Academia.eduAcademia.edu

Peki Ama Bir Giriş Niçin/Nasıl Politik Olabilir Ki?

Her makalenin ve çalışmanın kendine özgü bir idrak ve rasyonel macerası vardır. Çalışma için, çalışma içinde başlayan bu macera kendini aşar ve aşkınlık merhalesine değer. Bu aşkınlık durumu ateş metaforu ile özdeş bir yükselim içerisinde bulunur. Ateş demek canlılık, nefes demek; ateşin yanması, nefesin alınması ile başlayan bir serüvene çalışma denir.

GİRİŞ Her makalenin ve çalışmanın kendine özgü bir idrak ve rasyonel macerası vardır. Çalışma için, çalışma içinde başlayan bu macera kendini aşar ve aşkınlık merhalesine değer. Bu aşkınlık durumu ateş metaforu ile özdeş bir yükselim içerisinde bulunur. Ateş demek canlılık, nefes demek; ateşin yanması, nefesin alınması ile başlayan bir serüvene çalışma denir. Çalışma kendi içinde büyüyen ve büyüdüğünde kendinden başka okuyanı, dinleyeni büyüten bir etkinliktir. Her makale aslında kendi bütünlüğüne kavuşmayı hedefler. Bunun için en doğru istikametten en az hasarla kendini bulmayı hedefler. Aslı itibariyle her makale ve çalışma, modern zamanın dervişlerinin, keşişlerinin ve bilgi mabedi misyonerlerinin “ete kemiğe büründüğü”, kendini kaybedip “kendini bil”diği bir uğraşın adıdır. Bu itibarla, bu makalenin menzili cevabı sorgulamak şeklinde ortaya konulacaktır. Çalışmanın konusu/sorunu olan “peki ama -bir- giriş niçin/nasıl politik olabilir ki?” sorusu önce kendi içerisinde bir takım analize tabi tutulacaktır. Kapsamlı analizin öncesinde ve sonrasında, kavramın (giriş) içeriğine değinilerek neleri barındırdığı; hangi yönden bağlantı kurulabileceği; kurulan bu bağlantı dolayısıyla nasıl bir yöntem belirleneceği; yöntem ile ortaya konan teori arasında uygulanabilirlik ilişkileri aranacaktır. Çalışmanın merkezinde varoluşsal/felsefi derinlik, zamansal/tarihi derinlik ve mekânsal/siyasi derinlik yer alacaktır. Bu derinliklerle örülü teorik çerçevenin kaidesi üzerinde, ben-idraki (self-perception)/öz-bilinç/öz-düşünümsel (self-reflexivity) kavramları yer alacaktır. Teorik çerçevenin kaidesi üzerine inşa edilen bu kavramların ışığında dil-siyaset, dil-akıl yetisi ve etik-siyaset ilişkileri yer alarak, soyut düşünmeyi “politik eylem “ haline getirecektir. Analiz sonucunda, sorunun, niçin ve nasıl soru zarflarının ayrılması ile ortaya çıkan hali değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Çalışmanın yöntemine uygun olarak “niçin politiktir” merkezinde bir tutum sergilenecektir. Çalışma bütünlüğü açısından, ele alınan sorunu başarılı bir şekilde çözebilmek adına ve veri genişliği sağlamak için seçilen kaynakların üzerinde hassasiyetle durularak bir yöntem izlenecektir. Makale içerisinde yer yer zorunlu açıklamalara yer verilecektir. Bu açıklamalarda “her şey politiktir” argümanı ile tekrar tekrar yüzleşilecektir. BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ NEDİR Girişin, kavram bütünlüğü üzerinde geliştirilecek/getirilecek “politik olma” durumunun anlaşılması için “giriş”in tam olarak tanımlanması gerekecektir. Zira dil – politika ilişkisinin ortaya koyduğu veriler, tanımın bütünlük açısından “yerinde olma” zorunluluğunu dile getirir. Girişin tanımını getirdikten sonra girişin işlevi, yöntemi, mahiyeti ve niteliği üzerine bir tanım getirmek lazım olacaktır. Giriş bir noktada “durağan”laştırılırsa, olgusal/kavramsal ve normatif/deskriptif (betimleyici) düzeylerde ele alınarak çözümlenebilir. Bu düzeylerin ışığında belirli bir “derinlik” merhaleleri kabulü/aksiyomu ortaya çıkıyor. Giriş kavramı/olgusu “kendine içkin olma” özelliği ile kendi “bütün”lüğü içinde bir bütünlük olması ya da bütünlük içinde kendi “bütün”lüğünü ortaya koyabilmesi açısından “derinlik”li bir izlenim/algılama yetisi (idrak) ile düşünce (rasyonel) yetisinin süzgecinden geçmektedir. Bahsedilen “derinlik”lerin aşamaları, varoluşsal/felsefi, zamansal/tarihi ve mekânsal/siyasi derinlikler şeklindedir. Giriş; kavramsal, olgusal ve akademik özelliğine izafeten ve “kendine içkin olma” özelliğine ithafen bu derinliklerden ilki ve diğer derinliklerin temel itkisi olan varoluşsal/felsefi derinliğin ilk aşamasıdır. Zamansal/tarihi ve mekânsal/siyasi açıdan bakıldığında, insanın ve insanlığın asırlardır devam ettiregeldiği algılama ve düşünme yetileri ile elde ettiği ve verili hale getirdiği “eylem” en temelde “dönüp dolaşıp” bir şekilde “ilk neden”e varmaktadır. “İlk neden” de bu yönüyle varoluşsal/felsefi derinliğe içkindir. Varoluşsal derinliğin ilk aşaması olan “giriş” bu yönüyle “ilk neden”in meydana/vücuda geldiği bir kavramsal düzeyde bir mekân olur. Giriş, -gir fiil kökünün fiilden isim yapma eki olan “-iş”i almasıyla isim haline gelmiştir. Ancak giriş aynı zamanda “girmek eylemi” veya “girme biçimi”ni içerir. Bu özellik “giriş”i zamansal/tarihi derinliğin odak noktasına koyar. Giriş aynı zamanda mekânsal olarak da bir derinliğe sahiptir. Bir yapıda “girip geçirilen/geçilen yer” olarak şekillenen giriş isim düzeyinde mekânsal/siyasi derinliğin vücuda geldiği noktayı ele verir. Başlarken veri olarak merkeze konan “derinlik” merhaleleri giriş üzerinden tanımlanırken ve girişi tanımlarken bu unsurlar birbirinden ayrı olarak ele alınır. Giriş hem görsel – düşünsel hem de maddi – psikolojik bir “bütün”lük, “içkin”lik ve “aşkın”lık ile derinlikli bir kesit – fiilden Kesit-fiil sözü ile kastedilen, girişin tanımından hareketle, girme eylemi ve girme biçimi olarak imgelem ve resmetme düzeyinde ele alınmasıdır. Kesit, bir şeyin içini inceleyebilmek için, boylamasına ya da enlemesine kesildiğinde ortaya çıkan yüzey olduğuna göre, bu yüzey giriş kavramının içini doldurur. Eylem ile zaman ve mekan içinde derinlikli bir bağ kurabilmek için, kavramı, kesit düzeyinde “durağan”laştırmak/statik hale getirmek gerekecektir. Durgun hale getirilen kavramın derinliğine, soyut-somut ilişkisi ile değinilerek inilecektir. Ele alınacak yöntemin izlerini taşıması ve simgeleştirmesi sebebiyle, kesit-fiil sözü kullanılmıştır. olma isimdir. Giriş, tikel ölçekte de tümel ölçekte de bir bütünü ifade eder. Nihayetinde, giriş durumu başladığı anda ardından gelenleri etkileyen, onları sınırlayan ve bu sınırların kodifiye ettiği normatif süreç, bir noktadan bir “nokta”ya bir form içeriyor. Giriş sözlü ya da yazılı olarak ifade edilmeye başladığı andan itibaren değişmeye başlar. Artık varoluşsal derinlik giriş içinde zamansal bir değişime girişmiş olur. Herakleitos’un “panta rei” ifadesinin ortaya koyduğu “oluş”, giriş için, giriş içinde bir dinamik unsura işaret eder. Giriş bu -ilk- yargısı ile deyim yerindeyse “akar”. Aktığı andan itibaren geçtiği yerlere bir daha geri dönemez (çıkış istisnası dâhilinde). Ancak ilerleyen aşamalarda bütünlük içinde bir genişlik ile esnetme/yumuşatma yöntemine başvurulabilir. Giriş eylemi, bütünlük içinde değerlendirilirken tutarlılık ölçütü gereği “en başta başlayan, en başta biten” ya da “başta biten, sonda başlayan” bir kesit – eylemden olma süreci ifade eder. Daha anlaşılır bir şekilde açıklanacak olursa ilk elde girişi bilimsel etkinlik olarak ele almakta fayda var. Bilimsel bir etkinlikte/makalede, etkinliğin/çalışmanın konusunun tanıtıldığı; kavranmasında kolaylığın sağlandığı; bilimsel etkinlikte hazırlık amacı taşıyarak etkinliğin yönteminin belirlendiği, bir ifade ile etkinliğin/çalışmanın şekillendiği kısmına giriş denir. Giriş; sorunun belirlendiği, gerekçelerinin ortaya konulduğu, nasıl bir bütünlük içinde yöntem izleneceğinin belirtildiği bir bölümdür. Giriş, bu yönüyle de daha önce bahsedilen “ilk neden”e uygun olarak sorunun belirlenmesi ve soruna ilişkin gerekçelendirme işlemi ile temel bir etkinliğe dönüşür. Giriş hedeflenilen eylemin “yol haritası”dır. Giriş varoluşsal derinliği itibariyle “politik eylem”in de ilk aşamasıdır. Bu yargı etrafında girişi değerlendirecek olursak Aristotelyen bir yöntemle, “’insan için iyi’olanı araştıran bilim, en yüce pratik bilim olan politika” David Roos, Aristoteles, Çev. Ahmet Arslan, 1. Baskı, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2011, s.227-228., hem girişi belirler hem de tikel olarak kendi girişi tarafında belirlenir. Giriş, hem içkindir hem de aşkındır. Nitekim Epimetheus – Prometheus mitosu, Antik Yunan siyasal düşünce tarihi açısından varoluşsal bir derinliğin girişidir. Bu giriş; sonrasında derinliğine inilecek olan “giriş” kavramının politikliği sürecinde örtülü bir biçimde, farklı bir perspektiften, özüne “içkin” olarak ele alınacak içeriğine değinilecektir. Varlık – bilgi – değer açısından da bir temellendirme yapılacağı vakit bu mitosa başvurulması oldukça işlevsel bir durum ortaya koyabilir. Mitos dönemi itibariyle Olympos tanrıları tapınımını ortaya koysa da varoluşsal/felsefi derinliğini Prytaneion’un ocağındaki kutsal ateşten alır. “Prytaneion ocağında kutsal ateşin sürekli yandığı şehir ya da devlet konağı, daha özel olarak siyasal konaktı. Aristoteles, Solon öncesi dönemde bütün arkhonların burada oturduğunu belirtir. Sözcüğün köküne bakıldığında “başkanın evi” anlamında prytanisle ilişkili olduğu anlaşılır. Yeni bir koloni, yani yeni bir polis kurulacak olduğunda, göç eden kişiler, yanlarına bu kutsal ateşten alır ve gittikleri yerde öncelikle bu ateşle yeni bir ateş ya da ocak yakarak burayı işaretler ve yeni bir polisin inşasına girişirlerdi. O ateş ya da ocak yanmadan önce orası henüz bir polis kurulamadığı için, bir kaos dünyası iken, ateşle birlikte artık orası, kendiliğinden tanrısal ve içkin bir düzenliliğe çevrilerek bir kozmosa, yani düzenlenmiş, kaotik olmaktan çıkmış bir alana dönüşürdü. Ateşin işaretlediği bu alan aynı zamanda yeni polisinde merkezi olurdu.” Ayhan Yalçınkaya, “Yunan Uygarlığı İçinde Polis ve Siyaset”, Batı’da Siyasal Düşünceler, (edit.) Mehmet Ali Ağaoğulları, 5. baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s.26-27. Epimetheus – Prometheus Mitosu Tanrılar, hayvanlar ve insanları yarattıktan sonra, onların hayatta kalmasını sağlamak üzere çeşitli özelliklerle donatılması işini iki genç kardeş Tanrı’ya, Epimetheus ile Prometheus’a verirler. Dağıtma işini yapan Epimetheus, önünde kuyruğa girmiş her canlıya elindeki torbadan bir takım özellikleri cömertçe dağıtır; Kimine keskin gece görüşü, kimine pençe, kimine keskin dişler, kimine post, kimine uzun bacaklar, kime hız, kimine boy. En sonunda elini torbaya atar ki torbada hiçbir şey kalmamış. Başını kaldırır; karşısında hiçbir özelliği olmayan çırılçıplak, aciz mi aciz, titrek, zavallı, tüysüz bir yaratık; insan! Ama verecek hiçbir şey yok ve onunda bu haliyle hayatta kalma şansı yok. Duruma Prometheus müdahale eder ve Tanrılardan kimi zanaatların bilgisini ve ateşi çalarak insana verir. Kuşkusuz bu hırsızlığın bedelini Prometheus acı bir biçimde ödeyecektir. Kimi aktarımlara göre, bugünkü Kafkaslar’da kimine göre Kıbrıs’ta bir dağa çivilenerek vahşi kuşların her gün ciğerlerini parçalamasına terk edilir. İnsan ise elde ettiği zanaatlar bilgisi ve ateş sayesinde kentler kurar, vahşi dünyada hayatta kalmayı başarır ama Demokritos’u yankılarcasına, en çok kendinden korkması gerektiğinin farkında olmadığı için, birbirini boğazlamaya başlar. Zeus, bakar ki olacak iş değil, Prometheus’un özgeci tavrıyla hayatta kalmayı başarabilmiş bu zavallı yaratık kendi kibriyle kendini imha ediyor; Hermes aracılığıyla iki önemli güç ya da yeti daha gönderir insanlara; doğruluk/adalet (dike) duygusuyla, utanma/edep duygusu (aidos). Bu duygular kurulan polislerde kural yerine geçecek ve insanları birbirine bağlayarak düşmanlığı ve imhayı önleyecektir. Hermes, bu erdemleri herkese mi yoksa belirli bir grup insana vermesi gerektiğini sorduğunda, Zeus, bu erdemin bütün insanlar için olduğunu, yoksa polisin ayakta duramayacağını söyler. A.g.y. , s.71. Prometheus’un müdahalesiyle çalınan zanaatlar bilgisi ve ateş, Homerik Çağ’dan önce polisi varoluşsal olarak derinliğine kavuşturan Prytaneion’un, ocağındaki ateşiyle polis inşa etmedeki zanaatlar bilgisi arasında bir bağ kurulması pekala mümkündür. Bu mitosta yükselen önemli bir nokta da adalet ve utanma/edep duygusu olmuştur. “Birlikte yaşamayı mümkün kılan şey, insanın diğer insanlarla var eden insanı onlarla ilişki içinde yeniden kuran yani onu ilişkisel bir varlık olarak tanımlayan, kendi başına biriciklik olarak tanımlamanın önünde engel oluşturan şey, yani özetle siyasal yaşamı mümkün kılan şey, mitosa göre öncelikle adalet ve utanmadır.” A.g.y. , s.70. Antik Yunan siyasal düşünce tarihi açısından da ele alındığında mitos oldukça işlevsel bir varoluşsal girişe işaret eder. İçerdiği konu ve detaylar daha sonra tekrar eden bir biçimde kurgulanmıştır. Protagoras’ın ele aldığı bu konular, aynı dönemler ve sonrasında düşünürler tarafından sıkça ele alınacaktır. Bu noktada, girişi, mitos olarak var edip; onun bilgisiyle bir değer yüklemesi yapıldığında, mitosun politikliği ölçüsünde giriş de politik oluyor. Giriş, varlık – birlik – değer durumu ile politik bir biçimde kurgulandığında bir adım ötesinde politikliğini değer yüklemesi yapılan / değer atfedilen şeye borçlu oluyor. Bu, göz önüne alındığında “her şey politiktir”in şehvetine kapılmadan hareket edebilmek mümkün hale geliyor. Aristoteles’in dile getirdiği “ilkeler ya da ilk nedenler bilimidir felsefe” ifadesini içinde barındırdığı nitelikler aynı zamanda girişi tanımlar. İlk nedenler ve ilkeler giriş ile ortak değere sahip olduğunda girişin varoluşsal/felsefi derinlik üzerine etkisi göz önüne seriliyor. Varoluşsal/felsefi derinlik ile mekânsal/siyasi derinlik arasında bağ kurulduğu vakit “politik olma” durumu kendi bütünlüğünü/ben-idrakini (self-perception) tamamlayacaktır. Temel yaklaşımımız olan “peki ama giriş niçin/nasıl politiktir” sorusuna bir cevap oluşturmak ve onu zenginleştirmek üzerine kurulduğu için giriş “çeperinden” sıyrılmalı ve yeni bir “çeper” çevrelenmelidir. İKİNCİ BÖLÜM GİRİŞ NİÇİN/NASIL POLİTİKTİR Dil- Politika İlişkisi Bağlamında “Niçin Politiktir” “Niçin politiktir?” sorusunun ilk olarak yöneleceği nokta “politika nedir?” sorusu olacaktır. İkincisinde de nasıl politiktir sorusu dolayısıyla “politik olmak” durumu ortaya konulacaktır. “Politika nedir?” sorusu bütünlük içinde -bu- kısıtlı imkânlarla -kabaca- tanımlanması yani “niçin politiktir”i cevaplar şekilde tanımlanması gerekir. Politika, “toplumların herkesi ilgilendiren kararları nasıl aldıkları ve toplumda iktidarın/gücün (power) nasıl dağıtıldığı ve kullanıldığıyla ilgilidir.” Fatmagül Berktay, Politikanın Çağrısı, 3. baskı, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, s.11. Tanımdan hareketle politika, “en başta toplumsal bir faaliyettir ve dolayısıyla da ‘dil’ aracılığıyla yürütülür. Dil, ilk bakışta basit ve saydam bir şey, simgeleri (sözcükleri) kullanarak şeyleri (fiziksel nesneler, düşünceler, duygular vb.) temsil eden bir ifade sistemi olarak görülür. Buradan da sanki gerçekliği -olabildiğince- eksiksiz yansıtan edilgen bir şey, bir aynaymış sonucuna varılabilir. Oysa ‘dil’ aynı zamanda etkin bir şeydir; imgelemi harekete geçirir, duyguları tetikler ve yalnızca çevremizdeki dünyayı yansıtmakla kalmaz neyi nasıl gördüğümüzü ve onlara karşı aldığımız tavırları etkiler.” A.g.y. , s.11-12. Dilin kullandığı simgelerin (sözcüklerin) temsil ettiği şeylerin “gerçek” düzlemi ile ilgili tasarrufu dili edilgen bir konuma iterken bu noktada gerçeğin bir yansımasını ortaya koyar. Ancak “dil” insanın zihni serüveninde kalıcı/etken bir yetiye sahip olduğu verisi ortaya çıkar. Giriş, sözcüğü üzerinde hareket edecek olunursa eğer, giriş, ona izafe edilen şeyi/şeyleri yansıtmakla “vazifelenmiş” edilgen bir konumda bulunur. Aynı şekilde giriş sözcüğü, insan tarafından algılandığında insan zihninde tasvir (resmetme) ve tahayyül (imgelem) süreçleri başlamış olur. Resmetme ve imgelemin ortaya çıkması insan zihni üzerinde giriş sözcüğünün bir tasarrufu, etken olma niteliğidir. Bu bağlamda, politikaya getirilen tanımdan hareketle “toplumsal bir faaliyet” olma niteliği aynı zamanda “insana içkin olma” niteliği ile de ilgilidir. Yani politika için, “insanı ve toplumları herkesi ilgilendiren kararları nasıl aldıkları ve insan üzerinde iktidarın/gücün (power) nasıl dağıtıldığı ve kullanıldığıyla ilgilidir.” tanımı yapılabilir. En nihayetinde de -bu- tanımın veri olarak ortaya koyduğu kadarıyla “politik olma” durumu, politika tanımı çerçevesinde insana ilişkin bir faaliyettir. Kısaca “politik olma” insana “içkin” ve insana “aşkın” bir durumdur. Resmetme ve imgelem süreci, insan ile kavram arasında “niçin politiktir?” sorusunu ortaya koyuyor. Kavramların etken yapısı “oluşturma, düşünme ve akıl yürütme” A.g.y. , s.12. süreçleriyle ilgilidir. Bu noktada “niçin politiktir?” sorusunun çıkış noktası olan “politika nedir?” sorusuna bir cevap niteliğinde ortaya konulan politika tanımı insana indirgenir. Böylelikle de insan ile kavram arasında bir “köprü” kurulacak, bu köprü ise politik olacaktır. Kavramları etken/yetkin yapıya kavuşturan süreçlerin temeline inecek olursak kavramlar, oluşturma sürecini meydana/vücuda getiren varoluşsal derinlikte kavuşur. Örnek olarak giriş kavramı varlığını/kendini varoluşsal olarak oluşturan şey olan “girme eylemi”ne borçludur. Girme eyleminin durumsal açıklamasını her zaman uzun uzun anlatmak dilin araçsallığı açısından zor olacağı için onu yansıtan ve ondan türeyen ve onu simgeleştiren bir kavrama izafeten dâhil edilmesi daha kolay olacaktır. Kısaca, giriş, artık girme eylemini içinde barındıran ve insan zihninde imgelem sürecine etken-leyen bir kavramdır. Böylelikle girme eyleminin giriş kavramına izafeten dâhil edilmesi ve eylemin kökünden türemesi ona bir “bilgi” yüklenişi durumunu ortaya koyuyor. Girme eylemini bir kelime “varlık” haline getirmek ve onu artık bilgi haline getirmek işlemleri tamamlanıyor. Kavram son merhalesi olan “değer”e çıkıyor. Giriş kavramı artık girme eylemini varlığa ve bilgiye getiren bir isimden daha fazlası olmuştur. “Kavram, bir özel isimden ya da bir nesne isminden daha fazla bir şeydir. Örneğin belli bir sandalyeden söz etmek ile ‘sandalye’ kavramına sahip olmak arasında fark vardır. Bir kavram olarak sandalye, ona özgün niteliklerini veren çeşitli özelliklerden -üzerine oturulabilir, vb.- oluşan soyut bir nosyondur. Benzer biçimde, ‘başkanlık’ dediğimiz zaman da belirli bir başkanı değil, yürütme erkinin örgütlenmesine ilişkin bir dizi düşünceye işaret etmiş oluruz. Dolayısıyla, kavramlar ‘genel’dir: Genel düşüncenin kendisi ile uyumlu olan bütün nesnelere ve niteliklere gönderme yapar.” A.g.y. , s.13. Girişe de bu derinliği sağlayan şey, “değer”dir. Eğer girişe de “bakmak eylemini yapan kişi” anlamına gelen “bakan” kavramı gibi bir değer yüklemesi yapılırsa giriş kavramı da kendini görgül (ampirik) düzeyde politik kılabilir. Ancak girişe yüklenilen bu değer normatif olmaktan çok deskriptif (betimleyici) bir nitelikte olacaktır. “Bu bağlamda son olarak politikada normatif ve deskriptif kavramlar, arasında ayrım yapmanın zorluğuna değinmek gerekir. Normatif kavramlar çoğu kez ‘değerler’ olarak adlandırılır. Politik kavramların çoğu bu anlamda ‘değer yüklüdürler’, ‘olması gerekenleri’ belirtirler. Hak, adalet, özgürlük, eşitlik, hoşgörü vb. böylesi normatif kavramlardır ve bunun sonucunda politik değerler ile onları savunanların ahlaki, ideolojik, felsefi kavramlarını ayırt etmek zorlaşır.” A.g.y. , s.13. Betimleyici kavramlar, nesnel ya da görgül olduğu veri kabul edilen varlıklara ve olgulara dikkat çeker. Ancak yine de betimleyici kavramlar da normatif kavramlar gibi “değer yüklü” olabilirler. “Açık seçik düşünebilmek için, genelde, olgular ile değerler arasında ayrım yapmak gerektiği savunulur çünkü değerlerin bakış açısıyla ilgili olmasına karşılık, olguların doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir olduğu varsayılır. Ne ki politik kavramlar söz konusu olduğunda sorun, olgular ile değerlerin birbirine bağlı olmasıdır.” A.g.y. , s.13-14. Politika düzleminde bir kavram durum konusu olduğunda asıl sorun olgular ile değerlerin arasında bir bağın kurulmasıdır. Bu, en temelde doğrudan betimleyici olan kavram için de böyledir. Buradan hareketle temel belirleyenin normatif ya da deskriptif kavram olması değil, kavramın kullanılma amacına içkin olarak edilgenliği ile aşkın olarak etkenliği, ideolojik/düşünsel perspektifi çerçevesinde kazandığı anlamdır. Kavram kullanılma amacı çerçevesinde merkezinde kaldığı politik kavrayışın yüklediği değerler olarak algılanır. Bu da dil-akıl yetisi arasındaki bağı teşkil eder. Dil- Akıl Yetisi Bağlamında “Niçin/Nasıl Politiktir” (Niçin Politiktir – Nasıl Politiktir) Dil – akıl yetisi bağlamında değer kazanan kavram, onu kullanan ile algılayan arasında deskriptif yapıda normatif bir “köprü” kurar. Bu kavramın “politik olma” eğilimi yine ona yüklenen değerin boyutu ile ilgilidir. Örneğin giriş, bir evin girişi ise farklı bir değer yüklenir eğer giriş kavramına deskriptif olan bir değer yüklenmişse bu yine de onu politik hale getirebilir. Mesela evin girişi örneği bir “başkanlık” sarayının girişi olursa farklı bir değer yüklenir/yüklemesi yapılmış olur. Yani evin girişinde duran bir kedinin politik bir yanı olmazken “başkanlık” sarayının girişinde duran bir kedi politik olabilir. Kedinin politik olması da doğrudan doğruya girişin politik olmasıyla ilgili bir durumdur. Girişe “politik olma” niteliğini kazandıran ise ona verilen değer ile onun etken-lediği “şeylerdir.” Değeri ortaya koyan şey ise onun “bilgisidir.” Bilgiyi vücuda getiren ise onun “varlığıdır.” En temelde girişi politik kılan onun normatif ve deskriptif olmasıyla ilişkili olan varlık-bilgi-değer sürecidir. Varlık-bilgi-değerin çıkış noktası da varoluşsal/felsefi, zamansal/tarihi ve mekânsal/siyasi derinliklerdir. “Niçin politiktir?” sorusunun bir yöntemi olarak geliştirilen “politika nedir?” sorusundan hareketle bir yol izlendi. Bu yol boyunca politikanın etken ve yetkin olduğu bir perspektiften konu ele alındı. Dil – politika ilişkisi çerçevesinden hareketle elde edilen bu yaklaşım “niçin politiktir”in yöneldiği yöntemin kendini insan/toplum üzerinden tanımlaması ile ortaya konulmuştur. Bu noktada dilin, politika üzerinde tasarrufu üstünden insan üzerine bir tasarruf geliştirdiği, bir nevi deskriptif “otorite” ile insanı ve politikayı dile getirdiği yol haritası ortaya konuldu. “Giriş niçin politiktir?” sorusunu ereğine uygun olarak “niçin politiktir?” yaklaşımı ile temellendirmeye çalışarak, varlık-bilgi-değer ile açıklanmaya çalışılmıştır. Buradaki temel hedef “giriş niçin/nasıl politiktir?” sorusunu cevaplamak olduğundan “niçin politiktir?” ile “nasıl politiktir?” birbirinden yöntemsel açıdan ayrılmak durumunda kalmıştır. Ortaya konulan varoluşsal/felsefi derinlik, zamansal/tarihi derinlik ve mekânsal/siyasi derinlik yaklaşımı açısından da bir anlamda, bu durum, “yerindelik” ifade eder. Bu “yerindelik” varoluşsal derinlikte kendini gerçekleştiremezse mekânsal/siyasi derinlik üzerinde kendini tamamlayıp ben-idrakine/öz-bilincine, öz-düşünümselliğine (self-reflexivity) kavuşamaz. Varoluşsal/felsefi derinlik merhalesinde “kazasız” ve “belasız” derinliğine kavuşan kavram mekânsal/siyasi derinlikte “beden”lenecek deyim yerindeyse “ete kemiğe bürünecek ve politik olacaktır. Bunun için varoluşsal/felsefi derinlik aşamasında, temel yaklaşım olan “niçin/nasıl politiktir”e bir cevap geliştirilmeye çalışılmıştır. “Yerindelik” gereği olarak varoluşsal/felsefi derinlikte sıra yerini “nasıl politiktir?” sorusuna bırakacaktır. Çünkü niçin ve nasıl soru zarfları farklı yöntemler barındırır. “Niçin politiktir?” sorusundaki “niçin” soru zarfı kendinde bir amaç ve niyet bulundurur. Bunun kaynağı “ne için” sorusu ile ilgilidir. Ne için diye sorulduğu andan itibaren bir şeye için/amaç katmış olunur. Buraya kadar yapılan çözümlemede “giriş niçin politiktir”in içeriğine uygun olarak girişin “niçin”ine bakıldı. Sırada “giriş nasıl politiktir?” sorusu yer alacaktır. Aynı şekilde “nasıl politiktir?” bir dizi incelemeye tabi tutulacaktır. “Nasıl” soru zarfı bir etkinliğin ikinci aşamasını ortaya koyar. İlk aşamada “neden” soru zarfı vardır. “Neden” soru zarfının devamında cevaba kavuşması beklenen “nasıl” soru zarfının ortaya koyacağı soru/sorun vardır. Devamında “ne zaman” soru zarfının ortaya koyacağı soru vardır. Bu noktada ne zaman denildiği andan itibaren zamansal/tarihi derinlik devreye girer. Yani “niçin” ile “neden”, “nasıl” ve “ne zaman” soru zarfları arasında teknik bir fark vardır. “Peki, ama niçin politik olabilir ki?” sorusu değer bağlamında bir varoluşsal/felsefi derinliği ihtiva eder. Soru, bünyesinde bir olayı ifade ediyor, bunun “olabilirliği” denildiği anda bir anlamda zorunluluk durumu ortaya çıkıyor. Bu zorunluluk kendisine soru zarfı bağlamında bir amaç, bir erek katıyor. Amaç ve erek kendini bir erekselliğe izafe ediyor. Erek ve ereksellik (teleoloji) denilince akla iki isim gelmektedir: Sokrates ve Aristoteles. Ereksellik mevzu bahsi çerçevesinde “niçin” soru zarfının ortaya koyduğu erek ile “neden” soru zarfının ikinci aşaması olan “nasıl” soru zarfının ortaya koyduğu “ereksel neden” arasında bir noktada ayrım, bir noktada birlik vardır. “Niçin” ile “nasıl” soru zarflarının ayrım noktası en temelde ve özette yöntemleridir. “Niçin”in ereği soru bünyesinde bir değere kavuşuyor. “Niçin” soru zarfı bir şeyin amacına/ereğine dair bilgiyi isterken, “nasıl” soru zarfı ise bizi “ilk neden”e ve “ilk ilke”ye götüren “neden” sorusunun etki bağlamında ortaya çıkmış “ereksel neden”in yöntemidir. Bu noktadan itibaren “nasıl” soru zarfını merkeze alan “peki ama nasıl politik olabilir ki?” sorusu “neden” bağlamında bir yönteme kavuşacaktır. Bu safha, varoluşsal/felsefi derinliğin ikinci aşaması olacaktır. “Nasıl politiktir”i ele alırken düşünsel bir yöntemde sabitleme gayreti oluşacaktır. Bu yönteme kavuşurken dil – politika ilişkisi ile yakalanılan çizgi devam edecektir. İnsan üzerine geliştirilen/getirilen tasarrufun da etkisi ile bu yöntem insan üzerinden açıklanacak ama aynı zamanda da insanın üzerine getirilen tasarruf, insan tarafından kullanılacaktır. “Yaşam akıp gitmektedir; algılanmaktadır, olan olmaktadır. Böyle genel kavramlarla söyleyeyim: Bu nesnelerin içinde olan biten gibi; su akmaktadır. Ne oluyor diye baktığınız zaman, onun içinde adesyon, kohesyon kuvvetleri, moleküler yapıları, eğimi, debisi vs hepsini bilebilirsiniz; bir bilgisi vardır ama bir anlamı yoktur. Neden yoktur? Bütün bunlar olurken bu yaşamın içinde bir anlam bulmak olanaklı değil, çünkü olan olmaktadır. Olmakta olan bu yaşamın içinde bir anlam bulmak olanaklı değil, ikincil bir şey olmaksızın kendi dışında bir referansı olmaksızın anlamlandırılamaz. Bunun anlamı nedir diye sorduğunuzda, bunun referansı kendi dışına taşınır. Kendi içindeki nasıllığı; her olgunun, nesnenin, olayın ve yaşamın nasıllığı, kendisidir. Kendisi olanın başka bir anlamı olamaz zaten. Neden, diye soru soruyorsunuz. Bir şeyin, nedenini araştırıyorsunuz bu metafiziğe götürür bizi. Nedenin etki bağlamında sorulması, nasılı getirir bize. Dolayısıyla bilime götürür. Ama “ne için”, diye sorduğunuzda değer bağlamında anlam söz konusu olur. Herhangi bir olay olmaktadır; bu niçin olmaktadır dediğinizde buna zorunluluk bağlamında bir erek, bir amaç yüklemiş olursunuz. Bir teleoloji çıkar karşınıza o zaman etiğin alanına giriyorsunuz demektir: Niçin? İnsanlar şu davranışları böyle yapsınlar, niçin? Niçin böyle yapayım? Bu “ne için” sorusu bizi etiğe, ahlak sorunsalına taşır. İşte değer kavramı burada karşımıza çıkar.” Metin Bobaroğlu, “Kozmosdan Tanrıya (2)”, http://www.ayorum.com/haber_oku.asp?haber=1235, (10.12.2016). “Niçin politiktir?” sorusu perspektifinde değerlendirilen dil-politika ilişkisine tekrar değinmekte fayda var. Politika, “en başta toplumsal bir faaliyettir ve dolayısıyla da ‘dil’ aracılığıyla yürütülür” tanımından hareketle, Aristoteles’in insanı ele aldığı “zoon politicon”(siyasal hayvan) ve “zoon logon echon” (konuşan akıllı hayvan) yaklaşımlarını merkezde tutan bir çerçevede “giriş niçin politiktir”e cevap üretilebilir. “İnsanın dilsel(lingustik) rasyonel doğası ile siyasal doğası el ele gider.” Berktay, a.g.y. , s.14. “Doğada sadece insana özgü olan ve onun diğer canlılarla paylaşmadığı şey, akıldır. Akla sahip olma ve yaşamını akla göre yönlendirme insanoğlunun onu diğer canlılardan ayırt edici özelliğidir.” Aristoteles, Nikomakhos’ a Etik, Çev. Saffet Babür, Ankara, Bilgesu Yayıncılık, 2012, 1097b. “Dil ve akıl sahibi olduğumuz için siyasal ve siyasal varlık olduğumuz için de dil ve akıl sahibi olduğumuz söylenebilir. Aristoteles’in ‘zoon politikon’ derken kastettiği, insanın, diğer hayvanların yapamadığı biçimde birlikte yaşama kapasitesine sahip olduğudur. Biz politik olarak birlikte yaşıyoruz, diğerleri ise sadece kolektif olarak.” Berktay, a.g.y. , s.14. İnsanın; siyasal ve siyasal varlık olması, bu nitelikleri aldığı dil ve akıl yetilerinin birer etkinliği sonucunda ortaya çıkan kavramlar da aynı şekilde siyasal(politik) olabilir. Ancak, “her şey politiktir” argümanının “şehveti” bu noktada tebarüz eder. Bu açıdan bakıldığında konuşulan “her sözcük politik olabilir” düşüncesi ortaya çıkıyor. Temel yaklaşımımız çerçevesinde ortaya konulan varoluşsal/felsefi derinlik bu “şehvete” düşebilir. Bu “şehvete” düşmeden “giriş niçin/nasıl politiktir?” sorusunu ele almak için onu mekânsal/siyasi derinlikte de ele almak gerekir. Ancak, “giriş niçin/nasıl politiktir?” sorusunun “niçin politiktir” kısmında merkeze alınan dil – politika ilişkisi ve devamında dil – akıl ilişkisinden hareketle, insanı diğer hayvanlardan ayıran nitelikler ortaya konulmuştur. Kavramın politikliği üzerine geliştirilen/getirilen yöntemin “köprü”sü olan ben-idraki/öz-bilinç merkezinde “soyut düşünme”yi barındırır. “Soyut düşünme, kendimize karşı mesafe koymamızı, kendimize belli bir uzaklıktan bakabilmemizi, yani yargı ve değerlendirme yetisini gerektirir.” A.g.y. , s.15. Ben-idrakini/öz-bilinci, öz-düşünümselliği var eden “soyut düşünme” etkinliği, bireyin kendi dünyasında ve kendi toplumu içinde, “başkası ile bilme” ve “başkasıyla kendini bilme” süreçlerini meydana getirir. Bu süreçlerin yarattığı durum, insanın benzersizliğini ve politikliğini ortaya koyuyor. “Dil ve akıl yetisi, insanları gerçekten benzersiz kılan bir politik kavrayışta doruğuna varır, çünkü politik yaşam, insanların kendilerini bir topluluk içindeki, başkalarıyla çok şeyi paylaşan ama aynı zamanda da hiç kimseye benzemeyen, benzersiz bir birey olarak algılayabilme yetisine bağlıdır. İnsan topluluğunu diğerlerinden ayıran, benzersiz biçimde politik olmasıdır işte derken bunu kastetmekteyiz.” A.g.y. , s.15. Buradan hareketle de ben-idraki/öz-bilinç/öz-düşünümsellik soyut düşünme yetisine, soyut düşünme yetisi de dilin ve aklın gelişme sürecine bağlıdır. Dilin ve aklın gelişim süreci de toplumun ve bireyin varoluşsal/felsefi derinliğine bağlıdır. Zoon politicon ve zoon logon echon, politik yaşam ve politika – birey/politika – toplum ilişkileri açısından kavram düzeyinde önemli bir bağı ortaya koyar. Bu kavramların ışığında çözümlenen dil ve akıl yetileri ile bunların ürünü olan kavramların(ben-idraki, öz-bilinç, öz-düşünümsellik), politiklik olma durumuna dair etkinlikleri ve edilginlikleri üzerinde durulmuştur. Zoon politicon ve zoon logon echon, çizdiği politik yaşam itibariyle kavramın politikliğini, ben-idraki/öz-bilinç/öz-düşünümsellik şartına bağlamıştır. Kısacası, ben-idraki/öz-bilinç/öz-düşünümsellik; “giriş niçin politik olabilir ki?” sorusu için, girişin varoluşsal/felsefi derinliği ile mekânsal/siyasi derinliği arasındaki “köprü”yü meydana getirir. Ben-idraki bünyesinde “kendini bilmeyi”, “kendiselliğini” de barındırır. Bu niteliklerle/özelliklerle daha önce bahsedilen nitelikler/özellikler birbirini tamamlamış oluyor. Ben-idraki/öz-bilinç/öz-düşünümsellik vasıtasıyla geliştirilen “niçin politiktir?” sorusu, en temelde kendisine değeri bağlamında bir erek, bir amaç yüklediği için karşısına bir teleoloji (ereksellik) çıkıyor. Bu teleoloji kapsamında etikin alanına girilmiş olur. İşte bu sebeple etik – politika ilişkisi ortaya çıkıyor. Başından bu yana yaklaşımımızın temeli Aristotelyen bir yöntemi barındırdığı için, etik – politika ilişkisini ele alırken Aristoteles’in “gözlüklerini takmak” ve “sözcüklerini kuşanmak” gerekmektedir. Etik - Siyaset İlişkisi Bağlamında “Niçin Politiktir” “Aristoteles etik ve siyaseti, insan eylemiyle ilgili olan pratik bilimler içinde tanımlar.” Filiz Zabcı, “Aristoteles: Yüce Bir Amaç Olarak Siyaset”, Batı’da Siyasal Düşünceler, (edit.) Mehmet Ali Ağaoğulları, 5. baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s.134. “Niçin politiktir?” sorusundan hareketle geliştirilen/getirilen politika tanımı, bu boyuttan sonra Aristoteles’in siyaset yaklaşımı ile güncellenmelidir. “Siyaset, bilimler içinde en kapsayıcı olan ve en yukarıda yer alandır; çünkü bir kent devletinde kimin hangi bilimle uğraşacağını, hangi bilimlerin gerekli olduğunu ve ‘kimlerin ne kadar öğrenmesi gerektiğini’ belirleyen bu bilimdir.” A.g.y. , s.134. “Giriş niçin politik olabilir ki?” sorusu gereği olarak girişe politik olma amacı yüklenirken, siyasetin de bir amacı olması gerekiyor. Siyasetin amacı ile etik (karakter bilimi) arasında bir bağ kurulmalıdır. Bu yolla, politika ile etik arasında bir tesis edilerek, “niçin politiktir” babı ereğine ulaşacaktır. “Siyasetin amacı, diğer bütün bilimlerin amaçlarını kapsar, çünkü o, ‘insan için iyi’ olana ulaşmak amacını taşır. Bu amaç, diğer tüm amaçlardan daha kapsayıcıdır, hatta, diğer amaçların gerçekleşmesinin koşuludur. Siyaset, en kapsayıcısı olan için, yani kent devleti için de en iyisi olacaktır; devletin ve bireyin iyileri birbirinden farklı değildir. Birey için en iyi olanın ne olduğunu ve buna nasıl ulaşacağını inceleyen etik, bundan dolayı siyaset biliminin bir parçasıdır. Etik, bağımsız bir bilim dalı değildir ve etik sözcüğünü Aristoteles genellikle ‘karakter incelemesi’ ya da karakterle ilgili meseleler anlamında kullanmaktadır (etikin Yunanca karşılığı, karakter bilimidir). Her ne kadar Nikomakhos’a Etik’in başlarında Aristoteles devletin ve bireyin iyiliğinin birleştiğini söylemiş olsa da, ilerleyen bölümlerinde bu düşüncesi farklı bir biçim alır; yani aklın bağımsız ve üstün kılınması için devleti sadece yardımcı bir unsur olarak değerlendirmeye başlar. Nikomakhos’a Etik’in temel fikri, hemen giriş cümlesinde açığa vurulur: “Her sanat ve her araştırmanın, aynı şekilde her eylem ve her tercihin de bir iyiyi arzuladığı düşünülür; bu nedenle iyiyi ‘her şeyin arzuladığı şey’/’her bilgi ve tercih iyiyi arzular,’ Aristoteles, a.g.y. , 1094a. diye yerinde dile getirdiler”. Her eylem aslında, belli bir yarar elde etmeyi ya da belli bir sonuca ulaşmayı değil, belli bir iyiyi amaçlar; bu nedenle etik, kelimenin tam anlamıyla teleolojiktir.” Zabcı, a.g.y. , s.135. *kent devletinin bireylerinden kastedilen, “yurttaşlar”dır. “Niçin politiktir?” sorusu çerçevesinde ortaya konulan amaç/erek, “giriş”in niçin politik olabileceğine bir kapı aralıyor. Giriş, etik çerçevesinde bir amacı/ereği taşımalı, böylelikle de teleolojiye (erekselliğe) ulaşmalıdır. Burada girişin ereği de insanın ereğini taşımalı, iyiyi amaçlamadır. Siyasetin amacı doğrultusunda, yani kent devleti ve kent devletinin bireyleri* için en iyiyi amaçlama doğrultusunda, giriş de bu “en iyi”yi amaç edinmelidir. “İnsan için en yüksek amaç, en iyi olan nedir?” Zabcı, a.g.y. , s.135. sorusuna, Aristoteles, “mutluluk”(eudaimonia) yanıtını verir. “Mutluluk” yanıtından hareketle Aristoteles’in dile getirdiği mutluluk(eudaimonia), “haz” anlamında veya “haz” ile eşanlamlı olacak şekilde kullanılmamıştır. Aristoteles, mutluluğun “haz”da olduğunu kabul edenlerin “çoğunluk ve kaba saba insanlar” A.g.y. , s.135. olduğunu dile getirir. Mutluluğun amacıyla “iyi” kavramına yaklaşıldığında, yani Aristotelyen bir söylemle “en iyi” kavramına değinildiğinde, bu “iyi”, Platon’un idealar dünyasındaki “iyi” ideasından farklıdır. Çünkü Platon için “iyi”, insanın eylemelerinden ayrı olmalıdır. Oysa Aristoteles “iyi”yi, tikel görünümleri üzerinden de merkeze alır ve insanın eylemlerinden ayrı bir şey olarak değerlendirmez. Aristoteles için “iyi”, araç değil amaç olmalıdır; kendisine yeten ve tercih edildiği anda yaşamı farklı kılan bir şey olmalıdır; tüm bunlar zorunluluk ifade eder. Bu zorunlulukları gerçekleyen şey de “erdem”(arete) olabilir. “İnsan, etik bir yaşam içinde olabilecek tek canlıdır ve böyle bir yaşama ulaşabilmesi için aklını erdemli olmaya sürekli seferber etmesi gerekir. O halde insanın mutluluğu, yani en iyiyi bulması ‘erdeme uygun’ bir ruhsal, akılsal etkinlik içinde olmasıdır.” A.g.y. , s.137. Buraya kadar, “giriş” kavramı için “politik olma” durumu etik içinde mümkün oldu. En başta girişe yapılan tanımda, “’girme eylemi’ veya ‘girme biçimi’ni içerir” vurgusu vardı. “Girmek eylemi” ve “girme biçimi”, insana ait bir eylem ve biçim olduğun için merkezinde, insan bu eylemi yaparken ereği/amacı “en iyi” olmalıdır; ”en iyi”nin amacı mutluluk olmalıdır. İnsan eyleminin özünde de “en iyi”yi yapma amacı olmalıdır. “En iyi”yi yapma amacının hedefinde mutluluk (eudaimonia) olduğuna göre, bunu yapabilmesi ancak, “erdeme uygun” olmasından geçer. Erdeme uygunluğun temelinde, “kişinin iyiyi bilmesinin yeterli olmayacağı, onu eyleme dökmesi gerektiği” vardır. “Kişinin seçimleri ve eylemleriyle kendisini etik bir varlık olarak geliştirmesi, olgunlaştırması gerekir.” A.g.y. , s.136. Aristotelyen bir perspektifte; “giriş niçin politiktir?” sorusunun “niçin”de taşıdığı içkin ereğin “en iyi”yi barındırması gerekir, ”en iyi”nin de mutluluk (eudaimonia) amacıyla “erdeme uygun” olması gerekmektedir. Yani, giriş (girme eylemi) için, bu eylemi yerine getiren kişide bir erek olmalıdır; bu erek özünde “en iyi”yi amaçlamalıdır. Girişi (girme eylemini) yapan kişi, mutluluk için “en iyi”yi amaçlamalı ve bu amacı doğrultusunda “erdeme uygun” olarak eylemi gerçekleştirmelidir. Polis’te, insanın davranışının etik olması, onu diğerlerinden ayıran temel bir ölçüttür. Örneğin, bir yurttaşın yürüyüşü, mizacı, v.b. halleri, bir davranış ve karakter durumunu ortaya koyar. Bir yurttaş köle gibi yürüyemez, köle gibi bir mizaca sahip olamaz. Yani, Polis’te yaşayan bir yurttaş, yurttaş olmayanların yaptığı şekilde bir “girme eylemi” ve “girme biçimi”ni yapamaz. Ayrıca, insanın davranışının amacının siyasetin amacına içkin olması, yani politik(siyasal) olması ve dolayısıyla yaptığı/yapacağı “girme eylemi”nin politik olabilmesi için “niçin”inde bu amacı taşıması gerekmektedir. Böylelikle giriş, “girme eylemi” ve “girme biçimi” olarak ele alındığında, “giriş niçin politik olabilir ki?” sorusunun cevabı etik içinde şekillenecek; etik – siyaset ilişkisi çerçevesinde giriş, politik olacaktır. SONUÇ Bu çalışmanın temel hedefi “giriş niçin/nasıl politiktir?” sorusunu cevaplamak olduğundan, “niçin politiktir?” ile “nasıl politiktir?” birbirinden yöntemsel açıdan ayrılmak durumunda kalmıştır, “Giriş niçin politiktir?” sorusunun “niçin”de taşıdığı içkin değer ona bir erek yüklemiştir. Aristoteles’in dile getirdiği insan (yurttaş), girişi ( girme eylemini ve biçimini); etik çerçevesinde, mutluluk (eudaimonia) amacı taşıyacaktır. “En iyi”yi, “erdeme uygun” olacak şekilde konumlayarak, “doğru orta” öğretisi ile “doğru kural”ı izleyecek ve bu sayede “ölçülü” olan, “orta yolu” gözetecektir. “Orta nokta”da ise insanı diğerlerinden ayırt eden entelektin (düşünce gücünün) ortaya koyduğu “soyut düşünme” ve onun ürünü olan “ben-idraki/öz-bilinç/öz-düşünümsel” köprüsü ile varoluşsal/felsefi – mekânsal/siyasi derinlikler arasında bir bağ kurulacaktır; girme eylemi/biçimi politik hale getirecektir. Aristotelyen bir yaklaşımda, bunlar, “giriş” kavramını politik kılmaya yetecektir. Yöntemsel olarak birbirinden ayrılan “niçin politiktir?” ve “nasıl politiktir? soruları ışığında “niçin politiktir” cevaplamıştır. “Nasıl politiktir” incelendiğinde soru zarfı olarak öncülü olan “neden”e çıkmaktadır. Aristotelyen bir bakışta, bu durum, metafiziğe çıkacaktır. Çünkü neden soru zarfı ile birlikte bir mekân derinliği bağlantısı ortaya çıkar. Mekân derinliği ile birlikte form-madde ilişkisi gündeme gelecektir. Girişi tanımlar üç noktaya değinilmişti: girme eylemi, girme biçimi ve bir yapıda girip geçilen/geçirilen yer. Girme eylemi ve girme biçimi, “giriş niçin politiktir?” sorusu bünyesinde cevabına kavuşmuştur. Yani politik olduğu verisi kanıtlanmıştır. Ancak “nasıl politiktir?” sorusuna, yalnızca girişi tanımlarken “ilk nedenler” ve “ereksel neden” ile değinilmiştir. Politik boyutuna değinilmemiştir. Kısacası son söz söylenmemiştir. Aristoteles’in heykel örneğinde verdiği gibi giriş (bir yapıda girip geçilen/geçirilen yer) de onu yapan ustanın tasarımıdır yani formudur. Bu “maddenin içinde yer alan form sayesinde gerçekleşen hareketi, devinimi ve değişimi Aristoteles” daha önce bahsedilen “ereksel neden” ile açıklar. Zabcı, a.g.y. , s.133. Tanrı, evrenin ereksel nedeni olduğuna göre evrendeki tüm varlıklar bu ereğe yönelecek ve ona ulaşma isteği içerisinde olacaktır. Girişin de özünde/formunda bu arzu olacaktır. Bu amaca içkin olarak yapılan, tasarlan bir giriş kendi formu üzerinden politik hale gelecektir. Siyasetin amacı dolayısıyla değindiğimiz amaç, her şeyin amacıdır. Her şeyin amacı da yetkin olmaktır. Bu yetkinlikte yalnızca evrenin ereksel nedeni olana tanrıdır. Böylelikle girişin amacı da siyasetin amacına içkin hale geliyor ve politik oluyor. KAYNAKÇA Aristoteles, (2012), Nikhomakhos’a Etik, Çev. Saffet Babür, Ankara, BilgeSu Yayıncılık. Berktay, Fatmagül (2012), Politikanın Çağrısı, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Bobaroğlu, Metin (2009), , “Kozmosdan Tanrıya (2)”, http://www.ayorum.com/haber_oku.asp?haber=1235, (10.12.2016). Ross, David (2011), Aristoteles, Çev. Ahmet Arslan, İstanbul, Kabalcı Yayınevi Yalçınkaya, Ayhan (2011), “Yunan Uygarlığı İçinde Polis ve Siyaset,” Batı’da Siyasal Düşünceler, içinde, edit. Mehmet Ali Ağaoğulları. İstanbul, İletişim Yayınları. Zabcı, Filiz (2011), “Aristoteles: Yüce Bir Amaç Olarak Siyaset,” Batı’da Siyasal Düşünceler, içinde, edit. Mehmet Ali Ağaoğulları. İstanbul, İletişim Yayınları. 16