Yitik Hafızanın Peşinde
ÜSKÜP KONUŞMALARI
Editörler:
Prof. Dr. Mehmet Dursun ERDEM
Dr. Necip Fazıl KURT
Prof. Dr. Özcan GÜNGÖR
Yitik Hafızanın Peşinde
Üsküp Konuşmaları
Mehmet Dursun Erdem, Necip Fazıl Kurt
Özcan Güngör
Pruva Yayınları
İnceleme
1. Baskı
: 32
:4
: Aralık 2019
Yayın Editörü
: Mehmet Emin Sarıkaya
Son Okuma
: Erdoğan Muratoğlu
Sertifika No
ISBN
: 41826
: 978-605-80397-8-0
Kapak
Kapak Görseli
Sayfa Düzeni
Baskı
: Pruva/Yahya Kurtkaya
: Üsküp, Mustafa Paşa Camii
: Pruva/Yasin Varışlı
: Ankara Ofset
Büyük Sanayi 1. Cad. Necatibey İş Hanı
Alt Kat No: 93/43-44 İskitler-Ankara
Tel: 0 312 384 50 63 - Sertifika No: 17937
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının
yazılı izni olmaksızın hiçbir suretle çoğaltılamaz.
Pruva Yayınları
Fevzi Çakmak 2 Sk. No: 38/10 Kızılay - Ankara
Tel: 0 312 230 40 55 Faks: 0 312 230 40 66
pruvayayinlari.com.tr /
[email protected]
İÇİNDEKİLER
Ön Söz
/ 11
Makedonya’da Osmanlı Dönemi Evlâd-ı Fâtihân Teşkilatı/
Levent Kayapınar (Prof. Dr.)
/ 17
Türkiye-Arnavutluk İlişkileri ve Tekke ve Zaviyeler Kanunu Çerçevesinde
Bektaşi Tekkesinin Arnavutluk’a Taşınması/Selma Yel (Prof. Dr.)
/ 35
Osmanlı Arşiv Belgeleri Doğrultusunda Makedonya ve Kosova’nın
Müslüman Olması/Ramazan Biçer (Prof. Dr.)
/ 55
Balkanlarda Türk Camii ve Mescit Vakıflarına Dair Yeni Bir Kaynak: Evkaf-ı
Ümem Tarihi/Rıfat Günalan (Prof. Dr.)
/ 77
Balkanlardaki Geleneksel Osmanlı Rumeli Meskenleri ve Fiziki Ortam İlişkisi/
B. Yüksel Hoş (Dr. Öğr. Üyesi)
/ 101
Dünden Bugüne Edirne ve Osmanlı Tarihindeki Yeri/
Sabri Can Sannav (Dr. Öğr. Üyesi)
/ 129
Makedonya’dan Anadolu’ya Mübadil Göçü ve Yahudi Cemaati’nin Yardım
Kampanyasına Desteği (1923-1924)/
Selma Yel (Prof. Dr.), M. Abdullah Kaymak
/ 159
I. Dünya Savaşında Bulgar Komutasında Görev Alan Türk Asker ve Devlet
Adamlarına Verilen Bulgar Nişanları/Ökkeş Narinç (Arş. Gör. Dr.)
/ 181
Osmanlı Döneminde Makedonya Bölgesinde Mihaloğulları Akıncıları/
Ayşe Kayapınar (Prof. Dr.)
/ 209
Osmanlı Dönemi Kosova Para Vakıflarının Sosyo-Ekonomik Açıdan
Değerlendirilmesi/Mehmet Bulut (Prof. Dr.), Mehmet Tuğrul (Arş. Gör.)
/ 235
Cumhuriyet Döneminde Erzincan’a İskân Edilen
Balkan Muhacirleri (1923-1951)/Erdem Yavuz (Doç. Dr.)
/ 265
Üsküplü Halvetî Asiye Hatun’un Rüyâ Defterinin Tasavvufî Açıdan
Değerlendirilmesi/Ömer Yılmaz (Prof. Dr.)
/ 283
Osmanlı Döneminde Balkanların İlim Merkezi Olarak Üsküp ve Üsküp’te
Müderrislik, Kadılık ve Müftülük Yapmış Divan Şairleri/Cüneyt Nur (Öğr. Gör.)/ 317
XIX. Yüzyılda Manastır’da Kurulan
İki Gayrimüslim Vakfı/Mümin Ömerov (Arş.Gör. Dr.)
/ 349
Yeni Dini Akımların Ortaya Çıkmasını Etkileyen Sosyo-Psikolojik Faktörler
(Kosova Örneği)/Feim Gashi (Dr. Öğr. Üyesi)
/ 369
Tayyip Okiç’e Göre İslamiyette Eğitim ve Sosyal Hayatta Kadın/
Tahsin Kula (Dr. Öğr. Üyesi)
/ 393
Makedonya Türklerince Söylenen Türkülerde Kullanılan İkilemeler/
Levent Doğan (Dr. Öğr. Üyesi), Gonca Gülvodina (Arş. Gör.)
/ 417
“Balkan Savaşları’ndan II. Dünya Savaşı’na Kadar Olan Dönemde
Kuzey Yunanistan’da Azınlıklara Yönelik Dil Politikaları”/
İbrahim Kelağa Ahmet (Doç. Dr.)
Hora Felsefesi/Muharrem Hafız (Doç. Dr.)
Kosova Türk Çağdaş Edebiyatında Dil, Yazım ve Anlatım Sorunları/
Taner Güçlütürk (Dr.)
Romanlarda Hibrit Kimlik ve Kurgu Hatıra Bağı: Kuzey Makedonya
Roman Türü Örneği/Seyhan Murtezan İbrahimi (Arş. Gör.)
Üsküplü İshak Çelebi’nin Gazellerinde Ontolojik Metafor Olarak “Aşk”/
Nagehan Uçan Eke (Doç. Dr.)
Yunan İdaresinin İlk Yıllarında Batı Trakya Türklerinin Eğitimi/
Nilüfer Erdem (Dr. Öğr. Üyesi)
/ 435
/ 463
/ 477
/ 515
/ 533
/ 559
HORA FELSEFESİ
463
Muharrem HAFIZ (Doç. Dr.)
2001 yılında Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
2005 yılında Yeditepe Üniversitesi
Felsefe bölümünde The Criticism
of Democracy in Plato and Farabi
adlı çalışmasıyla yüksek lisansını,
2012 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din
Bilimleri Bölümünde Din Felsefesi
Açısından Kutsal-Sanat İlişkisi adlı
çalışmasıyla da doktorasını tamamladı. 2013 yılından bu yana İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalında öğretim
üyesi olarak görev yapan Hafız’ın
siyaset felsefesi, ontoloji, sanat, estetik ve müzik felsefesi üzerine çalışmaları bulunmaktadır.
464
Bugün Kuzey Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Bulgaristan gibi
Balkan ülkeleri ile Trakya bölgesinin hemen hemen tamamında
oynanan halk oyunlarının genel adı olarak bilinen ve çoğunlukla
“horo” ya da “oro” olarak telaffuz edilen hora açık daire şeklinde el
ele tutuşarak hızlı, kıvrak ve ritmik bir biçimde oynanan oyun anlamına gelir. Doğu Karadeniz bölgesinde ise geleneksel halk danslarının genel adı olarak “horon” sözcüğü kullanılmaktadır. Her iki sözcüğün de kökeni mekân, mahal, bölge, alan, toprak gibi anlamlara
gelen ve Yunanca bir sözcük olan “khora”dır.1
Bu sözcüğün felsefi literatürde ilk kullanımına Platon’un Timaios diyaloğunda rastlıyoruz. Bu diyaloğunda Platon evrende bulunan
her şeyin tıpkı horada olduğu gibi kozmik oyuna dâhil olduğundan
bahseder. Diğer bir deyişle hora oyununda nasıl farklı unsurlar bir
araya getiriliyorsa, Platon’un yaratılış teorisi itibarıyla evrende bulunan her şey de düzenli ve ritmik bir tarzda horada bir araya getirilmektedir. Bu ilişkinin kavramsal bir benzerlikten öte olduğu ve
beşeri bir oyun gibi görünen horanın özü itibarıyla aşkın ve ilahi
bir hareketin yansıması olduğu iddiasının temellendirilmesi için
Platon’un Timaios’una müracaat edilmesi ve horanın Platon felsefesindeki yerinin incelenmesi gerekmektedir.
Varlık ile Oluş Arasındaki Ayrım
Evrenin yaratılışına dair araştırmasının başında Platon öncelikle
şu ayrımı yapar:
1. Hiç oluşa gelmediği hâlde her zaman var olan (varlık)
2. Her zaman oluşa geldiği hâlde hiç var olmayan (oluş)2
Varlık, aklın saf idrak faaliyetiyle kavradığı değişmez modellerdir (paradeigmata) ve Tanrı evreni yaratırken bu modelleri kullanmıştır. Platon düşüncesinin geneli itibarıyla ezelî ebedî tarzda var
1 Francis E. Peters, Antik Yunan Felsefesi Sözlüğü, çev. ve haz. Hakkı Hünler, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2004, s. 187.
2 Platon, Timaeus, trans. W.R.M. Lamb, Harvard University Press, London, 1925;
Timaios, çev. Erol Güney, Lütfi Ay, Sosyal Yay., İstanbul, 2001, 28a. Bu çalışmada
Platon’un Timaios gibi diğer diyaloglarına atıflar metin içinde stefanus numarasına
göre yapılacaktır.
olan bu modeller idealar olarak anlaşılabilir. Bu teoriye göre Tanrı’nın evreni meydana getirirken model aldığı mahiyetlerin değişmez olması ve ezelî ebedî bakışını modellerde tutması gerekir. Bu
bakımdan Platon felsefesinde varlık, değişime tabi olmayan ve bir
şeyin meydana getirilişinde göz önünde bulundurulan değişmez
modeller olarak anlaşılmalıdır. Bu açıdan evrenin meydana getirilişi
bir sanat eserinin üretimine benzetilecekse, değişmez olması bakımından idea/model, onun yaratıcısı olan Sanatkâr’ın eserini meydana getirmeden önce kullandığı model olarak anlaşılmalıdır. Ayrıca
Platon’un, evrenin meydana getirilişine ilişkin düşüncelerini ortaya
koyduğu bu başlangıç varlık ile oluş, idealar ile duyular, kavranabilir
ile duyumsanabilir ya da paradigma ile görünüşler arasındaki temel
ayrımı yansıtmaktadır.
Bu ayrımdaki ikinci tür oluştur. Oluşa gelen şey, makul olmayan
bir tarzda duyusal algının nesnesi olarak kavranır ve gerçekten var
değildir (ya da gerçek varlık değildir). Bu ayrım, esasında Platon felsefesinde son derece önemlidir. Var olan hakiki dünya, oluş dünyasının kendisine göre gerçekleştiği modeller dünyasıdır. Bundan ötürü
değişime tabi olması bakımından maddi/fiziki dünya, var olan hakiki dünya olmayıp, gerçekten var değildir. Bu ayrımda kendinde bir
ve değişmez olanı görme varlığa ait saf bir idrak iken, algısal dünya
oluşa tabidir. Öyleyse varlık, kendi başına var olan olarak oluşa tabi
olmamayı gerektirir. Dolayısıyla gerçekten var olan şey değişmez
modellerdir. Var olmayan ise o modellerin bu dünyadaki sûretleridir. Bu ayrım bir bakıma düzenli ve ritmik bir tarzda horada bir
araya gelecek unsurların farklılığına ve çeşitliliğine işaretle okunabilir. Bu açıdan iki ya da daha fazla unsurdan oluşan horanın, özünde
farklılıkları kendi olarak koruyup onları evrenin düzenli hareketinde olduğu gibi ritmik ve devinimsel bir tarzda bir araya getiren doğası bulunmaktadır. Öyleyse bu kavramsal ayrım üçüncü unsur olan
mekânda (horada) bir araya gelecek olan farklı ve başkaca mahiyetleri haiz ikilik (varlık ile oluş) ekseninde anlaşılmalıdır.
Bu ayrımı Platon’un VII. mektubunda (342a-343e) bizzat kendi verdiği örnek üzerinden düşünebiliriz. Sözgelimi “daire” ideasını
zihnimizde canlandıralım ve sonra da bu daireyi çizelim. Ardından
şu soruyu soralım: “Bu nedir?” –Cevap: “Bu bir dairedir” şeklinde
olacaktır. Sonra da çizdiğimiz bu daireyi silelim. Tam bu noktada
Platon varlık ile oluş ayrımı üzerinden anlaşılabilecek tarzda şunu
465
ifade eder: Bir idea/model olması bakımından “daire” ya da “daire”nin kendisi silinebilir mi? Yani “daire” yok edilebilir mi? O halde bizim çizdiğimiz şey “daire” (varlık) değil, olsa olsa dairenin oluşa tabi
bir sûretidir. Çünkü kalıcı varlık olması itibarıyla idea yok edilemez.
Bu bakımdan dairenin değişmez özü itibarıyla varlığı denilince, oluşa tabi sûretler dünyasından -bütünüyle ayrık, kopuk ya da ona karşıt değil- onunla iç içe geçmiş başka bir düzlem anlaşılmalıdır. Dolayısıyla modellerle sûretleri arasında gerçekleşen ritmik dans benzeri
oyununun daha iyi anlaşılabilmesi için ikisinin iştirakini temin eden
mekânsal mahiyetiyle horanın ikili ayrıma dâhil edilmesi gerekir.
466
Üçüncü Cins Olarak Hora
Timaios diyaloğunda seyrimize devam ettikçe Platon’un değişmez modellerle onların değişken sûretleri arasındaki ilişkiyi yeniden gözden geçirdiğine ve aynı konuşmasının devamında farklı bir
ayrımla yeniden karşımıza çıktığına şahit oluyoruz:
Evreni tasvir ettiğimiz bu yeni başlangıçta, önceki yapmış olduğumuzdan daha kapsamlı bir ayrım yapmalıyız. O zaman iki tür
(eide) ayırt etmiştik; şimdi ise diğer üçüncü cinsi (triton genos) ortaya koymamız gerek (Timaios, 48e).3
Varlık (paradigma) ile oluş (taklit/sûret) düzlemleri arasına çekilmiş olan sınırın her iki tarafında karşılıklı olarak yer alan hakikat
(aletheia) ve aldanış dünyası (doksa) Platon düşüncesinin ana eksenini oluşturur. Ancak çoğunlukla anlaşılanın aksine onun düşüncesinde bu iki düzlem birbirinden bütünüyle kopuk değildir. Horanın
ikili ayrıma dâhil edilmesi sonrasında ortaya çıkan üçlü ontolojiyle
birlikte varlık ile oluş aynı bütünün iki farklı ciheti olarak görülebilir. Bu durumda varlığın aslına uygun karşılığı olarak oluş, ancak
paradigma düzleminde anlaşıldığında hakkıyla kavranabilir. Bunun
için varlığın oluşa, oluşun da varlığa karışmadan -kendileri olarak
kalarak- birbirlerine iştirakini sağlayan ama onlardan olmayan başka bir cinse yani horaya ihtiyaç duyulur. Bu açıdan bakıldığında
hora, evrenin anbean yaratılışı itibarıyla varlık ile oluş arasındaki
3 Timaios’unda Platon horadan hem cins (genos) hem de tür (eidos) olarak bahsetmektedir. Ancak bu ikisi arasındaki kullanım farklılıkları bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Ayrıntılı bir okuma için bkz. Muharrem Hafız, Platon Felsefesinde Khora:
Varlık, Oluş ve Mekân Üzerine Bir İnceleme, Dört Mevsim Kitap, İstanbul, 2019, s.
21-23.
irtibat ve iştirakin gerçekleşmesi için gerekli olan mekân/mahal olarak anlaşılabilir.
Timaios diyaloğunun ilgili pasajları dikkatle incelendiğinde
görülecektir ki, Platon hora ile ilgili anlatımını iki farklı sunumla
okuyucularına duyurmaktadır. Bunlardan birincisi benzetme yollu (eikon dogma), ikincisi akla dayalı (eikos logos) anlatım tarzıdır.
Metaforik anlatımla Platon horayı hazne, kap, altın, anne, bakıcı vb.
benzetmelerle izah eder. Platon, horanın kuvvet ve doğasının ne olduğunun sorulması gerektiğini beyan ettikten sonra ise onu şu şekilde tarif eder:
O tüm oluşun haznesi (hypodoche)4 ve sanki onu besleyen bir şey
olmalı (Timaios, 49a 6).
Burada önemli olan husus horanın doğasının öncelikli olarak
benzetme yollu tarif edilmesidir. Başka bir deyişle hazne aslında horanın bir metaforudur. Felsefe tarihinde Platon’dan sonra bu cinsin
ne olduğuna dair birbirinden oldukça farklı yorumlar ortaya atılmıştır. Ancak bu pasajda daha da önemli olan şeyin, hazne/horanın
nasıl olduğundan çok, (var) olduğuna yapılan vurgudur.5 Hora ne
varlıktır ne oluş; yani ne modeldir ne sûret. Horanın ne varlık ne
de oluş olması bakımından belirsiz ve ele geçmez doğası nedeniyle
Platon bu cinse dair son derece mutedil bir dil kullanmaktadır. Ayrıca Platon’un bu belli belirsiz dili nedeniyle hem oluşun sahneye
çıkmasına aracılık eden, hem de varlık ile oluşun arasında kendisine
belirsizce yer bulan horanın, kesin ve nihai bir biçimde tayin edilemez olarak kalmaya devam ettiğini görüyoruz. Bu bakımdan Platon
kesin ve mutlak bir tarzda “o haznedir” demek yerine, “o tüm oluşun
haznesi/alıcısı olmalı” tarzında ölçülü bir dille (Timaios, 49a), sanki
horanın, oluşa mekân temin eden zorunlu ama bir o kadar da oluşun
içinde görünüşe çıkmayan ve modeli de bulunmayan belirsiz doğasına gönderme yapar gibidir.
4 Bir şeyin altında/ardında gizli kalan, gözden kaçırılmış, unutulmuş ya da farkına
varılmamış gibi anlamlara gelen “hypo” ile fikir, beklenti, kanı, görüş gibi anlamlara
gelen “doche” kelimelerinden oluşan bu terim, Timaios’da birçok isim, benzerlik ve
metafor ile birlikte kullanılmaktadır. “Hypodoche” (İng. receptacle) kundak, yatak,
beşik, kap, hazne, kucak (anne kucağı gibi), âguş, rahim vb. anlamlara gelmektedir.
Peters, Antik Yunan Felsefesi Sözlüğü, s. 163-164.
5 Eğer Wittgensteincı bir tarzda söylenseydi “onun nasıl olduğu değil, olduğudur gizemli olan” diyebilirdik.
467
468
Ayrıca hazne gibi diğer benzetmelerin de horanın metaforik anlatımları olduğu unutulmamalıdır. Bu bakımdan horaya ilişkin hem
benzetme yollu hem de akla dayalı iki farklı anlatım tarzı aslında bir
ve aynı şeyin başka türlü dile getirilişidir. Bu metaforda haznenin
öncelikli vasfı bir anne ya da bakıcı misali alıcılığı ve besleyiciliğidir.
Ayrıca bu alıcılık, doğrudan birinci tür olan modellere yönelik değildir. Yani hazne kendi başınalığı olan modelleri değil, oluşu bir bütün olarak içine alır. “Tüm oluş” ya da “oluşun tümü” ifadesi burada
önemlidir. Zira Platon, tek tek oluşa gelen nesnelerin her birinden
çok, oluşun bir bütün olarak kendisinden bahsederek okuyucunun
dikkatini parçadan bütüne çekmektedir. Böylece hazne olarak hora,
örnek/modelin taklitlerinin alıcısı olarak varlığını sürdürür. Bir şeylerin gizlice biriktirildiği ve toplandığı kap (mekân) anlamında hazineyi de çağrıştıran haznenin, içine aldığı şeyleri koruyan, besleyen
ve onların oluşa gelmelerini sağlayan, diğer taraftan da onları gizleyen çifte kökenli çağrışımı bulunmaktadır. Bu yönüyle altta olması
(hypo) itibarıyla haznenin, oluşa gelen nesnelere zemin ve dayanak
(hypokeimenon) sağlayan muğlak, derin ve gizli yapısı yanında, varlığın sûretlerinin dolaylı bir tarzda alıcısı olması bakımından da zorunlu bir mevcudiyeti söz konusudur.
O hâlde tüm oluşun alıcısı olarak hazne, oluşun kendisinde gerçekleştiği mahal olarak anlaşılabilir. Ancak içine aldığı sûrete (eikon)6 bürünmekle birlikte haznenin aynı zamanda sûretsiz olması
gerekir; çünkü alıcı olan haznenin bir sûreti olması durumunda, bu
sûret diğer sûretlerin alımını engelleyecektir. Dolayısıyla yukarıda
belirtildiği gibi varlık olmayan, üstelik alıcılığı ile hazneye benzeyen hora, oluşa tabi değildir ve değişime de uğramaz. Ancak onda
görünüşe çıkan nesneler tarafından etkilenir ve nitelendirilir. Bu yönüyle bir cismin algılanışı aslında haznenin o cismin sûretini alması,
taşıması ve ona nitelik kazandırmasıyla mümkün hâle gelmektedir.
Kozmik hareket gibi her türlü değişim ve dönüşümün de imkânını
sağlayan hazne/horanın bir sûretinin olmaması, cisimlerin sûreti6 Ayrıca belirtmeliyiz ki, Platon’un felsefesinde formun hiçbir şekilde idea (eidos)
olarak anlaşılmaması gerekir. Bu türden bir okuma Aristoteles üzerinden bir okumayı gerektirir ki, bu Platon’un düşüncesine hakkıyla nüfuz etmemizi engeller.
Dolayısıyla form (biçim), cismani (soma) düzlem ve sûret itibarıyla şekil (morphé)
olarak anlaşılmalıdır. Platon’da ise ideanın (paradigmanın) taklidi olması bakından
oluş bir sûretler dünyasıdır.
ni alacak yegâne cinsin bu öğelerden biri olmaması ile temellenir.
Çünkü aldığı sûreti olduğu şekliyle yansıtabilmesi için alıcının bir
sûrete sahip olmaması gerekir. Timaios diyaloğunun başlangıcından
itibaren yaratılış sürecinin anlatıldığı göz önüne alındığında hazne/
horanın, pre-kozmik bir kaostan kozmosa geçiş için zorunlu bir varoluşunun olduğunu söylemeliyiz. Zira oluş âleminde kendine yer
bulan ve varlığın birer taklidi/sûreti olması bakımından tüm mevcûdâtın, hora oyunu benzeri düzenli, ahenkli ve ritmik bir tarzda bir
araya gelişleri ancak böyle bir alıcılık ile mümkündür.
Horanın metaforik sunumuyla ilgili üzerinde durmak istediğim
bir diğer benzetme annedir. Üçüncü cinsin ele alındığı pasajın hemen başında Platon bu cinse dair “bir bütün olarak oluşun alıcısı”
(Timaios, 49a) ifadesini kullanmıştı. Böylece idealar ile duyular ekseninde teşekkül eden ikilik metafiziğinde kendine yer bulamayan
hora, hazne metaforu üzerinden ve oluştan farklı doğası ile ön plana
çıkarılmıştı. Bir şeyin kendisinde meydana çıktığı hazne ile o şeyin
kendisi arasındaki ontolojik bir ayrımın olup olmadığı hususu aslında haznenin içine aldığı şeylerden nasıl etkilendiği tartışmasını da
beraberinde getirmektedir. İlk bakışta, içine aldığı cisimlerin şeklini alan hazne ile modelin sûreti durumundaki oluşa gelen cisimler
arasında herhangi bir ayrım yokmuş gibi görünmektedir. Ancak derinlemesine bakıldığında cismin bir yerde ortaya çıkması ve ondan
ayrılması gibi fiziksel bir ayrılık değilse de hazne ile oluş arasında
ontolojik bir fark ortaya çıkar. Platon ikisi arasındaki ilişkiyi ele alırken bu defa horayı anneye benzeterek konuyu daha da derinleştirir:
O halde şimdi üç cinsi muhakeme etmemiz (dianoia) gerek.
Oluşa gelen şey, oluşun içinde olageldiği şey ve oluşun kendisinden
meydana gelen örnek. Ayrıca alıcı anneye, kendisinden olan şey babaya ve bunların arasındaki doğa da evlada benzetilebilir (Timaios,
50c 7-d 4).
Varlık Baba Oluş Evlat Hora (Mekân) Anne
Platon’un diğer birçok diyaloğunda olduğu gibi burada da asıl
olan varlık babaya, onun sûreti olan oluş ise evlada benzetilmektedir. Platon’un meşhur diyaloglarından biri olan Devlet’indeki mağara benzetmesinde de (514a-517a) benzer bir ayrımla karşılaşıyoruz.
Bu benzetmede mağaranın içi aldanış, karanlık ve hakikatten sûret
itibarıyla uzaklığa, mağaranın dışı ise saf idrak, aydınlık ve hakikate
tekabül etmektedir. Ancak dikkat edilecek olursa, bu ikili ayrımda
469
470
anneye yani horaya yer yoktur. Ayrıca bu bağlamda Phaidon diyaloğunda da (60a) Sokrates’in (baba), çocuklarıyla birlikte zindanda
bulunan Ksantippe’yi (anne) dışarı çıkartıp çocuklara dair hiçbir şey
söylememesi ve onu kendi üzerinden yanında tutması, ikili ayrımda
anneye (hora) yer olmadığı şeklinde okunabilir. Hâlbuki Timaios diyaloğunda ikilikler arasında kendine yer bulan hora, varlığın sûreti
olması bakımından oluşun yaratılış itibarıyla görünüşe çıkması için
zorunlu bir unsur olarak ayrıma eklenmiştir.
Buradan hareketle denilebilir ki, bir annenin çocuğunu rahmine
ya da kucağına alıp beslemesi gibi, hora da aynı şekilde oluşu içine
alır ve besler. Ancak haznenin sûretsizliği, onun varlık ile oluş arasındaki işlevsel rolünün ikincil konuma atılması anlamına gelmez.
Bilakis evren üçüncü olmaksızın tam olamaz. Platon bu konuda evrenin ilahi bir akıl ürünü olduğunu şu sözlerle savunmaktadır:
Gerçekten yalnızca Tanrı, bilgisi ve kudretiyle birçok şeyi bir tek
şey halinde birleştirebilir, sonra o bir tek şeyi birçok halinde yeniden
dağıtabilir. İnsanoğlunun bu iki işi gerçekleştirmesi ne şimdi ne de
gelecekte mümkündür (Timaios, 68d 5-9).
Horanın bir idea/model(i) olmaması itibarıyla saf idrakin konusu olmasa da bu onun bütünüyle akıl dışı olduğu anlamına da
gelmemektedir. Hora sınırsız bir şeyi kendi tarzında sınırlandıran,
daha doğrusu onu sınırlı olarak ifade etmemizi mümkün kılan şeydir. Sınırsızın tecrübe edilmesinin sınır aracılığıyla mümkün olduğunu söylemek, modellerin sûret ve izlerini taşıyan bu cinsin belirsiz
zorunluluğu şeklinde yorumlanabilir. Bu açıdan bakıldığında ne saf
idrak ne de duyumsamanın konusu olması itibarıyla belirsiz ve kavranması güç olan hora aracılığıyla varlık ile oluş arasındaki ilişkinin mahiyeti sorunu yeniden gün yüzüne çıkmaktadır. Bu nedenle
Platon horanın metaforik anlatımından tatmin olmaz ve onu akla
dayalı bir tarzda yeniden izah etmeyi dener.
Platon önceki bölümlendirmede (48e-51b) olduğu gibi diyaloğun
bundan sonraki kısmında da (51b-53b) üçlü bir ayrıma gider. Ancak
buradaki üçlü ayrım öncekinden farklı bir tarzda yapılır. Horanın
hazne olarak ayrıma dâhil edildiği metaforik söylem altın, anne, sütanne, rahim, damga, iz, koku vb. benzerlikler üzerinden oluş düzlemine tabi olarak şekil alırken, buradan sonra akla dayalı bir açıklama
(logos) yoluna gidilir. Dolayısıyla diyaloğun bu kısmında üçlü tasnifin farklı bir sunum tarzıyla yeniden yapıldığına şahit olmaktayız:
Böyle olunca her şeyden önce, doğmamış ve yok olmayacak, dışarıdan içine hiçbir şey almayan, kendisi de başka hiçbir şeyin içine
girmeyen, gözle görülmeyen, duyularla algılanmayan, yalnızca saf
idrak (noesis) yoluyla görülebilen değişmez türde mahiyeti (eidos)
kabul etmek gerekir. [İlkiyle] aynı adı taşıyan ve ona benzeyen ikincisi duyularla algılanır, yaratılmıştır, her zaman hareket halinde olup
belli bir yerde (topos) doğar, sonra or(t)adan kaybolur ve duyuma
(aisthesis) bağlı kanıyla (doksa) algılanır. Üçüncüsü ise oluşa gelen
bütün şeylere mekân (khora) temin edip yok oluşu kabul etmeyen ve
her zaman (var) olan cinstir. Bu [cins] duyuların olmadığı (anaisthisia) meşru olmayan -aldatıcı- bir akıl yürütmeye (logismo notho)
bağlı güvenilir bir şey (pistis) olarak anlaşılabilir. Biz yine de onu bir
rüyada görmüşçesine, var olan (to on) her şeyin mutlaka bir yerde
(topos) olması ve mekân (khora) işgal etmesi gerektiğini, yerde ve
gökte yeri olmayan hiçbir şeyin bulunmadığını söyleyerek ondan
bahsedebiliriz (Timaios, 52a 1-b 8).
Var olan her şeyin bir mekânda (horada) var olması gerektiğini,
ancak bu mekânın kendisinin duyularla algılanamayacağını belirten
bu pasaj önceki metaforik anlatımdan farklıdır. Benzetmeler yerini
saf idrak düzeyine bıraktıkça Platon, bir bakıma diyaloğu takip eden
okuyucuyu sınırlarını sonuna kadar zorlamaya ve yaratılış itibarıyla
oluşun anbean gerçekleştiği hora oyunu benzeri gizemli mekânı dışarıdan seyretmeye davet ediyor. Bu bakımdan metaforik söylemde
oluş üzerinden benzetmelerle tarif edilen hora, varlık (idea) itibarıyla akla dayalı bir söylem üzerinden izah edilir. Böylelikle oluşa
tabi suretlerin, ideadan farklı olmasına rağmen evrenin meydana
getirilişi itibarıyla varlığa bağlanması zorunlu olduğundan, başka
bir şeyin yani horanın içinde meydana çıkması gerektiği söylenir.
Diğer bir ifadeyle varlık ile oluş her ne kadar birbirinden farklı iki
düzlem olsa da yaratılış bakımından içinde iştirak ve katılımların
gerçekleşeceği bir mekân tasavvuruyla birlikte oluş, varlığın değişmezlik esasına (ousia) öyle ya da böyle bağlanmış olur. Ayrıca ona
dair akla dayalı söylem -yukarıda belirttiğimiz nedenlerle- belirsizlikler ve tayin edilemezlikler içereceğinden mutlaklık arz etmeyecek ve karışık (literal çeviriyle meşru olmayan) bir akıl yürütme ile
belli belirsiz kavranabilecektir. Dolayısıyla Platon ölçülü üslubunu
benzerlik prensibi itibarıyla sunduğu birinci söyleminde olduğu gibi
burada da sürdürmektedir.
471
472
Horanın Mahiyeti ve Katılım İtibarıyla Varlık ile Oluş
Arasındaki Rolü
Son olarak üzerinde durmak istediğim nokta, Platon uzmanlarını bir hayli meşgul eden varlık, oluş ve mekân (hora) arasındaki
ilişkinin ortaya konduğu pasajdır. Benzerlik prensibinin yansıtıldığı
metaforik söylemde karşımıza çıkmayan akla dayalı açıklama ihtiyacı hora bağlamında kendine şu şekilde yer buluyor:
İki şey birbirinden ayrı olduğu müddetçe, biri diğerinin içinde
meydana çıkmayacağından, bir şey aynı anda hem bir hem iki şey
olacaktır (Timaios, 52c-d).
Platon’un buradaki muğlak dili nedeniyle uzmanlar bu pasajın
yorumu konusunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Söz gelimi Giuseppe Fraccaroli bu pasajda dile getirilen birbirinden ayrı iki şeyin
idea ve sûret olduğunu düşünür. Platon pasajın bu kısmında ikisinin, sonunda da üçünün ayrı olması gerektiğini beyan eder. Dolayısıyla Fraccaroli gibi okuduğumuzda “idea (varlık) ve sûret (oluş)
iki ayrı şey olduğunda, biri diğerinin içinde meydana çıkmayacak,
böylece aynı şey hem bir hem de iki olacaktır.” Ancak cümlenin
ikinci kısmında geçen “birinin diğerinin içinde doğması” beyanının
idea ve sûret itibarıyla okunması mümkün değildir. Zira diyaloğun
gidişatından anladığımız üzere diğerini içine alan ve besleyen şey ne
varlık ne de oluştur. Dolayısıyla buradaki iki şeyden birinin mutlaka
hora olması gerekir.7
Diğer taraftan Jowett’e göre buradaki iki şeyin oluş (sûret) ve
mekân olarak anlaşılması gerekir. Bu türden bir okumaya göre “sûret
ve mekân birbirinden ayrı oldukça, biri diğerinin içine doğmayacak,
böylece bir şey aynı anda hem bir hem iki şey olacaktır.”8 Ancak bu
şekilde okunduğunda da oluşun bir mekânda açığa çıkması itibarıyla ondan ayrı olmaması gerektiği söylenmiş olur. Halbuki pasajın
devamında varlık, oluş ve mekân üçlüsünün birbirinden ayrı olduğu
ifade edilir. Ayrıca Jowett’in önerdiği alternatif okuma ile cümlenin
devamındaki bir şeyin hem bir hem iki olacağı beyanı çelişki doğurur ve izah edilemez olarak kalır.
7 Francis M. Cornford, Plato’s Cosmology: The Timaeus of Plato, Hackett Publishing
Company, Cambridge, 1935, s. 194.
8 “While the two things [i.e. image and space] are different, they cannot exist one of
them into the other, so be one and also two at the same time.” Benjamin Jowett, The
Dialogues of Plato: Timaeus, vol. III, Oxford University Press, London, 1959, s. 362.
Cornford’a göre ise bu cümledeki iki şey varlık ve hora (mekân)
dır. Hatırlanacağı gibi Platon varlık itibarıyla idealardan “dışarıdan
içine hiçbir şey almayan, kendisi de başka hiçbir şeyin içine girmeyen” (52a) olarak bahsetmişti. Hora ise modeller (ideaları) değil,
onların sûretlerini içine almaktadır. Dolayısıyla buradaki iki şeyin
varlık ve mekân olması gerekir. Zira onlardan biri (varlık) diğerinin içinde (mekânda) açığa çıkmamaktadır. Bu da ideanın mekânsız varlığı, mekânın da idea(sı) olmaması itibarıyla anlaşılmalıdır ve
ikisi birbirinden ayrıdır. Eğer varlık ve mekân aynı şey olsaydı, bu
durumda mekânın oluşu içine alması itibarıyla oluşun varlık, varlığın da oluş olması gerekecektir. Bu da imkânsızdır.9
Ancak bu noktada dikkatlerden kaçmaması gereken en önemli husus, cümlenin devamında geçen “bir şeyin aynı anda hem bir
hem iki olması” ifadesidir. Bana göre cümlenin birinci kısmından
farklı olarak buradaki bir ve iki varlık ile oluşa tekabül eder. Yani bir
şeyin hem bir (varlık) hem de iki (oluş) olarak görülmesinin imkânı, onların bir taraftan hora aracılığıyla ayrı kalarak, diğer taraftan
birbirlerine karışmadan anbean iştirak etmeleriyle temin edilebilir.
Buna göre cümleyi şu şekilde yeniden kurabiliriz: “İki şey [varlık ve
mekân] birbirinden ayrı olduğu müddetçe, varlık mekânın içinde
meydana çıkmayacağından, bir şey aynı anda hem bir [varlık] hem
de iki [oluş] olarak görülebilir.” Dolayısıyla hora bir yanıyla varlık ve
oluşun ayrı ayrı mahiyetler olarak kalmasını, öteki yanıyla da ikisi
arasında anbean katılımı/iştiraki sağlaması bakımından bir şeyin
hem varlık hem de oluş olarak görülmesini temin eder.10
Sonuç
İnsanın varlık ile oluş arasındaki varoluşu, horanın arabulucu
rolü ile anlaşılabilir. Meşruiyeti aldatıcı bir muhakeme aracılığıyla
fark edilen hora ne bütünüyle varlığa ne de bütünüyle oluşa referansla saptanabilir. Bu nedenle ikisi arasında hora tasavvuru hem
modellerin kendinde varlığının idraki hem oluş dünyasının algılanışı hem de ikisi arasındaki iştirakin anlaşılması açısından gereklidir.
9 Cornford, Plato’s Cosmology: The Timaeus of Plato, s. 194-195.
10 Aristoteles’ten Derrida’ya kadar Platon’un horasına (khora) dair ortaya atılan yorum ve analizlerin ayrıntılı bir araştırması için bkz. Muharrem Hafız, Platon Felsefesinde Khora: Varlık, Oluş ve Mekân Üzerine Bir İnceleme, Dört Mevsim Kitap,
İstanbul, 2019.
473
474
Dolayısıyla varlık ile oluş her ne kadar birbirinden farklı düzlemler
olsa da bütünüyle kopuk olmadıklarının kabulü ikisini bir-araya getiren hora tasavvuru ile mümkündür. Ayrıca bu bakış açısı evrende
var olan her şeyin kozmik bir dans misali birbiriyle ritmik ve ahenkli bir tarzda bir araya getirilişleri ekseninde tesis edilen Timaiosçu
kozmogoni ile de uyumludur.
Bir Balkan oyunu olan hora nasıl farklı unsurları (insanları) onların çeşitliliği içinde bir araya getiriyorsa, anbean gerçekleşen yaratılış oyununda da değişmez modellerle değişime tabi sûretler mahiyetleri korunarak horada bir araya getirilir. Böylece hora sıradan
ve keyfî bir oyun olarak değil, evrende var olan her şeyin ritmik ve
düzenli bir tarzda bir araya gelişleri itibarıyla kozmik raksın bir taklidi ve varlık (metafizik) ile oluş (fizik) arasındaki müşterek dansın
bir yansıması olarak görülebilir. Dolayısıyla bir Balkan oyunu olan
horada olduğu gibi, evrende de düzenli ve ahenkli bir hareketlilik/
dans söz konusudur. Bu şu şekilde yorumlanabilir: İnsan değişim
ve değişmezlik arasındaki metafizik gerilimi varlık ile oluşun bir
araya getirildiği sınırda (hora) tecrübe etmekte, bir bakıma evrende
gerçekleşen ahenkli hareket ve kozmik dansı taklit etmektedir. Bu
açıdan kozmik hareket esasında hora, varlık ile oluşun kendisinde
gerçekleştiği iştirak (dans) mekânı olarak görülebilir. Öyleyse yaratma anının tekrarının kutsal mekânla da yakından ilişkili olduğunu
söyleyebiliriz. Bu bakış açısıyla yaratma eylemi bir çekim hareketiyle
bağlantılı olarak bir merkezden başlamakta ve ilahi eylem, beşerî gibi
görünen dans oyunundaki horada olduğu gibi tüm insani yaratıcı
eylemlerin modelini oluşturmaktadır.
Son olarak yaklaşık beş yüzyıl sonra Platoncu hareketi yeniden
başlatan Plotinos’un Dokuzluklar adlı yapıtından bir alıntı yaparak,
beşerî horanın kökeninde aslen ilahi bir faaliyet ve fâiliyetin izlerinin olduğunu vurgulamak üzere yazıma son vermek istiyorum:
Evrende var olan her şey, organizmasının yasasına uygun olarak
hareket eden evrenin büyük dansına katılır. Var olan şeyleri bir arada tutan, birbirine benimseten bu büyük dansta, tıpkı bir dansçının
dansı gereği uzuvlarını eğip bükmesi gibi, şeyler de evrenin hareketinin [kozmik dansın] her bir figürüne uygun olarak pozisyon değiştirir. Yaşayan şeylerin her biri, dans figürlerinin zengin çeşitliliği
içerisinde tek bir dansın tam ve mükemmel bir biçimde gerçekleşmesine hizmet ederler.11
KAYNAKÇA
Cornford Francis M. Plato’s Cosmology: The Timaeus of Plato, Hackett Publishing
Company, Cambridge, 1935.
Hafız Muharrem, Platon Felsefesinde Khora: Varlık, Oluş ve Mekân Üzerine Bir
İnceleme, DM Kitap, İstanbul, 2019.
Jowett Benjamin, The Dialogues of Plato: Timaeus, vol. III, Oxford University
Press, London, 1959.
Peters Francis E., Antik Yunan Felsefesi Sözlüğü, çev. ve haz. Hakkı Hünler, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2004.
Platon, Timaeus, trans. W.R.M. Lamb, Harvard University Press, London, 1925.
Platon, Timaios, çev. Erol Güney, Lütfi Ay, Sosyal Yay., İstanbul, 2001.
Platon, Phaidon, çev. Suut K. Yetkin ve Hamdi R. Atademir, MEB Yayınları, Ankara, 1989.
Platon, Mektuplar, çev. Furkan Akderin, Say Yayınları, İstanbul, 2015.
Plotinos, Enneads, trans. Arthur H. Armstrong, Loen Classical Library, 1967.
475
11 Plotinos, Enneads, trans. Arthur H. Armstrong, Loen Classical Library, 1967,
IV/4.35.