A.
Behramoğlu, Nâzım’a Bir Güz Çelengi, Boyut Yayınevi, 1990). /
İlk şiir-romaıılannda lirik ve epik öğeleri büyük bir basarıyla bir
arada yoğurabilen Nâzım Hikmet, Şeyh Bedreddin Destanı ’yla divan
şiiri, halk şiiri ve modern şür öğelerini kaynaştırarak ulusal şiiri
mizin başyapıtlarından birini yaratmayı başarmıştır. Memleketim
den insan M anzaraları ise, biçim ve konu zenginlikleriyle, çağ
daş dünya şiirinin en büyük yapıdan arasında yerini almıştır.
1950’den sonraki şiirlerinde halk şiiri ve türkü biçimlerine ilgi
sinin yanısıra, bu şiirlerde (özellikle 1940 yılları ürünü şiirlerin
de de gördüğümüz) lirizm öğelerinin yoğunlaştığı, şiirinin fel
sefî, insancıl, evrensel bir derinlikle çok daha geniş tema ve biçim
zenginlikleri kazandığı gözlemleniyor. İçerik açısından baktığı
mız zaman, Nâzım Hikmet’in, şairliğinin bütün dönemlerinde,
toplumsal olayları anında yansıtan bir şair olduğunu görüyoruz.
Onun yapıtı, şairin yaşadığı süre içinde, yüzyılımızın tarihi gibi
dir. Türkiye Kurtuluş Savaşı, Sovyet Devrimi, İkinci Dünya Sava
şı, bütün bu süre içinde Türkiye’de ve dünyada işçi sınıfının ve
tüm ilerici insanlığın eylemleri, bu tarihin bölümleridir. Ülke
sinde ve tüm dünyada yaşanan toplumsal olaylar karşısında böylesine duyarlı ve ürün verme açısından böylesine verimli başka
bir şair bulabilmek belki de olanaksızdır. Bunun yanısıra, anlatüğı olaylann soğukkanlı bir tanığı, izleyicisi değildir. İnançları,
tutkulan, umudan, umutsuzlukları, sevgileri, nefretleri, sevinç
leri ve acılanyla bir insan olarak o, anlattığı olayların içindedir.
İster, Şeyh Bedreddin Destanı’nda olduğu gibi tarihten, ister
gününde yaşanan bir toplumsal olaydan, ister geleceğe ilişkin
bir düşünden söz etsin, yapıüannın tümünde, şairin çarpan yüre
ğini duyanz. Bu anlamda, Nâzım Hikmet’in şiiri, şairin bireysel
olarak da yaşamının tarihidir... Tüm çelişkileri, karmaşıklığı, olan
ca içtenliği, açıklığı ve tüm evreleriyle... Bu yönüyle de Nâzım
Hikmet’in şiirinin çağımız dünya şiirinde benzersiz zenginlikte
ve yoğunlukta bir örnek olduğunu söyleyebiliriz. Biçim açısın
dan bakıldığında, onun yeni özlere sürekli olarak yeni biçimler
arayan ve bulan bir şair olduğunu görüyoruz. Kişiliğinin belirdi
ği ilk şiirlerinden yaşamının son anına kadar, kalıplaşmamış,
yenilikçi bir sair olarak kalmıştır. Eşsiz zenginlikte şiiri ve insa
noğlunun mutluluğuna adanmış dramatik ve benzersiz yaşamıyla
Nâzım Hikmet, çağdaş Türk şiirinin en büyük şairi, büyük yara
tıcı kaynağı, çağdaş dünya şiirinin de çağımıza kişiliklerinin dam
gasını vurmuş ölümsüz yaratıcılarından biridir.
NECATİGİL, BEHÇET (1916-1979)
İstanbul’da doğdu. Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Ede
biyatı Bölümünü bitirdi. Liselerde ve İstanbul Eğitim Enstitüsü’nde edebiyat öğretmenliği yaptı./ Şiir kitaplan: K apak Çarşı
(1945), Çevre (1951), Evler (1953), Eski Toprak (1956, Yeditepe
Şiir Armağanı 1957), Arada (1958), Dar Çağ (1960), Yaz.Dönemi
(1963, Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, 1964), Divançe (1965), İki
Başına Yürümek (1968), En/Cam (1970), Zebra (1973), Kareler,
A klar (1975), Sevgilerde (Kitaplarından seçmeler, 1976), Beyler
(1978), Söyleriz (1980). Necatigil’in yayınlanmış çok sayıda çevi
rileri ve radyo oyunlan vardır. Ölümünden sonra ailesi tarafın
dan konulan Necatigil Şiir Ödülü 1980 yılından beri verihnektedir./Kapalı Çarşı'daki şiirlerinde Dağlarca ve Cahit Sıtkı’yla,
yer yer Orhan Veli’yle ortak söyleyiş ve duyarlık özellikleri görü
lüyor, ancak kendi kınk sesi de duyuluyor... Kınk, kopuk bir söy
leyişi var. Zihinsel atlamalar, şaşırtıcı uyaklar, halkın konuşma
dilinden ve deyimlerden özümsenmiş söyleyişler, büyük kentin
küçük insanının dünyası, bu insanın dünyasından özgün ve etki
leyici görünümler (bkz. "B oş” , v.b.) bu şiirlerin biçime ve tema
lara ilişkin başlıca özellikleri ve özgünlükleridir... (Küçük insanı
görüntülemede Külebi’yle benzeşen öz ve biçim özellikleri göz
lemleniyor). Necatigil’in şiirlerine, genel olarak baktığımızda,
bunlan sağlam örgülü, kendini güç ele veren şiirler diye tanım
layabiliriz. Daha yakından bakıldığında, şiirsel örgünün arkasın
daki mantıksal yapı görülebiliyor. Necatigil, bir öyküyü, yada bir
düşünceyi, izlenimci yönteme özgü bir tutumla şiire dönüştürü
yor. Sanki her dizeden bazı sözcükleri atarak şiir yazıyor... Dilde
Dağlarca’yla bağlantısı alttan alta akıyor. A rada’da M.Cevdet’le,
Dar Çağ’da Cansever’le ortak tema ve söyleyişler gözlemleniyor...
1950 sonlan ve 60 yıllann başlannda İkinci Yeni içinde sayılabi
lecek şiirleri var. Yaz Dönemi’nde şiirinin güç anlaşıhrlığı artı
yor ve Cansever’le yakınlığı çoğalıyor... Divançe’de (M.Eloğhı’nda bir başka türünü gördüğümüz) bilmececilik başhyor. Gele
neksel kalıplardan da yararlanılan, bilinçli olarak yapılmış düşün
ce kopukluklanyla oluşan bir tür izlenimci şiir bu. En / Cam ise,
neredeyse bilinçli sayıklamalar diye nitelenebilir... Anlamı çoğalt
maya yönelik bir dilci tutum anlamayı güçleştiriyor. Necatigil
şiirimizin önemli, özgün bir ustası. Kınk, soyutlamacı söyleyişle,
kendinden sonraki kuşaklardan Gülten Akın’ı önemli ölçüde
etkilemiş. Yeni kuşaklardan M.Demirtaş, S.Berfe, E.Canberk,
İ.Uyaroğlu, A,Budak, A.Gülsoy, v.b. üzerindeki belirgin etkile
riyle, günümüz şiirinde bir Necatigil Okulu’ndan söz edilebilir.
N EFES, ABDULLAH (Doğ. 1941)
İlgaz’da doğdu. Lise öğrenimini Çankırı ve Kastamonu’da
tamamladıktan sonra Ankara DTCF Klasik Filoloji Bölümü ve
Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenimini sürdürdü. 12 Mart dar
besi sonrasında uzun süre cezaevinde kaldı. Edebiyata Sürgün
(1979) adlı öyküler toplamıyla girdi. Şiirleri özellikle 60’lı ve
70’li yıllarda dergilerde yayınlandı./ Şiir kitabı: Nedir ki Ömür
(1998)./ Yumuşak, insancıl bir ses tonuyla; çocukluk ve doğa
izlenimleriyle, varoluşa ilişkin sorularla örülü özgün ve ilginç
bir şiir dünyası. Belki de öykücülüğünden gelen bir özellikle,
kendinden önceki kuşaklardan en çok Turgut Uyar’la akrabalı
ğı olan bir şair.
NESİN, AZİZ (1915- 1995)
Türk gülmecesinin büyük yazan Aziz Nesin bu alandaki ve oyun
türündeki sayısız yapıtına, yaratıcılığının ve yaşamının son yıllannda Sondan Başa (1984), Seviye On Ölüme Beş K ala (1986), Kerı-
dini Yakalamak (1988), Hoşça Kaim (1990), Sivas Acısı (1995)
adlı şiir kitaplarını ekledi. Bu şiirlerde duygusallık ve humor öğe
lerinin birlikteliği, halk şiiri ve tekerleme öğelerinin kullanılı
şındaki rahatlık ve ustalık göze çarpıyor.
ODABAŞI, YILMAZ (Dog. 1961)
Diyarbakır’da doğdu, şiirlerini 80’li yıllarda yayınlamaya başla
dı. Şiir ve öyküleriyle ödüller kazandı. Şiir kitaplan: Siste Kalaba
lıklar (1985), Yurtsuz Şiirler (1987), Talan İklimi (1987), Aynı
Göğün Ezgisi (1988), Feride (1990), Her Ömür Kendi Gençliğinden
Vurulur (1992), Günlerin Çarmıhında (1994), Cehennem Bileti
(1995). Bir şiir antolojisi yayınladı: Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Anto
lojisi (2000). / Toplumsal temalan bireysel yaşam öğeleri ve
somut görüntülerle birleştirmeyi başanyor. Benzetmelerin, tamlamalann, simgelerin kimi kez fazlaca yer tuttuğu bir şiir. Yine
de içten ve kişisel.
OĞUZCAN, ÜMİT YAŞAR (1926-1984)
Tarsus’ta doğdu. Eskişehir Ticaret Lisesini bitirdikten sonra uzun
yıllar İş Bankası’nda çalıştı. Yayıncılık ve gazetecilik yaptı. İstan
bul’da kendi adını taşıyan Sanat Galerisini yönetti. İstanbul’da
öldü. / Şiir kitaplan: İnsanoğlu (1947), Deniz Musikisi (1949),
Dillere Destan (1954), Dolmuş (1955), Aşkımızın Son Çarşambası
(1955), Bir Daha Ölmek (1956), Kör Ayna (1957), İki Kişiye Bir
Dünya (1957), Karanlığın Gözleri (1960), Akıllı Maymunlar (1960),
Seninle Ölmek İstiyorum (1960), Üstüme Varma İstanbul (1961), Sahi
bini Arayan Mektuplar (1961) Yeni Dünya Rekoru (1961), Sevenler
Ölmez (1962), Çigan Gözler (1962), Ötesi Yok (1963), Hüzün Sarkı
lan (1964), Bir Gün Anlarsın (1965), Sadrazamın SolKulağı ( 1965),
M ihribana Mektuplar-Mihribana Şiirler (1965), Taşlar ve Başlar
(1966), Biraz Kül Biraz Duman (1966), Seni Sevmek (1966), İnşallahla M aşallah (1966), Avrupa Görmüş Adam (1967), Toprak Ola
na Kadar (1968), Göbek Dâvası (1968), Ben Seni Sevdim, mi (1968),
Halktan Yana (1969), Aşk Mtydı O (1969), Önce Sen Sonra Sen
(1971), Rubailer (1972), Yalan Bitti (1975), EnEski Yalnızlığımdır
Aşk Benim (1978), Acılar Denizi (1977, Şiirlerinden Seçmeler).
Dikiz aynası (1982), ve Şiirle Kırk Yıl (1982). Bütün şiirleri, Yüz
Yıl Yanarım Yanmayı Öğrendimse (1983) ve İki Kişiye Bir Dünya
(1983) adlı iki kitapta toplandı./Genellikle Faruk Nafiz Çamlıbel duyarlığında ve aşk, ayrılık, özlem temaları ekseninde çoğalt
tığı şiirini, hayatın boşluğu, ölüm ve acı gibi derinliklere, öz ve
biçim yoğunlaştırmalarına yöneltti, (bkz. B.Necatigil, Edebiyatı
mızda İsimler Sözlüğü). / Şiirinin kolay ve akıcı örgüsüyle, her
hangi bir temayı kolayca benimseyip şiirleştirebil«) şair kimli
ğiyle, geniş yaygınlık kazandı.
OKTAY, AHMET (Dog. 1933)
Ankara’da doğdu. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra memur
luk, gazetecilik yaptı. TRT Haber Merkezin’de çalıştı, buradaki
görevinden emekli oldu. / Milliyet gazetesinde uzun yıllar köşe
yazılan yayınlandı./ Şiir kitaplan: Gölgeleri Kullanmak (1963), Her
Yüz Bir Öykü Yazar (1964, Yeditepe Şiir Armağanı, 1965), Dr. Kalig ari’nin Dönüşü (1966), Sürgün (1979), Sürdürülen Bir Şarkının
Tarihi (1981), Kara Bir Zamana Alınhk (1983), Yol Üstündeki Semen
der (1987), Ağıtlar ve Övgüler (1991), Bütün Şiirleri (1991), Gözüm
Seyirdi Vakitten (1996), Söz Acıda Sınandı (1996), Az Kaldı Kışa
(1996). Edebiyat kuramı üstüne yazılannı da 1986’da Toplumcu
Gerçekçiliğin Kaynaklan adlı bir kitapta topladı./ Şiirleri 1950’li
yıllarda yayınlanmaya başlayan Ahmet Oktay’ın ilk kitabında,
Ahmed Arifin ses tonu ve Attilâ Ilhan’ın dize yapısından etkile
rin yanısıra, şairin mecazlarla örülü kendi özgün sesi de duyum
sanıyor. Bu kitabındaki şiirlerinden sonra, İkinci Yeni şiir anlayı
şının özellikle de Edip Cansever’e yakın bir çizgisinde, anlatıya
dönük, simgeci, izlenimci bir şiiri benimseyen Ahmet Oktay’ın
Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi’nde, inceliklerle örülmüş, zengin
leşmiş bir şiir diliyle, kırk toplumcularının ve kendi ilk şiirleri
nin temalanna döndüğünü, yerli ve memleketçi bir şiirin özgün
ve başarılı örneklerini verdiğini görüyoruz.
OKTAY RİFAT (1914-1988)
Trabzon’da doğdu. Şair Samih Rifat’ın oğludur. Yüksek Öğreni
mini Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladıktan sonra
bir süre memurluk ve uzun süre avukatlık yaptı. Devlet Demir
Yollan işletme avukatlığından emekliye aynldı. / Şiir kitaplan:
Garip (Orhan Veli ve Melih Cevdet’le birlikte, 1941), Yaşayıp
Ölmek, Aşk ve Avarelik Üstüne Şiirler (1945), Güzelleme (1945), Aşağı
Yukan (1942), Karga ile Tilki (1954, Yeditepe Şiir Armağanı,
1955), Perçemli Sokak (1956), Âşık Merdiveni (1958), Elleri Var
Özgürlüğün (1966), Şiirler (1969,TDKŞiir Armağanı, 1970), Yeni
Şiirler (1973) Çobanû Şiirler (1976), Bir Cigara İçimi (1979, Sedat
Simavi Edebiyat Ödülü, 1980), E lijli (1980), Denize Doğru Konuş
ma (1982), Dilsiz ve Çıplak (1984), K ocaBir Yaz (1987). Romanlan, oyunlan ve çevirileri de vardır./Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik
Üstüne Şiirler’de, Fransız romantik şiirinden etkilenmelerle Garip
çizgisinin sürdüğünü görüyoruz. Halk şiiri deyişlerinden etki
lenmeler ve 40’lı yıllar toplumcu şiirinin bazı tema ve söyleyiş
özellikleri de gözlemleniyor bu kitaptaki şiirlerde. Fakat asıl başanlı şiirlerin, Tanpınar-Dranas etkileri taşıyan romantik şiirleri
olduğu söylenebilir. Aşağı Yukan ve Karga ile TUki’de, çıkış nokta
sı yine "Garip” hareketinde bulunan bir özellik geliştirilerek,
toplumsal yergi türünün, kimi yerde türkü ve şarkı kırmalı, özen
tili, kimi yerde özgün, başanlı örneklerine ulaşılıyor. Bu kitap
lardaki uzun şiirlerde, İnsan M anzaralan ’nm etkileri gözlemle
niyor. Tekerlemelerden, konuşma dili deyişlerinden esinlene
rek yazılmış ilginç şiirler var. Şairin ilk kitabında da göze çarpan
soyutlamacı eğilim (bkz. "Karga” ), Karga İle T ilki’deki bazı şiir
lerde ("Telefon” , v.b.) yalın, içerikli, özgün bir yapıya ulaşıyor.
Bu ve başka bazı şiirleri benzerlerini daha sonra C.Süreya’da
göreceğimiz, lirik şiirimizde yeni bir aşamanın örnekleri saymak
gerekir. Oktay Rifat’ın, Karga İle T ilki’deki bazı şiirlerle ulaştığı
aşamanın, Perçemli Sokak’takiyapay, zorlama gerçeküstücülükle,
gerisine düştüğünü görüyoruz. Bu kitaptaki bazı şiirlerde,
‘ ’Garip’’ döneminin dilini ve lirik parçalan yine buluyoruz. Oktay
Rifat’ın İkinci Yeni şürinde bir öncülüğü söz konusu ise, bunun
örneklerini Perçemli Sokak’taki kurmaca şiirlerde değil, Karga İle
Tilki’deki yukarda sözü edilen bazı şürlerde görmek belki daha
doğru olacaktır. Aşık Merdiveni İkinci Yeni sularında zayıfbir kitap
diye nitelenebilir. Tümü, değişik ve az kullanılan hece ölçüleriy
le yazılmış, buna karşılık uyağın hemen hemen hiç kullanılma
dığı Şiirler’de, evreni ve maddeyi kavrama çabası ve felsefi eği
limle, O.Rifat’m bu kez başka bir şiir bölgesinde yeniden Melih
Cevdet Anday’la (Kollan Bağlı Odyseus) buluştuğunu görüyoruz...
Yeni Şiirler’d eki klasik söyleyiş sağlamlığı, yine büyük ölçüde, bu
gizli ölçülerden (koşuk) geliyor. Bu kitaptaki şiirlerinde klasik
Doğu ve Batı şiiri biçimlerinden yararlandığı gözlemleniyor, ve
gerilerde, kınlmış Tanpmar sesleri duyumsanıyor. Kimi zaman
ince bir sezgi ya da gözlemin (fakat mantıkla kavranılabilir bir
şeyin) ince, damıtılmış şiirleridir bunlar. Bu bakımdan da Ritsos’u, Yunan şiirini anımsatıyorlar biraz... İzlenimciliğin ağır bastı
ğı, Tanpınar’m yanısıra Hâşim ve Yahya Kemal seslerinin duyumsandığı Yeni Şiirler, bütün bunlann yanısıra, duru ve yalın söyle
yişleriyle, kaynağını, O.Veli şiirinin, şairin kendisinin de yer aldığı
çıkış noktasında, o dilsel yalınlıkta bulmaktadır. Küçük gözlem
ve izlenimlerle kırsal yaşam temalannın işlendiği Çobanıl Şiirler’
de O.Rifat’ın çoğu şiirlerindeki gizli ve derin lirizm yine var. E lif de
de yine köy ve köylü konulan işlenmekte. Daha sonra dergiler
de, gerçeküstücü, izlenimci diye tanımlanabilecek bir yöntem
le, kendi şiir dilinin doruğuna ulaşmış bir şair olarak yazdığı,
oldukça kapalı ve güç anlaşılır, fakat mistik olmayan, somut, mad
di dünyaya ilişkin şiirleri yayımlandı.
ONAN, NECMETTİN HALİL (1902-1968)
Çatalca’da doğdu. Darülfünun Edebiyat Fakültesi Türk Edebi
yatı Bölümü’nü bitirdi. Edebiyat öğretmenliği, Eğitim Bakanlı-
ğı Müfettişliği, Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğü yaptı. Ankara
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde profesör olarak Türk Edebiyaü dersleri verdi. / Şiir kitaplan: Çakıl Taşlan (1927), Bir Yudum
Daha (1931). İzahlı Divan Şiiri Antolojisi (1940) adlı bir yapıtı ve
edebiyat üzerine, yayınlanmış incelemeleri de vardır ./"Ahmet
Kutsi, Kemalettin Kamu, Ömer Bedrettin gibi genellikle halk
şiiri geleneği çizgisinde, onlardan daha az başanh bir şair ola
rak kabul edildi. (Ş.Kurdakul Şairler ve Yazarlar Sözlüğü.)
ONARAN, MUSTAFA ŞERİF (Dog. 1927)
İzmir’de doğdu. Tıp Fakültesini bitirdi. Cerrah olarak çalışmak
tayken edebiyatla da yakından ilgilendi. Türk Dil Kurumu Yayın
ve Tanıtma Kolu’nda, Edebiyatçılar Demeği’nde başkanlık yapü. / Şiir kitabı: Unutulmuş Şiirler (1986)./ Şiirleri 1940’h ve 50’li
yıllarda dönemin “’Fikirler” , “’Varlık” , ‘Yücel” , "Türk Dili” vb.
dergilerinde yayınlanan Onaran’m tematik dünyasını yalnızlık,
ülke sevgisi, aşk ve serüven duygusu gibi dönemin ortak tematik
öğeleri oluşturuyor. İşlek bir konuşma diliyle, deyimler ve ünlem
lerle örülü içtenlikli bir şiir dünyası.
ONUR, RÜŞTÜ (1920-1942)
Devrek’de doğdu. Kastamonu lisesindeki öğrenimini yanda bıra
karak Zonguldak Ereğli kömür işletmesinde çalışmaya başladı.
Verem hastalığından öldü. / Ölümünden sonra hakkında yazı
lan yazılarla birlikte şiirlerinin derlendiği bir kitabı var: Rüştü
Onur, (Derleyen Salâh Birsel, 1956) ./Adı Muzaffer Tayyip Uslu’yla birlikte anılmasına ve acılı yazgılannın benzerliğine karşın,
O.Veli’lere ve 40 toplumculanna yakın bir konumdaki M.Tayyip’ten farklı bir şiir alanının şairi. Daha çok Hâşim, Dağlarca,
Tanpmar çıkışlı... Dranas’la, Tarancı’yla ortak özellikleri var. Yer
yer fazlaca içe dönük, ve mistik öğeler... Öykünmeci, biçimci özel
likleri de yer yer ağır basıyor. Ölümünden kısa bir süre önce
yazdığı şiirlerde O.Veli şiirine yaklaştığı gözlemleniyor.
ORHON, ORHAN SEYFÎ (1890-1972)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten son
ra uzun yıllar İstanbul liselerinde edebiyat öğretmenliği yaptı.
Gazetelerde fıkra yazan olarak çalışü ve milletvekili seçilerek iki
kez parlamentoya girdi. / Şiir kitaplan: Fırtına ve Kar (1919),
Peri Km ile Çoban Hikâyesi (1919), Gönülden Sesler (1922), OBeyaz
Bir Kuştu (1941), Kervan (1964), İşte Sevdiğim Dünya (1965), Şiirler
(bütün şiir kitaplannın ortak baskısı, 1970). Roman, öykü, fıkra
türlerinde de yayımlanmış yapıdan vardır. / Hece şiirinin önemli
adlanndan Orhon, bu şiirde, halk şiirimizin etkilerine açılışın
ilginç örneklerinden biri. Ölüm ve karamsarlık temalanyla,
Necip Fazıl’la ortak özellikleri var. Bu özellikleriyle, sonraki
kuşaklardan Cahit Sıtkı’yı etkilemiş şairlerden olduğu söylene
bilir.
OZANSOY, FAİK ALİ (1876-1950)
Diyarbakır’da doğdu. Yüksek öğrenimini Mülkiye Mektebi’nde
tamamladıktan sonra kaymakam vekilliği, kaymakamlık, mutasamflık, valilik ve Dahiliye Vekâleti müsteşarlığı görevlerinde
bulundu. Mülkiye Mektebinde Fransızca, Saint Benoit Lisesin
de Türkçe öğretmenliği yaptı./Şiir kitaplan: Fâni Teselliler (1908),
Temâsil (1913), Elhânı-ı Vatan (1915), Bunlardan başka bir Mit
hat Paşa manzum biyografisi ile, yayınlanmış manzum oyunlan
vardır./”Faik Âli, nazmının bütün özellikleri ile eksiksiz bir Ser
vet-i Fünun şairidir. 1908’e kadar, şiirlerinde tam bir ferdçilik
göze çarpar. Ferdi dokudaki şiirlerinin konulan ‘aşk ve tabiat’ür... Hayâl kabiliyeti bakımındanda, Servet-i Fünun şairleri ara
sında Cenap’tan hemen sonra geldiğini kayd etmek icab eder,
(bkz. KAkyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi).
OZANSOY, HALİT FAHRİ (1891-1971)
İstanbul’da doğdu. Bakırköy Rüştiyesi ve Galatasaray Sultanisini
bitirdikten sonra uzun yıllar çeşitli illerde ve İstanbul’da lise
öğretmenliği yaptı. Ölümüne kadar Tercüman gazetesinde tiyat
ro eleştirileri, edebiyat yazılan yayımladı. / Şür kitaplan: Rüya
(1912), Cenk Duygulan (1917), Efsaneler (1919), Bulutlara Yakın
(1920), Gülistanlar ve Harabeler (1922), Paravan (1929), Balkon
da Saatler (1931), Sulara Dalan Gözler (1936), Hep Onun İçin
(1962), Sonsuz Gecelerin Ötesinde (1964). Yayınlanmış romanlan
ve manzum oyunlan da vardır. / Fransız şiirinden etkiler ve izle
nimci öğeler taşıyan şiirleriyle hece şiirimiz içinde kendine özgü
bir yeri olduğu, bu özellikleriyle de Tanpınar ve daha sonra
Tarancı’yla yakınlığı olan bir şiir çizgisinde bulunduğu söylenebi
lir.
ÖKTEM, ALTAY (Doğ. 1964)
İstanbul’da doğdu. Kuleli Askeri Iisesi’nden sonra Trakya Üni
versitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul’da yaşıyor./ Şiir kitap
lan: Eski Bir Çocuk (1992), Su Kuşu (1992), Beni Yanlış Öptüler
Aslında (1993), Çamur Şiir (1995), Her şey: Oda, Kırbaç, Ayna
(1998)./ Sırasıyla, Ali Rıza Ertan, Akademi Kitapevi, Yaşar Nabi
Nayır, Orhon Murat Anbumu ve Cemal Süreya adına konulmuş
şiir ödüllerinin sahibidir... Dilde değiştirmeci, yenilikçi bir tutum
la, keskin bir toplumsal eleştiriye yönelik ironinin ağır basuğı
şürler... Orhon Murat’tan, Salah Birsel’den, Medn Eloğlu ve Can
Yücel’den sürüp gelen bir çizginin, kuşakdışı sayılabilecek Oğuzhan Akay’Ia birlikte, günümüz şiirinde başanlı temsilcisi...
ÖZCAN, HALİL İBRAHİM (Dog. 1957)
Kayseri’de doğdu. Bir süre öğretmenlik yaptı. 12 Eylül sonrasın
da uzun süre cezaevinde kaldı. İstanbul’da yaşıyor./ Şiir kitabı:
Kınk Zar (1997, Orhon Murat Anburnu Şiir Ödülü)./ Oldukça
uzak çağrışımlar ve simgelerle örülmüş, oldukça kapalı bir şiir.
Kimi kez neredeyse bilmecemsi deyişler... Yine de özgün bir dil
ve şür dünyası kendini ele veriyor...
ÖZDEMÎRASAF (1923-1981)
Ankara’da doğdu. Galatasaray ve Kabataş Liselerinde, İstanbul
Üniversitesi Hukuk ve İktisat Fakültelerinde öğrenim gördü. Bir
süre sigorta şirketlerinde çalıştı, daha sonra bir basımevi kurdu.
İstanbul’da öldü./Şiir kitaplan: Dünya Kaçtı Gölüme (1955), Sen
Sen Sen (1956), Bir Kapı Önünde (1957), Yuvarlağın Köşeleri (özde
yişler, 1961), Yumuşaklıklar Değil (1962), Nasılsın (1970), Çiçekle
ri Yemeyin (1975), Yalnızlık Paylaşılmaz (1978), Benden Sonra Mut
luluk (1983), Dün Yağmur Yağacak (1987) ./"Yoğun düşün ve
duyarlıkları, çarpıcı sözcükler seçtiğini sezdirmeden küçük dize
ler halinde işlediği kısa şiirlerde verdi. Daha sonra, kimi bir kitap
tan, kimi yaşamdan kopardığı izlenimlerden esinlenerek bilge
ce dörtlükler yazdı, kendisiyle birlikte çağıyla ve toplumuyla
hesaplaşmalarda buruk öfkesini içinde saklayan yeni taşlama
biçimleri getirdi.” (Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü). /
Ö.Asaf m şiirlerinin hem öz hem söyleyiş bakımlarından A.H.
Çelebi’nin şnrleriyle yakınlığı var. İlk kitabındaki şiirlerde de
düşünceye ve sözcük oyunlarına eğilimi görülüyor. Dağlarca,
O.Veli, Necatigil etkileri gözlemleniyor. İkinci kitabında (ilk kita
bında da bazı şürlerde duyumsanan) lirizm öne geçiyor. Fakat,
gerek temaları, gerek sözcük dağarcığı ile fazlaca daralan bir
şür dünyası... Üçüncü kitabında bilgelik, özlülük, duygululuk ve
ironinin üstün bir sentezi var.
ÖZEL, İSMET (Dog. 1944)
Kayseri’de doğdu. Bir süre Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenim
gördükten sonra, Ankara D.T.C.F Fransız Filolojisini bitirdi. İstan
bul Devlet Konservatuarı’nda Fransızca öğretmenidir. A.Behra
moğlu’yla birlikte Halkın Dostlan dergisini kurdu ve yönetti./
Şiir kitaplan: Geceleyin Bir Koşu (1966), Evet isyan (1969), Cina
yetler Kitabı (1975), Celladıma Gülümserken (1984), Erbain (4 kitabı
bir arada, 1987), Bir YusufM asalı (2000). / İ.Özel’in Şiir Oku
ma Kılavuzu (1980) adlı incelemesi de kendi türünde ilginç ve
önemli bir yapıttır./Ikinci Yeni şairlerinin (özellikle Ü .Tamer,
E. Cansever, T.Uyar, E.Ayhan) genel etki alanındaki ilk şiirlerin
de özgün duyarlığı, gözüpek ve yeni bir imge dünyasıyla göze
çarpan I.Ozel, Evet Isyan’da topladığı şiirleriyle 60 sonrası top
lumcu şiirimizin en ilginç ve seçkin adı olarak belirdi. Atılgan
ses tonu, taşkın duyarlığı, şiirlerindeki coşkulu ritmler ve vur
gular, çarpıcı ve yeni benzetmelerle bu şiirler, yeni kuşaklan
büyük ölçüde etkiledi. 1970’li yıllarda I.Ozel, toplumcu dünya
görüşünden uzaklaşarak mistik bir dünya görüşüne yöneldi. Yeni
içeriği, toplumcu şiirde ulaşmış olduğu biçimsel ustalık öğele
riyle, benzer ritm, vurgu ve tonlamalarla, aynı gözüpek ve özgün
benzetmelerle yansıtmayı denedi. Cinayetler Kitabı ’ndaki bazı şiir
lerinde bunda başanya da ulaştı.
ÖZER, ADNAN (Dog. 1957)
Tekirdağ’ın Gazioğlu köyünde doğdu. Liseyi Batman’da bitirdi.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi şiir yanşmasında birin
cilik ödülü kazandı. /Şiir kitaplan: Ateşli Kaval (1981) Çıngıra
ğın Ölümü (1982), RüzgârDurdurma Takvimi (1984), ZamanHaritası (1991 ;1992 Cemal Süreya Şiir Ödülü), Seçme Şiirler (1994)./
Yeni kuşağın, pek alışılmadık şiir alanlarında dolaşan ilginç bir
şairi. Antik kültüre, groteske eğilimiyle, içerik bakımından, kendi
kuşağından H.Ferhat’la bir yakınlığı var. Halk söylencelerine,
masallara, doğup büyüdüğü bölgenin türkülerine ilgisiyle yine
kendi kuşağından Y.Miraç ve O.Telli’yle yakınlığı gözlemleniyor.
Fakat Y.Miraç ve O.Telli’niıı şiirlerinde ritmin ağır basmasına
karşılık A.Özer’de anlatı daha önde. Trakya bölgesi halk söylen
celeri, türkü ve tekerlemelerine modem şiir yöntemleriyle yak
laşması, şiiri için bir olanak. Neruda, Paz, Pesoa gibi şairlerden
dilimize çeviriler yapan Adnan Özer’in son dönem şiirlerindeki
içerik ve sözlükçeyle, Doğu kültürüne, metafiziğe, İsmet Özel’inkini anımsatan benmerkezci bir başkaldırı söylemine yönel
diği gözlemleniyor.
ÖZER, AHMET (Dog. 1946)
Trabzon’da doğdu. Trabzon Lisesi’ni, Fatih Eğitim Enstitüsü Ede
biyat Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli öğretim kuramlarında Türk dili
öğretmenliği yaptı./ Şiir kitaplan: Ayrı Beraberlikler { 1981), Gün
le Dokunan (1984), Gecenin Kanayan Yerinde (1987), Söyle Yüzüm
Tanığımsm (1990), Aşklar Yedeğinde Ömrümüzün (1993, Yunus
Nadi Şiir Ödülü), Aşkın Taçyaprağı (1998, Cevdet Kudret Edebi
yat Ödülü)./ 68 kuşağının yaşantılarından öğeler, 40’h yıllann
şiirinden sesler, doğa sevgisini yansıtan metaforlarla örülmüş,
toplumcu, aydınlık bir şiir.
ÖZER, KEMAL (Dog. 1935)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümünde okudu. Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde düzelt
men olarak çalıştı. "Şiir Sanatı” dergisini yayınladı. Uzun bir
süre “’Varlık Dergisi” ni yönetti./Şiir kitapları: Gül Yordamı
(1959), Ö lüBir Yaz (1960), TutsakKan (1963), Kavganın Yüreği
(1973), Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974), Sen de Katılmalısın
Yaşamı Savunmaya (1975, TDK Şiir Ödülü, 1976), Geceye Karşı
Söylenmiştir (1978), Kimlikleriniz Lütfen (1981, Toprak Şiir Ödü
lü, 1982), Araya Giren Görüntüler (1983), Çağdaş ve Boyun Eğme
yen (1985), Sınırlamıyor Beni Sevda (1985, bütün şiirlerinden seç
meler) , İnsan Yüzünün Tarihinden B ir Cümle (1990), Bir Adı Gur
bet (1993), Oğullan Öldürülen Analar (1995), Onlann Sesleriyle
(1999). / Kendi kuşağından Ü.Tamer’le tema ve söyleyiş ortaklıkları bulunan ilk şiirlerindeki benzetme ve çağnşım özellikleri
ile İkinci Yeni’nin ikinci kuşağı diye nitelenebilecek şairler ara
sında yer alan ELÖzer, bu şiirlerinde de ölçü ve uyağa verdiği
önem, yapısal sağlamlık konusunda özeni ile dikkati çekmişti.
Kişisel, öznel bir dünyanın oldukça dar sınırlan içinde sayılabi
lecek ilk kitaplarından sonra, ilk kez Yaşadığımız Günlerin Şiirleri
ile, şiirinin içeriğini denebilir ki temelinden değiştirerek, top
lumcu bir dünya görüşünü yansıtan şairler arasında yer aldı.
Brecht’in epik yönteminin derin etkilerini taşıyan bu yeni şürler için, önceki dönemlerde kazandığı biçimsel ustalıklar, sağ
lam dize yapısı, hazır ve güçlü bir temel oluşturdu. İnançlı, içten,
dürüst, araştırıcı bir bakışın yansımaları olan bu şiirlerden son
ra, Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya 'da, oldukça şematik ve
didaktik şiirlerle karşılaşıyoruz. Geceye Karşı Söylenmiştir'deki şiir
ler ise, her gün yaşadığımız, gözlediğimiz, çoğu kez üzerinde
durmadığımız, önemsemediğimiz olayların arkasındaki anlam
lan araştıran, ilginç tanıklıklardır. Bundan önceki kitaptaki şiir
lere göre daha az slogancı ve didaktik olduklan söylenebilir bu
şiirlerin. Kimlikleriniz Lütfen’de, K.Ozer’in ilk kez alışılmış kıta
biçimi dışında, özgür koşuk türünde ve daha uzun şiirlere yönel
diğini görüyoruz. Araya Giren Görüntüler’de slogancı ve didaktik
öğelerden tümüyle annmış, yalın bilgece, ince bir duyarlık ve
gözlem ürünü, seçkin şiirler var. Özellikle son kitabıyla K.Özer,
toplumcu şiirimizde (yaşamsal aynntılara yaklaşım ve yeni bir
ahlâk anlayışını oluşturma bakımından) yeni bir aşamayı oluş
turan şairler arasında özgün ve önemli bir konuma sahiptir.
ÖZGER, ARKADAŞ Z. (1948-1973)
Bursa’da doğdu. Yüksek öğrenimini Ankara Siyasal Bilgiler Fakül
tesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda tamamladı. TRT Ankara
TV’nunda kurgucu olarak çalıştı. 12 Mart döneminde Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nin polisçe basıldığı gün, başına yediği darbe
ler nedeniyle 5 Mayıs 1973’de beyin kanamasından öldü. Bazıları dergilerde yayınlanmış şiirlerini arkadaşlan ölümünden son
ra Şiirler (1974) adlı kitapta topladılar. Aynı kitap daha sonra
Sevdadır, toplu şiirleri ise 1996’da Düşkmmı adıyla yayınlandı.
ÖZKÖK, LÜTFİ (Dog. 1923)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fran
sız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Önce Fransa’ya ve daha
sonra İsveç’e gitti ve bu ülkeye yerleşti. Fotoğraf sanatçısı olarak
uluslararası ün kazandı.. / Şiirlerini 40’h yıllarda yayınlamaya
başlayan L.Özkök, şürlerini İçimizdeki Sıla (1978) adlı kitapta top
ladı. Çağdaş İsveç Şiiri adlı bir de antolojisi vardır. / 40’lı yıllarda
toplumsal temaların, sonraki yıllarda gurbet temalarının ağır basUğı, hüzünlü, tok sesli bir şiir.
ÖZSEVER, HÜSEYİN SİRET (1872-1959)
İstanbul’da doğdu. Mülkiyenin İdadi bölümünde okudu. Hari
ciye ve Nafia Nezaretlerinde memurluk yaptı. II. Abdülhamit
döneminde çeşitli baskılara uğradı. Paris’te I. Jöntürk kongre
sinde açılış konuşmasını yaptı. İkinci Meşrutiyetten sonra yurda
dönüşünde uzun yıllar Darüşşafaka Lisesi’nde edebiyat öğret
meni olarak çalıştı. / Şiir kitaplan: Leyâl-i Girizan (1910), Bağbo
zumu (1928), Kıvılcımlı Kül (1937), Kargalar (manzum taşlama
lar, 1942). / “...serüven dolu yaşamına bağlı olan duyarkklan
işlediği kimi şiirlerinde Tevfik Fikret’in etkisinden kurtularak,
kendine özgü söyleyişler verebildi. Aşk, sevgi konulannda öteki
Servet-i Fünuncular gibi tamlamalara, sözcük oyunlanna düş
künlük gösteren şiirlerinden sonra yalın bir dil kurmaya özen
gösterdi, hece ölçüsüyle de yazdı.” (Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazar
lar Sözlüğü).
ÖZTOPRAK, HAŞAN (Dog. 1957)
İstanbul’da doğdu. Lise öğreniminden sonra Siyasal Bilimler eği
timi gördü. “Düşler”, “Göçebe” dergilerinin kuruculanndan, “E”
dergisinin yöneticisidir. Gen-daş yayınlannda editör./ Şiir kitap
lan: OHayaUe K al (1991), Sanırım Hiçbirimizin FarkedemediğiBir
Sarsıntı Oldu (1993), Ağıtlar (1996), Ey Aşkı Anlayanlar (1999,
Toplu Şiirler)./ Retorikten uzak, alabildiğine içten, cesur ve ken
dine özgü mecazlarla, ilginç fiillerle, bilgece ve kimi kez dua
cümlelerini andıran sözlerle, varoluşa ilişkin sorunlar ve soru
larla örülü bir şiir... Yer yer, Nietzsche ya da Rilke’nin karamsar
dünyalarım anışUran bir şiir dünyası...
PAKSOY, A. KADİR (Doğ. 1954)
Darende’de (Malatya) doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilim
ler ve Anadolu Üniversitesi Tarih bölümlerini bitirdi. Bir süre
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ülkenin
çeşidi yerlerinde öğretmenlik yaptı./Şiir kitaplan: Ayrılığın ve
Ölümün Dışında (1984), Güneş Batarken (1986), Yenigün Aryası
(1988), Usulca (1992), Hacı Bektaş Destanı (1992), Kadir Bey Tari
hi (1992), Yaralı Temmuz (1994), Başak ve Asma (Ü. Sarıaslan ile
birlikte, 1996), İki Bulut Yardan Aşağı (1998)./ Karşılıklı konuş
ma ya da bir iç dökme rahatlığında, doğallık ve yalınlıkla yazıl
mış şiirler. Dize yapısı ve ses örgüsü bu rahatlığın düzyazıya dönüş
mesini engelliyor. Yaşam ve ölüm olgulannın sorgulandığı, yaşa
ma sevincinin ağır bastığı, insanca bir yaşama özlemin dile geti
rildiği bir şiir dünyası.
PAZARKAYA, YÜKSEL (Doğ. 1940)
İzmir’de doğdu. Lise öğreniminden sonra Almanya’da yüksek
kimya mühendisliği öğrenimi gördü. Stuttgart Üniversitesi
Almanca Edebiyat ve Felsefe dersleri verdi. Almanya’da Türk
edebiyatı ve kültürünü tanıtıcı çalışmalar yaptı, şiir kitaplan: Koca
Sapmalarda Biz Vardık (1968), Aydınhk Kanayan Çiçek (1974), İncin
diğin Yerdir Gurbet (1979), Saat Ankara-Takvim dizeleri (1981), Sen
Dolaylan (1983), K aranlıktan Yakınma (1984), Dost Dolaylan
(1990), Sen Dolaylan ve Sevgi Dolaylan (1992), Mutluluk şiirleri
(1995)./ 1960 kuşağının dili olabildiğince ekonomik, özlü kul
lanan; bu anlamda Necatigil okulu içinde yer aldığı söylenebile
cek özgün bir şairi.
PEKER, HÜSEYİN (Doğ. 1946)
İzmir’de doğdu. İzmir Atatürk Lisesi’nden sonra öğrenimini
İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu’nda sürdürdü. Şiir kitapları
nın yanısıra iki romanı yayınlandı./ Şiir kitaplan: İnsan Arkada
şımdır (1997, Arkadaş Z. Özger Ödülü), Yer Bezinden Bir Köle
(2000, Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü)./ N. Behram vb. yaşıtları
gibi 1960’lı yıllann ikinci kuşağı içinde sayabileceğimiz Hüseyin
Peker, yaşamın bozulmuşluğuna karşı insanca olana umudu ve
çağnyı hemen her dizesinde ayakta tutma çabasındaki şiirleriy
le özgünlüğünü oluşturuyor. Somut, sıradan denebilecek yaşam
öğelerini içten bir itiraf tonlamasıyla şiirleştiriyor.
PİRHASAN, BARIŞ (Doğ. 1951)
İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiya
tı bölümünü bitirdi. Sanat Emeği dergisinin yöneticileri arasın
da yer aldı./ Şiir kitaplan: Tarih Kötüdür (1981), Tarih KötüdürImzasu El Yazılan, (1985) / 1960 sonrası toplumcu şiirinin ikinci
kuşağı diye nitelenebilecek şairleri arasında yalın simgeciliği,
özümsenmiş şiir kültürüyle göze çarpıyor. Dize yapısı ve tonla
malarda I.Özel’in, bazı tema ve söyleyiş özellikleri bakımından
Ü.Tamer’in etkileri duyumsanan şiirlerinde benzetme ve mecaz
lardaki özgünlüğü, dize ve genel şiir yapısı kurmadaki ustalığıy
la, uzun soluklu bir şiire yatkın ses tonuyla dikkatleri çekti.
PÜSKÜLLÜOĞLU, ALİ (Doğ. 1935)
Kadirli’de doğdu. Mersin lisesinde okurken hastalandığı için orta
öğrenimini tamamlayamadı. Avukat yazmanlığı, gazetecilik, ki ta-
bevi yönetmenliği yaptı. İstanbul’da Çevre yayınevini kurdu.
Yusufçuk dergisini çıkardı. Türk Dil Kurumu’nda Yayın ve Tanıt
ma Kolu uzmanlığı yapU./Şiir kitaplan: Pembe Beyaz (1955), Aydın
lık İçinde (1956), Karanfilli Saksı (1958), Uzun Atlar Denizi (1962),
Sırtımızda Kızgın Güneş (1965), Unutma Onlan (1976), Yaz ve Yağ
mur (1978), Gül Sevgili Yurdum (1983, Toprak Şiir Ödülü), Eski
dikçe (1992), Babadat (1998, Toplu Şiirler 1950-1997). Sözlükler
ve antolojiler yayımladı. / Ü.Tamer, T.Uyar ve E.Cansever’in
şürleriyle ortak özellikler taşıyan ilk şiirleriyle, İkinci Yeni anla
yışının ölçülü, dengeli bir şairi olarak görünen A.Püsküllüoğlu,
tıpkı KÖzer gibi, 1970 sonrasında tümüyle yeni bir şiire yönel
di. 70 sonrasının toplumsal olgulannm ve toplumsal temalann
işlendiği bu şiirler, denebilir ki, O.Veli’ce bir yalınlık, bir halk
türküsü yalınlığı kazandı. Yaz ve Yağmur’da, yer yer, Necatigil’in
kınk dize yapısının izleri de görülüyor.
RECAİZÂDE MAHMUT EKREM (1847-1914)
İstanbul’da doğdu. Harbiye İdadisi’ndeki öğrenimini yanda bıra
karak Hariciye Nezareti Mektebi Kalemi’ne girdi. Burada Namık
Kemal v.b. dönemin düşün ve sanat adamlanyla tanıştı. Fransız
ca öğrendi. Mülkiye Mektebi’nde ve Galatasaray’da edebiyat
muallimliği görevlerinde bulundu. Kısa süreli Evkaf Nazırlığı
görevinden sonra Ayan azalığma seçildi. Bu görevdeyken öldü.
/ Şiir kitaplan: Nağme-i Seher (1871), Yadigâr-ı Şebab (1873), Zem
zeme (3 cilt, 1883-1885), NijadEkrem (1911). Roman, oyun, eleş
tiri türünde de yapıdan vardır. Araba Sevdası (1896) edebiyatı
mızın ilkbaşanlı roman örneklerinden biri, Takdir-iElhan (Menemenlizâde Tahir’in ?: ir kitabına önyazı. (1883) ise ilk eleştiri yazısı
olarak kabul edilir. Edebiyat ve sanat konulanndaki düşüncele
rini yansıtan yazılannı da Talim-i Edebiyat adlı taşbasması kita
bında toplamıştır (1881). / “...sanat sanat içindir ilkesine bağlı,
üç çocuğunun ölümüyle acılı ve insanı tabiat, sevgi, ölüm üçge
ninde değerlendiren Recaizade’nin asıl başansı, edebiyatta Tan
zimat ve Avrupa görüş ve değerlerini yaymasında, Muallim Naci’-
nin temsil ettiği eski zevkle savaşıp Servet-i Fünun yeniliklerine
ortam hazırlamasında görülür.” (B.Necatigil, Edebiyatımızda İsim
ler Sözlüğü).
REGÜ, ŞÜKRÜ ENİS (1923-1976)
Çankırı’da doğdu. Lise öğrenimini yanda bırakarak çalışma haya
tına atıldı. Bir süre Adana lisesinde sekreterlik, İstanbul’da uzun
yıllar Doğan Kardeş dergisinde yazmanlık ve yönetmenlik yaptı.
1941-53 yıllannda yayınlanan şiirlerinden sonra daha çok, çocuk
şiirleri ve çocuk masallan yazdı. / Şiir kitaplan: Buğu (1942),
Yağmur (1944), CanımDünya (1945), Elma Ağan (çocuk şiirleri,
1971). / 1940’lı yıllarda yayınlanan şiirlerinde, 40 toplumculanyla O.Velilerin ortak tema ve söyleyiş özellikleri görülüyor.
RUŞEN HAKKI (Doğ. 1936)
Kütahya’da doğdu. Ortaöğrenimini Kütahya Erkek Sanat Ensti
tüsü’nde tamamladıktan sonra Tapulama kursunu bitirerek Tapu
Fen Memuru oldu. Çeşitli ilçelerde bu görevde bulundu. Kocaeli
Gazetesi’nde günlük yazılan yayınlandı. / Şiir kitaplan: Köprü
(1961), Yuvarlak M asa Oturumu (1964), Hüznün Dalgın Kuşlan
(1968), Dağlama (1974), Çakmaktaşı, Kav, Kıvılcım (1980), Canevimden (1989), Üzerimde Sevda (1993).. Kitap olarak yayınlanmış
öyküleri de vardır.
SABA, ZİYA OSMAN (1910-1957)
İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni, İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Çeşidi kurumlarda memurluk yaptı.
İstanbul’da öldü. /Şiir kitaplan: Sebil ve Güvercinler (1943), Geçen
Zaman (1947), Nefes Almak (1957). Bütün şiirleri Varlık yaymevince 1991’de tek bir kitapta yayınlandı. Kitap olarak yayınlan
mış hikâyeleri de vardır. / Yedi Meşale hareketine topluluğun
en geç yazan olarak katılan Ziya Osman Saba’nm şiiri, Ahmet
Hâşim’den Necip Fazıl ve Tanpmar’a uzanan bir çizgidedir. Bu
anlamda, Dağlarca şiiriyle yakınlığı vardır. Dağlarca’nm tanrı ve
yaşam üstüne soruları, Ziya Osman Saba’mn da sorularıdır. Öte
yandan, Saba’nın şiirlerinde, Verlaine ve genellikle Fransız sim
geci şiirin etkileri gözleniyor. Fakat konuları, hüznü ve lirizmi
yerlidir. Bazen dindarca bir boyun eğiş, olanla yetinme, çocuk
luk anılan ve akıp giden zaman, bazen de toplumsal eleştiriler,
çocuk sevgisi, daha güzel ve yaşanılası bir dünyaya özlem, olgun
luk dönemi şiirlerinin başlıca temalandır. Cahit Sıtkı şiiriyle öz
ve biçim bakımından ortak özellikler taşıyan iddiasız görünüşlü
şiirlerinde, yer yer Necatigil’i anımsatan kınk söyleyişlerle, şai
rin aydınlık, namuslu, duygulu sesi duyumsanır.
SABAHATTİN ALİ (1907-1948)
Gümülcine’nin Eğridere Köyü’nde doğdu. Orta öğrenimini Balı
kesir ve İstanbul Muallim Mekteplerinde tamamladı. Yozgat
Ortaokulu’ndaki öğretmenliği sırasında Avrupa sınavlarında
başan göstererek Maarif Vekaleti’nce Almanya’ya gönderildi. İki
yıl Postdam ve Berlin’de okudu. Dönüşünde, Aydın ve Konya
Ortaokullannda Almanca öğretmenliği yaptı. Dönemin yöneti
cilerini yeren yayınlanmamış bir şiirinden ötürü bir yıl hüküm
giydi. Konya ve Sinop cezaevlerinde yattı. Ankara Ortaokulu’nda ve Devlet Konservatuarı’nda Almanca öğretmenliğine atan
dı. Son görevinden bakanlık emrine alınınca, Aziz Nesin’le bir
likte Markopaşa dergisini yayınladı. Bu ve başka dergilerde yayın
lanan yazılanndan ötürü çeşitli hapis cezalanna hüküm giydi.
Bir süre nakliyecilik yapmayı denedi. İkinci Dünya Savaşı ve
faşizm yıllarının karanlık ortamında, siyasal bir cinayetle yaşa
mını yitirdi. / Sabahattin Ali, toplumcu-gerçekçi anlatı edebiya
tımızın öncülerinden ve dünya ölçüsünde değer taşıyan en büyük
ustalanndandır. Tek şiir kitabını ise 1934’te yayınladı: Dağlar ve
Rüzgâr. Bu kitapta yer alan şürler özellikle Konya ve Sinop cezaev-
lerinde yattığı sırada, halk şiirine öykünerek yazdığı, hece ölçü
lü ve uyaklı şiirlerdir. Şiir yazınımız bakımından özel bir önem
taşıdıkları söylenemez. Bununla birlikte, bazıları son yıllarda
bestelenerek geniş yaygınlık kazandı.
SANDER, ERGİN (Dog. 1937)
K.Özer, E.Günçe, Ü.Tamer, Ö.Ince, A.Püsküllüoğlu, v.b. gibi İkin
ci Yeni şiirin ikinci kuşak şairleri arasında özgün imge ve benzet
melerle örülü, lirik şiirleriyle dikkati çeken Ergin Sander’in, tıp
kı E.Günçe, T.Karahun, v.b. şairler gibi, şiir çalışmalarını sürekli
kılmayışı, çok az ürünle yetinmesi, günümüz şiiri için bir kayıp
sayılmalıdır. / Şiir kitabı: Gözlerinde Gökyüzü (1961).
SARAÇ, TAHSİN (1930-1989)
Muş’ta doğdu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü’nü bitirdi. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra devlet hesabına
gönderildiği Paris’te yeni öğrenim olanağı buldu. Uzun yıllar
Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Fransızca öğretmenliği yapü. / Şiir
kitaplan: Bir Ölümsüz Yalnızlık (1965), Güneş Kavgası (1968),
Direnmeler (1973), Güvercin Kasapları (1978). 1978 yılında ilk üç
şiir kitabını bir arada yeniden yayınlayan Tahsin Saraç’m çeviri
alanında ve sözlük türünde de yayınlanmış yapıdan vardır: Diren
me adlı kitabıyla TRT 1970 Şür Büyük Ödülü’nü, Günümüz Fran
sız Şiiri adlı yapıtıyla 1964 TDK Çeviri Ödülü’nü kazandı. Tüm
şiirlerine Asya-Afrika Yazarlar Birliği Lotus Edebiyat Ödülü veril
di. / Tahsin Saraç, bir dil ve kurgu özeninin gözlemlendiği şiir
lerinde, toplumcu, insancıl temalan kendi özgün yöntemiyle işle
yen şairlerimizdendir.
SELEKLER, HÂMİT MACİT (1909-1974)
Antalya’da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitir
di. Adalet Bakanlığı’na bağlı çeşidi görevlerde bulundu. Yargı
tay ve Yüksek Hakimler Kurulu üyeliği yaptı. / Şiir kitaplan:
Sulh ve Diğer Şiirler (1944), İyilik (1956). / "Sonraki kuşaklan
etkileyen bir düzeye ulaşmasa bile 1930-40 yıllannın dil ve beğe
ni olanaklan içinde alçakgönüllü, ama içten, kimi buluşlanyla
da yeni bir şiir kurabildi. “(Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlü
ğü)-
SERDAROĞLU, EMİN BÜLENT (1886-1942)
Öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamladıktan sonra çeşitli
memurluklarda bulundu. Mütareke yıllannda futbolcu olarak
da ün yapmıştı. / “Fecr-i Ati edebiyat topluluğuna katılan Emin
Bülent’in... işgalci güçlerden yılmadan büyük bir içtenlikle yaz
dığı Kin adlı şüri uzun yıllar elden ele dolaştı, etkin bir direniş
simgesi oldu. Çok az yazan, ama kullandığı aruz ölçüsü içinde
yalın ve başanlı bir dil uygulayabilen şairin 38 şiiri ölümünden
sonra Salih Zeki Aktay tarafından yayınlandı.” (Ş.Kurdakul, Şairler
ve Yazarlar Sözlüğü).
SEYYİT NEZİR (Dog. 1950)
Çorlu’da doğdu. Trabzon Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’
nü bitirdi. Çeşitli ortaokul ve liselerde, İstanbul Atatürk Eğitim
Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptı. Broy dergisi ve yayınlarını
yönetti. / Şiir kitaplan: Şili Duyarlığı (1976), Israrla (1977), Bütün
Yarınlarda (1978), Dağlan Öylecene (1981), İnsanın Beyaz Koku
sunda (1988). / Genç kuşağın, özellikle Ahmed Arif şiirinin
etki alanında, soluklu bir şairi.
SEZER, SENNUR (Dog. 1944)
Eskişehir’de doğdu. İstanbul Kız Lisesi ’ndeki öğrenimini yanda
bırakarak muhasebe memurluğu yaptı. Varlık dergisinde düzelt
men olarak çalıştı. / Şiir kitaplan: Gecekondu (1964), Yasak
(1966), Direnç (1977), Gerçeğin M asalı (çocuklar için şiirler, 1977),
Sesimi Arıyorum, (1982), Kimlik Kartı (1983), Bu Resimde Kimler
Var (1986), Afiş (1991), Direnç Şiirleri (1995, Toplu Şiirler),
Kirlenmiş Kağıtlar (1999,2000Yunus Nadi Şiir Ödülü). Şiir üstü
ne yazılannı Şiir Gündemi adlı kitabında topladı. / 1960’lı yıllar
toplumcu şairler kuşağı içinde tek kadın şair olan Sennur Sezer,
toplumsal ve bireysel olanı organik bütünlük içinde kaynaşürabilme başansı, şiirlerindeki yalınlık, kimi kez doğala öğeler de
taşıyan doğrudanhk ve içtenlik, acı ve buruk ses tonuyla, günü
müz Türk şiirinin özgün bir şairidir.
s ila y ; c e l â l (1914-1974)
Bursa’da doğdu. Lise öğrenimini Bursa’da tamamladıktan son
ra İstanbul’da çeşidi gazetelerde sekreterlik, yazı işleri müdür
lüğü yaptı. Yeni İnsan dergisini çıkardı. / Şiir kitaplan: Çöl Yol
cuları (1932), Dört Kapı (1933), Hayat ve Merhaleler (1933), Lâci
vert Işıklar (1934), Edebi Renkler (1936), Hüsran Filizleri (1937),
Merhamet Şiirleri (1943), Acaba (1945), Sonra (1946), Boşlukta
Duran Taş (1949), Zaman İle Yanş (1956), Adamca (1959), Doğa
(1965), İlişki Deyimleri (1969). Kitap olarak yayınlanmış dene
meleri de vardır. / Necip Fazıl-Dağlarca çizgisinde özgün bir şair.
Eşyanın ilginç aynntılannı gözlemleyişiyle maddeci diye nitele
nebilecek şiiri, genel havasıyla mistik, felsefî özellikler taşıyor.
Adamca’da, dil tutumu ve şiir kurgusuyla, Asaf Halet’le yakınlı
ğı gözlemleniyor. Erotizm ve insan vücuduna ilgisiyle, Dağlarca’ya yakın. Erotizmde Dağlarca’dan bir adım öteye geçiyor...
Dilci tutumunu yer yer gramer dersine döndürdüğü Doğa’daki
şiirleriyle, yeni kuşaklardan Yaşar Miraç’ın öncüsü sayılabilir. Çağ
daş şiirimizin önemli, ilginç bir şairi.
SİYÂVUŞGİL, SABRİ ESAT (1907-1968)
İstanbul’da doğdu. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra Fran
sa’da Felsefe öğrenimi gördü. Yaşamının sonuna kadar Edebi
yat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. / Şiir
kitabı: Odalar ve Sofalar (1933). Kitap olarak yayınlanmış incele
melerinden başka, Sait Faik’ten Fransızcaya çevirdiği hikâyeler,
1962 yılında Hollanda’da, Un Point Sur L a Carte ("Haritada Bir
Nokta” ) adıyla yayınlandı. Türkçeye çevirdiği yapıtlar arasında
ise, E.Rostand’m Cyrano de Bergerac çağdaş çeviri edebiyatımı
zın klasikleri arasında sayılır. ‘Yedi Meşale” hareketi içinde yer
alan Siyavuşgil, şiirlerindeki ilginç betim ve ritm özellikleriyle
göze çarpıyor.
SÖNMEZ, TEKİN (Dog.. 1936)
Urfa’da doğdu. Kars’ta ortaokulu bitirdi. Kuyumcu işçiliği yap
tı, ticarede uğraştı. Yansıma dergisini çıkarıp, yönetti. / Şiir kitap
lan: Günün Apansız Açıklanması (1968), Boşuna Değil Yaşamak
(1970), Şafağın Demircisi (1971, TRT Sanat Ödülleri Tek Şiir Başan Ödülü), Ağıt Yok (1973), Şili’nin ve Ja r a ’ntn Destanı (1976),
Yeryüzü Sevdiğim (1977), Ferhat’ım Şirin’im (1980), K anatsa Kuş
(şiir kitaplanndan seçmeler, 1961-1981). Yayınlanmış gezi yazı
lan, çocuk öyküleri ve şiirleri de vardır. / Başlarda, Haşan Hüse
yin’in etkisi gözlemlenen şiirlerinde, slogancı bir üslûba yatkın
lığı vardı. İkinci kitabında A.İlhan ve Lorca etkilerine açıldığı
görülüyor. İ.Özel ve N.Behram etkileri de sezilen bu dönem şiir
lerinde, ağdalı denebilecek benzetmelerin yanısıra, halk şiirine
ilgisi de göze çarpıyor.
SUTÜVEN, MUSTAFA SEYİT (1908-1969)
Orta öğrenimini dışardan sınavlara girerek Balıkesir Lisesi’nde
tamamladı. Edremit’te ticaret yaparak yaşamını sürdürdü. / Şiir
kitabı ölümünden sonra yayınlandı: Bütün Şiirleri (1976). / Hece
çıkışlı bir şair olan M.S. Sutüven’in özgür koşukla yazılmış şiirle
rinde Nâzım Hikmet etkileri duyumsanıyor. “Sutüven” şiiriyle
büyük ün kazandı. Bu şiirinde hece şiirimizin ve halk şiirimizin
bazı biçim öğeleri ustaca kaynaştınlmıştır. Yunus etkisindeki koş
ma denemeleri ilginç ve özgün. Savaş-Banş konulu şiirlerinde
ise, 40’lı yıllar toplumcuların ortak temaları işleniyor. Kanımca
M.S. Sutüven, 1940’lı yıllar toplumcu şairleri değerlendirilirken,
göz önünde bulundurulması gereken bir şairimizdir.
SÜLEYMAN NESÎP (1866-1917)
İstanbul’da doğdu. Asıl adı Süleyman Paşazade Mehmet Sami’
dir. Orta ve yüksek öğrenimini Mülkiye Mektebi’nde tamamla
dı. Çeşitli eğitim kuramlarındaki görevlerinden sonra, Darülfü
nun Umum Müdürlüğü’ne atandı. Maarif Nezareti Telif ve Ter
cüme Heyeti azalığı yaptı. / Yazılan ve konferanslanyla birlikte
şürleri ölümünden sonra yayımlandı: Süleymanpaşazade Sami Bey
(1918). “Süleyman Nesip, 1986’da Servet-i Fünun’culara katıl
dıktan sonra çok sevdiği Tevfik Fikret’in etkisinde, onun temalannı kullanarak yazdığı şiirlerle tanındı.” (B.Necatigil, Edebiya
tımızda İsimler Sözlüğü).
SÜMER, DİNÇER (Dog. 1938)
İzmir’de doğdu. Ankara Devlet Konservatuarı ’n ı bitirdikten son
ra Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı. Pek çok oyun
da rol aldı. / Şür kitaplan: Günebakan (1955). Denize Çıkan Cad
de (1957), Küçük Kızın Adı Ayşe (1965), Oyun ve roman türünde
de yayınlanmış yapıdan var. "Eski Fotoğraflar” adlı oyunu ile
Türk Dil Kurumu Oyun Ödülü’nü kazandı. (1977)./ Yaşıtı şair
lerin çoğundan farklı olarak, İkinci Yeni şiirin soyut, biçimci öğe
lerine özenmeden, fakat yeniliğe de açık, yalın, akıcı bir şiir diliyle
ürünler vermiş bir şair.
ŞAHİN, LEYLA (Doğ. 1954)
Şavşat’ta doğdu. Üsküdar Kız Lisesi’nde okudu. Gazete yazarlığı
yaptı. Şiirlerini ‘70’li yılarda yayınlamaya başladı. / Şiir kitapla
rı: Kırlangıç Yıldm (1988, Enver Gökçe Şiir Ödülü), Mayıs Şarkı
ları (1989), Acı Toplayan İpekli Çardak Kuşu. / Hem hece şiirine
yatkınlığı, hem destansı bir soluğu var. Ceyhun Atuf Kansu dama
rından sürüp gelen, söylenilen şeylerin yaşanmışlığı duyumsa
nan ürik, özlü, yalın bir şiir.
ŞİMŞEK, HAŞAN (1918-1981)
Tarsus’ta doğdu. Orta öğrenimini Adana Ziraat Lisesi’nde
tamamladıktan sonra Toprak Mahsûlleri Ofisi’nde çalıştı. / Şiir
kitaplan: Gece Gündüz (1951 ), Beyaza Duran (1963). / Bir dönem
de genellikle Varlık dergisinde yayınlanan şiirlerindeki, yalın ve
akıcı şiir diliyle dikkat çekmiş bir şair.
ŞİNASİ (1826-1871)
İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini Mahalle Sübyan Mektebi’nde ve Feyziye Mektebi’nde tamamladı. Tophane Müşirliği Mek
tebi kalemine girdi. Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi. Maliye
konusunda staj yapmak için devlet hesabına gittiği Paris’te daha
çok dil ve edebiyat üzerinde çalıştı. Lamartine, Littré, Renan
gibi dönemin ünlü yazarlarıyla tanıştı. Bir ara Société Asiatique’e
üye seçildi. Fransa’dan döndükten sonra bir süre Tophane Müşir
liği Kaleminde çalıştı. Maarif Meclisi üyeliği yaptı. Memurluğun
yanısıra kendini gazete ve basm işlerine verdi. Fransızcadan man
zumeler çevirdi ve ilk oyun denemelerine girişti. Agâh Efendi
ile birlikte ilk Türkçe gazeteyi (“Tercüman-ı Ahval” ) çıkardı.
Daha sonra yayımladığı ”Tasvir-i Efkâr” gazetesinde devlet yöne
timini eleştiren yazılarından ötürü Maarif Meclisi üyeliğinden
çıkarıldı. İkinci kez Fransa’ya giderken gazetenin yönetimini
Namık Kemal’e bıraktı. Yurda döndükten sonra da basın işleriy
le uğraştı. İstanbul’da öldü. / Şiir kitabı: M üntahabat-ıEşar (Şiir
lerinden seçmeler, 1862, 1945 ve 1960’ta yeni basımları yapıl
mıştır.) Çeviri şiirleri Tercüme-i Manzume (1859) başlığı alunda
yayınlandı. 1960’ta yeni basımı yapıldı. Bir perdelik güldürü olan
Şair Evlenmesi (1860, sonradan çok sayıda yeni basımları yapıl
mıştır) ülkemizde modem anlamda tiyatro yapıü türünde ilk
örnektir. / Şinasi ’nin şair ve yazar olarak önemi, “ilk kez kullan
dığı kavramlarla kendinden sonraki yenilik hareketlerine öncü
lük etmesi” (Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü) ve “Şiirde ilk
defe eski şekiller içinde yeni kavramlar kullanması, nesirde bağ
fiillerle uzayıp giden cümleyi seci ve süslerden kurtarıp düşün
ceyi ve anlaşılmayı ön plana alarak dilde sadeleşme hareketleri
ne yol açmasıdır. (B.Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü).
ŞÜKÛFE, NİHAL (1896-1973)
İstanbul’da doğdu. Yüksek öğrenimini Darülfünun Edebiyat
Fakültesi Coğrafya Bölümü’nde tamamladı. Uzun süre İstanbul
Kız Lisesi’nde coğrafya ve edebiyat öğretmenliği yaptı. / Şiir
kitaplan: Yıldızlar ve Gölgeler (1919), Hazan Rüzgârları (1928),
Gayya (1930), Su (1933), ŞüeYoUan (1935), Sabah Kuşlan (1943),
Yerden Göğe (1960), Şiirler (bütün yapıtlanndan seçilmiş şiirler
ölümünden sonra yayınlandı, 1975). Bundan başka, yayınlan
mış bir öyküler kitabı ve altı romanı vardır. / “1. Dünya Savaşı
yıllannda yetişmiş şairlerden olan Şükûfe Nihâi, bu devrin hemen
bütün şairlerinde görülen özellikleri taşır. Edebiyata Cedide ve
Fecr-i Ati ile, Milli Edebiyat cereyanı arasında sıkışıp kalmış olan
bu nesil, önce ilk iki hareketin tesirinde kalarak eserlerinde vezin,
duyuş tarzı ve kısmen de dil bakımından daha çok bu iki hare
ketin özelliklerini aksettirirler. Sonra Milli Edebiyat cereyanının
duruma hakim olmasıyla, heceye ve konuşulan dile yönelirler...
Daha ilk kitabındaki şiirlerden itibaren dile ve vezne olan haki
miyetini kuvvetle devam ettiren şairin nazmında en mühim özel
lik, lirizm ve onun belli başlı kaynağını teşkil eden samimiyettir.
Gerçekten, çok açık kalple konuşulan bu şiirlerde isimsiz fakat
tam bir biyografinin derin akislerini duymak daima mümkün
dür. (KAkyüz, Batı Tesirindeki Türk Şiiri Antolojisi).
TAFEALI, OKTAY (Doğ. 1958)
Erzurum’da doğdu. İstanbul Üniversitesi ve Viyana Üniversitesi’nde felsefe ve pedagoji öğrenimi gördü. / Şiir kitaplan: Pembe
Aralık (1986), Suların Durulduğu Yerde Yalnız Askerler (1993), Kan
Geleneği (1997)./ Arka planda bir duygululuğu gizleyen akıl ve
özlülük... Özellikle son şiirlerinde bir tema olarak “ölüm”ün ağır
bastığı görülüyor.
TAMER, ÜLKÜ (Dog. 1937)
Gaziantep’te doğdu. İstanbul Robert Kolej orta bölümünü bitir
dikten sonra bir süre Gazetecilik Enstitüsünde okudu. Bir süre
aktörlük yaptı. Milliyet Yaymlan’nda danışman-editör olarak
çalışu. / Şiir kitaplan: Soğuk Otların Altında (1959), Gök Onları
Yanıltmaz (1960), Ezra ile Gary (1962), Virgülün Başından Geçen
ler (1965), İçime Çektiğim H ava Değil Gökyüzüdür (Yeditepe Şiir
Armağanı, 1966), Sıra Göller (1974), Şiirler (Bütün şiirlerinden
seçmeler, 1981), Yanardağın Üstündeki Kuş (toplu şiirler, 1986.)
Ülkü Tamer çeviri alanında da gerek şiir gerek anlatı türünde
başanlı örnekler verdi. / İkinci Yeni’nin ikinci kuşağı içinde,
simgeci özellikler taşıyan, yumuşak ve lirik bir şiiri vardır. Bu
şiirlerde şaşırtmaca ve humor öğeleri de önemli bir yer tutar.
Uyak ve ölçü disipliniyle, kuşağından Kemal Özer’e yakın sayıla
bilir. Lirizm ve türkü tadıyla, bazı şiirlerini dilimize başanyla çevir
diği Lorca’ya yakınlığı duyumsanıyor. Humor ve şaşırtmaca özel
liklerini, kimi yerde, İngilizce sözdiziminı Türkçeye aktarmanın
yarattığı ilginçlikle sağlıyor. Duyarlığı, sözcükleri ve benzetme
leriyle, kendinden sonraki kuşağın belli başlı şairlerini, R.Durbaş’ı ve büyük ölçüde İ.Özel’i etkilemiş olan bir şairdir.
TANER, MEHMET (Doğ. 1946)
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü bitirdi. TRT’de spiker ve yapımcı olarak çalıştı. Tan yayı
nevini kurdu. / Şiir kitapları: Sunak (1978), B ir Denizin Çekildiği
Bütün Kıyılar (1981, TDKŞiir Ödülü), Arka Oda (1981). / Fan
tezi ve soyut bir dil dünyası yaratmaya yatkınlığıyla, yeni kuşak
lardan İzzet Yasar’la ortak bir şiir alanında bulundukları söyle
nebilir.
TANİLLİ, SERVER (Doğ. 1931)
Hukukçu, toplumbilimci, siyaset tarihçisi, bu alandaki seçkin
yapıtlarıyla çağdaş kültürümüzü zenginleştiren Server Tanilli’nin 1978 yılında uğradığı silahlı saldırı sonrasında Londra ve
Moskova’da tedavi görmekteyken yazdığı şiirler “Sanat Emeği”
dergisinin Temmuz-Ekim 1978, Şubat 1979, Şubat 1980 tarihli
5 ,8 ,1 2 ve 24. sayılarında yayınlandı. Güçlü bir toplumcu inancı
yansıtan bu şiirler coşkulu, lirik tonlamalarıyla dikkati çekiyor.
TANPINAR, AHMET HAMDİ (1901-1962)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten son
ra çeşidi liselerde ve Gazi Eğiüm Enstitüsü’nde edebiyat öğret
menliği yaptı. Güzel Sanatlar Akademisi’nde estetik, sanat tari
hi öğretmenliğinden sonra, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Ede
biyatı Bölümüne Yeni Türk Edebiyatı profesörü oldu. Maraş mil
letvekili olarak parlamentoya girdi. İstanbul’da öldü. / Altmış
kadar şiirinden otuz yedisi ile, tek şiir kitabını ancak ölümüne
yakın çıkardı: Şiirler (1961). Çeşitli alanlardaki yapıdan Dergâh
yaymlannda toplanmaktadır. Diziye Bütün Şiirleri (1976) ile baş
landı. / Sözcükler ve şiir dünyası bakımından Hâşim’den, dize
yapısı ve şiirinin genel plasdği bakımından ise büyük hayranlık
duyduğunu her zaman belirttiği Yahya Kemal’den etkilenmiş
olduğu söylenebilir. Gizemcilik ve ölüm temalarıyla, N.Fazıl ve
Dranas’la yakınlığı vardır. Bazı şiirlerinde, Dağlarca’da daha belir
gin bulduğumuz sezgici öğelere rastlanır. Fransız şiirinden etki
lenmiş olduğu, çarpıcı, tuhaf, bazen soyut benzetmeleriyle İkin
ci Yeni anlayışına çıkış noktası olmuş şairler arasında bulundu
ğu söylenebilir. Düşünsel (felsefi) öğenin didaktik olmadığı, fel
sefi bir bakışla lirizmin kaynaştınldığı ”Her Şey Yerli Yerinde” ,
v.b. şiirleriyle, "Geçmiş Yaz” , v.b. şiirleri, tıpkı Dranas’ın bu tür
den şiirleri gibi, çağdaş şiirimizin seçkin örnekleri arasındadır.
Ulusal kültür köklerimizin, yitirilmiş bir ulusal kimlik arayışının
başlıca tema olarak işlendiği romanları, edebiyatımız, üstüne
inceleme yazılan da kendi türlerinin önemli yapıtlanndandır.
TANYOL, TUĞRUL (Dog. 1953)
İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesini bitirdi. Marmara Üni
versitesi İdari Bilimler Bölümünde öğretim üyesidir. / Şiir kitap
lan: Elinden Tutun Günü (1983), Ağustos Dehlizleri (1985, Necati
gil Şiir Ödülü), Sudaki Ânka (1990), Oda Müziği (1992), İhanet
Perisinin Soğuk Sarayı (1995). / Yoğun düşünce ve gözlem biri
kimini, simgeler, ölçülü bir gerçeküstücülük ve klasik denebile
cek bir biçim ve kurgu ustalığıyla birleştirebiliyor. 80’li yıllar şii
rinin araştıran, üreten bir temsilcisi.
TARANCI, CAHİT SITKI (1910-1956)
Diyarbakır’da doğdu. Orta öğrenimini Saint Joseph ve Galata
saray Liselerinde tamamladıktan sonra Mülkiye Mektebi’nde ve
Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi ’nde okudu. Yurda döndükten son
ra Ankara’da Anadolu Ajansı’nda çevirmen olarak çalıştı. Bir
ara da Toprak Mahsûlleri Ofisi’nde memurluk yaptı. Viyana’da
öldü. Mezan Ankarada’dır. / Şiir kitapları: Ömrümde Sükût
(1933), OtuzBeş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957).
Asım Bezirci’nin derlediği Toplu Şiirleri Can Yayınevi’nce yayın
landı (1983). Otuz Beş Yaş adlı şiiriyle C.H.P. Şiir Yarışması birin
cilik ödülünü kazanmıştır. (1946). / “İlk şiirleri temiz dili ve
yeni buluşlarıyla dönemin edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırdı.
Belli duygulan hece ölçüsüne bağlı olarak işlediği bu evresinde
Ahmed Hamdi, Necip Fazıl etkileri taşırken, giderek XIX. yüz
yıl Fransız şairlerinin dünyasına girdi. Özellikle Baudelaire’i, Verlaine’i severek okudu. Kimi şiirlerini dilimize çevirerek onlann
biçim güzelliği anlayışına yaklaştı. Daha sonra yayımladığı şiir
lerde Garip hareketinin yönelişlerinden esinlendi. Hece ölçü
sünde duraklan atarak yeni uyumlar arama kaygılarına bağlı eski
tekniği değiştirdi; biçimde daha serbest, konularda yaşama, ger
çeğe daha açık şiirler yazdı. Her döneminde içten, Türkçenin
olanaklannı kullanmada başanlı, ‘şairane’ye kaçma eğilimini
yendiği zaman etkili şiirleriyle kendisinden sonra yetişen kuşak
lara yeni söyleyiş ufuklan açan bir kimlik kazandı” (Ş.Kurdakul
Şairler ve Yazarlar Sözlüğü). / Yahya Kemal’den Tanpınar’a uza
nan bİT çizginin uzantısında, Dranas ve bir ölçüde de Dağlarca’yla ortak özellikler taşıyan şiirlerinde, Fransız şiirinin ve bizim
halk şiirimiz biçimlerinin etkileri de gözlemleniyor. Öte yanda,
özgür koşukla yazdığı şiirlerde, Nâzım Hikmet’ten etkilenmiş
olduğu söylenebilir. Ziya Osman Saba’nm ve daha sonra Behçet
Necatigil’in küçük adamıyla ortak özellikler taşıyan lirik kahra
manı, (genellikle şairin kendisidir bu), Orhan Veli şiirine göre
dünyası biraz daha kapanık, daha karamsar bir kişidir. Fakat,
alçak gönüllü yaşama sevinciyle, ortak tema ve seslerle Cahit Sıt
kı, Orhan Veli’ye, belki de O.Rifat ve M.Cevdet’ten daha yakın
konumda bir şairdir... Şiirleri, kendinden sonra gelen şairler üze
rinde geniş ölçüde etkili olmuştur. (Bu etkinin ilginç bir örneği,
‘Yann Pazar Değil” (C.Sıtkı) ve ”Pan” (C.Süreya) şiirleri ara
sındaki benzerlik de görülebilir.) Bazı şiirlerinin eskimişliğine
ve bugün fazlaca basit görünmelerine karşın, bir çok şiiri günü
müzde de haldi bir sevgiyle okunan, çağdaş şiirimizin klasikleri
arasına girmiş bir şairimizdir.
TÂRHAN, ABDÜLHAK HÂMİD (1852-1937)
İstanbul’da doğdu. Hisar Rüştiyesi’nde, Paris Ecole Nationalle’de okudu. Dönüşünde de Fransızca, Arapça ve Farsça dersleri
aldı. Çeşitli devlet kuruluşlarında memurluktan sonra Paris Sefa
retinde ikinci kâtiplik, çeşitli ülkelerde konsolosluk ve başkon
solosluk yaptı. Londra Elçiliği başkâtipliğinde ve Brüksel sefirli
ği görevlerinden sonra, kısa süre Ayan (senato) üyeliğinde de
bulundu. Cumhuriyetten sonra İstanbul’dan milletvekili seçil
di. / 15 şiir kitabından başlıcaları: Sahrâ (1879), Divaneliklerim
yahut Belde (1885), Makber (1885), Ölü (1885), Bunlar Odur
(1885), Hacle (1886). Dergâh yayınlarınca toplu şiirleri bir kaç
ciltte yayınlandı. Tiyatro alanında da yapıdan vardır. / “Tanzi
mat devrinin en büyük şairi sayılan Hâmit, devrindeki şiiri dış ve
iç geleneklerden kurtardı, ona geniş ufuklar açtı; gündelik yaşa
malar, aşk, tabiat, vatan-millet sevgisi, ölüm ve metafizik prob
lemler üzerine, sevinç, ümit ve tezatlardan, feryat ve isyanlar
dan kuvvet alan lirik, epik ve felsefi şiirler yazdı; kuvvetli bir kül
türün, zengin bir hayalin yardımıyla, her eserinde yeni imkân
lar denedi.” (B. Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü). / Dil
engelini aşarak şiirinin anlamına ulaşabilen günümüz okuruna
saçma görünebilecek olan, gerçekten de saçmalık ölçüsüne varan
açık sözlülüğü, duygu karmakanşıklığı ve üslûp kanşıklıklan, şii
rimizin modernleşmesi bakımından, dönemi için büyük bir
önem taşımıştır. Bulanık bulutlar arasından mavi gök parçalannın görünmesi gibi, onun bulanık şiirleri arasından da arada
bir görülen yalın dizeler ve şiir parçalan, gelecekteki Yahya Kema
l’i haber vermektedir...
TARIMAN, BETÜL (Dog. 1962)
Keşan’da (Edirne) doğdu. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakül
tesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Kastamonu’da öğretmenlik yapı
yor./ Şiir kitaplan: Ay Soloları (1995), Üzgündü Kırlar (1996), Kar
dan Harfler (2000, Anbumu Şiir Özel Ödülü)./ Kınk bir ses
tonuyla lirik şiirler. Özgün bir çocukluk dünyasında gezintilerin
şiiri. Zengin iç yaşantılar ve özellikle ev içlerinin betiminde göz
lemlenen derin bir iç mekân duygusu...
TAŞAN, BERİN (Dog. 1928)
Merzifon’da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitir
dikten sonra yurdun çeşitli yörelerinde savcı olarak görev yaptı.
/ Şiir kitaplan: Ellerim, Göllerim, Yüreğini (1960), Yüzünün Bir
Yanında (1969). / Toplumcu temalan inançlı bir ses tonuyla,
lirik bir coşkuyla söyleyebilen bir şair. Yüzünün Bir Yanında baş
lığım tanıyan şüri, yeni toplumcu şiirimizin özgün bir örneğidir.
TAŞER, SUAT (1919-1982)
İstanbul’da doğdu. Orta ve Yüksek Öğrenimini Ankara Devlet
Konservatuan’nda tamamladı. Uzun yıllar Ankara Devlet Tiyatrolannda sahneye çıktı, rejisörlük yaptı. İzmir Devlet Tiyatrosu
Müdürlüğü görevinde bulundu. / Şür kitaplan: Bir (1942), 1943
(Fethi Giray’la birlikte, 1943), Hürriyet (Ö.F. Toprak'la birlikte,
1945), M erhaba (1952), H araç Mezat (1954), İkinci Kurtuluş
(1960), Hayret Beyin Serüveni (1968), Evrende Ellerimiz (1970).
Yayınlanmış oyunlan, tiyatro üzerine telif ve çeviri yapıdan da
bulunan Suat Taşer, bir şiirinden ötürü TCK 142. maddesine
aykınlık gerekçesiyle yargılanmış, beraat etmiştir. / Kırk toplumcuları arasında, yüksek sesli, söylevci edasıyla göze çarpıyor. Son
yıllardaki şiirlerinde humor ve yergi öğelerinden yararlanmak
taydı.
TECER, AHMET KUTSİ (1901-1967)
Kudüs’te doğdu. İstanbul Üniversitesi Edehiyat Fakültesi Felse
fe Bölümünü bitirdikten sonra öğretmenlik yaptı, Milli Eğitim
Bakanlığı’nda çeşitli görevlerde bulundu. Halkevleri Müfettişli
ği, Paris’te kültür ataşeliği, Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğre
tim üyeliği yaptı. Urfa’dan milletvekili seçildi. Uzun süre Anka
ra Halkevinin Ülkü dergisini yönetti. / Şiir kitapları: Şiirler
(1932). İlk kitabından sonra şiir kitabı yayınlamadı. Bütün Şiir
leri, V.Timuroğlu’nun derlemesiyle ve şair üstüne bir inceleme
siyle yayınladı. / Hece şiiri için de, başlangıçta N. Fazıl’la tema
ve söyleyiş yakınlığı olan şiirler yazmıştır. Daha sonra köy konu
larına yöneldi. Ülke üstüne halk şiiri türünde şiirler yazdı. Bu
tür şiirleri içinde, lirizm azlığı nedeniyle, başanlı olanlann sayısı
çok olmamakla birlikte, şiirini yönelttiği doğrultu bakımından
önemli bir şair. Başta Âşık Veysel Şatıroğlu olmak üzere günü
müz halk şiirinin özgün değerlerini bulup çıkarmasıyla da çağ
daş yazınımıza önemli hizmetleri olmuştur.
TELLİ, AHMET (Dog. 1946)
Eskipazar’da doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebi
yatı Bölümü’nü bitirdi. Ortaokul ve liselerde, Gazi Eğitim Ensti
tüsünde Türkçe, edebiyat öğretmenliği yaptı. 12 Eylül’den son
ra uzunca bir süre tutuklu kaldı. / Şiir kitaplan: Yangın Yılları
(1979), Hüznün İsyan Olur (1979), Dövüşen Anlatsın (Metin
Altıok’la birlikte Ö.F. Toprak Şiir Ödülünü kazandı, 1980), Saklı
Kalan (1982), Su Çürüdü (1983), Belki Yine Gelirim (1984), Çocuk
sun Sen (1994), KaUnm Unut Bu Şiiri (1994). / 1960 sonrası top
lumcu şiirimizin, (N.Behram, A.Bulut, İ.Uyaroğlu, v.b.) ikinci
kuşağında yer alan özgün bir şairidir. Birinci kuşaktan, özellikle
İ.Özel’den (ses tonu ve sözcük seçimi bakımından) geniş ölçü
de etkilenmiş olduğu gözlemleniyor. Romantik ve başkaldıncı
kişiliği onu bir yanıyla da A.İlhan şiirine bağlıyor...
TELLİ, OZAN (Dog. 1950)
İslahiye’nin Telli köyünde doğdu. Çocukluğu doğduğu yörede
geçti. Irgatlık, satıcılık, işçilik yaptı. Bir süre yurt dışında da işçi
olarak çalıştı. Şiirlerinin ilk kez topluca Birikim dergisinde yayın
lanmasıyla tanındı. / Şiir kitapları: Şahince (1981), Ekmeğin Şara
bin Tuzun Aşkına (1982), İshakça (1983), Şahkulu Destanı (1985),
Akademi Kitabevi 1980 Başarı Ödülünü kazanan şairlerden.
Daha önce de Vatan Gazetesinin Özgürlük konusunda açtığı şiir
yarışmasında Büyük Ödül kazanmıştı. / Nâzım Hikmet’in ilk
şiirlerindeki özgür koşuk ritm ve tonlamalarını, türkü öğeleriy
le kaynaştırmayı başaran bir şair. Yer yer Haşan Hüseyin’in yinelemeci tekniğinin, yer yer Ahmed Arif şiirinin etkileri görülen
şiirlerinde, genelde, yüksek bir ses tonu, bir koçaklama havası
var. Hece ölçüsünden, manilerden ve halk deyişlerinden de çokça
yararlanıyor. Genç toplumcu şairler kuşağı içinde, soluğu en güç
lü olanlardan. Fakat bu olumlu özellik, şiirin bazen gereksizce
uzamasına, tekerleme ve yineleme öğelerinin çoğalmasına yol
açarak olumsuz bir etken de olabilmektedir. Halk şiiriyle bes
lenmiş işlek ve akıcı bir şiir diliyle kolay şiir söyleyebilen, her
şiirinde ortalama düzeyin üstünde kalabilen Ozan Telli, yetene
ğini özgürce geliştirebildiği ölçüde, toplumcu şiirimizin gelecek
te de destansı soluklu şiirler yazacak önemli bir şairi olma potan
siyelini taşıyor...
TEVFİK FİKRET (1867-1915)
İstanbul’da doğdu. Orta öğreniminin bir bölümünü Galatasa
ray Sultanisinde tamamladı. Çeşitli memurluklarda bulundu.
Galatasaraym ilk bölümünde ve Robert Kolej’de Türkçe öğret
menliği yaptı. Servet-i Fünun dergisini yönetti. Meşrutiyet ilan
edildikten sonra Tanin gazetesini çıkaranlardan biri oldu. Bir
süre Galatasaray Lisesi müdürlüğünde bulundu. Daha sonra
Robert Kolej’deki öğretmenliğine dönerek yaşamının sonuna
kadar bu görevde kaldı. / Şiir kitapları: H alûk’un Defteri (çocuk
şiirleri 1914), Tarih-i Kadim (1928), Son Şiirler (1952, Haz: Cev
det Kudret), 1984’de Bütün Şiirleri 3 ciltte toplandı. Kitapları bir
çok yeni basımlar yapmış, şiirleri kimi yazarlarca (A.M.Dranas,
A. Kadir, v.b.) günümüz Türkçesine göre yalınlaştırılarak kitap
halinde yayınlanmıştır. / Tevfik Fikret, aruz vezninde yaptığı
yeniliklerle çağdaş şürimizde özgür koşukun oluşmasında önemli
bir temel oluşturmuş, bazı şiirlerindeki konuşma dili tonlamala
rı ve ezgisellikle, uyak alanında yeniliklerle modem şiirimizin
biçim ve anlatım olanaklarını geliştirmiş, halkçılık, yurtseverlik,
insancıllık, haksızlığa ve zorbalığa karşı çıkış temalarını işleyişte
ki çağdaş bilinci, yürekliliği, namusu, içtenliği ve öfkesiyle; çağ
daş toplumcu şiirimizin de temelini oluşturan şairlerin başında
yer almıştır.
TEZ, İLHAMİ BEKİR (1906-1984)
Trablus’ta doğdu. Orta öğrenimini İstanbul Muallim Mektebin
de tamamladıktan sonra çeşitli illerde ve İstanbul’da ilkokul
öğretmenliği yaptı. İstanbul’da öldü. / Şiir kitaplan: Çocuk Şiir
leri (1927), 24 Saat (1929), A-BirinciForma (1929), Herhangi bir
Şiir Kitabıdır (1931), M ustafa Kemal (1933), Olduğu Gibi (1935),
Hürriyete Kaside (1945), Birinci Seans (1959), En Güzel Şarkı
(1960), Şiirler (1971), Yetmiş Yaşın M elankolisi (1975), Unuttum
(1979). / Genelde Nâzım Hikmet’in etkisinde olmakla birlikte,
sözcük seçimindeki özgünlükler, yer yer argo özellikleri taşıyan
ilginç edasıyla kendine özgü bir şiiri vardır. Niyazi Akmcıoğlu ve
Ahmed Arif ten M.Eloğlu’na, H. Hüseyin’e, S.Berfe’ye kadar etki
leri duyumsanan bir şair.
TİMUÇİN, AFŞAR (Dog. 1939)
Aksihar’da doğdu. Yüksek öğrenimini, İstanbul Üniversitesi Ede
biyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünden sonra,
Kanada’da tamamladı. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde
doktorasını verdi. Eray Canberk’le birlikte Kavram Yayınevi’ni
kurdu. Felsefe dergisini yönetti. /Şiir kitaplan: Çöl (1968), Des
tanlar (halk hikâyelerinin destan biçiminde yeniden yazılmış
örnekleri, 1969), Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz (1974), Savaş
çı Türküleri (1980), Boş Beşik (1981), Ey Benim Güzel Sevdalım.
(1984), Bu Sevda Böyle Gider (1992), Arınmalar (1993), Akşam
Türküleri (1996) /. Yayınlanmış romanları, hikâye ve çeviri şiir
kitaplan davardır. Son yıllarda inceleme deneme türünde önemli
ürünler verdi. Nâzım Hikmet’in Şiiri (1978) adlı kitabıyla, 1979
Türk Dil Kurumu Eleştiri Ödülü’nü kazandı. / Şiirlerinde çocuk
sevgisinin önemli bir yer tuttuğu, toplumcu, insancıl bir şair. Top
lumcu şiirimizin, Behçet Necatigil kaynağından etkilenmiş şair
leri arasında sayılabilir.
TOPRAK, ÖMER FARUK (1920-1979)
İstanbul’da doğdu. Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakül
tesinde okudu. Uzun yıllar Petrol Ofisinde memur olarak çalış
tı. Buradaki görevinden emekli oldu. Ölümünden sonra eşi Füruzan Toprak tarafından adına bir Şiir Ödülü kondu. / Şiir kitap
lan: İnsanlar (1943), Hürriyet (S.Taşer’le birlikte, 1945), Dağda
Ateş Yakanlar (1955), Susan Anadolu (1966), Ay Işığı (1973). Kitap
olarak yayınlanmış roman, öykü, anı türünde yapıtlan da vardır.
Tüm Şiirleri Adam Yayınevince yayımlandı. (1983)./ İlkşiir kita
bında uzun, anlaUya yaslanan romantik, yumuşak şiirler yer alı
yor. Hürriyet’te Kırk toplumcu kuşağının ortak temalan (banş,
ekmek, özgürlük) ve ortak söyleyiş özellikleri var. Her dönemin
de lirik, romantik özelliğini yitirmeyen bir şair. Susan Anadolu,
tümüyle tek bir şür gibidir. ”Sonnet”lerinde, Dinamo’nun bu
türdeki şiirleriyle ortak özellikler gözlemleniyor.
TUĞTEPE, SÜHA (Dog. 1956)
Cide’de doğdu. Marmara Üniversitesi Ekonomi Fakültesi’ni bitir
di. / Şiir kitaplan: Yüzler ve Zarflar (1985), Düşler ve Seyrek Zaman
lar (1990), Sürgün Mozaik (1995) /. İlk kitabıyla Akademi Kitabevi, ikinci kitabıyla Yunus Nadi şiir ödüllerinde mansiyona değer
görüldü. / Coşku dolu bir eda, anarşizan denebilecek başkaldıncı tavırlar ve açık sözlülükle dikkati çeken bir şiiri var. Kuşağı
nın bir çok şairi gibi, zorlamalar ve yinelemelere yöneldiğinde,
başan düzeyi düşüyor. SO’li yılların ilgiyle izlenmesi gereken bir
şairi.
TUNCER, OKTAY (Doğ. 1936)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdikten sonra çeşitli liselerde ede
biyat öğretm enliği yaptı. / Şiir kitabı: Deniz Kapısı (1961). /
Kendi kuşağından T.Karahun, D.Sümer, v.b. gibi, her hangi bir
akıma bağlanmadığı için kıyıda kalan, yalın, yeniliğe açık bir şiir
diliyle, lirik şiirler yazan bir şair.
TURAN, GÜVEN (Doğ. 1944)
Gerze’de doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül
tesi İngiliz Dil ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Okutmanlık, metin
yazarlığı yaptı. / Şiir kitapları: Güneşler...Gölgeler... (1981), Peş
(1983), Sevda Yorumlan (1990), B ir Albümde Dört Mevsim (1991),
İkaros’un Uçuşu (1993), 101 B ir Diyar (1996), Gizli A lanlar
(1997)./ Dalyan (1978) romanıyla, Türk Dil Kurumu 1979
roman Ödülü’nü kazandı. / Kısa ve kırık dizelerle, kendine özgü
betimlerle, şürimizdeki lirik geleneğin denebilirse tümüyle dışın
da, anlaU parçalarını andıran, içe dönük bir dünyanın düşünce
ve izlenimlerini yansıtan bir şiir yazıyor. Kendi kuşağından en
çok Egemen Berköz’le benzeştikleri söylenebilir.
TÜRKAİİ, VEDAT (Doğ. 1919)
Samsun’da doğdu. Asıl adı Abdülkadir Pirhasan’dır. İstanbul Üni
versitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü
bitirdikten sonra Kuleli Askeri lisesinde edebiyat öğretmeniy
ken Ceza yasasının 141. maddesine aykırı eylemde bulunduğu
savıyla tutuklandı. 9 yıla hüküm giydi. Cezasını bitirip çıkınca
senaryo yazarlığı, film yönetmenliği yaptı. Karanlıkta Uyananlar
(1965 Antalya Film Festivalinde en iyi senaryo ödülü kazandı.)
B akan a, Kara Çarşaflı Gelin, v.b. Türk sinemasının önemli ürün
leri (her ikisi de B.Yıldız’in öykülerinden), senaryolaştırdığı yapıt
lar arasındadır. Milliyet Yayınlan 1974 Roman Yanşmasmda birin
ci seçildikten sonra 1975’de yayımlanan ve 1976 Orhan Kemal
Roman Armağanını kazanan Bir Gün Tek Başına romanıyla, çağ
da? romanımızın basta gelen bir adı oldu. Bu alandaki başansını M avi Karanlık (1983), Yeşilçam Dedikleri Türkiye (1986) romanlanyla sürdürdü. Bazı senaryolan da (bu konuda bir inceleme
siyle birlikte) Üç Film Birden (1979) adıyla yayınlanmıştır. / Şiir
kitabı: Eski Şiirler, Yeni Türküler (1979). Sahnelenmiş oyunlan da
vardır. / 1940 toplumcu şairlerinin pek çoğunda olduğu gibi,
Vedat Türkali’nin şiirleri de Nâzım Hikmet’in açtığı büyük çığır
içinde yer alır. Ancak, halk türkülerinden ve deyişlerinden ken
dine özgü bir biçimde yararlanışı, bu şiirlerin biçime ilişkin
özgünlüklerindendir. Yalın, tok içten bir söyleyişi, gür, berrak
bir ses tonu vardır. Kırk toplumcu şairler kuşağı içinde, gelece
ğe dönük en büyük iyimserliği taşıyan, soluğu en geniş bir şair
olarak, kendinden sonraki kuşaklar üzerinde de (A.Arif, v.b.)
etkisi olmuştur.
UÇARI, ERCÜMENT (1928-1996)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukat
lık yaptı. / Şiir kitaplan: Cümbüşçübaşı (1958), Et (1960), Avla
nırken B ir Korku (1967), Albatros Adı Bir Gün Gelecek (1971), Geç
miş Zaman Tevellüdü (1988). / İkinci Yeni akımı içinde yer alan
şairlerden.
UĞURLU, NURER (Dog. 1940)
Adana’da doğdu. Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakülte
sinde okudu. Kurduğu Ge-Da (kitap dağıtım) kuruluşunu yönet
mektedir. / Şiir kitaplan: M asal (1966), Türkiye’nin M avisi
(1981), Anadolu’nun Türküsü (1984). / Toplumcu şiir anlayışı
içinde, İkinci Yeni’ye özgü öğelerden ılımlı bir tutumla yarar
landığı ilk kitabından sonra, yeni kitabında, halk şiiri, halkın
konuşma dili ve halkın tarihsel ve güncel yaşamına ilgi gözlem
leniyor.
USLU, MUZAFFER TAYYİP (1922-1946)
İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Zonguldak Lisesi’nde
tamamladıktan sonra birkaç yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Felsefe Bölümünde okudu. Öğrenimini yanda bıraka
rak Zonguldak’ta küçük bir memur olarak yaşamım sürdürdü.
Yoksulluk içinde geçen çocukluk ve yetişkinlik döneminde yaka
landığı verem hastalığından kurtulamayarak öldü. / Şiir kitabı:
M uzaffer Tayyip, bütün şiirleri ve kişiliği üzerine yazılar (derleyen
.Necati Cumalı, 1956). / Başlangıçta, Orhan Veli ve Oktay Rifat
etkileri alunda, savruk, çağnşımlara açık, yalm bir dil ve üslûpla
yazdığı şiirlerden sonra, savaş, banş toplumsal adaletsizlik konulanna içten bir yaklaşımla yöneldi. Bunlar ve yine şiirlerinde çok
ça duyumsanan insanlık sevgisi ve özgürlük duygusu, belli ki,
şiirsel temalar olmanın ötesinde, onu yaşamsal olarak ilgilendi
ren konulardı. Bu özellikleriyle Muzaffer Tayyip’in şiiri, Orhan
Veli’lerle 1940’lı yıllar toplumcu şiiri arasında bir yerdedir ve
bu şiire daha yakın durmaktadır. Yaşasa, çok gelişebileceği belli
bir şair, has bir yetenek. "Şiir ve Şiirde Primitif Anlayışa Dair”
başlığını taşıyan yazısı, "Garip” hareketinin öncülük ettiği yeni
şiir anlayışının çok önemli bir belgesidir.
UŞAKLI, ÖMER BEDRETTİN (1904-1946)
Uşak’ta doğdu. Yüksek öğrenimini Mülkiye Mektebi’nde tamam
ladı. Çeşitli ilçelerde kaymakamlık, bir süre Mülkiye Müfettişliği
yaptıktan sonra, Kütahya’dan milletvekili seçildi. İstanbul’da
öldü. / Şiir kitapları: Demiz Sarhoşlan (1926), Yayla Dumanı
(1934), Sanktz, Mermerleri (1940), Bütün Eserleri (1988’de Anka
ra’da Prof. Dr. İnci Enginün tarafından düzenlenerek yayınlan
dı.) /Faruk Nafiz’in ulaşamadığı bir betim gücü ve sahicilik, Necip
Fazıl’ın uzak olduğu aydınlık dünya algılayışıyla, ülke konulu
şiirlerinde gerçekçilik ("Bataklık Güneşleri” , v.b.) ve etkileyici,
betimlerle ("Çoruh Akşamlan” , v.b.), özel yaşam konulu şiirle
rinde de derin duyarlığı ve içtenliğiyle, Cumhuriyet sonrası şiiri
mizin seçkin bir temsilcisidir. Bazı şiirlerindeki izlenimci dene
bilecek öğelerde, Fransız şiirinin etkileri gözlemlenmektedir. Bu
türden şiirleriyle, kendinden sonraki kuşaklardan en çok Fazıl
Hüsnü Dağlarca’yı etkilemiş olduğu düşünülebilir. Kanımca, şiir
leri üzerinde yeterince önemle durulmamış, bugünün kuşaklannca tanınıp değerlendirilmesi gereken bir şair.
UYAR, TURGUT (1927-1985)
Ankara’da doğdu. Bursa Askeri Lisesi’ni bitirdikten sonra, yük
sek öğrenimini Askeri Memurlar okulunda tamamlayarak ordu
ya katıldı. Subay olarak bir süre çalıştıktan sonra askerlikten aynhp Türkiye Selüloz ve Kâğıt Sanayii Ankara Şubesi’nde çalıştı.
İstanbul’da öldü. / Şiir kitaplan: Arz-ı H al (1949), Türkiyem
(1952), Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959), Tütünler Islak (1962,
Yeditepe Şiir Armağanı, 1963), Her Pazartesi (1968), Divan (1970),
Toplandılar (1974), Kayayı Delen incir (1981). Bütün şiirleri Büyük
Saat, (1984) adlı kitapta toplandı. BirŞiirden (1984) adlı bir ince
leme kitabı var. / Arz-ı H al’de genelde Orhan Veliler’in, belli
ölçüde de Cahit Sıtkı’nın etkisi altındadır. Türkülerden etkilen
melerde, Atillâ İlhan’m bu tür şiirlerindeki hava sezilmektedir.
Onüçer heceli şiirlerindeyse, biçim alanında, Dranas etkilerin
den söz edilebilir. Hafif soyutlama eğilimi bir özgünlük sayılsa
da, romantizmiyle henüz çok taşralı bir genç şairin şiir kitabıdır
AntrHal. Türkiyem’de, ilk kitaptaki taşralı romantizm öğeleri sür
mekteyse de, Ceyhun Atuf Kansu’yu anımsatan bir koçaklama
edası, Bedri Rahmi’yle yakınlığı olan bir türkü, halk şiiri ve deyiş
leri sevgisi, Dağlarca’ya yakınlığı olan kozmik boyutlar, evreni
kavrama tutkusu gözlemleniyor. Sözcüklerde, uyaklar ve edada
da yine Dağlarca etkileri var. Gözüpek benzetmeler ve tanımla
malar, izlenimci denebilecek betimlemeler; coşkudan, merak
tan ve sorulardan neredeyse çatlayacak bir yüreğin şiire kazan
dırdığı tonlamalar, şiirimizde pek de örneği olmayan, bireysel
fakat etken, baskaldıran bir romantizm bu kitaptaki şiirlerin baş
kaca özelliklerindendir. ‘’Uzak Kaderler için” başlığını taşıyan
şiir, romantik bir duygululukla destansı söyleyişin özgün bir sen
tezidir. Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda izlenimci öğeler çoğal
mış, soyutlama eğilimi güçlenmiştir. Bu kitaptaki "Geyikli Gece”
adlı şiir, yeni sözcükler ve betimleri, getirdiği yeni şiir atmosferi,
aynı şiir içindeki eda değişimleriyle ve insanın modem dünya
daki varoluşsal bunalımını (bireysel ve toplumsal temellerde)
araştıran içeriğiyle, çağdaş şiirimizin önemli bir aşamasıdır. Tur
gut Uyar’m uzun, soluklu, yer yer anlatısal bir şiire eğilimi de
artık ona özgü bir şiirsel yapı niteliği kazanmaktadır bu kitabın
daki şiirlerle, TütünlerIslak’ta soyutlama eğiliminin, izlenimcili
ğin daha da güçlendiğini gözlemliyoruz. Bu kitabındaki şiirler
le izlenimcilikten de öte, simgeci bir anlayış benimsenmiştir. Aşın
bir soyutlamaya yöneliş, mezmurlardan etkilenildiği izlenimi
veren (Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda da örneklerini buldu
ğumuz) düz yazıya özgü yeni bir söz dizimi, eşya arasında deği
şik ve şaşırtıcı ilintilerin kuruluşu, erotizm, (yinelemelerin önemli
yer tuttuğu) ilginç ve yeni tonlamalar bu kitaptaki şiirlerin başlı
ca özellikleridir. Yenik bir adamın, bir kınlışın şiirleri diye de
tanımlanabilir Tütünler Islak’taki şiirler. "Uzak Kaderler İçin”
yola çıkış sanki gerçekleşmemiştir ve şimdi (başta erotizm olmak
üzere) son direnç noktalannda tutunulmaya çalışmaktadır. Her
Pazartesi kitabındaki şiirler, Tütünler Islak’m kılıç artıklan diye
tanımlanabilir. Birbirinden çok kopuk, çok uzak çağrışımlı dize
lerle oluşturulmuş, şiirden çok şiir için alınmış notlan anımsa
tan, (H.Hüseyin, G.Akm ve R.Durbaş’ta gördüğümüz) çoğaltımcılık tekniğinin fazlaca kullanıldığı şiirlerdir bunlar. Bununla bir
likte, sonraki kuşaklardan İsmet Özel’i (vurgulamalar, fiil kiple
ri, sözcükler ve mecazlarıyla) büyük ölçüde etkilemiş olduğu
görülüyor bu kitaptaki şiirlerin. Toplandılar’da, çoğaltımalık tek
niğinin alabildiğine uygulandığı, tuhaf ve güçsüz şaşırtmacalar,
uzak ve silik çağrışımlarla örülü şiirler yer alıyor. 1970 başlannın
özentili duyarlıklan (en çok ‘dağ’ sözü geçiyor bu kitaptaki şiir
lerde, şair ‘kent’e düşmandır), o dönemin genç şairleriyle ortak
temalar gözlemleniyor bu kitaptaki şürlerde. Bu, şairin halk tür
külerine en çok eğildiği, güncelliğe, gazete haberlerine en yakın
olduğu bir dönemdir. Yayınlanan son kitabı Kayayı Delen İn cir
de, geneldeki aynı yaşama tutkusunu ve yer yer erotizm temalannı buluyoruz. Ancak, çeşitli etkilenmeler altında yazılmış (örne
ğin, l,Söylendiler”de ve "Kısa Bir Anı”da M.CAnday’ın tema
ve söyleyişleri, "B ir Yazı Anlamak”ta M.Eloğlu’ya özgü bir şey,
"Bin Yıl” ve "Hazırlandı Diyelim”de Ritsos’u anımsatan öğeler
vardır) oldukça dağınık ve şairin daha önceki dönemlerindeki
şürlerin gerisine düşmüş şiirlerdir bunlar. Araştıran, tedirgin şair
kişiliğiyle Turgut Uyar, yeni şiirimizin, kendi dönemini ve ken
dinden sonraki kuşaklan büyük ölçüde etkilemiş, bu şiire yeni
temalar ve söyleyiş özellikleri kazandırmış önemli ve öncü bir
şairidir.
UYAROĞLU, İSMAİL (Dog. 1948)
Balıkesir’de doğdu. İstanbul Eğitim Enstitüsünü bitirdikten son
ra çeşitli illerde ve İstanbul’da Türkçe ve edebiyat öğretmenliği
yaptı. Cumhuriyet gazetesinde ve Yazko’da çalıştı. / Şiir kitaplan: Gül Sağnağı (1976, çocuklar için şiirler), Çocuk ve Şiir (1977,
çocuklar için şürler), Aşktan ve Umuttan Aldım Rengimi (1978,
çocuklar için şiirler), Yakında (1980), Hayatı Karşılayan Şiirler
(1981, Yazko Şiir Büyük Ödülü), Şiir Kitabı (1982), BirDemetDiken
(1983), 5+2’ler (1984), Ve Aşk (1985), Ateşin İçinden (1985, toplu
şiirleri) En Eski Yalnızlığımdtr Aşk Benim (1987). Leş adlı oyunuy
la 14. Antalya Uluslararası Sanat Festivali’nde birincilik ödülü
nü (1977), Çocuk ve Şiir kitabıyla 1978 Türk Dil Kurumu Çocuk
Yazım Ödülünü, Bir Liranın İki Günü romanıyla En Güzel Çocuk
Romanı konulu yapıdara ayrılan 1978-79 Yunus Nadi Armağanı
yarışmasını kazandı. / 1960 sonrası toplumcu şiirinin ikinci
kuşak şairleri arasında yer alan I. Uyaroğlu’nun ilk kitabında
oldukça yalınkat, yeterince işlenmemiş, slogancı denebilecek şiir
ler yer alıyor. Yer yer, C.Süreya, O.Mert, N.Behram etkileri göz
lemleniyor. Devrimciye öğütler edasında, kendi kuşağında A.Bulut’la ortak söyleyiş özellikleri içinde görünüyor. Bununla bir
likte, sonraki yalın şiirlerinin ilk örnekleri sayılabilecek bir kaç
şiir de yer almışür bu kitapta. Yakmda’da, yine A.Bulut’la ortak
söyleyiş özelliklerini gözlemliyoruz. Nâzım Hikmet, C.Süreya,
O.Veli ve Necatigil’den, v.b. etkilenmeler... Hayatı Karşılayan Şiir
ler’de, önceki etkilenimlerin yanısıra, Dağlarca ve Külebi’den etki
lenmeler de gözlemleniyor. Nâzım Hikmet’in Saat 21-22 Şiirleri’ni anımsatan lirik, yalın şiirler. Kitapta yer alan şiirler arasın
daki belirgin düzey farklılıklarına karşın, yine de kendi sesini
yakalamaya başladığı gözlemleniyor; yalınlık, duruluk, lirizm,
özlülük, uyak kullanmaya eğilim, uyakların da yardımıyla yara
tılmaya çalışılan şaşırtmacalı (humor değil) bir söyleyiş. ŞürKitabı’nda bu özelliklerin ağır bastığı özgün şiirler çoğunluktadır.
Özlülük, neredeyse özdeyişe varıyor kimi yerde. Lirizmi, yalın ve
özlü söyleyişi, şiir kurgusundaki yalınlık, şiirde sadece bir ses öğesi
olarak değil anlamı da güçlendiren ve vurgulayan uyakları bulup
kullanmadaki başarısı, oldukça gözüpek temalarıyla, günümü
zün ilgiyle izlenen şairlerindendir.
UYSAL, AHMET (Doğ. 1938)
Balıkesir’de doğdu. Savaştepe Ilköğretmen Okulu’nu, Gazi Eği
tim Enstitüsü Eğitim Bölümü’nü bitirdi. Öğretmen olarak görev
yaptı. İlköğretim müfettişliğinden emekli oldu./ Şiir kitapları:
Sularla (1994), Uzak Yazlarda (1998, Ceyhun Atuf Kansu Şür Ödü
lü), Acının Gümüşü (1999, Yunus Nadi Şür ödülü)./ Şiirimizin
lirik damarından beslenip üreten bir şair, insancıl, yumuşak,
aydınlık bir ses tonu. Şiire duyduğu sevgi ve güveni, son kitabın
daki şiir üstüne şiirleriyle ayrıca dile getiriyor...
UYSAL, HALİL (Dog. 1939)
Anamur’un Güverlik köyünde doğdu. Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra uzun yıllar askeri yargıç
olarak görev yapü. / Şiir kitaplan: Yersu (1966), Alkoldönem
(1968). "Türkü” adlı şiiri ile TRT 1970 Tek Şiir Başan Ödülü
kazanmıştır.
ÜNAL, MECİT (Dog. 1961)
Sivas’ta doğdu. 1980’li yıllarda siyasal nedenlerle tutuklandığı
için öğrenimi yanm kalan bir kuşaktan... 1988’de idama mah
kum edilip 1991’de infaz yasası gereğince serbest bırakıldı.../
Şiir kitaplan: Sesini Sesimin Yanma Koy (1989), Reqviem-Zamandışı
Sessizlik Saati (1991)./ Toplumcu dünya görüşüyle, yumuşak,
insancıl bir ses tonunun birleştiği şiirler.
ÜSTÜN, NEVZAT (1924-1979)
İstanbul’da doğdu. Amerikan Koleji, İstanbul Erkek Lisesi ve
Boğaziçi liselerinde orta öğrenimini tamamladıktan sonra bir
süre Fransa’da yaşadı. / Şiir kitaplan: Oluş (1946), Yaşadığımız
Devre Dair Şiirler (1951), Cüceler Çarşısı (1955), Yitikler Kapısı
(1961), Güneş Ülkesi (1964), Köprübaşı (ilk altı şiir kitabının yeni
eklemelerle basımı, 1968), Beklenen Sabah (1978). Hikâye kitap
lan ve kitap olarak yayınlanmış gezi notlan da vardır. Ölümün
den sonra ailesi tarafından adına öykü ve şiir armağanı kondu.
VAJRDAL, SUAT (Doğ. 1957)
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde
öğrenim gördü. / Şiir kitabı: Biz Gene Yan Yana (1981), Yorulur
Ölümlü Gederi (1983), HayalDersleri (1994). / SuatVardal,yalın
ve içten bir şiir dünyasını, konuşma dili yalınlığındaki şiirleriyle
yansıtıyor. T. Fişekçi, R. Margulies gibi kuşakdaşı şairlerle yakın
bir duyarlık ve dil alanında buluştukları söylenebilir.
VARDAR, CELÂL (1916-1991)
Rumeli’li bir ailenin çocuğu olan Celâl Vardar, uzun yıllar Anka
ra’da gazeteci olarak çalıştı. / Şiir kitabı: İki Dal (1957). / Kısa
dizelerle oluşturduğu şiirleriyle, ilginç bir toplumsal yergi şairi.
VURAL, MURTÂZA (Doğ. 1946)
Kaman’ın Omerkâhya köyünde doğdu. Orta ikiden ayrıldıktan
sonra demir işçisi olarak çalışü. Hollanda’da dört yıl işçilik yap
tı. Şimdi Ankara’da bir demir atölyesi işletmektedir. / Şiir kita
bı: Terimle Suladım H ollanda Lâlelerini (1980). / ‘’Türkiye Yazıla
rı” dergisinde yayınlanan şiirleriyle tanınan Murtaza Vural, göz
lemlediği, tanıdığı işçi çevresini, çalışma koşullarım yansıtuğı şiir
lerde belli bir başan düzeyine ulaştı.
YAĞCIOĞLU, HALİM (Doğ. 1919)
İzmir’de doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünü bitir
dikten sonra çeşitli ortaokul ve liselerde öğretmenlik yaptı. /
Şiir kitaplan: Samanyolu (1944), Anzelha (1955), Kasım Rüzgârı
(1955), Destan Türk (1973), Altın Günlerin Eşiğinde (1976). / Yer
yer halksa! ve toplumsal temalann işlendiği, kenar mahalle insa
nının, küçük memur dünyasının yansıtıldığı şiirlerinde, hece şii
rinin duygu ve söyleyiş özellikleriyle Orhan Veli kuşağının dil ve
tema özellikleri, Dağlarca, Tarancı, Tecer etkileri bir arada
duyumsanıyor. Yerli lirizmi ve konularıyla popüler olma özellik
leri taşıyan bir şair. Ancak, toplumsal baskıdan söz ettiği şiirler
de boyun eğme ve yetinme duygulan ağır basıyor, yoksulluğu
katlanılması gereken bir yazgı olarak görüyor...
YALIM, ÖZCAN (Doğ. 1931)
Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten bu yana Ankara’da öğret
menlik, çevirmenlik yaparak yaşamını sürdürmektedir. / Şiir
kitabı: Aramıza Gül Girdi (1982). Sözlük türünde de yapıdan
vardır. Genellikle kısa ve yalın şiirlerinde, özümsenmiş bir dil ve
şiir işçiliği görülmektedir.
YARAN, AZER (Doğ. 1949)
Fatsa’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül
tesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Ankara Radyosu
korosunda, Novosti haber ajansında çalıştı, çevirmenlik yaptı.
Şimdi çevirmenlik yapmaktadır. / Şiir kitabı: Mayıs (1979). Sergey Yesenin’den şiir çevirileri de Lirikler adıyla yayınlandı. /
Genellikle uzun dizeli, uyaklı ve lirik şiirleriyle, kuşağı içinde en
çok Ahmet Erhan’la benzeştiği söylenebilir. Çocukluk yaşan tılan, bölgesinin kültür özellikleri şiirini besleyen başlıca kaynaklar
arasındadır.
YASAR, İZZET (Doğ. 1951)
İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde, yük
sek öğrenimini İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz
Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Bir reklam şirketinde
metin yazarlığı yapıyor. / Şiir kitaplan: Kanama (1974), YeniKuş
Bakışı (1979). Dönüşü Olmayan Hikâyeler (1981) adlı öykü kita
bıyla, aynı yıl, Sabahattin Ali Öykü Ödülü’nü kazandı. / Yeni
kuşaktan şairler arasında, dil fantezileri, gözüpek temaları ile
dikkati çekiyor.
YAŞIN, MEHMET (Doğ. 1958)
Şair Özker Yaşın’ın oğlu, Neşe Yaşın’ın kardeşidir. Lefkoşa’da
doğdu. Lefkoşa Türk Lisesini bitirdikten sonra Ankara Siyasal
Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğrenim gör
dü. Londra’da yaşıyor. / Şiir kitapları: Sevgilim Ölü Asker (1984,
1985 Akademi Kitabevi Şiir Birincilik Ödülü, A.Kadir Şiir Ödü
lü) , Işık Merdiven (1986), Pathos (1990), Sözverici Koltuğu (1993),
HayalTamiri (1998). / Kardeşi NeşeYaşm gibi, Kıbnslı genç Türk
Sairler kuşağının öncülerindendir. Son dönem şiirlerindeki
modern temalar ve biçim arayışlarıyla, 80’li yıllar Türk şiirinin
dikkati çeken şairleri arasında yer aldı.
YAŞIN, NEŞE (Doğ. 1959)
Lefkoşa’da doğdu. İlkokuldan sonra Türk Maarif Koleji’nde oku
du. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü bitirdi.
1978 yılında Kıbns kültürüne katkılarından ötürü Güney Kıbns
Eğitim Bakanhğı’ndan ödül aldı. / Şiir kitapları: Sümbül ile Nerkis (çocuk şiirleri), Savaşların Gözyaşları (1979), Kapılar (1992),
Ay Aşktan Yapılmıştır (2001). / İlk kez Sanat Emeği dergisinde
(Eylül 1978) topluca yayınlanan şiirleriyle dikkati çekti. İçten
lik, sıcak bir ses, insanlara ve yaşama karşı sevecen bir yaklaşım,
savaşa soyut olarak değil somut olguların tanığı olarak karşı çıkış,
şiirlerinin başlıca özelliklerindendir. Araştırıcı zekâsı ve duygu
lu şair kişiliğiyle, toplumsal ve kişisel ilişkilerin, durumların en
ince ve çarpıcı psikolojik ayrıntılarına alabildiğine yalın, çocuk
su içtenlikte bir dolaysızlıkla inebiliyor. Son dönem şiirlerinde
aşk ve ölüm temalarının, yine ince bir duyarlık ve ayrıntı zengin
liği ile öne çıktığı görülüyor.
YAVUZ, HİLMİ (Dog. 1936)
İstanbul’da doğdu. Bir süre Hukuk Fakültesinde okuduktan son
ra İngiltere’de BBC Radyosu Türkçe Yayın Kolu’nda çalıştı. Lond
ra Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli ansik
lopedilerde ve yayınevlerinde çalışu. Devlet Güzel Sanatlar Aka
demisi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği, İstanbul
Belediyesi’nde Sanat-Kültür Dairesi Müdürlüğü yapmaktadır. /
Şiir kitaplan: Bakış Kuşu (1969), Bedreddin Üzerine Şiirler (1975),
Doğu Şiirleri (1979), Yaz Şiirleri (1982),Gizemli Şiirler (1984),
Zaman Şiirleri (1987) Söylen Şiirleri (1989) Hüzün ki En Çok Yakı
şandır Bize (toplu şürler, 1989), Ayna Şiirleri (1992), Çöl Şiirleri
(1996). Toplu şürleri iki ciltte yayınlandı: Gülün Ustası Yoktur
(1993) ve Erguvan Sözler (1993) Kitap olarak yayınlanmış dene
me ve anlaU türünde yapıdan da vardır. / Dağlarca’nm imge ve
uyak düzenine yakınlıklarla İkinci Yenici şiirin imge ve söz dizi
mi özelliklerinden esintiler taşıyan ilk kitabındaki bazı şiirlerin
de de Divan şiirine ilgisi gözlemlenen Hilmi Yavuz, Bedreddin
Üzerine Şiirler’de, Divan şiirini yeniden üretme denebilecek bir
tutum ve yöntemle, gerek sözcük seçimi, gerek uyak düzeni,
gerekse söz dizimi ve benzetmeleriyle, özgün bir şiir yapısı oluş
turdu. Yer yer ağdalı benzetmelerinde, sadece Divan şiirine ilgi
si değil, İkinci Yenici şiir anlayışıyla bağlantısı da gözlemleniyor.
‘’Dörtlükler”i Hâşim’in bu türdeki şiirlerinin edasmdadır. Doğu
Şiirleri ‘nde ise çıkış noktası, Nâzım Hikmet’in Divan şiiri sesle
rini özgür koşukla yoğurmada uyguladığı yöntemlerdir. Genel
de başarılı ve özgün ses ve söz dizimi, özgün görüntüleriyle, iste
diği etkiyi, izlenimi yaratmayı başaran, son yıllarda genç kuşak
lar üzerinde şiirlerinin geniş etkisi duyumsanan bir şair.
YAZICI, HALİM (Dog. 1954)
Bergama’da (İzmir) doğdu. İzmir İktisat Fakültesi’ni bitirdi.
Denizli Belediyesinde Kültür Müdürü olarak çalıştı. Şimdi İzmir’
de./ Şiir kitaplan: 0 Güzel Narin Gelin (1982), Cevahir Kalbiyle
Dolunay (1984), Aşk Cazdır (1991), Beyaz Atların Yelesinde (1998)./
70’li yıllara özgü bir romantizmin ağır bastığı şiirler.
YÖNTEM, ALİ CANİP (1887-1967)
İstanbul’da doğdu. Hukuk Mektebinin son sınıfından ayrılarak
uzun yıllar öğretmenlik yaptı. Bunu Bakanlık Müfettişliği, Ede
biyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üye
liği, Ordu ve Çanakkale milletvekillikleri izledi. / Şiir kitabı:
Geçtiğim Yol (1918) Makale, antoloji türünde de yayınlanmış yapıt
larının yanısıra, arkadaşı Ömer Seyfettin üzerine Ömer Seyfet
tin HayaU ve Eserleri adlı bir inceleme kitabı yayınladı. (1935).
/ “Fecr-i Âti’nin en genç yazarlarından birisi olarak ortaya çıkan
Ali Canip, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in öncülüğünü yapuklan Milli Edebiyat akımının amaçlarını benimsedi. Gökalp’in
İttihat ve Terakki Fırkası genel merkezinden sağladığı yardımla
Ömer Seyfettin’le birlikte Genç Kalemler (11 Nisan 1911) der
gisini çıkardılar. Bu dergide çoğun, Ziya Gökalp’le birlikte yaz
dıkları başyazılarda yeni dilin bir hayat sorunu olduğu görüşü
nü savundu. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerde yalın bir dil kullan
ma çabası gösterdi.” (bkz. Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlü
ğü).
YURDAKUL, MEHMET EMİN (1869-1944)
Bir balıkçının oğlu olarak İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini
Beşiktaş Askeri Rüştiyesi ve İdadisinde tamamladıktan sonra
Hukuk Mektebi’ndeki öğrenimini yarıda bırakarak Rüsumat
Mektupçu kaleminde memur ve evrak müdürü oldu. Yirmi gün
kadar Bahriye Müsteşarlığından sonra Hicaz’da vali vekilliği,
Sivas ve Erzurum’da valilik görevlerinde bulundu. Musul’dan
milletvekili seçilerek Osmanlı Mebusan Meclisi’ne girdi. II. Meş
rutiyetten sonra Türk Ocağının kurucularından biri olmuş, müta
reke yıllarında Milli Türk Fırkasının kurucu kuruluna kaülmış,
emperyalizme karşı düzenlenen ünlü Sultanahmet mitinginde
konuşmacılar arasında yer almıştır. Cumhuriyetten sonra da çeşit
li illerden milletvekili seçildi. / Şiirkitaplan: Türkçe Şiirler (1899),
TürkSazı (1914),Ey Türk Uyan (1914), TanSesleri (1915), OrdununDestanı (1915), Zafer Yolunda (1918), Aydın Kızlan (1919),
Dante’ye (1920), M ustafa Kemal (1928), Ankara (1939), v.b. /
“Türkçe Şiirler adlı kitabıyla Ulusal Edebiyat akımının öncüle
rinden biri sayılan Mehmet Emin Yurdakul... dil yönünden döne
minin koşullan içinde en annmış sözcükleri” kullandı ve hece
ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde toplumsal sorunlara cesarede gir
mekten çekinmedi (bkz. Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).
“...konulannı toplum dertlerinden, sosyal-epik hayat sahnelerin
den aldı...” (bkz. B.Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü).
“Türkçe Şiirler’de çok açık bir halkçılık ve milliyetçilik gayesi var
dır. Ancak bu milliyetçilik, ‘tarihi Osmanlı Devletinin kuruluşu
ile başlayan Türk’ü, yani Osmanlı imparatorluğu içindeki Tür
k’ü hedef tutan, onun için çalışan milliyetçiliktir. Hatta ‘insaniyetçilik’ fikrine de yabana değildir. Ancak ‘milliyetçilikle kaabi1-i telif olduğunu söylediği bu insaniyetçiliğin, kendimiz gibi,
‘başka millederin de hür ve iyi yaşamak haklannı tanımak’tan
ayn bir manası olmadığına da işaret etmek lazım gelir. Başka
millederin haklarına saygı prensibi ise, şairi, tabii olarak bir
‘emperyalizm düşmanhğı’na götürür. Halkçılık ve milliyetçilik
prensiplerine muhteva bakımından tamamiyle bağlı kalan Meh
met Emin, aynı bağlılığı dil ve vezin üzerinde de gösterdi... Şai
rin doğrudan doğruya halka hitap etmekten ziyade, halkın ıstıraplannı terennüm ederek aydınlan uyandırmak, onları halka
yardım etmeye koşturmak gayesine yönelmiş olan şiiri, ister iste
mez ‘fikri’ ve ‘didaktik’ bir karaktere büründü. Bu lirizm azlığı,
bazı münekkidleri, Mehmet Emin’i şair saymayacak kadar ileri
ye götürdü, (bkz. ILAkyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi). /
Mehmet Emin Yurdakul, öz ve biçim dengesi bakımından tam
bir yetkinliğe ("Bırak Beni Haykırayım” , v.b. gibi) çok az sayı
da şiirinde ulaşabilmesine karşın, halkın yaşamıyla ve sorunlanyla ilgili konulanndaki içtenliği, geniş soluğuyla, kuru bir didaktizmiıı (örneğin Ziya Gökalp tarzında bir şiirin) çok ötesine geçe
bilmiş; Namık Kemal’den Nâzım Hikmet’e uzanan, arada Tevfik Fikret ve Mehmet Âkifin bulunduğu, gerek öz gerek biçim
alanında farklı görüş ve başan düzeylerine karşın inanç ve bağ
lanışlarındaki içtenlik ve geniş soluklarıyla seçkinleşen büyük
toplumcu şairlerimiz içinde, kendine haklı bir yer sağlamıştır...
YURTTAŞ, HÜSEYİN (Dog. 1946)
Foça’da doğdu. Edime Ilköğretmen Okulunu bitirdikten sonra
çeşitli illerde ilkokul öğretmenliği yaptı. İzmir’de Dönemeç der
gisinin kurucu ve yöneticileri arasında yer aldı. Şimdi bu ilimiz
de, bir dağıtım kuruluşunu yönetiyor. / Şiir kitaplan: İlk işim
Uyanmak (1970), Gelincik Günlen (1977), Uzun Yollar Yolcusu
(1978), Uzunçalar (1979), Sanayi Çarşısı (1980), Gecede K anal Ses
leri (1984), Çürüme (1986), Kod Adı: M am ur (1993), Kirli Tarih
(1993), Sevgiden Ötesi Cehennem (1995), 20. Yüzyıl A ğılan (1996),
Aşklann GizliDefteri (1998). Çocuk kitaplan da yayınladı. / Sanayi
Çarşısı ile 1980 Nevzat Üstün Şiir Başan Odülü’nü kazandı. Attila İlhan ve yer yer Yılmaz Gruda şiirinin söyleyiş ve kurgu özel
liklerinden etkilenmiş olduğu izlenimini veren, son yıllarda Hil
mi Yavuz etkileri de gözlemlenen şiirleriyle, 1960 sonrasının
ikinci kuşak diye nitelendirilecek toplumcu şairleri içinde, geniş
soluğu ile dikkati çekiyor.
YÜCE, ALİ (Doğ. 1928)
Yayladağ’m Hisarcık Köyünde doğdu. Orta öğrenimini Düziçi
Köy Enstitüsü’nde, yüksek öğrenimini yıllarca köy öğretmenli
ğinden sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümün
de tamamladı. Antakya Lisesinde İngilizce öğretmenliği yapü. /
Şiir kitaplan ¡Boyundan Utan Darağacı (1976) H alk Çağı (Nevzat
Üstün 1980 Şiir Ödülü; 1982 Yeditepe ve 1982 TDK Şür Ödülle
ri) Ortadoğu Şiirleri (1983), Şiir Sıcağı (1984), Antakya’nın Çarşılan (1986). Basılmış bir romanı ile, Şiirin Dili, Yapısıİşlevi (1975)
adında bir inceleme kitabı vardır. / İlk kitabındaki şiirleri, İkin
ci Yeni şiirin başarısız öykünmeleri diye nitelenebilir. Özellikle
E.Cansever etkisi taşıyan bu şiirlerde, benzetme, niteleme, tam
lama bolluğu, aşın soyutlama ve dil oyunlan, aşın bir konuşkan
lık başlıca özellikler. Bu şiirlerde M.Eloğlu ve H.Hüseyin şiirinin
bazı özellikleri de göze çarpıyor. H alk Çağı ’rıda yine İkinci Yeni
ve M.Eloğlu, C.Yücel şiirinin bazı özelliklerini bir arada buluyo
ruz. Bu kitabındaki şiirlerinde, sözcüklerin yanyana dizilmesiyle
bir izlenim yaratma diye tanımlanabilecek ilginç bir teknik, ilginç
ritmler, konuşma dili ve sesleniş öğeleriyle şiirini geliştirdi, bir
toplumsal eleştiri ve ironi ustası olarak tanınmaktadır.
YÜCE, CAN BAHADIR (Dog. 1981)
Erzurum’da doğdu. Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirdi. 1999’da Yaşar
Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü kazandı./ Şiir kitabı: Yaslı M ızıka
(2000>./ Bir yanı Baudelaire, N. Fazıl, Dranas, bir yanı A. İlhan
şiirinde... “Su, liman, köpük, veda, korsan, mühür...vb.” bu çok
genç ve romantik şairin kullanmayı sevdiği sözcüklerden bazılan... Bu ilk şurler toplamında sağlam bir biçim duygusu, uyak
kullanmanın sağladığı bir sözcük çeşitliliği ve şiirini sonraki
dönemlerde büyütebilecek şairlere özgü bir imgelem genişliği
gözlemleniyor...
YÜCE, KÂMRAN S. (1926-1986)
Elazığ’da doğdu. Bir süre Hukuk Fakültesinde öğrenim gördük
ten sonra meslek olarak tiyatro oyunculuğunu seçti. Yıllarca Kent
oyunculan kadrosunda çalıştı. İstanbul’da bir otomobil kazasın
da yaşamını yitirdi. / Şiir kitaplan: Gölge (1955), Soyunuk (1962),
Güneş Yorgunu Atlar (1971).
YÜCEL, ADNAN (Dog. 1953)
Elazığ’ın Seli köyünde doğdu. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk
Dili ve Edebiyaü Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim Fakül
tesi Güzel Sanatlar Bölümünü bitirdi. / Şiir kitaplan: Kavgalara
Sadm en Sevda (1979), Soframda K aval Sesi (1982), Bir Özlem Bir
Türkü (1984), Acıya Kurşun İşlemez (1985), Yeryüzü Aşkın Olunca
ya Dek (1986). / Toplumsal konulan işleyen genç kuşak şairle
rin, geniş soluğuyla dikkat çekenlerinden.
YÜCEL, CAN (1926-1999)
İstanbul’da doğdu. Hasan-Ali Yücel’in oğludur. Ankara Üniver
sitesi Dil veTarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümünde
ve İngiltere’de Cambridge Üniversitesinde okudu. Bir süre Lond
ra’da BBC radyosunda çalıştı. İstanbul’da şair ve çevirmen ola
rak yaşamını sürdürdü. Ölümünün 1. yılında yaşamdan aynldığı
ve mezannın bulunduğu Datça’da adına her yıl düzenlenecek
“Can Şenliği”nin ilki yapıldı. / Şiir kitaplan: Yazma (1950), Sev
gi Duvarı (1973), Bir Siyasinin Şiirleri (1974), Ölüm, ve Oğlum
(1976), Şiir Alayı (1981), Rengâhenk (1982), Gökyokuş (1984),
Canfeda (1986), ÇokBi Çocuk (1988), Kısa Devre (1990), Kuzgu
nun Yavrusu (1990), Gece Vardiyası (1991), Güle Güle-Seslerin Ses
sizliği (1993), Gezintiler (1994), M aaile (1995), Seke Seke (1997).
Bütün şiirleri Beşi Biryerde adıyla yayınlandı (1985). Özgün ve
başanlı şiir çevirilerini de Her Boydan (1959) adı altında kitaplaşürmıştır. / SevgiDuvan’ında, O.Veli, M.Eloğlu, N.Hikmet, Dağ
larca, B. Rahmi, v.b. çeşitli şairlerden etkilenmelere karşın, lirizm
ve humor öğelerini birleştirebilen, dile karşı özel, kişisel tutu
mu olan özgün bir şairin sesi duyuluyor. Bir Siyasinin Şürleri’nde
babacan, ironik, sevgi dolu, alaycı ve acılı bir sestir bu. Kendine
özgü vurgulan, tonlamalan, denebilirse özgün bir telaffuzu var
dır... Geniş bir dil ve kültür bilgisiyle, halk, divan, çağdaş şiiri
miz, konuşma dili, v.b. kaynaklannın tümünden ustaca yararla
narak kendi özgün şiirini oluşturan Can Yücel, çağdaş Türk şii
rinin en önde gelen yaratıcılarından biri, şiir dili alanındaki
deneylerinden (M.Eloğlu gibi ‘lettirisme’e vardırmadan) top
lumcu, insancıl, aydınlık bir şiir kurma yolunda başarıyla yarar
lanan önemli bir ustasıdır.
ZARİFOĞLU, CAHİT (1940-1987)
Ankara’da doğdu. Maraş Lisesini bitirdi. Bir süre İstanbul üni
versitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyau Bölümü’ne
devam etti. TRT Genel Müdürlüğünde çevirmen ve uzman ola
rak çalıştı. İstanbul’da öldü. / Şiir kitapları: İşaret Çocukları
(1967), Yedi Güzel Adam (1973), Menziller (1977), Korku ve Yaka
rış (1986)./ Roman ve çocuk yazını türünde de ürünler verdi.
Ölümünden sonra yapıdan Bütün Eserleri başlığıyla topluca yayın
lanmaya başlandı. / Zarifoğlu’nun şiirleri, her dize üzerinde titiz
likle çalışıldığı, her dizedeki mesajın olabildiğince kapalı bir anla
tıma indirgendiği gözlemlenen ürünlerdir. Bu özellikleriyle,
B.Necatigil şiirine yakınhklan duyumsanır. Kimi yerde Dağlarca
etkilenimleri; metaforlarda, kimi erotik şiirlerde C.Süreya’ya,
geniş zamanlar, belirsiz ve müphem özneler örgüsünde E .Ay
han ve S.Karakoç’a yakın durduklan söylenebilir. İşaret Çocuklan ’nın, sonraki yıllarda İsmet Özel’i etkilemiş olduğunu gözlem
lemek (bkz. "Esenlik Bildirisi” , "Amentü” , vb.) ilginç. Zarifoğ
lu’nun 60’lı yıllar şiiri R.Durbaş’ın, E.Berköz’ün kimi şiirleriyle
ortak özellikler taşıyor. Son yıllannın ürünlerinde bir aydınlan
ma ve yalınlık var. Sağlam, özgün, güçlü bir şiir dokusu.
ZİYAGÖKALP (1876-1924)
Diyarbakır’da doğdu. Diyarbakır Askeri Rüştiyesini bitirdi. Mül
kiye İdadisinde ve Baytar Mektebi’nde okudu. Okulun son sını
fındayken II. Abdülhamit rejimine karşı gizli bir cemiyete katıl
dığından 9 ay Taşkışla hapishanesinde yattı; çıkınca da Diyarba
kır’a sürgün edildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Diyarbakır
Şubesi’ni açtı. Ergani-Maden’den mebus seçilince İstanbul’a yer
leşti. Türk Ocağı’nın çalışmalarına katıldı. İstanbul Darülfunun’unda sosyoloji dersi okuttu. İstanbul’un İngilizler tarafından
işgali üzerine bir süre Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldıktan
sonra Malta adasına sürüldü. Kurtuluştan sonra Diyarbakır’dan
milletvekili seçildi./Şiir kitaplan: Şaki İbrahim Destanı (1908), Ktzü
Elma (1915), YeniHayat (1918), Altın Işık (1923), Şiirler ve M asallar
(Türk Tarih Kurumu yaymı, 1952) ./Şiirlerinde an dili, öz Türkçeyi ve hece ölçüsünü kullanan, didaktizmi yöntem olarak benim
seyen Ziya Gökalp, “...dil, tarih, toplumbilim alanlanndaki araş
tırma yazılannın yanısıra, yeni dil hareketine örneklik amacıyla
manzumeler yayımladı... Başlangıçta turancılık gibi dolaylı yol
dan Enver Paşa’nm Almancı politikasını destekleyen manzume
lerine, yazılanna karşın, daha sonra dış kapitalizmin sömürge
leştirme amaçlanna karşı ulusal çıkarlan gözeten düşünceleri
sistemleştirmeye çalışu... Çalışmalanyle Milli Edebiyat akımının
güçlenme aşamasına katkıda bulunan düşün ve sanat adamlanna öncülük etti.” (Ş.Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü).-
ZİYA PAŞA (1825-1880)
İstanbul’da doğdu. Beyazıt Rüştiyesini bitirdikten sonra Sadaret
Kaleminde memurken Reşit Paşa’nın yardımıyla kâtip olarak
saraya alındı. Fransızca öğrendi. Kıbns ve Amasya mutasarrıflık
larında bulundu. I. Meşrutiyetin kurulmasına çalışan Yeni
Osmanlılar Cemiyeti üyesi olduğundan Namık Kemal’le Paris’e
kaçtı. Londra’da yine Namık Kemal’le Hürriyet gazetesini çıkar
dı, Cenevre’ye gitti. Ertesi yıl İstanbul’a döndü. Abdülaziz’in taht
tan indirilmesinden sonra Maarif Müsteşan oldu. Konya ve Adana’da valilik yaptı. / Şiir kitaplan: Zafemâme (nazım nesir kanşık yergi, 1968), Hârabat (Arap, Fars ve Türk şüri antolojisi, III
cilt, 1874), Eş'ar-ı Ziya (şiirler, 1881)./”Ziya Paşa, divan edebiya
tı, sevgi ve alışkanlığını sürdürmekle beraber hak, adalet ilerle
me. gibi siyasi ve sosyal düşünce ve kavramları' savunan şiirleri
(‘’Terkib-i Bend” ), halk dilinin yazı1'dili olmasını, halk şiirimi
zin değerlendirilmesini isteyen makalesi ("Şiir ve İnşa”) ile, Tan
zimat ediplerinin ortak ülkülerine katıldı. İstibdada karşı savaş
tı. Namık Kemal’in fikir ye ülkü arkadaşı oldu” (B.Necatigil,
Edebiyatım ızda İsim ler Sözlüğü).
ZİYALAN, NİHAT (Dog. 1936)
Adana’da doğdu. Adana Erkek Lisesi’nden ayrılarak Adana Şehir
Tiyatrosunda oyunculuğa başladı. Daha sonra Ankara Sanat
Tiyatrosu’nda çalıştı. Aktörlük yaptı. Uzunca bir süredir Avust
ralya’da yaşamaktadır. / Şiir kitapları: Asık YüzlününBiri (1963),
Güvercin Uçuşu (1977), Avustralya ’d an Şiirler (1985). / İkinci Yeni ’nin ikinci kuşağı içinde yer alan şairlerden. Özellikle son kita
bındaki ürünlerle, yalın özlü, toplumsal ve kişisel konulan bütün
lük içinde işleyen bir şiire yöneldi.
ZORLUTUNA, HALİDE NUSRET (1901-1984)
İstanbul’da doğdu. Erenköy Kız Lisesi’ni bitirdi. Bir süre İstan
bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. İstanbul Kız Lisesinde ve yurdun çeşitli illerin
deki liselerde öğretmenlik yaptı. İstanbul’da öldü. / Şiir kitaplan: Geceden Taşan Dertler (1930), Yayla Türküsü (1943), Yurdumun Dört Bucağı (1950), Ellerim Bomboş (1967). Kitap olarak yayın
lanmış roman ve hikâyeleri de vardır. / “Halide Nusret, ilk yazılannı Mütareke devrinde neşr edip o sırada tamamiyle gelişmiş
bulunan Milli Edebiyat cerayanı’na doğrudan doğruya iştirak
edenler arasındadır... Bazı kadın sanatçılanmıza zaman zaman
ânz olan samimiyetsizlikten, yani bir kadın hüviyetiyle görün
mek korkusundan kurtularak, olduğu gibi görünüp konuşabilen
şairlerimizdendir.” (ILAkyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi).
İÇİNDEKİLER
(Ol) 1950’LERDEN 1980'IERE ................................................................................ 5
FEYYAZ KAYACAN
KATKI....................................................................................................................7
ÇAĞRI....................................................................................................................7
İSTEK.....................................................................................................................7
DÜŞ KALINTISI................................................................................................... 8
ÖZDEMİR ASAF
KELİMELER... KELİMELER.................................................................................9
JÜ R İ.....................................................................................................................10
PORTRE...............................................................................................................10
MESAJ..................................................................................................................10
DUVARA ASTIĞIM............................................................................................ 10
PERSPECTİF....................................................................................................... 11
ÖNGÖRÜ............................................................................................................11
BAKI.....................................................................................................................11
ZORU...................................................................................................................12
BAŞKA FREKANS............................................................................................... 12
GELDİM............................................................................................................... 12
NEVZAT ÜSTÜN
YALAN DÜNYA................................................................................................... 13
DÜNYAYA DAİR ŞİİR......................................................................................... İS
FEYZİ HALICI
ARZUHAL.......................................................................................................... 15
GÜVERCİN......................................................................................................... 15
SUNULLAH ARISOY
SABAH.................................................................................................................17
ARİF DAMAR
ŞAFAK VAKTİ..................................................................................................... 18
İKİNCİ DÜNYA HARBİNDEN PORTRELER (2) ........................................... 18
TAHATTUR........................................................................................................ 19
HİSSEN YOK BU AKŞAMDA SENİN................................................................ 20
GECE....................................................................................................................21
GİTME KAL........................................................................................................ 21
KEDİ AKLI.......................................................................................................... 22
KARGA.................................................................................................................23
KIRIK MAKARA.................................................................................................. 23
AYNANIN ÖNÜNDE..........................................................................................26
ATTİLÂ İLHAN
ŞAHANE SERSERİ ............................................................................................. 30
LADONNAE MOBİLİ......................................................................................31
KAPTAN-1 ...........................................................................................................32
KAPTAN-2 ...........................................................................................................33
KAPTAN -3 ...........................................................................................................34
KAPTAN-4 ...........................................................................................................36
KAPTAN-5 ...........................................................................................................37
PİA.......................................................................................................................39
SİSUER BULVARI............................................................................................... 40
YAĞMUR KAÇAĞI ............................................................................................. 42
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİR İ...................................................................................43
FABRİKA DURAĞI............................................................................................. 44
MARİA MİSSAKİAN........................................................................................... 45
ASKIDA YAŞAMAK............................................................................................. 46
İSTANBUL AĞRISI............................................................................................ 46
KIRMIZI PAZAR................................................................................................. 48
SEN BEYAZ BİR KADINSIN...............................................................................49
BEN SANA MECBURUM...................................................................................50
YANLIŞ YAŞAMAK.............................................................................................. 51
İKİNCİ VİYOLONSEL........................................................................................53
AYSEL GİT BAŞIMDAN..................................... ...............................................54
SEN BENİM HİÇ BİR ŞEYİMSİN...................................................................... 55
BENİ BİR KERE DÖVDÜLER.......................................................................... 56
BÖYLE BİR SEVMEK......................................................................................... 57
İHTİYARLAR BALLADI.....................................................................................57
AN GELİR................................................................................................... ........58
AYRILIK SEVDAYA DAHİL................................................................................60
AYAKÜSTÜ İNTİHAR........................................................................................ 62
MEHMET KARABULUT
RUHİ ŞUTU DİNLERKEN................................................................................63
YİTİK KAN.....................................................„................................................... 64
SABRİ ALTTNEL
TAŞTAN SESTEN BİR DENİZE.........................................................................65
SABAHIN İÇİNDE ............................................................................................. 66
VE GECENİN İÇİNDEN AYDINLIK................................................................. 67
TALİP APAYDIN
KENDİ ŞARKIM.................................................................................................. 69
GENİŞLİK............................................................................................................69
AŞK İKLİMİ........................................................................................................ 70
ÖYKÜ...................................................................................................................70
MEHMET BAŞARAN
KAZDAĞI ETEKLERİNDE.................................................................................72
ÖYKÜ...................................................................................................................73
BURSA OVASINDA............................................................................................ 73
GÜL OLMAK...................................................................................................... 74
YANLIŞ OKUL.................................................................................................... 75
BEKİR SITKI ERDOĞAN
BİN BİRİNCİ GECE...........................................................................................77
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
YALNIZLIĞA SONE........................................................................................... 78
KADINLAR İÇİN SONE.....................................................................................78
ÜSTÜME VARMA İSTANBUL...........................................................................79
RIHTIMDA......................................................................................................... 79
BEYAZ GÜVERCİN ............................................................................................ 80
KÂMRAN S. YÜCE
GÖLGE................................................................................................................82
CAN YÜCEL
ANDERSEN’İN MASALLARI.............................................................................83
SEVGİ DUVARI.................................................................................................. 84
ÖYLE Bİ................................................................................................................ 84
NUHUN KIZI..................................................................................................... 85
AKDENİZ YARAŞIYOR SANA............................................................................86
Bİ SEN EKSİKTİN AY IŞIĞI...............................................................................87
SARDUNYAYA AĞIT..........................................................................................87
HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM....................................................88
DARWİN ÜZRE.................................................................................................. 89
SEKİZ...................................................................................................................90
YİRMİYEDİ.......................................................................................................... 90
KÜÇÜK KIZIM SUYA........................................................................................91
MUHABBET....................................................................................................... 91
AHMEDARİF
KARANFİL SOKAĞI...........................................................................................92
HANİ KURŞUN SIKSAN GEÇMEZ GECEDEN .............................................. 93
AKSAM ERKEN İNER MAHPUSÂNEYE ..........................................................95
VAY KURBAN..................................................................................................... 96
UYHAVAR!......................................................................................................... 98
ANADOLU........................................................................................................ 100
LEYUM-LEYUM ..............................................................................................102
OTUZ ÜÇ KURŞUN (55) ...............................................................................104
METİN ELOĞLU
KALDIRIM MÜHENDİSİ.................................................................................106
ÖMÜR TÖRPÜSÜ............................................................................................ 107
MASAL MASAL MATİTAS...............................................................................108
KOF DEMİRLİ PENCERE................................................................................111
VARKEN............................................................................................................ 112
ŞİŞEDEKİ.......................................................................................................... 113
DEĞERLEME.................................................................................................... 113
AŞKLAMA..........................................................................................................113
EŞCİL.................................................................................................................114
BAKLA.............................................................................................................. 114
KAVANOZDAKİ................................................................................................ 115
HAŞAN HÜSEYİN
KOKMUŞLAR MEZARLIĞI.............................................................................116
KOCABEBF.K.................................................................................................... 117
ONÛÇÛNCÜ BURÇTA DELİRMEK.............................................................. 118
KIZIURMAK’ta n .............................................................................................. 119
ZAR....................................................................................................................120
EVLAD-Ü İYÂLrİ DURMUŞ DURBAK............................................................ 120
ACIYI BAL EYLEDİK........................................................................................134
ŞÜKRAN KURDAKUL
DİYORUM......................................................................................................... 136
KIRIK DEĞİRMEN........................................................................................... 137
YİRMİ İKİ YIL SONRA.....................................................................................137
ORADAKİ......................................................................................................... 138
ARMAĞAN....................................................................................................... . 138
MUSTAFA ŞERİF ONARAN
KULA.................................................................................................................139
TURGUT UYAR
O KÖY YİNE KENDİ RÛYASINDADIR...........................................................140
UZAK KADERLER İÇİN ..................................................................... ............141
GEYİKLİ GECE................................................................................................. 142
KESİKSİZ ÖVGÜ.............................................................................................. 144
MEYMENET SOKAĞl’NA VARDIM............................................................... 145
DENİZE GİDİP DÖNEN MAVİLERİN BİRE İNDİRGENEN ÜÇLÜĞÜ..... 146
GÖĞE BAKMA DURAĞI.................................................................................147
ÇOK ÜŞÜMEK................................................................................................. 148
YAVAŞÇA OLUYOR ELLERİME..................................................................... 148
AY ÖLÜR YILGINLIKTAN...............................................................................149
TERZİLER GELDİLER.....................................................................................151
ÇAĞDAŞYERİ MIZRAĞIN............................................................................. 154
FEDERİCO GARCİA LORCA İÇİN ÛÇ ŞİİR
Sessiz akan sulara gaze!................................................................................156
saat beşte akşamleyin...................................................................................157
obra completas............................................................................................. 157
İLHAN DEMİRASLAN
AY IŞIĞI SONATI............................................................................................. 158
PEYNİR GEMİSİ............................................................................................... 159
TAN YERİNİN ELLERİ.....................................................................................160
EDİP CANSEVER
MASA DA MASAYMIŞ HA................................................................................161
YERÇEKİMLİ KARANFİL................................................................................162
BAŞIM DÖNÜYOR İKİMİZDEN..................................................................... 162
MEDÜZA.......................................................................................................... 163
UÇURUM......................................................................................................... 163
ÖLÜ SİRENLER............................................................................................... 164
MENDİLİMDE KAN SESLERİ........................................................................ 166
BERİN TAŞAN
SABAHIN SEHER VAKTİNDE................................ ........................................170
ERCÜMENT UÇASI
U T ......................................................................................................................171
ALİ YÜCE
DEDE.................................................................................................................172
SEMERİNE TAPAN ESEK................................................................................173
SEVDALI SÖZCÜKLER...................................................................................173
MUAZZEZ MENEMENCİOĞLU
GÖKKUŞAĞI................................................................................................... 175
SEYFETTİN BAŞÇILLAR
VE ÇAN KULESİNDE....................................................................................... 176
MUZAFFER İLHAN ERDOST
İLHAN’IN SON BEŞ GÜNÜ İÇİN FOTOĞRAFLAR.................................... 177
YILMAZ GRUDA
KARA ŞAPKALI HAYDUTTAN...................................................................... 178
TAHSİN SARAÇ
BEN OZANIM................................................................................................... 179
TÜRKİYE .......................................................................................................... 180
ECE AYIIAN
FAYTON.............................................................................................................181
BAKIŞSIZ BİR KEDİ KARA............................................................................. 181
MISRÂYİM........................................................................................................ 182
MEÇHUL ÖĞRENCİ ANITI........................................................................... 182
CEMAL SÜREYA
G Ü L.................................................................................................................. 184
CIGARAYI ATTIM DENİZE.............................................................................184
SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?................................................................. 185
ASLAN HEYKELLERİ ......................................................................................186
TEK ....................................................................................................................187
ÜVERCİNKA..................................................................................................... 187
BALZAMİN....................................................................................................... 188
YAZMAM DAHA AŞK ŞİİRİ ............................................................................ 189
ÜLKE .................................................................................................................190
KARS..................................................................................................................191
TABANCA......................................................................................................... 192
CELLAT HAVASI.............................................................................................. 192
GÖÇEBE........................................................................................................... 193
MOLA................................................................................................................196
FOTOĞRAF...................................................................................................... 197
ÜSTÜ KALSIN.................................................................................................. 198
TALÂT HALMAN
GÜVERCİN....................................................................................................... 199
SERVER TANİLLİ
DOSVİDANYA.................................................................................................. 201
ĞZCAN YALIM
OYUN................................. ............................................................................... 202
TEVFİKAKDAĞ
GÜLÜM............................................................................................................ 203
AHMET NECDET
NE ÇOK ENKAZ............................................................................................... 204
BİZ Kİ GÜLÜYÜZ HİÇİN................................................................................205
ZÜMRÜT LONGA...........................................................................................205
GÜLTENAÖN
OYUN.................................................................................................................207
ESKİYEN KARISI ADAMIN............................................................................. 208
BİR KAYIĞA BİNER GECELERİ..................................................................... 209
YAĞMURYAĞMUR..........................................................................................210
GÜZ....................................................................................................................210
PAS....... ...................... ...................................................................................... 211
HAVADA KAR KOKUSU..................................................................................212
AYVAZ AĞIDI................................................................................................... 214
ELLER İLAHİSİ................................................................................................ 214
CEVAT ÇAPAN
AÇIĞA DEMİRLİ BİR GEMİDEN................................................................... 216
UMUT................................................................................................................216
TEOMAN KARAHUN
SEVGİ.................................................................................................................217
YENİ BİR AŞKTAN ÖNCE...............................................................................218
!>EZAİ KARAKOÇ
BALKON........................................................................................................... 220
ANNELER VE ÇOCUKLAR.............................................................................220
İNCİ DAKİKALARI ..........................................................................................221
KAR ŞİİRİ ......................................................................................................... 222
RUBAİ................................................................................................................222
RUBAİ................................................................................................................223
BAHÇE GÖRMÜŞ ÇOCUKLARIN ŞİİR İ.......................................................223
AHMET OKTAY
BÜTÜN ERKEKLER ÖLÜR.............................................................................224
BEŞ KURUŞA AŞK ŞARKILARI...................................................................... 226
KAÇARIMIZ YOK BİZİM.................................................................................227
ÖLÜMÜN BIYIKLI BİR RESMİ...................................................................... 228
KEDERLİDİR TAŞLIKLARIN İSTANBUL......................................................230
ULUKIŞLA’DA SAAT B E Ş ...............................................................................231
CENGİZ BEKTAŞ
BİR DAHA........................................................................................................ 233
ISLAK.................................................................................................................233
VURDUM DUYMAZLAR ÜLKESİ.................................................................. 233
ERDOĞAN ALKAN
EYLÜL KIZLARI............................................................................................... 235
KEMAL ÖZER
AĞIT................................................................................................................. 236
SÜREK.............................................................................................................. 236
AMİLCAR CABRAL İÇİN.................................................................................237
YAŞAMIN BİZDEN İSTEDİĞİ......................................................................... 238
OZANIN GÖZÜ............................................................................................... 238
HER SOLUK ALIŞTA.......................................................................................239
ŞEMSİYELİLER................................................................................................. 240
BANA BULAŞMASIN.......................................................................................240
BİR KARŞILIK..................................................................................................240
ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU
SANI.................................................................................................................. 242
ÜLKE ................................................................................................................ 242
UZUN ATLAR DENİZİ ....................................................................................243
KAR KAR........................................................................................................... 243
AŞKTIR GERİDE KALAN................................................................................244
BEDRETTİN AYKIN
KAR ALTINDA KASIMPATILAR.................................................................... 245
ÖZDEMİR İNCE
ERSELİK ÇİÇEK............................................................................................... 246
OZAN.................................................................................................................246
ÖLMEYECEK KADAR YARALI....................................................................... 249
ŞİİR SANATI..................................................................................................... 252
GÖN...................................................................................................................253
YANNİS RİTSOS’UN MEKTUBU................................................................... 253
BİR KUŞ............................................................................................................ 254
YAKARI ..............................................................................................................255
BİR ANIRMANIN ANATOMİSİ...................................................................... 256
BOĞAZA DÜĞÜMLENEN ............................................................................. 256
UYUYORSUN ................................................................................................... 257
YAŞAMAK.......................................................................................................... 257
OZAN TARAFSIZLIĞI......................................................................................258
“NE MUTLU ÖLMEDEN EGE DENİZİNİ GEZEN İNSANA” ......................258
30........................................................................................................................ 260
ONAT KUTLAR
CEZAYİR AĞACI ..............................................................................................261
RUŞEN HAKKI
ÇAKMAKTAŞI KAV KIVILCIM....................................................................... 263
TEKİN SÖNMEZ
SESİNİ DOKUYAN EZGİ’DEN......................................................................... 265
1 / ... SÖZLERİNİN YALINLIĞI..................................................................... 265
2 / ... TENİNE YAKIN......................................................................................265
OKTAY TUNCER
DÜZENİM SENİNLE BOZULDU...................................................................266
HİLMİ YAVUZ
BEYAZID PAŞA................................................................................................. 267
DOĞUNUN ÖLÜMLERİ.................................................................................268
DOĞUNUN KADINLARI ................................................................................268
DOĞUNUN BEBELERİ...................................................................................269
DOĞUDA BİR KENT.......................................................................................270
DOĞUNUN SONSÖZÜ.................................................................................. 271
NİHAT ZİYALAN
AVUSTRALİA’DAN..........................................................................................272
GÜNEL ALTINTAŞ
KIRÇIL...........................;.................................................................................. 273
KEMAL BURKAY
GÜLÜMSE........................................................................................................ 274
PRANGALAR.................................................................................................... 274
ERGİN SANDER
EYLÜLDÜR...................................................................................................... 276
GÜZ ÇİZGİSİ.................................................................................................... 276
ÜLKÜ TAMER
KONUŞMA....................................................................................................... 278
BEN SANA TEŞEKKÜR EDERİM................................................................... 278
YAZIN BİTTİĞİ................................................................................................ 278
BRUEGEL......................................................................................................... 279
SIRAGÖLLER................................................................................................... 280
ÜŞÜR ÖLÜM BİLE..........................................................................................281
AĞIT..................................................................................................................282
METİN DEMİRTAŞ
YAK BİR CİGARA............................................................................................. 283
GÖRÜŞME YERİ.............................................................................................. 283
CHE GUEVERA................................................................................................ 285
VOLTADA BİR TÜRKÜ...................................................................................286
ATTİLAJOZSEF’LE TANIŞMA........................................................................286
STRUGA ŞİİR AKŞAMLARINDAN İZLENİMLER........................................ 287
MERHABA........................................................................................................ 289
AY DOLANDI ARDIÇLIĞI...............................................................................289
ERGİN GÜNÇE
EVDE KALMIŞ KIZLARIN MASALI............................................................... 291
MANDOLİN..................................................................................................... 292
TÜRKÂN İLDENİZ
KAÇAK..............................................................................................................i 293
DİNÇER SÜMER
DÖRTBUÇUK ADAMLARI..............................................................................295
AHMET UYSAL
AĞIR ZAMANLAR UYKUSU ...........................................................................297
ACININ GÜMÜŞÜ........................................................................................... 298
AFŞAR TİMUÇİN
DENİZİN BEKLEDİĞİ .....................................................................................299
DEĞİŞİM............................................................................................................299
ÇOCUĞUN ÖVGÜSÜ......................................................................................300
ACILI TÜRKÜ.................................................................................................. 301
HALİL UYSAL
BURSA DENİZ DEĞİLDİR............................................................................. 302
HALÛK AKER
KIŞ ŞİİRLERİ ( 1 ) .............................................................................................. 303
ERAY CANBERK
BO Ş....................................................................................................................304
BİNDOKUZYÜZKIRKTAN KALMA BİR ÇOCUK......................................... 304
APARTMANLARDA YAŞAYAN ÇOCUKLARIN GÖZLEMLERİ...................305
GÜNDELİK....................................................................................................... 306
FİKRET DEMİRAĞ
KIZIM ÜRKEK, İÇLİ BİR KUŞTUR................................................................ 307
SEVGİ BAZI DÜZENLERDE.............................................................................307
SESSİZ KONUŞMALARIN ACIKLI YORUMU...............................................308
AYDIN HATİPOĞI.U
YASAKAŞK........................................................................................................310
YÜKSEL PAZARKAYA
GÜZ, ALMANYA............................................................................................... 311
NUSER UĞURLU
AĞIT ..................................................................................................................312
TÜRKİYE’NİN MAVİSİ.....................................................................................313
CAHİT ZARİFOĞLU
İŞARET ÇOCUKLARI......................................................................................814
AŞKA DAİR....................................................................................................... 315
O ÇOCUK......................................................................................................... 316
METİN ALTIOK
YIKICILAR GELDİLER....................................................................................318
GERİYE KALAN................................................................................................ 319
MİSİLLEME...................................................................................................... 320
XI. SONE.......................................................................................................... 321
EGEMEN BERKÖZ
YENİYETME...................................................................................................... 322
SIĞINAK........................................................................................................... 322
BASİT BİR YALNIZLIK DA YETERDİ............................................................323
MELİSA GÜRPINAR
YAZ MEKTUPLARI XIV ...................................................................................325
YIRTILAN DUYGULAR....................................................................................325
GEZEGEN......................................................................................................... 326
ABDULLAH NEFES
BİR YAZ DAHA................................................................................................. 327
HÜSEYİN ATABAŞ
BİR YILBAŞI KARTI.........................................................................................329
FİLİSTİN........................................................................................................... 330
ATAOL BEHRAMOĞLU
YENİDEN, HÜZÜNLE...................................................................................... 331
BİR GÜN MUTLAKA..............i........................................................................334
BU AŞK BURADA BİTER................................................................................337
YIKILMA SAKIN............................................................................................... 337
BEYAZ, İPEK GİBİ YAĞDI KAR...................................................................... 339
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR.................................... 341
UNUTTUM, NASILDI ANNEMİN YÜZÜ......................................................343
TÜRKİYE, ÜZGÜN YURDUM, GÜZEL YURDUM....................................... 343
HAPİSHANEDE BİR SABAH TÜRKÜSÜ ......................................................S44
BEBEKLERİN ULUSU YOK.............................................................................345
AŞK İKİ KİŞİLİKTİR.........................................................................................346
SÜREYYA BERKE
RAHİBE............................................................................................................ 348
BİR DOST BULAMADIM GÜN AKSAM OLDU........................................... 349
MANAV............................................................................................................. 351
DOSTLUKLARDA............................................................................................ 352
MERAK..............................................................................................................353
ÖMÜR.................................................................................................. :............356
HEPSİ O KADAR..............................................................................................356
ABDÜLKADİR BULUT
Ş İİR ....................................................................................................................358
BAĞRIŞ, ÇIĞRIŞ İÇİNDE................................................................................358
HAYATIN KARŞISINDA...................................................................................359
KAŞIK ADASI.................................................................................................... 359
SENNUR SEZER
SOYUT...............................................................................................................360
ASKER ÇANTASI.............................................................................................. 360
DOĞURAN BİR KADINA DİRENÇ................................................................ 361
İNSANLAR ÖLDÜRÜLÜRKEN...................................................................... 361
ÇİNE BİR ŞARKI.............................................................................................. 362
MEKTUP........................................................................................................... 363
ER KİŞİ NİYETİNE...........................................................................................364
NOTLAR III...................................................................................................... 365
REFİK DURBAS
ACIYLA..............................................................................................................366
DOKUMADA ÇALIŞAN KIZLAR.................................................................... 370
BEYAZ KEHRİBAR...........................................................................................371
KALSIN ADI DA SOYADI DA ......................................................................... 381
ÖZKAN MERT
DİREN EY KALBİM..........................................................................................383
HAYATIMIZDAN.............................................................................................. 385
MAVİ ZENCİLER.............................................................................................. 388
YILDIZLARIN NEREDE AMSTERDAM?........................................................ 389
İSMET ÖZEL
GECELEYİN BİR KORKU................................................................................392
PARTİZAN.........................................................................................................392
SEVGİLİME BİR KEFEN..................................................................................394
EVET, İSYAN..................................................................................................... 395
YAŞAMAK UMRUMDADIR..............................................................................397
SEVGİLİM HAYAT ................................................................ .......................... 398
AYNI ADAM...................................................................................................... 400
YIKILMA SAKIN..........:.................................................................................... 401
YAŞATAN...........................................................................................................402
KALK, DÜĞÜNE GİDELİM.............................................................................404
ÇÖZÜLMÜŞ BİR SIRRIN ÜZÜNTÜSÜ.........................................................406
PROPAGANDA................................................................................................. 407
ESENLİK BİLDİRİSİ ........................................................................................ 408
AKDENİZİN UFKA DOĞRU MORA ÇALAN MAVİSİ.................................. 408
AMENTÜ.......................................................................................................... 410
SEBEB-İ TELİF................................................................................................. 414
GÜVEN TURAN
ÇALIŞKAN........................................................................................................ 416
YANIT ................................................................................................................416
NİHAT BEHRAM
MANASTIR KUŞÇUSU ............................................................. ...................... 418
DOĞDUM, BAĞLANDIM SANA.................................................................... 418
HESAPSIZ DUYGULAR...................................................................................419
HAPİSHANEDEKİ ARKADAŞIMA ULAŞTIRILMAYAN BİR NOT..............420
YÜRÜYÜŞLER (1 ) ............................................................................................ 421
YALNIZ DEĞİLLER, ŞARKILARI VE BİZ VARIZ.......................................... 422
DOĞADAN İSTEK........................................................................................... 423
YÜRÜYÜŞLER ( 3 ) ............................................................................................ 424
HATIRLAYIŞLAR ( 3 ) ....................................................................................... 425
ÖLÜLERİMİZ................................................................................................... 426
BİR VEDA HAVASINDAN AYSIZ SEVİNÇSİZ KELİMELER...... .................429
AKDENİZ’İN UĞULTUSU ÜSTÜNDE..........................................................431
ELLERİN AVUCUMDA İKİ ATEŞ DAMLASI.................................................431
KUNDAK,...........................................................................................................433
HİDAYET KARAKUŞ
ÖLÜLER BİZİ GÖRÜR....................................................................................436
AHMET ÖZER
KUĞU VE KADIN...............................................i............................................. 438
HÜSEYİN PEKER
KAHVERENGİ CÜCE..................................... ................................................ 439
MEHMET TANER
BÖĞÜRTLEN....................................................................................... ............440
MİS!....................................................................................................................440
AHMET TELLİ
GÜZ GELMEDEN ............................................................................................ 441
SOLUK SOLUĞA 2 -......................................................................................... 442
GÖÇ.................................................................................................................. 443
ANA....................................................................................................................444
MURTAZA VURAL
USTASI OLACAĞIZ İŞİMİZİN.................................................................... . 445
HÜSEYİN YURTTAŞ
BİR SİLVAN GECESİ........................................................................................ 447
AHMET ADA
YARALI GÜLLER............................................................................................. 448
BAĞEVİNDE OZAN.........................................................................................448
YAĞMUR, TOPRAK, KEDER...........................................................................449
ARKADAŞ Z.ÖZGER
FERHAT............................................................................................................ 450
İSMAİL UYAROĞLU
GÖKYÜZÜ VE ŞİİR ..........................................................................................451
GECEKONDUSU YIKILAN KADININ TÜRKÜSÜ....................................... 451
ÖLÜM HAYATI KUŞATALI BERİ................................................................... 453
NECATİGİL İÇİN, SAYGIYLA......................................................................... 453
SEVİNÇ......................................................................... ....................................454
ŞİİR ÇİÇEĞİ ..................................................................................................... 454
ŞİİRİN ÜÇ KURALI..........................................................................................454
UÇURUM......................................................................................................... 455
AZER YARAN
KARADENİZ ŞARKILARI’ndan...................................................................... 456
VARNA’DA DOSTLARLA................................................................................456
SEYYİT NEZİR
DAĞLARIN SİPERİ.......................................................................................... 458
OZAN TELLİ
GÜNEY GECELERİ..........................................................................................459
BARIŞ PİRHASAN
TARİH KÖTÜDÜR..... .................................................................................... 463
KAPALI GÖ L.................................................................................................... 464
LAESMERALDA.............................................................................................. 465
GARİP BİR SAVAŞ............................................................................................ 466
İZZET YASAR
KÂR ŞİİRİ.......................................................................................................... 468
ABDÜI .KADİR BUDAK
SİVASLI..............................................................................................................469
MECNUN.......................................................................................................... 469
ÇİÇEKSİZ PARK AKŞAMI................................................................................470
DURUM............................................................................................................ 470
KADIN VE NEHİR......................................................................................... 471
ERDAL ALOVA
HER ŞEYİN YÜREĞİ VARDIR........................................................................ 473
SÜRGÜN ADASI L£ROS.................................................................................473
TERSİNMELER................................................................................................ 476
ENİSBATUR
SALKIM MESELİ.............................................................................................. 477
ÇIKARAYAK...................................................................................................... 479
SICAK KAN....................................................................................................... 479
TAŞ DAMLALAR..............................................................................................481
EROL ÇANKAYA
SİREN.................................................................................................................483
SEVGİLİM LADY DİANA............................................................... ................. 484
YAŞAR MİRAÇ
AKARYAKAMOZ.............................................................................................. 486
BEKÇİ KÂZIM TÜRKÜSÜ...............................................................................487
ÇÖMLEKÇİ’Lİ ÇIRAKLARA TÜRKÜ............................................................ 487
SIRÇA KAHVEDE............................................................................................. 488
FINDIKLIKLAR ARASINDAN........................................................................ 490
KIRANLARIN KIZLARI ...................................................................................491
GENCECİK USTANIN AĞIDI......................................................................... 493
DÜŞÇE.............................................................................................................. 495
ADNAN YÜCEL
SEN Kİ ANLARSIN...........................................................................................496
A Iİ CENGİZKAN
TORUN..............................................................................................................498
SOLFASOL OTOBÜSÜ ...................................................................................498
VEYSEL ÇOLAK
GÜNEŞLE......................................................................................................... 500
SOKAKTAKİ ADAM ÖLDÜ.............................................................................501
HÜSEYİN AVNİ DEDE
ÖLÜME ÇARE BULDUM................................................................................503
KUMRULARIN İNTİKAMI............................................................................. 503
TEK ŞEKERLİ ÇINARALTI............................................................................. 503
LEYLA ŞAHİN
SESİNİ SESİME VER........................................................................................ 505
(IV) SO'Lİ VE 90'U YILLARDAN SEÇMELER..................................................... 907
GÜLSELİ İNAL
ÇIPLAK DAĞDA İMİDATİO DEI................................................................... 509
İLLİYİN..............................................................................................................510
KUASICYRİSTAL’den ......................................................................................511
İNCİASENA
İTİRAF...............................................................................................................513
LATİNLF.RE ŞİİRLER'den...............................................................................513
BEHÇET AYSAN
KANLI ZAMBAK............................................................................................... 515
YİTİK ZAMAN PEŞİNDE..................................................................................516
DAĞILAN GÜ L................................................................................................ 518
SİNA AKYOL
PARKTAYAZMAK............................................................................................ 519
NİSAN............................................................................................ ................... 519
TORTULAR...................................................................................................... 520
ETAMİN........ ....................................................................................................520
GÜLTEKİN EMRE
GECE DÜŞLERİ............................................................................................... 521
MÜSLİM ÇELİK
ÜÇ GÜL............................................................................................................ 522
AYTEN MUTLU
NE ZAMAN........................................................................................................523
MEHMET MÜFİT
BİR ÇAPAK ÖYKÜSÜ.......................................................................................524
ÖVÜNÜYORUM .............................................................................................. 524
TEKKEDE BAHAR........................................................................................... 525
ŞAVKARALTINEL
AGATHA CHRISTIE’NİN SON ROMANI.....................................................527
HAYALETLİ EV: BİR MELODRAM................................................................ 528
METİN CENGİZ
GÖRÜŞ GÜNÜ................................................................................................. 529
GÖÇEBE (1 )..................................................................................................... 529
ŞÜKRÜ ERBAŞ
DÖKTÜ RENGİNİ SESSİZCE..........................................................................531
SAKLI S U ...........................................................................................................531
TARIK GÜNERSEL
DİYALOG...........................................................................................................533
KATEDRAL............................... ........................................................................533
VİRGÜL.............................................................................................................534
AKDENİZ...........................................................................................................535
TUĞRULTANYOL
BEYAZ A T ..........................................................................................................536
ELİNDEN TUTUN GÜNÜ ..............................................................................537
İLK BAKIŞ..........................................................................................................538
HÜSEYİN FERHAD
METAFİZİK....................................................................................................... 539
“SONSUZ DÖNÜŞ’ NİETZSCHE’NİN ZERDÜŞT’Ü ANLATIYOR............ 539
A KADİR PAKSOY
YENİ BİR ŞEYYOK YAŞAMDA........................................................................ 541
HALİM YAZICI
DÖŞ.................................................................................................................... 542
OĞUZHANAKAY
KES BİİİR................................ ..........................................................................544
ŞEHİR A TI........................................................................................................ 544
OLSA.................................................................................................................. 545
MEHMET ÇETİN
BAĞIŞLAYIN GÖZLERİMDEKİ KIRMANCI..................................................546
MURATHAN MUNGAN
SİS ÇANLARI.................................................................................................... 547
GECENİN ÇOBANLARI..................................................................................547
RONİ MARGULIES
DENGE ............................................................................................................. 549
AĞIT..................................................................................................................549
YUSUFALPER
SUSARAK...........................................................................................................551
ADNAN AZAR
DÖNGÜ.............................................................................................................552
BİRDENBİRE SABAH..... ................................................................................ 552
SALİH BOLAT
ŞİİRLER ŞİİRİNİ ARAMAK..............................................................................553
YÖNLER............................................................................................................554
HAYDAR ERGÜLEN
ANNE............................ .................................................................................... 555
DÜŞLER BİR SES BULUR BENDE................................................................ 555
MAVİ..................................................................................................................556
TURGAY FİŞEKÇİ
DEĞİŞİM İNSANI............................................................................................. 557
NİŞANLI KIZIN AĞIDI....................................................................................558
İLK GÜNÜN ARDINDAN................................................................................558
HÜSEYİN HAYDAR
ANIMSAMA.......................................................................................................560
AĞUSTOS OYUNU.......................................................................................... 560
ÜÇ GENÇ.......................................................................................... ................ 561
ÜÇÜNCÜ GÜN ŞARKISI.................................................................................563
LALEMÜLDÜR
SU......................................................................................... !............................ 564
SÜHA TUĞTEPE
İSTEK ORADAN............................................................................................... 566
HALİL İBRAHİM ÖZCAN
RÜYADAN SIÇRAYAN TAŞ..............................................................................567
ADNAN ÖZER
MARMARADA AKŞAM....................................................................................568
ELMAS DUA......................................................................................... ............569
KARTALIN AKLİ.............................................................................................. 570
HAŞAN ÖCTOPRAK
ÜÇLER MEZARLIĞI........................................................................................571
HAYATIMIZIN İÇYÜZÜ - 2 .............................................................................571
SUAT VARDAL
GECE OLMAK İSTİYORUM............................................................................573
SEVGİYE YER AÇMAK.....................................................................................573
ORHAN AIJCAYA
GÜNÜN SON KADINI.....................................................................................575
ÖLÜM VE ŞÖVALYE........................................................................................575
TUZ GÜNLERİ................................................................................................. 576
ENVER ERCAN
GÜNGENCİ...................................................................................................... 579
GECE..................................................................................................................581
GÖKYÜZÜNÜ ÇEVİR BANA......................................................................... 582
AHMET ERHAN
ALACAKARANLIKTAKİ ÜLKE(XVHI).......................................................... 583
AĞIT..................................................................................................................584
BUZ ÜSTÜNE YAZILAN ŞİİR......................................................................... 584
UZUN BİR ŞİİRİN SON DİZELERİ................................................................ 586
GECEYARILARI SÖYLENEN NİNNİ.............................................................. 587
MİLATTAN ÖNCEKİ ŞİİRLER (X II)............................................................. 588
OKTAY TAITAIJ
SİVİL AŞK YOKTUR.........................................................................................591
MEHMET YAŞIN
ŞİİR ÖLÜMÜ ÖLDÜRÜR................................................................................592
YAKINLIK......................................................................................................... 592
SIĞINAKTAN ÇIKINCA...................................................................................593
HAYAL TAMİRİ................................................................................................ 594
CEZMİERSÖZ
FİRARİ UYKULARI.......................................................................................... 596
BİR PUSU DÜZENLİYOR HF.RŞEYİ.............................................................. 597
MUSTAFA KÖZ
GÖĞÜN TOPRAĞI..........................................................................................598
DORU A T ..........................................................................................................598
SALİH MERCANOĞLU
SEN UYURKEN KIZIM.....................................................................................599
İKİ ŞİİR AYIR KENDİNE..................................................................................599
NEŞE YAŞIN
ÖLÛCÛKLER....................................................................................................601
NERKİS’İN BABASINA SÖYLEDİĞİDİR....................................................... 601
BABAM..............................................................................................................602
SAVAŞLARIN GÖZYAŞLARI I X ...................................................................... 602
SAVAŞLARIN GÖZYAŞLARI X ........................................................................603
ÖLÜMÜN ARDINDAN....................................................................................603
ÖLÜRSEM.........................................................................................................604
TUĞRUL KESKİN
BİNÜÇYÜZSEKSENKİZ SOKAK 1 .................................................................. 606
YUSUF İLE ZÜLEYHA.....................................................................................607
NEVZAT ÇELİK
GECE GEZİNTİLERİ........................................................................................ 608
SICAK SAKLAYIN GECELERİMİ.................................................................... 609
KADIN VE ÇOCUK.......................................................................................... 609
SUDA SEKEN HAYAT......................................................................................611
ÛVERCİNKA’NIN KIZI....................................................................................611
YAŞAYAN VE ÖLÜ............................................................................................ 612
SEVGİLİLER GÜNÜ 1 ..................................................................................... 613
SEVGİLİLER GÜNÜ 2 ..................................................................................... 613
TURGAY KANTÜRK
ADA.................................................................................................................... 614
NAMIK KUYUMCU
ANALARIN PAYLAŞILAN ACISINA DAİR.....................................................615
KANAYAN GÜN DÖNÜMÜ............................................................................616
METİNCELÂL
ADANMIŞ VE KÜS........................................................................................... 617
YILMAZ ODABAŞI
FİRE VEREN COĞRAFYADA.......................................................................... 618
CİZRE YOLUNDA GÜNEŞE BAKAN ASKER................................................618
MECİT ÜNAL
EVET AŞKA................................ .......................................................................620
SUNAYAHN
ÇOBAN..............................................................................................................621.
TORNAVİDA.................................... ................................................................621
CEPHEDE..........................................................................................................621
KÜL KEDİSİ.................................... .................................................................622
AKGÜN AKOVA
GÜVERCİNLİ GÜVERCİNLİ...........................................................................623
MADIMAK OTELİ............................................................................................ 624
SEYHAN ERÖZÇELİK
VILDIRIM...........................................................................................................626
BIÇAKLI BİR GECE ÖNCESİ..........................................................................626
JESTLERİN ÖLÜMÜ........................................................................................ 627
BETÜL TARIMAN
KIŞA BAKAN SOKAK....................................................................................... 628
ÇOCUKLUĞUN SABAHI................................................................................629
BİRHAN KESKİN
AŞK..................................................................................................................... 630
ÖNDER KIZILKAYA
GİTTİĞİN GECE.............................................................................................. 631
BİR ARKADAŞ.................................................................................................. 632
MESUT ADNAN
EKİMYAZ...........................................................................................................633
İBRAHİM BAŞTUĞ
ÖLÜM, SEVGİLİM............ ..............................................................................634
MART DOKUZU....................................................................................... .......634
KÜÇÜK İSKENDER
ŞEHSUVAR (III.).............................................................................................. 635
BİR AY MASALI................................................................................................ 637
ALTAY ÖKTEM
ÖLÜM-DİRİM ORUCU....................................................................................638
YIKILIŞ SURESİ................................................................................................ 639
ÖMER ERDEM
ÜSKÜDAR.........................................................................................................640
BEJAN MATUR
TÖREN GİYSİLERİ.......................................................................................... 641
GECE GİBİ OLACAĞIM..................................................................................642
DİDEM MADAK
KADINLAR........................................................................................................644
İRİS’İN ÖLÜMÜ .............................................................................................. 645
TUNA KİREMİTÇİ
KUMARBAZ.......................................................................................................647
ASKER................................................................................................................647
CAMBAZ............................................................................................................648
KÂŞİF................................................................................................................. 649
CAN BAHADIR YÜCE
LİMAN VE KADIN ........................................................................................... 650
BİYOGRAIİLER VEDEĞERLENDİRMELER................................................... 651
İÇİNDEKİLER................................................................................................... 807
DİZİN................................................................................................................. 827
Dİ Zİ N
1 1. Cilt *2. Cilt
A. KADİR • *460-465, 651
ABASIYANIK, SAİT FAİK • >232-237, 652
ADA, AHMET • *448-449, 653
AHMED ARİF • *92-104, 653
AHMET HÂŞİM • '73-75, 654
AHMET NECDET • *204-205, 655
AKAY, OĞUZHAN • *544-545, 656
AKDAĞ, TEVFİK • *203, 656
AKDORA, İSKENDER FİKRET • '335-336, 657
AKER, HALÛK • 5303, 657
AKGÜN, NAHİT ULVİ • '477-478, 657
AKIN, GÜLTEN • *207-214, 658
AKIN, SUNAY • *621-622, 659
AKJNCIOĞLU, NİYAZİ • '421-424, 659
ÂKİFPAŞA* >31,660
AKOVA, AKGÜN • *623, 660
AKSAL, SABAHATTİN KUDRET • >510-511, 660
AKYOL, SİNA • *519-520, 661
ALDANIR, S. • >404, 661
ALKAN, ERDOĞAN • *235, 662
ALKAYA, ORHAN • *575-576, 662
ALOVA, ERDAL • *473-476, 662
ALP, HAŞAN BASRİ • '3 2 1 ,663
ALPER, YUSUF • *551, 663
ALTINEL, SABRİ • *65-67, 664
ALTINEL, ŞAVKAR • *527-528, 664
ALTINTAŞ, GÜNEL • *273, 664
ALT/OK, METİN • *318-321, 665
ANDAY, MELİH CEVDET • '405-416, 666
APAYDIN, TALİP • *69-70, 667
ARIBURNU, ORHON MURAT • >479, 667
ARISOY, SUNULLAH • *17, 668
AROLAT, ALİ MÜMTAZ • '101-103, 668
ASENA, İNCİ • *513, 669
ATABAŞ, HÜSEYİN • *329-330, 669
AYKIN, BEDRETTİN • *245, 669
AVSAN, BEHÇET • *515-518, 670
AZAR, ADNAN • *552,670
BAŞARAN, MEHMET • *72-75, 670
BAŞÇILLAR, SEYFETTİN • *176, 671
BAŞTUĞ, İBRAHİM • *634, 671
BATUR, ENİS • *477-481, 671
BATUR, SABAHATTİN • '516, 672
BEHRAM, NİHAT • *418-433, 673
BEHRAMOĞLU, ATAOL • *331-346, 674
BEKTAŞ, CENGİZ • *233, 675
BERFE, SÜREYYA • *348-356, 675
BERK, İLHAN • '427-440, 676
BERKÖZ, EGEMEN • *322-323, 677
BEYATLI, YAHYA KEMAL • '76-88, 678
BİRSEL, SALÂH • '481-484, 681
BOLAT, SALİH • *553-554, 682
BOLAYIR, ALİ EKREM • >44, 682
BÖLÜKBAŞI, RIZA TEVFİK • '56-58, 688
BUDAK, ABDÜLKADİR • *469-471, 68S
BULUT, ABDÜLKADİR • *358-359, 684
BURKAY, KEMAL • *274, 684
CANBERK, ERAY • *304-306, 685
CANSEVF.R, EDİP • *161-166, 685
CEMAL SİJREYA • *184-198,686
CENAP ŞAHABETTİN • '59, 687
CENGİZ, METİN • *529, 688
CENGİZKAN, ALİ • *498, 688
CEVDET KUDRET • '249, 689
CUMAU, NECATİ • '542-552, 689
ÇAĞLAR, BEHÇET KEMAL • '252-253, 690
ÇAML1BEL, FARUK NAFİZ • >104-109, 691
ÇANKAYA, EROL • *485-484, 692
ÇAPAN, CEVAT • *216, 692
ÇELEBİ, ASAF HALET • '245-247, 693
ÇELİK, MÜSLİM • *522, 694
ÇETİN, MEHMET • *546, 694
ÇELİK, NEVZAT • *608-613, 695
ÇOLAK, VEYSEL • *500-501, 696
DAĞLARCA, FAZIL HÜSNÜ • '337-355, 696
DAMAR, ARİF • *18-26, 699
DEDE, HÜSEYİN AVNİ • *503, 699
DEFNE, ZEKİ ÖMER • '213, 700
DEMİRAĞ, FİKRET • *307-308, 700
DEMİRASLAN, İLHAN • *158-160, 700
DEMİRTAŞ, METİN • *283-289, 701
DİNAMO, HAŞAN İZZETTİN • '261-265, 702
DRANAS, AHMET MUHİP • '267-281, 702
DURBAŞ, REFİK • *366-381, 703
ECE AYHAN • *181-182, 705
EDİBOĞLU, BAKİ SÜHA • '417, 706
ELOĞLU, METİN • *106-115, 706
EMRE, GÜLTEKİN « *521, 707
ERBAŞ, ŞÜKRÜ • *531,708
ERCAN, ENVER • *579-582, 708
ERDEM, ÖMER • *640, 709
ERDİNÇ, FAHRİ • '467, 709
ERDOĞAN, BEKİR SITKI • *77, 709
ERDOST, MUZAFFER İLHAN • *177, 710
ERENUS, MÜŞTAK • '419, 710
ERGÜLEN, HAYDAR « *555-556, 711
ERHAN, AHMET • *583-588, 711
EROZAN, CELÂL SAHİR • '72, 711
ERÖZÇELİK, SEYHAN • *626-627, 712
ERSOY, MEHMET ÂKİF • '61-67, 712
ERSÖZ, CEZMİ • *596-597, 718
EŞREF • '3 6 ,71S
EYÜBOĞLU, BEDRİ RAHMİ • '322-330, 714
FİŞEKÇİ, TURGAY • *557-558, 715
GÖKÇE, ENVER • '517-523, 715
GRUDA, YILMAZ • *178, 716
GÜNÇE, ERGİN • *291-292, 716
GÜNERSEL,TARIK» *533-535, 717
GÜRPINAR, MELİSA • *325-326, 717
GÜZELSON, HALİM ŞEFİK • '332-334, 718
HALICI, FEYZİ • *15, 718
HALMAN, TALÂT • *199, 719
HAŞAN HÜSEYİN • *116-134, 719
HATİPOĞLU, AYDIN • *310, 720
HÜSEYİN FERHAD • *539, 720
HÜSEYİN HAYDAR • *560563, 721
İLGAZ, RIFAT • '304-320, 721
IRGAT, CAHİT • '441-444, 722
İHSAN RAİF • *71, 728
İLDENİZ, TÜRKÂN • *293, 724
İLHAN, ATTİLÂ • *30-62, 724
İNAL, GÜLSELİ • *509-511, 725
İNCE, ÖZDEMİR • *246-260, 725
KAMU, KEMALETTİN • >110-114, 726
KANIK, ORHAN VELİ • ’356-386, 727
KANSU, CEYHUN ATUF • >486-494, 730
KANTÜRK, TURGAY» *614, 731
KARABULUT, MEHMET • *68-64, 731
KARAHUN, TEOMAN • *217-218, 732
KARAKOÇ, SEZAİ • *220-223, 732
KARAKUŞ, HİDAYET • *436, 732
KAYAĞAN, FEYYAZ • *7-8, 733
KESKİN, BİRHAN • *630, 733
KESKİN, TUĞRUL • *606607, 734
KISAKÜREK, NECİP FAZIL • '225-231, 734
KIZILKAYA, ÖNDER • *631-632, 735
KİREMİTÇİ, TUNA • *647-649, 735
KORYÜREK, ENİS BEHİÇ • >96, 736
KOKSAL, AHMET • >524, 736
KÖZ, MUSTAFA • *598, 736
KURDAKUL, ŞÜKRAN • *136-138, 737
KUTLAR, ONAT • *261, 737
KUYUMCU, NAMIK • *615-616, 738
KÜÇÜK İSKENDER • *635-637, 738
KÛLEBİ, CAHİT • >468475, 739
LAV, ERCÜMENT BEHZAT • '214-216, 739
MADAK, DİDEM • *644-645, 740
MARGULİES, RONİ • *549, 740
MATUR, BEJAN • *641-642, 741
MEHMED KEMAL • '525-527, 741
MEHMET MÜFİT • *524-525, 742
MENEMENCİOĞLU, MUAZZEZ • *175, 742
MERCANOĞLU, SALİH • *599, 742
MERT, ÖZKAN • *383-389, 742
MESUT, ADNAN • *633, 743
METİN, CELÂL • *617, 743
MİRAÇ, YAŞAR • M86-495, 744
MUNGAN, MURATHAN • *547, 744
MUTLU, AYTEN • *523, 745
MÜLDÛR, LALE • *564, 745
NAMIK KEMAL • ‘34-35, 746
NAYIR, YAŞAR NABİ • '255, 747
NÂZIM HİKMET • >116-200, 747
NECATİGİL, BEHÇET • '445-458, 750
NEFES, ABDULLAH • *327, 751
NESİN, AZİZ • >420, 751
ODABAŞI, YILMAZ • *618, 752
OĞUZCAN, ÜMİT YAŞAR • *78«), 752
OKTAY, AHMET • '224-231, 75S
OKTAY RİFAT • ‘389-400,754
ONAN, NECMETTİN HALİL • ‘211, 755
ONARAN, MUSTAFA ŞERİF • *139,756
ONUR, RÜŞTÜ • '530-532, 756
ORHON, ORHAN SEYFİ • '93-95, 757
OZANSOY, FAİK ALİ • >70,757
OZANSOY, HALİT FAHRİ • >97-99, 758
ÖKTEM, ALTAY • *638-639, 758
ÖZCAN, HALİL İBRAHİM • *567, 758
ÖZDEMİR ASAF • «i-12, 759
ÖZEL, İSMET • *392-414, 759
ÖZER, ADNAN • *568-569, 760
ÖZER, AHMET • !4 3 8 ,761
ÖZER, KEMAL • *236-240, 761
ÖZGER, ARKADAŞ Z. • *450, 762
ÖZKÖK, LÜTFİ • '559-560, 76»
ÖZSEVER, HÜSEYİN SİRET » '60,763
ÖZTOPRAK, HAŞAN • *571, 763
PAKSOY, A. KADİR • *541,764
PAZARKAYA, YÜKSEL • *311,764
PEKER, HÜSEYİN • *439, 765
PİRHASAN, BARIŞ • *463-466, 765
PÜSKÜLLÜOĞLU, ALİ • *242-244, 765
RECAİZÂDE MAHMUT EKREM • '37-38, 766
REGÜ, ŞÜKRÜ ENİS • '561, 767
RUŞEN HAKKI • *263, 767
SABA, ZİYA OSMAN • *283-293, 767
SABAHATTİN ALİ • *244, 768
SANDER, ERGİN • *276, 769
SARAÇ, TAHSİN • *179-180, 769
SELEKLER, HÂMİT MACİT • '282, 770
SERDAROĞI.U, EMİN BÜLENT • '89, 770
SEYYİTNEZİR» *458, 770
SEZER, SENNUR • *360-365, 770
SILAY, CELÂL • '401-403, 771
SİYAVUŞGİL, SABRİ ESAT • '250, 772
SÖNMEZ, TEKİN • *265, 772
SUTÜVEN, MUSTAFA SEYİT • '256-260, 772
SÜLEYMAN NESİP • '43, 77S
SÜMER, DİNÇER • *295, 775
ŞAHİN, LEYLA • *505, 774
ŞİMŞEK, HAŞAN • '480, 774
ŞİNASİ • '33, 774
ŞÜKÛFE, NİHAL • 1100, 775
TAFTALI, OKTAY» *591, 776
TAMER, ÜLKÜ • *278-282, 776
TANER, MEHMET • *440, 777
TANİLLİ, SERVER • *201, 777
TANPINAR, AHMET HAMDİ • '201-205, 777
TANYOL, TUĞRUL • *536-538, 778
TARANCI, CAHİT SITKI • *294-303, 778
TARHAN, ABDÜLHAK HÂMİD • '39-41, 780
TARIMAN, BETÜL • *628-629, 780
TAŞAN, BERİN • *170, 781
TAŞER, SUAT • ’497-498, 781
TECER, AHMET KUTSİ • '207-209, 781
TELLİ, AHMET • *441-444, 782
TELLİ, OZAN • *459, 783
TEVFİK FİKRET • >45-53, 783
TEZ, İLHAMİ BEKİR • '239-240, 784
TİMUÇİN, AFŞAR • *299-301, 784
TOPRAK, ÖMER FARUK • >534-541, 785
TUĞTEPE, SÜHA • *566, 785
TUNCER, OKTAY • *266, 786
TURAN, GÜVEN • s416, 786
TÛRKALİ, VEDAT • >499503, 787
UÇARI, ERCÜMENT • *171, 787
UĞURLU, NURER • *312-313, 788
USLU, MUZAFFER TAYYİP • >554-558, 788
UŞAKLI, ÖMER BEDRETTİN • >217-223, 789
UYAR, TURGUT • *140-157, 789
UYAROĞLU, İSMAİL • *451-455, 791
UYSAL, AHMET • *297-298, 793
UYSAL, HALİL • *302, 793
ÜNAL, MECİT • *620, 793
ÜSTÜN, NEVZAT • *13, 793
VARDAL, SUAT • *573, 794
VARDAR, CELÂL • >459,794
VURAL, MURTAZA • *445, 794
YAĞCIOĞLU, HALİM • >505-508, 795
YALIM, ÖZCAN • *202, 795
YARAN, AZER • *456, 795
YASAR, İZZET • *468, 796
YAŞIN, MEHMET • *592-594, 7%
YAŞIN, NEŞE • *601-604, 796
YAVUZ, HİLMİ • *267-271, 797
YAZICI, HALİM • *542, 798
YÖNTEM, ALİ CANİP • >90, 798
YURDAKUL, MEHMET EMİN • '54,798
YURTTAŞ, HÜSEYİN • *447, 800
YÜCE, ALİ • *172-173, 800
YÜCE, CAN BAHADIR • *650, 801
YÜCE, KÂMRAN S. • *82, 801
YÜCEL, ADNAN • *496,802
YÜCEL, CAN • *83-91, 802
ZARİFOĞLU, CAHİT • *314-316,803
ZİYA GÖKALP • ‘69,804
ZİYA PAŞA • >32, 804
ZİYALAN, NİHAT • *272,805
ZORLUTUNA, HALİDE NUSRET • '210, 805
_«il
Antolojisi
Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi’nin gözden geçirilmiş yeni
basımında, Tanzimat döneminden günümüzün en genç şair
lerine kadar, 2 0 0 ’ü aşkın şair ve 1000’i aşkın şiir yer alıyor.
A ntoloji’nin giriş yazılarıyla sondaki “Biyografiler ve Değer
lendirmeler” bölümünde ise, modern Türk şiirinin iki yüz yılı
kapsayan oluşumları ve yaratıcılarının özellikleri irdeleniyor. Bu
nitelikleriyle Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi, şiirseverlerin olduğu kadar, öğrencilerin ve modern T ürk şiiri konusunda
bütünsel bir görüş edinmek isteyen herkesin başvurması gerekli
temel bir yapıttır.
TAKIM ISBN: 975-7384-16-X
ISBN 975-7384-22-4
9 789757
384229