Academia.eduAcademia.edu

Anımsama Sürçmesi

Anımsama Sürçmesi Yine tavana doğru bakıyordu. Hatırlamak istediğinde yani anımsar gibi olduğunda böyle davranıyordu. Kendi kendini takiplerine dayanarak şöyle diyebilirdi, herhangi bir konuşmayı dinlerken, birileriyle muhabbet ederken, kitap okurken bile tavana baktığı oluyordu. Yıllar önce şey diye okumuştu ya da öyle hatırlıyordu, ayyy yoksa bu aklından geçeni kendisi mi uydurmuştu... ımmm, hatırlamak için düşünürken zihin hangi lobu kapsamında arama yapıyorsa o yönde üst çapraza doğru bakıyor olabilirsin diyordu hafızasında beliren o cümle. Başkaları ne düşünüyordu acaba bu davranışıyla ilgili? Seni dinlerken başının üstünde ve arkalarında bir yere bakan biriyle konuşmak birkaç dakikalığına da olsa nasıl hissettirirdi? Gözlerini çevirdiği yere doğru baktı, tavana. Su boruları vardı, belirli noktalarından vidalarla sabitlenmişlerdi, vanalar vardı. Sütunlar ve kolonların duvarlarla birleştiği kenarlar görüyordu. Cama daha yakın olan bölgelerde duvarın boyası daha çok kirlenmişti. Küçüklü büyüklü göletler gibi görünüyorlardı, kirden göletler. Sahi, kalple baktığımızda da duvardaki grilikler halen kirli mi görünürlerdi? Kalbiyle bakan biri belki de yaşanmışlık görürdü, belki. Güzel görmek değil de kalbimizi korumak olunca amacımız, kalpliyken kalpsiz gibi mi görünüyoruz? Pardon, bir şey sorabilir miyim, kalp sağlığımızla "ne derler" arasında kalmak hayatın hangi noktasına denk geliyordu?

Anımsama Sürçmesi Yine tavana doğru bakıyordu. Hatırlamak istediğinde yani anımsar gibi olduğunda böyle davranıyordu. Kendi kendini takiplerine dayanarak şöyle diyebilirdi, herhangi bir konuşmayı dinlerken, birileriyle muhabbet ederken, kitap okurken bile tavana baktığı oluyordu. Yıllar önce şey diye okumuştu ya da öyle hatırlıyordu, ayyy yoksa bu aklından geçeni kendisi mi uydurmuştu... ımmm, hatırlamak için düşünürken zihin hangi lobu kapsamında arama yapıyorsa o yönde üst çapraza doğru bakıyor olabilirsin diyordu hafızasında beliren o cümle. Başkaları ne düşünüyordu acaba bu davranışıyla ilgili? Seni dinlerken başının üstünde ve arkalarında bir yere bakan biriyle konuşmak birkaç dakikalığına da olsa nasıl hissettirirdi? Gözlerini çevirdiği yere doğru baktı, tavana. Su boruları vardı, belirli noktalarından vidalarla sabitlenmişlerdi, vanalar vardı. Sütunlar ve kolonların duvarlarla birleştiği kenarlar görüyordu. Cama daha yakın olan bölgelerde duvarın boyası daha çok kirlenmişti. Küçüklü büyüklü göletler gibi görünüyorlardı, kirden göletler. Sahi, kalple baktığımızda da duvardaki grilikler halen kirli mi görünürlerdi? Kalbiyle bakan biri belki de yaşanmışlık görürdü, belki. Güzel görmek değil de kalbimizi korumak olunca amacımız, kalpliyken kalpsiz gibi mi görünüyoruz? Pardon, bir şey sorabilir miyim, kalp sağlığımızla “ne derler” arasında kalmak hayatın hangi noktasına denk geliyordu? Dikkatini tekrardan okuduğu metne verdi. Yazar şöyle yazıyordu: Al yanaklı Apollon güzelim saçlarının altın tellerini dünyanın uçsuz bucaksız yüzeyine henüz sermiş, rengarenk küçük kuşlar, kıskanç kocasının yatağından çıkıp La Mancha ufkunun kapılarından, pencerelerinden kendini ölümlülere gösteren altın parmaklı Şafak tanrıçası tatlı ezgileriyle henüz selamlamışlarken Ankara’da Atatürk Bulvarı’nda yürüyordu. La Mancha’da güneş doğuyor olduğuna göre Atatürk Bulvarı’nda saat 08.15 civarı olmalıydı. Enerjisini kontrol etti, azalmışsa Cebeci’ye kadar gitmeden önce üsse uğraması gerekecekti. Yolda olası birkaç hasara dayanabilirdi. Ancak henüz zırh alabilecek kadar altın biriktirememişti. Neyseki hızlandırıcı ayakkabılarını almıştı. Üsse geri döndü, şarj oldu ve yürümeye başladı. Kızılay ile Sıhhiye arasında bir yerlerde iken yolda gördüğü ufak tefek canavarları öldürmüştü. Iki sokak sağ yönde orman canavarlarından olmalıydı. Kesip altın kazanmak istedi. Hem böylece zırhını da alabilirdi. Canavar büyük, mavi bedeniyle parlıyordu. Kahverengi kürkleri başında ve omuzlarındaydı. Hem şimdi öldürürse o dönünceye kadar canavar yeniden doğacaktı. Böylece yol üstünde bir kez daha öldürebilirdi. Çok yaklaşmadan oklarından atarak canını azaltacaktı. Buzlu ok özelliğini aktif etmesine gerek yoktu. Orman canavarlarından haritada sekiz tane vardı ve oklarının hasar verme seviyesi yükselmişken buzlu ok özelliğini kullanması gereksizdi. Derken cadde üzerindeki uzun binalardan birine bakakaldı. Oyun başındaki kartlarda bu kahramanın bu oyunda oynadığını okuduğunu hatırlamıyordu. Üstelik bu kahraman oyundaki hiç hoşlanmadığı karakterlerden birisiydi. Aynı takımdayken de birbirlerine uyum sağlayamıyorlardı. Üzerinde zırhı da yoktu, şansa bak. Birkaç adım geri çekilip küçük canavarların ona doğru yürümesini ve böylece düşmanının dikkatinin dağılmasını beklemesi gerekirdi. O anki heyecanına yenilip oklarından birini yayına yerleştirdi, yayını gerdi ve attı. Ok saplandığı halde kahraman dönüp ona bakmıyordu. Okun verdiği hasarı hissetmemiş olma ihtimali var mıydı? Gelişim düzeyini yüksek seviyelere çıkarmış mıydı? Daha oyun başlayalı yirmi iki dakika olmuştu. Ilk dakikalardan nasıl bu kadar altın kazanmıştı? Peşpeşe oklarını attı. Arkası dönük olduğuna göre orada bir yerlerde başka bir kahramanla karşılaşmış olabilirdi. Fırsatını bulmuşken oklarını attıkça atıyordu. Bir yandan her tarafı toz ve cam kırığı olmuştu. Düşmanı gelişimini ilerlettikçe zırhı da camlaşıyor muydu yoksa?! Daha fazla altın toplasaydı ve daha fazla hasar vursaydı kendi bedeni de özellikleri de daha gelişmiş olacaktı. Bunları düşündükçe sinirlendi. Farkında olmadan buzlu ok özelliğini aktive etmişti. Buzlu oklarını attıkça üzerine saçılan toz, taş ve cam parçaları da soğumuştu. Oldukça yüksek hasar veriyor olmalıyım, diye düşünerek sevindi. Bu sırada özelliklerinden bir diğerini kullanmak aklına geldi. Böylece sersemleterek baş döndürme etkisini dev gibi olan düşman kahramanın üzerine attı. Arkası dönükken olabildiğince çok hasar vermeliydi, sonra öldürücü darbelerini vuracaktı. Rüzgar esmeye başladı aniden. Toz, toprak, cam parçaları, demir parçaları üstüne yağıyordu sanki. Fırtınaya dönüşmeye başlayan bu esinti düşmanının yeni özelliklerinden biriydi herhalde. Esinti onu tutup fırlattı. Alt koridora düştü. Hem de küçük canavar gruplarından birinin geçtiği anda düşmüştü. Eline bulaşan sıcak kanını hissetti. Başını tuttu, sızlıyordu. Küçük canavarlar başına zarar vermişlerdi. Başındaki özel koruyucu çelik başlık savrulurken çıkmıştı anlaşılan. Ayağa kalkıp ağaçların arasına saklandı. Çantasından onarıcı iksirini çıkardı ve içti. Yedek enerjilerinden birini aktifleştirdi. Sonra tabiki o en hoşlanmadığı kahramanı gördüğü tarafa doğru yürümeye başladı. Karşı takımdan birine rastlamazsa düşmanı gördüğü yerden başka bir yere kaybolmadan koşup onu bulabilirdi. Derken yağmur yağmaya başladı. Takımdaki kahramanlardan birinin özelliği yağmur yağdırmaktı. Yağmura rağmen koştu, koştu. Fırtına öncesi düşmanına oklarını savurduğu yere geldi. Ancak cadde üzerindeki uzun binalardan biri yıkılmıştı. Etrafa saçılmış bina parçalarına baktı ve içinden dedi ki “Bunu olsa olsa o hiç ama hiç hoşlanmadığım yaptı! Dahil olmadığı bir oyuna katılarak nasıl böyle şeyler yapabiliyordu? Bu nasıl bir kendini bilmezlik? Haydut gibi oyunumuza dalmış. Hıh!”. Bütün bu olup bitenlerin hesabını sormalıydı. Çünkü bu durum artık kahramanlık haysiteti meselesine dönüşmüştü. Yıkılan binanın arkasında başka bir bina gördü. Tıpkı yıkılan gibi uzun ve geniş alan kaplıyordu. Caddeden yürüyerek arka taraftaki binanın yanına gidiyordu. Ağacın altından geçerken küçük canavarlar grubuna rastladı ve onları kesti. Az da olsa altın atmıştı kesesine. Zırhı için yeterli altını biriktirmiş oluyordu, bu azıcık altın da eklenince. Çantasından aygıtını çıkardı ve mağazayı tıkladı. Zırhı seçti, altınlarıyla ödemesini yaptı. Artık üzerinde zırhı da vardı. Düşmanını alt edecek ve kahramanlık haysiyeti neymiş ona öğretecekti. Mağazadan çıkış yaptı. Aygıtını çantasına attı. Uzun gölgesinden düşmanının çok yakınında olduğunu anladı. Başını kaldırdı, düşmanı yıkılmış olan binanın yanındaydı. Üstünde zırhı olması onu avantajlı konuma sokmuştu çünkü çok yakın mesafededeydiler. Düşmanının özelliklerinden biri yüz elli metre yarıçapındaki alanda herhangi bir noktayı hedef alıp, o noktaya normal hızının dört katı fazlasıyla koşup düşmanının üzerine zıplamaktı. Önce sersemleterek baş döndürme etkisini attı. Bu sefer riske atmayacaktı. Mantığını kullanmalıydı ve seçimini sersemleterek baş döndürme etkisi tarafında kullandı. Üzerine toz, toprak, cam kırıkları yağıyordu yine. Yoksa düşmanı şimdi de az önce yıktığı binanın yanındaki binayı mı talan etmekle meşguldü? Rüzgar onu yine savurmasın diye çantasından kuvvet veren iksirini çıkarıp içti. Sonra oklarını fırlatmaya başladı. Yalnızca kahramanlık haysiyeti dersi vermek istiyordu ve bütün dikkati bu isteğine kilitlenmişti. Buzlu ok atma özelliği aktifleşti. Böylece oklarının verdiği hasar da artmış olmalıydı. Üzerine yağan bina parçaları onu daha da sinirlendiriyordu. Kızması da vuruşlarındaki zarar verme kuvvetinin daha hızlı ve daha çok artmasına sebep oluyordu. Yani bütün bunları düşmanı istemişti. Buzlu oklarını attı, attı. O sırada binanın ana iskeleti yıkıldı. Kahramanımız da altında kaldı. Beton ve cam parçalarının arasından çıktığında canı çok acımıyordu. Zırhı gereken görünmüyordu.” korumayı sağlamıştı. Ancak düşmanı ortalıkta