Yayınlayan: Ankara Üniversitesi KASAUM
Adres: Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, Cebeci 06590 Ankara
Fe Dergi: Feminist Eleştiri 7, Sayı 1
Erişim bilgileri, makale sunumu ve ayrıntılar için:
http://cins.ankara.edu.tr/
Kürtaj tartışmaları ve feminizm
İçten Keskin
Çevrimiçi yayına başlama tarihi: 9 Haziran 2015
Bu makaleyi alıntılamak için: İçten Keskin, “Kürtaj tartışmaları ve feminizm” Fe Dergi 7, no. 1 (2015), 86-95.
URL: http://cins.ankara.edu.tr/13_7.pdf
Bu eser akademik faaliyetlerde ve referans verilerek kullanılabilir. Hiçbir şekilde izin alınmaksızın
çoğaltılamaz.
86
Keskin
Kürtaj tartışmaları ve feminizm
İçten Keskin*
Kürtajın kabul edilebilir ya da izin verilebilir bir eylem olup olmadığını etik ve hukuki temellerde
tartışan pek çok argüman bulunmaktadır ve kürtaj tartışmalarına çoğunlukla “hak” temelli
argümanların hakim olduğu görülmektedir. Tartışma genellikle yaşama hakkının hangi noktada
başladığı ve kişinin otonomi hakkının sınırları üzerinde dönmektedir. Genel olarak kabul gören ve
feministlerce de kullanılan bu argümanlar yine bazı feministlerce eleştirilmiş ve feminizmin kürtajı
hangi temelde savunması gerektiği ayrı bir tartışma konusu olmuştur. Hak söylemi ceninin yaşama
hakkı ile kadının kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkını karşı karşıya getirmekle ve kadının ezilen
cinsiyet ve hamile kalabilen tek cinsiyet olarak özel durumunu görmezden gelinmesine yol açmakla
eleştirilmiş ve hak söylemine alternatif olarak daha geniş bir üreme özgürlükleri çerçevesi, özen etiği,
ve sorumluluk ve karar verme yetkisi konuları gündeme getirilmiştir. Kürtaja erişimin yasal ve güvenli
olması gerektiği fikrinde buluşan feministler için bile geriye kürtaj konusunda cevaplanması gereken
pek çok soru kalmaktadır. Bunlardan biri de cinsiyet seçimi için yapılan kürtajın kadının bilgi edinme
ve seçme hakkına zarar vermeden nasıl engelleneceğidir.
Anahtar kelimeler: Kürtaj, feminizm, yaşama hakkı, otonomi hakkı, üreme özgürlükleri, özen etiği
Abortion debate and feminism
Abortion debate includes a variety of arguments on whether abortion is accepteble or permitable and it
has been dominated by rights based arguments. The debate generally focuses on the beginning of right
to live and the limits of right of autonomy. These generally accepted argument has been challenged by
some feminists, and the question of on which base feminism should defend the access to abortion
became a seperate debate. Rights discourse had been critised for making fetus' right to live and
woman’s bodily autonomy seem as opposing interest and for disregarding the special situation of
women as oppressed gender and as the only gender that can get pregrant. As an alternative to rights
discourse, a wider frame for reproductive freedom, ethics of care, and responsibility and right to decide
brought to attention. Even for those feminist who agree that aborion should be legal and safe there are
still tons of questions left to answer. One of those questions is how to prevent sex selective abortion
without disturbing woman's right to be informed and right to choose.
Keywords: Abortion, feminism, right to live, right of autonomy, reproductive freedom, ethics of care
Giriş
Kürtaj meselesi felsefe, hukuk ve tıbbın kesiştiği canlı bir tartışma alanı yaratmıştır. Türkiye’de son yıllarda
kürtaj üzerindeki tartışmaların artması ve kadınların yasal kürtaja erişim hakkının sorgulanır hale gelmesi bu
konuda feminizm içerisindeki farklı sesleri, feminist bir kürtaj savunusunun nasıl olması ve nasıl olmaması
gerektiği konusundaki tartışmaları göz önüne almayı zorunlu kılmıştır. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yazmış
olduğum yüksek lisans tezimin bir parçası olan bu çalışma feminizm içindeki kürtaj tartışmalarının bir
dökümünü yapmayı amaçlamaktadır. Kürtajın nasıl bir hak olduğu hatta hak olarak tanımlanmasının doğru olup
olmadığı tartışmalı konulardır. Kürtajın yasal olması gerektiğini savunan pek çok insanın ilk tepkisi kadının
kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkına sahip olduğunu vurgulamaktır. Türkiye’deki kürtaj tartışmalarında öne
çıkan “Benim Bedenim Benim Kararım” sloganı da buna örnektir. Fakat konuyu daha dikkatli tahlil eden bazı
feministler kadınlar için kürtaj kararının sadece kendi bedeni üzerindeki bir seçimden ibaret olmadığını,
kadınların cenine verebilecekleri muhtemel hayatı ve hayatlarındaki diğer kişilere yönelik sorumluluklarını
dikkate alarak bir seçim yaptıklarını gözlemlemiştir. Kimi feministlerse maskülen olan hak söyleminin feminizm
açısında yanlış bir strateji olduğunu, ceninlerle kadınların hakları açısından iki rakip gibi konumlandırılmasına
*
Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi Ve Uluslararası Ilişkiler Bölümü
87
Kürtaj tartışmaları
yol açarak feministleri çıkmaza soktuğunu vurgulamışlardır. Hak söylemini tamamen dışlamayan, feminist bir
hak söylemi kullanmaya çalışan ve kürtaja erişimi tek başına değil tüm diğer cinsellik ve üreme özgürlükleri
içerisinde ele alan görüşler de mevcuttur. Bu çalışmada öncelikle kürtajda hak söylemine dayanan argümanlar
incelenecek, daha sonra hak söyleminin feminist eleştirisine ve yasal kürtajın savunulmasında alternatif
oluşturabilecek önerilerin bir dökümüne yer verilecektir. Son olaraksa cevaplanması zor bir soru olarak
feministlerin önünde duran cinsiyet seçilimine dayanan kürtajın nasıl engelleneceği konusundaki tartışmalara
değinilecektir.
Kürtajda hak söylemi
Laurie Shrage (Shrage 2003, 41), kürtajı savunan liberal argümanların çoğunlukla dört hak altında toplandığını
söylemektedir:
1- Üreme gibi kişisel konularda sosyal baskıdan bağımsız olma hakkı.
2- Ahlaki açıdan tartışmalı konularda kişinin kendi vicdanını dinleme özgürlüğü.
3- Kritik durumlarda bile başkasına yardım etmeyi reddetme hakkını kapsayan, gönüllü olmadığı bir hizmete
zorlanmama özgürlüğü.
4- Bedensel müdahale ve zarara maruz kalmama özgürlüğü.
Shrage’e göre ilk madde ceninin birey olmadığını var sayar. İkinci madde ise ceninin birey olup olmaması
meselesinin çözüme bağlanamayacağını var sayar. Birey kategorisinin ceninleri kapsayacak şekilde
genişletilmesi durumunda ilk iki savunma zayıflar fakat son ikisi etkilenmez. Hatta dördüncü madde ceninlerin
ahlaki ve yasal açıdan tam bireyler sayılmasıyla daha da güçlenir. Fakat üçüncü ve dördüncü savunmalarda
belirtilen özgürlük haklarına dair istisnalar da vardır. Örneğin ebeveynlerin çocuklarına kritik derecede gerekli
yardımları sağlamayı reddedemeyeceği ve bir insanın bedenine kriminal deliller toplamak ya da hayat kurtarıcı
bir tedavide bulunmak için isteği dışında müdahale edilebileceği gibi. Hamileliğin de bu istisnalardan birini
oluşturup oluşturamayacağı cevaplanması gereken bir sorudur. Bu konuda hukukçular hamileliğe dair istisnanın
benzer durumlarda benzer kişilere de uygulanıp uygulanmadığına bakılması gerektiğini söylemektedirler. Aksi
halde bu devletin hamile kalma olasılığı olan kişilere karşı eşit davranmadığı ve cinsiyet ayrımcılığı yaptığı
anlamına gelir.
Ceninin yaşama hakkı
Kürtaj konusundaki en temel tartışma ceninin kişilik haklarına sahip olup olmadığı meselesidir. Bu
konuda değişik yaklaşımlar bulunsa da kürtaj hakkını savunanlar çoğunlukla, insanların kişilik haklarını
döllenme anından itibaren değil daha sonraki bir aşamada elde ettiğini ve hamileliğin erken evrelerinde ceninin
bir “kişi” sayılamayacağı için kürtajın cinayet gibi ahlaki açıdan izin verilemez bir eylem olarak
görülemeyeceğini savunurlar. Yaşama hakkı üzerinden kürtaja karşı çıkan kişiler tüm insanların yaşama hakkının
kutsal olduğunu ve ceninin de bir insan olduğunu savunurlar. Fakat kürtaj hakkı savunucuları bu argümanda iki
farklı insan kavramının yer aldığına dikkat çekmiştir (Saul 2003, 135-140). Birisi biyolojik olarak Homo sapiens
türüne dahil olmak anlamında “insan” olmaktır. Cenin insan DNA’sı taşıması nedeniyle bu gruba girmektedir.
Diğeri ise ahlaki anlamda insan topluluğunun bir parçası olmaktır. Yeni döllenmiş bir zigotu bu ikinci anlamda
insan kabul edip diğer insanlarla aynı haklara sahip olduğunu söylemek “insan“ kavramının içini boşaltmaktır.
İnsanı diğer hayvan türlerinden ayıran ve kutsal sayılan haklara layık görülmesini sağlayan özelliklerin
neler olduğu tartışmalı bir konudur; fakat kürtaj hakkı savunucularına göre insanlar bu hakları sadece insan
DNA’sına sahip olmak nedeniyle veya bir gün tam bir insan haline gelebilme potansiyeline sahip olmaları
nedeniyle elde etmezler. Sonuçta yumurta ve sperm hücreleri de insan DNA’sına ve insan olma potansiyeline
sahiptir fakat kimse bu hücrelerin yaşama hakkını savunmamaktadır (Boonin 2003, 19-90). Dolayısıyla cenin
yaşam hakkını, öldürülmesi cinayet sayılamayacak bir zigottan öldürülmesi cinayet sayılacak bir çocuğa giden
sürecin bir noktasında elde etmektedir. Hamileliğin hangi aşamasında bu hakkın elde edildiği konusunda
görüşler kişi ve insan kavramlarının nasıl tanımlandığına göre değişiklik göstermektedir. Elisabeth Porter (Porter
1994, 73), “Kişi olmak döllenme ile mi başlar, beyin yaşamı ile mi, hareketlenme ile mi, akciğer gelişimi ile mi,
doğumla mı, karakter ya da rasyonel seçim yetisi ile mi?” diye sormaktadır. Bir görüş, beyin ölümü hayatın
bitimi olarak görüldüğüne göre beyin yaşamı da kişi olmanın başlangıcı olmalıdır der. Bir başka görüşe göreyse,
kişi olmak kendi varlığına dair bilinç sahibi olmayı gerektirir. Bu argüman yeni doğmuş bebeklerin dahi kişi
olmadığı ve bizim sahip olduğumuz gibi bir yaşama hakkına sahip olmadıkları sonucuna gitmektedir (Saul 2003,
140).
88
Keskin
Kadının kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkı
Ceninin diğer insanlarda olduğu gibi devlet tarafından korunması gereken kutsal bir yaşama hakkı olup
olmadığı meselesi, tartışmayı insanların yaşamın hangi aşamasında kişilik haklarını elde ettikleri gibi cevabı
kesin verilemeyen soruların olduğu muğlak ve felsefi bir alana çekmektedir. Bu nedenle kürtaj hakkı
savunucuları genellikle kürtaj hakkını ceninin yaşam hakkı olup olmamasına bağlamak istemezler. Bu noktada
da devreye kadının kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkı girmektedir. “Bedensel otonomi argümanı”
çerçevesinde toplayabileceğimiz görüşlere göre her insanın yaşama hakkı vardır fakat başkasının bedeni
üzerinden, o kişinin isteği dışında yaşama hakkı yoktur. Bu nedenle ceninin tüm kişilik haklarına sahip bir insan
olduğunu kabul etsek bile kadın ceninin yaşamı için hamileliği sürdürmeye zorlanamaz. Bu görüş en çarpıcı
şekilde Judith Jarvis Thomson’ın kemancı analojisi ile savunulmuştur (Thomson 1971, 47-66). Thomson
makalesinde şöyle bir düşünce deneyi ortaya koymuştur: Bir sabah uyandığınızda kendinizi bir hastane odasında
ünlü bir kemancıyla dolaşım sistemleriniz bağlanmış olarak buluyorsunuz. Böbrek yetmezliği çeken kemancıyı
hayatta tutabilmek için sizin böbrekleriniz hem sizin hem kemancının vücuduna kanı temizleyip göndermek için
kullanılmaktadır. Kemancıyı hayatta tutmak için şart olan bu işleme sadece sizin vücudunuz uygundur ve bu
nedenle müzik severler tarafından kaçırılıp bu duruma sokulmuşsunuzdur. İstediğiniz zaman sizi kemancıya
bağlayan kabloları söküp hastaneden ayrılabilirsiniz fakat bu kemancının ölmesine yol açacaktır. Öte yandan
doktor size 9 ay boyunca bu duruma katlanırsanız kemancının sizden sorunsuz bir şekilde ayrılacağını ve ikinizin
ayrı hayatlarınıza devam edebileceğinizi söylemektedir. Thomson’a göre kemancının hayatta kalması için bu
duruma katlanmayı seçmeniz büyük bir iyilikseverlik olacaktır, fakat kimse sizi buna zorlayamaz. Öte yandan
bedeninizi kemancıdan ayırmayı seçmek bencilce bir davranış olarak nitelendirilebilir fakat bu seçimi yapmaya
kesinlikle hakkınız vardır. Hiç kuşkusuz kemancı yaşama hakkı olan bir insandır ama kemancıya bağlanmış olan
kişi burada kemancının yaşayıp yaşamaması konusunda değil kendi bedenini nasıl kullanacağı konusunda bir
karar vermektedir. Thomson'a göre kürtaj da böyle bir karardır.
Thomson’ın makalesi kürtaj tartışmalarını derinden etkilemiştir ve otonomi hakkı kürtaj hakkının
savunulmasında en ağır basan argümanlardan biri haline gelmiştir. Fakat otonomi hakkı denildiğinde ilk başta
akla gelen kemancı analojisi de hem yasal kürtaj yanlıları hem de kürtaj karşıtlarınca çeşitli eleştirilere maruz
kalmıştır. Öncelikle bu analojinin hamilelik sürecini doğru yansıtmadığı düşünülmektedir: hamilelik 9 ay hastane
yatağına bağlı kalmak kadar özgürlükleri kısıtlayıcı bir süreç değildir. İkinci olarak analojide cenin yerine
tanımadığımız bir kemancının koyulması kadın ve cenin arasındaki yakın ilişkiyi göz ardı etmektedir. Kemancı
senaryosunun aksine, 9 ay sonunda kadınlar doğan bebeklerden ayrılmamakta, uzun yıllar bakımlarını
üstlenmeye devam etmektedirler. Thomson’ın 9 ay sonunda kemancıdan sorunsuzca ayrılmaktan kast ettiğinin
bebeğin evlatlık verilmesi olduğunu varsaysak bile kadınların kendi bebeklerine veda etmelerinin hayatlarını
kurtardıkları yabancılara veda etmeleriyle aynı psikolojik etkiye sahip olmayacağı açıktır.
Thomson’a
yöneltilen üçüncü yaygın eleştiri, kemancı analojisindeki kişinin müzik severler tarafından kaçırılıp kendi isteği
dışında kemancıya bağlanmasının daha çok tecavüz sonucunda oluşan hamileliklere denk düştüğü veyahut da
olsa olsa korunma konusunda üzerine düşeni yapmış fakat korunma yönteminin başarısızlığa uğraması
sonucunda hamile kalmış kadınlara uyarlanabileceği görüşüdür. MacKinnon (MacKinnon 2003, 214)
korunmadığı için hamile kalan kadınların sorumsuzlukla suçlanamayacağını ve bundan ötürü
cezalandırılamayacağı söylemekte çünkü içinde yaşadığımız cinsiyetçi toplumda kadınların korunma ve cinsellik
konusunda özgürce seçim yapamadığına, partnerlerinin baskısı altında olduklarına, bazen “hayır” deme ya da
korunmayı önerme gücünü bulamadıklarına dikkat çekmektedir. Feministler, korunmadığı için hamile kalan
kadınların seçim hakkını da savunmalıdır ve kemancı analojisi bu konuda yetersiz görülmektedir.
Hak söyleminin feminist eleştirisi
Hak temelli argümanlarla ilgili başlıca sorun kürtaj karşıtı hareketler tarafından kolaylıkla istismar edilmiş ve
pratikte kadınların aleyhine sonuçlar doğurmuş olmasıdır. Konu kadınların devlete karşı hak mücadelesi yerine
kadınların ceninlere karşı hak mücadelesi şeklinde gösterilmiştir. Ceninlerin de hak sahibi insanlar olduğu hatta
masum olmaları nedeniyle ahlaki açıdan, istenmeyen gebeliğe yol açmış hatalı kadınlardan üstün konumda
oldukları ve yaşama hakkının, seçim hakkına oranla daha fazla ahlaki ağırlığa sahip olması gerektiği
savunulmuştur (Smyth 2002, 336). Feministlere göre maskülen bir bakışla yapılandırılmış “hak sahibi birey”
kavramı geçmişte kadınların hak sahibi sayılmamalarını meşrulaştırmaya yaramıştır. Bugün ise kürtaj
tartışmasında kadınların aleyhine olarak ceninlerin hak sahibi bireyler olarak kurgulanmasını sağlamaktadır. Bu
gibi nedenlerle feminist siyaset teorisinden hak kavramını tümüyle çıkarma girişimleri olmuştur. Adalet etiğine
89
Kürtaj tartışmaları
alternatif olarak özen etiği ortaya atılmıştır. Kürtaj seçimi de özen etiği çerçevesinde soyut haklar değil
toplumsal sorumluluklar üzerinden savunulmuştur (Smyth 2002, 340).
Sally Markowitz (Markowitz 1990, 2-4) felsefecilerin otonomi argümanını kadının haklarına
odaklanıyor olması nedeniyle feminist bir yaklaşım olarak gördüğünü fakat kürtaj hakkının bu argümana
dayandırılmasında feminizm açısından üç sorunlu nokta olduğunu söylemektedir. Öncelikle bu argüman birey
olarak kadınların haklarıyla ilgilenmektedir ki, bu da konuyu ceninin haklarına kilitleyen tartışmalara oranla ileri
bir adım olarak görülebilir. Fakat cinsiyetçi toplum içerisinde ezilen bir grup olarak kadınların durumu hesaba
katılmamaktadır. İkinci olarak, otonomi savunusu kadınların fiziksel farklılıklarını da hesaba katmamakta,
cinsiyetten bağımsız olarak tüm bireylere yönelik bir bedensel otonomi hakkı ortaya atarak isteği dışında hamile
kalan kişilerin sadece kadınlar olduğu gerçeğini gözden saklamaktadır. Halbuki feministler kimi durumlarda hak
taleplerinin cinsiyet farklılıklarını da göz önüne alması gerektiği görüşündedirler. Üçüncü olaraksa otonomi bir
erkeklik ideali olarak görülürken, bakım, özen ve başkalarına karşı sorumluluk kadınlık ideali olarak
görülmektedir. Feminist bir kürtaj hakkı savunusu feministlerin reddettiği erkeklere özgü idealler üzerinden
yapılmamalıdır. Marxist ve sosyalist feministler için de otonomi, kapitalizmin bireycilik ideolojisinden gelen bir
kavram olarak görülebilir ve feministlerin bu kesiminin kolayla benimseyemeyeceği bir argümandır.
April Cherry (Cherry 1995, 214) pek çok radikal feministin bireysel hakların sağlanması üzerinden
devlet gücünü meşrulaştırdığı gerekçesiyle hak söylemine eleştirel yaklaştığını söylemektedir. MacKinnon'ın,
soyut hakların erkeklerin dünya deneyimini dikte ettiğine dair görüşlerinden alıntı yapan Cherry hak söylemiyle
kadınların üreme teknolojilerini düzenleyen yasalar önünde nasıl muamele gördüğü ya da fiziksel ihtiyaçları gibi
kadın deneyimlerinin meşruiyetinin silindiğini söylemektedir. Radikal feministler, rahimden bağımsız var olan
ceninlere dair o tuhaf soyutlamayı yaratanın hak söylemi olduğunu söylemişlerdir.
Türkiye'de de hükümetin yasal kürtajı hedef alan söylemlerinin ardından feministlerin yasal kürtajı nasıl
bir temelde savunması gerektiğine dair ilginç tartışmalar yapılmıştır. Kürtajı hak olarak savunmanın yerindeliğini
sorgulayanlar da olmuştur. Örneğin Amargi dergisinde Esra Demir (Demir 2012, 8-11) “Belki kürtaj hakkı
yerine, “ücretsiz ve güvenli kürtaja erişim” deseydik, hiç değilse bu anlamda hak olarak savunulması daha az
sorunlu bir şeyden bahsediyor olurduk.” demektedir. Kürtajın hak olarak tanımlanmasının aynı anda tüm
kadınların güçlenmesini sağlayacak şekilde yorumlanmayabileceğinden söz edilmektedir. Çünkü kadın bedenini
kontrol eden mekanizmalar farklı gruplardan kadınlara farklı şekilde etki etmektedir. Bazı kadınları güçlendiren
haklar başka yerlerde kimilerini zayıflatabilmektedir. Yazar hak söyleminin kadın ve ceninin karşı karşıya
getirmesi sorununa da değinmiştir: Kürtaj yasağına ilişkin uyuşmazlıklarda kadın ve cenin birbirinden ayrılmış
beden sınırlarına sahip, aralarındaki ilişki birbirlerine zarar vermekten ibaret iki özne gibi algılanır. Bunun
nedeni liberal insan hakları söyleminin ontolojik olarak soyut, özerk, kendi kendine yeten birey tahayyülüdür.
Fakat hamile kadın ve ceninin bu birey tahayyülünün dışında düşünülmesi ve aradaki bağımlılığın görülmesi
gerekmektedir. “Hamile kadın özneyi, ceninle böyle bir ilişki ve bağımlılık içinde düşünmek, ilk bakışta
kadınları güçsüzleştiren bir argüman gibi görünse de; haklar dünyasında bizi asıl güçsüzleştiren, olmadığımız ve
olamayacağımız soyut birer birey olarak varsayılmamızdır.”
Özen etiği
Kadınların belki de erkeklerden daha farklı bir zihin dünyasına sahip olduğu görüşü feministlerce
sıklıkla dile getirilmiştir. Josephine Donovan (Donovan 2010, 325-326) kadınların siyasal olarak eziliyor olmak,
ev içi işlerle görevlendirilmiş olmak, mensturasyon, doğum, emzirme süreçlerini yaşamak gibi erkeklerden farklı
bir takım belirleyici deneyimlerden geçtiğini ve bu farklı koşullar sonucunda özel bir bilinç, özel bir
epistemoloji, özel bir etik ve özel bir estetiğin oluştuğunu söylemektedir.
Carol Gilligan (Gilligan 2003), In a Different Voice isimli kitabında kadınların farklı bir ahlaki zihne
sahip olduğunu ortaya koymuştur. Bu farklı ahlaki yapıya “özen etiği” (ethics of care) denilmektedir. Gilligan'a
göre erkekler ahlaki sorunları çatışan haklar şeklinde algılayıp soyut bir haklar hiyerarşisi içinde
çözümlemekteyken, kadınlar ahlaki sorunları ilişki içinde bulunulan insanlara karşı duyulan sorumlulukların
çatışması şeklinde ele almaktadır. Etik konusundaki çalışmalar erkeklerin ahlaki çözümlemelerini norm kabul
etmiş kadınların ahlakını görmezden gelmiştir. Kürtaj üzerinden dönen tartışmaların genellikle kadınların
deneyimlerini göz önüne almadığı dikkati çekmektedir. Kürtaj sorununun özen etiği açısından ele alınması,
kadınların kürtaj kararı alırken nasıl bir ahlaki çözümlemede bulunduğuna eğilinmesini sağlamıştır. Ahlaki
çelişkilerin çözümlenmesinde erkeklerin "hak" ve "adalet" kavramlarını öne çıkardığı kadınların ise
"sorumluluk" ve "özen" ekseninde kararlar verdiği görülmektedir. Kadınlar ahlaki bir karar vermeleri gerektiği
90
Keskin
zaman sorunu bir ilişkiler yumağı olarak görmekte kendileri ve ilişkide oldukları diğer insanların çıkarlarını göz
önüne alarak sorumluluk almak ve bencil davranmak arasında bir seçim yapmaya çalışmaktadırlar. Kürtaj
meselesini, sıkça yapıldığı gibi, hamile kadın ve cenin arasındaki bir haklar hiyerarşisi üzerinden sonuca
bağlamak aslında kürtaj kararı veren kadınların düşünce sürecini yansıtmamaktadır. Kadınlar bu tür ahlaki
ikilemleri çatışan haklar yerine çatışan sorumluluklardan kaynaklı sorunlar olarak değerlendirmektedirler.
Hamilelik, kadının yaptığı hemen her türlü seçimin ve hareketin hem kendisini hem başkalarını (ailesini
ve özellikle de cenini) etkilediği bir dönemdir. Hamile kadınını müzikle gevşemesi de, yorulması da, içki içip
uyuşturucu madde kullanması da cenini olumlu ya da olumsuz etkileyecektir. Bu etkileşim nedeniyle kadının
seçim hakkı ile ceninin hakları arasındaki çatışma çözülemez bir ahlaki ikilem olarak sunulmaktadır. Fakat Janet
Farrell Smith'e göre kürtaj meselesi hak çatışması yerine özen, bakım ve sorumluluk üzerinden kurgulanabilir
(Porter 1994, 80). Hamile kadının hamileliği sürdürme, çocuk doğurma ve çocuk yetiştirme kapasitesi üzerinde
düşünme yükümlülüğü vardır. Dünyaya yeni bir insan getirmek ahlaki açıdan o kadar ciddi bir karardır ki, bu
kararı vermek hamileliği sürdürme yükümlülüğünden daha önemlidir.
Kürtaj üzerine tartışmaların önemli bir kısmının hamilelik sürecine odaklandığı görülmektedir. Örneğin
Thomson'ın kemancı analojisi hamileliği 9 aylık bir hastane tutsaklığı ile özdeşleştirme ve kürtaj kararını,
vücudunu başkasının kullanmasına izin verme ve 9 aylık bu özgürlükleri kısıtlayıcı sürece girip girmeme kararı
olarak ele almaktadır. Oysa ceninler kemancılar gibi 9 ay sonunda el sıkışıp ayrılacağımız yabancılar değiller.
Kadınlar çoğunlukla kürtaj kararını hamilelik sürecinden kaçınmaktan ziyade anne olmak istememeleri
nedeniyle almaktadırlar (Saul 2003, 119). Kürtaj konusunda kadınların bakışını inceleyen ve hamilelikten çok
annelik konusuna odaklanan bir çalışma Leslie Cannold tarafından yapılmıştır (Cannold 2000). Bu çalışmada da
kadınların özen ahlakı teorisine uygun hareket ettiği görülmektedir. Cannold'a göre kadınlar ceninleri
önemsemedikleri için değil, tam tersine son derece önemsedikleri için kürtajı seçmektedirler. Bebeğe iyi bir
hayat verememe, iyi bir anne olamama kürtajı düşünen kadınların başlıca endişelerinden biridir. Doğum yapıp
evlatlık verme kadınların en az tercih ettiği seçenek olarak görülmektedir. Evlatlık veren kadınlar kürtaj olan
kadınlara oranla çok daha yoğun ve hayat boyu süren bir pişmanlık ve bunalım içine düşmüşlerdir. Kadınlar bir
kez doğurduktan sonra bebeklerini vermeye kıyamayacaklarını düşündükleri için bebeğin hayat boyu
sorumluluğunu yüklenemeyecekleri durumlarda kürtaj olmayı tercih etmektedirler. Cannold artık hamileliğin çok
daha erken evrelerinde dünyaya gelen prematüre bebeklerin hayatta tutulabildiğine ve bu gidişle gelecekte
kürtajla ceninin öldürülmesi yerine yapay bir rahme transfer edilip orada büyütülmesinin söz konusu olacağına
dair teoriyi de dikkate almış ve mülakat yaptığı kadınlara böyle bir seçeneği tercih edip etmeyeceğini sormuştur.
Kadınlar böyle bir yöntemi acımasız ve tehlikeli bulmakta, yapay rahim seçeneğindense ceninin en başından
öldürülmesini tercih etmektedirler. Kadınların asıl zalimlik olarak gördüğü cenini öldürmek değil olumsuz
koşullarda yaşamaya mahkum etmektir ve kendi rahimlerinde taşımayacak olsalar dahi cenine karşı sorumluluk
hissettikleri ve bu sorumlulukla karar verdikleri anlaşılmaktadır.
Özen ahlakı da feminist açıdan eleştiriye açıktır. Her şeyden önce özen ahlakı kadınların bakıma, özen
göstermeye, başkalarının sorumluluğunu yüklenmeye yatkın bir karakteri olduğu konusundaki ön yargıları
pekiştirmektedir. Kadınlığı maternal terimlerle tanımlamakta ve toplumsal cinsiyetin içinde çalıştığı ahlaki
çerçeveyi eleştirmek yerine olumlamaktadır (Smyth 2002, 339). Öte yandan kürtaj seçimini özen ahlakı
çerçevesinde ele almak kadınların deneyimlerinin ve düşüncelerinin öne çıkarılmasını sağlamaktadır. Bu tür
çalışmalar kürtaj seçimini sadece bedensel otonomi argümanları ile ele alıp hamilelik döneminin zorluklarına
odaklamanın kadınların verdiği kararı anlamak ve savunmak açısından ne kadar yetersiz kaldığını
göstermektedir.
Sorumluluk ve karar verme yetkisi
Alison Jaggar (Jaggar 1994, 281-286) da kürtaj kararının hamilelik sürecini sonlandırmaktan ibaret
olmadığına, doğum sonrasında bebeğin tüm sorumluluğunun annenin üzerine kaldığına dikkat çeken bir argüman
üretmiştir. Jaggar kürtaj kararının neden kadına ait olması gerektiğini iki ilkeye dayanarak açıklamıştır. Birinci
ilke insanlar için yaşama hakkının sadece hayatta kalmak ya da dünyaya gelmek değil, tam bir insan hayatına
sahip olabilmek anlamına geldiğidir. Tam bir insan hayatının neleri gerektirdiği tartışılabilir fakat en azından
yeterli gıda, solunabilir hava, diğer insanlardan duygusal yakınlık görmek gibi temel ihtiyaçları içerdiği
söylenebilir. Bir kişi veya kurum çocuğun doğumdan önceki ve sonraki ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik ciddi
bir girişimde bulunmuyorsa o çocuğun koruyucusu olarak görülemez. Çocuğun koruyucusu, çocuğun tam bir
insan hayatına erişebilmesi için gereken bütün ihtiyaçları karşılamayı üstlenendir. Çocuğun çoğu ihtiyacını
91
Kürtaj tartışmaları
karşılamayı üstlenmeyecek olan kişi ve kurumlara yaşama hakkını oluşturan öğelerden sadece birini (dünyaya
gelme hakkını) garanti altına alacak bir otorite bahşedilemez. Sonuç olarak içinde yaşadığımız toplumda devlet,
doktorlar ya da baba çocuğun koruyucusu olamaz ve çocuğun dünyaya gelmesini sağlamak adına kadını kürtaj
seçimini yapmaktan alıkoyamazlar. Kürtajın yasaklanması çocuğun yaşamı için gereken bütün diğer koşulların
gerçekleştirilmesinin, yukarıdaki tanımlamaya göre çocuğun asıl koruyucusu olan annenin üzerine yıkılması
demektir.
Jaggar’ın ele aldığı ikinci ilke kararların sadece o kararların sonuçlarından ciddi bir şekilde etkilenecek
olanlar tarafından verilmesi gerektiğidir. İçinde yaşadığımız toplumsal düzende çocuk bakımı neredeyse
tamamiyle kadınların üstüne düşen bir görevdir. Dolayısıyla hem biyolojik hem de toplumsal koşullar nedeniyle
hamileliğin devamı ya da sonlandırılması kararından en çok kadınlar etkilenmektedir. Baba adaylarının da kürtaj
kararından etkilendiği savunulabilir fakat erkekler hamileliğin ve doğumun zorluklarına/ risklerine katlanmak
durumunda olmadıkları gibi çocuk bakımına ne derece müdahil olacaklarını seçme lüksüne de sahiptirler. Babayı
çocuğun ihtiyaçlarının karşılanması için maddi destek olmaya zorlayacak yasal koşullar var olmayabilir, ya da
bu yasal koşulların var olması durumunda baba sadece nafaka ödeyip çocuktan ayrı yaşamayı seçebilir. Devlet
ve toplum da kürtaj kararlarından hiç kuşkusuz etkilenmektedir fakat bu kadının yaşadığı etkiyle
karşılaştırılamayacak kadar azdır. Hamileliği devam ettirme kararından asıl etkilenecek olan kişi kadındır ve bu
yüzden bu kararı o vermelidir.
Alison Jaggar bu ilkelerin tüm kadınlar için her zaman ve koşulda geçerli mutlak bir kürtaj hakkı
getirmeyeceğinin de altını çizmektedir. Çocuk bakımının getirdiği yüklerin daha çok devlet, toplum ve babalar
tarafından üstlenildiği ve kadına daha az sorumluluğun düştüğü bir toplumda hamileliğin sonlandırılması
kararının alınmasında diğer kişi ve kurumlara da söz hakkı düşecektir. Jaggar gebeliği sonlandırma kararının
kadına ait olması gerektiğini söylerken bunu kadının doğası gereği çocuk yetiştirici olmasına değil, içinde
bulunduğumuz toplumun bu sorumluluğu kadına yüklemiş olmasına dayandırmakta ve bunu değişebilir bir
durum olarak görmektedir.
İzin verilemez fedakarlık prensibi
Thomson kemancıyı hayatta tutmak için bedenini kullandırmanın bir zorunluluk değil bir iyilikseverlik
olduğunun altını çizmiştir. Kürtajı yasaklayan yasalar temelde fedakarlık yapmayı, yardım severliği dayatan
yasalar olarak görülebilir. Devletlerin bazı durumlarda yardım severliği zorunlu kılan yasaları olduğu doğrudur.
Örneğin vatandaşlardan toplanan vergilerin bir kısmı yaşlı ve kimsesiz çocuk bakımına gitmektedir. Devlet bu
şekilde dolaylı yoldan gelirimizin bir kısmının yardım amaçlı kullanılmış olmasını zorunlu kılmaktadır. Fakat bu
tür yardım severliği dayatan yasaların istenmeyen gebeliğin sürdürülmesinin dayatılmasından bir farkı vardır.
Markowitz’in (Markowitz 1990, 7) belirttiği gibi herkes vergi ödemektedir fakat sadece kadınlar hamileliği
devam ettirmek gibi bir fedakarlığa zorlanabilmektedir. Markowitz, “İzin verilemez Fedakarlık Prensibi” dediği
bir ilke ortaya atmıştır. Buna göre eğer bir toplumsal grup sistematik olarak baskı altında tutuluyorsa o grubun
üyelerinden ezilmişliklerini arttıran ya da ezilmişliklerinin sürmesini sağlayan fedakarlıklar beklenemez.
David Boonin (Boonin 2003, 262), Thomson’ın kemancı argümanının sadece kadınların hamile kaldığı
gerçeğini görmezden geldiğini kabul etmiş fakat argümanın Markowitz’in eleştirilerini kapsayacak şekilde şöyle
geliştirilebileceğini söylemiştir: Varsayalım ki kemancılar bu böbrek desteği işlemine sıkça ihtiyaç duyuyor
olsunlar ve yine varsayalım ki toplumda sadece belli bir ırkın böbrekleri başkalarını da destekleyebilecek yetiye
sahip olsun. Bu baskı altında tutulan bir ırk olsun ve diyelim ki siz de bu ırka mensupsunuz. Kemancılara
bağlanmak sadece sizin ırkınızın karşılaştığı bir durumdur ve ırkınızın ezilmişliğine de katkıda bulunmaktadır.
Sizden beklenen bu fedakarlık ezilen bir ırkın mensubu olarak karşı karşıya kaldığınız engelleri aşmanızı
zorlaştırmaktadır. Bu şartlar altında kemancıya bağlı kalma fedakarlığının size devlet tarafından dayatılması
kemancı analojisinin orijinal versiyonuna göre çok daha insafsız görünmektedir.
Markowitz “izin verilemez fedakarlık” prensibini sadece kürtaj konusunda değil toplumsal eşitsizliğin
söz konusu olduğu diğer alanlarda da uygulanacak şekilde tasarlamaya çalışmıştır. Örneğin bu prensip bir iş
yerinde ücretlere kesinti yapılması gerektiği zaman bu kesintinin zaten güçsüz durumda olan işçilerden değil
yönetici kesimden yapılması gerektiğini öngörmektedir. Hem Markowitz hem Jaggar, kürtaj seçimini evrensel
ilkelere dayandırmaya çalışmış fakat bunu yaparken, liberal hak söylemlerinin aksine, evrensellik kisvesi altında
bu sorunun ezilen bir grup olarak kadınların karşı karşıya kaldığı bir sorun olduğu gerçeğini gözden
kaçırmamışlardır.
92
Keskin
Üreme özgürlükleri
Feministlerin hak teorisine getirdikleri eleştiriler sadece hak söyleminden uzaklaşma çabalarını değil feminist bir
hak söylemi geliştirme çabalarını da doğurmuştur. Soyut, havada kalan bir liberal haklar söylemine karşı ortaya
atılan üreme özgürlükleri kavramı Amerika’daki Beyaz olmayan ve fakir kadınların kürtaj serbest olsa da maddi
yoksunluk nedeniyle kürtaj hakkını kullanamıyor olmasından ve bu kadınların kürtaj harici konularda da kendi
doğurganlıkları konusunda karar verme hakkından yoksun bırakıldıkları gerçeğinden yola çıkılarak
oluşturulmuştur. Üreme özgürlükleri kadınların istedikleri zaman istedikleri kadar çocuk sahibi olma ya da hiç
çocuk sahibi olmama hakkını kapsamaktadır. Sadece kürtaj hakkını değil doğum kontrolü ve çocuk yetiştirme ile
ilgili konuları da içermektedir (Smyth 2003, 340).
ABD'de kürtaj tartışmaları kendilerini “yaşam yanlısı” olarak tanımlayan kürtaj karşıtı muhafazakar
gruplarla, kendilerini “seçim yanlısı” olarak tanımlayan ve kürtajı devletin müdahale edemeyeceği kişisel bir
seçim hakkı ve mahrem bir alan olarak savunan kesimlerin egemenliği altındadır. “INCITE! Şiddete Karşı
Renkli Irktan Kadınlar” örgütünün kurucularından feminist aktivist ve akademisyen Andrea Smith (Smith 2005,
119-140), üreme özgürlüklerinin yaşam yanlısı ve seçim yanlısı ikilemine sıkıştırılmasının Beyaz olmayan
kadınları marjinalize eden bir yönü olduğunu ve üreme özgürlüklerini savunanların argümanlarını yaşam yanlısıseçim yanlısı ikilemi üzerine oturtmaktan kaçınmaları gerektiğini söylemektedir. Smith'e göre Seçim yanlısı
hareketinin ürettiği “devlet üreme haklarına dair kararlara kesinlikle karışmamalıdır” düsturu kürtaj karşıtlarınca
devletin kürtaj masraflarına destek olmayacağı yönünde kararlar çıkarılması için kullanılmıştır. Fakir kadınların
büyük bir kısmını oluşturan Yerli, Siyah ve Latin kadınların kürtaj olmak için yararlandıkları imkânlar ellerinden
alınırken seçim yanlısı hareket hiçbir şey yapmamıştır. Dahası bazı seçim-yanlısı kişi ve kuruluşların tehlikeli
yan etkileri olan uzun vadeli hormonal doğum kontrol yöntemleri konusunda eleştirel olamadığı hatta daha çok
marjinalleştirilmiş gruplardan gelen kadınlar üzerinde ve bilgilendirilmiş rızaları alınmadan kullanılan bu
yöntemleri aile planlaması adı altında destekledikleri görülmektedir. Smith, ABD'deki en önemli seçim yanlısı
örgütlerden olan Planned Parenthood'un temellerinin öjenik hareketinde yattığını ve Üçüncü Dünya ülkelerinde
tehlikeli ve bazen kadının rızası alınmadan yapılan kısırlaştırma ve doğum kontrol yöntemlerinin kullanımını
desteklediğine de dikkat çekmektedir.
Elizabet Porter'a (Porter 1994, 71-72) göre üreme özgürlükleri mücadelesinin önemli bir parçası,
vatandaş olarak hem birey hem de toplumun bir parçası olduğumuzu anlamaktan geçmektedir. Sadece kadının
bireysel seçim hakkına ya da kişisel mahremiyet hakkına odaklanan oluşumlar bunu görmekten uzaktır. Üreme
hakkı indirgenemez bir şekilde hem sosyal hem de bireyseldir. “Kadınlar kürtaj hakkına sahip olabilir ama
masraflarını karşılayacak maddi kaynağa sahip olmayabilirler. Başka kadınlar hukuksal olarak bu hakka sahip
olmayabilir -erişimi kısıtlanmıştır- bu yüzden umutsuz yöntemlere başvururlar. Bu feminist hak söylemi üreme
ile ilgili ihtiyaçların bireyselliğini kadınların ortak ihtiyaçları bağlamına oturtmaktadır.” Kürtajı üreme
özgürlükleri çerçevesinden savunan görüşlerin sorunlu olduğu nokta kadına üreme konusunda mutlak bir karar
hakkı mı verileceği, yoksa karar hakkının toplumla mı paylaşılacağı konusunda net cevap verememeleridir
(Smyth 2002, 340). Hem kürtaj masraflarının tamamen devlet tarafından karşılanmasını savunup hem de kürtaj
kararına devletin hiç bir şekilde müdahale etmemesini beklemek gerçekçi görünmemektedir.
Amerika’daki Siyah ve Latin kadınların başı çektiği üreme özgürlükleri anlayışının bir yansıması
90'larda Türkiye'deki Kürt feministler arasında da görülmüştür. Karşı karşıya oldukları asimilasyon ve nüfus
kontrol politikaları nedeniyle annelik ve doğurganlık kavramlarına Türk feministlerden farklı anlamlar yükleyen
Kürt feministler için doğum kontrol de özgürleştirici değil ırkçı, baskıcı çağrışımlar içermektedir. Özellikle
kadınları hedefleyen, eğitim ve doğum kontrol hizmetleri vermeyi amaçlayan Çok Amaçlı Toplum Merkezlerinin
(ÇATOM) Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde yaygınlaştırılması ve Türk feministlerin bu merkezlere sıcak
bakması Kürt feministlerin tepkisini çekmiştir. Kürt feministler bunun Siyah kadınlara karşı kullanılan doğum
kontrol politikalarının aynısı olduğunu, bunun diğer adının ana rahminde başlayan soykırım ya da etnik temizlik
olduğunu söylemişlerdir (Çaha 2010, 398).
Türkiye'deki kürtaj tartışmalarında Feminist Politika dergisinin de üreme özgürlüklerine benzer bir
yaklaşımı benimsediği görülmektedir. Hak söylemini benimseyen Feminist Politika yazarları kürtajı sadece
bireysel bir hak olarak ele alan liberal feministlerle aralarına bir çizgi çekmiş ve kürtajın toplumsal bir hak
olduğunu vurgulamışlardır. Kürtajı kişisel bir sorun olarak kavramlaştırılmasına katkıda bulunan liberal feminist
pozisyona alternatif olarak yasalarda kürtaj serbest görünse dahi neo-liberal politikalar, sosyal harcamalardaki
93
Kürtaj tartışmaları
kesintilerle kürtaj hakkının kısıtlandığına dikkat çeken, kürtajı kişisel bir seçim hakkının ötesinde sosyal bir hak
olarak ele alan anti-kapitalist feministlerin pozisyonu gösterilmektedir (Barın 2010, 41). Kürtaja erişimin devlet
tarafından garanti altına alınması durumunda karar verme yetkisinin devlet ve kadın arasında nasıl
paylaştırılacağı konusunda Feminist Politika dergisi (2010, 22-23) kulağa ütopik gelen bir yaklaşım
benimsemekte. Kürtaja dair kabul edilebilir tek yasal müdahalenin kadınların bedenleri üzerindeki mutlak
tasarruf hakkını korumaya yönelik düzenlemeler olduğu, yasal süre kısıtlamalarının dahi kabul edilemez olduğu
ifade edilmiştir. Kürtajın süresine yasaların değil kadınlarla birebir ilişkiye giren doktorların, kadının sosyal
durumunu ve sağlığını göz önüne alarak karar vermesi önerilmektedir. Amargi degisinde Aksu Bora (Bora 2012,
34) Feminist Politika dergisinde yer alan kürtajı geniş bir toplumsal hak tanımına oturtan yazıları eleştirmiş,
alışılagelinmiş ekonomik-sosyal haklar çerçevesiyle yetinilmediği halde neden hâlâ hak söyleminde ısrar edildiği
sormuştur.
Cinsiyet tercihli kürtaj tartışması
Feministlerin belki de bazen kürtaj seçimine müdahale edilmesi gerektiğini tartıştığı durumlar da olmuştur. Bu
tartışmaların nedeni çoğunluğun oğlan çocuğu sahip olmayı tercih ettiği cinsiyetçi dünyamızda, gittikçe gelişen
üreme teknolojileri ve cinsiyet belirleme yöntemleri sonucunda dişi ceninlerin çok yüksek oranda kürtajla
aldırılacağı ve cinsiyet dengesinin bozulacağı endişesidir. Cinsiyet tercihine dayalı kürtajın özellikle Çin ve
Hindistan’da sorun haline geldiği görülmektedir. Güney Kore’de ise bir zamanlar görülen dişi ceninlerin
aldırılması eğilimi ekonomik ve toplumsal gelişme sonucunda ortadan kalkmıştır. Diğer Batı ülkeleri ve ABD’de
bazı göçmen gruplardaki dişi ve erkek bebek oranları cinsiyete göre kürtaj uygulandığına işaret etmektedir.
Normalde oğlan ve kız doğumlarındaki doğal oran 105 oğlana 100 kız şeklindedir. Amerika’da Çin, Kore ve
Hindistan göçmenleri içinde ilk çocuk için oğlan/kız oranı doğal orana eşittir, ilk çocuk için bir müdahale
yapılmadığı anlaşılmaktadır. Fakat ilk çocuk kız ise ikinci çocuklarda oğlan/kız oranı 117/100'e çıkmaktadır. İlk
iki çocuğun kız olması durumunda oran 151/100'e sıçramaktadır. Eğer ilk çocuk oğlan ise sonraki çocuklar için
cinsiyet oranı doğal orana uygun devam etmektedir. Bu rakamlardan ilk çocukların kız doğmasından sonra oğul
sahibi olmak isteyen ailelerin dişi ceninleri kürtajla aldırdığı anlaşılmaktadır. Bu da çocuk evliliği, namus
cinayeti, kadın sünneti gibi kadınlara yönelik ayrımcı gelenekleri yasaklayan Amerikan yasalarının dişi
ceninlerin aldırılması gibi başka bir cinsiyetçi eyleme kürtaj serbestliği sayesinde imkân mı tanıdığı sorusunu
akla getirmektedir (Greaves 2013, 333-363).
Cinsiyet seçilimli kürtajın yaygınlaşması kadın erkek oranlarındaki dengenin bozulmasına yol açacaktır.
Kadınların azınlık haline gelmesiyle zaten zayıf olan politik güçlerinin iyice azalması, erkeklerin üreme
konularında kontrolünün artması, doğanın yıkımına yol açan erkek değerlerinin etkisinin artması, sayılarının
azalması nedeniyle değerleri artan ve sadece üreme yetenekleri için değerli görülen kadınların özgürlüklerinin
daha da kısıtlanmasından endişelenilmektedir. Çoğu feminist cinsiyet seçimine karşı çıkmakla birlikte kadının
seçim hakkının zarar görmesinden çekindikleri için bu konuda yasal engelleme getirilmesini savunamamaktadır.
Yasal önlem yerine cinsiyet belirleme teknolojilerinin daha fazla geliştirilmesinin engellenmesi ve kadınları bu
teknikleri tercih etmeme yönünde ikna etmeyi önermektedirler (Luthra 1993, 47).
April L. Cherry (Cherry 1995, 207) liberal feminizmin cinsiyet seçimine dayalı kürtaja bakış açısını şu
şekilde özetlemektedir: Liberal feministler üreme özgürlüklerini kişisel otonomi ve mahremiyetin korunumu,
yani devletin kişisel alana gereksiz müdahale etmemesi temelinde ele alıyorlar. Liberal feministler her kadının
hamileliğin sonlandırma konusunda istediği gerekçeye dayanarak karar verme hakkı olduğunu savundukları için
cinsiyete göre kürtaj yapılmasının yasal yolla engellenmesine karşılar. Cherry cinsiyet seçimi için kürtaj
olunmasına izin verilmesi durumunda kadınların düşük statüsünün daha da kötüleşeceğine ve nihayetinde zaten o
zor elde edilmiş hakların kaybedilebileceğine dikkat çekmektedir. Liberal feministler cinsiyet tercihli kürtajın
uzun vadede yaratacağı sonuçları reddetmeseler de Amerika'da kadınların karşılaştığı düşünme süresi, eş izni
gibi kısıtlamaların kadınların karar verme yetisine güvenmeyen bir toplumdan kaynaklandığını ve kadının
ceninin cinsiyetine göre kürtaj kararı veremeyeceğinin kabul edilmesiyle kadının karar verme yetisinin eksik
olduğuna dair görüşün pekişeceği ve bunun da en az cinsiyet seçimli kürtajın yaratacağı sonuçlar kadar zararlı
olacağını düşünmektedirler. Liberal feministlerin kullandığı hak söylemine şüpheyle yaklaşan radikal
feministlere göre sosyal adaleti ilerletmeye yaramadığı sürece haklar anlamsızdır. Liberal feministlerin
kavramsallaştırdığı şekliyle kürtajda seçim hakkının kadınların üreme özgürlüğünü mü yoksa doğurganlıklarının
sömürülmesini mi arttırdığına bakılmalıdır. Kürtaj hakkı kadınlara ne zaman çocuk sahibi olacakları konusunda
kontrol vermişken cinsiyet tercihli kürtaj tam tersine erkeklere (kocalara ve ailelere) kadının doğurganlığı
94
Keskin
üzerinde ve gelecek nesillerin cinsiyet yapısı üzerinde daha fazla kontrol sağlamaktadır. Ataerkil sistemde
cinsiyet tercihli kürtaj ataerkil sistemi güçlendirmektedir ve savunulması mümkün değildir (Cherry 1995, 217219).
Sonuç
Kürtaj çok karmaşık tartışmaların döndüğü bir meseledir ve yasal kürtajı savunan feministlerin de bu konuda
birbirinden çok farklı tutumlar alabildiği görülmektedir. Hak söylemi her ne kadar başvurulması kolay bir
söylem olsa da kadınların kürtaja erişimi konusunda sakıncalar taşıdığı görülmüştür. Öte yandan kürtajın yasal
ve erişilebilir olmasını savunmak kürtajı illa ki bir “hak” olarak tanımlamayı gerektirmemektedir. Kadınların
istenmeyen hamilelikler konusundaki deneyimlerinin incelenmesi meselenin 9 aylık bir kısıtlanmayla kadının
kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkının engellenmesinden ibaret olmadığına işaret etmektedir. Kadınlar dünyaya
yeni bir insan getirmenin sorumluluğunu alıp almama konusunda karar vermektedir ve bu kararı verirken nasıl
bir anne olacakları, cenine verebilecekleri hayat ve kendilerine karşı sorumluluk hissettikleri diğer insanların bu
karardan nasıl etkileneceğini hesaba katmaktadırlar. Kürtaj basitçe bir bencillikten ziyade kadının başa çıkması
gereken zor bir karar olabilmektedir. Bu konuda kimi yazarlar dikkatimizi ceninin kadının vücudunda geçirdiği
süreç ve bedensel otonomi tartışmasından kadının üzerindeki çocuk yetiştirme sorumluluğuna çekmektedir.
Üreme özgürlüklerini temel alan çevreler ise farklı arka planlardan gelen kadınların üreme
politikalarından farklı etkilendiğini, bir grup kadın için özgürleşme anlamına gelen uygulamaların başka bir grup
için baskı anlamına gelebileceğini vurgulamış ve cinsellik ve üreme konusundaki hak ve özgürlüklerin bir bütün
olarak ele alınmasını önermiştir. Kürtajı kişisel bir seçim hakkı değil sosyal bir hak olarak ele alan bu tutum
kürtaja erişimin devlet tarafından garanti altına alınmasını, kürtaj masraflarının devlet tarafından karşılanmasını
talep etmektedir. Fakat bu tutum toplumsal bir hak olduğunda kürtaj kararının kadın ve toplum arasında nasıl
paylaşılacağı konusunda bir soru işareti taşımaktadır.
Çoğu ailenin erkek çocuk istemesi nedeniyle kürtajın kız çocuk sahibi olmamaya yönelik bir önlem
olarak kullanılması ve cinsiyet dengelerinin bozulması riskine karşın feministlerin nasıl bir tutum alacağı da
başka bir zor soruyu oluşturmaktadır. Ceninin cinsiyetine göre kürtaj yapılmasının ya da ceninin cinsiyetinin
öğrenilmesinin kadının seçim ve bilgi edinme hakkına gölge düşürmeden nasıl engelleneceği, kadının özgür
iradesiyle, erkek çocuk isteyen eş, kayın peder ve kayın validenin baskısının birbirinden nasıl ayırt edileceği
sorularına cevap vermek güçtür. Kürtaj meselesi feministler için sadece kürtaj karşıtlarının taarruzlarına karşı
konulan bir konu değil kendi içinde pek çok çelişkiyi barındıran bir sorundur.
95
Kaynakça
Kürtaj tartışmaları
Barın, Özlem. “Avrupa'da Kürtaj Hakları Mücadelesi”, Feminist Politika 7 (Yaz 2010): 41.
Boonin, David. A Defense of Abortion (New York: Cambridge University Press, 2003).
Bora, Aksu. “Birlik Ve Beraberliğe En Çok Muhtaç Olduğumuz Şu Günlerde Kürtaj Yasağı”, Amargi 26 (Güz
2012): 32-34.
Cannold, Leslie. The Abortion Myth: Feminism, Morality, and The Hard Choices Women Make (Hanover:
University of New England, 2000).
Cherry, April L. “Feminist Understanding of Sex-Selective Abortion: Solely a Matter of Choice?”, Wisconsin
Women's Law Journal 10 (1995): 161-223.
Çaha, Ömer. Sivil Kadın: Türkiye'de Kadın ve Sivil Toplum ( Ankara: Savaş Yayınevi, 2010).
Demir, Esra. “Kürtaj Hak Olursa Karar Kadınlara Kalır Mı?”, Amargi 26 (Güz 2012): 8-11.
Donovan, Josephine. Feminist Teori: Amerikan Feminizminin Entelektüel Gelenekleri, çev. Aksu Bora, Fevziye
Sayılan, Meltem Ağduk Gevrek (İstanbul: İletişim Yayınları, 2010).
Feminist Politika, “İstediğimiz Zaman İstediğimiz Kadar Çocuk!”, 7 (Yaz 2010): 22-23
Gilligan, Carol. In a Different Voice: Psychological Theory and Women's Development (USA: Harvard
University Press, 2003) .
Greaves, Jason C. “Sex-Selective Abortion In The US: Does Roe v. Wade Protect Arbitrary Gender
Discrimination”, Civil Rights Law Journal, c. 23, s. 3, (2013): 333-363.
Jaggar, Alison M. “Abortion and a Women's Right to Decide”, Living With Contradictions: Controversies in
Feminist Social Ethics ed. Alison M. Jaggar (Colorado: Westview Press, 1994), 281-286.
Keskin, İçten. Amerika ve Türkiye'de Kürtaj Tartışmaları ve Feminizm Üzerine Karşılaştırmalı Bir Analiz (Yıldız
Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2014).
Luthra, Rashmi. “Toward A Reconceptualization of 'Choice': Challenges By Women At The Margins”. Feminist
Issues. (1993): 41-54.
MacKinnon, Catharine. Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, çev. Türkân Yöney, Sabir Yücesoy (İstanbul:
Metis Yayınları, 2003).
Markowitz, Sally. "Abortion and Feminism", Social Theory and Practice, 19 (1990): 1-17.
Porter, Elisabeth. “Abortion Ethics: Rights and Responsibilities”, Hypatia 9, no.3 (1994): 66-87.
Saul, Jennifer Mather. Feminism: Issues and Arguments, (New York: Oxford University Press, 2003).
Shrage, Laurie. Abortion and Social Responsibility: Depolarizing the Debate (New York: Oxford University
Press, 2003).
Smith, Andrea. “Beyond Pro-Choice Versus Pro-Life: Women of Color and Reproductive Justice” Feminist
Formations 17, no. 1 (2005): 119-140.
Smyth, Lisa. “Feminism and Abortion Politics: Choice, Rights, and Reproductive Freedom”, Women's Studies
Internatinal Forum 25 (2002): 335-345.
Thomson, Judith Jarvis. “A Defense of Abortion”, Philosophy and Public Affairs 1 (1971): 47-66.