Academia.eduAcademia.edu

Nazan Maksudyan - Türklüğü Ölçmek

Nazan Maksudyan'ın Türklüğü ölçmek kitabı için yapılmış book reviewudur

TÜRKLÜĞÜ ÖLÇMEK Nazan Maksudyan' ın yazmış olduğu bu kitap çok değerli, tarihi gerçeklikleri gün yüzüne çıkarmak için eşsiz bir kitap olduğuna inandığım bir kitaptır. Kitapta Atatürk döneminde, bir ırkı üstün göstermek için yapılan her şeyi, "Bilimsel Irkçılığın" ne olduğunu ve buradan yola çıkarak Türkiye'de Antropoloji ve Antropolojinin gelişimiyle yaşanan olayları görüyoruz. Maksudyan, öncelikle ırkın ne olduğunu, ırkçılıkla bağlantılarını açıklamıştır. Darwin'e atfedilmesine rağmen aslında H.Spencer' a ait olan Survival of The Fittest teorisi, yani "Güçlü olan hayatta kalır" felsefesini ele almak gerekir ve toplum bilimine uyarlarsak, insanlığın zayıfları elediği ve üstün ırk ve milletleri yüceltecek bir mücadele içinde olması olarak değerlendirebiliriz. Ki Evrim Teorisi'nin tanımı da aynen böyledir; teori, yeryüzündeki çevresel koşulların sürekli değiştiğini, dolayısıyla dünya üstünde yaşayan toplulukların da yaşamlarını sürdürebilmek için yaşadıkları çevreye uyum sağlayarak sürekli değişmeleri gerektiğini savunur. İnsanların aklındaki ırk kavramının temelinde "genler" yatıyor. Almanlar zekidir, Fransızlar kurnaz, Türkler tembeldir, Siyahi ırk sanatta ve sporda başarılıdır çünkü hepsinin genlerinden gelen bir üstünlük vardır. Halbuki insanların -insanların diyorum çünkü ırk gibi bir kavrama inanmıyorum- davranışlarını ve becerilerini gene bağlamak değil de yaşam koşullarına yani sosyal ve ekonomik çevrelerine bağlamak daha doğru. Zenci gırtlağı nedir? Gerçekten, bilimsel olarak Zenci Gırtlağı diye bir terim var mıdır? Ya da Ussain Bolt gibi siyahi atletlerin sürekli yarışmalarda birinci olmasının nedeni nedir? NBA oyuncularının çoğunun siyahi olması ya da? Genetik midir yoksa başka sosyo-ekonomik koşulların getirdiği sonuçlar mıdır? Sonuç olarak bunlar üzerine düşünülmesi gereken, ciddi kafa yorulması gereken konulardır. Çünkü her şeyin nedenini ırka vurduğumuzda büyük bir ırkçılık sorunuyla hatta daha da ilerlerse faşizm sorunuyla karşı karşıya geliyoruz. İşte bu ırkçılık, "bilim" adı altında yeni dallar çıkartılıp, devlet tarafından kurulan enstitülerle desteklenmiş. Sadece Türkiye'de de değil -ki Türkiye'de bu tür şeylerin olduğunu niyeyse düşünmemişimdir- Avrupa ve Amerika'da da Beyaz Irkın üstünlüğünü kanıtlama çabasıyla Antropoloji Enstitüleri açılmış, üniversitelerde araştırmalar yapılmış, bir çok ünlü, adı duyulmuş "biliminsanı" ve araştırmacılar tarafından bu konuyla ilgili makaleler ve kitaplar yazılmış. 19.yüzyılın sonu 20.yüzyılın başında Avrupa'da patlama yapmış olan Antropoloji Kongreleri dikkat çekici aslında. Sonuç olarak dünyadaki ırklarla ilgili genel bir harita çıkarılmış. Sürekli dış görünüşten ırk tespit etme, kafa tası ve kemik yapısına bakarak zeka seviyesini ölçme gibi girişimlerde bulunulmuştur. Hatta suçlular ve yoksulların belli bir ırka sahip olduğunu savunulmuş yine ırk konusu gene bağlanmıştır. Burada akla şöyle bir soru geliyor yine, fiziksel özelliklerin, fiziksel değişimlerin nedeni çevresel koşullar olamaz mı? İnsanların ve hayvanların biyolojik yapısına göre adaptasyon diye bir şey vardır, yani yaşadığı coğrafyaya göre evrimleşir insan-ya da hayvan-. Yani 20.yüzyılda gerçek, bilimsel bilim bu kadar mı yetersizdi biyolojik yapıyı açıklamak için? Yoksa bilimsel bilim, bir takım insanların doğrularını "kanıtlamak" için kullanıldı mı? Her şeyin nedeni, her şeyin temeli ırk mıdır? Ne yazık ki Türkiye'ye baktığımızda da aynı şeyleri görüyoruz. Maksudyan'ı neden haklı bulduğumu ve aslında bir yandan da beni şaşırttığını kitaptan örneklerle göstermeden önce aslında böyle bir şeyin Türkiye'de de olduğunu çok küçükken bile sezdiğimi belirtmek isterim. Böyle bir şeyden kastım, Türklük mevzusu; henüz 2.sınıftayken, andımız ezberletilirken en sondaki "Ne Mutlu Türküm Diyene!" lafını söylerken yanımdaki kız söylemezdi ve ben de bir gün ona, eğer o da bizim gibi ezberlemeye çalışmazsa onu sınıf öğretmenine şikayet edeceğimi söylemiştim. O da "Ben Kürdüm" demişti. Ben de anlamamıştım tabii ki. Hatta alakayı dahi kuramamıştım. Kürt ne demekti onu bilmiyordum. O küçük kız nereden biliyordu onu da bilmiyordum. Akşam babamlara anlattığım da babam şaşırmış, yine "Halkı bu hale getirdiler işte" gibilerinden bir şeyler söylenmeye başlamıştı. Ama onların da rahatsız olduğunu anlamıştım. Ortaokuldaysa İstiklal Marşı'nın 10 kıtası, yine Andımız ve Atatürk'ün "Türk" Gençliğine Hitabesi zorla ezberletilirken kafamda bazı şeyler kurcalanmaya başlanmıştı. Neden benim varlığım sadece "Türk Varlığına" armağan oluyordu? Neden Atatürk sadece Türk gençliğine bir şey söylüyordu ki? Türk kimdi? Ben Türk müydüm? Türk kültürüyle büyümek Türklükse büyük ihtimalle Türk değildim. Çünkü annemler zamanında Kırımdan göçmüş olanlar Lazlardandı. Babamın tarafıysa İran tarafından göçmüş Acemler. Bu sorular aklımı kurcalarken belki de ırkın o kadar önemli olmadığını düşünmeye başladım. Bana göre hepimiz insandık sonuçta. Bu konuyu öylece kestirip attım sonradan. Hiçbir zaman neden hep Türklüğün vurgulandığını araştırmadım. Çok merak da etmedim. Hatta Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan bir adam tarafından, onun yetkisiyle empoze edildiğini fark etmedim bile-ya da sadece kabullenmek istemedim.-. Çünkü aslında bu kafatasçılıktan ve ırkçılıktan başka bir şey demek değildi ve bize öğretilen M.Kemal böyle biri değildi, hem "herkes" onu çok seviyordu. Yani böyle bir şeyin olması imkansızdı. Ama sanırım sadece benim için öyleymiş. Zamanla ailemden yaşadıklarını ve yaşananları dinledikçe ve önerdikleri kitapları okudukça hiçbir şeyin bana öğretildiği gibi olmadığını anladım. 10-11 yıldır bir yalanlar dünyasında yetişmiştim. Hepimiz öyleydik aslında. Tek parti döneminde kurulmuş Türk Ocakları, Türk halklarının tarihini ve kültürünü araştırmak için kurulmuştu. Milli Edebiyat dersi altında gördüğümüz isimlerden Halide Edip, Ziya Gökalp, Mehmed Emin gibi isimler bu çatı altında toplanmış ve Türk ırkını ilerletmek için çaba gösterenlerdendi. Ki Halide Edip'in Milli Mücadele döneminde Amerika'ya başvurup yardım isteme teklifi de ironiktir. 1931 yılında, M.Kemal'in CHP dışında herhangi bir resmi kurum istememesinden dolayı, çünkü hiçbir muhalefet istemez ülkede, Türk Ocakları CHP'ye katılır. Bir süre sonra Kemalizmin çok iyi bir biçimde benimsetilmesi ve gelecek nesillere de empoze edilmesi için çalışmalara başlanır ve 1934'te Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü kurulur. Burada amaç aslında açıktır; geleceği garantiye alma çabası. Aslında M.Kemal'in Türk ırkını yüceltme ve Türkleştirme çabasının nedenini şu açıdan yorumluyorum; Jön Türkler zamanında önde olan ideoloji Pan-Türkist ideolojiydi. O dönemde yazılan yazılar, çıkarılan dergiler hep Türklerin yüksek kültürünü, erdemlerini, önemli, yetenekli ve zeki kişilerin hep Türk olduğunu, medeniyetin Türklere ait olduğunu yazmışlar. Böylece Türkler hakkında bilinen yanlışları düzeltmiş oluyorlar ve kendi ırkıyla gurur duyan bir Türk halkı yeniden yaratılmış olunuyordu. İşte Jön Türklerin amacı da buydu; tek millet yaratılırsa tek halk olurdu. Böylece heterojen bir yapı homojen olacaktı. Bu söylemin tıpatıp aynısını, Çayan Demirel'in Dersim 38 Belgeseli'ni izlerken orada da duyuyoruz. Tabii ki de bu bir tesadüf değildir. Yapılan soykırımlar, sürgünler, yoksullaştırmalar ve Türkleştirme politikalarının üstü hep örtbas edilmiş, sanki yapılması gerekiyordu gibi gösterilmiş insanlara. Ama hiç kimsenin, sırf başka bir ırktan diye o insanları öldürmeye, acılar çektirmeye, kendi kültürünü ve yaşam tarzını elinden almaya hakkı yok. Üstüne üstlük bu yapılanların yıllar boyu "Şanlı Tarihimiz" diye anlatılması kadar aşağılık bir şey. Hocaoğlu S. Ertürk'ün Irkçı-Turancı Atatürk kitabında, M.Kemal'in askere alınacak kişilerin dahi kanının tahlil edilmesi gerektiği emrini vermesi, Türk ırkından olmayanların askeri mertebelere gelmesinin yasak etmesinin ırkçılıktan başka bir şey olmadığını belirtmekte. Ki yine, Dersim 38 Belgeseli'nde de aynı şeyi görüyoruz; Kürtlerin askere alınmamasını ister Atatürk. Çünkü askere giderlerse, silah kullanmayı öğreneceklerdir ve böylece isyan etmeleri daha kolaylaşacaktır. Bir yönden de bunu önlemek ister yani. Kitabı okurken dikkatimi gerçekten çeken ve beni şaşkınlığa uğratan bölüm Afet İnan'ın sözleri, aşağılık kompleksleri, Milli tarihin "Türk Tarihçiler" tarafından tekrar yazılması. Afet İnan'ın sürekli Türklerin üstün bir ırka sahip olmasından bahsetmesi, her güzel, iyi ve doğru şeyi Türklere ve Türk ırkına bağlaması hatta Çin medeniyetinin temelinin Türkler tarafından oluşturulduğu, kaliteli Türklerin göz kapağı, burun ve kafatası şemalarının çıkartılması, Anadolu'daki tüm medeniyetlerin Türk Irkına ait olduğunu söylemesi aslında gerçekten komik ve bir yandan da acınasıdır. Türk Tarihinin Ana Hatları kitabında, Heyetin bir kez daha kompleksli yapısı ortaya çıkmış, Fransızca tarih kitaplarında Türkleri küçülten ibarelerde bulundukları için bu kitabı yazdıklarını açıklamışlardır.Tüm dünyaya Türk ırkının yüce bir ırk olduğunu kanıtlama yarışına girmişlerdir. Türk Irkını aşağılayanları ya da kendi benimsedikleri gibi benimsemeyenleri direk olarak hedef haline getiriyorlardı ki bunu İstanbul Üniversitesi'nin müfredatının devrimi ve ilkeleri tam benimseyemediği ve bu nedenle doğru yayamadığı yönündeki söylemlerinden anlayabiliyoruz. Tarihin yeniden Türk ırkını yükseltecek şeklinde yazılması ise bilime ihanet olarak kabul edilmelidir. Tarih bilimi insanların ellerine kalemi alıp, kendi isteklerine göre yazıp, çizebilecekleri bir şey olamaz. Tarih bilimi en başta objektiflik gerektirir. Lakin yine o dönemde bilim adı altında bir çok oyunlar döndüğünü görebiliyoruz. İlginç olan başka bir husus ise o kadar topluluğun bir arada bulunduğu yerde nasıl Saf Türk diye bir şeyin varlığını düşündükleridir. Yemen'den, Mısır'dan Balkanlara kadar, 3 kıtada da toprağı olan bir İmpartorlukta nasıl Saf Türk kalmış olabilirdi ki zaten? 1935'te açılan DTCF'nin aslında adından da anlaşılabileceği gibi tek bir amacı vardır, kendi dillerini ki burada Güneş-Dil Teorisinden bahsediyoruz, kendi tarihlerini ve kendi coğrafyalarını öğretebilecekleri ve benimsetebilecekleri bir kurumdur. Açılmakta olan fakülte ve üniversiteler asıl niyeti özgür tartışma ortamı ve bilimsel araştırmaların yapılması değil aksine denetim altında tutulan "doğru bilgilerin" üretildiği ve öğretildiği, görünürde bilimsel olan kurumlar olur. Kısacası bugüne baktığımızda neden üniversitelerin bu halde olduğuna şaşırmamak gerekir belki de. Çünkü her gelen kendi doğrusunu öğretmeye çalışmaktadır ve her zaman çalışacaktır da. Türkiye'de Antropoloji'nin bölümünün açılması tabii ki de beklenir bir şey oluyor. İstanbul Üniversitesinde açılan bölüm beklenildiği gibi fiziksel antropolojiye kaymış yani iskelet sistemini inceleyen ve ona göre ırk ayrımı yapan antropoloji. Bu araştırma adı altında toplanan 372 kafa mevcutmuş. Devlet'in Antropoloji'ye teşvik çalışmaları başlamıştır bu sırada ve en büyük icraatı Türk Antropoloji Mecmuası olmuştur. 1925'te açılan Türk Antropoloji Tetkikat Merkezi'nin yine kendisi gibi biyolojik-ırkçı bir yayın organı. Beklendiği üzere yine Türk Irkı'nın üstünlüğünden bahsedilmiş, Kürtler, Ermeniler ve Rumlar olmak üzere diğer ırklardan farkını güya bilim adı altında açıklamıştır. Antropolojik bir başka çalışma olarak ise 64.000 kişinin üstünde gerçekleştirilen anketi görüyoruz. Araştırma için, 10 farklı bölgeye ayrılmış yerden, ırksal karakteri belirleyen on yedi farklı ölçüm yapılmış ve bu aletleri Sıhhat Bakanlığı (bugünkü Sağlık Bakanlığı) karşılamıştır. Bu incelemelere ayrıca ordu da destek vermiş, askerler denek için kullanılmıştır. Mecmua'da yayınlanan makalelerde Türk ırkının tüm ırklar arasında kabullenebilir bir yere sahip olduğunu dile getirmişlerdir. Anladığımız üzere özellikle 1930'ların başında başlamış olan Türkçülük propagandaları hiç hız kaybedilmeden neredeyse 1950'lere devam etmiş. Türk ırkını yüceltmek, lehte olan her şeyi bu ırkla bağdaştırmış, dünyaya Türk ırkının yüceliği ve üstün zekasıyla ilgili durmadan mesajlar gönderilmiş. Önceden de dediğim gibi kendi ırkını yüce ve üstün görmek başta kompleks gibi gözükse de aslında sadece faşist olmaktan kaynaklanabilir. Yapılan katliamların ve sürgünlerin başka bir açıklaması da olamaz ve eldeki tarihi kanıtlar varken de yalanlanamaz olduğu aşikardır. Bunun yanında amaç bir yandan da Ulusalcı bir ideoloji benimsetme, Milli bir güç ve gurur oluşturmadır. Bu yüzden de devletin her kademesine, özellikle bilim dalları adı altında, ırkçı isimler yerleştirilmiştir. Ardı ardına gelen Türk Tarih Tezi, Güneş-Dil Teorileri, Türk Tarih Kongreleri vs. hep bu amaç doğrultusunda ortaya çıkmış ve gerçekleşmiş şeyler. Ama sanırım Mustafa Kemal'in neden Afet İnan'dan -Fransızca kitapta Türkler Sarı ırktır yazması- bu olayı araştırmasını istediğini sormak lazım. Bazı düşüncelere göre Osmanlılık fikrini unutturmak içindi. Bazılarına göreyse Türklerin beyaz ırk olduğunu kanıtlamak içindi, çünkü eğer bu kanıtlanırsa dev, beyaz ırk olan güçler(İngiltere, Amerika gibi) Türklere diğer ırklara yaptıklarını yapmayacaktı. Lakin bu düşüncelerin hiçbiri Dersim olayını ya da Ermeni Soykırımını açıklamak için yeterli değil. Sonuç olarak keskin uçları törpülenmiş olsa da, hala süregelen tarih anlayışına etkileri devam etmektedir bu araştırmaların, özellikle de Türk Tarih Tezi'nin. Kitaptan dikkat çekilmesi gerek tabii ki de çok daha fazla nokta var. Belki de okurken "Yok artık, saçmalık bu." dediğim ama aslında düşününce korkutucu bir gerçekle karşı karşıya geldiğimiz noktalar mesela. Hangi şehirlerin Türk özelliğini taşımaması yani katledebilirlik özelliği vermesi gibi noktalar... Çoğu insan bu olanları kabul etmez ya da etmeyecektir. Ya gerçekten hoşuna gittiği için ya da Cumhuriyetin kurucusuna ve arkadaşlarına bunları yakıştırmadığı için. Kafasında başka şeyleri ya da kimseleri putlaştırdığı için kızdığımız insanlar gibi olmamak için, putlarımızı yıkmak için, daha açık görüşlü olmak için çabalamalıyız. Böylece yaşayacağımız sistemi biz seçebiliriz belki, seçtirilmeyiz.