Academia.eduAcademia.edu

Ortadoğu'da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk

ORTADOĞU’DA OSMANLI MİRASI ve ULUSÇULUK ÖZET Ortadoğu'da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, Osmanlı İmparatorluğu'nun ardından bölgede ortaya çıkan ulus-devletlerin siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel yapılarında Osmanlı mirasını sergilemektedir. 'Ortadoğu'da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk', üçüncü dünyada, Ortadoğu'da yaşanan tarih ile sosyal bilimler arasındaki ilişki genel bir biçimde incelenmektedir. Anahtar: Osmanlı Devleti, ulus, ulusçuluk, Ortadoğu GİRİŞ Tarihi, insanlık tarihi kadar eski olan Ortadoğu, tanımı ve anlatımı açısından çeşitli zorluklar taşıyan bir bölgedir. Öncelikle Ortadoğu, tıpkı “şark” (Doğu) ve “Yakındoğu” (Levant) gibi batılı bir terimdir. 19. yüzyılın sonlarında, 20. yüzyılın başlarında kullanılmaya başlanmıştır. Bölgeyi ifade eden özellikler ve buna bağlı sınırlar, dünyadaki siyasal duruma, zamana ve bölgeye nereden bakıldığına bağlı olarak değişiklikler göstermiştir. Bu durumu Cemil Meriç; “Ortadoğu kaypak bir mefhumdur. Çünkü ne zaman doğduğu, niçin doğduğu, hudutlarının ne olduğu konusunda rivayetlerin muhtelif olduğu bir kavramdır” sözleriyle ortaya koymuştur. Bu ise değişen tanımlamalara neden olmuştur. Her şeyden önce kavramın tanımladığı bölgenin doğu olması tanımlamayı yapan öznenin duruşuna göre değişiklik göstermiştir. Hasan Mesut Önder, Türkiye’nin Ortadoğu Barışına Etkileri, Uluslararası Stratejik Tahlil ve Araştırmalar Merkezi(USTAD), Çalışma no: 12, 2012, s.3. Ortadoğu sadece bugün değil tarihin her döneminde politik, stratejik, kültürel, ekonomik ve genel dengeler açısından dünyanın en önemli bölgesi olarak insanlığın gelişmesinde aktif rol oynamıştır. Bu bölgenin temel özelliklerine baktığımızda insanlığın tarihteki tecrübesinde, medeniyetlerin tesisinde en büyük katkıyı sağlayan bir bölge olarak sivrilmiş olduğu dikkat çeker. Ortadoğu olarak isimlendirilen bölge, tarihin başlangıcı olarak kabul edilen yazının bulunmasından bu yana insanlığın meydana getirdiği medeniyetlerin beşiği olmuş, diğer bölgelerdeki medeniyetlerin dünyanın başka yerlerine yayılmasında bir tür kavşak ve intikal noktası olarak rol oynamıştır. Doğu ile Batının buluştuğu bir kavşak noktası olan Ortadoğu, sadece ticari malların aktarıldığı bir yer değil aynı zamanda inançların, kültürlerin ve medeniyetlerin birbiriyle kavuştuğu ve aktarıldığı bir geçiş noktası olmuştur. Davut Dursun, ORTADOĞUNUN EKONOMİK, SOSYAL VE SİYASİ YAPI ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE GENEL TESPİTLER, s. 1240. Orta Doğu kavramının ilk olarak ne zaman kullanıldığına yönelik bazı tartışmalar olmakla birlikte bu kavramın Anglo-Saxon dünyanın bir ürünü olduğu herkesçe kabul edilmektedir. Bir kavram olarak Orta Doğu, ilk olarak Amerikalı bir amiral olan ve aynı zamanda jeopolitik ile ilgili çalışmalar yürüten Alfred Thayer Mahan tarafından “The Persian Gulf and International Relations” adlı çalışmada 1902’de kullanılmıştır. Carl L. Brown, “Introduction”, (ed.), Carl L. Brown, Diplomacy in the Middle East: The International Relations of Regional and Outside Powers, (London: I. B. Tauris&Company, 2004), s. 17(aktaran: Erdem Özlük, ORTA DOĞU İSTİSNACILIĞI: SÖMÜRÜNÜN YENİ KEŞİF YOLU, Akademik ORTA DOĞU, Cilt 2, Sayı 1, 2007, s.144). KEMAL KARPAT 1924 yılında bugün Romanya sınırları içinde bulunan Dobruca’nın Babadağ kasabasında doğdu. Akademik çalışmalarına 1950 yılında New York ve Washington üniversitelerinde başladı. Birleşmiş Milletler Toplumsal Araştırmalar Bölümü’ndeki görev yaptı. Ardından, sırasıyla Montana Devlet Üniversitesi, New York Üniversitesi, Princeton Üniversitesi, Robert Koleji, Bilkent Üniversitesi, ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, AÜ Siyasi Bilgiler Fakültesi, Harvard Üniversitesi, John Hopkins Üniversitesi, Colombia Üniversitesi ve Ecole des Hautes Etudes en Science Sociales gibi eğitim kurumlarında öğretim üyeliği ve yöneticilik yaptı. 1970-88 yılları arasında Wisconsin Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölüm Başkanlığı’nı yürüttü. Türk Araştırmaları Derneği ile Türk Araştırmaları Kurumu’nun başkanlıklarını da yaptı. Orta Asya Çalışmaları Derneği’nin kurucu başkanlığından sonra Wisconsin Üniversitesi Orta Asya Çalışmaları Programının bölüm başkanlığı görevini yerine getirdi (1989-1995). Halen Türk Tarih Kurumu onur üyesi. International Journal of Turkish Studies, Central Asian Survey ve Journal of Muslim Minority Affairs dergilerinin editörler kurullarında yer aldı. Bilimsel çalışmaları nedeniyle, Romanya bağımsızlık madalyası ve Bükreş Üniversitesi Dimitri Cantemir madalyasıyla ödüllendirildi. Kendisine, Romanya Ovidius Üniversitesi ve Rusya Çuvaş Milli Üniversitesi tarafından onur doktoraları verildi. Rusya Kazan Bilimler Akademisi onursal üyeliği, Wisconsin Üniversitesi Hilldale Ödülü ve Türk Bilimler Akademisi Ödülü’ne de sahiptir. MESA-Ortadoğu Çalışmaları Derneği’nin kurucu üyelik ve başkanlık görevlerinde bulundu. Karpat, Wisconsin Üniversitesi Tarih bölümünde öğretim üyeliğini sürdürmektedir. 20 ülkede yayımlanmış 130 makalesi ve 16 kitabı bulunmaktadır. Yurtdışında en çok ilgi gören eseri, Ottoman Population adlı çalışmasıdır. Bu eser, Wisconsin University tarafından basılmıştır. Aynı üniversitede kürsü sahibidir. 2009 yılında TBMM Onur Ödülü'nü aldı. http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2689, (e.t: 02.05.2015). ORTADOĞU’DA OSMANLI MİRASI ve ULUSÇULUK XX. ve XXI. inci yüzyıl jeopolitiğinde belki de en fazla adı geçen terimlerden biri “Ortadoğu” olmuştur. Jeostrateji açısından ilk olarak 1902 senesinde Amerikalı jeopolitik bilimci Alfred Thayer Mahen tarafından I. Dünya savaşı öncesi İngiliz İmparatorluğu’nun stratejisini yani Fas’tan Hindistan’ın batısına kadar olan bölgeyi anlatmak için kullanılmış olmasına rağmen, stratejik bir terim olmaktan ziyade bir coğrafyayı ifade etmek maksadıyla kullanımı Roma İmparatorluğu dönemine kadar uzanır. Faruk Demir, “Büyük Ortadoğu Projesi Beşeri Dönüşüm Planı”, 2023 Dergisi (Mart 2004), s.35. Özellikle Ortadoğu’da yaşanan Filistin sorunu ile beraber ilişkilendirilen diğer bütün sorunların çözümünde bölgeye yönelik çalışmaların kendine has yöntemler geliştirmesi bakımından önemine değinen Kemal Karpat, Ortadoğu’da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk adlı eserinde İbn-i Haldun’un “tarihin gerçek amacı bizi, insan toplumunu yani dünyanın uygarlıkları ve onun doğal olguları ve anlamı ortaya çıkaran doğal koşulları hakkında bilgilendirmektir. Orta Doğu ülkelerinde yaşayan bireylerin İbn-i Haldun’un al-assabiyah betimlemesinden kaynaklanan özellikleri, Orta Doğu istisnacılığının bir diğer unsurunu teşkil eder. Göçebe toplumlardaki toplumsal dayanışma ve bağları anlatmaya çalışan İbn-i Haldun, aslında bir anlamda bölgedeki toplumsal formasyonu da tüm hatları ile açıklıyor. Abdallah Laroui, İslam ve Modernlik, Çev. Ayşegül Yaraman, (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1993), s. 108-110. Ortadoğu’nun toplumsal-entelektüel tarihi hakkındaki araştırma, bölgenin, toplumsal olguları incelemekte ve yorumlamakta kullandığı özgün tarihsel ve entelektüel yaklaşım ve yöntembilimlerini geliştirdiğini göstermektedir. On dokuzuncu yüzyılda yazılmış pek çok çalışmaya bakarak, bu geleneksel bütüncül toplum bilimsel-tarihsel yaklaşımın kendi doğal gelişme çizgisine bırakılmış olsaydı daha karmaşık biçimler alacağı inancı hakimdir. Avrupa’nın on dokuzuncu yüzyılın başlarında bölgeye ekonomik ve siyasal giriş yapmasıyla gelişim süreci hız kazanmıştır. Ortadoğu’yla hiçbir ortak noktası bulunmayan Avrupa, tarih ve toplumsal evrim kavramlarını Ortadoğu’ya zorla kabul ettirmiştir. Avrupa’nın İslam ve Ortadoğu çalışmaları, nesnel toplum çalışmaları olmaktan çok, genellikle İslam’ı lekelemek için adına yapılmıştır. Özellikle petrolün bulunmasından sonra bu topraklarda petrol sanayisine ilişkin teknolojilerin öğretimi, yerel halkın bu tesislerde çalıştırılması ve yetiştirilmesinden imtina etmişlerdir. Bu ve benzeri politikalarla Ortadoğu toplumunu bilinçli olarak cahil bırakıp gelişmesini önleyerek bölgedeki egemenliklerini garanti altına almış oluyorlardı. Tayyar Arı, Irak, İran, ABD ve Petrol, Alfa Basım Yayın, İstanbul, 2007. ABD’nin Ortadoğu’da yaptığı çalışmaların çoğu dilbilimsel ve dinsel çatışmalar üzerine yoğunlaştırılmıştır. Ortadoğu çalışmalarında asıl amaç doğunun dininin incelenmesi öne çıkmış tarihi ve toplumsal yapının incelenmesi ikinci plana atılmıştır. Buradan hareketle dinsel ve kültürel sistem ortaya çıktı. Tarih boyunca Ortadoğu’nun güç mücadelelerinin ve kültürlerin kesişme noktası olduğu bilinmekte idi. Fakat bölge hiçbir zaman böyle kargaşa ortamına sürüklenmemiştir. Yavuz Gökalp Yıldız, Global Stratejide Ortadoğu, İstanbul: Der Yayınevi, 2000, s.21-28. Osmanlı Devleti’nin yıkılışının birleşmiş ve bağımsız bir Arap devletinin kurulmasını değil, fakat Suriye ve Irak’ta bir dizi Fransız ve İngiliz manda yönetimin kuruluşu ve Filistin’de büyük bir Yahudi yerleşimin başlaması geldi. Mısır, tamamen gelişmiş bir İngiliz himayesi altındaydı. Ortadoğu’da cetvelle çizilen devletler oluşturulurken Batının çıkarları ön plandaydı. Sınırlar çizilirken coğrafi, etnik ve tarihi etmenler göz ardı edildi. Osmanlı’dan arta kalan bölge her an karıştırılabilir ve her an kolaylıkla yönlendirilip işgal edilebilir bir hale getirildi. Ortadoğu’yu şekillendirenler, bugün dünyanın pek çok yerinde yeni İsrailler yaratma peşindeler. Ortadoğu trajedisinin başlangıç noktası, Filistin topraklarının yağmalanması ve Yahudi devletinin oluşturulması projesiydi. İlk “Büyük Ortadoğu Projesi” Birinci Dünya Savaşı ile hayata geçmiş oldu. Batı önce Arap âlemini soy ağacına göre bölecek, Arabistanlı Lawrencelar aracılığıyla Türklere karşı ayaklandıracak ve 50 yıllık bir sürede kendi kalesine yer açacaktı. İsrail böyle doğdu. İsrail rahat nefes alsın diye birleşmeye çalışan Araplar paramparça edildi. Sünni – Şii çatışması körüklendi. Banu Avar, Böl ve Yut, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2009, s.13. Amerikalıların İslam’la ilk askeri ve siyasal teması 19. yüzyılın son çeyreğinde Filipin Adaları’nın işgali sırasında gerçekleşti Burada katı bir Müslüman direnişiyle karşılaşınca Sultan II. Abdülhamit halife sıfatıyla Filipinlilere ABD’ye karşı gelmemeleri telkininde bulundu. Bu şekilde din düsturunun kullanılarak halkın itaati yönlendirilebilmekteydi. Suudilerin, Ürdünlülerin yaptığı bir nebze de bu zaten. İslamiyet’i Arap maneviyatının bir ürünü olarak lanse ederken öte yandan Türklerin zulmünü de İslam toprakları üzerinde yoğunlaştığını söylerler. Oysaki Aynı Batılı grup Batı Hıristiyanlarını gerçek bir Hıristiyan olarak görürken, esas Hıristiyanlığın doğduğu doğu bölgesindeki Hıristiyanlara gerçek dini öğretme kaygıları olmuştur. Filipinliler ile ilgili bir başka gelişme 11 Ekim 1947’de Truman’ın emri ile ABD delegasyonu Filistin’in Taksimi planına resmen destek vermekteydi ve çeşitli baskı yöntemleriyle ile Filipin hükümetine bu plana onay vermeye oy kullanması için zorlamışlardı. Ancak tasarı aleyhinde olan delegenin Filipin hükümetince alınarak Avrupa’ya tayin edilmesiyle bu devletin de Yahudiler lehine tarafsızlığı sağlandı. Tayyar Arı, Irak, İran, ABD ve Petrol, Alfa Basım Yayın, İstanbul, 2007, s.208. Osmanlı Devleti; Orta Asya’dan gelen Türk Devlet Felsefesi gereği, Ortadoğu’da farklı bir politika takip etmişti. Ortadoğu ülkelerinin büyük çoğunluğunda, Osmanlı tımar sistemi, Balkan ülkelerinde olduğu kadar yaygınlıkla uygulanmamış, mahalli otorite ilişkileri, eski hanedanlar ve gelenekler daha yoğun biçimde, yaşama şansına sahip olmuştur. Bugünkü Suriye ve Mezopotamya’nın bazı kısımları hariç klasik Osmanlı devrinde Ortadoğu ülkelerinin pratikte belirli bir otonomiye sahip oldukları açıktır. İlber Ortaylı, 19 Yüzyıl Sonunda Suriye ve Lübnan Üzerine Bazı Notlar, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1, Ankara: Turhan Kitapevi Yay., 2000, s.145. Osmanlı’nın bölge üzerindeki asıl etkisi yönetim geleneği ve iktidarın kullanımı üzerine olmuştur. Osmanlı yönetimi altındaki topraklarda, tek bir yönetim biçimi uygulanmamıştır. Buna göre Anadolu topraklarına daha yakın bölgeler, Anadolu’daki toprak ve idare biçimi olan ve Osmanlı idari ve iktisadi yönetiminin temeli olan miri rejim ile merkezden atanan beylerbeyi tarafından yönetilmiştir. Mustafa Öztürk, “Arap Ülkelerinde Osmanlı İdaresi”, History Studies, Middle East Special Issue, 2010, s. 328- 331. XIX. yüzyıla gelindiğinde uluslararası politikada henüz bir “Arap” meselesi yoktur. Gerçekte Arap eyaletlerinde oturanlarla ilgili belgelerde ve bunlardan bahseden kitaplarda Arap kelimesi de kullanılmamaktaydı. Bunun yerine bölge insanlarından bahsedilirken Müslüman ya da gayrimüslim ifadeleri kullanılmaktaydı. Bölgesel aidiyeti vurgulayan ifadelerde de, meselâ Suriye için Suriyeli yeterli oluyordu. Arap kelimesi daha ziyade yerleşik hayat yaşamayanlar ve çöllerdeki bedevîleri tasvir ediyordu. Zeine N, Arab Turkish Relations and The Emergence of Arab Nationalism, Greenwood Press, Westport, 1981, s.36. Günümüzde “millet” terimi Avrupalılar tarafından başlıca bu dar anlamıyla kullanılmaktadır. Artık, millet (ulus) terimi din ve etnik yapının iç içe geçtiği geniş bir cemaat varlığı yerine başlıca etnik yapının ağırlık kazandığı fakat dinin kimlik belirleyici ve en önemli unsur olduğu inanca dayalı dar bir grubu belirtmekteydi. Milliyetçiliğin bu kadar kolaylık ve sıklıkla kullanılabilmesinin en önemli nedeni, sömürgeciliğe karşı sınıfsal bir ittifak kurmak için bürokratik elitin söylemsel bir tutkal kullanma ihtiyacıdır. Buna ek olarak ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi doğrudan milliyetçi bir perspektifle “bağımsızlık” mücadelesi veren halklar, daha sonra kendi elitlerinin efendilerinden kalan devlet mekanizmasının idaresi marifetiyle yeni tür post-kolonyal bağımlılıklar geliştirmeleridir. Milliyetçiliğin Ortadoğu ulus devletiyle girdiği ilişkinin bir diğer önemli sonucu budur. Koray Çalışkan, ORTADOĞU SİYASETİ VE TOPLUMLARINI ANLAMA YOLLARI, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi No:39 (Ekim 2008), s.10. Milliyetçilik, yeni diplomasi aracı olarak sömürgecilik ile paralel gelişmiştir. Dünyada hiçbir ulus, etnik ve dinî bakımdan mütecanis değildir. Bu itibarla, sömürgeci devletler, yeni dönemde hedef ülke üzerindeki siyasî ve iktisadî emellerinin tahakkuku için etnik ve dinî unsurların tahrik, teşvik edilmesi ve sahiplenilmesi politikasını benimsediler. Aksi halde hedef ülkedeki farklı etnik unsurlar olmasaydı, onlar tahrik ve teşvik edilmeselerdi, sadece askerî güçle oralarda tutunmak mümkün olmayabilirdi. Başka bir deyişle sömürgeciliğin yayılmasında milliyetçilik kültürel zemini oluşturmuştur. M. Öztürk, Tarih Felsefesi, Elazığ 1999, s. 121-122. Osmanlı Devleti’nin tebaası konumundaki Rumlar ve Ermenilerin can ve mal güvenliği, devlete cizye ödemeleri koşuluyla güvence altına alınmıştır. BOA. KKD 9, s. 85. (aktaran: Mustafa Öztürk, Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010, s.339). Bu cemaatler, mabetlerindeki ibadetlerini, eğitimlerini, hastaneler, yoksullar ve yaşlılar için bakım evleri kurmak suretiyle sosyal güvenliklerini, aralarındaki ihtilaflarda adaletin dağıtılması işlemlerini dini liderlerin öncülüğünde kendi içlerinde halletmişlerdir. T. Tankut Soykan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimler, İstanbul 2000, s. 5. Osmanlı Devleti, sınırları içindeki cemaatlere adil bir şekilde davranmıştır. Cemaatlerin birbirleriyle ve yerel idarecilerle olan anlaşmazlıklarında bir hakem rolü üstlenerek, huzurun sağlanması için gayret göstermiştir. Bildirilen her şikâyet dikkate alınarak ya yerinde murafaa (halka açık mahkeme) yapılmış ya da daha büyük anlaşmazlık konularında, durumun İstanbul’a bildirilmesiyle gerekli emirler çıkarılmıştır. Anlaşmazlıkların sebebini tespit etmek ve çözüm bulmak için heyetler oluşturulmuş ve olay yerinde incelemeler yaptırılmıştır. Mustafa Öztürk, Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010, s.339. Ulus kavramının tam olarak benimsenmemesinden ötürü, Ortadoğu halkları güçlerini bağlı oldukları aşiret bağlarından ya da dini guruplardan almaya devam etmektedirler. Çiğdem, Demirhan Fahri Erdem, ORTADOĞU’DA OTORİTER REJİMLER: ORTADOĞU ARAP TOPLUMLARI’NIN TARİHSEL, SİYASAL VE SOSYO-EKONOMİK YAPISI ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME,S.230.Osmanlı devleti 19. yüzyıla kadar meşruiyetini İslam’dan almasına rağmen kendini Müslüman cemaatle tanımlamamıştır. Batı’da ulusçuluk yeni bir din olarak eski dinin yerine ikame ediliyordu. Bu yeni beşer menşeli dinin kendine göre taşıyıcı kadrosu, ritüelleri, ayinleri, kutsalları ve alemleri vardı. Bünyamin Duran, Sekülerleşme Krizi ve Bir Çıkış Yolu Arayışı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1996, s.109. Batı sosyal bilimleri tarafından geliştirilen “sınıf”, “sınıf çatışması”, “toplumsal gruplar”, toplumsal katman”, “tabaka” gibi kavramlar oldukları gibi Ortadoğu’ya uygulandıklarında büyük karışıklık yaratabilir ve sonuçta bölgenin toplumsal katmanlaşmasının çarpık bir görünüşünü verebilirler. Modern ortamlar ve deneyimler coğrafi ve etnik, sınıfsal ve ulusal, dinsel ve ideolojik sınırların ötesine geçer; modernliğin bu anlamda insanlığı birleştirdiği söylenebilir. Ama bu paradoksal bir birliktir; “bölünmüşlüğün birliğidir.” Bizleri sürekli parçalanma ve yenilenmenin, mücadele ve çelişkinin, belirsizlik ve acının girdabına sürükler. Modern olmak, Marks’ın katı deyişiyle “katı olan her şey buharlaşıp gittiği” bir evrenin parçası olmaktır. Marshall Berman, Katı Olan Her şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.27. Karpat, eserinde Türk-Arap ilişkileri üzerinde dururken, her iki kesimin de zaman zaman birbirlerini yanlış anlamaya sebep teşkil edecek tavırlar takındıklarını belirtir. Esasen on dokuzuncu yüzyıl, "ümmet, vatan, devlet, millet" gibi temel kavramlara yeni anlamların yüklendiği bir yüzyıl olmuştur. Birden fazla cephede Avrupalı düşmanlarla savaşan Osmanlı'nın, sık sık bedevi Arapların saldırıları ve yağmalamalarıyla karşılaşması ve savunduğu Arap topraklarında umduğu desteği bulamaması, derin bir "ihanet duygusu’na kapılmasına sebep olmuştur. Özellikle 1916 yılında Türk ordusuna yapılan karşı saldırıda yaralı Türk askerlerinin öldürülmesi, Türk subayları için affedilmez bir ihanet sayılmıştır. Buna rağmen Türk kurtuluş Savaşı ve Müslüman Türklerin Batı'ya karşı başarısı, başlangıçta bir Türk-Arap yakınlaşmasını sağlamıştır. Arap dünyasında etnik ve milliyetçilik ideolojisine dayalı "ulusal devletlerin kurulması" ve "Türkiye'de de lâikliğin benimsenmesi", ilişkilerin yeniden bozulmasına sebep olmuştur. Karpat'ın tespitlerine göre, günümüzde "Türklerin Araplarla ilişkileri değişkendir". Ancak bu ilişkilerin geliştirilmesi için de imkânlar müsaittir. ABD’nin Ortadoğu’daki rejim ve ideoloji tercihleri İslam ülkelerindeki siyasi akımlara İslamcı, laik, siyasal İslam, köktendinci gibi yakıştırmalar yapılmasının kaynağı olmuştur. İslami köktencilik ABD siyasetlerinin bir ürünüdür. Buna karşılık seküler ulusalcılık, onu düşman gören ABD tarafından sistemli olarak (önce Mısır, Irak, İran ve şimdi de Türkiye’de) zayıflatılmıştır. ABD yönetimi önceleri seküler bir ulusalcı hareketin Ortadoğu petrolünü ele geçirmesinden ve onu bölgesel amaçlar için kullanmasından korkmakta idi. Bugün ise yeni Ortadoğu haritası için bölgesel güçlerin ufalanması adına seküler rejimler hedef alınmaktadır. Sait Yılmaz, Güç ve Politika, Alfa Basım Yayın, İstanbul, 2008, s.226. Yüzyıllarca sürmüş olan Arap-Türk ilişkilerinde en önemli kopmanın nedeni, Türkiye’de laikliğin benimsenmesi ve Türk dili ve kültüründen Arap etkilerinin temizlenmesi oldu. 1923-1935 yılları arasında Şeriat mahkemelerinin kapatılması ile Arap kuşkularının en kötüsü gerçekleşmiş oluyordu. Öte yandan, Arapların bu değişimi neden üstlerine alındıkları da tartışma götürür. Bir çelişki olarak görünmesine rağmen siyasal İslam’da Batılılaşmanın ürünüdür. Siyasal İslam’a liderlik yapanlar teolog değildirler. Bu liderler seküler eğitim almışlar, Batı devrimci geleneğinden esinlenmişlerdir. Yılmaz, a.g.e. s.226. Arap – Türk göreli ilişkileri, Türkiye’nin Batı olan ilişkilerinin iyi olması neticesinde Türkiye’nin İsrail’i tanıması sonrası bozuldu. İsrail’in tanınması, Türkiye’nin İslam’a ve Araplara sırtını döndüğü konusundaki Arap inancını güçlendirdi. Türkiye’nin Araplarla arasındaki sorunların çoğu, İsrail’i tanıması ve İsrail ile kurduğu ilişiler nedeniyle ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan bu dönemde İsrail Kıbrıs sorununda Türkiye’yi de desteklememesi şaşkınlık yaratmıştır. Görünen o ki karşılıklı çıkarlar ve Batı yanlısı olmanın gerektirdiği tutum aleyhimize işlemiştir. Sırası geldiğinde karşı taraftan beklenilen destek bulunamamıştır. Bu dönemden itibaren Doğu ile yakınlaşma çabaları başladı. Ortadoğu’da kilit ülke İsrail’di. Ona yakın ve ondan uzak olanların duruşu önemliydi. Bu coğrafyada bazı ülkeler birleştirilmeye, bazıları bölünmeye çalışılacaktı. Avar, a.g.e. s.14. Sonuç olarak, Türkiye’nin asıl dış politika ayarlamalarında kesin değişikliğin söz konusu olmadığı, Türk-Arap ilişkilerinin geniş siyasal yükümlülüklerinden ziyade ticaret ve diğer teknik konularla ilgili ikili anlaşmalar biçiminde gelişeceği söylenebilir. Diğer taraftan, eğer Türkiye kendi ulusal bağımsızlığının siyasal geleneklerine sadık kalarak Ortadoğu politikasında bir rol oynayacak ve bölgedeki ve genel olarak üçüncü dünyadaki çıkarlarını harekete geçirecekse, Arap devletlerine karşı daha dostça bir siyaseti benimsemek zorunda olduğu açıkça ortadadır. KAYNAKÇA Arı, T. (2007). Irak, İran, ABD ve Petrol, Alfa Basım Yayın, İstanbul. Avar, B. (2009). Böl ve Yut, Remzi Kitabevi, İstanbul. Berman, M. (2004). Katı Olan Her şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları, İstanbul,. Brown, Carl L. “Introduction”, (ed.), Carl L. Brown, Diplomacy in the Middle East: The International Relations of Regional and Outside Powers, (London: I. B. Tauris&Company, 2004), s. 17(aktaran: Erdem Özlük, ORTA DOĞU İSTİSNACILIĞI: SÖMÜRÜNÜN YENİ KEŞİF YOLU, Akademik ORTA DOĞU, Cilt 2, Sayı 1, 2007, s.144). Çalışkan, K. (2008). ORTADOĞU SİYASETİ VE TOPLUMLARINI ANLAMA YOLLARI, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi No:39. Dursun, D. ORTADOĞUNUN EKONOMİK, SOSYAL VE SİYASİ YAPI ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE GENEL TESPİTLER. Demir, F. (2004). “Büyük Ortadoğu Projesi Beşeri Dönüşüm Planı”, 2023 Dergisi. Duran, B. (1996). Sekülerleşme Krizi ve Bir Çıkış Yolu Arayışı, Timaş Yayınları, İstanbul. Erdem, Ç. D. F. ORTADOĞU’DA OTORİTER REJİMLER: ORTADOĞU ARAP TOPLUMLARI’NIN TARİHSEL, SİYASAL VE SOSYO-EKONOMİK YAPISI ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME. Laroui, A. (1993). İslam ve Modernlik, Çev. Ayşegül Yaraman, (İstanbul: Milliyet Yayınları). Ortaylı, İ. (2000). 19 Yüzyıl Sonunda Suriye ve Lübnan Üzerine Bazı Notlar, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1, Ankara: Turhan Kitapevi Yay. Önder, H. M. (2012). Türkiye’nin Ortadoğu Barışına Etkileri, Uluslararası Stratejik Tahlil ve Araştırmalar Merkezi(USTAD), Çalışma no: 12. Öztürk, M. (2010). “Arap Ülkelerinde Osmanlı İdaresi”, History Studies, Middle East Special Issue. Öztürk, M. (1999). Tarih Felsefesi, Elazığ. Soykan, T. T. (2000). Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimler, İstanbul. Yıldız, Y. G. (2000). Global Stratejide Ortadoğu, İstanbul: Der Yayınevi. Yılmaz, S. (2008). Güç ve Politika, Alfa Basım Yayın, İstanbul. http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2689, (e.t: 02.05.2015). BOA. KKD 9, s. 85. (aktaran: Mustafa Öztürk, Ortadoğu Özel Sayısı / Middle East Special Issue 2010, s.339). 10