ùøRAZ’DAN øSTANBUL’A
Türk-Fars Kültür Co÷rafyas Üzerine Araútrmalar
I
Kurtuba Kitap: 16
Türk Edebiyatı: 1
Isbn: 978-975-6743-74-4
T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Sertifika No:
16221
Editör
Ömür Ceylan
(Kurtuba Kitap)
© Kurtuba Kitap, 2010
Bu kitabın tüm yayın
hakları, Kurtuba Kitap’a
aittir. Kitabın tamamı
ya da bir bölümü izinsiz
olarak hiçbir biçimde çoğaltılamaz, dağıtılamaz.
Birinci Basım
Haziran 2010
(1000 Adet)
Baskı ve Cilt
A Ajans
Beysan San. Sit. No:32-4/G
Haramidere / İstanbul
(0212 422 79 29)
(Adil İnşaat Basım Yayın kuruluşudur.)
Adil İnşaat Basım Yayın Dağıtım Kırtasiye San. Tic. Ltd. Şti.
Sahhaflar Çarşısı No: 24-26 • 34450 - Bayez�d / İstanbul
Telefon: 0212 528 19 78-512 62 63 • Faks: 0212 512 91 20 • kurtuba@kurtubakitapcom
II
ùøRAZ’DAN øSTANBUL’A
Türk-Fars Kültür Co÷rafyas Üzerine Araútrmalar
Prof. Dr. Ahmet Kartal
İstanbul 2010
III
IV
Fikirleriyle bana ufuk veren, yetimemde büyük
katkıları olan ve 1996 yılında “Türk -ran edebî
ilikileri” konusuyla beni tanıtıran hocam Prof. Dr.
Mustafa SEN’e ükranla…
*
V
*
VI
Prof. Dr. Ahmet KARTAL
1968'de Kayseri*'nin Pınarbaı ilçesinde dodu. lk ve orta örenimini
Kayseri'de tamamladı. 1988'de Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat* Fakültesi Türk* Dili
ve Edebiyatı Bölümüne kaydoldu. 1992'de buradan bölüm ve fakülte birincisi olarak
mezun oldu. 1993'te Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalına aratırma görevlisi olarak
atandı. 1994'te YÖK ve MEB'in ortaklaa yaptıkları YLS sınavını kazanarak yurt dıında
yüksek lisans ve doktora yapma imkânını elde etti. Ancak, çeitli sebeplerden dolayı
gitmedi. 1994 yılında, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Prof. Dr.
Cihan OKUYUCU Bey’in danımanlıında eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî Kitâb-ı
Mahbûbiyye [nceleme – Metin] isimli çalıma ile yüksek lisansı; 1999 yılında, Prof. Dr.
Mustafa SEN Bey’in danımanlıında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde
Osmanlı Medeniyetini Besleyen Kültür Merkezleri (XI. Asırdan XVI. Asrın Sonuna
Kadar Türk Edebiyatı ve Fars* Edebiyatının Münasebetleri) isimli çalıma ile de
doktora örenimini tamamladı. 2002'de doçent, 2008’de profesör oldu. 16 yıl Kırıkkale
Üniversitesi’nde görev yapan yazar, hâlen Eskiehir* Osmangazi Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öretim üyesi olarak
çalımaktadır. Evli ve dört çocuk babasıdır.
Makalelerini Arayılar, Bilig, Bilim Yolu (Kırıkkale Üni. SBE Dergisi), Divan
Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, Türk* Dili ve Edebiyatı Makaleleri, lmî*
Aratırmalar, Türk Kültürü, Türk Kültürü ncelemeleri, Türk Yurdu, Türk Edebiyatı gibi
dergilerde yayımladı. Kültür ve Turizm Bakanlıı tarafından yayımlanan Türk Edebiyatı
Tarihi ve Anadolu* Selçuklu ve Beylikler Dönemi Uygarlıı ile Atatürk Kültür Merkezi
Bakanlıı tarafından neredilen Türk Dünyası Edebiyat* Tarihi’nde yayımlanmak üzere
bazı bölümler kaleme aldı. Çeitli uluslararası ve ulusal sempozyumlarda bildiriler
sundu. Kartal'ın Klâsik Türk iirinde Lâle (Akça Yayınları, Ankara* 1998), eyh Baba
Yûsuf-ı Sivrihisârî, Mevhûb-ı Mahbûb [nceleme-Metin-Sözlük-ndeks] (Eskiehir*
2000), Tuhfe*-i Remzî [Manzum Farsça-Türkçe* Sözlük] (Akça Yayınları, Ankara
2003), Basîrî ve Türkçe iirleri (Akça Yayınları, Ankara 2006), Üniversiteler çin Eski
Türk Edebiyatı Tarihi [Prof. Dr. A. Atillâ entürk ile birlikte] (Dergâh Yayınları,
stanbul* 2004, 2005, 2006, 2007, 2008, 2009) Eski Türk Edebiyatı Tarihi [Prof. Dr. A.
Atillâ entürk ile birlikte] (Dergâh Yayınları, stanbul 2007, 2008, 2009), Eski Türk
Edebiyatı Tarihi Metinleri [Prof. Dr. A. Atillâ entürk ile birlikte] (Dergâh Yayınları,
stanbul 2009), Klâsik Dönem Osmanlı Nesri [Prof. Dr. Cihan Okuyucu ve Doç. Dr. M.
Fatih Köksal ile birlikte] (Kriter Yayınları, stanbul 2009) ve Lügat-i Nâcî, Muallim
Nâcî (Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2009) isimli yayımlanmı dokuz kitabı
bulunmaktadır.
VII
VIII
ÇNDEKLER
Sunu ........................................................................................................XI
II. Baskı çin Sunu…………………………………………………………. XV
Klasik Türk Edebiyatı’nı Yeniden Tanımlamak ....................................... 1
Bölüm I
Türkistan’dan Yansımalar
Türk-Fars Edebî likileri ......................................................................... 13
Keke ehnâme'yi Yazmasaydım........................................................... 119
Türk’ün Hâfız Sevgisi Yahut Hâfız Türk’e Ne Anlatır?........................ 125
Türk Yazı Dilinin Gelime Çaları ........................................................ 132
Gazneliler Döneminde Türk Dili............................................................ 140
Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâ’is simli Tezkiresi ve XVI. Asırda
Yapılan Farsça ki Tercümesi ................................................................ 146
Alî îr Nevâî’nin Farsça iirleri............................................................. 189
Sâdıkî- Kitâbdâr’ın Mecma’u’l-havâs simli Tezkiresi ve Onda Yer Alan
Anadolulu âirler ................................................................................... 210
Sâ’ib-i Tebrîzî ve Türkçe iirleri ........................................................... 222
Bölüm II
Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminden Yansımalar
Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde iir ve âirler .............. 254
Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde Tasavvuf................................... 332
Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde lim ........................................... 344
Tercüme Edebiyatı ................................................................................. 360
Bölüm III
Osmanlı’dan Yansımalar
Klasik Türk Edebiyatı'nı Anlamak......................................................... 384
Yavuz Sultân Selîm Dönemi Edebiyatı.................................................. 396
Türk Edebiyatında Belâgat Çalımaları ve “Tezâd” le “Telmîh”
Sanatlarına Eletirel Bir Bakı ............................................................... 438
sti’âre Sanatına Eletirel Bir Bakı ve sti’âre Sanatının Necâtî Bey
Dîvânı’nda Kullanımı............................................................................. 454
IX
AHMET KARTAL
Klâsik Türk iirinde “Gül”ün Kullanımı ve Rüyada Görülü ekline Göre
Klâsik Türk iirinde “Gül”ün Kullanımı ve Rüyada Görülü ekline Göre
Yorumu .................................................................................................. 470
Yorumu .................................................................................................. 470
Türk’ün Fuzûlî Muhabbeti ..................................................................... 492
Türk’ün Fuzûlî Muhabbeti ..................................................................... 492
eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisârî ve Eserleri ............................................. 504
eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisârî ve Eserleri ............................................. 504
Kutbuddin b. Muhammed zniki ( ? - 821 H.) ve Râhatu’l-Kulub
Kutbuddin b. Muhammed zniki ( ? - 821 H.) ve Râhatu’l-Kulub
(Mukaddime-i Kutbuddîn) simli Eseri .................................................. 534
(Mukaddime-i Kutbuddîn) simli Eseri .................................................. 534
Manzum “Bosnaca-Türkçe” Sözlük Üzerine ......................................... 544
Manzum “Bosnaca-Türkçe” Sözlük Üzerine ......................................... 544
Bölüm IV
Bölüm IV
Mesnevî ve Mesnevî Literatürü
Mesnevî ve Mesnevî Literatürü
Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri ................................................. 554
Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri ................................................. 554
Eski Türk Edebiyatında Mesnevi ........................................................... 612
Eski Türk Edebiyatında Mesnevi ........................................................... 612
Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevisi Üzerine Notlar.................................... 706
Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevisi Üzerine Notlar.................................... 706
eyh Baba Yûsuf (? - öl. H. 918 st.)’un Kıyâfet-Nâmesi...................... 728
eyh Baba Yûsuf (? - öl. H. 918 st.)’un Kıyâfet-Nâmesi...................... 728
eyh Baba Yûsuf’un Uhuvvet le lgili Manzumesi .............................. 734
eyh Baba Yûsuf’un Uhuvvet le lgili Manzumesi .............................. 734
Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ında Yer Alan Fütüvvetle lgili Manzumesi
Gülehrî'nin Mantıku’t-tayr’ında
Mantıku't-tayr'ındaYerYer
Fütüvvetle
lgili Manzumesi
Gülşehrî’nin
alanAlan
Fütüvvetle
İlgili Manzumesi......741
................................................................................................................ 741
................................................................................................................ 741
Kaynakça................................................................................................ 751
Kaynakça................................................................................................ 751
799
Dizin....................................................................................................... 798
Dizin....................................................................................................... 798
X
SUNU
Kadîm bir millet olan Türklerin dillerinin geçmiinin, dil arkeolojisi
yöntemleri de kullanıldıında on bin yıla uzanan bir geçmii olduu tahmin
edilmektedir. Yine Türklerin kendilerine ait millî yazısının olduu, Türk
edebiyatının slâmiyet’ten önce inkiaf ettii, üst dil diyebileceimiz edebî bir
dil oluturularak onunla manzum ve mensur eserlerin yazıldıı ve çeitli türlerin
olutuu bilinmektedir. Ahmet Caferolu’nun belirttii gibi, Türkçe, asırlardan
beri çeitli gelime devreleri geçirmi, bazı tarihî sebeplerden dolayı geni
corafî alanlara yayılmı; tarihî gelimesindeki birçok amiller, çaına göre Türk
dilini, yaygın bulunduu sahanın resmî devlet ve yazı dili, devrine göre ise
durgun ve fazla ilerlemeyen bir unsur olarak kalmaya mecbur etmitir. te bu
kitapta yer alan yazılar, bir yönüyle Türkçenin tarih sahnesindeki bu
yolculuundan bahsederken, dier yönüyle, “Müslüman Türklerin Arap ve Fars
edebiyatlarının etkisi altında ve slâm öncesi edebî birikimlerinin bir devamı
olarak kendi zevk ve anlayılarıyla ilk örneklerini Asya’da Fars diliyle verip ran
edebiyatının geliimine katkıda bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra
Türkçenin slâmî kültür ve edebiyat geleneklerine adapte olmasıyla da Osmanlı,
Çaatay ve Azerî sahaları merkez olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra
ettikleri, öz ve ekil itibarıyla klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak
kaydıyla vücuda getirdikleri edebiyat” olarak tarif ettiimiz Klasik Türk
Edebiyatı’nın oluumunun ve geliiminin izlerini aratırıp hüviyetini ortaya
koymayı amaçlamaktadır. Bu kitapta yer alan yazıların bir kısmı ise, Selçuklu
hükümdarı Alp Arslan’ın Malazgirt’te 1071 yılında Bizanslıları bozguna
uratmasıyla birlikte Türk yurdu hâline gelen Anadolu ’da kurulan Anadolu
Selçuklu Devleti, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı Devleti dönemindeki dil,
edebiyat ve kültürel faaliyetler ile o dönemlerde yetien bazı ilim adamı ve
airlerin biyografileri üzerine yapılan çalımaları ihtiva etmektedir.
Yaklaık altı asır kesintisiz olarak devam eden, köklü ve derin bir geçmie
sahip olan Klasik Türk Edebiyatının bütün yönleriyle anlaılabilmesi ve salıklı
bir ekilde deerlendirilebilmesi, Yeni Fars Edebiyatının oluum dönemleri ile o
dönemlerde mevcut olan Türk edebiyatının durumunun tarihî seyir itibariyle
aratırılması ve incelenmesi ile mümkün olabilir. Bu ilk dönemle ilgili
aratırmalarda öncelikle Arap ve Fars edebiyatlarının da mukayeseli bir ekilde
dikkate alınıp incelenmesi gereklidir. Türk edebiyatının Arap edebiyatından çok
Fars edebiyatı ile iliki içerisinde bulunduu, slâm medeniyeti esaslarına göre
oluan Yeni Fars Edebiyatının gelimesinde özellikle Türk asıllı hükümdarların
ve Farsça iir söyleyen Türk asıllı airlerin büyük rolü olduu malumdur.
Bundan dolayı bu inceleme ve aratırmayı yaparken öncelikle Fars edebiyatının
dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca konu Türkçe ile Farsçanın tarihî seyir
içerisindeki münasebetleri, beraberlikleri ve karılıklı etkileimlerini de göz
*
*
*
*
XI
AHMET KARTAL
önünde bulundurmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak bu ekilde hareket edildii
zaman salıklı bir sonuca varılacaı ve Klasik Türk iirinin gerçek deerinin
ortaya konulabilecei kanaatindeyiz. Yoksa özellikle XIX. asrın ikinci
yarısından sonra özellikle Batılı müsteriklerin öncülüünde dile getirilen ve
günümüzde de genel kabul gören “Klâsik Türk iirinin herhangi bir geçmiinin
olmadıı”, “tamamen Fars kültürünün etkisinde kaldıı”, “Fars iirinin taklidi
olduu”, hatta “tamamen ran zevkini taıdıı” gibi hiçbir ilmî gerçee
dayanmayan ve sübjektif bakı açısını yansıtan görülerin aırlıı devam
edecektir. Bundan dolayı burada yer alan yazıların belli bir kısmında bu konu
yeniden ele alınarak Fars edebiyatının balaması ve gelimesi, Türklerin Fars
edebiyatının gelimesindeki yeri, Türk ve Fars edebiyatının karılıklı etkileimi
ve Anadolu ’da oluan Osmanlı dönemi edebiyatı ve bu edebiyatın Fars edebiyatı
ile münasebeti üzerinde durulmu, okuyucunun dikkati bu konuya çekilerek ona
yeni bakı açıları kazandırılmaya ve çeitli ufuklar verilmeye çalıılmıtır.
Ayrıca çeitli verilerden hareketle bazı sonuçlara ulaılmaya gayret edilmitir.
Elinizdeki kitap, biri yayımlanmamı olmak üzere 1996-2007 tarihleri
arasında çeitli dergilerde yayımlanan 20 makale ile, ikisi ulusal dördü uluslar
arası sempozyumda sunulan 6 bildiri metninden olumaktadır. Yazılar
konularına ve ihtiva ettii corafyaya göre tasnif edilmeye çalıılmı ve
“Türkistan’dan Yansımalar”, “Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminden
Yansımalar”, “Osmanlı’dan Yansımalar” ve “Mesnevî ve Mesnevî Literatürü”
isimli dört bölüm balıı altında toplanmıtır. Yazıların yayımlandıı dergiler ile
sunulduu sempozyumlar, her makalenin ve bildirinin sonunda belirtilmitir.
Kitapta “Türk Fars Edebî likileri” balıı altında yer alan çalıma, daha
önce yayımladıımız u makalelerden hareketle ve konu yeniden ele alınarak
oluturulmutur: “Farsça’da Türkçe Kelimeler ve Fars Edebiyatı’nda “Türk”
Kavramı le lgili Unsurlar”, Bilig, 11, 31-54 (1999); “Klâsik Türk Edebiyatının
ran Edebiyatı ile Münasebeti Üzerine Düünceler”, Türk Yurdu, 700. Yılında
Osmanlı Özel Sayısı, 148-149, 246-266 (1999-2000); “Karahanlı, Gazneli ve
Selçuklu Saraylarındaki Edebî Faaliyetler Üzerine Düünceler”, Bilig, 17, 55-70
(2001); “Anadolu’da Farsça iir Söyleyen airler (XI-XVI. Yüzyıllar)”, Türkler,
7: Ankara, 682-95 (2002); "Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili
Üzerine Düünceler", Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı
Bildirileri (20-26 Eylül 2004), Ankara, 1685-724 (2004); "Türk Fars Edebi
likileri", Türk Edebiyatı Tarihi, Editörler: Talat Sait Halman vd., Cilt 1, Kültür
ve Turizm Bakanlıı Yayınları, stanbul, 2006, 300-318.” “Türkçe Mesnevîlerin
Tertip Özellikleri” ve “Eski Türk Edebiyatında Mesnevî” balıklı yazılarda ise
bazı küçük ilavelerde bulunulmutur. Bunların dıındaki çalımalarda ise, çok
küçük birkaç husus hariç, ilk yayımlanmı veya sunulmu ekillerine mümkün
mertebe balı kalınmıtır. Makalelerin sonunda yer alan “Kaynakça”lar ise,
eserin sonunda “Kaynakça” balıı altında bir araya getirilmitir.
*
*
XII
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Bilindii gibi aynı konu etrafında yapılan çalımalarda, ister istemez
tekrarlara düülmektedir. Bunlar ayrı zamanlarda ayrı dergilerde
yayımlandıklarında fazla dikkati çekmezler. Ancak bu çalımalar toplanıp bir
araya getirildiklerinde ise dikkati çekerler. Bu kitapta yer alan ve benzer
konularda yazılmı olan çalımalarda bu tip tekrarlar bulunmaktadır. Bu durumu
okuyucuların dikkatine ve hogörüsüne sunmayı uygun buluyoruz.
Buraya almadıımız ve özellikler ran edebiyatında ve Türk edebiyatında
yazılan ortak konulu mesnevilerin mukayesesinden oluan çalımalarımız ile
Türkçeye Farsçadan tercüme edilen, hatta bazen Türkçe erhleri de yapılan
Farsça eserlerle ilgili çalımalarımızı ayrı bir kitapta bir araya getireceimizi de
burada belirtmek istiyoruz.
Türk kültür tarihi ile edebiyat tarihine bir nebze olsun katkı salayacaını
ümit ettiimiz ve ilgililere faydalı olup onlara yeni ufuklar açacaını
umduumuz bu eserin yayımlanmasında önemli desteini gördüüm aziz
kardeim Prof. Dr. Ömür CEYLAN’a, yayımlanmasını üstlenen Kriter Yayınevi
yetkililerine, sayfa düzenini yapan Ayten BALAÇ’a, bazı makaleleri bilgisayar
ortamında yazan Aratırma Görevlileri Iılay Pınar ÖZLÜK ve Öznur
ÖZDARICI’ya çok teekkür ediyorum.
Prof. Dr. Ahmet KARTAL
24 Ekim 2008, Kırıkkale
XIII
XIV
II. Baskı çin Sunu
iraz’dan stanbul’a isimli kitabımızın ikinci baskısında, ilk baskısında
görülen bazı eksiklikler ve aksaklıklar giderilmeye çalıılmıtır. Bunun yanında
“Türk-Fars Edebî likileri”, “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri” ve “Eski
Türk Edebiyatında Mesnevî” balıklı yazılar tekrar ele alınarak geniletilmi ve
güncellenmitir. “Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde iir ve âirler”
balıklı yazı, “Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde Dil ve Edebiyat”
(Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 1, 2008, s. 95-168) isimli
çalımamızdan hareketle ve konu yeniden ele alınarak oluturulmutur. lk
baskıda olmayan “sti’âre Sanatına Eletirel Bir Bakı ve sti’âre Sanatının
Necâtî Bey Dîvânı’nda Kullanımı”, “Manzum “Bosnaca-Türkçe” Sözlük
Üzerine” ve “Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevisi Üzerine Notlar” isimli makaleler
ise ilâve edilmitir. Bunların dıındaki çalımalarda ise, çok küçük birkaç husus
hariç, ilk yayımlanmı veya sunulmu ekillerine mümkün mertebe balı
kalınmıtır.
Eserin ikinci baskısının yayımlanmasında önemli desteini gördüüm aziz
kardeim Prof. Dr. Ömür CEYLAN’a, yayımlanmasını üstlenen Sahhaflar
Yayınevi yetkililerine, eserin hazırlanmasında yardım ve desteini gördüüm
deerli kardeim Yard. Doç. Dr. smet anlı’ya teekkür ediyorum.
Prof. Dr. Ahmet KARTAL
05 Mart 2010, Eskiehir
XV
XVI
RAZ’DAN STANBUL’A
KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN
TANIMLAMAK
Bugün klasik Türk edebiyatı olarak isimlendirdiimiz edebiyat, genel
teamül olarak XIII. asırdan itibaren Dehhânî ile balatılmakta ve ran
edebiyatının taklidi olarak nitelendirilmektedir. Ahmet Atillâ entürk hocamızın
da dikkat çektii gibi, milletlerin dil ve edebiyatları, kısa sürede oluması
mümkün olmayan, ortaya çıkıı, balangıcı bilinmeyen, çok uzun süreli
zamanlara kadar uzanan yeteneklerindendir. Dehhânî Anadolu ’da güçlü bir eser
verebilmise, bunu kendinden önce temel oluturmu, fakat tarihin tahribatı
sebebiyle bugün elimize ulaamayan dier güçlü eserlerin varlıı sayesinde
ortaya koyabilmitir. Yine XI. asırda Türk edebiyatının büyük eserlerinden olan
Kutadgu Bilig nazme-dilebilmise, bu ancak Türklerin çok uzun yıllar öncesine
kadar uzanan bir nazım tecrübesi ve geleneinin sonucu olabilir. Hiçbir dil ve
millet boyacı küpüne daldırılıp çıkartılmı gibi kısa bir sürede renkli edebî
eserler ortaya koyma yetenei gösteremez (2004: 6). Onun için biz klasik
edebiyatın tanımını yapmadan önce, onun oluumu ve geliimi hakkında bilgi
vermeyi uygun görüyoruz.
Türkler , ulaılabilen en eski belgelerden anlaıldıına göre, anadilleriyle
edebî eserler üretme geleneini tarih sahnesinde görülmeye baladıkları ilk
dönemlerden itibaren gerçekletirmilerdir (entürk 2004: 6). Nitekim
slâmiyetten önceki Hun , Göktürk ve Uygur dönemlerinden elimize ulaan
verilere göre, Türklerin kendilerine ait millî yazısının olduu, Türk edebiyatının
slâmiyetten çok önce, inkiaf ettii, üst dil diyebileceimiz edebî bir dil
oluturarak onunla manzum ve mensur eserlerin yazıldıı ve çeitli türlerin
olutuu görülmektedir. Ayrıca Türkler tarihî süreç içerisinde temas halinde
bulundukları kültürlerden kelime alıp verme konusunda da hiçbir zaman
çekingen ve tutucu davranmamılardır. Bunun yanı sıra Çin , Hint , ran , Arap ve
Roma gibi köklü medeniyetlerle sürdürdükleri kültür temasları boyunca da
sürekli olarak yeniliklere açık bir tavır sergilemilerdir (entürk 2004: 6). Bu
kültürlerden aldıkları deerleri, kendi deerleriyle meczedip onlara kendi
renklerini vermiler, onları kendilerine mal ederek ortaya yeni ve orijinal eyler
çıkarmılardır. Vambéry’nin Türklerin yenilikçi bir yapıya sahip olduklarını,
ranlıların ise uygarlıkça Türklerin önünde bulunduklarını iddia ederken kapalı
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
1
1
*
*
*
KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK
AHMET KARTAL
bir toplum olup geçmi deerleriyle övündüklerini vurgulamı ve Türklerin yeni
olan her eyden istifade edip onu kendi birikimleriyle yourarak kendilerine mal
ettikten sonra, ortaya yeni eyler çıkardıklarını, bundan dolayı da ranlılardan
daha ileri olduklarını kaydetmesi (1993: 20; Kartal 2006a: 304) özellikle bu
hususa açıklık getirmektedir. Hatta Gazneli ve Selçuklu devletleri döneminde
oluan iir üsluplarına verilen isimler, Türklerin o dönemlerdeki Fars dili ve
edebiyatındaki fonksiyonları açısından dikkat çekicidir. Nitekim Gazneli
Mahmûd ile Sultân Mes’ûd ’un Irak ’taki fetihlerinden sonra, Horasanlı olan
Selçuklular burada aralıksız yayılma göstermi, Irâk-ı Âcem ve Irâk-ı Arab’da,
Irak ve Horasan zevkleri ve kültürleri imtizaç ederek bu dönem iirinde açıkça
görülebilen bazı deiiklikler olmutur. Bu bölgede oluan bu yeni iir tarzına
“sebk-i Selçûkî (Selçuklu üslubu )” ismi verilmitir (Bahâr 1349: II/66). Aynı
ekilde yine Gazneliler muhitinde Türklerin etkisiyle oluan ve gelien iir
tarzına ise “sebk-i Türkistânî (Türkistan üslubu )” denmektedir (Vanlıolu vd
1994: 262). Hatta Alî îr Nevâyî ’nin Fars dili ile parlak iirler ve tatlı sözler
ortaya çıkaran Türk asıllı âirlerin varlıından bahsetmesi (1996: 169) de bu
bakımdan manidardır. te Türklerin cihanümul devletler kurmalarının
arkasındaki sebeplerden birisi de, hiç üphesiz, bu farklı kültürlere rahatça uyum
salayıp onları benimseme ve sindirme yetenei olmalıdır. Bunun bir neticesi
olarak Türk dili , yerine göre bilim ve sanat dili olma ve amacını en mükemmel
biçimde ifade edebilme gücüne kavumutur. Bugün Türkçe hem edebiyat hem
de bilim dili olarak ihtiyaca cevap verebiliyorsa, bunda hiç üphesiz tarih
boyunca edindii zenginliklerin büyük rolü vardır (entürk 2004: 6).
Yama Türkleri tarafından kurulup Dou ve Batı Türkistan ’da hüküm süren
Karahanlıların X. asrın ortalarında tamamen Müslüman olmalarından sonra,
Türk tarihinde yeni bir dönem balamıtır (Yazıcı N., 1992: 80, 93). Türk
toplumunu yeniden yapılandıran bir ahlâk ve inanç nizamı oluturan slâmiyet,
bir inanç ve ahlâk nizamı olarak Türk toplumunun yapısını meydana getiren bir
medeniyet olmutur. Böylece Türk toplumunun slâmiyet öncesi niteliklerinden
bir kısmı, inanç, fikir ve gönül olarak balanılan yeni medeniyetle birlikte terk
edilmi, bir kısmı daha da kuvvetlenirken, pek çok yeni nitelikler de fertlerin
ahsiyetine ve toplum hayatına katılmıtır (Özakpınar 1997: 32-3). Bundan sonra
Türk – slâm medeniyeti adı verilen tarihî geliimin temelleri atılmı ve yeni bir
sentez halinde Türk-slâm kültürü olumaya balamıtır. Balayan bu yeni
oluum dier alanlarda olduu gibi kendisini edebiyatta da göstererek, özellikle
bu dönemde önemli bir Türk-slâm merkezi haline gelen Dou Karahanlıların
bakenti Kagar ’da, slâmî Türk Edebiyatının bilinen ilk eserleri muhatabın1
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
1
hsan Fazlıolu, buradaki “muhatab” kavramı üzerinde u önemli tasnifi yapmaktadır (Fazlıolu
2003: 157):
a-Muhatab, ilme yeni balayan ve yalnızca Türkçe bilen bir örencidir [Muhatabın örenci olması].
*
2
2
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Türk olması hasebiyle Hakanî Türkçesi ile yazılmıtır. Nitekim daha sonra aynı
özellie sahip Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devletleri döneminde Türkçe eser
verilirken, muhatabın özellikle halkın Fars olduu Gazneli ve Selçuklu
dönemlerinde Farsça eserler verilecektir.
Karahanlılar , özellikle de Gazneliler ve Selçuklular döneminde, kültür ve
sanat hayatının ilerlemesinde üç dil kullanılmıtır. Bunlar, ilmî hayatta
kullanılan Arapça , edebî dil olan Farsça ile saray ve orduda konuulan
Türkçedir. Sâmânî saltanatının üzerine kurulan Karahanlı (Zerrînkûb 1371: 48),
özellikle de Gazneliler (Nu’mânî 1368: I/44), hazır buldukları devlet tekilatını,
daha önce içinde bir parçası olmaları, aynı yönetim ile gelenein içinde
bulunmaları sebebiyle alıp fazla bir sıkıntı çekmeden devam ettirmilerdir.
Bunda üphesiz dönemin artları da etkili olmutur. Çünkü Türk devletlerinin
kurulduktan hemen sonra, fetih hareketlerine baladıkları dikkat çekmektedir.
Ancak devlet tekilatı oluturmak için belli bir zamana ve artlara gereksinim
olduu malumdur. Bundan dolayı da gerek Gazneliler, gerekse Selçuklular vakit
kaybetmemek için hazır olanı alıp hiçbir komplekse girmeden benimseyip
kullanmılardır. Böylece devletin yazıma usulleri de dier pek çok kurum gibi
bu devletler döneminde aynen devam ettirilmitir. Bunun yanında bu Türk
devletlerinde yaayan Türkler , Türkçe konuuyorlardı. Her ne kadar elimizde bir
belge olmasa da, bu devletlere balı Türklerin saraya herhangi bir sebeple
yaptıı müracaatlarını yazılı veya ifahi olarak Türkçe yaptıkları muhakkaktır.
Hatta mahallî lisanlar da kullanılmakta ve bu dilleri tercüme edebilecek
görevliler hazır bulundurulmaktaydı (Palabıyık 2001: 50-51). Burada u noktaya
dikkat çekmek istiyoruz. Orta çada kurulan Türk-slâm devletlerinde "devlet
dili"nin bazılarında Arapça, bazılarında Farsça olduu iddiaları fazla önem
taımaz. Çünkü son asırlarda millî devletlerin teekkülü ile ortaya çıkan "resmî
dil" anlayıını Ortaçalarda aramak doru deildir. O devirlerde gerek yazıma
gerek konuma dilinin tayininde en önemli faktör yönetilen halk idi. ran
sahasında ve Arap memleketlerinde idareyi Türkçe ile yürütmek mümkün
deildi. Öyle olunca Türklerin gelimi edebî dili ve kendi yazıları olduu hâlde
Arapça ve Farsçanın yanında Türk dilinin devletler ölçüsünde
umumîlememesini tabiî karılamak gerekir (Kafesolu 1988: 381-82). Nitekim
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
b-Muhatab, eserin içerisindeki bilgileri kullanacak, yalnızca Türkçe bilen siyasi ya da medenî bir
meslekî sınıfa mensup kiidir [Muhatabın meslekî bir sınıf olması].
c-Muhatab, eserin içerdii bilgilerin kamuya maledilmesi için seçilen bölgedeki youn Türk nüfusudur.
Baka bir deyile yazar veya mütercim genel fayda için eserinin etki ve kullanım alanını geniletmeyi
hedeflemektedir [Muhatabın Türkçe konuan halk olması].
ç-Muhatab, eserin kendisine sunulduu, yalnızca Türkçe konuan Sultan ya da etkili-yetkili bir devlet
adamıdır. Baka bir deyile muhatab, eserin ithaf edildii siyasî-idarî hakimiyet odaının konutuu
dildir [Muhatabın siyasî-idarî irade olması].
d-Hiçbir pratik hedef gütmeden yalnızca Türkçe dil bilincine dayanan telif ve tercüme faaliyetinde
muhatab kiinin dil bilincinin varlııdır [Muhatabın dil bilinci olması].
*
*
*
*
*
3
3
KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK
AHMET KARTAL
Beylikler dönemi Türk kültürü üzerine kurulan ve halkı Türklerden oluan
Osmanlı Devleti'nin yükselii ile Osmanlı Türk dili ve kültürü, saray ve ordunun
yanı sıra yüksek memurların da dili olmutur (Hourani, 1997: 119). Yine bu
dönemlerde, özellikle de edebî eserlerde Farsçanın kullanılmasında, genel
teamüle göre Farsçanın gelimi bir dil olarak görülmesinin etkili olduu da
muhakkaktır. Bunun yanında millî hisleri oldukça kuvvetli olan ve yönetilen
konumunda bulunan Farsların bu duygularını küllendirmek için kullanılmı
olabileceini de göz önünde bulundurmak gerekir (bak. Riyâhî 1995; lhâme-i
Miftâh 1374; Sıddîk 1384: 18-22). Esasında Farsçanın bu dönemlerde slamî
kültür çevresine uyum göstermenin geçi dili hüviyetine sahip olduunu da
burada belirtelim.
Özellikle Yeni Farsçanın oluumundan sonra meydana gelen Fars iirinin
oluumu ve geliimi üzerinde, iire sempati ile yaklaıp âirleri destekleyen
Karahanlı , özellikle Gazneli ve Selçuklu sultanları ile o dönemlerde Farsça iir
söyleyen Türk asıllı âirlerin önemli bir yere sahip olduu ve Fars iirinin
muhtevasının belirlenmesinde de etkili oldukları görülmektedir. Bu da, bu
dönem iirinin Fars iiri mi, yoksa Farsça iir mi olarak isimlendirilmesinin
doru olacaı konusunu gündeme getirmektedir. Geliim sürecine bakıldıı
zaman (Kartal 1999/2000, 2001, 2004; Karaismailolu 2001) Fars iiri yerine
Farsça iir denilmesinin daha uygun olduu görülmektedir (Arı 2003). Çünkü
Ferruhî-i Sîstânî, Menûçihrî-i Damgânî, Mu’izzî-i Semerkandî, Hakanî-i îrvânî,
Nizâmî-i Gencevî, Katrân-ı Tebrîzî, Emîr Hüsrev-i Dihlevî , Sâ’ib-i Tebrîzî,
Bîdil ... gibi yazdıı Farsça eserlerle büyük bir kısmı ran Edebiyatında birinci
derecede yer igal eden, daha sonraki dönemlerde de birçok muakkıp edinen
Türk asıllı âirler tarafından yazılan Farsça iirler, bu bakıla tekrar incelenmeye
tabi tutulduunda, bu dönemlerde oluan edebî zevke, Türk edebî zevkinin
sirayet ettii görülecektir. Hatta bu iirin özünde Türk millî hissi, Türk sanat
anlayıı, Türk örf, âdet, gelenek ve inançlarının önemli bir yere sahip olduunun
nianı konumunda olan “Türk” kavramının önemli bir kullanım alanına sahip
olduu müahede edilecektir. Hatta bu iirlere Türkçenin metrik yapısının
yansıdıı dahi hissedilecektir. Nitekim Türk asıllı Nizâmî-i Gencevî’nin
eserlerinde bu husus rahatlıkla müahede edilmektedir. Bundan dolayı Nizâmî-i
Gencevî ile Hâfız-ı îrâzî’nin iirleri ve bunların yapıları göz önünde
bulundurulduunda bu husus net olarak kendisini göstermektedir.
Gazneli ve Selçukluların egemen oldukları yıllarda, slâm dünyasında
büyük fikrî ve edebî gelimelerin olduu dikkat çekmektedir. Bu duruma etki
eden en önemli faktör, X. asrın ilk yıllarından itibaren Maveraünnehir ve
Horasan çıkı noktası olmak üzere bütün slâm dünyasında etkili olmaya
balayan Türklerin varlııdır (Karaismailolu 2000: 2). Bu konuda ran edebiyat
tarihçisi Zebîhullah Safâ , “Kuruluu slâm medeniyetinde ve özellikle ran’da
büyük bir deiimin balangıcı olan en büyük Türk devleti, Selçuklu
Devleti’dir.” (1372: 10; Karaismailolu 2000: 2’den) diyerek duruma açıklık
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
4
4
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
getirmitir. Gazneli özellikle Selçuklular dönemi Dou iiri için âdeta bir
deiim dönemidir. Bu Arapça , Farsça ve Türkçe iir için aynı derecede etkin
olan bir deiim ve gelimedir. iirde üslûp farklılıı olumu, düünce ve hayal
aırlık kazanmaya balamı, maddî hisler ve dı dünyaya yönelik gözlemler
yerini manevî hislere ve iç dünya zevklerine bırakmıtır. iirde çok açık bir
ekilde dinî, ahlâkî ve tasavvufî diye nitelendirilen bir bakı ve algılayı, dier
bir ifadeyle dinî hissiyat öne çıkmıtır (Karaismailolu 2001: 14). Bu dinî
hissiyat ise kendisini Sünnî ve Hanefî çizgide oluan bir dindarlık olarak
göstermektedir. Hatta daha Gazneliler döneminde saray âirleri, Sultân Mahmûd
ve oullarını överken din ve adalet adına mücadeleden bahsetmilerdir. Ayrıca
Gazneliler döneminde yaayan Unsurî (Kedkenî 1366: 534), Ferruhî-i Sîstânî
(Yûsufî 1373: 399-402; Kedkenî 1366: 492) ve Menûçihrî-i Damgânî (Kedkenî
1366: 516; Cokuner 2002: 30-37)’nin ve Selçuklu döneminde yaayan Hakanî-i
îrvânî (Kezzâzî 1368: 201-5, 208-10), Lâmi’î-i Dehistânî’nin (Kedkenî 1366:
648) iirlerinde slâm ve slâmî akideden kaynaklanan tasvirler sıkça yer aldıı
görülmektedir. Yine Selçuklular dönemine kadar Arapça iirde younlukla;
Farsça iirde kısmen yaygın örnekleri bulunan balıca arap, kadın ve
müstehcenlik olmak üzere maddî zevkler üzerine söylenen iirler, bundan sonra
ancak nadir örnekler olarak görülür. Türk hanedanlarına mensup saray
çevresinde oluan, siyasî bir muhteva taıyan ve iîlik davasında bulunan
iirlerin de bu dönemlerde oldukça azaldıı dikkat çekmektedir (Karaismailolu
2001: 16).
Anadolu’nun, Türkler tarafından fethedilmesinden sonra, iktisadî refahın,
düünce özgürlüünün ve düzenli devlet idaresinin hâkim olduu, güzel
sanatların gelitii bir saha (laydın 1974: 770) olması ve Anadolu Selçuklu
sultanlarının tıpkı Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu sultanları gibi âirlere ihsanda
bulunmaları, ilim adamlarına lâyık oldukları ikram ve himayeyi
göstermelerinden dolayı (Uzunçarılı 1948: 295) Anadolu’ya Orta-Asya, Suriye ,
Irak , ran taraflarından bir çok âlim, mütefekkir ve sanatkâr gelmitir
(Uzunçarılı 1948: 288; ayrıca bak. Riyâhî 1995: 73). Anadolu’da gerek
Dânimendliler gerekse Selçuklular döneminde ilmî ve edebî faaliyet önce saray
muhitinde balamı, müteakiben bu faaliyet II. Kılıç Arslan’ın oullarının
valilikleri zamanında ehirlerdeki ehzade muhitlerine de sirayet etmitir.
Özellikle sükun ve asayiin iyice salanmasıyla Anadolu’da hummalı bir içtimaî
ve fikrî hareket kendini göstermitir (Uzun-çarılı 1948: 288).
Bu dönemde Anadolu ’da Türkçe , Rumca , Ermenice Arapça ve Farsça
olmak üzere be dil konuulmaktaydı (bn Bibi1996: I/141). Anadolu
Selçukluları zamanında da Selçuklu döneminde olduu gibi edebiyat dili Farsça,
ilim dili ise Arapça idi. Ayrıca bu dillerden Farsça resmî dil olarak kullanıldıı
için telif edilen eserlerin büyük bir kısmı Farsçadır. Özellikle söylemi olduu
Farsça iirlerle hem Fars dilinin hem de Fars edebiyatının oluumu, geliimi ve
klasik mahiyet alıında önemli bir yere sahip olan Türkler , özellikle Anadolu’ya
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
5
5
*
*
KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK
AHMET KARTAL
gelip burayı vatan edindikten sonra, hakim unsur olan Türklere hitap etmek için
artık iirlerini Türkçe olarak söylemeye baladılar. Bu dönemde söyledikleri
mısra, beyit, gazel, kaside ve mesnevî formundaki Türkçe iirlerle Evhaduddîn-i
Kirmanî, Dehhânî , Mevlânâ , Sultân Veled Yûnus Emre ve Nâsırî Ouz
Türkçesinin bir edebiyat dili olarak geliiminin bayraktarlıını ve öncülüünü
yapmılardır (Kartal 2006). Mikail Bayram, yaptıı kütüphane taramaları
neticesinde, Anadolu Selçukluları zamanında, 230 küsur eser telif edildiini,
bunlardan 20 tanesinin müellifinin meçhul olduunu, geriye kalan eserlerin 80
müellif tarafından yazıldıını belirttikten sonra, bu eserlerden 145’inin Farsça,
68’inin Arapça, 15’inin Türkçe olarak kaleme alındıını, birkaç eserin de
Süryanice ve Ermenice olduunu söylemektedir (2004: 107). Bu manzara
Anadolu Selçuklu Devleti ’nin hem karıık kültürlerden olutuunu hem de çok
dilli bir ortam sunduunu göstermektedir. Bu da her topluma kendi diliyle hitap
eden çeitli eserlerin yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli iirlerin
(mülemma) yazılmasına da zemin hazırlamıtır. Çünkü bu tip toplumlarda her
dilin kendine has farklı ilevleri vardır ve her biri belirli bir amaç ve durum için
kullanılır. te çok dilli iirler de bu durumun ilevsel bir yansımasını sergilerler
(Johanson 1993: 29). Hatta bu tip davranıın özellikle zengin bir sözlü edebiyat
geleneine sahip olan Ouz Türkçesinin aruz vezniyle söylenilen edebî
metinlerde de kullanılmasıyla edebî olarak etkin bir hâle gelmesine yardımcı
olduu görülmektedir. Yani bu mülemma iirler edebî açıdan fazla ilenmemi
olan Ouz Türkçesinin ilenmi olan dillerin özellikle de Farsça ve Arapçanın
çatısı altında talim imkânı elde ettii söylenebilir. Nitekim Köprülü’nün
deerlendirmesiyle Horasan ve Maveraünnehir âirlerinin oldukça etkin bir
dönemde aruzla iir yazmaya Türkçe-Farsça mülemmalarla baladıkları
(Johanson 1993: 34-35) gibi Anadolu’da da aynı durumla karılamaktayız.
Nitekim Anadolu'da yazılan ilk Türkçe iirin Türkçe-Farsça mülemma bir gazel
olması bunu göstermektedir (Bayram 2005: 209). Tabiî ki burada Johanson’un
ifade ettii gibi, bu dönemde modern tarzda dil ve millet bütünletirilmedii için
son dönemlerdeki millî dile sadakat veya dil milliyetçiliinin olmadıı da
hatırlanmalıdır. Ayrıca Orta Ça Avrupa edebiyatında olduu gibi dil tercihi
sanatçıların milliyetine göre deil, edebî türe göre belirlenmekteydi (1993: 28).
Anadolu Selçuklu Devleti’nin Mool baskısıyla zayıflayıp yıkılmasından
sonra, bulundukları bölgelerde kurulan yönetimler, Türkçeye dayalı bir idareyi
tercih etmilerdir. Çünkü bu beylerin hükmettikleri kitleler hep Türkçe
konuuyor, kendileri de genellikle Türkçeden baka dil bilmiyorlardı. Bundan
dolayı Arapça ve Farsçaya yönetim mekanizmasında ihtiyaç duyulmamıtır.
Böylece Beylikler dönemi, Türkçenin yazı dili olarak gelimesinde bir milat
olmutur. Artık yönetim dili Türkçelemi; bilimin, özellikle de sanatın
koruyucusu, Türkçeyi tercih edince entelektüeller de Türkçeye yönelmilerdir
(Develi 2006: 46-47). Bu bilinçlenme ile Türkçeye verilen önem neticesinde,
Türkçe artık bir ilim ve edebî dil olma yolunda önemli adımlar atarken, Farsça
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
6
6
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
eserler de verilmeye devam edilmitir. Bu dönemlerde Anadolu’da Ouz
Türkçesine dayalı yazı dili olarak gelien Türkçenin dıında, Eski Türkçe,
Karahanlıca ve arkasından Harezmcenin mirasını devralıp yine yazı dili olarak
gelien Çaatayca ile dil boyu ve Mısır’daki Memluk Devleti’nde gelien
Kıpçakça da dikkat çekmektedir (Develi 2006: 47).
Bu dönemden itibaren Anadolu 'da olumaya balayan edebî Türk dili ,
Yıldırım Bâyezîd devrinde sarayın tam anlamıyla kurumsallamasıyla birlikte,
geliimini devam ettirmi ve Anadolu’da Türkçe yazılan edebî eserlerin
sayısında birden bire artı olmutur (Kalpaklı 2003: 43). Osmanlı Devleti’nin
kültür ve medeniyet alanında ilerleme devri olan XV. asırda, özellikle
stanbul’un fethi, daha önce balayan edebî kıpırdanmaları daha da
güçlendirmitir. Bu dönemde özellikle Fâtih’in stanbul’u dünyanın önemli
kültür merkezlerinden biri hâline getirmek için sanatkârları, bilginleri ve âirleri
burada toplamaya balaması, ehzadeler II. Bâyezîd’in olu Korkud ve Ahmed
ile Fâtih Sultân Mehmed’in olu Cem’in etrafında edebî çevrelerin teekkül
etmi olması, bu yüzyılda edebiyatın hızlı geliimine katkılar salamı (Tekin
1995), ranvârî gazel ve kasideler kendisini net olarak göstermeye balamıtır.
XVI. asır Türk kültürü ve medeniyeti ve buna paralel olarak Türk sanatı ve
edebiyatının hızla gelierek mükemmeli yakaladıı bir dönemdir. stanbul’un
dönemin önemli bir kültür merkezi hâline geldii bu dönemde, artık klasik
hüviyete sahip eserler kaleme alınırken kendilerini ranlı meslektaları
seviyesinde gören Anadolulu âirler, onlardan daha büyük olduklarını ifade
etmekten çekinmemeye balamılardır. Artık Türk iiri tekamül ederek tam
anlamıyla olumutur. Bu iir dili oluurken Osmanlı âiri, ecdadı olan Gazneli
ve Selçuklu dönemi âirlerinin Farsça olarak söyledikleri ve kendilerine tevarüs
eden iirleri, kavramları, üslubu ve tarzı bazen muhafaza ederek bazen de Türkçe
olarak ifade etmeye balamı ve gelitirerek gerçekten merhum Prof. Dr. Ali
Nihad Tarlan'ın ifade ettii gibi "medeniyet âlemine büyük bir iftiharla
sunabileceimiz bir sanat mahsulü" (1990: 90) hâline getirmitir. Bundan dolayı
Anadolu'da gelien Türk edebiyatını anlamak için Türkistan 'da Türk asıllı
hükümdar ve âirlerin destei ve hamilii ile gelien Farsça iirin iyi ekilde
analiz edilip anlaılması gerekir. Çünkü klasik iirimiz yukarıda ifade ettiimiz
gibi, tohumu Türkistan'da Farsça olarak atılan iirin Anadolu'da Türkçe ile ifade
edilmesinden baka bir ey deildir. Yani Osmanlı âirinin ran iirinden istifade
etmesi, esasında ecdadının zevkiyle, anlayııyla, düüncesiyle tezyin edilip
Farsça oluturulan yadigarının Anadolu’da Türkçe olarak ifade edilmesi olarak
kendini göstermektedir. Mevcut olan edebiyat, zaten bu filizlenmenin
Anadolu’da gerçekletiini net olarak göstermektedir. Burada unutmayalım ki,
Hasibe Mazıolu’nun da dikkat çektii gibi klasik âirlerimiz, özellikle XV.
asırdan itibaren aırlıklı olarak kendi duygu ve düüncelerini, yaayılarını,
çevrelerini, gelenek ve göreneklerini, atasözlerini ve deyimlerini, kısaca tümüyle
kendi benliklerini Türk ve ran asıllı âirlerin birlikte oluturdukları ortak
*
*
*
*
*
*
7
7
*
KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK
AHMET KARTAL
mefhum ve kavramlarla yourup ekillendirerek ran iirinden ayrı bir Türk iiri
meydan getirmilerdir (1982: 112). Bu dönem edebî ürünlerine bakıldıında
Osmanlı âirinin Fars edebiyatıyla olan ilikisinde eziklik duygusu içinde deil,
bilakis ranlı âirle rekabet duygusu içinde olduu açıkça görülmektedir. Özgün
iir peinde olduu müddetçe, Fars âiriyle boy ölçüebilecei düüncesinde
olan Osmanlı âiri, daima özgün olma gayreti içerisinde bulunmutur. Çünkü
usta âir için iirde taklidin yeri yoktur. Onun için de Osmanlı âiri baka
âirlerden, özellikle de Fars âirlerinden farklı tarzlarda ve ekillerde iir
söyleme çabası içerisinde bulunmu ve bunda belirli oranda baarılı olmutur
(Mengi 2000: 167). Bunun en net göstergesi ise, Fars edebiyatının gözlere,
genilemesine görünmesine ramen, bizim klasik edebiyatımızın youn bir
anlam derinliine sahip olmasıdır2. Nitekim onda, bizim klasik edebiyatımızdaki
2
Klasik iirimizin bu hususunu Haydar Ali Diriöz tarafından tahlil edilen eyh Gâlib’in u beytinde
görmek mümkündür (Diriöz 2003: 30-32):
Gösterüp mir’ât hüsnün Îsi-i mu’ciz-deme
Hasta-i nevmîd idüp çem-i suhan-gû koymı ad
“Güzelliin, nefesi mucize olan sa’ya, ayna göstererek, onu, ümitsiz bir hasta edip, sonra ona, söz
söyleyen göz adını koymu”
Beytin esasını, kapalı ve açık söyleni vasıflarıyla, (göz) tekil etmektedir. Divan Edebiyatının, zikri
geçen mazmunları arasında (çem)in bir vasfı, (bîmâr, hasta)dır. Bu aynı zamanda (Îsi -i mu’ciz-dem)le
ilgilidir. Çünkü, Hazret-i sâ’nın mucizelerinden birisi, (hasta)lara ifa vermektir. (Göz)ün bu kapalı
vasfının yanında, bir de, açık söyleni (suhan-gû) vasfı bulunuyor. Aslında beytin aırlık merkezi bunun
üzerine kurulmutur. (Bîmâr) vasfı gibi, bu (suhan-gû) vasfı da, (Îsi -i mu’ciz-dem) ile alakalıdır. Zira,
sa’nın mucizelerinden birisi, kendisinin beikte konumasıdır, (suhan-gû) olmasıdır. (Hasta-i nevmîd)
ile (çem-i suhan-gû), bir arada olunca, bize ümitsiz ve aır hastaların, ancak gözleriyle konuabildikleri
imajını vermektedir. Bundan baka, ümitsiz aır bir hastanın, kendisinden geçince, ölüp ölmediini
anlamak için, azına ayna tutarlardı. Bunu (gösterib mir’ât) sözlerinden anlıyoruz. (Mir’ât) ile (suhangû), (papaan) mazmununu ortaya çıkarmaktadır. Çünkü, papaana konumayı, ayna ile öretirlermi.
Hâfız’ın u beyti, meseleyi etraflıca izah etmektedir:
Der pes-i âyine tûtî sifetem dâte end
Ançi Ostad-i ezel goft begu mîgûyem
Mânâsı: “Beni bir papaan gibi, ayna arkasında tutmulardır. Bu sebeple, ben, ancak (Ezel üstadı)nın,
bana, “söyle” dediini söylüyorum.
Burada eyh Gâlib’in, papaan mazmununu vermesi, bir yönden , (göz)ün bakılarının, tatlı olduunu,
söylemek içindir. Çünkü, papaanın edebiyatımızdaki vasfı, (eker-hâ)lıktır.
Hazret-i sa gibi, ölüleri dirilten bir peygamberi, (hasta-i nevmîd) eden bir (hüsn), lâhî bir güzellik
olacaına göre, Gâlib burada, Tasavvufa girmi bulunmaktadır. Bilindii üzere, eya ve mezâhir,
(Cemâl-i Mutlak)ın güzelliklerini aks ettiren, birer aynadır. Mezâhir aynasından hangisine bakılırsa,
(Hüsn-i Mutlak)ı görmek mümkündür. O halde, air: (Tanrım! Güzelliin, nefesi mu’cize olan sa
Peygamber’e ayna göstermitir.) demekle, unları anlatmak istemitir:
“lâhî! Sen ona, cemâlinin aksini göstererek, kendine cezbettin. O da Sana kavumak itiyakıyla göe
çıktı. Ancak O, (mâsivâ)dan tamamıyla kurtulamamıtı. Üzerinde, dünyaya ait bir ine bulunduu için,
(fenâfillah) mertebesine, yani Sana eriemedi. Yarı yolda, 4. kat gökte, (Felek-i ems)te kaldı. Bu
8
8
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
derinlie tesadüf edilmez. Bundan dolayı da ran edebiyatını anlamak kolay, bizim
edebiyatımızı kavramak ise güçtür. Bu da Türk iirinin Fars iirinden yukarıda
dikkat çektiimiz yönlerinin yanında, özellikle anlam derinlii bakımından ayrı bir
hüviyete sahip olduunu göstermektedir. Özellikle Batılı bilim adamları, gerek
yukarıda dikkat çektiimiz hususları göz önünde bulundurmamalarından dolayı,
gerekse klasik edebiyatımızı dıtan inceleyip derinliine inemedikleri için
müterek kavramlara bakarak onu ran edebiyatının bir kopyası zannetmilerdir
(Diriöz 2003: 32). Burada dikkat çeken dier bir husus da, Türk iirinin özellikle
kemiyet itibariyle daima gelierek tekamüle doru giderken, Gazneli ve Selçuklu
dönemlerindeki Türkün hamiliini kaybeden ran iirinin Gibb’in ifade ettii gibi
“asla kurtulamayacaı bir kısırlıa maruz” kalmasıdır. Câmî ile klasikliini
tamamlayan ve gerilemeye balayan ran iiri, XV. asırda ne ise XX. asırda da o
olmutur. Her ne kadar ara dönemlerde çeitli aamalardan geçmise de, bu sadece
kelime seçimi ve ifadede ufak deiiklikler olarak kalmıtır. Asla köklü deiiklik
ve yeni bir hayat ifadesi olmamıtır. Hatta Câmî döneminde söylenenlerin ifade
eklini ve mecazlarını deitirerek, fakat asla öze dokunmadan ve yeni konular
ilâve etmeden söylemeye devam etmilerdir (Gibb 1999: I-II/43).
te bu noktada yukarıda belirttiimiz gibi Türkistan ’da Fars dili ve
edebiyatının oluumunda ve geliiminde olduu gibi, Anadolu ’da Türkçe ile
oluan bu edebiyatın keyfiyet ve kemiyet itibariyle oluumunda, geliiminde ve
hüviyetinin belirlenmesinde etkili olan bu Türk asıllı olup Farsça iir söyleyen
âirlerin de Türk edebiyatı tarihinde yer almaları gerekliliini düünüyorum.
Bugün edebiyat tarihlerimizde sınırlı da olsa Mevlânâ ’ya, Sâib-i Tebrizî’ye yer
verdiimiz gibi Nizâmî-i Gencevî’ye, Hüsrev-i Dihlevî’ye, evket-i Buhârî’ye
Ferruhî-i Sistânî’ye vb. de yer vermemiz, o insanlara karı olduuna inandıım
vefa borcumuzu eda etmemize bir vesile olacaı kanaatindeyim. Nitekim bu
âirler her ne kadar iirlerinde Farsçayı kullansalar da, Türk gibi düünüyorlar,
Türk gibi hissediyorlar, Türk gibi algılıyorlar ve Türk gibi yaıyorlarlardı.
Ancak bu hislerini, duygularını ve düüncelerini ifade ederken, konjonktür
gerei, dil olarak Farsçayı kullanıyorlardı. Ayrıca bu iirlerde Türkçe
kelimelerin yanında “Türk” kavramının etrafında çeitli kullanımlara da yer
vermeyi ihmal etmiyorlardı (bak. Kartal 1999, 2004; Merçil 1978;
Karaismailolu 2001; ükürlü 2002; Köprülü 2003: 219; Emirçupani 2001)
Burada, özellikle u hususun, göz önünde bulundurulması gerektiini
*
*
*
*
*
*
*
*
sebeple, Sana kavumak ümidini kaybetti. Senin verdiin mu’cizeyle, ölüleri dirilttii ve hastalara ifâ
verdii hâlde, kendisi, ümitsiz bir hasta oldu.” [….]
Yalnız, urasını belirtelim ki, beyitte geçen (âyîne) ve (papaan) mazmunları, baka bir yönden de
Hazret-i sa ile alakalıdır. Çünkü, aynada görünenlerin hiç birisi, kendinden deildir. Birer akisten
ibarettir. Papaan da öyledir. Kendiliinden konumaz. Kendine öretilenleri söyler. Hazret-i sa da,
peygamber olduu için, sadece, kendisine vahyolunanları tebli etmitir. sa’nın (âyîne) ve (papaan)a
tebih edilmesinin vechi budur.
9
9
KLASK TÜRK EDEBYATI’NI YENDEN TANIMLAMAK
AHMET KARTAL
düünüyoruz. Eserin hüviyetinin olumasında, malum olduu üzere, muhatabın
anlayıı ve algılayıının önemli olmasından dolayı bu âirlerin belli bir noktada
eserlerine kendi ruhlarını yansıtırken muhatap olarak aldıkları halkın anlayı ve
algılayıını da yer yer yansıtmayı ihmal etmedikleri dikkat çekmektedir. Bu ise
doal olarak karılanması gereken bir durumdur.
Bütün bu açıklamalardan sonra, yukarıda çizmeye çalıtıımız çerçeveden
hareketle klasik edebiyatımızı u ekilde tanımlayabiliriz:
Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında ve slâm
öncesi edebî birikimlerinin bir devamı olarak kendi zevk ve anlayılarıyla ilk
örneklerini Asya’da Fars diliyle verip ran edebiyatının geliimine katkıda
bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçenin slâmî kültür ve edebiyat
geleneklerine adapte olmasıyla da Osmanlı, Çaatay ve Azerî sahaları merkez
olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz ve ekil itibarıyla
klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak kaydıyla vücuda getirdikleri
edebiyattır.
*
*
*
"Klasik Türk Edebiyatını Yeniden Tanımlamak", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prof. Dr. Abdülkadir Karahan Anısına I.
Uluslararası Klasik Türk Edebiyatı Sempozyumu, 12-13 Nisan
2007, stanbul, 61-72.
*
10
10
BÖLÜM I
Türkistan ’dan Yansımalar
*
RAZ'DAN STANBUL'A
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında ve slâm
öncesi edebî birikimlerinin bir devamı olarak kendi zevk ve anlayılarıyla ilk
örneklerini Asya’da Fars diliyle verip ran edebiyatının geliimine katkıda
bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçenin slâmî kültür ve edebiyat
geleneklerine adapte olmasıyla da Osmanlı, Çaatay ve Azerî sahaları merkez
olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz ve ekil itibarıyla
klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak kaydıyla vücuda getirdikleri
edebiyat Klasik Türk Edebiyatı olarak isimlendirilmektedir ( Klasik Türk
Edebiyatını Yeniden Tanımlamak).
Yaklaık altı asır kesintisiz olarak devam eden, köklü ve derin bir geçmie
sahip olan Klasik Türk Edebiyatının bütün yönleriyle anlaılabilmesi ve salıklı
bir ekilde deerlendirilebilmesi, Yeni Fars Edebiyatının oluum dönemleri ile o
dönemlerde mevcut olan Türk edebiyatının tarihî seyir itibariyle aratırılması ve
incelenmesi ile mümkün olabilir. Bu ilk dönemle ilgili aratırmalarda öncelikle
Arap ve Fars edebiyatlarının da mukayeseli bir ekilde dikkate alınıp
incelenmesi gereklidir. Türk edebiyatının Arap edebiyatından çok Fars edebiyatı
ile iliki içerisinde bulunduu, slâm medeniyeti esaslarına göre oluan Yeni
Fars Edebiyatının gelimesinde özellikle Türk asıllı hükümdarların ve Farsça iir
söyleyen Türk asıllı airlerin büyük rolü olduu malumdur. Bundan dolayı bu
inceleme ve aratırmayı yaparken öncelikle Fars edebiyatının dikkate alınması
gerekmektedir. Ayrıca konu Türkçe ile Farsçanın tarihî seyir içerisindeki
münasebetleri, beraberlikleri ve karılıklı etkileimlerini de göz önünde
bulundurmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak bu ekilde hareket edildii zaman
salıklı bir sonuca varılacaı ve Klasik Türk iirinin gerçek deerinin ortaya
konulabilecei kanaatindeyiz. Yoksa, XIX. asrın ikinci yarısından sonra,
özellikle Batılı müsteriklerin öncülüünde dile getirilen ve günümüzde de genel
kabul gören “Klasik Türk iirinin herhangi bir geçmiinin olmadıı”, “tamamen
Fars kültürünün etkisinde kaldıı”, “Fars iirinin taklidi olduu”, hatta
“tamamen ran zevkini taıdıı” gibi hiçbir ilmî gerçee dayanmayan ve
sübjektif bakı açısını yansıtan görülerin aırlıı devam edecektir. Burada bu
konu yeniden ele alınarak Fars edebiyatının balaması ve gelimesi, Türklerin
Fars edebiyatının gelimesindeki yeri, Türk ve Fars edebiyatının karılıklı
*
*
*
*
*
*
*
*
13
13
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
etkileimi ve Anadolu ’da oluan Osmanlı dönemi edebiyatı ve bu edebiyatın
Fars edebiyatı ile münasebeti üzerinde durulacaktır.
*
Fars Dili ve Edebiyatı’nın Ortaya Çıkıı ve Yeni Farsça
*
Hind-Avrupa dillerinin bir kolu olan Fars dili , en aaı 2500 yıllık bir
maziye sahiptir. Eski Yunan tarihçilerine ve Avesta’ya göre, ran ’da
Akamenidler devrinde az çok inkiaf etmi bir edebiyat mevcuttu. Eski ran dili,
ilkönce Avesta dili ile resmî dil olan kadîm Fars dili ubelerine ayrılmı;
zamanla deien kadîm Fars dili, Ekâniyân ve Sâsâniyân döneminde Pehlevî
adını almıtır (Tarlan 1944: 1). Pehlevî dili ve yazısı, slâm’dan sonra II. ve III.
asırlara kadar kullanılmı, daha sonra resmiyetini kaybetmitir. Ancak, bu dili ve
yazıyı V. asra kadar Zerdüti mubed ve hirbodları, dinî yazımalarında
kullanmaya devam etmilerdir (Atalay 1996: 43). Sâsânîlerden bugüne bazı
kitabeler kalmıtır. Bunlar önce üç dil ile -Yunanca-Güneybatı ranca veya
Sâsânî-Kuzeybatı ranca veya Ekanî-, sonra Sâsânî ve Ekâni dilleriyle, daha
sonra ise sadece Sâsânî dili ile yazılmılardır (Atalay 1996: 43). Ayrıca bu
dönemde iir söylendii; bunların, dakik vezinli, tam kafiyeli, edebî sanatların
çok az ve mısraların 5-11 heceli olduu belirtilmektedir (Atalay 1996: 44).
slâmiyet’le birlikte ran dili ve edebiyatında köklü deiiklikler olmutur.
Bu durumu Celâleddîn-i Humâî, u ekilde dile getirmitir (1340: 271):
*
*
*
“Her siyasî ve dinî inkılâbın ve milletlerin birbirleriyle kaynamasının akabinde
edebî bir inkılâbı arkasından taıdıı açıktır. Bu hüküm kendisini, slâm`dan sonra
hem ran edebiyatında hem de Arap edebiyatında gösterdi.”
*
*
slâm dininin etkisiyle inançlarda, ilimlerde ve âdâbda yenileme, ranlıların
Araplar ve dier milletlerle karıması ve özellikle dilin deimesi ve tahrifine
esas olan amillerin etkisi altında Farsça lisanlarda çeitli deiiklikler ve
farklılıklar olumu ve Farsça ekillenip u anki hâlini almıtır (Karaismailolu
1999: 15).
Arapların ran ’ı istilası sonucu, Zerdüt dininin yerini slâmiyet aldı. Arap
dilinin Fars diline tesiriyle tedricen Pehlevî dili yok oldu ve onun yerini Arap
harfleri aldı. slâmî ilimleri örendikten sonra, bunlarla ilgili telif ve tercüme
eserlerle itigal ettiler. iirin üslûbu deierek Arap iirinden etkilendiler
(Humâî 1340: 271-73).
Abdülmelik b. Mervân’ın (65-86/685-705) zamanından itibaren ran ’ın
batısında Irak ’ta defter ve divanlar Pehlevîceden Arapçaya aktarıldı. Halife
Hiâm bin Abdülmelik (105-125/724-743)’in son yıllarına kadar Horasan ’da
bulunan münilerin çounluu Mecusî olduu için, idari ilerde Orta Farsça
kullanılmıtır. Ancak hicrî 124 yılında Yusuf bin Ömer’in aldıı bir kararla
kendi ilerinde ve yazımalarda müriklerin çalıtırılmaması ve Farsça
kullanılmaması kararlatırıldı. Bundan sonra bütün ran’da Arapça tek idarî dil
*
*
*
*
*
*
*
*
14
14
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
oldu. Böylece Pehlevî lehçesi ve yazısı giderek yerini Arap diline ve yazısına
bıraktı (Karaismailolu 1999: 15; Hânlerî 1366: I/307-8).
Artık yerli halkın büyük bir kesimi Arapça yazmaya ve iir söylemeye
baladı. Seâlibî (ö. 1037), Maveraünnehir ’den Endülüs’e kadar bütün slâm
dünyasındaki o yılların ve kendisinden bir önceki neslin airlerini
memleketlerine göre tanıttıı Yetîmetü’d-dehr isimli eserinde, Sâmânîler
döneminde sadece Horasan ve Maveraünnehir’de Arapça iir söylemi olan 119
aire yer vermitir (Karais-mailolu 1999: 15; Hânlerî 1366: I/308). Ayrıca Arap
edebiyatındaki deiimde, Beâr b. Bürd (ö. 167/783), Mervân b. Ebî Hafsa (ö.
181/797), Ebû Nüvâs (ö. 198/813) ve yüzlerce Fars asıllı kiiler önemli rol
oynamıtır (Karaismailolu 1999: 15; Humâî 1340: 275).
Arapça kelime ve bileiklerin Farsçaya girii ve Pehlevî Farsçasının yava
yava terkedilmesi, bu karımanın çoalması, bazı Arapça sarf ve itikak
kaidelerinin dahi bu dilde yer alması, ranlıların Arap dilini ve slâmî bilimleri
iyice örendikleri zamandan itibaren gerçeklemitir (Karaismailolu 1999: 15).
slâmdan sonra öncelikle Horasan ve Maveraünnehir ’de Farsça konuan
halkın dili hâline gelen ve Pehlevî dilinin devamı olan Derî Farsçası, zamanla
deime, gelime ve Arapça ile karıma neticesinde, hicrî üçüncü ve dördüncü
asırlardaki eserlerde görülen ekle girdi. Arap dilinin Fars diline tesiri
neticesinde tedricen Pehlevî dili yok oldu ve onun yerini Arap harfleri aldı
(Karais-mailolu 1999: 15; Humâî 1340: 271). Bu ekilde oluan yeni dile
Celâleddîn-i Humâî, “Fârisi-yi slâmî (slâmî Farsça)” veya “Fârisi-yi Tâze
(Yeni Farsça)” denilmesi gerektiini belirtir (1340: 471). Hicrî üçüncü asırdan
itibaren balayan, Maveraünnehir ve Horasan’da revaç gören bu dil ile önce
airler iir söylemiler, sonra yazarlar da onları örnek alarak eserlerini bu dille
yazmılardır. Bu dil tedricen yayılarak konuma diline de sirayet etmitir
(Humâî 1340: 487). Pehlevî lehçesi ve Farsçanın dier ubelerinin kullanım
alanı gittikçe daralmı ve bugünkü duruma ulaılmıtır (Karaismailolu 1999:
15).
Yeni Farsça , IV./X. asrın balarından VII./XIII. asrın balarına kadar
tedricen ran ’daki resmî ve edebî dil olma özelliini kazandı. Bu Farsçanın
gelime ve oluma dönemi VII. asrın balarına kadar sürdü. Bu asırlarda kaleme
alınmı eserlerde sesli ve sessiz harflerin yazımında, fiil kiplerinin ve ön
edatların kullanımında daha çok olmak üzere birçok farklılıklar bulunmaktadır
(Karaismailolu 1999: 15).
Yeni Farsça , balangıçta ran ’ın dou ve kuzey dousunda, yani Horasan ve
Maveraünnehir ’de yaygınlatı. Selçukluların sonlarına kadar yaamı olan
airlerin ekserisi, ülkenin bu bölümündendi. V./XI. asrın ortalarında yazılmı
olan Lugât-i Furs’ta zikredilen airler çounlukla Buhara, Semerkand, Herat,
Belh, Merv ve Tus, Serahs veya daha uzak kuzey dou veya Horasan’ın dier
yerleim merkezlerindendi (Karaismailolu 1999: 15).
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
15
15
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
slâmiyet’ten sonra Farsça ilk iir söyleyen kiiler, kaynaklarda
Muhammed bin Vâsıf (Atalay 1996: 52-3) ve Behrâm-ı Gûr (Avfî 1906: I/20;
Dawlatsháh 1901: 28-9) olarak belirtilmektedir. Bunlara ilave olarak, en eski
airler arasında Hanzala-i Bâdgîsi (Lazard 1964: 12), Muhammed bin Vasîf-i
Sigzî (Lazard 1964: 13-15), Bessâm (Lazard 1964: 16), Muhammed bin
Muhalled (Lazard 1964: 17), Mahmûd Varrâk-ı Herevî (Lazard 1964: 18), Fîrûzi Marıkî (Lazard 1964: 19-20), Ebû Suleyk-i Gurgânî (Lazard 1964:21-22),
ehîd-i Belhî (Lazard 1964: 23-39), Ferâlâvî (Lazard 1964: 40-46), Mes’ûdî-i
Mervezî (Lazard 1964: 47) ile ran ’ın mehur komutanlarından olup 137/754
yılında öldürülen Ebû Müslim-i Mervezî’nin de isimleri zikredilmektedir
(Atalay 1996: 53).
Farsça iir yazmayı ilk deneyenler Arapça yazıp Farsça konuan airlerdi.
Yeni Farsça iir, daha evvel, aslen ranlı muharrirler tarafından Arapçada da
kullanılmı olan mesnevî ekli müstesna, ekil ve muhteva bakımından, hemen
en mühim hususiyetlerini Arap edebiyatından aldı. Böylece Arap tesiri altında
ilk ran iiri meydana gelirken, daha dorusu âdeta Arap edebiyatı içinden, yeni
ran edebiyatı doup kemale ererken, iirle alakadar olan bilgiler, Farsça yazan
airlerin verdikleri misallere istinaden Arapçadan alınan kaidelere intibak
ettirilmee balandı. lk olarak Arap aruzuna ait eserler Farsçaya tatbik edildi
(Râdûyânî 1949: 3-4).
Bölgede Arapça iir söyleyen airlerden sonra ortaya çıkan Farsça iir
söyleyenler arasındaki ilk büyük air, Mâveraünnehir, Semerkand ve Buhara
ehirlerinde yaamı olan Rûdekî (ö. 329/941)’dir. Gerek Rûdekî’nin ve gerekse
ondan önceki veya çadaı airlerin adıyla nakledilen iirlerin miktarı, bunların
bir kısmının daha sonraki dönemlerde yazıldıı yönünde kabul edilebilir itirazlar
olması bir yana, Saffârîler (253-298/867-911) dönemine ait, 58 beyit ve
Sâmânîler (261-395/875-1005) zamanında Rûdekî’den bir müddet sonrasına
kadar ki döneme ait, iki bin beyittir (Karaismailolu 1999: 15).
*
*
*
*
*
*
*
*
Farsça iirin Balangıcı ve Geliimi
*
Bizzat Farsça iir söyleyen airler, airlikte Arab’ın üstatlıını kabul
etmilerdir. Enverî, bu konuda öyle der:
*
airliin hangi kavimde olduunu bilir misin? airlerin ilki mru’l-kays, sonuncusu
ise Ebû Firâs’tır.
Menûçihrî-i Dâmgânî
muasırlarından birine:
ise,
kendi
16
16
üstünlüünü
ispat
hususunda
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
3
Ben araplardan pek çounun divanını ezberledim. Sen yı
okumayı bilmezsin.
diyerek, Arapça bildiinden dolayı övünür (Nu’mânî 1368: IV/97).
Ayrıca Menûçihrî, Unsurî ’yi övdüü bir kasidesinde, O’nu birçok Arap
airine benzetir (Dâmgânî, 1375: 81):
*
*
*
O (Unsurî ), Cerîr’dir, Ferazdak’tır, Zahîr’dir, Lebîd’dir, Rûbe-i Accâc’dır, Dîku’lcin’dir ve Seyf-i Zûyezen’dir. O, Huteybe, Ümmiyye, Nasîb ve Kümmiyet’tir. O,
Ahtal, Beârd Bord ve Yemenli airdir. Horasan ’da Ebû uayb, Ebû Zer ve
Türkei’dir. O, Darîr-i Pârsî ve Rûdeki-i Çengzen’dir (Cokuner 2002: beyit 11235).
*
*
ranlı airler, Arap airlerini üstat olarak gördükleri için onların airliini
kendilerine örnek olarak almılar ve iir söylemilerdir. Onların ilk arzusu,
Arapça bir iiri lafzen Farsçaya tercüme etmek olmutur. Bundan dolayı da,
Arapça bir iiri lafzen tercüme etmeyi denemilerdir. Bugün Fars edebiyatında,
bizzat airin kendi tasavvurunun bir ürünü olan ama gerçekte böyle olmayan
birçok kıt’a, müfred ve kasideler vardır. Bunlar Arap iirinden tercüme
edilmitir. Mütercimler, önce iir yapmak için onları bir zemin olarak
hazırlamılar, daha sonra tercüme etmilerdir. Seyfuddevle’nin mehur kıtasında
bu durum açık olarak görülmektedir. Bu, kıt’a4 u ekildedir (Nu’mânî 1368:
IV/103-4):
*
*
3
Amr bin Külsüm’ün Muallakât’taki iiri, u ekilde balamaktadır (Hanna’l-fâhûrî trhs.: 120):
4
ibli-yi Nu’mânî, Lubâbu’l-elbâb’da da geçen bu kıt’anın Avfî tarafından yanlı nakledildiini,
bundan dolayı kendisinin Yetîmetü’d-dehr ve baka kaynaklara müracaat edip iiri tashih ederek
düzelttiini ve o ekilde naklettiini belirtmektedir (Nu’mânî 1368: IV/104). Bu kıt’a, Lubâbu’lelbâb’da u ekilde geçmektedir (Avfî 1906: I/26-7):
17
17
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Sabahın erken saatlerinde nice (birçok) sakiyi çaırdım. O, gözlerinde uyku
izleriyle (uykulu gözlerle) kalktı. Yıldızlara benzeyen arap kadehini dolatırıyor,
biri bitmeden dierini veriyor. Ellerini cömertlikle öyle sınırsız açtı ki, biz ve
yanındakiler yere çevirdik. Onu, bulut yayı (gökkuaı) beyaz altında yeilde
kırmızı üzerinde sarıyla süslüyor. Bu da effaf bir giysi içinde gelen, biri dierinden
kısa genç kızın etekleri gibidir.
Avfî, Lubâbu’l-elbâb’da açık ve net olarak öyle demektedir: Bu beyitler,
Emîr Tâhir bin el-Fazl’a ulatı. Her beytini nazım olarak Farsçaya tercüme etti.
O (nazm) ite budur (1906: I/26-7):
*
O ay yüzlü saki benim üzerime sabûh içkisini içti. Uykudan onun iki gözü nergis-i
hurrem gibi iki büklüm oldu. O arap kadehi onun elinde aynen yıldız gibidir.
Kadehin biri içilmeden dieri pepee verilmi. O güney sisi, ho bir elbise gibiydi.
Kara gece gibi eteini yere vurmutu. Hava, sarı, kırmızı ve beyaz beneklerden
oluan gökkuaını bir kemer gibi baladı. Sanki iki üç renkten iki üç gömlekti. Her
birinin eteinden dierine küçük bir parça (her birinin ucundan az bir parça).
Sultân Sencer’in melikü’-u’arâsı olan Mu’izzî, yukarıda geçen mazmunu
sanki, mucidi ve kâifi kendisiymi gibi u ekilde tercüme etmitir:
Gökkuaının kendisi yeryüzünde yarısı gizlenmi olan renkli bir çember gibi
görünür. Sanki biri kırmızı, biri sarı ve biri yeil olmak üzere her birinin kökü ve
gövdesini gösteren üç gömlek gibiydi.
Ebu’l-feth Bustî’nin,
18
18
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
5
beytiyle balayan kasidesinin tamamını, kafiyelerini de muhafaza ederek Bedr-i
Câcurmî tercüme etmitir:
Dünyadaki bütün kemaller noksandır. Salt iyilik olmayan kâr zarardır.
ran iirinde, bunun ardından sirkat balamıtır. Unsurî , Esedî, Kisâî ve
Gazâirî, iirlerinde kullandıkları birçok mazmunu kesinlikle Arap iirinden
almılardır. Ancak insanlar, Arap dili dairesinde olmadıı (Arapça
konumadıkları) ve ona ilgi göstermedikleri için bunların sirkat veya tercüme
olduu düüncesine de kapılmamılardır. Mecma’u’l-fusahâ gibi eserlerde
bunun örnekleri ve sirkatle ilgili birçok örnek nakledilmitir. Ancak bu iirlerde
herhangi bir isim zikredilmemitir. Aaıda bu iir sirkatlerine dair verilecek
örneklerde yer alan mazmunlar, Arap airlerine özgü olup onlara ait
manalardandır. Hatta Arap diline muttali olanlardan hiçbirisi için hakikatinin
gizli kalıp ona vakıf olmamaları mümkün deildir. Bu yüzden de bazılarının
ortaya çıkardıı tevarüd olgusu kabul edilemez.
*
*
*
*
I. Ebû Nüvâs’ın,
6
beytiyle balayan iiri, söylendikten kısa bir zaman sonra, bütün Badad’da
yayıldı. Genel ilgiyi kendisine çekti. Bir gurup kendisine giderek, “bu mana
senin icatlarından mıdır yoksa baka birisinden mi oldu?” diye sordu. O, insaflı
davrandı ve dedi ki, hayır. Bu mana Cerîr’in iirinden alındı.
Unsurî , bu iirdeki manayı u ekle dönütürmütür:
*
Eer görülebilseydi, o tamamen dünya olurdu. Bu söz onun fazıl ve hünerlerine
ahit olarak yeterlidir. Eer dünya bir tende ise kimse Allâh’a hayret etmez.
II. Mütenebbî, Kaside-i Mimiyye`sinde öyle der:
5
6
Kiinin dünyalıkta artması gerçekte eksikliktir. Hayrın dıındaki kârı ise gerçekte zarardır.
Âlemi bir hususta ortak düünür hale getirmek Allâh’a çirkin gelen bir i deildir.
19
19
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
7
Bu beytin manası u ekildedir: Rakiplerimin benim güler yüzümden emin
olmamaları gerekir. Çünkü, eer aslan diini gösteriyorsa onun güldüü
zannedilmemelidir.
Esed-i Tûsî, Gerâsb-nâme’sinde bu mazmunu u ekilde kullanmıtır:
ahın gülüünden cesaret almamalıdır. Aslanın di göstermesi gülme deildir.
III. Sâib bin bâd’ın mehur olan,
Camı inceldi (saflatı) ve arap da inceldi (o kadar saf ve berraklatı). O kadar
birbirlerine benzediler ki, durum karıtı. Sanki o kadehsiz araptır ya da arapsız
kadehtir (sanki arap var, kadeh yok ya da sanki kadeh var ama içinde arap yok).
iirini, Kevkebî-i Mervizî u ekilde tercüme etmitir:
Kadeh ve arap, safvetten ay gibi iki hafta tesir eder. Ya kadeh meysiz olur ya saf
mey kadehsiz olur ya da havada nigar açar.
Gazâirî, bu manayı son derece mergub ve gönül alıcı bir tarzda
güzelletirerek u ekilde kullanmıtır (Nu’mânî 1368: IV/103-8):
Tatlılıkla söyledim, bana arap verdi. Bana arap koymadıı kadeh verdi.
IV. Yamur mevsiminde Arapların evlâdu’z-zina (piç) diye
isimlendirdikleri bir takım haerât ortaya çıkar. Suheyl yıldızı doduu zaman
bu haerâtın tamamı yok olur. Mütenebbî, bundan u mazmunu ortaya
çıkarmıtır:
7
Aslanın dilerinin parladıını gördüünde, sakın güldüünü sanma.
20
20
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Ben, o veled-i zinaların ölümünde (ölümüyle) doan süheyl yıldızı olduum hâlde,
sen onların öldüklerini kabul etmiyor musun? (inkar mı ediyorsun?).
Bu manayı, Nizâmî-i Gencevî, fahriye kasidesinde (Nu’mânî 1368: IV/108;
Âbâdî 1976: 10-11):
Bana hased eden veled-i zinadır (ateböceine de veledü’z-zinâ derler). Fakat ben
öyle bir adamım ki benim yıldızım (bahtım) Süheyl-i Yemânî yıldızı gibi ate
böceini öldürür (Genceli Nizami 1944: 10).
Hakanî-i îrvânî ise, u beytinde kullanmıtır (Âbâdî 1976: 11):
Eer bu kavim bana düman olursa, onlar mazurdurlar. Çünkü ben Süheyl
yıldızıyım. Piçin ölümü üzerine geldim.
ranlı airler, Eski ve Orta Farsçanın vezni olan hece vezni yerine Arap
aruzu kullanmaya balamılardır (Râdûyânî 1949: 4). Nitekim Menûçihrî, bir
kasidesinin sonunda bunu u ekilde dile getirir (Nu’mânî 1368: IV/98):
*
8
Bu iiri eski bir Arap airi olan Ebu’-eys’in söyledii ekilde söylerim: “Karganın
bon aacında öttüü ve gece yüz gösterdii zamanda ben seni özleyeceim
(Cokuner 2002: beyit 1921-22).
*
ran iirinde yer alan binlerce airane mazmunların, manaların ve telmîhlerin
ekserisi Arap edebiyatından alınmıtır. Mesela, ak ve âıklık konusunda ran’da
binlerce perî-peyker (peri yüzlü güzel sevgili)ler bulunmasına ramen, ran airleri
Leylâ’yı seçmilerdir. Onun anlamını o kadar geniletmilerdir ki, sevgili ve Leylâ
müteradif iki lafız hâline gelmitir. Artık “Leylâ-yi men” (benim Leylâm) demek,
“ma’ûk-i men” (benim sevgilim) anlamına gelmeye balamıtır. Ayrıca
Leylâ’dan baka yine aynı maksatla kullanılan Selmâ, Azrâ, Va’d, Su’âd ve Rebâb
gibi isimler de Arap sevgililerin isimleridir (Nu’mânî 1368: IV/99).
*
*
Hâfız, Leylâ’yı, Selmâ’yı ve Su’âd’ı çeitli gazellerinde u ekillerde
kullanmıtır:
8
Bu Arapça beyit, Menûçihrî divanında u ekilde geçmektedir:
*
21
21
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Seher çaı, Leylâ’nın konaından bir imek parladı ama yazıklar olsun…gönlü
yaralı Mecnûn’un harmanını ne hâllere koydu? (Hâfız 1372: 244; Gölpınarlı 1988:
104).
Allâh selametler versin, Selmâ’nın habercisi o sevgiliden gönlümüzü ad edecek bir
haber getirirse ne olur (Hâfız 1372: 266; Gölpınarlı 1988).
Sevgilinin haberini duymak saadettir. Kim selâmımı Su’âd’a ulatıracak (Hâfız
1372: 396; Gölpınarlı 1988: 491).
ran iirinde, âıklıın biat silsilesinin de yine Arap âıı olan Mecnûn ile
sonuçlandıı görülmektedir:
*
*
Mecnûn’un devri geçti, imdi nöbet bizim. Bu âlemde herkesin be günceiz nöbeti
var! (Hâfız 1372: 191; Gölpınarlı 1988: 18).
Leylâ konaının yolunda nice tehlikeler var…daha ilk adımda Mecnûn olman art!
(Hâfız 1372: 400; Gölpınarlı 1988: 462)
ran airleri, güzellik için Yûsuf (A.S.)’u örnek göstermilerdir. Ayrıca
Yûsuf (A.S.)’a nispetle yüzlerce lafız ve telmîh ortaya çıkmıtır: Dîde-i Ya’kûb,
çâk-i pîrâhen, Çâh-i Ken’ân, halvetgâh-i Zuleyhâ, Zindân-i Yûsuf gibi:
*
Ben o Yûsuf’un günden güne artan güzelliinden anladım ki ak, Zeliha’yı bile
ismet perdesinden çıkarır (Hâfız 1372: 166; Gölpınarlı 1988: 9).
Halk sana “kinci Yûsuf’sun” dedi. Fakat ben iyice dikkat ettim, gördüm ki
Yûsuf’tan da güzelsin (Hâfız 1372: 429; Gölpınarlı 1988: 475).
Bir bak, dinle, elmaya benzeyen çenendeki çukur ne diyor: Mısır’daki Yûsuf gibi
binlerce güzel bizim kuyumuza dümütür (Hâfız 1372: 189; Gölpınarlı 1988: 475).
Kaybolmu gitmi Yûsuf, Kenan iline yine gelir, Külbe-i ahzân bir gün olur yine
gülistan kesilir…gam yeme (Hâfız 1372: 297; Gölpınarlı 1988: 245).
ran airlerinin ayrıca, srailoullarına dair birçok hikâye ürettikleri de
görülmektedir. Bu hikâyeler, özellikle airler için önemli bir malzeme olmutur:
Âdem u Havvâ, Bihit u Gendum, Tûfân-ı Nûh, Ta’mîr-i Ka’be, Halîl, ikesten-i
*
22
22
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
But, Âte-i Nemrûd, Vâdi-yi Eymen, Âte-i Tûr gibi (Nu’mânî 1368: IV/100).
Nitekim aaıda verilen beyitlerde, zikredilen bu hususlardan bazıları u ekilde
geçmektedir:
Günahkâr ve daralmı gönlümden bir ah edeyim de, Âdem ile Havva’nın bile
günahını atee yakayım (Hâfız 1372: 346; Gölpınarlı 1988: 351).
Âdem buday renkli yanaında misk kokulu benini gördü, tane için geldi bu tuzaa
tutuldu (Selmân; ükûn 1984: III/1702).
Tanrı erlerine dost ol. Nûh’un gemisinde öyle bir toprak var ki, Tufanı bile bir
damlacık su sayar (Hâfız 1372: 169; Gölpınarlı 1988: 7).
Ya Rabbi, atei brahim Peygamber’e nasıl gülistan hâline getirdiysen bu gönüldeki
atei de öylece sout, güllük gülistanlık yap (Hâfız 1372: 326; Gölpınarlı 1988:
309).
Lâle Nemrut ateini alevlendirdi, sen de bahçede Zerdüt dininin ayinini tazele
(Hâfız 1372: 267; Gölpınarlı 1988: 242).
Temizlik olmadıktan sonra Kâbe de bir puthane de; bir yerde temizlik yok mu,
hayrı yok orasının (Hâfız 1372: 230; Gölpınarlı 1988: 194).
Yine Hâfız, u beytinde “Vâdi-yi Eymen”9 ve “Âte-i Tûr”10 terkiplerini
kullanarak Hz. Mûsâ’ya telmîhte bulunmutur (1372: 178):
Karanlık gece, önde Eymen Vadisi’nin yolu... fakat Tûr’da görünen ate nerde,
vuslat vâdisi hani? (Gölpınarlı 1988: 80).
ranlı airler, her ne kadar kendi memleketlerinin mehur mugannilerinden
olan Bârbud’u ve Nekîsa’yı kendi iirlerinde yaatmılarsa da, Ben-i Ümeyye
sarayının mehur çalgıcılarından olan Mu’bed gibi Arap mugannilerini de aynı
ekilde iirlerinde kullanarak yaatmılardır (Nu’mânî 1368: IV/99-100).
Menûçihrî-i Dâmgânî, bir beytinde “Mu’bed”i u ekilde anmıtır (Dâmgânî
1375: 136):
*
9
10
Hz. Mûsâ’nın bir aaçtan alev çıkmakta olduunu gördüü ve ‘asa’ ile ‘yed-i beyza’ mucizelerine
nail olarak Firavun’a gönderildii vadidir (Gölpınarlı 1988: 683).
Hz. Mûsâ’nın Allâhu Taâlâ’nın tecellisine mazhar olduu dadır.
23
23
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Esen rüzgâr, Mani’nin sanatını icra ediyor. Hüzünlü ku, Mu’bed’in hikâyesini
anlatıyor.
Cömertlikten bahsederken Hâtem’in adını anarak mübalaa etmiler, bazen
de Hâtem yerine Ma’an’ı kullanmılardır. Selmân-ı Sâvecî’de olduu gibi:
Hâtem ve Ma’an onun kapısına gelen gerçek iki dilencidir.
ran iirinde, akıl, tedbir ve hikmet konusunda Aristo’dan, Eflâtûn’dan ve
Sokrat’tan söz edildii görülmektedir (Nu’mânî 1368: IV/100):
*
Kölelerin, harp zamanında Tehemten gibi kuvvetli; mecliste Eflatun gibi fâzıl ve
filozof olurlar (ihâbuddîn; ükûn 1984: III/1589).
ranlı airler, ordu techizatı ve ülkeler fethetme konusunda ise, skender-i
Kebîr’i misal olarak getirmilerdir. Zulkarneyn, her ne kadar Arap
sultanlarından birinin ismi ise de, hataen onunla skender’i karıtırmılardır.
Bunlar Yunanlı ise de, douda Araplar vasıtasıyla tanınmılardır.
ranlılar, Eflâtûn’un mehur olan hum’u (hum-ı Eflâtûn) konusunda da
yanılmılardır. öyle ki, Yunan hekimlerinden olan Diyocânûs11’un geceleri,
içersinde uyuduu bir küpü varmı. ranlılar, bu konuda “hum-ı Diyocânûs”
diyecekleri yerde, yanlılıkla “hum-ı Eflâtûn” demiler ve bu ekilde mehur
olmutur (Nu’mânî 1368: IV/100). Hâfız bir gazelinde “hum-i Eflâtûn”u u
ekilde kullanmıtır (1372: 299):
*
arap küpüne oturan Eflâtun’dan baka baka bize hikmet sırlarını kim açabilir ki?
(Gölpınarlı 1988: 264).
Dinî ve dine taalluk eden fikir ve akide konusundaki ıstılah ve kelimelerin
tamamı Araplardan alınmıtır. erâb-i tahûr, hûr u gilmân, çeme-i kevser,
bihit, âte, dûzah, nâme-i a’mâl, maher, Rûhu’l-kuds.... vb.12 (Nu’mânî 1368:
IV/101). Hâfız’ın u beyitlerinde görüldüü gibi:
11
12
Yunanlı filozof olup kelbî ekolüne mensuptur (Mu’în 1371: V/553).
Bu konuda geni bilgi için u çalımaya bakılabilir:
Seyyid Abdulhamîd Hayret-i Seccâdî, Guzîde-i ez-Te’sîr-i Kur’ân ber-Nazm-i Fârisî, Muessese-i
ntiârât-i Emîr-i Kebîr, Tehrân 1371.
24
24
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Rûhu’l-kudüsün feyzi yardım ederse, Mesîhâ’nın yaptıını bakaları da yapar
(Hâfız 1372: 252; Gölpınarlı 1988: 104).
Ne mübarek seherdi o seher... ne kutlu geceydi o Kadir gecesi. O gece bana bu
yepyeni beratı ihsan ettiler (Hâfız 1372: 243; Gölpınarlı 1988: 126).
Ey makamı Sidre olan yüce bakılı doan, duraın mihnetlerle dopdolu olan bu
bucak deil (Hâfız 1372: 183; Gölpınarlı 1988: 23).
Sevgili, âıkların ate içinde kalmalarını istiyorsa, Kevser çemesine bile bakarsam
göz kör olsun (Hâfız 1372: 369; Gölpınarlı 1988: 337).
imdi gül bahçesinden güzel kokulu cennet rüzgârı eserken zamanımı ferahlık
veren arap ve huri yaratılılı sevgiliyle geçiririm (Hâfız 1372: 203; Gölpınarlı
1988: 37).
Ateler içinde yüzünün hayali gelecekse sun saki kadehi, cehennemden bir
ikâyetimiz yok (Hâfız 1372: 402; Gölpınarlı 1988: 458).
Aynı ekilde edebî sanatlar da tamamen Araplardan alınmıtır. Sadece
tebihte Arapların tesirinin az olduu görülmektedir. Özellikle eski ran
airlerinin iirlerinde Araplara ait tebihlerin kullanıldıı görülebilir. Bunların
Araplardan alınarak taklit edildii açık bir ekilde görülmektedir. Meselâ,
Araplar, “mûy-ı muca’ad” (kıvırcık saç)ı üzüm salkımına benzetmilerdir. Emîr
Mu’izzî, bir beytinde bu tebihi aynen kullanmıtır:
*
Üzümler arasındaki bir üzüm salkımı gibi, saçının düümü iki dudaının arasında
tutulmu.
ran iirinde, Araplarca kullanılan saçın haça benzetilme tebihinin çok az
da olsa kullanıldıı görülmektedir:
*
Dier rahip, aynı haç gibi demesin diye saçını aç.
Arap tebihleri genellikle tabii ve sadedir. Onlar ekseriyetle hissî ekillerden
istifade etmekteydiler. ran ’ın eski airlerinde de, bu tür tebihlere
rastlanmaktadır. Bu da Arap airlerinin tesiri sonucudur.
*
*
25
25
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Sultân Mahmûd zamanının vezirlerinden Ebû Zer Cumhur, çam fıstıı
tebihini u ekilde kullanmıtır:
*
Susuzluktan dolayı küçük bir balıın azı gibi açılır.
Tamamıyla Arap airlerinin tesiri altında kalan airlerden olan Menûçihrî’nin tebihleri de aynı ekilde sade ve hissîdir. Onun kullandıı kelimelerden
bu açık bir ekilde görülmektedir (Nu’mânî 1368: IV/101-2).
Arap airleri, kasidelerinde daha çok memduhlarının fetihlerini,
cesaretlerini ve savalarını anlatmılardır. Nitekim, Mütenebbî’nin kasidelerinin
geneli bu tarzdadır. Ebû Temmâm (ö. 231/846) da kasidesinde Umuriyye’nin
fethini geni bir ekilde anlatmıtır. Her ne kadar daha sonraki airler bu tarzı
terk ettilerse de, Arapçılık düüncesini benimseyen airlerin çou kasidelerinde
padiahın fetihlerini, avlarını, aslan ya da benzer hayvanları öldürüünü
ilemilerdir. Unsurî , Ascedî ve Ferruhî’nin kasideleri de tarihî mahiyette olup
bu tarzda yazılmılardır (Nu’mânî 1368: IV/102-3).
Arap airler, kasidelerinin giriinde ekseriyetle memduhla mulakat,
sevgiliyi ziyaret, kendi yolculukları ve hareketleri gibi konulara deinmilerdir.
Yüksek ve zorlu dalardan ve tepelerden geçme, merkebin üzerinde çekilen
sıkıntılar da anlatılmıtır. Fars edebiyatında da eski airler bu üslûbu alıp
kullanmılardır. Ancak bu üslûp daha sonra terkedilmitir. Menûçihrî ve Am’akı Buhârî'’nin birçok kasidesinde bu üslûba rastlanmaktadır.
mru’l-kays, mehur Muallakât kasidesine u ekilde bir girile balamıtır:
*
*
*
*
Ah! Azizim, bir an direnç göster, dayan. Burası, viran olan sevgilinin sarayıdır.
Sevgilinin hatırasına iki gözyaı dök.
Bu üslûp bir kısım halk tarafından da kabul görmütür. airler de bir
müddet kasidelerini bu ekilde balatmılardır. Fars airler ise bunu taklit
etmilerdir (Nu’mânî 1368: IV/103).
Görüldüü gibi Fars iiri tamamıyla Arap iirinin tesiri altında ve onu taklit
ederek balamı ve ilk ürünlerini o tarzda vermitir.13
*
*
Türk -ran likileri
*
*
Türk ve ran ilikilerinin ne zaman baladıı tam ve kesin olarak tespit
edilememitir. Ancak bazı kaynaklar, Türklerin ran topraklarında varlıının
*
13
*
Arap iirinin Fars iirine tesiri hakkında ayrıca bak. Kedkenî 1366: 327-74.
*
26
26
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
tarihin çok eski zamanlarına balamaktadırlar14. Ancak bu görüler günümüzde
müphemliini sürdürse de, Türkler ile ranlıların tarih boyunca bazen komu
olarak bazen de aynı topraklar üzerinde birlikte yaadıı kesindir. Bu
birliktelikte, ran toprakları ve ranlılar, ran tarihinin ihmal edemeyecei kadar
önemli bir bölümünde ya dorudan doruya Türk devletlerinin ya da Türk
soyuna mensup ailelerin hâkimiyeti altında yaamılardır15. Diller arasındaki
etkileime komuluk, ticaret, dinde mütereklik gibi unsurların etki ettii göz
önünde bulundurulursa, iki dil arasında etkileimin olacaı, bunun da gayet
normal olduu rahatlıkla görülebilir. Zaten Sâsânîler devrinde, hatta onlardan
çok önce Türklerin ranlılar ile sıkı münasebeti malumdur. Bu münasebetler,
Sâsânîlerin sukutundan sonra da kuvvetlenerek artmıtır. XVI. asra kadar ran
sahasına yeni yeni birçok Türk unsurlarının gelmesi, bu suretle Türk ve Fars
unsurlarının ran ve Afgan sahalarında yan yana ve aynı siyasî hâkimiyet altında
müterek bir hayat geçirmeleri, her iki unsurun da aynı kültür çerçevesi içinde
yaamaları gibi etkenler, iki dilin birbiri üzerinde karılıklı etki bırakmasını
zaruri kılmıtır (Köprülü 1989: 345).
Bu etkileim konusunda özellikle batılı âlimler, Farsçanın Türk dili
üzerindeki tesiri konusunda çeitli aratırmalar yapmılardır. Bu
aratırmalarında, Farsçada mevcut olan birçok Türkçe kelimenin, daha ziyade,
ran meneli olduunu savunmulardır. Meselâ, Türkçe “a” kelimesini Th.
Houtsman, P. Horn her ne kadar Sanskritçe ile izah etmek istemilerse de,
Benveniste bunun yanlılıını ispatlamıtır. Paul Pelliot ise birçok müterek
*
*
*
*
*
14
Bu kaynaklarda yer alan bilgilerin doruluu ve yanlılıı kesin olarak tespit edilememitir. Bundan
dolayı bir deer ifade ettikleri için bu kayıtları aaıda veriyoruz:
Le Norman Manvel’in “arkın Tarihi –L’histoire de L’oirent” ismindeki eserinde yazıldıına göre;
Asur kralı Banipal, M.Ö. 2500 yılında Azerbaycan (Atropaten) ülkesine yaptıı bir sefer de Türk
cengâverleri ile karılatıını Asur yazıtlarına kaydettirmitir.
Dara, batı seferine balarken Azerbaycan ülkesinde, bazı tarihçilerin Türk soyuna mensup olduunu
tahmin ettikleri bir kavimle karılatıını Biston yazıtlarına geçirmitir.
Prof. Dr. Helmet bakanlıındaki bir heyetin hazırladıı “Umumî Beeriyet Tarihi”nin ikinci cildinde,
“Tarihin gösteremedii meçhul bir zamandan beri bu yerlerde münhasıran Türkler yaamıtır”
ifadesi vardır (Rasim 1972: 51-2).
15
Türklerin ranlılar üzerindeki hükümranlıkları u ekilde olmutur:
Hun Türkleri, M.S. altıncı ran içlerine kadar uzanan akınlar yaptılar ve bir süre bu ülkeyi ellerinde
bulundurdular.
IX. ve X. yüzyıllarda yaayan Kutayoulları batı, Gazneliler ise dou ran ’a hükmettiler.
1040-1220 yılları arasında ran ’ın büyük bir bölümü Selçuklu Devleti’nin, geriye kalanı da yine bir
Türk devleti olan Harezmahların elinde idi.
1220-1500 yılları arası Türk -Mool hakimiyeti dönemidir. lhanlılar, bir buçuk asra yakın bir süre
ran ülkesine hâkim olmulardır.
lhanlılardan sonra ran ’ın hâkimiyeti Safevî Türklerinin eline geçmitir. Hatay dolaylarından ran’a
göçen Safevîlerin en tanınmı hükümdarı ah smail’dir.
Safevîlerin 1736’da yıkılıından sonra, ran ’ın baına Türk olan Afar ve Kaçar hanedanları
geçmitir. Nihayet 1925 yılında onbaı Rıza, Ahmet ahı devirerek ran tahtına oturmu ve ehinah
unvanını almıtır (Rasim 1972: 52).
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
27
27
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
kelimelerin aslen ranca mı, yoksa Altayca mı olduunu tayin etmenin imkânsız
olduunu savunmutur (Köprülü 1989: 346).
Farsça ile Türkçenin kelime alı verileri çok eski zamanlara
dayanmaktadır. Humâî, ran diline Türkçe kelimelerin milattan önce VI. asırdan
önce kesin olarak girdiini belirtir (1340: 103). Berthels, Mânî (215-274) dini ile
ilgili Farsça ve Türkçe metinlerde bu durumun çok açık olarak görüldüünü,
Farsça bir dua metnindeki “Tanrı” ve “tegin (henüz anlamında)” kelimeleriyle
örneklendirerek izah eder. Farsça ve Türkçe Mânî edebiyatının yan yana
gelitiini ifade eder (Karaismailolu 1999: 15).
Sâsânîlerin yıkılmasından sonra ran , slâm devleti dairesine girdikten ve
slâmiyet yava yava Türkler arasında yayılıp yerlemee baladıktan sonra,
Türk -Fars münasebetleri daha da kuvvetlendi. Özellikle idare eden sınıflar
arasında ve büyük merkezlerde, din ve kültür birlii çok çabuk bir kaynamayı
saladı. Çeitli sebeplerle Badat’a gelerek slâmı kabul eden Türklerin
Abbâsîlerin ilk devirlerinden itibaren idare ve siyaset sahasında mevki aldıkları
gibi, Maveraünnehir ve arkî ran’da da, Samanoulları devletinde balayan
Türk nüfuzu, Gaznelilerin kuruluu ile iyice arttı. Bu sırada arkî ve garbî
Türkistan ’da Karahanlılar saltanatının inkiafı ve Hind fatihi Gazneli
Mahmûd’un hemen bütün ran’a hâkim olması, Badad’da Deylemîlerin
tahakkümüne ramen, ark-slâm dünyasında hemen hemen hegemonyasını
kurdu (Köprülü 1989: 348). Gaznelilerin yerine kurulan Selçuklular döneminde
ise, iî Fatımîlerin yönetimindeki Mısır ve Kuzey Afrika hariç Hicaz, Yemen ve
Umman dâhil olmak üzere bütün Batı slâm-Arap ülkeleri hemen hemen
tamamen Türklerin yönetimi altına girdi. Böylece Türkler, slâm âleminde haklı
ve gerçek bir itibar ve üstünlük kazandılar.16 Bu dönemlerde özellikle
padiahların iire ve aire önem vermesi sayesinde bir kısmı ırken Türk olan
Farsça iir söyleyen airler yetiti. Bu dönemlerde Farsçanın resmi dil olarak
kullanılmasının yanında, Türkçe , konuma dili olarak özellikle hanedan ve
orduda kullanılmaktaydı. Özellikle yönetimin himayesi altına girmek isteyen
âlimler, sanatkârlar ve memurlar da Türkçe örenmeye balamılardır. Gerek
mezkûr sebeple Türkçe örenmek isteyenler, gerekse Türk olup da Farsça iir
söyleyenler sayesinde Gazneliler , Selçuklular, Hârezmahlar ve lhanlılar
döneminde Farsça iirlerde Türkçe kelimeler kullanılmaya balanmıtır17
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
16
Rypka, Selçuklular ’ın Gazneliler ile Âl-i Büveyh Devleti’ni ortadan kaldırıp yeni büyük bir
imparatorluun temellerini atarak Dou-slâm dünyasının daha fazla parçalanmasının önüne
geçtiini belirtirken (Rypka 1381: 265; Yalçın 2009: 15); Mehrengiz-i Mezahirî ise, Selçuklu
Türklerinin Akdeniz’den Türkistan ’a kadar bütün slâm ülkelerini tek parça hâline getirdiklerini
(2003: 71) ifade etmektedir.
17
. Türkçe kelimeler, sadece iirlerde deil, bazı mensur eserlerde de kullanılmıtır. Nitekim Gazneliler
döneminde yazılan Târîh-i Beyhakî’de Türkçe kelimeler yer almaktadır. Türkçe kelimelerin
sayısının daha önceki döneme göre daha da arttıı Selçuklular döneminde ise, Râvendî’nin
*
*
*
*
*
*
28
28
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
(Köprülü 1989: 352). Safevîler döneminde de, padiahların Türk olması, idarî ve
askerî tekilatta Türklerin bulunması sebebiyle Farsçaya Türkçe kelimeler
girmeye devam etmi, hatta Türkçe eserler yazılmıtır. Bu dönemde padiahların
Türkçeye gösterdikleri büyük ilgi neticesinde, Türkçe Azerbaycan’ın merkez
bölgelerinde en fazla konuulan dil hüviyetini kazanmıtır (Kanar 1994: 57-8).
Muhammed Gulâm Rızâî, bu dönemde ortaya çıkan bazı airlerin hem Farsça
hem de Türkçe yazdıklarını, bunların baında gelenin ise sanki Fuzûlî Türk
deilmi gibi Fuzûlî'nin olduunu söylemektedir. Ayrıca sanki kendi dillerinin
kendilerine etkileri aırtıcıymı gibi Türk dilinin nahiv yapısının Türk soylu
kabileler arasından çıkan bazı airler üzerindeki etkilerine de dikkat çekmitir.
Bu etki hicrî IX. asırda Fars iirinde balamı ve Safevîler döneminde de devam
etmitir. Bu tesirin bazı airlerin dilinde karııklıa sebep olduunu belirtmitir
(Rızâî 1377). Kaçarlar döneminde de Türkçenin etkisi müahede edilmektedir.
Farsçada Türkçenin geni bir ekilde kullanılması 1950’lere kadar devam
etmitir. 1960’larda edebî dilde Farsçalatırma sürecinin baladıı
görülmektedir. Ancak hem konuma dilinde hem de argoda arkaik kelimeler
dahil, birçok Türkçe kelime hâlâ kullanılmaktadır (Azmun 2004: 247-48).
Hindistan’da hüküm süren Türk hükümdarlar ve ehzadeler de uurlu bir
tavırla Türkçe iirler yazmı ve aristokrat kesimde Türkçe konuulmasını
salamılardır. Özellikle hükümdar, bey ve hanların Türkçe iir yazan airleri
desteklemesi ve bu konuda gösterdikleri hassasiyet de Türkçenin daha geni
alanlara yayılmasını salamıtır. Nitekim Türkçenin Hint alt-kıtasındaki önemi,
hassaten Urducada bulunan Türkçe kelimelerin sayısı ve oranıyla da ortaya
çıkmaktadır. Hindistan’daki çeitli kütüphanelerde bulunan 36 adet Türkçe
gramer kitabı ile sözlük, Türkçe örenme talebinin yaygınlıını göstermesi
bakımından önemlidir. Burada bilhassa Babürlü sarayında Türkçenin büyük bir
öneme sahip olduuna da dikkat çekelim (Bilkan 2004).
Özellikle bir iirinde kendisinin Türk olmadıını tasrih eden18 Karahanlılar
dönemi saray airlerinden Sûzenî’nin Türkçe -Farsça birkaç mülemma beyit
söylemesi, iirlerinde bazı Türkçe kelimeleri kullanması (Râdûyânî 1949: 111;
Avfî 1906: II/194-95); mehur Hayyâm’ın Nevrûz-nâme isimli risalesinin ata
hasrettii kısmında, Efrâsiyâb’ın ata dair mehur, “at irke andag kim kökke ay”
sözünü alması o dönemde Farsların da Türkçe bildiklerini açık olarak
*
*
*
*
*
*
18
*
Râhatu’s-sudûr’unda görülmektedir. Hârezmahlar’ın yıkılmasıyla ibaına gelen Moollar
döneminde hem Türkçe hem de Moolca kelimelere teveccüh artmıtır. Bu dönemde telif edilen
Cüveynî’nin Târîh-i Cihân-güâ’sı da içerisinde Türkçe kelimelerin yer aldıı eserlerdendir.
Türkçenin etkisi, Timurlular döneminde de kendisini göstermektedir. Nitekim Timurlar’ın son
dönemini ihtiva eden ve Hâfız Ebrû tarafından kaleme alınan Zeyl-i Câmi’u’t-tevârîh-i Reîdî’de
bazı Türkçe kelimelerle karılaılmaktadır (Dilberîpûr 2003: 34-35).
“Gül yüzlüm, ben Türk deilsem de, karanunun karanlık, çiçekin gül olduunu bilirim!.” (Râdûyânî
1949: 111; Avfî 1906: II/194-95)
*
29
29
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
göstermektedir (Köprülü 1989: 352; Diriöz 1979: 25). iirlerinde ve nesirlerinde
Türkçeyi kullanan bu insanların, Türkçeyi konumalarını düünmek de gerekir
kanaatindeyiz. Nitekim Meserret Diriöz yapmı olduu bir çalımada ran ’ın
önde gelen airlerinden Ömer Hayyam’ın Türkçe bildiini savunarak ispat
etmeye çalımıtır (bak. Diriöz 1979).
Yüzyıllar boyu süren Türk -ran kavimlerinin karılıklı münasebetleri
sırasında özellikle Türk-Timurilerin idaresindeki ran’ın diline, Türkçeden geçen
küçümsenemeyecek miktardaki kelime ve tabirleri Gerhard Doerfer, 4 ciltlik
Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen isimli eserinin birinci
cildinde ilemitir.19 Müellif burada pek çok misallerle aydınlatılmı bilgiler
vererek, Farsça olarak örenilen bazı kelimelerin esasında Türkçe olduunu da
ortaya koymutur. Meselâ, ‘ümid’, Eski Türkçede umug, umunç, ‘umut’; bahadır
(kahraman), Eski Türkçede bagatur, batur gibi (Çaatay 1971: 110). Es-Seyyid
‘Abdi îr’in 1980 yılında yayımladıı Arap Dillerindeki Farsça Alıntılar
Sözlüü20 isimli aratırmasının üçte birini ise, Arapçaya Farsça yoluyla geçen
Türkçe kelimeler oluturmaktadır (Karaaaç 2008: XIII).
Türkler ile ranlılar arasındaki bu etkileim sadece kelimeyle sınırlı
kalmamı, deyim ve atasözleri de karılıklı mübadele edilmitir (bak. Olgun
1989). Hatta bizzat ran edebiyat tarihlerinde, Farsçaya -Fars iirine-, Türkçe
kelimelerin geçtii belirtilerek bazıları sayılmıtır (bak. afak 1352: 414; Safâ
1363: 148-50). Farsçaya giren Türkçe kelimeler Lugat-nâme (Dehhudâ 1373),
Ferheng-i Fârsî (Mu’în 1371), Ferheng-i Amîd (Amîd 1362), Ferheng-i Ziyâ
(ükûn 1984), Persian-English Dictionary (Steingass 1975) gibi Farsça
sözlüklerde de geçmektedir. A. Ershadi Fard ise, Fars Dil ve Edebiyatında
Türkçe Alıntılar Sözlüü21 isimli bir çalıma yayımlamıtır (Karaaaç 2008:
XIII). Ayrıca Türkçeden Farsçaya geçen bu kelimelerin, Farsça iirlerde
kullanıldıı da görülmektedir:
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Sûzenî (Râdûyânî 1949: 111; Avfî 1906: II/194-95):
19
Doerfer, bu eserinde Türkçeden Farsçaya geçtii müzakere edilen 2545 Türkçe ve Moolca kelimeye
yer vermitir. Büyük bir emek mahsulü olan bu eser hakkında iki hususun belirtilmesinde fayda
vardır. Bunlardan birincisi, aratırmacının Türkçe oldukları son derece açık ve belli olan bazı
kelimeleri tereddütle karılaması, hatta bu kelimeleri baka dillere ait göstermesi; ikincisi ise, bugün
Farsçada kullanılan pek çok Türkçe kelimenin eserde yer almamasıdır (Karaaaç 2008: XII-XIII).
Mu’cemü’l-elfazu’l-fârisiyyetü’l-mu’arrebiye (A Dictionary of Persian Loan-Words in the Arabic
Languages), Beyrut 1980.
Ferheng-i Vajgan-i Turkî der-Zebân u Edebiyyât-i Fârisî (Turkish Lexicon in Persian Literature),
Erdebik (?).
*
20
21
30
30
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Ey ay yüzlü Türk , bir gece odama gelsen ve konuk gerek mi desen ne olur? Gül
yüzlüm, ben Türk deilsem de, karanunun karanlık, çiçekin gül olduunu bilirim!.
*
“Endek” sözünün Türkçe karılıı azdır ve ömür boyu benim cömertlik timsali olan
sakim az veremez (Sûzenî; Azmun 2004: 244).
*
Fahrî (ükûn 1984: I/688):
Onun askeri torba ve çantasını tarak ve çahmah (çakmak) yerine yakutlarla
doldurur.
Hakanî (Diriöz 1979: 21):
Ey Melik! eref dolayısıyla, gece Karahan’ına ve gündüz Aksungur’una Toan
ahlık turası verdin.
Biri Karasungurluk ve öteki Aksungurluk eden gündüz ve gece köleleriyle felek
Toan ahını gör.
Meliklik ve saltanattan ötürü iki yücelie sahip olan padiah, Yalavaç (peygamber)
ve Tanrı’dan, iki halifelie hak kazanmıtır.
Firdevsî (Firdevsî-i Tûsî 1363: VII/106):
Çin hakanına bir mektup yazdı. Sanki hançerinden kalem yaptı.
*
Yagmâ (ükûn 1984: I/205):
Sakinin yüz örtüsünü kaldır da gül yüzünü açıkça seyret; elindeki lâle renkli ayag
(kadeh)a bak; arap içenleri çaır.
Kemâl (ükûn 1984: II/ 714):
Horoz gibi erken kalk ki, baını kırmızı taç, vücudunu çekin (ileme kaftan)le
süsleyesin.
31
31
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Farsçada, Türkçe eklerle yapılmı Farsça kelimeler de bulunmaktadır.
Meselâ, “-ci” ekiyle yapılan “meyânci” (: aracı); “-lah” ekiyle yapılan “senglah”
(: talık); “-ta” ekiyle yapılan “hâceta” (efendileri bir olanlar) bunlardandır. Bu
kelimelerin de Fars iirinde kullanıldıı müahede edilmektedir (Resulzade
1951: 331):
*
*
skender için söylemitir: Meyanciye ve mütercime ihtiyacı olmadan herkesin
dilinden anladı.
Tuzlak ve talıkta epeyi (hayvan) sürdü; yolu gâh dar gâh geniti.
Karakol hizmeti için aslanla geyii haceta yapmıtır.
Genceli Nizâmî’nin “Hamse”sinde de Türkçe birçok kelimeye yer
verilmitir (bak. ükürlü 2002: 84-222).
Burada, Farsça ile Türkçe arasındaki söz dizimi benzerlikleri üzerine bir
aratırma yapan John Soper22’in Türkçe gramerin Farsça gramer üzerindeki
etkisini örneklerle tespit ettiini de belirtelim (geni bilgi için bak. Karaaaç
2008: XIV).
*
*
*
Fars iiri Üzerinde Türk Nüfuzu
*
Yahya Kemal’in ifade ettii gibi, bir devrin edebiyatını o devrin iktidar
muhitinde bulunanlar olutururlar (1984: 47). Türklerin hâkim olduu özellikle
Batı ve Dou Türkistan , Horasan , Afganistan ve ran bölgelerinde, slâmiyetten
sonra gelien edebî faaliyetlerde bu durum açıkça görülmektedir. Bu corafyada
Türklerin yükselmelerinin ilk çarpıcı göstergesi, Sâmânîler döneminde23 kuzey
bölgelerinin Türk kölelerden ve ordu komutanlarından Sebük Tigin’in eline
geçmi olmasıdır. Sebük Tigin, dier Türk köle gruplarının yardımıyla bölgenin
yönetimini Gazne’den sürdürerek, Sâmânî topraklarının kuzeydou sınırlarını
hâkimiyeti altına aldı. Sâmânî saltanatının üzerine kurduu (Nu’mânî 1368:
I/44) devlet, Abbasî halifelerinin güçlerinin doruklarında oldukları dönemden
itibaren douda kurulan en güçlü devlet olmutur. Bakent Gazne ise, kültürel
*
*
*
*
*
22
23
Loan Syntax in Turkic an Iranian, Bloomington 1996.
Sâmânî yönetimi, adeta kendilerine hizmet eden Türklerden olumaktaydı. Sâmânîlerin, balarında
saray nazırı olan Türk muhafızları ve bir vezirin denetiminde Farsça ve Arapça konuan bir
bürokrasileri vardı. Bu kurumların yanı sıra, çounluunu Türk kölelerin oluturduu bir orduyla,
saraya hizmet edecek kimselerin yetitirilmesi için kurulmu, örencilerinin çounu Türk
gençlerinin oluturduu bir saray okulu da bulunmaktaydı (Canfield 2005: 23-24).
*
*
*
32
32
*
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
zenginlik açısından Badat’tan sonra ikinci sırada yer almıtır (Canfield 2005:
23). Bundan sonra yukarıda belirtilen bölgelerde Türk hâkimiyeti görülmeye
balamıtır. Bu bölgelerde sultanlar, isimlerinin baki kalabilmesi için airler
tarafından söylenilen iirlerin en önemli vasıtalardan biri olduuna
inanmalarından dolayı (Nu’mânî 1368: IV/112), Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu
saraylarında aire büyük önem verilmitir. Nitekim Balasagunlu Yûsuf
tarafından 1069/1070 yılında yazılan ve Türkçenin en önemli eserlerinden biri
olan Kutadgu Bilig ’in balarında yer alan Bura Han övgüsündeki bölümde,
Bura Han’a çeitli armaanların sunulduu, ancak bu armaanların unutulduu
dile getirilmitir. Ayrıca Yûsuf Has Hâcib, kendisinin sultanın isminin yazıldıı
bu eserini ona armaan ettiini, bundan dolayı sultanın adının ebedî kaldıını
ifade etmitir (Arat 1979: 28):
*
*
Olarnıng tangrukı kelir hem barır
Mening bu tangruk boldı mengü kalır
Neçe tirse dünya tüker alkınur
Bitise kalır söz ajun tezginür
Kitabka bitindi bu hakan atı
Bu at mengü kaldı ay terken kutı
Bu beyitler yukarıda zikredilen konuya açıklık getirmesi bakımından dikkat
çekmektedir.
Yine Kutadgu Bilig ’de, Ögdülmi’in Odgurmı’a airler ile münasebet
hakkında söyledii u fikirler de, bu minvalde dikkat çekicidir24:
*
“....Bunlar methederlerse, bu medih bütün ülkelere yayılır; eer hiciv ederlerse,
insanın adı daima kötü olarak kalır. Ey karde, bunlara mümkün olduu kadar iyi
muamele et; ey dost, bunların diline düme. Eer kendin övülmek istersen, bunları
memnun et; ite bu kadar. Bunlar ne isterlerse, ver, hiçbir eyi esirgeme; böylece
bunların dilinden kendini satın al” (Arat 1988: 318).
24
Yine Kutadgu Bilig ’de, Ögdülmi’in, Odgurmı’a âlimler ile münasebet hakkında söyledii u
düünceler de, bu manada dikkat çekicidir: “... Onları pek çok sev ve onlardan hürmetle bahset; çok
veya az, onların bilgilerini ören. Faydalı ve zararlı eyleri birbirinden ayırt ederek, doru ve temiz
yol tutan kimseler bunlardır. Mümkünse ilimlerini ören ve bilgilerini bil; onlara iyilik yap ve
yardımda bulun; onlara dil uzatma....Onlara malından hisse ayır, onları yedir, içir; güler yüz ve tatlı
sözle hizmetlerinde bulun..... Onlara karı sert ve kaba dil kullanma; tuz-ekmek yedir, saygı göster ve
hürmet et. Onları dinle, bilgilerine göre hareket et; tavır ve hareketleri hakkında arkalarından dedikodu yapma. Senin için lâzım olan onların ilmidir. Onlar insanlara yol göstererek dorulua sevk
ederler....Bunlar ile münasebet kur ve iyi geçin; böylece saadete kavuarak, her iki dünyada mesut
olursun” (Arat 1988: 314).
*
33
33
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Ayrıca iki önemli kaynak eserden Çehâr Makâle (Semerkandî 1368: 62-63)
ve Râhatü’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr’da25 (Râvendî 1999: I/61) zikredilen bilgiler
de bu düünceyi desteklemektedir. Nitekim Nizâmî-i Arûzî’nin Âl-i Efrâsiyâb’ın
yani Karahanlılar ’ın isimlerinin Lü’lü’î, Gulâbî, Necîbî-i Fergânî, Am’ak-ı
Buhârî, Reîdî-i Semerkandî, Neccâr-ı Sagarci, Alî-i Bâyenzî, Piser-i Dergû,
Alî-i Sipihrî, Cevherî, Sogdî, Piser-i Tîe ve Alî-i Satrancî’nin; Âl-i Nâsıruddîn’nin yani Gaznelilerin isimlerinin Unsurî , Ascedî, Ferruhî, Behrâmî, Zînetî,
Büzürcmihr-i Kâyinî, Muzafferî, Menûrî, Menûçihrî, Mes’ûdî, Râidî, Mes’ûd-i
Sa’d-i Selmân, Kassâr-ı Ümmî, Muhammed Nâsır, Ahmed Halef, Osmân-ı
Muhtârî ve Mecdûdü’s-senâ’î’nin; Selçukoullarının isimlerinin ise, Ferruhî-i
Gürgânî, Lâmi’î-i Dehistânî, Ca’fer-i Hemedânî, Derfurûz-i Fahrî, Burhânî,
Emîr Mu’izzî, Ebu’l-ma’âlî-i Râzî, Amîd-i Kemâlî ve ehâyî’nin iirleriyle baki
kaldıını belirtmesi (Semerkandî 1368: 63) bu konaya açıklık getirecek
mahiyettedir. Sultanlar nasıl ki airlerin iirleriyle tanınıp isimleri baki kaldıysa,
airler de hükümdarın kendilerine bulunduu büyük baılarla mehur
olmulardır. Nitekim Nizâmî-i Arûzî’nin Çehâr Makâle’de söyledii u ifadeler
bunu göstermektedir (Semerkandî 1368: 84):
*
*
“Medhedilen yani övülen kii, airin iyi iiriyle tanındıı gibi, air de padiahın
büyük baııyla bilinir, bu iki mana bir arada bulunur”.
Ayrıca iblî-i Nu’mânî’nin ran ’da iir ve airliin hükümetin bereketiyle yani
saltanatta bulunan sultanların himaye ve destekleriyle ortaya çıktıını (Nu’mânî
1368: IV/112) belirtmesi bu bakımdan manidardır.
Bu bakı açısından ve airlerin deerli görülmesinden dolayı bu dönemlerde
baarılı airlerin sultan ve emirlerden büyük servetler ve unvanlar aldıına dair
rivayetlere eski ve yeni kaynaklarda rastlanmaktadır. Nitekim Gazneli
Mahmûd’un, Hindistan yolu üzerinde kuattıı bir kalenin Nenda isimli Hind
emiri, kendisi hakkında Hintçe bir iir söylemitir. Sultân Mahmûd , bu iiri
bütün Hind, Arap ve Fars airlerinin okumasını istemitir. iirin okuyan herkes
tarafından beenilip bundan daha güzelinin söylenemeyeceinin ifade edilmesi
üzerine, Sultân Mahmûd bir fermanla o emire on be kalenin komutanlıını
vermitir (Emirçupani 2001: 47).
Yine Gazneli Mahmûd, ehzâde Mes’ûd, Horasan’dan Gazne’ye geldiinde
airler bir takım kasideler yazarak sarayda okuduklarında, her air için 2 bin
dirhem, Unsurî ve Zînetî’ye 50 bin dirhem ihsan etmitir. Nitekim, Gazâirî, iki
*
*
*
*
*
25
Bu konuda, Konya’da Keyhüsrev b. Kılıç Arslan’a ithaf ve takdim edilen Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’ssürûr (tlf. 599/1203’te balamı, iki veya üç yıl sürmütür) da öyle denilmektedir: “Her devirde iyi
ad ve öhret adalet yapan, iyi adamlarla düüp kalkarak onlarla anlamayı tercih eden, airler ve fazıl
nedimlerle oturmu kimseden kalır. Çünkü nam ve yayılmı öhret onlar sayesinde ebedileir”
(Râvendî 1999: I/61).
34
34
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
beyit karılıında almı olduu ihsanı, u beyitleriyle ifade eder (Nu’mânî 1368:
I/46):
Cihan sultanı bana, o, sanavber vücutlu, anber yanaklı ve misk benli için iki beyit
(söylememi) emretti. Haset edenlere ve rakiplere ramen, (cihan sultanı) bana iki
kese altın ve 2 bin dirhem gönderdi.
Yakup Paa, Târîh-i Güzîde Tercümesi’nde âlimleri ve airleri seven
Gazneli Mahmûd’un bunlara her sene dört yüz bin altından fazla baı ve
ihsanda bulunduunu kaydetmektedir (Yakup Paa, v. 181b). Sultân
Mahmûd ’un iire ve airlere göstermi olduu bu ilgi ve alakayı, Gazne
sarayında bulunan vezir, emir ve ileri gelen devlet erkanı da aynı ekilde
göstererek devam ettirmitir (Zerrînkûb 1371: 12). Çehâr Makâle (tlf. 550551/1155-1157) müellifi, Kara-hanlı sultanı Hızır bin brâhîm Han’ın air
Reîdî’ye bir kıtası sebebiyle her birinde 250 dinar bulunan dört tabak dolusu
kırmızı altın ihsan ettiini belirtmektedir (Semerkandî 1368: 84). Selçuklu
sultanlarından Toanah, houna giden bir rubaisinden dolayı air Ezrakî’nin
gözlerinden öpmü ve ona 500 altın dinar ihsan etmitir (Semerkandî 1368: 81).
Sultân Turul ise, Zahîruddîn-i Fâryâbî’nin irticalen söyledii bir rubaîsi houna
gidince, ona deerli sfahan kumalarından vermitir. Ayrıca baka bir gün terzi,
Sultân Turul’un meclisinde kuma biçerken, Zahîruddîn-i Fâryâbî yine irticâlen
bir rubai söylemitir. Bunu beenen sultan o gün biçilen kumaların tamamını
ona bahetmitir (Müstevfî 1364: 463-4). Bahâristân’da geçen
*
“airlerden üç kii, üç devlet zamanında hiç kimsenin görmedii saadet elde ederek
itibar bulmutur. Samanoulları döneminde Rûdekî, Gazneliler devrinde Unsurî ve
Selçuklular zamanında Mu’izzî” (Câmî 1371: 96)
*
*
*
ifadeleri de, gerek Gaznelilerin gerekse Selçukluların airlere gösterdii ilgiyi
yansıtması bakımından önemlidir.
aire ilgi ve itibarın bir tezahürü olan emîrü’-uarâ, melikü'-u’arâ veya
sultânu'-uarâ unvanının bu Türk devletlerinin saraylarında bulunan bazı
airler için kullanıldıı görülmektedir. Bu unvanı, Karahanlılar döneminde, Hızır
Han bin brâhîm’in sarayında bulunan Am’ak-ı Buhârî (Zerrînkûb 1371: 49;
Tarlan 1944: 79); Gazneliler zamanında, Sultân Mahmûd ’un airi Unsurî
almıtır (Devletâh 1901: 45; Ate 1968: 8; Tarlan 1944: 39). Bu unvan özellikle
Selçuklu sarayında önce Alp Arslan’ın airi Burhânî ve Melikâh ile Sencer’in
airi Mu’izzî için kullanılmıtır (Karaismailolu 1996: 137). Nitekim Mu’izzî,
bir beytinde kendisine ve babası Burhânî’ye gösterilen bu ilgi ve itibarı u
ekilde dile getirir (Mu’izzî 1362: 187; Alparslan 1972: 116):
*
*
*
*
35
35
*
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Bu genç hakîm, senin onu kabul etmen ile makbul oldu, kıymet kazandı da varını
younu, bahtını ve ikbalini genç hâkimin huzuruna götürdü teslim etti. O, senden
olunun hametini kabul etmeni bekliyor, nitekim nasıl ki Alp Arslan onun yani
(Mu’izzî’nin) babasına hürmet göstermitir.
Anadolu Selçuklu Devleti’nde ise, Muhyiddîn Ebu’l-fezâ’il (Turan 1988: 5758), Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî (bn Bîbî 1996: I/147, 418), Hüsâmeddîn
(Turan 1988: 157-58) ve Bahaeddîn Kâni’î (Ahmet Eflâkî 1989: I/354) de bu
makamda bulunan airlerdendir (ayrıca bak. Kartal 2008: 115-16).
Bu dönemlerde yaayan airler, sultanlar ile dier devlet erkânının kendilerine
baı ve ihsanda buldukları hediyeleri bizzat iirlerinde zikretmilerdir. Ferruhî-i
Sîstânî, Sultân Mahmûd’un kendisine verdii hediyeleri u ekilde belirtmektedir:
*
*
*
Zenginim, köle ile; zenginim, binek ile; zenginim, neeyle; zenginim, mutlulukla.
Benim elbisem, ilkbaharda keten ve ipekten; sonbaharda ise kıymetli sansar, ipek
ve samurdandır. Her tarafı halıyla döediim zaman, iki üç yerde sofralar
kurmuum (Ferruhî 1335: 197; Emirçupani 2001: 131).
Yine Ferruhî, Ahmed b. Hasan-ı Meymendî’ye hitaben öyle demitir:
Yirmi yıldır hizmet etmekte olan ben kuluna, sana güzel hizmetinden dolayı
zenginlik gelmitir (Ferruhî 1335: 155; Emirçupani 2001: 66).
Emîr Muhammed'in iire olan ilgisinden dolayı, airleri çeitli baılarla
ödüllendirdiini Ferruhî u beytiyle dile getirmitir (Ferruhî 1335: 385;
Emirçupani 2001: 49):
Onun iyilii ve baılarıyla, övgü söyleyenlerin sarayı, sürekli gelinlerin tahtları
gibidir.
Gazâyirî, Gazneli Mahmûd'un cömertliini öyle belirtmitir (Emirçu-panî
2001: 50):
Ben, bana maldan bıkkınlık veren o sultanın cömertliinden dolayı, feryadı Zühre
yıldızına ulaan kimseyim.
36
36
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Ferruhî-i Sîstânî ise, bu hususu bir iirinde öyle dillendirmitir
(Deirmençay 2000: 220-21):
Dünyanın ölçüsü çoktur, fakat onun da bir sınırı vardır. Ancak baıının ne bir
sınırı vardır, ne de ölçüsü. Bize öyle çok para baılıyor ki yanımızda para en
deersiz eylerden biri olmutur. Uyanıkken baıta bulunur, uyurken düünür.
Onun uyanık ve uyur olması bize faydasız deildir.
Bu konuda Hakanî de, Unsurî hakkında öyle demitir:
*
“Kerem noktasında iyi bir baı aldı, ülkeler fetheden Mahmûd’dan Unsurî . On
beyit karılıında güzel baılar gördü, bir tek Hindistan fethinden Unsurî. Duydum
ki tenceresini bakırdan, sofrasının aletlerini altından yaptı Unsurî” (Safâ 2002: 99).
*
Yukarıda deindiimiz hususlardan dolayı, Karahanlı , özellikle Gazneli ve
Selçuklu Devletleri döneminde Fars dili ve edebiyatı, buna balı olarak Farsça
iirin gelimesinde Türk asıllı sultanlar ile Farsça iir söyleyen Türk asıllı
airlerin büyük rolü olmutur.26 Karahanlı hakanlarından bazıları, ilmi ve
edebiyatı sevmiler, âlimleri ve airleri himaye etmilerdir. Hızır Han bin
brâhîm, Sultân Sencer zamanında Maveraünnehir ’de hüküm süren Arslan Han
Muhammed bin Süleymân ve olu Mahmûd bin Muhammed (Zerrînkûb 1371:
48), Hasan Bura Han (Dilâçar 1988: 14) bunlardandır. Örnein Hasan Bura
Han, Karahanlılar arasında, dürüst yönetimi, bilim ve sanat adamlarını koruması
ile kendine olaanüstü bir yer, yurt dıını aan bir ün salamıtır (Dilâçar 1988:
*
*
*
*
*
*
26
Yeni Farsçanın ekillenmesinden sonra, bu dille iirler söyleyenler arasında Türk asıllı kiilerin de
olduu bilinmektedir. Bunlardan biri olan Turkî-i Keî-i lâkî hakkında eski kaynaklarda fazla bir
bilgi yoktur. Avfî, lâkî’yi Sâmânîler döneminde yaayan, ancak isimleri, nisbeleri ve memduhları
belli olmayan airler arasında göstermi, iirlerinden -4 beyit- ise örnek vermitir (Avfî 1906: II/26).
Rızâ-kulî Han ise Mecma’u’l-havâs isimli eserinde, Tezkire-i Arafât müellifinin Turkî-i Keî-i
lâkî’yi eski airlerden ve mehur emirlerden saydıını bildirmitir (Râdûyânî 1949: 155). Bu bilgiler
ııında Ahmed Ate, Huseyn-i Îlâkî hakkında bilgi verirken, “Öyle görülüyor ki, Turkî-i Keî-i lâkî
ile Huseyn-i Îlâkî aynı ahıstır. Îlâk, Mâverâünnehir’de bir yer olduundan orada Türklerin
bulunması, yani Huseyn-i Îlâkî’nin Türk olması gayet tabiidir. Böyle bir Türkün herhangi bir
hükümdara intisap ettikten sonra emirlik mevkiine çıkması ve iir yazacak kadar Farsçaya vakıf
olması da ran tarihinde her zaman tesadüf edilen hâdiselerdendir. Binaenaleyh bu iki ahsın aynı
olmasını imkânsız gösterecek hiçbir husus mevcut deildir” (Râdûyânî 1949: 155-6) diyerek bu
ahsın Türk olma ihtimalini belirtmitir. Yine Tercümânü’l-belâga’da iirleri geçen Pür Tigin
(Râdûyânî 1949: 102-6; 17, 48, 100-1-Metin) de aslen Türk olup da Farsça iir söyleyen âhsiyetler
arasında sayılmaktadır.
*
*
*
*
37
37
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
14). Karahanlılar döneminin en ünlü airleri Am’ak-ı Buhârî, Reîdî-i
Semerkandî ve Sûzenî-i Semerkandî’dir (Zerrînkûb 1371: 49).
Gazneli sultanların edebiyat ve airlere verdii önem dorultusunda bu
dönemde Fars iiri canlılık kazanıp ilerleme göstermi (Nefîsî 1363: 32), Fars
iirinin büyük ustalarından sayılan Firdevsî-i Tûsî, Esedî-i Tûsî, Unsurî -i Belhî,
Ferruhî-i Sîstânî, Hakîm-i Senâ’î, Menûçihrî-i Dâmgânî ile birlikte en yüksek
derecesine ulamıtır (Nu’mânî 1368: I/44). Özellikle yüksek bir edebiyat
terbiyesine sahip olan Gazneli Mahmûd, Fars dili ve edebiyatına dier Gazneli
sultanlardan daha fazla hizmet etmitir. Sarayında devrin en büyük
kabiliyetlerini toplamı, airlere hürmet ve sevgi göstermi, komu ülkelerden
airleri kendi sarayına çaırmıtır. Sarayına çaırdıı airler arasında Türk asıllı
olan Ferruhî-i Sîstânî ile Menûçihrî-i Dâmgânî de bulunmaktaydı. Devletâh’ın,
Gazneli Mahmûd’un sarayında dört yüz airin bulunduu eklindeki rivayeti
mübalaalı olarak kabul edilse de, Gazneliler döneminde edebiyata verilen
önemi göstermesi bakımından önemlidir (Merçil 1987: 81; Tarlan 1944: 38;
Devletâh 1901: 44). Diyarbakırlı erîfî’nin eh-nâme Tercümesi’nin üçüncü
cildinde yer alan mensur kısmında, o dönemin mehur airleri Unsurî, Ferruhî ve
Ascedî’nin Firdevsî’ye hitaben söyledii u sözler bu bakımdan manidardır:
*
*
*
*
*
“Der-gâh-ı âlîsi kıble-gâh-ı efâzıldur, ehl-i fazlun melce’idür ve ehl-i ‘ilmün
mesnedidür. Mürebbi-yi ehl-i kemâldür ve der-gâhında u’arâ ve nüdemâ ve zurefâ
müctemi’dür. Husûsâ bâyi’ân-ı cins-i e’âr ol der-gâhda müreffehü’lhâldürler...bizüm pâdiâhımuz kemâl ehlidür, hüner-perverdür, hüner ehlin sever ve
ho tutar” (Kültüral 1999: III/1974).
Ferruhî’nin u beyti de, bu hususa ıık tutacak mahiyettedir:
Senin sarayının etrafında, sürekli tavaf eden airler görüyorum, sanki senin sarayın
Kâbe, onun çevresi de geni bir ırmak (Ferruhî 1335: 2; Emirçupani 2001: 46).
Selçuklular döneminde de, sultanların iire sempatiyle yaklamaları,
airleri himaye etmeleri ve onlara bol miktarda maddî ihsanda bulunmaları
sonucunda Fars iiri büyük bir revaç kazanmıtır. Nizâmî-i Arûzî’nin Selçuklu
sultanlarının iir sevgisi konusunda söyledii:
*
*
“Selçukoullarının tamamı iiri severdi. Ancak onların içinde en çok Doanâh
bin Alparslan severdi. Onlarla devamlı muhavere ve muaere ederdi. airlerin
tamamı onun nedimiydi.” (Semerkandî 1368: 80),
sözleri bu durumu açıkça göstermektedir. Nitekim Nâsır-ı Hüsrev, Ömer Hayyâm, Enverî, Mu’izzî-i Semerkandî, Katrân-ı Tebrîzî, Senâ’î-i Gaznevî, Hakanî-i
îrvânî, Zahîruddîn-i Fâryâbî, Nizâmî-i Gencevî, Attâr-ı Nîâbûrî, Baba Tâhir
38
38
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Uryân gibi airler bu dönemde yetimiler ve iirlerini söylemilerdir (Kartal
1999a: 19-20).
Bu dönemlerde airleri destekleyerek Farsça iirin gelimesinde önemli
rol oynayan Türk asıllı hanedanlar, sultanlar ve söyledikleri Farsça iirlerle
Farsça iirin hem olumasında hem de gelimesinde önemli yere sahip Türk
asıllı airler hakkında özellikle Farsça eserlerin bu edebî dili konuan milletin
kültür ve edebiyat hazinesi olarak görülmesinin sonucu, “o dönem iirinin
tamamen ran edebî zevkini yansıttıı”, “o dönem iirine Fars kültürünün hâkim
olduu”, “Türk hükümdar ve airlerin, Acem kültürünü benimseyip onu
yaymaya ve yaatmaya çalıtıı” ve “ranlılatıkları” gibi gerçei yansıtmayan
bazı görülerin genel kabul gördüü görülmektedir.
Bu deerlendirmelere göre ran asıllı hanedanların yerini almak isteyen
Türkler , üstün bir asalet ve soya dayanmazlar (Mu’temen 1322: 22). Nitekim
Muhammed-i Mustevfî, Gaznelilerin “hakâret-gevher” (kötü soylu/asaletsiz)
olduunu söyler (Müstevfî 1364: 426). Sâmânî saltanatının üzerine kurulan
Karahanlı (Zerrînkûb 1371: 48) ve Gazneli devletleri (Nu’mânî 1368: I/44),
Sâmânîlerin geleneini takip ettikleri için kendilerine özgü bir anlayı ve tavır
oluturamamılardır (Safâ 1370: 197)27. eh-nâme’nin ran kültür ve ruhunu ihya
etmesiyle Gazneliler ranlılamı ve böylece bir ran hânedanı ortaya çıkmıtır
(Holt 1997: 155). Gazneliler ranlılamılar ve kendilerini ranlılıın
savunucuları olarak ortaya koymulardır (Roux 1995: 142; 2007: 200).
Firdevsî’nin eh-nâme’si, ran kültür ve ruhunu ihya etmi, hatta o bölgedeki
Türkleri de Farslatırmıtır (Spuler 1988: 153; Palabıyık 2001: 48-49). Gazneli
devleti millî temeli olmayan, tamamen askerî bir saltanat idi (Dames 1999: 747).
Gazneliler aslında, slâm öncesi dönemde yüksek kültürün gelimesine katkıda
bulunan Fârisîlere benzeyen ranlılamı Türklerdi (Canfield 2005: 23). …Türk
seçkinleri Türklükten uzaklamılardı (Roux 2007: 259). Selçuklular ,
Türklükleri konusunda mutaassıp olmadıklarından dolayı ran kültürünü
benimsemilerdir (Rypka 1381: 265; Yalçın 2009: 15). Anadolu Selçukluları
hâkimiyeti ele aldıklarında Arapçanın yanında Farsça da ilmî bir özellik
kazanmı, ran kültürü mutlak egemenlii ele geçirmitir (Dilberîpûr 2003: 20).
Yine bu minvalde bazı ranlı aratırmacılar da, Gaznelilerin ve Selçukluların
Farsça iir söyleyenlere gösterdikleri ilginin izahını, “yerleik kültüre boyun
emek hatta Farslılamak durumundaydılar” eklinde yapmaktadırlar. Ayrıca
Gazneli, Selçuklu hatta Osmanlının çok geni bir corafyadaki siyasî
hâkimiyetleri zamanlarında Farsça eserler kaleme alınmı olması ve bazı air ve
devlet adamlarının Farsça iir söylemi olmaları nedeniyle “ran’ın kültürel
zaferi” olarak ifade etmektedirler (Kartal 1999/2000: 258; Karaismailolu 1999:
14). Bazen bu deerlendirmelerin herhangi bir Türk sultanı hakkında yapıldıı
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
27
Buna benzer ifadeler Sebk-inâsî’de de görülmektedir. Bak. Bahâr 1381: II/252.
39
39
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
da görülmektedir. Meselâ Barthold, Gazneli Mahmûd’un ran milliyetçiliini
himaye ettiini, rânî zihniyetine sahip bir hükümdar olup, slâm istilasına karı
Arien kavimlere mahsus duyu ve düünü tarzını yaatmaa gayret ettiini
vurgulamaktadır (Barthold 1977: 172). Rypka, Gazneli Mahmûd’un Türkistan
ile ran’ın batısında ilerleyerek büyük bir ran Devleti kurmayı amaçladıını,
bunun için de ölümünden önce Firdevsî’ye dillere destan baıta bulunduunu
ifade etmektedir (Rypka 1381: 250; Yalçın 2009: 3). Hodgson ise, Gazne'nin
Gazneli Mahmûd'un yönetimi altında (kısmen yazarların mecburî ikamete
zorlanmaları sayesinde) ran geleneklerinin ve Sâsânî zaferlerinin hatırasının
canlanma merkezi hâlini aldıını belirtmektedir (Hodgson 1993: 41). Oysa bu
hükümler, asla doru olmayıp hiçbir ilmî esasa dayanmamaktadır. Sadece Batılı
müsterikler ile ranlı aratırmacıların Türklere karı sübjektif bakı açılarını
yansıtması bakımından manidardır. Gazneliler’de gerek airleri gerekse fazılları
koruyarak onlara deer vermek devlet yönetimi adabındandı (Nefîsî 1363: 34).
Gazneliler namına yazılmı birçok eser ise, onların ilmi ve sanatı himaye
hususundaki faaliyetlerini gösterir. Yoksa bu, herhangi bir millî fikre hizmet için
deil; sırf hükümdarlık icaplarından olduu için yapılmıtır (Barthold 1977: 172;
Köprülüzade Mehmed Fuad 1926: 510). Hatta Gazneli Mahmûd, sünnî
mezhebine balı olduu için, Arap edebiyatını, mümessillerinin çounluu
iîlie mensup olan ran edebiyatına tercih etmitir28 (Brockelmann, 1992: 140).
Ayrıca burada unu da belirtelim ki, bazı deerlendirmelerde ifade edildii gibi,
Gazneli döneminde ranlılara ait eski eserleri ihya etmeye teebbüs edilmemitir
(Bahâr 1349: I/169). Nitekim Kerrâmîlere karı taassup içerisinde bulunan
Gazneli Mahmûd, ran’a ait eski eserleri ihya etmeye karı alakasız olmu ve
böyle bir eyi hayalinden dahi geçirmemitir (Bahâr 1349: I/168). Firdevsî, ehnâme isimli eserini tamamlayıp Gazneli Mahmûd’a takdim ettikten sonra, sultan
*
*
28
Burada Gazneli Mahmûd’un u meziyetlerini zikretmeyi uygun görüyoruz: Sultan Mahmûd, daha
ehzadelii dönemlerinde bir yandan babasıyla gazaya giderken, bir yandan da tefsir, hadis, fıkıh
usulü, fıkıh, kelâm, te’vîl, nâsıh-mensûh, sahih-mevzu ayırt etme, ehl-i sünnet ve bidat mezheplerini
aratırma, inceleme ve tartımaya kendini adamıtır (Curfâdekânî 1345: 369; Palabıyık 2001: 51).
lim ve fazilette üstün bir meziyete sahip olan Gazneli Mahmûd, Hanefî fıkıh âlimlerinden bahseden
ve önemli bir eser olan Cevâhir-i Mudî’e’de, fakihler arasında zikredilmi, fıkıh konusunda tafsilatlı
bir eser yazdıı belirtilmitir (Nu’mânî 1368: I/45). Hadis ilmine çok meraklı olan Sultan Mahmûd,
sık sık fakihleri huzuruna çaırtır, onlara dinî konularda çeitli tartımalar yaptırır ve mezheplerin
birbirinden ayrılan ve benzeen yanlarını örenmeye çalıırdı. Ayrıca tarihe karı da ilgisi olup derin
bilgisi vardı (Palabıyık 2001: 52-53). Gazneli Mahmûd, ilim ve sanata deer vermi, çeitli
ülkelerden sarayına gelen ilim adamlarını sarayına almı, onlara ikram ve baılarda bulunmu ve
saygı göstermitir. Ayrıca ortaçalardaki en büyük ilmî simalarından biri olan Türk asıllı Ebû
Reyhân el- Bîrûnî (ö. takriben 1051)’yi Harezm’i igal ettii zaman (1017), Gazne’ye getirmitir.
Böylece Bîrûnî Hindistan’a yapılan Gazneli seferlerine itirak etme imkânı buldu. Onun
Hindistan’daki temasları, öteki inanç ve âdetler hakkındaki temasları ve sınırsız merakıyla Tahkîk
mâli’l-Hind isimli büyük bir eser meydana getirmitir (Merçil 1987: 82).
*
40
40
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
eseri inceleyince onun Türk milletini tahkir ettiini, ran milleti karısında küçük
düürdüünü, hatta Türk milletine sövdüünü görmü ve yanındakilere dönerek:
“Benim her bir Türk pehlivanımın yiitlii senin Rüstem-i Zal gibi
pehlivanlarından yüksekte dururlar”
*
demi ve eserde bahsedilenlerden memnuniyetsizliini belirtmitir (ükürlü
2002: 22-23).
Bu da Gazneli Mahmûd’un sahip olduu millî hissi yansıtması bakımından
önemlidir. Bütün bu açıklamalardan sonra, yukarıda belirttiimiz bazı yargıların
aksine, rahatlıkla unu söyleyebiliriz: Gazneli sultanları asla ranlamamılar, ran
kültürünü benimsememiler, yayma gayretinde olmamılar ve yeniden ihya etmek
için çaba göstermemilerdir. Bilakis kendi kimlikleri ile Karahanlı döneminden29
itibaren olumaya balayan Türk-slâm kültürünü muhafaza etmilerdir.
Aynı eyleri rahatlıkla Selçuklu sultanları için de söylenebilir. Nitekim
Selçuklu Devleti’nde Türkler , özellikle saray tekilatında hâkimdiler. Saray,
âdeta Türklüün bütün cepheleriyle kendini gösterdii bir merkez
konumundaydı. Hükümdardan sarayda vazifeli en küçük rütbeli gulama kadar
herkes tam bir Türk hayatı sürdürüyor30, hükümdar dâhil herkes Türkçe
konuuyor31 ve tamamen Türk âdetlerinin hâkimiyeti görülüyordu. Ayrıca ordu
tekilatı da tamamen gulam Türklerinden meydana gelmekteydi. ranlı
Nizâmü’l-mülk, Siyâset-nâme isimli eserinde Türk nüfuzunu bir dereceye kadar
kırabilmek için Selçuklu ordusunun, yalnız Türklerden deil, muhtelif ırklardan
*
*
*
*
*
29
*
Karahanlılar , tam anlamıyla hem Müslüman hem de Türk olan bir devlet kurmulardır. Bunda Arap
kültür odaklarının uzak ve Karahanlı topraklarındaki Türk nüfusunun younluu etkili olmutur
(Roux 2007: 195). Türk geleneklerini her eyin üstünde tutan Karahanlılar, her ne kadar erken
dönemlerde gelien Fars ve Arap edebiyatlarının gelimesine katkıda bulunsalar da, hassaten
halkının Türk olmasından dolayı hem Türk dilinin edebî bir dil olmasında hem de yazılı Türk
edebiyatının olumasında önemli katkılar salamılardır (Canfield 2005: 24). Türkistan ’da halkı
yüzde yüze yakın Türk asıllı bir sahada kurulduu için siyasî, içtimaî ve hukukî yönden Türk olan
Karahanlılar, dinî açıdan slâmiyeti temsil etmekle, Türk-slâm cemiyet tipine doru köprü vazifesi
görmütür (Kafesolu 1988: 342).
Mevdûdî, Selçuklular Tarihi isimli eserinde, uzun bir müddet göçebe ve sade bir hayat yaayan ve bu
hayata alıan Selçukluların, ehir hayatına girmi olmalarına ramen bu sade, temiz, askerce ve
Türkmence yaama ruhunu devam ettirdiklerini, hatta ehirlere yerletikleri hâlde bu ruhun yok
olmadıını belirtmektedir (1971: 32). Yine Mevdûdî, bu konu hakkında, göçebe hayatından tamamıyla
kurtulamayan Selçuklu Türklerinin kendi aralarında eski Türkmenlerin usul ve kaidelerini devam
ettirdiklerini ifade etmektedir (1971: 137).
Osman Turan, Farsça iir de söyleyen Sultân Melikâh’ın yakın dostlarına Türkçe mektup yazdıını,
sarayın ve ordunun dili olan Türkçenin devletin her tarafına göçebe ve yerleik Türkmenler tarafından
yayıldıını, ran devlet adamlarının birçounun Türkçe bildiini, hatta örenmek zorunda kaldıını
belirtmektedir (1998: 221). Yine Osman Turan, Badad’da Turul Bey’in düününde bata ihtiyar
sultan olmak üzere bütün Türk beylerinin Türkçe arkı söylediklerini ifade etmektedir (1988: 396-97).
*
*
*
*
*
30
*
31
*
*
*
*
41
41
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
meydana gelen karma bir ordu olması tezini savunmutur32. Ancak onun bu
nazariyesi pek itibar görmemitir. Eyalet tekilatlarında da gulam Türklerinin
hakimiyeti görülmektedir (Köymen 1971: 308-9)33. Devletin mülkî tekilat
kadrolarını ise ranlılar igal etmee balamılardır. Balangıçta, fermanlara ve
dier resmî vesikalara hükümdarın alâmetini çekmekle vazifeli “turacı” adlı bir
bakan Türk iken, daha sonra, bu makama da ranlılar tayin edilmee
balanmıtır. Böylece hükümet tekilatı tamamen ranlıların inhisarına girmitir
(Köymen 1971: 309). Yukarıda belirtildii gibi, eer Selçuklu hanedanı bir
tarafa bırakılacak olursa devlet tekilatının ikiye ayrıldıı görülür. Birincisi,
askerî tekilatın büyük çounluunu oluturan gulam Türkleri, ikincisi ise idari
tekilatı tamamen igal eden ranlılar.34
Selçuklu Devleti’nde Türkçenin hükümdarlar ile ordunun, Farsçanın
yönetimin ve seküler kültürün, Arapçanın ise din ve hukuk kültürünün dili
olduu görülmektedir35 (Hourani 1997: 119). ranlıların, Türk olsun olmasın o
dönemlerde çeitli devletlerin idarî tekilatında görev aldıkları bilinmektedir
(Köymen 1971: 298). Nitekim Selçuklu Devleti’nin idari tekilatında da vazife
almılardır. Dîvânü Lûgati’t-türk’te geçen “tatsız Türk bolmaz, basız börk
bolmaz = Acemsiz Türk, basız börk olmaz” (Kagarlı Mahmud 1985: I/349-50;
II/281) atasözü bu vazifelendirmenin gerekli olduunu açık bir ekilde
göstermektedir. Farsça yönetimin dili olduu için, dolayısıyla devletin resmi dili
de olmutur. Bunda en büyük amil, zannımızca Selçuklu Devleti’nin
kurulmasında çok önemli yeri olan göçebe Ouzların, çok kuvvetli sözlü
geleneklerinin
olmasına
ramen,
yazı
dillerinin
olmamasından
*
*
32
Nizâmü’l-mülk’ün bu konudaki görüü için bak. Nizamülmülk 2003: 122.
brahim Kafesolu, Selçuklu Devleti döneminde Türk millî geleneklerinin devam ettii konusunda
unları söylemektedir (1973: 130-31): “Bu Müslüman Türk devletinin slâm-ran kültürü içinde eriyip
kendi gelenek ve örflerini unutarak aslî hüviyetlerinden sıyrılmı ve bir Müslüman-ran cem’iyeti
hâline gelmi olduu iddia edilemez. Zira, tâbi kütlenin hususiyeti dolayısıyla, ranlı vezirler yer ve
zamana uygun idarî ve askerî tekilat kurmu ve birçok dinî ve sosyal müesseseler meydana getirmi
olmalarına ramen, Türk telakki ve gelenekleri ana vasıflarını kaybetmemitir. “Leviratus”, toy,
ranlıların Han-ı yama adını verdikleri umumî ziyafetler, tu, askerî kıyafet, çetirler üzerinde ve
paralardaki ok ve yay arması, tura böyle olduu gibi, askerî tatbikat mahiyetinde olan büyük sürek
avları ve Bizans tarihlerinde açıkça gördüümüz bozkır sava usulleri de onlardandır”.
34
Yuri Bregel, idarî iler ile ilmî faaliyetlerin ranlıların elinde olmasını, bu ilerin Türkler tarafından
askerî hizmete nazaran daha aaı görülmesine balamaktadır. Ayrıca, Türk aristokrasisinin askerî
aktiviteler dıında herhangi bir ile megul olmasının uygun olmadıını da belirtmitir. Ancak,
Türklerin askerî aktivitenin bir parçası olan yönetimle ilgilenmekten geri kalmadıklarına da dikkat
çekmitir (Bregel 2005: 95). Bregel, bu ranlıların ya Tacik dili ya da Türkçe konutuklarına da ayrıca
dikkat çekmektedir (2005: 103).
35
Bu duruma benzer bir özellik XIV. asır ngiltere’sinde de görülmektedir. Bu dönemde ngiltere’de
Latince, Fransızca ve ngilizce kullanılmaktaydı. Bu dillerden Latince, o zaman ve daha sonra
eitimlilerin ortak diliydi ve onları bir Avrupa Edebiyat ve Bilim Topluluu ile birletiriyordu.
Fransızca sarayın, ngilizce ise halkın diliydi (Lewis 2007: 10-11, dipnot 3). Yine Fransızca XVIII.
asırda birçok Avrupa milleti için yüksek sınıfın dili olma özelliine sahipti (Berthels 1997: 1041).
33
*
*
*
*
*
42
42
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
kaynaklanmaktadır. Ancak burada unu belirtmek gerekir ki, devletin
bürokraside dil olarak Farsçayı kullanması onların Farslamasını ve onların Fars
kültürünü benimsediini göstermez. Dîvânü Lûgati’t-türk’te geçen ve her eyin
kendi cinsiyle yaaması yolunda söylenen “kılıç tatıksa ı yunçır, er Tatıksa et
tunçır = kılıç paslanırsa i kötüleir, adam Farslaırsa kanı bozulur” (Kagarlı
Mahmud 1985: II/281-82) atasözü bu bakımdan manidardır. Nitekim yukarıda
belirtildii gibi, Selçuklu hükümdarları sarayda Türkçe konumular ve Türk
âdetlerine balı kalmılardır. Bundan dolayı rahatlıkla Türklerin aynen
Gazneliler döneminde olduu gibi Fars dilinin ve kültürünün hamiliini yaptıı
söylenebilir. Hatta Gerhard Doerfer’in de belirttii gibi, Türklerin ran ’daki
kültürel nüfuzu Selçuklular ’la XI. asırda ve onlardan daha fazla da Safevîler’le
XVI. asırda güçlenmitir (Heyet 2008: 27). Bu da bize slâm’dan sonra ran’ın
ekillenmesinde Türk unsurunun belirleyici rol üstlendiini göstermektedir
(Heyet 2008: 21).
Gazneli ve Selçuklu devletlerinin egemen oldukları yıllarda, slâm
dünyasında büyük fikrî ve edebî gelimeler meydana gelmitir. Bu duruma X.
asrın ilk yıllarından itibaren Maveraünnehir ve Horasan çıkı noktası olmak
üzere bütün slâm dünyasına etkili olmaya balayan Türklerin varlııdır36
(Karaismailolu 2000: 2). Bu konuda Muhammed Bahâr düüncelerini (Bahâr
1349: I/150-52; Karaismailolu 2001: 68’den):
*
*
*
*
*
*
“slâm dünyasında Arap taraftarlıının karısında Farsların oluturduu u’ûbiyye
hareketi, Gazneli ve Selçuklu Türk devletlerinin ortaya çıkıı ve hâkim oluuyla
etkisiz duruma dümütür.”
*
*
diye ifade ederken, dier bir ran edebiyat tarihçisi Zebîhullah Safâ , durumu
açık olarak u ekilde özetlemektedir (Safâ 1372: 10; Karaismailolu 2000:
2’den):
*
*
“Kuruluu slâm medeniyetinde ve özellikle ran ’da büyük bir deiimin balangıcı
olan en büyük Türk devleti, Selçuklu Devleti’dir.”
*
*
36
Mevdûdî, Selçukluların slâm ülkesine geliinin ne gibi deiiklikler getirdii konusunda unları
söylemektedir: “…Alp Arslan’dan sonra Melikâh zamanında Selçukî devletinin egemenlik dairesi
en geni haddini buldu. Batıda Akdeniz kıyılarından balayarak, douda Çin hududuna kadar,
Güneyde Yemen, Kuzeyde Harezm ve Abhâz hep Melikâh’ın ülkelerine katılmı oldu. Bütün bu
slâm ülkelerinde, bir tek hükümdarın buyruu, bir tek kanun, bir tek siyasî nizam (rejim) yürütüldü.
Memlekette emniyet ve asayi salandı. Yolculuk imkânları kolaylatı. Sanat ve ticaret ilerledi. lim
ve fennin kaynakları akmaya baladı. Devlet ve hükümet bilginleri ve fen adamlarını koruyunca, bu
zümre de çalımalarını geniletmek imkânını buldular. Az zamanda slâm ülkeleri bilginler merkezi
hâline geldi. Siyaset, din, askerlik, ilim ve fen dallarında büyük simalar yetiti…” (1971: 31).
*
43
43
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Gazneli özellikle Selçuklular dönemi Dou iiri için âdeta bir deiim
dönemidir. Bu Arapça , Farsça ve Türkçe iir için aynı derecede etkin olan bir
deiim ve gelimedir. iirde üslûp farklılıı olumu, düünce ve hayal aırlık
kazanmaya balamı, maddî hisler ve dı dünyaya yönelik gözlemler yerini
manevî hislere ve iç dünya zevklerine bırakır olmutur. iirde çok açık bir
ekilde dinî, ahlâkî ve tasavvufî diye nitelendirilen bir bakı ve algılayı, dier
bir ifadeyle dinî hissiyat öne çıkmıtır (Karaismailolu 2001: 14).37 Bu dinî
hissiyat ise kendisini Sünnî ve Hanefî çizgide oluan bir dindarlık olarak
göstermektedir. Hatta daha Gazneliler döneminde saray airleri, Sultân Mahmûd
ve oullarını överken din ve adalet adına mücadeleden bahsetmilerdir. Ayrıca
Gazneliler döneminde yaayan Unsurî (Kedkenî 1366: 534-35), Ferruhî-i Sîstânî
(Yûsufî 1373: 399-402; Kedkenî 1366: 492-93) ve Menûçihrî-i Damgânî
(Kedkenî 1366: 516; Cokuner 2002: 30-37) ile Selçuklu döneminde yaayan
Hakanî-i îrvânî (Kezzâzî 1368: 201-5, 208-10), Katrân-ı Tebrîzî (Kedkenî
1366: 544) ve Lâmi’î-i Dehistânî’nin (Kedkenî 1366: 648) iirlerinde slâm ve
slâmî akideden kaynaklanan tasvirler sıkça yer aldıı görülmektedir. Yine
Selçuklular dönemine kadar Arapça iirde younlukla; Farsça iirde kısmen
yaygın örnekleri bulunan balıca arap, kadın ve müstehcenlik olmak üzere
maddî zevkler üzerine söylenen iirler, bundan sonra ancak nadir örnekler olarak
görülür. Türk hanedanlarına mensup saray çevresinde oluan, siyasî bir muhteva
taıyan ve iîlik davasında bulunan iirlerin de bu dönemlerde oldukça azaldıı
dikkat çekmektedir (Karaismailolu 2001: 16). Tasavvufî iir, Gazneli dönemi
airlerinden Senâ’î-i Gaznevî eliyle olgunlua ulamıtır. Esedî’nin Lugat-i
Furs’unda Ebu’l-kâsım-ı Gûrgânî, Ebû Abdullah-ı Hafîf, Ebû Alî-i Serahsî,
Ebu’l-hasan-ı Bustî, Ebu’l-hasan-ı Harakânî, Ebû Alî-i Dekkâk, Ebû Sa’îd-i
Ebu’l-hayr gibi Gazneliler devri mutasavvıflarına ait bazı beyitler nakledilmitir
(Emirçupani 2001: 109). Mutasavvıflardan eyh Ebu’l-hasan Alî-i Gaznevî (öl.
1072), Kefu’l-mahcûb li-Erbâbi’l-kulûb adlı tasavvuf konusu ile mutasavvıf
eyhlerin biyografileri ve tasavvufî bazı terimleri açıklayan önemli bir eser
bırakmıtır (Levend 1988: 230). Dîvân-ı Hikmet müellifi ve Türk milletinin
manevî müridi olan Ahmed-i Yesevî’nin (öl. 1166) hocası Yûsuf-ı Hemedânî,
ömrünü Herat’ta geçirmi ve 1140’da Merv’de vefat etmitir (Köprülü trhs.: 6466). Sufilerden Ebu’l-hasan Ali bin Osman el-Hucvîrî Gazneli olup birçok
*
*
*
*
*
*
*
*
37
Kedkenî, (H. 400/450) tarihleri arasında kaleme alınan iirlerde slamî unsurların çok kuvvetli
olduunu kaydetmektedir (Kedkenî 1366: 480). Önceki dönemlerde ise, slamî unsurların ya az ya da
hiç olmadıı dikkat çekmektedir. Nitekim Zerdüt kültürünün izlerinin bulunduu Rûdeki’nin
iirlerinde, slamî ve Araba ait unsurlardan daha çok eski ran kültürüne ait unsurların yer aldıı
görülmektedir (Kedkenî 1366: 415). Dakîkî’nin iirlerinde slamî kültürün yanında iî inancına ait
unsurlar da yer almaktadır (Kedkenî 1366: 428). eh-name’de ise, slamî unsur yer almamaktadır
(Kedkenî 1366: 457). Hatta Kedkenî, Firdevsî tarafından kaleme alınan Yûsuf u Züleyhâ’nın onun
olmadıını kaydetmektedir (Kedkenî 1366: 457).
*
44
44
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
seyahatte bulunmu, Sultân Gazneli Mahmûd’un yakın çevresinde yer almı ve
Lahor’da ölmütür (Palabıyık 2001: 69). Sûfî, air ve Melâmetî eyhi olan Ebû
Sa’îd-i Ebu’l-hayr da Gazneli dönemi âlim ve mutasavvıflarındandır (Yazıcı
1994). Sûfîlere karı büyük bir saygı gösteren Gazneli Mahmûd, onların
ziyaretine giderek onlarla konuur, kendisine nasihat ve dua etmelerini ister
(Emirçupani 2001: 109) ve ihtiyaçlarını giderirdi (Palabıyık 2001: 54). Bu
dönemde ahlâkî eserlerin de kaleme alındıı görülmektedir. Müstakil olarak
nazmedilen ilk ahlâkî eser, Sultân Mahmûd'un çadaı Bedî'-i Belhî'nin Pendnâme-i Enûirvân'ıdır (Emirçupanî 2001: 111). Tasavvufî çizgide yetien büyük
eyhlerin Selçuklu döneminde yaadıı görülmektedir (Nefîsî 1363: 73). Bunlar
içersinde iir söyleyenlerinin en mehurları Baba Tâhir-i Hemedânî, Hâce
Abdullah-i Ensârî, Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr, Senâ’î ve Attâr-ı Nîâbûrî’dir
(Hiredmend trhs: 27).
Vambery :
*
“ranlılar iirsel yaratılı ve düünceleri, çok eski zamanlardan kalma uygarlıkları
nedeniyle Türklerin önünde bulunduklarını ileri sürerler. Ama yabancı ulusların
bilgin ve sanatçılarının yaptıkları yararlı keiflerden yararlanmayı istemeye, Avrupa
dillerini örenmeye, sözün kısası onlarla her türlü ilikiyi günden güne artırmaya
yönelik çaba ve çalıma, herhalde kendilerinin ran halkına olan üstünlüklerini
kanıtlamaktadır” (Vambery 1993: 20)
*
*
diyerek, Türklerin ranlılar gibi özellikle edebî yönden büyük bir geçmiimiz var
deyip onun arkasına sıınmadıklarını, bilâkis yeni olan her eyden istifade edip
onu kendi birikimleriyle yourarak ortaya yeni eyler çıkardıklarını, bundan
dolayı da, ranlılardan daha üstün olduklarını kaydetmitir. Özellikle Gazneli ve
Selçuklu devletleri döneminde oluan iir üsluplarına verilen isimler, Türklerin o
dönemlerdeki Fars dili ve edebiyatındaki fonksiyonları açısından dikkat
çekicidir. Nitekim Gazneli Sultân Mahmûd ile Sultân Mes’ûd ’un Irak ’taki
fetihlerinden sonra, Horasanlı olan Selçuklular burada aralıksız yayılma
göstermi, Irâk-ı Âcem ve Irâk-ı Arab’da, Irak ve Horasan zevkleri ve kültürleri
imtizaç ederek bu dönem iirinde açıkça görülebilen bazı deiiklikler olmutur.
Bu bölgede oluan bu yeni iir tarzına “sebk-i Selçûkî” ismi verilmitir (Bahâr
1349: II/66). Aynı ekilde Gazneliler muhitinde oluan ve gelien iir tarzına ise
“sebk-i Türkistânî” denmektedir (Vanlıolu vd 1994: 262). Hatta Alî îr Nevâ’î
(ö. 1501)’nin Muhâkemetü’l-lugateyn (tlf. 1500) isimli eserinde yer alan (Alî îr
Nevâyî 1996: 169):
*
*
*
*
*
*
*
*
“Türk u’arâsı kim Fârsî til bile rengîn e’âr ve îrîn güftâr zâhir kılurlar...”
*
yani, Fars dili ile parlak iirler ve tatlı sözler ortaya çıkaran Türk asıllı airlerin
bulunduu ifadeleri de, bu bakımdan bizim için manidardır.
*
*
45
45
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Türk nüfuzunu belirtme açısından özgürlük düüncesinin yava yava Hind,
Rusya ve de Osmanlı-Türk Dili aracılııyla ran ’da yayıldıını ve çok geçmeden
bu yeni fikirlerin yayılarak Fars edebiyatında da yer edindiini de belirtelim
(Tarih-i Edebiyat-ı ran 1380: 448).
Özellikle Yeni Farsçanın oluumundan sonra oluan Fars iirinin oluumu ve
geliimi üzerinde iire sempati ile yaklaıp airleri destekleyen Türk asıllı sultanlar
ile Farsça iir söyleyen Türk asıllı airlerin önemli bir yere sahip olduu ve Fars
iirinin muhtevasının belirlenmesinde de etkili oldukları görülmektedir. Bu durum
bu dönem iirinin Fars iiri mi, yoksa Farsça iir mi olarak isimlendirilmesinin
doru olacaı konusunu gündeme getirmektedir (Arı 2003). Geliim sürecine
bakıldıı zaman, Fars iiri yerine Farsça iir denilmesinin daha uygun olduu
görülmektedir. Çünkü bu dönemde yazılan iirler bu bakıla tekrar incelenmeye
tabi tutulduunda, bu dönemlerde oluan edebî zevke, Türk edebî zevkinin sirayet
ettii görülecektir. Hatta bu iirin özünde Türk millî hissi ile Türk sanat
anlayıının bulunduu; Türk örf, âdet, gelenek ve inançlarının önemli bir yere
sahip olduunun nianı konumunda olan “Türk” kavramının önemli bir kullanıma
sahip olduu müahede edilecektir.
Türkler , Fars dili ve edebiyatı için göstermi olduu bu hamiyetperverlii,
aynen Arap dili ve edebiyatı için de göstermilerdir. Nitekim Türkler slâm
medeniyetine girdikten sonra, bu medeniyetin bayraktarlıını alıp uzun müddet
devam ettirdii gibi, Arap dili ve edebiyatının da gelime, büyüme ve
genilemesine dier milletlerden daha çok hizmet etmitir (geni bilgi için bak.
Kitapcı 2004).
*
*
*
*
*
*
*
*
Farsça iir Söyleyen Türk Asıllı airler
*
*
Karahanlılar , özellikle de Gazneliler ve Selçuklular döneminde, kültür ve
sanat hayatının ilerlemesinde üç dil kullanılmıtır38. Bunlar, ilmî hayatta
kullanılan Arapça 39, edebî dil olan Farsça ile saray ve orduda konuulan
Türkçedir.40 Sâmânî saltanatının üzerine kurulan Karahanlı (Zerrînkûb 1371: 48)
*
*
*
*
*
*
38
*
Canfield, bu dillerden Farsçanın devlet ilerinde ve edebiyatta; Farsça ve Arapçanın bilimde;
Arapçanın hukukta ve Türkçenin ise askerî alanda kullanıldıını belirtmektedir (2005: 34).
ranlılar da X. asırdan itibaren hukukî ve dinî eserlerinde Arapçayı, seküler edebiyatta ise Farsçayı
kullanmılardır (Hourani 1997: 118).
Türkçenin Arapça ile Farsça karısındaki hüviyetini belirtmek için bazı Batılı müsteriklerin
görülerini burada belirtmeyi uygun görüyoruz (bak. Özdem 2000: 118):
A Von Le Coq: “arkî Türkistan Türklerinde lisan güzel, oldukça temiz, ifadeye harikulâde
nuanslar vermek imkânına malik olan bir Türk lehçesidir.”
Oestrup Le: “Samî dillerde, samî ruhta perspektiv hassası olmaması hasabile cümlelerin fikirlerdeki
unsurları ehemmiyet derecelerine göre ayırmayan söz dizilerinden ibaret kaldıı halde, Türkçede
bütün fikir unsurları çok daha nizamlı, çok daha yerli yerinde ve sistemli bir vahdet tekil eder bir
haldedir.”
*
39
40
*
*
*
*
46
46
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
ve Gazneli devletleri (Nu’mânî 1368: I/44), özellikle de Gazneliler, hazır
buldukları devlet tekilatını, hem daha önce içinde bir parçası olmaları hem de
aynı yönetim ile gelenein içinde bulunmaları sebebiyle alıp fazla bir sıkıntı
çekmeden devam ettirmilerdir. Bunda üphesiz dönemin artları da etkili
olmutur. Çünkü Türk devletlerinin kurulduktan hemen sonra, fetih
hareketlerine baladıkları dikkat çekmektedir. Ancak devlet tekilatı oluturmak
için belli bir zamana ve artlara gereksinim olduu malumdur. Bundan dolayı da
gerek Gazneliler, gerekse Selçuklular vakit kaybetmemek için hazır olanı alıp
hiçbir komplekse girmeden benimseyip kullanmılardır. Böylece devletin
yazıma usulleri de dier pek çok kurum gibi bu devletler döneminde aynen
devam ettirilmitir. Meselâ, Utbî'nin bu hususta verdii malumata göre; Gazneli
Mahmûd'un veziri Ebu'l-hasan el-sferâyînî, Arapçayı iyi bilmediinden dolayı
divanları ve her türlü yazımaları Arapçadan Farsçaya çevirmitir. Ancak ondan
sonra, son derece iyi münî, edip ve âlim olan Ebu'l-kâsım Ahmed
Meymendî'nin vezarete gelmesiyle, menur, emsâl ve tüm yazımalar yeniden
Arapça olarak yazılmaya balanmıtır (Curfâdekânî 1345: 345-46; Palabıyık
2001: 50; Bahâr 1381: I/197, II/81-82). Beyhakî'deki kayıtlardan da, her mahalle
gönderilen evrakın genelde o mahallin diliyle yazıldıı anlaılmaktadır. Meselâ
halifeye yazılan yazılar Arapça iken, Karahanlı hükümdarı Kadır Han'a yazılan
mektup Farsça kaleme alınmıtır. Sultan, hazırlanan evraka bazen kendi el
yazısıyla eklemelerde bulunuyordu. Bunun yanında, Türkler Türkçe
konumaktaydılar41. Hatta mahallî lisanlar da kullanılmakta ve bu dilleri tercüme
*
*
*
Amédé Jaubert: “Türk konuma dili kemiyet, ahenk ve letafetçe Farisîye muadil, belki de faiktir.
Türk dili bütün ark dillerinin en güzellerinden biri ve itiraz kabul etmez en muhteemidir.”
G. Johnes: “Acem dili caziptir, Arap dili fasih ve genitir. Türk dili son derece vakarlıdır.”
A. B. Davids: “Birincisi bizi tatlılıkla çeker; ikincisi yükselir ve büyük dalgalar halinde yürür;
üçüncüsünde zarafet ve güzellikle mümteziç bir asalet vardır. Bu dil (yani Türkçe ) zengindir,
yüksektir, ahenklidir. Tabirlerinin incelii itibarile belki hiçbir dil ona tefevvuk etmemitir. Esalette,
güzellikte, zarafette hemen esizdir.”
Bu konuda Corci Zeydan; “Türkler (balangıçta) daima Türkçe konuurlardı. Bazen Arapçayı
örenirler, fakat tekebbür saikasıyla (büyüklük taslayarak) Arapça konumak istemezlerdi. Hatta
Türkler kendi dillerini Araplara öretmek için sözlükler bile meydana getirmilerdi. Abbasîler
devrinde, anası Türk olan Halife Mu’tasım’ın çarılısı olarak Badat’a gelen Türklerin, kısa bir
zamanda erklerini artırarak egemenlii salamaları, Türk dilinin sürümünü arttırmı, Araplar da,
Farslar da Türklere yaranmak için Türkçeyi örenme istei uyanmıtır.” demektedir. Gerçekten de,
Türklerin Araplarla iliki kurdukları ilk dönemlerde, millî kimliklerini korumaya özel bir önem
verdikleri dikkat çekmektedir. Dillerini koruma hususunda oldukça duyarlılık östermilerdir.
Nitekim Kagarlı Mahmûd, kelimenin önünde bulunan “elif ()” leri “he ()” ye çeviren Hotanlılarla
Kençeklileri, Türk dilinde bulunmayan bir harfi Türk diline kattıkları için onları Türk
saymadıklarını belirtmektedir (Özakıncı 1994: 10). Bu da Türklerin dillerine karı sergiledikleri
duyarlılıı ve onu koruma hususunda gösterdikleri bilinci göstermesi bakımından dikkat
çekmektedir. Lars Johanson’un Orta ran ’da konuulan Halaç Türkçesi hakkındaki u
deerlendirmesi de bu açıdan dikkat çekmektedir (Johanson 2002: 25): “Orta iran’da konuulan
Halaçça, Türk dili haritası üzerinde son yıllardaki en önemli keiftir. Halaçça aynı kökenden olduu
varyantlardan oldukça erken, belki 13. yüzyılda ayrılmı ve daha sonra Farsçanın baskın olduu bir
*
*
*
*
*
*
41
*
*
*
*
*
*
47
47
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
edebilecek görevliler ise hazır bulundurulmaktaydı (Beyhakî 1350: 88, 101, 201,
205, 582, 836, 888, 912; Palabıyık 2001: 50-51). Burada unu da belirtmemizde
fayda olduunu düünüyorum. Orta çada kurulan Türk-slâm devletlerinde
"devlet dili"nin bazılarında Arapça, bazılarında Farsça olduu iddiaları fazla
önem taımamaktadırlar. Çünkü son asırlarda millî devletlerin teekkülü ile
ortaya çıkan "resmî dil" anlayıını Ortaçalarda aramak doru deildir. O
devirlerde gerek yazıma gerek konuma dilinin tayininde en önemli faktör
yönetilen halk idi. ran sahasında ve Arap memleketlerinde idareyi Türkçe ile
yürütmek mümkün deildi. Öyle olunca Türklerin gelimi edebî dili ve kendi
yazıları olduu hâlde Arapça ve Farsçanın yanında Türk dilinin devletler
ölçüsünde umumîlememesini tabiî karılamak gerekir (Kafesolu 1988: 38182). Nitekim Beylikler dönemi Türk kültürü üzerine kurulan ve halkı Türklerden
oluan Osmanlı Devleti'nin yükselii ile ayrı bir Osmanlı Türk dili ve kültürü
oluturulmaya çalıılmı, bu vesileyle Türk dili ve kültürü saray ve ordunun yanı
sıra yüksek memurların da dili ve kültürü olmutur42 (Hourani 1997: 119). Yine
bu dönemlerde, özellikle de edebî eserlerde Farsçanın kullanılmasında, genel
teamüle göre Farsçanın gelimi bir dil olarak görülmesinin etkili olduu da
muhakkaktır. Bunun yanında millî hisleri oldukça kuvvetli olan ve yönetilen
konumunda bulunan Fars milletinin bu duygularının harekete geçmeyip
söndürülmesi için de Farsçanın kullanılmı olabileceini gözden uzak tutmamak
gerekmektedir.
Karahanlı , özellikle Gazneli ve Selçuklu Devletleri döneminde Fars dili ve
edebiyatı, buna balı olarak Farsça iirin gelimesinde, yukarıda geni olarak
açıkladıımız gibi edebiyata sempati ile yaklaan ve airlere önem veren Türk
asıllı sultanlar ile Farsça iir söyleyen Türk asıllı airlerin büyük rolü olmutur.
Bizzat hükümdarlar, ehzadeler ve devlet adamlarının da Farsça iir söyledikleri
görülmektedir. Emîr Ali Böri-Tigin, Kılıç Tamgaç Han ve Nusretuddîn Kılıç
Arslan Karahanlı sultanlarından iir söyleyenlerdir (Safâ 1372: 344). Gazneli
Devleti’nin önemli sultanlarından olan Gazneli Mahmûd da, iir söylemitir.
Avfî, Lubâbu’l-elbâb isimli eserinde, Gazneli Mahmûd’un adını iir söyleyen
büyük melikler ve öhretli sultanlar arasında zikretmitir (1906: I/23-25). Ayrıca
Gülistan isimli kızının ölümü üzerine söyledii üç beyitlik mersiye ile ölümünün
yaklatıını hissettii anda söyledii altı beyitlik iirini de kaydetmitir (1906:
I/24-25). Emîr Sebüktegin’in dier olu Emîr smâ’îl b. Sebüktegin’in de fasih
iir söyledii bilinmektedir. Avfî, eyhülislam bn-i Ahmed’den naklen Selçuklu
sultanlarından, Sultân Melikâh b. Alp Arslan’ın iir yazma kabiliyetinin
olduunu, zaman zaman parlak ve güzel iirler söylediini nakleder ve bir
*
*
*
*
*
*
*
42
çevrede gelimitir. Çok sayıda arkaik özellii korumu ve aynı zamanda dikkat çekici tipolojik
deiikliklere uramıtır”.
Canfield, Osmanlıların “saray dili olarak Farsçayı bırakıp yerine Batı Türklerinin dili olan Türkçeyi
kullanan ilk ‘barut imparatorluu’ ” olduunu ifade etmektedir (2005: 35-36).
48
48
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
rubaîsini aktarır (1906: I/34). Sultân Süleymân âh es-Selçûkî de airler arasında
sayılır, iirlerinin ho olup Hind ve Gazne’de de mehur olduu belirtilir (1906:
I/39). Sultân Sencer de iir söyleyen hükümdarlardandır (TET 1975: 60; Akar
1998: 42-3). Ayrıca Sultân Sencer’in kardeinin olu Sultân Süleymân b. Sultân
Muhammed es-Selçûkî de airler arasında yer aldıı görülür (Avfî 1906: I/3940). Irak Selçuklu sultanlarından Turul b. Arslan’ın latif iirleri olduu belirtilir
ve üç rubaîsi örnek olarak verilir (Avfî 1906: I/41-2). Râvendî ise, iirlerinin
halk arasında mehur olduunu ve daima söylendiini kaydeder (Râvendî 1999:
II/308). Selçuklu sultanlarının dıında devletin idarî kadrosunda bulunan
kimseler arasında da iir söyleyenler bulunmaktaydı. Bunlar arasında iirleri
kaynaklarda geçen Selçuklu Devleti’nin ünlü veziri Nizâmü’l-mülk (Avfî 1906:
I/65-7) ile olu Müeyyidü’l-mülk Ebû Bekr (Avfî 1906: I/67-8) bulunmaktadır.
Ferruhî-i Sîstânî (Ferruhî 1335), Menûçihrî-i Damgânî (Damgânî 1375;
Cokuner 2002), Mu’izzî-i Semerkandî [ö. 1224-1227yıllarında] (Mu’izzî 1362),
Hakanî-i îrvânî [ö. 1198] (Hakanî 1363), Nizâmî-i Gencevî [ö. 1212-14 ?]
(Nizâmî 1370), Katrân-ı Tebrîzî (Katrân-ı Tebrîzî 1362), Emîr Hüsrev-i Dihlevî
[1253-1324] (Husrev-i Dihlevî 1343), Sâ’ib-i Tebrîzî [ö. 1676-77 ?] (Sâ’ib-i
Tebrîzî 1370)... gibi yazdıı Farsça eserlerle büyük bir kısmı ran Edebiyatında
birinci derecede yer igal eden, daha sonraki dönemlerde de birçok muakkıp
edinen Türk asıllı airler bu ve sonraki dönemlerde yetimilerdir.
Anadolu ’nun, Türkler tarafından fethedilmesinden sonra, iktisadî refahın,
düünce özgürlüünün ve düzenli devlet idaresinin hâkim olduu, güzel
sanatların gelitii bir saha (laydın 1974: 770) olması ve Anadolu Selçuklu
sultanlarının tıpkı Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu sultanları gibi airlere ihsanda
bulunmaları, ilim adamlarına lâyık oldukları ikram ve himayeyi
göstermelerinden dolayı (Uzunçarılı 1948: 295) Anadolu’ya Türkistan , Suriye ,
Irak ve ran taraflarından bir çok âlim, mütefekkir ve sanatkâr gelmitir
(Uzunçarılı 1948: 288). Necm-i Râzî’nin, Mirsâdü’l-ibâd isimli eserinin
mukaddimesinde yer alan u cümleler bunu açık bir ekilde göstermektedir
(Riyâhî 1995: 73):
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
“Vatanımdan, meskenimden umudumu yitirince, din ve dünya salahının, ehl-i sünnet
ve cemaatın yaadıı diyarda buldum. Orada emniyet ve adalet varmı, dirlik düzenlik
varmı. O diyarda dindar, âlim, âdil ve insaflı bir padiah varmı. Memleketler
hakkında bilgi sahibi olan tüccarlara ve görü sahiplerine sordum soruturdum.
Dediler ki: Bu özellikte bir yer bu zamanda ancak Anadolu ehirlerinde olabilir. Hem
ehl-i sünnet ve cemaattirler, hem adalet, insaf ve emniyetle donanmılardır. Allah’a
ükürler olsun, o diyarda Selçukluların devamı olan bir padiah var. Müslümanlar
rahat, huzur ve emniyeti o hanedanın gölgesinde bulmutur.”
*
Anadolu’da gerek Dânimendliler gerekse Selçuklular döneminde ilmî ve
edebî faaliyet önce saray muhitinde balamı, müteakiben bu faaliyet II. Kılıç
Arslan’ın oullarının valilikleri zamanında ehirlerdeki ehzade muhitlerine de
*
*
*
49
49
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
sirayet etmitir. Özellikle sukun ve asayiin iyice salanmasıyla Anadolu’da
hummalı bir içtimaî ve fikrî hareket kendini göstermitir (Uzunçarılı 1948: 288).
Anadolu Selçuklu sultanları arasında da Türkistan ’da kurulan Türk
devletlerinde olduu gibi Farsça iir söyleyenler vardı. I. Alâeddîn Keykubâd, I.
Gıyâseddîn Keyhüsrev, zzeddîn Keykâvus ve II. Rükneddîn Süleymân
bunlardandır. Bu sultanlardan I. Alâeddîn Keykubâd, bazen zengin tabiatından,
berrak ve saf kalbinden süzülen ve ahane incilere benzeyen rubaîler de
söylemitir. bn Bîbî’nin eserine aldıı (1996: I/246) ancak, Ömer Hayyâm’a ait
olarak tanınan bir rubaîsi (Riyâhî 1995: 71) günümüze kadar gelmitir. Bazen
ehzadelerin de Farsça iir söyledikleri görülmektedir. Nitekim Anadolu
Selçuklu sultanlarından II. Kılıç Arslan’ın olu Nasireddîn Berkyaruk’un Hürzâd ile Peri-nejâd hikâyesini son derece güzel, akıcı, sanatlı ve mükemmel bir
ekilde Farsça olarak nazmettiini bn Bîbî, büyük övgülerle anlatır ve
mesneviden örnek beyitler nakleder (1996: I/41-4; Kartal 1999a: 363-64).
Anadolu Selçuklu devlet adamları arasında da Farsça iir söyleyenler
bulunmaktaydı. Kemâl-i Kâmyâr, Mecdud-dîn Ebîbekr, Nizâmeddîn Ahmed-i
Erzincanî, emseddîn Hamza-i Tugrâî ve emseddîn Muhammed-i Isfahânî bu
özellikteki kiilerdendir (geni bilgi için bak. Kartal 2008: 118-23).
Selçuklu Devleti’nin Mool baskısı ile zayıflaması üzerine, bulundukları
bölgelerde kendi adlarına hüküm sürmeye balayan Türkmen beylerinin Arap ve
Acem kültürüne fazla itibar etmemeleri, millî geleneklerine ve kendi bölge
aızlarına verdikleri deer, ilim adamlarını, air ve edipleri korumaları, Türk dili
ve edebiyatı için verimli bir dönemin balamasına sebep olmutur. Bu beylerin,
memleket kazanmak için yaptıkları savalar ve siyasî mücadeleler sırasında bile
ilim ve edebiyat hareketlerini tevik etmeleri, bazılarının Arapça ve Farsçayı iyi
bilmelerine ramen Türkçe yazmayı tercih etmeleri dikkate deerdir (Korkmaz
1995: 427). Bu bilinçlenme ile Türkçeye verilen önem neticesinde, Türk dili
artık bir ilim ve edebî dil olma yolunda önemli adımlar atarken, Farsça eserler
de verilmeye devam edilmitir.
Osmanlı Devleti’nin kurulu dönemine rastlayan XIV. asırda, Türk dili bir
önceki asra göre daha çok ilenip gelimi, yazar ve air sayısı artmı, mensur ve
manzum pek çok eser yazılmıtır (Mazıolu 1982: 86). Bu dönemde Türkçe
artık Anadolu ’da tamamıyla yerlemi ve bir edebiyat dili hâline gelerek, dinîtasavvufî, tarihî, hamâsî (epik) ve ahlâkî mahiyette eserler verilmitir (TDEK
1992: III/111). Bu dönemde, Türkçe edebî eserlerin yanında Farsça edebî
ürünler de Anadolu’da verilmeye devam edilmitir. Bu asırda Ârif Çelebi ve
Nesîmî gibi Farsça divan tertip eden airlerin yanında Gülehrî ve Yârcânî gibi
mesnevi yazan airler de olmutur. Bir kısım airler ise, Farsça bazı iirler
söylemilerdir. Ancak bu asırda, Türkçe eser vermei uurlu ekilde isteyen ve
bunu gerçekletirmee çalıan airlerin varlıı da dikkat çekmektedir.
Anadolu’da bir millî edebiyat çaının açılmasını salayan Gülehrî ve Âık Paa
bunların baında gelmektedir (TDEK 1992: III/111).
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
50
50
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
XV. asır ortalarına kadar Emîr Süleymân, Çelebi Mehmed, II. Murâd,
Tokatlı Hacı Ivaz Paa ve Timurta Paazade Umur Bey gibi hükümdar ve
devlet adamlarının gösterdikleri himaye ve tevik sayesinde Osmanlılarda siyasî
ve askerî baarılar yanında ilmî ve fikrî hareketler de hızla genilemitir
(Uzunçarılı 1988: II/535). Osmanlı Devleti’nin kültür ve medeniyet alanında
ilerleme devri olan bu asırda, özellikle Fâtih Sultân Mehmed’in 1453 yılında
stanbul’u fethi, daha önce balayan edebî kıpırdanmaları daha da
güçlendirmitir (bak. Levend 1953; Tekin 1995). stanbul’u her yönden bayındır
bir ehir hâline getirmeye kararlı olan Fâtih Sultân Mehmed, bu ehrin her
bakımdan slâm Dünyasının merkezi olmasına büyük önem vermitir. Bu genç
padiah, gelenleri büyük baı ve iltifatlarla karılayarak, kurulduundan beri
hep birinci derecedeki kültür merkezlerinden biri olagelmi olan stanbul’a belki
kültürel açıdan tarihinin en hareketli dönemini yaatmıtır (sen 1997: 305-6).
Bu dönemde özellikle Fâtih’in stanbul’u dünyanın önemli kültür
merkezlerinden biri hâline getirmek için sanatkârları, bilginleri ve airleri burada
toplamaya balaması, ehzadeler Korkud, Cem ve Ahmed’in etrafında edebî
çevrelerin teekkül etmi olması, bu yüzyılda edebiyatın hızlı geliimine katkılar
saladı (BT 1993). Fâtih’in bu uygulamasından dolayı Türkistan , ran ve Arap
corafyasından birçok air stanbul’a gelerek Fâtih’in teveccühünü kazanmı ve
onun himayesine girmitir. Bunlardan bir kısmının Türk asıllı kiiler olması
dikkat çekmektedir. Ayrıca Fâtih’in bu tutumundan dolayı çevresinde 185 airin
toplandıı bilinmektedir (sen 2000: 3). Fâtih’in özellikle Acem diyarından
gelen ve söyledii iirlerle airlik kudretini ispat eden kiileri sarayına alıp onları
himaye etmesi bazen eletiri konusu edilmitir (Alî Emîrî 1334d: 111-13; sen
1997: 313-14). Oysa Fâtih’in bu tavrı herhangi bir millî fikre hizmet etmek için
ya da onu korumak için deil, sadece devlet yönetimi adabından ve hükümdarlık
icaplarından olmasından kaynaklanmaktadır. Bu asırda Farsça iir söyleyen
airler önceki asra göre büyük artı göstermitir. Ayrıca tertip edilen Farsça
divan ile telif edilen Farsça mesnevilerde de bir artıın olduu görülmektedir.
XVI. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde siyasi gelimelerin yanında bütün
kurumlarda da olumlu gelimelerin gözlemlendii bir dönemdir (BT 1993:
552). Ülkedeki umumî gelimenin tabiî bir sonucu olarak ilim, kültür ve
edebiyat bu yüzyılda devletin büyümesiyle orantılı olarak büyük bir gelime
göstermitir. Osmanlı padiahları, bir yandan ardarda yaptıkları seferlerle büyük
devletin kuruluunu tamamlamaa uraırken, bir yandan da ilimde, kültürde,
edebiyatta ve bütün sanatlarda ilerleme ve yükselmenin gerektiini görmüler ve
bunun gerçeklemesi için büyük gayret göstermilerdir. Bu dorultuda
saraylarını yabancı ilim adamlarına açmılardır. Ayrıca yaptıkları seferler
sonunda tanınmı âlimleri ve sanatkârları yanlarında stanbul’a getirerek
himayelerine almılardır (TDEK 1992: III/131). Devlet merkezine gelememi
olanları ise koruma ve gözetimleri altına alıp orada bırakmılardır -Fuzûlî gibi(sen 1997: 306).
*
*
*
51
51
*
*
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
XVI. asırda devletin gelimesi ve güçlenmesiyle, ülkede zenginliin, bilgi
seviyesinin artmasıyla orantılı olarak iirdeki gelime daha da hızlanmı, iir
ölçüsü olarak benimsenen aruzun en iyi ekilde kullanılmasıyla bilhassa kaside,
gazel ve mesnevide en parlak devrine ulamıtır. Bu dönemde Osmanlı Türkçesi
ise klasik biçimini almıtır (TDEK 1992: III/143-44). Ayrıca bu dönemde,
Farsça iir söylenmeye devam edilmitir. Bata Osmanlı sultanlarından Bâyezîdi Velî, Yavuz Sultân Selîm ve Kânûnî Sultân Süleymân olmak üzere bir çok air
Farsça iir söylemitir. Bu asırda Farsça iir söyleyen airlerin sayısı geçmi
asırlara oranla oldukça artmıtır. Bu dönemde tertip edilen Farsça divan ile
yazılan Farsça mesnevîlerin de geçmi yüzyıllara oranla artı gösterdii
müahede edilmektedir.
Anadolu ’da özellikle Türk asıllı airler tarafından yazılan Farsça iirlerden
dolayı, “Türklerin ran kültürünü benimsedikleri” ve “o kültüre esir oldukları”
ifade edilmektedir. Meselâ bu suçlamaya Farsça bir divan tertip eden Yavuz
Sultân Selîm de maruz kalmıtır. Oysa Yavuz Sultân Selîm’in, gerek Farsça iir
söylemekle gerekse Sa’dî ve Hâfız’ın divanlarını okumakla fatihi olduu ran’ın
manevi esiri olduunu ifade etmek yanlı bir yargıdır (Alî Emîrî 1334: 24).
Bilakis Yavuz Sultân Selîm, Türkçeye önem veren bir kiidir. Çıktıı seferlerde
yanında Türkçe eserler bulundurmu ve müsait zamanlarında onları okumaya
gayret göstermitir. Ayrıca pek çok eseri Türkçeye tercüme ettirmitir (Alî Emîrî
1334: 24-7). Farsça iirlerinin yanında Osmanlı Türkçesi ve Çaatay Türkçesi ile
de iirler söylemitir (Alî Emîrî, 1334: 31-4). Hoca Sadettin Efendi’nin Yavuz
Sultân Selîm hakkında söyledii u manzume de bu konuya açıklık getirecek
tarzdadır (Hoca Sadettin Efendi 1992: 363; Alî Emîrî 1334: 34):
*
*
*
*
*
*
Türkî vü Fârisî vü Tâtârî
Nazm iderdi nefîs e’ârı
Ehl-i irfân ile musâhabete
Mâ’il idi dil-i pür-envârı
Kevser nazmı cânı tâze ider
Ayn-ı tab’ından olalı câri
Yavuz Sultân Selîm’in o dönemin gerei olarak Farsça iir söylemesi ve bir
divan tertip etmesi, hikmeten ve siyaseten bir mecburiyetten kaynaklanmıtır
(Alî Emîrî 1334: 27). Yavuz Sultân Selîm, hasmı smâ’îl-i Safevî’nin:
*
Âlem tehî zi-merdum vu pur od zî-dîv u ded
Bâ-dîv u ded çi çâre konem yâ Alî meded
tarizli ve ateli sözlerine karılık:
Ber-cân-i hâricî zedeem pençe çun esed
52
52
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Hûn-i Huseyn mî-talebem yâ Alî meded
eklinde cevap vermitir (Alî Emîrî 1334: 27-8). Ayrıca smâ’îl-i Safevî, Anadolu’ya göz dikerek Hatâî mahlası ve Osmanlı Türkçesi ile iirler söylemi, söyledii bu iirleri dervileri ve halifeleri vasıtasıyla Anadolu ’da yayarak halkı etrafında toplama gayretinde bulunmutur. Bunun üzerine Yavuz Sultân Selîm,
teskîn-i fesâd için kırkbin haneden fazla ahaliyi Anadolu’dan Rumeli’ye
nakletmi ve smâ’îl-i Safevî’nin Türkçe iirlerine mukabil Farsça iirler
söylemitir (Alî Emîrî 1334: 29).
Ahmet Kartal tarafından yapılan bir aratırmaya göre (bak. Kartal 2002),
XI. asırdan XVI. asrın sonuna kadar Anadolu ’da yaayan 23 airin Farsça
Divanı olduu kaynaklarda belirtilmektedir.43 Bu airler unlardır:
Fahruddîn-i Îrâkî (Îrâkî 1373), Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî (Mevlânâ 1345;
Gölpınarlı 1992); Sultân Veled (Uzluk 1941); Ârif Çelebi (Vanlıolu 1991);
Nesîmî44; Seyf-i Fergânî (1364); Ahmed-i Dâ’î (Ocak 1352; Ertaylan 1952: 27388); Cem Sultan (Ertaylan 1951; Tokmak 1976); Gülen-i Saruhânî (Farzan
1980); Hâmidî (Ertaylan 1949: 57-530); lâhî (Ertaylan 1960); Kabûlî (Ertaylan
1948); Âlî (Kartal 1999a: 409); Basîrî (Sarısoy 2001); Dervî Niyâzî (Kartal
1999a: 422); brâhîm-i Gülenî45; Kefî (Kartal 1999a: 439); Mîrzâ Mahdûm
(Kartal 1999a: 444); Muhibbî (Ak 1995; Gelen 1989); Münîrî (Kartal 1999a:
447); Niyâzî (Kartal 1999a: 449); Selîmî (Tarlan 1946); âhidî (Kartal 1999a:
461).
Ayrıca bu dönemlerde 25 air tarafından 31 Farsça mesnevî yazılmıtır.
Bunlardan Emîr Ahmed Kânî-i Tûsî ve Gubârî’nin 2, Sultân Veled ve âhidî’nin
ise 3 tane Farsça mesnevî söyledikleri görülmektedir. Yazılan Farsça mesneviler
ile müellifleri unlardır:
Dehhânî , elçuklu âh-nâme’si (Köprülü 1943: 396-7); Emîr Ahmed
Kânî-i Tûsî, Selçuk-nâme, Kelîle ve Dimne (Kâni’-i Tûsî 1358); Fahruddîn-i
Îrâkî, Uâk-nâme (Îrâkî 1373: 297-357); Kadı Burhaneddin-i Anevî, Enîsü’lkulûb (Köprülü 1943: 459-521; Dâvud brâhimî 1995: 242-3); Mevlânâ
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
43
adi Aydın ise hazırlamı olduu yüksek lisans tezinde, XIII. asırdan XX. asrın sonuna kadar 33 tane
Farsça divan ve divançenin Türk airler tarafından oluturulduunu tespit etmitir. Bu airler
unlardır: “XIII. asır: Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî, Fahreddîn-i Irâkî ve Sultân Veled . XIV. asır:
Seyyid mâdeddîn-i Nesîmî ve Ulu Ârif Çelebi. XV. asır: Ahmed-i Dâî, Alî îr Nevâî, Mevlânâ
Hâmidî, Cem Sultan, Adnî (Mahmûd Paa), Kabûlî, Gülen-i Saruhânî, Mollâ lâhî ve brâhim-i
Gülenî. XVI. asır: Basîrî, Selîmî (Yavuz Sultan Selîm), âhî (ehzâde Bâyezid), Fuzûlî, Murâdî (III.
Murâd) ve Muhibbî (Sultân Selîm Sultan Süleyman). XVII. asır: Nâbî, Nef’î, ve Fasîh Ahmed Dede.
XVIII. asır: Abdullah Nidâî Kagarî, Nevres-i Kadîm ve Sünbülzâde Vehbî. XIX. asır: Ayntablı Aynî
Efendi, Nemcî Ömer Efendi, Seyyid Nigârî-i Karabagî, eyhülislâm Ârif Hikmet Beyefendi ve Hâlid
Ziyâeddîn. XX. asır: Esad-ı Erbîlî, Ömer Nasuhi Bilmen” (bak. Aydın 2001).
stanbul Üniversitesi Kütüphanesi FY 448
Süleymaniye Kütüphanesi, Kadı-zâde Kısmı, Nu. 395/2.
Fâtih Kütüphanesi, Nu. 3866.
*
*
*
*
*
44
45
53
53
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Celâleddîn-i Rumî, Mesnevî-i Ma‘neviyye (Mevlânâ 1370, 1988, 1993); Nasîrî-i
Sivasî, Fütüvvetnâme (Gölpınarlı 1949-1950: 181-203); Nasîrüddîn Berkyaruk,
Hür-zâd u Peri-nejâd (bn Bîbî 1996: I/41-2); Sultân Veled , btidâ-nâme (Sultan
Veled 1315; Gölpınarlı 1976), Rebâb-nâme [tlf. 700/1300-1] (Deirmençay
1996), ntihâ-nâme [tlf. 708/1309]46; Yârcânî, Karaman âh-nâme’si (Köprülü
1943: 396, 399-401); Yûsuf Meddâh, Hâmû-nâme [tlf. 699/1299] (Ertaylan
1946); Gülehrî, Felek-nâme [tlf. 701/1301] (Kocatürk 1982, 1984); Gülen-i
Saruhânî, Râz-nâme (Farzan 1980); Hâmidî, Hasbihâl-nâme (Ertaylan 1949: 356); Ma’nevî, Mahzenü’l-ebrâr [874/1469] (Kartal 1999a: 268); Ma’âlî,
Hünkâr-nâme (Anhagger 1950); ehdî, Tevârih-i Âl-i Osmân (Kartal 1999a:
408); Ârifî Fethullâh Çelebi, ehnâme-i Âl-i Osmân47; Edâî, Selîm-nâme (Bilgen
1987); Esîrî, Sıfâtu’n-nebî (Kartal 1999a: 423-24; Nahcivânî 1341); Gubârî, âhnâme48; ebistân-ı Hayâl49; brâhîm Gülenî, Ma’nevî50; drîs-i Bidlîsî, Tercüme
ve Nazm-ı Hadîs-i Erba’în51; Sâfî, ehrengîz-i stanbul52; âhîdî, Gülen-i Esrâr
[tlf. 951/1544] (imekler 1998); ‘Ik-nâme [Bu mesnevî, Sultân Veled’in eseri
olarak stanbul’da basılmıtır53]; Tırâ-nâme; eyh Abdullâh-ı ebusterî, em’ u
Pervâne54 (Kanar 1995).
Ahmet Kartal (bak. Kartal 2002) tarafından yapılan çalımaya göre bu
dönemlerde Anadolu ’da Farsça iir söyleyen airlerin toplam sayısı 274’tür.
Bunlardan 32’si XI-XIII. asırlarda, 15’i XIV. asırda, 44’ü XV. asırda ve 183’ü
ise XVI. asırda yaamıtır. Yapılacak olan daha sonraki çalımalarda gerek eser
gerekse air sayısında deiikliklerin olacaı muhakkaktır. Ayrıca daha sonraki
*
*
46
47
*
stanbul Üniversite Kütüphanesi FY 1009 (=Halis Efendi 1905); FY 1009 (=Halis Efendi 3292.
Konya Mevlânâ Müzesi htisas Kitaplıı Nu. 2122/3; 2123; 2124; 2127; 2128/3.
Osmanlılar hakkında tam bir Farsça ehnâme yazan air Ârifî’dir. Be cilt olarak planlanan eser, son
derece güzel minyatürlerle süslenmitir. eh-nâme-i Âl-i Osmân’ın I. cildi peygamberlere, II. cildi
slâmiyetin douuna, III. cildi eski Türk devletleri ve Selçuklular ’a, IV. cildi Osmanlı Devleti’nin
kuruluuna, V. cildi ise Kânûnî döneminin bir kısmına (1520-1555) ayrılmıtır. Bunlardan günümüze
I ve V. ciltlerin tamamı, dierlerinden sadece son bölümü eksik IV. ile II. ciltten birkaç minyatür
gelebilmi, III. cilt ise bütünüyle kaybolmutur. 60.000 beyit tuttuundan söz edilen eh-nâme’nin en
büyük bölümünü (yaklaık 36.000 beyit) “Süleymân-nâme” adını taıyan V. cilt oluturmaktadır.
Eser, on be satırlık dört sütun halinde güzel bir nestalikle yazılmı ve altmı dokuz minyatürle
süslenmitir. Eser Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine, Nu. 1517’de bulunmaktadır (Kartal
1999a: 410).
Süleymâniye Kütüphanesi, Hekimolu Ali Paa Kısmı, Nu. 764.
Manisa l Halk Kütüphanesi Muradiye Kitapları Nu. 1346.
Süleymâniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Kısmı, Nu. 3830.
Manisa l Halk Kütüphanesi Muradiye Kitapları Nu. 2715.
Bayezıt Devlet Kütüphanesi, Nu. 3588.
stanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça Yazmalar Bölümü Nu. 823.
Süleymaniye Kütüphanesi, Lâlâ smail Kısmı Nu. 30.
Nuruosmaniye Kütüphanesi, Nu. 3383.
Sultan Veled, Bahâeddin, erh-i Ak-nâme-i Hazret-i Bahâeddin Veled, (ârihi: Hâlid), Mihran
Matbaası, stanbul 1305.
Süleymaniye Kütüphanesi, Kadı-zâde Mehmed efendi Kısmı, Nu. 415.
*
*
*
48
49
50
51
*
*
52
53
54
54
54
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
asırlarda da Farsça divan tertip eden, mesnevî kaleme alan ve çeitli iirler
söyleyen airler olmutur. Ancak yukarıda zikredilen tablodan çıkan sonuca
göre, özellikle Klasik dönemde, Farsça iir söyleyen airler birbirini takip eden
asırlarda artma göstermektedir. Anadolu’da Farsça iir söyleyen airlerin büyük
çounluu XVI. asırda yaamıtır. Bu durumun kültürel çalımaların siyasî
çalımaları belli bir mesafeden izlemesi ve her ikisi arasında yakın bir ilikinin
bulunmasından kaynaklandıı dikkat çekmektedir. Anadolu’da Farsça iir
söyleyen airlerin memleketlerine göre daılımı göz önünde bulundurulduunda
ise, dönemin siyasi ve kültür merkezi olan stanbul’un birinci sırada yer aldıı
görülmektedir. stanbul’u Edirne ve Bursa takip etmektedir. Bu ehirler de daha
önce siyasi merkez olmaları dolayısıyla dikkati çekmektedir. Ayrıca 79 airin
Türkistan ve ran corafyasında bulunan yerlerden olması da dikkat çeken dier
bir noktadır. Eer Anadolu’da doup büyüyen ancak Arap , Acem ile Türkistanlı
Türk airler de dikkate alınırsa bu sayının daha da kabardıı görülür. Bu
airlerden 19’u ise Balkanlar’dan Anadolu’ya gelmitir. Bütün bunlar göz
önünde bulundurulduu zaman, bu dönemlerde Anadolu’da bata Osmanlı
hanedanına mensup sultan ve ehzadeler olmak üzere, Türklerin Farsça olarak da
iir söylemelerini “ran kültürünü ve edebiyatını taklit etmek” ve “ran’ın
manevi esiri olmak” eklinde algılamamak gerektii kanaatindeyiz. Çünkü bu
tavır, asırlar boyu süren birlikte yaama ve aynı dinin getirdii kuralları, yeni
hayat tarzını örenme ve yaama yıllarındaki beraberlii hissettiren hatta
vurgulayan bir tablo olarak görülmelidir. Bu durum ise, “taklitçi”liin ötesinde,
Türklerin Maveraünnehir ve Horasan ’da söyledikleri gibi Anadolu’da da Farsça
iir söyleme kolaylıını devam ettirdiini gösteren bir durum olarak
algılanmalıdır. Nitekim Mevlevîliin manevî kurucusu ve Klasik Türk iirinin
oluumunda özellikle Farsça olarak kaleme aldıı Mesnevî-i Ma’nevî’si ile
önemli bir yere sahip olan Mevlânâ muakkıplarının eserlerini Farsçadan ziyade
Türkçe ile vermeleri bu açıdan dikkat çekicidir. Nilgün Açık (bak. Açık 2004)
tarafından yapılan bir aratırmaya göre, mevlevî airlerden Farsça divan sahibi
olanların sayısı sadece 5 kii iken, Türkçe Dîvân sahibi olanların sayısı 69’dur.
Yine bir divan oluturmayıp Farsça iir yazanlar 58 iken, Türkçe iir yazanlar
125 kiidir. 6 airin ise divançesi bulunmaktadır. Mevlânâ tarafından Farsça
olarak kaleme alınan manzum ve mensur eserler etrafında oluan ve Sultân
Veled tarafından kurumsallatırılarak tarikat hâline dönüen mevlevîlik yolunda
giden airler arasında, Türkçenin Farsçaya göre daha çok hâkim olduu
görülmektedir. Bu da yukarıda belirttiimiz gibi “taklitçi”liin ötesinde,
Türklerin Maveraünnehir ve Horasan’da söyledikleri gibi Anadolu’da da Farsça
iir söyleme kolaylıını devam ettirdiinin bir göstergesidir.55
*
*
*
*
*
*
*
*
*
55
Burada, özellikle u konuya da kısaca deinmenin faydalı olacaını düünüyoruz. Osmanlı Devleti
zamanında Farsça hiçbir zaman resmi dil olmamıtır. Elde bulunan Fâtih Sultân Mehmed’den
*
55
55
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Gerek Osmanlı sultanları ve ehzadeleri, vezirler, çeitli meslek erbabı vs.
Farsça iir söylemeleri bu gelenein bir tezahürü olarak kendisini
göstermektedir. Ayrıca bu dönemlerde Farsça iirler söylenirken böyle bir
düünceye sahip olmadıkları kanaatindeyiz. Hatta Osmanlı sanatkârlarını
yetitirmek, Acem ilmine, iirine ve dier sanat kollarına karı Osmanlı iir ve
kültürünün inkiafını salama düüncesinde olan Yavuz Sultân Selîm ile Kânûnî
Sultân Süleymân’ın Osmanlı’nın ran ’a bakı açısını gösteren Farsça ve Türkçe
gazellerinin bu bakımdan manidar olduunu düünüyoruz:
*
*
*
Askerimle stanbul tahtından hareket edip ran tarafına sefere çıktım. Kızılbaı
melâmet kanına gark ettim.
Mısır valisi can u gönülden benim azm ü himmetimin kölesi oldu. Padiahlık
sancaını dokuz felein fevkine yükselttim.
Nusret çengini (musiki aleti) zafer bezminde çalmaya balar balamaz bu müjde
Irak mülkünden Hicaza kadar yayıldı. (Irak, Hicaz musiki makamlarıdır).
Kılıcımdan Maveraünnehr kana gark oldu. Dümanın gözünü sfahan sürmesinden
mahrum ettim.
Dümana bir nazar edince gam sıtmasından ter içinde kaldı ve her kılından Amu
nehri aktı.
Mülk tahtası (bisat: oyun tahtası) üzerinde devlet satrancını oynamaya baladıım
zaman Hind ahı, âkil (Ferzâne) askerimin karısında malup bir fil hâline geldi
(pîl-i mât).
Ey Selîmî, mihr ü vefâ potasında altın gibi eridikten sonra cihan mülkünün parası
üzerine benim ismim yazıldı (Tarlan 1946).
*
*
Allah Allah diyelüm sancak-ı âhî çekelüm
Yüriyüp her yaneden arka sipâhı çekelüm
ki yirden kuanalum yine gayret kuagın
Buluup toz ile topraa bu râhı çekelüm
Pây-mâl eyleyelüm kiverini surh-ı serün
Gözine sürme diyü dûd-ı siyâhı çekelüm
Bize farz olmı iken olmaz slâma zâhir
Nice bir oturalum bunca günâhı çekelüm
önceye ait tahrir defterleri ve er’iye sicilleri Türkçedir. Farsça yaygın olarak tekrarlandıının
aksine, Anadolu Selçuklu Devleti döneminde dahi sadece iki vezirin vezirlii döneminde resmî
kayıtlar için kullanılmıtır. Anadolu’da bu amaçla kullanılması da Sâhib Ata Fahreddîn Alî’nin (ö.
687/1288) vezareti sırasında 657/1259’den sonra olmutur. Kaynaklara göre bunun sebebi, onun
Arapça bilmeyiinden dolayıdır. Karamanolu Mehmed Bey’in, Konya’da 9 Zilhicce 675/15 Mayıs
1277’de Türkçeden baka dil kullanılmayacaını bir fermanla duyurduu ve Osmanlı Devleti’nin de
1299’da kurulduu dikkate alınırsa, Farsçanın devlet kayıtlarında ne kadar kısa bir dönem için
geçerli olduu görülecektir (Karaismailolu 2001: 55-6).
*
*
*
56
56
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Umaram rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer
Ey Muhibbî yürüyüp ârka Sipâhı çekelüm
(Ak 1987: 562)
Türk asıllı airler, sadece Farsça iir yazmakla kalmamılar, daima faydayı
ve yararlı olmayı göz önünde bulundurdukları için Türk insanının okuduu
zaman istifade edeceini düündüü bazı Farsça eserleri manzum veya mensur
olarak Türkçeye tercüme etmilerdir. Bunda muhatabın ilme yeni balayan ve
sadece Türkçe bilen “mübtedî (: örenci)”lerin olması da etkili olmutur. Ayrıca
bilgiyi yalnızca örencileri düünmeden daha büyük bir kitleye yani halka
ulatırma düüncesi de tercüme faaliyetinin baka bir sebebi olarak
görülmektedir. Türkçe konuan halkın düünülerek eserin Türkçe telif ve
tercüme edilmesi müellif ile mütercimin sahip olduu ‘dil bilinci’ne ve Türkçe
konuan halka ‘mensubiyet duygusu’na iaret eder. Faydanın yaygınlaması
dileine istinaden Türkçe eser telif etmek ya da Türkçeye tercüme etmek
Anadolu Beylikler döneminin en önemli özelliklerinden birisidir. Özellikle dinî,
tarihî ve edebî eserler bütün bir halkın okuması, anlaması ve faydalanması için
telif veya tercüme edilmeye balanmıtır. Osmanlı sultanlarından I., II. ve III.
Murâd gibi bazılarının etrafında bulunan air, bilgin ve dier sanatkârları Türkçe
telif ve tercüme eser vermeye tevik ettikleri de bilinmektedir. Bu tercüme
faaliyetlerinde dil bilincinin de etkili olduunu belirtmemiz gerekir (geni bilgi
için bak. Fazlıolu 2003).
Zikrettiimiz bu sebeplerden dolayı Türkçeye Farsçadan56 tercüme edilen,
hatta bazen Türkçe erhleri de yapılan eserlerden belli balılarını u ekilde
sayabiliriz: Sa’dî-i îrâzî’nin Bostan (Kartal 2001a) ve Gülistân (Kartal
2001b)’ı; Hâfız-ı îrâzî’nin Dîvân’ı (Olgun 1978); Feridüddîn-i Attâr’ın Esrârnâme (Kartal 1999a: 132-41), Mantıku’t-tayr (Kartal 1999a: 148-60; Toska
1996), Pend-nâme (Kartal 1999a: 141-48) ve Tezkiretü’l-evliyâ (Kartal
2003a)’sı; Firdevsî-i Tûsî’nin âh-nâme’si (Anbarcıolu 1981); Nizâmî-i
Gencevî’nin Hüsrev ü îrîn (Timurta 1959), Leylâ vü Mecnûn (Levend 1959),
skender-nâme (Ünver 1974), Mahzenü’l-esrâr (Kartal 1999a: 268-94) ve Heft*
*
*
*
*
56
Saçaklı-zâde, Arapça olarak kaleme aldıı Tertîbü’l-ulûm isimli eserinde “Farsçanın
örenilmesi” noktasında u düüncelere yer vermitir (Saçaklı-zâde 2009: 225):
“Farsçayı örenmek gereklidir. Çünkü bazı meselelere açıklık getiren çou fetva
kitapları, özellikle dinden çıkmaya neden olan sözler ve boanma konularını içerenler
Farsçadır. Farsça dilinde birçok faydalı kitaplar yazılmıtır. Dolayısıyla bu dilin
örenilmesinin müstehap olduunda üphe yoktur. Ancak talebenin Farsçaya fazla
dalmaktan da sakınması gerekir. Çünkü böyle yapmak onu faydalı ilimlerden
alıkoyarak deersiz iirlere ve elenceye sürükler. Bunun sonu ise, seviyesiz insanlarla
dostluk, zulmet ve dindarlıın zayıflamasıdır.”
*
*
57
57
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Peyker’i (Kartal 1999a: 344-49); Mevlânâ ’nın Mesnevî-i Ma’nevî’si (Temizel
1996; Kartal 1999a: 181-243).
Bu tercüme faaliyeti sadece Farsçadan Türkçeye yapılmamıtır. Türkçeden
Farsçaya yapılan bazı tercümelerle de karılamaktayız. Alî îr Nevâî’nin XV.
asrın sonlarına doru Semerkand’da Çaatay Türkçesi ile yazdıı Mecâlisü’nnefâis adlı eseri, Türk Edebiyatı’nda yazılan ilk airler tezkiresi olup, özellikle
Herat, Horasan ve Azerbaycan’da yaayan ve çou Farsça iir söyleyen 461 airi
ihtiva etmektedir. çerisinde Farsça iir söyleyen airleri de barındırdıı için bu
eser, XV. asır Çaatay Edebiyatının yanında ran Edebiyatı için de önemli bir
kaynaktır. Bundan dolayı Mecâlisü’n-nefâis be kii tarafından ayrı ayrı
Farsçaya tercüme edilmitir. Bunlar tercüme tarihlerine göre u ekilde
sıralanmaktadır:
*
*
*
*
*
1. Fahrî-i Heratî tarafından 928/1521 tarihinde Letâ’if-nâme ismiyle
Farsçaya tercüme edilmitir (Alî îr Nevâî 1323: 1-178; Kartal 2000: 22).
2. Hakîm âh Muhammed bin Mubârek-i Kazvînî tarafından 927-929/15201522 tarihinde yapılmıtır (Alî îr Nevâî 1323: 179-409; Kartal 2000: 22).
3. eyh-zâde Fâyiz-i Nî-merdânî tarafından 961/1554 tarihinde Bakiyye-i
Bakiyye’ismiyle tercüme edilmitir (Taberî 1372: 352-53; Kartal: 2000: 22).
4. âh Alî bin Abdulali tarafından XI. asrın balarında tercüme edilmitir
(Taberî 1372: 352-53; Kartal 2000: 22).
5. Mîrzâ Abdulbâkî erîf-i Radavî tarafından XIII. asrın ortalarında tercüme
edilmitir (Taberî 1372: 353; Kartal 2000: 22).
Mecâlisü’n-nefâis’i, Fahrî-i Herâtî Ravzatü’s-selâtîn (tlf. 950/1543) ve Sâm
Mîrzâ Tuhfe-i Sâmî (tlf. 957/1550) (Sâm Mîrzâ Safevî 1346) isimli eserleriyle
Farsça , Sâdıkî-i Kitâbdâr ise Mecma’u’l-havâs (tlf. 1010/1602 veya önce) adlı
eseri ile Türkçe olarak zeyletmilerdir. Mecma’u’l-havâs, son dönemlerde
Abdurresul Hayyâmpûr tarafından Farsçaya tercüme edilerek, Türkçesi ile
birlikte neredilmitir (Sâdiki-yi Kitâbdâr 1327; Kartal 1999b).
Bâbür'ün hayatını, düüncelerini, maceralarını ve daha bir çok hususiyetini
samimi ve akıcı bir dille anlattıı ve nesir alanında Çaatay Türkçesiyle yazılmı
en önemli eserlerden olan Bâbür-nâme, üç kii tarafından Yâdâthâ-yı Bâbür
veya Bâbürnâme adıyla Farsçaya tercüme edilmitir. Bunlardan eyh Zeyneddin
Havafî bir kısmını tercüme etmitir. Muhammed Kalı Hisârî-i Mool Bakı,
Cunegre hükümdarı Behruz Han’ın, Mirza Abdürrahim Hanhânan da, Ekber
âh’ın emriyle tercüme etmitir. Yine Bâbür tarafından yazılan ve Türklere ait
bazı nazım ekilleri ile fazla bilinmeyen edebî sanatların anlatıldıı, aruzla ilgili
bilgilerin yanında bizzat Bâbür tarafından gelitirilen aruz kalıplarının da yer
aldıı eser, Âruzzâde adıyla Azferî mahlasıyla Mirzâ Kelân tarafından manzum
olarak tercüme edilmitir. Mirza Kelân, bu manzum tercümenin yanında mensur
tercümesini de yapmıtır (Dâninâme-i Edeb-i Fârsî 1380: IV/778). Kimlii u
*
*
*
58
58
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
anki bilgilere göre tam olarak belirlenemeyen ve Râfi’ mahlasını kullanan, Türk
veya Farisî bir yazar tarafından eli altında bulunan Nâbî’nin Tuhfetü’lharameyn’inin Mekke ve Medine ile ilgili bölümlerini içeren son kısmı Farsçaya
tercüme edilerek kendisine mal edilmitir (Cokun 2002: 110-20). Altıncı hicri
asırda Türk hükümetlerinin ran ’da hâkim olmasıyla Farsçadan Türkçeye
tercümenin giderek yaygınlatıı görülmektedir. Tercümeler Arapça -Farsçadan
sonra Türkçe -Farsçaya da yönelmitir. Son dönemlerde ise, ilmî-tahayyülî
romanlar da Farsçaya tercüme edilmitir. Özellikle Jul Verne’nin kitapları daha
çok Fransızcadan, bazen de Türkçe ve Arapça gibi ara diller vasıtasıyla
yapılmıtır (Dâninâme-i Edeb-i Fârsî 1380: II/347). Ayrıca son yıllarda Dîvânü
Lügati't-Türk de Farsçaya tercüme edilmitir (bak. Sadîk 1384/2004).
ranlı aratırmacılar tarafından Hindistan ve Pakistandaki Urdu Beluci, Sind,
Karaçi, Kemir, Pencabi ve benzer dil ve lehçelerden Farsçaya yapılan
tercümeler künyeleriyle birlikte belirtildii halde, özellikle Osmanlıların son
dönemlerinde ve Safevîler devrinde Türkçeden Farsçaya birçok tercümenin
yapıldıı söylenilmekle yetinilmi, bu eserlerin neler olduu belirtilmemitir.
Sadece yukarıda zikrettiimiz Bâbür'ün iki eserinin tercümelerinin künyeleri
zikredilmitir (Dâninâme-i Edeb-i Fârsî 1380: IV/763-87). Bu da, ranlıların
Türk diline ve Türklere bakı açılarını göstermesi bakımından ilginç olduu
kadar, dikkat çekici bir husus olarak kendisini göstermektedir.
Sâ’ib-i Tebrîzî’nin Farsça iirlerinin yanında Türkçe iirleri de, Fars
edebiyatına tesir etmitir. Nitekim Râkım mahlaslı bir air, Sâ’ib’in:
*
*
*
*
*
*
*
‘Âık kanını vesmelü kaun nihân içer
Cevherlü tîg kın ara peyveste kan içer
matlalı gazeline, u beyitle balayan Farsça nazire yazmıtır:
*
O kırmızı dudak, âıın kanını su gibi içer. O kan içtii suyu aynı rahatlıkla içemez.
Hatta Râkım, Sâ’ib’in iirinin birinci beytinin ikinci mısraını Farsçaya
tercüme ederken ona nazire yazdıını açıkça dile getirmitir:
Bu Râkım’ın Sâ’ib’in o gazeline söyledii cevaptır. Su verilmi cevherli kılıç daima
kan içer. (Araslı 1946: 19-20; Kartal 2002: 213).
Anadolu 'da Farsça -Türkçe manzum veya mensur sözlükler yazıldıı (Öz
1996; Kartal 2003b: 24-41) gibi, ran 'da da Türkçe-Farsça lügatlerin kaleme
alındıı dikkat çekmektedir. Muhammed bin Bedreddin Münî'nin Lugat-i
Müselles ve Cinânü’l-cinân'ı; Hâce Tabîb Buharî'nin Çaatayca-Farsça olan
Elfâz-ı Celiyye fi Beyân-ı Lügât-ı Türkiyye'si; Mirzâ Mehdî Astrabâdî'nin yine
*
*
*
*
59
59
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Çaatayca-Farsça olan Senglâh'ı bunlardandır (Safâ 1366: V-1/391-94). Ayrıca
ran'da Türkçe öretmek için bazı eserlerin yazıldıı da görülmektedir. Nitekim
Safevîler döneminde eyh Safiyüddîn-i Erdebilî, Kara Mecmua isimli eserini
(eyh Safiyüddîn-i Erdebilî 1380), mekteplerde ve zaviyelerde Azerbaycan
Türkçesini öretmek amacıyla yazmıtır (Sadîk 1381: 17).
Bu durum daima ran edebiyatını taklit ve tercümecilikle itham edilmek
istenen Klasik Türk edebiyatına yapılan haksızlıın bir göstergesi olarak dikkat
çekmektedir. Çünkü görüldüü gibi edebî medya tek taraflı deil, bilakis
karılıklı olarak gelime göstermitir.
*
*
Fars Edebiyatında “Türk ” Kavramının Kullanımı ve Türk Kültürü
ile lgili Unsurlar
*
Keykâvus, Kâbûs-nâme’nin yirmi üçüncü bölümünde, çeitli kavimlere
mensup gulâm (kul, köle) ve cariyeleri mukayese edip deerlendirirken en üstün
yeri,
“Kukusuz Türk de güzel olursa gayet güzel olur...Türk’ten hangi tayfa içinde
olursa olsun, güzelliini anlatmaya deer güzeller çıkar.”
*
diyerek Türk güzellerine vermitir (1368: 80-81; trhs., I/223-25). Butlân-ı
Bagdâdî ise, bu konuda, Türklerin çok güzel, yumak ciltli ve beyaz tenli
olduklarını, ayrıca küçük tatlı gözleri bulunduunu belirtmektedir (Kedkenî
1366: 308). Gerek bu durumdan dolayı gerekse sevgililerin ive ve nazlarıyla
âıkların sabır ve kararlarını Yamalamaları sebebiyle (Akün 1994: 418), ilk
dönem iirlerinden itibaren Türk kelimesi, Farsçada daha çok “mahbub, mauka,
güzel” manasında kullanılmıtır.57 Nitekim Rahîm-i Afîfî, Ferheng-nâme-i i’rî
isimli sözlüünde, Türk kelimesinin “mahbup, mauktan kinaye olduunu, yani
sevgili manasında kullanıldıını” (Afîfî 1372: I/462) belirtmektedir. iblî-i
Nu’mânî ise, ilk maukanın Türk olduunu, onun küçük bir göze sahip
bulunduunu belirttikten sonra, o gözün nergise benzetildiine dikkat
çekmektedir (Kedkenî 1366: 309). Zaten Türk sözünün “güzel/sevgili”
manasında kullanıldıı u beyitlerde açıkça görülmektedir:
*
57
Fars iirinde “Türk ” kelimesinin, Sa’dî’nin u rubaîsinde olduu gibi ırk, soy olarak da kullanıldıı
müahede edilmektedir (Sa’dî trhs.: 887):
“Gözyalarım, üzerinden ırmak gibi geçti. Sandı ki kendisinden bir merhamet dileniyorum. Ben
baımdan geçenleri ona nasıl anlatayım. Çünkü o Türk ’tür. Beni top sanır da çevganını vurur.”
(Gençosman 1985: 28)
*
*
60
60
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Ön safta her biri iki haftalık ay (ayın on dördü) gibi binlerce Türk (güzel) (Rûdekî
1373: 101).
*
Siyah gözlü, peri yüzlü, selvi boylu ve çevgan saçlı bir Türkün (güzelin) elinden
(Rûdekî 1373: 101).
(ehîdî-i Kûmî)
Bütün cihan ak fitnesinin ehitleriyle dolu, benim Türk sevgilim ise okunu henüz
yayında tutuyor (Akün 1994: 418).
*
Ey güzelim, sana bir kimse göndermeyelim ve çaırmayalım da gelmeyesin diye,
bugün nerede olduunu söylemezsin (Damgânî 1375: 150; Cokuner 2002: 361).
(Hâfız 1372: 222)
O âık öldüren sevgilim, bugün sarho bir hâlde yola dütü. Acaba benden baka
kimin gözlerinden kanlı yalar akacak ki? (Gölpınarlı 1988: 145).
(Hâfız 1372: 165)
O irazlı güzel, bize iltifat eder, gönlümüzü alır, akımızı kabul eylerse,
yanaındaki kara bene Semerkand’i de baılarız, Buhara’yı da! (Gölpınarlı 1988:
8).
Bu sevgili, “güzel” oluunun yanında “mütekebbir ve cefacı” olmasıyla da
dikkat çekmektedir. Artık “güzel” ve “sevgili” kelimeleriyle aynı anlamda
kullanılan “Türk ” kelimesiyle (Okuyucu 2004: 218), Farsça “Turk-i bed-hâh,
Turk-i bed-hû, Turk-i tannâz, Turk-i cefâ-ger, Turk-i çînî-tırâz, Turk-i çînî-nigâr,
Turk-i ikâr-efken, Turk-i akîkul-gîsû, Turk-hû, Turk-çihre, Turk-i perî-çihre,
Turk-i âhû-çem, Turk-i terlik-pû, Turk-i tond-hû, Turk-i hârgâhî, Turk-i dilsitân, Turk-i ser-ke, Turk-i dil-ke, Turk-i zulm-pîe, Turk-i kâfir-kî, Turk-i
kec-kulâh, Turk-i hindû-hâl, Turk-i eker-rîz, Turk-i kemân-ke, Turk-i siyehdil, Turk-i Hoten” (Dehhudâ 1373; Afîfî 1372: 462-65), “Turk-i Azrâ”
(Resulzâde 1951: 178), Turk-i îrâzî, Turkân-i Semerkandî ve Turk-i hancer-ke
(Hâfız 1372: 165, 440, 420) gibi çeitli terkipler meydana getirilmi ve Fars
iirinde kullanılmıtır:
*
*
(Kemâlî-i Buhârî)
61
61
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Ey gönül alan Türk (güzel)! Senin alnın ve baın, bu yeryüzünün zühresi,
gökyüzünün ayıdır (Deirmençay 2000: 22).
*
(Senâ’î 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan)
Peri yüzlü Türkler iki yanaı ile bakınca, gül ve servi gibi zünnarı arapla bir araya
getirirler. Elencenin sermayesidirler, kadehteki gibi doarlar. Yârin hizmetinde
bulunduklarında nazın süsüdürler.
*
Ey güzel ay yüzlü ve huri soylu saki! Parlak kadehte o üzüm renkli araptan getir
(Damgânî 1375: 17; Cokuner 2002: 282).
(Tâhirî)
Benim onurlu sevgilim, araba meylederse, onun yanaının hararetinden gönül
kuu kebap olur (ükûn 1984: I/579)
(Hâfız 1372: 174)
O peri yüzlü güzel, elbisesine bürünüp bizden ayrıldı gitti. Acaba ne suç ördü de
hata yolundan yürüdü ki? (Gölpınarlı 1988: 78).
(Hâfız 1372: 181)
Gönlüm, sakinin gözünden canının baılanmasını dilemedi. Neden mi diyeceksin?
Çünkü o kalbi kara merhametsiz güzelin âdetini biliyor (Gölpınarlı 1988: 59).
Hatta Türk kelimesinin Farsça çokluk ekli olan “Türkân” da,
maukalar/güzeller anlamında Farsça iirde kullanılmıtır:
*
*
Farsça söyleyen güzeller, adamın ömrüne ömür katarlar. Sâkî, zahit rintlere müjde
var (Hâfız 1372: 168; Gölpınarlı 1988: 5).
*
Hacerü’l-esved ve zemzem ile Kâbe’yi ne yapacaksın. te Hata güzellerinin
yanaı, zülfü, hattı (Hakanî; ükûn 1984: III/1974).
Arap ve ran airlerine, alımlı endamları, hafifçe çekik ve manalı gözleri,
âdetleri icabı uzun saçları ile kendi ülkelerinin güzellerinden farklı ve üstün bir
tipte görülen Türk güzellerinin, özellikle çekik gözleri tesir etmi ve bunları
*
*
*
62
62
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
onların silahları kadar kalbe ileyici bulmulardır. Nitekim Târîh-i Cihân-güâ
sahibi Ata Melik Cüveynî’nin bir Türk güzeli hakkındaki iiri, klasik iirdeki
güzelin gözlerinin çekici ve avlayıcı olarak tasavvurunun Türk güzellerinden
gelme bir imaj olduunu göstermesi bakımından manidardır:
Ey Arap badiyeleri, benden uzaklaın. Benim balarım Türk ehirlerine balıdır.
Ve ey iri gözlü olan güzeller, kendi kavminizin yanına gidin. Çünkü beni deli eden
iri gözler deil, dar ve çekik gözlerdir (Akün 1994: 417-18).
*
*
Ömer Hayyâm da, bir rubaîsinde Türk güzellerin gözlerinin güzelliini u
ekilde dile getirmitir (Abdullah Cevdet 1926):
*
Türk güzellerinin güzel gözleri bu kimsenin ve hür gönüllerin temaalarına has
olduu halde, akirtlerin mütena’im oldukları bir malikâne olmutur.
*
Hüsrev-i Dihlevî ise, bir beytinde Türk güzellerinin gözlerinin hüviyetini
öyle açıklamıtır (Türkmen 1989: 57):
*
manıma kasteden mest Türk ’ümün (sevgilimin) gözleri canımı harap etmeye
koyuldu.
*
Zemaherî de, birçok iirinde Türkün göz ekliyle baka gözleri
karılatırmı ve çekik gözü üstün tutmutur (Okuyucu 2004: 218).
Fars iirinde yukarıda belirtildii gibi güzellik vasıflarının yanında,
kahramanlık özellikleri etrafında da, sık sık Türk ’e, çeitli Türk hanlarına,
soylarına, Türk ehirlerine ve genel isimlendirmeyle Turan ve Türkistan ’a yer
verilmitir. Özellikle yer ve soy adlarının bazılarının bir mecaz veya rumuz
eklinde kullanılması dikkat çekmektedir:
*
*
(Senâ’î 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan)
Türkler askerdirler ve askerin önde gelenlerindendirler. Hisarların güneidirler ve
hisarları fethedicidirler. Okun gözünden yayla su çıkarır, kılıcın ateinden de safta
duman attırırlar (safı kırarlar). Bakırdan ve demirden pası giderir, onların
temizledii o bakır ve demirden ok ve mızrak yaparlar.
*
(Hâfız 1372: 64)
63
63
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
O asker Türkün aç gözlülüüne kurban olayım…. Bir tek hırkadan baka bir
eyciim yok, bana bile hücum etti (Gölpınarlı 1988: 129).
Amû58:
O Türk güzelinin dostluu kesmesi beni daima elem içinde buradan oraya koan,
sıkıntı içinde bu taraftan o tarafa giden yavrusu ölmü cevlana benzetir (Katrân-ı
Tebrizî; ükûn 1984: I/79).
*
Balasagun59:
Kutlu binein senin peinden bir gecede Balasagun’dan Tıraz’a gelerek gösterdii
hünere aferin (Damgânî 1375: 51; Cokuner 2002: 303).
Çâç60:
(Nizâmî)
Çâç ii kemanlar ve Çin ii ipekli kumalar, birkaç da deerli kılıç (ükûn 1984:
1/674).
*
Çâç ii kemanı elinde udu (Firdevsî; ükûn 1984: 1/674).
Çigil:
Dedim: “Eer Çigil’e doru iki ok atsa ne olur?”. Dedi: “Biri Çigil’i alır, biri
Huten’i” (Ferruhî-i Sîstânî; Deirmençay 2000: 283-84).
Onun ayva tüylerine ve yanaına sürekli aferin derler, biri Çigilli güzel ve bir
Teksin’in sevgilisi (Bedr-i Câcermî; Deirmençay 2000: 255-56).
(Hâfız 1372 : 180)
Gülün güzellii Çin ve Çigil diyarındaki miske muhtaç deildir. Nefesi kendi
kaftanının iliinden hasıl olur (Gölpınarlı 1988: 87).
*
58
59
60
Buhara ile Merv arasında ve Ceyhun’un aktıı yer üzerinde bulunan kum sahrası. iirlerde
geçen “âhû-yı Amû” terkibi, Türk güzeli anlamında kullanılmıtır (ükûn 1984: I/78-79).
Türkistan Han’ın bakenti olup Çu ırmaının kıyısındadır.
Türkistan ’da Takent denilen memleket.
*
*
*
64
64
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Bu lâle yanaklılar ki, asılları Çiil’dendir; ya Rabbi! Temiz olan hilkatleri hangi
çamurdandır (â’ir; ükûn 1984: II/ 714).
Gazneyn:
Kayser’in kalbine, baını bir sopanın üzerinde Gazneyn’e getirirler diye korku ve
endie dütü (Damgânî 1375: 199; Cokuner 2002: 385).
Halluh (Karluk):
Mutluluk meclisinde, bazen Halluh güzelinin bazen de Yagmâ güzelinin elinden
daima parlak arap al (Ferruhî 1335: 3; Kartal 1999: 35)
Kendi çalgıcılarının küçük sarayını Babil, ayya kölelerin çadırını Halluh yaparsın
(Damgânî 1375: 40; Cokuner 2002: 297).
Horasan :
*
Tüm ahlardan kim Irak ’tan Horasan ’a, Horasan’dan Irak’a böyle bir ordu getirip
götürdü (Damgânî 1375: 60; Cokuner 2002: 308).
*
*
Bülbül bahar zamanında öterdi. Güz geldii hâlde henüz ötmüyor. Bülbül bugün
Horasan ’dadır. te padiahın meclisinde ötüyor (Ferruhî; ükûn 1984: II/904).
*
Huten [Hıtâ, Hatâ]:
O nar çiçei bir avuç kırmızı haha gibi dibine azıcık Huten miski balamı
(Damgânî 1375: 1; Cokuner 2002: 272).
Huten bölgesinden, Zengibar çölünden, Herat’tan bütün ahları senin ayak ayanın
tozu yapar (Damgânî 1375: 192; Cokuner 2002: 382).
(Bedr-i Câcermî)
Dedim ki, “Ey Huten güzeli, zülfün ve yüzün nedir?” Dedi ki, “biri sümbüldür,
dieri yasemin” (Deirmençay 2000: 44).
65
65
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Hatâ güzellerinin dudak ve diini bu kadar güzel yaratmamalıydın; zira onların
dudak ve diinin elinden dile dudak ve el ısırmak gerektir. Yani insan onların
dudak ve dilerinin güzelliine hayran olmamak mümkün deildir (Nâsır; ükûn
1984: I/688).
(Sa’dî trhs.: 815)
Ey Hataylı yavrusu; acaba senin hiç hatan yok mu? Sevap ehli olanlar da bazen hata
ilerler (Gençosman 1985: 52).
lek (Eylâk)61:
Ve eer Türk hakanını hazinedarlıa Türkistan ’a gönderse, Balasagun’dan lek’e
yayan olarak koar (Damgânî 1375: 58; Cokuner 2002: 307).
*
*
lek, yer ismi yanında, lek ehrinin bakanı manasına da gelmekte olup
derece olarak Turan hanlarından aaıdadır. lek’in bu manasıyla da Fars iirinde
kullanıldıını Mes’ûd’un u beyitleri göstermektedir (ükûn 1984: I/209):
Senin harp meydanında ahlar ve padiahlar hademedirler; senin meclisinde hakan
ve reisler kapıcıdırlar.
Hangi han vardır ki, senin yanında bakan deildir. Hangi bey vardır ki, senin
yanında çavu deildir.
Kagar (Kaçgar):
*
(Mes’ûd-i Sa’d-i Selmân)
Ey Kagar selvisi gibi uzun boylu güzel! Ey güzel yüzü, ay gibi ve ondan daha
güzel olan sevgili (Deirmençay 2000: 21).
*
Kırmızı gül, güzün ilk ayında bahçede yine gizlendi. Bahçenin sarayı Kagarlı gül
yanaklılarla dolu (ükûn 1984: 3/1473).
61
Hatâ bölgesinde bir ehirdir.
66
66
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Onu yanıma oturttum ve bir arap verdim ki, ondan Kagar ayının yanaı lâleye
döndü (Kaânî; ükûn 1984: 3/1485).
*
Kemir62
O Kemir güzelinin yanına, “gönlüm niçin zülfünün halkası altında esirdir” diye
haber gönderdim (Muizzî; Deirmençay 2000: 195).
O gülyüzlü dilberin yüzü ve boyu Naheb ayı ve Kemir selvisi gibidir (Hidâyet-i
Taberistânî; Deirmençay 2000: 71).
Özkend:
Özkend’den Rey kapısına kadar insanlarını ortadan kaldırmak için savama
(Unsurî ; Kartal 1999: 38).
*
Semerkand:
Hâfız, güzellere gönül verme, Semerkand Türklerinin Harezmlilere yaptıkları
vefasızlıkları gör de ibret al (Hâfız 1372: 420 [dipnot 2]; Gölpınarlı 1988: 432).
O irazlı güzel, bize iltifat eder, gönlümüzü alır, akımızı kabul ederse yanaındaki
bene Semerkand’ı da baılarız, Buhara’yı da! (Hâfız 1372: 165; Gölpınarlı 1988:
8)
Akam namazı yaklatı. Ey Semerkand güzeli! Çengi tanzim et ve nihavendî
perdesinden çal (Nizârî; ükûn 1984: III/1930).
Tatar:
62
Gazneliler zamanında ehirler kurarak bölgeye yerleen Hint kıtasındaki Türkler , günümüzde
younlukla Himalayaların eteklerine dagılmı küçük köylerde varlıklarını sürdürmekte ve
bölgede Kemir ya da Pakistan Türkleri olarak bilinmektedirler. Her ne kadar kendi aralarında
konutukları bozulmu Türkçeleri olsa da, konuma dili olarak Urducayı tercih etmilerdir. Bu
köylerde yaayan Türklerin tamamı, Sultan II. Abdulhamid Han zamanında yapılan yardımlar,
kurulan ilikiler ve Osmanlı Devletine balılıkları nedeni ile “Osmanî” soyadını
kullanmaktadırlar (bak. http:// www.arbuz.com/showthread.php?t=34830, 25/12/2009).
*
*
67
67
*
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Hem at sürüm var, hem de koyun sürüm. Hem Çin güzeli hem de Tatar güzelim var
(Ferruhî 1335: 81; Emirçupani 2001: 131).
*
(Ehlî-i îrâzî)
Mahallenin cennet havası, amber saçan ho kokulu nesimdir. Tatar miskinin güzel
kokusu, saçının ho kokusuna fedadır (Deirmençay 2000: 64-65).
(Menuçihrî; Dorc 3)
Ey güzel, senin hürlerin gönlüyle ne iin var, bizim bu gönlümüz Tatar Türkleri’nin
Yaması deil ki (Cokuner 2002: 277).
Tebriz:
Tebriz, benim canımın rahat edecei ve dilimden düürmediim yer olacak.
Çerendâb ve Gecîl suyunu içmedikçe gözümden kan revan olacak (Hocendî; ükûn
1984: I/698-99).
Tengî63:
Bu güzellikte Ferhar güzeli görmedik. Bu ive ve edada Teng dilberi iitmedik
(Selmân; ükûn 1984: I/608).
Tıraz64 (Taraz, Talas):
An o geceyi ki, O Taraz güzellerinin yaldızı beni ezan vaktine kadar elendirdi
(Ferruhî 1335 199; Kartal 1999: 35).
Gökyüzü onun gitmesinden sakınır, hükümdarın kıymeti hem Balasagun’da hem
Tıraz’dadır (Damgânî 1375: 53; Cokuner 2002: 304).
Tibet:
Hindistan’dan Tibet arazisine gitti, oradan da Aksa-yı Çin ’e girdi (ükûn 1984:
I/558).
*
63
64
Türkistan ’da güzelleriyle mehur bir ehir.
Dou Türkistan ’da Çin sınırında bir ehirdir.
*
*
*
68
68
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
(Mus’abî; Lazard 1964: 48)
Kamar’ın ödü, Tibet’in miski ve Hicaz ile Yemen’in amberiyle karıtırılmı gibi.
Türkistân
(Attâr-ı Niaburî)
Esen rüzgârın iddetinden o, yarı diri Türkistan ’a dütü (ükûn 1984: I/580).
*
Türkmân/Türkmen
(Mevlânâ )
Çadır kapısında Türkmenin köpekleri, konuun önünde yaltaklanmı (ükûn 1984:
I/580).
*
Yagmâ:
Mutluluk meclisinde, bazen Halluh güzelinin bazen de Yagmâ güzelinin elinden
daima parlak arap al (Ferruhî; Kartal 1999: 35)
Ey Sa’dî! Yagmâ dilberinin ivesine gönül verirsen gönlün Yamaya urar
demedim mi? (ükûn 1984: 3/2031).
Yagmâ güzelleri güzellik yolu ile sürekli gönülleri Yama ederler. Senin
makamının hasetçisi, canı Yama yeline verdi. Yagmâ güzellerinin elinden sen
arap iç (Avfî 1906: I/141).
Yemek65:
Senin dergahın, saçları misk kokulu Hatalıların kıblesi, senin eiin ay yüzlü
Yemeklilerin secde yeridir (Selmân; ükûn 1984: III/ 2038).
65
Hem Türkistan padiahlerından birinin adı, hem de güzelleriyle mehur bir memleket (ükûn 1984:
III/2038).
*
69
69
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Ya Rabbi! Bundan önce her ne kadar benim cierim Çiil güzelinin hastası, gönlüm
Yemek dilberine balı idiyse de bundan el silkmi, ondan ayak çekmi yani
vazgeçmiim. Balçıktan yapılmı tanenin tüfekten sıçraması gibi her iki tuzaktan
kurtuldum (Amîd; ükûn 1984: II/748).
Hâfız-ı îrâzî, u beytinde Türklere ait bir gelenek olan hân-ı yagmâ66ya
iaret etmitir:
(Hâfız 1372: 166)
Feryat, feryat… bu uh, bu cilveli, bu ehri birbirine katan kara kalı, kara gözlü
güzeller, sabrımızı öle bir Yamaladılar ki, Türkler de hân-ı yagmâyı ancak öyle
kapıır, öyle Yamalarlar (Gölpınarlı 1988: 9)
*
ran iirinde, Türkistan Hanları tarafından kullanılan ve büyük bir hizmette
bulunan kimseye verilen “Terhan” lakabının da kullanıldıı görülmektedir
(ükûn 1984: I/573)67:
*
*
/
(Nizârî)
Eer bir göz kırpmakla yüz kan dökersen kimse sormuyor. Galiba Sultan lhan’dan
fermanın var.
Türklerin kuvvetini kaybetmemesi için, çok piirmedikleri ete verdikleri
“turk-cû” ismi de, Mevlânâ ’nın aaıdaki beytinde olduu gibi, Farsça iirlerde
geçmektedir (ükûn 1984: I/579):
*
*
/
Benim piirdiim et, yarı pimi, yarı çidir. Sözlerim eksiktir, tamamını Gazneli
hakimden dinle.
Ünlü Turan hükümdarı Efrâsiyâb’ın da, Fars iirlerinde anıldıı
görülmektedir. Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn mesnevisinde, bir ermeni kraliçesi
66
Hân-ı yagmâ, yama yemei, yama ziyafeti demektir. Türkler arasında çok eski zamanlardan beri,
bayramlarda ve düünlerde ziyafet verilir, gayet deerli kaplar ve kacaklarda yemekler daıtılır,
ziyafetlerin sonunda yaygılarla kapları, kacakları ziyafette bulunanlar kapıırlardı. Sûdî, hân-ı
yagmâyı “bayramlarda ve düünlerde yama için dizilen çanaklardır” diye açıklamı ve padiahın
düününde bu hân-ı yagmâyı bizzat gördüünü belirtmitir (Gölpınarlı 1988: 670).
Bu lakabı alan kimse, bütün vergilerden affedilir ve izinsiz padiahın huzuruna girebilmek, kusurları
ho görülmek, istekleri yerine getirilmek gibi imtiyazlara sahip olurdu.
*
67
70
70
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
olan Mehînbânû, yeeni îrîn’e öüt verirken, Hüsrev’i Keyhüsrev’e kendilerini
ise Efrâsiyâb’a benzetir (Nizâmî 1986a: 114; 1370: 222):
Eer o, ay ise biz de güneiz! O Keyhüsrev isebiz de Efrâsiyâb’ız!
Bushak ise, “Türk ii cier kavurması”nı bir mısraında u ekilde
kullanmıtır (ükûn 1984: I/162):
*
Dün gece Türk ii cier kavurması gönlüme uygun dütü.
*
Firdevsî ise, Efrâsiyâb hakkında öyle demektedir (Akar 1999: 200):
Eer demirden da Efrâsiyâb’ın adını iitseydi, su gibi erir, deniz olurdu.
Hem Efrâsiyâb’ın damadı hem de Turanlı bir kahraman olan Tezâv da Fars
iirinde kullanılmıtır (ükûn 1984: I/586):
(Firdevsî)
Tezâv, Dîv pehlivana sen karaku gibisin, ben toygar gibiyim, dedi.
Hâfız-ı îrâzî ise, Efrâsiyâb ile onun veziri ve bakomandamı Pîrân ile olu
îde’ye iirinde u ekilde yer vermitir:
Bu yıkık dünya, Efrâsiyâb’ın sayvanını gören konaktır. Onun kumandanı Pîrân ne
oldu; îde o kahraman Türk ne âlemde? (Hâfız 1372: 440; Gölpınarlı 1988: 514).
*
Unsurî , bir beytinde Türk , Tacik, Türkmen, Guz (Ouz) ve Hazer soy
adlarını birlikte kullanmıtır (Unsurî 1341: 112; Karaismailolu 2001: 38):
*
*
üphesiz Çin ve Maçin’den Ceyhun’un kenarına kadar, Türk ve Taciklerden,
Türkmen, Ouz ve Hazarlardan, hepsi Anter gibi savçı, lek (lig) ve Togan gibi
on, on iki emir geldi. Bedenleri harple yorulmu, tabiatları hamle yapmaya uygun
hale gelmi ve gözleri uykusuzlua alımı.
*
*
71
71
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Senâ’î-i Gaznevî de, Behrâmâh döneminde Gazneliler ordusunda bulunan
Türklerin öneminden bahsederken bunların Çin , Hıtâ, Huten ve Kagar
memleketlerinden gelmi Tibetli, Yagmâ, Kırgız ve Tatar olduklarını ve
sayılarının yirmi bin olduunu u beyitleriyle dile getirmitir:
*
*
*
(Senâî 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan)
Çin , Hıta, Huten ve Kagar ’dan gelirler. Tibetten, Yagmâ’dan, Kırgız’dan ve
Tatar’dandırlar. Allah’a ükür olsun ki, Acem sultanının ordusunda onlardan yirmi
bin tane vardır.
*
*
Bu dönem airleri Sultân Mahmûd bata olmak üzere, Sultân Mes’ûd ve
dier devlet adamlarını övmek için yazmı oldukları kasidelerine “Ey Türk !”
sesleniiyle balamılardır. Hatta iirlerinde Türk güzellerine defalarca yer
vermiler, beenilen ve yüceltilen güzellikleri onlarla ifade etmilerdir:
*
*
*
Ey Türk , Yagmâ ve Karluk ba fitnecisisin. Hem misk saçlı selvi, hem gülyanaklı
aysın (Unsurî 1341: 185; Karaismailolu 2001: 40).
*
*
Ey güzelim, sana bir kimse göndermeyelim ve çaırmayalım da gelmeyesin diye,
bugün nerede olduunu söylemezsin (Damgânî 1375: 150; Cokuner 2002: 361).
Cadılıkta Babilli ihtiyarların öretmeni, güzellikte Karluk Türklerinin öncüsüsün
(Unsurî 1341: 186; Karaismailolu 2001: 40).
*
Ey Türk , sana olacak kötü gözden korkarım, daima Ya Rabbi onu koru diye
söylüyorum (Ferruhî 1335: 170; Karaismailolu 2001: 41).
*
Ey güzel, senin yeni âdetli namen bende suskunluk meydana getirdi (Damgânî
1375: 152; Cokuner 2002: 363).
“Ey” hitabının dorudan sultana yapıldıı da görülmektedir. Nitekim
Menûçihrî, Sultân Mes’ûd ’a “ey” hitabıyla seslenerek öyle demektedir:
*
72
72
RAZ'DAN
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Ey Horasan’ın efendisi ve Irak’ın padiahı, ey insanlık ve ahlıkta ahların önüne
geçen. Ey ordusu sfahan sancaını Rey’e diken, ey ran’dan Turan’a kadar kölelerine
otak kuran. Ey babasının âdet ve kuralları dünyayı yenileyen, ey memleketin ayını
muhak68tan çıkaran. Ey zamanın hürlerinin senin önderlik ve krallıın hususunda
müttefik oldukları Melik Mes’ûd bin Mahmûd (Damgânî 1375: 60; Cokuner 2002:
308).
*
*
*
Yine, bu ve daha sonraki dönem iirlerinde bu hitabın, dorudan Türk
güzellerine yapıldıı da görülmektedir:
*
(Râdûyânî 1949: 111; Avfî 1906: II/194)
Ey ay yüzlü Türk , bir gece odama gelsen ve konuk gerek mi desen ne olur?
*
(Enverî 1372: I/83)
Ey Türk ! Bayram ve Behmen ayı olduu için arap getir. Kayıp olma, (sokakta)
oyun nöbeti tut.
*
(Hilâlî; Afîfî 1372: I/462)
Ey ahu gözlü Türk (güzel)! Ben senin köpeinim. Peçeni aç, senin yüzünü görmek
için gözümü dört açtım.
*
Gaznelilerin ran taraflarında hâkimiyet kurmalarından sonra ran ve Turan,
Türk asıllı sultanların idaresine girmitir. Bundan dolayı Acem’in hâkimi olarak
Gazneli sultanlar daima “âh-ı Acem”, “âh-ı Îrân”, “Hüsrev-i Îrân”, “Melik-i
Îrân” (Karaismailolu 2001: 39), “Sultân-ı Acem” gibi unvanlarla anılmıtır:
*
*
Dounun Hüsrevi, devletin yemini olan o Acem ahının yaratılıı, daima devletin
baına taç olsun (Unsurî ; Kartal 1999: 37).
*
68
Kameri aylarda ayın kaybolduu son üç gece.
73
73
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
âh-ı Acem, dizgin hamlesiyle ahlanınca, o kavimden Rebî’ ve Mazar gibi tek
kimse kalmadı (Unsurî ; Kartal 1999: 37).
*
ran ahı beni Rey’den fil sırtında istedi, kendisi bu birkaç yılda seni hiç düünmedi
(Damgânî 1375: 91; Cokuner 2002: 328).
*
Muzaffer ah, ran ’ın uurlu sultanı; ran’ın sultanı, ordunun ve ülkenin yardımcısı
(Sipihr-i Kâânî; Deirmençay 2000: 223-24).
*
(Senâî 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan)
Allah’a ükür olsun ki, Acem sultanının ordusunda onlardan yirmi bin tane vardır.
Ferruhî, Sultân Mahmûd hakkında söyledii bir kasidesinde, onu “eh-i
Îrân” diye anmıtır:
*
Doru söyledin, Ketr çölünde ran ahı Mahmûd’un önünde hanendi ordusu yenildi
(Kartal 1999: 37).
*
airlerin, bazen ran ve Turan bölgelerine de iarette bulundukları
görülmektedir:
*
randan Turan’a bu kadar belâ geldikten sonra, Turanlı ranlıdan nasıl holanır
(Ferruhî; ükûn 1984: 1/207).
Ey ordusu sfhan sancaını Rey’e diken, ey ran ’dan Turan’a kadar kölelerine otak
kuran (Damgânî 1375: 60; Cokuner 2002: 308).
*
Turan’ı o oluna verirsin, ran ’ı bu oluna, douyu bu kabileye, batıyı o oymaa.
Kirvan’dan daha iyi üçyüz bin ehir, Kandehar’dan daha güzel üç yüz bin bahçe
yaparsın (Damgânî 1375: 40; Cokuner 2002: 297).
*
Ayrıca slâmiyet sonrasında, bin yılı civarında Türk topluluklarının
Anadolu için taıdıkları ideallere iaret eden ifadelere de rastlanmaktadır.
*
*
74
74
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Ferruhî bu konuda unları söylemitir (Ferruhî 1335: 287; Karaismailolu 2001:
46):
Ali, Hayber’in kapısını kopardıı için Allâh’ın aslanı oldu; illiyyîne, yücelere
ulatı. Kostantin’in kapısı Hayber’in kapısından daha büyüktür, ehrin kadısı
bugün buna ahitlik ediyor. Efendime Dünya ahı Mahmûd emrederse, ona
Kostantin’in kapısını elinde getirir.
Ferruhî, Sultân Mahmûd hakkında yazdıı bir kasidede ise, Rum yani
Anadolu hakkında öyle demektedir (Ferruhî 1335: 344; Karaismailolu 2001:
46):
*
*
Rum ehirleri küfürden temizlenir mi? Dedi. Kararmı gümüün saman arasında
temizlendii gibi dedi.
Gerek Gazneli, gerekse Selçuklu sultanlarının, onların varisleri ve devlet
adamlarının övülürken kullanılan hitapların, tavsiflerin ve ifadelerin tamamen
Türklerle ve onların kahramanlıklarıyla ilgili olduu görülmektedir:
Unsurî , Sultân Mahmûd için:
*
*
Hâtem’i ve Rüstem’i anmam. Zira en küçük parmaı Hâtem’den ve Rüstem’den
daha iyidir.
Sultanın bir seferde be fethi vardır. Erdeîr ve Enûirvân bundan birini
yapmamıtır (Kartal 1999: 39).
Onun sarayı, büyüklükte melikler için Kâbe’dir. Onun kalemi Hacerü’l-esved,
avucu ise zemzem çemesidir (Vezînpûr 1374: 167).
75
75
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
ah’ın kılıcına bak ve eski nameyi okuma; zira onun kılıcı birçok nameden daha
doru söyler... arkın sahibi savaa gittiinde; zamane ona delil ve tanrı da yar olur.
Da gibi sıraya dizilmi, sel gibi her yeri kaplamı, felek gibi saldırgan, yılan gibi
incitici ve karınca gibi çok sayıda olan o ordunun baında. Savaçıları fil gibi güçlü,
pars gibi yürekli, geyik gibi çevik, kaplan gibi kibirli ve çınar gibi uzun boylu.
Hepsi kalkan vücutlu, kılıç elli, ok parmaklı; hepsi ordu yaran, dev balayan ve
aslan avlayandır (Emirçupani 2001: 68-9).
Moltan seferinin hikâyesini biliyor musun? Bilmiyorsan, Tâcu’l-futûh’u getir.
Feridun, Dicle’den gemisiz geçtiyse, bu, âh-nâme’de bir efsnedir. Efsane, doru
da olur yalan da; sen, tam bilmedikçe söze inanma. Yeryüzü sultanını talihli, mutlu
ve bahtlı olarak çok gözümle görmüümdür. Moltan’a gitti. Yolda iki yüz kale aldı;
her birinin Hayber gibi yüz tane kapısı vardı (Emirçupani 2001: 124-25).
Acaba sultanların maharetlerini duydun mu? Gel, dou sultanının yeteneini
gözünle gör. Yalanı, haberle bil; doruyu gözünle gör; eer yalan iyi ise doru daha
iyidir (Emirçupani 2001: 118).
(Avfî 1906: II/49)
Sen öyle bir ahsın ki, douda ve batıda bulunan Yahudi, kâfir, Hıristiyan ve
Müslümanların hepsi akıbetinin Mahmûda dönmesi için sürekli hamd u sena eder.
Firdevsî, Sultân Mahmûd için (Ate 1954: 166-67):
*
Cihanda yüksek bir ses duydum: Ba ve vücut endieden kurtuldu. Uyanık gönüllü
Feridun canlandı, yer ve zaman onun önünde kul oldu.
76
76
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
O cihan hükümdarı Ebu’l-kâsım ki, ahlar ahının tacı onun sayesinde yenilendi.
ah, Sultân Mahmûd , padiah olu padiahtır, güne ve ayın kubbaesi onunla
gururlanır.
*
Ferruhî, Sultân Mahmûd için:
*
Rüstem’in hünerleriyle ün kazandıı zamanda sava oyundu ve dünya adamları da
basit düünceliydi. Senin savatıın u zamanda Zâl Olu Rüstem dirilse, senin
Türklerinin okunu öper (Karaismailolu 2001: 41; Kartal 1999: 38-9).
Senin namın bütün âhların namını sildi, süpürdü. âh-nâme’nin bundan sonra hiç
deeri yoktur (Karaismailolu 2001: 44; Kartal 1999: 40).
Dünyada hiç böyle ah var mıydı, dedi. Bana sorma eh-nâme’ye bak, dedim. âhnâme, batanbaa yalandır, dedi. Sen doru olanı al, yalan olanı yok et, dedim
(Karaismailolu 2001: 44; Kartal 1999: 40).
Ey efendi, seni nasıl övebilirim; senin yaptıın, benim övmemden daha üstündür.
Duydum ki, Rüstem’in olu Ferâmurz, Sind’de bir yılan öldürdü ve kendi halkı
içinde onunla övündü. Daha sonra bazen o büyük yaya, binden fazla ok yerletirip
attı. Sen Hindistan’da bir kurt öldüren padiahsın, bu cesaret ondan yüz kere daha
iyidir (Emirçupani 2001: 78).
Mahmûd-nâme’nin bütün iirlerini okusan, sanki âh-nâme’nin tamamını okumu
olursun (Emirçupani 2001: 78).
77
77
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Zamanın komutanı, hükümdarların övüncü Mahmûd, Cem gibi yüzlerce kapıcıya ve
komutana sahip olan ah...Tarihçiler ve akıllılar, bundan sonra, ahın haberleri
dıında haberler asla yazmazlar. nkârcıların ordu komutanları aırı yenilgi
almalarından dolayı kâfirler, daılmı ve birbirlerinden kopup ayrılmılardır. O
sürekli savamak ister, fakat onun ordusuyla savamak isteyen bir kimse yoktur
(Deirmençay 2000: 220-22).
Ebû Serrâka Abdurrahmân b. Ahmed el-Belhî, Sultân Mahmûd için:
*
(Avfî 1906: II/42)
Zamanın ahlarından ve meliklerinden, Mahmûd'dan ne önce ne de sonra Mahmûd
gibi bir padiah olmadı, olmaz. Sayısız seferler yapan ah, bazen Feridun gibi
Ceyhun tarafına; bazen de skender gibi zulmete (karanlıklar ülkesine) gider. Bazen
çipal tahtını alır, bazen de hakanın çadırını baına yıkar. Bazen de onun rayetini
peri yüzlü gibi görürsün. O, yedi iklim sahibi ve mülkün eminidir. Yemînlik, eliyle
yemân (ihtiam, saltanat) bulan ah, mahere kadar slâm'a emniyet ver.
Zînetî, Sultân Mahmûd için:
*
(Avfî 1906: II/39)
Han ve Kayser'in ahlar ahının önünden kaçtıı gibi, bizden de gam kaçar.
Hüsrevlerin hüsrevi olan Mahmûd, millet ve mülkün (halkın) sürekli sıınaıdır.
Ferruhî, Sultân Mes’ûd için:
*
Keykubâd, Keyhüsrev ve Enûirvân gibi binlerce bendeye lâyık olan Sultan, dünya
mülkünün bir yarısını babasından miras aldı, dierini kılıç, ok, gürz ve yayla elde
etti (Karaismailolu 2001: 43; Kartal 1999: 39).
78
78
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Menûçihrî, Sultân Mes’ûd için:
*
Rüstem’in kemendi ancak onun üzengisi; aynı ekilde Feridûn’un gürzü de ancak
onun demir çivisi ve mızraıdır (Damgânî 1375: 58; Kartal 1999: 40).
Var olan bu meliklerin hepsi onun kulu ve kölesidirler. Hiçbir efendi kendi isteiyle
kölelie gitmez. Meliklerin hiçbiri bundan daha yüce olmaz. Birisinin hizmetçisi
olan kii efendi olmaz. O nereye varsa melikler rezil rüsva oluyorlar. Melikin asla
rezil rüsva olmaması gerekir (Damgânî 1375: 33; Cokuner 2002: 293).
Eer ah Rum Kayserine mektup yazsa ve eer Çin Fafuruna ulak gönderse,
Kayser ona itaatten kulaına küpe takar, Fafur ise hizmetten sırtını iki büklüm
yapar. Bu adaletli ah hizmetçileri ve saray köleleriyle yöneldii her yerde,
muhakkak u mavi gök ve felein çarkı tüm ileri onun gönlünün istedii ekilde
yaptı. Rey, Kazvin ve Sâve’ye yönelince, Âl-i Büveyh’in tüm kokusu ve
Behayilerin bütün güzellii gider. Melik Gürgan ve Amul’a yönelince, Deylemî
ahı kiyalıını ve kendi memleketini bıraktı (Damgânî 1375: 150; Cokuner 2002:
362).
*
Hanların ülkesini tamamen alır, Çin ’in kapısına bir halife oturtur. Horasan ’ın
sınırını Rum sınırına ulatırır, dou ordusunu Irak ’tan geçirir. kbal sancaklarını
Yemen’e dikmedikçe (atını) dizginlemez ve geride kalmaz (Damgânî 1375: 176;
Cokuner 2002: 374).
*
*
*
Senâ’î-i Gaznevî, Sultân Behrâmâh için:
79
79
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
(Senâî 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan)
Cihan ahlarının vergi ve haraç verdikleri Behram ah Mes’ûd.
demitir.
Bedîuzzamân el-Hemedânî’nin Arapça bir kasidesinde, Gazneli sultanı ile
Samanoulları arasındaki rekabeti dile getiren u beyitler manidardır:
*
Allâhu Taâlâ dilediinin imanını yüceltir. Krallıkta Feridun mu, yoksa skender mi,
yoksa daha eskiye gidersek, dönü Süleymân’ı mı geri getirdi? (Sultân)
Mahmûd’un günei Sâmânoulları’nın yıldızları üzerine mi dodu? Behrâmoulları
Hâkân’ın olunun bir kölesi mi oldu? Senin gözlerin Sultanı, eytanın omuzlarında
mı gördü? Hindistan’ın ortasından Curcan bölgesine Sind’den Horasan ’ın en ücra
köesine kadar uzanan bölgelerin hakimi kim?
*
Burada sözü edilen Ferîdun efsanevî ran kralıdır. “Ali Behrâm”dan murad,
Sâmânoullarıdır. Mahmûd ise, bu ülkeleri fetheden sultandır. Hemedânî, Sultân
Mahmûd ’un Türk olması hasebiyle onu “bn Hâkân (Hanolu)” diye anmıtır
(Yılmaz 1995: 88).
Gazneliler döneminde balayan, özellikle Ferruhî, Unsurî ve Menûçihrî’nin
divanlarında görülen ve yukarıda verdiimiz örnek beyitlerle dile getirdiimiz
Acem meliklerinin âh-nâmelerine ve rivayetlerine; ran âdetlerine saldırı ve
tarizin Selçuklular döneminde de artarak aynen devam ettii görülmektedir
(emîsâ 1374: 98; Karaismailolu 2001: 70):
*
*
*
*
*
*
*
Mu’izzî, Sultân Melikâh için:
Onun kılıcının önünde, skender Seddi’nin ne yeri olur. Onun fermanı karısında,
Enûirvân adaletinin ne yeri olur (Mu’izzî 1362: 144).
80
80
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
sfendiyar ve Rüstem’in hikâyesi imdi botur. Çünkü onlar, cansızdırlar ve tenleri
topraktadır. Yüzbinlerce Rüstem ve üçyüzbinlerce sfendiyar, her gün senin
sarayının önünde zemini öper (Mu’izzî 1362: 223)
Onun fethinden stanbul sınırına kadar nian (belirti) oldu. Onun adaletinden haber
Türkistan sınırına kadar ulatı. Onun fethi önünde, skender’in fethinin ne yeri
vardır. Onun adaleti önünde Nûirvan adaletinin ne yeri vardır (Mu’izzî 1362: 168).
*
Sultân Sencer için:
Onun (Sultân Sencer’in) ismi Çin ’den Kayrevân’a kadar mehur oldu. Onun ismini
iiten meliklerin hepsi onun kölesi oldu (Mu’izzî 1362: 135).
*
Eer bugün sfendiyar ve Rüstem ortaya çıksalar, her ikisi de sava meydanında
onun yayını çekemezler (Mu’izzî 1362: 135)
Dinin yardımcısı ve dounun hükümdarı olan Sencer, cihandarlardandandır ve
dünya sultanlarının yadigârıdır. Selçuklulardan (onun gibisini), ran ahlarından ve
ehriyarlarından, O’ndan (Sencer’den) daha büyüünü felein gözü görmedi
(Mu’izzî 1362: 276).
*
Abdülvâsi’-i Cebelî, Sultân Sencer için:
Senin huzurunda Çin’de fafur alnını, Hindistan’da çipal yüzünü, Türkistan’da hakan
baını, Rum ülkesinde kayser dudaını yere koyarlar (Deirmençay 2000: 199, 203).
*
*
Seyyid Eref, Sultân Sencer için:
Hakan otaının kapısında hizmet eder, Kayser atının önünde haa çeker (Râvendî
1999: I/188).
Sultân Sencer tarafından Harizmah’a tayin edilen Alâuddevle Atsız
hakkında Reîdüddîn Vatvât (Deirmençay 2000: 235-36):
81
81
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Okun yakıcılıı ve kılıcın parıltısından sava meydanı cehennem gibi olduu vakit,
bütün yiitlerin hayatı zehirleir ve her yiidin yüzü isperek gibi sararır. Hindistan
kılıcı, ölüm istikametini gösterir; Hattî süngüsü ise, sava tarafına elçilik eder.
Böyle bir sava meydanında sen, dümanın gönlünü mızrak ok uçlarıyla dikersin.
Senin intikamın, dümana cehennemi hatırlatır. Senin efkatin, dosta cenneti
müjdeler.
Selçukluların ilk saray airi olan Lâmiî-i Gürgânî-i Dehistânî, bir iirinde
Alparslan’a halife tarafından verilen Ebû uca ve Burhân-ı Emîrü’l-mü’minîn
lakaplarına da temas ederek onun cihangirliini u ekilde övmütür (Alparslan
1972: 115):
Ülkeye, kimi zaman korkusu, Mısır’a varan; kimi zaman ordusu, Çin ’e saldıran
böylesine bir padiahlar padiahı ve sultan gerektir. Gazne sınırından ordusu
Antakya’ya kadar ılgar etmeli; saltanat alayı Ogan’dan Meyyafârikîn’e kadar
varmalı. Ebû uca (ecaat sahibi) Burhân-ı emîrü’l-mü’minîn (Emîrü’l-mü’minîn’in
delili) Alp Arslan’dan baka kainatta halkın sıınacaı hangi padiah vardır.
*
Râvendî, Sultân Alparslan için:
Tanrıya yemin ederim ki, Keyhüsrev ile Cem sana aslâ e olamazlar (Râvendî 1999:
I/121).
Mücîr Sultân Arslan için:
Senin bir hücumun Dârâ’nın yüz ordusuyla bir tutulur, senin bir duruun
skender’in yüz seddi sayılır (Râvendî 1999: II/297).
Mu’izzî’nin Melikâh için kaleme aldıı medhiyelerde yer verdii u
beyitler ise, oldukça manidardır (Karaismailolu 2001: 53):
Ben Firdevsî’ye hayret ediyorum; bu kadar yalanı nereden uydurdu ve bu efsaneyi
niçin bo yere söyledi. Kıyamette Rüstem ona diyecektir: “Ben senin hasmınım,
82
82
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
niçin benimle ilgili batan baa kasıtlı yalan söyledi.” O Rüstem’le ilgili çokça
yalan söylediyse de, bizim ünlü padiahla ilgili söylediklerimiz dorudur.
Ne zamana kadar eh-nâme’den yalan sözler söyleyecekler. Ne zamana kadar
falanın filanın hünerlerini okuyacaklar. Sultân Melikâh’ın özellikleri açıktır, dieri
ise rivayet. Rivayetlerden neyin açık olduunu anlayamazlar.
Ferruhî, Sultân Mahmûd övgüsünde kaleme aldıı bir kasidesinde
Firdevsî’ye hitap ederek eh-nâme’nin “yalan” oluu hakkında öyle demektedir
(Sadîk 1374: 347):
*
skender’in ii efsane oldu ve eskidi. Dierinden/skender’inkinden daha tatlı yeni
söz geldi. Eski efsane ve yalan serüvenlerden i olmaz. Yalandan geç, meakkat
çekme.
Türk asıllı olup Farsça iirler söylemi olan Mu’izzî ve Ferruhî’nin bu
söylediklerinin doruluunu bizzat Firdevsî’nin kendisi de, hayatının sonuna doru
Acem ahlarının efsanelerini yazdıından pimanlık duymasından dolayı,
söylediklerinden tevbe etmek için (Sadîk 1374: 22) yazmı olduu söylenilen Yûsuf
u Züleyhâ isimli mesnevîsinin balarında yer alan “Der-zhâr-i Nedâmet ezSurûden-i âh-nâme (eh-nâme’yi söylemekten dolayı pimanlıın izhar edilmesi
hakkında)” balıklı bölümde dile getirmitir. Firdevsî bu bölümde pimanlıını ve
söylediklerinin “yalan oluunu” öyle belirtmitir (Sadîk 1374: 34-35; ayrıca bak.
Kartal 2005):
*
*
83
83
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Her ne kadar gönlüm, ektiim günah ve eziyet tohumundan zevk aldıysa da, o
tohumu ekmekten piman oldum. Gönlüme ve dilime düüm attım. imdi yalan
yazılardan (namelerden) söylemiyorum ve sözü sözde kurtarmıyorum
(parlatmıyorum). Siyahın yerine beyaz geldii için, imdi günah ve sıkıntı tohumu
ekmem. Gönlüm melik Dahhâk’ın beni götürdüü kahraman Feridun’un
hikâyelerinden doydu (yani soudu). Gönlümü Keykubâd’ın mülkünden ve
Kâvus’un tahtının nasıl berbat olduundan ayırdım. Beden, Efrasiyab’ın cenginden
ve Keyhüsrev’den baka azap olarak ne ister, bilmiyorum. Lâyık olan aklın
beenmesidir. Benden ortaya çıkan eyleri akıl nasıl beenir. Rüstem’in adını
cihana yayarak ömrümün yarısını bitirdim. Gönlüm Zal olu Rüstem’den, Tus’tan
ve Gîv’den bıktı...
Osman Karatay’ın Turan’ın ünlü hükümdarı Alp Er Tonga (Tona)’nın
ranlılatırılarak ranlıların altın çaının hükümdarı olan Feridun yapıldıı
eklindeki u görüleri de bu manada dikkat çekmektedir (Karatay 2003: 183):
“…Burada sakatlık ran geleneindedir. Çünkü, deil Feridun veya Cem,
Kura’tan önce herhangi bir hükümdarlarının olmasına imkan yoktur. Çünkü esir ve
balı, köle konumunda bir halk idiler. lk kez Kura ile baımsızlık kazandılar.
Ondan sonrasının tarihini ise zaten iyi biliyoruz.
Geçmileri böyle olan Perslerin Keyümers (Kaymars) gibi ta Hz. Nuh zamanına
götürülen hükümdarlarından bahsetmeleri gibi, Feridun’dan bahsetmeleri de bir
fantezidir; dahası bu bir intihaldir. Fars geleneklerini erken bir tarihte bize aktaran
Taberî’nin yukarıda aldıımız bir cümlesi aslında meseleyi aydınlatmaktadır:
“Acemler Zahhâk’ın kendilerinden olduunu iddia ederler.” Bir Med olan, iyi
bildiimiz tarihi kiilik Astiyak, Farslar tarafından sahiplenilmektedir.
Aynı ekilde bakalarının, yani Turanlıların / Sakaların hükümdarlarını da
sahiplendiklerini, Pers hükümdarları Ceyhun nehrini geçememiken, Feridun’un
ahsında ve hayal aleminde Farslıların ran , Turan ve Rûm’un hakimi olduklarını
görüyoruz.”
*
*
Osman Karatay’ın yine u görüleri bu açıdan ilginçtir (2003: 185-86):
“….Böylece büyük Saka hükümdarının Medlerce hile ile, ehname’ye göre ise
Farslarca sava meydanında kahramanca öldürülmeleri olayı çakımaktadır. Ortada
Farslar filan yoktur. O dönemde ve öncesinde Sakaların Farsları muhatap
almalarına, hele kız alıp vermelerine imkan yoktur. Dolayısıyla, Farslarla hiçbir
ilgisi olmayan, Turanlı halklarla aynı kökten gelen Medlerin tarihi Farslarca
sahiplenmitir. Bunun sebebi ranlı yazar Purpirar’ın belirttii gibi, ran ’da
Farsların hakim olduu dönemde yüz aartacak bir mazinin olmaması gerektir.”69
*
69
Bu konuyla ilgili Samih Rifat ise unları söylemektedir: “ran mübalaacıdır. Tarihine hakikatten
ziyade aırılıklar girmitir. ran efsanelerinde ufuklar asıl mesafelerinden daha uzak, renkler daha
parlak tarih daha eskidir. Venedik’te zorla siyahlatırılan talarla ehre bir eskilik havası verildii
gibi, ran’ın da sonradan toplanan hikâyeleri zorla eskitilmi Acem halısına benzer. Fakat ne
*
84
84
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Demekki, bu bölgedeki gelimeler sırasında derkenar konumunda bulunan
Farslar, Turan olgusundan iki yönlü olarak istifade etmilerdir. Farslar, hem
Türklerin atalarını kendilerine mal ederek görkemli bir geçmi ve onun üzerinde
de sıkı bir milliyet ve milli kültür kurmular, hem de aynı insanları ve ülkeleri
Turan’ı ezeli ve ebedi bir düman eklinde ‘karıt ve öteki’ olarak tanımlayıp, bu
korku ile kendi milliyetlerini pekitirmilerdir (Karatay 2003: 188; bu konu
hakkında ayrıca bak. Keke ehnâme’yi Yazmasaydım!).
Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlılar döneminde de artarak devam eden
(bak. Kartal 2002) bu bakı açısının mimarı konumundaki hem Gazneli hem de
Selçuklu çevresinde Farsça iir söyleyen airler, ranlı bilim adamlarınca, genel
olarak bu yönde olumsuz özellikler taıdıkları belirtilerek eletirilmektedir. Ünlü
Gazneli saray airî Ferruhî-i Sîstânî70 hakkında Gulâmhuseyn-i Yûsufî unları
söylemektedir:
*
*
*
“Ferruhî’nin iirindeki millî ruhun zayıflıını gösteren bu konunun örnekleri çoktur.
O, eski hüsrevlere ait rivayetler içinde Sultân Mahmûd için bir benzer bulmaz. Zira,
Sultân Mahmûd’un ismi bütün ahların ismini ortadan kaldırmıtır. âh-nâme’nin
bundan sonra hiçbir kıymeti yoktur. Ordu toplamakta Rüstem’in, akıllılıkta
Hueng’in yüz katı eder. Eer Bîjen O’nun tuzaına düseydi, Rüstem bile onu
hileyle de olsa kurtaramazdı. Sultân Mes’ûd ’un dergâhına hizmet için Keyhüsrev
gibi yüz ah, Rüstem gibi yüz aslan toplanmıtır. Muhammed bin Mahmud’un en
küçük hâcibi, Cem ve Kisrâ gibidir. Onun en küçük bendesi Gîv ve Bijen gibidir.
Ferruhî, iirlerinde ranlı ahlar ve kahramanları kendi memduhlarıyla defalarca
mukayese etmi, hepsinde de onları memduhları karısında tahkir etmitir... Gazneli
sultanları ve ehzadeleri, eh-nâme’de geçen ranlı hükümdarlar ile
kahramanlardan daha üstün tutmutur...” (Yûsufî 1373: 403-5).
*
*
Kedkenî, Selçuklu dönemi airlerinden Lâmi’î-i Dehistânî’nin iirlerinde
ran kültürü ile millî destanlarının izlerinin çok zayıf olduunu, övgüdeki aırı
*
70
olursa olsun, bu gösteri, bu mübalaa hakikatleri tamamen mahvetmemitir. Nakledilen
olaylardan birçou Sod, Buhara civarında bilhassa Medya havalisi ranlılardan çok, Turan
unsurlarıyla alakalıdır….eh-nâme’nin sayfalarında ran hükümdarlarının yaadıı dönemler
vardı. Bunlara dier kavimlerin menkıbeleri karıınca saha daha da geliti. eh-nâme’de
kazananlar ekseriya Rüstem adını alırlar. ran’ı zapt edenler ran hükümdarlarının sırasına geçer.
Asılları bilinmeyen hükümetler benimsenir. Mitolojinin müphem kitabelerinden ran’a ait bir
takım efsaneler çıkarılır. Mücadeleler, kavgalar icat olunur. Hariçteki milliyetler zehir bulamı
sözlerle süslenir. Mübalaa, icat, ikna!...ran ırkı, muhitinin ve füsunkâr lisanının kendisine
bahettii artlardan istifade ile Turan’ın menkıbelerini benimsemitir….Keyhüsrev’in
mitolojiye karıan biyografisi sathî (yüzeysel) bir ekilde incelenince Turanla münasebeti
anlaılır. Bu kii ran efsanelerinin ‘Efrasiyab’ unvanıyla tanıdıı ‘Medya’ hükümdarı
‘Astiya’ın torunudur” (Celepolu 2008: 197, 203, 205).
Ferruhî’nin ran kültürünü ve destanlarını hor görmesi, tahkir etmesi hakkında ayrıca bak. Kedkenî
494-95.
*
85
85
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
mübalaanın dıında bu hususlardan fazla yararlanmadıını belirtir (Kedkenî
1366: 648). Ayrıca ünlü Selçuklu saray airi Mu’izzî ile ilgili Kedkenî’nin u
deerlendirmesi de bu bakı açısını yansıtması bakımından dikkat çekicidir:
“O, her yönüyle övmekle görevli bir air örneidir. Sanki iirden amacı sadece bu
olmutur ve bu yüzden divanında, özellikle övgülerinde aırı mübalaa zirvededir.
O sadece ran destanlarının sembolü olan Firdevsî’yi kınamamakta ve ona hakaret
etmemekte; Rüstem’i, sfendiyâr’ı ve millî sembollerden her birini, övdüü Türk
asıllı emirin ayaı altında hakir ve zelil kılmaktadır. Türklerin böyle bir istei
olduu sanılmaması için hatırlatırım ki o, slâm dininin üstün remizlerini de övdüü
kiinin ayaı altında hakir ve zelil yapmaktadır. Hakirlik ve ahsiyetsizlik kendi
varlıındandır ve Türkçe konuan Türk asıllı memduhu, o kadar günahkâr deildir”
(Karaismailolu 2001: 69-70).
*
*
*
Burada öyle bir düünce akla gelebilir. Bu airler Gazneli ve Selçuklu
saraylarında bulunuyorlardı. Doal olarak bu sultanları övecekler, durumlarına
uygun olarak iirlerini yazacaklar ve bu tarzda hareket ettiklerinde yerlerini
koruyabileceklerdir. Bu düüncenin anlaılması ve gerçein ortaya çıkması,
kanaatimize göre, o dönem övgü anlayıında gizlidir. Bu anlayı tespit edilip
ifade edildiinde bu düüncelerin açıklık kazanacaını zannediyoruz. Bu konuda
slâm âleminde Türklere dair yazılan en eski eser olan Fezâ’ilü’l-etrâk’ın giri
kısmında yer alan Câhiz (ö. 255/869)’in u ifadeleri ile:
“Eserin orta hacimde, insafa uygun olmasını temenni edip bir kavmin (milletin)
medhinde ileri giden, dierlerinin yerilmesinde (hicvinde) mübalaaya kaçan bir
eser olmamasını istedim. Zira, eser bu tarzda olursa yalan onu çirkinletirir, içine
tekrarlar karıır, temeli sunîlik üzerine kurulur, ifadesi çirkin ve mulak olur.
Medhedene en çok fayda veren, medhedilene en çok iyilii dokunan, en uzun iz, en
güzel hatıra bırakan medih doru, öülenin hâline uygun ve ona münasip olan
medihtir. Tâ ki bahsettii ve tavsif ettii kimseye iaret edip ona dikkati çeksin”
(Câhiz 1988: 61).
Hodgson’un u deerlendirmeleri bizi bu konuda aydınlatacak mahiyettedir
(Hodgson 1993: 326):
“(airler) medhiyelerinde okuyanı yanıltmak ya da yanlı yönlendirmek amacı
gütmezlerdi; çünkü medhiyenin, kii ile yaptıı iler arasında mübalaalı bir ba
kurmadıını, ilgili olan herkes bilirdi. airler övdükleri kiilerin büyüklüünü zarif
bir ekilde ifade edebilme becerileri ölçüsünde saygı görürlerdi”.
Yine bn Bîbî’nin, zzüddîn Keykâvus'un güzel vasıflarının Arapça ve
Farsça yazılmı iirlerden örnekler vererek mecazî deil de gerçek olarak
kaydedildiini belirtmesi, airlerin sultanları hâllerine uygun ve ona münasip bir
ekilde övdüklerini göstermesi bakımından ayrıca dikkat çekmektedir (1996:
I/141-42).
*
*
86
86
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Türkler , Sâmânîler vasıtasıyla alıp kabul ettikleri slâm dininin (Köprülü
trhs.: 21) Hanefî ve Sünnî mezhebini benimseyip ona balanmılardır. Nitekim
Türklerin amelde mezhebi olan Hanefî mezhebine mensup olup onda tam bir
taassup sergilileyen71 Gazneli Mahmûd (Zerrînkûb 1371: 15; Palabıyık 2002:
54), slâm ülkelerinde dinî yönden kargaalık çıkaran Râfizî ve Bâtınî gruplara
karı da mücadele etmi (Merçil 1987: 72-3), Karmatîleri ve iîleri takip
ettirerek, gereksiz tartıma çıkaran bazı Mutezile felsefe ve ia kitaplarını
yaktırmıtır72 (Tümer 1992: 208; Zerrînkûb 1371: 15; Safâ 2002: 53). Sultân
Mahmûd 'un, Rey (bugünkü Tahran) ehrini aldıktan sonra Abbasî Halifesi Kadır
Han’a bir mektup göndererek Rey ehrinin Bâtınîler ile Râfizîlerden
temizlendiini bildirmesi dikkat çekmektedir (Safâ 1370: 236).73 Gazneli
Mahmûd'un Kirman valisi Ebû Ali'ye gönderdii mektupta yer alan u cümleler
de bu bakımdan manidardır74:
*
*
71
Nizamülmülk, padiahlar için en hasletin dindarlık olduunu u ekilde açıklamaktadır: “Padiah için
en iyi ey dindar olmasıdır. Çünkü din ve padiahlık tıpkı iki karde gibidirler. Memleketinde bir
kimse ıstırap çekerse dinde geveklik var demektir. Hemen dinsiz ve müfsitler ortaya çıkarlar, dinde
geveklik olunca da memlekette karııklıklar görülür. Bozguncular kuvvet bulur, padiah saygısını
yitirir. Gönüllere üzüntü hâkim olur. Bid’atler ortaya çıkarak, hâricîler hâkim duruma geçerler.”
(Nizamülmülk 2003: 76). Yûsuf Has Hâcib ise Kutadgu Bilig ’de öyle demektedir (Arat 1988: 150,
152): “Bey takva sahibi ve temiz olmalıdır; aslı temiz olan daima temizlik ister…Eer bey takva
sahibi ve temiz kalpli olmazsa, hiçbir vakit temiz ve isabetli hareket edemez… Beyin dili dürüst ve
kalbi doru olmalı ki, halka faydalı olsun ve günei dosun…Beyin gönülü, dili ve tabiatı düzgün
olmazsa, saadet o memlekette dolaamaz, kaçar.”
Nizamülmülk’ün Siyâset-nâme’sinde verdii hâricîlerle ilgili bilgiler, Sultân Mahmûd ’un ve dier
Türk hükümdarların bu tarz hareketlerini açıklar mahiyettedir (2003: 213-14): “Hâricîler her zaman
ve her devirde mevcuttur. Hz. Âdem’den bugüne kadar isyanlar çıkarmılardır. Dünyanın hiçbir
ülkesinde, peygamberlere ve padiahlara karı bunlardan daha uursuz, daha ters, daha aleyhtar, daha
dinsiz bir topluluk görülmemitir. Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüünü isteyerek,
karııklık çıkarmaya çalıırlar. Kulaklarını konuulanlara dikerek, gözlerini öfke ile doldururlar.
(Allah korusun) bu devlete bir felaket vuku bulsa, gizlendikleri yerden çıkarak isyana kalkıırlar.
(iîlik (mezhebi) iddiasında bulunarak, Rafizîlerden daha büyük kuvvet toplayabilir, bütün dinlere
saygıları olduunu söyler, ellerinden gelen kötülük, bozgunculuk ve katilden geri kalmayarak,
Müslümanlık adına hareket ettiklerini iddia ederler. Fiillerinde kâfirlerin fiillerini örnek aldıklarını,
içleri görünülerinin, sözleri de yaptıklarının ve Hz. Muhammed Mustafa (s.a.)’nın dininin tam
zıddıdır. Ülke için onlardan daha amansız düman yoktur. Bugün devlete yakınlıı olan ia
gömleinden balarını çıkaran güruh bunlardır. Efendimiz huzurunda ilerini yaparak, kuvvetleniyor
ve Dünya Sultanını (Allah mülkünü daim kılsın) Abbasî halifelii hanedanını yıkmak için saldırmaya
tevik ediyorlar. Bendeniz serpuunu baından çıkarmasa, daha pek çok rezillikleri görülür…”
Bu konuda Zebîhullah Safâ ise öyle demektedir (Hucvirî 1996: 17): “Sultan Mahmûd, Sünnî
mezhebine taassupla balı idi. O derecede ki, bu taassup, Abbasi halifesi Kadır’ın emrine uymasına,
Mutezile, filozoflar, smailîler ve Karmatîlere karı amansız ve sert bir sava açmasına, bu zümrelere
mensup olanları öldürmesine ve idam etmesine, ülkelerinden kovmasına ve minberlerde aleyhlerinde
lanetler yadırmasına, hikmet, felsefe, astronomi ile ilgili eserlerin ve Mutezileye ait kitapların
yaktırılmasına sebep olmutu.”
Sultân Alparslan’ın, Erdem’in kendisine Bâtınî olan Hurdabe’yi kâtip olarak atadıını örenince
söyledii u sözler de dikkat çekmektedir (Nizamülmülk 2003: 186): “Kabahat bu adam
müsveddesinde deil, bir inançsız kiiyi hizmetine alan Erdem’dedir. Ben sizlere defalarca dedim ki:
*
72
*
*
73
*
74
87
87
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
"Benim maksadım Irak 'a gelip vilâyeti almak deildi. Hindistan'da hergün ortaya
çıkan orijinal olaylar mevcut olduundan, onlarla megul oluyordum. Irak'ta
yaayan müslümanların çou bana mektup göndererek, Deylemlilerin halka açıktan
açıa pek çok zulüm yaptıklarını yazdılar. Nerede güzel bir kadın, temiz bir çocuk
görseler onları zorla götürüp, fesat çıkarıyorlar. Onlarla kadınlar gibi birlikte
yaıyorlar. Resulullah'ın(s.a.) hakkında dostlarına açıktan lanet okuyorlar. Hz. Aie
(r.anhâ) hakkında çok kötü sözler söylüyorlar. Mukataalardan iki veya üç defa vergi
alıyorlar. Velhasıl istediklerini yapıyorlar. Hepsi, nikâhlı dokuz karısı olan
Mecdü'd-devle denilen oranın padiahını ehinah ilân etmeye karar vermiler.
ehirlerde ve nahiyelerde Rafizîlik mezhebini açıkça medhediyorlar. Yaratıcı'nın
var olmadıı hakkında açıkça sohbet ediyorlar. Namaz, oruç, zekât ve haccın
tamamını inkâr etmektedirler. Mukataa sahipleri bunları böyle eylerden men
edemedikleri gibi zulümlerinin önünü de alamıyorlar. Bu haberin doruluu
anlaılınca, ben de bu mühim ii Hindistan'a gazaya tercih ettim. Irak'a yönelerek
hepsi Hanefî mezhebinden, temiz inançlı, dinlerine sadık Türk askerlerini
Deylemîler, Rafizîler ve Batınîler üzerine gönderdim. Neticede köklerini
yeryüzünden kazıdılar. Bir kısmını kılıçtan geçirdiler, kimisini hapsettiler, bir
kısmını da zincire vurup esir ettiler. Bir kısmı da dünyanın urasında burasında
âvâre oldu. Horasan ulemasını, hepsini Hanefî veya âfiî yapmaları için
görevlendirdim. Her iki toplum da Rafizî, haricî ve Batınîlerin dümanı ve
Türklerin tabiatına uygundurlar. Hepsinin Rafizî olduunu anladıım, ileri güçleri
Türkler arasında karııklık çıkarmak olan Iraklı kâtiplerin, ellerine kalem almalarını
yasakladım. Allah (c.c.)'ın yardımıyla çok kısa zamanda Irak ülkesini onlardan
temizledim. Belki Allah beni, kötülük yapanları yeryüzünden kaldırayım, doruları
koruyayım, adaletle yeryüzünü imar edeyim diye yaratarak insanlara emir tayin
etmitir75" (Nizamülmülk 2003: 81-82).
*
*
*
*
Sizler buraların yabancısı Horasanlı ve Mâverâünnehirli Türklersiniz, bu vilâyeti ben kılıcımla ve
zorla aldım. Irak halkının ekseriyetinin itikadı bozuk ve Deylem taraftarıdırlar. Türkler ile Deylem
arasındaki dümanlık ve anlamazlık yeni deildir. Allah Taalâ Türkleri, Deylemlilere musallat
oldukları için aziz kılmıtır. Allah’ın yardımıyla Türkler Müslüman ve Ehl-i sünnettirler. Onlar ise,
dünyayı seven, bid’atlar çıkaran inançsızlardır. Türklere karı aciz oldukları müddetçe, büyüklük
göstererek, itaatli olurlar. Eer Türklerin zayıf dütüklerini görerek, kendileri kuvvetlenseler, Türkleri
kökten yok ederler.”
75
Bu dönemlerde, Türklerin “Allah’ın Ordusu” olduu ve fenalık yapan kavimlerin üzerine gönderildii
eklindeki inanç, Hıristiyan dünyasında da görülmekteydi. Nitekim Süryani yazarlar, “Tanrı’nın
kendilerini râfizî Rumların fenalıklarından kurtarmak için Türkleri gönderdiini” belirttikleri gibi,
Avrupa’daki Musevîler de, Hıristiyanların kendilerine reva gördüü fenalıklara karı Türklerin
gönderildiine inanmaktaydılar. slâm dünyasında ise, Kâgarlı Mahmûd’un naklettii “Benim Türk
adını verdiim ve arkta yerletirdiim bir ordum vardır. Bir kavme gazaplandıım zaman onları o
kavim üzerine hâkim kılarım.” mealindeki kudsî hadis çok yaygındı. Ayrıca uzun asırlar kılıcın
Türkler elinde bulunacaına dair bir inanç da yer etmitir. Bu hususta da, “Türk dilini öreniniz, zira
onların hâkimiyetleri uzun sürecektir.” Hadisi rivayet edilmitir (Kösolu 1997: 66).
*
*
*
*
88
88
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Yine Firdevsî’nin tam anlamıyla dümanı olduu Rafizî topluluuna
mensubiyetini örenen Gazneli Mahmûd’un, ona karı olan tavrını ve
düüncesini deitirmesi de bu hususu teyit etmektedir (Devletâh 1901: 52).
Kerrâmîlere sempati duyan ve saltanatının ilk yıllarında Mutezile ve
smailîlere karı onları bir silâh olarak kullanan Gazneli Mahmûd, sarayında
yapılan dinî bir münazarada Kadı Sa'îd'in Kerrâmiye mezhebinin Sünnîlik
dıında fikirler ihtiva ettiini ortaya koymasıyla Kerrâmîler Sultân Mahmûd 'un
gözünden dümütür. Ayrıca Gazneli Mahmûd Horasan 'daki valiler ve mahallî
yöneticilere bu mezhebin taraftarlarının aratırılması ve onların cami ve
minberlerden uzaklatırılması için emir vermi, bu mezhebe açıktan açıa
taraftar olanları ise cezalandırmıtır (Merçil 1987: 73-74). Yine Sultân Mahmûd,
âfiî mezhebinden olan Ebu’l-hasan Ali b. Muhammed el-Hannânî’nin
Kerrâmîler için bir medrese yaptırdıını örenince, onu 1023’te Gazneye davet
ederek:
*
*
“Niye inandıın bir mezhebe yardım etmiyorsun? Bundan sonra bu grup için
medrese bina etmeyeceksin. Bir kimse medrese yaparken, kendi itikadı zıddına
herhangi bir grubun eitim yapmasına imkân verirse, lüzumsuz bir i yapmı olur.
Kendi inancı hilâfına i yapan ise, gözü ve kulaıyla Hak Tealaya yaklaamaz”
diye azarlamı ve Hannânî araya giren efaatçiler sayesinde kurtulabilmitir
(Palabıyık 2001: 58).76 Ayrıca Sultân Mahmûd ’un “slâm dinine yardım etmek
ve Allah’ın dümanı mülhidleri söküp atmak için her sene Hindistan’a sefer
yapmayı vaadetti”i bazı kaynaklarda zikredilmektedir (bn Hallikân 1977: 178,
emuddîn Ebû Abdillah ez-Zehebî 1985: 245; Ocak 2001: 40-41’den). Gazneli
Mahmûd’un Karmatîler üzerine düzenlemi olduu bu seferlerle hem onların
Hindistan bölgesinde yayılmaları engellenmi hem de Sünnî düünce açısından
yanlı telakki edilen fikirlerin yayılmasına imkân verilmemitir (Ocak 2001: 43).
Ayrıca Gerdizî'nin rivayetine göre, henüz slâmiyeti kabul etmemi olan iki Türk
hükümdarının Gazneliler sülâlesiyle kız alıp vermek suretiyle akraba olmak
istediklerini bildirmek üzere gönderdii iki elçiye, Gazneli Mahmûd'un:
"slâmlar müriklere kız vermezler, eer hanlar slâmiyeti kabul ederlerse
*
*
*
76
Nizamülmülk, Sultan Turul ve Sultan Alparslan’ın, bir emir veya bir Türk ’ün, bir Rafizîyi hizmetine
aldıını duyduu zaman, kızarak o emiri veya Türk’ü cezalandırdıklarını belirtmektedir (2003: 185).
Yine Nizamülmülk’ün bu konuda vermi olduu u bilgiler de dikkat çekicidir (2003: 185): “Sultan
Mahmûd, olu Mes’ûd, Sultan Turul ve Sultan Alparslan devirlerinde hiçbir ateperest, Hristiyan,
Rafizî ortaya çıkıp, bir Türkten ileri bir mevki elde etmeye cesaret edemezdi. Zengin Türklerin
kahyaları, hizmetkârları Horasanlı Hanefî veya afiî mezhebinden olan temiz adamlardı. ster köle
ister kâtip olsun Iraklı, bozuk inançlıları kendilerine yaklatırmazlardı. Türkler onlara Deylemî
mezhepli diyerek asla bir görev vermedikleri gibi verilmesini de doru bulmazlardı. Onları tercih
edenler ayaklarını yere salam basarak, uyanık olsunlar. Türklerle ve Müslümanlarla konutuklarında
sıkıntı ve zarar göreceklerinden, üphesiz kendilerine her iki taraftan da bela ulaır.”
*
*
89
89
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
istedikleri kabul edilir" eklinde verdii cevap da dikkat çekicidir77 (Barthold
2004: 80). Yukarıda bahsettiimiz hususlar, Gaznelilerin hassasiyet gösterdikleri
hususları yansıtması bakımından önemlidir. Çünkü o dönemde oluan kültür ve
medeniyet yukarıda dikkat çektiimiz hususlar üzerine bina edilmeye
çalıılmıtır. Böylece gerek dinî gerekse kültürel yönden Acem kültüründen
farklı bir yapı oluturulmutur78.
O dönem airlerinin iirlerinde gerek Sultân Mahmûd gerekse dier
Gazneli sultanlarının bu özellii yaygın olarak ilenmitir. Ferruhî, Gazneli
Mahmûd için bu konuda unları söylemektedir:
*
Karmatî’yi öldürmeyi ve muhal (olan) âdetlerini ortadan kaldırmayı, Allâh bütün
zamane ahlarından (ahları içerisinden) sana verdi (Kartal 1999: 48 [dipnot: 82]).
Ehl-i sünnetin kıymetini yücelten, ilim ve edep ehlini okayan (Kartal 1999: 48
[dipnot: 83]).
Rum ehirleri küfürden temizlenir mi? Dedi. Kararmı gümüün saman arasında
temizlendii gibi dedi (Ferruhî 1335: 344; Kartal 1999: 41).
Tıraz yolundan, Sûmenât’a böyle bir ordu çıkaracaını asla kimse sanmazdı
(Ferruhî; Emirçupanî 2001: 21-22).
77
Aynı anlayıı Selçuklularda da görmekteyiz. bnü’l-esîr ve Ebu’l-fidâ’nın belirttiklerine göre,
Selçuklular Maveraünnehr’e gelip Müslüman olduktan sonra, Müslümanlarla karıarak kendi gayr-i
Müslim soydalarına karı da savamılar ve slâmiyetin savunucusu olmulardır. Nitekim Müslüman
olmayan Türkler namına vergi toplayan birkaç kimse, Cend civarına gelerek Selçuklulardan vergi
istediklerinde Selçuk’un adamları öyle demitir: “Biz artık Müslüman olduk. Müslümanlar da
kâfirlere vergi vermezler. Bundan böyle bizde size vergi vermiyeceiz. ” Bu itirazdan sonra,
Müslüman olmayan Türklerle, Müslüman Türkler arasında sava çıkmı ve Müslüman olmayan
Türkler savaı kaybetmilerdir (Mevdûdî 1971: 69-70). Bu durum bize, Gaznelilerin hassasiyet
gösterdikleri hususlara, aynı ekilde Selçukluların da gösterdiini göstermektedir.
Gerek Sultan Mahmûd’un ve dier Gazneli sultanların iirlere yansıyan bu tarz özellikleri gerekse
özellikle Gazneli Mahmûd’un fakihler arasında zikredilip, fıkıh konusunda et-Tefrîd adlı tafsilatlı bir
eser yazdıının (Nu’mânî 1368: I/45; Palabıyık 2002: 109) belirtilmesi, bu dönemdeki dînî ve
kültürel yapı ile Acem kültürü arasındaki farklılıı göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca, yapılan
bir aratırmaya göre, XI ve XII. asırlarda Mâverâünnehir’de, Batı Türkistan ’da Karahanlılar devrinde
yetien slâm fakihlerinin %99’un Hanefî fıkıh mektebini benimsemeleri (Kavakcı 1976: 15) de bunu
teyit etmektedir.
*
*
78
*
90
90
*
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Allah, o dini gözeten padiahın o putu yerinden söküp atmasına hükmetmiti
(Ferruhî 1335: 71; Emirçupani 2001: 121). [Sûmenat’taki mehur put hakkında
söylenmitir]
Gece gündüz, putu ve puthaneyi, putperestin baına nasıl yıkayım düüncesinden
baka düüncesi olmayan ah, bazen Ceyhun’dan Seyhun’a doru ordu çıkarır,
bazen de batıdan douya ordu gönderir. Eer onun serüveninden iki hikâye
okursan, skender’in yaptıklarına gülersin...O yol üzerinde çok sayıda kale ve
büyük ehir vardı, onları temelinden söküp attı. Önde büyük bir puthane, ortasında
bir put, ay kadar güzel ve da selvisi kadar heybetli. Halkı öldürdü; Darnî ve
Tanîser puthanesi gibi puthaneleri yakıp gitti. Sûmenât puthanesini yıkmak isteyen
biri, yorgunlar için, zamanını heder etmez...Padiahın dünyada iki arzusu vardı;
Allah’tan sürekli bunu isterdi: biri Hintlilerin hac yerini yıkmak, dieri hacca gidip
Hacerü’l-esved’i öpmekti (Ferruhî 1335: 66-74; Emirçupani 2001: 122-23).
O inançlı, gönlü temiz ve abit olduu için, ona tabi olmak dindir.
Ali’nin ilminin tamamı onun eliyledir. Ömer’in adaletinin tümü de onun yanındadır
(Vezînpûr 1374: 167).
Ey devletin mübarek sahibi, mülkün ve memleketin ulusu; ey milletin güven
kaynaı, din ve eriatın süsleyicisi (Emirçupani 2001: 22).
Ascedî, Sultân Mahmûd için:
*
91
91
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
(Avfî 1906: II/51)
Sultanlar sultanı Sûmenât'a sefer yaptıında kendi yaratılıını mucizelerle donattı.
Geçmi meliklerin parlak eserleri, akılların katında zora dütü. Dünyayı küfür
ehlinden iman ehline soktu. Kendine ükür ve duayı vaciplerden (gerekli) kıldı.
Cömertlik (ikram) sahibi olan Mahmûd, mülkü övülecek ve yüceltilecek hâle
getirdi. Binlerce ahla mülk satrancı oynadı ve her ahı baka bir oyunla mat etti.
Ey padiah! Sen, her seferini baka bir amaç için yapan skender'den de yücesin.
Sen seferde Allah'ın rızasını ararsın, o hayat suyunu arar. Sen ilerini mızrakla, okla
ve yayla yaparsın; o ise ilerini hileyle, kalemle ve divitle yaptı.
Menûçihrî de, Sultân Mes’ûd için:
*
Arın Sahibi bütün mülkü Mes’ûd’a teslim etti, dünyanın yedi iklim ülkesini ona
saydı. Hindistan’ın bütün pasını hep kılıçla kazıdı, Hindistan ülkesi ona çok hakir
ve küçük geldi (Damgânî 1375: 199; Cokuner 2002: 385).
Kular gülün üzerinde Acem sarayının emirinin vücudu ve ve ruhuna iyilikle dua
ediyorlar. O, Allah’ın rızası haricinde yeryüzünde bir tek adım atmayan bir
padiahtır. Cihan ahı Ebû Sa’îd ibn-i Yemîn-i düvel, Allah’ın yaratıklarının
koruyucusu ve ümmetin dininin yardımcısıdır...Allah’ın dümanlarına Hz.
Peygamber’in Beytü’l-harâm’da vurduu gibi iki balı kılıç vurur. Cihan padiahı
kin kılıcını, ne padiahlıın ardından, ne taht ve yakınlarının ardından, ne de hazine
ve paranın ardından vurur. Belki Allah için ve Allah’ın yaratıkları için, ordunun
kârına ve hizmetçilerin faydasına...Mülkün efendisi odur, halkın efendisi odur,
hamdle süslenen odur ve yergiden arınan odur (Damgânî 1375: 70-71; Cokuner
2002: 314-16).
92
92
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
demektedir.
Yukarıda belirttiimiz gibi mutaassıp bir Sünnî olması, karı düünceyi
benimseyen iîlerle Karmatî, Mutezilî ve felsefeci muhalifleri sıkı bir takibe
alması gibi sebeplerden dolayı Gazneli Mahmûd, iî mezhebine balı olan
Nâsır-ı Hüsrev ve benzeri bazı airler tarafından eletirilmekten kurtulamamıtır
(Çiftçi 2002: 129). Bazı çada ranlı yazarların, Gazneli Mahmûd’un bu tavrını
tamamen hissî ve ilmî hiçbir geçerlilii olmayan bir ekilde deerlendirdii de
görülmektedir. Bunlardan Vezînpûr, Gazneli Mahmûd’un Fars dilinin
inceliklerini tam olarak anlamadıını, Sünnî mezhebinde sergiledii taassup
sebebiyle hikmet ve düünce özgürlüüne sert ekilde dümanlıı olduunu, iir,
edebiyat ve ilime karı temayülünün bulunmadıını ifade etmitir. Ayrıca âlim
ve fazılları sarayına davet etmesini, siyasî ve yayılmacı düüncesine balayarak,
ilim ve edebiyata olan sempatisinden kaynaklanmadıını söylemitir (1374: 16465). Hatta Vezînpûr, Gazneli Mahmûd’u gulâmbârelikle, sarholukla, sürekli
içki içmekle, raiyetinin malını yamalamakla, zulümle itham edecek kadar ileri
gitmitir (1374: 352). Vezînpûr, ayrıca Medh, Dâg-i Neng ber-Sîmâ-yi Edeb-i
Fârsî (Övgü, Fars Edebiyatının Yüzünde Utanç Damgası) isimli eserinde
“Gazneli Mahmûd’un Savaları ve Cihatları slâmı Yaymak çin Deildi” diye
bir balık kullanarak tutumunu netletirmitir (1374: 354). Oysa Gazneli
Mahmûd, ilme ve âlimlere olduu gibi fikre de saygı gösteren bir sultandır.
Nitekim ünlü Türk bilgini Bîrûnî, Gazneliler ’in bakenti Gazne’ye geldiinde,
Sultân Mahmûd tarafından daha çok bir takım siyasî sebeplerle takibata uramı,
ancak daha sonra sultan tarafından sevilip makbul karılanılarak bundan
vazgeçilmitir. Yine bir gün Bîrûnî, müstebit hükümdarların tebalarını
kandırmak için, kendi ahsiyetlerine dair türlü türlü yalanlar uydurduklarından
bahsetmitir. Bu fikirler, dier hükümdarlar meyanında Mahmûd’a karı da
yapılan bir tenkit olmasına ramen, sultan Bîrûnî için bir takibat yaptırmamıtır
(Togan 1997: 638-39). Yine zahit ve müfessir olan imam Ali b. Abdullah b.
Ahmed b. En-Niâbûrî'yi bir gün Sultan Mahmûd'un huzuruna çıkardılar. Bu zat
huzurda izin almadan oturup yine izinsiz olarak Hz. Peygamber'den bir hadis
rivayet etti. Sultan bu tavrından dolayı gulâmına emir verip âlimin kafasına bir
yumruk vurdurarak kulaının saır olmasına sebep oldu. Sultan daha sonra zühd,
diyanet ve nefsini temizlemeyi örendikten sonra bu âlimden özür dileyip ona
çeitli ihsanlarda bulundu. Ancak mam verilen malları kabul etmedii gibi
özürle de memnun olmayıp,
*
*
*
Hak Teala'nın bana verdii hediyeyi zulümle benden aldın, sen iitme organımı
bana geri ver ki, ben de memnun olayım.
dedi ve Sultan'ın yüzüne bakarak ilâve ettii:
93
93
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Allah seninle benim aramda gözetleyicidir.
sözlerini, Hz. Peygamber'den bir rivayetle öyle bitirdi:
Sen bu siyaseti faydalı yere emretmedin, halk meliklerin iznine balı deildir.
Mahçup olan Sultan, baını önüne eerek oradan uzaklatı (Palabıyık 2001: 5354). Bu da, yukarıda belirttiimiz gibi Gazneli Mahmûd’un ilme ve âlimlere
olduu gibi fikre de saygı gösterdiini göstermektedir.
Gazneli Mahmûd’un Hindistan üzerine yapmı olduu seferlerin mahiyeti
hakkında gerek dönemin kaynakları gerekse slâm kaynaklarının
deerlendirmelerine ranlı aratırmacılar gibi batılı müsteriklerin çounluunun
da katılmadıkları dikkat çekmektedir. Bunlardan Barthold:
“Hindistan’ın servetlerini ele geçirmek arzusu, Mahmûd’un seferleri için kâfi sebep
tekil ettiinden bunu dinî heyecana balamak mümkün deildir. iîlerin
cezalandırılması da, yukarıda bahsedilen siyasî sebeplerle izah edilebilir. Bazen
iîlik ithamı, sanıın mallarını müsâdere etmek için bir bahaneden baka bir ey
deildi” (Barthold 1990: 310; Ocak 2001: 44’den)
derken, Roux ise,
“Bu seferlerin tek amacı cihat ruhuna tamamen aykırı olarak iyi bir vurgun yapmaktı”
eklinde görüünü belirtmitir (Roux 2001: 248; Ocak 2001: 44’den). Rypka da,
u açıklamayı dile getirmektedir (Rypka 1381: 249; Yalçın 2009: 3):
“Samanîlerin aksine, sürekli Hindistan’a asker sürüyordu. Öncelikli amacı, slâm’ı
yaymak deil, topraklarına toprak katmak ve yagma yapmaktı. Bu ganimetlerden
kendi, askerleri ve devletin önde gelenleri istifade ediyordu. Ganimetlerden bir
bölümünü de, kendi ülkesinin bakentini tezyin etmek için kullanıyordu. Bazen
ehrin çalıanları da ganimetlerden faydalanıyordu. Bu vesileyle yönetici tabakanın
ve buna ek olarak askerlerin ve gazilerin isteini yerine getiriyordu.”
Gazneli Mahmûd’un bir istilacı ve yagmacı olduunu ortaya koyan bu
düüncelerin, gerek slâm fetih geleneiyle gerekse Türklerin slâm dinine bakı
açılarıyla hiç örtümedii hemen görülmektedir. Batılı tarihçilerden P. Spear,
konu hakkındaki görüünü u ekilde belirtmektedir:
“slâmı Hindistan’a esaslı bir ekilde getirenler Türkler olmutur. Oysa Araplar
Sind’e askerlerini, Malabar’a da tüccarlarını getirmekten öte bir ey yapmamılardı.
Hindistan’daki Hinduların köylü sınıflarının Brahmanların baskısından kurtulması
da Gazneli Mahmûd’un akınları sayesinde olmutur.” (Spear 1961: 53; Ocak 2001:
44’den).
*
94
94
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Hans Wilhelm Haussig ise, bu konu hakkında öyle demektedir:
“1006 yılında Gazneli Mahmûd’un yaptıı Hindistan seferinin amacı, Sind ve
Miltan’da Sünnîlii tekrar hâkim kılmak idi. Her iki bölgede de iî akımlar
hâkimiyeti ele almılardı. Onlar, Mısır’a ulaan deniz (pek Yolu) üzerinden kısıtlı
da olsa ticarî ilikilerini sürdürmekteydi” (2001: 280)79.
Nitekim Gazneli Mahmûd'un Hind Brahmanların kadınları kocalarının
cenazesiyle birlikte diri diri yakmaları, ölüleri Ganj ırmaına atmaları gibi
insanlık dıı olan batıl inançları yasaklaması, birçok büyük puthaneyi içindeki
putları kırdıktan sonra camiye dönütürmesiyle slâma ve slâm medeniyetine
hizmet etmitir (emsettin Sâmî 1996: 4229). Hatta sergiledii tavır ve
davranılar ile yaptıı iler ve fetihlerden dolayı slâm âleminde ilk defa “sultan”
olarak adlandırılan (Nizamülmülk 2003: 65) Gazneli Mahmûd’a, putları
kırmasından dolayı "büt-iken (put kıran)" lakabı da verilmitir (Linpol 1312:
257) Spuler de, Mahmûd’un Hind seferlerinden ve slâmı yayma çabalarından
bahsederken öyle demektedir:
“Böylece Türklerin slâma girmelerinden birkaç çeyrek asırdan sonra, daha baka
kimselerin de slâma girme imkânı salanmı oldu. Sadece Arap ya da Araplamı
insanların vasfı olan slâm, bundan böyle yaygın ve evrensel bir din hâline geldi.”
(Spuler 1988: 155; Ocak 2001: 44’den).
*
Bu görüler, hassaten önceki görülerin yanlılıını göstermesi bakımından
ilginçtir.
Selçuklu sultanlarının da, Gazneliler ’de olduu gibi Sünnî ve Hanefî bir
çizgide dindarlık anlayıına sahip oldukları görülmektedir.80 Târîh-i Guzîde’de
Selçukluların Sünnî, pâk-dînli (: temiz dinli), iyi inançlı (: nîgû-i’tikad), hayır
sahibi, halka karı müfik oldukları belirtildikten sonra, devletlerinde “hâricî”
ortaya çıkmadıı kaydedilmektedir (Müstevfî 1364: 426). Rypka, Selçukluların
Âl-i Büveyh’in aksine Sünnîliin alemi olduklarını ve Sultân Mahmûd gibi
Badat’ta bulunan slâm halifesini bütün Müslümanların önderi olarak kabul
ettiklerini belirtmektedir81 (Rypka 1381: 265; Yalçın 2009: 15). Mevdûdî,
*
*
79
Haussig’in u deerlendirmeleri de bu manada dikkat çekicidir (2001: 280): “…Gazneliler için bu
toprakların fethedilmesinin sebebi, orada yayılmı bulunan Batınî Karmatî inancının yok edilmesi ve
slâm inancının buralarda hâkim kılınmasının salanması idi. Toharistan ve Bedehan da aynı ekilde,
henüz Müslüman olmayan bu bölgelerin slâmlatırılması için fethedilmiti. Buradaki ahalinin slâma
kazandırılması gibi sade (temiz) bir amaca dayanıyordu.”
Türkler tarafından kurulmu olan Karahanlı , Gazneli, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin ortak
noktalarından birisi, dördünün de Hanefî ve Sünnî çizgide dindarlık anlayıına sahip olmalarıdır.
Selçuklular ile Abbasî halifeleri arasındaki münasebetler konusunda Mevdûdî unları söylemektedir:
“Selçukîlerin slâm diyarına gelileri ile slâm siyasetinin sahasında kendine has bir deime oldu.
*
80
*
81
*
*
95
95
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Selçuklular Tarihi isimli eserinde Selçukluların olgun, inançlı ve saffetli bir
imana sahip olduklarını, ehl-i sünnet mezhebine balı bulunduklarını, fıkhî ve
medenî hususlarda bütün Müslümanların rızalarına ve slâm fıkhına göre hareket
ettiklerini, halkın da bu inançta olmalarından dolayı herkes tarafından
sevildiklerini söylemektedir (1971: 5, 32-33). Zerrînkûb ise, Selçuklu
yöneticilerinin özellikle de Hanefî mezhebine mensup ilk dönem emirlerinin,
genellikle mezhepleri konusunda tam bir taassuba sahip olduklarını ifade
etmektedir (Zerrînkûb, 1371: 25). Selçuklu sultanları, kuvvetle balı oldukları
Sünnîlii desteklemekle kalmamılar, onu yaygınlatırmak için de mücadele
etmilerdir.82
Selçuklulardan önce ran topraklarında hüküm süren Irak ve Horasan
padiahları, Tâhirîler, Saffârîler, Sâmânîler, Deylemîler ve Gurlular zamanında
Selçuklular dönemindeki slâmiyetin yayılması, tarihî binaların yapılıp
yaatılması, mescitlerin ve dînî binaların çoaltılması ve vakıfların gelitirilmesi
konularında fazla bir çaba gösterilmemitir (Nejâd 1987: 480). Buna mukabil
Selçuklu sultanları ise, tam aksine edebiyata sevgi ile yaklamılar, âlimleri
koruyup tevik etmiler, slâmiyeti yayarak geniletmek için mücadele
göstermiler ve pek çok hayır ileri yapmılardır. Nitekim Râvendî bu konuda
unları söylemektedir:
*
*
*
*
*
“Kahredici sultan, dehrin büyüü Gıyâs ed-dünya ve’d-dîn Ebu’l-feth Keyhüsrev b.
Es-Sultân es-Sa’îd Kılıc Arslan b. Mes’ûd b. Kılıç Arslan b. Süleymân b. Gazi b.
Kutulmı b. srail b. Selçuk –Tanrı devletini ebedîletirsin!- Selçuk aacının
meyvesidir. Bu öyle bir aaçtır ki, kökü dini gelitirme ve kuvvetlendirme; meyvesi
Bozulmaya ve ortadan kalkmaa yüz tutmu olan Abbasî hilafeti birdenbire ve yeniden canlanmaa
baladı. Selçukîler, Abbasî halifelerinin siyasî kudret ve egemenliklerini kendilerine geri iade
etmemi olmakla beraber, dinî akide bakımından Abbasî hilafetini kabul ediyorlar ve onların
hilafethaklarını teslim ettikleri gibi hürmet ve ihtiram da gösteriyorlardı. Hilafet hanedanını dier
hükümdarlardan üstün tutmakla beraber, onlara manevî bir büyüklük payesi veriyor ve bu makamı o
gözle görüyorlardı. Kendilerinden önce, Hilafeti oyuncak hâline getirmi bulunan dier Türk
emirleri ve Büveyh oulları gibi, Halifeleri azledip öldürmüyor ve gözlerini çıkarmadıkları gibi
hapse atıp hakaret de etmiyorlardı. Bu kabil hadiselerin vuku bulduunu Selçukîler zamanındaki
tarihçiler haber vermezler. Fakat u noktayı da belirtmek gerekir ki, bazen halifeler, Selçukîlerin
siyasi tutumlarına müdahele ettikleri olmu, buna karılık Selçukîlerin de bu ekil davranılardan
memnun kalmadıkları varittir. Böyle hâllerde Selçukîlerle halifeler arasında anlamazlıklar
olmamı, hadiseler de çıkmamıtır diyemeyiz. Nitekim, Melik ah ile Halife Muktedâ arasında
anlamazlıklar çıkmı, hatta savalar olmutur. Bütün bunlara ramen, Selçukîlerden önceki Türk
emirlerinin ve Büveyh oullarının halifelere reva gördükleri muamelelere Selçukîler tevessül
etmemilerdir. Selçukîler, gerçek olarak Abbasî halifelerine karı saygı ile davranmı ve kendilerine
ihtirama kail olmulardır. Hatta Selçukîlerin Abbasî halifelerine göstermi oldukları saygı ve sevgiyi
Abbasîler, daha önceki kendi emirlerinden bile görmemi olduklarını söyleyebiliriz.” (1971: 35-36).
Bu mücadelenin en önemli amacı ise, Abbasî hâkimiyetini manevî yönden desteklemek, böylece
Fâtımî halifelerinin faaliyetleri neticesinde her tarafta gelimekte olan ve aslında bütün slâm
âlemini Alevîlerin Mısır’daki reisine balamayı amaçlayan iî propagandasının devlet içinde dinîsiyasî ihtilâle uygun bir zemin hazırlamasını önlemekti (Kafesolu 1973: 132).
*
82
96
96
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
ise, medrese, hankah, mescitler, konaklar, köprüler ve Hicaz yolu su mahzenleri gibi
hayır binaları yaptırma, âlimlere bakma, evliya ve zahitlerle düüp kalkma, mal
baılama, adalet kaidelerini yeniletirme, siyaset adetlerini canlı tutmadır” (1999:
I/29).
“Yeryüzünde, bilhassa Irakeyn ve Horasan ’da âlimler yetiip fıkıh kitapları
yazmaları, Peygamber’in hadislerini toplamaları, Selçuk oulları arasından çıkan
hükümdarların âlimlere bakmalarının, ilmi sevmelerinin ve ona hürmet etmelerinin
bereketidir. O zaman Kur’ân’ın muhkem ve müteabih ayetleri ile tefsir ve doru
hadisler hakkında o kadar kitap topladılar ki, dinin kökleri gönüllerde kökleip
yerleti; kötü dinlilerin ümitleri kesildi. Filozoflar, nesh edilmi mezheplerin
taraftarları ve dehrîler, ister istemez, eriatle Muhammed ümmetinin müftülerinin
verdikleri emirlere tamamile boyun ediler, “Muhammed’in yolundan baka bütün
yolların kapalı olduunu” itiraf ettiler. Âlimlerden her bir büyük zat, Selçuk
sultanlarının kendilerine bakması sayesinde, herkesin hürmetini kazandı. Hâce
mam Fahreddîn-i Kûff, Hâce mam Burhan, Ebu’l-fazl-ı Kirmânî, mâm Hüsam-ı
Buharî, Muhammed Mansûr-ı Serahsî, Natıfî, Nasihî ve Mes’ûdî gibi. Onların fetva
kaleminin, Tanrı korkusunda yürüyerek halkı eriat yolunda tutmalarının bereketi
ile Selçuk-oulları sultanlarının memleketleri düzeldi. Padiahın maiyeti, emir,
vezir ve bütün ordu arazi ve iktalarını, büyük din adamlarının fetvalarına göre
aldıklarından memleket mamur oldu, vilayetler meskûn kaldı. Mesel: “Âlimlerle
düüp kalkan vekar bulur; sefihlerle düüp kalkan da hakir olur”. Her bir vilâyette
emirler padiahın adalet ve siyasetini icra etmekle megul idiler ve kendi
divanlarının vermesi icabeden parayı raiyetten kolaylıkla ve müsamaha göstererek
topluyorlardı. Bu sayede hem raiyet refaha kavutu, hem de emirler dinlendi;
askerler de müslüman olarak ölüyorlardı. Devlette hiçbir vazifede halktan zorla
para alan, gammaz ve kötü dinliler yoktu. Bu zamanlarda, zulum ve zorlama ile bir
vilayetten alınan para, o zaman bir iklimden toplanmazdı. O zaman ordu daha
muntazam, padiahlar daha sakin ve daha zengin idiler” (1999: I/30).
*
Selçuklu dönemi airlerinin iirlerinde de, Selçuklu sultanlarının bu
özellikleri ve dinî hassasiyetleri yaygın olarak ilenmitir.
Mu’izzî, Melikâh’ı överken öyle demektedir:
Bugün Horasan ve Irak ’ta zühdde ona benzer kim vardır? (Mu’izzî 1362: 115;
Karaismailolu 2001: 54’ten).
*
*
Sultân Sencer için:
Senin mızraın ve senin Türklerinin hançeriyle Kayravan müriksiz ve Rum
Hıristiyansız (Mu’izzî 1362: 646; Karaismailolu 2001: 55’ten).
97
97
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Senin mızraından Hindistan putkedesinde korku vardır. Senin Türklerinden Çin
puthanesinde korku vardır.. (Mu’izzî 1362: 23; Karaismailolu 2001: 55’ten).
*
iiler senin gücünü görünce sana Ali derler. Sünnîler adaletini görünce sana Ömer
derler (Mu’izzî, 1362: 277; Karaismailolu 2001: 56’dan).
Nizâmî’nin, Mahzenü’l-esrâr isimli mesnevisinde, zulme uramı ihtiyar
bir kadının azından Büyük Selçuklu Devleti hükümdarlarından Sultan Sencer’e
hitaben söyledii sözleri83, Resulzâde nazmen öyle aktarmıtır (Resulzâde
1951: 177):
Türklerin çün yükseldi devletleri
Adaletten süslendi hep illeri
Madem ki sen zulme âmil olursun
Bir Türk deil, çapulcu bir Hindusun
*
Enverî, Melikâh hakkında öyle demektedir:
Sen Acem meliklerinin hamisi, senin hamin Allah. Sen hak sahibinin yardımcısı,
senin yardımcın Allah (Enverî 1372: 405; Karaismailolu 2001: 56’dan).
Sultân Sencer zamanında nâib-i vezir olan Ziyâeddîn Mevdûd’u överken:
Senin adalet elin, zamanın bidatçısı üzerinde, Mahmûd’un sümenat üzerindeki
elidir (Enverî 1372: 136; Karaismailolu 2000: 56-57’den).
Mücîr Sultân Arslan için:
Adın küfr ehlinin namusunu yıkmı, yalnız mektubun Kandehar ülkesini
zaptetmitir (Râvendî 1999: II/290).
Ey lûtuf ve ihsan âdetini Tanrı kereminden almı olan, salam dinli, gazi hükümdar,
ad ol! (Râvendî 1999: II/294).
83
(Nizâmî1370: 63)
98
98
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Son olarak burada u konuya deinmenin de faydalı olacaı kanaatindeyiz.
Bu dönemlerde hükümdarların bu tarz davranılarını göz önünde bulundurmak
gerekmektedir. Çünkü hükümdarın dinî akidesinin memleket siyasetinde çok
büyük bir önemi ve tesiri vardır. Halkın dinî inançlarının aksine hareket eden bir
hükümetin i baında kalması ve yaamasının zor olduu düünülünce (Mevdûdî
1971: 35), o dönem Türk halkının da hükümdarlarla aynı ekilde slâmın Hanefî
ve Sünnî bir çizgide dindarlık anlayıına ve Acem kültüründen farklı bir deere
sahip olduu görülür.
*
Klasik Türk iiri Üzerinde “Fars Kültürü Gölgesi”
*
Fars iiri tamamıyla Arap iirinin tesiri altında ve onu taklit ederek balamı
ve ilk ürünlerini o tarzda vermitir (Farsça iirin Balangıcı ve Geliimi).
Ancak, Arap iirini taklit ederek oluan ve daha sonra gelierek özgünleen Fars
edebiyatının “taklit” olarak nitelendirilmedii, hatta “çok büyük” ve “gelimi”
olarak vasıflandırıldıı görülmektedir. Oysa aynı paralellikte oluan ve daha
sonra özgün aheserler ortaya koyan Klasik Türk iirinin “taklit”, airlerinin ise
“acem-perestlik”le suçlandıı dikkat çekmektedir. Özellikle Klasik Türk iiri
üzerinde böyle bir yargının olumasında, zannımızca en büyük amil,
oryantalistlerin Dou toplumlarına, özellikle de Osmanlılara bakı açısından
kaynaklanmaktadır.
Edward Said, arkiyatçılıı u ekilde tanımlamaktadır: arkiyatçılık,
*
*
*
*
“ark’la -ark hakkında saptamalar yaparak, onu betimleyerek, öreterek, oraya
yerleerek, onu yöneterek- uraan ortak kurum olarak, kısacası ark’a egemen
olmakta, ark’ı yeniden yapılandırmakta, ark üzerinde yetke kurmakta kullanılan
bir Batı biçemi olarak incelenebilir, çözümlenebilir” (1999: 13).
Bu tariften anlaıldıı gibi, Oryantalistler, “arka egemen olma” ve onu
istedikleri ekilde “yeniden yapılandırma” düüncesine sahip oldukları için,
hiçbir zaman;
“Batı kadar ark’ın da, kendisine Batı’da ve Batı için gerçeklik ve mevcudiyet
kazandıran bir tarih ile bir düünme geleneine, bir ortak imge ve sözcük daarcıı
geleneine sahip bir fikir” (Said 1999: 14)
dünyalarının olduunu kabul etmemilerdir. Çünkü arkiyatçılıın özü, “Batının
üstünlüü ile arkın aaılıı” (Said 1999: 51) fikrine dayanmaktadır. Onun için,
arkiyatçılara göre, “Batı her zaman -hükmeden konumunda olmasa bile- güçlü
konumda olmalıydı” (Said 1999: 49). Zaten Cromer için, arklılar her zaman,
ngiliz sömürgelerinde yönettii insan malzemesinden baka bir ey deildi
(Said 1999: 48). Demek oluyor ki, “arkiyatçının ark’ı, ark’ın kendisi deil,
arklatırılmı bir ark’tır” (Said 1999: 114).
99
99
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Batı için, Asya, “suskun ıraklıı ve yabancılıı temsil eden” bir yer; “slam
da, Avrupa Hıristiyanlıının karısındaki saldırgan hasımdı”. Bu iki güç,
kendileri için muhkem ve zorlu deimezleri ifade etmekteydi.
“te böylesi zorlu deimezlerin üstesinden gelmek için, unutulmu dilleri,
tarihleri, ırkları ve kültürleri, modern ark’ı yargılamakta, yönetmekte
kullanılabilecek –modern arklının akıl erdiremedii- gerçek klasik ark olarak
ortaya koymak üzere gün ııına çıkaran aratırmacılar, askerler, yargıçlar
tarafından ark’ın önce bilinmesi, sonra istila edilip mülk edinilmesi, ardından da
yeniden yaratılması gerekiyordu” (Said 1999: 102).
Ayrıca onlar için, ölü ya da yitik bir ark dilini yeniden kurmak, eninde
sonunda, ölü ya da ihmal edilmi bir ark’ı yeniden kurmak anlamına geliyordu.
Bunun yanında bu yeniden kurucu dikkatin, bilimin, hatta imgelemin, sonraları
ordular, yönetimler, bürokrasiler tarafından toprak üzerinde, arkta
gerçekletirilecek icraatların yolunu hazırlaması anlamına da gelmekteydi (Said
1999: 133). te salt metinsel bir ark kavrayıı, formülü ya da tanımlaması
yapıldıktan sonra bunların tamamı ark’ta uygulamaya konuldu (Said 1999:
106). Böylece arkiyatçılık, bir yandan ark’ı olabildiince geni bir biçimde,
tam anlamıyla kendine mal etti, öte yandan da bu bilgiyi düzenleyici ifrelerden,
sınıflandırmalardan, örnek vakalardan, süreli yayınlardan, sözlüklerden,
dilbilgisi kitaplarından, yorumlardan, edisyonlardan ve çevirilerden geçirip
süzerek Batı için evcilletirdi; bunların tamamı bir araya gelerek ark’ın temsili
suretini oluturdu. ark, Batı’da, Batı için maddî olarak yeniden üretildi (Said
1999: 177). Edward Said,
“kesintisiz bir bilgi ve iktidar kemeri Avrupalı ya da Batılı devlet adamı ile Batılı
arkiyatçıları birbirine balar; ark’ın içinde bulunduu sahneyi çevreleyen de bu
kemerdir” (1999: 114)
diyerek meselenin politik yönüne dikkat çekmi ve bu iin organizeli bir ekilde
yapıldıını belirtmitir.
Burada unu da belirtmek gerekir ki, VII. asrın sonundan 1571 nebahtı
savaına kadar, gerek Araplara ve Osmanlı’ya özgü biçimiyle, gerekse Kuzey
Afrika’yla spanya’ya özgü biçimiyle slâm, Avrupa Hıristiyanlıına egemen
olmu ya da onu fiilen tehdit etmitir. slâm’ın Roma ’ya üstün gelmesi, Roma’yı
gölgede bırakması geçmite ya da günümüzde hiçbir Avrupalının zihninden
silinmemitir (Said 1999: 84). XVII. asrın sonuna kadar “Osmanlı Tehdidi” tüm
Hıristiyan uygarlıı için sürekli bir tehlikenin temsilcisi olarak Avrupa’nın
yanıbaında pusuda beklemitir (Said 1999: 69). te Avrupalılar için büyük bir
korku ve tedirginlik sebebi olan Osmanlı Devleti, XIX. asra “Dou Sorunu”
sıfatıyla nak olunmak üzere, -özellikle Avrupalılar açısından- yürekleri
ferahlatıcı bir “kocamılık” konumuna yerletirildi (Said 1999: 86). Bu arada,
*
100
100
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
büyük bir geçmie ve köklü bir kültüre sahip olan Osmanlı Devleti’nin altı
asırlık köklü ve derin bir maziye sahip olan ve Ali Nihad Tarlan’ın ifadesiyle
“medeniyet âlemine büyük bir iftiharla sunabileceimiz bir sanat mahsulü”
(Tarlan 1990: 90) konumundaki “muazzam” edebiyatı, bütün görkemiyle devam
etmekteydi. Ancak oryantalistlerin bu bakı açısının bir yansıması olarak, “Türk
iiri” kavramı, Avrupalı aydınlar için ilk önceleri olduu gibi bugün de bir ey
ifade etmeyen tamamen yabancı bir kavram olarak ortada durmaktadır. ran iiri,
XVII. asırdan itibaren Almanya’da ve bazı Avrupa ülkelerinde tanınırken, “Türk
iirinin muazzam hazinesini” aratırmaya hemen hemen hiç kimse teebbüs
etmemitir. Nitekim Viyanalı arkiyatçı Josef von Hammer-Purgstall, kaleme
aldıı ran’ın En Güzel Söz Sanatı adlı eserinde, Türk Edebiyatı Tarihi adı
altında bir bölüm açmasına ramen Türk iir sanatına ilgi duymamıtır. Hatta
Çinceye varıncaya kadar her çeit dou dilinden fevkalade iir tercümeleri yapan
Friedrich Rückert bile hiçbir zaman Türk iirine ilgi göstermemitir. Ayrıca
Avrupa’da yer alan edebiyat tarihlerinde, Klasik Türk iirinden gayet muhtasar
olarak bahsedilmi ve Türk airleri, ranlı airlerin zayıf bir taklidi oldukları
düüncesiyle alaycı bir ekilde reddedilmitir. Türk halk edebiyatından ise hiç
bahsedilmemitir (Schimmel 1973: 1-2). stanbul’da elçilik görevinde bulunan
Donato, XVII. asrın sonlarında kaleme aldıı Della Litteratura de’ Turchi
(Venedik 1688) adlı eserinde bazı Osmanlı dönemi Türk airlerine yer vermitir.
Bir asır sonra Toderini, üç ciltlik Litteratura Turchesca (Venedik 1787) isimli
eserinde, Osmanlı dönemi airlerine sadece birkaç sayfada deinmitir. Hatta her
iki müellif, Osmanlı dönemi Türk iirine ikinci dereceden önem vermekle
kalmamılar, bu iirin Avrupa’da olduu gibi Asya’da da önemli rol oynamı
olan, adını Çin seddinden Tuna kıyılarına ve Viyana surlarına kadar ulatırmı
bulunan Türk milletinin edebiyatının bir dalı olduundan bile kuku
duymulardır (D’istra 1982: 7).
arkiyatçıların, ran ’ın da Doulu olmasına ramen, Fars dili ve edebiyatı
ile kültürüne gösterdikleri bu ilgi dikkat çekicidir. Bu ilgi ve alaka, ranlıların
Avrupalılar gibi Arien ırkından olmalarına, tarihî balantılarına, Batılı siyaset
tarzının etkinliine veya tesirine, özellikle de geçmiten bugüne karılarında
hâkim güç olarak Türk milletini görmelerine balanabilir. Nitekim Arap
edebiyatının özellikle de Fars edebiyatının yüceltilmesinde ve Dou edebiyatının
hâkim unsuru olduunun vurgulanmasında Batılıların bu yaklaımının etkili
olduu müahede edilmektedir. Ancak Mine Mengi’nin de ifade ettii gibi,
*
*
*
*
*
*
*
“Cihan fütuhatı ideolojisiyle yüzyıllar boyu siyasî ve askerî çekime yaamı ve bu
çekimenin Osmanlı lehine sürdürüldüü bilinen Osmanlı Fars ilikisinde, kültürel
üstünlüün ran lehine olmasının yorumu mümkün deildir” (2000: 167).
*
Ayrıca edebî ürünlere bakıldıında Osmanlı airinin Fars edebiyatıyla olan
ilikisinde eziklik duygusu içinde deil, ranlı airle rekabet duygusu içinde
olduu açıkça görülür. Özgün iir peinde olduu müddetçe, Fars airiyle boy
101
101
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
ölçüebilecei düüncesinde olan Osmanlı airi, daima özgün olma gayreti
içerisinde bulunmutur. Çünkü usta air için iirde taklidin yeri yoktur. Onun
için de Osmanlı airi baka airlerden, özellikle de Fars airlerinden farklı
tarzlarda ve ekillerde iir söyleme çabası içerisinde bulunmu ve bunda belirli
oranda baarılı olmutur (Mengi 2000: 167). Özellikle söylemi olduu Farsça
iirlerle hem Fars dilinin hem de Fars edebiyatının oluumu, geliimi ve klasik
mahiyet alıında önemli bir yere sahip olan Türkler , özellikle Anadolu ’ya gelip
burayı vatan edindikten sonra, hâkim unsur olan Türklere hitap etmek için artık
iirlerini Türkçe olarak söylemeye baladılar. Böylece Türk dilinin özellikle
Ouz Türkçesinin son derece zarif, parlak ve muhteem bir edebiyat dili olarak
gelimesini ve klasik hâle gelmesini saladılar. Bundan sonra Türk iiri daima
gelierek tekâmüle doru giderken, Gazneli ve Selçuklu dönemlerindeki Türkün
hamiliini kaybeden ran iiri, Gibb’in de ifade ettii gibi “asla kurtulamayacaı
bir kısırlıa maruz kal”dı. Câmî ile klasikliini tamamlayan ve gerilemeye
balayan ran iiri, XV. asırda ne ise XX. asırda da o olmutur. Her ne kadar ara
dönemlerde çeitli aamalardan geçmise de, bu sadece kelime seçimi ve ifadede
ufak deiiklikler olarak kalmıtır. Asla köklü deiiklik ve yeni bir hayat
ifadesi olmamıtır. Hatta Câmî döneminde söylenenlerin ifade eklini ve
mecazlarını deitirerek, fakat asla öze dokunmadan ve yeni konular ilave
etmeden aynı eyleri söylemeye devam etmilerdir (Gibb 1999: I-II/43). Bu
durum, Türklerin ran iirinin oluumu, geliimi ve tekâmüle ermesinde oynadıı
rolü göstermesi bakımından oldukça önemli olup daima göz önünde
bulundurulması gereken bir husustur.
arkiyatçılar içersinde ilk defa Türk Edebiyat Tarihi’nin dönemlerinin bir
panoramasını History of Ottoman Poetry adlı eseri ile E.J.W. Gibb yapmıtır
(Schimmel 1973: 2). Gibb’in bu eserinde yukarıda bahsettiimiz arkiyatçıların
Douya özellikle Türklere bakı açılarını görmek ve hissetmek mümkündür.
Gibb, bu eserinde ranlıları ve Fars edebiyatını ön plana çıkarırken Osmanlıyı ve
edebiyatını geri plana atmı; Osmanlı Edebiyâtını “Acem taklidi”, kendisini ise
“Acem-perest”likle suçlamıtır. Ayrıca, kendi zihninde tasarlayıp ortaya
koyduu düüncelerini, daha sonra kabul ettirme yoluna gitmitir. Nitekim
ngiliz oryantalisti E.J.W. Gibb, tasavvurundaki Türklük tanımını Osmanlı iir
Tarihi isimli eserinin giri kısmında öyle belirtir:
*
*
*
*
*
*
*
“Osmanlıların mensup oldukları ve yalnız Garp ve ark Türklerini deil, Tatar ve
Türkmen ismi verilenleri, hatta Moolları da ihtiva eden o büyük ırk, ahsî
dehasının damgasını taıyan hiçbir din, felsefe veyahut edebiyat vücuda
getirmemitir. Çünkü bu ırkın hakiki dehası, tasavvur ve tahayyülden ziyade,
hareket sahasında kendini göstermitir. Türkler ve Türk ırkına mensup olanlar, her
eyden evvel askerdirler. slâmiyet’in Orta Asya’ya nüfuzundan evvel, Türklerin ilk
zamanlarda kurdukları cemiyetler hemen hemen tamamen askerî maksatlara
dayanırdı. Bir sefer biter bitmez, aynı maksat etrafında toplanmı olan muhtelif
airetler, aileler yahut fertler, ekseriyetle daılır, çok geçmeden yeni ve aynı
*
102
102
*
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
derecede muvakkat bir teekküle iltihak ederlerdi. Baka bir sebep olmasa bile
hayat tarzlarının daimi huzursuzluu, bu halkı derin bir kâinat nazariyesi
yaratmaktan ve basit bir halk iiri fevkinde bir edebiyat vücuda getirmekten
menetmee kâfi idi" (1943: 6).
Görüldüü gibi Gibb, “büyük ırk” diye vasıflandırdıı Türkleri, sadece
“savaçı” olarak yani eylem insanı olarak nitelendirmekte ve “din, felsefe ve
edebiyat” gibi incelikleri oluturacak gücü olmadıını belirterek bir fantezi
oluturmaktadır. Holbrook, bu gerçei u ekilde dile getirir:
“Gibb’in temel Türk toplumu –katıksız ulusal saflıklarıyla rükü bir Fars etkisinden
korunması gereken, bırakın din, felsefe, edebiyat gibi incelikleri, beslenme ve
üremeye bile fazla gereksinim duymayan, Orta Asya steplerinde ortaya çıkan bir
savaçı tanrılar ırkı- Türk kuramcılarınca da bolca gelitirilmi, bilimkurguya yatkın
iirsel bir fantezidir. Bu fanteziye ezamanlı olarak karı çıkılar olmusa da,
uluslar arası popüler kurmaca olarak varlıını korumayı baarmıtır” (1998: 49).
*
Gibb’in kafasındaki Türklük tanımının bir yansıması olarak Osmanlı iir
Tarihi’nde yer alan,
“Bilhassa Osmanlı diye anılanlar, edebî terbiyelerini bu suretle karımı oldukları
Selçuklulara borçludurlar; ve bundan dolayı Selçukluların harsı olan ran harsını
kabul ettiler” (1943: 10-1), “..ilim, felsefe ve edebiyat sahalarında kendi
eksikliklerini olduundan fazla görmüler ve bu hususlarda ran mektebine
müracaat etmiler; yalnız onun metotlarını almakla kalmamılar, aynı zamanda
ruhuna nüfuz etmek, düündüünü düünmek, hissettiini hissetmek istemilerdir”
(1943: 12), “Türk airleri daima ran’a gözlerini çevirdiler ve orada cari olan
herhangi bir modaya kendilerini uydurmaı bir kaide haline getirdiler” (1943: 123), “Farslamı airler” (1943: 30), “bütün muharrirler aslen Osmanlı olsalar da
olmasalar da, münhasıran ran tesiri altında fikrî terbiyelerini almı Türklerdi”
(1943: 11)
*
*
gibi tespitler, bu açıdan dikkat çekicidir. Ayrıca hiç Türkçe bilmeyen ve Farsça
gazel alanında Kuzey Amerika’nın kıdemli akademisyenlerinden Michael
Hilmann’ın 1987’de, International Journal of Turkish Studies’de, Walter
Andrews’un “iirin Sesi, Toplumun arkısı: Osmanlı Gazeli” isimli çalıması
üzerine yayımladıı eletiri yazısında, Andrews’un kitabında alıntılanan bütün
Osmanlı nazım örneklerini, “klasik dönemin teknik Farsçasıyla yazılmı
gazellerin soluk yansımaları” olarak deerlendirmitir. Burada dikkat çekici
nokta, hiç Türkçe bilmeyen Hilmann’ın, Andrews’un “bilim adamı yanılsaması”
örnekleri olarak ngiliz oryantalist Gibb’den ve Fuat Köprülü ile Talat
*
*
103
103
*
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Halman’dan yaptıı alıntılarla84 kendi görüünü desteklemeye çalımasıdır85
(Holbrook 1998: 35).
Osmanlı iirinin taklit olduu düüncesinde en etkili olan tavır,
oryantalistlerin,
“metinler ile bileenlerinin sözcük, söz sanatları ya da konu düzeyinde tarihsel
kökenlerini belirlemeye” (Holbrook 1998: 40).
çalımalarıdır.
“Onların çalımalarında Türkçe ya da Farsça bir sözcük Arap kökenli olarak
deerlendirilmise, o sözcük Türkçe ya da Farsça olarak deil Arapça olarak kabul
edilmitir. Eer Osmanlı edebî üslûp ya da eretileme kuramı Arapça’dan yola
çıkılarak oluturulmusa, Arap retoriinden aparılmı olarak deerlendirilmitir.
Eer Osmanlıca bir mesnevinin olay örgüsü, daha önce yazılmı bir Fars
mesnevisinde benzer karakterler ve olaylar bulunuyorsa –müellifin ana dili Türkçe
de olsa-, Osmanlıca eserin, Farsça eseri taklit ettii belirtilmitir. Oryantalist teknik,
Osmanlı Edebiyâtının bütününü bu ekilde bütünün dıına çıkartıp parçalara
bölmütür” (Holbrook 1998: 40).
*
*
*
*
Holbrook, bu metinlerin üretildii dönemlerde modern anlamda
tanımlandıı biçimiyle ulusların olmadıı ve Arapçayla Farsçanın da Osmanlı
Devleti’nin dilleri olduu gerçeinin gözardı edildiini vurguladıktan sonra:
“nsan ngiliz dili ve edebiyatını Yunan, Latin, Fransız bileenlerine indirgeyebilir
ve ngilizlerin “hiçbir edebî meselede kendilerini buluçu bir halk olarak
gösteremediklerini” söyleyebilir. Ama bu görü yaygınlık kazanamaz, çünkü
ngilizler buna izin vermez”.
84
Michael Craig Hillmann, bu eletiri yazısında, kendi görüünü desteklemek için Fuad Köprülü’nün
“hayatla hiçbir ilikisi olmayan bir utanç edebiyatı” deerlendirmesi ile Talat Halman’ın
Contemporary Turkish Literature isimli eserindeki “Fars ve Arap iirinin yaygın etkisi altında
kalmıtır; aynı iir ekillerine, kafiye ve ritim kalıplarına, mitolojiye ve hatta aynı dünya görüüne
imrenip taklit etmeye çalımıtır.” yargısını kullanmıtır (Hilmann 1987).
Ortadou ve Türk uzmanı olmayan Clark’ın, 1973 yılında Newyork’ta yayınlanan bir makaleler
derlemesinde yer alan “Osmanlı Edebiyâtı Türk Edebiyatı mıdır?” makalesinin balıında kullandıı
soru ve bu soruya verdii cevap –ki verdii cevap hayırdır-, ngilizce ve ona yakın dillerde mevcut
kaynakları elden geçiren iyi eitim görmü profesyonel bir Amerikalının varacaı sonuç hakkında
bilgi vermesi bakımından manidardır:
talya’dan ngiltere’ye kadar balıca Avrupa ulusal edebiyatları, Roma mparatorluu ve onun
kozmopolit kültürünün çöküünden çok uzun zaman sonra dodu. Osmanlı kozmopolit uygarlıının
çöküü de, Türkler ve uzun süre Osmanlı emperyalist gücü tarafından ezilen dier halklar arasından
sahici ulusal edebiyatların domasıyla sonuçlandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk elli yılda ürettii
edebiyattan yola çıkarak deerlendirme yapacak olursak, ulusal dehasının edebî anlatım aracılııyla
çiçek açmasını ummak için gereken her türlü neden mevcuttur (Holbrook 1998: 57-58).
*
85
*
*
*
104
104
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
der ve u tespitte bulunur:
“Bu filolojik indirgemecilik uygulayıcılarına çok normal görünmü olabilir. Belki o
zamanlar mevcut olan en uygun yöntem buydu –sadece Oryantalistler için deil,
Osmanlı hikemi yetkesinin yerine bilimsel bir seçenek ararken bunu bularak ithal
eden Türk bilim adamlarına da-. Fakat doal olarak, hiçbir yöntem standart
deildir; söylemsel uygulamalar tarihsel açıdan özgüldürler ve belirli ihtiyaç ve
amaçları karılamak için gelitirilirler. Buradaki can alıcı nokta, Osmanlı
yenilikçilerinin devletlerinin devrimci bir eletirisini üretmeye baladıkları sırada,
Gibb’in de filolojik seçenei standart kabul etmesidir” (1998: 40-1)
*
Batılı oryantalistlerin, özellikle Gibb’in ve bazı Türk âlimlerinin, Osmanlı
iirinin taklide dayandıı eklindeki yanlı yorumu, özellikle millî bir edebiyat
icat etme göreviyle yükümlü modern ran aratırmacıları için de tamamlayıcı bir
amaç olarak hizmet verdii görülmektedir. Çünki, ranlılar, Türkler gibi
fetheden konumunda olmayıp, daima fethedilen durumundaydılar. Bunun için,
fethedilen bir geçmiten ulusçu bir süreklilik çıkarmak zorundaydılar. Bundan
dolayı kendileri öyle söylem oluturmulardı:
*
*
*
“ran askerî olarak defalarca hezimete uramı olmakla birlikte, fethedenleri
kültürel olarak fethetmilerdi. ran’ı igal eden göçebeler sonunda onun kentli edebî
ve felsefî kültürüne massediliyorlardı” (Holbrook 1998: 143).
*
Yine bu balamda, bazı ranlı aratırmacılar, Gaznelilerin ve Selçukluların Farsça
iir söyleyenlere gösterdikleri ilginin izahını, “yerleik kültüre boyun emek hatta
Farslılamak durumundaydılar” eklinde yapmaktadırlar. Ayrıca Gazneli, Selçuklu
hatta Osmanlının çok geni bir corafyadaki siyasî hâkimiyetlerini, zamanlarında
Farsça eserler kaleme alınmı olması ve bazı air ve devlet adamlarının Farsça iir
söylemi olmaları nedeniyle ran’ın kültürel zaferi olarak ifade etmektedirler
(Karaismailolu 1999: 14). Oysa Türklerin Farsça olarak da iir söylemeleri,
yukarıda belirttiimiz gibi, asırlar boyu süren birlikte yaama ve aynı dinin
getirdii kuralları, yeni hayat tarzını örenme ve yaama yıllarındaki beraberlii
hissettiren hatta vurgulayan bir tablo olarak görülmektedir. Bu durum ise,
“taklitçi”liin ötesinde, Türklerin Maveraünnehir ve Horasan’da söyledikleri gibi
Anadolu’da da Farsça iir söyleme kolaylıını devam ettirdiini gösteren bir
durum olarak algılanmalıdır.
Son yıllarda ran ’da hiçbir ilmî dayanaı olmayan, tamamen sübjektif ve
övenist bir tarzda Muhammed Emîn Riyâhî (1369, 1995) ve lhâme-i Miftâh Vehhâb-i Velî (1374) tarafından kaleme alınmı iki eser yayımlanmıtır. Bu
eserler okunduu zaman rahatlıkla, eserde yapılan yorumların tamamen sübjektif
olup hiçbir ilmî dayanaı olmayan çalımalar olduu görülmektedir. Bundan
dolayı bu iki eserin ne ikna edici ne de gerçei yansıtıcı bir tarafının olmadıı
aikârdır.
*
*
*
*
*
105
105
*
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Klasik Türk iirini deerlendirirken özellikle u konunun göz önünde
bulundurulması gerektii kanaatindeyiz: Din birlii üzerine kurulan büyük
medeniyetlerin içlerine aldıkları çeitli ulusların kültürlerini az çok müterek bir
hüviyete büründürdükleri bir gerçektir. slâm medeniyeti, bunun en karakteristik
örneklerinden birini tekil eder. Yaama biçimleri ve corafyaları birbirinden
çok farklı olan çeitli milletler Müslüman olduktan sonra, ortak sayılabilecek bir
hayat tarzını tatbike balamılardır (sen 1993: XII). Nitekim gerek Türkler
gerekse ranlılar slâm dinini kabul ettikten sonra, kendilerine ait alfabelerini
bırakıp yerine Arap alfabesini almılar; slâmiyet’ten önceki eserlerine “âsâr-ı
küfr nazarıyla bakmaları tabii olduundan” onları korumamılardır. Bunun için
onların birçou kaybolmutur. Hatta Hindistan’a hicret eden ranlı Mecusîler,
mukaddes saydıkları Zerdüt’ün kitabını bile tamamıyla muhafazaya muvaffak
olamamılar, bu kitabın sadece birkaç bölümü elde kalmıtır (mzasız 1298: 86).
Ayrıca, Türk toplumunu yeniden yapılandıran bir ahlâk ve inanç nizamı
oluturan slâmiyet, bir inanç ve ahlâk nizamı olarak Türk toplumunun yapısını
meydana getiren bir medeniyet olmutur. Böylece Türk toplumunun slâmiyet
öncesi niteliklerinden bir kısmı, inanç, fikir ve gönül olarak balanılan yeni
medeniyetle birlikte terk edilmi (bir takım aman âdetleri gibi), bir kısmı daha
da kuvvetlenirken (kahramanlık, mertlik, temizlik gibi nitelikler slâmiyetle
birlikte yeni bir anlam kazanmıtır), pek çok yeni nitelikler de fertlerin
ahsiyetine ve toplum hayatına katılmıtır (çok derin anlamlar taıyan tevazu,
iyilik, adalet gibi nitelikler de kültüre eklenmitir) (Özakpınar 1997: 32-3).
Bundan sonra Türk – slâm medeniyeti adı verilen tarihî geliimin temelleri
atılmıtır. Nasıl ki, slâmiyet, bir inanç ve ahlâk nizamı olarak Türk toplumunun
yapısını ve kültürünü belirleyen bir medeniyet (Özakpınar 1997: 33, 39)
olduysa, ran toplumunun da yapısını ve kültürünü belirleyen bir medeniyet
olmutur. Türk tarihinden gelen özellikler, slâmiyet’in getirdii yenidünya ve
hayat görüü ile birleerek Büyük Selçuklu Devleti’nde, Anadolu Selçuklu
Devleti’nde ve Osmanlı Devleti’nde sosyal yapının temelini oluturmutur
(Özakpınar 1997: 34). Aynı durum hiç üphesiz ran için de geçerlidir. te slâm
dininin ortaya koyduu prensipler, asırlardan beri bir arada yaamakta olan
Türkler ve ranlılar tarafından mütereken kabul edilmitir. Bunun neticesinde,
gerek dilde, gerek edebiyatta, bilhassa iirde vuku bulan deiiklikler, Arap
edebiyatından alınan yeni unsurlar, Türk ve ranlı sanatkârlar tarafından
mütereken zevk imbiinden geçirilerek birlikte mütalaa edilmi, yapılması
gerekli olan bazı deiiklikler yine birlikte yapılmıtır (Bilgin 1996: 164).
Böylece farklı iki millete ait airlerin ortak zevklerine uygun ekilde mütereken
oluturulan yeni bir edebiyat olumutur. Türk, ran ve Arap airlerinin
iirlerinde, ortak mefhumlar ile kavramların kullanılmasına, ortak konuların
ilenmesine etken olan en büyük amil, hiç üphesiz içerisine dâhil oldukları
slâm medeniyeti olmutur. Bu müterekliin dier önemli bir sebebi ise,
tahminimize göre, o dönemlerdeki airlik anlayıından kaynaklanmaktadır.
*
*
*
*
*
106
106
*
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Nitekim Fars iirinin önemli kaynak eserlerinden olan Çehâr Makâle (tlf. 550551/1155-1157) müellifi, bu durumu izah ederken unları söylemektedir:
“air, çocukluunda ve ilk gençlik çalarında kendisinden öncekilerin iirlerinden 20
bin beyit ezberlemedikçe ve yakın dönem eserlerinden 10 bin kelime gözünün önüne
getirmedikçe, üstat airlerin divanlarını okumadıkça ve ezberlemedikçe; onların
mazmunlarının ve sözlerinin inceliklerine ne derece nüfuz ettiklerini anlayıp kendi
tabiatında iirin yollarını ve türlerini ekillendirmedikçe; sözlerinin gelimeye yüz
göstermesi ve tabiatının yücelmeye meyletmesi için kendi akıl sayfasında iirin ayıp
ve hünerini naketmedikçe airlik derecesine ulaamaz” (Semerkandî 1368: 65).
bn Haldun ise, Mukaddime isimli eserinde, iir söylemenin ve iir sanatının
salam bir ekilde elde etmenin çeitli artları olduunu belirttikten sonra,
unları söylemektedir:
“Birinci artı, ezberledii iirleri ekil ve kalıbında, o iirleri örnek alıp iirler tertip
etmek hususunda nefiste salam bir alıkanlık (meleke) husule gelmesi için,
söyleyecei iirler cinsinden birçok Arap iirleri ezberlemektir. Ezberleyecei o
iirleri belâgat bakımından yüksek olan iirler arasından seçmelidir. slâmiyet
çaında yetien büyük airlerden Zürrime, Kesir, Cerîr, Ebû Nüvâs, Habîb, Buhturî,
Rezî, Ebû Firâs gibi airlerden birinin iirlerini ezberlemek, ezberi gerektiren
iirlerden en az derecesini tekil eder. Ezberlenmesi gereken bu iirlerin en yüksek
derecesi El-Egânî sahibinin eserinde topladıı iirleri ezberlemektir. Çünkü o
(slâmiyet tabakası) airlerinin bütün iirlerini eserinde toplamıtır. En az ve en çok
diye iki kısma bölerek andıımız derecede iirler ezberleyemeyen kimsenin
nazımları eksik ve kusurlu olur. O kimse nazımlarına parlaklık ve tatlılık veremez.
Bu parlaklık ancak çok iir ezberlemekle elde edilir. Az iir ezberleyen veyahut hiç
ezberleyemeyen kimse iir söyleyemez. O ancak nazımları tertip edebilir. iir
ezberlemeyen kimsenin iir söylemekten sakınması daha iyidir. Bir air, ancak
birçok iir ezberledikten ve bu iirleri örnek alarak iirler söyleyebilmek istidadını
kuvvetlendirdikten sonra nazımları tertip etmeye balamalıdır...” (1988: III/236-38).
*
Menûçihrî-i Dâmgânî’nin,
muasırlarından birine:
kendi
üstünlüünü
ispat
hususunda
“Ben araplardan pek çounun divanını ezberledim. Sen yı
okumayı bilmezsin.”
diyerek, hem Arapça bilmesinden hem de pek çok Arapça divanda yer alan
iirleri ezberlemesinden dolayı övünmesi (Nu’mânî 1368: IV/97) bu durumu
göstermesi bakımından önemlidir.
*
107
107
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Bahsettiimiz bu müterek unsurlar ve benzerlikler86 aydın kesimlerde,
özellikle de kültürel ürünlerde daha bariz bir ekilde görülmektedir. Türklerin
slâmiyet’i kabul etmelerinden sonra baka alanlarda ortaya çıkan deiiklikler
gibi iir ekillerinde ve türlerinde de köklü deimeler meydana gelmitir. Fuâd
Köprülü:
“Hiç üphe yok ki, slâmiyetin kabulünden sonra Türklerin edebî zevkleri, bedîî
temayülleri eskisinden çok farklı bir mahiyet aldı; eski kavmî edebiyat ekilleri az çok
farklarla devam etmekle beraber, bedîî telakkilerde çok mühim tahavvüller husule
geldi. Çünkü din, ahlâk, hukuk, lisan pek geni bir nispette deimiti. Fakat
eyhîlerin, Ahmed Paaların, Bâkîlerin edebiyatı her itibar ile ona yabancı
kaldıından, eski kavmî ekiller bu yeni medeniyetin getirdii yeni ekillerden hemen
hemen hiç müteessir olmadı ve kendi kendisine, aldıı yeni unsurları yava yava mas
ve temsil ederek müstakil bir hayat geçirdi” (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1924: 60).
diyerek bu hususu dile getirmitir. Ayrıca, o güne kadar canlı bir ekilde
hayatiyetini devam ettirmekte olan aıt gelenei kendi çizgisini sürdürürken, bir
yandan da Arap edebiyatından Fars edebiyatına, oradan da Türk edebiyatına
geçen mersiye türünün kendine has muhtevasıyla klasik airlerimiz tarafından
kullanılmaya balanılması da bu açıdan dikkat çekicidir (sen 1993: XII).
Yukarıda belirtildii gibi, Farsça iir söyleyen airler, ilk olarak Arapça
iirleri örnek almılar, hatta onları kelime kelime tercüme edip kafiyelerini aynen
korumulardır. Bu sebeple Farsça iirlerde yer alan konularla Arapça iirlerdeki
konuların birbiriyle aynilik gösterdii görülmektedir. Zaten slâm dünyasında hicrî
IV/X. asrın sonlarına kadar Mâverâünnehir’den Endülüs’e iirdeki konular aynıydı
(Karaismailou 1999: 15). slâm dünyasındaki balıca konular, övmek (medh),
övünmek (fahr), mersiye (risâ’), hiciv (hicâ’), kadın ve ak (nesîb, tagazzül,
teebbüb), tasvir (vasf, tebîh), arap, zühd, öüt, hikmet ve hamaset idi (Çetin
1973: 86-7; Karaismailolu 1999: 15; ekîbâ 1373: 42-4). Burada özellikle unu
da belirtelim ki, Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki manzum parçalar da, konuları
bakımından bu birliktelii büyük oranda yansıtmaktadır (Tekin 1986; Köymen
1971a). Arap iirinde, dünyevî hazları terk ile Allâh’a yönelii anlatan zühd ve
takva iirleri sonraları sık sık ilenmitir. Tasavvuf ise, Arap iirinde ancak Ömer
bin el-Fâriz (ö. 632/1235)’in eserlerinde ilk büyük mümessiline eriebilmiken
(Çetin 1973: 91); Fars iirinde, hicrî IV. (miladi X.) asrın sonlarında yer edinmeye
balamı ve bir asır kadar sonra ilk büyük mutasavvıf air olma özelliini Senâ’î-i
Gaznevî (ö. 525/1131) elde etmitir (Karaismailolu 1999: 15). Türk iirinde ise,
Türkistan’da XI. asrın ikinci yarısı ile XII. asrın birinci yarasında yaadıı kabul
*
*
*
*
*
*
*
86
Sîrûs emîsâ tarafından hazırlanan, Ferheng-i Telmîhât (ntiârât-i Firdevs, Çâp-i Çihârum, Tehrân
1373) isimli sözlükte yer alan kavramlarının ekseriyetinin klâsik airlerimiz tarafından kullanılması,
Türk ve ranlı airlerin birlikte oluturdukları bu edebî zevkin varlıını teyit etmektedir.
*
108
108
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
edilen ve Türklerin manevî müridi olan Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed-i Yesevî,
“Hikmet” adını verdii dinî-tasavvufî iirleri ile ilk büyük mutasavvıf air olma
özelliini elde etmi; Anadolu’da ise Yûnus Emre, bu iirin ilk büyük mümessili
olmutur. Böylece slâm dünyasında giderek genel anlamda tasavvufî bakı ve
ifade biçimi, iirde hâkim unsur haline gelmitir. Bundan böyle slâm dünyasında,
tasavvufî konular, Türkçe, Farsça ve Arapça iirlerde yer almaya balamı ve her
air, artık ortak deer haline gelen aynı düünceyi kendi diliyle tanzim etmi, aynı
eyleri yazıp söylemilerdir. Nitekim Anadolu’da oluan Türk edebiyatı, hassaten
XV. asra kadar ki edebiyat, özellikle büyük Türk sufileri87 Yûnus Emre’nin ve
Mevlânâ’nın açtıı çıırda gelien bir tasavvuf edebiyatı görünümündedir. Klasik
Türk edebiyatını ekillendiren unsurlar da, esas itibariyle tasavvuftan gelmitir.
Sanatı ekillendiren bu anlayı, XVI. asırda kıvamını bulmu ve klasik kültür
hâlini almıtır (Okuyucu 1996: 308).
slâm medeniyeti çevresinde, Türk ve Fars airlerinin mütereken
oluturdukları ve gelitirdikleri edebiyatın kurulu safhasında yer alan airlerin
ekserisi, Türk asıllı airler de dâhil olmak üzere, iirlerini Farsça yazmı ve Fars
iirinin gelimesinde önemli bir rol oynamılardır. Anadolu ’da, özellikle Batı
Türkçesi edebiyat dili olarak yaygınlamadan önce, Türk asıllı airler,
çalımalarında Senâ’î, Attâr, Mevlânâ ve dierlerinin iir geleneini, halihazır
söyleyi ve üslûp tarzları temin ettii için model olarak almılardır. Çünkü eklî
ihtiyaçları sunan ilevsel bir dille yazmak, bunları baka bir dile aktarmaktan
daha kolaydı. Romantik döneme kadar Avrupa’da da buna benzer bir durum söz
konusu olmutur. Birçok air, benzer söyleyi modelleri, hazır bir ifade sistemi
ve kalıpları, kelime ve iir tanzim etme örnekleri sunduu için Latinceyi tercih
etmilerdir (Johanson 1993: 24-5).
Anadolu ’da Batı Türkçesi gelitikten sonra, Türk airleri Fars airleriyle
birlikte oluturdukları ortak mefhumları, iirlerinde kullanmaya balamılardır.
Bu mefhumlar bazen Türkçe kelimelerle ifade edildii gibi Arapça ve Farsça
kelimelerle de söylenilmitir. Meselâ, had (yanak) kelimesi, Türk iirinde
Türkçe “yanak” kelimesinin yanında Farsça “ruh” ve “ruhsâr”, Arapça “had” ve
“izâr” kelimeleriyle de ifade edilmitir. Türk, Arap ve Fars airleri, yanaı,
mütereken güle, lâleye, aya... v.s. benzetmiler ve bunları iirlerine de
aksettirmilerdir:
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Senin iki yanaındaki bir gül beni felakete sürüklemi ve kalbime akı
yerletirmitir (Ürün 1997: 13).
87
Sufîlik, çounlukla Arap kaynaklı bir ran olgusu olarak tanımlanmasına ramen, tarikatların
kurumsallaması Osmanlı mparatorluu’nun yükselii ile doru orantılı olup bunlar, mparatorluk
sınırları içersinde baka yerlerde olduklarından daha güçlü idiler (Holbrook 1997: 25).
*
*
109
109
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
Baba Figânî (Afîfî 1372: III/2183)
Gül (mevsimi) geldi. Ey sâkî! Gül yanaklı sevgili gerekir. Elde saf arap var,
dikensiz gül gerekir.
Gül kimüñ yanagıdur lâle kimüñ çehresidür
Diye bir bir sorana hâl dili ile giyâh [Revânî] (Kartal 1998: 66)
Bu tür örnekleri çoaltmak mümkündür.
Özellikle Fars ve Türk airlerinin, aynı medeniyet dairesine mensup olan
insanlar arasında bilinmekte olan bir “kıssa” veya “efsane”yi kaleme aldıkları da
görülmektedir. Bu tarz davranılar ise normal karılanmalıdır. Çünkü edebiyatta
özgünlük, yüzyıllar boyu ne Dou’da ne de Batı’da önemli bir meziyet
sayılmıtır. Edebî bir yapıtın özgünlüünü olay örgüsünün yazar tarafından
yaratılmı olmasına balayan düünce, bugün Batı Avrupa’da da gündemden
çıkmıtır.88 Barthes’in bu düünceyi reddettii “Yazarın Ölümü” adlı yazısı da
bunu göstermektedir (Holbrook 1997: 139). Hamdullâh Hamdî Yûsuf u
Züleyhâ’yı, eyhî Hüsrev ü îrîn’i, Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn’u... anlatırken
esasında bir ‘kurmaca’ yapmılardır. Kurmaca yapılan bu hikâyeler, Dou
kültürüne ait bir takım kıssa ve efsanelere dayandıı için bir özgünlükten söz
edilemeyecei öne sürülebilir. Çünkü Câmî Yûsuf u Züleyhâ kıssasını yazarken,
Kur’ân-ı Kerîm’deki Yûsuf Sûresi’nden ve tefsirlerdeki malumatlardan istifade
*
88
Nihâd Sâmî Banarlı’nın bu konudaki düüncesini burada zikretmeyi uygun buluyoruz: “Klasik
edebiyatlarda nazire bir taklit deil, bir kreasyondur. Eski Yunan’dan beri hemen bütün Dou ve batı
klasikleri, nazire öyle dursun, tercümeyi bile kreasyon addederlerdi. Fransız trajedi airi Corneille’in
Le Cid adlı eserinde, bu eseri ilk defa yazan spanyol airinden aynen tercüme edilmi 120 mısra
vardır. Çünkü klasik anlayıta iir demek söylenmi bir manzumeyi, tekrar ve yeni bir dizi hâlinde
terennüm etmek, iir söylemektir. Bu sebepledir ki gerek Dou, gerek Batı edebiyatında aynı eserin,
bu edebiyatların birçok airleri tarafından tekrar tekrar yazıldıı görülür. Bu tekrarları taklit sanmak
hatadır. Bunlar, eski üstatların izinde bir saygı yürüyüüdür ki bir taraftan onların eserlerini yeni bir
dil ve üslûp hamlesiyle ve yeni bir görü ve düünüle tazelemek ve yüceltmek hedefindedir. O kadar
güzel ve üstün bir eseri, bir defa daha yazmak zevki, heyecanı ve ananesi, her iki edebiyatta bu çeit
eserleri çoaltmıtır. Böyle eserlerin yine her edebiyatta yeni ve orijinal eser sayılmalarıdır ki onların
defalarca yazılmasını salamı ve bu gelenek zamanımıza kadar gelmitir. Bir misal olarak,
Miladdan önce V. asırda, eski Yunan klasiklerinden Euripides tarafından yazılan phigeneia Aulis’de
adlı trajedi, XVII. asır Fransız klasiklerinden Racine tarafından tekrar yazılmıtır. Aynı mevzu, aynı
isimle XVIII. asır Alman airi Goethe tarafından da tamamiyle yeni bir sanat aheseri hâlinde
yazılarak tekrarlanmıtır. Bu sonuncu eserin ana kaynaı yine Euripides’tir. Bu tekrarlanı üphesiz
phigenie trajedisine mahsus deildir. Andromaque gibi, Faust gibi eserler de böyledir….Burada
adları ve eserleri anılan bu yazarların her biri yeni bir mevzu bulmak ve mevzularını zengin görgü,
bilgi, duygu, düünce, felsefe, psikoloji ve modern teknik deerleriyle ileyerek yepyeni eserler
yaratmak kudretinde sanatkârlardır. Böyle sanat büyüklerinin yeni bir mevzu aramaya lüzum
görmeyerek eski bir sanat eserini bir daha yazmak yolundaki hamleleri bu izaha çalıtıımız anane ve
anlayıın ifadesidir.” (1982: 267-69).
110
110
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
etmitir. Nizâmî, Arap edebiyatında Kays’ın iirleriyle, sonradan bunlara
eklenen söylentilerden meydana gelen ve kaynakların efsaneletirdii Kays ile
Leylâ arasındaki ak ‘kurmaca’sını, ran edebiyatında ilk defa kendine göre
yeniden anlatmıtır (Levend 1959: 370). Yine Nizâmî, kendine ait olmayan,
Sasanîler döneminin sonlarında doup slâmî dönemde ise son eklini alan
Hüsrev ü îrîn ‘kurmaca’sını, kendine göre yeniden kaleme almıtır. Bu tavrı biz
Klasik Türk edebiyatında da görmekteyiz: Türk airleri de esasında kendilerine
ait bir ‘kurmaca’ olmayan ve geçmiten kendilerine intikal eden Yûsuf u
Züleyhâ, Leylâ vü Mecnûn, Hüsrev ü îrîn gibi ‘kurmaca’ları kendilerine göre
müteaddit defalar yeniden kaleme almılardır. Böyle bir ‘kurmaca’ türüne,
bugün postmodern romancıların da yabancı olmadıı89 ve eserlerinde bu tarz bir
kullanıma gittikleri görülmektedir. Nitekim Orhan Pamuk, Kara Kitap’ının son
cümlelerinde unları söyler:
*
*
Eski, çok eski, çok çok eski hikâyeleri yeniden kaleme almaktan ibaret yeni iime
daha bir evkle sarılıp kara kitabımın sonuna geliyorum (Kahraman 1998: 31).
Aynı konuda, Borges de unları dile getirmektedir (Kahraman 1998: 31;
Moran 1994: 101-2):
“Özgünlük denen eyin olanak dıı olduunu düünüyorum. Geçmii belli belirsiz
çeitleyebilirsiniz ancak. Her yazar yeni bir tonlamaya, yeni bir nüansa sahip
olabilir, ama hepsi bundan ibarettir. Belki her kuak aynı iiri yazıyor, aynı öyküyü
yineliyor, ama küçük, benzeri olmayan bir tonlama, bir ses farkı ile yazıyor ve
yineliyor. Bu da yeterli.”
Berna Moran da, Borges’in bu fikirlerine yakın bir gerçeklie u ekilde
dikkat çekmektedir (1994: 98):
“Ne ki yapısalcılık sonrasında, yapıtların, daha önce yazılmı yapıtlardan baımsız,
tek ve özgün olamayacaı, her metnin kendinden önce gelen metinlerle ilikili
olduu (intertextuality) ortaya konuldu. Bir anlamda, metinleri meydana getiren
daha önceki metinlerdir deniyordu.”
89
Bu tür olgu, yeni edebiyat terimi olarak metinlerarasılık (intertextuality/intertextualität) diye
isimlendirilmektedir. Bu konuda Yıldız Ecevit unları söylemektedir: “‘Üstkurmaca’ ögenin bir
türevidir ‘metinlerarası’ eilim; içinde yaadıı gerçeklie yabancılaan çada yazarın
bütünlemekte zorlandıı bu gerçeklii yansıtmaktan vazgeçip, daha önce baka yazarlar tarafından
yazılmı metinlerin dünyasına ‘sıınması’, onlardan yola çıkarak ‘ikinci elden’ yeni bir kurmaca
gerçeklik yaratması demektir. Eskileri ‘taklitçilik’ diye adlandırıp aaıladıkları bu eilim; ça
edebiyatında ‘alıntı’ tekniiyle bir biçim ögesi durumuna dönümü, giderek eski metinlerin farklı
tekniklerle yeniden kurgulanmasına kadar gelinmitir (Ecevit 1996: 50).
111
111
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
Klasik airlerimiz, kendi dönemlerinde hiçbir komplekse girmeden artık
ortak kültürün bir ürünü haline gelmi olan çeitli kıssaları ve efsaneleri yeniden
ele alarak yazmılardır. Bunları yazarken özellikle konu, kullanılan kelime,
vezin, kafiye, redif gibi unsurlarda Fars airlerin tesiri olsa da yine kendi
özgünlüklerini ve sanat kudretlerini eserlerine yansıtmılardır. Meselâ,
Hamdullâh Hamdî, Yûsuf u Züleyhâ’yı yazarken Câmî’nin aynı adlı eserinden
istifade etmitir. Bunu zaten eserinin Sebeb-i nâ... bölümünde yer alan u
beyitlerle dile getirmitir (Hamdî 1991: 50):
Salmı idüm bu niyyete kur’a
Câmîden irdi nâgehân cur’a
Tercemân oldı ba‘zı tercemesi
Nazma germ oldı tab‘ımuñ hevesi
Kimisi terceme kimisi nazîr
Umarum âhır eyleye takdîr
Ancak Hamdullâh Hamdî, bu eserini yazarken kendisinden evvel yazılan
Türkçe ve Farsça manzum Yûsuf u Züleyhâ mesnevilerini, bazı tefsirleri ve
çeitli Arapça kaynakları da okumutur. Buralardan edindii bilgileri, örendii
ya da aldıı eyleri ve Türk kültürüne ait bazı deerleri, hem çok iyi ekilde
mezcedip yorumlayarak hem tanzim ve tertip edip ileyerek hem de dönemin
Türkçe iir dili imkânlarını, en iyi ekilde kullanarak ortaya orijinal ve
mükemmel bir eser koymutur. Nitekim Hamdullâh Hamdî, eserine Câmî’de
olmayan bazı bölümleri eklemi; Câmî’nin iledii bazı bölümleri eserine
almamı, bazılarını ise geniletmitir. Her iki eserde geçen bazı vak’a
farklılıklarının olduu da görülmektedir. Hamdî, Câmî’den farklı olarak eserinde
anlattıı bir olay ile ilgili, çeitli “hikâyet-i münâsib” balıı altında bazı
hikâyeler anlattıı gibi uygun yerlerde bir kısım öüt ve nüktelere de yer
vermitir. Câmî, eserini sadece mesnevî nazım ekliyle yazarken Hamdî,
mesnevî nazım eklinin yanında tercibent ile terkibbende; Ya’kub, Ehl-i Mısır,
Züleyhâ ve Bâzigâ’nın azından, onların rûhî tahlillerini veren gazellere ve bir
rubaîye de yer vermitir. Özellikle tasvirlerde Câmî’den farklı davranarak kendi
sanat kudretini göstermitir. Bazen Câmî’nin kullandıı sanatları kullansa da,
çounlukla –özellikle tasvirlede- kendi üslubunu ve sanatkârlıını göstermi,
böylece Câmî’den ayrılmıtır. Bazen bu konuda Câmî’den baarılı olduu da
görülmektedir. u beyitte olduu gibi:
*
*
*
*
*
(Câmî 1370: 697)
Ya Râb! Gül bahçesindeki bu aaç nedir? Parlak gözün temaagâhı neresidir
(kimdir)?
112
112
RAZ'DAN
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Ki bu yâ Rab ne gülistân gülidür
Gulgulı ho ne bâg bülbülidür
(Hamdî 1991: 58)
Kısaca söylemek gerekirse, kendisinden önce anlatılan bir ‘kurmaca’yı
tekrar ele alan Hamdullâh Hamdî, onu yazarken hem yeni ilavelerde bulunmu
hem de birçok olayın teferruatında deiiklikler yapmıtır. Hamdî, sanki eseri
oturup yeniden yazmıtır. Dolayısıyla Hamdî’nin yazdıı eser bir taklit deil,
yukarıda belirttiimiz gibi orijinal bir eserdir. Aynı eyleri rahatlıkla eyhî’nin
Hüsrev ü îrîn’i için de söyleyebiliriz (Kartal 2003, 2007).
Ayrıca her milletin kendi duygu ve düüncesine uygun olarak oluturduu
bir iir anlayıı vardır. Gelenekçi ve geleneklerine son derece balı olan Osmanlı
toplumu, vücut verdii edebiyatta yaygın olarak benimsedii bir prensip gerei,
iirde övülen insanın veya sevgilinin, Allah’a ve Hz. Peygamber’e kadar
uzanması hedeflenen çarıımlara konu olacak bir ahsiyeti temsil etmesine
çalııldıı için, iirin muhatabı olan insanın çou zaman cinsiyeti
belirtilmemitir. Eer belirtilecekse erkek olmasına özellikle özen gösterilmitir.
Aksi takdirde sevgilinin kadın olması hâlinde iire ten zevkleri ve menfaatleri
karıarak, iirde bulunması beklenen manevî boyut bir anda yok olup idealize
edilen saf ve katıksız ak zedelenebilirdi. Hatta kadınlar için iir yazmak o
devirde ayıp sayılıyordu. Meselâ bir Rum kadınına âık olarak onun için iirler
yazan Gelibolulu Sun’î hakkında hemehrisi Âlî,
“Mezkûre hakkında vâfir gazeller dimidür, ol cihetden kendüyi rüsvâ-yı âlem
eylemidür”
diyerek bu konuya açıklık getirmitir (entürk 2004: 384). Bu hem Osmanlı
toplumunun meydana getirdii iir tarzının bir boyutunu yansıtması bakımından
hem de Türklerin bazı noktalarda ranlılardan farklı bir iir anlayıına sahip
olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim eyh Gâlib’in Hüsn ü
Ak mesnevîsinin “sebeb-i te’lîf” kısmında, Nâbî’nin Hayr-âbâd’ını tenkit
ederken söyledii:
Bulmagla bir iki hoça ta’bîr
Erlik midir izdivâcı tasvîr
beytiyle, Hayr-âbâd’da sembolik ifadelerle cinsî münasebetin anlatıldıını; bunun
ise ayıp olduunu söylemesi (Doan 2002: 58-59) bu açıdan ilginçtir. Bu anlayıın
bir yansıması olarak da Kaya Bilgegil, ranlı rindlere gönderme yapılan,
Ol tarz-ı ‘acemdür olmaz i’câb
Rindân-ı ‘acem gözetmez âdâb
113
113
TÜRK-FARS EDEBÎ LKLER
AHMET KARTAL
beytinden hareketle, ranlı bir airin âdâbı bir yana bırakabileceini, ancak bir
Türk airi için bunun bir kusur olduunu belirtmitir (eyh Galip 1992: X
[Giri]). Nitekim Fahrî, Hüsrev ü îrîn isimli mesnevisinde, Nizâmî’nin aynı adlı
eserinde geçen Hüsrev ile îrîn’in sevime bölümünü (Nizâmî 1370: 365-6)
eserine almamı; Hüsrev ile îrîn’in zifaf gecesinin anlatıldıı bölümü (Nizâmî
1370: 372-4) ise kısaltmı, bazı yerlerini de çıkartmıtır (Flemming 1974: 4656). Yine eyhî, aynı adlı eserinde, Nizâmî'nin kadın güzelliini bütün
detaylarıyla öne çıkardıı sahneler (Nizâmî 1370: 186-87) ile Hüsrev'in îrîn'i
kucaına nakılı kuma sarıyor gibi çekmesi, îrîn'in vücudunu ısırıklarla
morartması gibi sahneleri de mesnevisine almamıtır (Nizâmî 1370: 207).
Ayrıca Nizâmî’nin eserinde geçen Hüsrev ile îrîn’in sevime sahnesini de
(Nizâmî 1370: 364-6) pek çok yerini çıkararak kaleme almıtır. eyhî,
Nizâmî’nin Hüsrev ile îrîn’in zifaf gecesinde anlattıı sevime sahnesinin
(Nizâmî 1370: 372-3) de bazı beyitlerini çıkarmı bazılarını ise hafifleterek
eserine almıtır (Nizâmî 1370: 249-50). Hem Fahrî’nin hem de eyhî’nin bu
ekilde davranıı, o dönem Türk kültürünü ve ahlâkî deer yargısını yansıtması
ve Türk airlerin geleneklerine balılıklarını göstermesi bakımından önemlidir.
XIV. asrın baında Anadolu ’ya hâkim olup Arap -slâm âleminin hemen
hemen tamamına ve Güneydou Avrupa’ya boyun ediren bir devlet kuran
Osmanlılar, hem ran edebiyatını yaklaık altı asır himaye etmiler hem de
Anadolu’nun doudaki bölgelere göre daha istikrarlı bir yer olmasından dolayı
özellikle XVI. asırda çok sayıda âiri, âlimi ve sanatkârı kendi topraklarına
çekmilerdir. Bunun yanında devletin çok geni sınırlara ulaması ve Arap, Fars
ve Avrupalı tebaanın etkisiyle Osmanlılar, farklı sanat ve edebiyat türleri
gelitirmekle kalmamılar, bazı Farisî nitelikleri de yava yava deitirmilerdir
(Canfield 2005: 35). Nitekim Klasik airlerimiz, XV. asırdan itibaren aırlıklı
olarak kendi duygu ve düüncelerini, yaayılarını, çevrelerini, gelenek ve
göreneklerini, atasözlerini ve deyimlerini, kısaca tümüyle kendi benliklerini
ranlı airlerle oluturdukları ortak mefhum ve kavramlarla yourup
ekillendirerek ran iirinden ayrı bir Türk iiri meydan getirmilerdir (Mazıolu
1982: 112). Meselâ, çevrelerini ve tabiatı çok iyi gözlemleyen klasik airlerimiz,
lâlenin biyolojik özelliklerinin tamamını iirlerine naketmilerdir. XV. asırdan
itibaren çeitli kültür yoluyla elde edilen lâlelere verilen airâne isimler ile insanı
cezbedip etkileyen lâle renklerinin klasik iirde ebediletiini görmekteyiz.
Ayrıca lâlenin ekilmesinden balayarak nasıl yetitii, yetimesiyle toplumda
olan hareketlenmeyi ve yapılan elenceleri, özellikle lâle devrinde kazandıı
deerle orantılı olarak mücevherattan daha kıymetli hâle gelii ve bunun
neticesinde mücevher yerine takılmaya balanması, önceleri “taralı” diyerek
“gül meclisine” kabul edilmezken daha sonra çiçeklerin ahı olarak
nitelendirilen “gül”ün tahtını sarsması gibi özellikleri de bu iirlerde görmek
mümkündür (bak. Kartal 1998). Bu da klasik airlerin ortak mefhumdan
hareketle oluturdukları yeni Türk iirinin varlıını göstermektedir. Nitekim Ali
*
*
*
*
*
114
114
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Nihat Tarlan da, Türklerin bu ortak malzemeyi ileyi bakımından ona millî bir
karekter verdiklerini u ekilde ifade etmektedir (Okuyucu 2004: 233):
“Bu edebiyat bazı kimselerin sandıı gibi gayr-i millî, gayr-i içtimaî, gayr-i hayatî,
Arap -Acem taklidi filan deildir. Aynı kültür ve aynı estetiin mahsulü olan Arap,
Acem edebiyatlarından çok bakadır. Tıpkı aynı kaideler ve aynı estetik altında
meydana gelen Alman, Fransız ve ngiliz edebiyatlarının90 birbirinden baka
oldukları gibi.”
*
Ali Nihat Tarlan bu konuda, yabancı kelime ve terkiplerin kullanımı bakımından
en dikkati çeken âirlerimizden olan Nef’î’yi de örnek gösterip, onun ruh olarak
halis bir Hasankale Türkü olduunu kabul etmektedir (Okuyucu 2004: 233-34).
Özellikle bu durum klasik metinlerimizin ekil ve onları oluturan kelimeler
itibariyle deil, öz/mana olarak deerlendirildiinde net bir ekilde görülecektir.
Ayrıca Türklerin ranlılardan farklı olarak yeni edebî türler de gelitirdiini
burada belirtelim.
Yaklaık yedi asır boyunca Türk milletinin ilim ve kültür zümresine hitap
etmi olan bu edebiyat, hiç üphesiz bütün dünya edebiyatlarında olduu gibi
yazıldıkları ve yaandıkları devrin derin izlerini de bünyesinde
bulundurmaktadır. Bu hususlar üzerinde yapılacak tetkikler, o dönemin sosyal
hayat ve antropolojisiyle uraanlar için önemli ipuçları verecek mahiyettedir.
Klasik airler çevrelerini çok iyi ekilde gözlemleyip onları hayal ve fikirleri ile
yourarak her beyitte estetik bir sanat eseri oluturma gayretine dümülerdir.
Bunun için bu iirlerde Türk milletinin örf, âdet, gelenek ve günlük hayat
sahnelerine de ulaılması mümkündür. Bu durum Osmanlı dönemi Türk iirinin
özgünlüünü ve ran iirlerinden farklılıını göstermesi bakımından önemlidir.
Nitekim Ahmet Atillâ entürk tarafından yapılan bazı çalımalar bu duruma
açıklık getirmesi bakımından dikkat çekicidir (bak. 1993, 1993a, 2002).
Sonuç olarak unu söyleyebiliriz, Klasik Türk iirinin gerçek deerinin ve
kıymetinin ortaya konması için Batılı müsteriklerin özellikle de Gibb’in altı
ciltlik eseri Osmanlı iir Tarihi’nin Türk ilim adamlarınca tetkik ve tahkik
edilerek hiçbir ilmî gerçee dayanmayan, tamamen sübjektif olan bilgiler tespit
edilmelidir. Daha sonra tespit edilen bu bulguların deerlendirilerek gerçeklerin
ortaya konması ve ondan sonra o konulara gerekli cevapların verilmesi
gerekmektedir. Ayrıca Klasik Türk iiri hakkında yapılan deerlendirilmelerin
mutlak doru olmadıı düüncesinden hareketle, bu deerlendirmelerin tekrar
*
*
*
*
90
Eliot, Alman, Fransız ve ngiliz edebiyatları arasındaki kültürel ortaklıı u ekilde dillendirmektedir:
“Avrupa tarihinde tek baına gelimi bir medeniyet yoktur. Kültür de yoktur… Avrupa kültür ve
edebiyatları arasında sürekli bir alıveri olduu ve zaman zaman, yerine göre her kültür ve
edebiyatın dıarıdan gelen bir tahrikle tekrar hayat bulduu söylenebilir. Bir kültürün kendi kendine
yetmesi mümkün deildir. Herhangi bir millî kültürü ebediletirmek, o kültürün dier kültürlerle
sürekli bir ekilde etkileim kurmasıyla mümkündür.” (Okuyucu 2004: 234).
115
115
TÜRK-FARS
LKLER
AHMETEDEBÎ
KARTAL
ele alınıp hiçbir önyargıya sahip olmadan sanat eserinde bulunması gereken
kriterler göz önünde bulundurularak yeniden deerlendirilmelidir. Bunu
yaparken de, o dönemin kültürel ve sosyal yapısı, dili, iir ve air anlayıı göz
önünde bulundurulmalıdır. Ancak o zaman Klasik iirin gerçek büyüklüü ve
muazzamlıı görülebilir91. Nitekim XVII. asır airlerinden Neâtî’nin u beyti
(Ünver 1986b: 104):
Etdik o kadar ref’-i ta’ayyün ki Neâtî
Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız
iire ön yargısız ve edebî eser olarak bakan bir Fransız edibine “Mademki böyle
mısralar söylemitir, o halde büyük bir Türk iiri vardır” dedirtmitir. Fransız
edibi daha sonra sözlerine öyle devam ederek Klasik iirimizin gerçek
muazzamlıını dile getirmitir:
*
“Medeniyet namına bir baka eseriniz olmasaydı, yalnız bu beyit, ne derin millet
olduunuzu ifadeye yeterdi.” (Banarlı 1982: 153)
Fransız edibinin bu deerlendirmesi hem dikkat çekici hem de önemlidir.
91
Bu minvalde Károly Kós’un Türk sanatı ile ran sanatı arasındaki irtibatı deerlendiren u
düünceleri dikkat çekicidir (Kós 1995: 54):
“…Yine aynı ekilde slâm dininin birletirdii üç büyük ırkın arasından Türklerinkini inkâr ederek
sanat eserlerinin tüm sonuçlarını ranlıların, Perslerin lehine söyleyen sanat tarihi görüü de günün
birinde yıkılacaktır.
…Artık bugün kabul edilebilir ki, Asya’dan kaynaklanan kubbeli merkezi yapının douu ve
geliiminin Türk kavimlerinin güçlenmesi ve Önasya’ya gelip yerlemesi ile sıkı sıkıya balantılı
olduu söylenebilir.
Ancak, bundan baka unu da ortaya atıp ispatlayabiliriz. Önasya’nın sanatının ilenmesinde
gerçek etken ve yönlendirici olan Türkler idi. ran , Türklere ya da Türkler tarafından aracılıı
yapılan ilere sadece kendi zevk ile teknik kolaylıkları vermitir. ran minyatür sanatı ve resim
tekniinin buraya, Batı’ya Çin ’den geldii kesinlikle bilinen bir gerçektir. Bu sanatı Batı’ya
Moolların getirdiklerini, buna onların aracılık ettiklerini biliyoruz. Yani bu sanat ne ran’a ne de
Hindistan’a dorudan doruya ulamı deildir. Oysa buna mukabil hayret verici derecede mehur ve
tipik resim sanatı okulları Semerkant’ta, Buhara’da, Sivas’ta, Horasan ’da ortaya çıkmı ve tam
Timur hanedanının hüküm sürdüü yıllarda altın çaını yaamıtır. Demek ki, Moollar devrinde ve
ran’ın o zamanlar olduu gibi bugün için de Türk kavimlerinin oturdukları bölgelerde yayılmıtır bu
sanat teknii. Çini hakkında da yine bu türden bilgilere sabiz ve onun gerçek yurdunun Çin olduu da
bilinmektedir…Çinicilik de yine Batı’ya, hâliyle ran’a da, Moollar sayesinde gelmitir.
Ve son olarak dünyanın en karateristik ve de Avrupa’da en çok bilinen, en çok deer verilen bir el
sanatları ürünü olan halıyı her ne kadar sıradan Avrupalı “ran halısı” diye anıyorsa da, gerçekte halı:
Hiçbir üpheye yer vermeyecek ekilde bozkırlarda, çadırlarda yaayan bu göçebe halk sanatının bir
ürünüdür ve onun gelitirlmesi de yine Türk kavimleri tarafından salanmıtır. ran’ın bu konuda
gerçekten bu ite son derece az bir katkı payı bulumaktadır.”
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
116
116
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Bu yazı, daha önce yayımladıımız u makalelerden hareketle ve konu
yeniden ele alınarak oluturulmutur: “Farsça ’da Türkçe Kelimeler ve Fars
Edebiyatı’nda “Türk ” Kavramı le lgili Unsurlar”, Bilig, 11, 31-54 (1999);
“Klâsik Türk Edebiyatının ran Edebiyatı ile Münasebeti Üzerine
Düünceler”, Türk Yurdu, 700. Yılında Osmanlı Özel Sayısı, 148-149, 246266 (1999-2000); “Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu Saraylarındaki Edebî
Faaliyetler Üzerine Düünceler”, Bilig, 17, 55-70 (2001); “Anadolu ’da
Farsça iir Söyleyen airler (XI-XVI. Yüzyıllar)”, Türkler , 7: Ankara,
682-95 (2002); "Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili Üzerine
Düünceler", Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı
Bildirileri (20-26 Eylül 2004), Ankara, 1685-724 (2004); "Türk Fars Edebi
likileri", Türk Edebiyatı Tarihi, Editörler: Talat Sait Halman vd., Cilt 1,
Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları, stanbul, 2006, 300-318.
*
*
*
*
*
*
*
*
117
117
RAZ’DAN STANBUL’A
KEKE EHNÂME'Y YAZMASAYDIM!
ran edebiyatının gelmi geçmi en büyük âirlerinden biri sayılan Firdevsî,
Samanî ve Gazneli devletleri döneminde yaamıtır. Bu dönemlerde
hükümdarların isimlerinin baki kalabilmesi için âirler tarafından söylenilen
iirlerin birinci derecede etken olduuna inandıkları için âir sultan için önemli
hatta zaruriydi. Bundan dolayı sultanlar iire ve âire önem vermiler ve
etrafında dönemin önde gelen âirlerini toplayarak onları himaye etme yarıına
girmilerdir. te Gazneli sultanlarının edebiyata sempati ile bakmaları ve
âirlere önem vermelerinden dolayı, bu dönemde hem Fars dili hem de Fars iiri
canlılık kazanıp ilerleme göstermi, klâsikleme yolunda önemli mesafeler
katetmitir. Fars iirinin büyük ustalarından sayılan Firdevsî, Esedî-i Tûsî,
Unsurî , Ferruhî, Hakîm-i Senâ’î, Menûçihrî-i Dâmgânî ile birlikte en yüksek
derecesine ulamıtır. Özellikle yüksek bir edebiyat terbiyesine sahip olan
Gazneli Mahmûd, Fars dili ve edebiyatına dier Gazneli sultanlardan daha fazla
hizmet etmitir. Sarayında devrin en büyük kabiliyetlerini toplamı, âirlere
hürmet ve sevgi göstermi, komu ülkelerden âirleri kendi sarayına çaırmıtır.
Sarayına çaırdıı âirler arasında Türk asıllı olan Ferruhî-i Sîstânî ile
Menûçihrî-i Dâmgânî de bulunmaktaydı. Devletah’ın, Gazneli Mahmûd’un
sarayında dört yüz âirin bulunduu eklindeki rivayeti mübalaalı olarak kabul
edilse de Gazneliler döneminde edebiyata verilen önemi göstermesi bakımından
önemlidir. Bu dönemde yetien en önemli Fars âirleri Unsurî, Firdevsî-i Tûsî,
Esedî, Ascedî, Gazâirî, Ferruhî-i Sîstânî ve Menûçihrî-i Dâmgânî’dir. Nizâmî-i
Arûzî, Âl-i Nâsıruddîn’nin yani Gaznelilerin isimlerinin Unsurî, Ascedî, Ferruhî,
Behrâmî, Zînetî, Büzürcmihr-i Kâyinî, Muzafferî, Menûrî, Menûçihrî, Mes’ûdî,
Râidî, Mes’ûd-i Sa’d-i Selmân, Kassâr-ı Ümmî, Muhammed Nâsır, Ahmed
Halef, Osmân-ı Muhtârî ve Mecdûdü’s-senâ’î’nin iirleriyle baki kaldıını
belirtir.
Firdevsî, Gazneli Mahmûd'un himayesi ve desteiyle yaklaık otuz yılda
tamamladıı ve bu sayede “yok olmakla yüz yüze olan Fars milletini yeniden
dirilttiini” ifade ettii eh-nâme isimli eseriyle, ran edebiyatında önemli bir
yere sahip olmutur. âir bu eserinde ran’ın en eski devirlerinden balayarak,
Müslüman Araplar tarafından zaptedilmesine kadar ki tarihini kapsayan
Pîdâdîler, Keyânbîler, Ekânîler ve Sâsânîler dönemlerini anlatmıtır. Bu da
*
*
*
*
*
*
119
119
*
KEKE EHNÂME’Y
YAZMASAYDIM!
AHMET KARTAL
ranlılar için oldukça öneme sahip olan bu eserin Türk asıllı bir hükümdar olan
Gazneli Mahmûd'un himmetiyle vücut bulduunu gösteriyor. Yine bu dönemde
Fars dili ve edebiyatının gelimesine yazmı olduu Farsça iirlerle destek veren
Türk asıllı âirlerin varlıını da göz önünde bulundurursak, Fars milleti ve dili
için Türklerin önemi kendisini açıkça göstermektedir.
ran 'da destan ve tarih yazma gelenei eski dönemlerden beri mevcuttu.
Akamenid ve Sasanî hükümdarları zamanlarında olan olayları yazdırmılardır.
ran destanları bayram günlerinde ahların huzurunda okunmaktaydı. Arap
istilası her ne kadar bunları ortadan kaldırdıysa da, yine bir kısmı anane hâlinde
hatıralarda bir kısmı da yok olmayan kitaplarda kalmıtı. Bu kitaplardan biri bn
Mukaffâ'nın pehlevî dilinden Arapçaya çevirdii Hodaynamek, dieri Erdeir-i
Bâbekân'ın eseri olan Kârnâmek, bir bakası da âh-nâme-i Gotasb adı verilen
Yâdigâr-ı Zeriran'dır. Arap istilâsından sonra ran'da istiklal hareketlerinin
balamasıyla bu eski tarihler ve millî destanlar hatırlanmıtır. Samanîler
tarafından Tus hakimliine getirilen Ebû Mansûr Mehmed bin Abdurrezzak-ı
Tûsî, Tus münevverlerinden dört kiiyi eski ran destanlarını toplayarak
yazmaları için görevlendirdi. Bu sıralarda veya daha evvel Mes'ûdî-i Mervezî,
Ebu’l-müeyyed-i Belhî, Ebû Alî-i Belhî ve Dakîkî gibi âirler de nazım ve nesir
olarak ahnâme yazmaya balamılardı. Bu eserlerden bugün sadece Dakîkî'nin
eseri eldedir. Dakîkî, Zerdüt'ün zuhurunu, Gotasb ve Ercasb'ın kıssalarını
yazmı, ancak kölesi tarafındann öldürüldüü içinn eserinni tamamlayamamıtır.
Firdevsî daha sonra Dakîkî'nin yazmı olduu bu kısmı aynen eserine almıtır.
Firdevsî eserine balarken, Muhammed-i Lekerî adında bir dostunun kendisine
mensur bir ehnâme verip bunu nazma çekmesini teklif ettiini belirtmektedir.
Aslen köylü olan bir mobed'in (zerdüt rahibi) toplayarak yazdırdıı bu mensur
ehnâme'nin, Ebû Mansûr el-Muammerî'nin Abdurrezzâk adına kaleme aldıı
mensur ehnâme olduu tahmin edilmektedir (Tarlan 1944: 46-47).
Firdevsî, eserinin önemli bir bölümünü Samanî Devleti döneminde kaleme
almıtır. 25 ubat 1010 tarihinde ehnâme'ye son eklini veren Firdevsî, eserini
alarak Gazneye gitmi ve Gazneli Mahmûd'a takdim edilmek üzere Hüseyin bin
Ahmed'e vermitir.
Firdevsî'nin âh-nâme isimli eserinde Farsları cömert ve kahraman, Türkleri
ise vahi, aaı ve korkak olarak sıfatlandırdıı görülmektedir. Savalarda
Farslar daima galip gelirken, Türkler malup olmaktadır. Firdevsî, Türklere:
*
*
*
*
*
*
*
“Bu sizin alın yazınız. Farslar kadar güçlü olmadıınızı kabul edin. Farsların
büyüklüüne, Türklerin ise daha alt seviyede olduuna inanın. Fars pehlivanı
Rüstem'i hiçbir Türk kahramanı yenemez. Onu ancak kendi öz olu olan Sührâb
yenebilir.”
*
diyerek, Türkleri psikolojik baskı altında tutmaya çalımıtır. Aynı bakı açısını:
“Deve sütünü içip deve tabanını yiyen Araplar” dedii Araplar için de
120
120
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
sergilemitir. Bu da Firdevsî'nin eserini asabiyet hissi içerisinde bir bakı
açısıyla yazdıını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Gazneli Mahmûd, Firdevsî'ye ran -Turan savalarını objektif bir bakı
açısıyla yazması için âh-nâme adlı eserini hazırlaması emrini vermi, ancak
eser hazırlanıp kendisine sunulduunda, istenilen eyin tam tersinin ifade
edildiini görmütür (Gürgenli 2005). Eserini yazarken objektif davranması
istenen Firdevsî, bilâkis eserinde Türklere durmadan küfretmi, Türkleri tahkir
edip Farsların karısında küçültmü ve Türkün büyüklüünü ve kahramanlıını
yok saymıtır. Yazılı kaynakların verdii bilgiye göre, eser sarayda okunduu
zaman Gazneli Mahmûd yanındakilere dönerek: “Benim her bir Türk
pehlivanımın yiitlii senin Rüstem-i Zâl gibi pehlivanından daha yüksektedir.”
demitir (ükürlü 2002: 22-23). Çünkü Gazneli Mahmûd, kendisini Firdevsî'nin
ismini Efrâsiyâb diye deitirdii ve kahramanlıkları o dönemlerde Türk halkı
arasında oldukça yaygın bir ekilde anlatılan Alp Er Tunga'nın mirasçısı olarak
görmekteydi. Bilindii gibi bu ölümsüz Türk kahramanı hakkında Dîvânü
Lügati't-Türk'te bilgi verilirken, Kutadgu Bilig 'de ise hürmetle anılmaktadır.
Ancak Firdevsî'nin onu zalim ve kötü bir insan olarak nitelendirmesinden sonra,
Fars edebiyatında bu ekilde kullanılmaya devam edilmitir.
Firdevsî'nin yaadıı devirde ran , ilk Türk -slâm devletlerinden olan
Gazneliler hakimiyetinde idi. Firdevsî'nin eserini yukarıda bahsettiimiz ekilde
tarafgirane bir ruhla yazmasının sebeplerinden birisi hiç üphesiz Türklerin
hakimiyetini içine sindirememesinden kaynaklanmaktadır. Türklerin bu ekilde
tahkir edilip küçük görülmesi affedilecek bir ey deildi (Gürgenli 2005). Tabii
ki, Firdevsî'nin Türklere gösterdii böyle bir saygısızlıktan dolayı Gazneli
Mahmûd'un memnun olması da mümkün deildi. Ayrıca slâm ülkelerinde dinî
yönden kargaalık çıkaran Râfizî ve Bâtınî gruplara karı mücadele eden ve
Sünnnî bir hükümdar olan Gazneli Mahmûd'un mecusîlie ait deerleri ihtiva
eden böyle bir esere önem vermesi de beklenemezdi. Onun için âire vaat ettii
kızıl sikkeler yerine gümü sikkeler yollamıtır (ükürlü 2002: 23).
Evet Firdevsî, bu eserinde olanı deil de, zihninde tasavvur ettii,
tahayyülünde canlandırdıı ve olmasını arzu ettii eyleri kendisine ait üslup ve
eda ile kaleme almıtır. Hatta Türk kahramanlara ait olan vasıfları bizatihi ranlı
kahramanlara yükleyerek onlara aitmi gibi göstermi, Türkleri ise küçük
görerek tahkir etmitir. Nitekim ta o zamandan itibaren bazı âirler tarafından
Firdevsî'nin söyledii eylerin yalan olup bir efsaneden ibaret olduu açıkça
ifade edilmitir. Nitekim Unsurî , Sultân Mahmûd için (Emirçupani 2001: 68-9):
*
*
*
*
*
*
*
*
*
ah’ın kılıcına bak ve eski nameyi okuma; zira onun kılıcı birçok nameden daha
doru söyler...
121
121
KEKE EHNÂME’Y
YAZMASAYDIM!
AHMET KARTAL
diyerek âh-nâme'ye atıfta bulunmu ve onda yer alan bilgilerin yalan olduunu
dile getirmitir. Yine Unsurî 'nin Sultân Mahmûd hakkında söyledii u sözler de
bu bakımdan ilginçtir (Emirçupani 2001: 124-25, 118):
*
*
Moltan seferinin hikâyesini biliyor musun? Bilmiyorsan, Tâcu’l-futûh’u getir.
Feridun, Dicle’den gemisiz geçtiyse, bu, âh-nâme’de bir efsanedir. Efsane, doru
da olur yalan da; sen, tam bilmedikçe söze inanma. Yeryüzü sultanını talihli, mutlu
ve bahtlı olarak çok gözümle görmüümdür. Moltan’a gitti. Yolda iki yüz kale aldı;
her birinin Hayber gibi yüz tane kapısı vardı.
Acaba sultanların maharetlerini duydun mu? Gel, dou sultanının yeteneini
gözünle gör. Yalanı, haberle bil; doruyu gözünle gör; eer yalan iyi ise doru daha
iyidir.
Gazneli dönemi âirlerinden Ferruhî'nin Sultân Mahmûd için söyledii u
sözler de bu duruma ıık tutacak mahiyettedir (Karaismailolu 2001: 41, 44;
Kartal 1999: 38-40):
*
Rüstem’in hünerleriyle ün kazandıı zamanda sava oyundu ve dünya adamları da
basit düünceliydi. Senin savatıın u zamanda Zâl Olu Rüstem dirilse, senin
Türklerinin okunu öper.
Senin nâmın bütün âhların nâmını sildi, süpürdü. âh-nâme’nin bundan sonra hiç
deeri yoktur.
Dünyada hiç böyle âh var mıydı, dedi. Bana sorma ehnâme’ye bak, dedim. âhnâme, batanbaa yalandır, dedi. Sen doru olanı al, yalan olanı yok et, dedim.
122
122
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Selçuklular döneminin önde gelen âirlerinden olan Mu’izzî’nin Selçuklu
sultanı Melikâh için kaleme aldıı medhiyelerde yer verdii u beyitler ise bu
açıdan oldukça manidardır (Karaismailolu 2001: 53):
*
Ben Firdevsî’ye hayret ediyorum; bu kadar yalanı nereden uydurdu ve bu efsaneyi
niçin bo yere söyledi. Kıyamette Rüstem ona diyecektir: “Ben senin hasmınım,
niçin benimle ilgili batan baa kasıtlı yalan söyledi.” O Rüstem’le ilgili çokça
yalan söylediyse de, bizim ünlü padiahla ilgili söylediklerimiz dorudur.
Ne zamana kadar ehnâme’den yalan sözler söyleyecekler. Ne zamana kadar
falanın filanın hünerlerini okuyacaklar. Sultân Melikâh’ın özellikleri açıktır, dieri
ise rivayet. Rivayetlerden neyin açık olduunu anlayamazlar.
Gazneliler dönemi âirlerinden Unsurî ile Türk asıllı olan Ferruhî'nin ve
yine Türk olan Selçuklu dönemi âirlerinden Mu’izzî’nin bu söyledikleri
üpheyle karılanabilir. Çünkü Bu âirler Gazneli ve Selçuklu saraylarında
bulunuyorlardı. Hatta ikisi Türk asıllı idi. Doal olarak bu sultanları övecekler,
durumlarına uygun olarak iirlerini yazacaklar ve bu tarzda hareket ettiklerinde
yerlerini koruyabileceklerdir. Ancak o dönem medih anlayıı bu konuya açıklık
getirecek mahiyette olup durumun hiç de böyle olmadıını göstermesi
bakımından ilginçtir (Kartal 2004: 1713-14). Ayrıca yukarıda zikredilen
durumun doruluunu bizzat Firdevsî’nin kendisi de itiraf etmitir. öyle ki,
eserinde söylemi olduu Acem hükümdarlarının efsanesi ve Mecusî
destanlarının hüviyetinden dolayı Gaznelilerle ihtilafa düen Firdevsî Gazne’den
ayrılarak önce Herat’a, sonra sfahan’a ve daha sonra Badat’a gitmitir. Yaı
yetmii geçen ve artık hayatının sonuna doru yaklatıının bilincine varan
Firdevsî, Acem ahlarının efsanelerini yazdıından pimanlık duymaya
balamıtır. Bu hikâyeleri yazarken söylediklerinden tövbe etmek için (Sadîk
1374: 22) yazmı olduu söylenilen Yûsuf u Züleyhâ isimli mesnevîsinin
balarında yer alan “Der-zhâr-i Nedâmet ez-Surûden-i âh-nâme (eh-nâme’yi
söylemekten dolayı pimanlıın izhar edilmesi hakkında)” balıklı bölümde,
pimanlıını dile getirmitir. Nitekim Firdevsî bu bölümde gerek pimanlıını
gerekse söylediklerinin “yalan oluunu” öyle haykırmaktadır (Sadîk 1374: 3435):
*
*
123
123
*
KEKE EHNÂME’Y
YAZMASAYDIM!
AHMET KARTAL
Her ne kadar gönlüm, ektiim günah ve eziyet tohumundan zevk aldıysa da, o
tohumu ekmekten piman oldum. Gönlüme ve dilime düüm attım. imdi yalan
yazılardan (namelerden) söylemiyorum ve sözü sözde kurtarmıyorum
(parlatmıyorum). Siyahın yerine beyaz geldii için, imdi günah ve sıkıntı tohumu
ekmem. Gönlüm melik Dahhâk’ın beni götürdüü kahraman Feridun’un
hikâyelerinden doydu (yani soudu). Gönlümü Keykubâd’ın mülkünden ve
Kâvus’un tahtının nasıl berbat olduundan ayırdım. Beden, Efrasiyab’ın cenginden
ve Keyhüsrev’den baka azap olarak ne ister, bilmiyorum. Lâyık olan aklın
beenmesidir. Benden ortaya çıkan eyleri akıl nasıl beenir. Rüstem’in adını
cihana yayarak ömrümün yarısını bitirdim. Gönlüm Zal olu Rüstem’den, Tus’tan
ve Gîv’den bıktı...
Evet, Firdevsî âh-nâme’de söylediklerinden dolayı piman olmutu. Çünkü
o, eserini olutururken her ne kadar ran mitolojisinden istifade etse de, Türk
mitolojisine ait olan unsurları, büyük bir ustalıkla ait olduu yerden alıp
deitirerek Fars ruhuna uygun hâle getirmi ve ranlı kahramanlara maletmiti.
Daha sonra büyük bir ihtimalle yapmı olduu haksızlıın vermi olduu vicdan
azabıyla yukarıda belirtilen pimanlıını haykırmıtır. Nitekim Akmırat
Gürgenli, Çin kaynaklarında eh-nâme’nin Türk halklarının mitolojisi esas
alınarak yazıldıını belirten bilgilerin bulunduunu ifade etmektedir. Bu da,
bahsedilen duruma açıklık kazandırması bakımından oldukça ilginçtir.
*
*
*
“Keke ehnâme’yi Yazmasaydım”, Türk
Edebiyatı, sy. 381, Temmuz 2005, s. 18-21
*
124
124
RAZ'DAN STANBUL'A
TÜRK’ÜN HÂFIZ SEVGS YAHUT HÂFIZ
TÜRK’E NE ANLATIR?
Dünyanın en büyük lirik âirlerinden biri kabul edilen Hâfız-ı îrâzî, imdi
tespit edilemeyen bir tarihte îraz'da domu, çocukluk ve gençlik yıllarında iyi
bir eitim görmütür. Bütün hayatı boyunca iraz'dan ayrılmadıı zannedilen
Hâfız, muhtemelen 792/1390 yılında yine iraz'da ölmütür.
rfanî hüviyete sahip olan Hâfız, daha önce gazel söyleyen üstat âirlerin
meziyetlerini kavrayıp özümsedikten ve bunları kendi fıtratında ekillendirdikten
sonra, yazmı olduu gazellerle öhret bulmutur. Gazellerinde fikirlerini
tasavvufî remiz ve rumuzlarla mükemmel bir ekilde ifade ettii için lisânü'lgayb/gaybın dili, tercemânü'l-esrâr/sırların tercümanı olarak anılmı ve özellikle
ârifler katında tanınmıtır. Onun iirlerinde arifane söyleyiin yanında, didaktik
hüviyete sahip beyitler de görülmektedir. iirlerindeki ahenk, akıcılık ve
parlaklıın yanında, dilinin sade, üslûbunun tekellüfsüz ve veciz olması da,
dikkat çekmektedir. Her türlü ilmî, ahlâkî, felsefî ve tasavvufî mazmunları ihtiva
eden gazellerinde deiik aruz kalıplarını kullanan Hâfız, iirlerinde birçok edebî
sanata yer vermesine ramen, mânâ ve ifadeyi bu sanatlarla bomamıtır.
iirlerinde bütün hayatını “rindlik” ve “âıklık”la geçirdiini ifade eden âirin
iirlerinin en temel vasfı da, zaten “rindlik” ve “aıklık”tır. (Yazıcı 1997;
Mazıolu 1956). Bundan dolayı, XVI. asır âirlerinden Behitî:
Gayrdan geçsün Behitî â'irân-ı Rûma di
Mekteb-i ıka mu'allim Hâfız-ı îrâzîdür
beytiyle, Hâfız'ı ak mektebinin muallimi olarak nitelendirmitir.
Anadolu 'da, Türkler arasında Mevlânâ 'nın Mesnevî-i Ma'nevî'si ile Sa'dî'nin
Gülistân'ından sonra, en mehur olan ve okunan Farsça eser, hiç üphesiz Hâfız
Dîvânı olmutur. slâm âleminde gerek muhtevası gerekse iir sanatı ve estetik
özellikleri bakımından dikkat çeken bu eser, Türkler arasında hem Farsça
örenmek isteyenlerin hem de iir bilgilerini ilerletmek isteyenlerin ellerinden
dümemitir. Hatta bu minvalde, bazı beyitleri ya ezberlenmi ya da
ezberletilmitir. Böylesine sevilen, okunan ve örnek alınan Hâfız'ın klasik Türk
iirini ve âirini etkilememesi düünülemez. Nitekim, daha XIV. asırdan itibaren
*
*
*
*
*
125
125
TÜRK’ÜN HÂFIZ SEVGS
YAHUT
HÂFIZ TÜRK’E NE ANLATIR?
AHMET
KARTAL
Hâfız'ın özellikle iir tarzını ve üslubunu benimseyip kabul eden ve o tarzda iir
söyleme gayreti içerisinde bulunan âirlerimizle karılamaktayız92. Bu
benimseyi ve kabul ediin muhakkak bir sebebi olmalıdır. Özellikle Farsça
iirlerinde Örfî ile Enverî'nin etkisinin açıkça görüldüü Nef'î'nin, fıtraten bu iki
âiri kendisine yakın görmesi ve her iki âirin de hicivci yönlerinin baskın
olması gibi. Biz bu sebebin “Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatlarının
etkisi altında ve slâm öncesi edebî birikimlerinin bir devamı olarak kendi zevk
ve anlayılarıyla ilk örneklerini Asya’da Fars diliyle verip ran edebiyatının
geliimine katkıda bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçe ’nin
slâmî kültür ve edebiyat geleneklerine adapte olmasıyla da Osmanlı, Çaatay ve
Azerî sahaları merkez olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz
ve ekil itibarıyla klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak kaydıyla
vücuda getirdikleri edebiyat” diye tarif edebileceimiz klasik edebiyatımızın
oluum sürecinde gizli olduunu düünüyoruz. Malum olduu üzere, Karahanlı ,
özellikle Gazneli ve Selçuklu Devletleri döneminde Fars dili ve edebiyatının,
buna balı olarak Farsça iirin gelimesinde, hem iire sempatiyle yaklaarak
âirleri himaye eden ve onlara bol miktarda maddî ihsanda bulunan Türk asıllı
sultanların, hem de Farsça iir söyleyen Türk asıllı âirlerin büyük rolü olmutur.
Ferruhî-i Sîstânî, Mu’izzî-i Semerkandî (ö. 1224-1227 yıllarında), Hakanî-i
îrvânî (ö. 1198), Nizâmî-i Gencevî (ö. 1212-14 ?), Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî
(ö. 1273), Emîr Hüsrev-i Dihlevî (1253-1324), Sâ’ib-i Tebrîzî (ö. 1676-77 ?)
gibi yazdıı Farsça eserlerle, büyük bir kısmı ran Edebiyatında birinci derecede
yer igal eden, daha sonraki dönemlerde birçok takipçi edinen Türk asıllı âirler,
bunlardandır. Bunlar bir yandan, Fars iirini gelitirirken dier taraftan bu iire
kendi bediî zevklerini ve kendi iir anlayılarını yansıtmılardır. Ayrıca burada
dikkat çeken baka bir husus da, Gazneli özellikle Selçuklular döneminin Dou
iiri için âdeta bir deiim dönemi oluudur. Bu Arapça , Farsça ve Türkçe iir
için aynı derecede etkin olan bir deiim ve gelimedir. iirde üslûp farklılıı
olumu, düünce ve hayal aırlık kazanmaya balamı, maddî hisler ve dı
dünyaya yönelik gözlemler yerini manevî hislere ve iç dünya zevklerine bırakır
olmutur. iirde çok açık bir ekilde dinî, ahlâkî ve tasavvufî diye nitelendirilen
bir bakı ve algılayı, dier bir ifadeyle dinî hissiyat öne çıkmıtır
(Karaismailolu 2000a: 74). Bu dinî hissiyat ise, kendisini Türklerin mensup
olduu Sünnî ve Hanefî çizgide oluan bir dindarlık olarak göstermektedir. Hatta,
daha Gazneliler döneminde saray âirleri, Sultân Mahmûd ve oullarını överken
din ve adalet adına mücadeleden bahsetmilerdir. Ayrıca Gazneliler döneminde
yaayan Unsurî (Kedkenî 1366: 534), Ferruhî (Yûsufî 1373: 399-402; Kedkenî
1366: 492) ve Menûçihrî (Kedkenî 1366: 516; Cokuner 2002: 30-37) ile Selçuklu
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
92
Nitekim Âık Çelebi, Vâlihî'den bahsederken: “Hakka ki Hâfız ve Câmî'nin peyrevidir” diyerek onu
örnek alıp takip ettiini ve ona benzemeye çalıtıını ifade eder (Tolasa 2002: 269).
126
126
RAZ'DAN
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
döneminde yaayan Hakanî-i îrvânî (Kezzâzî, 1368: 201-5, 208-10), Lâmi’î-i
Dehistânî’nin (Kedkenî, 1366: 648) iirlerinde slâm ve slâmî akideden
kaynaklanan kullanımların sıkça yer aldıı görülmektedir. Yine Türk
hanedanlarına mensup saray çevresinde oluan, siyasî bir muhteva taıyan ve
iîlik davasında bulunan iirlerin de bu dönemlerde oldukça azaldıı müahede
edilmektedir (Karaismailolu 2000a: 74). Tasavvufî iir, bu dönemlerde Senâ’î-i
Gaznevî, Feridüddin-i Attâr gibi âirlerin eliyle olgunlua ulamıtır. Bahsedilen
bütün bu hususlar, Türklerin Fars iirinin gerek oluumu, gerek geliimi, gerek
hüviyetinin oluturulması gibi konularda fonksiyonlarını net bir ekilde ortaya
koymaktadır. Bu noktada u hususa dikkat çekmeyi uygun görüyoruz. Gazneli ve
Selçuklu döneminde oluan Farsça iirlerde, “Türk” kavramının önemli bir
konuma sahip olduu dikkat çekmektedir. Bu dönem Farsça iirlerinde,
kahramanlık özellikleri ve güzellik vasıfları etrafında sık sık Türk’e, çeitli Türk
hanlarına, soylarına, boylarına, Türk ehirlerine ve genel isimlendirmeyle Turan
ve Türkistan’a yer verilmitir. Gazneli ve Selçuklu sultanları, varisleri ve onların
devlet adamları övülürken kullanılan hitaplar, tavsifler ve ifadeler, tamamen
Türklerle, onların kahramanlıklarıyla, dinî heyecanla, Halifeye saygı ve sünnîlii
gözetmekle doludur. Ayrıca bu dönem iirlerinde ran tarihine ve mitolojisine ait
kahramanlara Türk sultanlar, ehzadeler ve devlet adamları karısında deer
verilmemi; bilakis ran kültürü tahkir ve tazir edilmitir (bak. Kartal 1999, 2004).
Hatta Gazneli Mahmûd, sünnî mezhebine balı olduu için, Arap edebiyatını,
mümessillerinin çounluu iîlie mensup olan ran edebiyatına tercih etmitir
(Brockelmann 1992: 140). Bazı deerlendirmelerde ifade edildii gibi, Gazneli
döneminde, biz buna Selçuklu dönemini de ilâve edebiliriz, ranlılara ait eski
eserleri ihya etmeye teebbüs edilmedii gibi tahayyülden bile geçirilmemitir
(Bahâr 1349: I/168-69).
te Türklerin, gerek oluum gerekse geliiminde, hatta muhtevasında etkili
olduu bu edebiyatı teneffüs edip koklayan Hâfız, kendi edebî ahsiyetini
olutururken, doal olarak bu dönem âirleri ve iirlerinin tesiri altında kalıp
istifade etmitir. Böylece onun iirlerinde hem kemiyet hem de keyfiyet
itibariyle, Türk iir zevki, Türk iir anlayıı ve Türk iirinin metrik sistemi
muhakkak ki dolaylı da olsa yansımıtır. Hatta genel anlamda, rahatlıkla ran
iirine Türk zevkinin sirayet ettii ve ona uygun bir ekilde söylendii de burada
ifade edilebilir. Bunun da, dönem ve süreç gerei normal görülmesi
gerekmektedir. te bu durum, Hâfız'ın iirleriyle Osmanlı Türkü arasında bir
gönül baının olumasına, dolayısıyla kabul görmesine vesile olmutur. Hatta,
bizzat kendi zevkine ve iir anlayıına uygun olup ecdadının hüviyetine
tercüman olan bu tarzda, kendisi de iirlerini söylemekten ve Hâfız'ı örnek
almaktan çekinmemitir. Çünkü ecdadımız yaptıı her ite faydayı daima ön
planda tutmu ve onu amaçlamıtır. Onun için de çift kahramanlı hikâyelerde
dahi, yeri geldikçe insanı eitecek ve terbiye edecek bilgi ve nasihat vermekten
geri durmadıkları gibi, onlara dorudan doruya irfanî bir hüviyet de
*
*
*
127
127
TÜRK’ÜN HÂFIZ SEVGS
YAHUT
HÂFIZ TÜRK’E NE ANLATIR?
AHMET
KARTAL
kazandırmılardır. Farsça gazellerinin ekseriyetini Hâfız tarzında kaleme alan
Ali îr Nevâî, sanki Türkçe Divanlarının ilki olan Garâ'ibü's-sıgar'ın
“dibace”sinde yer alan:
*
*
“Divan tertip edildiinde onda arifane gazel bulunmazsa ve bir gazelde nasihatvari
bir beyit olmasa ve divan böylece yazılsa ancak beyhude zahmet ve boa emek
sarfetmi olur” (Üzgör 1990: 79)
ifadeleriyle buna cevap vermektedir93. Bu ifadelerden anlaıldıı gibi, divan
tertip edildiinde, onda hem arifane gazel hem de her gazelde nasihatvari beyit
olması gerekmektedir. Bu tarz iirin yani irfanî iirin en önemli
mümessillerinden biri bilindii gibi Hâfız-ı îrâzî'dir. Bu da, zannediyoruz
Türkün Hâfız'a temayülünü net olarak göstermektedir. Buradan hareketle u
sonuca rahatlıkla ulaabiliriz: Osmanlı âirinin ran iirinden istifade etmesi,
esasında ecdadının zevkiyle, anlayııyla, düüncesiyle tezyin edip Farsça
oluturduu yadigarını Anadolu 'da Türkçe olarak ifade etmekten baka bir ey
deildir.
Yukarıda dikkat çektiimiz hususlardan dolayı, daha önce belirttiimiz gibi,
daha XIV. asırdan itibaren Hâfız'ın özellikle iir tarzını ve üslubunu benimseyip
kabul eden ve o tarzda iir söyleme gayreti içerisinde bulunan klasik âirlerle
karılamaktayız. Nisârî ve Ebu'l-fazl-ı Defterî Hâfız'ın iirlerinin tamamına
nazire söylerken, âhidî, Hızrî, Gelibolulu Âlî, Alî îr Nevâî gibi bazı âirler bir
kısım gazellerini tanzir etmilerdir. Nizâmî, Bâkî, Nâbî ve Besîm ise, Hâfız'ın
bazı gazellerini tahmis etmilerdir. Özellikle XIV. ve XV. asırlarda Hâfız'dan
tercüme edilmi denecek kadar büyük benzerlikler gösteren gazeller vardır. Bu
durum eyhî'de açık bir ekilde görülürken, Ahmed Paa'da tazminlerle veya
farklı söyleyi tarzlarıyla deimeye urar. Fuzûlî'nin iirlerinde, her ne kadar
Hâfız tesirinden bahsedilse de, bu tesirin açıkça görüldüü, hatta ilham kaynaı
tekil ettii beyitlerinin sayısı fazla deildir. Bunun dıındaki benzerlikler ise,
ran ve Türk edebiyatlarında konuların ve iir telakkilerinin ortaklıından
kaynaklanır; ayrıca Fuzûlî'yi Hâfız'dan ayıran orijinallik ve sanatkâr ahsiyeti
dikkat çeker. Ancak özellikle XVI. asrın ikinci yarısından itibaren ise, Nef'î'nin:
*
*
*
*
*
*
Böyle ho-tab'âne rindâne gazel mi derdi ol
Sunmasa ger câm-ı feyzi Hâfız-ı îrâza dest
beytinde belirttii gibi, “feyz” alma tarzında kalmıtır. Nitekim Nedîm ve eyh
Gâlib'de Hâfız tesiri bulunmamakla beraber, ona nazireler ve takdir mısraları yer
almaktadır (Yazıcı 1997: 105).
93
Bu tarz deerlendirmeyi Sûdî'nin Hâfız Dîvânı erhinin mukaddime kısmında da görmekteyiz.
128
128
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Hâfız, her ne kadar büyük bir lirik âir olsa da, balangıçtan itibaren,
iirlerindeki mübhemiyet ve remizlerden dolayı, sözlerinin anlaılmamasından
ikayetlerde bulunulmutur. ran 'da bile anlaılması güç olan bu iirlerin,
Türkler için de büyük zorluklar oluturması gayet normaldi. te “ârif”ler
arasında mehur olan bu iirlerin, normal okuyucular tarafından da kolayca
anlaılmasını salamak, bünyesinde bulundurduu sırları açıa çıkarmak için
yazılmı Türkçe bazı erhlerle karılamaktayız (Hoca 1980: 19-20).
Hâfız Dîvânı'na Türkçe yazılan en eski erh, yazdıı edebî eserlerle de
dikkati çeken ve döneminin önemli âlimlerinden olan Surûrî tarafından,
966/1559 tarihinde kaleme alınmıtır. Bu erhten sonra, em'î de Hâfız Dîvânı'nı
erh etmitir. Daha sonra, Zâhid bin Muhammed, 1005/1597'de Hâfız'ın iirlerini
“derviâne” yani muhtemelen “tasavvufî” olarak erheden Surûrî ile, onun
açıklamalarını reddeden em'î'nin eserlerini bir araya getirerek bir Hâfız Dîvanı
erhi tertip etmitir. Müellif, her beyit için önce Surûrî'nin açıklamalarını
özetlemi, akabinde em'î'nin açıklamalarını kaydetmitir. Böylece hem iki
erhin bir arada görülmesi, hem de Hâfız'ın iirlerinin çok daha iyi ve rahat bir
ekilde anlaılması salanmıtır (Ate 1968: 302).
Kendisinden önce yazılan ve Surûrî ile em'î'ye ait olan erhleri
beenmeyen Sûdî Efendi, 1007/1598-99 tarihinde yeni bir Hâfız Dîvânı erhi
kaleme almıtır. Hâfız Dîvânı erhleri arasında, en tanınmıı ve en güvenileni
olan bu eserinde Sûdî, kendinden önce kaleme alınan Surûrî ve em'î erhlerinde
yer alan hataları, ince ve alaylı bir üslûp ve dille tenkit etmekten de geri
kalmamıtır. Müellif bu erhini olutururken, karılatıı güçlükleri çözümlemek
için, dönemin önemli bazı ilim adamlarına müracaat etmi, günümüze
ulamayan Hâfız hakkındaki bazı kitaplardan istifade etmi ve ifahî
rivayetlerden yararlanmıtır. Ayrıca eserde yer alan mazmunları tahlil ederken,
devrin örf ve âdetlerinden de söz etmitir. erh ettii metinlerin doru olup
olmaması hususuna da dikkat eden Sûdî'nin, bugünkü mâna da ilmî bir metin
kurma çabası içerisinde bulunduu dikkat çekmektedir. Nitekim bu titiz
çalıması ve gayreti neticesinde, Hâfız'a ait olmayıp divanına sonradan ilâve
edilen bazı gazelleri tespit ederek bunları belirtmitir. Bu erh, sahip olduu bu
hususiyetlerinden dolayı, gerek Surûrî, gerekse em'î'nin erhlerini
unutturmutur (Hoca 1980: 20-21; Ate 1968: 300; Gölpınarlı 1988: XXII).
Matbu olarak da basılan (st. 1292) Sûdî erhi, smet Settârzâde tarafından erhi Sûdî ber-Hâfız adıyla ve üç cilt olarak Farsçaya da tercüme edilmitir. Kefeli
Hüseyin ile Mehmed Vehbî de Hâfız Dîvânı ârihlerindendir. Abdülbaki
Gölpınarlı, Hâfız'ın “en garip ve en sâf” erhi olarak deerlendirdii Mehmed
Vehbî'nin eserinin tamamen “saçma, zoraki ve gülünç tevillerle” dolu olduunu
belirtmektedir. Hâfız'ın Mevlevî olarak nitelendirildii eserde, O’nun her sözü
tasavvufî olarak açıklanmıtır (1988: XXVI-VII). Bundan dolayı bu erh,
Hâfız'ın gerçek sanatını ve düüncelerini yansıtmamaktadır.
*
*
*
*
129
129
TÜRK’ÜN HÂFIZ SEVGS
YAHUT
HÂFIZ TÜRK’E NE ANLATIR?
AHMET
KARTAL
Derin bir iir müphemiyeti içinde her ruhun ihtiyacına cevap verecek
beyitler ihtiva eden ve slâmî tasavvuf âleminde Hâfız'ın veli olarak önemli bir
yer kazanmasına vesile olan divanı, çeitli zamanlarda bir çok erh yazılmasının
yanında, bir çeit fal kitabı olarak da kullanılmıtır (Tarlan 1944: 104-5). Bunda
Hâfız'ın iirlerinin çeitli konularda ve her düzeydeki insanın zevkine uygun
olmasının yanında, niyete göre anlam verme hüviyetine sahip bulunmasının da,
etkili olduu görülmektedir. Ayrıca burada, garip bazı tesadüflerin yardımıyla
kiilerin ekseriyetle arzu edip istedikleri eye uygun bir beyit ve gazelle
karılamalarının da fonksiyonunu unutmamak gerekir (Gölpınarlı 1988:
XXVIII). Ancak “[...] tefeülâttan lezzet alan zayıf akıllılar yahut bo kafalılar,
Hâfız Dîvânı'na fâl-nâme vazifesini de gördürürler.” (Çeltik 1998) diyen Ömer
Ferit Kam gibi bu duruma karı çıkan kiiler de olmutur.
Tefeülde en fazla Hâfız Dîvânı'nın kullanıldıı dikkat çekmektedir. Hatta,
bu âdetin Zerdütler arasında da oldukça yaygın olduu müahede edilmektedir.
Hâfız Dîvânı'nından fal açma usulünün nasıl olması gerektii ve onunla ilgili
bazı hikâyeler, hem Muhammed bin Muhammed el-Darabî'nin Letâ'if-i Gaybiye
hem de Hüseyn-i Kefevî'ninn Râz-nâme isimli eserinde yer almaktadır. Buna
göre; Hâfız Dîvânı'ndan fal bakmadan önce, Hâfız'ın ruhuna Fâtiha okunur ve
ardından:
Ey Hâfız-ı îrâzî
Ber-men nigâh endâzî
Men tâlib-i yek-fâlem
To kâif-i her râzî
(terc.: Ey Hâfız-ı îrâzî, sen bana bakar himmet edersin.... Ben bir tek falın
talibiyim; sen, her sırrın kâifisin)
eklindeki kıt'a okunarak divan açılır, önceden tespit edilen beyit ya da gazel
okunup niyete göre anlam verilir. te bu âdet, Hâfız daha hayattayken balamı,
öldükten sonra da devam etmitir. Nitekim Ebû Bekr-i Tihrânî'nin Farsça olarak
kaleme aldıı ve Akkoyunlu ile Karakoyunlu Türkmenleri hakkında olan Kitâb-ı
Diyarbekriyye isimli eserinde, Hâfız Dîvânı'ndan fal bakma olayına ve hâle
uygun iirin çıkmasına geni ekilde yer verilmitir (Aksoyak 2004: 10-11).
Hâfız Dîvânı'ndan fal bakma geleneinin, ranlıların dıında Türkler arasında
da yaygın olarak kullanıldıı görülmektedir. Nitekim Anadolu 'da yazılan bazı
tezkirelerde ve kroniklerde bunun örnekleriyle karılaılmaktadır (bak. Aksoyak
2004: 11-14). Hatta Anadolu'da, bata Hâfız Dîvânı olmak üzere, Dîvân-ı Kebîr,
Gülistân gibi Farsça eserlerin yanında Fuzûlî Dîvânı, Nâbî Dîvânı, Hayretî Dîvânı
gibi bazı Türkçe eserlerin de tefeül için kullanıldıı bilinmektedir.
Kısaca belirtmek gerekirse, Hâfız'ın iirlerinde ecdadından sirayet eden
kendi iir estetiini, zevkini ve anlayıını bulan ve aralarında bir gönül baı
oluan Türk milleti, XIV. asırdan itibaren onları okumu, okutmu, nazireler
söylemi ve onun gibi söyleme çabası içerisinde bulunmutur.
*
*
*
*
*
*
130
130
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
“Türk 'ün Hâfız Sevgisi Yahut Hâfız Türk’e Ne Anlatır”, Türk
Edebiyatı, 392, 28-33 (2006).
*
131
131
TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI
TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI
Karahanlılar Dönemi
*
Yagmâ Türkleri tarafından kurulan, Dou ve Batı Türkistan ’da hüküm
süren Karahanlıların 10. yüzyılın ortalarında tamamen müslüman olmalarından
sonra Türk tarihinde yeni bir dönem baladı94 (Yazıcı N. 1992: 80, 93). Türk
toplumunu yeniden yapılandıran bir ahlâk ve inanç nizamı oluturan slâmiyet,
bir inanç ve ahlâk nizamı olarak Türk toplumunun yapısını meydana getiren bir
medeniyet oldu. Böylece Türk toplumunun slâmiyet öncesi niteliklerinden bir
kısmı, inanç, fikir ve gönül olarak balanılan yeni medeniyetle birlikte terk
edildi, bir kısmı daha da kuvvetlenirken, pek çok yeni nitelikler de, fertlerin
ahsiyetine ve toplum hayatına katıldı95 (Özakpınar 1997: 32-3). Bundan sonra,
Türk – slâm medeniyeti adı verilen tarihî geliimin temelleri atıldı.
Bu dönemden itibaren, yeni bir sentez hâlinde Türk -slâm kültürü
olumaya baladı. Balayan bu yeni oluum, dier alanlarda olduu gibi
kendisini edebiyatta da göstererek, özellikle bu dönemde önemli bir Türk-slâm
merkezi haline gelen Dou Karahanlıların bakenti Kagar ’da, slâmî Türk
Edebiyatının bilinen ilk eserleri -11. yüzyıl ortalarında- Hakanî Türkçesi ile
yazılmaya balandı. Bunlardan biri Balasagun’lu Yûsuf’un Balasagun’da iken
yazmaya baladıı ve Kagar’a gelerek orada tamamlayıp 1069/1070’te
Karahanlı hükümdarı Tawgaç Bura Han’a sunduu Kutadgu Bilig 96dir. Bu
*
*
*
*
*
*
*
94
95
96
Karahanlılar hakkında geni bilgi için bak. TDEK 1992: I/240-6; Yazıcı N. 1992: 80-107; Pritsak 1993.
Örnein bir takım aman âdetleri terk edilirken kahramanlık, mertlik, temizlik gibi nitelikler
slâmiyet hizmetinde ve ibadet gerei olarak yeni bir anlam kazanırken, çok derin anlamlar taıyan
tevazu, iyilik, adalet gibi nitelikler de kültüre eklenmitir (Özakpınar 1997: 33).
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Kahire Nüshası], Kültür Bakanlıı Yayınları: 1341, Klasik Eserler
Dizisi: 15, Ankara 1993.
Reid Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig I, Tıpkıçekimle Yapılmı kinci Baskı, Türk Dil Kurumu
Yayınları: 458, Ankara 1979.
Reid Rahmeti Arat, Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig , (Çeviri), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları II. Dizi-Sa.20 c, 4. Baskı, Ankara 1988.
*
*
*
*
*
*
132
132
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
muazzam Türkçe eser, 6645 beyit olup aruzun “fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl”
kalıbıyla yazıldı97. Dieri Yûsuf Has Hâcib’in çadaı Türkistanlı Kagarlı
Mahmûd’un 464/1072’de balayıp 466/1074’te tamamladıı Dîvânu Lugati’ttürk98 isimli Türkçe-Arapça sözlüüdür99. Burada yazılan dier eser ise, Edib
Ahmed tarafından tahminen 12. asrın sonlarında yazılan 512 dizelik Atabetü’lhakâyık100 adlı manzum eserdir.
Karahanlılar döneminde yazılan ve elimizde bulunan birkaç Kur’an
tercümesini ile Kagarlı Mecdüddîn Mehmed’in brâhîm Han’a takdim ettii –u
an kayıp olan- Târîh-i Türkistân ve Hıtây adlı eserini de burada zikretmek
gerekir (Dilâçar 1988: 14). Sayram’da doup Yesi’de yaayan, geni halk
kitlelerine ulamak için sanatkârâne kaleme aldıı Hikmet adı verilen iirlerinde,
o günkü Türkçenin imkânları ile Kur’ân-ı Kerîm’in emirlerini ve Hadis-i
eriflerin muhtevalarını ileyen Dîvân-ı Hikmet101 müellifi ve Türk milletin
manevî müridi Ahmed-i Yesevî (öl. 1166) de bu dönemde yaamıtır.
Türkler , X. asırda müslüman olmalarına ramen, XI. asırda hâlâ Uygur
harflerini yazı dilinde kullanıyorlardı. Kagarlı Mahmud’un, Dîvânu Lugati’ttürk isimli eserinde: “Bütün Türk dillerinde kullanılan harfler onsekizdir. Türk
yazısı bu harflerle yazılır (Kagarlı Mahmud 1990: 6, 1985-: I/8) diyerek Uygur
harflerini göstermesi, O’nun eserini yazdıı (1072/1074) sırada, Türklerin hâlâ
Uygur yazısını kullandıklarını göstermektedir. Ahmet Bican Ercilasun, Arap
yazısının tahminen XII. asırda Türkler arasında yaygınlamaya baladıını
(1998: 58) ifade eder.
*
*
*
*
*
*
*
*
Reid Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig III ndeks, (ndeksi Nere Hazırlayanlar: Kemal Eraslan, Osman
F. Sertkaya, Nuri Yüce), Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yayınları: 47, Seri: IV, Sayı: A 12,
stanbul 1979.
Fikri Silahdarolu, Yusuf Has Hacip-Günümüz Türkçesi ile Kutadgu Bilig Uyarlaması, Kültür
BakanlııYayınları: 1845, 1000 Temel Eser Dizisi: 163, Ankara 1996.
97
Kutadgu Bilig hakkında geni bilgi için u çalımalara bakılabilir: A. Dilâçar, Kutadgu Bilig
ncelemesi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 340, 2. Baskı,
Ankara 1988; Sait Baer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, Kültür Bakanlıı Yayınları: 1153, Kaynak
Eserler Dizisi: 39, Ankara 1990; Mehmet Kara, Bir Baka Açıdan Kutadgu Bilig, Kültür Bakanlıı
Yayınları: 2031, Bavuru Kitapları Dizisi: 48, Ankara 1998.
98
Kagarlı Mahmûd, Dîvânü Lûgati’t-türk [Tıpkıbasım/Facsimile], Kültür Bakanlıı Yayınları: 1205,
Klâsik Eserler Dizisi: 11, Ankara 1990.
Divanü Lûgat-it-Türk Tecümesi, (Çeviren: Besim Atalay), 4 Cilt, Türk Dil Kurumu yayınları: 521,
522, 523, 524 Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1985-1986.
99
Bu eserde yer alan Türkçe iirler Talat Tekin tarafından biraraya getirilerek yayınlanmıtır: XI. Yüzyıl
Türk iiri Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki Manzum Parçalar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 541, Ankara 1989.
100
Reid Rahmeti Arat, Edib Ahmed b. Mahmud Yükneki: Atabetü’l-hakayık, Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları Sayı: 32, 2. Baskı, Ankara 1992.
101
Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet Seçmeler, (Hzr. Kemal Eraslan), Kültür Bakanlıı Yayınları: 546,
Türk Klasikleri Dizisi: 22, Ankara 1993.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
133
133
TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI
AHMET KARTAL
Bu dönemde yazılan eserlerde, slâmî deerlerin102 konu edildii, özellikle
din ile irtibatı olan Arapça ve Farsça kelimelerin yava yava Türk diline
girmeye baladıı103, özellikle iirde aruz vezninin kullanıldıı104 görülmektedir.
Bunun yanında öz kültüre ait bazı deerlerin de eserlerde yer aldıı müahede
edilmektedir105. Bu özellikleri üzerinde barındıran ve devrinin en büyük ve
Türkçenin en muazzam eseri, hiç üphesiz Kutadgu Bilig ’dir. Bu eserde, ayrıca
Türk kültürüne ait olmayan, ancak Türk anlayıına ve fıtratına uygun olup giren
çeitli milletlere ait hikmetler ve iirler de kullanılmıtır. Bu durum eserin giri
kısmına sonradan eklenen mensur bölümde açık bir ekilde dile getirilmitir:
*
*
*
*
“Bu kitap çok aziz bir kitaptır. Çin hakîmlerinin hikmetleri ile bezenmi ve Maçin
âlimlerinin iirleri ile süslenmitir. Bu kitabı okuyan ve bu beyitleri bakalarına
bildiren bu kitaptan daha iyi ve daha azizdir. Merik eyaletinde, bütün Türkistan
memleketlerinde, Bura Han dilinde, Türkçe olarak, bu kitaptan daha iyi bir kitabın
hiç kimse tarafından tasnif edilmemi olduunda Çin ve Maçin âlimleri ile
hakîmlerinin hepsi ittifak etmilerdir. Bu kitap hangi padiaha veya hangi diyara
eriti ise, fevkalâdeliinden ve sonsuz güzelliinden dolayı, o memleketlerin
hakîmleri ve âlimlerince makbul görülerek, her biri ona bir türlü ad ve lakap
verdiler. Çinliler – Edebü’l-mülûk adını koydular. Maçin mülkünün hakîmleri –
Âyînü’l-memleke ve merikliler – Zînetü’l-ümerâ dediler. ranlılar – âh-nâme-i
Türkî diye ad koymular. Bazıları da – Pendnâme-i mülûk demiler. Turanlılar ise,
Kutadgu Bilig demilerdir” (Arat 1988: 1).
*
*
*
*
Yûsuf Has Hâcib, bu eserini yazarken Çin felsefesinden106, Batılılı
filozofların düüncelerinden etkilenen slâm filozofları107 ile slâm
düüncesinden108 etkilenmitir. Eserin özellikle “ehnâme vezninde ve mesnevi
nazım ekliyle yazılmasından ve içersinde bazı Farsça ve Arapça kelimelerin
bulunmasından dolayı, bu etkilenmeyi özellikle “ran “ehnâme”sinin bir
*
*
*
*
*
102
Bu konuda bak.: Mehmet Kara, Bir Baka Açıdan Kutadgu Bilig , Kültür Bakanlıı Yayınları: 2031,
Bavuru Kitapları Dizisi: 48, Ankara 1998.
Halil Ersoylu, “Kutadgu Bilig ’deki Arapça ve Farsça Asıllı Kelimeler”, Türk Dünyası
Aratırmaları, Sayı: 27, Aralık, 1983, ss. 121-38.
Sultan Mahmut Kagarlı, aruz vezninin, Türk boyları içinde tarihi çok eskilere dayanan ve yüksek
bir kültüre sahip olan Uygurlar’da, tıpkı hece vezni gibi eski devirlerden günümüze kadar gelen
Uygur iirinde tarihî devamlılıa sahip millî bir ölçü olduunu söylemektedir (Kagarlı 1988). Bu
durum bize, Türklerin önceden kullandıkları bir veznin, daha sonra Araplar tarafından
sistemletirilmi biçimiyle tekrar klâsik iirimize girdiini gösterir.
Özellikle Orhun kitabelerinde yer alan görülerin izleri Kutadgu Bilig ’de görmek mümkündür. Bu
konuda geni bilgi için bak. Öztürk 1996: 225-31.
Li-Chuan Okay, “Kutadgu Bilig ile Çin Felsefesi Arasındaki liki Konusunda Bir Görü”, Dou
Dilleri – Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Dou Dilleri ve Edebiyatları Bölümü
Dergisi, Cilt: V, Sayı: 1, 1992, Ankara 1992, ss. 255-64.
Bu konuda bak. Dilaçar 1988: 24-8.
Bu konuda bak.: Mehmet Kara, Bir Baka Açıdan Kutadgu Bilig , Kültür Bakanlıı Yayınları: 2031,
Bavuru Kitapları Dizisi: 48, Ankara 1998.
*
103
*
104
*
*
*
*
*
105
*
106
*
107
108
*
*
134
134
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
taklidi” (Köprülü 1986: 170), olarak nitelendirmek ve ran edebiyatının tesiri
altında Kutadgu Bilig ’i takiben aruz vezniyle, mevzuu ve edasıyla tamamıyla
Acemlere uydurulmaa çalıılan klasik bir edebiyat (Köprülüzade 1918: 85)
oluturulmaa balanması gibi düüncelerin gerçei yansıtmadıı kanaatindeyiz.
Çünkü Yûsuf Has Hâcib, bahsettiimiz kültürlerden örendii ya da aldıı
eyleri ve Türk kültürüne ait bazı deerleri, çok iyi yorumlayıp tanzim ederek,
dönemin Türkçe iir dili imkânlarını, en iyi ekilde kullanarak ortaya orijinal ve
mükemmel bir eser koymu ve Türkçenin kudretini ispat etmitir. Nitekim
yukarıda zikrettiimiz, ayrıca Kutadgu Bilig’e yine sonradan manzum olarak
eklenen,
*
*
*
“Çin ve Maçin hakîmlerinin hepsi hep bunun güzelliini övmülerdir. Türk , Çin ve
bütün marik illerinde, dünyada bunun gibi baka bir kitap yoktur...Böyle bir eseri
daha önce kim söylemitir, bundan sonra da bu kadar ustalıkla kim söyleyebilir.
Bunun gibi bir eser vücuda getirecek kimse nerede; yapan varsa, ben onu da
överim” (Arat 1988: 4)
*
*
sözleri de, bu eserin büyüklüünü ve deerini açık bir ekilde göstermektedir.
arkî Türkistan ’da yazılan Kutadgu Bilig ’den sonra, bu sahalarda veya
komu yerlerde meydana gelen Türkistan Türk edebiyatının en eski mahsulleri
arasında çok büyük boluk bulunmaktadır. Bu durum edebiyatın mene ve
mahiyetini izah hususunda çeitli fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olmutur.
Ahmet Ate tarafından tanıtılan bir risale109 ile o risalenin müstensihi olan Ali b.
Hüseyin el-Farâbî110’nin, istinsahıyla alakalı kaleme aldıı 6 beyitlik iir, boluk
olan dönemde de edebiyatın mevcut olduunu göstermesi bakımından önemlidir
(Ate 1958: 29).
Karahanlı sultanları arasında iir söyleyenler bulunmaktaydı. Emîr Ali BöriTigin, Kılıç Tamgaç Han ve Nusretuddîn Kılıç Arslan (Safâ 1372: 344)
bunlardandır. Emîr Seyfeddîn111 ve Aslan Hoca Tarhan112 da Karahanlı dönemi
âirlerindendir.
*
*
*
*
109
110
111
Bu risale, IV/X. asrın büyük kıraat âlimlerinden Ebû Nasr el-râkî diye mehur Mansûr b. Ahmed
brâhîm’in kıraat ilmine dair el-âre bi-Latîf el-bâre adlı eserdir (Ate 1958: 25).
Ali b. Hüseyin el-Farâbî, bu nüshayı 679 yılı zilkadesinin 12 sinde (4 Mart 1281) kendisini “zaif,
aciz ve garip” diye tavsif ederek istinsah etmitir. iirden hareketle Ahmed Ate unları söylemitir:
“iirin 5. Beytinden Ali al-Farâbî yaının 110 a geldiini anlatmaktadır. Bu yata, bir kitap
istinsahını ikmal etmek gibi alelâde bir vesile ile, bu kadar canlı ve selis bir iir yazan Ali’nin
gerçekten bir âir olması icap eder. Onun bu yaına kadar yazdıı ve kendisine hiç olmazsa böyle
bir iir yazmak melekesini kazandırmı olan daha pek çok iirlerinin bulunması lazımdır, hatta buna
muhakkak nazarı ile bakılabilir. Bundan dolayı Ali el-Farâbî’yi Yûsuf Has Hâcib’den sonra, bu
sahadaki Türk edebiyatının ikinci âiri saymak her halde yanlı olmayacaktır” (1958: 26, 30).
Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Timur’un emirlerindendir. Seyfî mahlasıyla Farsça ve Türkçe
iirler söyledi. (Dawlatsháh 1901: 108; TDEL 1992: III/65).
*
*
135
135
*
TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI
AHMET KARTAL
Aynı dönemlerde hüküm süren Gazneliler ’de olduu gibi, Karahanlı
sultanları da saraylarında bilim ve sanat adamlarını himaye etmi ve onlara
çeitli lütuf ve ihsanlarda bulunmutur. Örnein Hasan Bura Han, Karahanlılar
arasında, dürüst yönetimi, bilim ve sanat adamlarını koruması ile kendine
olaanüstü bir yer, yurt dıını aan bir ün salamıtır (Dilâçar 1988: 14). Burada
Karahanlılar sarayının âirlerinden olmak üzere Sûzenî-i Semerkandî’yi
zikredebiliriz. Sûzenî’nin Dîvân’ında Semerkand Karahanlı hükümdarları Arslan
Han Muhammed, Tamgaç Muhammed Han v.b. ile bu devletin ileri gelenleri
için söylenmi medhiyeler bulunmaktadır (Ate 1968: 41-2). Sûzenî Dîvân’ında
dikkati çeken dier önemli nokta ise, iirlerde yer yer Türkçe kelimelerin
kullanılmasıdır. u beyitlerde olduu gibi (Râdûyânî, 1949: 111; Kartal, 1999:
33):
*
*
*
*
113
Karahanlı sultanlarının âirlere bulunduu lütuf ve ihsanlar hakkında bariz
örnekler kaynaklarda geçmektedir. Önemli kaynak eserlerden olan Çehâr
Makâle (tlf. 550-551/1155-1157) müellifi Karahanlı sultanı Hızır bin brâhîm
Han’ın âir Reîdî’ye bir kıtası sebebiyle her birinde 250 dinar bulunan dört
tabak dolusu kırmızı altın ihsan ettiini belirtmektedir (Semerkandî, 1368: 74).
Özellikle bu bölgelerde âir, sultan için önemli hatta zaruriydi. Çünkü
sultanlar isimlerinin baki kalabilmesi için âirler tarafından söylenilen iirlerin
en önemli vasıtalardan biri olduuna inanıyorlardı. Nitekim önemli kaynak
eserlerden olan Çehâr Makâle (tlf. 550-551/1155-1157) müellifi bunu izah
ederken “Sultanın adının bekasını salayacak, divanlara ve kitaplara
yerletirecek iyi bir âire mutlak ihtiyacı vardır, kaçınılmaz ölüm gelince
sultanın ordusundan ve hazinesinden eser kalmaz. Adı ise âirlerin iirleriyle
ebedileir” diyerek bir kıt’a ile de tarihten örnek verirmitir (Karaismailolu
1996: 133-4):
*
114
112
113
Timur’un devletinin en mühim bir mevkiinde idare amiri ve kumandanı idi. Memleketi imar
etmekle kalmayarak devrinin fikir hayatı ve edebiyatı ile de ilgilendi. Ayrıca âirleri himaye etti.
Türkçe iir söyledi (Arat 1992: 17-9).
Ey ay yüzlü Türk , bir gece odama gelsen ve konuk gerek mi desen ne olur? Gül yüzlüm, ben Türk
deilsem de, karanunun karanlık, çiçekin gül olduunu bilirim!.
*
*
136
136
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Yine aynı ekilde Konya’da Keyhüsrev b. Kılıç Arslan’a ithaf ve takdim
edilen Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr115 (tlf. 599/1203’te balamı, iki veya üç
yıl sürmütür) da ise
“Her devirde iyi ad ve öhret adalet yapan, iyi adamlarla düüp kalkarak onlarla
anlamayı tercih eden, âirler ve fazıl nedimlerle oturmu kimseden kalır. Çünkü
nam ve yayılmı öhret onlar sayesinde ebedileir” (Râvendî 1999: I/61)
denilerek bu hususun bu ekilde kabul gördüü belirtilmitir. Ayrıca
“âirler doru bir hükümdar ve büyük mükafatlar bulmadıkça ömeye girimezler”
(Râvendî 1999: I/43),
sultanlar ise
“âirler kendileri için kasideler yazsın da bakaları ezberlesin diye, mal baılarlar.
Ecdadları için de öylece iirler söyler, aynı caizeleri alırlar” (Râvendî 1999: I/60)
diyerek bu konuya açıklık getirmektedir. Nitekim Yûsuf Has Hâcib’in, Kutadgu
Bilig ’in balarında yer alan Bura Han övgüsündeki bölümde, Bura Han’a
çeitli armaanların sunulduunu, ancak bu armaanların unutulduunu;
kendisinin ise sultanın isminin yazıldıı bu eserini armaan ettiini, bundan
dolayı sultanın adının ebedi kaldıını ifade eden u beyitler (Arat 1979: 28):
*
Olarnıng tangrukı kelir hem barır
Mening bu tangruk boldı mengü kalır
Neçe tirse dünya tüker alkınur
Bitise kalır söz ajun tezginür
Kitabka bitindi bu hakan atı
Bu at mengü kaldı ay terken kutı
bu düünceleri destekler ve dorular mahiyettedir.
114
Gazneli Mahmûd’un ina ettii nice kökler yükseklikte ayla yarııyordu. Onlardan ayakta bir tula
göremezsin. âir Unsurî ’nin övgüsü ile yerinde kalmıtır.
115
Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî, Râhat-üs-sudûr ve Âyet-üs-sürûr [Gönüllerin Rahatı ve
Sevinç Alâmeti] I. Cilt, (Muhammed kbal’in 1921’de G.M.S., H’de bastırdıı Farsça metinden
Türkçeye çeviren Ahmed Ate), Türk Tarih Kurumu Yayınlarından II. Seri, No. 14, Ankara 1957.
Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî, Râhat-üs-sudûr ve Âyet-üs-sürûr [Gönüllerin Rahatı ve
Sevinç Alâmeti] II. Cilt, (Muhammed kbal’in 1921’de G.M.S., H’de bastırdıı Farsça metinden
Türkçeye çeviren Ahmed Ate), Türk Tarih Kurumu Yayınlarından II. Seri, No. 14a, Ankara 1960.
*
*
*
*
*
137
137
TÜRK YAZI DLNN GELME ÇALARI
AHMET KARTAL
Karahanlı dönemi Türk iiri balıca iki kolda geliti. Birincisi halk iiri,
ikincisi ise aydın zümre iiri denilen slâmî özellikler ihtiva eden iir. Bunlardan
birincisi millî ölçü olan hece ölçüsü ve yine millî nazım birimi olan dörtlüklerle
meydana getirilmi olup slâm etkisi dıında kaldı. Aydın zümre iiri ise, slâmî
ölçü olan aruz ölçüsü ile ve genellikle yine slâmî nazım birimi olan ikiliklerle
vücuda getirildi (Tekin 1986: 81-2).
VIII. yüzyıldan, hatta birkaç küçük metinle VII. yüzyıldan itibaren, yazılı
metinlerden takip edilebilen Türkçe , XIII. asra kadar tek bir yazı dili olarak
geldi. Göktürk , Uygur ve Karahanlılar dönemini içine alan ve Eski Türkçe adı
verilen bu dönemde, Türkler hangi boya mensup olurlarsa olsun aynı yazı dilini
kullandılar. Göktürk, Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri arasında gramer yapısı
bakımından çok küçük bir iki fark dıında hiçbir deiiklik yoktur. Uygur ve
Karahanlı dönemi eserleri arasında sadece kelime hazinesi bakımından önemli
fark vardır. O da, Göktürklerden kalma eserler bozkır medeniyetini yansıttıı
için yabancı dillerden giren kelimeler yoktur. Uygur dönemi eserlerinde
Sanskritçeden girmi veya Türkçeden yaratılmı bulunan Budizm ve Maniheizmle ilgili kelimeler; Karahanlı dönemi eserlerinde Arapça ve Farsçadan girmi
veya Türkçeden yaratılmı müslümanlıkla ilgili kelimelerdir. Bunun dıında da
kelime kadrosu ortaktır (Ercilasun 1990: 4; 1998: 58).
Burada kısaca unu belirtmek gerekir ki, Eski Türkçe , Dou ve Kuzey
Türklüü içinde XIII. asırdan sonra çok fazla deimeden devam etti. XIII-XV.
Asırlarda Harezm’de ve genel olarak Altınordu ile Türkistan ’da kullanılan
Harezm Türkçesi116; yine aynı dönemde Mısır ve Suriye ’de kullanılan Kıpçak
Türkçesi, Eski Türkçenin organik devamıdır. Çaatay Türkçesi de aynı ekilde
Harezm ve Kıpçak Türkçesinin devamıdır (Ercilasun 1990: 5). Bu sahalarda
yazılan telif ve tercüme edilerek oluturulan eserlerden bazıları günümüze kadar
gelmitir.117
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Bu yazı, “Türk Yazı Dilinin Gelime Çaları” (Türk Yurdu - Türkçeye Saygı Özel Sayısı-, 162-163,
221-249 (2001)) balıklı makalenin ilgili bölümünden olumaktadır.
116
XIII. yüzyıldan itibaren Harezm ve Sirderya’nın aaı kesimlerinde kısmen Ouz (Türkmen) ve
Kıpçak yerli aızlarının etkisi altında Karahanlıca’dan teekkül eden Orta – Asya Türkçesi edebiyat
dilinin gelime devresine Harezm Türkçesi denir. Bu Türkçe , XIV. Asırdan itibaren yerini Çaatay
Türkçesine bırakmıtır (Toparlı 1995: 3).
117
Göktürk , Uygur , Karahanlı , Harezm, Kıpçak ve Çaatay Türkçesi hakkında geni bilgi için u
çalımalara bakılabilir:
Thury Joseph, “Orta Asya Türkçesi Üzerine Notlar” (Çeviren: Râgıb Hulûsî), Millî Tetebbular
Mecmuası, Cild: 1, Sayı: 2, 1331, ss. 207-32.
Thury Joseph, “On Dördüncü Asır Sonlarına Kadar Türk Dili Yâdigarları”, Millî Tetebbular
Mecmuası, Cild: 2, Sayı: 4, Terînievvel-Eylül, 1331, ss. 81-133.
Ahmed Zeki Velîdî, “Harezmde Yazılmı Eski Türkçe Eserler”, Türkiyat Mecmuası, Cild: II, 1926,
Devlet Matbaası, stanbul 1928, ss. 315-45
Kemal Erarslan,, Eski Türkçede sim – Fiiller, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No:
2731, stanbul 1980.
*
*
*
*
*
*
*
138
138
ŞİRAZ’DAN
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
inasi Tekin, “Uygur Edebiyatının Meseleleri (ekiller – Vezinler)”, Türk Kültürü Aratırmaları,
Yıl: II, Sayı: 1-2, Ankara.
Rıdvan Öztürk, Uygur ve Özbek Türkçelerinde Fiil, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Türk Dil Kurumu Yayınları: 680, Ankara 1997.
Burhan Paçacıolu, Orta Türkçe [Karahanlı , Harezm, Kıpçak ve Eski Anadolu Türkçesi], Sivas
1995.
János Eckmann, Çaatayca El Kitabı, (Çeviren: Günay Karaaaç), stanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları No: 3412, stanbul 1988.
János Eckmann, Harezm, Kıpçak ve Çaatay Türkçesi Üzerine Aratırmalar, (Yayıma Hazırlayan:
Osman Fikri Sertkaya), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları
No: 635, Ankara 1996.
Recep Toparlı, Harezm Türkçesi, Sivas 1995.
Recep Toparlı – Hanifi Vural, Kıpçak Türkçesi, Gaziosman Paa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Yayınları, Tokat 1999.
Ali Fehmi Karamanolu, Kıpçak Türkçesi Grameri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Türk Dil Kurumu Yayınları: 579, Ankara 1994.
Necmettin Hacıeminolu, Karahanlı Türkçesi Grameri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 638, Ankara 1996.
A. Von Gabain, Eski Türkçenin Grameri, (Çeviren: Mehmet Akalın), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları: 532, Ankara
Mehmet Akalın, Tarihî Türk iveleri, Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü yayınları: 73, Seri: IV –
Sayı: A. 21, laveli kinci Baskı, Ankara 1988.
Reid Rahmeti Arat, Makaleler, Cilt I, (Hzr.: Osman Fikri Sertkaya), Türk Kültürünü Aratırma
Enstitüsü Yayınları: 65, Seri: IV – Sayı: A. 20, Ankara 1987.
Mustafa Canpolat, – Kayahan Erimer, Tıpkı Basımlarıyla Türk Dili ve Edebiyatı Örnekleri, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Yayınları No: 308, Ankara 1981, ss. 235-357.
Mehmed Fuad Köprülüzâde, “Osmanlı Edebiyâtının Balangıcı”, Yeni Mecmua, Numara: 57,
Austos 1918, ss. 85-88.
M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken, Yayın Nu: 157, Kültür Serisi: 28, 4. Basım,
stanbul 1986.
M. Fuad Köprülü, “Çaatay Edebiyatı”, Edebiyat Aratırmaları 2, Ötüken Yayınları, Yayın
Numarası: 200, Kültür Serisi: 53, stanbul 1989, ss. 82-193.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
139
139
GAZNELLER DÖNEMNDE TÜRK DL
GAZNELLER DÖNEMNDE TÜRK DL
Gazneliler döneminde, kültür ve sanat hayatının ilerlemesinde üç dil
kullanılmıtır. Bunlar, ilmî hayatta kullanılan Arapça , edebî dil olan Farsça ile
saray ve orduda konuulan Türkçedir. Gazneliler, malum olduu üzere Sâmânî
Devleti tekilatına varis oldukları için, hazır buldukları devlet tekilatını, daha
önce içinde bir parçası olmaları, aynı yönetim ile gelenein içinde bulunmaları
sebebiyle alıp fazla bir sıkıntı çekmeden devam ettirmilerdir. Bunda üphesiz
dönemin artları da etkili olmutur. Çünkü devlet kurulduktan sonra hemen fetih
hareketlerine balanmıtır. Ancak devlet tekilatı oluturmak için belli bir
zamana gereksinim vardır. O zamana sahip olmayan Gazneliler, vakit
kaybetmemek için hazır olanı alıp kullanmılardır. Böylece devletin yazıma
usulleri de dier pek çok kurum gibi aynen devam ettirilmitir. Utbî'nin bu
hususta verdii malumata göre; Gazneli Mahmûd'un veziri Ebu'l-hasan elsferâyînî, Arapçayı iyi bilmediinden dolayı divanları ve her türlü yazımaları
Arapçadan Farsçaya çevirmitir. Ancak ondan sonra, son derece iyi münî, edip
ve âlim olan Ebu'l-kâsım Ahmed Meymendî'nin vezarete gelmesiyle, menur,
emsâl ve tüm yazımalar yeniden Arapça olarak yazılmaya balanmıtır
(Curfâdekânî 1345: 345-46; Palabıyık 2001: 50). Beyhakî'deki kayıtlardan da,
her mahalle gönderilen evrakın genelde o mahallin diliyle yazıldıı
anlaılmaktadır. Meselâ halifeye yazılan yazılar Arapça iken, Karahanlı
hükümdarı Kadır Han'a yazılan mektup Farsça kaleme alınmıtır. Sultan,
hazırlanan evraka bazen kendi el yazısıyla eklemelerde bulunuyordu. Bunun
yanında aaıda deineceimiz gibi Türkler Türkçe konumaktaydılar. Hatta
mahallî lisanlar da kullanılmakta ve bu dilleri tercüme edebilecek görevliler
hazır bulundurulmaktaydı (Beyhakî 1350: 88, 101, 201, 205, 582, 836, 888, 912;
Palabıyık 2001: 50-51). Burada unu da belirtmemizde fayda olduunu
düünüyorum. Orta çada kurulan Türk -slâm devletlerinde "devlet dili"nin
bazılarında Arapça, bazılarında Farsça olduu iddiaları fazla önem
taımamaktadırlar. Çünkü son asırlarda millî devletlerin teekkülü ile ortaya
çokan "resmî dil" anlayıını Ortaçalarda aramak doru deildir. O devirlerde
gerek yazıma gerek konuma dilinin tayininde en önemli faktör yönetilen halk
idi. ran sahasında ve Arap memleketlerinde idareyi Türkçe ile yürütmek
mümkün deildi. Öyle olunca Türklerin gelimi edebî dili ve kendi yazıları
*
*
*
*
*
*
*
*
*
140
140
*
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
olduu hâlde Arapça ve Farsçanın yanında Türk dilinin devletler ölçüsünde
umumîlememesini tabiî karılamak gerekir (Kafesolu 1988: 381-82). Nitekim
Beylikler dönemi Türk kültürü üzerine kurulan ve halkı Türklerden oluan
Osmanlı Devleti'nin yükselii ile Osmanlı Türk dili ve kültürü, saray ve ordunun
yanı sıra yüksek memurların da dili olmutur (Hourani 1997: 119).
Türklerin içerisine dahil oldukları slâm medeniyeti, Türk dilinin ne
inkiafına mani olmu ne de Türkler arasında onun deerini azaltmıtır
(Caferolu 1984: II/18). Hiçbir yerde Arap ve ran medeniyetine tamamen tabi
olmayan Türkler, hiçbir zaman kendi dillerini de unutmamılardır (Barthold
2004: 117). Türkler, dier milletlerden farklı olarak, ekseriyetle her fethettikleri
ülkeyi batan baa kaplayıp, kendi nüfus çounluu ile, hem kendi milliyetlerini
hem de dillerini korumulardır. Türkistan ’ın slâmî devrinde, yerli ran
lehçelerinin yava yava Türk dili tarafından sıkıtırılıp kaldırılması, Türklerin
kendi dillerine karı gösterdikleri sıkı balılıktan ileri gelmitir (Caferolu 1984:
II/10). Nitekim Barthold bu konuda u tespitte bulunmaktadır:
*
*
*
*
*
*
*
“Makedonyalı skender ve Selefkoslar sülâlesi devrinden sonra Fars ranlıları ile
Orta Asya ranlıları ilk defa olarak bu slâm devrinde bir devlet idaresinde
birletiler. Herhalde ranlılardan büyük bir kısmı da Araplarla beraber Türkistan ’a
gelip yerletiler. Orta Asya ranlıları eski ran ahları hakkındaki menkıbeleri
(ran’dan gelen bu yeni muhacirler vasıtasıyla) örendiler. Orta Asya ran lehçeleri
yerine yava yava Farsça geçti. Ve ran ranlıları ile Türkistan ranlıları için ortak
bir genel Farsça edebiyat dili meydana geldi. Orta Asya ranlılarının eski dilleri ve
onlardan biri olan Sogd edebî dili ortadan kalkıp yerlerine bugün Tacik dili denilen
lisan geçti ki bu dil Farsçadan pek az farklıdır. Farsçanın yalnız bir rakibi var idi ki
o da Türkçe idi. Farsçanın bu rakip dil ile mücadelesi çounlukla baarısızlıkla
neticeleniyordu. Daha slâmiyet’in ilk asırlarında iki akım baladı ki bugüne kadar
devam ediyor. 1. Edebî Farsçanın yava yava yerli ran konuma lehçelerini
zorlayarak ortadan kaldırması. 2. Türk dilinin, edebî Fars dili de dahil, Fars dilini
zorlayarak ortadan kaldırması. Dikkate deer ki bundan baka Türk dilinin asıl ran
dahilinde de yayılıı geniliyor, meselâ bir köyde Türk ve Fars beraber yaıyorlarsa
sonunda Türk dili herkesin dili olarak kalıyor” (2004: 42-43).
*
*
*
*
*
*
*
te bu husus dolayısıyla, Türk dili slâmiyet’ten sonra, Karahanlılar ’ın
himayesi sayesinde, Balasagunlu Yûsuf Has Hâcib gibi bir Türk mütefekkiri
tarafından ilenmi ve edebî bir dil hâline getirilmitir. Bu dönemde, hem edip
hem de ilk Türk nazım edebiyatı mektebinin kurucusu olan Yûsuf Has Hâcib ile
dilci ve skenderiye mektebi üslûbunda ilk Türk gramercilii geleneinin
kurucusu olan Kagarlı Mahmûd’un, iki önemli yönden Türk dilini ilemeleri ve
birletirmeleri, yeni slâm medeniyeti çevresi içerisinde alınan Türklerin,
oynadıkları tarihî ve millî roller sayesinde olmutur (Caferolu 1984, C. II: 5-6).
Her ikisinin ortaya çıkardıı eser, Türk bilinci ile yorulmu ve yaratılmıtır. Bu
da o dönemlerdeki Türk diline karı olan bilinci yansıtması bakımından dikkat
çekicidir. Ayrıca Dîvânü Lûgati’t-türk’te geçen ve her eyin kendi cinsiyle
*
*
*
141
141
*
GAZNELLER
DÖNEMNDE
AHMET
KARTAL TÜRK DL
yaaması yolunda söylenen “kılıç tatıksa ı yunçır, er Tatıksa et tunçır = kılıç
paslanırsa i kötüleir, adam Farslaırsa kanı bozulur = kılıç pas tutarsa yiitin
hali kötüleir; nitekim, Türk Farslının ahlâkını alırsa eti sölpür” (Kagarlı
Mahmud 1985: 281-2) atasözü o dönemde var olan millî uuru yansıtması
bakımından manidardır.
Aynı dönemlerde hüküm süren Karahanlılar döneminde uurlu ve bilinçli
bir ekilde yazılan Türkçe eserler, Gaznelilerde de Türkçe eserlerin yazılmı
olabilecei intibaını vermektedir. Çünkü Gaznelilerin resmi dili Arapça
olmasına ramen sarayda ve orduda Türkçe konuulmaktaydı (Yazıcı N., 1992:
131). Nitekim Beyhakî, Türkler ve hükümdarla Türk görevliler arasında Türkçe
konuulduunu kaydetmektedir (Beyhakî 1350: 88; Palabıyık 2001: 51’den).
Vezînpûr ise, Türk asıllı olan Gazneli sultanlarının daima Türkçe konutuklarını
belirttikten sonra, Türk asıllı Gazne saray âirlerinden Menûçihrî-i Damganî'yi
ranlı olarak göstererek onun Türkçe iire ainalıı olduunu, bu ainalıın
sadece onunla sınırlı bulunmadıını ifade etmektedir (1374: 418). 1027 yılında
Uygur ve Kıtay hanlarından Gazneli Mahmûd'a gelen elçi, Türk usul ve
takvimine göre, Uygur Türkçesiyle yazılmı bir mektup getirmitir ki Mervezî
bunun Arapça tercümesini eserine almıtır (Turan 1998: 421). Bu hususlar
Gazneli saraylarında Türkçe konuulduunu göstermektedir. Yine çeitli Türk
boylarına mensup olan Türklerden oluan Gazneli ordusunda da Türkçe
konuulmaktaydı. Senâ’î-i Gaznevî’nin, Behrâmâh döneminde Gazneliler
ordusunda bulunan Türklerin öneminden bahsettii terci-bendinde, bunların Çin ,
Hıtâ, Huten ve Kagar memleketlerinden gelmi Tibetli, Yagmâ, Kırgız ve Tatar
olduklarını ve sayılarının yirmi bin olduunu belirten u beyitler bunu açıkça
göstermektedir:
*
*
*
*
*
*
*
*
*
(Senâî 1325: 568; Köprülü 2003: 219’dan)
Çin , Hıta, Huten ve Kagar ’dan gelirler. Tibetten, Yagmâ’dan, Kırgız’dan ve
Tatar’dandırlar. Allah’a ükür olsun ki, Acem sultanının ordusunda onlardan yirmi
bin tane vardır.
*
*
Tabii olarak Gazneli hakimiyeti altında yaan Türkler de Türkçe
konuuyorlardı. Her ne kadar elimizde bir belge olmasa da, Gazneli devletine
balı Türklerin saraya herhangi bir sebeple yaptıı müracaatlarını da yazılı veya
ifahi olarak Türkçe yaptıkları muhakkaktır. Bütün bunlar o dönemde Türk
dilinin etkinliini ve kullanım alanını göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca
bu durum, Türkçenin böylesine etkin olduu bir ortamda iir dili olarak
kullanılmı olabileceini dahi düündürtmektedir. Nitekim ilk defa Fuad
Köprülü tarafından belirtilen (Köprülüzade Mehmed Fuad 1929), daha sonra
Adnan Karaismailolu tarafından da ifade edilen (Karaismailolu 1999),
*
*
*
142
142
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Gazneliler dönemi en büyük üç kaside âirinden biri olan Menûçihrî’nin,
övülmeye uygun bulduu etkili ve bilgin bir ahsa 1000 yılı civarında:
*
Daha iyi söylediin için Türkçede kalasın, bana Türkçe ve Ouzca iir oku.
Söylediin her dille konuabilirsin, çünkü senin her bir kelimenin aslı ebced ve
hevvezdir (Damgânî 1375: 129; Cokuner 2002: 349).
*
eklinde hitapta bulunması, slâmiyet sonrası Türkçe iirle ilgili iaretler vermesi
bakımından önemlidir. Çünkü Kutadgu Bilig ’den hemen hemen yarım asır önce
söylenilen bu sözler, Gazneliler döneminde Türk iirinin varlıını ispat
etmektedir. Ayrıca Menûçihrî’nin burada “Türk iiri” ile “Guz yani Ouz iiri”ni
birbirinden ayırt etmesi dikkat çekmektedir. Çünkü “Ouz” Türkçesi ile
“Türkçe” yani bugünkü Dou Türkçesinin esası olan Karluk-Basmil Türkçesi
arasında daha H. IV-V. asırlarda bir ayrılıın mevcut olduu, Dîvânü Lügati’ttürk’ün bulunmasıyla iyice netlik kazanmıtır. Bu beyitlerden bir de, Gazneli
devleti içerisinde yaayan Türkler arasında, Türkçenin o dönemdeki iki lehçesini
bilen ve kullananların bulunduunu öreniyoruz (Köprülüzade Mehmed Fuad
1929: 84-85). Yine bu ifadelerden önemli bir devlet adamının, büyük bir âirin
beenecei özellikte Türkçe iir söyledii ve bunun tabii bir durum olduu
sonucu çıkarılmalıdır. Aynı corafyada ve tarihî seyir içersinde bulunan, Türkçe
konuan bilgin ve edipler tarafından daha önceki yıllarda iirler de söylenmi
olacaı ve söylendii açıktır (Karaismailolu 1999a: 2). Nitekim Gazneli
ordusunda bulunan Türk kabileleri arasında âıkların (saz âirleri) bulunduu
(Köprülü 1989: I/160, 247) bilinmektedir. Nitekim Utbî, Gazneli Mahmûd'un
askerlerinin Huten melodilerine göre arkı söylediklerini kaydetmektedir (Turan
1998: 401). Köprülü, Menûçihrî’nin mezkur beyitlerde zikrettii Türkçe ve
Ouzca iirlerin millî Türk “metrik”ine göre tanzim edilmi olabileceini
(1989a: I/338) söyler.
Menûçihrî, ayrıca u beytinde “suhan-i Turkî” ifadesiyle Türkçeye atıfta
bulunmaktadır:
*
*
*
*
*
“O turna turnayla Türkçe konuur, Mâzil daında papaan Hintçe konuur”
(Damgânî 1375: 69; Cokuner 2002: 314).
*
Menûçihrî’nin Farsça arkıya karılık olmak üzere “Maveraünnehir arkısı”
ifadeleriyle Türkçeye atıfta bulunduu da görülmektedir:
*
*
143
143
GAZNELLER
DÖNEMNDE
AHMET
KARTAL TÜRK DL
Bir ku pârsî makamında, bir ku Mâverâünnehrî makamında söylüyor (Damgânî
1375: 117; Cokuner 2002: 341).
Yukarıda bahsettiimiz hususlar, bize bugün için her ne kadar karanlık da
olsa, Türkçenin Gazneliler döneminde de gelierek slâmî Türk edebiyatının
olumaya baladıı intibaını vermektedir. Bu husus o dönemlere ait Türkçe
metinler bulunduu takdirde daha netlik kazanacaktır.
Gazneli Mahmûd’un fethettii topraklarda yetien, kendisine “Türkî-i
Hindistânî (Hindistanlı Türk )” diyen ve ran Edebiyatının en büyük dört be
simasından biri, Hindistan’da Farsça yazan âirlerin en büyüü olan Hüsrev-i
Dihlevî’nin (651/1253-725/1325) u beyitleri, Türkçenin önemi ile yayıldıı
yerleri göstermesi bakımından dikkat çekicidir:
*
*
*
*
*
*
Hüner ehli Türkçenin sarf ve nahvi ile inceliklerini (yani kaidelerini)
düzenlemilerdir. Bu sebeple Türkçe bazı yerlerde i sahiplerince de muteberdir.
Ondan dolayı ordu kumandanları, ehl-i külâh ve beer, Türkçeyi örenmeye
heveslidirler. Türkçe, Rumca ve (derî) Farsçayı bilmeyen kimse dünya ilimlerini
örenememilerdir.
*
*
Tuzun Hind’den yayılması gibi, Yimek (Kimek) ve Kıpçak ülkelerinden meydana
çıkan, Guz (Ouz) Türklerinden Otuz, Kanklı ve Uygur Türklerinin Türkçesi bütün
dünyaya yayıldı.
*
Türkçenin öhret bulmasının sebebi, umumiyetle dünyada ahların Türk olmasıdır
(Merçil 1978: 190-91).
*
Bu yazı, "Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili Üzerine
Düünceler", (Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili
Kurultayı Bildirileri (20-26 Eylül 2004), Ankara, 1685-724 (2004))
isimli bildirinin bir kısmından olumaktadır.
*
144
144
*
dünyaya yayıldı.
Türkçenin öhret bulmasının sebebi, umumiyetle dünyada ahların Türk olmasıdır
(Merçil 1978: 190-91). ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
*
Bu yazı, "Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili Üzerine
Düünceler", (Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili
Kurultayı Bildirileri (20-26 Eylül 2004), Ankara, 1685-724 (2004))
isimli bildirinin bir kısmından olumaktadır.
*
144
145
*
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES VE XVI. ASIRDA YAPILAN
FARSÇA K TERCÜMES
Giri
Tezkire, Arapça zikr kökünden türetilmi bir kelimedir. Zikr, anma,
hatırlama, sözünü etme anlamlarına geldiine göre tezkire, hatırlamaya vesile
olan ey mânâsına gelir (sen 1997a). Türk Edebiyatı’nda, belli bir meslekte
tanınmı kiilerle, özellikle âirlerin hayat hikâyelerinden söz edip eserlerinden
örnekler veren çalımalara tezkire denmektedir (sen 1997b). Türk Edebiyatı’nda
yazılan ilk âirler tezkiresi, Alî îr Nevâî’nin XV. asrın sonlarına doru
Semerkand’da Çaatay Türkçesi ile yazdıı Mecâlisü’n-nefâis adlı eserdir.
Mecâlisü’n-nefâis, özellikle Herat, Horasan ve Azerbaycan’da yaayan ve çou
Farsça iir söyleyen 461 âiri ihtiva etmektedir. Bu eser, XV. asır Çaatay
Edebiyatı ve aynı zamanda ran Edebiyatı için önemli bir kaynaktır. Ayrıca
kendisinden sonraki tezkireciler üzerindeki etkileri bakımından da dikkat çekici
bir eserdir (pekten 1988). Eseri, Fahrî-i Herâtî Ravzatü’s-selâtîn (telifi
950/1543) ve Sâm Mîrzâ Tuhfe-i Sâmî (telifi 957/1550) isimli eserleriyle Farsça,
Sâdıkî-i Kitâbdâr ise Mecma’u’l-havâs (telifi 1010/1602 veya önce) adlı eseri ile
Türkçe olarak zeyletmilerdir. Ayrıca Mecâlisü’n-nefâis be kii tarafından ayrı
ayrı Farsçaya tercüme edilmitir. Bunlar tercüme tarihlerine göre u ekilde
sıralanmaktadır:
1. Fahrî-i Heratî tarafından 928/1521 tarihinde Letâ’if-nâme ismiyle Farsçaya
tercüme edilmitir (Alî îr Nevâî 1323).
2. Hakîm âh Muhammed bin Mubârek-i Kazvînî tarafından 927-929/1520-1522
tarihinde yapılmıtır (Alî îr Nevâî 1323).
3. eyh-zâde Fâyiz-i Nî-merdânî tarafından 961/1554 tarihinde Bakiyye-i
Bakiyye’ismiyle tercüme edilmitir (Taberî 1372).
4. âh Alî bin Abdulali tarafından XI. asrın balarında tercüme edilmitir (Taberî
1372). âh Alî eserine ekledii önsözde, dostlarının istei üzerine Mecâlisü’nnefâis’i Farsçaya tercüme ettiini dile getirmitir (Levend 1968).
5. Mîrzâ Abdulbâkî erîf-i Radavî tarafından XIII. asrın ortalarında tercüme
edilmitir (Taberî 1372).
*
*
*
*
*
*
146
146
RAZ'DAN
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Mecâlisü’n-nefâis, Fars Edebiyatı’nda görülen bu etkisinin yanında,
Anadolu ’da balayan tezkire yazma geleneine de örnek olmutur. Anadolu
sahasında türün ilk örneini Sehî Bey, Het-Behit adlı eseriyle kaleme almıtır.
Sehî Bey tezkiresini Herat tezkirelerini, yani Câmî’nin (ö. 1492) Bahâristân’ını
(telifi 1487), Devletâh Tezkiresi’ni (telifi 1491-92) ve Alî îr Nevâî’nin (ö.
907/1501) Mecâlisü’n-nefâis’ini (telifi 1498) örnek alarak meydana getirdiini
açıkça belirtmitir. Ancak Sehî Tezkiresi gözden geçirildiinde, pek çok eyin
özellikle Nevâî’den alındıı kolayca görülmektedir (sen 1997a, 1997b).
Bu çalımada, önce Türk Edebiyatı ve Fars Edebiyatı üzerinde büyük etkisi
olan Mecâlisü’n-nefâis ile Fahrî-i Herâtî ve Muhammed-i Kazvînî’nin
tercümeleri hakkında bilgi verilecek, daha sonra ise bu üç eser karılatırılarak
benzerlikleri ve farklılıkları ortaya konulmaya çalıılacaktır.
*
*
Mecâlisü’n-nefâis
Mecâlisü’n-nefâis, Alî îr Nevâî tarafından Çaatay Türkçesiyle yazılmı
ilk âirler tezkiresidir. Alî îr Nevâî, Türk Edebiyatı’nın en seçkin
simalarındandır. Yazdıı Türkçe manzum ve mensur eserlerle Türk
Edebiyatı’nda, özellikle Farsça Dîvân’ı ve Mecâlisü’n-nefâis adlı tezkiresiyle de
ran Edebiyatı’nda çok üstün bir mevkii vardır. Nevâî, Uygur kabilesine mensup
olan Kiçkine Bahi’nin oludur. 844/1441’de Herat’ta domu ve 906/1501’de
yine aynı ehirde ölmütür (Ate, 1968; Nevâî’nin hayatı ve eserleri hakkında
geni bilgi için bak. Levend 1965; Togan 1964; Kut 1989b).
*
*
*
*
*
Dı Yapısı
Çaatay Türkçesi ile Semerkand’da, Hüseyin Baykara adına yazılan
Mecâlisü’n-nefâis, Türk Edebiyatı’nda yazılan ilk tezkiredir. Bu tezkirenin telif
tarihi hakkında ihtilâf vardır. Agâh Sırrı Levend (Levend 1965) ile Günay Kut
(Kut 1989b) kaynak belirtmeden eserin 897/1491-92 tarihinde kaleme alındıını
belirtirler. Kanaatimize göre Mecâlisü’n-nefâis’in ikinci meclisinin baında yer
alan Türkçe açıklama kısmında geçen: ... ve hâlâ sene sitte ve tis‘în ve
semânemi’e târîhide kim bu muhtasar bitiledür... (...ve hâlâ bu özet 896
tarihinde yazılmaktadır...) (Alî îr Nevâî 1961) cümlesinden hareketle tezkirenin
telif tarihini Kâtib Çelebi (Kâtib Çelebi trhs.), Browne (Browne 1956), C. A.
Storey (Storey 1972), Halûk pekten (pekten 1988), ristay Kuçkartayev
(Kuçkartayev 1997) Ali Asgar Hikmet (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]) ve
Muhammed-i Mu‘în (Mu’în 1371, c. 5) 896/1490-91 olarak vermektedirler.
Oysa yukarıda verdiimiz cümlede geçen “bitil- (: yazıl-)” fiiline eklenen “-e”,
imdiki zaman ekidir (Eckmann 1959). imdiki zaman ise bilindii gibi bir iin
bittiini deil, hâlâ devam ettiini ve yapılmakta olduunu gösterir. Bu da eserin
henüz bitmediini, bilâkis yazılmaya devam ettiini düündürmektedir. Suyima
*
*
147
147
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
Ganieva 896/1490-91 tarihinin II. meclisin yazılı tarihi olduunu söyledikten
sonra, eserin tamamının yazılı tarihi olarak da düünülebileceini, ancak önce
tamamlanmı metnin tarihi olduunu, esere son eklinin verilerek oluturulduu
halinin tarihi olmadıını belirtir. Tezkirenin tam ve mükemmel olan Viyana,
Paris, Leningrad ve Takent nüshalarına sonradan yapılan ilâvelerin118, eserin
tekrar gözden geçirilerek oluturulduunu gösterdiini söyler. Suyima Ganieva,
bundan hareketle eserin ilk yazılı tarihini 896/1490-91, ikinci defa gözden
geçirilerek oluturulmasının ise 903/1498 olduunu ifade eder. Çünkü Bâbürnâme’de Nevâî’nin, iki defa Semerkand’da yönetimde bulunduu, birincisinin
901/1496 yılında kısa bir dönem, ikincisinin ise 903-906/1497-1500 yılları
arasında olduu kayıtlıdır. Nevâî’nin Semerkand’da bulunduu tarih ile
tezkirenin yazıldıı tarih olan 903/1498 tarihi örtümektedir (Alî îr Nevâî 1961
[Önsöz]). Bu da eserin 903/1498’de son halini aldıını göstermektedir. Eserin
telif tarihini, eserin gözden geçirilip çeitli ilâveler yapılarak ikinci defa
oluturulan 903/1498’i almak gerektii kanaatindeyiz.
Mecâlisü’n-nefâis, bir önsöz ve sekiz tabakadan olumaktadır. Ali îr
Nevâî, eserinin her tabakasına meclis ismini vermitir. Tezkirenin önsözünde
eserin yazılıı hakkında yeterli bilgi mevcuttur. Bu bölümde Nevâî, âirlerin
isimlerinin unutulup yok olmaması için musannifler tarafından çeitli telif
eserler oluturulduunu, bunlardan Mollâ Câmî’nin Bahâristân isimli eserini
sekiz ravzaya ayırdıını, bir ravzasında âirlerden söz ettiini; Emîr Devletâh’ın
Tezkiretü’-u’arâ adlı bir eser yazdıını ve onda âirleri topladıını belirtir.
Daha sonra bu konuda baka eserler de kaleme alındıını, ancak bunlarda eski
âirlerin yer aldıını ve sıfatlarının belirtildiini, oysa ‘Sultân-ı sâhib-kırân
(Hüseyin Baykara)’ zamanında iirin her alanında özellikle gazelde deerli
âirler yetitiini, bunların eskilerden aaı olmadıklarını, bundan dolayı
isimlerinin ve sözlerinin kaybolmaması için onları toplayarak ötekilere katmak
amacıyla bu eseri oluturmaa karar verdiini belirtir. Nevâî, bu kararını ve
nedenini aynen öyle anlatmaktadır:
“...bu cihetdindür kim alarnıng nâmî atları ve kirâmî sıfâtları zamân sahâyifidin ve
devrân safâyihidin mahv bolmasun dip tasnîf ehli te’lîfleride ve te’lîf hayli
tasnîfleride fusûl-ârâste ve ebvâb-pîrâste kılupdurlar. Ve öz kitâbetlarıga bu cemâ‘at
zikridin zîb birüpdürler. Ol cümledin biri Hazret-i Mahdûmî eyhu’l-islâmî Nûru’ddîn Abdu’r-rahmân Câmî medde zıllu ve irâduhudur...mundak büzürg-vâr-ı ‘âlîmikdâr Bahâristân atlıg kitâbıda kim sikkiz ravza açıpdur ve sikkiz ravza-i cennet alar
hacâletidin il közidin ihtifâ perdesiga kaçıpdur. Ve anı sultân-ı sâhib-kırân atı zîveri
118
Meselâ, Birinci ve ikinci Meclise 5; üçüncü ve dördüncü Meclise ise 83 yeni âir ilâve edilmitir.
Üçüncü ve dördüncü Meclise eklenen 83 âirin içinde Mehed’li 23 tane genç kabiliyet de vardır.
Yapılan bu ilâveler eserin sonuna deil, kabiliyetlerine göre metne yerletirilmilerdir (Alî îr Nevâî
1961 [Önsöz]).
148
148
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
bile müzeyyel ve elkâbı gevheri bile mükellel kılıpdur. Bir ravzasını bu mevzûnnevâlık belâbil ve matbû‘-sadâlık ‘anâdil gülbangidin rek-i nigâr-hâne-i çîn gayret-i
firdevs-i berîn kılıpdur. Ve Emîr Devletâh kim Horâsân mülkining asîl mîrzâdeleri
arasıda fazl u dâni zîverî bile behre-mend ve fakr u kanâ‘at tâcı bile ser-bülenddür.
Hem sultân-ı sâhib-kırân atıga Tezkiretü’-u‘ârâ atlıg kitâb bitipdür. Vâkı‘an besî
zahmet tartıpdur ve bu tâyifeni yahı cem‘ kılıpdur. Bu bâbda yana dagı resâ’il ü
kütüb bar ammâ barçasıdın burun ötken u‘arâ ve irte kiçken fusahânıng atı mezkûr
ve sıfâtı mestûrdur. Ve huceste-zamân ve ferhunde-devrân u‘arâ ve ho-tab‘ları kim
Sultân-ı sâhib-kırân yümn-i devletidin ve netîce-i terbiyyetidin i‘rning köprek
üslûbıda be-tahsîs tavrıda barçadın dil-âsârak ve neât-efzârakdur terkîb-i selâset ve
letâfetin burungılarga yitküredürler. Ve ma‘nî nezâket ve garâbetin olca artı bar becâ kiltüredürler. Atları ol cemâ‘at zümreside bolmakdın mahrûm ve sözleri ol tertîb
ü kâ‘ide de nâ-ma‘lûm uçun ikeste-hâtırga ve sınuk göngülge kildi kim bir niçe
varak bitilgey. Ve bu ‘asr u‘arâsı bile bu devr zurefâsı atın anda sebt itilgey tâ bu
niyâz-mendler hem burungı u‘arâ ekâbiri zeylide mezkûr bolgaylar ve bu peyrevler hem ol rehberler haylıga koulgaylar” (Alî îr Nevâî 1961).
Her tabaka baında o tabaka için Türkçe açıklama ve her tabaka sonunda sekizinci tabaka hariç- ise yine Türkçe ‘tetimme’ kısmı bulunmaktadır. Nevâî,
tabakaları ve ‘tetimme’leri isimlendirirken balıklarında Türkçe sayıları
kullanmayı tercih etmitir. Özellikle her tabaka sonunda yer alan ‘tetimme’lerde,
Nevâî’nin son mânâsına gelen yedi farklı kelime kullandıı dikkati çekmektedir.
Bu kelimelerden altısı Arapça , biri ise Türkçedir. Bu durum o dönemde
kullanılan Türkçenin kelime zenginliini yansıtması bakımından önem
arzetmektedir. Bu kullanımlar u ekilde sıralanmaktadır:
Mecâlisü’n-nefâyisning Evvelgı Meclisning tmâmı (s. 32-3)119; kinci
Meclisning htitâmı (s. 82); Üçünci Meclisning Hatmi (s. 135); Törtünçi
Meclisning Âhiri (s. 170); Biinci Meclisning Gâyetî (s. 180); Altıncı Meclisning
Nihâyeti (s. 194); Yitinci Meclisning Tükencisi (s. 207).
Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’indeki her tabaka u kategori altında
toplanmaktadır (Bu tabakalarda yer alan âirler için bak. âirler Listesi):
Evvelgı Meclis: Alî îr Nevâî’nin zamanlarının sonuna yetitii, ancak
kendilerini tanıma mutluluuna eriemedii âirler. 46 kiiden olumaktadır.
Tabakanın birinci âiri Emîr Kâsım Envâr, sonuncu âiri Mevlânâ Muhyî’dir.
kinci Meclis: Alî îr Nevâî’nin bazılarıyla küçüklüünde tanıtıı, bazılarıyla
ise sohbet ettii âirler. Bu âirlerin hepsi eserin yazılmakta olduu tarih olan
896/1490-91 tarihinden önce ölmülerdir. 91 kiiden olumaktadır. Tabakanın
birinci âiri Mevlânâ erefuddîn Alî-i Yezdî, sonuncu âiri Seyyid Hasan-ı
Erdeîr’dir.
*
*
*
*
119
Parentez içersindeki sayfa numaraları, Mecâlisü’n-nefâis’in Takent baskısına aittir. Bak. Alî îr
Nevâî 1961.
149
149
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES
AHMET KARTAL
Üçinci Meclis: Alî îr Nevâî’nin zamanında üne kavuan âirlerdir. Nevâî
bunların bazılarıyla tanımı, bazılarıyla da dostluk kurmutur. 174 kiiden
olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Mevlânâ Nûreddîn Abdurrahmân-ı Câmî,
sonuncu âiri Pehlevân Kâtib’dir. Bu tabaka, Mecâlisü’n-nefâis’in en çok âir
ihtiva eden tabakasıdır.
Törtünçi Meclis: Dönemin tanınmı fazıl kiilerini (bilginlerini) ihtiva eder.
Bunların iirleri mehur deildir, ammâ alardın nazm tarîkıda köp letâyif zâhir
bolur ve köp zarâyif ba urar. 73 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri
Pehlevân Muhammed Ketîgîr, sonuncu âiri Mevlânâ Fasîhuddîn’dir.
Biinci Meclis: Horasan ’ın ve baka yerlerin “mîrzâdeleri” ve “sâyir
azâdeleri”. 21 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Emîr Devletâh,
sonuncu âiri Sâkî’dir.
Altınçı Meclis: Horasan ’ın dıındaki yerlerde yaayan ulular. 31 kiiden
olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Ahmed Hâcî Big, sonuncu âiri Seyyid
‘mâd’dır.
Yitinçi Meclis: Sultanlar ve ehzadeler. Bunlardan bazıları âirdirler,
bazıları da güzel iir okurlar. 22 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri
Timur-ı Gürgân, sonuncu âiri Sultân Alî Mîrzâ’dır.
Sikizinci Meclis: Sekizinci tabakayı sadece Alî îr Nevâî’nin ‘Sultân-ı
sâhib-kırân’ diye vasıflandırdıı Hüseyin Baykara tekil etmektedir. Ayrıca bu
meclisin sonuna ilâve edilen ‘Halvet’ balıı altında, Mevlânâ Lutfî ve Mevlânâ
Kabûlî hakkında da bilgi verilmitir.
Mecâlisü’n-nefâis’i oluturan sekiz tabakada daha çok Herat, Horasan ve
Azerbaycan’da yaayan toplam 461 âir yer almaktadır. Bunlardan 46 tanesi
Türk ve Türkçe iir söyleyen âirlerdir. Nevâî, bu âirler hakkında bilgi verirken
bazılarının bizzat ‘Türk’ olduunu, bazılarının da milliyetini söylemeden Türkçe
iir dediini belirtmitir. Türkçe iir söyleyen âirlerin bir kısmını ise, ‘Türkîgûy’ diye vasıflandırmıtır. Ancak bu tezkirede zikredilen dier âirlerin içinde
Türk asıllı olan baka âirlerin olma ihtimali fazladır. Nitekim eyh Âzerî
hakkında bilgi verilirken (Alî îr Nevâî 1961) milliyeti belirtilmemitir. Ancak
bu âirin eserde örnek olarak verilen beytinde kendisinin Türk olduunu
belirttii görülmektedir. Ahmet Caferolu da, Nevâî’nin bu eserinde, bizzat
kendisinin bildii ve tanıdıı üç yüzü akın âirin Türkçe bildiini, ancak Farsça
yazmayı tercih ettiklerini belirtmektedir (Caferolu 1984).
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Muhtevası
Alî îr Nevâî, âirler hakkında bilgi verirken, önce âirin ismini verir. âirin
isminden sonra verilen bilgiler arasında belirli bir tertip ve düzen olmadıı
görülmektedir. Nevâî, âirin ismini zikrettikten sonra bilgi vermeye bazen âirin
lakabını, bazen babasının adını, bazen doduu yeri, bazen kimin örencisi
olduunu zikrederek, bazen de iirini ve fıtratını deerlendirerek balar. Daha
150
150
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
sonra kimin örencisi olduunu, tarikat ehli ise kimin müridi veya halifesi
olduunu, tahsilini, tahsil yapmak için nerelere gittiini, hangi ilimlerde ve
sanatlarda mahir olduunu, mesleini yazdıktan sonra âirin kiilii ve iirleri
hakkındaki fikirlerini kısaca ekler. Varsa eserlerinin ismini zikreder, bazen beyit
sayılarını da belirtir. Bu eserler Türkçe ise, Türk diliyle yazıldıını ifade eder.
Zikredilen eserler eer baka bir âirin eserine nazire ise o âirin ismini verir.
Tezkirede âirlerin doum tarihlerine rastlanmaz. Yalnız nadiren âirlerin ölüm
tarihi ile kimin döneminde yaadıını belirtir. Bazen kaç yıl yaadıını söyledii
de görülür. Genellikle âirlerin nerede öldüünü bazen de kabirlerinin nerede
olduunu kaydeder. Eer âirin öldüü yer hakkında söyledii bir rivayete
dayanıyorsa, onu da açıklar. iirlerinden örneklerle o ahıs hakındaki malumatı
bitirir. Nevâî’nin her âirin ekseriyetle bir, bazen iki veya en fazla dört matla‘ını
ya da beytini örnek verdii görülür. Sadece Hüseyin Baykara’nın iirlerinin
tamamının matla beyitlerini tezkiresine almı ve açıklama getirmitir.
Alî îr Nevâî, tezkiresini hazırlarken âirler hakkında uzun uzadıya bilgi
vermekten kaçınmı, gereken bilgileri adeta arka arkaya sıralamıtır. Bu
bakımdan bilgiler “muhtasar”dır. Sadece söylenmesi gerekenler belirtilmitir.
Bazen bir satırla geçitirilmi, bazen de sadece nereli olduu söylenilmekle
yetinilmitir. Bu hal daha ziyade üçüncü meclisteki âirler için geçerlidir.
*
*
Üslûbu
Alî îr Nevâî, tezkiresinde sade ve fasih bir dil kullanmıtır. Tezkireyi
batan baa okuyacak olursak, gerek âirin gerekse iirinin deerlendiriliinde
belli kelimeler, terkipler, tabirler ve klielerle karılaırız. Farsça ve Arapça
kelime ve terkiplerin yanı sıra Çaatay Türkçesine ait kelimeler de vardır. Bu
klie ve tabirleri anlamak ve onlara gerçek anlamlarını vermek âiri anlamak ve
deerlendirmek bakımından hayati derecede önemlidir.
Alî îr Nevâî, bir âirin iirini deerlendirirken ekseriyetle u kelime ve
klieleri kullanmıtır:
*
*
“Yahı söz”, “yahı vâki’ boluptur.”, “hûb vâki’ boluptur.”, yahı kasîde”, “rengîn”,
“i’ri yaman irmes”, “yahırak”, “pesendîde”, müstahsen” “nazmı revân ve selîs
vâki’ boluptur”, “mesnevisi puhte ve gazelleri revân irdi”, “yahı tasnîfleri bar”,
“Gazâliyyât ve kasâyid dîvânı mehûrrak ve yahırak vâki’ boluptur.”...
Bir âiri deerlendirirken ise u kelimeler, terkipler, tabirler ve klielerle
karılaırız:
“Dervî-ve ve nâ-murâd kii irdi”, ho-tab‘”, ho-hulk”, “ho-tavr”, “ho-gûy”,
“ho-muhâvere”, “ho-sohbet”, “müselmân ve”, “ûh-tab‘”, “fânî-sıfat”, “bîtekellüf”, mütedeyyin”, “dîlîr”, “îrîn-gûy”, “mesel-gûy”, “gazel-gûy”, “fâzıl kii”,
“hezzâl”, “yaman tab‘ı yok”, “asrınıng yegânesi”, “âüfte-dimâg”, “mesnevî-gûy”,
151
151
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
“sebük-ruh”, “latîf”, “sünnî mezheb”, “lâ’übâlî kii”, “âmî”, “abdâl-ve”, “kem
bıdâ‘at â‘ir irdi”, “habîs-îve”, “Türkî-gûy”, “sefîh ve bed-zebân”...
Zeki Velidi Togan, bu eserin Nevâî’nin çok ince bir münekkit, insan ruhunu
anlamak ve insanlara kıymet biçmekte fevkalâde maharet sahibi olduunu
gösterdiini dile getirmektedir (Togan 1964).
Mecâlisü’n-nefâis, hem Fars Edebiyatı hem de Türk Edebiyatı için önemli bir
eserdir. Farsça iir söyleyen âirlerin hayat hikâyelerine bir silsile içersinde yer
veren Devlet âh’ın Tezkiretü’-u‘arâ’sı ile Sâm Mîrzâ-yı Safevî’nin Tuhfe-i
Sâmî’si arasındaki boluu tamamlaması ve Farsça iir söyleyen Fars asıllı âirleri
almasından dolayı Fars Edebiyatı için önemli bir kaynaktır. Eserin Alî îr Nevâî
tarafından fasih bir Çaatay Türkçesiyle ‘kâmil’ ve kuvvetli olarak yazılması,
eserde zikredilen âirlerin çounun Farsça iir söyleyen Türkler olması ve
haklarında önemli bilgiler verilmesi ve Türk Edebiyatı muhakkıkları nezdinde
deerli ve kuvvetli beyitlerinden örneklerin yer alması bakımından ise Türk
Edebiyatı için önemli bir kaynaktır (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]). Ayrıca
Mecâlisü’n-nefâis, kendisinden sonra Anadolu’da meydana gelen tezkireler için
de birinci derecede modellik yapan dikkate deer bir eserdir (sen 1997b).
Mecâlisü’n-nefâis’in önemli taraflarından bir dieri ise, yer yer Alî îr
Nevâî’nin hayatına dair bilgilerin yer almasıdır. Bu bilgileri u ekilde
belirtebiliriz:
Alî îr Nevâî, henüz altı yaındayken babasıyla Yezd’e gitmi, Mevlânâ
erefuddîn Alî-i Yezdî onunla konumutur (s. 34-5)120.
Hvâce Evhad-ı Müstevfî’nin sohbetlerine katılmıtır (s. 36). Hvâce
Fazlu’llâh Ebû Leysî’den iki yıl ders almıtır (s. 37). Semerkand’da iken ayaı
kırılıp yatakta yatan Mevlânâ Ulâ-i âî’yi ziyaret etmi ve onun ismine bir
muamma söylemi ve daha sonra oradan ayrılmıtır. Mevlânâ Ulâ-i âî de Alî
îr Nevâî’nin adına bir muamma söyleyip bir örencisiyle ona göndermitir (378). eyh Sadruddîn-i Revâsî ile sohbet etmitir (s. 39). Nevâî, Sultân Ebû Sa‘îd
Mîrzâ zamanında Mehed’de hastalandıı dönemde eyh Kemâl Türbetî ile
karılamı ve onunla sohbet etmitir (s. 45-6). Mevlânâ Muhammed
Mu‘ammâyî ile dostluu vardır (s. 53). Mevlânâ Kabûlî, ölümünden bir gün
önce öleceini söyleyip kendisinin defin ileriyle Alî îr Nevâî’nin ilgilenmesini
vasiyet kılmıtır (s. 60). Mevlânâ Ayazî’yi, Pûl-ı Mâlân’da, üç yıl sonra ise Bâgı Sefîd’de görmü ve konumutur (s. 62-3). Emîr Hasan-ı Erdeîr’in kendisine
babası mesabesinde olduunu belirtmektedir121 (s. 81). Hilâlî, Alî îr Nevâî’den
ilim okumak istemitir (s. 103). Mevlânâ Dervî-i Mehedî’nin ‘cünûnluk’ ve
*
*
*
*
*
*
120
121
Parentez içersindeki sayfa numaraları, Mecâlisü’n-nefâis’in Takent baskısına aittir. Bak. Alî îr
Nevâî, 1961.
Alî îr Nevâî, yazdıı bir risâle ile, müridi ve yakın dostu olan Seyyid Hasan-ı Erdeîr’in hayatı,
ahvâli ve fikirlerini ustalıkla anlatmıtır. Bak. Eraslan, 1971.
152
152
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
‘âüftelik’ini görmütür (s. 93). Nevâî, Mevlânâ Mes‘ûd ile sohbet etmitir (s.
103). Pehlevân Muhammed Ketîgîr ile dostluu vardır122 (s. 136). Hüseyin
Baykara, Nevâî’ye mansıp mührünü teklif ettiinde, Mevlânâ Burhâneddîn tarih
düürmütür (s. 139). Mevlânâ Fasîhuddîn ile sohbet etmitir (s. 170). Hvâce
Hord, Nevâî’nin “Vakfiyye”sini tashih etmitir (s. 182). Mevlânâ Yârî’nin iyi bir
nakkâ olmasına vesile olmutur (s. 191). Hüseyin Baykara’nın hizmetinde
bulunmutur (s. 208).
Takent’te 1908 ve 1961123 yıllarında iki defa yayımlanan Mecâlisü’nnefâis, Türkiye’de de 1995 ve 2001124 yıllarında iki defa neredilmitir.
Mecâlisü’n-nefâis’in XVI. Asırda Yapılan Farsça iki Tercümesi
*
Letâif-nâme
Letâif-nâme, Mecâlisü’n-nefâis’in Fahrî tarafından Farsçaya yapılmı ilk
tercümesidir. Fahrî, Herâtlı’dır. Zühd ve takva sahibi bir kii olup âh
Tahmasb’ın kaside âirlerindendir. Îsâ Tarhan adına Cevâhirü’l-acâyib isminde
kadın âirleri ihtiva eden baka bir tezkire daha yazmıtır. Bostân-ı Hayâl ve
Tuhfetu’l-ceyb adlı iki eseri daha vardır (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]).
Mecâlisü’n-nefâis’in Farsçaya tercümesi olan Letâif-nâme hakkında eski
kaynaklarda herhangi bir bilgi yoktur. Sadece Tezkire-i lâhî’de “muellif-i
Letâif-nâme-i Fahrî (Letâif-nâme-i Fahrî’nin müellifi)” ibaresi geçmektedir (Alî
îr Nevâî 1323 [Mukaddime]). Bu ibareden ise sadece Fahrî’nin Letâif-nâme
isminde bir eseri olduu anlaılmakta, muhtevasının ne olduu ise
belirtilmemektedir. Fahrî hakkında bilgi veren emseddîn Sâmî ise bu eserden
bahsetmemektedir (Sâmî 1996, c. 5). Ancak emseddîn Sâmî, Emîrî ile Fahrî’yi
karıtırmı, Fahrî’nin Bostân-ı Hayâl ile Letâif-nâme isimli eserlerini Emîrî’ye
nisbet etmitir. Yine burada sehven Emîrî’nin Mecâlisü’n-nefâis’i, Mecâlisü’nnefâis ismiyle Çaatay Türkçesinden Farsçaya tercüme ettiini belirtmitir
(Sâmî 1996, c. 2).
122
123
124
Alî îr Nevâî yazdıı bir risâle ile, üstadı ve yakın dostu olan ve devrinin önde gelen edebiyatçı,
bestekâr, tabib ve sofisi Pehlevân Muhammed’i, bütün yönleriyle ustalıkla tanıtmıtır. Bak. Eraslan,
1980.
Alî îr Nevâî, Mecâlisü’n-nefâis, (Tayörlovçi: Suyima Ganieva – Mesul Muharrir: Vohid Zohidov),
Özbekistan SSR Fahlar Akademisi, Takent 1961.
Alî îr Nevâyî , Mecâlisü’n-nefâyis, (Hazırlayanlar: Hüseyin Ayan – Kemal Yavuz-Efrasiyap
Gemalmaz-Recep Toparlı-Gönül Ayan -Yavuz Akpınar), Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Yayını No: 2, Aratırma Serisi No: 2, Erzurum 1995.
Alî-îr Nevâyî, Mecâlisü’n-nefâyis I (Giri ve Metin), II (Çeviri ve Notlar), (Hzr. Kemal Eraslan),
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2001.
*
*
153
153
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
Fahrî-i Herâtî, Mecâlisü’n-nefâis’in Farsçaya ilk tercümesi olan eserine,
Letâif-nâme ismini verdiini, eserinin mukaddimesinde belirtmektedir (Alî îr
Nevâî 1323).
Letâif-nâme, bir önsöz ve dokuz tabaka ile hâtimeden
olumaktadır. Fahrî-i Herâtî, eserinin her tabakasına meclis ismini vermitir.
Tezkirenin önsözünde eserin yazılıı hakkında yeterli bilgi mevcuttur. Bu
bölümde Heratî, Türkçe bilmeyen bazı büyük kimselerin, Türkçenin letafetinden
ve güzelliinden haberdar olmamaları sebebiyle üzüldüünü dile getirdikten
sonra, Türkçenin güzellii üzerindeki perdeyi kaldırmayı uygun gördüünü ve
bu eserini oluturduunu kaydetmektedir (Alî îr Nevâî 1323).
Fahrî-i Herâtî, bu eserini Ebu’l-muzaffer âh smâ’îl bin Haydar, âh
smâ’îl’in olu Ebu’n-nasr Mîrzâ ve Horasan emiri Durmu Han adına 928/1521
tarihinde yazmı, Horasan veziri Hvâce Habîbullâh’a takdim etmitir (Alî îr
Nevâî 1323 [Mukaddime]).
Fahrî-i Herâtî’nin Letâif-nâme’sindeki her tabaka u kategori altında
toplanmaktadır (Bu tabakalarda yer alan âirler için bak. âirler Listesi):
Meclis-i Evvel: [Alî îr Nevâî’nin] zamanlarının sonuna yetitii, ancak
kendilerini tanıma mutluluuna eriemedii âirler. 42 kiiden olumaktadır.
Tabakanın birinci âiri Emîr Kâsım Envâr, sonuncu âiri Emîr âhî’dir.
Meclis-i Devvum: [Alî îr Nevâî’nin] bazılarıyla küçüklüünde tanıtıı,
bazılarıyla ise sohbet ettii âirler. Bu âirlerin hepsi eserin yazılmaya balandıı
tarih olan 890/1485 tarihinden önce ölmülerdir. 89 kiiden olumaktadır.
Tabakanın birinci âiri Mevlânâ erefuddîn Alî-i Yezdî, sonuncu âiri Emîr
Hüseyn-i Erdeîr’dir.
Meclis-i Sevvum: [Alî îr Nevâî’nin] zamanındaki büyük kiiler. [Nevâî]
bunların bazılarıyla tanımı, bazılarıyla da dostluk kurmutur. 138 kiiden
olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Mevlânâ Nûreddîn Abdurrahmân-ı Câmî,
sonuncu âiri Mevlânâ Zâtî’dir.
Meclis-i Çihârum: Dönemin tanınmı fâzıl kiilerini ihtiva eder. Bunların
iirleri mehur deildir. 52 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri
Pehlevân Muhammed Ketîgîr, sonuncu âiri Hvâce Fasîhuddîn’dir.
Meclis-i Pencum: Horasan ’ın ve baka yerlerin “mîrzâdeleri” ve “sâyir
azâdeleri”. 19 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Emîr Devletâh,
sonuncu âiri Sâkî’dir.
Meclis-i eum: Horasan ’ın dıındaki yerlerde yaayan ulular. Bunların
iirleri güzel olup divanları vardır. 28 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci
âiri Emîr Ahmed Hâcî Big, sonuncu âiri Seyyid ‘mâd’dır.
Meclis-i Heftum: Sultânlar ve ehzâdeler. Bunlardan bazıları güzel iir
okurlar, bazıları da iire iltifat ederler. 16 kiiden olumaktadır. Tabakanın
birinci âiri Timur-ı Gürgân, sonuncu âiri Ferîdûn Hüseyn Mîrzâ’dır.
Meclis-i Hetum: Sekizinci tabakayı sadece Hüseyin Baykara tekil
etmektedir.
Meclis-i Nohum: Bu tabakada Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’inde
*
*
*
*
*
*
154
154
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
zikretmedii âirlere yer verilmitir. Heratî, bu tabakayı dokuz ‘kısm’a
ayırmıtır:
Kısm-ı Evvel: Bu bölümde sadece Alî îr Nevâî’ye yer verilmitir.
Kısm-ı Devvum: Sâdât-ı izâm. 13 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci
âiri Mîr Abdülbâkî, sonuncu âiri Mîr Hâim’dir.
Kısm-ı Sevvum: slâm âlimleri. 26 kiiden olumaktadır. Bu bölümün
birinci âiri Mevlânâ Nizâmüddîn, sonuncu âiri Mollâ Alî Feyzî’dir.
Kısm-ı Çihârum: Fâzıl kimseler. 8 kiiden olumaktadır. Bu bölümün
birinci âiri Mollâ Hasan Alî, sonuncu âiri Hâfız Penâhî’dir.
Kısm-ı Pencum: Sanatkârlar. 9 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci
âiri Mollâ Sultân Muhammed Handân, sonuncu âiri Mollâ Emânü’llâh’tır.
Kısm-ı eum: Dier kimseler. 118 kiiden olumaktadır. Bu bölümün
birinci âiri Mollâ Abdussamed, sonuncu âiri Mollâ Kâsım Gamze’dir.
Kısm-ı Heftum: Vezirler. 3 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri
Hvâce Mîrek, sonuncu âiri Mîrzâ Kâsım’dır.
Kısm-ı Hetum: Emirler. 10 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri
Mîrzâ Mukîm Keyhüsrevî, sonuncu âiri Emîr Sultân Velî’dir.
Kısm-ı Nohum: Sultanlar. 7 kiiden olumaktadır. Bu bölümün birinci âiri
Sultân Mahmûd Mîrzâ, sonuncu âiri Hümâyûn Mîrzâ’dır.
Herâtî, eserinin ‘Hâtime’ kısmını Mîrzâ âh Hüseyin adına ayırmı ve onun
ismiyle eserini tamamlamıtır.
Ali Asgar Hikmet, Herâtî’nin tercümesinin üslûbunun Kazvînî’ninkine
nazaran daha fasih ve akıcı olduunu kaydeder (Alî îr Nevâî 1323
[Mukaddime]).
*
*
Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi
Mecâlisü’n-nefâis, Farsçaya ikinci olarak Muhammed-i Kazvînî tarafından
tercüme yapılmıtır. Muhammed-i Kazvînî, Acem olup Kazvin’de dodu.
Celâleddîn Devvânî’den dersler aldı. Özellikle tıp alanında mehur oldu.
Medine’ye gitti. Burada yazdıı tıpla ilgili bir kitabı Sultân II. Bâyezîd’e
gönderdi. Mısır’a gitti ve orada Kansugavri hizmetinde bulundu. Sultân II.
Bâyezîd’in nikris hastalıını tedavi için daveti üzerine stanbul’a geldi. Sarayda
büyük itibar gördü. Bunu çekemeyenlerin, “Sultân Selîm ile ittifak etmitir.”
diye nifak etmeleri üzerine itibarını kaybetti, ancak Yavuz Sultân Selîm devrinde
yeniden himaye gördü. Onun ölümünden hemen sonra vefat etti (Kartal 1999a;
Kurnaz 1999).
Kazvînî’nin tercümesi hakkında eski kaynaklarda fazla bir malumat yoktur.
Kâtib Çelebi, Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis’i Türkçeye tercüme ettiini ve
ondan sonra gelen âirleri ise eserine eklediini kaydetmektedir (Kâtib Çelebi
trhs.). Oysa Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâis’i Türkçeye deil Farsçaya tercüme
etmitir. Burada tahminimize göre istinsah hatası bulunmaktadır. Mecdî ise,
155
155
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
Kazvînî’nin Alî îr Nevâî zamanından sonra, Acem diyarından Anadolu ’ya
gelen âirleri bir araya getirip baka bir tezkire yazdıını kaydetmektedir (Mecdî
1989). Tahminimize göre bahsedilen bu tezkire Mecâlisü’n-nefâis
Tercümesi’dir. Çünkü Kazvînî, bu tercümesinde yer yer Anadolu’ya gelen
âirlerden de bahsetmi ve bizzat Anadolu’ya geldiklerini kaydetmitir.
Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi, bir önsöz ve sekiz tabakadan
olumaktadır. Kazvînî, eserinin her tabakasına bihit ismini vermitir. Tezkirenin
önsözünde eserin yazılıı hakkında yeterli bilgi mevcuttur. Kazvînî, eserinin
mukaddimesinde, bu eserinin Hüseyin Baykara’nın yaadıı dönemdeki fâzıl
âirlerden kemal erbabının hallerini içeren Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis
isimli tezkiresinin tercümesi olduunu belirtir. Bunun ardından Mecâlisü’nnefâis’te yer alan iirlerin ekserisinin Farsça olmasına ramen zikredilen
âirlerin hallerinin Tatar Türkçesi ile yazıldıını, oysa herkesin Tatar Türkçesi
bilmediini, bunun için bazı kimselerin bu eserden büyük hazzı ve yeterli nasibi
olmadıını, bundan dolayı onun tercümesini Farsça yaptıını ifade eder. Daha
sonra Farsların da ondan haz alıp nasiplenmesini salamak ve iirler ile âirlerin
hallerinin aynı dilde olması için Farsçaya tercüme ettiini söyler. Böylece
kendisine hayır duada bulunulacaını umduunu da dile getirir (Alî îr Nevâî
1323).
Kazvînî, eserini stanbul’da 927/1521’de yazmaya balamı, 929/1523’te
tamamlamıtır. Nitekim eserine 927/1521 yılında baladıını eserinin
mukaddimesi ile ekledii kısımlarda mükerrer olarak belirtmitir (bak. s. 182,
289, 297). Eser, 928/1522 yılında ise, yazılmaya devam edilmektedir (bak. s.
359). Eserin 929/1523 yılında tamamlandıını eserinin sonunda yazdıı tarih
beytiyle belirtmitir (bak. s. 409).
*
*
Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi’ndeki her tabaka u kategori
altında toplanmaktadır (Bu tabakalarda yer alan âirler için bak. âirler Listesi):
Bihit-i Evvel: Alî îr Nevâî’nin sohbetlerine eriemedii âirler. 40 kiiden
olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Emîr Kâsım Envâr, sonuncu âiri Emîr
âhî’dir.
Bihit-i Devvum: Alî îr Nevâî’nin bazılarıyla küçüklüünde tanıtıı,
bazılarıyla ise sohbet ettii âirler. 89 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci
âiri Mevlânâ erefuddîn Ali, sonuncu âiri Seyyid Hasan-ı Erdeîr’dir.
Bihit-i Sevvum: Alî îr Nevâî’nin zamanındaki büyük kiiler. Nevâî,
bunlarla sohbet etmitir. Ayrıca onların tavırları ile tarzlarını da beenmektedir.
122 kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Mevlânâ Nûreddîn
Abdurrahmân-ı Câmî, sonuncu âiri Pehlevân Kâtib’dir.
Bihit-i Çihârum: Dönemin iir de söyleyen tanınmı fâzıl kiilerini ihtiva
eder. Bunların iirleri mehur deildir. 52 kiiden olumaktadır. Tabakanın
birinci âiri Pehlevân Muhammed, sonuncu âiri Hvâce Fasîhuddîn’dir.
Bihit-i Pencum: Horasan ’ın “emîrzâdeleri”. 18 kiiden olumaktadır.
*
*
*
156
156
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Tabakanın birinci âiri Emîr Devletâh bin Fîrûz âh, sonuncu âiri Melik Sâkî
Big’dir.
Bihit-i eum: Horasan dıındaki yerlerde yaayan ve iirleri Horasan’a
ulaan ulular. Bunların iirleri Horasan halkı tarafından beenilmektedir. 69
kiiden olumaktadır. Tabakanın birinci âiri Ahmed Hâcî Big, sonuncu âiri
Seyyid ‘mâduddîn’dir.
Bihit-i Heftum: Sultânlar ve ehzâdeler. Bunlardan bazıları güzel iir
okurlar, bazıları da güzel iir söylerler. 10 kiiden olumaktadır. Tabakanın
birinci âiri Sultân Timur Hân, sonuncu âiri Sultân Hüseyn Mîrzâ’dır.
Bihit-i Hetum: Kazvînî, sekizinci tabakayı iki ravzaya ayırmıtır:
Ravza-i Evvel: Yavuz Sultân Selîm Han’dan önce yaayan âirler. 69
kiiden olumaktadır. Ravza’nın birinci âiri eyh Ebû Sa‘îd Fazl bn Ebi’l-hayr,
sonuncu âiri Mîr Alî îr’dir.
Ravza-i Devvum: Yavuz Sultân Selîm Han ve O’nun dönemindeki dier
âirler. 82 kiiden olumaktadır. Ravza’nın ilk âiri Sultân Selîm âh, sonuncu
âiri Emînî’dir.
Kazvînî, sekizinci tabakanın birinci ravzasını yazarken bazı âirleri,
Câmî’nin Bahâristân isimli eserinin yedinci ravzasında geçen âirlerden almıtır.
Bu âirleri yazarken Bahâristân’daki sıraya uymamı, ekseriyetle takdim-tehir
suretinde almı, bazı âirleri ise çıkarıp eserine dahil etmemitir. âirlerin
hayatıyla ilgili kısımları alırken bazen ufak tasarruflarda bulunmu, iirlere ise
aynen yer vermitir. Kazvînî’nin Bahâristân’dan eserine aldıı âirler unlardır:
125
Hakîm Erzakî Efdaluddîn-i Herevî [Ezrakî-i Herevî] (s. 325-6, 95-6)126,
Hakanî [Efdaluddîn Hakanî-i îrvânî] (s. 331-3, 101-2), Fahr-i Gürgânî [Fahr-i
Cürcânî] (s. 333, 102), Hvâcû Kirmân (s. 333, 106-7), Dakîkî (s. 334-5, 91-2),
Ammâre-i Mervîzî [Ammâre] (s. 335, 92), Rûdekî (s. 336-7, 90-1), eyh Sa‘dî
Muslihuddîn bin erefuddîn-i îrâzî [eyh Sa‘dî-i îrâzî] (s. 337-8, 105),
Zahîruddîn-i Fâryâbî (339-1, 102-3), Unsurî (s. 341-2, 92-3), Abdulvâsi‘-i
Cebelî (s. 342-3, 97), Firdevsî (s. 343-5, 93-5), Ferruhî (s. 345-6, 93), Emîr
Mu‘izzî (s. 346-7, 96), Sâbir [Edîb Sâbir] (s. 347-8, 97), Nâsır-ı Hüsrev (s. 3489, 95), Reîdüddîn Vatvât (s. 349, 99), Sûzenî (s. 351-2, 99-100), eyh Nizâmî
[Nizâmî] (s. 352-3, 103-4), Selmân-ı Sâvecî (s. 353-4, 104), Muhammed ‘Assâr
(s. 354, 105), Hâfız-ı îrâzî (s. 354-5, 105), eyh Kemâl-i Hucendî [Kemâl
smâîl] (s. 355-6, 105-6), Hüsrev-i Dihlevî (s. 356-7, 106), Hasan-ı Dihlevî (s.
357, 106), Mîr Alî îr [Mîr Nevâyî] (s. 357-8, 108-9).
*
*
125
126
Köeli parentez içindeki isim Bahâristân’da geçen eklini göstermektedir.
Parentez içersindeki sayfa numaralarının birincisi Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi’ne
(bak. Alî îr Nevâî 1323), ikincisi ise Câmî’nin Bahâristân’ına (bak. Câmî 1371) aittir.
157
157
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES
AHMET KARTAL
Sekizinci tabakanın ikinci ravzası ise, bu eserin en önemli bölümüdür.
Çünkü bu bölüm, sadece bu kitaba özel bedii konuları ve mergup malumatları
ihtiva etmektedir. Ayrıca bu bölümde, dier tezkirelerde bulunmayan nadir
konular da yer almaktadır. Bu durum, burada tanıtılan kiilerin müellif ile muasır
olmalarından kaynaklanmaktadır (Alî îr Nevâî 1323 [Mukaddime]).
Kazvînî’nin eserinin üslûbunda Herâtî’nin tercümesindeki fesahat ve
akıcılık yoktur. Kazvînî, bulunduu muhitin tesiriyle, eserinde kaba secilere ve
külfetli cinaslara yer vermitir. Buna ramen sade ve akıcı olan eserde, kapalı
terkipler ile alıılmamı sözlere de rastlanılmaktadır (Alî îr Nevâî 1323
[Mukaddime]).
Mecâlisü’n-nefâis ile Herâtî ve Kazvînî’nin
Tercümelerinin Karılatırılması
Mecâlisü’n-nefâis’in Letâif-nâme ile Karılatırılması
Fahrî-i Herâtî’nin, Letâif-nâme ismini verdii tercümesi, bir ‘mukaddime’
ve dokuz ‘tabaka’ ile ‘hâtime’den olumaktadır. Fahrî-i Herâtî, Nevâî gibi
eserinin her tabakasına meclis ismini vermi, tabakaları isimlendirirken Farsça
sayıları kullanmayı tercih etmitir. Ayrıca eserine ‘dokuzuncu meclis’ ile
‘hâtime’ bölümünü ilâve etmitir. Herâtî, ‘dokuzuncu meclis’i eklemesinin
sebebini eserinin mukaddimesinde, Türklerin âdetince hediyelerin dokuz
sayısıyla mehur olduunu, Mecâlisü’n-nefâis’in sekiz meclis ile olutuu için
ne olabileceini yani sekizi dokuza çıkarmak için ne yapmak gerektiini çokça
düündükten sonra, Alî îr Nevâî’yi âirler zümresine gösterdii son derece
iltifat ve yardımdan dolayı ayrı bir bölümde deerlendirmeyi, bu zamanda nazmı
mânâ süsüyle süslemi olan âirler zümresini ise onun arkasından anlatmayı
uygun gördüünü, böylece sekizi dokuza çıkardıını ifade ederek açıklamıtır
(Alî îr Nevâî 1323). Herâtî, Nevâî’nin her tabaka baında o tabaka için getirdii
Türkçe açıklamayı Farsça olarak vermi, her tabaka sonunda yer alan Türkçe
‘tetimme’leri ise çıkartmıtır. Herâtî, eserini olutururken, Nevâî’nin eserine
yazmı olduu ‘mukaddime’yi tercüme etmemi, kendisi yeni bir ‘mukaddime’
yazmıtır. Herâtî, ‘meclis’ ismini verdii tabakaları olutururken Nevâî’deki
tertibe sadık kalmı ve ondaki düzene göre tercüme etmitir. Nevâî’den tercüme
ettii tabakalarda, bazen bir kısım âirleri çıkarmı bazen de yeni âirler
eklemitir (Bak. âirler Listesi). Mecâlisü’n-nefâis’te yer alan tabakalarda geçen
âirleri eserine alırken, çounlukla tabakada geçtii sıraya uygun, bazen de
takdim-tehir ederek almıtır (Bak. âirler Listesi). Herâtî, Mecâlisü’n-nefâis’te
geçen âirlerin bir kısmının isimlerini eserinde deiik olarak vermi, bir
kısmının ise isimlerini zikretmemitir (Bak. âirler Listesi). Herâtî, eserine
aldıı âirler hakkında bilgi verirken, ekseriyetle Nevâî’ye sadık kalmı, O’nun
*
*
158
158
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
üslûbunu korumaya gayret göstermitir. Bunun yanında bazen âirin hayatı
hakkında Nevâî’de olmayan bazı bilgiler ilâve etmi, bazen Nevâî’nin verdii
bazı bilgileri çıkartmı, bazen de çeitli latifeler eklemitir. Nevâî, tezkiresine
aldıı âirlerin ekseriyetle tek beytini veya matlaını örnek olarak almıtır. Herâtî,
bazen Nevâî gibi davranmı, bazen yeni beyit veya matla’ eklemi, bazen de bir
gazel örnek olarak vermitir. Herâtî, Türkçe beyit de eklemitir. Meselâ Herâtî,
Nergisî’nin Nevâî’nin zikretmedii Türkçe bir matlaını eserine ilâve etmitir (s.
66). Ayrıca Nevâî’den farklı olarak bazı âirlerin ölüm tarihlerini de belirtmitir.
Herâtî, eserinin sonuna Nevâî’de bulunmayan ‘hâtime’ eklemitir. Herâtî,
eserinin ‘hâtime’ kısmını Mîrzâ âh Hüseyin adına ayırmı ve onun ismiyle
eserini tamamlamıtır.
Herâtî, Nevâî’nin bir âir hakkında verdii bilgi veya yargıyı bazen
reddetmi bazen de kabul edip desteklemitir. Meselâ, Nevâî, Mevlânâ
Süleymânî hakkında bilgi verirken örnek verdii iki beytin Mevlânâ Hakîm
Tabîb’in ei Mihrî’nin olduunu, ancak iyi kiilerden bunların Süleymânî’ye ait
olduunu iittiini kaydeder (s. 26-7). Herâtî, Nevâî’nin söylediklerini
kaydettikten sonra, bu durumu tahkik ettiini ve beyitlerin Mihrî’ye ait olduu
belirtir ve gazelin tamamını verir (s. 21). Nevâî, Mevlânâ Dervî’in ‘sefih’ ve
‘bed-zebân’ olduunu belirttikten sonra onun cünunluk ve aüfteliini
gördüünü kaydeder (s. 93). Herâtî ise, Nevâî’nin Mevlânâ Dervî’in ‘sefâhet’
ve ‘bed-zeban’lıı hususunda çok ey söylediini, ancak insanların onun u
derviçe söylenmi matlaı ile bunlardan muaf tuttuunu ifade eder (s. 63).
Herâtî, Nevâî’nin Mollâ Yârî hakkında çok efkat gösterdiini (s. 191), bundan
dolayı hata ettiini belirttikten sonra, padiah ve emirlerin mühürlerini taklit edip
kötü emellerine nian yazdıını, bu durum anlaılınca yaptıının cezasını
bulduunu ifade eder (s. 121). Nevâî’nin “Âh kim köyündürdi dâg-ı intizârım
kiçeler” eklinde verdii, Harîmî-i Kalender’in beytinin ikinci mısraının (s. 57),
Herâtî, “Âh kim köyündürdi dâg-ı hicr-i yârım kiçeler” eklinde olursa daha iyi
ve güzel olacaını dile getirmitir (s. 41).
Mecâlisü’n-nefâis’te 461 âir yer alırken, Letâif-nâme’de bu sayının 574
olduu görülmektedir. Bu da Letâif-nâme’nin Mecâlisü’n-nefâis’ten daha geni
olduunu ve birçok âirin ilâve edildiini göstermektedir. Herâtî, Mecâlisü’nnefâis’ten tercüme ettii 8 meclisten 76 âiri çıkartmı, kendisi 2 yeni âir
eklemitir. lâve ettii dokuzuncu mecliste ise Mecâlisü’n-nefâis’te olmayan 189
âire yer vermitir. Mecâlisü’n-nefâis’te yer alan âirlerden 46 tanesinin ya
bizzat Türk olduu belirtilmi ya da Türkçe iir söyledii kaydedilmitir (Bak.
âirler Listesi). Herâtî bu âirlerin 5’ini çıkartmı, 41’ini ise eserine alıp tercüme
etmitir (Bak. âirler Listesi). Ayrıca eserine ekledii ‘dokuzuncu meclis’te
bunların dıında 12 Türk olan veya Türkçe iir söyleyen âire de yer vermitir.
Bunlar unlardır:
Alî îr Nevâyî : Emîr Kiçkine’nin oludur. Hüseyin Baykara ile örenim
görmütür. Türkçe iir söylemede onun gibi baka birisi yoktur. Onu,
*
*
*
*
*
159
159
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
Abdurrahmân-ı Câmî ile e tutarlar. Manzum ve mensur ondört tane Türkçe
eseri vardır. Ayrıca O’nun dördü Türkçe biri Farsça olmak üzere gazellerinden
oluan be Divanı vardır. Türkçe Dîvânlarından birincisi Garâyibu’s-sıgar,
ikincisi Nevâdirü’-ebâb, üçüncüsü Bedâyi’u’l-vasat, dördüncüsü ise
Fevâyidü’l-kiber ismini taımaktadır. Farsça Divanı altı bin beyittir. Onun
Farsça beyitlerini ezberlememi Türk ve Acem’den hiç kimse yoktur (s. 133-6).
Mollâ Mîr Alî: Heratlı’dır. Kâtib zümresindendir. Kendi iirini okumadan
önce tarif edermi. Türkçe ve Farsça iir söylemede yetenei iyidir (s. 148-9).
Mollâ retî: Halebî-i Tanburçı’nın oludur. Türkçe iir söylemede yetenei
kötü deildir (s. 164).
Mollâ Cârûbî: Türk olup Belhli’dir. Divane, kumarbaz ve itibarsız biridir (s.
166).
âh Muhammed Kurçî: Güzel ve ho Türkçe ve Farsça iir söyler (s. 167).
Mollâ Mahremî Mîr ikâr: Türktür. Arzu ve isteine kavuamamı biridir
(s. 169).
Mîrzâ Kâsım: Mîrzâ Bedîuzzamân’ın veziri Hvâce Mîrekî’nin oludur.
Türkçe ve Farsça iir söylemede, muammada, inada ve güzel yazı yazmada
Horasan ’ın yeni yetien kabiliyetli gençlerindendir (s. 170).
Mogol Abdulvehhâb: Tekellüfsüz ve iyi yaratılılı bir gençtir. Güzel ve ho
Türkçe ve Farsça iir söyler (s. 171).
Emîr Rüstem Alî: Emîr Kâsım Alî’nin oludur. Horasan ’ın salahiyeti az
olan emirzadelerindendir (s. 171).
Sultân Mes‘ûd Mîrzâ: Sultân Mahmûd Mîrzâ’nın oludur. Türkçe ve Farsça
Divan tertip etmitir. Türkçe iirlerinde âhî, Farsça iirlerinde ise Ârifî
mahlasını kullanmıtır (s. 173).
Zahîruddîn Muhammed Bâbür Pâdiâh: Ömer eyh Mîrzâ’nın oludur.
Bütün ilimleri iyi bilen Zahîruddîn özellikle mûsikîde baarılıdır. Farsça ve
Türkçe iirleri ho ve güzeldir (s. 174).
Ubeydullâh Han: Sultân Mahmûd ’un olu, eybânî Han’ın ise erkek
kardeinin oludur. Tertip ettii meclislerde halk, köle ve âirler hazır
bulunurmu. Türkçe ve Farsça iir söylemede yetenei iyidir (s. 174).
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mecâlisü’n-nefâis’in Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi ile
Karılatırılması
Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi ise, Nevâî’nin eseri gibi bir
‘mukaddime’ ve sekiz tabakadan olumaktadır. Kazvînî, eserinin her tabakasına
Nevâî’den farklı olarak bihit ismini vermi, tabakaları isimlendirirken ise,
Farsça sayıları tercih etmitir. Kazvînî, Nevâî’nin her tabaka baında o tabaka
için getirdii Türkçe açıklamayı Farsça vermi, her tabaka sonunda yer alan
Türkçe ‘tetimme’leri ise çıkartmıtır. Kazvînî, Nevâî’de geçen ‘sekizinci
meclisi’ çıkartmı, onda geçen Hüseyin Baykara’yı ‘yedinci bihit’in sonuna
*
*
160
160
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
kısaltarak ve Türkçe beyitlerini tamamen kaldırarak ilâve etmitir. Kazvînî,
Nevâî’nin bu bölümde ‘Halvet’ balıı altında verdii Mevlânâ Lutfî ve
Mevlânâ Kabûlî’yi ise çıkartmı ve eserine almamıtır. Kazvînî, tercümesinde
yer alan ‘sekizinci bihit’i kendisi ilâve etmitir. Bu bölümü, iki ‘ravza’ya
ayırmı, ‘birinci ravza’da Yavuz Sultân Selîm Han’dan önce yaayan âirlere,
‘ikinci ravza’da ise, Yavuz Sultân Selîm Han ve O’nun döneminde yer alan
dier âirlere yer vermitir. Kazvînî, eserini olutururken, Nevâî’nin eserine
yazmı olduu ‘mukaddime’yi tercüme etmemi, kendisi yeni bir ‘mukaddime’
yazmıtır. ‘Bihit’ ismini verdii tabakaları olutururken Nevâî’deki tertibe sadık
kalmıtır. Nevâî’den tercüme ettii tabakalarda, bazen bazı âirleri çıkarmı
bazen de yeni âirler eklemitir. Meselâ, ‘bihit-i eum’a Akkoyunlu
Hükümdarı Sultân Yakup zamanında yaayan 40 âir eklemitir (Bak. âirler
Listesi). Nevâî’de geçen âirleri eserine alırken ekseriyetle ondaki tertibe uymu,
bazen takdim-tehir ederek almıtır (Bak. âirler Listesi). Aynı âir olmasına
ramen bazen isimlerini Nevâî’den farklı vermitir (Bak. âirler Listesi). âirler
hakkında bilgi verirken çeitli tasarruflarda bulunmu, bazen âirin hayatı
hakkında Nevâî’de olmayan bilgiler ilâve etmi, bazen de onun verdii bilgileri
kısaltmıtır. Kazvînî, bazen Nevâî’de olmayan bazı âirlerle ilgili latifeler de
anlatmıtır. Ayrıca Nevâî, âirin ekseriyetle tek beytini veya matlaını verirken
Kazvînî bazen tam bir gazelini veya kasidesini örnek olarak almıtır. Ayrıca
Nevâî’den farklı olarak bazı âirlerin ölüm tarihlerini de yazmıtır.
Kazvînî, Nevâî’nin bir âir hakkında verdii bilgi veya yargıyı bazen
reddetmi bazen de kabul edip desteklemitir. Mesela, Nevâî, Mevlânâ
ehîdî’nin ‘aüfte’ ve ‘dîvâne’ kii gibi göründüünü ancak bunun sahte
olduunu söyler (s. 190). Kazvînî ise, Mevlânâ ehîdî ile çok sohbet ettiini ve
onun divaneliine hiç ahit olmadıını kaydeder (s. 296-7). Nevâî, Mevlânâ
Mîrekî’nin ‘ham-tab‘rak’ olduunu söyler (s. 192). Kazvînî ise, her ne kadar
Nevâî’nin onun ‘ham’ olduunu söylese de eserinde örnek verdii beytin onun
‘puhte’ olduunu gösterdiini ifade eder (s. 299).
Mecâlisü’n-nefâis’te 461 âir yer alırken, Kazvînî’nin tercümesinde 549 kii
geçmektedir. Bu da Kazvînî’nin eserine birçok ilâveler yaptıını göstermektedir.
Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâis’ten tercüme ettii 8 meclisten 105 âiri çıkartmı,
kendisi 47 yeni âir eklemitir. lâve ettii ‘sekizinci bihit’te ise Mecâlisü’nnefâis’te olmayan 152 âire yer vermitir. Mecâlisü’n-nefâis’te yer alan
âirlerden 46 tanesi ya bizzat Türk olduu belirtilmi ya da Türkçe iir söyledii
kaydedilmitir (Bak. âirler Listesi). Kazvînî bu âirlerin 13’ünü çıkartmı,
33’ünü ise eserine alıp tercüme etmitir (Bak. âirler Listesi). Kazvînî,
Nevâî’nin eserinde zikrettii âirlerden Anadolu ’ya gelenleri belirtmitir. Ayrıca
eserine ekledii ‘sekizinci bihit’te de Türkistanlı Türk âirler, Anadolulu âirler
ile Anadolu’ya Türkistan ve ran ’dan gelen âirlere de yer vermitir. Bu âirler
metinde geçi sırasına göre unlardır:
*
*
*
*
*
*
*
161
161
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
Mecâlisü’n-nefâis’te Geçip de Anadolu ’ya Geldii Bildirilen âirler
*
Mevlânâ Sâyil127: Cüveynli’dir. Dervi olup az konuan biridir. iir ve
telifatı çoktur. Kazvînî, Anadolu ’da olduunu, kâtipler zümresi arasında yer
aldıını ve sultanın kitabet ulufesi ile geçimini saladıını kaydetmektedir.
Zamanının çounu kendi iirleri ile eserlerini yazarak geçirmitir. Bostân ve
Gülistân’a cevap yazmıtır. Hiciv de söylemitir. Ömrünü oruç tutarak geçirmi,
hayvan eti yememitir. iir söylemeye her zaman hazır ve amadedir (s. 241).
Mâyilî: Mecnûn tabiatlı, ancak iyi biridir. Kazvînî, Yavuz Sultân Selîm
döneminde Anadolu ’da bulunduunu kaydetmektedir. Burada frengi hastalıına
yakalanmıtır. Kazvînî, Hz. Ali ve ailesine muhabbetinin yok olduunun
söylendiini, eer bu doru ise iyi bir kii olmadıını belirtir (s. 248).
Seyyid Hüseyn-i Bâverdî: lim tahsil etmek için Herat’a gitti. Tahsilini
tamamladıktan sonra Mîrzâ Kiçik’in refekatında Mekke’ye gidip Mekke-i
Mükerreme’yi, Mezâr-ı Halîl’i ve dier kutsal mezarları ziyaret etti. Irak , Fars
ve Anadolu ’da bulundu. Oraların mehur âlimleri, bilginleri ve evliyaları ile
sohbet etti ve onlarla yaptıı bu sohbetlerden faydalandı. Ancak kendisine haset
eden kimselerin kınamasına maruz kaldı ve onların ‘dîvâne’ suçlaması ile
karılatı (s. 273).
Mevlânâ Sâ’ilî128: Kur’ludur. Hızlı yazı yazan bir gençtir. Her an iir
söylemeye hazır ve amadedir. Dâima oruç tutar. Hayvan eti yemez, sadece
sultanın ulufesini yerdi. Gülistân’a nazire olarak bir eser yazmıtır. Ancak ondan
baka kimse o eseri yazmamı ve mütalaa etmemitir. Her beyti hece harflerine
göre düzenlenmi bir divan oluturmutur. Fakat bu divan bakalarından
kopyadır yani çalıntıdır. Kazvînî, Sâ’ilî’nin 927/1521 tarihinde Anadolu ’da
bulunduunu kaydetmektedir (s. 289).
Sultân Bedîuzzamân: Zamanının seçkini, güzel ahlâkta esiz, kemal sahibi,
bezm ve rezmin binaziri olan Sultân Bedîuzzamân, cömertlikte de Hâtem-i Tâyî
gibidir. iiri iyi ve ho söyler. 920/1514 tarihinde Yavuz Sultân Selîm Tebriz
tahtını fethedip âh smâ’îl’i hezimete urattıı zaman, Sultân Bedîuzzamân
Mîrzâ’yı Tebriz’den stanbul’a getirmitir. Bedîuzzamân Mîrzâ, stanbul’da
*
*
*
*
*
*
*
127
128
Cüveynli Sâilî ile Kurlu Sâilî farklı âirler olmasına ramen Kazvînî ikisini birbiriyle karıtırmı ve
ikisi için de birbirine benzer ifadeler kullanmıtır.
Kurlu Sâilî ile Cüveynli Sâilî farklı âirler olmasına ramen Kazvînî ikisini birbiriyle karıtırmı ve
ikisi için de birbirine benzer ifadeler kullanmıtır.
162
162
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Yavuz Sultân Selîm’in hizmetinde bulundu. Bir gün Herat tahtının kendisine
miras kalacaı ümidiyle yaadı. Tam umuduna kavuacakken stanbul’da
vebadan öldü (s. 315-6).
Sekizinci Bihit’te Geçen Türkistanlı veya Anadolulu Türk olan ya da
Anadolu ’ya Gelen âirler
*
*
I. Ravza:
eyh Evhaduddîn-i Kirmânî: iirleri mehurdur (s. 318-9).
eyh Celâlüddîn Behâü’l-veled: Belhli’dir. Konya’da vefat ettiinden dolayı
Rûmî diye mehur olmutur. Mesnevî isminde bir eseri ile baka iirleri vardır (s.
321).
Raziyuddîn Baba: Abaka Han zamanında Diyarbakır hâkimi idi. Daha sonra
azledilerek yerine Celâluddîn getirilmitir. iirleri çoktur (s. 338).
Mîr Alî îr: Deeri yüce bir kimsedir. Câmî, âirler zümresi arasında adının
defterin baında yer aldıını söylemitir. iirlerinde Nevâî mahlasını
kullanmıtır. Farsça ve Türkçe iire tam kudreti vardır. Ancak o, daha çok
Türkçe iir söylemeye meyletmitir. Yaklaık otuz bin beyit olan Türkçe
hamsesi mehurdur. Kimse ondan daha iyi ne Türkçe iir söylemi ne de nazım
ve nesir incisi delmitir (s. 357-8).
*
*
*
II. Ravza:
Sultân Selîm âh: Gücü, kuvveti, azameti ve ülkesinin genilii cihanda
görülmemi bir padiahtır. Ayrıca latif ve zarif biridir. Arap ve Acem diyarında
fetihler yapmı, yaptıı fetihler ismine yazılan tarih kitaplarında geni olarak
anlatılmıtır. Farsça ile yazılmı birçok iyi iiri vardır. Türkçe iirleri de güçlü
ve olgundur (s. 359-64).
Mevlânâ Behâuddîn Alî: irazlı’dır. Mahlası Edâ’î’dir. iirde kasdedilen
‘edayı’ çok iyi ifade ettii için bu mahlası almıtır. iraz’ın muteber
kâtiplerinden olup iyi bir hattattır. eh-nâme, Nizâmî ve Hüsrev-i Dihlevî’nin
Hamse’si, Kemâl’in Dîvân’ı gibi eserleri istinsah etmitir. Ayrıca eyh Sa‘dî
gibi çeitli ülkeleri ve yerleri gezip dolamı, oralarda bulunan fazilet ve kemal
sahibi kimselerle sohbet etmi ve onların her birinden bir fazilet kazanmıtır.
Bundan dolayı bünyesinde çeitli faziletler toplanmıtır. 928/1521-2 tarihinde
stanbul’da vebadan ölmütür.
Güzel ve ho mesnevî, gazel ve kaside söylemitir. eh-nâme vezninde
Yavuz Sultân Selîm dönemi tarihini yazmıtır (s. 364-6).
eyh Abdullâh-ı ebusterî: Gülen-i Râz müellifi eyh Mahmûd-ı
ebusterî’nin oludur. “El-veledü sırrı ebîhi (: çocuk babasının sırrıdır)” nin
*
*
*
*
163
163
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
mânâsı onda ortaya çıkmıtır. Çünkü onun ceddinin olgunlukları ve faziletlerinin
nurları onda latif bir ekilde bulunmaktadır. Her ilimde, özellikle riyazette
mahareti vardır.
926/1520 yılında Semerkand’dan Anadolu ’ya geldi. Yavuz Sultân Selîm
ona hürmet ve tazim gösterdi. Her gün için 30 akçe ulufe balandı. Ayrıca her
iki veya üç ay için de 5000 akçe ihsan edildi. eyh Abdullâh-ı ebusterî,
devamlı Yavuz Sultân Selîm’in önünde giderdi. Sultân Selîm ona hürmet eder,
huzurunda ayaa kalkardı.
em‘ u Pervâne isimli mesnevî ile muammanın kaideleri ile ilgili risalesini
Sultân Selîm adına yazmıtır. Güzel ve ho iirleri vardır (s. 366-9).
Mevlânâ emsuddîn-i Berda‘î: Mahlası Hamdî’dir. Halk arasında
Mollâzâde ve Berda‘îzâde diye mehurdur. erh-i Ìsâgocî’ye haiyesi olan
Mevlânâ Muhammed Berda‘î’nin oullarındandır. Mollâzâde de fazilet ve çeitli
ilimlere mâlik bir kiiydi. Tefsîr-i Kâdî, erh-i Hidâye, Hikmet, Mîrek Cengi ve
Âdâb-ı Bahs-i Mes‘ûdî gibi mehur eserlere hâiye yazmıtır.
917/1511-2 tarihinde Horasan ’dan Anadolu ’ya geldi. Yavuz Sultân Selîm
ona hürmet ve tazim göstererek Hâssa Olanlara muallim tayin etti ve çeitli
ihsanlarda bulundu. Güzel ve ho iirler söylemitir (s. 370-7).
Mevlânâ Hazânî: Kâdı Han’ın oullarından Mevlânâ Yahyâ-yı
Semerkandî’nin oludur. 928/1521-2 tarihinde babasıyla Det-i Kıpçak
üzerinden Anadolu ’ya geldi. Buradan Mekke’ye gitti. iir söylemitir (s. 377-8).
Sultân Abdullâh: Buhara sultanlarındandır. Türkçe ve Farsça güzel iirleri
vardır. lmî ve amelî faziletleri bünyesinde toplamıtır (s. 378-9).
Mevlânâ Sedîd Tabîb: Kazvinli’dir. Uzun müddet Edirne’de Hâssa-i
Sultânî-i Osmânî’de tabiplik yapmıtır. “Hezzâl (: zayıflık)” hastalıında uzman
bir tabipti. iir söylemitir (s. 381).
Mevlânâ Habîb: Ho sohbet biridir. Birçok iir ezberindedir. Güzel yazı
yazar, iiri ise iyi söyler. Çinicilikte benzeri yoktur. Kazvînî, hâlâ Anadolu ’da
çinicilikle megul olduunu belirtmektedir (s. 381).
Mevlânâ Basîrî-i Acemî: Mehur bir âirdir. Dünya malına ehemmiyet
vermeyen kanaatkâr biridir. Güzel iir söyler (s. 381-2).
eyh Fethullâh: Fâzıl ve kâmil bir gençtir. eyh Muzaffuriddîn’in oludur.
Annesi tarafından Mevlânâ Celâluddîn-i Devvânî soyundandır. Genç yalarda
hikemî ve er‘î olgunluk ile çeitli faziletler kazanmıtır. iirleri oldukça iyidir.
Bursa’da 929/1522-3 yılında meydana gelen veba salgınında ölmütür (s. 389).
Mevlânâ Fahr-i Halhâlî: eyhlerin büyüklerinden olan Halhâl’ın
çocuklarındandır. iirdeki yetenei iyidir. Anadolu müftüsü Ali Çelebi’nin
olunun sünnetine Farsça manzum tarih söylemitir. Sünnetten bir müddet
sonra, Müftü Ali Çelebi’nin Fâzıl ismindeki olunun vefatına da Farsça manzum
tarih demitir (s. 391-2).
Mîr Ayânî: Seyyiddir. Derici mesleine mensuptur. Bir zaman kalenderlik
yapmı, bir zaman da Anadolu ’da bulunmutur. Yahudiler mahallesinde
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
164
164
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
oturmutur. Ho görünülü bir yahudi çocuu devamlı onun hizmetinde
bulunurmu. O çocuk, onun sohbetinden dolayı müslüman olmu. Bundan dolayı
ona “Seyyid-i Yehûdân (: Yahudilerin efendisi)” denmitir. Fazıl bir kimse olup
irticâlen iir söylemeye muktedirdir (s. 392).
Mevlânâ Fethullâh-i Kâtib: Kâtibler zümresi içerisinde esizdir. Bütün yazı
çeitlerini gayet ho ve güzel yazar. Ho sohbet birisidir. iirlerinin çou üstad
kiilerin ezberindedir. Yavuz Sultân Selîm onu, Tebriz’den stanbul’a
getirtmitir. Kazvînî, orada âh smâ’îl’in imdi ise Yavuz Sultân Selîm’in
kâtibi olduununu kaydeder (s. 393).
Mevlânâ Muhammed Mezheb-i Kirmânî: Gençlik yıllarında güzellik ve iyi
huy ile ahlâkta benzersizdi. Hüsn-i hatta ve tezhip sanatında mehurdur.
Güzellikte Yûsuf, tezhipte ise ikinci Mânî idi. Güzel ve ho iirler söylemitir.
stanbul’da vebadan on gün içersinde babası ve erkek kardei ile birlikte
ölmütür (s. 400).
Mevlânâ Ferruhî: lim ve fazilet sahibi biridir. iir ve âirlikte mahir olup
iirin her türünü söylemeye muktedirdir. stanbul’da ilk defa bir mısraı Sultân
Süleymân’ın tahta oturuuna, bir mısraı Belgrat kalesinin fethine tarih düülen
esiz ve gönül alıcı bir kaside söylemitir (s. 404-5).
Emînî: Fakir, miskin-sıfat ve düzgün yaratılılı biridir. Dâima gazel
söyleyen Emînî’nin kaside de söyledii görülmektedir.
Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi’nin bitimine doru Emînî-i
Semerkandî129’nin Mekke’den Anadolu ’ya geldiini, her mısraı Kânûnî Sultân
Süleymân’ın cülusuna tarih olan bir kaside yazdıını bildirmektedir. Kazvînî bu
kasideyi eserine almıtır. Kazvînî, ayrıca bu kasidenin brâhîm Paa’nın vezareti
sırasında ona iletildiini, brâhîm Paa’nın Emînî’ye üç bin akçe ulatırdıını,
Emînî’nin bu para ile ticarete baladıını, ticaret maksadıyla çeitli yolculuklara
çıktıını da kaydetmektedir (s. 406).
*
*
*
*
Örnek Metinler
I. Baba Sevdâ’î (Alî îr Nevâî 1961):
Bâverddindür. Evvel Hâverî tahallus kılur irdi. Gayb ‘âlemdin anga cezbe
yitti kim ‘aklı zâyil bolup ildin çıkıp ba ayag yalang dîvâneler dik tag u detde
kizer irdi. Öz hâliga kilip il arasıga kirgendin songra Sevdâ’î tahallus kıldı.
Baysungur Mîrzâ atıga kasâyidi bar. Gazelni dagı nev‘î aytıpdur. Bu matla‘
anıngdur kim:
129
Emînî için kullanılan Semerkandî nisbesinden onun Semerkandlı olduu anlaılmaktadır.
165
165
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES
AHMET KARTAL
‘Ömri siksendin ötti ve kabri Bâverdning Sükkân atlıg kentisedür. ki garîb ogul
yâdgâr koyup bardı.
Herâtî (Alî îr Nevâî 1323):
()
:..
.(853)
130
(?)
Kazvînî (Alî îr Nevâî 1323):
:
:
“”]
130
Bâverdli’dir. lk önce Hâverî mahlasını kullanmıtır. Gayb âleminden ona cezbe ulaınca, halk
arasından çıkarak da ve çölde gezip dolatı. Önceki haline tekrar dönünce yeniden halk arasına
girdi ve Sevdâ’î mahlasını kullandı. Baysungur adına söylenmi birçok kasidesi vardır. Gazel de
söylemitir. u matla’ onundur:
Benin anber, yanaın gül, ayva tüylerin reyhandır. Azın gonca, diin inci ve dudaın mercandır.
Seksen yıldan fazla yaamıtır.853 yılında vefat etti. Kabri Bâverd’in Sükkân köyündedir. ki garip
oul bırakmıtır.
166
166
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
:
131
[
II. Mevlânâ Kemâlî (Alî îr Nevâî 1961):
*
Belhdindür. Kûh-ı Sâfda bolur irdi. Türkî-gûydur. Anıng hem nazmı hem ol
nevâhîde halâyık arasıda hâlî ez-öhret imes irdi. Bu matla‘ anıngdur kim:
rning kavlidür ney-eker iy cân bili baglık
Gül dagı yüzüng bendesidür tonı yamaglık
Kabri Kûh-ı Sâfdadur.
Herâtî (Alî îr Nevâî 1323):
:
132
Kazvînî (Alî îr Nevâî, 1323):
131
lk önce Hâverî mahlasını kullandı. Meczup olup dada ve çölde çıplak ayak gezdi. Meczupluktan
kurtulup tekrar aklı baına gelince, mahallesinin çocukları ona ‘Sevdâ’î’ dedikleri için Sevdâ’î
mahlasını aldı. Sultân Baysungur Mîrzâ’nın methi hakkında söylenmi birçok ho ve güzel kasidesi
vardır. u matla’ beyti onun bir kasidesindendir:
Benin anber, yanaın gül, ayva tüylerin reyhandır. Azın gonca, diin inci ve dudaın mercandır.
Mevlânâ Sevdâ’î seksen yıl yaamıtır.
Söylerler ki, Mîrzâ Baysungur’un âıkı idi. Bir gün Mîrzâ’yla evinin çatısında oturmutu. Mîrzâ
ona: eer beni seviyorsan çatıdan aaıya atla ve benim dostluumda canını ver dedi. Mevlânâ o an
sıçradı, hızlıca kotu ve çatının kenarında durdu ve: Biz seni buraya kadar seviyoruz, o kadar dedi.
Mîrzâ bundan çok holandı; güldü ve ona: Onu bırakmam için eer bir aybımı görürsen beni ikaz et
dedi. Mevlânâ Sevdâ’î, senin tembellikten baka bir aybın yoktur dedi. Mîrzâ, Sevdâ’î’ye ne çeit
tembelliim var diye sordu. Mevlânâ Sevdâ’î, Mîrzâ’ya söyleyecein bir kelime ile beni zengin
etmee kadirsin ve o kelimeyi tembellikten dolayı söylemiyorsun. Eer bana bin kırmızı ‘tonuke’
vermelerini söyleseydin ben zengin olurdum dedi. Mîrzâ, Mevlânâ Sevdâ’î’nin bu sözlerine güldü
ve ona bin kırmızı ‘tonuke’ verdi.
Kûh-ı Sâf’tan idi. Türkçe iir söylemektedir. iirinin, o bölge halkı arasında öhreti vardır. Bu
Türkçe matla‘ onundur:
rning kavlidür ney-eker iy cân bili baglık
Gül dagı yüzüng bendesidür tonı yamaglık
*
*
132
*
167
167
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
AHMET KARTAL SML TEZKRES
:
133
Mâverâü’n-nehrdindür. Semerkand ehli anga köp mu‘tekiddürler ve be-gâyet
ta‘rîfin kılurlar. Ammâ fakîr, Semerkand’da irkende mu‘arrifleridin her niçe
tefahhus kıldım kim anıng netâyic-i tab‘ıdın birer nîme anglayın. Ta‘rîf kılganlarıça
nîme zâhir bolmadı.
Barçadın kalsalar sözleri budur kim Mevlânâ Lutfîning barça yahı i‘rleri anıngdur
kim ugurlap öz atıga kılupdur. Ol yirlerde bu nev‘ohaı yok. Mezesiz mükâbereler
gâhî vâki‘ bolur. Bari ba‘zısı ta‘rîf kılıp kim okurlar. Bu matla‘nı anga isnâd
kılurlar kim:
*
Ni nâz bu ni îvedür ey câdû közlük ûh-ı eng
Kebk-i derî tâvûsda yok elbette bu reftâr u reng
Kabri hem ol sarıdur.
Herâtî (Alî îr Nevâî 1323):
:
134
133
Belhli’dir. Türkçe iir söyler. Onun iiri Belh nahiyelerinde mehurdur. Kûh-ı Sâf’ta meskundur. Bu
matla‘ onundur: Matla
rning kavlidür ney-eker iy cân bili baglık
Gül dagı yüzüng bendesidür tonı yamaglık
Mâveraunnehir’dendir. Semerkand halkı ona çok balıdırlar. Hakkında fazlasıyla bilgi verirler.
Ancak ben Semerkand’da bulunduum zaman her ne kadar aratırdımsa da onun tabiatı yani hayatı
hakkında söyledikleri eye ulaamadım. Semerkand halkının aciz kaldıı sorular karısında verdii
cevap Molla Lutfi’nin bütün güzel beyitlerini ondan aldıı idi. Ancak Maveraunnehir’de bunun gibi
sevimsiz hadiseler çoktur. Bu matlaı Mevlânâ Sekkâkî’ye isnat ederler:
*
134
*
168
168
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Kazvînî (Alî îr Nevâî 1323):
:
135
ÂRLER LSTES
Bu tablodan istifade edilirken u hususlara dikkat edilmelidir:
1. Bu listede “bold” olarak yazılan âir isimleri, bizzat Türk olduu
veya Türkçe iir söyledii belirtilenleri göstermektedir.
2. sminden sonra (*) iareti konulan âirler, aslında aynı kii olup da
isimleri bu tezkirelerde deiik geçen âirlerdir.
3. Takdim-tehir edilerek yazılan âirler dipnotlarla belirtilmitir.
4. simleri zikredilmeyen âirler [ ] içerisinde verilmitir.
5. Anadolu ’ya Anadolu dıından gelen âirler, italik yazı ile
gösterilmitir.
*
*
*
Mecâlisü’n-nefâis136 Tercüme-i Herâtî
(Letâif-nâme)
Kitâb-ı Mecâlisü’n-nefâis
(Mukaddime)
(Mukaddime)
1.
2.
3.
4.
135
136
Tercüme-i Kazvînî
(Mukaddime)
Evvelgı Meclis
Meclis-i Evvel
Bihit-i Evvel
Emîr Kâsım Envâr (s. 5-7)
Mîr Mahdûm (s. 7-8)
Hâfız Sa’d (s. 8)
Hâce Ebu’l-vefâ-yi Hvârizmî
Emîr Kâsım Envâr (s. 6-7)
Mîr Mahdûm (s. 7-8)
Hâfız Sa’d (s. 8)
Hvâce Ebu’l-vefâ (s. 9)
Emîr Kâsım Envâr (s. 183-4)
Mîr Mahdûm (s. 184)
Hâfız Sa’d (s. 184-5)
Hvâce Ebu’l-vefâ (s. 185)
Ni nâz bu ni îvedür ey câdû közlük ûh-ı eng
Kebk-i derî tâvûsda yok elbette bu reftâr u reng
Mâveraunnehir’dendir. Semerkand halkı ona çok balıdırlar. Bu Semerkand halkının beenip
okuduu matlalarındandır:
Ni nâz bu ni îvedür ey câdû közlük ûh-ı eng
Kebk-i derî tâvûsda yok elbette bu reftâr u reng
Kabri Semerkand’dadır.
Parentez içersindeki sayfa numaraları, Mecâlisü’n-nefâis’in Takent baskısına aittir. Bak. Alî îr
Nevâî, 1961.
169
169
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
(s. 8-9)
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
Mevlânâ Hüseyn-i Hvârizmî
(s. 9-10)
eyh Âzerî (s. 10-1)
Mevlânâ Kâtibî (s. 11-3)
Mevlânâ Eref (s. 13)
*
*
*
Hvâce smetullâh (s. 13-4)
Mevlânâ Hayâlî (s. 14)
Mevlânâ Hayâlî (s. 12-3)
Mevlânâ Bisâtî (s. 14-5)
Mevlânâ Bisâtî (s. 13)
Mevlânâ Yahyâ Sibek
Mevlânâ Yahyâ Sibek
(s. 15-6)
(s. 13-4)
Mîr slâm Gazâlî (s. 16)
Emîr slâm Gazâlî (s. 14)
Seyyid Ali Hâimî (s. 17)
Seyyid Hâimî* (s. 14)
Kâdî Muhammed mâmî
Kâdî Muhammed mâmî
(s. 17)
(s. 14)
Mevlânâ Muhammed Âlim
Mevlânâ Muhammed Âlim
(s. 17-8)
(s. 15)
Mevlânâ Kudsî (s. 18)
Mevlânâ Kudsî (s. 15)
Mevlânâ Rûhî Yârzî (s. 18)
Mevlânâ Rûhî Yârzî (s. 15)
Mevlânâ Sâhib-i Belhî (s. 19-20)Mevlânâ Sâhib-i Belhî
(s. 15-6)
Mevlânâ Sîmî (s. 20)
Mevlânâ Sîmî (s. 16-7)
*
*
*
*
*
*
*
*
31.
32.
33.
Mevlânâ Alî Âhî (s. 20-1)
Mevlânâ Alî ihâb (s. 21)
Muhammed Alî-i ugânî
(s. 21)
Mevlânâ Tâli’î (s. 21)
Mevlânâ Tûsî (s. 21)
Baba Sevdâ’î (s. 22-3)
Mevlânâ Zâhidî (s. 23)
Mevlânâ Emîrî (s. 23)
Mevlânâ Bedahî (s. 24)
Mevlânâ Tâlib-i Câcermî
(s. 24)
Mevlânâ Burunduk (s. 24-5)
Mevlânâ Cünûnî (s. 25)
Mevlânâ Ârifî (s. 25)
34.
35.
Mevlânâ Süleymânî (s. 26-7)
Mevlânâ Kadîmî (s. 27)
36.
37.
Mevlânâ Mesîhî (s. 28)
Mevlânâ Hâcî Ebu’l-hasan
(s. 28-9)
Mevlânâ Kutbî (s. 29)
Mevlânâ Na’îmî (s. 29)
Mevlânâ Zeyn (s. 29-30)
Mevlânâ Muhammed-i Câmî
(s. 30)
Mîr âhî (s. 30-1)
Mevlânâ Müterî (s. 32)
Mevlânâ Alî Der-düzd (s. 32)
Mevlânâ Tâli’î (s. 32)
Mevlânâ Muhyî (s. 32)
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
Mevlânâ Hüseyn-i Hvârizmî
(s. 9)
eyh Âzerî (s. 10)
Mevlânâ Kâtibî (s. 10-1)
Mevlânâ eref-i Hıyâbânî*
(s. 11-2)
Hvâce smet* (s. 12)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mevlânâ Alî Âsî* (s. 17)
Mevlânâ Alî ihâb (s. 17)
Mevlânâ Muhammed Alî-i
ugânî (s. 17)
Mevlânâ Tâli’î (s. 17)
Mevlânâ Tûsî (s. 18)
Mevlânâ Sevdâ’î* (s. 18)
Mevlânâ Zâhidî (s. 18)
Mevlânâ Emîrî (s. 18-9)
Mevlânâ Bedahî (s. 19)
Mevlânâ Muhammed Tâlib-i
Câcermî* (s. 19)
Mevlânâ Burunduk (s. 19)
Mevlânâ Cünûnî (s. 19)
Mevlânâ Mahmûd Ârifî*
(s. 20)
Mevlânâ Süleymânî (s. 21)
Mevlânâ Nedîmî (Kadîmî)*
(s. 21-2)
Mevlânâ Mesîhî (s. 22)
Hâcî Ebu’l-hasan (s. 22)
*
*
Mevlânâ Kutbî (s. 22)
Mevlânâ Na’îmî (s. 22-3)
Mevlânâ Zeyn (s. 23)
Mevlânâ Muhammed-i
Câmî (s. 23)
Emîr âhî (s. 23-4)
Yok
Yok
Yok
Yok
170
170
Mevlânâ Hüseyn-i Hvârizmî
(s. 185)
eyh Âzerî (s. 185-6)
Mevlânâ Kâtibî (s. 186-7)
Mevlânâ eref* (s. 187)
Hvâce smet* (s. 187-8)
Mevlânâ Hayâlî (s. 188)
Mevlânâ Bisâtî (s. 188)
Mevlânâ Yahyâ ibek
(s. 188-9)
Mîr slâm* (s. 189)
Seyyid Ali Hâimî (s. 189)
Kâdî Muhammed* (s. 189)
Mevlânâ Muhammed Âlim
(s. 190)
Mevlânâ Kudsî (s. 190)
Mevlânâ Rûhî* (s. 190)
Mevlânâ Sâhib* (s. 190-1)
Mevlânâ Sîmî-i Nîâbûrî*
(s. 191)
Mevlânâ Âhî (s. 191)
Yok
Yok
Mevlânâ Tâli’î (s. 191)
Mevlânâ Tûsî (s. 192)
Mevlânâ Sevdâ’î *(s. 192)
Mevlânâ Zâhid* (s. 193)
Mevlânâ Emîr* (s.193)
Mevlânâ Bedahî (s. 193)
Mevlânâ Tâlib* (s. 193)
Mevlânâ Bâyezîd* (s. 193)
Mevlânâ Cünûnî (s. 194)
Mevlânâ Ârifî (s. 194)
Mevlânâ Süleymânî (s. 194-5)
Mevlânâ Kadîmî (s. 195-6)
Mevlânâ eyhî* (s. 196)
Mevlânâ Hâcî Ebu’l-hasan
(s. 196)
Mevlânâ Kutbî (s. 196)
Mevlânâ Na’îmî (s. 197)
Mevlânâ Zeyn (s. 197)
Mevlânâ Muhammed* (s. 197)
Emîr âhî (s. 197-8)
Yok
Yok
Yok
Yok
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Mecâlisü’n-nefâyisning Evvelgı
Meclisinin tmâmı (s. 32-3)
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
74.
75.
76.
137
138
139
140
141
kinci Meclis
Mevlânâ erefuddîn Alî-i
Yezdî (s. 34-5)
Hvâce Evhad-i Müstevfî
*
(s. 35-6)
Mevlânâ Abdü’l-vehhâb
(s. 36-7)
Hvâce Fazlullâh Ebu’l-leysî
*
Yok
Yok
Meclis-i Devvum
Mevlânâ erefuddîn Alî-i
Yezdî (s. 25-6)
Hvâce Evhad-i Müstevfî
(s. 26)
Mevlânâ Kâdî Abdü’l
-vehhâb-i Mehedî* (s. 26)
Hvâce Fazlullâh Ebu’l-leysî
Bihit-i Devvum
Mevlânâ erefuddîn Ali*
(s. 199-200)
Hvâce Evhad-i Müstevfî
(s. 200-1)
Mevlânâ Abdü’l-vehhâb
(s. 201)
Hvâce Fazlullâh-i Semarkandî*
(s. 37)
(s. 26-7)
(s. 201)
Mevlânâ Ulâ-i âî (s. 37-8)
Mevlânâ Ulâ-i âî (s. 27)
Mevlânâ Ulâ-i âî (s. 201-2)
Mevlânâ Muhammd-iTebâdkânî Mevlânâ Tebâdkânî*
Mevlânâ Muhammed-i Tebâdkânî
(s. 38-9)
(s. 27-8)
(s. 202)
eyh Sadruddîn-i Revâsî (s. 39) eyh Sadruddîn-i Revâsî (s. 28) eyh Sadruddîn-i Revâsî (s. 202)
Mîr Haydar-ı Meczûb (s. 39-40) Mîr Haydar-ı Meczûb (s. 28) Mîr Sadruddîn-i Meczûb* (s.202-3)
Mevlânâ Muhammed-i Arab
Mevlânâ Muhammed-i Arab
Mevlânâ Muhammed-i Arab (203)
(s. 40)
(s. 28-9)
Mîr Müflisî (s. 41)
Mîr Müflisî (s. 29-30)
Mîr Müflisî (s. 203)
Mevlânâ Abdülkahhâr (s. 41) Mevlânâ Abdülkahhâr (s. 30) Mevlânâ Abdülkahhâr (s. 203)
Mevlânâ Abdürrezzâk (s. 42) Mevlânâ Abdürrezzâk (s. 30)
Mevlânâ Abdürrezzâk (s. 203-4)
Mîr Yâdigâr Big (s. 42-3)
Emîr Yâdigâr Big* (s. 30-1)
Mîr Yâdigâr (s. 204)
Mevlânâ Tûtî (s. 43)
Mevlânâ Tûtî (s. 31)
Mevlânâ Tûtî (s. 204)
Mevlânâ Veysî (s. 44)
Mevlânâ Veysî (s. 31)
Mevlânâ Veysî (s. 205)
Mevlânâ Sâgarî (s. 44-5)
Mevlânâ Sâgarî (s. 32)
Mevlânâ Sâgarî (s. 205)
Mevlânâ Fasîh-i Rûmî (s. 45) Mevlânâ Fasîhî-i Rûnî* (s. 32) Mevlânâ Fasîh* (s. 205)
eyh Kemâl-i Türbetî (s. 45-6) eyh Kemâl-i Türbetî (s. 32-3) eyh Kemâl-i Türbetî (s. 205-6)
Dervî Mansûr (s. 46-7)
Dervî Mansûr-ı Sebzvârî*
Dervî Mansûr (s. 206)
(s. 33-4)
Hâfız Alî-i Câmî (s. 47)
Mevlânâ Hâfız Alî-i Câmî*
Mevlânâ Alî-i Câmî* (s. 207)
(s. 34)
Mevlânâ Muhammed
Mevlânâ Muhammed
Mevlânâ Muhammed
Mu’ammâyî (s. 48)
Mu‘ammâ’î (s. 34)
Mu‘ammâ’î (s. 207)
Seyyid Kemâl Keçkûl (s. 48-9) Seyyid Kemâl Keçkûlî* (s. 34-5)Seyyid Kemâl Keçkûl137 (s. 207-8)
Hvâce Mü’eyyed Dîvâne (s. 49) Hvâce Mü’eyyed Dîvâne138
Hvâce Mü’eyyed Dîvâne139
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Hvâce Mü’eyyed Mehne
(s. 49)
Mîr mâd-i Mehedî (s. 49-50)
âh-ı Bedahân (s. 50)
bn-i La‘lî (s. 50)
Mevlânâ Abdüssamed-i
Bedahî (s. 51)
Mevlânâ Yûsuf âh (s. 51)
Hvâce Ebû shâk (s. 51-2)
*
*
(s.35)
Hvâce Mü’eyyed Mehne*140
(s. 35)
Mîr mâd-i Mehedî (s. 35-6)
âh-ı Bedahân (s. 36)
bn-i La‘lî (s. 36)
Mevlânâ Abdüssamed* (s. 36)
Mevlânâ Yûsuf âh (s. 37)
Hvâce Ebû shak (s. 37)
(s.209)
Hvâce Mü’eyyed Mehne*141
(s. 208-9)
Mîr mâd-i Mehedî (s. 209)
âh-ı Bedahân (s. 209)
bn-i La‘lî (s. 209-10)
Mevlânâ Abdüssamed-i
Bedahî (s. 10)
Mevlânâ Yûsuf âh (s. 210)
Hvâce Ebû shak (s. 210)
Metinde ‘Kecke‘al’ eklinde yazılmıtır.
Hvâce Mü’eyyed Dîvâne, Hvâce Mü’eyyed Mehne’den sonra geçmektedir.
Hvâce Mü’eyyed Dîvâne, Hvâce Mü’eyyed Mehne’den sonra geçmektedir.
Hvâce Mü’eyyed Mehne, Hvâce Mü’eyyed Dîvâne’den önce geçmektedir.
Hvâce Mü’eyyed Mehne, Hvâce Mü’eyyed Dîvâne’den önce geçmektedir.
171
171
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
77.
78.
79.
80.
81.
82.
83.
84.
85.
86.
87.
88.
89.
90.
91.
92.
93.
94.
95.
96.
97.
98.
99.
100.
101.
102.
103.
104.
105.
106.
107.
108.
109.
110.
Seyyid Kâzımî (s. 52)
Seyyid Kâzımî (s. 37)
Mevlânâ Muhammed
Mevlânâ Muhammed
Mu‘ammâyî (s. 52-3)
Mu‘ammâ’î (s. 37-8)
Hvâce Hasan Hızır âh (s. 53-4) Hvâce Hızır âh-ı Esterâbâdî*
*
(s. 38)
(s. 211-2)
Mevlânâ Hâcî Nücûmî (s. 54) Mevlânâ Hâcî Nücûmî (s. 38) Mevlânâ Nücûmî* (s. 212)
Hvâce Mes‘ûd-ı Kûmî (s. 54-5) Mevlânâ Mes‘ûd-ı Kumî (s. 38-9)Hvâce Mes‘ûd-ı Kumî (s. 212)
Hâfız Yârî (s. 55)
Hâfız Yârî (s. 39)
Hâfız Yârî (s. 212-3)
Mevlânâ Kanberî (s. 55)
Mevlânâ Kanberî (s. 39)
Mevlânâ Kabrî* (s. 213)
Mevlânâ Hüsrevî (s. 55-6)
Mevlânâ Hüsrevî (s. 39-40)
Mevlânâ Hüsrevî (s. 213)
Mevlânâ Zeynî (s. 56)
Mevlânâ Nâzenînî-i Sebzvârî* Mevlânâ Nâzenînî (s. 213)
(s. 40)
Velî-i Kalender (s. 56-7)
Mevlânâ Velî-i Kalender* (s. 40)Velî-i Kalender (s. 213-4)
Mevlânâ Vâlihî (s. 57)
Mevlânâ Vâlih* (s. 40-1)
Mevlânâ Vâlihî (s. 214)
Harîmî-i Kalender (s. 57)
Mevlânâ Harîmî-i Kalender* Cerîmî-i Kalender* (s. 214)
(s. 41)
Mevlânâ Tarhânî (s. 57-8)
Mevlânâ Tarhânî (s. 41)
Mevlânâ Tarhânî (s. 214)
Mevlânâ Akî (s. 58)
Mevlânâ Âıkî* (s. 41)
Mevlânâ Akî (s. 214)
Mevlânâ Abdulvehhâb (s. 58-9) Mevlânâ Abdulvehhâb-ı
Mevlânâ Abdulvehhâb (s. 214-5)
Esferâyenî* (s. 42)
Hvâce Yûsuf Burhân (s. 59)
Hvâce Yûsuf Burhân (s. 42)
Hvâce Burhân* (215)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mevlânâ Marıkî (s. 59)
Mevlânâ Hevâyî (s. 59-60)
Mevlânâ Kabûlî (s. 60)
Mevlânâ Muhammed Emîn
(s. 60-1)
Mevlânâ Sa‘îdî (s. 61)
Mevlânâ Mîr Argun (s. 61-2)
Mevlânâ Sadr-ı Kâtib (s. 62)
Mevlânâ Ayâzî (s. 62-3)
Mevlânâ Enîsî (s. 63)
Yok
Mevlânâ Muhammed-i
Âmulî (s. 63-4)
Mevlânâ Burûcî (s. 64)
Dervî Nâzikî (s. 64-5)
Mevlânâ Kevserî (s. 65)
Seyyid Müslimî (s. 65)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mevlânâ Nizâm (s. 65-6)
Mevlânâ Yârî (s. 66)
Hvâce Ahmed-i Mücellid
*
*
112.
(s. 66)
Mevlânâ Muhammed-i
Ni‘met-âbâdî (s. 67)
Seyyid Abdulhak (s. 67-8)
113.
114.
115.
116.
117.
118.
Mevlânâ
Mevlânâ
Mevlânâ
Mevlânâ
Mevlânâ
Mevlânâ
111.
142
Seyyid Kâzımî (s. 211)
Mevlânâ Muhammed
Mu‘ammâ‘î (s. 211)
Hvâce Hüseyin Hızır âh*
*
*
*
*
*
*
*
Mîr Karî (s. 68)
Cevherî (s. 68)
Hâverî (s. 68-9)
Halvâyî (s. 69)
Riyâzî (s. 69-70)
Safâyî (s. 70-1)
Mevlânâ Marıkî (s. 42)
Mevlânâ Hevâ’î (s. 42-3)
Mevlânâ Kabûlî (s. 43)
Mevlânâ Muhammed Emîn
(s. 43)
Mevlânâ Sa‘dî* (s. 43-4)
Mevlânâ Mîr Argun* (s. 44)
Mevlânâ Sadr-ı Kâtib (s. 44)
Mevlânâ Ayâzî (s. 44)
Mevlânâ Enîsî (s. 44-5)
Yok
Mevlânâ Muhammed-i
Âmulî (s. 45)
Yok
Dervî Nâzikî (s. 45)
Dervî Kevserî (s. 46)
Seyyid Müslimî-i Esferâyenî*
(s. 46)
Mevlânâ Nizâm (s. 46)
Mevlânâ Yârî (s. 46)
Mevlânâ Muhammed-i
Mücellid (s. 46)
Mevlânâ Muhammed-i
Ni‘met-âbâdî (s. 46)
Seyyid Abdulhak-ı Esterâbâdî*
(s. 47)
Mevlânâ Mîr Karî (s. 47)
Mevlânâ Cevherî (s. 47)
Mevlânâ Hâverî (s. 47)
Mevlânâ Halvâ’î (s. 47-8)
Mevlânâ Riyâzî (s. 48)
Safâ’î (s. 48)
*
Mevlânâ Enîsî’den önce, Seyyid Nakîbî geçmektedir.
*
172
172
Mevlânâ Marıkî (215)
Mevlânâ Hevâ’î (215-6)
Mevlânâ Kabûlî (s. 216)
Mevlânâ Muhammed Emîn
(s. 216)
Mevlânâ Sa‘dî (s. 216-7)
Mîr Argun (s. 217)
Mevlânâ Sadr-ı Kâtib (s. 217)
Mevlânâ Ayâzî (s. 217-8)
Mevlânâ Enîsî142 (s. 218)
Seyyid Nakîbî (s. 218)
Mevlânâ Muhammed-i
Âbelî* (s. 218)
Yok
Dervî Nâzik* (s. 218-9)
Dervî Kevserî (s. 219)
Seyyid Müslimî (s. 219)
Mevlânâ Nizâm (s. 219)
Mevlânâ Yârî (s. 219)
Hvâce Muhammed-i
Mücellid (s. 219-20)
Mevlânâ Muhammed* (s. 220)
Seyyid Abdulhak (s. 220)
Mevlânâ Karî* (s. 220)
Mevlânâ Cevherî (s. 220-1)
Mevlânâ Hâverî (s. 221)
Mevlânâ Halvâ’î (s. 221)
Mevlânâ Riyâzî (s. 221-2)
Yok
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
119.
120.
121.
122.
123.
124.
125.
126.
127.
128.
Mevlânâ Yûsuf (s. 71-2)
Mevlânâ Hâkî (s. 72)
Mevlânâ Lutfî (s. 72-3)
Mevlânâ Yakînî (s. 73-4)
Mevlânâ Atâyî (s. 74)
Mevlânâ Mukîmî (s. 75)
Mevlânâ Kemâlî (s. 75)
Mevlânâ Latîfî (s. 75-6)
Mevlânâ Sekkâkî (s. 76)
Mîrzâ Hâcî Sodî (s. 76-7)
129.
130.
131.
Nûr Sa‘îd Big (s. 77)
Pehlevân Hüseyin (s. 77)
Mevlânâ Sâni‘î (s. 77-8)
Hvâce Müseyyeb (s. 78)
132.
133.
134.
135.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mevlânâ Yûsuf (s. 222)
Mevlânâ Hâkî (s. 222)
Mevlânâ Lutfî (s. 223-4)
Mevlânâ Nakîbî* (s. 224)
Mevlânâ Atâlî* (s. 224)
Yok
Mevlânâ Kemâlî (s. 224)
Mevlânâ Latîfî (s. 225)
Mevlânâ Sigâlî* (s. 225)
Mîrzâ Hâcî Sodî (s. 225)
Sa‘îd Big* (s. 225)
Pehlevân Hüseyin (s. 225-6)
Mevlânâ Sâni‘î (s. 226)
Hvâce Müseyyeb (s. 226)
Mevlânâ Hilâlî* (s. 53)
Mîr Sa‘îd-i Kâbilî* (s. 53)
Mîr Muhammed Alî-i
Kâbilî* (s. 53-4)
Dervî Big (s. 54)
Mîrzâ Big (s. 54)
Emîr Hüseyn-i Erdeîr*
(s. 54-5)
Mîrzâ Alî* (s. 227)
Mîrzâ Big (s. 227)
Seyyid Hasan-ı Erdeîr
(s. 228)
Meclis-i Sevvum
Bihit-i Sevvum
Mevlânâ Nûreddîn
Abdurrahmân-ı Câmî (s. 56)
Emîr eyhim Süheylî
(s. 56-7)
Mevlânâ Seyfî (s. 57-8)
Mevlânâ Nûreddîn
Abdurrahmân-ı Câmî (s. 229-30)
Mîr eyhim Süheylî (s. 230)
141.
Mevlânâ Nûreddîn
Abdurrahmân-ı Câmî (s. 83-4)
Emîr eyhim Süheylî
(s. 84-6)
Mevlânâ Seyfî (s. 86-7)
142.
143.
144.
145.
146.
147.
148.
149.
Mevlânâ Âsafî (s. 87-8)
Mevlânâ Bennâyî (s. 88)
Mevlânâ Kâmî (s. 89)
Mevlânâ Âlim (s. 89-90)
Mevlânâ Hasan âh (s. 90)
Mevlânâ Mazhar144 (s. 90-1)
Mevlânâ âmî (s. 91)
Mevlânâ Abdullâh (s. 91-3)
150.
Mevlânâ Dervî-i Mehedî
(s. 93)
Mevlânâ Hurremî (s. 93-4)
Mevlânâ Kurâza (s. 94)
Seyyid Kutub Lekedenk
(s. 94-5)
Mevlânâ Mukbilî (s. 95)
Dervî Hüsâmî (s. 95)
Mevlânâ Âsafî (s. 58-9)
Mevlânâ Bennâ’î (s. 60)
Mevlânâ Kâmî (s. 60)
Mevlânâ Âlim (s. 60-1)
Mevlânâ Hüseyin âh* (61-2)
Mevlânâ Mutahhar145 (s. 62)
Mevlânâ âmî (s. 62)
Mevlânâ Abdullâh-ı Hâtifî*
(s. 62-3)
Mevlânâ Dervî* (s. 63)
136.
137.
138.
Mevlânâ Bilâl (s. 78)
Mîr Sa‘îd (s. 78-9)
Muhammed Alî (s. 79-80)
Mevlânâ Bedî‘î* (s. 48-9)
Mevlânâ Hâtemî* (s. 49)
Mevlânâ Lutfî (s. 49-50)
Mevlânâ Nakîbî* (s. 50)
Mevlânâ Atâ’î (s. 50)
Mevlânâ Mukîmî (s. 50-1)
Mevlânâ Kemâl* (s. 51)
Mevlânâ Latîfî (s. 51)
Mevlânâ Sekkâkî (s. 51)
Mevlânâ Hâcî Sodî-i
Semerkandî* (s. 51-2)
Nûr Sa‘îd Big (s. 52)
Pehlevân Hüseyin (s. 52)
Mevlânâ Sâni‘î (s. 52)
Hvâce Müseyyeb (s. 52-3)
*
Dervî Big (s. 80)
Mîrzâ Big (s. 80-1)
Seyyid Hasan-ı Erdeîr
(s. 81-2)
kinci Meclisning htitâmı (s. 82)
Üçünci Meclis
139.
140.
151.
152.
153
154.
155.
143
144
145
146
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mevlânâ Hurremî (s. 63)
Seyyid Kurâza* (s. 63-4)
Seyyid Kutub* (s. 64)
Mevlânâ Kabûlî* (s. 64)
Yok
Mevlânâ Mîr Seyyid’den sonra, Mîr Sa‘îd geçmektedir.
Metinde eklinde yazılmıtır.
Mevlânâ Hasan âh hakkında bilgi verilirken geçmektedir.
Mevlânâ Hasan âh hakkında bilgi verilirken geçmektedir.
*
*
*
173
173
Mevlânâ Mîr Seyyid* (s. 226)
Mîr Sa‘îd143 (s. 226)
Muhammed Alî (s. 227)
Mevlânâ Seyfî-i Buhârî
(s. 230-1)
Mevlânâ Âsafî (s. 231-2)
Mevlânâ Bennâ’î (s. 232-3)
Mevlânâ Kâmî (s. 233-4)
Mevlânâ Âlim (s. 234)
Mevlânâ Hasan âh (s. 234-5)
Mevlânâ Mutahhar146 (s. 235)
Mevlânâ âmî (s. 235)
Mevlânâ Abdullâh (s. 235-6)
Mevlânâ Dervî-i Mehedî
(s. 236)
Mevlânâ Hurremî (s. 236)
Seyyid Kurâza (s. 236-7)
Mevlânâ Seyyid Lekedenîk
(s. 237)
Mevlânâ Mukîmî* (s. 237)
Yok
*
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
KARTAL SML TEZKRES
156.
157.
158.
159.
160.
161.
162.
163.
164.
165.
166.
167.
168.
169.
170.
171.
172.
173.
174.
175.
176.
177.
179.
180.
181.
182.
183.
184.
185.
186.
187.
188.
189.
190.
191.
192.
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
Mevlânâ evkî (s. 96)
Mevlânâ Ziyâ (s. 96-7)
Mevlânâ evkî (s. 64)
Mevlânâ evkî (s. 237)
Mevlânâ Ziyâ-i Tebrîzî*
Mevlânâ Ziyâ-i Tebrîzî*
(s. 64-5)
(s. 237-8)
Mevlânâ Halef (s. 97)
Mevlânâ Halef-i Tebrîzî* (s. 65) Mevlânâ Halef-i Tebrîzî* (s. 238)
Mevlânâ Mahvî (s. 97)
Mevlânâ Mahvî (s. 65)
Mevlânâ Mahvî (s. 238)
Mevlânâ Nergis (s. 98)
Mevlânâ Nergis (s. 65-6)
Mevlânâ Nergis (s. 238)
Mevlânâ Sâlimî (s. 98)
Mevlânâ Sâ’ilî* (s. 66)
Mevlânâ Sâlimî (s. 238-9)
Mevlânâ Cennetî (s. 99)
Mevlânâ Cennetî (s. 66)
Mevlânâ Cennetî (s. 239)
Mevlânâ Enverî (s. 99)
Mevlânâ Enverî (s. 66)
Mevlânâ Enverî (s. 239)
Mevlânâ Kâbilî (s. 99)
Mevlânâ Kâbilî (s. 66-7)
Mevlânâ Kâbilî147 (s. 240)
Yok
Yok
Mevlânâ Hamîd (s. 239)
Mevlânâ Sırrî (100)
Mevlânâ Sırrî (s. 67)
Mevlânâ Sırrî148 (s. 240)
Mîr Hâc (s. 100)
Mîr Hâc (s. 67)
Mîr Hâc (s. 240)
Mevlânâ Mânî (s. 100)
Mevlânâ Mânî (s. 67)
Mevlânâ Mânî (s. 240-1)
Mevlânâ Sâyilî (s. 100-1)
Mevlânâ Sâ’ilî (s. 67) +
Mevlânâ Sâyilî (s. 241)
Mevlânâ Selâmî (s. 101)
Mevlânâ Selâmî149 (s. 69)
Yok
150
Mevlânâ Fârigî (s. 101)
Mevlânâ Fârigî (s. 69)
Yok
Mevlânâ Cemîd (s. 101)
Mollâ Cemîd-i Mu‘ammâyî* Yok
(s. 69)
Mevlânâ ihâb (s. 101-2)
Mollâ ihâb*151 (s. 70)
Mevlânâ ihâb152 (s. 239)
Mevlânâ Abdulhak (s. 102)
Yok
Mevlânâ Abdulhak153 (s.239-40)
Mevlânâ Vedâ‘î (s. 102)
Mevlânâ Vedâ‘î154 (s. 67-8)
Mevlânâ Vedâ‘î155 (s. 241)
Mevlânâ Bekâyî (s. 102)
Mevlânâ Bekâ’î156 (s. 68)
Mevlânâ Bekâ’î (s. 241)
Mevlânâ Mürifî (s. 103)
Mevlânâ Mürifî157 (s. 68)
Mevlânâ Mürifî (s. 241-2)
178.
Mevlânâ Asîlî (s. 103)
Mevlânâ Asîlî158 (s. 69)
Mevlânâ Asîlî (s. 242)
Mevlânâ Kevserî (s. 103)
Mevlânâ Kevserî159 (s. 69)
Mevlânâ Kevserî (s. 242)
160
Mevlânâ Hilâlî (s. 103)
Mevlânâ Hilâlî (s. 68-69)
Mevlânâ Hilâlî (s. 242)
Mevlânâ Kabûlî (s. 104)
Mevlâ nâ Kabûlî161 (s. 72)
Mevlânâ Kabûlî (s. 242)
Mevlânâ Ebû Tâhir (s. 104)
Mevlânâ Ebû Tâlib* (s. 70)
Yok
Yok
Mevlânâ [ ] (s. 71-2)
Yok
Mevlânâ Cânî (s. 104)
Mevlânâ Cânî (s. 72)
Mevlânâ Cânî (s. 242-3)
Mevlânâ Âfetî (s. 104-5)
Mevlânâ Âfetî (s. 72)
Mevlânâ Âfetî (s. 243)
Mevlânâ Zülâlî (s. (s. 105)
Mevlânâ Zülâlî (s. 72)
Mevlânâ Zülâlî (s. 243)
Seyyid Nakîbî (s. 105)
Mevlânâ Nakîbî* (s. 72-3)
Yok
Mîr Hâimî (s. 105)
Mevlânâ Hâimî (s. 73)
Mevlânâ Hâimî (s. 243)
Mevlânâ Sâhib (s. 105-6)
Mevlânâ Sâhib (s. 73)
Mevlânâ Sâhib (s. 243-7)
Mevlânâ Mâyilî (s. 106)
Mevlânâ Mâyilî (s. 73)
Mevlânâ Mâyilî (s. 248)
Mevlânâ Kavsî (s. 106)
Mevlânâ Kavsî (s. 73)
Mevlânâ Kavsî (s. 248)
Mevlânâ Hicrî (s. 106)
Yok
Yok
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mevlânâ Hamîd, Mevlânâ ihâb ve Mevlânâ Abdulhak’tan sonra geçmektedir.
Mevlânâ Kâbilî’den sonra geçmektedir.
167. sırada geçmektedir.
168. sırada geçmektedir.
170. sırada geçmektedir.
154. sırada geçmektedir.
155. sırada geçmektedir.
161. sırada geçmektedir.
159. sırada geçmektedir.
162. sırada geçmektedir.
163. sırada geçmektedir.
164. sırada geçmektedir.
165. sırada geçmektedir.
166. sırada geçmektedir.
183. sırada geçmektedir.
*
*
174
174
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
193.
194.
195.
196.
197.
198.
199.
200.
201.
202.
203.
204.
205
206.
207.
208.
209.
210.
211.
212.
213.
214.
215.
216.
217.
218.
219.
220.
221.
222.
223.
224.
225.
226.
227.
228.
229.
230.
231.
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
Mevlânâ Nûrî (s. 107)
Mevlânâ Dâ‘î (s. 107)
Mevlânâ Subhî (s. 107)
Mevlânâ Mecnûn (s. 107)
Mevlânâ Melik (s. 108)
Mevlânâ Celâlüddîn (s. 108)
Hvâce Mûsâ (s. 108)
*
*
*
*
*
*
Mevlânâ Merebî (s. 108-9)
Mevlânâ Vefâyî (s. 109)
Mevlânâ Habîb (s. 109)
Mevlânâ Harîmî (s. 109)
Mevlânâ Kalender (s. 109)
Mevlânâ Kırânî (s. 109-10)
Mevlânâ âdî (s. 110)
Mevlânâ Halîl (s. 110)
Mevlânâ Heybetî (s. 110)
Mevlânâ Fenâyî (s.110)
Mevlânâ Kanberî (s. 110-1)
Seyyid Ârif (s. 111)
Lutfî-i Sânî (s. 111)
Mevlânâ Adîmî (s. 111)
Mevlânâ ebâbî (s. 111)
Mevlânâ Dervî (s. 111-2)
Mevlânâ Ayânî (s. 112)
Mevlânâ Gıyâsuddîn (s. 112)
Seyyid Abdullatîf (s. 112)
Mevlânâ Muhammed (s. 112)
Mevlânâ Fahrî (s. 113)
Mevlânâ Rüknî (s. 113)
Mevlânâ Nâsihî (s. 113)
Mevlânâ Tâyirî (s. 113)
Seyyid Hazînî (s. 114)
Mevlânâ Mehdî (s. 114)
Mevlânâ Tâyifî (s. 114)
Mevlânâ Nâyibî (s. 114)
Mevlânâ Sıfâtî (s. 114)
Emîr Levend (s. 114-5)
Mevlânâ Emînî (s. 115)
Mevlânâ Muhammed
Tâlib (s. 115)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mevlânâ Nûrî (s. 73)
Mevlânâ Nûrî (s. 249)
Mevlânâ Dâ‘î (s. 73-4)
Mevlânâ Dâ‘î (s. 249)
Mevlânâ Subhî (s. 74)
Mevlânâ Subhî (s. 249)
Mevlânâ Mecnûn (s. 74)
Mevlânâ Mecnûn (s. 249)
Mevlânâ Melik (s. 74-5)
Mevlânâ Melik (s. 249)
Mevlânâ Celâlüddîn (s. 75)
Mevlânâ Celâlüddîn (s. 250)
Mevlânâ Mûsâ* (s. 75)
Hvâce Mûsâ162 (s. 250)
*
Mevlânâ Merebî163 (s. 70)
Yok
Mevlânâ [Vefâyî]164 s. 70
Yok
Mevlânâ [Habîb]165 s. 70
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Mevlânâ [Kırânî]166 s. 70
Yok
Mevlânâ [âdî]167 (s. 71)
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Mevlânâ [Fenâyî]168 (s. 71)
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
169
Mevlânâ [Gıyâsuddîn] (s. 71) Yok
Mevlânâ [Abdullatîf]170 (s. 71) Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Mevlânâ [Nâsıhî]171 (s. 72)
Yok
Mevlânâ Tâyirî172 (s. 77-8)
Yok
Seyyid Hazînî173 (s. 78)
Yok
Mevlânâ Mehdî174 (s. 78)
Yok
Mevlânâ Tâyirî* (s. 78)
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Mîr Kalender* (s. 78)
Yok
Mevlânâ Emînî (s. 75)
Mevlânâ Emînî (s. 250)
Mevlânâ Muhammed
Mevlânâ Muhammed
Tâlib (s. 75)
Tâlib (s. 250)
*
Metinde eklinde yazılmıtır.
172. sırada geçmektedir.
173. sırada geçmektedir.
174. sırada geçmektedir.
175. sırada geçmektedir.
176. sırada geçmektedir.
177. sırada geçmektedir.
179. sırada geçmektedir.
180. sırada geçmektedir.
182. sırada geçmektedir.
209. sırada geçmektedir.
210. sırada geçmektedir.
211. sırada geçmektedir.
175
175
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
232.
233.
234.
235.
236.
237.
238.
239.
240.
241.
242.
243.
244.
245.
246.
247.
248.
249.
250.
251.
252.
253.
254.
255.
256.
257.
258.
259.
260.
261.
262.
263.
264.
265.
266.
267.
268.
269.
270.
271.
272.
273.
175
176
177
178
179
180
181
182
183
Mevlânâ Zîrekî (s. 115)
Mevlânâ Vahdetî (s. 115)
Mevlânâ Nâdirî (s. 116)
Mevlânâ Zamânî (s. 116)
Yok
Mevlânâ Sûsenî (s. 116-7)
Mevlânâ Helâkî (s. 117)
Dost Muhammed (s. 117)
Hasan Alî (s. 117-8)
Mevlânâ Fethullâh (s. 118)
Mevlânâ Esîrüddîn (s. 118)
Mevlânâ Gubârî (s. 118)
Mevlânâ Zîrekî (s. 75-6)
Mevlânâ Vahdetî (s. 76)
Mevlânâ Nâdirî (s. 76)
Mevlânâ Zamânî (s. 76)
Yok
Mevlânâ Sûsenî (s. 76)
Mevlânâ Sûsenî (s. 76-7)
Yok
Yok
Yok
Yok
Mevlânâ Gubârî-i Esferâyenî*
(s. 77)
Mevlânâ Riyâzî (s. 119)
Mevlânâ Riyâzî (s. 77)
Mevlânâ Tâhirî (s. 119)
Mevlânâ Tâhirî177 (s. 79)
Mevlânâ Mecnûnî (s. 119-20) Mevlânâ Mecnûnî (s. 79)
Mevlânâ Hemdemî (s. 120)
Mevlânâ Hemdemî (s. 79)
Mevlânâ Necmî (s. 120)
Mevlânâ [Necmî] (s. 79)
Seyyidzâde-i Münî (s. 120)
Seyyidzâde-i Münî178 (s. 78)
Mevlânâ Âsımî (s. 120)
Mevlânâ Âsımî179 (s. 78)
Mevlânâ Fahruddîn (s. 121)
Yok
Mevlânâ Maksûd (s. 121)
Yok
Mevlânâ Sâfî (s. 121)
Mollâ Sâfî (78-9)
Yok
Mollâ Sıfâtî (s. 79)
Mevlânâ Figânî (s. 121)
Mîr Sa‘îd (s. 80)
Mevlânâ Bû-Alî (s. 122)
Mevlânâ Bû-Alî (s. 80)
Mevlânâ eyhî (s. 122)
Mevlânâ eyhî (s. 80)
Mevlânâ Herâtî (s. 122)
Mevlânâ Herâtî (s. 80)
Mevlânâ Bihitî (s. 122)
Mevlânâ Bihitî180 (s. 80)
Mevlânâ Ehlî (s. 122-3)
Mevlânâ Ehlî182 (s. 80-1)
Mevlânâ Nergisî (s. 123)
Mevlânâ Nergisî (s. 81)
Mevlânâ Hızrî (s. 123)
Mevlânâ Hızrî (s. 81-2)
Mevlânâ Bâtınî (s. 123)
Mevlânâ Bâtınî (s. 82)
Mevlânâ Fazlî (s. 123-4)
Mevlânâ Fazlî (s. 82)
Mevlânâ ûhî (s. 124)
Mevlânâ ûhî (s. 82)
Mevlânâ Zâhirî (s. 124)
Mevlânâ Zâhirî (s. 82)
Mevlânâ Hulkî (s. 124)
Mevlânâ Hulkî (s. 82)
Mîr Esedullâh (s. 124-5)
Yok
Mîr Ahadullâh (s. 125)
Yok
Mevlânâ âh Alî (s. 125)
Yok
Mevlânâ Zîbâ’î (s. 125)
Mevlânâ Zîbâ’î (s. 82-3)
Mevlânâ Sa‘îd (s. 125)
Mevlânâ Sa‘îd (s. 83)
Mevlânâ Dervî Alî (s. 125-6) Mollâ Dervî Alî-i emmâ‘*
(s. 83)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
193. sırada geçmektedir.
189. sırada geçmektedir.
216. sırada geçmektedir.
214. sırada geçmektedir.
215. sırada geçmektedir.
226. sırada geçmektedir.
187. sırada geçmektedir.
227. sırada geçmektedir.
188. sırada geçmektedir.
176
176
Mevlânâ Zîrek* (s. 250-1)
Mevlânâ Vahdetî (s. 251)
Mevlânâ Nâdirî (s. 251
Mevlânâ Zamânî175 (s. 252)
Mevlânâ Dost (s. 251-2)
Mevlânâ Sûsenî (s. 252-3)
Mevlânâ Helâkî (s. 253)
Mevlânâ Dost176* (s. 251-2)
Hasan Alî (s. 252)
Mevlânâ Fethullâh (s. 252)
Mevlânâ Nazîrüddîn* (s. 252)
Mevlânâ Gubârî (s. 253)
*
*
Mevlânâ Riyâzî (s. 253)
Mevlânâ Zâhir* (s. 253)
Mevlânâ Mecnûnî (s. 254)
Mevlânâ Hemdemî (s. 254)
Mevlânâ Necmî (s. 254)
Seyyidzâde Münî (s. 254)
Mevlânâ Âsî (s. 254)
Mevlânâ Fahruddîn (s. 254-5)
Mevlânâ Maksûd (s. 255)
Mevlânâ Sâfî (s. 255)
Mevlânâ Safâ’î* (s. 255)
Mevlânâ Figânî (s. 255
Mevlânâ Bû-Alî (s. 255)
Mevlânâ eyhî (s. 255-6)
Yok
Mevlânâ Bihitî181 (s. 251)
Mevlânâ Ehlî183 (s. 251)
Yok
Mevlânâ Hızrî (s. 256)
Mevlânâ Bâtınî (s. 256)
Mevlânâ Feyzî (s. 256-7)
Mevlânâ ûhî (s. 257)
Mevlânâ Tâhirî* (s. 257)
Mevlânâ Hulkî (s. 257)
Yok
Yok
Yok
Mevlânâ Zîbâ’î (s. 257)
Mevlânâ Sa‘îd (s. 257)
Mevlânâ Dervî Alî (s. 257-8)
*
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
274.
275.
276.
277.
278.
279.
280.
281.
282.
283.
284.
285.
286.
287.
288.
289.
290.
291.
292.
293.
294.
295.
296.
297.
298.
299.
300.
301.
302.
303.
304.
305.
306.
307.
308.
309.
310.
311.
312.
313.
314.
315.
316.
317.
184
185
186
187
Mevlânâ Kallâî (s. 126)
Mevlânâ Kallâî (s. 83)
Mevlânâ Gedâyî (s. 126)
Mevlânâ Gedâ’î (s. 83)
Mevlânâ Vâhidî (s. 12 6-7)
Mevlânâ Vâhidî (s. 83)
Zâve Kadısı (s. 127)
Kâdîzâde* (s. 84)
Mîr Hüseyin (s. 127)
Yok
Mevlânâ Kâî (s. 127)
Yok
Mevlânâ Zâyirî (s. 127-8)
Yok
Mevlânâ Kâni‘î (s. 128)
Yok
Mevlânâ Ziyâyî (s. 128)
Yok
Mevlânâ Nûrî (s. 128)
Yok
Mevlânâ Feyzî (s. 128)
Yok
Mevlânâ Aynî (s. 128)
Yok
Mevlânâ Mu‘înî (s. 128-9)
Yok
Ahdarî (s. 129)
Yok
Üstâd Muhammed–i Obahî
Yok
(s. 129)
Mevlânâ Kevkebî (s. 129)
Mevlânâ Kevkebî (s. 84)
Mevlânâ Mihnetî (s. 129)
Mevlânâ Mihnetî (s. 84)
Mevlânâ ükrî (s. 130)
Mevlânâ ükrî (s. 84)
Mevlânâ Hakîrî (s. 130)
Mevlânâ Hakîrî (s. 84-5)
Mevlânâ Esîrî (s. 130)
Mevlânâ Esîrî (s. 85)
Mevlânâ Sa‘d (s. 130)
Mevlânâ Sa‘d (s. 85)
Hvâce Kelân-ı Bezzâz (s. 130-1) Hvâce Kelân-ı Bezzâz (s. 85)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mevlânâ Kallâî (s. 258)
Mevlânâ Gedâ’î (s. 258)
Mevlânâ Vâhidî (s. 258)
Kâdîzâde* (s. 258)
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Mevlânâ Kevkebî (s. 258)
Mevlânâ Muhabbetî* (s. 258)
Mevlânâ ükrî (s. 259)
Mevlânâ Hakîrî (s. 259)
Mevlânâ Esîrî (s. 259)
Mevlânâ Sa‘d (s. 259)
Hvâce Kelân-ı Bezzâz (s. 259)
Hvâce Mansûr (s. 131)
Sultân Mahmûd (s. 131)
Mevlânâ Nizâm (s. 131)
Mevlânâ Yârî (s. 131)
Mevlânâ Dâ‘î (s. 131)
Baba ûrîde (s. 132)
Mevlânâ Sûf1( (s. 132)
Mevlânâ Hamîd-i Gül (s. 132)
Mevlânâ Bihitî (s. 132)
Mevlânâ Figânî (s. 133)
Mevlânâ erârî (s. 133)
Mevlânâ Fedâyî (s. 133)
Mevlânâ Mahremî (s. 133)
Mevlânâ Ayânî (s. 133)
Mevlânâ Vâlihî (s. 134)
Seyyid Hançer Çiçek (s. 134)
Mevlânâ Zârî (s. 134)
Mevlânâ Nâzırî (s. 134)
Mevlânâ Zâtî (s. 134)
Mevlânâ Mîr Alî (s. 135)
Pehlevân Kâtib (s. 135)
Hvâce Mansûr (s. 85)
Hvâce Mansûr (s. 259)
Sultân Mahmûd (s. 85)
Sultân Mahmûd (s. 259-60)
Mevlânâ Nizâm (s. 85)
Mevlânâ Nizâm (s. 260)
Mevlânâ Yârî (s. 86)
Yok
Mevlânâ Dâ’imî* (s. 86)
Mevlânâ Dâmî (s. 260)
Baba ûrîde (s. 86)
Baba ûrîde (s. 260)
Mevlânâ Sûfî (s. 86)
Mevlânâ Sûfî (s. 260)
Mevlânâ Hamîd-i Gül (s. 86)
Mevlânâ Hamîd* (s. 260)
Mevlânâ Bihitî (s. 86)
Mevlânâ Bihitî (s. 261)
Mevlânâ Figânî (s. 86-7)
Mevlânâ Figânî (s. 261)
Mevlânâ erârî (s. 87)
Mevlânâ erârî (s. 261)
Fedâ’î-i Tebrîzî* (s. 87)
Mevlânâ Fedâ’î (s. 261)
Mevlânâ Mahremî (s. 87)
Mevlânâ Mahremî (s. 261)
Mevlânâ Ayânî (s. 87-8)
Mevlânâ Mahremî (s. 261-2)
Mevlânâ Vâfî (s. 88)
Mevlânâ Vâlihî (s. 262)
Seyyid Hançer* (s. 88)
Seyyid Hançer* (s. 262)
Mevlânâ Zârî (s. 88)
Mevlânâ Zârî (s. 262)
Mevlânâ Nâzırî 184 (s. 88)
Mevlânâ Nâzırî (s. 262)
Mevlânâ Zâtî185 (s. 88)
Mevlânâ Zâtî (s. 262)
Mevlânâ Mîr Alî186 (s. 88)
Mevlânâ Mîr Alî (s. 262)
Pehlevân Kâtib187 (s. 88)
Pehlevân Kâtib (s. 262-3)
Üçünci Meclisning Hatmi
(s. 135)
Yok
Yok
Törtünçi Meclis
Pehlevân Muhammed
Meclis-i Çihârum
Pehlevân Muhammed
Bihit-i Çihârum
Pehlevân Muhammed* (s. 264-5)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
268. sırada geçmektedir
269. sırada geçmektedir.
266. sırada geçmektedir.
267. sırada geçmektedir.
177
177
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
318.
319.
320.
321.
322.
323.
324.
325.
326.
327.
328.
329.
330.
331.
332.
333.
334.
335.
336.
337.
338.
339.
340.
341.
342.
343.
344.
345.
346.
347.
348.
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
Ketîgîr (s. 136-7)
Mîr-Ser-bürehne (s. 137-8)
Mevlânâ Burhâneddîn
(s. 138-9)
Mîr Gıyâsuddîn Azîz (s. 139)
Mevlânâ Mes‘ûd (s. 139-40)
*
*
Hâfız-ı erbetî (s. 140-1)
Hvâce Kemâlüddîn-i Ûdî
(s. 141)
Alî Kermâl (s. 141)
Mîr Atâullâh (s. 141-2)
Mîr Murtâz (s. 142-3)
Mevlânâ Hüseyin Vâ‘iz (s. 143)
Mevlânâ Mu‘în Vâ‘iz (s. 144)
Sultân brâhîm-i Müa‘a‘
(s. 144-5)
Mîr Hvând (s.145)
*
*
Mevlânâ Hvând Mîr (s. 145-6)
Mevlânâ Hamîdüddîn (s. 146)
Mîr Kemâlüddîn-i Hüseyin
(s. 146-7)
Mîr htiyârüddîn (s. 147-8)
Mevlânâ Muhammed-i Bedahî
(s. 148)
Mevlânâ Hâcî Muhammed
(s. 149)
Mîr Hüseyin-i Mu‘ammâyî
(s. 149-50)
Hâfız Muhammed Sultân âh
(s. 150)
Mevlânâ Fahrî (s. 150)
Seyyid Ca‘fer (s. 150-1)
Emîr Seyyid Hasan-ı
Ebîverdî (s. 151-2)
Seyyid Gıyâsuddîn (s. 152)
Seyyid Esedullâh (s. 152)
Mevlânâ Kâsım (s. 152)
Mevlânâ Alî (s. 153)
eyh-zâde(-i) Pûrânî (s. 153)
Mevlânâ Safî (s. 253)
Mevlânâ ihâb (s. 154)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Ebû Sa‘îd* (s. 89-91)
Seyyid Ser-bürehne* (s. 91)
Mevlânâ Burhâneddîn
Atâullâh-i Râzî* (s. 91)
Yok
Mevlânâ Kemâlüddîn-i
Mes‘ûd* (s. 91-2)
Hâfız-ı erbetî188 (s. 92)
Yok
Seyyid Ser-bürehne (s. 265)
Mevlânâ Burhân (s. 265-6)
Yok
Mevlânâ Mes‘ûd (s. 266)
Hâfız-ı erbeti189 (s. 267)
Yok
Yok
Mîr Atâullâh190 (s. 92)
Mîr Murtâz (s. 92-3)
Mevlânâ Hüseyin Vâ‘iz (s. 93)
Mevlânâ Mu‘în Vâ‘iz (s. 94)
Yok
Yok
Mîr Atâullâh191 (s. 266)
Mîr Murtâz (s. 267-8)
Mevlânâ Vâ‘iz* (s. 268-9)
Mevlânâ Mu‘în Vâ‘iz (s. 269)
Yok
Mîr Hvând (s. 94)
Mevlânâ Mîr Hvând* (s. 270)
Yok
Mevlânâ Hamîdüddîn (s. 94)
Mevlânâ Kemâlüddîn-i Hüseyin
(s. 94-5)
Seyyid htiyâr* (s. 95)
Mollâ Muhammed-i Bedahî*
(s. 95-6)
Yok
Yok
Mevlânâ Hamîdüddîn (s. 270)
Mîr Kemâlüddîn-i Hüseyin
(s. 270-1)
Seyyid htiyâr* (s. 271)
Mevlânâ Muhammed-i Bedahî
(s. 271-2)
Yok
Mîr Hüseyin-i Mu‘ammâ’î
(s. 96)
Yok
Mîr Hüseyin-i Mu‘ammâ’î
(s. 272)
Yok
Yok
Seyyid Ca‘fer (s. 96)
Mîr Hüseyin-i Bâverdî192*
(s. 97)
Mîr Gıyâsuddîn194 (s. 96-7)
Mîr Esedullâh (s. 97)
Yok
Mevlânâ Alî (s. 98)
eyh-zâde(-i) Pûrânî196 (s. 97)
Mevlânâ Safî (s. 98)
Mevlânâ ihâb-ı Müdevven199*
Yok
Seyyid Ca‘fer (s. 272)
Seyyid Hüseyin-i Bâverdî193*
(s. 273)
Seyyid Gıyâsuddîn195 (s. 272-3)
Yok
Yok
Yok
eyh-zâde-i Pûrânî197 (s. 275)
Mevlânâ Safî198 (s. 275)
Yok
*
Mîr Atâullâh’tan sonra geçmektedir.
Mîr Atâullâf’tan sonra geçmektedir.
Hâfız-ı erbetî’den önce geçmektedir.
Hâfız-ı erbetî’den önce geçmektedir.
Mîr Gıyâsuddîn’den sonra geçmektedir.
Mîr Gıyâsuddîn’den sonra geçmektedir.
Mîr Hüseyin-i Bâverdî’den önce geçmektedir.
Mîr Hüseyin-i Bâverdî’den önce geçmektedir..
289. sırada geçmektedir.
275. sırada geçmektedir.
276. sırada geçmektedir.
178
178
*
RAZ'DAN
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
349.
350.
351.
352.
353.
354.
355.
356.
357.
358.
359.
360.
361.
362.
363.
364.
365.
366.
367.
368.
369.
370.
371.
372.
373.
374.
375.
376.
377.
378.
379.
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
Hâfız Celâlüddîn-i Mahmûd
(s. 154)
Mevlânâ Nâyî (s. 154-5)
Mevlânâ Abdulvâsi‘ (s. 155)
Hvâce Sultân Muhammed
*
*
(s. 97)
Hâfız Celâlüddîn-i Mahmûd
(s. 98)
Mevlânâ Nâmî* (s. 98-9)
Mevlânâ Abdulvâsi‘ (s. 99)
Mevlânâ Sultân Muhammed*
(s. 155-6)
(s. 99)
Mîrek Hüseyin (s. 156)
Yok
Mevlânâ Muhammed Nâmenî Mevlânâ Muhammed Nâ’înî*
(s. 156-7)
(s. 99-100)
Mevlânâ Nûr (s. 157)
Mevlânâ Nûr (s. 100)
Mevlânâ îr Alî (s. 157-8)
Mevlânâ îr Alî (s. 100)
Mevlânâ Sultân Alî (s. 158)
Mevlânâ Sultân Alî (s. 100-1)
Mevlânâ Sultân Alî-i Kâyinî
Dervî Sultân Alî-i Kâyinî*
(s. 158)
(s. 101)
Mevlânâ erîf-i Bâg-ı ehrî
Yok
(s. 158-9)
Mevlânâ âh Alî (s. 159)
Yok
Mevlânâ Behlûl (s. 159)
Yok
Sûfî Pîr-i Si-sad Sâle (s. 159-60) Dervî Sûfî* (s. 101)
Mevlânâ Vaslî (s. 160)
Mevlânâ Vaslî (s. 101)
Mevlânâ Gıyâsuddîn (s. 160)
Mevlânâ Gıyâsuddîn Alî*
(s. 102)
eyh-zâde-i Ensârî (s. 160-1)
eyh-zâde-i Ensârî (s. 102-3)
eyh Abdullâh (s. 161)
eyh Abdullâh205 (s. 103)
v
H âce Mahmûd (s. 161-2)
Hvâce Mahmûd-ı Sebzvârî*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Üstâd Kul Muhammed (s. 162)
Mevlânâ erbetî (s. 162)
Pehlevân Dervî Muhammed
(s. 163)
nisi Hüseynî (s. 163)
Muhammed Alî (s. 163)
Pehlevân Sultân Alî-i Kütigîr
(s. 163)
Hvâce Ebû Sa‘îd (s. 163-4)
*
(s. 104)
Mevlânâ Hâcî (s. 164)
Mevlânâ Abdurrezzâk (s. 164)
Mevlânâ Hâcî (s. 165)
Mevlânâ Cemâlüddîn (s. 165)
Hvâce Ebû Nasr (s. 165)
*
*
*
*
Hâfız Celâlüddîn-i Mahmûd
(s. 275)
Mevlânâ Nâmî (s. 275-6)
Mevlânâ Abdulvâsi‘ (s. 276)
Hvâce Sultân Muhammed
(s. 277)
Mevlânâ Mîrek Hüseyin* (s. 276)
Mevlânâ Muhammed Nâ’înî*
(s. 276)
Mevlânâ Nûr (s. 276-7)
Mevlânâ îr Alî200 (s. 273)
Mevlânâ Sultân Alî201 (s. 273-4)
Mevlânâ Sultân Alî-i Kâ’inî202
(s. 274)
Yok
*
Yok
Yok
Dervî Sûfî203* (s. 274)
Mevlânâ Vaslî204 (s. 274)
Mevlânâ Gıyâsuddîn (s. 277)
eyh-zâde-i Ensârî (s. 277)
eyh-zâde-i Abdullâh206 (s. 277)
Hvâce Mahmûd (s. 277)
(s. 103)
Üstâd Kul Muhammed (s. 103) Üstâd Kul Muhammed207 (s. 278)
Mevlânâ erbetî (s. 103-4)
Mevlânâ erbetî208 (s. 279)
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Hvâce Ebû Sa‘îd-i Mehne*
Hvâce Ebû Sa‘îd (s. 277-78)
Mevlânâ Hâcî (s. 104)
Mevlânâ Abdurrezzâk (s. 104)
Mevlânâ Hâcî (s. 104)
Mevlânâ Cemâlüddîn (s. 104-5)
Hvâce Ebû’n-nasr* (s. 105)
Mevlânâ Hâcî (s. 278)
Mevlânâ Abdurrezzâk (s. 278)
Mevlânâ Hâcî (s. 278)
Mevlânâ Cemâlüddîn (s. 278)
Hvâce Ebû Nasr-ı Mehne* (s. 278)
288. sırada geçmektedir.
270. sırada geçmektedir.
271. sırada geçmektedir.
272. sırada geçmektedir.
273. sırada geçmektedir.
274. sırada geçmektedir.
eyh-zâde-i Ensârî hakkında bilgi verilirken geçmektedir.
eyh-zâde-i Ensârî hakkında bilgi verilirken geçmektedir.
292. sırada geçmektedir.
293. sırada geçmektedir.
179
179
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S SML TEZKRES
AHMET KARTAL
380.
381.
382.
383.
384.
385.
386.
387.
388.
389.
Hvâce Hüseyin-i Kîrengî
(s. 166)
Hvâce Kutbuddîn (s. 166)
Hvâce Hüseyin-i Kîrengî
(s. 105)
Yok
Hvâce Yûsuf-ı Mehne (s. 166-7) Yok
Hvâce Ebû Tâhir (s. 167)
Hvâce Ebû Tâhir (s. 105)
Hvâce Hasan* (s. 279-80)
Yok
Yok
Hvâce Ebû Tâhir (s. 280)
Hvâce Kutbuddîn Ahmed
Hvâce Kutbuddîn Muhammed* Hvâce Kutbuddîn Ahmed
(s. 167)
(s. 105)
(s. 280)
Mevlânâ Muhammed-i Horasânî Mevlânâ Muhammed-i Horâsânî Mollâ Muhammed-i Horâsânî*
(s. 167-8)
(s. 106)
(s. 280)
Hvâce Kemâlüddîn-i Hüseyin Hvâce Kemâlüddîn-i Hüseyin Hvâce Kemâlüddîn-i Hüseyin
*
(s. 168)
(s. 106)
(s. 280-1)
Hvâce Abdullâh-ı Sadr (s. 168-9)Hvâce Abdullâh-ı Sadr (s. 106) Hvâce Abdullâh* (s. 281)
Hvâce Yahyâ (s. 169)
Yok
Yok
Mevlânâ Fasîhuddîn (s. 169-70) Hvâce Fasîhuddîn* (s. 106-7)
*
Törtünçi Meclisning Âhiri (s. 170)
Hvâce Fasîhuddîn* (s. 281)
Yok
Yok
Biinci Meclis
Meclis-i Pencum
Bihit-i Pencum
390.
Emîr Devletâh (s. 171)
Emîr Devletâh (s. 108)
391.
Hüseyin Alî-i Celâyir
(s. 172)
Haydar (s. 172-3)
Abdulvehhâb (s. 173)
Sultân Hüseyin (s. 174)
Mîr brâhîm (s. 174)
Muhammed Sâlih (s. 174-5)
îrem (s. 175)
Mîr Ikî (s. 175)
Mîr Alî-i Dost (s. 176)
Yamgurçi Big (s. 176)
Muhammed Alî-i Celâyir
(s. 176)
Mevlânâ Kevkebî (s. 177)
brâhîm Muhammed Halîl
(s. 177)
Mîr Habîbullâh (s. 177)
Muhammed Ca‘fer (s. 177-8)
âh Kulı Uygur (178)
Dervî Abdullâh (s. 178)
Abdulkahhâr (s. 178-9)
Big Melekî (s. 179)
Sâkî (s. 179-80)
Hasan Alî-i Celâyir*
(s. 108-9)
Mîr Haydar* (s. 109)
Abdulvehhâb (s. 109-10)
Sultân Hüseyin (s. 110)
Yok
Muhammed Sâlih (s. 110)
Yok
Mîr Ikî (s. 110-1)
Mîr Alî-i Dost (s. 111)
Yamgurçi Big (s. 111)
Muhammed Alî-i Celâyir
(s. 111)
Mevlânâ Kevkebî (s. 111)
Mîr brâhîm* (s. 111-2)
Emîr Devletâh bin Fîrûz
âh* (s. 282)
Emîr Hasan-ı Celâyir* (s. 282)
Mîr Haydar* (s. 282)
Mîr Abdulvehhâb (s. 283
Mîr Sultân Hüseyin* (s. 283)
Yok
Mîr Muhammed Sâlih* (s. 283)
Yok
Mîr Ikî (s. 283)
Mîr Alî-i Dost (s. 283)
Yamgurçi Big (s. 283-4)
Muhammed Alî-i Celâyir
(s. 284)
Mevlânâ Kevkebî (s. 284)
brâhîm Halîl (s. 284)
Mîr Habîbullâh (s. 112)
Muhammed Ca‘fer (s. 112)
âh Kulı (U)ygur (s. 112)
Dervî Abdullâh (s. 112)
Abdulkahhâr (s. 112)
Big Kulı* (s. 112-3)
Sâkî (s. 113)
Mîr Habîbullâh (s. 284)
Muhammed Ca‘fer (s. 284-5)
âh Kulı Uygur (s. 285)
Dervî Abdullâh (s. 285)
Abdulkahhâr (s. 285)
Yok
Melik Sâkî Big* (s. 285)
392.
393.
394.
395.
396.
397.
398.
399.
400.
401.
402.
403.
404.
405.
406.
407.
408.
409.
410.
*
*
Biinci Meclisnin Gâyetî (s. 180) Yok
411.
412.
413.
414.
415.
416.
417.
Altınçı Meclis
Ahmed Hâcî Big (s. 181)
Hvâce Hord (s. 182)
Ebu’l-bereke (s. 182-3)
Hvâce Hvâvend (s. 183)
Emîr Mahmûd Barlas (s. 184)
Dervî uhûdî (s. 184)
Mevlânâ Mü’minî (s. 184)
*
Yok
Meclis-i eum
Bihit-i eum
Emîr Ahmed Hâcî Big* (s. 114) Ahmed Hâcî Big (s. 286)
Hvâce Hord (s. 114)
Hvâce Hüsrev* (s. 286)
Ebu’l-bereke (s. 115-6)
Kâdı Ebu’l-bereke* (s. 286-7)
Hvâce Hvâvend (s. 116)
Hvâce Fazlullâh* (s. 287)
Mîr Mahmûd Barlas (s. 116)
Mevlânâ Fânî* (s. 116)
Mevlânâ Mü’minî (s. 116-7)
*
180
180
Mîr Mahmûd Parlas* (s. 287-8)
Mevlânâ Fânî* (s. 288)
Mevlânâ Mü’min-i Semerkandî
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Ârif-i Ferketî (s. 185)
Mevlânâ Nâsıruddîn (s. 185)
Mevlânâ Bekâyî (s. 185-6)
Mevlânâ Hayrî (s. 186)
Mevlânâ Sâyilî (s. 186)
Mevlânâ emsî (s. 186)
Mevlânâ Sâlihî (s. 187)
Mevlânâ Dervî-i Dihegî
(s. 187)
Kâdî Îsâ (s. 187-8)
eyh Necm (s. 188)
Hvâce Efdal (s. 188-9)
Mevlânâ Ârif* (s. 117)
Mevlânâ Nâsıruddîn (s. 117)
Mevlânâ Bekâ’î (s. 117)
Mevlânâ Hayrî (s. 117)
Mevlânâ Sâyilî (s. 118)
Mevlânâ emsî (s. 118)
Mevlânâ Sâlihî (s. 118)
Dervî-i Dihegî* (s. 118)
(s. 288)
Mevlânâ Ârif (s. 288)
Mevlânâ Nâsıruddîn (s. 288)
Mevlânâ Bekâ’î (s. 288-9)
Mevlânâ Sabrî* (s. 289)
Mevlânâ Sâ’ilî (s. 289)
Mevlânâ emsî (s. 289)
Mevlânâ Sâlih* (s. 290)
Dervî-i Dihegî (s. 290-3)
Kâdî Îsâ (s. 118-9)
eyh Necm (s. 119)
Hvâce Fazlullâh* (s. 119)
Kâdî Îsâ (s. 293-4)
eyh Necmüddîn* (s. 295-6)
Hvâce Efdal (s. 296)
440.
Mevlânâ ehîdî (s. 190)
Mevlânâ Hümâyî (s. 190-1)
Yok
Mevlânâ Hâlidî (s. 191)
Mevlânâ Yârî (s. 191)
Mevlânâ Mîrek (s. 192)
Mevlânâ Ehlî (s. 192)
Mevlânâ Fazlullâh (s. 192-3)
Mevlânâ Mu‘în (s. 193)
Hvâce ‘mâd (s. 193)
Yok
Yok
Mevlânâ ehîdî (s. 119-20)
Mevlânâ ehîdî (s. 296-7)
Mevlânâ Hümâyî (s. 120)
Mevlânâ Hümâ’î209 (s. 298-9)
Yok
Gülhanî (s. 297-8)
Mevlânâ Hâlidî (s.120)
Mevlânâ Hâlidî (s. 298-9)
Mollâ Yârî* (s. 120-1)
Mevlânâ Yârî (s. 299)
Mevlânâ Mîrek (s. 121)
Mevlânâ Mîrekî* (s. 299)
Yok
Yok
Mevlânâ Fazlullâh (s. 121)
Mevlânâ Fazlullâh (s. 299)
Mevlânâ Mu‘în (s. 121)
Mevlânâ Mu‘în (s. 299)
Hvâce ‘mâd (s. 121-2)
Hvâce ‘mâd210 (s. 312)
441.
442.
443.
444.
445.
446.
447.
448.
449.
450.
451.
452.
453.
454.
455.
456.
457.
458.
459.
460.
461.
462.
463.
464.
465.
466.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
418.
419.
420.
421.
422.
423.
424.
425.
426.
427.
428.
429.
430.
431.
432.
433.
434.
435.
436.
437.
438.
439.
209
210
*
*
*
*
*
*
*
Edhemî-i brâhîm (s. 189)
Hvâce Alâüddîn (s. 189-90)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Yok
Yok
Hvâce Muzaffer-i Mi‘mâr (s. 300)
Mevlânâ Beyânî (s. 300)
Mevlânâ Vefâ‘î (s. 301)
Mevlânâ Enîsî-i Kâtib (s. 301)
Mevlânâ Hurremî (s. 301-2)
Mevlânâ Garkî (s. 302)
‘Alîhân Mîrzâ (s. 302)
Kûçek Big (s. 302)
Mevlânâ Âgehî (s. 302)
Mevlânâ Sıfâtî (s. 303)
Mevlânâ Tâhirî (s. 303)
Mîr Hümâyûn (s. 303)
âh ‘nâyetullâh (s. 303-4)
âh Mahmûd Cân (s. 304)
âh Mazharî (s. 304)
Mevlânâ Refîkî (s. 304-5)
Mevlânâ Hakîrî (s. 305
Mevlânâ Cezevî (s. 305)
Mevlânâ Fedâî (s. 305)
Mevlânâ emsî (s. 305-6)
Mevlânâ Bâtınî (s. 306)
Mevlânâ Helâkî (s. 306)
Mevlânâ efîkî (s. 306)
Mevlânâ Fânî (s. 306-7)
Mevlânâ Figânî (s. 307)
Mevlânâ Kabûlî (s. 307)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Gülhanî’den sonra geçmektedir.
386. sırada geçmektedir.
181
181
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN AHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
467.
468.
469.
470.
471.
472.
473.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Mevlânâ Hayrânî (s. 307-8)
Mîr Fenâî (s. 308)
Mevlânâ Rûhî (s. 308)
Mevlânâ Tûtî (s. 308)
Mevlânâ Hâtemî (s. 308)
Hvâce Maksûd-ı Kâzerûnî (s. 309)
*
*
*
*
Yok
Yok
*
474.
Yok
Yok
475.
476.
477.
478.
479.
480.
481.
482.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Mevlânâ Beyzâyî (s. 193)
Seyyid ‘imâd (s. 194)
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Mevlânâ Beyâzî* (s. 122)
Seyyid ‘mâd (s. 122)
483.
484.
485.
486.
487.
488.
489.
490.
491.
492.
493.
494.
495.
496.
497.
498.
499.
500.
501.
502.
503.
504.
505.
211
212
*
Mevlânâ Celâlüddîn Muhammed-i
Devvânî (s. 309-10)
[Burada zikredilen âirin ismi
Belirtilmemitir] (s. 311)
Hvâce Mes‘ûd (s. 311)
Mevlânâ Selâmî (s. 311)
Mevlânâ Medîhî (s. 311)
Mevlânâ Nasîbî (s. 311-2)
Mevlânâ Fethî (s. 312)
Mevlânâ Dellâl (s. 312)
Mevlânâ Beyâzî211* (s. 312)
Seyyid ‘mâdüddîn212* (s. 312)
*
*
*
*
*
Altıncı Meclisning Nihâyeti
Yok
Yok
(s. 194)
Yitinci Meclis
Meclis-i Heftum
Bihit-i Heftum
Timur-ı Gürgân (s. 195-6)
Emîr Timur-ı Gürgan* (s. 123-4)Sultân Timur Han* (s. 313)
Hakan-ı Sa‘îd âhruh Mîrzâ
Hakan-ı Sa‘îd âhruh Mîrzâ
Hakan-ı Sa‘îd âhruh Mîrzâ
(s. 196-7)
(s. 124)
(s. 314)
Ebâ Bekr Mîrzâ (s. 197)
Ebâ Bekr Mîrzâ (s. 124)
Yok
Sultân skender-i îrâzî
Sultân skender-i îrâzî
Yok
(s. 197-8)
(s. 124-5)
Halîl Sultân (s. 198)
Halîl Sultân (s. 125)
Yok
Ulug Big Mîrzâ (s. 199)
Ulug Big Mîrzâ (s. 125)
Mîrzâ Ulug Big (s. 314)
Baysungur Mîrzâ (s. 199)
Baysungur Mîrzâ (s. 125)
Baysungur Mîrzâ (s. 314)
Bâbür Mîrzâ (s. 200)
Bâbür Mîrzâ (s. 126)
Bâbür Mîrzâ (s. 315)
Abdullatîf Mîrzâ (s. 200)
Abdullatîf Mîrzâ (s. 126)
Mîrzâ Abdullatîf (s. 315)
Cihânâh Mîrzâ (s. 201)
Yok
Yok
Ya‘kûb Mîrzâ (s. 201)
Yok
Yok
Seyyid Ahmed Mîrzâ (s. 201-2) Seyyid Ahmed Mîrzâ (s. 126) Seyyid Ahmed Mîrzâ (s. 315)
Sultân Ahmed Mîrzâ (s. 202) Sultân Ahmed Mîrzâ (s. 126-7) Yok
Baykara Mîrzâ (s. 202)
Baykara Mîrzâ (s. 127)
Yok
Kiçik Mîrzâ (s. 202-3)
Kiçik Mîrzâ (s. 127)
Mîrzâ Kiçik (s. 315)
Sultân Bedî‘u’z-zamân Mîrzâ Sultân Bedî‘u’z-zamân*
Sultân Bedî‘u’z-zamân*
(s. 203-4)
(s. 127-8)
(s. 315-6)
âh Garîb Mîrzâ (s. 204-5)
âh Garîb Mîrzâ (s. 128)
Yok
Ferîdûn Hüseyin Mîrzâ (s. 205)Ferîdûn Hüseyin Mîrzâ
Yok
(s. 128-9)
Muhammed Hüseyin Mîrzâ
Yok
Yok
(s. 205-6)
Baysungur Mîrzâ (s. 206)
Yok
Yok
Sultân Mes‘ûd Mîrzâ (s. 206) Yok
Yok
Sultân Alî Mîrzâ (s. 206)
Yok
Yok
(Sekizinci Mecliste geçmek(Sekizinci Mecliste geçSultân Hüseyn Mîrzâ (s. 316)
tedir.)
mektedir.)
387. sırada geçmektedir.
388. sırada geçmektedir.
182
182
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
506.
507.
508.
509.
510.
Yitinci Meclisning Tükencisi (s. 207)
Yok
Sikizinci Meclis
Meclis-i Hetum
Ravza-i Evvel
Sultânü’s-selâtîn Ebu’l-gazi
Ebu’l-gazi Sultân Hüseyin
Sultân Hüseyin Bahâdır Han Bahâdır Han (s. 130-1)
(s. 208-251)
Halvet (s. 251-2)
Mevlânâ Lutfî (s. 252-3)
Mevlânâ Kabûlî (s. 253-6)
*
*
Yok
511.
Kısm-ı Evvel
Yok
512.
513.
514.
515.
516.
517.
Mîr (s. 133-6)
Kısm-ı Devvum
518.
519.
520.
521.
522.
Yok
Yok
523.
524.
525.
526.
527.
528.
529.
530.
531.
532.
533.
534.
535.
536.
537.
538.
539.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
540.
Yok
541.
542.
543.
544.
545.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
546.
547.
548.
549.
550.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
551.
552.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Meclis-i Nohum
Zikr-i Sâdât-i ‘zâm
Mîr Abdülbâkî (s. 137)
Emîr Seyyid erîf (s. 137)
Mîr Muhammed Mîr Yûsuf
(s. 137)
Mîrzâ Asgar (s. 137-8)
Mîr Sultân brâhîm Sadr
(s. 138)
Emîr Hüsrev (s. 138)
Seyyid Hakîmî (s. 138)
Emîr Efdal (s. 138-9)
Emîr brâhîm-i Kânûnî (s. 139)
Emîr erîfî (s. 139)
Mîr Hümâyûn (s. 139)
Emîr Kâsım (s. 139-40)
Mîr Hâim (s. 140)
Kısm-ı Sivvum
Zikr-i Letâyif-i slâm ki...
Mevlânâ Nizâmüddîn (s. 141)
Mollâ Celâlüddîn Muhammed-i
Devvânî (s. 141)
Sa‘düddîn Mes‘ûdu’l-emîn
(s. 141-2)
Kâdî Nûrullâh (s. 142)
Mevlânâ Âgehî (s. 142-3)
Husâmî-i Vâ‘iz (s. 143)
Hâfız Alî (s. 143)
Hvâce Hâfız Mîr (s. 144)
*
*
Hâfız Sultân Alî-i Obahî
(s. 144)
Baba Abdullâh Çeme
Mâlân (s. 144)
Kâdî Yahyâ (s. 144)
Hvâce Hâimî (s. 144-5)
Mollâ Mîr (s. 145)
Mollâ Nesîmî (s. 145)
Mollâ Gıyâsüddîn Muhammed
(s. 145)
Hvâce Ebu’l-kâsım (s. 145)
Abdü’l-mü’min (s. 145)
183
183
Yok
Bihit-i Hetum
eyh Ebû Sa‘îd Fazl bn
Ebi’l-hayr (s. 317-8)
eyh Mecdûd bin Âdem (s. 318)
mâm Ahmed-i Gazâlî (s. 318)
eyh Evhaduddîn-i Kirmânî
(s. 318-9)
eyh Mecduddîn-i Bagdâdekî
(s. 319)
eyh Necmüddîn-i Kübrâ
Zikr-i Letâyif-i Hazret-i
(s. 319-20)
eyh ihâbuddîn (s. 320)
eyh Cemâlüddîn-i Gîlânî (s. 320)
ey Necmüddîn-i Dâye (s. 320)
eyh Seyfüddîn-i Bâharzî
(s. 320-1)
eyh Celâlüddîn Behâü’l-veled
(s. 321)
eyh Ziyâüddîn (s. 321)
eyh mâmuddîn-i Râfi‘î (s. 321-2)
Hakîm Esîrüddîn-i Ebherî (s. 322)
Fahruddîn-i Râzî (s. 322-3)
eyh Muhyiddîn (s. 323)
Hvâce Nasîruddîn-i Tûsî (s. 323-4)
Hakîm Enverî (s. 324-5)
Hakîm Erzakî Efdaluddîn-i Herevî
(s. 325-6)
Esîrüddîn-i Umânî (s. 326)
Esîrüddîn-i Fergânî (s. 326)
mâmî-i Herevî (s. 327)
bn-i Hatîb-i Gencei (s. 327)
Evhadî-i Merâgai (s. 327-8)
Ebu’l-ulâ-i Gencei (s. 328-9)
Cemâlüddîn-i Restak (?) (s. 329)
Celâlüddîn-i Atîkî (s. 329)
Seyyid Cemâlüddîn-i Kâî
(s. 330)
Seyyid Hasan-ı Gaznevî (s. 330)
Ömer Hayyâm (s. 330)
Hâkânî (s. 330-3)
Fahr-i Gurgânî (s. 333)
Hvâcû Kirmânî (s. 333-4)
Dakîkî (s. 334-5)
Emâre-i Mervezî (s. 335)
Refî’uddîn-i Bekrânî (s. 335-6)
Rûdekî (s. 336-7)
eyh Sa’dî-i Muslihiddîn bin
erefüddîn-i îrâzî (s. 337-8)
Raziyuddîn Baba (s. 338)
Sirâcî (s. 338)
Sirâc-i Kumrî (s. 338)
Hakîm Senâ’î (s. 339)
Sa‘d behâ (s. 339)
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
553.
554.
555.
556.
557.
558.
559.
560.
561.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
562.
Yok
563.
564.
565.
566.
567.
568.
569.
570.
571.
572.
573.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
574.
575.
576.
577.
578.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
579.
580.
581.
582.
583.
584.
585.
586.
587.
588.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
589.
590.
591.
Yok
Yok
*
Hvâce Eyyûb (s. 147)
Kemâluddîn smâ‘îl-i sfahânî
Mollâ Sâkinî (s. 147)
(s. 348)
Hâfız Penâhî (s. 147)
Nâsır-ı Hüsrev (s. 348-9)
Kısm-ı Pencum
Hümâm (s. 349)
Zikr-i Letâyif-i Erbâb-ı Hüner Reîdüddîn-i Vatvat (s. 349)
Mollâ SultânMuhammed Handân
Mehsetî (s. 350)
(s. 148)
‘Âie-i Mukriye (s. 350)
Mollâ Abdî-i Kalender (s. 148) Bîce Müneccime (?) (s. 351)
Mollâ Nizâm-ı Bedr (s. 148)
Mevlânâ Mu‘înî (s. 351)
Mevlânâ Mahmûd-ı Kâtib (s. 148)Sûzenî (s. 351-2)
Mollâ Mîr Alî (s. 148-9)
eyh Nizâmî (s. 352-3)
Hvâce Ebu’l-kâsım (s. 149)
Selmân-ı Sâvecî (s. 353-4)
*
*
Mollâ Cemîd-i Müneccim
Muhammed Ussâr (s. 354)
(s. 149)
Hâfız-ı îrâzî (s. 354-5)
Mollâ Hâcî Alî (s. 149)
eyh Kemâl-i Hucendî (s. 355-6)
Mollâ Emânü’llâh (s. 149)
Mîr Alî îr (s. 357-8)
Kısm-ı eum
Ravza-i Devvum
Zikr-i Letâyif-i Sâyir ‘Avâm
Sultân Selîm âh (s. 359-64)
Mollâ Abdussamed (s. 150)
Mevlânâ Behâuddîn Alî
Mollâ Kelân-i Mu‘ammâ’î (s. 150) (s. 364-6)
Mevlânâ ‘lmî (s. 150)
eyh Abdullâh-ı ebusterî
Mollâ Gıyâsuddîn Muhammed (s. 366-9)
(s. 150-1)
Mevlânâ emsüddîn-i Berda‘î
Mollâ Sıdkî (s. 151)
(s. 370-7)
Mollâ ‘Ârif (s. 151)
eyh Müridüddîn (?) (s. 377)
Mollâ Hâcî Muhammed-i Fûtaî Mevlânâ Hazânî (s. 377-8)
(s. 151)
Mevlânâ Abdullâh (s. 378-9)
Kâdî Nûrullâh-i Sâveî (s. 151) Hvâce Hâim (s. 379)
*
*
*
*
*
*
Yok
Yok
Yok
592.
Yok
593.
594.
Yok
Yok
595.
596.
597.
Mollâ Alî Feyzî (s. 145)
erefüddîn-i sfahânî (s. 339)
Kısm-ı Çihârum
Zahîruddîn-i Fâryâbî (339-41)
Zikr-i Fuzalâ-yı Vâcibü’l-ihtirâm Unsurî (s. 341-2)
ki...
Abdulvâsi‘-i Cebelî (s. 342-3)
Mollâ Hasan Alî (s. 146)
mâduddîn-i Lor (s. 343)
Mollâ Zülâlî (s. 146)
Kâdî Osmân-ı Mâkî (s. 343)
Mollâzâde-i Mollâ Abdulgaffâr Firdevsî (s. 343-5)
(s. 146)
Ferruhî (s. 345-6)
Mollâ Likâ’î (s. 146)
Mu‘izzî (s. 346-7)
Hvâce Behâ’üddîn (s. 146)
Sâbir (s. 347-8)
Yok
Yok
Yok
598.
599.
600.
601.
602.
603.
604.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
605.
606.
Yok
Yok
Mevlânâ Sultân Alî (s. 151)
Mollâ Sâdıkî (s. 151-2)
Mevlânâ Bekâî (s. 379)
Mevlânâ Hayretî (s. 379)
Mevlânâ Sâfî-i Tûzpû (s. 152) Hvâce Eyyûb (s. 380)
Mollâ Gıyâsuddîn Alî (s. 152) Hvâce Muhammed-i Ketf
*
*
*
Mevlânâ Gıyâsuddîn Alî (s. 152)(s. 381)
Hvâce Hâfız Ahmed (s. 152)
Mevlânâ Sedîd-i Tabîb (s. 381)
Mevlânâ Haydar Kulûçeî
Mevlânâ Habîb (s. 381)
(s. 152-3)
Mevlânâ Basirî-i Acemî
Hvâce Hâfızî (s. 153)
(s. 381-2)
*
*
*
*
Dervî Kâsımî (s. 153)
Mevlânâ Halvâî (s. 382)
Mollâ Hayretî (s. 153)
Mevlânâ Selâmî (s. 382)
Mollâ Peyâmî (s. 153-4)
Mîr Abdülbâkî (s. 382-3)
Mollâ Hâcî Muhammed (s. 154) eyh Ebu’l-vecd (s. 383)
Mollâ Dervî Muhammed (s. 154)eyh-zâde-i Lâhîcî (s. 383)
Mevlânâ Meclisî (s. 154)
Gıyâsuddîn-i Sabbâg (s. 383-4)
Mollâ Safâî-i Kirmânî (s. 154) Hvâce Necmî (s. 384)
*
*
*
Mollâ Feyzî-i Kâredger (s. 154) Mevlânâ Râzî-i Bagdâdî
*
184
184
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
607.
608.
609.
610.
611.
612.
613.
614.
615.
616.
617.
618.
619.
620.
621.
622.
623.
624.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
625.
626.
627.
628.
629.
630.
631.
632.
633.
634.
635.
636.
637.
638.
639.
640.
641.
642.
643.
644.
645.
646.
647.
648.
649.
650.
651 .
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
652.
653.
654.
655.
656.
657.
658.
659.
660.
661.
662.
663.
664.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Mollâ âh Muhammed (s. 154-5) (s. 384)
Mollâ Re’îs (s. 155)
Mevlânâ Sedîd-i Tabîb-i Gîlânî
Mevlânâ Kutbuddîn (s. 155)
(s. 384)
Mevlânâ Abdulcelîl (s. 155)
Seyyid erîf (s. 384-5)
Mollâ Kevkebî (s. 155)
Mevlânâ Refîkî (s. 385)
Mollâ Vâlihî-i Semerkandî
Mevlânâ ihâb (s. 385)
(s. 155)
Dîvâne-i Belhî (s. 386)
Mollâ Hicrî-i Endicânî (s. 155) Mevlânâ Sadr-ı Dîvâne (s. 386)
Mollâ Likâ’î (s. 155-6)
Mevlânâ Nergisî (s. 386)
Mollâ Maksûd-ı Tîrger (s. 156) erîfî-i îrâzî (s. 386-7)
Mollâ Yûsufî (s. 156)
Ehlî-i îrâzî (s. 387)
Mollâ Dost (s. 156)
Mevlânâ Yûsuf-ıMerevî (s. 387)
Mollâ ihâb (s. 156)
Mevlânâ Mektebî (s. 387-8)
Mollâ Yakînî (s. 157)
Mevlânâ Sabûhî (s. 388)
Mollâ Muizzîleng (s. 157)
Mevlânâ Âteî (s. 388-9)
Mollâ smî (s. 157)
eyh Fethullâh (s. 389)
Mollâ Bîdîlîleng (s. 157)
Mevlânâ Reîd-i Kâzerûnî (s. 389)
Mollâ Servî (s. 157)
Mevlânâ Mukîm-i Kâzerûnî
Hvâce Tâhir Muhammed (s. 158)(s. 389-90)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mollâ Ferhâdî (s. 158)
Mevlânâ Tâlibî (s. 390)
Mollâ Sadr (s. 158)
Mevlânâ Visâlî-i Kâî (s. 390)
Mollâ Cezvî (s. 158)
Mevlânâ Nasîr-i Leng (s. 390)
Mollâ Fethî (s. 158)
Kâdî Abdullâh-i Gîlânî-i Lâhîcânî
Halkî-i Buhârî (s. 158)
(s. 390)
Mollâ Meylî (s. 159)
Mevlânâ Yârî (s. 390)
Mollâ Mukîmî (s. 159)
Mevlânâ âh Mahmûd (s. 391)
Mollâ Rûhî-i Buhârî (s. 159)
Mevlânâ Sûfî (s. 391)
Mollâ Rehâ’î (s. 159)
Mevlânâ Fahr-i Halhâlî (s. 391-2)
Mollâ Alî-i Buhârî (s. 159)
Heftrengî (s. 392)
Mollâ Belâ’î (s. 159)
Mîr ‘Ayânî (s. 392)
Mollâ Tufeylî (s. 160)
Mevlânâ Servî (s. 392)
Mollâ Serkâ-yi Buhârî (s. 160) Mevlânâ Behâ’ (s. 393)
Mollâ Cürmî (s. 160)
Mevlânâ Fethullâh-i Kâtib (s. 393)
Hümâî-i Semerkandî (s. 160)
Mevlânâ ‘mâd-i Kâtib (s. 394)
Fânî-i Kûr (s. 160)
Mevlânâ Habîb-i Kâtib (s. 394)
Mollâ Zihnî (s. 160)
Mevlânâ Latîf (s. 394)
Mollâ Lisânî (s. 160-1)
Mevlânâ Hâimî (s. 394)
Figânî (s. 161)
Mevlânâ Misâlî (s. 395)
Mevlânâ Gülhanî (s. 161)
Mevlânâ Mecdüddîn-i Kâî
Vahîdî (s. 161)
(s. 395)
Muhibbî-i Niâbûrî (s. 161)
Kâdî Selâmullâh (s. 395)
Dîvâne-i Niâbûrî (s. 161)
emsüddîn Muhammed-i Latîfî
Süleymân-ı Türkmân (s. 161-2) (s. 395-6)
Mollâ Sâkî (s. 162)
Kâdî eyh-i Kebîr (s. 396-7)
Mollâ Hâcî (s. 162)
Mevlânâ Pertevî (s. 397,
Mollâ Hvâce Hıyâbânî (s. 162) Mevlânâ Nasîbî-i Gîlânî (s. 398)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mollâ Vasfî (s. 162)
Mollâ âh Hüseyn (s. 162)
Mollâ Bîhûdî (s. 162)
Mollâ Efserî (s. 163)
Mollâ Nâdirî (s. 163)
Mollâ Veysî (s. 163)
Mollâ Abdullâh (s. 163)
Mevlânâ Yûsuf Çâkerî (s. 163)
Mollâ Ahmed-i Serrâc (s. 163)
Mevlânâ Zarîfî (s. 163)
Mollâ retî (s. 164)
Mollâ Babacan (s. 164)
*
*
185
185
*
Mevlânâ Muhyiddîn (s. 398)
Mevlânâ Ümîdî (s. 399)
Mevlânâ Muhammed Mezheb-i
Kirmânî (s. 400)
Mevlânâ Erd (s. 400)
Mevlânâ Kabûlî (s. 400)
Rûzbeh (s. 400)
Mevlânâ Hurremî (s. 401)
Mevlânâ Fahr (s. 401)
eyh Muhammed-i Tebrîzî
(s. 401)
Mevlânâ Cevherî (s. 402)
*
*
*
*
*
*
*
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NNAHMET
MECÂLSÜ’N-NEFÂ’S
SML TEZKRES
KARTAL
665.
666.
667.
668.
669.
670.
671.
672.
673.
674.
675.
676.
677.
678.
679.
680.
681.
682.
683.
684.
685.
686.
687.
688.
689.
690.
691.
692.
693.
694.
695.
696.
697.
698.
699.
700.
701.
702.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
703.
704.
705.
Yok
Yok
Yok
706.
707.
708.
709.
710.
711.
712.
713.
714.
715.
716.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Kûr Latîf (s. 164)
Mevlânâ Rıfkî (s. 403)
Mevlân â Lutfî (s. 164)
Mevlânâ ‘Ayî (s. 403)
eyh-zâde (s. 164)
[Burada geçen âirin ismi
Mevlânâ Nûrî (s. 164)
zikredilmemitir] (s. 403)
Âfâk (s. 164)
Mevlânâ Seyfî (s. 403-4)
Fürûî (s. 165)
Mevlânâ Yârî (s. 404)
Mollâ Hâsî (s. 165)
Mevlânâ Hûî-i Horâsânî
Vasfî (s. 165)
(s. 404)
Alâ’ulmülk (s. 165)
Mevlânâ Merevî (s. 404)
Mollâ Kâsım Âsım (s. 165)
Mevlânâ Ferruhî (s. 404-6)
Mollâ Hicrî (s. 165)
Emînî (s. 406-7)
Mollâ Seyrî (s. 165)
Mollâ Muhammed Ali (s. 165-6)
Mollâ Abdulkerim (s. 166)
Mîrzâ Alî-i Halac (s. 166)
Mollâ Fakîrî (s. 166)
Mollâ Cârûbî (s. 166)
Mollâ Sevdâyî (s. 166)
Mollâ Necmî (s. 166)
Mollâ Besmeçi (s. 166)
Mollâ Kavsî (s. 167)
Mollâ Mânî-i Türbetî (s. 167)
Mollâ Ebu’l-ma’âlî (s. 167)
Mollâ Tâbi’î (s. 167)
Mevlânâ âh Muhammed (s. 167)
Dervî Haydar-ı Tunyânî (s. 167)
âh Muhammed Kurçî (s. 167)
Mollâ Dervî (s. 168)
Mevlânâ Nûrullâh (s. 168)
Mollâ Nevâî (s. 168)
Mollâ Za’îfileng (s. 168)
Melik Muiziddîn (s. 168)
Mollâ Firâkî (s. 168)
Mollâ Zeynüddîn Ali (s. 168)
Mollâ Mücrimî (s. 169)
Mîrem Siyâh (s. 169)
Mollâ Mahremî Mîr ikâr (s. 169)
Mollâ Kâsım Gamze (s. 169)
Kısm-ı Heftum
Zikr-i Letâyif-i Vüzerâ-yı Âlî-mikdâr
Hvâce Mîrek (s. 170)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Mollâ Hasanalî (s. 170)
Mîrzâ Kâsım (s. 170)
Kısm-ı Hetum
Zikr-i Letâyif-i Ümerâ-yı Nâmdâr
Mîrzâ Mukîm Keyhüsrevî (s. 171)
Kâsım Veledî (s. 171)
Mogol Abdulvehhâb (s. 171)
Emîr Rüstem Alî (s. 171)
âh Veled Big (s. 171-2)
Emîr Muhammed Yûsuf (s. 172)
Emîr Maksûd Gulâm (s. 172)
Yâr Muhammed Rahne (s. 172)
Dost Hüseyn (s. 172)
âhek (s. 172)
Emîr Sultân Velî (s. 172)
Kısm-ı Nohum
Zikr-i Letâyif-i Selâtîn-i Kâmgâr...
186
186
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
717.
718.
719.
720.
721.
722.
723.
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Sultân Mahmûd Mîrzâ (s. 173)
Sultân Mes‘ûd Mîrzâ (s. 173)
Baysunkur Mîrzâ (s. 174)
Zahîrüddîn Muhammed Bâbür Pâdiâh (s. 174)
Ubeydullâh Hân (s. 174)
Muhammed Mümin Mîrzâ (s. 174-5)
Hümâyûn Mîrzâ (s. 175)
Hâtime (s. 176-8)
*
“Alî îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâ’is simli Tezkiresi ve XVI.
Asırda Yapılan Farsça ki Tercümesi”, bilig, sy. 13, Ankara 2000,
s. 21-64.
*
187
187
RAZ'DAN STANBUL'A
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER
Giri
Alî îr Nevâî, yazmı olduu manzum ve mensur eserleriyle sadece Çaatay
edebiyatının deil, bütün Türk edebiyatının en seçkin ve önde gelen
simalarından biridir. Nevâî, Uygur kabilesinden olan Kiçkine Bahi’nin oludur.
844/1441’de Heratta domu ve 906/1501’de yine bu ehirde ölmütür
(Nevâî’nin hayatı hakkında geni bilgi için bak. Levend 1965; Togan 1964; Kut
1989b).
Nevâî, hayatı boyunca kendini yetitirmekle megul olmu, sonsuza kadar
ismini yaatacak eserler yazmaya, güzel ve parlak iirler söylemeye gayret ve
çaba sarf etmitir (Sâm Mîrzâ 1346: 334). Nevâî, fıtraten her ne kadar Farsça ve
Türkçe iir söylemeye kabiliyeti varsa da, o daha ziyade Türkçe iirler yazmıtır
(Câmî 1371: 108). Devletâh’ın ifadesiyle Türkçede üstat, Farçada ise fazilet
sahibi (Devletâh 1901: 495) olan Nevâî, Farsça divanında yer alan bir kıt’ada
her iki dilde iirleri olduunu dile getirmitir:
*
*
*
*
213
(Nevâî 1342: 212; 1375: 327)
Devletâh, yazmı olduu bir mülemmada, Nevâî’nin her iki dilde söylemi
olduu iirlerin kudretini u ekilde dile getirmitir:
Türkîsin körüp kılurlar irdi terk ü tevbe hem
Ger tirek bolsalar irdi Lutfî birlen Kerderî
214 (Devletâh 1901: 495)
213
Renkli ve güzel mânâlı Türkçe sözlerim çoktur. Farsçada da inci ve la’l gibi deerli sözlerimi
görürsün.
Lutfî ve Kerderî eer onun Türkçe iirlerini görselerdi, iir söylemeyi terk ve tövbe ederlerdi. Onun
olgun iirleri yanında Zahîr’in iirleri nedir, Enverî kimdir.
*
214
*
189
189
ALÎ ÎR AHMET
NEVÂÎ’NN
FARSÇA RLER
KARTAL
Nevâî, Fars edebiyatının özellikle Mollâ Câmî ile zirveye ulatıı bir
dönemde, Türkçe ile yüksek bir edebiyatın oluturulabileceini ve Türkçenin
birçok yönlerden Farsçadan üstün olduunu savunarak, manzum ve mensur
Türkçe eserler yazmıtır. Bu eserler unlardır:
*
I-Dîvânları (Hazâ’inü’l-me’ânî)
1. Garâ’ibü’s-sıgar
2. Nevâdirü’-ebâb (Alî îr Nevâyî 1985)
3. Bedâyi’ü’l-vasat
4. Fevâ’idü’l-kiber (Alî îr Nevâyî 1996b)
II-Hamsesi
5. Hayretü’l-ebrâr
6. Ferhâd u îrîn (Alî îr Nevâyî 1956, 1963, 1994)
7. Leylî vü Mecnûn (Alî îr Nevâyî 1996c)
8. Seb’a-i Seyyâre
9. Sedd-i skenderî (Alî îr Nevâyî 2001)
III-Tezkireleri
10. Mecâlisü’n-nefâ’is (Alî îr Nevâî 1961; Alî îr Nevâyî
1995, 2001; Kartal 2000)
11. Nesâyimü’l-mahabbe min-emâyimi’l-fütüvve
(Alî îr Nevâyî 1996a)
IV-Dil ve Edebiyat Eserleri
12. Risâle-i Mu’ammâ
13. Mîzânu’l-evzân (Alî îr Nevâyî 1993)
14. Muhâkemetü’l-lugateyn (Alî îr Nevâî 1941, Alî îr Nevâyî
1996)
V. Dînî-Ahlâkî Eserleri
15. Münâcât
16. Çihil Hadîs
17. Nazmu’l-cevâhir
18. Lisânu’t-tayr (Alî îr Nevâyî 1995a)
19. Sirâcü’l-müslimîn
20. Mahbûbu’l-kulûb
VI. Târihî Eserleri
21. Târîh-i Enbiyâ vü Hükemâ
22. Târîh-i Mülûk-i Acem
23. Zübdetü’t-tevârîh
VII-Biyografik Eserleri
24. Hâlât-ı Seyyid Hasan-ı Erdîr (Eraslan 1971)
*
*
*
*
*
*
*
*
*
190
190
*
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
25. Hamsetü’l-mütehayyirîn
26. Hâlât-ı Pehlevân Muhammed (Eraslan 1980)
VIII-Belgeler
27. Vakfiyye
28. Müne’ât
Alî îr Nevâî’nin yukarıda verdiimiz Türkçe manzum ve mensur
eserlerinden baka, Farsça iirlerinden oluan bir divanı da vardır. Özellikle
Farsça Dîvân’ı ve Mecâlisü’n-nefâis adlı tezkiresiyle ran edebiyatında çok
üstün bir mevkii olan Alî îr Nevâî, Türkçe iirlerinde Nevâî, Farsça iirlerinde
ise Fânî215 mahlasını kullanmıtır. Bu çalımada, gençlik dönemlerinden
balayarak hayatının sonuna kadar söyledii Farsça iirleri deerlendirilecektir.
*
*
*
Alî îr Nevâî’nin Farsça iirleri
*
Alî îr Nevâî’nin Farsça Dîvân’ı Rükneddîn Hümâyûnferruh tarafından
1342 ve 1375 tarihlerinde Tahran’da iki defa yayımlanmıtır216. Bu neire göre
Dîvân, “gazeliyyât (: gazeller)”, “mukatta’ât (: kıt’alar)”, “müfredât (:
müfretler)”, “rübâ’iyyât (: rübâ’îler) ve “mu’ammiyyât (muammâlar)”
bölümlerinden olumaktadır. Bu divan nerinde kaside ve mesnevi nazım
ekilleriyle yazılmı iir görülmemektedir. Ancak Nevâî’nin Nuruosmaniye
Kütüphanesi Nu. 3850 (Ate 1968: 454-55; Levend 1966: VII-VIII) ve Türk slâm Müzesi Nu. 1952 (Levend 1966: VII-VIII) de kayıtlı Farsça Divan
nüshalarında mensur bir dîbâce ile altı tane kaside bulunmaktadır. Bunlar
Hümâyûnferruh nerinde yer almamaktadır.
Nevâî iki beyitlik bir nazm ile balayan ve üç buçuk sayfa tutan “dîbâce”de,
Divanını Farsça ile yazmasını dostu ve müridi Abdurrahmân-ı Câmî’nin
kendisinden istediini; ayrıca Hüseyin Baykara’nın da kendisine aynı eyi
emrettiini belirttikten sonra, 902/1496-97 yılında bazı kasideler yazdıını ve
böylece Divanın olutuunu belirtmitir (Ate 1968: 454-55; Levend 1966: VIIVIII). Bu “dîbâce”den sonra “cihât-ı sitte”ye uygun olarak altı tane kaside yer
almaktadır. Bu kasideler sırayla unlardır:
*
*
*
*
215
Hayyâmpûr, Nevâî’nin Farsça iirlerinde kullandıı mahlasını sehven “Fenâyî” eklinde vermitir
(Hayyâmpûr 1368: II/952).
Birinci Baskı: Dîvân-i Emîr Nizâmüddîn Alî îr Nevâ’î «Fânî», (Be-Sa’y u htimâm-i Rukneddîn
Humâyûnferruh), Çâp-i Evvel, Ez-ntiârât-i Kitâb-hâne-i bn-i Sînâ, Tehrân 1342. kinci Baskı:
Dîvân-i Emîr
Nizâmüddîn Alî îr Nevâ’î «Fânî», (Be-Sa’y u htimâm-i Rukneddîn
Humâyûnferruh), Çâp-i Devvom, ntiârât-i Esâtîr, Tehrân 1375.
*
216
191
191
ALÎ ÎR AHMET
NEVÂÎ’NN
FARSÇA RLER
KARTAL
Rûhu’l-kuds: “Tevhîd” olan bu kaside toplam 130 beyittir (Levend 1966:
219-220). Nevâî, Muhâkemetü’l-lügateyn isimli eserinde bu kasidesi hakkında
öyle söyler:
“....
217”
(Alî îr Nevâyî 1996: 184).
*
Aynü’l-hayât: Na’t-ı Nebevî olan bu kaside toplam 150 beyittir (Levend
1966: 219-220). Nevâî, Muhâkemetü’l-lügateyn isimli eserinde bu kasidesi
hakkında öyle der:
“
”218
(Alî îr Nevâyî 1996: 184).
*
Tuhfetü’l-efkâr: Bu kaside Emîr Hüsrev-i Dihlevî ’nin mehur kasidesi
Deryâ-yı Ebrâr’a naziredir. Deryâ-yı Ebrâr, Bahrü’l-ebrâr diye de anılmaktadır
(Devletâh 1901: 497; Nu’mânî 1368: II/123). Nevâî, didaktik ve ahlâkî olan bu
kaside hakkında Hüsrev-i Dihlevî’nin öyle dediini nakleder:
*
“
”219 (Alî îr Nevâyî 1996: 182).
*
Mollâ Câmî, Deryâ-yı Ebrâr’a 100 beyitten oluan bir nazire yazmı ve
adını Lüccetü’l-esrâr koymutur (Câmî trhs.: 20-4 [Kasîdehâ]). Nevâî bu iki
kaside hakkında unları söyler:
217
218
219
Kr. “...Rûhu’l-kuds kasidesini haykırıp kutluların ruhunu onunla tazeledim. Matlaı budur: beyit,
Aman ne güzel, kudret kalemi ile eyayı tasvir eden, hayret, ondan her an bin örnek domada” (Alî
îr Nevâyî 1996: 218-19).
Kr. “Aynu’l-hayât kasidesinin souk suyunu ulatırıp gaflet ehlinin ölü bedenlerine can giydirdim.
Matlaı budur: Manzum, Gece kapıcıları sevda perdesini gerdiklerinde, ay yüzlü güzeller
topluluuna cilve atarlar” (Alî îr Nevâyî 1996: 219).
Kr. “Ola ki yüz bin beyitten fazla olan divanlarımın, gazel, kaside ve mesnevilerimin beyitleri,
âlem sayfasından silinse ve devran sayfasından yok olsa, derin mânâları içine almada yeterli olan bu
kaside kalsa, bu fen ehline faziletlerimin delili için kâfidir” (Alî îr Nevâyî 1996: 217).
*
*
*
192
192
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
“
”
220
(Alî îr Nevâyî 1996: 182).
*
Nevâî, daha sonra bunlara bir nazire yazmı ve ismini Tuhfetü’l-efkâr
koymutur. Nevâî kendi kasidesi hakkında öyle der:
“
(Alî îr Nevâyî 1996: 183).
*
Nevâî’nin en tanınan ve mehur olan kasidesi bu olup Devletah
Tezkiresi’nde de geçmektedir (Devletâh 1901: 497-503). Câmî Bahâristan’da,
Deryâ-yı Ebrâr’a nazire olan Tuhfetü’l-efkâr’ın ince nükteler ve ho, güzel
hayallerle dolu olduunu belirtir (Câmî 1371:108). Devletâh, bu kasidenin
Bahrü’l-ebrâr’a parlak bir nazire olduunu söyledikten sonra, dier bütün
nazirelerden üstün olduunu kaydeder (Devletâh 1901: 497). Yine Devletâh,
Hüsrev-i Dihlevî’nin Bahrü’l-ebrâr’ında birçok hakikat ve bilgiyi açıkladıını,
bu kasidenin arifler tarafından takdir edildiini ifade ettikten sonra, Nevâî’nin de
bu manzumesinde mânânın hakkını verdiini, âirlikte kendine özel hayaller ile
220
221
Kr.: “Eer ilk söylenen [Deryâ-yı Ebrâr] iyilerin denizi ise, bu bahar bulutudur; mertebede ondan
daha yüksek ve nasipte ondan daha faydalıdır. Çünkü onun üstüne gölge salmak için yayılabilir ve
baına inci saçıcılık dahi yapabilir” (Alî îr Nevâyî 1996: 217).
Kr. “Ben fakir, her iki muhterem büyüe niyaz ederek ve kimsesiz olduumdan iyice aratırıp
yazdım ve adına Tuhfetü’l-efkâr dedim. Matla’ı budur: Padiahların tacının süsü olan ate renkli
yakut, ham olan düünceyi piirmek için bata bir kor atetir. (Buna) pek çok mânâ yadıran
ibareler ve gizlilikle karıık iaretler kattım ki, bu fen ehlinin mâhirleri de tasdik etmitir. Her hangi
bir kimsenin bu konuda tereddüdü olursa, Hazret-i Mahdûmî’nin hayat baharistanı ve kurtulu
nigaristanı denmee lâyık Bahâristân adlı kitabında bu matlaı yazıp delil olarak sürmek için
açıklamasını yapmılardır. Bu devlet fermanı gök takına asılsa yeri var ve bu saadet turası Müteri
yıldızının boynuna sallandırılsa, öünme ve iftihar vesilesidir. O kitabı al ve bu yeri bulup bak ve
benim onca tarifi için yazdıklarımda noksan kaldıımı anla!” (Alî îr Nevâyî 1996: 217-18).
*
*
193
193
ALÎ ÎR AHMET
NEVÂÎ’NN
FARSÇA RLER
KARTAL
mânâları dile getirmede kusur etmediini söylemi ve u beyti kaydetmitir
(Devletâh 1901: 503):
222
Muhammed-i Kazvînî Mecâlisü’n-nefâis Tercümesi’nde (Alî îr Nevâî
1323: 358), Sâm Mîrzâ ise Tuhfe-i Sâmî’sinde (Sâm Mîrzâ 1346: 337) bu
kasidenin Deryâ-yı Ebrâr’a nazire olduunu ifade ettikten sonra, matla beytini
vermilerdir.
Kûtu’l-kulûb: “Mevâız-ı sûd-mend” ve “nasâyıh-ı dil-pesend”i ihtiva eden
bu kaside (Levend 1966: 219) 118 beyit olup Enverî’nin Ebu’l-feth Tâhir
methinde söyledii 70 beyitten oluan kasidesine (Enverî 1372: I/41-45)
naziredir. Nevâî bu kasidesi hakkında öyle söyler:
“...
”223
(Alî îr Nevâyî 1996: 184).
*
Minhâcü’n-necât: Kasidenin adı “dîbâce” ve “manzumenin baında” Tuhfetü’n-necât olarak geçtii hâlde Nevâî kasidesinde ismini Minhâcü’n-necât olarak
vermektedir (Levend 1966: 222). Bu kaside, sultan övgüsünde olup Hakanî’nin
“tahkîk”, “mev’ıza” ve “hikmet” konulu, mâm Nâsıruddîn brâhîm için yazılan
89 beyitlik mersiyesine (Hakanî 1373: 410-15) naziredir. 138 beyitten oluan bu
kaside için Nevâî unları der:
“
”224
(Alî îr Nevâyî 1996: 184).
*
222
223
224
Bu nazire Hüsrev’in söylediinden aaı deildir. Belki bu iki iir, birbirinden daha güzel olmutur.
Kr.: “.... Kendi kalemimden çıkan Kûtu’l-kulûb kasidesiyle hakikat yolunda gönüllere o yaatacak
gıdadan kuvvet ulamıtır. Matlaı budur: Beyit: Cihan yokluk ana caddesinin dar bir konaıdır.
Onda ikamet etmeyi isteme, çünkü orası ahın ve dilencinin yoludur.” (Alî îr Nevâyî 1996: 218).
Kr.: “Minhâcu’n-necât kasidesinde hidayet yolunu düzdüm ve dalâlet ehline asıl kurtulu yolunu
gösterdim. Matlaı budur: Beyit: Aman ne güzel, yüzünün mumundan halkın gözü aydınlanmıtır.
nsansın, ama dünyanın gözbebei oldun” (Alî îr Nevâyî 1996: 219).
*
*
194
194
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Nesîmü’l-huld: Bu kaside 128 beyit olup Hakanî225 (Hakanî 1373: 209-15)
ile Câmî226 (Câmî trhs.: 49-55 [Kasîdehâ])’nin kasidelerine naziredir. Nitekim
Nevâî bu kasidesi hakkında unları söylemektedir:
“
227
”228 (Alî îr
Nevâyî 1996: 183-84).
*
Nevâî, “Sitte-i Zarûriyye” adını verdii bu altı kasidesinin hususiyeti
hakkında u açıklamayı yapar:
“
”229 (Alî îr Nevâyî 1996: 184).
*
Bu ifadelerden de anlaıldıı gibi Nevâî’nin bu kasideleri konu itibariyle
“tevhid”, “naat” ve “mevize” olup, hakikat ehlinin diliyle kiiye hem kendini
hem de Rabbini bildirecek mahiyettedir.
Bu kasidelerin bir özellii de, Nevâî’nin her kasidenin sonunda ismini
vermesidir. Meselâ Tuhfetü’l-efkâr’ın sonuna doru kasidenin adı u beyitte
verilir:
230
225
226
227
228
229
Hakanî’nin bu kasidesi “Kasîde-i Mir’âtu’s-safâ, der-Hikmet u Tekmîl-i Nefs” balıında olup 115
beyitten olumaktadır.
Câmî’nin bu kasidesi “Cevâbest În Cilâ’u’-r-rûh Hakanî vu Husrev-râ” balıında olup 131 beyitten
olumaktadır.
Bu matla beyti Âgah Sırrı Levend tarafından u ekilde verilmitir (Levend 1966: 222):
Kr.: “Mîr Hüsrev’in Mir’âtu’s-safâ adlı kasidesine, mânâ yaratıcısı Hakanî-i irvânî derinlemesine
bir inceleme yapmıtır...Hazret-i Mahdûmî, onun karılıı olarak Cilâ’u’r-rûh adlı kasideyi
söylemilerdir...ve ben fakir de her iki muhterem için Nesîmü’l-huld kasidesini tetebbu ettim. Matlaı
budur: beyit, öretmen aktır ve akıl pirini onun onun ders okuyan talebesi bil! Cehalet dersi ve
bilgin gönlüm onun ders okuyan talebesidir. Bu kasidede dahi pek çok mânâ cevheri derc ve ömür
bedeli harc olmutur.” (Alî îr Nevâyî 1996: 218).
Kr.: “Bu altı kaside hamd u naat, sena ve mev’izedir ve tasavvuf ve hakikat ehlinin dili ile kiinin
kendini ve rabbini bilmesidir.” (Alî îr Nevâyî 1996: 219).
*
*
195
195
ALÎ ÎRAHMET
NEVÂÎ’NN
FARSÇA RLER
KARTAL
(Levend 1966: 221)
Nevâî’nin Nuruosmaniye Kütüphanesi ve Türk -slâm Müzesi’nde bulunan
Farsça Divan nüshalarında bulunmayan “Fusûl-i Erba’a” balıını taıyan dört
kasidesi daha vardır. Nevâî bu kasideleri hakkında Muhâkemetü’l-lügateyn
isimli eserinde unları söyler:
*
*
“
”231 (Alî îr Nevâyî
1996: 185).
*
Bu kasidelerden bahar ile ilgili olan, Selmân-ı Sâvecî’nin bazen ayrı bir eser
olarak tesadüf edilen, içinde bütün edebî sanatlar kullanılan ve vezir Gıyâsüddîn
Muhammed’e ithaf olunan “Kasîde-i Masnû’a”232 (Ate 1968: 280, 553) ya
naziredir.
Gazeliyyât: Rükneddîn Hümâyûnferruh tarafından neredilen Nevâî’nin
Farsça divanı dorudan gazeller ile balamaktadır. Dîvânda redif ve kafiyelerine
göre tertip edilmi toplam 486233 tane gazel bulunmaktadır234. Ancak nair esas
aldıı nüshada bazı sayfaların kopmu olduundan bahseder235 (Nevâî 1342: 11,
19, 134; 1375: 79, 88, 227). Bu durum göz önünde bulundurulduunda gazel
sayısının daha fazla olabilecei söylenebilir. Divanda yer alan gazellerden 1
tanesi 2236, 5 tanesi 5, 40 tanesi 6, 258 tanesi 7, 29 tanesi 8, 139 tanesi 9, 4 tanesi
10, 10 tanesi de 11 beyitten olumaktadır. Bu rakamlardan Nevâî’nin tercihini 7
beyitli gazel söylemeden yana kullandıı görülmektedir.
Divan’da yer alan gazellerin çou ya Nevâî’nin kendi döneminde ya da
kendisinden önceki dönemlerde yaayan bazı âirlerin iirlerine yazılan
nazirelerdir. Nitekim Nevâî Muhâkemetü’l-lügateyn isimli eserinde bununla
ilgili olarak unları söylemektedir:
*
230
231
232
233
Eer (bu kasidenin) adını Tuhfetü’l-efkâr koyarsam aılmamalı. Çünkü bu benim fikir denizimden
sunulmu bir hediyedir.
Kr.: “Dı dünyayı iirletiren âirler yolunda da Fusûl-i erba’a olarak tanınan dört kasidemde dört
mevsimin sıcaklık, soukluk, yalık ve kuruluk keyfiyeti bildirilmitir. Yazdıım bu dört kaside,
dört mevsimin tesirinin izi gibi dört bir yana yayılmıtır.” (Alî îr Nevâyî 1996: 219).
Bu kaside Selmân-ı Sâvecî’nin divanında yoktur (Selmân-ı Sâvecî 1367).
Farsça divanın ikinci baskısında ise 485 tane gazel bulunmaktadır. Birinci baskıda yer alan 376
numaralı gazel, ikinci baskıda yoktur.
Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshada 469, Türk -slâm Müzesi’nde
bulunan nüshada ise 468 gazelin bulunduunu kaydetmektedir (Levend 1966: VII).
Nitekim 24. gazelin matla beyti yoktur (Nevâî 1342: 11; 1375: 79). 317. gazelin ise sadece ilk iki
beyti vardır (Nevâî 1342: 134; 1375: 227).
Divanda 317. gazel olarak geçen bu iir iki sayfanın kopmasından dolayı eksiktir (Nevâî 1342: 134;
1375: 227).
*
*
234
*
235
236
196
196
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
RAZ'DAN STANBUL'A
“
“
237
”
(Alî îr Nevâyî 1996: 185-6).
Nevâî’nin bu ifadelerinden kendisinin Hâfız-ı îrâzî, Sa’dî-i îrâzî, Hüsrev-i
237
”
(Alî îranlaılmaktadır.
Nevâyî 1996: 185-6).
Dihlevî
ve Abdurrahmân-ı Câmî’ye nazireler söyledii
Ancak
*
*
Nevâî’nin bunların dıında Emîr Süheylî, Selmân-ı Sâvecî, Sâhib-i Belhî, Kâhî-i
Nevâî’nin
bu ifadelerinden
Hâfız-ı
îrâzî,
Sa’dî-i
îrâzî, Hüsrev-i
Kâbilî,
âhî-i Sebzvârî,
smet-i kendisinin
Buhârî, Seyfî-i
Türk
, Kemâl-i
Hocendî,
HüseynDihlevî
ve
Abdurrahmân-ı
Câmî’ye
nazireler
söyledii
anlaılmaktadır.
Ancak
i Baykara, Hasan-ı Dihlevî ve Vefâyî’ye de söylemi olduu nazireleri vardır.
Nevâî’nin
bunların
dıında
Emîr
Süheylî,
Selmân-ı
Sâvecî,
Sâhib-i
Belhî,
Divanda yer alan gazellerin balıına “tetebbu’-ı.....” yazılarak kime Kâhî-i
cevap
Kâbilî,
Sebzvârî,
smet-i Buhârî,
Seyfî-i
Türk , Kemâl-i
Hocendî,
olarak âhî-i
yazıldıı
belirtilmitir.
Bu tip
gazellerin
kimlere
nazireHüseynolarak
isöylendiini
Baykara, Hasan-ı
Dihlevîu
veekilde
Vefâyî’ye
de söylemi olduu nazireleri vardır.
ve balıklarını
gösterebiliriz:
Divanda yer alan gazellerin balıına “tetebbu’-ı.....” yazılarak kime cevap
olarak yazıldıı belirtilmitir. Bu tip gazellerin kimlere nazire olarak
söylendiini ve balıklarını u ekilde gösterebiliriz:
*
*
237
Kr.: “Bütün güzel yazı ve iir yazanların nazarında beenilmi ve kabul görmü olan Farsça
gazeller divanı(m) Hâce Hâfız üslûbundadır. Tertiplediim beyitlerin sayısı altı binden daha
fazladır ve daha çok o Hazret’in iirleri tetebbu edilerek meydana getirilmitir. Fakat bir kısmı gazel
tarzının
mucidigüzel
Hazret-i
Muslihiddîn
Sa’dî’ye
–Tanrı
sırrını kutsasınbir kısmı
akolan
tapınaının
Kr.: “Bütün
yazıeyh
ve iir
yazanların
nazarında
beenilmi
ve kabul
görmü
Farsça
ıık saçıcısı ve dert gariphanesinin
göz
yaı
dökücüsü
Mîr
Hüsrev’e
ve
bazısı
olgunluk
doruunun
gazeller
divanı(m)
H âce
Hâfız üslûbundadır.
altıolan
binden
daha
parlak günei
Hazret-i
Mahdûm’a
–Nur içinde Tertiplediim
yatsın- ithaf beyitlerin
edilmitir. sayısı
Mezkur
azizlerin
fazladır
ve toplayıcısı
daha çok o olan
Hazret’in
iirlerihalk
tetebbu
edilerek
getirilmitir.
Fakat
bir kısmı
hallerinin
bu divan
arasında
iyimeydana
bilinir ve
zamanelerin
tabiatları
o gazel
yöne
tarzının
mucidi öyle
Hazret-i
sırrını
kutsasınbir (Alî
kısmı
tapınaının
1996:
dorudur.Onda
çok eyh
gönülMuslihiddîn
çeken edalarSa’dî’ye
ve gönül–Tanrı
okayan
mânâlar
var....”
îrak
Nevâyî
ıık
saçıcısı
ve
dert
gariphanesinin
göz
yaı
dökücüsü
Mîr
Hüsrev’e
ve
bazısı
olgunluk
doruunun
220-21).
parlak günei
Hazret-ilirik
Mahdûm’a
–Nurbiri
içinde
edilmitir.
olan azizlerin
Dünyanın
en büyük
âirlerinden
kabulyatsınedilenithaf
Hâfız-ı
îrâzî Mezkur
(ö. 791/1388-89
veya
hallerinin
toplayıcısı
olan
bu
divan
halk
arasında
iyi
bilinir
ve
zamanelerin
tabiatları
o yöne
792/1389-90) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 302-8; Câmî 1371: 105, 1993: 681-82;
dorudur.Onda
öyle çok
gönülAte
çeken
edalar
ve gönül
okayan1368:
mânâlar
var....” (Alî
îr Nevâyî
Alî
îr Nevâî 1323:
354-55;
1968:
288-301;
Nu’mânî
II/165-246;
Hâfız-ı
îrâzî 1996:
1372;
220-21).
Karahan 1988; Hâfız 1988, Sâmî 1996: III/1913-14; Hayyâmpûr 1368: I/240-41.
Dünyanın en büyük lirik âirlerinden biri kabul edilen Hâfız-ı îrâzî
(ö. 791/1388-89 veya
Bu
gazelin balıı
Farsça
ikinci
“Der-Tavr-ı
Hvâce”
eklinde
geçmektedir
792/1389-90)
hakkında
genidivanın
bilgi için
bak.: baskısında
Devletâh 1901:
302-8; Câmî
1371:
105, 1993:
681-82;
(Nevâî
Alî îr 1375:
Nevâî110).
1323: 354-55; Ate 1968: 288-301; Nu’mânî 1368: II/165-246; Hâfız-ı îrâzî 1372;
vâce” eklinde geçmektedir
Bu
gazelin
balıı
divanın
ikinci
baskısında
“Der-Tavr-ı
Karahan
1988;
HâfızFarsça
1988, Sâmî
1996:
III/1913-14;
Hayyâmpûr
1368:HI/240-41.
(Nevâî
1375:
119).
Bu gazelin balıı Farsça divanın ikinci baskısında “Der-Tavr-ı Hvâce” eklinde geçmektedir
Bu gazelin
(Nevâî
1375:balıı
110). Farsça divanın ikinci baskısında “Der-Tavr-ı Hvâce” eklinde geçmektedir
(Nevâî
1375:
119). Farsça divanın ikinci baskısında “Der-Tavr-ı Hvâce” eklinde geçmektedir
Bu gazelin balıı
*
237
*
*
26
*
26
27
*
28
*
27
29
*
*
28
*
29
(Nevâî 1375: 119).
Bu gazelin balıı Farsça divanın ikinci baskısında “Der-Tavr-ı Hvâce” eklinde geçmektedir
(Nevâî 1375: 119).
*
197
197
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER
AHMET KARTAL
30
31
32
33
34
Bu gazel Farsça divanın ikinci baskısında yoktur.
Rükneddîn Humâyûnferruh dipnotta Hüsrev-i Dihlevî’nin de aynı vezin ve kafiyeli bir gazelinin
olduunu söyledikten sonra gazelin matla beytini vermitir. Ancak Hüsrev-i Dihlevî’nin elimizde
bulunan divanında bu tarz gazelini bulamadık. Bak. Emîr Husrev-i Dihlevî 1343.
Bu gazel Farsça divanın ikinci baskısında 442. gazel olarak geçmektedir. Bak. Nevâî 1375: 293.
Bu gazelin mahlas beyti Farsça divanın ikinci baskısında yoktur. Bak. Nevâî 1375: 302.
Farsça divanın birinci baskısında 7 beyit olan (Nevâî 1342: 193) bu gazel, ikinci baskıda 6 beyit olup
(Nevâî 1375: 302-3) beinci beyit yoktur.
Nevâî’nin dostu ve eyhi olan Abdurrahmân-ı Câmî (ö. 898/1492) hakkında geni bilgi için bak.:
Câmî trhs., trhs.2; 1370, 1371, 1375; Devletâh 1901: 483-94; Alî îr Nevâî 1323: 56, 229-30; 1961:
*
*
*
*
35
198
198
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
36
83-84; Nasrâbâdî 1361: 500; Ate 1968: 392-443; Ali Asgar Hikmet 1991; Sâmî 1996: III/1759-60;
Hayyâmpûr 1368: I/204-5.
Timurlular devri Türk ve ran edebiyatının tanınmı simalarından olan Ahmed Süheylî (ö. 907/15012 veya 918/1512-13) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 509-13; Alî îr Nevâî 1961: 8485, 1323: 56-57, 230; Sâm Mîrzâ 1346: 338-39; Devletâh 1901: 509-13; Okumu 1352, 1982; Sâmî
1996: IV/2707; Ate 1968: 455-56; Hayyâmpûr 1368: I/472-73.
ran edebiyatının en tanınmı ve önemli simalarından biri Sa’dî-i îrâzî (ö. 691/1292) hakkında geni
bilgi için bak.: Sa’dî trhs.; Müstefî 1364: 734-35; Alî îr Nevâî 1323: 337-38; Câmî 1371: 105, 1993:
670; Devletâh 1901: 202-10; Sâmî 1996: IV/2572-73; Yazıcı 1997; Ate 1968: 168-201; Kartal
2001a, 2001b; Nu’mânî 1368: II/19-76; Hayyâmpûr 1368: I/454-55.
Bu gazel numaralandırılmamıtır. 67 olması gerekirken kendisinden sonraki gazel 67 olarak
numaralandırılmıtır.
Farsça divanın ikinci baskısında bu gazelin Hâfız-ı îrâzî’nin bir iirine nazire olduu dipnotta
belirtilmitir. Bak. Nevâî 1375: 113.
Hâfız-ı îrâzî’nin de, Sa’dî-i îrâzî’nin bu gazeli tarzında bir gazeli (bak. Hâfız-ı îrâzî 1372: 256;
Gazel no: 477) vardır.
Kendine “Turk-i Hindistânî (Hindistanlı Türk )” diyen ve ran edebiyatının önde gelen simalarından
biri olan Hüsrev-i Dihlevî (ö. 725/1325) hakkında geni bilgi için bak. Devletâh 1901: 238-47; Alî
îr Nevâî 1323: 356-57; Câmî 1371: 106; 1993: 677-78; Ate 1968: 233-51; Nu’mânî 1368: II/77149; Sâmî 1996: III/2045; Emîr Husrev-i Dihlevî 1343; Türkmen 1989; Hayyâmpûr 1368: I/307-8.
Bu gazel ayrıca Hâfız-ı îrâzî’nin gazeline de (bak. Hâfız-ı îrâzî 1372: 168; Gazel no: 281)
naziredir
Bu gazelin balıı, Farsça divanın ikinci baskısında “Tetebbu’-i Hvâce” eklinde geçmektedir (Nevâî
1375: 304).
Bu gazelin balıı, Farsça divanın ikinci baskısında “Muhteri’” eklinde geçmektedir (Nevâî 1375:
315).
XIV. asrın en tanınmı âirlerinden olan Selmân-ı Sâvecî (ö. 778/1376) hakkında geni bilgi için
bak.: Selmân-i Sâvecî 1367; Devletâh 1901: 257-63; Câmî 1371: 104; Alî îr Nevâî 1323: 353-54;
Sâmî 1996: IV/2606; Nu’mânî 1368: II/150-64; Yazıcı 1997a; Ate 1968: 279-85; Hayyâmpûr 1368:
I/464-65.
iirlerinde erîfî mahlasını kullanan, tıp alanında hâzik olan ve Bedahan hakimleri hakkında
methiyeler söyleyen Sâhib-i Belhî (IX/XV. asır) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 45254; Alî îr Nevâî 1961: 19-20, 1323: 15-16, 190-91; Sâmî 1996: IV/2858; Hayyâmpûr 1368: II/535.
*
37
*
*
38
39
*
40
41
*
42
43
*
*
44
*
45
46
199
199
ALÎ ÎR AHMET
NEVÂÎ’NN
FARSÇA RLER
KARTAL
Bazen kime cevap olarak yazıldıı belirtilmeyen gazeller de vardır.
Bunların balıı “Tetebbu’-ı Yâr-i Azîz”, “Tetebbu’-i Ba’zî ez-Zurefâ-yi
Zemân”, “Tetebbu’-i Ba’zî-i Yârân”, “Tetebbu’-i Ba’zî-i Azîzân” ve “Tetebbu’-i
Ba’zî-i E’izze” ekillerinde verilmitir. Bu tip gazeller unlardır:
Bazen gazelin balıında nazire olduu ifade edilse de, iirine nazire
söylendii belirtilen âirin elimizde bulunan divanında o tarzda bir gazelin
olmadıı görülmektedir. Meselâ, “Tetebbu’-i Hvâce” balıında verilen 136 ve
137. gazeller, “Tetebbu’i eyh” balıında verilen 35. gazel, “Tetebbu’-i Hvâce
Sel-mân” balıında verilen 42. gazel, “Tetebbu’-i Mîr Hüsrev” balıında
verilen 202. gazel bu ekilde olan iirlerdendir.
47
ran ’ın tanınmı âirlerinden olup Mollâ Câmî’nin örencilerinden Kâhî-i Kâbilî (ö. 983/1575 veya
988/1580) hakkında geni bilgi için bak.: Nasrâbâdî 1361: 469, 520; Sâmî 1996: V/3535;
Hayyâmpûr1368: II/760.
Timurlular devrinin tanınmı âirlerinden biri olan Kâtibî-i Tarîzî (ö. 838/1434-35 veya 839/143536) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 381-91; Câmî 1371: 107; Alî îr Nevâî 1323: 1011, 186-87; 1961: 11-13; Sâmî 1996: V/3807; Ate 1968: 340-45; Hayyâmpûr1368: II/753-54.
Güzel iirleri olan âhî-i Sebzvârî (ö. 857/1453 veya 859/1454-55) hakkında geni bilgi için bak.:
Câmî 1371: 107; Sâmî 1996: IV/2839-40; Hayyâmpûr 1368: II/491-92.
Timurlular devrinin en tanınmı âirlerinden olan smet-i Buhârî (840/1436-37) hakkında geni bilgi
için bak.: Devletâh 1901: 357-66; Câmî 1371: 107; Alî îr Nevâî 1961: 13-14; 1323: 12, 187-88;
Sâmî 1996: IV/3157; Ate 1968: 346-48; Hayyâmpûr 1368: II/638.
Hüseyn-i Baykara (911/1505-6) hakkında geni bilgi için bak.: Devletâh 1901: 521-41; Alî îr
Nevâî 1961: 208-51, 1323: 130-31, 316; Hayyâmpûr 1368: I/262, 265, 268-69; Eraslan 1987.
Bu gazel Farsça divanın ikinci baskısında 441. Gazel olarak geçmektedir (Nevâî 1357: 292).
*
48
49
50
51
52
*
200
200
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Divanda, Nevâî’nin kimseden etkilenmeden bizzat kendisinin yazdıı gazeller
de vardır. Bunların balıına “ihtirâ’ ” veya “muhteri’ ” kelimeleri yazılmıtır:
Kimi gazellere ise hiçbir balık konulmamıtır. Bu tip gazeller unlardır:238
Dîvânda bulunan gazellerin birinde “Cevâb-i Hod-gûyed” (Nevâî 1342: 14
[G. 31]), dierinde ise “Der-Cevâb-i i’r-i Mâzî” (Nevâî 1342: 24-25 [G. 56])
balıkları bulunmaktadır. Bunlardan Nevâî’nin kendi iirine de cevap söyledii
anlaılmaktadır.
Nevâî, bazen sevdii veya beendii bir âirin tarzında da gazeller
söylemitir. Bu tarz iirlerin bir kısmında dikkati çeken nokta, cevap söylenilen
âirin dıında bir âirin üslubunda söylenilmi olmasıdır. Bu tür iirleri u
ekilde gösterebiliriz:
53
54
55
56
Hindistan’da yetien önemli âirlerden olan Hasan-ı Dihlevî hakkında geni bilgi için bak. Devletâh
1901: 247-49; Alî îr Nevâî 1323: 357; Câmî 1371: 106; 1993: 678; Sâmî 1996: III/1950; Ate 25152; Hasan-ı Dihlevî 1352; Hayyâmpûr 1368: I/257.
XIV. asrın büyük sûfîlerinden biri olan eyh Kemâl-i Hocendî hakkında geni bilgi için bak.:
Devletâh 1901: 325-31; Câmî 1371: 105-6; Alî îr Nevâî 1323: 355-56; Sâmî 1996: V/3886; Ate
1968: 305-8; Kemâl-i Hocendî 1337.
Alî îr Nevâî’nin musahiplerinden olan Vefâyî-i Horasanî (IX/XV.asır) hakkında geni bilgi için
bak.: Alî îr Nevâî 1961: 181, 1323: 114, 286; Hayyâmpûr 1368: I/237, II/985.
Farsça divanın birinci baskısında 7 beyit olan (Nevâî 1342: 1) bu gazel, ikinci baskıda 6 beyit olup
(Nevâî 1375: 67) altıncı beyit yoktur.
*
201
201
ALÎ ÎRAHMET
NEVÂÎ’NN
FARSÇA RLER
KARTAL
Nevâî’nin Muhâkemetü’l-lügateyn’de dercettii 575859
(Alî îr Nevâyî 1996: 185-6)
*
57
Farsça divanın ikinci baskısında bu gazelin balıı “Tetebbu’-i Hvâce” eklinde geçmektedir (Nevâî
1375: 180).
Farsça divanın birinci baskısında 7 beyit olan (Nevâî 1342: 80-1) bu gazel, ikinci baskıda 6 beyit
olup (Nevâî 1375: 161) üçüncü beyit yoktur.
Farsça divanın ikinci baskısında bu gazelin balıı “Der-Tavr-i Hvâce” eklinde geçmektedir (Nevâî
1375: 167).
Kr.: “Bütün güzel yazı ve iir yazanların nazarında beenilmi ve kabul görmü olan Farsça
*
58
*
59
*
60
*
gazeller divanı(m) Hâce Hâfız üslûbundadır.” (Alî îr Nevâyî 1996: 220-21).
*
202
202
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
ifadelerinden de anlaıldıı gibi o, en çok Hâfız-ı îrâzî’ye hem nazire söylemi hem
de onun tarzında gazel yazmıtır. Bunda en büyük amilin Nevâî’nin iir
poetikasından kaynaklandıını düünüyoruz. Türkçe Divanlarının ilki olan
Garâ’ibu’s-sıgar’ın “dîbâce”sinde yer alan u ifadeler bunu açık olarak
göstermektedir:
*
“
”61 (Üzgör 1990: 78).
Bu ifadelerden anlaıldıı gibi Nevâî divan oluturulduunda onda hem arifane
gazel hem de her gazelde nasihatvari beyit bulunması gerektiini ifade etmitir.
Bu tarz yani irfanî iirin ise en önemli mümessillerinden biri malum olduu gibi
Hâfız-ı îrâzî’dir62. Bu da Nevâî’nin gazellerini Hafız tarzında yazmasını
açıklaması bakımından dikkate deerdir.
Yukarıda görüldüü gibi Nevâî, gazellerinin ekseriyetini ya nazire olarak
söylemi ya da beendii bir âirin üslubunda yazmıtır. Bu tarz davranmasıyla
O, ne bir dava peinde olmutur ne de kendini gösterme amacı gütmütür.
Nitekim Dîvânında yer alan bir kıt’ası O’nun bu tarz davranıını açıklaması
bakımından dikkate deerdir. Bu kıt’a u ekildedir:
63
(Nevâî 1342: 212)
Nevâî’nin irfanî ve nasihatvari64 gazellerinin yanında akı ve onun etkilerini
ifade eden, ak yolunda çekilen sıkıntıları ve üzüntüleri güzel bir eda ile dile
getiren ve sevgiliye olan sonsuz sadakati konu edinen aikane iirleri de vardır.
Ayrıca Nevâî, iirlerinde ak ve arabı öütlemi, rind ile zâhid arasındaki
tartımada da rind tarafında olduunu hissettirmitir. iirlerinde sevgiliden, onun
güzellik unsurlarında bahseden Nevâî, 4 tane na’t (Nevâî 1342: 2, 46, 128-29;
1375: 68, 120, 220-21) yazmıtır. Türkçe Divanlarında olduu gibi yakın dostu
ve arkadaı Hüseyn-i Baykara övgüsünde de gazel söylemitir (Nevâî 1342: 161
[G. 383]; 1375: 261 [G. 383]). Ayrıca iirlerinde yer yer bahar mevsimine de yer
*
61
62
63
64
“Dîvân tertip edildiinde onda arifane gazel bulunmazsa ve bir gazelde nasihatvari bir beyit olmasa
ve dîvân böylece yazılsa ancak beyhude zahmet ve boa emek sarfedilmi olur.” (Üzgör 1990: 79).
Hâfız-ı îrâzî’de irfan konusunda geni bilgi için bak. Mutahharî 1997.
Fânî’nin iirlere nazire söylemesi ne davadandır ne de kendini göstermekten gelir. Söz erbabı, gönül
sahibi olduu için, onun muradı gönüller kapısında dilenciliktir.
Divanda yer alan 202. gazel “mevize” balıı altında verilmitir (Nevâî 1342: 86).
203
203
ALÎ ÎR AHMET
NEVÂÎ’NN
FARSÇA RLER
KARTAL
veren Nevâî’nin lâle çiçeini konu alarak iledii bir gazel de dikkati
çekmektedir (Nevâî 1342: 101 [G. 239]; 1375: 186-87 [G. 239]).
Nevâî, nazire söyledii gazelin bazı mısralarını tazmin etmitir65
(Hâfız-ı îrâzî 1372: 84)
(Nevâî 1342: 39; 1375: 112)
Bazen de mısra üzerinde çok az deiiklik yaparak tazmin ettii
görülmektedir66:
(Hâfız-ı îrâzî 1372: 142)
(Nevâî 1342: 77; 1375: 157)
Nevâî’nin, cevap yazdıı âirin iirlerinde kullandıı mazmuna iaret ettii
de müahede edilmektedir:
67
(Hâfız-ı îrâzî 1372: 126)
68
(Nevâî 1342: 88; 1375: 171)
Nevâî, gazellerinde bazen atasözlerine de yer vermitir:
69
(Nevâî 1342: 7 [Giri]; 1375: 27)
70
65
66
67
68
69
Bu konuda ayrıca bak: G. 84/b. 7; 180/3; 213/6; 215/4; 254/8; 266/5; 330/8; 420/7; 461/4-5.
Bu konuda ayrıca bak: G. 182/b. 2-3; 207/5; 222/2; 223/3; 226/4; 255/5; 318/5; 319/11; 326/7;
335/6; 345/1.
Senin civarının havası, bir türlü baımdan gitmiyor.. evet, garibin gönlü daima vatandadır (Hâfız
1988: 208).
Hairde ateperestlerin mabedinin bahçesinde olmayı arzu ediyorum... evet garibin hüzünlü gönlü
daima vatandan taraftadır (vatandadır).
Gerçi azından henüz süt kokusu geliyorsa da, kanım senin gözüne helâl olsun.
204
204
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
(Nevâî 1342: 7 [Giri]; 1375: 27)
71
(Nevâî 1342: 7 [Giri]; 1375: 27)
Ayrıca Nevâî, gazellerinde kendilerine nazire söyledii Hâfız-ı îrâzî,
Hüsrev-i Dihlevî, Mollâ Câmî ve Sa’dî-i îrâzî’yi zikretmi ve onlara bakı
açısını yansıtmıtır:
72
(Nevâî 1342: 164; 1375: 266)
73
(Nevâî 1342: 81; 1375: 162)
74
(Nevâî 1342: 121; 1375: 212)
Nevâî’nin Farsça iirlerinin çounluunu gazel nazım ekliyle söylenmi
olanlar oluturmaktadır. Nevâî’nin bu özelliinin, genel olarak çadalarının
tercihi ile aynı olduu görülmektedir (Câmî 1371: 90). Farsça divanda geçen u
beyit zaten Nevâî’nin gazele bakıını yansıtmaktadır:
*
*
75
(Nevâî 1342: 41; 1375:115 )
Bütün klasik âirlerde alfabenin yirmi sekiz harfinin hepsiyle eksiksiz
surette kafiyelenmi gazeller yazmak arzusu vardır. Nevâî de bu arzu içerisinde
76
bütün harflerle en az bir en fazla doksan üç gazel yazmıtır .
Nevâî’nin Farsça divanında yer alan gazellerin tamamı insicam, selâset,
fesahat ve belâgat yönünden aynı tarzdadır (Nevâî 1375: 23). Nevâî’nin Farsça
iirlerinin üslubu, Horasan üslubu ile Irak ve Herat üsluplarının karımasından
olumutur. Hümâyunferruh “tefekkür”, “endîe” ve “tahayyüle” dayanan bu üç
*
*
70
71
72
73
74
75
76
*
Devlet mührünün dorulukta ve kurtuluta olduu kabul edilirse de, serv-i sehî gülbahçesinin en
üstünü oldu.
Diline her geleni söyleyen sade gönüllü vaiz, senin için bu efsaneye inananlar önemsizdir.
Ey Fânî, eer Hüsrev ve Hâfız sana doru yolu gösterdilerse de, sen güzellik itibariyle Câmî’ye
tabisin.
Ey Fânî, eer Sa’dî’nin yoluna biraz ayak basarsan onun iirinde bundan dolayı tatlılık ve güzellik
olduunu görürsün.
Ey Fânî! Sultanlık ve rif’at istiyorsan, Hâfız’ın kulu, Câmî’nin ise yolunun çörçöpü ol.
Felek denizinde ömür nigehbanına yüz engel vardır. Onun devası arap denizi ve gazel gemisidir.
Nevâî’nin Farsça divanında alfabedeki harflere göre kafiyelenmi gazel sayıları u ekildedir:
elif:37, be:21, te:73, se:1, cim:4, ha:3, hı:3, dal:93, zel:1, re:18, ze:8, sin:6, in:23, sad:1, dad:1, tı:1,
zı:1, ayn:2, gayn:2, fe:2, kef:5, lam:10, mim:64, nun:34, vav:15, he:12, ye:42.
*
205
205
ALÎ ÎR AHMET
NEVÂÎ’NN
FARSÇA RLER
KARTAL
üslûbun karımasından oluan yeni üslubu “sebk-i Isfahânî” veya “sebk-i
77
Safevî” eklinde isimlendirilmesinin gerektiini belirtir .
Musammatlar: Gazellerden sonra bir müseddes ve terkîb-bend
bulunmaktadır. Müseddes balıı altında verilen manzume, esasında Câmî’nin
“kâkî” redifli gazelinin78 her beytinin önüne dört mısra eklemek suretiyle
oluturulmu bir tesdîstir. Bu manzume “Gazel-i Hazret-i Mahdûm est ki beHukm-i âlî Museddes Kerde ode est” balıı ile verilmitir. Bu balıktan
Nevâî’nin bu manzumeyi ya Sultân Hüseyin Baykara’nın hükmü ile ya da Mollâ
Câmî’nin istei üzerine yazdıı anlaılmaktadır. Hüseyin Baykara övgüsünde
kaleme alınmı olan iir, 9 bendden olumaktadır.
Tesdîsten sonra, Nevâî’nin eyhi ve dostu Mollâ Câmî’nin ölümü üzerine
söylemi olduu mehur mersiyesi yer almaktadır. “Mersiye-i Hazret-i Mahdûm
Nûren” balıı altında verilen terkib-bend yedi bendden olumaktadır. I., II., IV.,
VI. ve VII. bendler 10, V. bend 9, III. bend ise 8 beyitten meydana gelmektedir.
Mukatta’ât: Bu bölümde Nevâî’nin kıt’a nazım ekliyle söylenmi 33 tane
manzumesi vardır79. Bu kıt’aların yirmi üçü 2, yedisi 3 ve ikisi 4 beyitten
olumaktadır. Kıt’alarda genellikle çeitli ahlâkî deerler övülmütür. Ayrıca
bazı mersiye ile tarih kıt’aları da vardır.
Rubâ’iyyât: Bu bölümde Nevâî’nin rubai nazım ekliyle yazılmı 59 tane
manzumesi vardır80. Bahâristân’da geçen üç (Câmî 1371: 109), Muhâkemetü’llügateyn’de geçen bir rubaî (Alî îr Nevâyî 1996: 185) divanda yoktur.
Nevâî’nin rubaileri arifane ve sufiyane özellik arz eder. Rubailerde “hâl”, “vecd”
ve “letafet” göze çarpar (Nevâî 1342: 6 [Giri]).
Muhâkemetü’l-lügateyn’de geçen rubaî tarsî sanatıyla söylenmitir. O ana
kadar bu tarzda söylenmi ilk rubai olma özelliine sahiptir. Bu rubai u
ekildedir:
*
*
*
81
(Alî îr Nevâyî 1996: 185).
*
77
78
79
Humâyûnferruh, ancak bu üslûbun “sebk-i Hindi” diye adlandırıldıını, bunun ise yanlı olduunu
belirtir. Bu konuda geni bilgi için bk. Nevâî 1375:27-8.
Câmî’nin gazelleri arasında “kâkî” redifli bir gazel vardır (Câmî trhs.: 747). Ancak bu gazel
Nevâî’nin tesdîs yaptıı gazelden farklıdır.
Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshada 34, Türk -slâm Müzesi’nde
bulunan nüshada ise 36 kıt’anın bulunduunu kaydetmektedir (Levend 1966: VIII).
Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshada 53, Türk -slâm Müzesi’nde
bulunan nüshada ise 67 rubainin bulunduunu kaydetmektedir (Levend 1966: VIII).
“Ey yüzü cihanın süsleyicisi olan, ve ey kokusu ruhu dinlendiren, Ya Rab, senin saçın olmaksızın
gönül eskiticisin, senin saçın gece gibi figan artırıcıdır” (Alî îr Nevâyî 1996: 220).
*
80
*
81
*
206
206
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Tarihler: Bu bölümde Nevâî’nin bazı yakın dostları ve arkadalarının ölümü
üzerine “nazm” ve “kıt’a” nazım ekilleriyle söyledii 10 tane iiri vardır82. Bu
manzumelerin 7 tanesi 2, bir tanesi 3, iki tanesi ise 5 beyitten olumaktadır. Bu
tarih manzumelerinden biri u ekildedir:
*
83
(Nevâî 1342: 222; 1375:339 )
Muammiyyât: Bu bölümde Nevâî’nin çeitli isimlere beyit ekliyle
söyledii 16 tane muamması vardır.84
Sonuç
Alî îr Nevâ’î’nin yakın dostu ve müridi Mollâ Câmî ile küçüklükten beri
en yakın arkadaı Hüseyin Baykara’nın istei üzerine oluturduu Farsça
Dîvânı, Rükneddîn Hümâyûnferruh neirine göre: “Gazeliyyât”, “mukatta’ât”,
“müfredât”, “rübâ’iyyât” ve “mu’ammiyyât” bölümlerinden olumaktadır. Bu
divan nerinde, Nevâ’î’nin Nuruosmaniye Kütüphanesi Nu. 3850 ve Türk -slâm
Müzesi Nu. 1952’de kayıtlı Farsça Divan nüshalarında yer alan mensur “dîbâce”
ile Rûhu’l-kuds, Aynü’l-hayât, Tuhfetü’l-efkâr, Kûtu’l-kulûb, Minhâcü’n-necât
ve Nesîmü’l-huld isimlerinde altı kaside bulunmamaktadır. Hümâyûnferruh
nerine göre Nevâî’nin Farsça Dîvânında 486 gazel, 1 tesdîs, terkîb-bend
eklinde bir mersiye, 33 kıt’a, 59 rübai, 10 tarih ve 16 muamma bulunmaktadır.
Gazellerin ekserisi Hâfız-ı îrâzî bata olmak üzere Sa’dî-i îrâzî, Hüsrev-i
Dihlevî, Abdurrahmân-ı Câmî, Emîr Süheylî, Selmân-ı Sâvecî, Sâhib-i Belhî,
Kâhî-i Kâbilî, âhî-i Sebzvârî, smet-i Buhârî, Seyfî-i Türk, Kemâl-i Hocendî,
Hüseyn-i Baykara, Hasan-ı Dihlevî ve Vefâyî’ye söylenmi nazirelerdir. Bir
kısmı ise Nevâî’nin kimseden etkilenmeden bizzat kendisinin yazdıı iirlerdir.
Gazellerden sonra “Müseddes” balıı altında Câmî’nin “kâkî” redifli gazelinin
her beytinin önüne dört mısra eklemek suretiyle oluturulmu bir tesdîs ve
Nevâ’înin eyhi ve yakın dostu Mollâ Câmî’nin ölümü üzerine terkib-bend
nazım ekliyle söylenmi mehur mersiye gelmektedir. Daha sonra kıt’alar,
rubailer, tarihler ve muammalar yer almaktadır.
*
*
*
82
Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde ve Türk -slâm Müzesi’nde bulunan nüshalarda
16 tarihin bulunduunu kaydetmektedir (Levend 1966: VIII).
Fena kilisesinden cennete doru giden Abdurrahman hayat çemeninin servisidir. Gussa veren böyle
bir vakanın tarihini okursan udur: “Hodâ beyâmurz be-hvân”.
Âgah Sırrı Levend, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshada 141 muamma ile 3 lügaz,
Türk -slâm Müzesi’nde bulunan nüshada ise 341 muamma ile 6 lügazın bulunduunu
kaydetmektedir (Levend 1966: VIII).
*
83
84
*
207
207
ALÎ ÎR NEVÂÎ’NN FARSÇA RLER
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
“Ali îr Nevâî’nin Farsça iirleri”, bilig, sy. 26, 2003: 147-180.
*
209
208
SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES
SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-
HAVÂS SML TEZKRES VE ONDA YER
ALAN ANADOLULU ÂRLER
Mecma’u’l-havâs, Sâdıkî-i Kitâbdâr tarafından Çaatay Türkçesiyle telif
edilen bir âirler tezkiresidir. Asıl konumuza geçmeden önce Sâdıkî’nin hayatı
hakkında bilgi vermek istiyoruz:
Sâdıkî-i Kitâbdâr’ın asıl adı Sâdık, mahlası Sâdıkî’dir (Dehhudâ 1373:
IX/13037). âh smâ’îl’in ortaya çıktıı sıralarda, kendi arzularıyla am’dan
ran taraflarına gelerek Irak ve Azerbaycan’a yerleen Hudâbendlü boyunun ileri
gelenlerindendir (Terbiyet 1314: 212). Takiyyüddin Evhadî, Sâdıkî’nin Avar
oymaına mensup olduunu (Taberî 1372: 356), Nasrâbâdî ise, Avar ilinin ileri
gelenlerinden olduunu (Nasrâbâdî 1361: 39) kaydetmektedirler. Sâdıkî,
940/1532 tarihinde Tebriz’de Vercû (Vîcûye) mahallesi yakınlarında domutur
(Terbiyet 1314: 212). Babasının salıında, hayatının ilk yirmi senesini,
Türkçeden baka bir dil bilmeyen kabile ve akrabaları ile birlikte geçirmitir
(Gandjei 1971: 19).
Gençliinde nakkalıa heves ederek Mevlânâ Haydar Ali’nin olu,
Behzâd’ın yeeni ünlü nakka Muzaffer Ali’nin yanında çalımı ve döneminin
mehur nakkalarından olmutur (Terbiyet 1314: 212). Sâdıkî, babasının
katlinden sonra, kendisini himaye edecek bir kimse bulamadıı için, baba
ocaını ve akrabalarını bırakıp, maceralı bir hayata atılmıtır (Gandjei 1971: 19).
Bu arada nakkalıı bırakarak kalenderiler zümresine katılmı ve onlarla
seyahatlere çıkmıtır. Bu durumu örenen Hemedan hakimi Emîr Han, onu
kalenderiler zümresinden çıkararak himayesine almıtır (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327:
8 [Giri]). Ayrıca bir müddet Bedir Han ile skender Han Afar’ın da
himayesinde de bulunmutur (Terbiyet 1314: 212).
Mecma’u’l-havas adlı tezkiresinden anlaıldıına göre, Sâdıkî, Tebriz,
Kazvin ve sfahan’dan baka Yezd, Gîlân, Lahican, Eberkûh, Astarâbâd,
Hemedan, Badad, Atabat (Necef ve Kerbelâ) ve Halep’te de bulunmu ve
buralarda oturmutur (Gandjei 1971: 19-20). Bu sıralarda 963-7/1556-60 yılları
arasında Halep’te kadı naibi olarak bulunan Bâkî ile, Sâdıkî Haleb’e uradıında
tanııp uzun uzun sohbetlerde bulunmutur (Sâdıkî-i Kitâbdâr 1327: 115-16).
*
*
*
210
210
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Sâdıkî, âh smâ’îl II zamanında kütüphane memurluuna (Kitâbhâne-i
Dîvânî) tayin edilmitir (Dehhudâ 1373: IX/13037; Terbiyet 1314: 212). âh
Abbâs I devrinde ise, Kitâbdârlık görevine getirilmitir (Astrâbâdî 1361: 39;
Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 10 [Giri]). Ancak son derece huysuz ve geçimsiz
olduu için, bir müddet sonra, fiilen vazife baından uzaklatırılmıtır. Buna
ramen ömrünün sonuna kadar makamını muhafaza etmi ve maaını almıtır
(Gandjei 1971: 20).
Sâdıkî’nin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Takiyuddin Evhadî,
1022 yılı civarında vefat ettiini kaydetmektedir (Taberî 1372: 356).
Sâdıkî, Niâburlu olan Mîr Sun’î’nin yanında üç yıl iir ilmine ait olan
risâleler okumutur (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 74-5). Hemedanlı Fâ’izî ise, hocası
olmutur (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 147). Geçliinde, Kazvinli Hâfız Sâbûnî’nin
sohbetlerinde bulunmu, yazdıı iirlerini ona tashih ettirmitir (Sâdikî-i
Kitâbdâr 1327: 179). Kaynaklar onun iirlerini övdükleri gibi, zamanının büyük
nakkaı olduunda da ittifak ederler (Nasrâbâdî 1361: 39; Terbiyet 1314: 212;
Sâdıkî-i Kitâbdâr 1327: 8 [Giri]). Ayrıca bu kaynaklarda, Sâdıkî’nin mert ve
cesur bir kii oldu da dile getirilmektedir.
Sâdıkî, Çaatay Türkçesi, Âzerî Türkçesi ve Osmanlı Türkçesi ile iirler
kaleme almıtır. Onun bize kadar gelen iirleri, bu üç Türkçeyi rahat kullanan bir
âir olduunu göstermektedir. u iirleri de bu durumu ispat etmektedir (Gandjei
1971: 21, 26)
Dou Türkçesi
Yana ne berk idi kim saldı ‘ık cânımga
Ki tüdi em‘ kibi magz-ı ustuhvânımga
Yana ne seyl idi kim yıkdı sabr bünyâdın
Ketürdi rahne-i gam mülk(ü) hân u mânımga
Yana ne evk idi kim kesdi rite-i cânım
Bırakdı dâm-ı belâ cism-i nâ-tüvânımga
Yana ne gülbün-i vasl idi kim iküfte bolup
Bahâr berdi hazân berli bûstânımga
Yana ne berk idi ey Sâdıkî ki oldı ‘ıyân
Ki etdi u‘le füzûn âte-i nihânımga
Batı Türkçesi
Doldı gözüm gubâr-ı ser-i kûy-ı yârdan
Gör gör neler yetidi bana rûzgârdan
211
211
SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN
MECMA’U’L-HAVÂS
SML TEZKRES
AHMET
KARTAL
‘Ik âteine yanma yakılma demek nedür
Od mâcerâsın istemedi kimse hârdan
Cânândan ayrı ta’ne-i dümen nedür bana
Yok ictinâbı kalbudung sengsârdan
Düdüm muhît-i ‘ıka vü kurtarmaga beni
Mevc-i belâ araya çeker bir kenârdan
Agyârı mu‘teber elemek güç gelür n’olur
Ger tüse Sâdıkî nazar-ı i‘tibârdan
Muhammed Ali Terbiyet ise, Sâdıkî’nin, sfahan’da 1010/1602 tarihinde
eserlerini toplayıp tertip ederek Külliyat haline getirdiini, bizzat kendisinin
mukaddimesinde hayatı hakkında bilgi verdiini kaydeder. Sâdıkî’nin bu
Külliyatı u eserlerden olumaktadır (1314: 213):
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Zübdetü’l-kelâm (Kasidelerden olumaktadır.)
Mesnevî (Fetih-nâme-i Abbâs-ı Nâmdâr)
Mâkâlât u Hikâyât
Mesnevî-i Sa‘d u Sa‘îd
Dîvân-ı Gazeliyyât-ı Pârsiy u Turkî
Mecma’u’l-havâs
Manzûme-i Kânunu’s-suveri Nakkâî
Mecmû’a-i Müneât u Mekâtibât
Tezkiretü’-u’arâ (Rubai ve muamma söyleyen âirleri
ihtiva etmektedir)
10. Hazziyyât
Mecma’u’l-havâs239
Çaatay Türkçesiyle yazılan eser, âh smâ’îl I devrinin balangıcından,
yazıldıı dönemin sonuna kadar ran ve Türk âirlerini kapsamaktadır. Tezkire,
Devletâh Tezkiresi (telifi 892/1487), Mecâlisü’n-nefâ’is (telifi 896/1491) ve
Tuhfe-i Sâmî (telifi 957/1550)’nin zeyli mahiyetindedir. Nitekim müellif bunu
aaıda bahsedeceimiz gibi, eserinin mukaddime kısmında belirtmitir. Bu eser,
bazen ranlı âirlerle aynı bölümde, bazen de ayrı bölümlerde Türk âirlerinden
bahsetmesi bakımından, Türk Edebiyatı için de önemli bir kaynaktır.
*
239
*
Bu eser, Farsça tercümesi ile birlikte Doktor Abdurresûl Hayyâmpûr tarafından Tebriz’de 1327
tarihinde neredilmitir. Bu çalımada kullandıımız sayfa numaraları bu eserden verilmitir.
*
212
212
RAZ'DAN
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Sâdıkî, bu eserinde siyasî hudutlar ve sülâleler arasındaki ihtilâfları bir
tarafa bırakarak, Türk dili ve edebiyatını bir bütün halinde ele almı ve Türk
dilinin mevcut üç edebî ivesi (Çaatay Türkçesi – Osmanlı Türkçesi – Azerî
Türkçesi) ile iir söyleyen âirleri tanıtıp, onların eserlerinden örnekler vermitir.
Bu tezkire, Sâdıkî’nin, Nevâî’nin eserlerini çok iyi tanıdıını, devrinin Türk
âirlerini ive farkı gözetmeden takip ettiini ve bu üç iveyi de çok iyi bildiini
göstermektedir. Nitekim, kendisinin Mevlânâ ’nın Mesnevî-i Ma‘nevî’sini
Türkçeye tercüme etmesi için emir aldıında söyledii u sözler bunu teyit
etmektedir:
*
*
*
“...mukarrer bolsa kaysı ıstılâh bile bitilse, Çaatay fusahâları reviide, yâ Rûm
bülagâları üslûbıda, yâ Kızılba mütekellimleri [tav]rıda...” (Gandjei 1971: 20).
Mecma’u’l-havas, mukaddime, 8 mecma‘ (bölüm) ve hâtimeden ibarettir.
Mukaddime’de Sâdıkî, Farsça ve Türkçe iirler söyleyen Fars ve Türk âirleri
toplayan Câmî’nin Bahâristân’ını, Ali îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’ini,
Devletâh’ın Tezkire-i Devletâh’ını ve Sâm Mîrzâ’nın Tuhfe-i Sâmî’sini sayar
(Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 3):
Lihâzâ hûb-a‘lâmlık Fürs nükte-perdâzları ve mergûb-kelâmlık Türk sühansâzları bu cemâ‘at perîânlıgı cem‘iyyeti içün ve bu tâ’ife cem‘iyyeti pürniânlıgı içün âyeste meclisler ve bâyeste mahfiller ârâste ve pîrâste kılupdurlar.
Evvelâ eyhü’l-islâmî (Nûreddîn) Abdu’r-rahmân Câmîning Bahâristânınıng bir
ravzasıdur, ve yine Emîr-i Kebîr ‘Alî îrning Mecâlisü’n-nefâyisidür, ve yine
Tezkire-i Devletâhdur, ve yine ehzâde-i ‘âlem ve ‘âlemiyânnıng Tuhfe-i
Sâmîsidür.
Ardından bu silsilenin bozulmayıp devam etmesi için bu eserini yazdıını
belirtir (Sâdikî-i Kitâbdâr, 1327: 3):
Bu silsile ser-halka-i intizâmı birbiridin üzülmesün diyü ve bu tezkireler serritesi bozulmasun diyü...
Daha sonra, tezkiresini, Ali îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis isimli
tezkiresindeki usule ve tertibe uyarak sekiz bölüme (mecma’a) ayırdıını ve
tezkiresinin adını Mecma‘u’l-havâs koyduunu ifade eder (Sâdikî-i Kitâbdâr
1327: 3-4):
Nevâyî....kim ol Hazretning Nefîs-i Meclis [Mecâlisü’n-nefâis]larıga
muvâfık sikkiz mecma‘-ı hâs-ı (?) mutâbık tüzmek diler ve Mecma‘u’l-havâsga
nâm zed kılmak ister...
Sâdıkî, Mukaddime’nin sonunda, eserini Dönemin sultanı âh Abbâs adına
yazdıını belirtir ve ona duada bulunur (Sâdikî-i Kitâbdâr, 1327: 4-6).
Sâdıkî’nin mukaddimede belirttii gibi, tezkirenin asıl kısmı mecma‘ adı
verilen sekiz bölüme ayrılmıtır. Bu bölümler ve bölümlerde ele alınan âirler u
ekildedir:
1. Evvelgı Mecma‘: Selâtîn-i rûzigâr zikride kim... (Birinci bölüm, zamanın
padiahları hakkındadır): âh Tahmasb-ı Hüseynî (s. 7-9), Sultân Muhammed
*
*
*
*
213
213
SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN
MECMA’U’L-HAVÂS
SML TEZKRES
AHMET
KARTAL
Hudâbende “Fehmî” (s. 9-10), âh smâ’îl-i Sânî “Âdilî” (s. 10-2), Han Ahmed
Pâdiâh (s. 12-3), Hümâyûn Pâdiâh (s. 13-4), Sultân Süleymân Hvând-gâr
“Muhibbî” (s. 14-5), Ubeyd Han Özbek (s. 15-6), Abdullâh Han Özbek “vaz
Gazi” (s. 16-7), Nizâm âh “Sipihrî” (s. 17-8), Cemîd Han (s. 18-9), Gazi Giray
Han (s. 19-20), Muhammedî Han Gord (s. 20). Bu bölümde12 sultan âire yer
verilmitir.
2. kimci Mecma‘: Ol âhzâdeler zikride kim... (kinci bölüm, ehzâdeler
hakkındadır): Behrâm Mîrzâ (s. 21-2), Elkâs Mîrzâ (s. 22-3), Sâm Mîrzâ (s. 234), Sultân brâhîm Mîrzâ “Câhî” (s. 24-6), Sultân Hasan Mîrzâ (s. 26), Bedî‘u’zzamân Mîrzâ (s. 26-7), Sultân Mustafâ Mîrzâ (s. 27-8). Bu bölümde 7 ehzade
âire yer verilmitir.
3. Üçümci Mecma‘: Etrâk-i rükni’s-saltanaları zikrede kim... (Üçüncü bölüm,
Türk saltanat erkanı hakkındadır): Müseyyeb Han (s. 29-30), Murâd Han
“Figârî” (s. 30-1), Muhammed Emîn (s. 31-2), âhvirdi “Gayyûrî” (s. 32-3),
Muhammed Paa (s. 33-4), Muhammed Big Mezâkî (s. 34-5), Mehdîkulı Sultân
(s. 35-6), Pehlevân Big Kumrî (s. 36-7), Muhammed Big “Emânî” (s. 37),
Rüstem Big (s. 37-8). Bu bölümde 10 Türk saltanat büyüü olan âire yer
verilmitir.
4. Tördümci Mecma‘: Tâzikiye erkân-ı devleti zikr ide kim... (Dördüncü bölüm,
ran saltanat erkânı hakkındadır): Mîrzâ eref-i Cihân (s. 39-40), eyh
Behâ’u’d-dîn Muhammed (s. 40-1), Mîrzâ Süleymân (s. 41-2), Mîrzâ Mahdûm
(s. 42-3), Mîrzâ Râstî (s. 43), Hvâce Efdal-i Terke (s. 43-4), Hvâce Habîbu’llâh-i
Terke (s. 44-5), Mîr emsu’d-dîn Muhammed (s. 45-6), Mîrzâ Muhammed-i
Münî (s. 46), Mevlânâ Nûre’ddîn Muhammed “Karârî” (s. 46-8), Muhammed
Mîrek Sâlihî (s. 48-50), Mîr Ali Ekber (s. 50-1), Kâdî Abdu’llâh-i Râzî (s. 51-2),
eyh Ebu’l-feyz “Feyzî” (52-3), Hakîm “Mesîhî” (s. 53-6), Muhammed Hâim
“Merdümî” (s. 56), Mevlânâ Kâmî (56-7), Kâdî Atâu’llâh (s. 57-8), Mevlânâ
Mu’min Huseyn (s. 58), Seyfu’d-dîn Mahmûd “Recâî) (s. 58-9), Mevlânâ
Muhammed-i ârkî “Niyâzî” (s. 59-60), Ahmed Big Muerref (s. 60-1),
Tahmâsb Kulı Big “Arî” (s. 61-2). Bu bölümde, 23 ran saltanat büyüü olan
âire yer verilmitir.
5. Biimci Mecma‘: Türk ü Tâzîk erkân-ı devlet ered evlâdları zikride kim...
(Beinci bölüm, Türk ve ran saltanat adamlarının çocukları hakkındadır): Han
Mîrzâ (s. 63-4), Kâsım Big Kısmî (s. 64-5), Sultân Mahmûd Han (s. 65), Alî
Han Mîrzâ “Sâdık” (s. 65-7), Murâd Big (s. 67), Muhammed Mu’min Big (s. 678), Muhammed Sâlih Mîrzâ (s. 68-9), Yâdgâr Big (s. 69), Mîrzâ Nizâmu’l-mülk
(s. 69-70), Mîrzâ brâhîm (s. 70), Emîr Nûru’llâh-i ûterî (s. 70-1), Abbâs Big
(s. 71), Muhammed Sâlih Big (s. 71-2), Kâsım Big “Hecrî” ( 72), Muhammed
Big Halîfetü’l-hulefâyî (s. 72-3). Bu bölümde, 15 Türk ve ranlı saltanat
erkânının çocuklarına yer verilmitir.
6. Altımcı Mecma‘: Efsahu’l-mütekellimîn evlâdı zikride kim... (Altıncı bölüm,
“Sâdât”tan olan âirler hakkındadır): Mîr Sun‘î (s. 74-6), Mîr Huzûrî-i Kumî (s.
*
*
*
*
*
*
214
214
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
76-7), Mîr Ekî (s. 77-8), Mîr Muhammed Mu’min-i Esterâbâdî (s. 78-9), Mîr
Sedîd-i Zârî (s. 79), Mîr Ebû Turâb-i Ulvî (s. 79-81), Mîr Muhammed-i Keskenî
(s. 81-2), Mîr Vâlihî-i Kumî (s. 82), Kâdî Esîrî-i Râzî (s. 82-3), Mîr Haydar (s. 83),
Mîr Haydar-ı Kâî (s. 83-4), Mîr Kurbî (s. 84-5), Mîr Münhî (s. 85-6), Mîr Cezmî
(s. 86-7), Mîr Bezmî-i Hemedânî (s. 87), Mîr Ebû Turâb Mahrûm-ı Râzî (s. 87-8),
Mîr Hazînî-i Yezdî (s. 88-9), Mevlânâ Mîr Alî (s. 89-90), Mîrzâ Sâdık (s. 90-1),
Mîr Mugîs “Mahvî” (s. 91-2), Mîr brâhîm “Derdî” (s. 92), Mîr Kurbî (s. 92-3),
Mîr Firîbî (s. 93), Mîrzâ Halîl (s. 93-4), Mîr âh Murtazâ (s. 94-5), Mîr Mu‘izü’’ddîn (s. 95), Mîr Emînî (s. 95-6), Mîr Ya‘kûbî-i Hayât (s. 96), Mîr Ca‘ferî (s. 96-7),
Mîr Seyyid Alî Musavver (s. 97-8), Mîr Necdî (s. 98-9), Mîr Tebîhî (s. 99), Mîr
Ebu’l-bekâ “Bekâî” (s. 99-100), Mîr Kudsî (s. 100-1), Mîr Sadru’d-dîn
Muhammed (s. 101). Bu bölümde, 35 “sâdât”tan âire yer verilmitir.
7. Yidümci Mecma‘: Etrâk-i ho-tab‘ları zikride kim... (Yedinci bölüm, Türk
âirler hakkındadır): Mevlânâ Fuzûlî (s. 102-5), Mîrzâ Kulı Meylî (s. 105-6),
Yulkulı Big amlu “Enîsî” (s. 106-8), Kâsım Big Hâletî (s. 108-10), Mahmûd
Big Sâlim (s. 110-1), Hasan Big ükroglı “Mukîmî” (s. 111-2), Mevlânâ ânî (s.
112-4), mâmkulı Big Füsûnî (s. 114-5), Necâtî-i Rûmî (s. 115), Bâkî Çelebi (s.
115-7), âhkulı Big (s. 117-8), Sûsenî Big (s. 118-9), Emîrhân Big (s. 119-20),
Pîrî Big (s. 120-1), Kelbî-i zü’l-kadr (s. 121), Kâsım Big Ragmî (s. 121-2), Dure
Big Kirâmî (s. 122-3), Maksûd Alî “ekîbî” (123-4), Ho-tab‘ Bâlî (s. 124),
Merebî-i Toklu (s. 125), Mîr Muhammed vaglı (s. 125-6), Kılıc Big (s. 126-7),
Emîr Big “Emîrî” (s. 127), Derdî (s. 127-8), Pîr Kulı Big (s. 128), Muhammed
Big “emsî” (s. 129), Mevâlî-i Türkmân (s. 129-30), Tenhâyî Big (s. 130). Bu
bölümde, 28 Arapça , Farsça ve Türkçe iir söyleyen Türk âirlere yer
verilmitir.
8. Sikkizimci Mecma‘: Tâzîk-i fusahâ ve bulegâları zikride kim... (Sekizinci
bölüm, Sâdikî’nin çadaı ran âirleri hakkındadır): Mevlânâ Lisânî (s. 13135), Mevlânâ Zamîrî-i sfahânî (s. 135-7), Gazâlî-i Mehedî (s. 137-9), Mîrzâ
Kâsım (s. 139-40), Mevlânâ Vahî-i Bâfkî (s. 140-4), Mevlânâ erîf-i Tebrîzî (s.
144-7), Mevlânâ Muhteem (s. 147-8), Hvâce Huseyn-i Senâ’î (s. 148-50), Urfî
(s. 150-1), Mevlânâ Velî (s. 151-2), Kâdı-yı Nûrî (s. 153-4), Sabrî-i Rûzbehân (s.
154-5), Mevlânâ Nisârî (s. 155-60), Mîrzâ Hesâbî-i Netanzî (s. 160-2), Mevlânâ
Hüznî (s. 162-4), Mevlânâ ucâ‘ (s. 164-5), Mevlânâ Hayretî (s. 165-6), eyh
Alî Nakî (s. 166-8), Haydar Kelîc (s. 168-9)..... Mevlânâ Firâkî (s. 311-2),
Eyyûb (s. 312-3). Bu bölümde, Sâdikî’nin muasırı olan 202 ranlı âire yer
verilmitir.
Eser, sonunda yer alan “Hâtime” ile son bulmaktadır. Burada kendisinin
eserinde zikrettii âirlerin dıında kalmasını uygun görmediini dile getiren
Sâdıkî-i Kitâbdâr, iirlerinin “erbâb-ı nazma” ulaması için onlardan bazı
bölümler ile beyitler zikreder (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 314-7).
Mecma’u’l-havas’ın ne zaman yazıldıı kesin olarak bilinmemektedir.
smail Hikmet Ertaylan, Azerbaycan Edebiyat Tarihi’nde, eserin 1007/1598
*
*
*
*
*
*
*
*
*
215
215
SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES
AHMET KARTAL
tarihinde telif edildiini kaynak göstermeden belirtmitir (pekten 1988: 98,
dipnot 3). Halûk pekten, Sâdıkî’nin 1016/1607-08 tarihinde Külliyatını
düzenlediini, bu eserin onda bulunduunu, tezkirenin o yıl bitirilerek Külliyata
ilâve edildiinin anlaıldıını belirtir. Daha sonra, eserin stanbul Üniversitesi
Kütüphanesi’nde (Ty. 4085) bulunan ve en eski nüshası sayılan nüshanın
yazılıının da 1016/1607-08 olduunu ifade ederek, 1607-08’de bitirildiinin
sanıldıını kaydeder (pekten 1988: 98). Muhammed Ali Taberî de, 1016/160708 yılında Çaatay Türkçesi ile telif ettiini belirtir (Taberî 1372: 356).
Muhammed Ali Terbiyet de, Sâdıkî’nin, sfahan’da 1010/1602 tarihinde
eserlerini toplayıp tertip ederek Külliyat haline getirdiini, mukaddimesinde ise
hayatı hakkında bilgi verdiini kaydeder (Terbiyet 1314: 213).
Halûk pekten, Mecma’u’l-havas’ın en eski nüshası sayılan nüshanın
(stanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Ty. 4085) istinsah kaydından hareketle onun
1016/1607-08 tarihinde yazılmı olduunun sanıldıını belirtmitir. Bu nüshanın
istinsah tarihini veren kıt’a u ekildedir (Sâdikî-i Kitâbdâr 1327: 317):
Kıt‘a-i Berâ-yi Târîh-i htitâm-i Kitâbet:
Yazıldı Tezkire-i Sâdıkî mübârek bâd
Re’îs Efendiye tenhâda ola gâhi enîs
Görünce Hâimî itmâmını anun târîh
Didi kitâb-ı nev u bî-bedel berâ-yı re’îs
Görüldüü gibi bu iir, Osmanlı Türkçesi ile yazılmıtır. Bu da, bu
nüshanın, Anadolu ’da yazıldıını göstermektedir. iirden anladıımıza göre,
Hâimî isminde bir kii, bu eserin yazımının tamamlandıını görünce, bu kıt’ayı
yazmıtır. Demek oluyor ki, bu eser, Anadolu’da bir devlet yetkilisinin istei
üzerine istinsah edilmitir. stinsah edilirken gayet tabii olarak eserin baka bir
nüshasından istifade edilmitir. Onun için eserin bu tarihten önce yazılmı
olması gerekmektedir. Muhammed Ali Terbiyet’in Sâdıkî’nin, sfahan’da
1010/1602 tarihinde eserlerini toplayıp tertip ederek Külliyat haline getirdiini,
Mecma’u’l-havas’ın altıncı sırada bulunduunu (Terbiyet 1314: 213) ifade eden
sözleri göz önünde bulundurulsa, eserin ya bu tarihte ya da bu tarihten daha önce
yazıldıını göstermektedir. Bu da smail Hikmet Ertaylan’ın söyledii
1007/1598 tarihinin doru olma ihtimalini güçlendirmektedir.
Sâdıkî’nin, eserinde, Türkistanlı Türk âirlerin yanında Anadolulu âirlere
de yer verdii görülmektedir. Çadaı olan padiahlara yer verdii birinci
mecma’ada, Osmanlı Devleti’nin hükümdarı ve Muhibbî mahlasıyla Türkçe ve
Farsça iirler söyleyen Kânûnî Sultân Süleymân’a; Türk âirlerine ayrılan
yedinci bölümde, dönemlerinin sultânu’-u’arâsı sayılan Necâtî Bey ile
Bâkî’ye yer vermitir. Ayrıca, bu bölümde Sâdıkî, Karpa Olu diye mehur olan
ahkulu Big’in de Rumlu (Anadolulu) olduunu belirtmektedir. Türk saltanat
*
*
*
*
216
216
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
erkanının yer aldıı üçüncü mecma‘ada ise, Bayburtlu olan ve Emânî mahlasıyla
iirler söyleyen Muhammed Big hakkında bilgi verilmitir.
Mecma’u’l-havâs’ta, ayrıca Anadolulu olmayıp da, Anadolu ’ya dıardan
gelen âirlere de yer verildii görülmektedir. Anadolu’ya Badad’dan gelen
Ahdî ile ran ’dan gelen Mahdûm Mîrzâ bu tip âirlerdendir. Bahsettiimiz bu
âirler, Mecma’u’l-havâs’ta u ekilde geçmektedir:
*
*
Sultân Süleymân Hvând-gâr (Muhibbî)
‘Âdil ü müselmân u ra‘iyyet-perver pâdiâh irdi. i‘r ve â‘irga köp tâlib ve
râgıb irdiler. Hazreti hem i‘rde ökü mülâyim-tab‘ irdi. Muhibbî tahallus
kılurlar. Gâlibâ âh-ı cennet-mekân ve ol pâdiâh mâ-beynide külfet ülfetga ve
‘adâvet muhabbetga müncer bolganda bu tahallusnı ihtiyâr kılmı bolgaylar. Beher hâl bu tahallusdın muhabbet zâhir irür.
Bu ebyât ol Süleymân-ı zamânıngdur kim:
Hem-demün her demde bir gül yüzlü cânân oldı tut
Mahremün dün gün meh ü hûrîd-i rahân oldı tut
Tâc u taht-ı saltanat berbâd olur çün ‘âkıbet
Kendüni ‘âlem serîrinde Süleymân oldı tut
Kaldurursın bezm-i ‘âlemden ayagı çün gönül
çdügün câm-ı arâbı âb-ı hayvân oldı tut
Dehr bâgınun Muhibbî yok gülinde bûy-ı latîf
Dâglar cismünde yir yir verd-i handân oldı tut
Bu Fârisî matla‘ hem Haleb ehride ol pâdiâh ismıga Bâkî Çelebidın
istima‘ itdüm kim:
Dîde ez-âte-i dil garka-i âbest merâ
Kâr-ı în çeme zi-ser-çeme harâbest merâ240
Necâtî-i Rûmî
Ol vilâyetde ehl-i nazm ve erbâb-ı isti‘dâdga, sebkat tutup melikü’u‘arâlık mesnedide mütemekkin bolur irdi. Fi’l-vâki‘ öz ıstılahları birle e‘ârı
köp yahı vâki‘ bolur. Bu ebyât ol hazretningdur kim:
240
Benim gözüm gönül ateinden dolayı suya gark olmutur. Benim bu göz çememin ii serçemeden
dolayı haraptır.
217
217
SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES
AHMET KARTAL
Dil kiverine zülf-i siyâhıng belâ yiter
Yıkmaga min vilâyeti bir ejdehâ yiter
Ey çarh sin de yâr kibi olma bî-vefâ
Zîrâ bu dengli dünyâya bir bî-vefâ yiter
Tik yirde gökde zerre kadar minnet olmasun
Örtü döek Necâtîye bir bûriyâ yiter
*
Bu ne kâkül bu ne mû sünbül-i ho-bûdur bu
Dil-i ‘uâkı perîân eyleyen bûdur bu
Ne köngül koydı ne göz hâl u hatt-ı ‘ârız-ı yâr
Oda yanmaz suya batmaz nice câdûdur bu
Gözüming penceresin yapmaga hükm eyledi er‘
Ki nigârıng harem-i hüsnine karudur bu
Bâkî Çelebi
Rum melikü’-u‘arâsı Necâtîdin songra anı müsellem tutarlar. Haleb
ehride eref-i mülâkatlarıga müerref bolduk. Gahı yok, kim ekser evkât bu
hakîr birle turfe zerâfetler kılur irdi. Yûsuf Çelebi atlıg bir hvâcezâdesi bar irdi
kim fi’l-vâki‘ Yûsuf-ı sânî dimek ol matlûbga kinâye irdi ve mahkûm hükmi
irdi. Mükerrer ayturdı kim bu gice bi gazel aytmıam. Mübâhâtı mübâlagadın
tecâvüz kıldugıdın songra aytdum kim küstâhlık bolmasa bu gice Yûsufnı bizke
bir ‘ale’s-sabâh on tâze gazel aytup bitüp islâh-ı erîfingizga yitkürelüm. Tarîk
bolup âzurdelık izhâr kıldı; yine der-sâ‘at hâtır-cûlıg kılup musâhafa aytup
garîb-nuvâzlık kıla baladı.
Bu e‘âr anglarınıngdur kim:
‘Asker-i fitne sanga hayl-i hat u hâl yiter
Tîg lâzım degil ol gamze-i kattâl yiter
Fitneler kaynadup ey dost nedur hâl u hatung
Köngül almaga ruhung eyledügi âl yiter
*
Nice tûfân oldı peydâ dîde-i hûn-pâdan
Nûh çemüm yanına gelse dem urmaz yadan
Jâle dümi berg-i sûsendür murassa‘ hançerün
Berkdür ey seng-dil ammâ demürden tadan
218
218
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
*
Halk-ı ‘âlem gül seveydi kâkî bülbül gibi
Ol lebi gonçe bana tenhâ kalaydı gül gibi
*
Cür‘adan abdâla gerçi mahzenü’l-esrârdur
Rind-i dürd-ââma sâgar matla’u’l-envârdur
*
Gamıng za‘îfde pehlûm üstühânı sayılur bir bir
Mini seyr itmeyen ahbâb mûsikârı görsünler
Güzeller mihri-bân olmaz dimek yanglıdur iy Bâkî
Olur va’llâhi bi’llâhi hemîn yalvarı görsünler
âhkulı Big
Karpa oglı mehûr irür; Rumludur. sti‘dâd-ı fıtratı evvelce kim kii
tahayyül kıla olsa bar. ükufte ve germ-ihtilât yigitdür. Mukaddemât
(mutâlebe)sıga evkât sarf kılur, eger mezâk uglıdın fursatı bolsa. Ekser evkât
erbâb-ı isti‘dâd bile muhtalit bolur.
Mevlânâ Muhteem-i Kâî i‘riga köp i‘tikâdı bar irdi; o yanglıg kim eger
bir o ahyânen anglar huzûrıda Mevlânâ-yı müârün ileyhning bir medhûl beytiga
dahl kıla alsa irdi hedef-i tîr-i melâmet belki terk-i selâmet kılmak kirek irdi. Bu
uçurda ol i‘tikâdı fâsid bolup bir mikdâr yok kim köp muttasıf mülâhaza kılıldı
(); ümîd kim mundın hem bihrak bolgay.
Bu rübâ‘îlar ol yâr-i ‘azîzningdur kim:
*
Ey bâd-ı sabâ nâmemi ol yâre yitür
erh-i dil-i zârımı vefâdâra yitür
Dil müntazır-ı visâldur Tingri içün
Öldüm yine ey Mesîh bir çâre yitür
*
Ni derdi bile sabr u karârım bardur
Ni hod pervây kâr u bârım bardur
Rüsvâlıgıma nasîhat eyler nâsih
Sanur ki ilimde ihtiyârım bardur
219
219
SÂDIKÎ- KTÂBDÂR’IN MECMA’U’L-HAVÂS SML TEZKRES
AHMET KARTAL
Muhammed Big (Emânî)
Bayburtludur. Terk-i vaz‘ ve ‘âbid ve sâlih ve perhîzkâr kiidür. Bâ-vücûd
terklıg mukaddemât-ı mütâla‘asıga ragbet körgözer. i‘r hem aytur. Emânî
tahallus kılurlar.
Dâru’l-‘ibâde Yezdde hâkim irdiler. Gâhî iltifât kılup ayttukları e‘âr
istimâ‘çun bu hakîrni meclislarıga taleb kılur irdiler, ifâdelarıdın (müsteb‘ad
kılur) irduk. E‘ârları bu yanglıg irür kim:
Sâyeng baımdın ey eh-i hûbân kem olmasun
Vaslıngdın ayru ‘ömr manga bir dem olmasun
Mîrzâ Mahdûm
Mîr Seyyid erîf oglıdur. Köp fazîleti bar, öz zamânınıng ferîdi irdi.
Tesennün-i töhmetidin mülâhaza kılup Rûm diyârıga bardı. El-hak dirler kim
Hvândgâr Hazretlerining erkân-ı devletleri silkide meslûkdurlar. i’rde tab’ı
yahı barur.
Bu ebyât ol Mahdûmnıngdur kim:
Guzetem ez-heme endîe tâ kazâ çi kuned
Guzetem be-Hudâ kâr tâ Hudâ çi kuned
Be-kâmet-i men-i mecnûn kabâ ne-mî-zîbed
Kesî ki çâk kuned pîrehen kabâ çi kuned
Be-dest hamr u be-dil irk u ber-meyân zünnâr
Bedîn tarîk kesî rûz-i mâcerâ çi kuned
Be-kon bâ-eref bî-çâre ânçi mî-hvâhî
To pâdiâhî vu û kemterîn gedâ çi kuned241
241
Kaza ne yapacaksa yapsın diye tüm düüncelerden vaz geçtim. Allâh ne yaparsa yapsın diye iimi
Allâh’a bıraktım. Ben mecnun boyluya kabâ yaramaz. Gömleini yırtan kimseye kabâ ne yapsın.
Elde içki, gönülde irk, belde ise zünnar. Bu tip insan günlük maceralarla ne yapabilir ki. Ey zavallı
kii! stediin eyi erefle yap. Sen padiahsın, o ise bir dilencidir, ne yapsın.
220220
RAZ'DAN STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
‘Ahdî
Dâru’l-hulefâ-i Bagdâddındur. Yahı tavrlık ve nîkû-hısâllık kiidür. ller
Mevlânâ -i müârün ileyh birle mahsûs ve merbût irduk.
Aksâm-ı i‘rni aytur; Dîvân-ı mükemmel kılur. Bu ebyât anglarnıngdur kim:
*
Eger ez-dumenânem tîg ber-ke katl dümen kon
Vu ger ez-dôstânem çâre-i derd-i dil-i men kon
Meyân-i dumenân bâ-men hadîs-i dôstî kem-gû
Nihânî dôst bâ ammâ be-zâhir kâr-i dumen kon
Zi-bezm-i vasl-i cânân ‘azm reften mî-kunî ‘Ahdî
Muheyyâ ev berâ-yi cân supurden fikr-i morden kon242
“Sâdıkî-i Kitâbdâr’ın Mecma’u’l-havâs simli Tezkiresi ve Onda
Yer Alan Anadolulu âirler”, Türk Kültürü, 440, 42-50 (1999).
*
242
Eer benim dümanlarımdansan kılıcını çek, beni öldür. Eer dostlarımdansan gönlümün derdine
bir çare bul. Dümanlar arasında benimle çok az dostluk sohbeti yap. Gizli yerde dost ol. Ancak
açıkta düman görün. Ey Ahdî! Sevgililere kavuma bezmine gitmek istiyorum. Ölme fikrinde ol.
Canını teslim etmeye hazır ol.
221
221
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
SÂ’B- TEBRÎZÎ ve TÜRKÇE RLER
Sâ’ib-i Tebrîzî, Hakânî-i irvânî (ö. 1198), Nizâmî-i Gencevî (ö. 1212-14 ?),
Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî (ö. 1273) ve Emîr Hüsrev-i Dihlevî (1253-1324) gibi
yazdıı Farsça eserlerle ran Edebiyatında birinci derecede yer igal eden Türk
asıllı âirlerden biridir. Sâ’ib-i Tebrîzî, ran edebiyatında yeni bir üslûbun
kurucusu olmasına ramen, ran’dan ziyade Hindistan ile Türkiye’de öhret
kazanmıtır (Ate 1968: 513). Farsça iirlerinin yanında, Türkçe iirleri de
bulunan Mîrzâ Muhammed b. Mîrzâ Abdurrahîm Sâ’ib, XVII. asrın en önemli
âiridir.
Sâ’ib, yaklaık olarak 1012/1603/4 tarihinde Tebriz’de dodu243. Ailesi,
kendisi henüz çok küçük iken âh I. Abbâs (995/1037-1587/1628)’ın emri ile,
Tebriz’den sfahan’a göçtü. Sâ’ib, burada yetiti. Çok erken yalarda Mekke’ye
Hac farizasını yerine getirmek için giderken, Anadolu ’ya gelmi, Konya’da
Mevlânâ ’nın saâdet-penâhında hizmet-i ziyârete mülâzım olmutur. Buradan
tekrar “me’zûnen” ve “müstahlefen” Tebriz’e gitmitir (Esrar Dede 2000: 28283). Ancak bu sebeple, çeitli iftiralara maruz kaldıı için, Hindistan’a giderek
Hind-Türk imparatoru âh-Cihân’ın maiyetine girdi. Sâ’ib, 1042/1632-33
tarihinde babasıyla ran ’a döndü. Safevîler’den âh II. Abbâs zamanında
(1052/1077-1642/1677) Sâ’ib ‘melikü’-u’arâ’ oldu ve 1059/1649’da, bu
hükümdarın âh-Cihân ile savaını ve Kandehar’ı zaptını manzum olarak anlattı.
âh Süleymân 1077/1667’de tahta çıkınca, ona takdim ettii cülus kasidesinin
ilk beytinde kullandıı tabirler dolayısıyla, hükümdarın gözünden dütü. Sâ’ib,
son zamanlarında Anadolu’ya geldi. Dönüünde, sfahan’da bir Mevlevî tekkesi
açarak ölümüne kadar (1087/1676-77) kendi köesinde sakin bir hayat geçirdi
(Sâ’ib’in hayatı hakkında geni bilgi için bak. Terbiyet 1314: 217-26; Deyhîm
1367: 351-81; Nasr-âbâdî 1361: 217-20; Nu’mânî 1368: 158-71; Safâ 1364:
1271-84; Tarlan 1944: 121-23; Kurnaz, 1999: 86-90; Yazıcı 1988).
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
243
Sâ’ib’in u beyti, onun Tebriz’de doduunu göstermektedir (Araslı 1946: 7):
Sâ’ib ez-ehr-i pâk Tebrîz est
Hest Sa’dî ger ez gol-i îrâz
“Sa’dî, îrâz gülünden ise, Sâ’ib pak (temiz) olan Tebrîz ehrindendir.”
222
222
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Çok verimli âir olan Sâ’ib’in iirlerinin 40.000 (Sâmî 1996: IV/2933),
80.000 (Safâ 1364: 1277) veya 100.000 (Ate 1968: 514) beyit olduu söylenir.
Hatta, 200.000 beyit olduu iddia edilir (Ate 1968: 514). Nasrâbâdî, Sâ’ib’in
yaklaık 120.000 beyti olduunu (Nasrâbâdî 1361: 218) söylerken, Muhammed
Ali Terbiyet ise, onun yaklaık 120.000 beytini gördüünü belirtir (Terbiyet
1314: 222). Sâ’ib’in bu iirlerinin ekseriyeti, gazellerden ibarettir. Muhammed
Kahraman tarafından neredilen Sâ’ib divanında, 7015 Farsça (Kahraman 1370:
1-3423), 19 Türkçe (Kahraman 1370: 3425-45) olmak üzere toplam 7034 tane
gazel yer almaktadır. Elde bulunan divanlar, Sâ’ib’in bütün iirlerini ihtiva
etmez. Bunlar, bazı kiiler tarafından tertip edilmi seçme divanlardır. Sâ’ib’in,
bizzat kendisinin iirlerinden seçip oluturduu ve her bölümüne özel ad verdii
divanlara da rastlanmaktadır. Bu divanlarda Sâ’ib, sevgilinin uzuvlarını ileyen
bölüme “mir’âtü’l-cemâl”, ayna ve tarak ile ilgili bölüme “ârâyi-i nigâr”,
arapla ilgili bölüme “meyhâne”, gazellerinin seçilen matla beyitleri ile ilgili
bölümüne ise, “vâcibü’l-hıfz” adını vermitir (Terbiyet 1314: 221).
Sâ’ib’in divanından baka, Kandahâr-nâme ve Mahmûd u Ayâz isimlerinde
iki mesnevisi vardır (Terbiyet 1314: 221; Zerrînkûb 1371: 137). Ayrıca Sâ’ib’in,
kendi iirleri ile gazellerinin matlalarından ve sekiz yüz kadar kendisinden önce
gelen veya muasırı olan âirlerin iirlerinden seçilmi 25 bin beyitlik “Beyâz”
adını verdii bir eseri daha vardır (Terbiyet 1314: 221; Deyhîm 1367: 354).
Sâ’ib, iirde yeni bir tarz ve üslûp gelitirerek çıır açmı büyük bir âirdir
(Safâ 1364: 1277; Ethé 1337: 199). Onu nazmındaki “külfet”ten ve atasözlerinin
çokluundan dolayı eletiren Ziyâ Paa bile (Göçgün 1987: 99-100):
*
*
Vdi-i cedîd açdı ib
Buldu nice nükte-i münsib
demitir.
Sâ’ib yaadıı devirden itibaren iki üç asır, özellikle Hindistan, Afganistan
ve Anadolu ’da büyük üstat olarak tanınmı, sevilmi ve muakkıplar bulmutur
(Diriöz 1977: 280). Ancak ran ’da bu kadar tanınıp sevilmemitir. Nitekim
Mecma’u’l-fusehâ’da, âirlikte tarzının “garip” dütüü belirtilir (Araslı 1946:
12). Hindistan’da yazılan tezkirelerden em’-i Encümen ona, “gazel yazanların
imamı, âirlerin allâmesi” vasfını verir. Hızâne-i Âmire’de o, “üç iir
peygamberinin (Firdevsî, Enverî, Sa’dî) dördüncüsü” olarak kabul edilir.
Servâzâd ise, “söz güneinin ühud âleminde nurlarını yaydıı sabahtan bu
zamana kadar dönen dünya, bu kadar kudretli bir mânâ yaratan vücuda
getirmemitir.” der (Tarlan 1944: 122). iblî-i Nu’mânî, iir ve âirliin ran’da
Rûdekî ile baladıını, Sâ’ib ile son bulduunu ifade eder (Nu’mânî 1368: 158).
Muallim Nâcî de, Lügat-i Nâcî isimli sözlüünde Sâ’îb’den bahsederken,
“Dîvânı Rûmda en ziyâde öhret bulan devâvîn-i Fârisiyyedendir. Hatta
evvelleri Hâfız gibi tedrîs olunurdu” (Muallim Naci 1987: 507) der. E. Brown
*
*
223
223
SÂ’B- TEBRÎZÎ
TÜRKÇE RLER
AHMETVE
KARTAL
da, Sâ’ib’in Anadolu ve Hindistan’da son derece sevilen bir âir olduunu, ancak
vatanında bu kadar sevilmediini söyler.
Anadolu ’da Nâbî dahil, birçok âirlerimiz onun gazellerini tahmis ve tanzir
etmilerdir (Diriöz 1977: 280). XVII. asır âirlerinden ehrî, Sâ’ib’in:
*
matlalı gazeline (bak. gazel I) u nazireyi söylemitir (BTK 1987: V/193):
Gelürse keret-i nereden icb saa
O demde sur-ı ryun yeter nib saa244
Nic’etsün yne mihr-i ruula asini far
Sen fitba mübihsin fitb saa
erre-ve iderüm dude-i cigerden red
Ger eylemezse eer âh-ı ule tb saa
O b u tbuna var rıuda kef eyler
Olursa alb-i tbnda olur nib saa
Mey-i tefül n itme girme anımıza245
Siyh mesti-i çemü yiter sirb saa
ad ferin azel-i Rûmiynua ib
Ki virdi ehr dü-ad evi ile cevb saa
Koca Râgıb Paa ise, u mısraında Sâ’ib tarzında iir söylediini ifade eder
(Muallim Naci 1986: 241):
ased ki Rıba hep fikr-i ibne düer
Sâ’ib’in Türkçe iirlerinin Fars edebiyatına da tesir ettii görülmektedir.
Nitekim Râkım mahlaslı bir âir, Sâ’ib’in:
*
244
245
246
Bu mısraın vezni bozuktur.
Bu mısraın vezni bozuktur.
224
224
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
matlalı gazeline (Gazel VI), u beyitle balayan Farsça nazire yazmıtır (Araslı
1946: 19-20):
*
uu
Hatta Râkım, Sâ’ib’in iirinin birinci beytinin ikinci mısraını Farsçaya
tercüme ederken, ona nazire yazdıını açıkça dile getirmitir (Araslı 1946 : 20):
n cevb-i n azel-i ib ki Rım gofte est
T dim b der-c dred vu n m-ored 248
Sâ’ib, Türk olduu için, ara sıra anadili ile de gazeller yazmayı ihmâl
etmemitir. Ancak onun bu Türkçe iirleri, gerek kemiyet ve gerekse mahiyet
yönünden, Farsça iirlerinden oldukça farklı bulunmaktadır. Farsça iirlerine
göre çok az sayıda olan bu iirlerin de, çou büyük âirlerimize nazire olarak
yazılmılardır. Meselâ, bir tanesi Nevâî ve Fuzûlî’ye (Gazel II), bir tanesi Habîbî
ve Fuzûlî’ye (Gazel V), dokuz tanesi Fuzûlî’ye (Gazel I, III, VI, IX, X, XI, XII,
XIII, XVI) ve bir tanesi de Hatâî’ye (Gazel XVII) naziredir. Bu iirler, ilk
bakıta umumiyetle Fuzûlî’nin basit birer taklidi gibi görünürlerse de, üzerinde
dikkatle durulacak olursa, bu ilk hükmün, doru olmadıı hemen kendisini
gösterir. Ayrıca Sâ’ib, bu Türkçe iirleriyle, Klasik Türk edebiyatının
inceliklerine vakıf bir âir olarak görülür. Sâ’ib’in Türkçe iirlerinin Farsça
iirleriyle ortak taraflarının olduu müahede edilmektedir. Bu iirlerde de
muhtevayı tekil eden mânâ, dolu; fikir ve mazmunlar ince; hayaller orijinal ve
güzeldir. Bunlarda da, ahlâkî ve tasavvufî nükteler, hikmet ve nasihatler
beyitlerin balıca ziynetlerini tekil eder (Diriöz 1977: 280-81).
Sâ’ib’in iirlerinde “ak” konusu, önemli bir yer tutar. Sâ’ib’e göre, akın
ilk artı, kendi “özün”den geçmektir:
*
*
*
âir, kendisini ak muhitinde olan “habâb-ı bî-bâk”e benzetir:
“Seng-i melâmet”in deerini, “âık-ı sâdık”ın bileceini söyleyen âir:
247
248
O kırmızı dudak, âıın kanını su gibi içer. O, kan içtii gibi, suyu aynı rahatlıkla içemez.
Bu, Râkım’ın Sâ’ib’in o gazeline söyledii cevaptır. Su verilmi cevherli kılıç daima kan içer.
225
225
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMET KARTAL
“Nâsıh”a, kendisini “âkil” eylemenin mümkün olmadıını söyler:
“Mahabbet”in elden bırakılmamasını isteyen âir, “ak”ta sebat edilmesini
ifade eder:
Rakiplere daima iltifat eden sevgilinin ayrılıından dolayı, âık daima ah u
feryat eder:
Ancak âir, rakiplerden önce sevgilinin elini öptüü için mesrurdur:
Sâ’ib-i Tebrizî, yer yer sevgilinin kendisine ettii eza ve cefayı dile
getirmitir:
Çünkü, onların gönülleri Bedahan madeni gibi katıdır:
Buna ramen, kavuma ümidiyle sevgilinin bulunduu semtte ömrünü
geçirir:
Ancak, rakiplerin hileleriyle karılaır:
226
226
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Sevgiliden ayrı olmanın verdii acı ve ıstırabı çeken ve yaayan âir,
herkesin “yâr”inin olmasını ister:
Sâ’ib, Dou edebiyatında âıkın timsali olan Mecnûn ve Ferhâd ile kendisi
arasında benzerlik kurar:
Sâ’ib’in iirlerinde, yer yer sevgilinin güzellik unsurlarına yer verildii de
görülmektedir. u gazel, tamamıyla bu ekildedir:
227
227
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMET KARTAL
Sâ’ib’in iirlerinde dikkati çeken noktalardan birisi de, deyim ve
atasözlerine sıkça yer vermesidir:
Sâ’ib-i Tebrizî’nin 22 tane gazel nazım ekliyle söylenmi Türkçe
manzumesi, bir tane ise, Hind sultanına malup olan Nedr Muhammed Han için
söylenmi beyti vardır. Beyit sayılarına göre, gazelleri u ekilde gösterebiliriz:
3 beyitli: 1; 4 beyitli: 1; 5 beyitli: 3; 6 beyitli: 1; 7 beyitli: 6; 8 beyitli: 3; 9
beyitli: 3; 10 beyitli: 2; 11 beyitli: 2. Üç beyitten oluan gazelin eksik olduu
görülmektedir.
Sâ’ib, 22 gazelin 19’unda redif kullanmıtır. Redifler kendisini ek; ek,
kelime; kelime; çekimli fiil ve kelime grubu eklinde göstermektedir.
Gazellerde, 4 aruz bahri ve 6 aruz vezni kullanılmıtır. Bunlar unlardır:
*
Remel Bahri:
Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün 13
(Fa’lün)
Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün 1
(Fâ’ilâtün)
(Fa’lün)
Müctes Bahri:
228228
*
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Mefâ’ilün Fe’ilâtün Mefâ’ilün Fe’ilün 2
Hezec Bahri:
Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün 2
Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün 2
Muzârî Bahri:
Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’îlü Fâ’ilün
2
Tek beyit ise, aruzun Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’îlü Fâ’ilün kalıbıyla
söylenmitir.
Sâ’ib’in iirleri vezin, kafiye ve redif bakımından hemen hemen kusursuz,
söyleyii rahattır. iirlerinde edebî sanatlara ise, fazla rastlanmamaktadır.
Türkçe iirlerin Yayımlanmasında zlenen Metot
*
Sâ’ib’in Türkçe iirlerinin üç farklı nerini elde ettik. Bunlar Türkiye'de
Meserret Diriöz (Diriöz 1977), Azerbaycan'da Hamit Araslı (Araslı 1946) ve
ran 'da Muhammed Kahraman (Kahraman 1370) tarafından yayımlanan
neirlerdir. Bunlardan Meserret Diriöz ve Muhammed Kahraman tarafından
yapılan yayımlar, tenkitli metin olarak hazırlanmıtır. Biz, iirleri yayımlarken,
Muhammed Kahraman tarafından Farsça divanın sonunda ayrı olarak ve
“Gazelhâ-yi Turkî” balıı altında verilen Türkçe iirleri aldık ve (K) harfi ile
gösterdik. Bu neri esas olarak almamızın sebebi, hem nerin tenkitli olması
hem de yazıldıı Azerî Türkçesinin dil hususiyetlerini yansıtmasıdır.
Okuyucunun, her üç neri görmeleri amacıyla, Meserret Diriöz (M) ve Hamit
Araslı (B) tarafından yayımlanan iirlerin, Muhammed Kahraman tarafından
yayımlanan iirlerden farklarını dipnotlarda gösterdik. Bu iirlerin yer aldıı
yayımlar ile sayfa numaralarını, “gazel” ve “beyit” balıklarının altında ve
parantez içerisinde verdik. Ancak M ve B’de olan, ama K’da olmayan gazelleri
ve bazı beyitleri metinde verdik ve dipnotlarda belirttik. Bunlardan M’de 18
gazel, B’de 17 gazel –biri Farsça-Türkçe mülemma-, K’da ise 20 gazel ve 1
beyit yer almaktadır. Bizim oluturduumuz metinde ise 22 gazel ve bir beyit
yer almaktadır.
Bu yayımla, Sâ’ib-i Tebrîzî’nin Türkçe iirlerinin 3 farklı neri Türk
okuyucularının bilgisine sunulmutur. Ayrıca Türkiye’de bilinmeyen 4 Türkçe
gazeli (bak. Gazel XVIII-XIX-XX-XXII) ile bir Türkçe beyti de ilim âlemine
tanıtılmıtır.
*
*
*
*
229
229
*
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMETVE
KARTAL
SÂ’B- TEBRÎZÎ
TÜRKÇE RLER
Türkçe iirler
*
Türkçe
*
iirler
249
249
251
252
253
250
254
251
255
252
256
253
257
254
258
255
256
257
258
250
230
230
230
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
259
274
275
276
Terlesün: terlesüng M.
260
261
231
231
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMET KARTAL
277
Cevr-i çerde: cevr-i çerdin M.
Neylesün: neylesüng M.
279
280
281
282
283
285
286
287
288
289
290
291
292
278
232
232
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
293
295
296
297
298
299
300
301
302
303
M, B.
304
Bu mısraın vezni bozuktur.
305
306
307
294
233
233
SÂ’B- TEBRÎZÎ
TÜRKÇE RLER
AHMETVE
KARTAL
308
309
310
311
312
313
314
315
316
317
318
319
320
321
322
234
234
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
323
325
326
327
328
329
330
331
332
333
334
335
336
337
338
339
340
341
342
324
235
235
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMET KARTAL
343
345
346
347
348
349
350
351
352
353
354
355
356
357
344
236
236
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
358
359
360
361
362
363
364
365
366
368
369
370
371
372
367
373
374
237
237
SÂ’B- TEBRÎZÎ
TÜRKÇE RLER
AHMETVE
KARTAL
375
377
378
379
380
381
382
383
384
385
386
387
388
389
390
391
392
376
238
238
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
393
395
396
397
398
399
400
401
402
403
404
405
406
394
239
239
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMET KARTAL
407
409
410
411
412
413
414
415
416
417
418
419
408
240
240
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
420
421
422
423
424
425
426
427
428
429
430
431
433
434
435
432
436
Niçe içsün: nice içsüng M; nice içsün B.
241
241
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMET KARTAL
437
439
440
441
442
438
443
444
446
447
448
445
449
450
452
453
451
242
242
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
454
456
457
458
455
459
460
461
463
462
464
465
466
467
468
469
470
471
473
472
Silin: silüng M.
243
243
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMET KARTAL
474
476
477
478
479
480
481
482
483
484
485
486
487
488
489
475
244244
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
490
492
493
494
495
491
496
497
498
500
499
501
502
245
245
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMET KARTAL
503
505
506
507
508
509
510
511
512
513
514
515
516
517
518
504
246
246
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
519
521
522
523
524
520
247
247
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
AHMET KARTAL
525
Bu gazel Muhammed Kahraman tarafından Türkçe gazellerin yer aldıı kısımda deil, divanın
sonunda “Yek Gazel-i Tâze Yâfte-i Turkî (: Yeni Bulunan Türkçe Bir Gazel)” balıı altında
verilmitir. Muhammed Kahraman, burada gazel hakkında u açıklamayı yapmaktadır: 16 Âbân 1369
yılında Tahran’da neredilen slâmî Birlik mecmuasının bir nüshasını Tebriz’den Aka-yı Behrâm
Hak-perest bana gönderdi. Onda Sâ’ib’in hayatını anlatan ve 5 Türkçe iirine yer veren bir makale
vardı. Ne yazık ki yazıyı nereden ile Türkçe iirlerin alındıı kaynak belirtilmemiti. Bu gazellerin
birincisi bizdeki nüshalarda yoktu. Bu gazeli burada vermemizin uygun olacaı düüncesiyle
yayımlıyoruz.
*
248
248
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
526
528
529
530
527
249
249
SÂ’B- TEBRÎZÎ VE TÜRKÇE RLER
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
“Sâ’ib-i Tebrîzî ve Türkçe iirleri”, Türk Kültürü ncelemeleri
Dergisi, 7, stanbul 2002: 209-38.
*
251
250
*
BÖLÜM II
Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminden
Yansımalar
*
ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER
ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
Selçuklu hükümdarı Alp Arslan (1063-1072)’ın Malazgirt’te 1071 yılında
Bizanslıları bozguna uratması neticesinde Anadolu batan baa istilaya ve
sürekli yerleime açılmı, Anadolu’nun Türklemesi ve slâmlamasının uzun
süreci balamı (Itzkowitz 1997: 27), bütün Ön Asya’nın, Selçuklular
tasarrufuna geçmesi salanmıtır (Caferolu, 1972: 3). Kaynaklar Horasan ’da
Selçuklu Devleti kurulduu zaman Türkistan ’dan slâm ülkelerine olan göçü
nasıl “sel” gibi tasvir etmilerse 1071 Malazgirt zaferini müteakip Anadolu’ya
akan insan dalgalarını da aynı ekilde aksettirmilerdir (Turan 1998: 282)531.
Anadolu’ya gelen bu Ouz kitleleri, dâru’l-cihâd saydıkları Anadolu’yu
Türkletirmek ve müslümanlatırmak için dinden aldıkları güçle savamılar
(Mazıolu 1972: 297), Anadolu’nun derinliklerine kadar ilerleyerek, kendileri
ile beraber, Türk dilini, kültürünü, örf ve idaresini de götürmülerdir. Bütün
Anadolu Türklerin eline geçtikten sonra, Türk boyları ve halkları, eski Orta Asya
bozkır geleneklerinden ayrılarak yeni yerleik hayat prensiplerine yaklamak
durumunda kalmılardır (Caferolu 1972: 3-4). Türkmen de denilen bu
Ouzların bir kısmı yeni yurtlarında ehirlerde yerlemiler, çou ise
Anadolu’nun ıssız topraklarında yeni köyler kurmular, ya da göçebe hayatını
sürdürmülerdir (Mazıolu, 1972: 297). Bu çalımada, artık bir Türk yurdu
hâline gelen Anadolu’daki dil, edebiyat ve kültürel faaliyetler hakkında bilgi
verilecektir.
*
*
*
*
*
531
Bir anonim Bizans kronii: “Kara ve deniz sanki bütün dünya kafir barbarlar
(Türkler ) tarafından igal edildi ve ıssızlatırıldı. Onlar arkın (Anadolu ’nun) bütün
köylerini, evleri ve kliseleriyle birlikte, yama ve istila ettiler” ifadesiyle durumu
açıkça, ancak hissî olarak tasvir eder. Baka bir kronik Türklerin Anadolu’ya,
eskisinden farklı olarak, artık bir yamacı deil igal ettikleri bölgelerin hakiki sahibi
olarak sıfatıyla girdiklerini belirterek daha isabetli bir görüü temsil eder (Turan
1998: 282).
*
*
254
254
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
iir ve Toplum
Anadolu halkı özellikle iirin ahengi ile veznin ritmik tekrarının insan
ruhunda oluturduu etkiden dolayı, iire karı bir temayül sergilemi, hatta
kendisine aktarılacak her bilginin manzum olarak verilmesini istemitir. Tabii ki
bunda, iirin örenmeye saladıı katkı ve kolaylıın bilincine vararak öneminin
farkına varılması ve bundan yararlanma yoluna gidilmesi de etken olmu
olabilir. iiri seven ve ona sempati ile bakan halkın isteiyle iir, Anadolu’da
uygun bir ortamla bulumutur. airler bulmu oldukları bu müsait ortamı en iyi
ekilde kullanarak, iirin Anadolu’da oluması, gelimesi ve yerlemesi
noktasında hummalı bir gayret içine girmilerdir. Hatta iirle ilgisi olmayanlar
da, Mevlânâ gibi, iir söylemeye meyil etmiler, duygularını ve düüncelerini
iirle ifade etme yoluna gitmilerdir. âirler, iiri bir yandan toplumu, özellikle
halkı eitme, aydınlatma ve bilgilendirmenin bir vasıtası olarak kullanırken,
dier yandan belli bir bilgi birikimine sahip olup ‘hakikati’ ‘hakikatin diliyle’
örenenlerin estetik duygularına cevap veren bir araç olarak görmülerdir.
Böylece toplumun her kesimine hitap eden ve onların ihtiyaçlarına cevap veren
iirler kaleme alınmıtır. Özellikle doum yeri olan Belh insanının daha çok
nesire temayül ettiini ve airlie dolayısıyla iire çok önem vermediini
belirten Mevlânâ’nın, eer orada kalsaydı, büyük ihtimalle kendisinin de o bölge
insanının yolunda gideceini, yani ders takrir eden, vaaz veren birisi olarak
kalacaını, fakat Anadolu’ya geldiinde buranın insanlarının arzusu
dorultusunda sahip olduu hakikatleri vezinli bir ekilde yani iirle ifade
etmeye meylettiini gösteren u sözleri, Anadolu halkının bu durumunu
göstermesi bakımdan önemlidir (Kılıç 2007: 69):
*
*
“Benim bir mizacım var, kimsenin benden incinmesini istemem. Yanıma gelen
dostlar benden mütemadiyen iir istiyorlar, yoksa iir nerde, ben nerde. Vallahi
ben iirden usanmıım, benim indimde iirden aaı bir ey yok. Benim iir
söylemem, misafir arzu ediyor diye ev sahibinin onları memnun etmek için
ikembeyi eliyle yıkayıp temizlenmesine benzer. Çünkü misafirin canı ikembe
çorbası istiyor. nsan bir memlekette hangi mal revaçta ise, bayaı bir ey bile
olsa, onu alıp satmalıdır. Bizim memleketimizde âirlik kadar ayıp bir i yoktu.
Eer memleketimde kalsaydım, ben de oranın âdetlerine uyar; vaaz etmek, ders
okutmak ve kitap yazmakla uraırdım. Ama Allah böyle istedi, ben ne
yapabilirim? Benim yaptıım, bir hekimin ilaçtan bıkıp onu içmek istemeyen,
canı erbet çeken bir hastaya ilacı erbete karıtırarak vermesine benzer.”
255
255
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
iir ve Sultanlar
Sultanlar, isimlerinin baki kalabilmesi için âirler tarafından söylenilen
iirlerin en önemli vasıtalardan biri olduuna inandıkları için, Anadolu
Selçukluları’nda da aynen Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu saraylarında olduu
gibi, âire büyük önem verildii görülmektedir. Nitekim iki önemli kaynak
eserden Çehâr Makâle (Semerkandî 1368: 62-63) ve Râhatü’s-sudûr ve Âyetü’ssürûr’da (Râvendî 1999: I/61) zikredilen bilgiler ile Balasagunlu Yûsuf
tarafından 1069/1070 yılında yazılan ve Türkçenin en önemli eserlerinden biri
olan Kutadgu Bilig ’in balarında yer alan Bura Han övgüsündeki bölüm (Arat
1979: 28) ve Ögdülmi’in Odgırmı’a âirlerle münasebet hakkında söyledii
fikirler (Arat 1988: 318) bu durumu açık bir ekilde ortaya koymaktadır.
Fahreddîn Behrâmâh’ın Nizâmî-i Gencevî’ye Mahzenü’l-esrâr’ına karılık
verdii hediyelerden sonra, yanındakilere söyledii u sözler, bu düüncenin
Anadolu’da da devam ettiini göstermektedir (bn Bîbî 1996: I/93):
*
*
*
“Eer iir baarılı olursa, hazineler ve defineler baılarım. Çünkü bu manzum
kitapla benim adım bu fani dünyada ölümsüz olarak kalacak. Bu fani dünyada ve
geçici âlemde unutulmadan kalmak ve ismin ebedî olarak anılması, çok büyük bir
itibar ve ulaılması zor bir baarıdır.” (bn Bîbî 1996: I/92).
Behrâmâh’ın u ifadeleri de, bunu destekler mahiyettedir (bn Bîbî 1996:
I/93):
Eer Firdevsî bu kitabını (eh-nâme) yazmasaydı, o devrin padiahlarını, taç
sahiplerini, ünlü pehlivanlarını kim hatırlayacaktı? Adlarını kim azına alacaktı?”
âir ve Sultanlar
Anadolu Selçukluları’nda da, aynen Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu
saraylarında olduu gibi, âire büyük önem verildii görülmektedir. âirlerin
yaptıkları övgüler, sultanların hep duymayı istedikleri cinsten, kahramanlık,
adalet, cömertlik gibi vasıflarla ilgiliydi. Ayrıca, bu sebeple, Gazneliler
döneminde balayan ve Selçuklular döneminde artan, Türk sultanlarını Acem
meliklerinin ehnâmelerde geçen vasıflarına atıflar yaparak övme geleneinin
(Kartal 1999a, 2004), Anadolu Selçuklu Devleti döneminde yazılan iirlerde
*
*
*
*
*
*
256
256
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
sürdüü görülmektedir. Nitekim Zahîreddîn-i Faryâbî, Rükneddîn Süleymân
âh’ı öyle medheder:
Büyük Sultân Süleymânah Rükneddîn’in doruluk gölgesine sıınırım. Çünkü felek
ona “kinci skender” adını takmı. Çünkü onun divanında Kayser güzel sözler söyler,
çünkü onun sarayında Fagfur kapıcılık eder....Ülke tahtında dinin direi Rükneddîn
ah, Süleymânlık bulunca cinler ve periler her an önünde saf dururlar...Onun kadehi
Kevser suyuna ve nesim rüzgârına ah çektirir. Onun adı saygınlık kitabına balık olur.
Eer biri Rüstem’in mızraından veya Neriman’ın gürzünden bahsederse, onun
mızraına ve gürzüne örnek bulmu olur...Ey ah, eer kinin gökte mekan tutarsa,
Müterî Behram olur ve Zühre Keyvanlık yapar (bn Bîbî 1996: I/80-1).
Nizâmî-i Gencevî, Anadolu Selçukluları’na balı olarak Erzincan ve
çevresinde hüküm süren Fahreddin Mübarekâh için unları söylemitir:
*
Altı bucaın, yedi felein riyasız padiahı, dokuz dairenin (yedi felek ile ar ve
kürsi) merkez noktası Behrâmâh, öyle bir ahtır ki, sava gününde onun
kahramanlıından Behrâm-ı Gûr’un kudreti karınca gibi kalır. Yüksek gücüyle
ahların babuu, geni bilgisiyle cihanın ünlüsüdür. Cihan mülkünü halka baılar,
hem “Ermen” hükümdarı hem “Rum” ahıdır. Saltanat tahtının erefi, hilâfet
postunun ulusudur. Rum diyarının fatihi “Abhaz”ın galibidir (Nizâmî 1986: 34-35).
Hüsameddîn Sâlâr’ın kızı da, zzeddîn Keykâvus hakkında u ifadeleri
kullanıyordu:
Cihanın efendisi olan o ahlar ahının hükmü, bütün ülkelerde kader gibi
geçerlidir...Cihanın günei, Hakk’ın gölgesi, ikinci Kayser, bu Kayser ve Fafur
senin kapının tozundan baka bir ey deildir...O sultanlar sultanına sultanlar
köledir. Ondan baka sultan kim, nerede ve hangisi...Âlem senin adaletinin etkisiyle
batan baa mamurdur. ahların yemini tamamen onun kademinin topraıdır...
Cihanda galiplerin malupların altına sıındıı senin rikabının yanında yüz Kayser
ve Fafur komaktadır... ahın dergahında cihan onun fermanının bendesi olsun.
Baka milletler de onun fermanına uysun (bn Bîbî 1996: I/144-46).
Râvendî, I. Gıyâseddîn Keyhüsrev için unları söylemektedir:
Fafur, Hakan, Harezmah bu ahlar ahının dergâhından ekmek
alacaklar....Bazunun vurularından, Rüstem-i Destân’ın ruhu utanç ve sıkıntı
duymaktadır...Harp meydanlarında, haset edenlerin üzerine at sürdü mü, dümanı
çevganın büklümü içine alır (Râvendî 1999: I/28).
257
257
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
bn Bîbî, I. zzeddîn Keykâvus'un güzel vasıflarının Arapça ve Farsça
yazılmı u iirlerle, mecazî deil de, gerçek olarak kaydedildiini belirtmektedir
(1996: I/141-42):
*
*
Ey kaderinde ta ezelden büyüklük ve yücelik yazılmı olan! Sen razı olduun
zaman hayat, kızdıın zaman ölüm verirsin. Senin yanında bulunmak, mülk sahibi
olmak, baarı ve zafere ortak olmak demektir. Ünlü padiahlar, senin bayraının
gölgesinde yürürler. Hz. Cebrail kanatlarıyla sana gölge verir.
Ey padiah, Eflâtun’un dediine göre, Allah seni halkın ilerini görsün diye yarattı.
Üzüm kabından ayrıldıktan sonra arabın kadeh kalıbına girdii gibi ikbal ve ans
eseri, senin varlıına Behmen’in ve apur’un ruhu girdi. Senin zamanında dünya
öyle düzen buldu ki, kâfur’un kabı içinde saklanmasına ihtiyaç kalmadı. Kutsal
âlemin süsleyicileri, senin yanaına hurinin yanaının güzellik pudrasını sürdüler.
Anadolu Selçuklu Devleti dönemi âirlerinin iirlerinde, Selçuklu
sultanlarının bu özellikleri yanında, dinî hassasiyetlerinin ilendii de
görülmektedir. Zahîreddîn-i Faryâbî, Rükneddîn Süleymânâh hakkında:
*
*
Ülke tahtında dinin direi Rükneddînâh, Süleymanlık bulunca cinler ve periler her an
önünde saf dururlar...Senin yüce düüncen ülkeyi dini gelitirmekte tam bir baarı
salar ve Tanrı tarafından desteklenir...Senin mükemmel aklının varlıı bilgisizlii
azaltır. Kapsamlı ve kalıcı adaletin zulmü ortadan kaldırır (bn Bîbî 1996: I/81-82).
Nizâmî-i Gencevî, Fahreddîn Mübârekâh için:
shak’ın sancaı onun himmetiyle yükselmitir. Onu istemeyen varsa, ancak smailî
“zındık”tır (Nizâmî 1986: 34).
Hüsâmeddîn Sâlâr’ın kızı ise, zzeddîn Keykâvus için:
Ey ünü bütün yeryüzünü tutmu olan! Senin adından dinin erefi ve anı
artmı...Meslei insana eziyet etmek olan kötü zamanlar ve zalim günler, senin
adaletin sayesinde hizaya girer (bn Bîbî 1996: I/146).
demitir.
Bu tarz deerlendirme, daha sonra, Osmanlı Devleti döneminde yazılan
iirlerde de görülmektedir (Kartal 2002). Bu durum ise, Gazneli ve Selçuklu
döneminde oluan ve gelien Farsça iirin muhteva olarak Anadolu ’da da devam
ettiini göstermesi bakımından önemlidir.
*
*
258
258
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
iirin Dili
Türkler Anadolu ’ya gelip yerlemeden önce, Anadolu’da Rumlar,
Ermeniler, Süryaniler, Franklar, Yakubiler vs. yaamaktaydı (Ocak 2006: 443,
2006a: 253). Türklerin Anadolu’ya gelmesi ve yerlemesi iki safhada
gerçeklemitir. Bunlardan birincisi, Malazgirt Savaının akabinde Türkler
kitleler halinde Anadolu’ya akın etmiler ve yerlemilerdir. Bunlar içerisinde
göçebelerin yanında, daha Orta Asya’da iken yerleik hayata geçerek ehirlerde
yaayan Müslüman Türkler de bulunmaktaydı. Bunlar, Anadolu’daki ehirlere
yerlemiler ve oralarda mesleklerini icra etmeye devam etmilerdir. Daha bu
dönemlerde bile bu Müslüman Türkler yerli Hristiyan nüfusa oranla Anadolu’da
büyük bir çounlua ulamılardır. kinci safha ise, Mool istilasının
balamasıyla birlikte, Mâverâünnehr, Hârezm, Âzerbaycan ve Errân
mıntıkalarından oluan youn göçlerin oluturduu dönemdir. I. zzeddîn
Keykâvus ve I. Alâaddîn Keykubâd devirlerine rastlayan bu dönemde de, pek
çok ehirli Türk, göçebe Türk nüfusla birlikte Anadolu’ya gelmitir (Ocak 2006:
447). Özellikle Türkler Anadolu’da yeni kasaba ve ehirler kurdukları gibi, eski
Bizans ehirlerini kendilerine uygun hale de getirmilerdir (Baykara 2006: 291).
Türklerle birlikte ranlıların da Anadolu’ya geldikleri görülmektedir. Daha çok
tüccar, ilim adamı, eyh ve müritlerden oluan ranlılar, ekseriyetle ehirlere
yerlemilerdir (Bayram 2001: 63).
Bu manzara Anadolu ’nun dolayısıyla Anadolu Selçuklu Devleti ’nin hem
karıık kültürlerden olutuunu hem de çok dilli bir ortam sunduunu
göstermektedir. Nitekim bn Bîbî, Anadolu’da halkın be dil konutuunu
belirtir (1996: I/97). Osman Turan'a göre bu diller Türkçe , Farsça , Rumca ,
Ermenice ve Süryanicedir (Turan 2006: 471). Ancak bn Bîbî’nin bir baka
yerde Anadolu’nun dilinin Arapça ve Farsça olduunu kaydetmesi (1996: I/141)
Arapçanın da dil olarak Anadolu’da kullanıldıını göstermektedir.
Bilindii gibi Büyük Selçuklu Devleti’nde resmî dil olarak Arapça ve
Farsça kullanılırken, medreselerde eitim Arapça ile gerçekletirilmitir. Bütün
münevverler hem Arapça hem de Farsça bilgisine sahiptiler. Büyük Selçuklu
Devleti’nin bir kolu olan Anadolu Selçuklu Devleti’nde de doal olarak bilim
dili Arapça, resmî belge dili önce Arapça, daha sonra Farsça olmutur. Ancak
bürokraside birçok Fars dilli memurun bulunması, Önasya’da hissedilmeye
balanan Mool baskısı yüzünden bir çok Fars dilli münevverin Anadolu’ya göç
etmesiyle Farsçanın itibarı artmıtır (Develi 2006: 42-44). Hatta büyük
merkezlerde yüksek tabakanın edebî dili olduu gibi, Türkçenin yanında bir
derece konuma dili hüviyeti de kazanmıtır (Turan 2006: 471). XIII. asırda
kaleme alınan bazı eserlerin “sebeb-i te’lîf (yazılı sebebi)” bölümlerinde ‘halkın
Fars diline olan meyli’nden dolayı Farsça kaleme alındıı belirtilmitir. Hayati
Develi’nin de belirttii gibi, söz konusu halktan kasıt, idarî ve entelektüel
zümreler olmalıdır (Develi 2006: 44). Çünkü kırsal alanda yaayan halk Türkçe
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
259
259
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
konuuyordu, dolayısıyla kendisine hitap eden eserin de Türkçe olmasını
istiyordu. Nitekim Yunus Emre bu halka Türkçe ile hitap edecektir. Mevlânâ
(Turan 2006: 471) ve olu Sultan Veled (Mansurolu 1950: 217 [dipnot 6])
Rumca bazı iirler kaleme almılardır.
Anadolu Selçukluları zamanında, aynen Büyük Selçuklular döneminde
olduu gibi yukarıda zikredilen dillerden Farsça hem resmî belge dili hem de
edebî dil olarak kullanıldıı için telif edilen eserlerin büyük bir kısmının Farsça
olduu dikkat çekmektedir. Mikail Bayram, yaptıı kütüphane taramaları
neticesinde, Anadolu Selçukluları zamanında, 230 küsur eser telif edildiini,
bunlardan 20 tanesinin müellifinin meçhul olduunu, geriye kalan eserlerin 80
müellif tarafından yazıldıını belirttikten sonra, bu eserlerden 145’inin Farsça,
68’inin Arapça , 15’inin Türkçe olarak kaleme alındıını, birkaç eserin de
Süryanice ve Ermenice olduunu söylemektedir (Bayram 2004: 107). Bu
manzara Anadolu Selçuklu Devleti ’nin hem karıık kültürlerden olutuunu hem
de çok dilli bir ortam sunduunu göstermektedir. Bu da her topluma kendi
diliyle hitap eden çeitli eserlerin yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli
iirlerin (mülemma) yazılmasına da zemin hazırlamıtır.
Elimizdeki verilere göre Anadolu Selçuklu Devleti döneminde iirin dili
bata Farsça olmak üzere Türkçe ve Arapça olmutur. Nadiren Rumca ile de
iirler söylenilmitir.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
lmî ve Kültürel Durum
*
Anadolu ’da gerek Dânimendliler gerekse Anadolu Selçukluları döneminde
ilmî ve edebî faaliyetler önce saray muhitinde balamı, arkasından bu faaliyetler
II. Kılıç Arslan’ın oullarının valilikleri döneminde ehirlerdeki ehzade
muhitlerine de sirayet etmitir. Özellikle sükun ve asayiin iyice salanmasıyla
Anadolu’da hummalı bir içtimaî ve fikrî hareket kendini göstermitir.
Anadolu’daki ilk ilmî faaliyetlerin 1071-1178 yılları arasında Sivas, Tokat,
Amasya, Kayseri, Malatya ve civarlarında hüküm süren Dânimendliler
döneminde ve onların hüküm sürdüü bölgelerde baladıı görülmektedir. Bu
devletin kurucusu olan Melik Ahmed Gazi, Selçuklu ailesinin muallimi olan
Dânimend Ali Taylu'nun olu olup babası gibi bilge bir kii olduu için
Dânimend Gazi diye anılmakla birlikte, kurduu devlete de Dânimendiye
denmitir. Melik Ahmed Gazi, bir yandan yeni fetihlerle uraırken bir yandan
da fethettii bölgelerde youn bir kültürel faaliyette bulunarak ilmî çalımalara
zemin hazırlamıtır. Nitekim bugünkü bilgilerimize göre Anadolu'da telif edilen
en eski eser olup Melik Ahmed Gazi'ye sunulan Kefu'l-akabe'de:
*
*
*
*
"O yüce zatı iltizam edenler çounlukla fâzıl ve filozoflardır. Dünyanın her
yanından bilgin kiiler (ehl-i ukûl) o hazrete yöneldiler. Her biri ilmini yayması
miktarınca itibar görüp, o hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar"
260
260
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
eklinde yer alan kayıt, Malazgirt Zaferi'nden kısa zaman sonra
Dânimendliler ülkesinde ilmî çalımaların baladıını ve Melik Ahmed
Gazi'nin birçok ilim ve fikir adamını himaye ederek çalımalarına imkan
saladıını göstermektedir. Ayrıca Melik Ahmed Gazi'yi sahib-kıran diye
zikreden Kefü’l-akabe müellifi bnü'l-Kemal, hem onun Rum, Ermen ve am
(Suriye )'da gerçekletirdii fetihlerini dile getirmi hem de bu yerlerde geni bir
kültürel faaliyet içerisinde bulunduunu,
*
*
"Rum, Ermeni, am memleketleri o sahib-kıranın varlıının feyzi ile slâm
nuruyla bezendi"
eklinde ifade etmitir. Dânimendliler devleti emirlerinden Kastamonu
fatihi, Emir Karatekin'in bn Makula'nın el-kmâl adlı eserini okuduuna dair bir
kaydın bulunması da, bu dönemde ilmî faaliyetlerin varlıını göstermektedir.
Anadolu 'da yer alan medreselerin en eskilerinin XII. asrın ilk yarısında ve
Dânimendliler zamanında Niksar, Tokat, Sivas ve Kayseri'de yapılması bu
açıdan dikkat çeken dier bir noktadır (Bayram 2003: 2-3).
Dânimendliler , özellikle Tokat, Sivas, Amasya ve Çorum bölgelerinde
daha youn bir kültürel faaliyet içinde bulunmular ve buralara devletlerinin
kültürel politikasını yerletirmilerdir. Böylece bu yöreler çok erken tarihlerde
belli bir kültürel karakter kazandıı gibi, gösterilen bu youn millî ve dinî
diyebileceimiz faaliyetler neticesinde, buraların çok erken sayılacak tarihlerde
Türklemesi ve slâmlamasını da gerçekletirmilerdir. Gazilik mefkuresine,
Türk kültürüne ve Türkmencilik ülküsüne büyük önem veren Dânimendliler,
bunu yerletirmeye ve yaymaya da çalımılardır. Nitekim Melik Ahmed Gazi
ve beraberlerindekilerin kahramanlıklarının anlatıldıı Dânimend-nâme
(Akkaya 1954) bu kültürel anlayıın mahsulü olduu gibi Dede Korkut
Hikayeleri (Ergin 1989) de XIV. asırda yine bu yörede, Amasya’da derlenmitir.
Yine Anadolu ’da ilk Türkçe eser yazma gelenei Amasya’da balamıtır. Mool
iktidarına ve özellikle Pervâne Muînüddîn Süleymân’ın aır baskılarına ramen
Dânimend li, bu millî karakterini ve kültürel hüviyetini uzun süre muhafaza
etmitir (Bayram 2003: 3-6).
Anadolu ’nun Türkler tarafından fethedilmesinden önce Süryanîlerin elinde
bulunan ve önemli bir kültür merkezi olan Malatya, Dânimendliler döneminde
de bu özelliini muhafaza etmitir. Malatya’nın Türklerin Anadolu’yu
fethetmesinden sonra da, Kuzey Mezopotamya ve Suriye ’den Anadolu’ya açılan
ticaret yolu üzerinde bulunmasının etkisiyle daha erken sayılabilecek bir tarihte
önemli bir ilim merkezi hâline geldii görülmektedir. Özellikle Gıyaseddin
Keyhüsrev’in veziri Malatyalı Muhammed Gazi, eyh zzeddin Ebu’l-kasım-ı
Hammuî, eyh Ebu Tâhir Ahmed-i sfahanî, Muhammed b. Ebu Bekr-i Tebrizî
gibi ran asıllı kiiler Malatya’ya gelip yerleerek burada faaliyet
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
261
261
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
göstermilerdir. Böylece burada ran kültürü ile Süryanî kültürü yeniden
bulumu ve Sasanîler devrindeki ilmî ve fikrî hareket yeniden olumaya
balamıtır. ran millî kültürünün yeniden canlandırılmaya çalııldıı Malatya,
Selçuklular zamanında ehzadelerin eitim gördükleri bir merkez hâline
gelmitir. Gıyaseddin I. Keyhüsrev ve olu zzeddin I. Keykâvus burada eitim
gören sultanlardandır. Bu Selçuklu sultanlarının eski ran ahlarının adlarını
kullanmalarında Türk cihan hakimiyeti ülküsünün yanında Malatya ve
çevresindeki ran kültürünün de etkisi bulunmaktadır. Ayrıca burada eitim
gören sultanların çok iyi Farsça bildikleri de müahede edilmektedir. Türk
kültürünü ülkelerinde yaymaya ve yerletirmeye çalıan Dânimendlilerin, 50 yıl
yönetimlerinde kalan Malatya’nın kültürel yapısını deitirememeleri dikkat
çekmektedir (Bayram 2003: 7-8). Selçuklular zamanında, sultanlar muallimi
diye anılan Malatyalı eyh Mecdüddîn shak’ın da etkisiyle Malatya’da, slâmî
ilimler alanında youn bir faaliyet göze çarpmaktadır (bak. Bayram 2003: 9-10).
Tokat ve Malatya’nın Dânimendliler zamanında iki önemli ilim ve fikir
merkezi hâline gelmesi, Selçuklular döneminde bu iki ehrin ehzadelerin eitim
ve tahsil yeri olmasında etkili olmutur. Selçuklular döneminde bu iki zihniyet
kendi ehirlerinde yetien ehzadeyi iktidara getirme gayreti içerisine girmi ve
bu yönde siyasî faaliyetlerde bulunmulardır. Bu dönem ümerası da, ya bu iki
zihniyetten birine mensup ya da birini tercih etme durumunda kalmılardır.
Genellikle bu mücadelede Malatya’nın iktidarlar üzerindeki ilmî, kültürel ve
siyasî aırlıının daha etkili ve yönlendirici olduu görülmektedir. Tokat ve
civarında Türk kültürüne ve Türkmencilik ülküsüne büyük önem verilirken,
Malatya’da ran unsuru aırlıkta idi. bnü’l-esîr, ranlı mehur rakî filozof
ihâbeddîn-i Sühreverdî el-Maktûl (587/1237) olduu anlaılan bir filozofun,
Rükneddîn Süleymanâh’ın Tokat emiri olduu sıralarda Tokat’a gittiini ve
Tokatlı bir bilgin (fakih) tarafından Süleymanah’ın huzurunda tartaklandıı için
Tokat’ı terk etmek zorunda kaldıını bildirmesi, ranî zihniyet ile Türk
düüncesinin çatıma durumunda olduunun göstergesidir. Hatta Türkmen sufî
Evhadüddîn-i Kirmânî (635/1237), Malatya’da kendisine hizmet edecei bir yer
tahsis edilmedii için oradan kırgın olarak ve bir daha dönmemek üzere
ayrılmıtır. Yine Evhadüddîn-i Kirmânî ile Mevlânâ ’nın hocası ems-i Tebrizî
arasındaki ihtilâf, Mevlânâ ve çevresi ile Ahi Evren eyh Nasireddin Mahmûd
ve çevresi arasındaki ilmî, fikrî ve siyasî mücadeleler de bu iki kültürel çevre
arasındaki ihtilaflarının uzantısıdır (Bayram 2003: 12-13).
I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, oullarından I. zzeddîn Keykâvus’u Malatya’ya,
I. Alâaddîn Keykubâd ’i ise Tokat’a tahsil ve eitim için göndermitir. I.
Alâaddîn Keykubâd, sultanlıı döneminde Anadolu 'da Türkmencilik
mefkuresini hakim kılmaya çalımı, yüksek memurluklara Türk asıllı kimseleri
atamıtır. Hatta bu dönemde Türkmen eyhler, ilim ve fikir adamları himaye
edilmi, Ahi tekilatı bütün Anadolu'ya yayılmı, ehirlerde belediye hizmetleri
Ahilere gördürülmütür. Alâaddîn Keykubâd, büyük olu II. Gıyâseddîn
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
262
262
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Keyhüsrev'in zihniyet bakımından kendisine muhalif olan Malatya'daki
çevrelerle irtibatını ve yakınlıını, ranî zihniyete yatkınlıını fark ettiinden
dolayı, daha salıında küçük olu zzeddîn Kılıç Arslan'ı veliaht tayin etmitir.
Nitekim ran unsuruna dayanan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in iktidara geliinin
ilk yıllarından itibaren Türkmenlere karı olumsuz bir siyasî tutum içerisine
girdii görülmektedir. Hatta saltanatının ilk yılında (635/1237) Eridir'de
yaptırdıı kervansarayın kitabesinde kendisi için söylenen “Türkmen (Havariç)
ve Bagileri daıtıp yok eden" sözü dikkat çekmektedir. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in
tahta çıkmasında gösterdii yararlılıklardan dolayı atabek olan Sadüddîn Köpek,
Türkmen ve Ahileri devlet kademelerinden uzaklatırarak ran asıllı kiileri
yüksek mevkilere getirme gayreti içerisine girdi. Türkmen ve Ahiler Gıyâseddîn
Keyhüsrev'e ve onu iktidara getirenlere karı ayaklanınca, iktidarına muhalif
olan güçleri yok etme temayülü gösteren sultan atabeyi olan Sadüddîn Köpek
vasıtasıyla Türkmen yanlısı ileri gelen devlet adamlarını teker teker öldürttü
veya saf dıı etti. II. Gıyaseddîn Keyhüsrev, kendisini bir suikast ile öldürüp
Selçuklu tahtını ele geçirme niyetinde olan Sadüddîn Köpek tehlikesini bertaraf
ettikten sonra, yeniden iktidarına karı olan Türkmen çevrelerle mücadeleye
koyuldu. Birçok Türkmen fikir adamlarını katletti veya tutuklattı (Bayram 2003:
15-17).
Babailer syanı 1339’da pek çok siyasî, ekonomik ve dinî etkenin bir araya
gelmesiyle, öncülüünü Baba lyas ve halifesi Baba shak’ın yaptıı, göçebe ve
yarı göçebe Türkmenlerin Anadolu Selçuklu yönetimine karı giritii harekettir
(bak. Ocak 1996a: 35-51, 142-51). Amasya ve Tokat bölgesinde organize edilen
ve devletin temelini sarsan Babaîler isyanının en önemli neticesi, Anadolu’nun
Mool istilasına maruz kalmasına zemin hazırlaması olmutur. Nihayetinde
Türk tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olan Köseda yenilgisi alınmıtır.
Mool istilâsından sonra, Türkmen ve Ahilerin mücadeleleri, Mool
emperyalizmine ve Moollarla ibirlii içerisinde bulunan güçlere yönelmi ve
bu hareket bütün Anadolu 'ya yayılmıtır. II. Gıyaseddin'in ölümünden sonra
Anadolu Selçukluları’nın tanınmı devlet adamlarından Celâleddin Karatay
(Tanyeri 1993), bu köklü rekabeti ve siyasî ihtilâfı bertaraf etse de, ölümünden
sonra Türkmen çevrelerin destekledii II. zzeddîn Keykâvus ile ranlı
unsurların destekledii IV. Rükneddîn Kılıç Arslan arasında taht mücadelesi
balamıtır. Moolların Anadolu'yu igalinden sonra ranî zihniyeti temsil eden
fikir adamları ve ümeranın Mool yanlısı bir politika izlemelerinden dolayı
ranlı yöneticilerden yana oldukları dikkat çekmektedir. Nitekim Moolların
destei ile kardei II. zzeddîn Keykâvus'u yenen IV. Rükneddîn Kılıç Arslan
1261 tarihinde Selçuklu tahtına geçti. Onun döneminde ülkenin yönetimi
kendisini iktidara getiren Pervâne Muîniddîn Süleymân, Vezir Tâceddîn Mu’tez
ve Sâhib Fahreddîn Ali'nin elindeydi. Bunlar sultanın fermanını da alarak
Anadolu'da Türkmenlerin elinde bulunan medrese, tekke, iyeri gibi
müesseseleri gasp ettikleri gibi birçok yörede Türkmenleri katliama tabi
*
*
*
*
263
263
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
tutmulardır. XIV. asrın sonlarına kadar devam eden bu uygulama neticesinde
Türkmenler kitleler hâlinde uç bölgelere ve Suriye 'ye göç etmilerdir (Bayram
2003: 18-19).
*
XII. asrın sonlarında Sultan II. Kılıç Arslan, Danimendliler devletini
ortadan kaldırarak Danimendlilerin bakenti Tokat ve çevresini olu Rükneddin
Süleymanah’a verdi. Burada eitim gören Rükneddin Süleymanah da
Danimendolu Melik Ahmed Gazi gibi ilim sever, fazıl ve filozof bir kiiydi.
Mutaassıp bir afiî olan bnü’l-Esîr onun hakkında:
“Ancak onun itikadının bozuk olduu, felsefî inançlar taıdıı, bu inançta
olanların ona sıındıı, ondan yardım ve himaye gördükleri nakledilir. Fakat o
akıllı idi. Halkın tepkisinden çekindii için bu inanç ve itikadını açıa
vurmazdı.”
demektedir. Daha sonra Anadolu Selçuklu tahtına oturan Süleymanah,
Tokat ve çevresinde Dânimendolu Melik Ahmed Gazi’nin balattıı ilmî ve
fikrî gelenei devam ettirmitir. Yine bnü’l-Esîr, çeitli mezheplere mensup
ilim adamlarının onun huzurunda münakaa ettiklerini kaydetmektedir (Bayram
2004: 123-24). bn Bîbî ise görülerini aklına uygun ve tabiatına yakın bulduu
ihâbeddin-i Sühreverdî’nin Pertev-nâme isimli eserini onun adına yazdıını
bildirmektedir (I/44). Ancak Mool istilâsı ile birlikte hem Tokat hem de
Malatya’nın ilmî ve fikrî bakımdan sahip oldukları bu özelliklerini kaybederken,
dönemin ünlü bazı filozoflarının, müderrislerinin ve âlimlerinin toplanmaya
baladıı Anadolu Selçukluları’nın bakenti Konya’da bu açıdan bir canlanma
olduu dikkat çekmektedir. Nitekim bu dönemde kelâm ve mantıa dair
Metâli’u’l-envâr ve Konya medreselerinde okuttuu Beyânü’l-hak ve Kitâbu’lmenâhic adlı eserleriyle Kadı Sirâceddin-i Urmevî, mantık ve felsefe ile ilgili
çalımalarıyla Kadı zzeddin-i Urmevî ve eyh Sadreddin-i Konevî ile zahir ve
batın ilimlerinde zirveye ulaan Mevlana Celâleddin-i Rumî Konya’da bulunan
önemli simaları oluturmaktaydı (Ay 1998: 83). Kayseri, Sivas, Amasya,
Erzincan, Nide, Kırehir, Kütahya, Aksaray, Ankara, Kastamonu bu dönemde
gelime göstermi dier önemli kültür merkezleri olup her biri devlet ve
hükümet merkezi olan Konya kadar gelimiti (Köymen 1976: 363; Sümer 1963:
221).
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluunu takip eden ilk 150 yıl (yaklaık
616/1220’ye kadar) ve Danimendliler döneminde Anadolu’da telif edilen
eserlerin hemen hepsinin tıp, astronomi, matematik, felsefe gibi aklî ve tabiî
ilimlere dair olduu, âlimlerin de bu yönde faaliyet gösterdikleri
*
*
*
264
264
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
görülmektedir.532 Anadolu’da görülen bu felsefe ve tabiî bilimlere yöneliin en
önemli sebebi, ilk dönem Selçuklu Sultanları ile Danimendli devlet adamlarının
Mu’tezile533 eilimli olmalarıdır. Selçuklu hanedanına mensup kiiler ile bunlara
yakınlıı olanlar arasında Mu’tezile eilimli kiiler ile ehzadeler
bulunmaktaydı. Gerek E’arî mezhebine mensup olan bnü’l-Esîr’in534 Anadolu
Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleymanah’ın babası Kutalmı için, gerekse
bnü’l-Kemal’in535 astronomiye dair olan Kefü’l-akabe isimli eserinin
önsözünde Danimend sultanı Melik Ahmed Gazi için söyledii sözler, bunu
göstermektedir. Bu akliyeci gelenein XIII ve XIV. asırlarda da Tokat ve
çevresinde devam ettiini bnü’s-Serrâc’ın 715/1315’te Kahta’da yazdıı
532
Bu dönemlerde Anadolu ’ya gelip Kayseri’ye yerleen Ömer b. Muhammed b. Ali esSâvî: “Diyâr-ı Rûm’a geldim. Herkesin ilm-i Nücûm (astronomi) ile uramakta
olduunu, dinî ilimlerden bihaber olduklarını gördüm.” diyerek bu gerçei ifade
etmi ve dinî ilimlere olan ihtiyacı karılamak amacıyla eserini yazdıını bildirmitir
(Bayram 2003: 59-60).
533
Bilindii gibi Mu’tezile mezhebi, slâm’ın douundan bir asır sonra ortaya çıkan,
slâm dinini akıl ölçü ve kurallarına göre yorumlayan dinî ve felsefî bir harekettir.
Zaten Mu’tezile’yi dier mezheplerden ayıran en önemli özellik nakli yani Kur’ân ve
Hadisi akla tatbik etmeleridir. Bundan dolayı bu mezhep mensuplarına slâm dünyası
rasyonalistleri (akliyecileri) denilmektedir. Bunlar üzerinde özellikle o dönemlerde
slâm âleminde yayılan Yunan felsefesinin büyük tesir görülmektedir. Abbasîler bir
dönem Mu’tezile’yi resmî mezhep olarak kabul ettiler. Bu mezhep mensupları
yüksek memurluklara tayin nedilerek itibar görmülerdir. Ancak IV./X. asırda E’arî
ve Maturidî mezheplerinin devlet tarafından desteklenmesi ve tasavvufî düüncenin
halk hareketi hâline dönüerek rabet kazanması sonucu Mu’tezile mezhebi geri
plana itildi. Hatta Mu’tezile mezhebine mensup olanların halkı hor görmeleri ve
kendi inançlarından olmayanları baskı altına almalarından dolayı sıkı bir takibata
uradılar (Bayram 2003: 60; Gölpınarlı 1979: 197-200).
534
E’arî mezhebine mensup olan bnü’l-Esîr, u sözleriyle Kutalmı’ın astronomi ve
felsefe bilmesini tuhaf karıladıını, bu felsefî bilgilerin özellikle onun dinî inancıda
yer tutmasını ho karılamadıını dillendirmitir (Bayram 2003: 61): “aılacak
eydir ki, Kutalmı, Türk olmasına ramen astronomi ilmini çok iyi biliyordu.
Bundan baka felsefe gelenei ile ilgili bilimleri de biliyordu. Kendisinden sonra
oulları ve ahfadı da felsefe geleneinden gelen ilimleri örenmeye devam ettiler. Ve
bu alanda isim yapmı olan bilim adamlarını himayelerine aldılar. Bu durum onların
dinî inançlarında pürüz meydana getirdi.”
535
Aynen enitesi Kutalmı gibi felsefe geleneinden gelen ve bundan dolayı kendisine
“Danimend” de denilen Melik Ahmed Gazi hakkında bnü’l-Kemâl öyle
demektedir (Bayram 2003: 61-62): “Pek çok filozoflar ve faziletli kiiler ve dünyanın
dört bir yanından akliyeciler (ehl-i ukûl) o yüce zata yöneldiler ve her biri sahip
oldukları ilimlerini yaymaları ve ilimlerini uyguladıkları ölçüde o Hazretin cömertlik
denizinden pay almaktalar.”
*
*
265
265
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
536
Tevîku’l-ervâh ve’l-kulûb isimli eserinden örenmekteyiz (Bayram 2003: 5962). bnü’l-adîm, Anadolu Selçuklu sultanı II. Kılıç Arslan'ın felsefî konulara
ilgi duyduunu ve bu konudaki ilmî tartımalara katıldıını bildirmektedir.
Suriye atabegi Nureddin Mahmud ise onu geni anlayıı, hür düünceye ve
felsefeye olan temayülü sebebiyle zındıklıkla suçlamıtır (Turan 2002: 231-32).
te hem Danimendliler hem de Anadolu Selçukluları’nda bu felsefî ve ilmî
gelenein devam ettii dönemlerde daha çok aklî ve tabiî ilimlere dair eserlerin
yazıldıı dikkat çekmektedir.
Bu dönemde yani I. Alaaddin Keykubâd'ın cülûsuna kadar olan zamanda
(616/1220) yazılan eserlerin en belirgin özelliklerinden biri ekseriyetle yerli
olması (Ate 1945: 133-34), bir dieri de felsefe ile tabiî bilimlere ait eserlerin
dinî ve tasavvufî eserlere nazaran daha çok olmasıdır. Nitekim Anadolu ’da telif
edilen ilk eser olan Kefü’l-akabe (bak. Anadolu’da Yazılan lk Eser), astronomi
ve felsefeye dairdir. ihâbeddîn-i Sühreverdî’nin Berkyaruk namına yazdıı
Pertev-nâme’si de felsefeye aittir. Tiflisli Ebü’l-fazl Hüseyin Hubey b. brâhîm
ibn-i Mehmed’in Arapçadan Farsçaya tercüme ettii Usûlü’l-melâhim isimli fal
kitabı, II. Kılıç Arslan adına yazdıı Kâmilü’t-ta’bîr isimli rüya tabirnamesi ile
astronomi ile ilgili olan Beyânu’n-nücûm isimli eserleri de gaybî ilimlere aittir.
Tıbba dair ise Sıhhatü’l-ebdân ile II. Kılıç Arslan'ın oullarından Sivas valisi
Kutbeddîn Melikâh adına yazdıı Kifâyetü’t-tıbb isimli eserleri vardır. Ayrıca
Lügat ve emsile konusunda Kânûnu’l-edeb isminde bir eser daha kaleme
almıtır. Bu eserlerin daha çok geni bir okuyucu kitlesine hitap etmek için
yazılmı oldukları dikkat çekmektedir.
*
*
ihâbeddîn-i Sühreverdî, Farsça ve Arapça bir çok eser kaleme almıtır.
Arapça eserler içersinde en önemlileri, râkî felsefesinin tam bir dönemini
ihtiva eden Hikmetü’l-irâk, felsefe ve ilâhiyat ile ilgili et-Telvîhât ile tamamen
tasavvufî olan Heyâkilü’n-nûr (Sühreverdî 1988)’dur. Sühreverdî, felsefî
konuları remiz ve iaretler yoluyla açıklayan Farsça mensur bazı eserler de
kaleme almıtır. Âvâz-i Per-i Cibrîl, Kayseri’de telif edilen Bûstânu’l-kulûb,
Erzincan veya Tokat’ta yazılıp Nasireddîn Berkyaruk’a takdim ettii Pertevnâme, Risâle-i Lügat-i Mûrân, Risâle-i Sefîr-i Sîmurg, Mûnisu’l-uâk, Rûzî bâ
Cemâ’at-i Sûfiyân, Risâle-i Akl-ı Sorh bunlardandır. Bu eserlerin üslûbunun çok
akıcı ve sade oluu dikkat çekmektedir. Temsilî olan eserlerin ekseriyeti
hikâyeler eklinde olup soru ve cevap ile birlikte ve basit bir tarzda yazılmıtır.
Bunda hitap ettii kesimin göz önünde bulundurulmu olması etken olmutur
*
536
*
bnü’s-Serrâc, Tokat ve çevresindeki alimlerin akla ve mantıa uymayan eyleri kabul
etmediklerini, bundan dolayı da dinî-tasavvufî düünce ile evliya kerametlerini inkar
ettiklerini belirterek bu yöre halkını eletirmektedir (Bayram 2003: 62).
266
266
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
(Safâ 2002: 149). Sühreverdî, Arapça, özellikle de tasavvufî mahiyette yazdıı
eserlerle bu dönemde dikkat çeken müelliflerdendir.
Bu dönemde Muhammed b. Gazî-i Malatyavî tarafından yazılan ve
Marzubân-nâme’nin Farsçaya ilk tercümesi olan Ravzatü’l-ukûl, edebî mahiyette
bir eser olmakla dikkat çekmektedir. Türü içerisinde oldukça baarılı bir ekilde
yazılmı olan eser, Nasrullah b. Muhammed b. Hamîd’in Kelîle ve Dimne’si ve
Zahîreddîn Kâtib-i Semerkandî’nin Sinbâd-nâme’si ile mukayese edildiinde,
onlardan hiç de geri olmadıı görülür. Ayrıca Marzubân-nâme’nin ilk tercümesi
olması bakımından da önemlidir. Yine onun Berîdü’s-sa’âde’si üslûbunun
güzellii ve hikâyecilikteki baarısını göstermektedir. Ravzatü’l-menâzır li’lmeliki’n-nâsır, Kemaleddin Ebu Bekr b. Sâ’idü’r-râdî tarafından Farsça olarak
Nasireddîn Berkyaruk namına yazılmıtır. Yirmi babdan oluan eser, kelâma
dairdir (Uzunçarılı 1948: 292).
*
Bu dönemde, Râvendî’nin 599/1203’te balayıp 603/1206 yılında
tamamlayarak Gıyaseddin Keyhüsrev’e ithaf ettii, Büyük Selçuklular ile
sfahan Selçukluları’ndan bahseden Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr adlı tarihî
eseri de (Râvendî 1333, 1999) dikkat çekmektedir. Fars nesrinin en güzel
örneklerinden biri olan eser, hem sahip olduu selaset hem de bir çok tarihî ve
sosyal olaydan bahsetmesinden dolayı, Mool saldırısından önce, VII/XIII. asrın
en muteber kitaplarından sayılmaktadır.
I. Alâaddin Keykubâd'ın cülûsundan (616/1220) sonraki dönemde, Anadolu
Selçukluları zamanındaki bu fikrî ve ilmî gelime Mool istilâsının etkisiyle,
özellikle de Moollar’ın 640/1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ’ni
hakimiyetleri altına almalarından sonra, tedricen zayıflarken, dinî-tasavvufî
düünce ön plana çıkıp gelimeye balamıtır. Çünkü XIII. asrın ilk çeyreinden
itibaren çok sayıda mutasavvıf ve sufî, Mool istilâsından kaçarak huzur ve
refahın mekanı olarak gördükleri Anadolu’ya gelmiler ve burada gösterdikleri
faaliyetler neticesinde de, Anadolu’daki fikrî denge tasavvuf lehine bir ilerleme
göstermitir. Bunda Mool iktidarının Anadolu halkı üzerinde yarattıı iddetli
fikrî ve siyasî baskı ile gerçekletirdii acımasız katliamlar neticesinde,
çaresizlie ve umutsuzlua düen Anadolu halkı için umut ve huzur kaynaı
olan tekke ve zaviyelere rabetin artması da etkili olmutur. Böylece hızlı bir
ekilde mistiklemeye doru giden Anadolu halkının pozitif ilimlere karı olan
ilgisi azalmaya balamıtır. Ayrıca Moolların Anadolu’da gerçekletirdikleri bu
katliam ve zulümlerden dolayı birçok münevver, kültürlü ve bilge kiiler ya
öldürülmü ya da Anadolu’yu terk etmilerdir. Bu da doal olarak Anadolu’daki
ilmî faaliyetleri olumsuz yönde etkilemitir (Bayram 2004: 134). Bu durum da
doal olarak dinî ve tasavvufî mahiyette eserlerin sayısının artmasına sebep
olmutur. Ayrıca burada insanları dinî yönden eitme ve terbiye etme
düüncesinin de olduu göz önünde bulundurulmalıdır.
*
*
*
267
267
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
Bu devrede Anadolu ’da ekseriyetle Farsça olmak üzere Farsça, Arapça ve
Türkçe yazılan dinî-tasavvufî-ahlâkî mensur eserlerin sayısında gözle görünür
bir artı vardır. Nitekim Farsça olarak kaleme alınan Bahâeddîn-i Veled’in
Ma’ârif (Furûzanfer 1352), Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-i Tirmizî’nin
Ma’ârif (Seyyid Burhaneddin Muhakkık-i Tirmizî 1972, 1995), ems-i
Tebrizî’nin Makâlât (ems-i Tebrizî 1349, 1974-1975), Mevlânâ ’nın Fîhi Mâ
Fîh (Haim 1333; Furûzanfer 1369; Gölpınarlı 1959; Anbarcıolu 1990; Konuk
1994) ve Mecâlis-i Seb‘a (Tevfîk 1365; Gölpınarlı 1965); Sultan Veled’in
Ma’ârif (Anbarcıolu 1991); Baba lyâs-ı Horasanî’nin Cihâd-nâme (Bayram
2004: 67-72), Necmeddîn-i Dâye’nin Mirsâdü’l-ibâd mine’l-mebde’ ile’l-me’âd
(Riyâhî 1352) ve Sirâcu’l-kulûb, Hacı Bekta-ı Velî’nin Makâlât-ı Gaybiyye ve
Kelimât-ı Ayniyye (Hacı Bekta Velî 2004), Sa’îdüddîn-i Ferganî’nin
Menâhicü’l-‘ibâd ile’l-me’âd (Ate 1945: 114) ve erh-i Kasîde-i Tâ’iye-i bn-i
Fâriz (Ate 1945: 115-16), Fahreddîn-i Irâkî’nin Lemeât (eyh Fahruddîn
brahim-i Hemedânî 1373: 381-416, Fahrüddin Irâkî 1988) ve stilâhât-i ‘rfâniyi ‘râkî (eyh Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373: 417-32), Sadreddîn-i
Konevî’nin Tabsıratü’l-mübtedî ve Tezkiretü’l-müntehî (Ate 1945: 113-14),
Ahi Evren’in Metâli’ü’l-îmân (Bayram 1996), Tabsıratu’l-mübtedî ve
Tezkiretü’l-müntehî, Müridü’l-kifâye, Yezdân-inaht, Menâhic-i Seyfî ve Âgâz u
Encâm’ı, Arapça olarak yazılan bn Arabî’nin el-Fütûhatü’l-mekkiyye (bn Arabî
1405, Alpay 1986, Kılıç 1996), Fusûsü’l-hikem ve Husûsü’l-kilem (Konuk
1990), Fazl (Fezâ’il) ehâdet el-Tevhîd ve vasf Tevhîd el-Mûkınî, Kitâb Hutbe fîKeyfiyet Tertîb el-Âlem ve eklih, Kitâb Hilyet el-Abdâl, Tâc el-Terâcim fî-ârât
el-lm ve Letâ’if el-fehm, Kitâb el-evâhid, Kitâb el-Celâle ve Huve Kelimât
Allah (Ate 1952: 81-84), Sadreddîn-i Konevî’nin Nusus, Fükûk, Risâletü’lvücûd, Miftâhu’l-gayb, Hacı Bekta-ı Velî’nin Makâlât (Hacı Bekta Velî 1996),
Yûsuf b. Ebî Said Ahmed-i Sicistânî’nin Münyetü’l-müftî ve Gunyetü’l-fukahâ
(Özel 1990: 64)’sı ile Türkçe telif edilen Hacı Bekta-ı Velî’nin erh-i Besmele
(Hacı Bekta-ı Velî 1989)’si bunlardandır. Sipehsâlâr diye mehur Ferûdûn b.
Ahmed’in Mevlana hakkında kaleme aldıı Risâle-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-i
Hazret-i Hudâvendigâr (Sipehsâlâr 1325, 1331, 1977) isimli Farsça bir
menkabesi vardır. Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd-ı Hatîb, Farsça
Fustâtü’l-adâle fî-Kavâidi’s-saltana (Riyâhî 1995: 126-28), Ahmed b. Sâd b.
Mehdî-i Erzincanî ise, I. Alâaddîn Keykubâd adına Arapça Kitâbü’l-letâifü’lalâiyye fi’l-fezâili’s-seniyye (Uzunçarılı 1948: 299) isminde bir siyasetname
kaleme almıtır.
*
*
*
*
*
na sanatı hakkında Hasan b. Abdü’l-mü’min-i Hoyî’nin Gunyetü’l-kâtib
ve Münyetü’t-tâlib (Erzi 1963), Rüsûmü’r-resâ’il ve Nücûmü’l-fezâ’il (Erzi
1963a), Nüzhetü’l-küttâb ve Tuhfetü’l-elbâb, Kavâ’idü’r-resâ’il ve Ferâ’idü’lfezâ’il (Terbiyet 1314: 113; Riyâhî 1995: 128-29), Emîr Bedreddîn Yahyâ’nın
ise Müne’ât-ı Bedreddin Yahyâ (Riyâhî 1995: 135-36) isimli eserleri dikkat
çekmektedir. Mevlana’nın mektupları, Mektûbât (Mevlânâ 1335, 1937; Subhânî
*
268
268
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
1371; Gölpınarlı 1963), Ebu Bekir b. Zekî-i Konevî’ninkiler ise Ravzatü’l-küttâb
(Ate 1945:120-22) balıı altında bir araya getirilmitir.
Bu dönemde mantık ve hikmet alanında da eser verilmitir. Mahmûd b. Ebî
Bekr b. Ahmed-i Urmevî’nin Letâ’ifü’l-hikme (Yûsufî 1351) ve Metâli’u’l-envâr
(Riyâhî 1995: 132-35; Terbiyet 1314: 180) isimli eserleri bunlardandır.
Muhammed b. el-Hüseyn el-Mu’înî de Kur’ân’ın anlaılmasını kolaylatırmak
için yazdıı Beâirü’n-nezâ’ir (Ate 1945: 112-13) isimli bir sözlük
hazırlamıtır. Nasireddin-i Sicistânî, gizli ilimlere dair Dakâyiku’l-hakâyık’ı
(Riyâhî 1995: 137), bn Bîbî de Anadolu Selçukluları tarihi olan El Evamirü’lala’iye fi’l-umuri’l-ala’iye [Selçuk-name]’yi kaleme almıtır (bn Bîbî 1996). Bu
dönemde tabiî ilimlere ait bazı eserler de verilmeye devam edilmitir.
*
iir ve âirler
Bugünkü bilgilere göre I. Alâaddîn Keykubâd'ın cülûsuna kadar olan
zamanda (616/1220) yetien âir sayısının azlıı dikkat çekmektedir. Bunda
devletin kurulu aamasında olması ve istikrarın tam olumaması etken
olmutur. Bu âirlerin Farsça , Arapça ve Türkçe olarak söyledikleri bazı iirleri
günümüze kadar gelmitir. Bu iirlerin mesnevî, kaside ve rubaî formunda
söylendikleri görülmektedir. Ancak bu nazım ekilleri içerisinde rubaînin belirli
bir aırlıının olduu dikkat çekmektedir. Tiflisî’nin 2, II. Rükneddîn
Süleymânâh ile I. zzeddîn Keykâvus'un bir rubaîsi vardır. Ancak bir yandan
Bizansa karı mücadele ederken dier taraftan çevresinde bir edebî muhit
oluturan Ankara Meliki Muhyiddîn Mes’ûd adına Ebu Hanîfe Abdülkerîm bin
Ebûbekr tarafından tertip edilen el-htiyârât min-Mecma’i’r-rubâ’iyyât adlı
mecmuanın bize ulaan birkaç sayfasından Münteceb olu Bedî’-i Engüriyeî’nin
4, Muhyevî-i Engüriyeî’nin 6, Hekim Mahmûd-ı Engüriyeî’nin 1 rubaîsi ile
karılaıyoruz. Ayrıca Anadolu ’da yaayıp iir söyledikleri zannedilen Ali
Unsâbâdî, Fahrî, mâm Ali Hayem ve Seyyid Eref isimli âirlerin de birer
rubaîleri kayıtlıdır. Yine bu dönemde I. Gıyâseddîn Keyhüsrev’in gurbete çıktıı
sırada Rum ülkesinden am diyarına giden eyh Mecdüddîn shak’ı Konya’ya
davet etmek için yazdıı manzum mektup dikkat çekmektedir. Nasireddîn
Berkyaruk’un ran efsanesine dayanan Hür-zâd ile Peri-nejâd hikâyesini son
derece güzel, akıcı, sanatlı ve mükemmel bir ekilde Farsça olarak nazmettii
mesnevîsi ile bir rubaîsi bulunmaktadır. Yine bugün için kayıp olan Nizâmeddîn
Ahmed-i Erzincanî, mesnevî formunda söyledii bir ehnâmesi vardır.
ihâbeddîn-i Sühreverdî, tasavvufî mahiyette Arapça iirler kaleme aldıı gibi,
bn Sînâ’nın Arapça olarak kaleme aldıı Kasîde-i Rûhiye’sine de bir nazire
yazmıtır. Râvendî ise Gıyâseddîn Keyhüsrev’i övmek için yazmı olduu bir
kasidesi bulunmaktadır. Bu durum bize 616/1220 tarihine kadar Anadolu’nun
özellikle kültür ve sanat alanında ne seviyede olduunu göstermesi bakımından
önemlidir. Hatta el-htiyârât min-Mecma’i’r-rubâ’iyyât adlı mecmuanın
*
*
*
*
*
*
269
269
ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET KARTAL
fihristinden o dönemde yazıldıı anlaılan kasideler, bize kadar ulamı olsa idi
hem o dönemde yetien daha çok âiri tanımı olacaktık, hem de o dönem
edebiyatı hakkında daha salıklı bilgiye sahip olacaktık.
Bu dönemin Türk dili ve edebiyatı açısından en önemli hususiyeti,
Anadolu ’da Türkçe olarak yazılan ilk manzum ve mensur eserlerin bu devre ait
olmasıdır. Ayrıca bu eserlerin Türkmencilik ruhunun hakim olduu, youn bir
ekilde Anadolu’nun Türkletirilmesi ve slâmlatırılması için millî ve dinî
diyebileceimiz faaliyetlerin sergilendii Danimendlilerin kurulduu
corafyada yazılması da dikkat çeken dier bir noktadır. Anadolu’da yazılan ilk
Türkçe eser tıp alanında iken, ilk Türkçe iirin Anadolu’nun çeitli yerlerinde
özellikle büyük merkezlerinde gezerek orada bulunan halkı irad etme
mücadelesi veren Evhadiye tarikatının kurucusu eyh Evhadüddîn-i Kirmânî
tarafından söylenmesi de önemlidir. Bu durumun Anadolu’da yaayan Türklere
hem yaadıkları bu dünyada kendilerinin maddî ihtiyaçlarına cevap verecek
bilgileri hem dinî vecibelerini tam ve doru olarak yerine getirebilmeleri ve dinî
hayatlarını tanzim edebilmeleri için dini, hem de gönül dünyalarını ihya ve
mamur etmeler için de tasavvufu öretme ihtiyacından kaynaklandıı
görülmektedir. Ortaya konulan eserlerin dilini, hitap edilen kesimin
belirlemesinden dolayı, artık Türk halkına kendi dilleriyle seslenilmeye
balanılmı ve Anadolu’da Türkçe ile söylenilen bir edebiyatın olumasına
zemin hazırlanmıtır. te bu düünceden hareketle verilmeye balanan eserler,
Anadolu corafyasında Türk dilinin mükemmel bir ilim ve edebî dil olma
yolculuunun balangıcını tekil etmitir.
*
*
*
*
I. Alâaddîn Keykubâd'ın cülûsundan (616/1220) sonraki dönemde, Anadolu
Selçukluları zamanındaki bu fikrî ve ilmî gelime Mool istilâsının etkisiyle,
özellikle de Moollar’ın 640/1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ’ni
hakimiyetleri altına almalarından sonra, tedricen zayıflarken, dinî-tasavvufî
düünce ön plana çıkıp gelimeye balamıtır. Çünkü XIII. asrın ilk çeyreinden
itibaren çok sayıda mutasavvıf ve sufî, Mool istilâsından kaçarak huzur ve
refahın mekanı olarak gördükleri Anadolu’ya gelmiler ve burada gösterdikleri
faaliyetler neticesinde de, Anadolu’daki fikrî denge tasavvuf lehine bir ilerleme
göstermitir. Bunda Mool iktidarının Anadolu halkı üzerinde yarattıı iddetli
fikrî ve siyasî baskı ile gerçekletirdii acımasız katliamlar neticesinde,
çaresizlie ve umutsuzlua düen Anadolu halkı için umut ve huzur kaynaı
olan tekke ve zaviyelere rabetin artması da etkili olmutur. Böylece hızlı bir
ekilde mistiklemeye doru giden Anadolu halkının pozitif ilimlere karı olan
ilgisi azalmaya balamıtır. Ayrıca Moolların Anadolu’da gerçekletirdikleri bu
katliam ve zulümlerden dolayı birçok münevver, kültürlü ve bilge kiiler ya
öldürülmü ya da Anadolu’yu terk etmilerdir. Bu da doal olarak Anadolu’daki
ilmî faaliyetleri olumsuz yönde etkilemitir (Bayram 2004: 134). Bu durum da
özellikle dinî ve tasavvufî mahiyette eserlerin sayısının artmasına sebep
*
*
270
270
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
olmutur. Ancak burada tabii ki, insanları dinî yönden eitme ve terbiye etme
düüncesinin olduunu da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Bu dönemde yetien gerek âir sayısında gerekse ortaya konulan iir
sayısında olan artı da dikkat çekmektedir. Bunda iire ve âire sempati ile bakan
ve onları destekleyen sultanlar ile devlet adamlarının da önemli etkisi olmutur.
Özellikle I. Alâaddin Keykubâd döneminde oluan huzur ve refahın etkisiyle
Anadolu ’nun âirler ve sanatkârlar için bir cazibe merkezi hâline gelmesi buna
katkı salamıtır. Bu dönemde yazılan iirlerin de ilk dönemde olduu gibi
ekseriyetle Farsça söylendii dikkat çekmektedir. Bunda Orta Asya'da Türkler
arasında hiçbir komplekse girmeden dönemin kültür ve medeniyet dili olan
Farsça ile yazma âdetinin de etkili olduunu göz önünde bulundurmamız
gerekmektedir. Ancak Türkçe iirlerdeki hem artı hem de söyleyiteki
mükemmeliyet gözlerden kaçmamaktadır. Arapça iirlerin söylenilmesine de
devam edilmitir. Bu dönemde yazılan iirler mesnevî, kaside, gazel ve rubaî
formunda karımıza çıkmaktadır.
*
*
*
*
*
Farsça mesnevîler içerisinde, üphesiz en çok takdir ve hayranlık uyandıranı
Mevlana’nın 6 ciltlik Mesnevî-i Ma’nevî’sidir. Sultân Veled ’in btidâ-nâme,
Rebâb-nâme ile son mesnevîsi olan ntihâ-nâme, Kadı Burhâneddîn-i Anevî’nin
Enîsü’l-kulûb, Kâni-i Tûsî’nin Selçuklu eh-nâmesi ile Kelîle ve Dimne
Tercümesi, Nâsırî ’nin Fütüvvet-nâme, Nasireddîn-i Sicistânî’nin Mûnisü’l-avârif
ile Fahreddîn-i Irâkî’nin Uâk-nâme’si bu dönemde kaleme alınan dier
mesnevîlerdir.
*
*
*
Bu dönemin dikkat çeken noktalarından biri de Farsça , Arapça ve Türkçe
divanların tertip edilmesidir. Bunlar içersinde en dikkati çeken Mevlana’nın
Dîvân-ı Kebîr’idir. Sultan Veled, Seyf-i Fergânî ve Fahreddîn-i Irâkî Farsça
divanı olan dier airlerdir. bn-i Arabî’nin ise Arapça bir divanı bulunmaktadır.
Rubaî de geçen asırda olduu gibi rabet gören nazım ekillerindendir.
Mevlânâ , Sultan Veled, Evhadüddîn-i Kirmânî ve Fahreddîn-i Irâkî bu dönemde
rubaî söyleyen âirlerin önde gelenlerindendir.
*
*
*
*
*
Bu dönemde de geçen dönemde olduu gibi Türkçe eserler verilmeye
devam edilmitir. Nitekim bu zamanda yaayan Mevlana, Sultan Veled, Nâsırî
ve Dehhânî ’nin bazı Türkçe iirlerinin olduu bilinmektedir. XIII. asrın ortaları
ile XIV. asrın balarında yaadıı tahmin edilen, Türkçe bir Dîvân tertip edip
Risâletü’n-nushiyye (Tatçı 1990) adında bir mesnevî kaleme alan Yunus
Emre’nin bu âirler içerisinde müstesna bir yeri vardır.
*
*
*
271
271
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
iir ve Tasavvuf
Sûfî âirler, günlük dilin sı ve dar imkânları yanında aktarmak istedikleri
yüce mânâya iirsel dilin daha fazla imkân saladıını görerek tercihen iire
yönelmilerdir (Kılıç 2007: 70). Filibeli Ahmed Hilmî’nin de belirttii gibi
ran ’da zuhur eden mutasavvıfların hemen hepsi airdir ve bunlar tasavvufî
fikirlerini daha çok iirle ifade etmilerdir (Kılıç 2007: 34). Bu durumun
Anadolu ’da da yansımasının hemen hemen aynı olduu görülmektedir. Nitekim
hsan Fazlıolu’nun Anadolu’da da “irfan”ın iirle hayat bulduunu belirten u
sözleri bu mânâda dikkat çekmektedir (2006: 420):
*
*
“rfanî bilginin Varlık’la dolayımsız yani önceden tayin edilmeyen bir dille
iliki kurması gerektiini benimseyen, ancak sunumunda nazarî bir dil kullanan
irfan-i nazarî okulun tersine hem Varlık’la alâkalı bilginin elde ediminde hem de
sunumunda nazarî yöntemi reddeden tasavvufî yaklaımlar, Yunan düünce
hayatındaki air ile filozof kavgasını hatırlatırcasına, iir dilini benimsediler.
Çünkü onlara göre burhanî bilgide matlub (yani kıyasın sonucu) hedef iken irfanî
bilgide mahbûb (yani arzu edilen ya da Tanrı) hedeftir. Bu kabul açısından
burhanî bilgide matlub tahsil edilir; irfanî bilgide ise mahbuba vüsul esastır.
Visalde ise ana tavır, ön-deyisiz yani herhangi kategorik bir dili benimsememek,
baka bir deyile çıkı noktası olarak almamaktır. Özellikle Mevlana
Celâleddîn’de, daha sonra Yunus Emre’de göreceimiz bu tavır özünde Varlık’ın
yani Hakikat’in sırrını (cevherini) bilmeyi esas alan bütüncül bir dünya görüü ve
dünya tasavvuru sunar. Bu noktada ilginç olan bir husus irfan-ı nazarî’nin kurucu
isimlerinden Konevî’nin babası eyh Mecdüddin shak’ın, zzeddîn Keykâvus
(1211-1220) devrinde irfanî bilgiyi iir diliyle ifade etmesidir. Bu nokta irfanî
bilginin ifadesindeki farklı tavırların bata Konya olmak üzere Anadolu
topraklarında ne derece yaygın olduunu gösterir. Gerçekten de Anadolu’da
Varlık’la konuulan bir dil olarak iir her yönüyle gelikindi”.
*
Türkler Gibb’in de ifade ettii gibi tamamen ilenmi ve organize edilmi
bir ekilde buldukları ran ’ın tasavvufî-felsefî sistemî ile iir sisteminin her
ikisini de alıp hiçbir komplekse girmeden kullanmılardır (Kılıç 2007: 33).
Özellikle de Yûnus Emre tarafından bu dönemde adeta bir Türk tasavvuf ve
ıstılah dili kurulmu ve bunun mükemmel örnekleri verilmitir (Tatçı 1990:
I/67).
*
*
*
*
Sultanlar ve Ödüller
Anadolu Selçuklu sultanlarının yazdıkları iirleriyle isimlerini bu fani
âlemde baki kılan âirlere verdii bol ödül ve bahiler çeitli kaynaklarda
zikredilmektedir. Meselâ, zzeddin Keyhüsrev, Hüsameddîn Sâlâr’ın kızı
*
272
272
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
tarafından kendisi için yazılarak Musul’dan gönderilen kasideye karılık 7200
dinar göndermitir. Ayrıca kasideyi getiren postacıya da hil’at, binek hayvanı ve
iki bin dinar verilmitir (bn Bîbî 1996: I/142-7; geni bilgi için bak. Kartal
2006: 495). Yine bn Bîbî'nin ifadelerine göre, Rükneddîn Süleymânâh,
Zahîreddîn-i Faryâbî (ö. 598/1201-1202)’nin “nûn” redifli kasidesini dinleyince,
âire caize olarak, 2 bin sultanî dinar; 10 ba at; 10 ba katır; 12 deve; 5 erkek
köle ve 5 Rum cariye; altın ilemeli, atlas, pamuklu, Sakilatun, Attabî
kumalarından oluan 50 takım elbiseyle birlikte, kasideyi öven bir yazı
göndermi ve onu sarayına davet etmitir (1996: I/80-82). II. Kılıç Arslan'a balı
olan ve Erzincan ile çevresinde hüküm süren Fahreddîn Behrâmâh ise, Nizâmî-i
Gencevî’nin kendi adına yazdıı Mahzenü’l-esrâr’ına karılık 5 bin dinar, 5 ba
katır, 5 ba at, kıymetli bir hil’at, pahalı elbiseler, az bulunur süs eyası ve
ilenmi mücevherler vermitir (bn Bîbî 1996: I/92).
Sultanlar tarafından ihsan edilen bu ödüllerle âirler, müreffeh bir hayat
sürebiliyorlardı. bn Bibî, Rükneddîn Süleymânâh’ın Zahîreddîn-i Faryâbî’ye
gönderdii caizelerin, âiri “fakirlik bataından ve iflas çukurundan alıp
zenginlik rahatlıına ve bolluk cennetine çıkardıını, “kültür ve edebiyat
adamlarını yoksulluk vadisinden, fakirlik çölünden kurtarıp, onların yüzünü,
dünyayı aydınlatan güne gibi aartıp, her isteklerini, kalbi temiz kimselerin
duası gibi geçerli kıldıklarını” yazar (1996: I/241).
Sultanlar, bazen güzel bir iirinden dolayı bazı airlere ya sarayda çeitli
görevler vermiler ya da derecelerini yükseltmilerdir. Sultan I. Keykâvus, Sahib
emseddin Muhammed-i sfahânî’nin söyledii bir rubaî houna gidince, onun
mutfak sorumluluu görevine (erâf-ı matbah), has kâtiplik (inâ-yı hâs)
görevini de eklemitir (bn Bîbî 1996: I/221). emseddin Tabas, Nizameddin
Ahmed-i Erzincanî’nin yazdıı bir kasideye, zzeddin Keykâvus övgüsünde bir
cevap yazınca, Sultan ona Rum memleketlerinin emîr-i arizlik ve ina makamını
(mertebe-i mansıb-ı inâ-yi emîr-i arizi-yi memâlik-i Rûm) vermitir (bn Bîbî
1996: I/149; Köprülü 1986: 209).
âirler ve Unvanlar
âire ilgi ve itibarın bir tezahürü olan melikü’-u’arâ unvanının Karahanlı ,
Gazneli ve Selçuklu saraylarında bulunan bazı âirler için kullanıldıı gibi
(Kartal 2001: 57) Anadolu Selçuklu sarayında bulunan kimi âirlere de verildii
görülmektedir. Takrîru’l-menâsib’de yer alan bir menur bunu dorulamaktadır.
Nitekim Muhiddîn Ebu’l-fezâ’il’in melikü’-u’arâlıa tayinine dair olan bu
menurda, onun baba ve dedeleri zamanından beri saltanata mülâzemet ettii ve
bu vazifeye getirildii, her defa sultanın meclisinde musahiplere fesahat ve
belâgatını göstermesi, iirleriyle gönüllere ferahlık vermesi, mübarek günlerde
ve bayram merasimlerinde tebrik artlarını takdimden sonra, güzel iirler ve zarif
*
*
273
273
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
sözlerle lâtif tabiatlı ve hassas kalpli olanlara tenezzüh bahetmesi ve her iirin
sonunda devletin devamı için dua ibareleri koyması bildirilmektedir (Turan
1988: 57-58). Bu menurda yer alan ibareler, aynı zamanda melikü’-u’arâ’nın
bizzat padiahın emriyle tayin edildiini, görevlerinin ne olduunu ve
kendilerinden neler beklendiini ortaya koyması bakımından da önemlidir.
Anadolu Selçuklularında Muhiddîn’den baka Hüsâmeddîn (Turan 1988: 15758), Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî (bn Bîbî 1996: I/147, 418) ve Bahâeddîn
Kâni’î (Ahmet Eflâkî 1989: I/354) de bu makamda bulunan âirlerdendir.
Anadolu ’da Yazılan lk iir
*
Bugünkü bilgilere göre Anadolu ’da ilk iir söyleyen kii Kemâleddîn
Hubey bin brâhîm-i Tiflisî’dir. Tiflisî, Anadolu’ya gelerek II. Kılıç Arslan’ın
yakınları arasına girmi, onun Malatya’da tertip ettii dinî ve ilmî toplantılara
katılmı ve muhtemelen 579/1183’te ölmütür. Felsefe (hikmet), heyet ve nücum
gibi ilimlerde maharet sahibi olan Tiflisî’nin Farsça iki iiri günümüze kadar
gelmitir. Bunlardan orta dereceli bir âir olduu anlaılan Tiflisî’nin Nüzhetü’lmecâlis’te geçen bir rubaîsini Muhammed Emin Riyahî zikretmektedir (Riyâhî
1995: 55-57):
*
*
“Senin yüzünde kendi yüzümü görmek mümkün. Kemiin içinden iliini
görmek mümkün. Karanlıkta seni görmek o kadar kolay ki, hatta lutfundan dolayı
bedeninde canını görmek mümkün.”
Anadolu ’da Yazılan lk Eser
*
Bugünkü bilgilere göre Anadolu ’da telif edilen ilk eser, Malazgird
Zaferi’nden 30 sene kadar sonra, Dânimendoulları’nın Kayseri Dizdarı olan
bnü’l-Kemâl lyâs b. Ahmed’in Kayseri’de yazdıı ve Dânimendoulları
Devleti’nin kurucusu Gümü-Tigin Ahmed Gazi’ye sunduu Kefü’l-akabe
(Bayram 1981) adlı astronomiye dair Farsça eserdir. Eserin mukaddimesinden
anlaıldıına göre asıl konusu felsefe yani hikmettir. Ancak müellif bazı
metafizik düünce ve görülerini astronomik gerçeklermi gibi göstermek
amacıyla, konuya giri mahiyetinde corafî ve astronomik bilgiler de vermitir.
Dört makaleden oluan eserin birinci makalesi, madde âleminin (âlem-i süflî)
ekli ve yer kürenin hareketsiz olduunun ve dört ana unsurun (toprak, hava, su,
ate) varlıklarının ispatı hakkında olup 13 fasıldır. kinci makale, cennet ve
cehennemin ekillerinin belirlenmesine dair olup iki fasıldır. Üçüncü makale,
*
*
274
274
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
nefs-i nâtıkanın (insan ruhunun) mahiyeti, dördüncü makale ise nefs-i nâtıkanın
saadet ve ekaveti hakkındadır. Özellikle bu eserde dünyanın yuvarlak olduu
hakkında ortaya konulan delillerin mükemmellii, ay ve güne tutulmasının
ekillerle izahı, kuzey ve güney kutuplara gidildikçe gece ve gündüz farkının
büyüdüü, kutuplarda ise altı ay gece ve altı ay gündüz olup soukluun da en
iddetli olduu, dünyanın çevre uzunluu, yüzölçümü ve 1 derecelik meridyen
arasındaki mesafe için verilen rakamların bugünkü ölçülere uygunluu,
dünyadaki iklim kuakları ve kuaklarda bulunan belde ve kavimler gibi bir çok
konularda yer alan bilgiler insanı hayran bırakacak tarzdadır. O dönemde
Anadolu’daki astronomi ilminin kendi çalarına göre yüksek bir düünce
seviyesinde bulunduunu gösteren bu eser, her eyden önce Türklerin
Anadolu’da ilim ile uraıp eser yazma geleneinin VI./XIII. asrın ikinci
yarısından itibaren deil (Köprülü 1986: 208), bilakis bu asrın balarından
itibaren baladıını göstermesi bakımından önemlidir. Eserin dikkat çeken
taraflarından biri de, Hz. Muhammed’in mi’rac olayının astronomik izahının
yapılmaya çalıılmasıdır. Nitekim bazı metafizik meseleleri astronomik
gerçekler olarak telakki eden bnü’l-Kemâl, eserinin ikinci makalesinde, dünyayı
tamamen kuatan hava tabakasının yedi tabakadan oluan bir ate tabakası (ate
seması) ile çevrildiini, bunun da Hz. Peygamber’in haber verdii cehennem
olduunu, yine Hz. Peygamber’in haber verdii cennetin de cehennem semasını
çepeçevre kuatan ve sekiz tabakadan meydana gelen sema (cennet seması)
olduunu ileri sürer. Eserinin üçüncü makalesinde insan ruhunun mahiyetini
incelerken, dördüncü makalede bedenden ayrıldıktan sonra kalıcı olan ruhların
ekaveti (cehennemde kalıları) ve saadeti (cennete yükselileri) anlatmıtır. Bir
nevi Hz. Peygamber’in mi’rac hadisesinin astronomik izahının yapılması
gayretinden doan bu tarz düünü ve anlayı, slâm dünyasında hem bir seyr-i
sülûk-i ruhanî, hem de edebî bir motif olmutur. te slâm dünyasında edebî bir
motif olan bu tarz ve düünceyi ilk defa baarılı bir ekilde Ebu’l-alâ el-Ma’arrî
(449/1057), Risâletü’l-gufrân isimli eserinde ilemitir. Ebu’l-alâ el-Ma’arrî’den
yaklaık 45-50 sene sonra, bnü’l-Kemâl’in de aynı konunun astronomik izahını
yapmaya çalıtıı dikkat çekmektedir. Daha sonra bnü’l-arabî (638/1242) elFütûhâtü’l-mekkiyye’de kendisi için ileri sürdüü mi’rac olayında bu seyr-i
sülûk-i rûhânî motifini ilemitir. Avrupa’da da inikası görülen bu edebî tarz,
talyan âir Dante’nin (721/1321) lahi Komedya’sına örnek olmutur.
Anadolu’da da bu konunun astronomik bir izahının yapılmı olması hem slâm
dünyası hem de Anadolu’nun kültür tarihi için bir yenilik olarak görülmektedir
(bak. Bayram 1981: 16-22).
275
275
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
âir Sultanlar
iire sempatiyle yaklaıp âirleri destekleyen Anadolu Selçuklu sultanları
arasında iir söyleyenler de vardı. Bu sultanlarından II. Rükneddîn Süleymân,
Kayseri emiri Kutbeddîn Melikâh’ın kardei olup I. Keyhüsrev’in ilk sultanlık
dönemine son vermi ve 588/1192’de onu Konya’dan çıkartarak tahta kendisi
geçmitir. 600/1203 yılına, yani Rükneddîn’in son saltanat yılına kadar direnen
ve o yıl yenilip öldürülen Muhyiddîn Mes’ûd âh dıında dier kardeleri ona
itaat etmitir (Riyâhî 1995: 64). rakiye felsefesini benimseyen Rükneddîn
Süleymân, bu düüncesini herhangi bir dedikoduya sebebiyet vermemek için
gizli tutmutur. Hatta bir gün, kendi fikrinde olan bir filozofla görüürken
yanlarına fakih denilen din âlimlerinden biri gelmi, musahabe esnasında âlim
ile filozof münakaaya balamılar. Cevap vermekte aciz kalan âlim,
hiddetlenerek Rükneddîn’in huzurunda filozofu tokatlayıp aır sözler
söyledikten sonra, çıkıp gitmi. Bu davranı karısında sultanın sessiz
kalmasından dolayı müteessir olan filozof: “Senin huzurunda bana böyle
muamele olunuyor da onu menetmiyorsun” deyince, sultan: “Ben bir ey
söylesem ikimizi de tepelerdi, senin fikrinin intiarı da mümkün olmazdı”
sözleriyle karılık vermitir. te bu münazara tarzı Sultan Rükneddîn’in fikir
hürriyetine hürmetini, serbest münakaaya verdii önemi ve soukkanlılıı ile
itidalini göstermektedir (Uzunçarılı 1948: 292-93). bn Bîbî, kendisi de âir
olan Rükneddîn’in edebiyat hamilii ve bilgisi hakkında unları söyler:
*
“Yine cömertlii ve iyilii yüzünden dünyanın ileri gelen âlimleri, fâzılları,
âirleri ve sanatkârları onun sarayına koup, sanatlarının inceliklerini onun yüce
görüüne arz ederler ondan çok miktarda baı alırlardı. Elbiseye, paraya ve
öhrete kavuurlardı. Sultan, her birinin nazım ve nesir nakdini, engin bilgisinin
ve parlak zekasının terazisinde ölçüp tartar, mükemmeli eksikten, doruyu
yanlıtan, salamı çürükten, kabayı inceden, iyiyi kötüden ayırt eder, iirleri
aruz ve kâfiye açısından ustalıkla deerlendirirdi” (I/79-80).
*
âirlere bu kadar deer veren ve onları himayesine alan sultanın kendisi
de Farsça iir söylemitir. Onun sadece kardei Kayseri Meliki Kutbeddîn
Melikâh ile kavgalı olduu sırada onun için söyledii bir rubaîsi bugün
elimizde olup tercümesi u ekildedir (bn Bîbî 1996: I/78):
*
Ey kutup, felek gibi senden ba çekmem seni bir nokta gibi daireye
çekmeyince. Baının kasesinden perçemini çekmezsem, vücudumun derileri
omzumdan çıksın.
Anadolu Selçuklu sultanlarından I. Gıyâseddîn Keyhüsrev de bu
dönemde Farsça iir söyleyen âirlerdendir. II. Kılıç Arslan'ın küçük olu olup
*
*
276
276
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
hayatı ve saltanatı olaylar ve maceralarla geçmi, biri 588-597/1192-1201 dieri
601-607/1204-1210 tarihleri arasında olmak üzere iki kez sultanlık yapmıtır.
Anadili Türkçeden baka Farsça, Rumca ve Latince de bildii söylenen
(Uzunçarılı 1948: 294) Sultan Keyhüsrev, ataları gibi bilginleri ve âirleri
himaye edip onlara taltif ve ihsanlarda bulunmutur. Râvendî, 603/1206
tarihinde tamamladıı Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr isimli Büyük Selçuklular
ile sfahan Selçukluları’ndan bahseden önemli tarih kitabını ona ithaf etmi ve
mukaddimesinde sultanı öven bir kasideye de yer vermitir (1999: 27-28).
Keyhüsrev gurbete çıktıı sırada Rum ülkesinden am diyarına giden eyh
Mecdüddîn shak’ı Konya’ya davet etmek için yazdıı manzum mektuptan bazı
beyitler, bn Bîbî tarihinde yer alarak günümüze ulamıtır (1996: I/111-13).
Sultan âirlerden olan zzeddîn Keykâvus, Gıyâseddîn Keyhüsrev’in
büyük olu ve Anadolu Selçukluları’nın büyük sultanlarından biridir.
Zamanında kültür faaliyetleri yükselmee balamı, ilim ve sanat mensupları
himaye görmü, cülûsunu kaside ile tebrik eden âirler ihsanlara boulmutur.
Nitekim Hüsâmeddîn Sâlâr’ın kızı tarafından kendisinin cülûsu hakkında yazılıp
Musul’dan gönderilen 72 beyitlik kasidenin (Riyâhî 1369: 50-6) her beytine
1000 kırmızı dinar vermesi (bn Bîbî 1996: I/142-7) onun iir sevgisine ve
âirleri korumasına örnektir. Ayrıca Kadı Burhâneddîn-i Anevî, Enîsü’l-kulûb
isimli Farsça manzum eserini ona ithaf etmitir. zzeddîn Keykâvus, Ankara
kalesi haricinde evvelce Namazgâh denilen ve imdi yerinde Etnografya müzesi
bulunan mahalde güzel bir medrese ile dârü’-ifâ ismiyle Sivas’ta bir hastane de
yaptırmıtır (Uzunçarılı 1948: 296).
iir ve edebiyatla da uraan zzeddîn Keykâvus, Kayseri’de kardei
Keykubâd’ın muhasarası sırasında yazmı olduu güzel bir Farsça rubaîsini,
önce kendi tarafında olduu halde kardei tarafına geçen Zahîreddîn li
Pervâne’ye göndermitir. Ölümünden önce söyledii rivayet edilen Farsça
hikmet-âmîz ve güzel bir kıt’ası da Sivas dârü'-ifâsındaki bir taa yazılarak ve
bn Bîbî tarafından da tarihine derç edilerek (1996: I/216-17) bize kadar
gelmitir.537 bn Bîbî, zzeddin Keykâvus’un üslûbu ve belâgatının son derece
baarılı olduunu, nazım ve nesirde kelime ve deyim kullanıının övgüye deer
bir ustalıkta bulunduunu, nükte ve mana zenginliinde ise ödül alabilecek
seviyeye sahip olduunu kaydetmitir (1996: I/149).
*
*
*
*
*
*
537
bn Bîbî tarafından zikredilen ve Yazıcıolu tarafından Türkçeye nazmen çevrilen bu
iir u ekildedir (Turan 2002: 320):
Mâ cihân-râ guzâtîm u odîm
Bu cihânı kim terk edüp gittik
Renc ber-dil nigâtîm u odîm
Rencini dilde berk edüp gittik
Pes ez-în nevbet umâst ki mâ
emden sonra nevbet erdi size
Nevbet-i hî dâtîm u odîm
Nitekim evvel ermi idi bize
277
277
ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET KARTAL
Sultan âirlerden olan I. Alâaddîn Keykubâd, Gıyâseddîn Keyhüsrev’in
olu, zzeddîn Keykâvus’un kardei ve halefi olup, Anadolu Selçuklu
sultanlarının en büyüklerindendir. zzeddîn Keykâvus’un ölümü üzerine, devlet
büyüklerinin Alâaddîn Keykubâd’ı tahta çıkarmasıyla, Anadolu Selçuklu
devletinde büyük bir gelime meydana gelmitir. Siyasî, idarî ve askerî
yönlerden parlak bir devrin yaandıı, iktisadî refahın arttıı ülkede, büyük bir
imar faaliyetine giriilmi, millî birliin kurulmasına çalıılmıtır. Zamanı,
Selçuklu devletinin en kudretli ve mesut devrini tekil eder. Mool istilâsı
üzerine yakın arka göç etmek zorunda kalan birçok âlim, mutasavvıf, âir ve
edip Anadolu’ya yerleerek, burada ilmî ve edebî faaliyetlerin artmasına sebep
olmutur. Ayrıca o tarihe kadar umumî slâm kültürü çerçevesi içinde mühim bir
konumu olmayan Anadolu, önem kazanmaya balamıtır. Mevlânâ Celaleddîn-i
Rûmî’nin babası Bahâeddîn-i Veled ile vahdet-i vücûd felsefesinin önderi olan
bn-i Arabî onun zamanında Anadolu’ya gelmi; eyh Sadreddîn-i Konevî,
Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî, Necmeddîn-i Dâye, Burhaneddîn Muhakkik-i
Tirmizî gibi büyük mutasavvıflar da onun döneminde büyük bir saygı ve
hürmete mazhar olmulardır (Uzunçarılı 1948: 296).
Keykubâd bilgisi, cesareti, iir, edebiyat ve sanatı himayesi bakımından
kendi hanedanındaki fertler arasında özel bir yere sahiptir. âirleri ve
sanatkârları himaye etmi, onlara ilgi ve iltifatta bulunmutur. Nitekim
Necmeddîn-i Râzî, Mirsâdu’l-ibâd isimli eserini kendisine hediye etme
maksadıyla yanına gelince, ona aırı derecede ilgi ve iltifatta bulunmu; eserinin
her harfi karılıında ödemede bulunarak onu büyük bir servete kavuturmutur.
Satranç ve tavlayı iyi oynayan, iyi ok ve cirit atan Alâaddîn Keykubâd,
mimarlıkta, kuyumculukta, bıçak yapmada, ressamlıkta ve dericilikte de büyük
bilgi ve maharete sahipti (bn Bîbî 1996: I/247).
Türkçeden baka Arapça , Farsça ve Rumca bilen, ayrıca son ikisini
konuan (Turan 2002: 391) Alâaddîn Keykubâd, eski sultanlardan bahseden
kitapları okumayı çok severdi. Nitekim bn Bîbî, Büyük Gazneli sultanı
Mahmûd bin Sebüktegin ile Kâbûs-nâme’nin de müellifi olan ran ’ın Âl-i Ziyâr
hükümdarlarından Kâbûs bin Vemgîr’e hayranlık duyup onları dilinden
düürmeyen ve kendisine örnek alan Alâaddîn Keykubâd’ın sürekli olarak
Gazâlî’nin Kîmyâ-yı Sa’âdet’i ile Nizâmü’l-mülk’ün Siyerü’l-mülûk (Siyâsetnâme)’unu okuduunu da kaydetmektedir (1996: I/246). Müzisyenlerin semaını
dinlerken musikî kitaplarından, vezin, kafiye, usul gibi konulardan bahseden
sultan, bazen zengin tabiatından, berrak ve saf kalbinden süzülen ve ahane
incilere benzeyen rubaîler de söylemitir. bn Bîbî’nin eserine aldıı (1996:
I/246) ancak, Ömer Hayyâm’a ait olarak tanınan bir rubaîsi (Riyâhî 1995: 71)
günümüze kadar gelmi olup tercümesi u ekildedir:
*
*
*
*
*
*
Ayıkken akıl üzerine dayanırım. Sarho olunca akıl benden kaçar. arap iç!
Çünkü sarholuk ve ayıklık arasındaki vakit, hayatın ta kendisidir.
278
278
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Bu sultanlar iir yazmalarının yanında yazılan iirleri eletirip Arapça ve
Farsça yazılan eserlerin üslûbu hakkında düüncelerini ifade etme bilgi ve
yeteneine de sahiptiler. Nitekim bn Bîbî, Sultan Rükneddîn Süleymânâh’ın
âirlerin ve nâsirlerin eserlerini engin bilgisinin ve parlak zekasının terazisinde
ölçüp tarttıını, mükemmeli eksikten, doruyu yanlıtan, salamı çürükten,
kabayı inceden, iyiyi kötüden ayırt ettikten sonra, iirleri aruz ve kafiye
açısından ustalıkla deerlendirdiini belirtir (1996: I/79-80). zzeddîn
Keykâvus’un edebiyatçıların risaleleri ile âirlerin kasidelerine yaptıı tenkitler
ve eletirilerin de dikkat çekici mahiyette olduunu kaydeder (1996: I/149).
*
*
âir ehzâdeler
Anadolu Selçuklu ehzadelerinin de sanata, ilme ve edebiyata önem
verip iir söyledikleri görülmektedir. Bu dönem ehzade âirlerinden olan
Nasîreddîn Berkyaruk’u, babası 584/1188 yılında ülkesini taksim ederken
Koyluhisar ve Niksar hâkimi olarak atamıtır. Felsefeye meraklı olan Nasîreddîn
Berkyaruk, Sühreverdî’nin görülerini aklına uygun tabiatına yakın bulduu için,
kendisine rehber edinip bazı düüncelerini ona dayandırmı ve o konularda
aratırma yaparak ilerleme kaydetmitir. Ayrıca Sühreverdî’nin kendi adına
yazdıı Pertev-nâme’yi okuyup inceleyen Berkyaruk, onda yer alan bütün
sembol ve incelikleri örenmitir (bn Bîbî 1996: I/44). Bundan dolayı
ehâbeddîn-i Sühreverdî, felsefede Berkyaruk’un üstadı sayılmaktadır.
lme önem verip âirleri ödüllendiren Nasireddîn Berkyaruk, Hür-zâd ile
Perî-nejâd hikâyesini son derece güzel, akıcı, sanatlı ve mükemmel bir ekilde
Farsça olarak nazmetmitir. bn Bîbî tarafından belâgat örnei ve sanat mucizesi
olarak nitelendirilen bu eserin sadece ba kısmı, bn Bîbî’nin tarihinde yer alarak
günümüze kadar gelmitir (1996: I/41-44).
II. Kılıç Arslan'ın oullarından Muhyiddîn Mes’ûd âh’ın sanata ve
sanatçıya gösterdii sempatiden dolayı, Ankara meliki iken etrafında bir takım
âirler toplanarak edebî bir muhit teekkül etmitir. Süleymaniye Kütüphanesi,
Hâlet Efendi Nu. 238’de kayıtlı bir mecmua içerisinde bulunan ve Muhyiddîn
Mes’ûd âh adına Ebû Hanîfe Abdülkerîm bin Ebûbekr tarafından 588/1192
yılından önce tertip edilen el-htiyârât min-Mecma’i’r-rubâ’iyyât adlı bir
mecmuanın bize kadar ulaan birkaç sayfasıyla fihristinden, 588/1192’den önce
yaayan bazı âirlerden haberdar olmaktayız. Bunlardan üçünün neseplerine göre
Ankaralı oldukları tahmin edilmektedir. Söylenilen rubaîlerin baında ne
hakkında olduklarının belirtilmesi de dikkat çekmektedir. Müntecebolu Bedî’-i
Engüriyeî’nin demirci (âhenger), hacamatçı (reg-zen), Habe ismi ve Hıristiyan
çocuu (tersâ-beçe) hakkında söylenmi 4; Muhyevî-i Engüriyeî’nin Melik
Muhyiddîn, çamaırcı çocuk [gâzur-puser] (iki adet), saraç (sarrâc), Muhammed
*
*
279
279
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
ve Ömer adı hakkında söylenmi 6 ve Hekîm Mahmûd-ı Engüriyeî’nin nalbant
(na’l-bend) hakkında söylenmi bir rubaîsi vardır. Bunların dıında Anadolu ’da
yaayıp iir söyledikleri tahmin edilen Ali Unsâbâdî, Fahrî, mâm Alî Hayem
ve Seyyid Eref isimli âirlerin de birer rubaîleri kayıtlıdır (Ate 1945: 107-9).
*
âir Devlet Adamları
Anadolu Selçuklu devlet adamları arasında da iir söyleyenler
bulunmaktaydı. Ebu’l-feth Rükneddîn Süleymânâh’ın kâtipliini yaptıktan
sonra, vezir olan Muhammed bin Gâzî-i Malatyavî de bu dönem âirlerinden ve
devlet adamlarındandır. Rükneddîn Süleymânâh döneminden önce spehbûd
Merzbân b. Rüstem’in Merzbân-nâme’sini Taberî dilinden adalı bir dille
tercüme ve tahrir etmeye balayan Malatyavî, Rükneddîn Süleymânâh’ın
hizmetine girince, onun da tevikiyle tercümesini Ravzatu’l-ukûl (Düzen 1978)
adı altında 598/1201 yılında tamamlayıp Rükneddîn Süleymânâh’a takdim
etmi ve sultanın teveccühünü kazanmıtır. Fakat devlet ilerinde baarı
gösteremediinden dolayı bu görevden ayrılmıtır. Ravzatu’l-ukûl’un
mukaddimesinden Malatyavî’nin bugün mevcut olmayan Müridü’l-küttâb adlı
bir kitabı ile divan yazımaları ve dostlarına yazdıı mektuplardan oluan bir
ina mecmuasının da olduu anlaılmaktadır. Malatyavî, Ravzatu’l-ukûl’dan
dokuz yıl sonra Hz. Peygamber (S.A.V.)’in hadislerinden seçtii kırk hadisi
anlatan, ayrıca sahabenin sözlerinden ve dier hikmetli sözlerden de bahseden
Berîdü’s-sa’âde’yi I. Keyhüsrev adına kaleme almıtır. Bu eserin
mukaddimesinden Malatyavî’nin I. Keyhüsrev’in hocası olduu da
anlaılmaktadır. Müellifin her ne kadar burada bahsedilen eserleri mensur ise de,
bugün elimizde bulunmayan yazıma örnekleri ve dostlarına yazdıı
mektuplarda bazı iirlerinin olduu tahmin edilmektedir (Riyâhî 1369: 62, 1995:
75-76; Ate 1945: 104-6).
*
I. zzeddîn Keykâvus ve I. Alâaddîn Keykubâd dönemi kâtiplerinden olan
Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî de bu dönemde Farsça iir söyleyen devlet
adamlarındandır. Bir ara I. Alâaddîn Keykubâd'ın gazabına uramı, fakat daha
sonra onun Celâleddîn Harezmâh karısında aldıı zaferleri anlatan bir Fetihnâme yazınca tekrar gözüne girip dîvân-ı turâ reisliine getirilmitir. Bir dönem
I. zzeddîn Keykâvus'un sarayına da giren Erzincanî, önce sultana müni, sonra
emîr-i ârız-ı Rûm olmutur. bn Bîbî’nin “Sadrazam (sadr-ı kebîr)”, “söz meliki
(melikü’l-kelâm)” ve “saadet kaynaı (umdetü’s-saâde)” gibi lakaplarla anıp
övdüü (1996: I/147) Nizâmeddîn Ahmed hakkında söyledii:
*
“...Efendilerin efendisi, bilgi ve fazilet ülkesinin, aaçların çiçekleri kadar
parlak ve zarif ifadelerin sahibi Firdevsi-yi Tûsî’den –Allâh onu cennetinin en
güzel yerine getirsin ve suçlarını baılasın- sonra kahramanlık destanında daha
üstünü bulunmayan, Deri dilinin inci kutusunu ondan daha iyi düzenleyenin
280
280
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
bulunmadıı Vezir Mahmûd’un olu lakabıyla mehur olan Emîr-i arız
Nizâmeddîn Ahmed...” (1996: I/220).
sözlerinden, Erzincanî’nin ina sanatındaki maharetinin yanında ehname
yazdıı da anlaılmaktadır. Nitekim bn Bîbî Muhtasarı’nda geçen “Mesnevî
inasında ikinci Firdevsî’ydi” ibaresi de bunu göstermektedir (Riyâhî 1995: 76).
Erzincanî’nin I. Keykâvus'u öven ve emseddîn-i Tabes’in kasidesine nazire
olarak söyledii kaside (bn Bîbî 1996: I/147-48), sual – cevap rubaîsi (1996:
I/220) ile Erzincan’ın fethini müteakip I. Alâaddîn Keykubâd'ın topraklarını
çocukları arasında paylatırdıında, konuyla ilgili olarak sultanın elence
meclisinde söyledii bir rubaî (1996: I/368) bn Bîbî tarihinde kayıtlı olup
tercümesi u ekildedir:
skender’in geleneini yerletirip imparatorluk ayinini kanunlatırınca bir
günee (yani doan çocua) ahlık sancaı verdin. am (hem karanlık ve hem
de am Eyyubîleri) için sabah aydınlıı açtın.
Mecduddîn Ebîbekr de,bu dönem âirlerindendir. bn Bîbî, I. zzeddîn
Keykâvus'un 617/1220 evvalinde vefatından bahsederken, yeni sultanın seçimi
hakkında devlet erkanının danıtıı kiilerden biri olarak Mecduddîn Ebîbekr’i
de anarak:
“Dünya fâzıllarının seçkini, devrin âkillerinin önde geleni...Sahib
Mecduddîn Ebîbekr; güzel hatta ve hızlı yazıda, uygun deyimler kullanmada,
sözün açıklıında, belâgatın inceliklerinde, nazmın salamlıında, nesrin
akıcılıında, beyan ilminin ayrıntılarını ve mânâ ilminin gerçeklerini bilmede,
sayılması çok uzun sürecek olan fesahatin bütün dallarına hâkim olmada engin
bir deniz, parlak bir hilâl, ıık saçan bir güne, aydınlık bir ay, zamanın önde
geleni, devrinin seçkini....yazıma metni usulünde (îve-i inâ-yı teressül) ve iir
söylemede ünü yerleri ve gökleri tutmu...”
der ve onun mehur rubaîlerinden bir örnek verir (1996: I/219-20). bn
Bîbî’nin ondan sâhib adıyla söz etmesi ve Deylemlilerin vezirleriyle
kıyaslamasından onun Selçukluların veziri olduu ve aynı zamanda rubaîlerinin
de çok mehur olduu anlaılmaktadır (Riyâhî 1369: 65-66, 1995: 79).
II. Keykâvus'un veziri olan emseddîn Muhammed-i sfahanî, bilgin ve
âirliinin yanında âir ve edipleri himaye eden bir kiiydi. Cüveynî-i Sâhibdivân’la karıtırılan Muhammed-i sfahanî’nin çoluk çocuu ve akrabası yoktu
(Riyâhî 1995: 80). I. zzeddîn Keykâvus'un mutfak sorumluluu (erâf-ı matbah)
görevinde bulunan sfahanî, sultanın meclisinde söyledii bir rubaî dolayısıyla,
281
281
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
has kâtiplik (inâ-yı hâs) görevine getirilmi, daha sonra vezirlie kadar
yükselmitir (bn Bîbî 1996: I/221). Dönemin önemli âlimlerinden olan ve Âlimzâde diye tanınan Taceddîn-i Tebrizî ile çeitli konularda münazara eden
sfahanî, Hoca Veliyüddîn Ali’den hüsn-i hat dersleri almıtır. Hatta tertip ettii
meclislerde civar ülkelerden gelen âlimlerle Farsça ve Arapça eserler üzerine
konuulmakta, çeitli makamlarda musikî dinlenmekte, bazı ilim dallarında
özellikle de tarihî konular ile mizah ve lügaz alanlarında müzakereler
yapılmaktaydı (bn Bîbî 1996: II/106-7). Eflâkî, sfahanî’nin Kayseri’nin hâkimi
olduu dönemlerde Mevlânâ ’nın müridi olan Seyyid Burhaneddîn’in mürit ve
dostlarından olduunu kaydetmektedir (Ahmet Eflâkî 1989: I/61).
*
*
*
Muhammed-i sfahanî, II. Keykâvus'un veziri olduu zaman, o devir
vaizlerinden olan Amasya kadısı Melikü’l-kelâm Celaleddîn-i Verkânî, ona 17
beyitlik bir kaside yazarak mektubuyla birlikte birkaç yük de üzüm gönderdi.
sfahanî ise, vâiz Verkânî’nin gönderdii birkaç yük üzüm ve kasideye teekkür
olarak edibâne bir mektup ve bir kaside göndermitir (bn Bîbî 1996: II/108-16).
Selçukluların Moollara yenilmesinden sonra, zindana düen Muhammed-i
sfahanî, gördüü birçok ikenceden sonra öldürülmütür.
Kaan’a balı Cukan’dan olan Celâleddîn-i Verkânî de bu dönemin
önemli âirlerindendir. O dönemin vaizlerinden olan Verkânî, aynı zamanda
Amasya’da kadılık görevinde de bulunmaktaydı. Takiyüddîn-i Kâî’nin tertip
ettii Hülâsatü’l-e’âr isimli mecmuanın ikinci cildinin birinci rüknünde onun
bazı kaside, kıt’a ve rubaîlerine rastlanmaktadır (Riyâhî 1995: 81). Yukarıda
belirttiimiz gibi, Celâleddîn-i Verkânî, Muhammed-i sfahanî, II. Keykâvus'un
veziri olduu zaman, ona 17 beyitlik bir kaside yazarak mektubuyla birlikte
birkaç yük de üzüm göndermi, o da Verkânî’nin gönderdii birkaç yük üzüm ve
kasideye teekkür olarak edîbâne bir mektup ve bir kaside yollamıtır (bn Bîbî
1996: II/108-16).
Bu dönem âirlerinden Emîr Kemâleddîn-i Kâmyâr, Keykubâd
hükümetinin ileri gelenlerindendir. Felsefeye meraklı olan emir, Sühreverdî’nin
örencilerinden olup, onun Arapça söyledii felsefî bir iirine nazire söylemitir
(bn Bîbî 1996: II/33). bn Bîbî, tarihinde onun ilmî makamı ile askerî ve siyasî
faaliyetlerinden ayrıntılı olarak bahsetmitir (I/289-90, 386-88, 421-27, 443-58).
Nüzhetü’l-mecâlis’te Farsça iki rubaîsi nakledilmektedir (Riyâhî 1369: 72-3,
1995: 83).
Selçuklu devlet ricalinden ve II. Keykâvus dönemi Rum Pervanesi olan
Nizâmeddîn Hurîd de bu devir âirlerindendir. Aksarayî, yetenekli bir kalem
sahibi olan Nizâmeddîn Hurîd’in güzel ibareleri ve isabetli görüleri olduunu
belirtir (Riyâhî 1995: 114). 655/1257 tarihinde Rükneddîn’in cülûsundan sonra
da pervanelik görevini sürdüren Nizâmeddîn Hurîd, Aksaray’ın Alâiye
Kervansarayı’nda ordunun yenilmesine sebep olan Hoca Noyan’ı kabuu
soyulmu bir armutla zehirlemekle suçlanarak öldürülmütür. Ölmeden önce
duygulu tabiatından ve ince düüncesinden doup durumunu tasvir eden bir
*
*
282
282
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
beyit bn Bîbî’nin tarihinde yer alarak bugüne kadar gelmitir (bn Bîbî 1996:
II/150).
I. zzeddîn Keykâvus’un saray debirlerinden olan melikü’l-küttâb
emseddîn Hamza b. Müeyyed-i Turaî’nin bn Bîbî’nin tarihinde bir rubaîsi yer
almaktadır (I/220).
Melikü’-u’arâ Unvanlı âirler
Melikü’-u’arâ Emir Bahâeddîn Ahmed bin Mahmûd Kâni-i Tûsî de,
Anadolu ’da Farsça iir söyleyen âirlerdendir. VI/XII. asrın sonlarında Tûs’ta
doan Tûsî, Mool istilası sırasında Horasan ’dan çıkıp deniz yoluyla
Hindistan’a kaçmıtır. Oradan Aden, Mekke ve Badat üzerinden Anadolu’ya
gelen Tûsî, 618/1221’de Konya’ya giderek I. Alâaddîn Keykubâd’a intisap
etmitir. Onun ölümünden sonrada II. Gıyâseddîn Keyhüsrev ve zzeddîn
Keykâvus’a intisap eden Tûsî, tam kırk sene bu üç padiahın hizmetinde
bulunmu, onların medihleriyle megul olmu ve Selçuklu hanedanı hakkında
otuz ciltlik muazzam bir Selçuklu âh-nâmesi nazmetmitir. Selçuklu âhnâmesi’nde eski ran tarihinden, peygamber kıssalarından, slâm tarihinin çeitli
dönemlerinden uzun uzun bahsedildii ve nihayet Gazneliler ve Büyük
Selçuklular ’dan sonra, Anadolu Selçukluları hakkında çok geni ve etraflı bilgi
verdii sanılmaktadır (Köprülü 1943: 393-95).
Mürsel Öztürk, bn Bîbî’nin eserinde âirleri anılmadan nakledilen bir çok
iir olduunu, bunların baında Kânî-i Tûsî’nin iirleri geldiini belirtir. Yine
Tûsî’nin Selçuk-nâme isimli eserinin, bn Bîbî’nin en önemli kaynaı olduunu
belirttikten sonra, bu konuda Zebîhullâh Safâ’nın unları söylediini nakletmitir
(bn Bîbî 1996: I/7-8):
*
*
*
*
*
*
“Bütün aratırmalar Kânî’nin Selçuknâme’sini kaybolmu eserler arasında
sayarlar. Fakat bu eserin önemli bir kısmının bn Bîbî adıyla tanınmı olan
Nasıreddîn Hüseyin Muhammed b. Alî’nin yazdıı Selçuknâme de denilen ElEvâmirü’l—Alâ’iyye’nin I. Gıyâseddin Keyhüsrev ve Alaaddin Keykubad ile
ilgili bölümleri, tamamen Kânî’nin Selçuknâme’sinden alınmıtır.”
Tûsî, ayrıca II. zzeddîn Keykâvus adına 658/1260 tarihinde manzum bir
Kelîle ve Dimne (Kâni’-i Tûsî 1358) de yazmıtır. Padiahlarda bulunması
gereken hasletler ve faziletler hakkında söylenmi uzun bir mukaddime ile
balayan eserin tertibi Nasrullah’ın Kelîle ve Dimne’siyle aynîlik göstermektedir
(Ate 1945: 112). Yaklaık 4500 beyit olan eserin tek nüshası British Museum
(nr. 7766)’da bulunmaktadır. Eflâkî’nin ifadelerine göre, Tûsî, Mevlânâ ’ya karı
büyük bir hürmet beslemi, öldüü zaman ise ona rubaî tarzında bir mersiye
söylemitir (Ahmet Eflâkî 1989: I/16).
*
283
283
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
Anadolu Selçukluları dönemi melikü’-uarasından olan Hüsâmeddîn’in
varlıından Sa’deddîn Mes’ûd ile karılıklı mektuplamalarından haberdar
olmaktayız. Sa’deddîn Mes’ûd, ona yazdıı mektupların ilkinde kendisiyle
görümek arzusunda olduunu, bu maksatla “sahil dalarına muvassalat”
ettiini, müthi fırtına ve sellerin yolları kapaması üzerine geri döndüü için
hasret ve firakının arttıını edebî bir dille anlatmıtır. Hüsameddîn’in buna
cevabı uzun bir kaside ile balamakta ve kaydedilen bir tarihî hadise ile
mektubunun zamanını da belirtmektedir. Gerçekten de aynı arzu ve dostluk
hislerini dile getiren âir, Mu’îniddîn Pervâne’nin Sinop’a hücumundan önce
Merzubân-nâme’nin erhi olan, bu kaside ve mektuptan baka birkaç name daha
yazdıını, ancak gönderecek kii bulamadıı için onları da buna ilâve ederek
gönderdiini belirtmektedir. Gerek Hüsameddîn’e ve onun olu Emir
Nasrullah’a yazılan mektupların gerekse Hüsameddîn’in ona verdii cevapların
tamamıyla edebî manzum ve mensur parçalardan ve dostane hisleri ifadeden
ibaret olduu görülmektedir (Turan 1988: 157-58).
*
Tek Kadın âir
Erguvan Hatun, bu dönemde kadın olmasından dolayı dikkati çeken
âirlerdendir. Kocası Cemâleddîn’e yazmı olduu mektubuna ekledii iirinde,
bir kadın âirin duyduu hasret ve itiyakı dile getirmitir. Bu mektup Anadolu
Selçuklu döneminde bir kadın âirin varlıını, yüksek zümrenin hususî hayatını
ve özellikle karı-koca münasebetlerini göstermesi bakımından oldukça
önemlidir. Kocası Cemâleddîn’in Erguvan Hatun’a yazdıı mektuba dört
beyitlik bir iirle balaması, kendisinin de âir olduunu göstermektedir (Turan
1988: 168-71).
*
rfanî iirin Temsilcileri
Bu devrin hiç üphesiz en önemli sufî âiri Mevlânâ ’dır. Yûnus Emre ,
Sultan Veled ve Evhadüddîn-i Kirmâni de sufî âirlerdendir (bak. Türk
Edebiyatının lk Temsilcileri). Bu dönemin mutasavvıf âirlerinden olan
Fahreddîn-i Irâkî, Hamedan yakınlarındaki Kumcan kasabasında domutur.
Ciddi bir tahsilden sonra 627/1299 sıralarında, serseri sûfîlerden oluan bir
Kalenderler zümresine katılarak, Hindistan’a gitmi ve burada tanınmı eyh
Bahâeddîn Zekeriyyâ Multânî’nin (ö. 666/1276) müridi ve damadı olmutur. Bu
evliliinden Kebüriddîn smail isminde bir olu oldu. Uzun bir müddet
Hindistan’da kaldıktan sonra, hacca gitmi, oradan Anadolu ’ya gelerek büyük
sûfî Sadreddîn-i Konevî (ö. 672/1273)’nin Fusûs dersine, yani bn-i Arâbî’nin
*
*
*
*
284
284
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
bu addaki eserini açıklamak için verdii derslere devam etmitir. Bu derslerden
aldıı ilham ile ak hakkında en tanınmı eserlerden biri olan Lemeât’ını (eyh
Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373: 381-416, Fahrüddîn râkî 1988) yazmıtır.
Anadolu Selçukluları veziri Muînüddîn Pervâne ona Tokat’ta bir tekke
yaptırdıysa da galiba Mool istilasından sonraki Anadolu’nun karıık
durumundan dolayı burada kalmayarak Mısır’a gitmi, oradan geldii am
ehrinde 688/ 1289’da vefat ederek Sâlihiye’de tanınmı sûfî Muhyiddîn bnü’lArâbî’nin türbesi yakınına defnedilmitir (Ate 1968: 160).
Irâkî’nin Farsça olarak kaleme aldıı manzum ve mensur eserleri bir
külliyât halinde toplanarak neredilmitir (eyh Fahruddîn brahim-i Hemedânî
1373). Külliyât’ta kaside (39-86), gazel (87-250), terci-bend (251-78), terkibbend (279-91), kıt’a (292-295) ve rubaîlerden (359-80) oluan bir divanı
bulunmaktadır. Fahreddîn-i Irâkî’nin Deh-fasl diye de anılan Uâk-nâme (eyh
Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373: 297-357) isminde bir mesnevîsi de vardır.
râkî, Vezir emseddîn-i Cüveynî’ye ithaf ettii eserinde, akla ilgili
düüncelerini bazen konuyla ilgili hikâyeler anlatarak açıklamıtır.
Anadolu ’da yaayan ve tam adı Seyfeddîn Ebu’l-mahâmid Muhammed-i
Ferganî olan Seyf-i Ferganî, iirlerinden ve Üniversite Kt. FY 171’de kayıtlı
olan divanının sonunda bulunan kayıtta yer alan “imam, âlim, zâhid, seyyidü’lmeâyih ve’l-muhakkıkîn” gibi sıfatlardan anlaıldıı gibi büyük bir sufî âirdir.
iirlerinde Seyf veya Seyf-i Fergânî’yi mahlas gibi kullanan ve nisbesinden
Ferganalı olduu anlaılan âir, Mool istilâsı üzerine memleketini terk ederek
önce Tebrize, oradan da Anadolu’ya gelmi ve Konya Aksaray’ına yerlemitir.
Seyf-i Fergânî, “Anadolu’nun göz yaı” denilebilecek bir iirinde, Gazan Han
(694/1295-703/1304)’a ülkenin durumunu anlatırken baka bir iirinin
balıında da 705/1305-6 tarihini zikretmitir. âirin bu tarihten sonra çok
yaamadıı tahmin edilmektedir. Seyf-i Fergânî’nin genel olarak dinî ve
tasavvufî iirlerini içine alan ve çok yüksek bir seciye ve ruha delâlet eden
kaside, kıt’a ve gazel eklindeki iirlerinden oluan bir divanı (Seyf-i Fergânî
1364) vardır (Ate 1959, 1968: 207-9). iirlerinde XIII. asır Anadolu’sunun
sosyal ve siyasî yapısını da yansıtan âir, aynı zamanda içtimaî ve siyasî hicivler
de kaleme almıtır (Çiftçi 2002: 269-74).
*
*
Dier âirler
Anadolu Selçukluları döneminde yukarıda zikrettiimiz âirlerin dıında
baka âirler de bulunmakta olup unlardır:
Bu dönemin aynı zamanda önemli münilerinden olan Râvendî’nin asıl adı
Necmeddîn Ebûbekr Muhammed b. Alî b. Süleymân-i Râvendî olup Kâân
vilayetine balı Râvend kasabasında domutur. Küçük yata babasını kaybeden
Râvendî, yoksulluk ve kıtlık nedeniyle 570/1174-1175 yılında ailesiyle beraber,
*
285
285
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
sfahan’daki dayısı Tâceddîn Ahmed-i Râvendî’nin yanına yerlemi ve dayısı
tarafından yetitirilmitir. Fazıl, bilgin, âir, yazar ve sanatkâr olan Râvendî, Irak
Selçuklularının son padiahı Turul bin Arslan’ın 590/1194 yılında
öldürülmesinden sonra Anadolu ’ya gelerek Anadolu Selçuklu hükümdarlarından
Gıyâseddîn Keyhüsrev ve Kılıç Arslan’ın hizmetinde bulundu. 599/1203’te
telifine baladıı Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr adlı eserini (Râvendî 1333,
1999) 603/1206 yılında tamamlayarak Gıyâseddîn Keyhüsrev’e ithaf etti. Bu
eser, Fars nesrinin en güzel örneklerinden biridir. Hem sahip olduu selaset hem
de bir çok tarihî ve sosyal olaydan bahsetmesinden dolayı, Mool saldırısından
önce, VII/XIII. asrın en muteber kitaplarından sayılmaktadır. Râvendî, Farsça
iir de söylemitir. Ancak onun iirdeki gücü nesirdeki gibi baarılı deildir.
Râvendî’nin Gıyâseddîn Keyhüsrev’i övmek için yazmı olduu bir kasidesi,
eserinin mukaddimesinde yer almaktadır. Ayrıca eserinde bahsettii Selçuklu
sultanlarıyla ilgili her bölümün sonunda söylemi olduu bir iire de yer
vermitir.
Bu dönem âirlerinden Kadı Burhâneddîn-i Anevî, Türk asıllı bir
kumandanın olu olup ilk çocukluk ve gençlik yıllarını Ani’de geçirdi. Farsçanın
yanında dier milletlerin dilleri ile Hristiyan ve Musevîlerin dinî inançları
hakkında bilgi edindi. Tefsir, hadis ve fıkıh gibi dinî ilimlerin yanında tıp ve
astronomiyle de uratı. Ahlatahlar’dan muhtemelen Seyfeddîn Bektemür
tarafından Abbasî halifesi Nâsır Li-Dinillah’a elçi olarak Badat’a da gönderilen
Anevî, Mahmûd isminde bir vaizin telkiniyle Tebriz’de yazmaya baladıı
Enîsü’l-kulûb adlı eserini 608/1212 tarihinde Konya’da tamamlayarak sultan I.
zzeddîn Keykâvus’a takdim etti. Kisâ’î ve Taberî gibi tarihçilerin eserlerinden
faydalanılarak aruzun feûlün feûlün feûlün feûl kalıbıyla yazılan eser, 28.000
beyit olup ekseriyeti peygamberler kıssasına ayrılmıtır. Bu kıssaların yanında
Hz. Peygamber’in miracı, savaları ve mucizeleri, Hulefâ-yı Râidîn, Emevîler
ve Abbasîler devrinde meydana gelen bazı hadiseler ve halifeler hakkında da
bilgi verilmitir. Aslında dinî-ahlâkî mahiyette bir eser olan ve yedi bölümden
meydana gelen Enîsü’l-kulûb, Anadolu Selçukluları tarihinin en eski yerli
kaynaklarındandır. Bu eserin en dikkate deer yanı, Abbasî halifelerinden söz
ettii kısımda Sünnî gelenee uyarak X-XII. asır slâm dünyasının çeitli
vakaları arasında özellikle Gazneli Mahmûd’un Hindistan’daki fetihlerine ve
Selçuklulara önem vermesidir. O, Gazneli Mahmûd’un zaferleri arasında sadece
Sumenat fethinden bahsetmi ve ona ait bir menkabe nakletmitir. Gazneli
Mahmûd’u Hindistan’ı fetheden bir slâm kahramanı olarak telakki eden Anî,
onun Türklüünden hiç bahsetmezken slâm tarihinde ilk Türk hegemonyası
devri olarak Selçuklular dönemini göstermitir. Müellif, I. zzeddîn Keykâvus
ile Nâsır Li-Dinillah arasındaki münasebetlerden bahsettikten sonra, sultana
yaptıı öütlerin yer aldıı hâtime kısmı ile eserini tamamlamıtır. htiva ettii
bazı bilgilerin dıında tarihî kaynak olarak fazla bir deeri olmayan Enîsü’lkulûb, VI/XII. asırda Anadolu’da yer alan fikrî ve edebî hareketleri, belli bir
*
*
*
*
*
*
286
286
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
sınıfın manevî eilimlerini ve hayat görüünü yansıtması bakımından özellikle
kültür tarihi açısından öneme sahiptir (Davud brâhimî 1995: 242-43; Köprülü
1943: 459-70). Bilinen tek nüshası Süleymaniye Ktp. Ayasofya, Nu. 2984’te
kayıtlı bulunan Enîsü’l-kulûb’un Kadır Billah’tan Nâsır Li-Dinillah’a kadar
gelen Abbasî halifelerine ayrılan ve Gazneliler ile Büyük Selçuklular ve
Anadolu Selçukluları dönemine ait bölümleri, özet hâlindeki Türkçe
tercümesiyle birlikte Köprülü tarafından yayımlanmıtır (1943: 470-85, 497519).
Bu dönem âlim, âir ve tabiplerinden olan Sa’deddîn Mes’ûd’un yazmı
olduu tamamıyla hususî mahiyette mektupları ihtiva eden önemli bir müneat
mecmuası vardır. Bu mektuplar, kendisi ve Selçuklu ricali hakkında olduu gibi
özellikle devrin edebî, kültürel ve içtimaî tarihi bakımından da önemlidir.
Sa’deddîn Mes’ûd’un divan ehlinden olan mâdeddîn isimli birisine yazmı
olduu iki mektupta Sinop ehrinin güzel bir tavsifi olan ve o dönemin içtimaî
ve edebî hayatı bakımından önemli olan iirlere yer vermitir (Turan 1988: 15657, 159-62).
VI./XII. yüzyıl ile VII./XIII. yüzyılın balarında yaadıı tahmin edilen
Tâceddîn-i Hâletî’nin, Nüzhetü’l-mecâlis’te üç rubaîsi kayıtlıdır (Riyâhî 1369:
72, 1995: 82-3). eyh Evhadüddîn-i Kirmânî’nin halifelerinden olan eyh
emseddîn Ömer b. Ahmed-i Tiflisî’nin eyhi Evhadüddin övgüsünde söylenmi
bazı Farsça rubaîleri vardır (Bayram 1993: 98; Kanar 1999: 16). Yine eyh
Evhadüddîn-i Kirmânî’nin halifelerinden olan Kerîmüddîn-i Nîâburî’nin
Evhadüddîn’in hem övgüsü hem de ölümü üzerine söylenmi rubaîleri
bulunmaktadır (Bayram 1993: 100; Kanar 1999: 16). Ebu Bekir bin Zekî-i
Konevî (Riyâhî 1995: 136-37; Ate 1945: 120-22), bn Bîbî (bn Bîbî 1996),
Mühezzeb-i Kayserî (Riyâhî 1995: 93-6), Nâsireddîn Sicistanî-i Sivasî (Riyâhî
1995: 137), Necmeddîn-i Râzî (Miftâh 1374: 65-6), Sadruddîn-i Konevî
(Sadeddin Nüzhet vd 1926: 89-93), Sirâceddîn-i Urmevî (Deyhîm 1367: I/335-7;
Riyâhî 1995: 132-35) bu dönemin dier âirleridir.
*
*
*
Arapça iir
*
Anadolu Selçukluları döneminde Arapça iirler de kaleme alınmıtır. XII.
asırda yaayan ve I. Sultan Kılıç Arslan zamanında Anadolu’ya gelen ran ’ın
büyük mutasavvıflarından olan ihâbeddîn-i Sühreverdî’nin tasavvufî mahiyette
Arapça iirleri bulunmaktadır. Ayrıca bn Sînâ’nın Arapça olarak kaleme aldıı
Kasîde-i Rûhiye’sine de bir nazire yazmıtır (Van den Bergh 1997, Sühreverdî
1988: IV-V). bn Arabî’nin çeitli mensur eserlerinde bulunan Arapça iirleri,
tasavvufî mahiyette söyledikleriyle birlikte bir divanda toplanmıtır. Ayrıca
Divan’ın sonunda muvaahat tarzında söylenmi iirlere de yer verilmitir (Ate
1945: 53-54; 1997: 545). Sultan Veled ve Evhadüddîn-i Kirmanî’nin de Arapça
iirleri bulunmaktadır.
*
*
*
287
287
ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET KARTAL
Türkçe : Edebî ve Resmî Dile Doru
*
Anadolu ’ya gelip yerleen Türklerin çounluunu Ouz Türkleri
oluturduu için, Anadolu’da oluan Türkçenin esasını Ouz Türkçesi tekil
etmitir. Anadolu’ya göç eden ve Anodolu Selçuklu Devleti’ni kuran Türklerin,
edebî gelenekten yoksun göçebe Ouz boylarına dayanması sebebiyle; bunların
beraberinde getirdikleri dil, bir yazı dilini besleyecek özellikleri taımamaktaydı.
Ayrıca bunlar Kagarlı Mahmûd’un Hakaniye Türkçesi dedii Orta Asya edebî
dilini de bilmiyorlardı. Bundan dolayı, Anadolu’da Türkçeye dayalı bir yazı
dilini kurmaya çalıan Türkler , uzun yıllar Arapça ve Farsçanın desteini almak
zorunda kalmılardır (Korkmaz 1995: 274).
*
*
*
*
Buna karılık, Anadolu ’nun fethi ve Müslümanlatırılması için savaan alperenlerin ve gazilerin gösterdikleri gayretlerle Anadolu, daha XII. yüzyılda
Türklerin dinî-menkabevi destan edebiyatı geleneklerini sürdürdükleri uygun bir
ortam hâline gelir. Bizanslılara karı savamı Müslüman bir Arap kahramanı
olduu ileri sürülen Battal Gazi (Ocak 1992) etrafında meydana getirilen Battalname (Köksal 2003) Anadolu’nun fethi sırasında Türk gazilerini gayrete
getirmek, gönüllerindeki cihat ruhunu artırmak için yazılmıtır. Yine bu devirde,
Daniment Ahmet Gazi’nin (Özaydın 1993a) kahramanlıklarının menkabe ile
karıık olarak anlatıldıı Danimend-name (Akkaya 1954; Mélikoff 1960) de
Anadolu’da aynı düünceyle bu devirde oluturulmu bir destandır. Battalname’nin metni daha XIII. yüzyılda tespit edildii gibi, 643/1245’te II. zzeddin
Keykâvus'un emriyle Müni-i Sultani Melik bn Ula’nın Danimend-name’yi
“essah-ı rivayat üzre tasnif” ettii bilinmekte ise de, bu metin u an için kayıptır.
Daha sonra II. Murad'ın emriyle Tokat dizdarı Arif Ali Danimend-name’yi
manzum ve mensur olarak yeniden kaleme almıtır. Bu durum millî
geleneklerine çok balı olan Ouzların yani Türkmenlerin, Orta Asya'da
yaratmı oldukları destan geleneini Anadolu’da da sürdürdüklerini
göstermektedir. Fetih sırasında orduda savaan, sava sonrasında köy köy, diyar
diyar dolaarak destanlar ve iirler okuyan, halk hikâyeleri anlatan ozanların
yarattıı sözlü edebiyat gelenei ürünlerinin Anadolu’nun ilk devirlerinde halkın
bedii ihtiyacını karıladıı anlaılmaktadır (Mazıolu 1972: 297-98).
Türk asıllı âirler, özellikle Türk dilli âirlerin oluumu ve geliiminde etkili
olduu ve bedii zevklerini yansıttıkları ran edebiyatı estetiinin mahsulü olan
klasik iire Gazneli ve Selçuklu dönemlerinde olduu gibi Anadolu ’da da kendi
dilleri yerine Farsça ile vücut vermilerdir. Bu iirde Türkçeye geçi azdan aza
küçük denemelerle olmutur. Mülemmalar ve Farsça mısralar arasındaki Türkçe
kelimeler bu geçiin hem ilk basamakları hem de ilk habercisi görünümündedir
(Akün 1994: 393). Özelikle bu duruma Anadolu Selçuklu Devleti ’nin karıık
kültürlerden oluması ve çok dilli bir ortam sunması da uygun bir zemin
hazırlamıtır. Bu da her topluma kendi diliyle hitap eden çeitli eserlerin
*
*
*
*
*
*
*
*
*
288
288
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli iirlerin (mülemma) yazılmasına da
zemin hazırlamıtır. Çünkü bu tip toplumlarda her dilin kendine has farklı
ilevleri vardır ve her biri belirli bir amaç ve durum için kullanılır. te çok dilli
iirler de bu durumun ilevsel bir yansımasını sergilerler (Johanson 1993: 29).
Hatta bu tip davranıın özellikle zengin bir Halk edebiyatı geleneine sahip olan
Ouz Türkçesinin aruz vezniyle söylenilen edebî metinlerde de kullanılmasıyla
edebî olarak etkin bir hâle gelmesine yardımcı olduu görülmektedir. Yani bu
mülemma iirler edebî açıdan fazla ilenmemi olan Ouz Türkçesinin ilenmi
olan dillerin özellikle de Farsça ve Arapçanın çatısı altında talim imkânı elde
ettii söylenebilir. Nitekim Köprülü’nün deerlendirmesiyle Horasan ve
Maveraünnehir âirlerinin oldukça etkin bir dönemde aruzla iir yazmaya
Türkçe-Farsça mülemmalarla baladıkları (Johanson 1993: 34-35) gibi
Anadolu’da da aynı durumla karılamaktayız. Tabii ki burada Johanson’un
ifade ettii gibi, bu dönemde modern tarzda dil ve millet bütünletirilmedii için
son dönemlerdeki millî dile sadakat veya dil milliyetçiliinin olmadıı da
hatırlanmalıdır. Ayrıca Orta Ça Avrupa edebiyatında olduu gibi dil tercihi
sanatçıların milliyetine göre deil, edebî türe göre belirlenmekteydi (1993: 28).
*
*
Anadolu ’da Türkçeye geçiin önemli sebeplerinden biri de hsan
Fazlıolu’nun ilk defa dikkat çektii gibi muhatap olarak alınan halkın kendisine
takdim edilen dili anlamasıdır (bak. 2003). Anadolu’da da youn bir Türk halkı
bulunduundan dolayı, doal olarak o insanlara kendi diliyle hitap etme ihtiyacı
domutur. Ayrıca Anadolu’da Türk diliyle yazılı bir edebiyata varıta gözden
kaçırılmaması gereken hususlardan biri de, hiç üphesiz bölgede gittikçe kuvvet
kazanmaya balayan tasavvuf cereyanıdır. XIII. asrın ilk çeyreinin sonlarına
doru Mool istilasından kaçıp Anadolu’ya gelen birçok büyük sufînin tesiriyle
I. Alâaddîn Keykubâd devrinden balayarak tasavvufî düünce hız kazanmıtır.
Dier taraftan yine aynı sebeplerle bu defa Orta Asya ve özellikle Horasan
sahasından Türkmen eyh ve dervileri de bu çada akın akın Anadolu’ya
gelmileridir. Büyük merkezlerde Farsça bilen ehir halkına aynı dille hitap eden
eserler yanında, tasavvuf fikriyatını geni halk tabakalarına yaymak evki ve
arzusuyla yazılan dinî ve tasavvufî eserlerde Ouz Türkçesi edebiyat ve yazı dili
hüviyetiyle kendini göstermeye balamıtır. Böylece XIII. asrın ilk yarısı içinde,
dorudan doruya Farsça bilmeyen bir kitleyi irad gayesi güden Türkçe dinîtasavvufî bir edebiyatın douuna ahit olunmaktadır (Akün 1994: 393). Bu dinîtasavvuf edebiyatının bugün için bilinen ilk temsilcileri Sultan Veled ve Yûnus
Emre’dir. Yine Selçuklular döneminde yetimi olan Hoca Dehhani ise,
Anadolu’da din dıı iirin bilinen ilk temsilcisi olarak kabul edilmektedir.
XIII. asırda, I. Alâaddîn Keykubâd (616/1219-634/1236) zamanında
yaayan Dehhânî ’nin iirleri (laydın 1974), nazım tekniinde ve üslubunda
görülen kusurlarına karılık, dönemine göre gelimi bir dile sahip olması,
Anadolu ’da Türkçe iirin geçmiinin XIII. asırdan daha gerilere gittiini
düündürmektedir. Ancak elimizde yazılı veriler bulunmadıı için kesin bir
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
289
289
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
yargıya varmak güçtür. Aynı durum Orta Asya’da da mevcuttur. XI. asra kadar
yüksek bir edebiyat ve kültür dili meydana getiren ve aynı asırda Kutadgu Bilig
gibi büyük bir eser ortaya koyan Türklerin, edebî alanda birdenbire gerilemesi
beklenemez. Ayrıca slam medeniyeti dairesine girilmi olan bu dönemde, en
azından slam dinini öretmek için birçok eserin yazılmı olması gerekir. Bu
karanlık devrin sebebi Canpolat’a göre Mool istilasıdır. XII. asrın sonları ile
XIII. asrın balarında yazıldıı tahmin edilen ve bugüne kadar gelmi olan pek
az eserin istinsah tarihlerinin XIV. yüzyıla ve daha sonrasına ait olması da bunu
açık bir ekilde göstermektedir (1989: 165-66).
Bugün için aaıda zikredilen ve Türk dilinin ilk temsilcileri olan airlere
ait elimizde bulunan metinlerden baka Eski Anadolu Türkçesi özelliklerini
taımakla beraber dil bakımından karıık bir durum gösteren eserler de
mevcuttur. Bu durumun en önemli sebebi, özellikle XII. asrın sonu ile XIII. asrın
balarında Türkistan 'dan Anadolu'ya siyasi ve iktisadi baskılar ile ticari
amaçlarla akın akın gelen din adamları, sufiler ve eyhlerin Anadolu halkı için
Ouz Türkçesi ile kaleme aldıkları eserlerine, kendi anadilleri olan Orta Asya
Türkçesinin hususiyetlerini bilerek veya bilmeyerek katmalarıdır (Kut 2004:
320). Bunlardan birisi, Ali adlı bir airin 630/1232’de, 8’li hece vezni ve
dörtlüklerle yazmı olduu Yusuf u Züleyha (Ertaylan 1960; Hace Alî-i Harezmî
1376) hikâyesi; dieri ise 703/1303’te eyh Ali b. Muhammed tarafından
istinsah edilen ve dilinden XIII. asırda yazıldıı tahmin edilen Behcetü’lHada’ik fi-Mev’izeti’l-Hala’ik (Ertaylan 1949a; Buluç 1955, 1956, 1988;
Canpolat 1989) adlı dinî-ahlaki eserdir. Dil bakımından karıık bir durum arz
eden bu eserlerin nerede yazıldıkları bilinmemekle beraber, Selçuklular devri
Ouz Türkçesiyle kaleme alındıkları söylenmektedir. Bu eserlerin dilindeki
karııklıın sebebi, Anadolu’ya Ouz boyları ile birlikte sayıları az da olsa Orta
Asya’dan baka Türk boylarının da gelmeleri ve Ouz Türklerinin yazı dili
olarak göçlerle balarını devam ettirdikleri Dou Türkçesini kullanmı olmaları
gösterilmektedir (Mazıolu 1972: 301). XIV. asırda yaayan eyyad Hamza
(Mansurolu 1946) ve Kadı Burhaneddin’in de Dou Türkçesiyle karıık iir
yazmaları bu durumu dorulamaktadır.
Anadolu Selçukluları devrinde Anadolu’da yazıldıı halde bugün elimizde
bulunmayan Türkçe eserler de vardır. Bunlar, Gülehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ında
*
*
*
*
*
*
*
*
Bir kii bu dâsitânı eylemi
lle lafzın key çepürdük söylemi
Eski bizden hûriye ton eylemi
Bir keçeden aya pîlven eylemi
Veznçün lafzuñ gidermi harfini
Artuk eksik söylemi söz sarfını (1957: 51)
290
290
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
mısralarıyla haber verdii ve acemice yazıldıını söyledii manzum eyh
San’an Kıssası ile eyyad sa’nın Salsal-name isimli eseridir. Fuad Köprülü’nün
XIII. asırda yazıldıını söyledii Salsal-name, bir kahramanlık hikâyesi olup,
Salsal adlı bir devin Hz. Ali ile savaını ve yenilip yok olmasını anlatır. Bu
hikâye, sonraki yüzyıllarda da çeitli airler tarafından yazılmıtır (1986: 253).
Bu dönemde, Karamanolu Mehmet Be, Anadolu Selçuklularının son
zamanlarına doru, memleketteki karıık durumdan faydalanarak Konya’yı
Alâaddîn Keykubâd’dan alıp devlet idaresini vezir sıfatıyla ele aldıktan sonra, 15
Mayıs 1277’de (H. 10 Zilhicce 675) "Bugünden sonra hiç kimse divanda,
dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden baka dil konumayacak"
(bn Bibi 1996: II/209) eklindeki kararını bütün ehre ilan ettirip “defterleri
dahı Türkçe yazalar” (Korkmaz 1995: 428) buyruunu verir. Bu buyruktan
sonra Anadolu’da VI. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar ayrı ayrı bölgelerde tek bir
kol hâlinde ilerleyen eski Türk yazı dilinden ayrılıp yepyeni karakterde müstakil
bir yazı dilinin kuruluu salanmı (Korkmaz 1995: 424), Türkçe ilim ve
edebiyat dili olarak Arapça ve Farsça karısında geçerlik kazanmaya balamı ve
resmi dil olmutur. Böylece takriben XI. asırdan itibaren uubiye hareketi
dolayısıyla hakimiyetini kısmen Farsça ile paylaan Arapça; XIII. özellikle de
XIV. yüzyıllarda balamak üzere Türkçe ile paylamak zorunda kalmıtır (Sayılı
1964: 47). Türkler , Anadolu’da Türkçenin sadece konuma dili olarak kalmayıp
bir kültür ve medeniyet dili olmasının temellerini de yine bu dönemde
atmılardır.
*
*
*
*
*
*
Anadolu ’da Yazılan lk Türkçe iir
*
*
Bugünkü bilgilere göre Anadolu ’da yazılan ilk Türkçe iir, Evhadüddîn-i
Kirmânî tarafından kaleme alınmıtır (bak. Türk Edebiyatının lk Temsilcileri).
*
*
*
Anadolu ’da Yazılan lk Türkçe Eser
*
*
Anadolu ’da yazılan ilk Türkçe eser meselesi üzerinde ilk defa Fuad
Köprülü durmutur. Köprülü, Ahmed Fakîh’in Çerh-nâme isimli kasidesini,
Anadolu'da yazılan ilk Türkçe eser olarak kabul etmitir (Köprülüzâde Mehmed
Fuad 1926b, 1926c). Ancak son yapılan aratırmalar bu eserin 1350’den sonra
kaleme alındıını göstermektedir (Tezcan 1994; entürk vd 2007: 148-50). Bu
sebeple, eldeki bilgilere göre Anadolu’da yazılan ilk Türkçe eser, Hekim
Bereket tarafından kaleme alınmı, tıp ilmine dair Tuhfe-i Mübârizî olmalıdır
(Bayram 2004: 10-11). Bu eseri, ehabeddin Tekinda geni olarak tanıtmı
(1971: 134-39) tır. Hekim Bereket eserinin mukaddimesinde bildirdiine göre,
bu eseri Lubâbü’n-Nuhab adıyla Arapça olarak yazmı, daha sonra bunu Tuhfe-i
Mubârizî adıyla Farsçaya tercüme edip Amasya emiri Halifet Alp Gazi’ye
sunmutur. Hekim Bereket, onun tıp ilmi için faydalı olacak bu eseri
*
*
*
291
291
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
beendiini, ancak Türkçe olarak kaleme alınsaydı deerinin daha da artacaını
ifade ettiini, bundan dolayı da bir süre sonra Türkçeye çevirdiini belirtir
(Tekinda 1971: 134-36). Yine Hekim Bereket’in bu ifadelerinden bu dönemde
Türkçe eserlerin çok nadir olarak mevcut olduu, Halifet Alp Gazi’nin de
Türkçe eserler yazılmasını tevik ettii anlaılmaktadır. Büyük ihtimalle, bu
tevik neticesinde Hekim Bereket Hulâsa der-lm-i Tıb adıyla yine Türkçe bir
baka eser yazarak yine Emir Halifet Gazi’ye takdim etmitir. Yine aynı cilt
içersinde müellifi bilinmeyen Tabiat-name isimli Türkçe bir mesnevî
bulunmaktadır. Bu mesnevînin Hekim Bereket’in dier iki eseri gibi tıbba dair
ve bir cilt içinde bulunması, dilinin ise çok eski olmasından dolayı Hekim
Bereket’e ait olduu sanılmaktadır (Bayram 2004: 110).
Mahmud Mes’ud Koman, Tuhfe-i Mübârizî'nin hattıyla, eserin kapaında
kayıtlı notun hattının farklı oluuna dikkat çekerek, Tuhfe-i Mübârizî’nin
mukaddimesinin ve dil hususiyetlerinin Aydınolu Mehmet Bey adına tercüme
edilen Kısas-ı Enbiyâ ve Tezkiretü’l-Evliyâ’daki mukaddimelere ve dil
hususiyetlerine benzediini ifade ederek:
“...namına kitap ithaf olunan bu büyük ve nüfuzlu emirin Aydınolu
Mübarizü’d-dîn Mehmed Bey olduunu kuvvetle tahmin ediyoruz”
demektedir (1955: 701; Derin 1987: 5-6). Bu eserin ithaf edildii ahıs,
1225 (Tekinda 1971: 138) veya 1232 (Bayram 2004: 111) yılında ehit edilen
Amasya Emiri Halîfet Alp Gazi ise, eserin XIII. asrın ilk yarısında; eer bu ahıs
1330 yılında ölen (Koman 1955: 703) Aydınolu Mehmet Bey ise, eserin XIV.
asrın ilk yarısında tercüme edildii söylenebilir. Ancak, Hekim Bereket’i Türkçe
eserler yazmaya tevik eden Emir Mübârüziddin Halifet Gazi, tanınan ve bilinen
bir kii olup Sultan I. zzeddin Keykâvus'un 610/1214 yılındaki Sinop fethine
katılmı, Kuzey sahilleri komutanı olmu, I. Alaaddin Keykubad zamanında
Amasya valilii yapmı, bu sultanın Gürcistan’a sevk ettii orduda da bulunmu
ve bu seferde iken 629/1232 tarihinde ehit dümütür. Halifet Gazi 606/1209’da
Amasya’da bir medrese yaptırmıtır. Hekim Bereket’in 622/1225 tarihli bir
vakfiyesi (Yınanç 1982) bulunan bu medresede müderrislik yaptıı tahmin
edilmektedir. Ayrıca Koman’ın dikkat çektii ve Tuhfe-i Mübarizî'nin kapak
kısmında yer alan kayıttan Halifet Gazi’nin babasının adının Tolı, dedesinin ise
Terken ah olduu anlaılmaktadır (Bayram 2004: 110-11). Bunların her
ikisinin de adı Danimend-name’nin kahramanları arasında geçmektedir (Turan
2002: 131). Bu da Halifet Gazi’nin, Amasya emiri Melikü’l-ümerâ Mubârizu’ddevle ve’d-dîn Halifet Alp Gazi olduu ihtimalini artırmaktadır. Ayrıca
Türkmencilik hareketi ile Türk kültürünün himaye edilip desteklendii yer olan
Amasya’da, Türkçe eser yazma geleneinin de balamı olabileceini göz
önünde bulundurmak da gerekir.
Görülüyor ki, eldeki yazılı metinlere göre Anadolu ’da Türkçe eser verme
gelenei XIII. asrın balarında balamıtır. Mustafa Canpolat’ın, Behcetü’l*
*
*
292
292
*
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Hada’ik’ın Anadolu’da muhtemelen XII. asrın sonları ya da XIII. asrın
balarında yazılmı olması gerçee en yakın ihtimaldir görüü de (1989: 165-75)
bunu desteklemektedir. Bu da, bazı kaynaklarda ifade edilen (z 1995:
II/XXVIII), Anadolu’daki ilk Türkçe eserlerin XIII. asrın ortalarına doru
verilmeye balandıı görüünün doru olmadıını göstermektedir.
Türk Edebiyatının lk Temsilcileri
*
Anadolu ’daki Türk edebiyatının, Anadolu Selçuklularının son
dönemlerinde (XIII. Yüzyıl) yaayan ilk temsilcileri, bazı Türkçe iirleri/eserleri
olduu bilinen Evhadüddîn-i Kirmânî, Yûnus Emre , Dehhânî , Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî, Sultan Veled ve Nâsırî ’dir. Aynı döneme ait gösterilen
eyyâd Hamza ve Ahmed Fakîh'in, son yapılan aratırmalar neticesinde XIV.
asırda yaadıı tespit edilmitir. Bugün hâlâ Yûnus Emre ve Dehhânî’nin de
yaadıı dönemle ilgili farklı iddialar ileri sürülmektedir.
*
*
*
*
*
*
*
Evhadüddîn-i Kirmânî
Anadolu ’da en eski Türkçe iir söyleyen âir olan Evhadüddîn-i
Kirmânî’nin ran ’ın Kirman bölgesinde 559/1164’te doduu tahmin
edilmektedir. Türk olduu sanılan Evhadüddîn’in asıl adı Hâmid, lakabı
Evhadüddîn’dir. iirlerinde ‘Evhad’ mahlasını kullanmıtır. Tahsilini Badat’ta
tamamladıktan sonra, önce ‘muîd (asistan)’ daha sonra ‘müderris (profesör)’
olarak Hankâhiye medresesinde çalımaya balamıtır. Ancak tasavvufa
meyleden Kirmânî, medrese ile hankahlar arasındaki eitim farkını görmü ve
Kutbuddîn-i Ebherî’nin halifesi Rukneddîn-i Sucasî’ye (608/1211) intisap
ederek tasavvuf yoluna girmitir. Seyyah bir sufi olarak tanınan ve Evhadiyye
tarikatının kurucusu olan Kirmânî, ran, Azarbaycan Kafkasya, Anadolu, Irak ,
Suriye , Mısır ve Hicaz’ın birçok köy ve kasabalarında bulunmutur. Gittii her
yerde devlet adamı ve sultanlardan hürmet gören Kirmânî, muhtemelen 1204
yılında Anadolu’ya gelmi ve ertesi yıl Konya’da bulunan Muhyiddin ibnü’lArabî ile görümütür. Bu arada Malatya, Sivas ve Konya’ya gittiyse de
genellikle Kayseri’de ikamet etmitir. Fütüvvet tekilatının Anadolu’daki
eyhlerinin lideri olarak halife tarafından gönderilen ve uzun bir süre “eyhu’uyûhi’r-Rûm” unvanını taıyan Kirmânî, Kayseri’de evlenmi ve Fatıma
isminde bir kızı olmutur. Mikâil Bayram’ın tespitlerine göre, Fatıma adındaki
bu kız, Bâcıyân-ı Rûm adındaki kadınlara özgü olan sivil örgütün lideri Fatıma
Hatun’dur. Kirmânî, Riyâzu’l-ârifîn’e göre Badat’ta 635/1238 tarihinde vefat
etmitir (bak. Bayram 1996; Kanar 1999).
Mehmet Kanar, Evhadüddîn-i Kirmânî’nin 2202 tane rubaîsini tespit
etmitir (bak. Kanar 1999). Bunlardan 1153’ü Farsça , 16’sı Arapça , 33’ü ise
Arapça-Farsça mülemmadır. Bu rubaîlerdeki konuların ileniine, mazmunlara,
*
*
*
*
*
*
*
293
293
*
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
kelime seçimlerine ve edebî sanatların kullanımlarına bakıldıında, Kirmanî’nin
ilmî yönü aır basan, akılcı Hayâm ile Fahrüddîn-i Irâkî, Senâ’î ve Mevlânâ gibi
ilâhî coku ve heyecan dolu âirler arasında bocalayan, vazgeçemedii
ahidbazlık dolayısıyla her taraftan gelen baskılara karı koymaya çalıan,
istisnai rubaîler dıında zaman zaman zevksiz ve sıkıcı sanat gösterisi yapmaya
çalıan, taklitten kurtulamamı ve iire kendi damgasını vuramayan bir âir
olduu görülmektedir. Rubaîlerde vahdet-i vücûd, ahidbazlık, kadın, ilahî ak,
eriat, sema, tarikat adabı, kader, ibadet, dünya ve ahiret hayatı, ictimaî durum
ve ilim gibi konular ilenmitir
(Kanar 1999: 21-29). Süleymaniye
Kütüphanesi’nde (Ayasofya, nr. 2910) bulunan bir mecmuanın ba tarafında
Evhadüddin’in bazı nasihatleri, bir mev’izası, biri Halife Müstansır-Billah’a
olmak üzere birkaç mektubu bulunmaktadır (Bayram 2005: 90).
Bugünkü bilgilerimize göre, Anadolu ’da yazıldıı tespit edilen ve elimizde
bulunan Türkçe en eski iir, XIII. asrın sonlarında Gelibolulu Muhyiddîn
tarafından Farsçadan tercüme edilen Tercüme-i Menâkıb-ı eyh Evhadüddin-i
Kirmanî (Mercan 1989) adlı eserde yer alan ve Kirmanî'ye ait olan Farsça Türkçe mülemma gazeldir. Bugün “olısar” redifli olan bu mülemma gazelin
sadece ilk beyti tespit edilmi olup Türkçe menkabede u ekilde geçmektedir:
*
*
*
*
Me-râ ezeddür mescid der-i hammâr olısar
Seccâde neyem lâyık me-râ zünnâr olısar
538
(terc. Meyhane olduu zaman mescit bana zıttır. Zünnâr olduunda ise seccade
bana gerekmez.)
Yine aynı eserde yer alan,
“Hazret-i eyh gûyendelere iâret eyledi, hûb âvâzile Hazret-i eyhün bu
gazeline ser-âgâz eylediler”
ifadelerinden, bu gazelin eyh Evhaduddîn’in müritleri tarafından hep bir
aızdan terennüm edildii de anlaılmaktadır (Bayram 2005: 209).
Muhammed-i Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâ’is Tercümesi’ndeki kaydından
(Alî îr Nevâî 1323: 318; Kartal 2000: 34), Kirmânî’nin iirlerinin XVI. asırda
bile Anadolu ’da mehur olduu anlaılmaktadır.
*
538
Bu beyit smail Hakkı Mercan tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinde yanlı ve
Farsça olarak u ekilde okunmutur (Mercan 1990: 133): Me-râ ezar der mescid der
semâ evlîter / Seccâde nîm lâyık me-râ ez nâr evlîter.
*
294
294
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
*
Bu dönemde Anadolu ’da dinî ve tasavvufî mahiyette eserler kaleme alan
müelliflerin baında hiç üphesiz Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gelmektedir. Asıl
adı tezkire yazarlarının ittifakı ile Muhammed, lakabı Celâleddîn olan, bugün
Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Belh ehrinde 604/1207 tarihinde doan
Mevlâna, uzun bir seyahatten sonra, Konya’ya gelip yerlemi ve uzun müddet
burada oturduktan sonra, aynı ehirde 672/1273’te ölmütür (Mevlânâ’nın hayatı
hakkında geni bilgi için bak. Gölpınarlı 1985a; Furûzanfer 1990; Can 2003).
Necmeddîn-i Kübrâ’nın tarikatına dolayısıyla Horasan tasavvuf mektebine
mensup olan babası Sultânu’l-ulemâ Bahâeddîn-i Veled ile, daha çocuk
yatayken Mool istilası önünden kaçıp Anadolu’ya gelen Mevlânâ, am ve
Halep gibi dönemin önemli kültür merkezlerinde salam bir tahsil görmü, er’î
ilimlerde, özellikle fıkıh alanında ihtisas sahibi olmu, bir taraftan babasından
tasavvuf terbiyesi alırken, dier yandan da ilmî seviyesini yükseltmitir. Onun
bu yetime tarzının, kendi tasavvuf anlayıını olutururken hiç üphesiz büyük
tesiri olmu, Sünnî slâm anlayıına genelde salam bir tarzda sadık kalan bir
tasavvufî sistem gelitirmitir (Ocak 2006b: 433).
Kendinden önceki pek çok mereptaı gibi mistik cezbesini, ilahî akını ve
tasavvufî düüncelerini terennüm için iiri bir araç olarak kullanan (Ocak 2007:
17) Mevlânâ , yazmı olduu eserlerle hem Osmanlı hem de dou zihniyet
dünyasına ve edebiyatına tesir eden önemli bir sufîdir. O’nun tasavvufî
anlayıını ve düüncelerini ortaya koyan Mesnevî-i Me’nevî, Dîvân-ı Kebîr, Fîhi
Mâ Fîh, Rubâiyyât gibi eserleri, Farsça yazılmı olmalarına ramen, sanıldıının
aksine, o devirde sadece yüksek tabakalara mahsus kalmamı, Türkmen
çevrelerine de geni ölçüde nüfuz etmitir. Nitekim Mevlânâ’nın o dönemin bir
baka ünlü sufîsi Hacı Bekta-ı Velî ile yakın iliki içinde olduu bilinmektedir.
Hatta Anadolu ’da Türkçenin müdafiliini yapan XIV. asrın ünlü Türkmen
mutasavvıfı Âık Paa, Garîb-nâme adlı eserinde Mevlânâ’dan çok istifade
etmi ve onu takdirle anmıtır. Mevlânâ’dan açıkça etkilendiini söyleyen ve
ondan büyük bir hayranlıkla söz eden dier bir Türkmen eyhi de Yûnus
Emre ’dir (Ocak 2006b: 433).
Mevlânâ ’nın eserlerinden Mesnevî yahut tam adıyla Mesnevî-i Ma‘nevî
(Mevlana Calâleddîn-i Rumî 1993; Mevlana 1370, 1925-, 1988; Gölpınarlı
1981-), Mevlâna’nın en çok okunan ve hayranlık uyandıran 6 ciltlik eseri olup,
25.634 beyitten olumaktadır. Mesnevî nazım ekliyle yazıldıı için bu adı
almıtır. Bugün de mesnevî denildii zaman akla hemen bu eser gelmektedir.
Mevlana, tasavvufî sırları ve tarikat adap ve erkanını açıklayan bir eser yazmayı
düünmü ve ilk 18 beytini yazmıtır. Daha sonra Hüsameddin Çelebi’nin,
kendisinden Senâ’î’nin Hadîka’sı ya da Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ı vezninde, irfan
sırlarını, tarikat usullerini açıklayan bir eser nazmetmesini tevik ve arzu etmesi
*
*
*
*
*
*
*
*
*
295
295
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
üzerine de Mesnevî-i Ma‘nevî’yi yazmaya balamıtır. Yazmı olduu bu 18
beyitten sonraki kısımlar Mevlânâ’nın her yerde, her vesile ile Hüsameddin
Çelebi’ye yazdırması suretiyle vücuda gelmitir. Birinci cilt 657-660/1259-1263
yılları arasında tamamlanmı, uzunca bir aradan sonra 662/1264 tarihinde ikinci
cilt yazılmaya balanmı ve hiç ara verilmeden bütün eser Mevlana’nın ölümüne
(672/1273 tarihine) yakın bir zamanda tamamlanmıtır (Ate 1968: 113-14;
Furûzanfer 1990: 145-48, 211-12).
Bu hacimli eser, akıcı bir üslûba sahip olmasına karılık, dil nazım teknii
bakımından güçlü deildir. Bundan dolayı da sonraki müstensihler bazı üslûp,
özellikle de vezin aksaklıklarını düzeltmilerdir (Ritter 1997: 57). Hiç üphesiz
bunda dorudan doruya bir edebî kaygıyla kaleme alınmaması etkili olmutur.
Çünkü kendinisini toplumu aydınlatmakla görevli sayan bir öretmen gibi gören
Mevlânâ ’nın asıl derdi, iir söylemek deil, bilakis mesajını topluma
ulatırmaktır. Bundan dolayı da iirin kurallarını zorlamaktan hiç çekinmemitir
(Kırlangıç 2007: 222). Mevlânâ didaktik bir eser olan Mesnevî’de, belirli bir
plana göre hareket etmemitir. Herhangi bir münasebetle bir hikâyeyi anlatırken,
çok kuvvetli olan tedai kabiliyetiyle baka bir hikâyeyi hatırlamı; o hikâye,
kendisini dinî, insanî konulara sürüklemi, derken bir baka hikâyeyi, bir baka
olayı hatırlayıp onu anlatmaya balamıtır. Bu ekilde devam ederken tekrar ilk
hikâyeye dönüp onu bitirmitir (Gölpınarlı 1981-: I/IX). Belki bundan dolayı
Mesnevî, “hikâye içinde hikâye” olarak nitelendirilmitir (Kırlangıç 2007: 221).
Onun bu üslûbu, aynı zamanda eseri okuyanları meraklandırıcı ve sürükleyici bir
etki de oluturmutur.
çerisinde birçok tasavvufî, dinî ve ahlâkî terim ve kavramlara yer verilip
anlamlarının açıklandıı Mesnevî’de anlatılan hikâyelerin birçounun, o devir
Anadolu’sunun sosyal, siyasî ve kültürel hadiseleriyle ilgili olduu da
görülmektedir. Mevlana, bu hikâyeleri çok ustaca seçmi ve görülerini, hem
âirlik dehasıyla anlatmı hem de muhaliflerini hicvetmekten çekinmemitir
(Bayram 2001a: 21-40).
Özellikle Mesnevî, Türk illerinde en çok saygı gören, en fazla okunan ve
en geni ölçüde erh edilen, seçmeler yapılan, anlaılması güç beyitleri için
yorumlar düzenlenen, yorumları kuvvetlendirmek için kendisinden hikâye,
temsil ve beyitler aktarılan, hatta okuyucular tarafından daha iyi ve kolay
anlaılabilmesi için çeitli sözlükler hazırlanan bir eserdir. Nitekim bütün bu
konularda birçok eserin kaleme alındıı görülmektedir (bak. Çelebiolu 1978,
Öztekin 1998, Kartal 1999a: 181-243, Kunt 1996). Ayrıca muhteva olarak
içerisinde barındırdıı fikirlerden dolayı da, Türk edebiyatının olumasında
önemli bir yere sahip olmutur.
Dîvân-ı Kebîr (Mevlana 1345, Mevlana Celâleddin 1992), onun gazel ve bir
kaç da deiik ekildeki iir ve rubaîlerini ihtiva eden bir dier büyük eseridir.
Ancak rubaîleri ekseriyetle ayrı bir eser hâlinde toplanmıtır (Mevlana
Celâleddîn-i Rumî 1312, Gölpınarlı 1964, Gençosman 1988, Can 1990, 1991).
*
*
*
*
296
296
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Mevlânâ , gazellerinin çounun sonunda kendi adını veya mahlasını söyleyecei
yerde, âirlerin usulleri hilafına ems, ems-i Tebrizî isimlerini mahlas olarak
kullandıı için, bu dîvâna Dîvân-ı ems veya Dîvân-ı ems-i Tebrizî adı
verilmitir. Çok geni bir hacme sahip olduundan Dîvân-ı Kebîr de denilen
eser, yukarıda belirttiimiz gibi iirlerde ems ve ems-i Tebrizî mahlasları
kullanıldıından Külliyât-ı ems ve Külliyât-ı ems-i Tebrizî isimleriyle de
bilinmektedir. Mevlânâ iirlerinde mahlas olarak sıkça kullandıı ems ve
ems-i Tebrizî isimlerinin yanında Hâmû kelimesi ile Selahaddîn-i Zerkûb ve
Hüsameddîn Çelebi’nin isimlerini de mahlas olarak kullanmıtır. Ancak bu
mahlasların çounun hitap mahiyetinde olduu dikkatlerden kaçmamaktadır.
Mevlana’nın ems ile olan ilgisinden haberi olmayan kimseler, ems’in Farsça
yazılmı gazelleri olduunu, bu çok deerli beyitleri onun yazdıını
sanmılardır. Halbuki ems âir olarak tanınmamaktadır.
Mevlana’nın çeitli yer ve zamanlarda özellikle sema sırasında duygularını
irticalen dile getirdii iirler, kâtib-i esrâr ismi verilen özel kâtipler tarafından
anında kaydedilmi ve söylendikleri aruz bahirlerine göre tertip edilmilerdir.
Böylece aruz vezninin yirmi bir farklı bahrinde söylenmi ve her bahri, ayrı bir
dîvânçe tekil eden büyük bir dîvân meydana gelmitir. Dîvân’da yer alan iirler,
iir söyleme veya yazma endiesi içinde olmadan söylenmitir. Mevlana, günlük
olaylardan etkilenerek çou kere vecd içinde sema ederken hissettiklerini vezin
ve kâfiye potası içersinde söylemeye balamıtır (Yazıcı 1994: 432). Nitekim
Ritter, Dîvân’ın hakiki evk ve heyecanın en saf ifadesi olmak ve edebî
örneklere uyularak meydana getirilmesinden ziyade, his ve ahsî sergüzetlerin
yansıması oluundan dolayı önemli olduunu ifade etmitir (1993: 56-57).
Cezbe ve coku içinde kendinden geçmi bir âıın dudaklarından dökülen
manzumelerden oluan bir eser olan Dîvân-ı Kebîr, aırlıklı olarak gazel
formunda söylenmi iirlerden meydana gelmektedir. Tasavvufî iir geleneinde
bir zirve olan bu gazeller, aynı zamanda gazel nazım eklinin en güzel
örneklerini oluturmaktadır. Kullanılan imgeler bakımından güçlü iirler içeren
bu eser, özgünlük bakımından da dikkat çekmektedir. Özellikle Mevlânâ bu
gazellerinde, Farsça gazel geleneinin bir takipçisi olarak, klasik iirde
tekrarlanagelen sembol ve imgeleri tekrarlamakla yetinmemi, bu imgeleri daha
zengin çarıımlarla kullanmı, hatta daha gönce kullanılmamı imgeler bulup
söylemitir. Burada dikkati çeken, Mevlânâ’nın bu özgünlüü sergilerken iir
adına özel bir çaba sergilemeyip yaadıı hâli dile getirmekten öte bir ey
yapmamasıdır. te bu kendiliinden olu, onun iirine ayrı bir güç ve çekicilik
kazandırmıtır (Kırlangıç 2007: 222).
Mevlana’nın Dîvân’ındaki iirleriyle Mesnevî arasında üslûp, ifade,
heyecan bakımından hiç mi hiç fark yoktur. Mesnevî’yi didaktik bir eser kabul
edip Mevlana’nın asıl lirik iirlerinin Dîvân’da mevcut olduunu söyleyenler de
vardır. Mesnevî, didaktik bir eser olmakla birlikte, bünyesinde yer yer lirizmin
en kudretli ifadesini taır. Dîvân’daki iirlerin bir çou da didakdiktir, fakat
*
*
*
*
*
297
297
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
Mevlana, inancında o kadar özlüdür ki inandırmak için söyledii sözlerde de
lirizm ve didaktizmi âdeta bünyesinde yourur ve yok eder. Dîvân’daki bir çok
gazellerde Mesnevî hikâyelerini özetleyen Mevlana, Mesnevî’deki bahislerin
birçouna yine Dîvân’da yer vermitir. Dîvân ve Mesnevî, hem uslûp, hem ifade,
hem edâ, hem konu bakımından aslında aynı olup bu iki eser arasında sadece
tarz ve vezin farkı vardır (Gölpınarlı 1992a: I/X).
Arap ve ran Edebiyatı’na hakkıyla vâkıf olan Mevlana’nın Dîvân-ı
Kebîr’inde Farsça ve Arapça gazellerin yanında, Rumca ve Arapça mülemmalar
da mevcuttur. Mülemmaların toplam sayısı 64’tür. Arapça gazelleri ise 91 adettir
(Alp 1997: 5). Ayrıca Mevlana’nın Mesnevî’sinde ve Dîvân’ında yer alan
beyitlerde birçok Türkçe kelimeye rastlanıldıı gibi (M. erefeddin 1934: 111155), Dîvân’da zaman zaman Türkçe ve Türkçe-Farsça karıık beyitler de
bulunmaktadır539 (M. erefeddin 1934: 156-167; Mansurolu 1988). Bu iirlerde
Türkçe, balı baına bir manzume çapına çıkamasa da, beyit seviyesine yükselen
daınık ifadeler hâlinde kendini göstermektedir (Akün 1994 : 393). Bunların
Farsça iirlerle çok az ortak noktalarının olduu görülmektedir. Ekseriyetinin
dünyevî elence ile ilgili olduu izlenimi veren bu Türkçe iirlerde, Mevlana’nın
özel hayatına ait kullanımlar da vardır. Bazen bu iirlerde, Ân yekî Turkî ki âyed
gûyedem “Hey geymü sen?” (Bana her gelen Türk “hey iyi misin?” der)
mısraında olduu gibi Türkçe unsurların alelâde bir ifadenin aktarımıyla sınırlı
olduu da görülmektedir. Bunun yanında neeli bir tarzda akın ve arabın
zevkinden bahseden iirler de vardır. Muhteva olarak dünyevî görülen bu
iirlerde, çeitli deyimlere de yer verilmitir. Rûzî niest hâhem yalguz sinün
katunda / Hem sen çagır içer sen hem men kobuz çalar men (Bir gün senin
yanında yalnız oturmak istiyorum; sen arap içersin ben de kopuz çalarım)
beytinde olduu gibi. Bazı iirlerde ise ya bir “Türk”e hitap edilmekte ya da bir
“Türk”ten bahsedilmektedir. Meselâ Turk-i mâh-çehre (ay yüzlü Türk), Merâ
yârist Turk-i ceng-cûyî (Kavgacı bir Türk dostum vardır), Resîd Turkem
(Türküm geldi) gibi. Mecdut Mansurolu bu iirlerden ikisinin Türkler arasında
dinî ve tasavvufî fikirleri yaymak amacıyla yazıldıını söylemektedir (Johanson
1993: 29-31).
Vasfi Mahir Kocatürk’ün de dikkat çektii gibi, Mevlânâ ’nın mülemma
eklinde söylenmi iirlerinde bulunan bazı mısraları vardır ki, ifade, ruh, ritim
ve duygu yönünden, kendisinden önce bir benzeri görülmedii gibi, ondan sonra
*
*
*
*
*
*
*
*
*
539
M. erefeddin, Mevlânâ ’ya ait olduunu söyledii 17 tane Türkçe ve Türkçe-Farsça
manzume neretmitir (1934: 156-67). Mecdut Mansurolu ise, M. erefeddin’in
Mevlânâ’ya dil, sanat, eda ve konu bakımından uzak düen bazı Türkçe beyitleri de
Mevlânâ’nın olarak tanıttıını ileri sürmü ve bunlardan sadece 10’unun Mevlânâ’nın
olabileceini ileri sürmütür (1988: 208).
*
*
298
298
*
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
da yaklaık bir asır yani Nesîmî’ye kadar benzerlerine rastlanmamaktadır.
Özellikle,
Mâhest nemî-dânem hurîd ruhet yâ ne
Bu ayruluk odına nice cigerüm yane
matlalı mülemmaındaki Türkçe mısralar, kendi eserindeki ran iirinin
yüksek örneklerinden olan dier mısralardan aaı kalmayacak gerçek iir edası
taımaktadır. Bunlardan:
*
*
Mecnûn bigi vâveylî oldum gene dîvâne
Fitnelü elâ gözler çün uyhudan uyane
mısraları, zaman itibariyle olduu gibi ruh itibariyle de, XVI. asırda
Bâkî’nin temsil ettii Türk Klasik iirinin sanki ilk pırıltılarındandır (1970: 101).
Mevlana’nın Türkçe iirlerinden biri u ekildedir (Mansurolu 1988: 21415):
*
*
Eger geydür karında yoksa yavuz
Uzun yolda saña budur kulavuz
Çopanı berk dut kurtlar öküdür
it binden kara kuzum kara kuz
Eger Tat sen eger Rûm sen eger Türk
Zebân-i bî-zebânân-râ biyâmûz540
*
Mevlânâ ’nın Farsça -Türkçe mülemma bir gazelinin bazı beyitleri ise
öyledir (Cengiz 1985: 8-9):
*
*
*
Dânî ki min zi-’âlem yalguz seni sever min
Eger der berem neyâyî ender-gamet öler min
Men yâr-i bâ-vefâyem ber-men cefâ kılur sen
Ger to zi-men ne-porsî min hod seni sorar min
Rûzî nieste hâhem yalguz sinün katunda
Hem min çakır içermin hem min teyi biler min
540
1. Eer, karde, iyi de, kötü de olsa, uzun yolda sana kılavuz budur. 2. Çobanı sıkı tut,
kurtlar çoktur; iit benden kara esmerim, kara esmer. 3. Eer Acemsen, Eer Rumsan
(ve) eer Türksen (de), dilsizlerin dilini ören (Mansurolu 1988: 214-15).
299
299
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET
KARTAL
Mâhî çü ems-i Tebrîz gaybet numûd u goftâ
Ez-men diger ne-porsîd min söyledüm yazar min541
Mevlânâ gerek yaadıı kültürel ortam gerekse içirisinde bulunduu hâlet-i
rûhiye ve vecd gerei eserlerini Farsça söylemitir. Çünkü gönlünde bulunan o
kabına sımaz ak cokunluunu ancak gelimi ve ilenmi bir dil olan Farsça
ile terennüm edebilirdi. Nitekim o Dou Türkçesini biliyordu. Ouz Türkçesini
ise Anadolu ’da örenmiti. Oysa Ouz Türkçesi , ‘edebî dil’ hüviyetini henüz o
dönemde kazanamamıtı. Ancak yukarıda zikrettiimiz gibi, içlerinde bulunduu
ve belli bir noktada muhatabı olan Türk halkına karı da bigane kalmayıp ya
mülemma eklinde ya da beyte yayılmı ekilde Türkçe iirler söylemekten de
kendini alamamıtır. Edebî açıdan önemli olmayan bu iirlerin, Johanson’un da
belirttii gibi, “yerel” bir konuma biçiminin bir yazı dili olarak gelimesine
katkı saladıı da yadsınamaz bir gerçektir (Demir 2007: 307).
Mevlânâ ’nın bu manzum eserlerinin dıında Fîhi Mâ Fih, Mecâlis-i Seb’a
ve Mektûbât isimli Farsça mensur eserleri de bulunmaktadır.
*
*
*
*
*
*
*
*
Sultan Veled
Bu dönemin önemli âirlerinden olan Sultan Veled, Mevlânâ Celâleddîn-i
Rûmî’nin büyük olu olup 623/1226 yılında bugün Karaman olarak bilinen
Larende’de domutur. lk örenimini babasından alan Sultan Veled, erken
yalarda babası ile birlikte dönemin ileri gelen âlimlerinin de bulunduu çeitli
toplantılara katılmı ve katıldıı bu toplantılardan istifade etmitir. Sadık bir
mürit gibi babasına ve ems-i Tebrîzî’ye hizmet etmi; ilk kayboluunda am’a
giderek (1246) ems-i Tebrîzî’yi geri getirmitir. ems-i Tebrîzî’nin ölümünden
sonra (1247) aynı saygıyı babasının halifeleri Selâhaddîn-i Zerkûb’a ve
Hüsameddîn Çelebi’ye de göstermi, babasının ölümü üzerine (1273) onun
yerine geçmesi istenmise de kabul etmemi, bilakis Çelebi’ye tabi olmutur.
Hüsameddin Çelebi ölünce (1284) ısrarlara karı koyamamı, post-niinlii
kabul etmi, ancak gerçek halifenin Kerimüddîn Bektemür olduunu
belirtmekten geri kalmadıı gibi, Bektemür’ün ölümüne kadar da (1291) ona
gereken saygıyı göstermitir. Sultân Veled post-niin olduktan sonra babasının
yolunu örgütlemeye çalımıtır. Mevlevilik onun zamanında örgütlü bir tarikat
*
*
541
1. Bilirsin ki ben (bu) âlemde yalnız seni severim, eer yanıma gelmezsen senin
gamınla ölürüm. 2. Ben vefalı âıım (sen ise) bana cefa ediyorsun. ayet sen beni
(arayıp) sormazsan, ben kendim seni (arayıp) sorarım. 3. Bir gün senin yanında tek
baıma oturmak isterim. Hem ben arap içerim; hem de arkı-türkü bilirim. 4.
Tebrizli ems gibi bir ay kayboldu ve dedi: Beni artık sormayın; ben söyledim, ben
yazarım.
300
300
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
haline gelmi, gerek yapıtları, gerekse dört bir yana gönderdii dervileri ve
halifeleriyle mevleviliin yayılmasını salamıtır. Sultân Veled, 86 yaında
olduu halde 712/1312 tarihinde vefat etmitir.
iirlerinde Anadolu halkını aydınlatmak ve Mevlânâ ’nın görülerini yayıp
açıklamak ile büyüklüünü telkin maksadını güden Sultan Veled, arada Türkçe
iirler söylemise de eserlerinin büyük bir çounluunu Farsça yazmıtır. Türkçe
iirleri Anadolu Türkçesinin eski örneklerinden sayılır. Tasavvuf esaslarını
öretme mahiyetinde olan Türkçe iirlerinde aruz veznini ve daha ziyade
mesnevî nazım eklini kullanmıtır. Sultan Veled’in bu Türkçe iirleri Gibb’in
söyledii gibi Osmanlı Devleti’nin tesis edildii sıralarda Batı Asya Türkçesine
örnek tekil etmesi bakımından ilginçtir. Bu iirlerde kullanılan Türkçe
kelimelerin ekseriyeti bugün unutulmu, bir kısmı muhtemelen Osmanlı
Türkçesinde hiç kullanılmamı, geri kalanı da belki hâlâ bazı aızlarda varlıını
sürdürmektedir. Didaktik mahiyette olup sade ve yumuak bir üslûba sahip olan
bu iirlerde, özellikle amacından dolayı edebî bir zerafet yoktur. Ancak Türk
tarzı ölçüye uygun olup kafiyeler oldukça isabetli oluturulmutur (Gibb 1999:
106).
*
*
*
*
*
*
Sultan Veled’in iirlerindeki Türkçe , Mevlânâ ’nınkiler gibi daınık mısra,
beyit ve mülemmalardan ibaret kalmayıp sayısı 14’ü bulan gazelin baından
sonuna kadar yer alabilecek bir duruma gelmitir. Sultan Veled bununla da
yetinmeyerek btidâ-nâme’sinin 76 beytiyle, Rebâb-nâme’sinin 162 beyitlik bir
bölümünü de Anadolu Türkçesiyle meydana getirmitir. Gerek 10.000 bin
beyitlik btidâ-nâme’sinde gerekse 8.124 beyitlik Rebâb-nâme’sinde Türkçeye
hakim olamadıını bildiren sözlerinde onun aruzlu ifadede nasıl zorlandıı,
bundan dolayı her ikisinde ara yerde yaptıı bu Türkçe çıkılardan sonra
söyleyeceklerini daha rahat anlatabilmek için tekrar Farsçaya döndüü dikkat
çekmektedir (Akün 1994: 393).
*
*
*
Sultan Veled’in özellikle Türkçe gazellerinde, Türk halk edebiyatında
oldukça fazla kullanılan ve yer alan aliterasyonun varlıı dikkat çekmektedir.
âir, bu usülü kullanmakla kendi iirlerini hiç üphesiz Türk halk iirine
yaklatırmı, böylece halkın kendi iirlerini kolayca benimsemelerine zemin
hazırlamıtır. Bu da hiç üphesiz Sultan Veled’in ortaça Anadolu ’sunda mehur
olmasına vesile olmutur (Fomkin 1994: 137-41). Sultan Veled’in Türkçe
iirlerinin esasını, Fomkin’in tespit ettii gibi eski çalardan gelen Türk iir
gelenei ile onun kendi estetik tasavvurları oluturmutur (bak. Fomkin 1994).
*
*
*
Sultan Veled’in söylemi olduu bu Türkçe iirler, daha sonra geleceklerin
bir nevi öncülüünü yapmıtır (Akün 1994: 393). Nitekim aaıdaki beyitlerde
yer alan ve klasik âirlerin ortak kullanımı olan mazmunlar ve kavramlar sanki
bunun delili gibidir:
*
Senün yüzün günedür yoksa aydur
301
301
ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET KARTAL
Cânum aldı gözün daki ne eydür
Temââ çün berü gel kim göresin
Nite gözüm yaı ırmak u çaydur
Ne okdur bu ne ok kim degdi senden
Benüm boyum sünüydi imdi yaydur
Kalarun yâdur gözün oklar atar
Gönglüm ol oklarıçun oldı âmâç
Ol ne kadur ol ne gözdür cân alur
Ol ne boydur ol ne yüzdür ol ne saç
Sultan Veled’in Dîvân’ı ve mesnevîlerinde yer alan Türkçe manzumeleri
(Sultan Veled 1341, Mansurolu 1958) ile Arapça iirleri (Deirmençay 1997)
yayımlanmıtır.
*
*
Sultan Veled’in tamamı Farsça olan eserleri unlardır:
*
Sultân Veled ’in Dîvân (Uzluk 1941)’ı, kaside, gazel, kıt’a, terci-bend,
terkib-bend, musammat ve rubaîlerden olumaktadır. Rubaîler (Uzluk 1941:
559-616, Deirmençey 1996a) ise ayrı bir cüz halinde bulunmaktadır. Dîvân’da,
Farsça 826 gazel, 32 kaside, 9 kıt’a, 10 terci-bend ve terkib-bend, 23 musammat,
454 rubaî yanında Türkçe ve Arapça iirler ile Rumca beyitler de vardır. Bunlar,
62 beyitte 8 Arapça manzume ve 3 rubaînin yanında, Farsça bir gazel içinde 3
beyit, ayrıca bir de Farsça-Arapça mülemma iir; 123 beyitte, 14 Türkçe
manzume ve Farsça-Türkçe 13 beyitlik mülemma bir gazel; 21 Rumca beyit ile
Farsça-Türkçe, Farsça-Arapça ve Farsça-Rumca bir arada mülemma iirlerdir
(Deirmençay 1996: 52).
Dîvân’daki gazellerin çou, Mevlânâ ’nın gazellerine nazire olarak
yazılmıtır. Büyük bir edebî deeri olmayan bu eser, devrinin muhtelif devlet
ricali için yazılmı olan ve çok defa beyitlerinin ilk harflerinin sıralanmasından,
hakkında yazılmı olduu ahsın adı çıkan manzumeleri sebebiyle tarih tetkikleri
bakımından mühimdir (Yazıcı 1997: 30). Övgü ve mersiye mahiyetinde olanlar
müstesna, bütün gazeller tasavvufî ve didaktik bir mahiyettedir. Bu gazellerin ve
rubaîlerin en büyük özellikleri ifadenin hepsinde açık ve sâde oluudur.
Sultân Veled ’in ilk mesnevîsi olan tidâ-nâme (Sultan Veled 1315, 1976),
Mevlânâ ’nın hayatı ve Mevlânâ âıklarının ilk inançlarını gösteren en eski ve
doru kaynak olması bakımından oldukça önemlidir. 1291 tarihinde yazılan
mesnevîde 76 Türkçe , 180 Arapça ve 23 Rumca beyit de bulunmaktadır.
Sultan Veled, mesnevîsinin baında Mevlânâ ’nın, Mesnevî’sinde geçmi
erenlerin kıssalarını zikrettiini, onların kerametlerini ve makamlarını
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
302
302
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
açıkladıını; onların kıssalarını anlatmaktan maksadının kendi kerametlerini ve
makamlarını belirtmek olduunu; kendisiyle dost ve gönülda olan Seyyid
Burhaneddîn Muhakkık-ı Tirmizî, Tebrizli emseddin Muhammed, Konyalı
eyh Selahaddin Feridun, Konyalı Çelebi Hüsameddin’in hâlleri ile kendi
hâllerini, anlattıı hikâyelerle zikrettiini belirttikten sonra, bazı kimselerin
durumun doruluunu anlayacak, söylenen maksadı kavrayacak anlayı ve sezi
kabiliyeti bulunmadıı için Mesnevî’de bildirilen kendisi ve kendisiyle gönülleri
bir olan musahiplerinin ahvalinin okuyanlara ve dinleyenlere malum olsun,
üpheleri ortadan kalksın diye etraflıca anlattıını belirtir (Sultan Veled 1976: 12).
Rebâb-nâme (bak. Deirmençay 1996) 1301’de nesir ve nazım olarak
kaleme almıtır. 8124 beyit olan mesnevîde 162 Türkçe , 36 Arapça ve 22 tane
de Rumca beyit vardır. Sultan Veled, Rebâb-nâme’de, öütlerden, Hakk’ın
sırlarından yani Kur’ân ayetlerinden ve tarikatın gerei olan hususlardan
bahsetmitir. Bu bahisler içerisinde birçok âyet ve hadis iktibaslarında
bulunulmu ve mânâları geni açıklamalarla ifade edilmitir. Türkçe ve Arapça
beyitlerde de aynı hususlar söylenmi olup nispeten Türkçe beyitlerde, Arapça
beyitlere oranla biraz daha fazla konu ilenmi; ayrıca Mevlânâ ’nın övgüsüne de
yer verilmitir.
Sultan Veled’in üçüncü ve son mesnevîsi ntihâ-nâme’dir. Eser, batan sona
Farsça olup dier eserlerinde olduu gibi Türkçe , Arapça ve Rumca beyitler
yoktur (Deirmençay 1996: 54-55). ntihâ-nâme’de, tarikatın gerei olan
eylerle, vaaz ve nasihatlerin anlatılması yanında, Mevlevîlikle ilgili olarak
Mevlânâ ’nın ems’e balanmadan önceki durumu, yaantısı ve dier özellikleri
ile ems’e balanması ve ems’in, daha önce hiç sema yapmamı olan
Mevlânâ’yı semaa balatması; semaın, bütün müritler tarafından yapılması ve
sema ile ilgili birtakım kısa anlatımlar da vardır (Deirmençay 1996a: 24).
Sultan Veled’in Maârif isminde Farsça mensur ve tasavvufî bir eseri dahi
vardır.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Nâsırî
*
Bu dönem âirlerinden olan Nâsırî ’nin de bazı Türkçe iirleriyle
karılamaktayız. Sivaslı olup Sultan Veled dervilerinden Rükneddin el-Urmevî
el-Konevî’nin olu olan Nâsırî, tarikat hakkında manzum bir kitap olmadıını
görmü ve Fütüvvetnâme (Gölpınarlı 1952: 181-203) isimli mesnevîsini
679/1280 tarihinde Farsça olarak yazmıtır. Aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün"
kalıbıyla kaleme alınan ve 882 beyit olan mesnevîsini, Ahi Muhammed’e ithaf
etmitir (Ate 1945: 118). Nâsırî’nin manzum mensur karıık olarak kaleme
aldıı râkât adında bir eseri daha vardır. Burada yer alan bazı hikâyeler
Anadolu ’da geçtii için o dönem Anadolu’suna dair bazı bilgiler vermektedir.
Ayrıca âirin, Mesnevî ve Garîb-nâme’de de geçen “üzüm hikâyesi”ni anlatırken
*
*
*
303
303
*
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
Türkçe iki beyte, baka bir latifesinde ise bir mısraa yer vermesi, onun Farsçanın
yanında Türkçe iirler de söylediini göstermektedir (Köprülü 1943: 446).
Yûnus Emre
*
Yaadıı dönem konusunda farklı görüler olan, XIII. asrın ortaları ile XIV.
asrın balarında yaadıı tahmin edilen, ilk Türkçe Dîvânı tertip eden,
Risâletü’n-Nushiyye adında bir mesnevî kaleme alan Yûnus Emre ’nin Türk
edebiyatında müstesna bir yeri vardır. Türkçeyi çok iyi bir ekilde kullanan
Yunus Emre, Ouz Türkçesine dayalı Anadolu Türkçesinin müstakil bir yazı dili
olarak kuruluunda önemli bir rol oynamıtır (Korkmaz 1995: 363). Halkın
konuma dilini en canlı bir ekilde kullanmı, Türkçenin bir edebiyat ve kültür
dili olmasında son derece önemli hizmette bulunmutur (Timurta 1997: 236).
Yunus’un eserlerinde kullandıı dil sade, canlı bir konuma diline
yaslanmakla birlikte O, halk tarafından anlaılan Arapça ve Farsça kelimeleri
kullanmaktan da çekinmemitir. Bu onun öhretinin geni halk kitlelerine
yayılmasını salamıtır.
Yunus Emre’nin Divan’ında (Tatçı 1990; Timurta 1989) yer alan
gazellerinin konusu, hemen hemen tamamen din ve tasavvuf etrafında
odaklanmaktadır. O, Orta Asya’da Ahmed-i Yesevî ve dervilerinin
hikmetleriyle balayan çıırı, Anadolu ’da devam ettirmitir. Ancak bu devam,
taklidî mahiyette olmamıtır. Çünkü Yunus hikmet geleneini kendi kabiliyetiyle
yourarak en üst düzeye çıkaran ve kendisinden sonra bir Yunus mektebinin
olumasını salayan orijinal bir âirdir (Tatçı 1990: I/71-72). Yunus, Orta Asya
Türk tasavvuf gelenei ile tasavvuf felsefesini birletirmi yani Ahmed-i Yesevî
ile bnü’l-Arabî’nin düüncelerini kendisinde bir araya getirmi bir ahsiyettir
(Yakıt 2002: 17). Bir iirinde,
*
*
*
*
*
*
*
*
Mevlana Hüdâ-vendgâr bize nazar kılalı
Onun görklü nazarı gönlümüz aynası [oldu]
diyerek, Mevlânâ ’nın manevî nazarı altında olduunu belirten Yunus Emre,
bazı yazarlara göre
*
“Mesnevî’yi ve Dîvân-ı Kebîr’i okumu, onlardan bir çok
mazmûnları,kendince tasarruf etmi, Mevlana’nın tesiri altında kalmı, hatta
onun insanî görüünü Türkçede dile getirmi bir âirdir.”
304
304
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Bazılarına göre de
“Daha önce bn Arabî ve Mevlana’da vahdet-i vücûd ve buna balı olarak
dier tasavvufî mefhumlar, en geni ve apaçık ifadesini bulmutu. Fakat
Türkçede ilk defa Yunus bu mefhumları ‘üryan’ kılıyordu.”
Yine onun Türk edebiyatındaki yeri ve tesirleri üzerinde geni bir çalıma
yapan Köprülü’nün ifadesiyle
*
“O, Muhyiddin-i Arabî ve akirtleriyle Celaleddin-i Rumî’nin yaydıı
geni ve serbest telakkîleri tamamıyla kendine maletmi, rûhen mutasavvıf,
büyük ve çok samimî ve sanatkâr bir ahsiyetti” (Kılıç 2007: 79-80).
Yunus Emre’nin,
Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi
Bostan ıssı kakıyup dir ne yirsün kozumı
matlaıyla balayan iiri, dier iirlerinin aksine tamamen sembolik olarak
kaleme alınmıtır. Seyr ü sülûka giren dervilerin karılatıkları güçlüklerin
sembolik olarak anlatıldıı bu iire, bazı mutasavvıflar tarafından erhler
yazılmıtır (Pekolcay vd 1991; Yakıt 2002; Tatcı 2005).
Yunus Emre’nin 707/1307 tarihinde kaleme aldıı Risâletü’N-nushiye
(Tatçı 1990; Günay vd 2004) isimli mesnevîsi, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün"
kalıbıyla yazılan manzum bir girile balar. Kısa bir mensur bölümden sonra,
mefâîlün mefâîlün feûlün vezniyle yazılan mesnevînin asıl bölümleri
gelmektedir. 600 beyitten oluan mesnevînin giri manzumesinde Hz. “Âdem’in
yaratılıı” ve “Anâsır-ı Erbaa (toprak, su, hava, ate)” açıklandıktan sonra,
mensur kısımda akıl, iman ve ilim makamları ele alınmıtır. Daha sonra “ruh ve
akıl”, “kibir ve kanaat”, “buu ve gazap”, “sabır”, “buhl ve haset” ile “gıybet ve
bühtan” konuları sırasıyla erh edilmitir. Risâletü’n-nushiye’de tasavvufî ahlâk,
ya da seyr ü sülûk denilen manevî yolculuk, insanın iç mücadelesi, kendini
bilme ve bulma gayreti, bir toplum düzeninden hareketle daha dorusu Anadolu
Selçuklu Türk askerî tekilatından ve sair sosyal hayatından mehazlar alınarak
anlatılmıtır. Ele alınan mücerret dünya anlayıı, müahhas örneklerle, hikâye
diliyle ve nasihatçi bir anlayıla ilenmitir (Tatçı 1990: III/1-18). Eserin dier
bir özellii de slâmiyetle birlikte Türk ruhunda meydana gelen deiiklii
yansıtmasıdır. Nitekim eserde, dıa dönük, savaçı, maddî kuvvete dayalı alp
tipi'nin yerini; içe dönük, manevî olanın peine giden veli tipi almıtır. Yunus bu
eserinde adeta eski Türk akıncısını atından indirerek elinden kılıcını ve okunu
almı ve onu kendi içinde sefere davet etmitir (Günay vd 2004: 92). Risâletü'nnushiyye, her ne kadar muhteva ve kurgu yönünden baarılı olsa da, nazım
teknii; yani ilenii bakımından zayıf bir eserdir. Eserin türünün ilk
*
*
*
305
305
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
örneklerinden biri olması ve Yunus'un mizacına uymamasından dolayı Yunus,
mesnevîsinde ele aldıı konu itibariyle ön plana çıkmıtır. Nitekim Yunus Emre,
mesnevîsinden ziyade divanındaki gazel ve ilahîleriyle öhret bulmu ve bir
Yunus mektebinin domasına sebep olmutur (Günay vd 2004: 97-98).
Dehhânî
*
Bu dönemde yazmı olduu Türkçe iirlerle dikkati çeken âirlerden biri de
Dehhânî ’dir. Dehhânî’nin hayatı hakkında bilgilerimiz çok sınırlıdır. Bugün için
elimizde bulunan tek kasidesinden bildiimiz, Horasan ’dan Anadolu ’ya geldii
ve sultandan tekrar oraya dönmek istediidir. Dehhânî’yi ilim âlemine tanıtan
M. Fuad Köprülü’nün tespitlerine göre âir, III. Alâaddîn Keykubâd devrinde
(1298-1302) Anadolu’ya gelmi ve bu sultana intisap etmitir. Onun sarayında
bulunan Dehhânî, elence ve iret meclislerine de katılmıtır. Ayrıca bu sultanın
istei üzerine yirmi bin beyitlik Farsça bir eh-nâme kaleme almıtır
(Köprülüzâde Mehmed Fuad 1926a, Köprülü 1986: 271, 337). Köprülü’den
sonra Mecdut Mansurolu (1947: 4-5) ve Vasfi Mahir Kocatürk (1970: 170) de
Dehhânî’nin III. Alâaddîn Keykubâd zamanında yaadıını belirtmilerdir.
Devriyle ilgili bazı hususiyetleri bünyesinde barındıran söz konusu kasidesinde
yer alan bazı telmîhleri, Hikmet laydın farklı ekilde yorumlayarak onun I.
Alâaddîn Keykubâd zamanında (1220-1237) yaamı olabileceini ileri
sürmütür (1974). Çetin Derdiyok da “Tematik Bir Bakı”la deerlendirdii
kasidesinde bu sultanın büyük ihtimalle I. Alâaddîn Keykubad olduu sonucuna
varmıtır (1994). Ömer Faruk Akün ise, bir manzumesindeki ipuçlarından
hareket ederek onun 1361 tarihinde daha hayatta olduu ve Anadolu’dan henüz
ayrılmadıına dikkat çekmitir (1994: 393). Günay Kut ise, Karaman Beyi
Alâaddîn Ali (ö. 1398) zamanında yaadıını belirtmektedir (2004: 354). Ancak
Dehhânî'nin bilinen tek kasidesi, Mecmû’atü'n-nezâ'ir'e göre Ahmedî'nin iirine
(Canpolat 1982: 26-28), Câmi'u'n-nezâ’ir'e göre ise eyyâd Hamza'nın iirine
(vr. 434b) yazılan nazireler arasında gösterilmektedir. Bu da, nazire
derleyicilerinin bu konuda yeterli dikkat göstermediklerini, dolayısıyla
Dehhânî'nin XIV. asırda yaadıına dair sonuçlara ihtiyatla yaklaılması
gerektiini göstermektedir. Dehhânî'nin döneminin bazı hususiyetlerini
bünyesinde barındıran kasidesindeki görüler ve dönemin sultanı hakkında
söyledii düüncüler ise, onun Sultan I. Alâaddîn Keykubâd döneminde
yaadıını düündürmektedir. Çünkü Horasan yöresinden Anadolu'ya olan
sanatkar ve alim akımının, bu sultan döneminde oluan huzur ve istikrardan
dolayı younlatıı bilinmektedir (Kartal 2007b: 473).
*
*
*
*
306
306
*
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
XV. asırda Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü’n-nezâ’ir’i (Canpolat 1982: 2628, 32-33, 42, 54-55, 133-34) ile XVI. asırda Eridirli Hacı Kemâl’in Câmi’u’nnezâ’ir’i gibi önemli nazire mecmualarında iirlerinin bulunması, eyholu
Mustafâ’nın Kenzü’l-küberâ’sında kendisinden bir iir seçilmesi (Yavuz 1991:
144) ve Hatîbolu’nun Hacı Bekta-ı Velî’nin makalelerini tercüme ettii
Bahrü’l-hakâyık isimli eserinde adının bazı ünlü Türk airlerle anılması
(Ertaylan 1960a: 111 [metin]), Dehhânî ’nin hem öhretinin hem de etkisinin
sonraki asırlarda devam ettiini göstermektedir.
Fuad Köprülü, Dehhânî ’yi Anadolu ’da “lâ-dinî klasik iirin balangıcı”
olarak gösterir. Döneminde hemen bütün âirlerin dinî-tasavvufî konulara
yönelmesine karılık Dehhânî’nin iirleri bahar, gül, iret meclisleri gibi dünya
zevklerini; hasret, arzu, heves, içli ikâyetler hâlinde dünyevî akın çeitli
tezahürlerini, hayatın geçiciliini, bundan dolayı içinde bulunulan zamanı
hakkıyla yaamak gerektiini yer yer uh bir eda ile aksettirmitir. Bunda
Horasan 'dan Anadolu'ya gelmeden önce büyük bir ihtimalle yine sarayda
bulunması ve saray kültürünü yakinen bilmesi de etkili olmutur. Çünkü o
dönemlerde Orta Asya corafyasında hüküm süren Türk hanedanlarının gerek
saraylarında gerekse saray etrafında vücut bulan edebiyata bakıldıı zaman,
muhteva yönünden bu tarzda olduu dikkat çekmektedir (Kartal 2007b: 473).
*
*
*
*
*
*
Daha çok maddî hayatı dillendiren ve ekil mükemmeliyetini temsil eden
din dıı klasik iirimizin en baında yer alan Dehhâni’nin iirleri, dil
bakımından, Mevlânâ ve Sultan Veled’inkilere nazaran daha mütekâmildir.
Renkli ve oldukça ilhamlı bir ruha sahip olan âir, iirlerini ekil güzellii ile de
süsleyerek mısralarında üstün bir ahenk oluturmayı baarmıtır. iirleri arasında
XIV. ve XV. asır klasik iir edasını müjdeleyen güzel beyitler bulunmaktadır.
Klasik ran iirinde kalıplaan ve klasik edebiyatımızda da kullanılan temsilî
kelime ve mazmunları Türk iirine ilk girdirenlerden biri olarak dikkat
çekmektedir. Onunla birlikte, Türk edebiyatında muayyen bir estetik anlayıı,
fikir ve sanat malzemesi, telmîh sahaları ve ekil örnekleri olan klasik iir
balamı olmaktadır. Dehhânî , maddî duygulu ve ekilci bir sanatkâr sıfatıyla,
kendisinden sonra gelen XIV. asır âirlerine, özellikle de Ahmedî’ye tabii bir
tekamülle balanmaktadır. XV. asra kadar büyük âirler arasında sayılan
Dehhânî, bilhassa Ahmed Paa’dan sonra, hem iir dilinin hem de zevkin
tekâmüliyle gölge kalmı ve unutulmutur (Kocatürk 1970: 109).
Dehhânî ’nin bugüne kadar ele geçen iirleri bir kaside ile altı gazelden
ibaret olup toplam 79 beyittir. Biri özel kitaplıındaki bir mecmuada, dieri
Eridirli Hacı Kemal’in Câmi’u’n-nezâ’ir adlı nazireler mecmuasında bulunan
iki gazeliyle kasidesinin bazı parçaları ilk defa Fuad Köprülü tarafından
yayımlanmı (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1926a), bunlara daha sonra Ömer bin
Mezîd’in Mecmû’atü’n-nezâ’ir’inde bulunan dört gazel daha ilâve edilmitir
(Köprülüzâde Mehmed Fuad 1928). Mecdut Mansurolu, stanbul Üniversitesi
Kütüphanesi’ndeki bir nazireler mecmuasında yer alan üç gazeli, son
*
*
*
*
*
307
307
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
beyitlerindeki “dehânı” kelimesinin “Dehhânî” mahlasının vezin gerei
deitirilmi ekli olabilecei düüncesiyle Dehhânî’nin iirleri arasına katmıtır
(1942: 101-4). Ancak daha sonra bunun isabetsizlii Köprülü tarafından ortaya
konmasına (1943: 396 [dipnot 1]) ramen, Mecdut Mansurolu bu üç gazeli
Dehhânî’nin dier iirleriyle birlikte ayrıca neretmitir (1947). Bu üç gazelden
birinin Hikmet laydın’ın “tahmin” kayd-ı ihtiyatıyla ifade ettii, M. Fatih
Köksal'ın ise doruluunu teyid ettii gibi XV. asır airlerinden Resmî’ye, dier
ikisinin ise XVI. asır âlim ve airlerinden Kemal Paa-zâde’ye ait olduu tespit
edilmitir (laydın 1978; Köksal 2005). Hoca Dehhânî’ye ait olduu bilinen
bütün iirler bazı filolojik düzeltmeler, bir indeks-sözlük ve orijinal nüshasının
fotokopisiyle birlikte Hikmet laydın tarafından yayımlanmıtır (1978). Günay
Kut, Dehhânî'nin bu yedi iirine bir iir daha ilâve etmitir (Kut 1988).
Dehhânî ’nin, Firdevsî’nin eh-nâme’si biçiminde bir eh-nâme yazması için
Sultan Alâaddîn Keykubâd’dan emir aldıı XIV. asır Anadolu âirlerinden
Yârcânî’nin Karaman Oulları âh-nâmesi’nde kayıtlıdır. Dehhânî, bu emir
üzerine 20.000 beyitlik Farsça bir elçuklu âh-nâme’si yazmıtır. Fakat ne
yazık ki bu eser bugün ortada yoktur.
*
*
*
Beylikler Döneminde iir ve âir
Selçuklu Devleti’nin Mool baskısı ile zayıflaması üzerine, bulundukları
bölgelerde kendi adlarına hüküm sürmeye balayan Türkmen beylerinin,
özellikle Arap ve Acem kültürüne fazla itibar etmemeleri, kavmî geleneklerine
ve kendi bölge aızlarına verdikleri önem, ilim adamlarını, âir ve edipleri,
sanatkârları korumaları, Türk dili ve edebiyatı için verimli bir dönemin
balamasına zemin oluturmutur. Nitekim çou Türkçeden baka bir lisan
bilmeyen beyler, özellikle yazılan manzum veya mensur eserlerin daha çok
Türkçe olmasına özen göstererek, hem kendilerinin ve halkın faydalanmalarını
salamılar hem de Türkçenin edebî dil yolunda önemli adımlar atmasına vesile
olmulardır (Uzunçarılı 1988: 211; Korkmaz 1995: 427). Özellikle bu
dönemde, beylerin tutumları sayesinde, bazı Farsça eserler manzum veya
mensur olarak Türkçeye tercüme edilmi, hatta çeitli konularda telif birçok eser
meydana getirilmitir. Bunda muhatabın ilme yeni balayan ve sadece Türkçe
bilen “mübtedî (: örenci)”lerin olması da etkili olmutur. Ayrıca, bilgiyi
yalnızca örencileri düünmeden daha büyük bir kitleye yani halka ulatırma
düüncesi de, tercüme faaliyetinin baka bir sebebi olarak görülmektedir. Türkçe
konuan halkın düünülerek eserin Türkçe telif ve tercüme edilmesi, müellif ile
mütercimin sahip olduu ‘dil bilinci’ne ve Türkçe konuan halka ‘mensubiyet
duygusu’na iaret eder. Faydanın yaygınlaması dileine istinaden Türkçe eser
telif etmek ya da Türkçeye tercüme etmek, Anadolu Beylikler döneminin en
önemli özelliklerinden birisidir. Özellikle dinî, tarihî ve edebî eserler bütün bir
*
*
*
*
*
*
308
308
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
halkın okuması, anlaması ve faydalanması için telif veya tercüme edilmeye
balanmıtır. I. ve II. Murâd gibi bazı Osmanlı sultanlarının, yakınlarında
bulunan âir, bilgin ve dier sanatkârları Türkçe telif ve tercüme eser vermeye
tevik ettikleri de bilinmektedir. Bu tercüme faaliyetlerinde dil bilincinin de
etkili olduunu belirtmemiz gerekir (bak. Fazlıolu 2003).
Bu dil bilinciyle Beylikler dönemi Türk kültürü üzerinde kurulan Osmanlı
Devleti'nin yükselii ile Türkiye Türkçesi ve kültürü, saray ve ordunun yanı sıra
yüksek memurların da dili olmutur. Böylece Türkçe yazı dili olarak youn bir
ekilde kullanılmaya balanırken Farsça ve Arapçaya olan rabet de o oranda
azalmıtır. Özellikle bu durum Türk dil tarihi açısından oldukça önemlidir. Bu
dönemin önde gelen âirleri ve eserleri unlardır:
Bugünkü bilgilerimize göre, XIV. asrın en eski âiri Gülehrî'dir. XIII. asrın
sonunda ve XIV. asrın baında yaamıtır. 717/1317'de kaleme aldıı Mantıku'ttayr'da geçen bazı beyitlerden, onun Kırehir'de zaviye sahibi, müridi çok ve
bütün ehir halkınca tanınan, evinde her gece sema yapılan, saygıyla eli öpülen
mehur bir eyh olduu örenilmektedir. Mutasavvıf bir âir olan Gülehrî,
nazım tekniine hâkim, dili ve aruz veznini iyi kullanan yüksek derecede bir
sanatkardır (Özkan 1996). Eserlerinden slâmî ilimler ile tasavvufun yanında
mantık, felsefe, riyazet gibi aklı ilimlere de vakıf olduu anlaılan Gülehrı,
birçok seya-hatte bulunarak kendi zamanındaki ve kendinden önceki âirlerin
iirlerini okumutur. Eserlerinden Sa'dî, Attâr, Senâyî, Nizâmî ve özellikle
Mevlânâ 'nın tesirinde kaldıı görülmektedir. Mevlânâ'nın etkisinde kalması,
onun Mevlevî olabileceini akla getirse de, onun Mevlevî olabileceini
dorulayan bir kayda, gerek mevlevî kaynaklarında, gerek silsilenamelerinde,
gerekse kendi eserlerinde rastlanmamaktadır (Kocatürk 1982: 28-32).
Gülehrî'nin Kırehir'deki Ahilik tekilatının eyhi, hatta büyük bir ihtimalle bu
tekilatın kurucusu Ahi Evran’ın halifesi olduu da belirtilmektedir (Merhan
2004: 101).
Gülehrî tarafından Gülen-nâme olarak da isimlendirilen Mantıku't-tayr
(Cunbur 1952; Levend 1957; Merhan 2003; Yavuz 2007), Ferîdüddîn-i Attâr'ın
aynı isimli eseri esas alınarak meydana getirilmi, vahdet-i vücut inancını
ileyen alegorik bir mesnevidir. Eser, Türk diliyle Farsçadan daha güzel bir eser
yazılabileceini ortaya koyma amacıyla kaleme alınmıtır. Attâr'ın eseri gibi
aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılan mesnevinin beyit sayısı
nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında deimektedir. Gülehrî, Attâr'ın
eserindeki esas konuya sadık kalmakla beraber; onun eserinde geçen bazı
manzumeler ile bazı kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii cevapları ve
hikâyeleri çıkararak eserine almamı, Attâr'ın eserinde olmayan bazı hikâyeler
ile kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii cevapları ise eserine eklemitir.
Ayrıca Gülehrî, Attâr'ın eserini Türkçeye aktarırken onda geçen bir çok
hikâyeyi çıkarmı, sadece yedi hikâyeye eserinde yer vermitir. âir, eserinde
geçen hikâyelerden dördünü Mesnevî'den, birini Kelîle ve Dimne, Gülistân ve
*
*
*
*
*
*
309
309
ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET KARTAL
Lema'at‘tan almıtır. Bundan dolayı eserin telifî bir özellie sahip olduu
rahatlıkla söylenebilir. Gülehrî, eserinin çeitli bölümlerinde kendi dönemini
eletirmesi, devrine ait bilimleri sayması, eserinde yer yer tabiat ve bahar
tasvirleri ile iki tane temsile yer vermesiyle Attâr'dan ayrılmıtır. Gülehrî,
eserinde hiçbir yerden almayıp bizzat kendisinin yazdıı Altı Eren/er Hikâyeti
balıını taıyan bir hikâyeye de yer vermitir (Kartal 2004a). Devrine göre,
bilinçli bir ekilde Türkçe sade bir dil kullanan ve zengin bir muhayyileye sahip
olan Gülehrî'nin bu eserinin itinalı ve canlı bir anlatıma sahip olduu da
görülmektedir. Eserde hissedilir bir lirizmin bulunduu, en mücerret ahlâkî
nasihatleri verirken bile, müellifin okuyucuya bedii bir heyecan verdii de
müahede edilmektedir. Felek-nâme (Kocatürk 1982 1984), lhanlı hükümdarı
Gazan Han adına 701/1301 tarihinde Farsça olarak mesnevi nazım eklinde ve
aruzun "fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıtır. Kelâm ilminin en önemli
bahisleri arasında yer alan "mebde" ve "meâd" konusunun ilendii eser, "ulvî"
âlemden "süflî" âleme gelenlerin, gelmeden önceki durumlarını ve süflî âleme
niçin geldiklerini belirtmek için kaleme alınmıtır. Kerâmât-ı Ahi Evran
(Taeschner 1955; Kartal 2009) da, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla
yazılmı, 167 beyitlik Türkçe küçük bir mesnevidir. Ahi Evran'ın fıtrî özellikleri,
göstermi olduu kerametleri ve ahiliin kuralları hakkında bilgi verilmitir.
Yahyâ b. Halîl'in Fütüvvetnâme'si içinde yer alan ve Mantıku't-tayr'dan alınan bazı
beyitleri de ihtiva eden eserin Gülehrî'ye aidiyeti üphelidir (bak. Levend 1957:
12-14; Taeschner 1955; Merhan 2004: 100). Gülehrî'nin, 428/1037 tarihinde
ölen Kudurî'nin el-Muhtasar adlı eserini, manzum olarak Kudûrî Tercümesi adıyla
tercüme ettiini Mantıku't-tayr'daki: "Degme ilme akl yetüren bizüz / Kim Kudûrî nazma
getiren bizüz" beyitten anlıyoruz. Ancak eser, bugüne kadar elimize geçmemitir.
Gülehrî'nin bunlardan baka, kaside, gazel ve beyit eklinde müstakil olarak
kaleme aldıı bazı iirlerine de rastlanmaktadır. Bu manzumelerden ikisi, Kerâmât-ı
Ahi Evran nüshasında (Taeschner 1953), biri Ömer b Mezid'in Mecmû'atü'nnezâ'ir'inde (Canpolat 1982: 139-40), bir dieri TDK Ktp. Nr. A-120'de bulunan
Mantıku't-tayr nüshasında (v. 169a, Levend 1957: 31), üçü Eridirli Hacı Kemâl'in
Cami'u'n-nezâ'ir'inde (Beyazıt Devlet Ktp. Nr. 5782, v. 152b, 164b, 288b), bir beyti
de, eyholu Mustafâ'nın Kenzü'l-küberâ ve Mehekkü'l-ulemâ'sında (Yavuz 1991: 58)
yer almaktadır. Ayrıca Süleymaniye Ktp.nde bulunan bir yazmada da, bir iiri
bulunmaktadır (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4311, vr. 197a). Gülehrî'nin bu
manzum eserlerinin dıında Arûz-ı Gülehrî adında Farsça olarak kaleme alınan 16
varaklık bir risalesi vardır.
Bu asrın dikkat çeken ahsiyetlerinden olan Âık Paa, 670/1272'de
Kırehir'de domutur. Asıl adı Ali, mahlası Âık'tır. Önce Süleymân-ı
Kırehrî'den, daha sonra lyas Paa'nın halifelerinden eyh Osmân'dan ders aldı.
Anadolu Valisi Timurta Paa'nın vezirliini yaptı. Bazı siyasî olaylara karıtıı
için Mısır'a gitti Amasya'ya geri dönerken Kırehir'e geldiinde hastalandı ve
orada 733/1332'de vefat etti. Arapça, Farsça, Ermenice ve branice bilen Âık
*
*
*
*
*
*
*
310
310
*
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Paa, yeni Türk devletinin kuruluunda temel meseleleri öne süren ve fikirler
getiren bir bilgin olarak görülmektedir. Bunu yaparken ie Türkçe ile balamı,
Türkçe için yeni fikirler getirmi ve bir devlet için dilin önemini özellikle
vurgulamıtır. Böylece, geçmite yapılan hatalı davranıı belirterek Türkçeye
dönüte önemli rol oynamıtır. fade ve bilgi olarak Orhon Abideleri, Kutadgu
Bilig, Dede Korkut, Mesnevî ve Yûnus'tan etkilenen Âık Paa, bazı sözleriyle
Süleymân Çelebi'yi yönlendirerek Mevlid'in temelini oluturmutur.
Edebiyatımızda Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ vü Mecnûn gibi ak hikâyelerini ilk defa
kaleme alan Âık Paa, miracname ve mevlid gibi türlerin yazılmasına da öncülük
etmitir. Yine ak içerisinde iledii gül ile bülbülün hususiyetleri, daha sonraki
dönemlerde müstakil olarak ilenmitir. Ayrıca Hz. Hızır'ın hayatını anlatan Âık
Paa'nın menkıbe türü içinde de ilk sırada yer aldıı görülmektedir (Yavuz 2003:
31-32, 2000: 1/1 L1-L1V).
730/1330 yılında yazılan ve 10.592 beyit olan Garîb-nâme (Yavuz 2000),
aruzun "fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün" kalıbıyla nazmedilmi olup on bölümden
meydana gelmektedir. Dinî, tasavvufî ve öretici bir eser olan ve halkı eitme
amacıyla yazılan Garîb-nâme, Anadolu 'da Türk tasavvuf edebiyatının en eski ve
tesirli eserlerinden biridir. Türk edebiyatının benliini koruyarak geliip
yayıldıını gösteren ve tamamen telifî bir mahiyete sahip olan mesnevi, on bâb'a
ve her bâb on destana ayrılmıtır. Birinci bâb'da vahdet (birlik), ikincide vücut
ve ruh, üçüncüde mazi, hal ve istikbal, dördüncüde dört unsur, beincide be
duygu, altıncıda yaratılıın altı günü, yedincide yedi kat gök, sekizincide sekiz
cennet, dokuzuncuda nefes, onuncuda on mevzu anlatılmaktadır. Her bâb'da
bulunan on destanda da, bâb'ın esas konusuyla ilgili deiik hikâyeler
anlatılmakta, bunların baında ve sonunda bazı nasihat ve öütler verilmektedir.
Eserde yaklaık olarak 550 konu üzerinde durulmutur. Tasavvufî bir
ansiklopedi olarak nitelendirilebilecek olan eserde, nasihat üslubu hâkim
olmakla beraber; birçok yerlerinde temsil yoluyla bazı hikâyelere yer verilmitir.
Bu hikâyeler arasında gerçek hayattan alındıı intibaını verenlere de
rastlanmaktadır. Bu yönüyle eser, aynı zamanda önemli bir hayat kitabı
hüviyetine sahip görünmektedir. Çünkü, halk üzerindeki büyük tesiri, dinî ve
tasavvufî bilgilerin yanında, hayat kültürünü de yansıtmasından
kaynaklanmaktadır. XIV. asır Anadolu Türkçesinin hususiyetlerini yansıtan
eserin, uurlu bir ekilde Türkçe olarak yazılması da dikkate deerdir. Nitekim
Âık Paa, bu asır Anadolu'sunun siyasî ve ideolojik birliinin salanmasında,
halkı eitmekte ana dilinin gücüne ve yararına inanmı bir aydın olarak
karımıza çıkmaktadır. Garîb-nâme'de,
*
*
*
*
*
*
Türk diline kimseler bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
nce yolu, ol ulu menzilleri
*
*
311
311
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
diyerek üzülen Âık Paa, yeni Türk nazım dilini uurla ilemee çalımı,
bazen ho ve güzel mısralar kaleme almı ve eserini uurlu olarak Türkçe
yazmıtır. Hatta Arapça ve Farsça tamlamalara sadece gerek duyduunda ve çok
az olarak yer vermitir. Ayrıca, bazı beyitlerde Arapça ve Farsça kelimelere hiç
yer verilmedii gibi, alınanlar da ölçülü olarak alınmıtır. Âık Paa'nın ilmî
ölçülere uygun olarak pek çok kelime türettii de dikkat çekmektedir. sminden
de anlaılacaı gibi, orijinal yani garip eylerin anlatıldıı Garîb-nâme, hem tertip
ekli hem de hendesî yönü itibariyle Türk kültür tarihi içerisinde bir benzeri
olmayan eser konumundadır (Yavuz 2003: 37-38).
Âık Paa, 161 beyitten oluan ve tasavvufî bir mesnevi olan Fakr-nâme
(Jemma 1954; Levend 1988a)'de alçak gönüllülüü, dünya nimetlerini hiçe
sayarak azla yetinmeyi ele almı ve onu Tanrı tarafından türlü renklerle bezenmi
"Fakr" adlı bir ku olarak tasvir etmitir. 39 beyitten oluan Vasf-ı Hâl (Levend
1988a)'de, her ne kadar âirin adı geçmese de, onun Garîb-nâme'nin sonunda yer
alması Âık Paa'ya ait olduu fikrini kuvvetlendirmektedir. âir bu mesnevisinde
"hâl"i, "hâl"in çeitlerini ve nasıl geçirilmesi gerektiini ilemitir. Kemal Yavuz,
Fakr-nâme ve Vasf-ı Hâl adlı mesnevilerin sonradan yazıldıı için Garîb-nâme
destanlarının içerisine girememi kıssalar olduunu kaydetmektedir. Ona göre, her
iki eser de, yapı olarak Garîb-nâme'nin her bir bâb’ındaki on destandan birine
paralellik göstermektedir. Bunların tertip ve anlatımında da tamamen Garîb-nâme
kıssalarının havası vardır. Hatta bazı beyitleri ortak olup tekrarlanmaktadır (2000
1/1 LIX). Âık Paa'nın 59 beyitten oluan Hikâye (Levend 1988b) isimli
mesnevisi, Raif Yelkenci'ye ait bir Garîb-nâme nüshasının sonunda bulunmaktadır.
ddia sahibi olmamayı, mânâ ve hikmete önem vermeyi öütleyen bu mesnevide,
bir Müslüman, bir Hıristiyan ve bir Yahudinin baından geçenler anlatılmaktadır.
Âık Paa'ya ait olduu üpheli görünen Kimyâ Risâlesi'nin (Levend 1988b) bir
nüshası Çorum l Halk Kütüphanesi 2889 numarada kayıtlıdır. Bursalı Mehmed
Tahir, Âık Paa'nın telifatı arasında Risâle fî Beyâni's-semâ adlı bir eser adı
zikrederse de, bu isme baka kaynaklarda rastlanmamaktadır (1333: 1/110). Henüz
ele geçmeyen bu risalenin de, Âık Paa'ya aidiyeti üphelidir.
Garîb-nâme nüshalarının sonunda yer alan Elif-nâme manzumesi, türünün ilk
örneini tekil etmesi bakımından dikkat çekmektedir. âir, bu iirlerin her
birine bir harfle balamı ve her cüzün baında da, o harfle balayan bir
kelimeye yer vermitir. Genel olarak aruz vezniyle yazılan Elif-nâme'nin bazı
cüzleri hece vezniyle kaleme alınmıtır. Bir nüshada dörtlük eklinde yazılan
manzumenin, dier nüshalarda musammat gazel formunda yazıldıı
görülmektedir. Otuz iirden oluan Elif-namenin altı bölümünü Sadettin Nüzhet
Ergun (1936: 129), 29 bölümünü de, Abdülbaki Gölpınarlı (1992: 296-315)
neretmitir. Elif-nâme, son olarak Mustafa Demirel tarafından bir incelemeyle
birlikte tenkitli metin olarak yayımlanmıtır (1994).
Âık Paa'nın Garîb-nâme'de bulunan gazellerinden baka, eski nazire
mecmualarında da bazı iirlerine rastlanmaktadır. Bu iirlerde, balangıca ait
*
*
*
*
*
312
312
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
bazı aksaklıklar görülmektedir. Yûnus Emre 'nin tesiri altında bazen hece
vezniyle, bazen de aruzun heceye yakın kalıpları ile yazdıı gazel-ilahîlere
rastlanmaktadır. Ancak, bunların Yûnus Emre'deki sanat ve lirizmden mahrum
olduu bir gerçektir. Bununla beraber; Türk iir dilinin geliiminde Âık
Paa'nın önemli bir yeri olduu inkar olunamaz bir gerçektir. Önce Abdülbaki
Gölpınarlı, Âık Paa'nın iirlerinin 14 tanesini yayımlamı (1936), sonra S.
Nüzhet Ergun Türk airleri'nde 15 iir daha yayımlamıtır (1936: 1/135-44).
Abdülbaki Gölpınarlı, daha sonra 67 tane olan iirlerinin tamamını neretmitir
(1992: 295-346). Son olarak O. Kemal Tavukçu, Âık Paa'nın eksik olan
Fürkat-nâme isimli mesnevisi ile 2 gazelini (1995), M. Fatih Köksal ise, eksik bir
mesnevisi ile bir gazelini (2005) ilim âlemine tanıtmıtır.
eyyâd Hamza, daha önceleri XIII. asır âirleri arasında zikredilmekteydi
(Köprülüzade Mehmed Fuad 1922, 1337). Ancak son zamanlarda yapılan
aratırmalar neticesinde, 1348 yılında daha hayatta olduu anlaılmıtır (Akar
1987). eyyâd Hamza'nın Anadolu 'da dolaıp halka dinî-tasavvufî iirler
söyleyen ve kendilerine belki de "eyyâd" ismi verilen gezgin derviler
topluluundan olduu sanılmaktadır (Timurta 1990: 196-97). Hem aruz hem de
hece vezniyle yazılmı iirleri vardır (Mansurolu 1942, 1946, 1946-1947; Onan
1949; Buluç 1956a, 1963, 1969; Akar 1987). iirlerini mesnevi, kaside ve gazel
nazım ekillerinin yanında, dörtlükle de yazmıtır, iirlerini dinî-tasavvufî
düünceyle yazan eyyâd Hamza'nın iki tane din dıı gazelinin bulunması, onun
dinî-tasavvufî tarafının yanında, dünyevî boyutunun olduunu da
göstermektedir. âirin Dou Türkçesine yaklaan iirinin olması da, dikkat
çekicidir. Bu iirler, ekil ve eda yönünden Ahmed-i Yesevî ile balayan nazım
geleneinin bir devamı olarak görülmektedir. iirlerinin özellikle ekil, ifade ve
üslup bakımından farklı oluu, bunların bir kısmının eyyad Hamza'ya aidiyetini
kukuya düürtmektedir.
eyyâd Hamza'nın Yûsuf u Zeliha (Dilçin 1946)'sı, aruzun "fâilâtün fâilâtün
fâilün' kalıbıyla nazmettii 1529 beyitlik bir mesnevidir. Eser, konusu itibariyle
klasik tertibe uygun, Kur'ân'daki Yûsuf kıssasına dayanan dinî bir ak
hikayesidir. Eseri yazarken Kur'ân tefsirinden de istifade eden eyyâd Hamza,
konuyu kendi duygu ve düünce dünyası içerisinde gelitirerek anlatmıtır. âir,
dinî bir hüviyet taıyan eserini, meclislerde rahatlıkla okunabilmesi için, sanat
gösterme kaygısından uzak bir ekilde kaleme almı, her türlü edebî sanattan,
benzetmelerden ve edebî tasvirlerden mümkün olduu kadar arındırmı ve sade
bir dil kullanmıtır. Kur'ân'da, Zeliha'nın Yûsuf'a aık oluu, açık bir ekilde
anlatıldıı ve âirin bunu bildii hâlde Zeliha'yı Yûsuf'a rüya görme yoluyla aık
ederek klasik mesnevilerde mutlaka bulunan rüya yoluyla âık olma motifini
tatbik etmeye adeta kendini mecbur hissetmitir. eyyâd Hamza, mesnevisinin
çeitli yerlerine serpitirdii 'nükte" balıklı kısımlarda, çeitli nasihatlerde
bulunmutur (entürk 2002: 49-50). Semih Tezcan, eyyâd Hamza'nın bu
eserini, aslında Ahmed Fakih ile aynı kii olduunu savunduu Sula Fakih'in
*
*
*
*
313
313
ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLKLER DÖNEMNDE R VE ÂRLER
AHMET KARTAL
aynı isimli eserinden büyük ölçüde esinlenerek, zaman zaman da onun
beyitlerini olduu gibi aynen alarak ve üçte bir oranında özetleyerek yazdıını
belirtmektedir. Sula Fakih'in eseri, eyyâd Hamza'nınkine nazaran daha akıcı ve
çok daha rahat söylenmitir (1994: 82-83). Gazneli Devleti'nin en mehur
hükümdarı Gazneli Mahmûd ile bir dervi arasında geçen karılıklı konumayı
konu edinen Dâstân-ı Sultân Mahmûd (Buluç 1969), 79 beyitlik küçük bir mesnevidir. Özellikle ihtiva ettii bazı kısa canlı tasvirî ifadelerle dikkat çeken bu
eserde, dünyanın faniliini vurgulamaya çalıan eyyâd Hamza, kudretli bir
hükümdar olan Gazneli Mahmûd ile yoksul dervii, yani madde ile mânâyı
karılatırarak, nefsine hükmetmesini bilen derviin varlık ve ihtiam içinde olan
sultandan üstünlüünü vurgulamıtır (entürk 2002: 50). XIII. asır
mesnevilerinden biri olarak deerlendirilen Ahvâl-i Kıyâmet (Çelebiolu 1999:
39; Dilçin 1978)’in XIV. asırda yazıldıı anlaılmıtır (Mazıolu 1982: 89; Akar
1987: 9-12). "Maher-name" türünden dinî-didaktik halk tipi bir mesnevi olan
eser, konusunu bir hadisten almaktadır. 344 beyitten oluan ve aruzun "fâilâtün
fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılan eserde, kıyametin nasıl kopacaı, bütün evreni
dolduran varlıklar ve meleklerin nasıl ölecei ve yeniden nasıl dirilecei,
peygamberlerin, be halifenin ve Hz Peygamber'in ümmetine nasıl efaatçi
olacaı ve hangi kavimlerin bölük bölük cennete ve cehenneme gidecekleri sade
bir dil ve üslupla anlatılmıtır.
XIV. asır âirlerinden birisi de, Ahmed Fakîh'tir. Anadolu 'da yazılan ilk
Türkçe eser meselesi üzerinde, ilk defa duran kii olan Fuad Köprülü, yazdıı
bir makaleyle Anadolu Selçukluları döneminde yaayan Ahmed Fakîh isimli
âiri ve onun Türkçe olarak yazdıı Çerh-nâme isimli kasidesini tanıtmıtır
(Köprülüzâde Mehmed Fuad 1926b, 1926c). Köprülü bu makalesinde, Çerhnâme'nin yazarı olan Ahmed Fakîh'in, Menâkıbu'l-ârifîn'de geçen ve 618/1221
yılında vefat ettiinde cenaze namazını Mevlânâ 'nın kıldıı belirtilen zat (Ahmet
Eflâkî 1989: 1/452-53) olduunu ileri sürmütür. Ancak Menâkıbu'l-ârifîn'de
verilen bazı bilgilerden hareketle, onun XIII. asrın ortalarına kadar yaadıına
hükmetmitir. Bu tespitine dayanarak da, Anadolu'da XIII. asrın ilk yarısından
itibaren Türkçe eserler yazıldıını belirtmitir.
Konya'daki Fakîh Ahmed Türbesi'nin alınlıındaki kitabede, "Seyyidü'lmeczûbîn" diye vasıflandırılan Fakîh Ahmed'in, 618/1221 yılında vefat ettii
kayıtlıdır. Ahi Evren eyh Nasîruddîn Mahmûd, Sadruddîn-i Konevî'ye yazdıı
mektuplarının birinde, bu Fakîh Ahmed'den bahsetmitir (Bayram 2004: 108).
XIII. asrın ikinci yarısında kaleme alınan ve Anadolu 'da yazılan ilk
menakıbname olan Menâkıb-ı eyh Evhaduddîn-i Kirmânî adlı eserde, Hak
dostlarından olduu belirtilip hayret makamında bulunduu kaydedilerek, Fakîh
Ahmed’den söz edilmitir (Cokuner 1994 149).
Mikail Bayram, bahsedilen Fakîh Ahmed'in bütün kaynaklarda "meczub" ve
"mecnun' bir dervi olarak geçtiini, böyle "meczub" ve "delimen" bir derviin
düzenli ve mürettep bir eser yazmı olamayacaını savunur. Daha sonra, 651/1253
*
*
*
*
*
*
314
314
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
yılında düzenlenen Celâlüddîn Karatay Medresesi Vakfiyesi'ne imza koyan ve
Konya Sedirler Mahallesindeki eyh-i Aliman adına ina edilen türbe kitabesinde
adı geçen baka bir Fakîh Ahmed'in yaadıını, Eflâkî'nin bu asırda Konya'da
yaayan iki ayrı Fakîh Ahmed’den habersiz olduu için, bu zat hakkındaki bilgileri
618/1221 yılında ölen Hâce Fakîh Ahmed'e izafe ettiini ve bu Fakîh Ahmed'in
651/1253 yılından sonra, Mevlânâ 'dan önce öldüünü ifade eder. Birinci Fakîh
Ahmed'in, Mevlânâ'nın babası Bahâüddîn Veled'in müridi olduunu belirttikten
sonra, Mevlânâ'nın cenazesini kıldıı bildirilen kiinin ikinci Fakîh Ahmed
olduunu kaydeder. Daha sonra, Çerh-nâme ile Kitâbu Evsafı Mesâcidi'-erîfe adlı
eserlerin, bu ikinci Ahmed Fakih'e ait olduunu söyler. Mikail Bayram, bu arada
746/1345 yılında Karaman'da vefat eden bir üçüncü Fakîh Ahmed bulunduunu;
ancak mezkur iki eserin bu zata ait olabileceinin zayıf bir ihtimal olduunu
kaydeder (2004: 108-10). Osman Fikri Sertkaya da, kiilikleri birbirine
karıtırılmı farklı Ahmed Fakîhler hakkında geni bilgi vermitir (1989). Semih
Tezcan ise, XIV. asrın ortalarında çıkan veba salgınından Çerh-nâme'de de
bahsedildii için, eserin en erken 1350 tarihinden sonra yazılmı olabileceini
ifade ederek, Ahmed Fakîh'in XIV. asır âirlerinden olduunu belirtir. Ayrıca bu
dönem mesnevi âirlerinden olan ve Yûsuf u Züleyhâ'yı yazan Sula Fakih veya Süli
Fakîh'in, Muhammed Hanefî Cengi yazarı Dervî Fakîh'in, Çerh-nâme yazarı Ahmed
Fakîh'in aynı kii olabileceini kaydeder. Hatta, dil ve üslup bakımından benzerlik
gösteren ve "fâilâtün fâilâtün fâilün" vezniyle yazılan Cimcime Sultân, Ahvâl-i
Fâtıma, Dâsitân-ı Geyik, Kesik Ba gibi manzum hikâyelerin bir kısmının da, XIV.
asrın ortasında hayatta olan bu âire ait olduunu belirtir (1994).
Ahmed Fakîh'in manzum eserlerinden olan Çerh-nâme (Köprülü 1926c;
Mansurolu 1956; Büyük Türk Klasikleri 1985: 1/264-68), Eridirli Hacı Kemâl'in
Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde (nr. 5782) bulunan Câmi'u'n-nezâ'ir isimli
nazireler mecmuasında (vr. 289a-291 b) yer alan bir kasidedir. Mecmuanın
sonundaki listeye göre, 100 beyit olması gereken iirin son 17 beytinin
bulunduu yaprak koptuu için, bugün 83 beyti elimizdedir. Aruzun "mefâîlün
mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan ve dinî-tasavvufî mahiyette olan iirde,
dünyanın faniliinden, dünya zevklerine kapılmanın yanlılıından bahsedilmi,
ölüm hatırlatılarak bu dünyada ahiret için hazırlanmanın gereklilii
vurgulanmıtır. Halkı eitmek ve bilgilendirmek için yazılan eserin, sanat
teknii ve üslubu bakımından önemi yoktur. Anadolu Türkçesinin ilk
örneklerinden olması sebebiyle, dil bakımından önemlidir. Çerh-nâme'nin, Eski
Anadolu Türkçesinin en eski örnei olduu görüünün yanlı olduunu savunan
Osman F. Sertkaya, onun dil özellikleri itibariyle XIV. asrın ikinci yarısı ile XV.
asrın ilk yarısında yazılmı olması gerektii düüncesindedir (1989: 66-67).
Nitekim Semih Tezcan'ın, XIV. asrın ortalarında çıkan veba salgınından Çerhnâme'de de, “Gözünile nice gördün i uslu / Ki ma'sûmlar kırılmıdur vebâdan"
beytiyle bahsedildii için, eserin en erken 1350 tarihinden sonra yazılmı
olabilecei görüü de, bu düünceyi desteklemektedir (1994: 86-87). Bu da,
*
*
*
315
315
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
Çerh-nâme'nin XIII. asırda yaadıı varsayılan Ahmed Fakîh'e ait olmadıını
göstermektedir.
Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'-erîfe (Mazıolu 1964, 1974), aruzun "mefâîlün
mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılmı olup, 339 beyitten olumaktadır. Mesnevi
nazım ekliyle yazılan eserin içindeki iki parçada gazel, sondaki dört
manzumede ise, gazel-kaside kafiye düzeni kullanılmıtır. lk yapraktan sonra
gelen bazı yaprakların koptuu anlaılan eserin, esasında hacim olarak daha
fazla olduu tahmin edilmektedir. Eserde, bir grup arkadaı ile hacca giden
Ahmed Fakîh'in bu esnada gördüü am, Kudüs, Mekke ve Medine ile oralarda
ziyaret ettii kutsal mekânlar anlatılmaktadır. Osman F. Sertkaya, Çerh-nâme
gibi, bu mesnevinin de, gerek dil özellikleri, gerekse yazarının eserde eriat
kurallarına balı, düzenli yaayıı olan bir kiilik sergilemesi sebebiyle, mezkur
Ahmed Fakîh'ten baka bir Ahmed Fakîh'in olabilecei görüündedir (1989: 67).
Ahmed Fakîh'in bu manzum eserlerinin dıında, stanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Seminer Kitaplıı'nda (nr.
4453) bulunan bir yazma içerisinde (v. 83b-87b) be ayrı manzumesinin
bulunduunu, yine O. F. Sertkaya bildirmektedir. Bunlardan dördü, on bir beyit
fazlasıyla Kitabu Evsâfı Mesâcidi'-erîfe içerisinde yer almakta, yedi beyitlik besinci
manzume ise, bu eserde bulunmamaktadır. Bu durum, bu nüshanın Kitâbu Evsâfı
Mesâcidi'-erîfe'nin eksik bir baka nüshası olduunu düündürtmektedir (1989:
67).
Bu dönemin önemli âirlerinden olan Mes'ûd b. Ahmed'in hayatı hakkında
fazla bilgimiz yoktur. sminin Mes'ûd olduunu, Ferheng-nâme-i Sa'dî isimli
mesnevîsinde belirten âir, babasının adının Ahmed olduunu, yine bizzat
kendisi Süheyl ü Nev-bahâr'ında belirtmektedir. Mes'ûd bin Ahmed'in
örencilerinden olan eyholu, hem Kenzü'l-küberâ ve Mehekkü'l-ulemâ'da hem de
Kabûs-nâme çevirisinde üstadına özel bir deer vererek ondan "Hoca" diye
bahsetmesi, onun ulema sınıfına mensup olduunu gösterir. Kenzü'l-küberâ'da ise,
"üstad" diye söz etmesi, bu görüü desteklemektedir. Hoca Mes'ûd'un nereli
olduu, yahut nerede yaadıı konusunda çeitli görüler ileri sürülmü olup,
onun Germiyan Beylii sınırları içerisinde yaadıı veya doduu düüncesi
rabet görmütür.
Hoca Mes'ûd'un eserlerinde, vezin ve kafiye kusurları bulunmakla birlikte,
klasik nazım tekniini iyi bilen, Klasik edebiyatın estetik anlayıı içerisinde
iirler yazabilen bir âir olduu görülmektedir. O, tercümenin yaratıcı bir sanat
yetenei gerektirdii sırrını kavrayan bir sanatkârdır. Türkçeye tercümeler
yaparken, sadece sözcük ve kavramlar aktarmamı, kendi yaratıcı gücünden
birçok ilavelerde bulunmutur. Nitekim Âık Çelebi'nin Süheyl ü Nev-bahâr için
söyledii, "egerçi Fârisîden mütercem idi ammâ ba'zı ma'nîler bulmıdur" sözleri,
bunu destekler mahiyettedir. Anadilini seven ve ona saygılı olan Hoca Mes'ûd,
Türkçenin o günkü bütün anlatım imkânlarını gücü yettiince kullanmı, bunda
da, üstün bir baarı göstermitir. Okuyucuya karı sorumlu bir sanatçı titizlii
*
*
*
316
316
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
taıdıı anlaılan Hoca Mes'ûd, sadece eserinin beenilmesini, kendisinin takdir
edilmesini düünmemi, eserini okuyanların ondan gereince bedii zevk
almalarını da amaçlamıtır (Dilçin 1991: 17-21).
Süheyl ü Nev-bahâr (Mordtmann 1925; Banguolu 1938; Dilçin 1991; Tezcan
1994), Hoca Mes'ûd'un 751/1350 tarihinde aruzun "feûlün feûlün feûlün feûl"
kalıbıyla nazmettii bir mesnevisi olup, 5703 beyitten olumaktadır. Eser, Türk
edebiyatında beeri ak konusunda yazılmı ilk mesnevi olup, türünün en baarılı
örneklerindendir. Klasik tarzdaki mesnevilerde bulunması gereken bütün bölümleri
ihtiva eden eserin, dı ve iç yapısı salam bir kurulu göstermektedir. Türkçenin
aruza uygulanmasının yarattıı az sayıdaki bazı fonetik bozukluklar ve zorlamalar
dıında, genellikle ilk örneklerde görülen acemilik ve teknik açıdan ilkellik Süheyl ü
Nev-bahâr'da görülmez. Kafiyeler zengin ve ahenklidir. Türlü aliterasyon ve
cinaslarla iç ahenk de salanmıtır. Akıcı ve sade bir dille yazılan eserde, anlatım
söz sanatlarıyla zenginletirilerek kuruluktan uzaklatırılmıtır. Tasvirler canlı ve
durumun bütün yönlerini yansıtabilecek niteliktedir. Eser, bu özellikleriyle XIV.
asır Türk edebiyatında önemli bir yer kazanmıtır (Dilçin 1991: 182-83).
Farsçadan tercüme edilen eserin, ran edebiyatındaki orijinali bugüne kadar
henüz ele geçmemitir. Bundan dolayı Hoca Mes'ûd'un tercüme sırasında aslına ne
ölçüde sadık kaldıı bilinmemektedir. âir, mesnevîsinin uygun gördüü yerlerinde
ahenkteki monotonluu gidermek ve kahramanların psikolojilerini yansıtmak için
on be gazele yer vermitir. Buralarda âirin üslûbunu yakalamak mümkündür.
Hoca Mes'ûd'un bildirdiine göre, eserin ilk bin beytini yeeni zzeddîn Ahmed,
kalan kısmını ise, kendisi kaleme almıtır. Asıl adı Kenzü'l-bedâyi' olan eser, Yemen
padiahının olu Süheyl ile Çin fafurunun kızı Nev-bahâr arasındaki akı
ilemektedir. âir, Süheyl ile birlikte, Kaytas, haydut Sâlûk ve Yahudi tüccarı da
Nev-bahâr'ın aıkları arasında göstererek, eserin asıl temi olan ak konusu üzerinde
ısrarla durarak vakanın akıını bir eksen etrafında younlatırmayı baarmıtır.
Ayrıca romantik bir konuyu isledii eserinde, yer yer dinî ve ahlakî nasihatlere de
yer verdii görülmektedir. Anadolu sahasında kaleme alınmı mesneviler arasında
klasik tertibe göre düzenlenmi ilk eser diyebileceimiz bu mesnevi, aynı zamanda
edebî tasvirler bakımından parlak bir edebiyatın da ilk müjdecisidir. Eser, telif edildii yıllarda Anadolu'da yerlemekte olan Türkler arasında o zamana kadar okunan
dinî-tasavvufî-uhrevî mesnevilerin yanı sıra, dünyevî heyecanları ileyen
mesnevilere de yer verilmek suretiyle, cemiyetin edebî temayülünü aksettirmesi
bakımından da dikkat çekicidir (entürk 2002: 53).
Sa'dî-i îrâzî'nin Bôstân isimli eserinin muhtasar tercümesi olan Ferhengnâme-i Sa'dî (Kilisli Rifat vd 1340-1342). 755/1354 tarihinde aruzun "feûlün
feûlün feûlün feûl" kalıbıyla yazılmı olup, 1073 beyittir. Hacim bakımından
Bostân'ın dörtte biri kadar olan eser, dinî ve ahlakî konularda öütleri ve bunlarla
ilgili hikâyeleri ihtiva eden didaktik bir mesnevidir. Anadolu insanını manen
aydınlatmak, onlara çeitli konularda bilgi ve nasihat verme düüncesinde olan
Hoca Mes'ûd'un geni halk kitlelerine ulamak için, o günkü Türkçenin
*
*
*
*
*
*
317
317
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
imkânlarını kullanarak eserini yazma gayretinde olduu, bunu yaparken de,
oldukça sade ve akıcı bir Türkçe kullandıı görülmektedir. Edebî yönden,
müellifin dier eseri Süheyl ü Nev-bahâr kadar önemli olmasa bile, ran
edebiyatının tanınmı didaktik eseri olan Bostân'ın Türkçeye manzum ilk
tercümesi olması, yazıldıı dönemin dil hususiyetlerini ihtiva etmesi ve müellifin
uurlu bir ekilde Türkçe olarak yazması bakımından önemlidir. Hoca Mes'ûd,
eserini olutururken Sa'dî'den farklı ve müstakil olarak "Sebeb-i Tercüme-sâhten ve
Ta'yîn-i Târîh" bölümünü yazmı ve "Der-Nasîhat-i Mülûk ve Selâtîn" bölümünü ise,
eserine eklemitir. Ayrıca, eserinin asıl bölümünde Sa'dî gibi eserini bölümlere
ayırmamı; Bostân'daki tertibe balı kalarak istedii kısımları seçip tercüme etmi
ve onlara uygun balıklar eklemitir. Bazen Bostân'da bulunmayan beyitler ilâve
etmitir (bak. Kartal 2003ç).
Hoca Mes'ûd'un üçüncü mesnevîsi ise, manzum Kelîle ve Dimne (Adamovic
1994; Tezcan 1996) tercümesidir. âir, gençliinde mensur olarak tercüme ettii
Kelîle ve Dimne'yi, hayatının sonuna doru manzumeletirmitir. Hoca Mes'ûd'un
Aydınolu sa Bey'in teviki üzerine, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla I.
Murâd için kaleme aldıı mesnevi, 4068 beyitten müteekkildir. Ebu'l-me'âlî
Nasrullah'ın 1150 tarihinde Gazne'de yazdıı Farsça eser esas alınarak tercüme
edilen Kelîle ve Dimne'de, Nasrullah'ın eserindeki son yedi bölüme yer
verilmemitir (Tezcan 1995).
Ahmedî, bu dönemde yetien en önemli âirlerden biridir. 735/1334-35
yılında doduu tahmin edilen Ahmedî, bilgisini artırmak için Mısır'a gitmi ve
orada eyh Ekmeleddîn'in örencisi olmutur. Tasavvuf ile dinî ilimlerin yanında
tıp, astronomi, astroloji, geometri, felsefe, tarih, mitoloji, belagat, dilbilgisi gibi
ilimlere de vakıf olan Ahmedî, Mısır'dan tekrar Anadolu 'ya dönünce bir ara
Aydınoulları'ndan Ayas Bey'e intisap etmi, sonra Germiyan Beyi Süleymân
âh'ın hocası ve müaviri olmu, daha sonra ise; Osmanlı hükümdarı Yıldırım
Bâyezîd'in hizmetinde bulunmu, onun malubiyeti üzerine Timur'un yanında
kalmıtır. Sonra ehzade Emîr Süleymân ile Edirne sarayında bulunmu, ardından
Sultân Çelebi Mehmed'e intisap etmi ve seksen yalarında Amasya'da ölmütür.
Döneminde, Eski Anadolu Türkçesiyle eser verenlerin üstatlarından olan
Ahmedî, çeitli konularda kaleme aldıı manzum eserleriyle, hem Anadolu
sahası Türk dilinin gelimesinde hem de klasik Türk edebiyatının kurulmasında
büyük katkıda bulunmu bir âirdir. Türk iirinde, Hoca Dehhânî ile balayan
devrin içtimaî hayatına dikkat etme ve en mühim içtimaî olayları iirde kullanma
temayülü, Ahmedî'de de kendisini göstermektedir (Banarlı 1987: 388-89) Zaten
Ahmedî'nin dikkat çeken yönü, Elvân Çelebi, eyholu, Gülehrî gibi âirlerin
elinde artık belli olmaya balayan Türkçenin aruza uyabilecek kelime ve
deyimlerini, büyük Fars âirleri gibi mânâ ve lafız sanatlarına göre tanzim
etmede, ilk baarılı örnekleri vermesidir (Çavuolu 1982: 37). Ahmedî, aslında
Türkistan ile ran topraklarında Türk asıllı hanedanların, iire ve âire sempati
ile yaklaıp onları desteklemeleri ve Türk asıllı âirlerin söyledikleri Farsça
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
318
318
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
iirlerle gelierek en olgun seviyesine yükselen klasik ran iir mektebini, onun
sanat inceliklerini ve bütün ortak slam medeniyeti kültürünü Türk iirine
kuvvetli bir ekilde intikal ettirmekle birlikte, Türk iirinde kurulan milli bir
söyleyi geleneinin de temelini atan büyük bir âirdir (Banarlı 1987: 388-90).
Ahmedî'nin sanat bakımından en kıymetli eseri olan Türkçe Dîvân'ında
(Akdoan 1979, 1988a) 74 kaside, 2 terci-bend, 6 terkib-bend, 1 mersiye, 1
musammat ve 764 gazel bulunmaktadır. Divanda yer alan kasidelerin aynen
gazel gibi kafiye sırasına göre alfabetik olarak dizilmesi dikkat çekmektedir
(Levend 1988d: 102). Klasik edebiyatın Anadolu sahasındaki belirgin temel
talarından olan bu eserin, en önemli yönlerinden biri, yaklaık bir asır boyunca
âirlerin büyük bir kısmının bu eserde yer alan iirlere nazire yazarak yetimeleri
(entürk 2004: 5), dieri de bugün Osmanlı Edebiyâtı sahasının elde mevcut en
eski divanı olmasıdır (Akün 1994: 400). Nitekim Mecma'u'n-nezâ'ir'de yer alan 23
zemin iirine, yaklaık 134 âir tarafından 249 tane nazire yazılması da,
Ahmedî'nin iirlerinin etkisini göstermektedir (Köksal 2001: 1/153-54).
Ahmedî'nin skender-nâme (Ünver 1974, 1983; Akdoan 1988) adlı eseri, XIV.
asırda yazılan mesnevilerin en önemlilerinden olup, edebiyatımızda bu konudaki
mesnevilerin ilki ve en baarılı örneidir. Ayrıca Anadolu'da, Nizâmî'nin skendernâme'sine yazılan ilk naziredir. Emîr Süleymân'a sunulan eserin beyit sayısı, bazı
nüshalara göre yedi binden az, bazı nüshalara göre ise, sekiz binden fazladır.
Balangıç bölümü, klasik mesnevi anlayıı içersinde düzenlenen eserde, dier
mesnevilerde görülen "sebeb-i te'lîf" bölümü yoktur. Ahmedî, giri bölümünden
sonra gelen dâstân balıkları altında, skender'den önceki olaylardan balayarak,
dou edebiyatlarında ilenen ortak bir konu olan Makedonyalı Büyük skender'in
ölümüne kadar süren savalarını, yolculuklarını ve baka etkinliklerini anlatır.
Ahmedî, bu ortak konuyu ilerken, hem kendisinden önceki manzum skender
hikâyelerinden hem de bunlar dıındaki kaynaklardan yararlanmıtır. Bu etkilenme,
hiçbir zaman çeviri yahut yakın anlatımla aktarma ölçüsünde olmayıp, ancak
olayların genel çizgilerinin benzemesi anlamındadır. Ahmedî'nin bu eseri, vezni,
düzeni, deiik konulara yer verii ve ele aldıı konuların ilenii bakımından ran
edebiyatındaki örneklerinden oldukça farklı ve orijinal bir mesnevidir. Çünkü
Ahmedî, slamî bir ilim ve kültür kitabı mahiyeti verdii eserinde, skender'in
hayatı ve hareketleri etrafında çeitli münasebetler düürerek hemen her konunun
içinde veya sonunda devrinin ilim seviyesine göre türlü bilgiler vermi, dinî, ahlakî
ve hayatî telkinlerde bulunmutur. Eserde, yer yer sanatkarane tasvirler, ak
hikâyeleri ve müstakil iir parçaları bulunmakla beraber, iir ve sanat heyecanından
ziyade, bilgi ve kültür hususiyetleri göze çarpmaktadır (Kocatürk 1970: 131).
Eserin bütün nüshalarında bulunmayan Mevlid ve Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân
bölümleri dikkat çekmektedir. Bunlardan 625 beyitten oluan Mevlid bölümü
(Ünver 1978), bugün için Türk edebiyatının bilinen ilk mevlidi olması bakımından
önemlidir. 334 beyitten oluan Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Â1-i Osmân (Banarlı 1939:
48-135) ise, hem Osmanlı Devleti'nin kuruluuna ait önemli bazı bilgiler ihtiva
*
*
*
*
*
319
319
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
etmesi, hem Türkçe yazılmı ilk Osmanlı tarihi olması hem de manzum Osmanlı
tarihi yazma geleneini balatması bakımından önemlidir.
Emîr Süleymân'ın istei üzerine yazılan ve ilk defa N. S. Banarlı tarafından
ilim alemine tanıtılan (1939: 136-59) Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975) mesnevisi,
806/1403 yılında tamamlanarak I. Mehmed'e sunulmu veya sunulmak üzere
hazırlanmıtır. Aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan eser, 4745
beyitten olumaktadır. Ahmedî, ranlı âir Selmân-ı Sâvecî'nin aynı adlı eserinin
tercümesi olan mesnevisine, birçok eklemeler yaparak ona telif hüviyeti
kazandırmıtır. Özellikle N. Sami Banarlı'nın Körolu hikâyesi ve Dede Korkud
hikâyelerindeki Kanturalı ile Cemîd arasında tespit ettii benzerlik ve
yakınlıklar, eserin deerini artırmıtır (1939: 156-58). Eserde, Çin fafurunun
olu Cemîd ile Rum kayserinin kızı Hurid arasındaki ak anlatılmaktadır.
Tervîhu'l-ervâh (ehsüvarolu 1954) Ahmedî'nin tıpla ilgili olan mesnevisidir.
Tıbbın muhtelif bahislerine, terihe, tehise ve tedaviye dair geni bölümler
ihtiva eden bu eser, Ahmedî'nin tıp alanındaki yetkinliini göstermesi
bakımından dikkat çekicidir. Ahmedî'nin çeitli kaynaklarda adı zikredildii
hâlde; imdiye kadar ele geçmeyen Kasîde-i Sarsarî erhi, Hayretü 'l-ukalâ ve Yûsuf u
Züleyhâ isimli eserleri de vardır.
Ahmedî, Farsça eserler de kaleme almıtır. Bunlardan Mirkatü'l-edeb (Temizel 2002: 203-54) Aydınoulları'ndan sa Bey'in olu Hamza Bey için yazılmı
Arapça -Farsça manzum bir lügattir. Eser, Arapça ve Farsça örenmek isteyenlere gerekli olan kelimelerin yanında tıp, hey'et, matematik, astronomi, fıkıh gibi
konularda da belli balı sözler ile ıstılahları ihtiva etmektedir. 195 beyitten
meydana gelen Mîzânü'l-edeb (Temizel 2002: 255-87), Arapça sarf bilgisi
kurallarını; 170 beyitten oluan Miyârü'l-edeb (Temizel 2002: 288-326) ise,
Arapça nahiv kurallarını anlatan Farsça kasidedir.
XIV. asrın sonu ile XV. asrın baında yaayan Ahmed-i Da'î de, bu dönemin
dikkat çeken âirlerindendir. Döneminde bazı âir ve nasirlerin Türk dilinin
güçlüünden, duygularını ve düüncelerini ifade etmede yetersizliinden ikayet
etmelerine karılık, yüzyılın baında hem nazım hem de nesir alanında Türkçeye
önemli eserler kazandıran Da'î'nin hayatı hakkında bilinenler sınırlıdır. Asıl adı
Ahmed, mahlası Da'î olup adı ve mahlası birlikte anılır. Ahmed-i Da'î hakkında
bilgi veren kaynakların hepsi, onun Germiyanlı olduunu kabul eder.
Eserlerinden, Sultân I. Murâd, Germiyan Beyi II. Ya’kûb, Yıldırım Bâyezîd'in
olu Emîr Süleymân ve Sultân II. Murâd devirlerinde yaadıı anlaılan Ahmed-i
Da'î, bu sultanlar adına eserler de yazmıtır. Ahmed-i Da'î, Türkçeye hakim, vezin,
kafiye ve edebî sanatları kullanmakta maharetli, sehlimümteni denecek kolaylık ve
akıcılıkta kelimeleri nazma sokan, çok hassas ve derin bir iir kabiliyetine sahip
bir âirdir (Ertaylan 1952: 29-63). Yer yer renkli, ritmik ve lirik mısraları görülen
âirin, eserleri derinlikten çok sanat ve zarafetle ön plana çıkarlar. iirleri, klasik
edebiyatın tekâmülüne destek vermi bir âirdir. Çadaı Ahmedî'ye nispetle daha
yumuak ve sempatik olmasına ramen; nazımdaki kudret ve genilik bakımından
*
*
*
*
*
*
320
320
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Ahmedî'yi geçememi, öhret ve kendisinden sonrakilere tesir bakımından da
geride kalmıtır (Özmen 2001: I/XXXV). Fars iirini iyi ekilde kavrayan Dâ'î, bu
iirin ahenk ve söyleyi inceliklerini Türkçeye çevirmede baarı göstermi,
böylece klasik tarz iirin Anadolu 'daki kurucuları arasında önemli bir yer
kazanmıtır (Banarlı 1987: 455-56). Ayrıca edebiyat tarihi içinde Ahmedî ile
eyhî arasında önemli bir köprü olan Dâ'î, yazdıklarıyla da kendi çaının dil ve
üslûp özelliklerini yansıtan önemli bir halka olarak dikkat çekmektedir (sen 2002:
541). Geni kültürü ve her konudaki derin bilgisiyle devrinde saygı uyandırıp
ünlenen Dâ’î’nin deiik konularda on be kadar eseri vardır. Manzum eserleri
unlardır:
Ahmed-i Dâ’î’nin Türkçe Dîvân (Ertaylan 1952: 11-144; Özmen 2001)'ının
bugün bilinen iki nüshası mevcuttur. Bunlardan biri Ahmet Ate'in 1948 yılında,
Burdur Vakıf ve Halkevi Kitaplıı No. 735'te bulduu, Ahmed-i Dâ’î külliyatı
içindeki eksik divandır. smail Hikmet Ertaylan'ın "Mutâyebât" adıyla ayrı bir
eser olarak düündüü iirler (1952: 291-96), ayrı bir eser olmayıp divandan
alınmı iir ve iir parçalarıdır (Kortantamer 1993a). Divanın ikinci ve tam
nüshasını Tunca Kortantamer, Kahire'de Mısır Milli Kütüphanesi Darü'l-kütüb
ve'l-Vesa'ik el-Kavmiyye'de 8658/23 numarada kayıtlı bulmutur (1993).
Ahmed-i Dâ’î’nin 816/1413 tarihinde telif edilmi olan Farsça Dîvân (Ertaylan
1952: 273-88; Ocak 1352)’ı, Çelebi Mehmed'in tahta geçmesi münasebetiyle
Sadrazam Hacı Halil Bey'e ithaf edilmitir. Dîvân'da 10 kaside, 24 gazel ve
tamamlanmamı bazı iirler vardır.
Ahmed-i Dâ’î’nin, Emîr Süleymân'ın elence meclislerinden aldıı ilhamla
nazmettii sanılan ve yer yer tasavvufî fikir ve motiflerle süslü olan didaktikromantik mesnevisi Çeng-nâme (Ertaylan 1952: 155-262; Tekin 1992), gerek
kendi mevzuunda gerekse zamanına kadar telif edilmi örnekler arasında ilk
orijinal mesnevi mahiyetindedir (entürk 2002: 79). 808/1405 tarihinde, Emîr
Süleymân adına aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan eser, 1446
beyitten olumaktadır. Eserin sadece bir parçasının deiik vezinle kaleme
alındıı görülmektedir. Eser, çengin 24 teli ve dou musikisinin 24 makamına
paralel olarak 24 bölüme ayrılmıtır. Çeng-nâme, yer yer saki-nâme özellii
taıyan pitoresk ve romantik bir eser olup, güzel bir efsane ve destan
mahiyetindedir. Hem kullanılan dil hem ifade edi tarzı hem de edadaki canlılık
ve samimiyet yönünden, devrinin en mükemmel eserlerinden biri sayılabilecek
eserde, yer yer güzel Türkçe tabirler ve sade mısraların kullanıldıı
görülmektedir. Güzel bir teknii bulunan eser, bütün vasıflarıyla devrinin en
üstün iirlerinden olup nazım dili bakımından da ileri seviyededir (Kocatürk
1970: 138). Bu eserde çeng bir sembol olarak kullanılmıtır. Burada çeng, insanı
ve özellikle de aıı simgelemektedir. Çeng aslından ayrılmı garip zavallı birisi
olup, geldii yerde yani dünyada tutsak gibidir. Mevlânâ 'nın Mesnevî’sindeki ney
ile Çeng-nâme'deki çeng bu yönden oldukça benzer bir konuma sahip
bulunmaktadırlar (sen 1993a: 9). Câmâsb-nâme (Ertaylan 1952: 73-79, 144-54),
*
*
*
*
*
*
321
321
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
ranlı Nasîreddîn-i Tûsî'nin (ö. 672/1274) gizli ilimlerden bahseden "yıldıznâme" türündeki otuz üç beyitlik aynı adlı mesnevisinin geniletilmi tercümesi
olup tamamen didaktiktir. 73 beyit olan eser, bu günkü bilgilere göre, Câmâsbnâme'nin Türkçeye ilk tercümesidir. Vasiyyet-i Nûirevân-ı Âdil be-Püsere Hürmüz-i
Tâcdâr (Ertaylan 1952: 299-308; Kaplan 1993), tamamen didaktik mahiyette 115
beyitlik bir mesnevi olup aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla
yazılmıtır. Mesnevinin baında yer alan dokuz beyitlik mukaddime ile
hatimedeki bir kısım beytin dıında kalan bölüm Farsçadan tercüme edilmitir.
Adaletiyle mehur Nûirevân'ın olu Hürmüz'e hitaben verdii öütleri aktaran
bu didaktik eser, aynı zamanda bir siyaset-name özelliine de sahiptir. Eser,
çocuk muhatap alınarak yazılan ilk nasihatname kabul edilmektedir. Nitekim
Ahmed-i Dâ’î burada, Hürmüz sembolünden hareketle bütün çocuklara nasihat
vermeyi amaçlamıtır. II. Murâd'ın ehzadelii sırasında yazdıı ve Reîdüddîn
Vatvât'ın Nukûdü'z-zevâhir ve Cuhûdü'l-cevâhir isimli Arapça Farsça sözlüünün
çevirisi olan Ukûdü'l-cevâhir (Ertaylan 1952: 263-72), Arapçadan Farsçaya
manzum bir lügattir.
XIV. asrın ikinci yarısında Anadolu 'da yaayan Kadı Burhâneddîn, kadılık,
vezirlik ve hükümdarlık etmi âlim ve âir bir devlet adamıdır. Harezm'den
gelerek Anadolu'ya yerleen Ouz asıllı bir aileye mensup olan Kadı
Burhâneddîn, annesi öldüü için babası tarafından yetitirilmitir. Kadı
Burhâneddîn, henüz on iki yaında iken sarf, nahiv, lügat, mantık, hesap aruz
gibi ilimleri görmü, siyakat yazısı yazmı, Arapça ve Farsça divanlar
okumutur. Bütün Türk iirinin en lirik âirlerinden, klasik Türk iirinin banilerinden ve beynelmilel öhreti olan Kadı Burhâneddîn, aslında hükümdarlık,
âirlik ve âlimlik gibi üç deerli vasfı hakkıyla temsil etmektedir (Köksal 2001:
1/466). Onu devrinin orijinal bir sanatkârı yapan tarafı, sevgilinin güzellik
unsurlarını dile getirmesi, edebiyatımıza yeni tebih ve mecazlar katması ve
Türk nazmını kendine has bir estetik anlayııyla ilemesidir (Alparslan 1977:
XLIII). Yegane nüshası bugün elimizde bulunan büyük Türkçe divanı (Godsell
1338; Kadı Burhaneddin 1943; Ergin 1980; Seferli 1988; Yontar 1995;
Alparslan 1977), onun mücadelelerle geçen hayatına ramen ince bir ruh ve âir
bir tabiatta bulunduunu gösterir. Kadı Burhâneddîn için iir, her eyden önce
bir sanat, zekasını ve ustalıını gösterebilecei bir sahadır. Onun selefleriyle
kendisi arasındaki en önemli fark, bildii zarafet ve hayal unsurlarıyla iirini
süslemekten zevk almasıdır. Sanatına karı samimi bir sevgiyle balı olan âir
(Gibb 1999: I-II/143-44), XIV. asırda Anadolu'da bir sanat abidesi gibi
yükselmi ve Batı Türkçesinin müterek edebî dili ile güçlü iir örnekleri
vermitir. iirlerinde mahalli unsurlara yer veren âir, Türk dilinin
kıvraklıından ve anlam farklarından ustalıkla yararlanmıtır. htiraslı ruhunun
feveranlarını taıyan iirlerin, tasavvufî ak muvacehesindeki ruhî buhranlarını
aksettirdii görülür. Bu fikir unsurunu, o devrin henüz tam gelimemi dili ile
ifade etmeye çalıtıı için, nazım tekniinde ister istemez bazı eksiklikler
*
*
*
*
*
*
*
*
322
322
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
olumutur. Ancak bu durum onun büyüklüüne hiçbir zaman halel getirmez
(Tarlan 1958). Henüz Kadı Burhâneddîn hayatta iken 796/1393-94 tarihinde
istinsah edilen Kadı Burhâneddîn Dîvânı’nın tek nüshası British Library'de Or.
4126 numarada kayıtlıdır. Divan'da 1319 gazel, 20 rubai ve 118 tuyug olmak
üzere toplam 1457 iir bulunmaktadır. Klasik divan tertibine göre tanzim
edilmeyen divanda, önce gazeller sonra rubailer ve tuyuglar sıralanmıtır.
Gazellerin klasik divan tertibinde olduu gibi elifba sırasına göre tertip
edilmedii de dikkat çekmektedir. M. Fatih Köksal, Kadı Burhaneddin
Divanı'nda bilinen nazım ekillerinin dıında ve farklı olan üç yeni nazım ekli
tespit ederek tanıtmıtır (2001a).
XV. asrın en önemli isimlerinden olan eyhî, Germiyanoulları sınırları
içinde yetimi büyük bir sanatkârdır. smi kaynaklarda bazen Yûsuf, bazen de
Sinan olarak geçen eyhî'nin tabip oluu sebebiyle Hekim Sinan diye anıldıı da
görülmektedir. lk eitimine, o dönemin önemli kültür merkezlerinden biri olan
Kütahya'da balamı, bu arada âir Ahmedî'den de ders almıtır. Tezkirelerin
bildirdiine göre, yine genç yalarında eitimini ilerletmek üzere ran 'a gitmi,
burada tasavvuf, hikmet ve tıp eitimi görmütür. ran dönüü sırasında,
Ankara'ya urayarak Hacı Bayram-ı Velî'ye intisap ederek "eyhî" lakabını
almıtır. Memleketi Germiyan'da bir attar dükkanı açıp tabiplie balayan âir,
önce Germiyan beyi II. Ya’kûb'un hizmetine, daha sonra da Süleymân âh'ın
saltanatı döneminde Germiyan'ın Osmanlılar'a düün hediyesi olarak verilmesi
üzerine, Çelebi Mehmed ile II. Murâd'a intisap etmitir. Çelebi Sultân
Mehmed'in Karaman seferi sırasında (818/1415) Ankara'da rahatsızlanması
üzerine çarılmı, tedavide baarı göstermesi üzerine de, kendisine Tokuzlu
Köyü tımar olarak verilmi ve sultanın hususi tabipliine tayin edilmitir. Bu
yüzden eyhî, Osmanlı kaynaklarında Osmanlı Devleti'nin ilk "re'îsü'l-etibbâ"sı
yani hekimbaısı olarak gösterilir. Sultân II. Murâd'ın 1421'de tahta geçiinden
sonra, onu ziyaret için Edirne'ye gelen eyhî, ömrünün son yıllarını
memleketinde geçirmitir (entürk 1999: 251).
eyhî, Anadolu sahasında klasik edebiyatı ana hatlarıyla ortaya koyan ilk
âirlerdendir. Kendisinden önce gelenler, iirlerinde onun derecesinde güçlü bir
olgunluk sergileyememilerdir. Nitekim Ahmedî dahi onun kadar incelikler
ortaya koyamamıtır. Eskiler bundan dolayı ona, Anadolu âirlerinin öncüsü
anlamında "pîterîn-i u'arâ-yı Rûm" ve "eyhü'-u'arâ" demilerdir. Kemâl-i
Hocendî, Selmân-ı Sâvecî, Hâfız-ı îrâzî gibi büyük âirlerin elinde ince ve akıcı
bir yapı kazanan tasavvuf, bizim klasik edebiyatımıza esas itibariyle eyhî ile
girmitir (Tarlan 1964: 7-8). eyhî'nin iirlerinde kullandıı vezinler de dikkat
çekicidir. Bu devirlerde daha çok basit vezinlere rabet edilirken, o ekseriyetle
karıık vezinleri kullanmıtır. eyhî’nin monotonluktan uzak vezinleri seçmesi,
onun ahenk yönünden de ince bir zevke sahip olduunu göstermektedir. (sen vd
1990: 17-19). eyhî'ye kadar sade ve basit bir dil ve üslup özellii gösteren
Türkçe , Dehhânî , Ahmedî ve Ahmed-i Dâ’î gibi âirler elinde, belli bir üslup
*
*
*
*
323
323
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
özellii kazanmaya balamısa da, hâlâ erken dönemin özelliklerini
yansıtmaktadır. Daha çok folklorik üslup olarak adlandırılacak olan bu üsluptan
bedii üsluba geçiin ilk örneklerine eyhî'de tesadüf edilebilir. Onda eletiri
konusu olan arkaik Türkçe kelimelerin, aruz kusurlarının varlıı, yaadıı çala
izah edilmelidir. Bu görüntüye ramen biraz daha farklı bir vadide eser veren
Nesîmî hariç tutulacak olursa, eyhî, klasik edebiyatı bütün çizgileriyle gösteren
ilk âirdir, denilebilir (sen 2002: 541-42).
eyhî'nin orta hacimli olan Türkçe Dîvân (Tarlan 1942, 1964; sen vd
1990)’ı, Anadolu sahasında gelien klasik edebiyatın temel talarından birini
oluturur. Hüsrev ü îrîn'de yer alan 5 kaside, 1 terci-bend ve 26 gazel de göz
önünde bulundurulduunda, divanda 20 kaside, 2 terkib-bend, 3 terci-bend, 2
müstezat, 200 gazel bulunmaktadır. Bilindii kadarıyla, bu asırda yazılan ilk,
Anadolu'da yazılan ikinci Hüsrev ü îrîn (Timurta 1980) hikayesi eyhî'ye aittir.
eyhî, Hüsrev ü îrîn mevzuunu kendisinden önce ve sonra gelen Türk âirleri
arasında en iyi ileyen âirdir. Birçok müellif bu eseri, Türkçe yazılan Hüsrev ü
îrîn mesnevilerinin en güzeli olarak kabul etmitir. eyhî'ye göre, mesnevi
nazmetmek bir ehir kurmaya benzer, gazel ise birkaç ev ina etmek gibidir.
Dolayısıyla, âirin asıl gücünü ispat edecei eser mesnevidir (entürk 2002: 84).
eyhî'nin iire vukufunu ve âirlikteki kudretini gösterdii Hüsrev ü îrîn
mesnevisi, 1421-1430 yılları arasında Sultân II. Murâd adına yazılmıtır. 6944
beyitlik mesnevide, 775 beyitlik bir giriten sonra, on bir bölümlük ana hikâyeye
yer verilir. Ömrü vefa etmemesi sebebiyle eyhî tarafından bitirilemeyen esere,
yeeni Cemâlî tarafından 109 beyitlik bir zeyl yazılmı ve daha sonra, Rûmî adlı
bir âir tarafından eserin son kısmını oluturan îrûye Vak'ası aynı vezinle tercüme edilmitir. Mesneviye her ne kadar Nizâmî'nin aynı adlı eseri kaynaklık
etse de, eyhî eserinin özellikle giri bölümünü büyük oranda Nizâmî'den farklı
kaleme almı ve kendi sanat kudretini gösterme çabasına girmi, bunda da belirli
ölçüde baarılı olmutur. Buna ramen âir, mesnevisinin asıl bölümünü
oluturan hikâye kısmında, giriten farklı olarak genellikle Nizâmî'nin eserine
balı kalmakla birlikte önemli ölçüde çıkartma ve eklemeler yaparak eserine
telif hüviyeti kazandırmıtır (Kartal 2007). Kendinden öncekilerin ve
çadalarının eserleri arasında dil, üslup, ifade ve tahkiye, tasvirler, hayal ve
duygular bakımından oldukça kuvvetli olan eser, Türk mesnevi edebiyatında bir
merhale tekil etmektedir (Timurta 1980: 148). nce bir sosyal tenkit ve temiz
bir Türkçe örnei olan Har-nâme (Olgun 1949; Timurta 1981), aynı zamanda
hiciv ve mizah edebiyatımızın bir aheseridir. âir, aslında kendi baından geçen
bir hadiseyi tehis yoluyla hayvanlarla temsil ederek en mükemmel tarzda
aksettirmeyi baarmı, bunun için de kuvvetli tasvirler kullanmıtır (entürk
2002: 82). eyhî'nin Sultân II. Murâd'a takdim ettii zannedilen (Mengi 1977:
81) bu hikayesinin konusunu, Arapça bir darb-ı meselle, Herat'ta yetimi Emîr
Hüseynî'nin Zâdü'l-müsâfirîn adlı eserindeki küçük bir eek hikayesinden aldıı
sanılmaktadır (Timurta 1981: 11). Ancak, eyhî'nin bu eserini, Firdevsî-i
*
*
*
*
324
324
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Tûsî'nin eh-nâme'sinde "Ki har od ki hvâhed zi gâvân surû / Be-gâvâre gum kerd gû
ez do sû" (terc. Eek öküzlerden boynuz istemeye gitti; -ahmakça düüncesinden
dolayı- iki yandan kulaını kaybetti) eklinde geçen (Firdevsî-i Tûsî 1363: 7/23,
b. 480) ve Fahrî'nin Hüsrev ü îrîn'inde "Ki varmıdı eek kim bula boynuz / Kulakdan
çıkdı oldı hâli yavuz" tarzında tercüme ettii beyitte (Flemming 1974: 311, b.
1131) bahsedilen eek ile öküz hikâyesinden mülhem yazdıının da göz önünde
bulundurulması gerekir. Çünkü eyhî'nin hem Hüsrev ü îrîn'inin özellikle
Behrâm-ı Çûbîn meselesini eh-nâme'den istifade ederek yazarken eh-nâme'den,
hem de kendisinden önce Anadolu'da yazılan Fahrî'nin eserinden bu beyti
görmesi ihtimal dahilindedir. eyhî 126 beyitten oluan ve aruzun "feilâtün
mefâilün feilün" kalıbıyla yazılan Har-nâme'de, büyük bir mesnevinin, bütün
kısımlarının muayyen ölçülerle küçültülmü bir örneini yansıtması ve
tasvirlerindeki kuvvetlilik nedeniyle bu eserinde oldukça baarı salamıtır.
Ancak, Har-nâme'nin asıl deeri, satirik bir eser olması dolayısıyladır. eyhî, Harnâme'de gösterdii incelik, zarafet ve mükemmel alay edi kabiliyeti ile, Türk
mizah ve hiciv edebiyatında mümtaz bir yer almıtır. Har-nâme, hiciv
edebiyatımızın en parıltılı ve en önde gelen eserlerindendir. lk olması
dolaysıyla, belki de en ileride olanıdır (Timurta 1981: 13-14; entürk vd 2004a:
178-79). Hemen her beyti ince bir nüktenin sehl-i mümteni hâlinde söylenen bu
hikâyenin dier dikkate deer hususiyeti, çok sade bir Türkçe ile söylenmi
olmasıdır. O kadar ki, bu hikâyenin bazı beyitleri tamamıyla öztürkçe beyitlerdir.
Dierlerinde de, ya tamamıyla Türkçelemi kelimeler yahut çok zaruri, yabancı
sözler görülür ki, onlar da beyitlerin umumiyetle Türkçe olan sözleri ve Türkçe
söyleyi üslubu içinde eriyip kaybolmu durumdadır. Bu lisan ve bu ifade
millîliiyle Har-nâme, asrının sade ve tabii Türkçesini en iyi belirten
eserlerdendir (Banarlı 1987: 1/460).
Dönemin dier âirleri
Tasavvuf edebiyatının ünlü kiilerinden olan Eflâkî'nin, Ulu Ârif Çelebi'nin
istei üzerine otuz altı yılda Farsça olarak kaleme aldıı ve özellikle Mevlevîlik
tarihi açısından önemli olan Menâkıbu'l-ârifîn'in dıında, dört Türkçe gazeli vardır.
Bunlardan Mevlânâ , Ulu Ârif Çelebi ve Sultân Veled için yazılan üçü Kilisli
Rifat ve Veled Çelebi tarafından yayımlanan Dîvân-ı Türkî-i Sultân Veled'in
sonunda, birinci ilave eklinde eski imla ile neredilmitir (Sultan Veled 1341:
118-22). Daha sonra, bu iirlere Ulu Ârif Çelebi için yazılan "ol beeler bâesi
gönlümi kıldı esîr / Hükmü revân cânıma kul anunam ol emîr" matlalı gazeli de
ekleyerek F. Nafiz Uzluk tarafından hem eski hem de yeni harflerle
neredilmitir (1988: 288-96). Yûnus Emr e'nin etkisinin hissedildii bu
iirlerden, "y ki hezâr âferîn bu nice sultân olur / Kulu olan kiiler Hüsrev ü Hâkân
olur" matlalı olanı, hem Sâkıb Dede hem de Veled Çelebi tarafından tahmis
edilmitir. Eflâkî'nin, eyhinin vefatı üzerine yazdıı Farsça iki de rubaisi vardır.
*
*
*
*
*
325
325
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
Âık Paa'nın olu Elvân Çelebi devrinde önemli ve mehur bir sûfî
olmasına ramen; âir olarak fazla tanınmamıtır. Elvân Çelebi'nin yedisi
Câmi'u'n-nezâ'ir'de olmak üzere toplam dokuz iiri vardır. Bunlardan ikisi kaside,
yedisi gazel nazım ekliyle yazılmıtır. Kasideleri tevhid, gazelleri ise tasavvufî
mahiyettedir. Bunların bazısında didaktik gaye açıkça sezilirken, bazısı tamamen
aıkane ve rindanedir. Didaktik gayeli olanlarda, akıcılık ve tabiilikten
uzaklaırken, ak hislerini terennüm ettii samimi mısralarında ise iiriyeti
yakalayabilmitir (Köksal 2004). Ancak Elvân Çelebi'nin zamanımıza kadar
ulaan yegane eseri; bir aile tarihi olan hatta bir aile müdafanamesi nitelii
taıyan Menâkıbu'l-kudsiyye fî Menâsıbi’l-ünsıyye (Erünsal vd 1984)’dir. Baba
lyâs sülalesi ve etrafındakilerin gerçek hayat hikâyelerinin, devrin ve ortamın
anlayıına uygun bir tarzda menkıbe unsurlarıyla süslenerek anlatıldıı eser,
aruzun "feilâtün mefâîlün feilün" kalıbıyla, 760/1358-59 tarihinde yazılmı olup
2081+3 beyitten olumaktadır. Telifî bir mahiyete sahip olan mesnevi dil, tarih
ve edebiyat tarihi aratırmaları yönünden oldukça önemlidir.
Bu asırda Tursun Fakîh tarafından yazılan ve dinî-destanî veya gazâvât
türündeki mesnevilerden olup Kıssa-i Mukaffa adıyla da anılan Gazavât-ı
Resulullah (Çetin 2002: 259-92), Hz. Peygamber ile Yemen'de bulunan ve
seksen yaında bir putperest olan Mukaffa arasındaki savaı ihtiva etmektedir.
Yer yer halk tipi mesnevilerdeki efsanevî unsurların da yer aldıı eser, aruzun
"fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılmı olup 422 beyittir. Tursun Fakîh'in
dasitanî ve kısmen dinî olan gazavât türündeki dier bir mesnevisi ise,
Muhammed Hanefî Cengi (Çetin 2002: 221-57)'dir. 460 beyit olan eserde, Hz.
Ali'nin olu Muhammed Hanefî’nin gençlik dönemindeki kahramanlıkları ile
Hz. Ali'nin kahramanlıklarına yer verilmitir. Tursun Fakîh'in bu tarz dier bir
mesnevisi ise, 1111 beyitten oluan Kıssa-ı Ummân (Çetin 2002: 135-220)’dır.
Hz. Peygamber'in hayatı etrafında yazılan mesnevilerden olan Tavus
Mucizesi, zzetolu tarafından kaleme alınmıtır. 60 beyit olan eser, Hz.
Peygamber'in mucizelerini ihtiva etmektedir. Sadreddîn'in 32 beyit olan Mu'cizei Muhammed Mustafâ’sı ile 95 beyitten oluan Dâstân-ı Geyik’i de bu tür
eserlerdendir. Kastamonulu âzî'nin Maktel-i Hüseyn isimli eseri, "maktel"
türünün Türkçede bilinen manzum ilk örneidir. Klasik tertibe uygun olan
mesnevi, 3313 beyit olup, aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılmıtır.
Candaroulları Sultânı Celaleddîn âh Bâyezîd'e sunulduu tahmin edilen eser,
on "meclis"ten olumaktadır. çerisinde yer yer aynı vezinle yazılmı gazeller de
bulunmaktadır. Eserin bir nüshası Üsküdar Selim Aa Kütüphanesi Kemanke
Bölümü nr. 528 de yer almaktadır (Çelebiolu 1999: 56-58).
Bu dönemde Kirderci Ali, yazdıı dinî-destanî mahiyetteki mesnevileriyle
dikkat çekmektedir. Bunlardan 43 beyitlik Dâsitân-ı Hamâme, Hz. Peygamber'in
bir mucizesine, imtihan edilmesine, dolayısıyla onun örnek ahlakına ve ahde
vefaya dairdir. Hz Peygamber'e uzak bir ülkeden gelen müslümanların ikayet
ettikleri ejderha ile Hz. Ali arasındaki savaın anlatıldıı Dâsitân-ı Ejderhâ,
*
326
326
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
"Gazavât-ı Ali" türünden olup 116 beyittir. Yine Hz. Ali'nin cenknamelerinden
olan Kesikba Destanı ise, 150 beyittir (Ocak 1989; Argunah 2002). Hikâye-i
Delletü'l-muhtel de, “Binbir Gece Masalları” türünden olup 364 beyittir (Çelebiolu 1999: 77-80).
Meclislerde okunan dinî-destanî halk tipi eserlerinden olan Dâstân-ı Vefât-ı
brâhim (Koncu 2001), Kırehirli veya Kayserili sa tarafından yazılmı olup 150
beyittir. Hz. Muhammed'in, Hz. Mariye'den m. 630 senesinde domu olan ve bir
yıl sonra haziran ayında vefat eden olu brâhîm için yazılan eserin ana temasını,
vazgeçilmesi çok zor olan çocuk sevgisinden Hz. Peygamber'in nasıl vazgeçip
ümmetinin sevgisini bütün dünyevî sevgilerin üstünde tutması oluturmaktadır.
Hayatı hakkında hiçbir bilgi bulunmayan slamî'nin mesnevisi (Yüksel vd
1996), bu asırda yazılan dinî-tasavvufî eserlerdendir. Adı zikredilmeyen
mesnevi, 3574 beyit olup aruzun "fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbıyla yazılmıtır.
Eserde, slamiyet ile ilgili konular nazma çekilerek halka dinî bilgileri öretmek
ve onlara bazı nasihatler vermek amaçlanmıtır. Eser, yaratılı, melekler, kabir
azabı, kıyamet, Hz. Muhammed, Burak, cennet, cehennem, mizan, namaz
kılmayanlar, münafıklar, Ashab-ı Kehf, yer ile gök arasındaki nefis mücadelesi
gibi konuları ihtiva etmektedir.
Bu asrın mesnevi âirlerinden olan Fahrî'nin hayatına ait gerek kendi
eserinde, gerekse eski kaynaklarda derli toplu bir bilgiye rastlanmamaktadır.
Hayatı hakkında bilinenler, sadece Hüsrev ü îrîn isimli mesnevisinin bazı
yerlerinde kayıtlı bilgilere dayanmaktadır. Buna göre, asıl ismi Fahruddîn
Ya’kûb b. Muhammed olan Fahrî, Aydınoulları Beylii'nde yetimi ve
Aydınoulları sarayına intisap etmitir. Eserini yazdıında elli yaın üzerinde
olan Fahrî'nin üç olunun kendisinden önce öldüü bilinmektedir. Fahrî'nin
Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974) isimli mesnevisi, bugünkü bilgilerimize göre
Anadolu 'da yazılan ilk Hüsrev ü îrîn'dir. Aydınolu sa Bey adına 768/1367
tarihinde aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan eser, 4683 beyittir.
Fahrî, eserinde hikâyenin asıl konusunu Nizâmî'nin Hüsrev ü îrîn ve
Firdevsî'nin eh-nâme mesnevilerinden yararlanarak oluturmutur. Eserdeki
beyitlerin yaklaık 1575 beyti eh-nâme'den, kalanı da Nizâmî'den tercüme
edilmitir. Fahrî, eh-nâme'den özellikle Hüsrev-i Pervîz'in hayatına ait bölümleri
almı ve böylece eserine tarihî, hatta destanî diyebileceimiz bir mahiyet
kazandırmıtır.
Fahrî'nin, eserini olutururken Nizâmî ve Firdevsî'de geçen pek çok beyti
tercüme ettii görülmektedir. Yapılan bu tercümeler, bazen kelime kelime,
bazen mealen bazen de yorum eklindedir. Bazen Fahrî'nin Nizâmî ve
Firdevsî'nin bir beytini 2-3 beyit, 3-4 beytini de; 1 beyit olarak tercüme ettii
görülmektedir, Fahrî, Nizâmî'de geçen bazı âdetleri çıkarmı, ran kültürüne ait
unsurlar yerine Türk kültürüne ait bazı unsurları kullanmıtır. Türk dilinin
bayaı ve hakir görüldüü ve hemen hemen bütün âirlerin Türk diliyle yazmak
zorunda kaldıı için özür diledikleri bir devirde, Fahrî'nin “eker gibi bu Türkî
*
*
*
327
327
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
dilce düzdük / Senünçün kıssa-i Pervîz ü îrîn” diyerek eserini uurlu olarak Türkçe
yazması da dikkat çekicidir. Bu eserin en önemli yanı, Fahrî'nin özellikle
tercüme yaparken hemen bütün Arapça ve Farsç a kelimeleri Türkçeleri ile
tercüme etmesidir. Bundan dolayı bu eser, Beylikler dönemi Türkçesini
bünyesinde barındıran önemli bir hazine konumundadır. Eser, Türk
edebiyatındaki ilk Hüsrev ü îrîn tercümesi olmasıyla da önemlidir (bak. Kartal
2000a).
Bu asrın dikkat çeken mesnevi âirlerinden biri de, eyholu Mustafâ'dır.
Germiyan Beylii sahasında yetimi âirlerden olan eyholu, 1340-1410
tarihleri arasında Germiyan Beyi Süleymân âh'ın niancılık ve defterdarlıını
yapmıtır. Germiyan beyinin ölümü üzerine, Yıldırım Bâyezîd'e intisap etmitir.
1340 yılında doduu sanılıyorsa da, ölüm tarihi belli deildir. eyholu Mustafâ
tarafından Germiyanolu Süleymân âh adına yazılmaya balanan Hurîd-nâme
veya Hurîd ü Ferahâd (Ayan 1979) adıyla anılan eseri, Süleymân âh'ın ölümü
üzerine 789/1387'de tamamlanarak Yıldırım Bâyezîd'e takdim edilmi ve sultan
tarafından beenilmitir. Aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla yazılan ve
7903 beyitten oluan eser, ran ahı Siyavu'un kızı Hurîd ile Marib ehzadesi
Ferahâd arasındaki akı konu edinmektedir. âir, mesnevisinin içerisine yer yer
kahramanların azından 23 gazel ile 1 tercibend eklemitir. âir, bu eserini
Anadolu insanının Türkçe konumasından dolayı Türkçe olarak yazmıtır. Eser
dil, hikayecilik sanatı ve nazım teknii bakımından oldukça baarılıdır.
Bu asrın mesnevi nazmeden sanatkârları arasında yer alan Mehmed'in, hayatı
hakkında kaynaklarda hiçbir bilgi yoktur. XIV. asrın ikinci yarısı ile XV. asrın
balarında yaadıı tahmin edilmektedir. Eserinin giri kısmında hacca ve Mısır'a
gittiini, Mısır dönüünde eserini Emîr Süleymân'a takdim ettiini belirtmektedir.
Mehmed'in Ik-nâme veya Tuhfe-nâme (Yüksel 1965) isimli mesnevisi, Süheyl ü Nevbahâr gibi ran edebiyatında orijinali bulunmayan eserlerdendir. âir, Mısır'da iken
kendi ifadesiyle "olga-bolga" diye sembolize ettii bir kitap satın almıtır. Daha
sonra, bu eseri yeterli görmeyerek yeni batan ve daha edebî olarak Anadolu
Türkçesine aktarmıtır. Mısır'da aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" kalıbıyla
yazılmaya balanan eser, 800/1398 tarihinde tamamlanarak I. Bâyezîd'in olu
Emîr Süleymân'a takdim edilmitir. 8702 beyitten oluan mesnevinin konusu, bir
ak hikâyesine dayanmaktadır. âir, bu ak konusunu ilerken, sevgililer
arasındaki hissî baları, onların ruh hallerini, davranılarını kendisinden
öncekilerin aynı tarzdaki eserlerinden farklı olarak ayrıntılara inip bütün
incelikleriyle vermeye çalımıtır. Bu mesnevide ele alınan ak, gayesi vuslat olan
beerî ve maddî bir aktır. Mehmed, mesnevisinde yer yer dört deiik vezinle
yazılmı otuz tane gazele de yer vermitir. Dönemin dier mesnevilerinde olduu
gibi, bu eserde de âir tarafından didaktik mahiyette bazı konulara deinilmitir.
Bu asrın bir baka mesnevi âiri ise, Tutmacı yahut Tutmacî'dir. Eski
kaynakların hiçbirinde, gerek kendi gerekse eserinin ismi geçmediinden, hayatı
hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bilinen ismin âirin kendi adı mı yoksa mahlası mı
*
*
*
*
*
*
*
*
*
328
328
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
olduu da belli deildir. 'Tutmaç' kelimesi, Türkçe bir çeit yemek adı olarak
Mevlânâ 'nın eserlerinde, Dîvânu Lugati't-Türk ve bazı sözlüklerde görülmektedir.
Erzurum'a balı Oltu ilçesinde 'Tutmaç' adında bir köy vardır. Ayrıca Erivan
yakınlarında Zengibasar çayı yanında, sulanmadan yetien tatlı ve güzel bir kavun
türüne de 'tutma' denilmektedir. Yazarın, o bölgelerde bu cins kavun yetitiren bir
adam olarak 'Tutmacı' mahlasını almı olabilecei de akla gelen bir dier
ihtimaldir.
Tutmacı'nın Gül ü Hüsrev'i (Yolda 1998), Ferîdüddîn-i Attâr'ın aynı adlı yahut
Hüsrev-nâme diye bilinen 7708 beyitlik mesnevisinin 5370 beyitle Türkçeye
muhtasar tercümesidir. 808/1406 tarihinde, aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün"
kalıbıyla kaleme alınan eserde, Anadolu Türkçesinin Azerî ve Çaatay
Türkçelerinin de izlerine rastlanılmaktadır. Rum Kayseri'nin olu Hürmüz ile
Hozistan Emirinin kızı Gülruh arasındaki serüvenin anlatıldıı eserde, yer yer
didaktik mahiyette beyitlere de yer verilmitir. Attâr'ın eserinden yaklaık 3000
beyit daha kısa olmasına ramen, Gül ü Hüsrev'in konusunda herhangi bir deiiklik
yapılmamı; vak'a kuruluu, ahıs kadrosu, zaman, mekan gibi tahkiye unsurları
aynen muhafaza edilmitir. Attâr’ın eseri, “mefâîlün mefâîlün feûlün” vezninde ve
sadece mesnevi nazım ekliyle yazıldıı hâlde, Tutmacı çevirisine bu vezinden
baka, üç ayrı vezinde 9 gazel ve 1 terci-bend ilave etmitir. Buna karılık,
Attâr’ın eserinin baındaki tevhid, münacat, naat ve medhiyelerden oluan giri
bölümünü ise, kısaltmıtır. Anlatıldıı dönemin toplum yaantısı, mahallî
unsurları, inanç ve ahlâkî normları, örf, âdet ve gelenekleri, esere oldukça renkli
bir ekilde yansıtılmıtır. Kalabalık ordularla yapılan savalar, çeit çeit
yemeklerden oluan ziyafet sofraları, deiik musiki makamları ve çalgı aletleri ile
renklenen iret meclisleri ile hikâye, zengin bir dekora sahip olmutur. Ak
sahnelerinde, kahramanların azından söylenen iirlerde duygusal ve lirik bir
anlatım görülmektedir. ahıs ve mekân tasvirlerinde, klasik iirin mazmun ve
mecazlarına yer verilirken, macera bölümlerinde ve ahısların karılıklı
konumalrında üslubun iyice sadeleip kurulatıı görülmektedir. âir, bu
bölümleri sıkıcılıktan kurtarmak için, heyecanlı olaylar ortaya koyarak
okuyucunun merakını toplamaya çalımıtır. Ayrıca, yapmı olduu tekrir, tarsi ve
cinas sanatları ve ikilemelerle dı ahengi salama yoluna da gitmitir. Tutmacı,
eserini olutururken, Attâr’ın eserini olduu gibi tercüme etmeyip, ona telifî bir
mahiyet kazandırmıtır. Gül ü Hüsrev’in bilinen tek nüshası Agâh Sırrı Levend’in
Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu nüsha ile stanbul Üniversitesi Kütüphanesi
TY 9862 numarada kayıtlı nüshanın aynı nüsha olduunu tespit eden Cihan
Okuyucu, ayrıca Paris’te bulunan B. Nationale’de bulunan yeni bir nüshasını da
ilim âlemine tanıtmıtır (Okuyucu 1996a). Afyon il Halk Kütüphanesi Gedik
Ahmed Paa numara 18349/2'de kayıtlıdır. Tutmacı, tıbba dair olan Tabîat-nâme
isimli manzum eserini Aydınolu Umur Bey adına kaleme almıtır (Ertaylan
1960c; Kut 1985).
Bu asır mesnevi âirlerinden olan Yûsuf-ı Meddâh’ın hayatı hakkında da
*
*
*
*
*
329
329
ANADOLU SELÇUKLULARI
VE BEYLKLER
AHMET
KARTALDÖNEMNDE R VE ÂRLER
hemen hemen hiçbir ey bilinmemektedir. Varka ve Gülâh (Smith 1976;
Ertaylan 1945; Yusuf-ı Meddah 2007) adlı eserinin sonunda yer alan Mevlânâ
övgüsüne dayanarak o yöreden olduu tahmin edilebilecei gibi, kendisinin bir
Mevlevî olduu da düünülebilir. âir, Varka ve Gülâh’ı 770/1368-69 tarihinde
aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme almıtır. Eserde, Hz.
Peygamber zamanında Mekke ehrinde bulunan Benî eybâ kabilesine reislik
eden iki kardein Varka ve Gülâh isimli çocukları arasında geçen ak
anlatılmaktadır. Batan sona monoton bir tarzda anlatılan hikâyede, sanat
endiesi görülmemektedir. Yûsuf-ı Meddâh’ın bu eseri, mevzu itibariyle
romantik ve çok maceralı bir ak mesnevisi olmasına ramen, ekil ve muhteva
itibariyle klasik mesnevi formlarına uymamaktadır. Eser, bu hâliyle, eyyâd
Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sını hatırlatmakta, müellifin lakabı da göz önünde
bulundurulduunda, okunup dinlenmek üzere yazılmı manzum hikâye olma
hüviyetini amamaktadır (entürk 2002: 50). Bizzat âirin eserinin sonunda
söylediine göre; 1700 beyitten ibaret küçük bir mesnevi olan Varka ve Gülâh,
altı “meclis” ten olumaktadır. Mesnevide yer yer kahramanların azından
söylenmi gazeller de vardır. Yûsuf, Köprülü Kütüphanesi, I. Kısım, 1597
numarada kayıtlı mecmua içinde, vr. 100-104 arasında yer alan Hamû-nâme
isimli Farsça didaktik mesnevisinde, dilini tutmanın faziletini ispat ederek gelii
güzel söz söylemenin bir çok felakete ve hatta ölüme sebep olduunu
açıklamıtır. Küçük bir mukaddime, 10 hikâye ve küçük bir hâtimeden oluan
eser, üç gün içerisinde 699/1299 tarihinde yazılmıtır. Eser, özellikle iir ve
sanat bakımından yüksek bir deerde deildir. Yûsuf’un Varaka ve Gülâh ve
Hamû-nâme mesnevilerinden baka, Dâstân-ı blîs-i Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i
Hüseyn isimlerinde iki Türkçe mesnevisi daha vardır (Ertaylan 1946). Özellikle
son üç mesnevinin yazarı olarak Yûsuf-ı Meddâh gösterilmekte ise de, bugün
için yazarı mı yoksa anlatanı mı olduu kesin olarak bilinmemektedir.
Bu asrın dinî konulu mesnevilerinden biri de, Ladikli Mehmed bin Âık
Selmân’ın Kefü’l-me’ânî’sidir. âtıbî tercümesi olan eser, 800/1398 tarihinde
yazılmıtır. Müellifin ayrıca Kur’ân hakkında manzum bir eseri daha vardır. Her
iki eserin nüshası da, Köprülü’nün özel kitaplıındadır.
Kadı Darîr’in Yûsuf u Züleyhâ’sı (Karahan 1994), bu dönemde yazılan dinîromantik ak mesnevilerindendir. Konusunu, Kur’ân-ı Kerîm’den alan ve Yûsuf
peygamberin hayatını anlatan eser, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla
768/1366-67 tarihinde kaleme alınmıtır. Sekiz “meclis” eklinde tertip edilen
eser, 2126 beyitten olumaktadır. çerisinde Yûsuf ve Züleyhâ’nın azından 21
gazele de yer verilmitir. Bu mesnevi de, eyyâd Hamza’nın eseri gibi, sadece
Yûsuf kıssasını manzum bir hikâye ekline getirme gayesiyle nazmedilmi, ince
tasvirlere ve türlü edebî sanatlara girme temayülü gösterilmemitir. Kıssa-i
Yûsuf, gerek dil, gerek söyleyi, gertekse anlayı bakımından daha önce
yazılanlardan üstündür.
Kemâlolu smâ’îl’in 789/1387 tarihinde yazarak Trablusam hakimi Mîr
*
*
*
330
330
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Gâzî’ye takdim ettii Ferah-nâme de, bu asrın mesnevileri arasında yer
almaktadır. 3030 beyitten oluan mesnevi, aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün”
kalıbıyla yazılmıtır. Kemâlolu, bir ibretname olarak nitelendirdii eserini
Arapça , Farsça ve Türkçe kitaplardan derleyerek oluturmu ve içerisine yer yer
masal unsurları da katmıtır. Bir macera hikâyesi olan eserin bilinen tek nüshası
Afyon l Kütüphanesi, Gedik Ahmed Paa nu. 18349/2’de kayıtlıdır.
Bu asrın dier bir mesnevisi de, Pîr Mahmûd'un Bahtiyâr-nâme'sidir. Mesnevi,
konusu itibariyle, hem dinî-tasavvufî, hem de ak konulu eserlerden
ayrılmaktadır. Eserde yer alan dokuz hikâyede anlatılanlar, ilginç ibret
hikâyeleridir. Bunlar arasında degiik kalıplarda söylenmi iirlerle çeitli ahlakî
nasihallere de yerverilmitir. Eserin kuruluu, Kelîle ve Dimne ile Binbir Gece
Hikâyeleri'nin zincirleme tekniine göre düzenlenmitir. Konu edebî zevkle
birlikte ahlakî ve içtimaî kültür verme düüncesiyle ve uurlu bir ekilde
ilenmitir. Bahtiyâr-nâme dil ve teknik bakımından da klasik mükemmeliyete
yaklaan bir hüviyete sahiptir. Eserin nüshası Ferah-nâme ile aynı yazma
içerisinde Afyon il Halk Kitaplıı'nda bulunmaktadır.
*
*
*
Bu yazı daha önce yayımladıımız u yazılardan hareketle
oluturulmutur: "Anadolu Selçukluları ve Beylikler Döneminde
iir ve âirler", Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi
Uygarlıı, Editör: Ahmet Yaar Ocak, Cilt 1, Kültür ve Turizm
Bakanlıı Yayınları, Ankara, 2006, 493-519; “Anadolu Selçuklu
Devleti Döneminde Dil ve Edebiyat”, Divan Edebiyatı
Aratırmaları Dergisi, sy. 1, 2008, s. 95-168.
*
*
331
331
ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE TASAVVUF
ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE TASAVVUF
XII. asrın son çeyreinde Anadolu ’nun büyük bir kesiminin fethi
tamamlanıp siyasî ve içtimaî ortamın nispeten istikrara kavumaya baladıı
XIII. asrın balarından itibaren, Türkistan ’da balayan ve batıya doru gelien
Mool istilâsının, kitlesel göçlerin Ön Asya’ya ve Anadolu’ya yönelmesine
sebep olduu görülmektedir. Bu göç dalgaları arasında, yüksek tasavvufî ve
felsefî düüncelerle donanımlı çeitli tasavvuf akımlarına ve tarikatlara mensup
eyhler ve derviler olduu gibi, kırsal kesime mensup, daha çok ifahî ve eski
inançların hakimiyetindeki popüler tasavvuf çevrelerine mensup olan sufîler de
bulunmaktaydı (Ocak 2002: 430). Geni tasavvufî-felsefî düüncelerle
donanımlı ve cokun bir mistik yapıya sahip sufîler olarak nitelendirilen yüksek
zümre sufîlerinin, popüler sufîlerden farklı olarak slâm memleketlerinin önemli
kültür merkezleri niteliinde olan ehirlerini dolaarak, bu çevrelerde aydın ve
bürokratlardan oluan elit bir tabaka arasında kendi tasavvufî öretilerini
yaymaya çalıtıkları görülmektedir. Yüksek zümre sufîlerinin ekseriyeti ancak
manevî kemale erip “hak erleri” derecesine ulatıkları zaman harekete geçerek
dier insanların istifade etmeleri için belde belde dolaırlar. Bunlar, ilim tahsil
etme, mürid arama, nefsi terbiye etme gibi ruhanî olgunlua ulatırıcı unsurları
belirli oranda atıkları için, seyahatlerinde irad etme, ilim yayma gibi unsurların
daha etkili olduu dikkat çekmektedir (Ay 1998: 26-27). Anadolu’nun ehir ve
köylerinde, özellikle göçebe ve yarı göçebe Türkmenler arasında faaliyet
gösteren ve onlar üzerinde oldukça etkili olan popüler dervi ve eyhlerin, eski
amanları hatırlatan batınî akidelere sahip, slâmiyeti daha sade ve basit bir
anlayıla benimseyen, Köprülü’nün ifadesiyle, “Eski Türklerin eski putperest
an’aneleriyle müfrit i’îliin -haricen tasavvuf rengine boyanmı- basit ve
popüler bir eklinin ve bazı mahallî bakıyyelerin imtizacından hasıl olmu bir
Syncrétisme” niteliinde olan bir slâmî anlayıı yaymaya çalıan Baba, Dede ve
Abdal lakaplı Türkmen eyh ve dervilerinin oldukları görülür. Daha çok
Yesevîlikle ilikilendirilen bu dervilerin yanında, Kalenderiyye, Haydariye ve
Vefaiyye gibi dönemin belli balı tarikatlarına mensup dervilerin de, aynı
çevrelerde faaliyet gösterdikleri bilinmektedir (Ay 1998: 42; Köprülü 2003:
117).
*
*
332
332
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Gerek yüksek zümre sufîleri gerekse popüler eyh ve derviler, bir yandan
ehirlerde aydın bir zümreyle dier taraftan da kırsal kesimde göçebe, yarı
göçebe köylülerle temasa geçerek, hem sahip oldukları yüksek tasavvufî fikir
veya mensubu bulundukları tarikatlar ve eyhlerinin öretisini yaymaya
çalımılar hem de bazı sosyal ve politik fikirlerin hatta haber nitelikli unsurların
yayılmasına aracı olmaları bakımından kültür dolaımına önemli katkılarda
bulunmulardır. Bu sufîlerin, eyhlerin ve dervilerin sahip oldukları tasavvufî
seviye ve muhatap oldukları kesimlerin farklılıı, onların kültür dolaımına
katkılarının da farklı düzeylerde olmasına sebep olmutur. Nitekim yüksek
zümre sufîlerinin uradıkları ehirlerde bulunan âlimler ve mutasavvıflarla
sohbet ettikleri, kendi kitaplarını okuttukları ve tarikat yaydıkları görülürken,
popüler nitelikli sufîlerin ise, ekseriyetle köylüler ve göçebeler arasında, daha
basit düzeyde bir tasavvuf inanıını ve eyhlerinin öretisini, bazı siyasî ve
içtimaî fikirler ile genel kültüre ait bir takım unsurları yaydıkları görülmektedir.
Bu durum, özellikle yüksek zümre sufîlerinin, uradıkları ehirlerin bilgin ve
tasavvuf erbabıyla temasa geçmeleri ve onlarla sohbet etme imkânı elde
etmelerinden dolayı, onların kültür dolaımına katkıları yüksek tasavvufî
düünce ve ilmî tecrübelerini, karılıklı etkileim sürecine girmek suretiyle
birbirlerine aktarma eklinde olmutur. Bu etkileim aynı zamanda farklı
corafyalardan ve farklı yerel kültür çevrelerinden gelen insanların temsil
ettikleri farklı kültürlerin de karılıklı etkileimi anlamına geldii için, bunların
bir yönüyle de slâm kültür alanı içerisinde bulunan yerel kültürler arasında
köprü vazifesi gördükleri de dikkat çekmektedir (Ay 1998: 54-55). Yüksek
zümre sufîleri seyahatleri sırasında, gerek tasavvufî ve ilmî çevrelerle sohbet
yoluyla, gerek eserlerinden icazet verme yoluyla, gerekse propaganda
yöntemiyle tasavvufî fikirlerini yayma yoluyla seyahat ettikleri yerlerde önemli
etkilerde bulunmulardır. ems-i Tebrizî, bn-i Arabî, Evhadüddîn-i Kirmânî ve
Fahrüddîn-i Irakî bu tip sufîlerdendir (Ay 1998: 56). Misyoner niteliklere sahip
olan popüler sufîler, Anadolu ’nun uc bölgelerine hem fetihlerden önce hem de
fetihlerle beraber giderek gayri Müslim yerli halkla temasa geçip onlara slâm
propagandası yapmılardır. Ayrıca Baba, Dede ve Abdal lakaplı bu eyh ve
derviler, göçebe ve yarı göçebe Türkmenler arasında faaliyet göstererek onlara
hem kendi tarikatlarının öretilerini hem de eyhlerinin menkabevî
hayatlarından bahsederek onların dinî-tasavvufî prensiplerini, dolaysıyla ünlerini
yaymılardır (Ay 1998: 60).
Anadolu Selçukluları zamanında oluan tasavvufî düüncede balıca üç
büyük düünce mektebinin etkili olduu görülmektedir. Bunlardan birincisi,
Anadolu’da bütün zamanların en mehur mutasavvıfı Muhyiddîn-i Arabî bata
olmak üzere, Afîfüddîn-i Tilemsanî ve müritleri tarafından temsil edilen Vahdeti Vücûd mektebi olarak da anılan Marip (Endülüs ve Kuzey Afrika) mektebidir.
kincisi, Irâkîler denilen zühd ve takva anlayıının aır bastıı ahlâkçı mekteptir.
Kadirî ve Rifâî tarikatları mensuplarıyla, Badatlı mehur ihâbeddîn Ömer-i
*
*
333
333
ANADOLU SELÇUKLU
DEVLET
DÖNEMNDE TASAVVUF
AHMET
KARTAL
Sühreverdî’nin tarikatına balı olanları bu mektep içinde düünmek gerekir.
Üçüncüsü ise, Horasanîler terimiyle ifade edilmekle birlikte, Maveraünnehir ve
Harezm bölgelerinden gelenlerin de içerisinde bulunduu, melâmet prensibini
benimsemi, daha esnek, estetik yanı aır basan ve daha çok cezbeye önem
veren mekteptir. En önemli temsilcileri Necmeddîn-i Kübrâ ile Anadolu’ya
dıarıdan gelip yerleen Evhadüddîn-i Kirmânî, Mevlânâ ’nın babası Bahâeddîn-i
Veled, Burhâneddîn-i Tirmizî, Necmeddîn-i Râzî’dir. Yesevî tasavvufî düünce
gelenei de bu mektebin popüler kesimini oluturmaktaydı (Ocak 1996: 89-90,
2002: 430-31). Özellikle bunlar içersinde Uzun Firdevsî’nin Menâkıb-ı Hacı
Bekta-ı Velî (Velâyet-nâme) isimli eserinin giri kısmında belirttii gibi,
Anadolu’ya büyük kalabalıklar hâlinde gelip, savaçı olarak bazı yöreleri
fethettikten sonra, oralara yerleen Yesevî dervileri, Anadolu’nun
Türklemesinde ve slâmlamasında büyük hizmetleri olmutur (Bayram 2003:
50).
560/1165’te Endülüs’te Mursiye’de domu, hadis ve fıkıh tahsilinden
sonra, bn Masarra mektebinin de tesiriyle tasavvuf yoluna girmi, bir çok slâm
kültür merkezini dolatıktan sonra, Anadolu ’ya gelmi olan bn-i Arabî,
üphesiz bütün slâm âleminin en mehur ve etkili sufîlerinden biridir. lk defa
sistemsiz bir tarzda Muhâsibî, Bâyezîd-i Bistâmî, Cüneyd-i Bagdâdî gibi
mutasavvıfların, özellikle de Hallâc-ı Mansûr’un tasavvuf düüncelerinde
kendisini göstermeye balayan Vücûdiye yahut Vahdet-i Vücûd telakkisi, bn-i
Arabî sayesinde (o bu terimi hiç kullanmamıtır) en sistemli ve olgun seviyesine
erimitir. bn-i Arabî’nin burada asıl yaptıı, kef ve müahedeye dayanan bu
metafizik ve metapsiik hadiseyi akıl kalıplarına sokmak, muhakeme ile
temellendirerek dil ile ifade edebilme baarısını gösterme olmutur. Roger
Delaudrière’nin isabetle belirttii gibi, çou zaman yanlı olarak Panteizmle
karıtırılan, hatta herkesin kendisine göre bir tarif yapmaa çalıtıı Vahdet-i
Vücûd telakkisi aslında çok karıık ve izahı kolay olmayan bir düünce olup
(Ocak 2002: 432; Erdem 1990: 34-38) Hüsamettin Erdem tarafından u ekilde
tarif edilmektedir:
*
*
*
“Vahdet-i vücûd, Allah’tan baka hakikî hiçbir vücûd kabul etmeyen, bütün
varlıkları Mutlak Vücûd’un isim ve sıfatlarının tezahürü, tecellîsi sayarak hakikî
varlıa nazaran onların ezelî ve ebedî yokluu ifade ettiini kef ve tecrübe yoluyla
ortaya koyan tasavvufî bir meslektir.”
Büyük oranda kelâmî epistomolojinin burhanî-aklî bilgi üretme kaygısıyla
nesne ile özne arasında yaptıı keskin ayırımı reddeden, bu meyanda Varlık’ı
dolayısıyla Hakikat’i cevher-araz, mahiyet-vücud gibi ekillerde parçalayan
yaklaımlara karı Varlık’a dolayımsız ve bir bütün olarak yaklaan Vahdet-i
Vücûd anlayıı, Anadolu Selçuklu Devleti’nin bakenti Konya’da yepyeni bir
ekle bürünmütür. bn-i Arabî’nin kendisinden önceki hemen bütün irfanî
birikimini dikkate alarak kef ve ilham yoluyla kurduu tasavvufî bilgi
*
*
334
334
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
manzumesi, Konya’da annesiyle evlendii ve bizzat terbiyesinde yetitirdii
manevî evlâdı Sadreddîn-i Konevî’yle yeni bir yön almıtır. Bu yön, kef ve
ilhama dayanan tasavvufî bilgi manzumesinin Anadolu entelektüel hayatında
hakim olan ortak-dile dönütürülmesi, kısaca nazarî bir yapıya
büründürülmesidir. Bu yolla hem iki yaklaım arasında bir dil birlii salanmı
hem de tasavvufî-irfanî bilgi nazarî bir karakter kazanmıtır. Konevî’nin bu
teebbüsü, hem Urmevî’nin hem de Dâvud-ı Kayserî’nin eliyle son eklini
almıtır. Nitekim Dâvud-ı Kayserî, Vahdet-i Vücûd irfanî manzumesinin en zor
ve temel eseri olan Fusûsü’l-hikem’e yazdıı erhin birinci bölümünde, amacının
bu bilgi sistemi için yeni bir usul koymak olduunu belirtmektedir. Zaten bu
erhin ilk bölümünün adının el-Mukaddemât olması da, böyle bir kaygının
mahiyetine iaret etmektedir. Konevî ile Kayserî, her eyden önce Varlık’a
dolayımsız bir yaklaımı, yani önceden belirlenmemi bir yaklaımı kabul
etseler de, dolayımsız yaklaımdan elde edilen bilginin insanlar arasındaki
paylaımının bir dile ihtiyaç gösterdiini düünmü, bu dilin de entelektüel
bilginin taıyıcısı olan medreselerde kullanılan mantık dili olduunu
görmülerdir. Bundan dolayı da, hem Konevî hem de Kayserî tasavvufî-irfanî
bilgiyi nazarî hâle getirmeyi baarmılardır (Fazlıolu 2001: 155-56). Bata
Sadreddîn-i Konevî olmak üzere Müeyyedüddîn-i Cendî, Sa’deddîn-i Fergânî ve
Afîfeddîn-i Tilemsânî ve bunların yetitirdikleri örenciler, Selçuklu dönemi
Anadolu’sunun önemli kültür merkezlerinde açtıkları zaviyelerde, hem
eyhlerinin eserlerini erh ederek hem de kendileri yeni eserler kaleme alarak
bn-i Arabî’nin fikirlerini yaymılardır (Ocak 2002: 433-34). Bu düüncenin
Anadolu’da geni bir ekilde yankı bulmasına ve yayılmasına, hiç üphesiz her
türlü düünceye açık olan Anadolu’da entelektüel bir ortamın bulunması da
etkili olmutur. Hatta daha sonra bizzat Kayserî tarafından Osmanlı
medreselerine aktarılan yukarıda bahsettiimiz bu yaklaım, bata Molla Fenârî
(Akar 1993: 155-95) olmak üzere hem Osmanlı hem de ran -Türkistan ve
Hindistan’da Molla Câmî (Akar 1993: 138-40), Abdulgânî-i Nablûsî (Alaaddin
1995: 147-94), Molla Sadra gibi âlimler tarafından takip edilmitir. Ayrıca bn
Arabî’nin Vahdet-i Vücûd nazariyesi, daha XIV. asrın balarından itibaren
Klasik Türk iirinin yegane felsefesi hâline gelmitir. lk dönem klasik âirlerin
iirlerinde açık olarak görülen bu düünce sistemi, daha sonraki âirlerin
iirlerinde mazmunların almı olduu girift mahiyet içersinde kaybolmutur.
Nitekim iirlerde yer alan vahdet, uhûd, gayb, insân-ı kâmil gibi kavramlar, bu
öretinin bir yansıması olarak dikkat çekmektedir (Ate 1997: 554).
Anadolu Selçuklu ilim hayatında göz önünde bulundurulan ve kısmen nazarî
bir dille yeniden ina edilen dier bir bütüncül düünce sistemi de rakîliktir
(Fazlıolu 2001: 157). XII. asrın sonlarına doru slâm düünce tarihinde
Meâîlie karı Sühreverdî-i Maktûl olarak da bilinen ihâbeddîn-i Sühreverdî
(Van Den Bergh 1997) tarafından oluturulmutur. Gerçek bilgiye ancak mistik
tecrübe yöntemiyle ulaılabileceini, bu konuda mantıkî kanıtlama ve çıkarımların
*
*
*
335
335
*
ANADOLU SELÇUKLU
DEVLET
DÖNEMNDE TASAVVUF
AHMET
KARTAL
geçersiz olduunu savunan Sühreverdî’nin eserleri incelendiinde, Meaî
filozofların Aristo ile olan ilikileri ne ise râk filozofunun da, Eflâtun felsefesiyle
ilikisinin aynı düzeyde olduu görülmektedir. Ayrıca bn Sînâ’nın e-ifâ isimli
eserinin sonunda yer alan ve onun tasavvufî eilimlerini yansıtan Makâmâtü’lârifîn bölümü ile bn Tufeyl’in aynı tarzdaki düüncelerini ihtiva eden ve alegorik
bir tarzda kaleme alınan Hay b. Yakzan adlı eseri Sühre-verdî’nin kaynakları
arasında sayılmaktadır. Bu konuda eski ran hikmetleriyle Hermetik gnostisizmin
de bu felsefenin ekillenmesinde etkisi olmutur (Kaya 1995: 315). Bu felsefî
düüncede irak, hem kef’i hem de zuhuru ifade eder. Günein irakı (doması)
ile eyanın görülmesine imkân vermesi gibi, manevî irak yahut sezgi de, insana
birçok bilgiyi (marifeti) ilham yoluyla verir. Bu felsefede keif ve sezgi, akıl ve
tetkik çok önemlidir. Gazzâlî de Sühreverdî’ye etki eden kiilerdendir.
Sühreverdî’ye göre biz bedenlerimizi alakalarından temizleyip ilâhî nurları
düünmee dalınca, nefislerimiz ilâhî idrakler ve tecellîlerle dolar. Bedenî
tutkulardan arındıkça ilâhî nurlar artar. Felekî hareketlerin yenilenmesiyle irak
yenilenir; irakın yenilenmesiyle de hareket yenilenir ve devam eder. Bu
zincirleme yenileni ile süflî âlemde hadiselerin zuhuru birbirini takip eder. Bu
felsefeye göre Allah nurların nurudur ve insan Nur’u Allah’ın tecellisini görebilir
(Bolay 1990: 121).
Suhreverdî’nin bu görülerinin, özellikle saray çevresine ciddi tesirlerde
bulunduu görülmektedir. Nitekim bu görüleri benimseyip kendisine rehber
edinen ve bazı düüncelerini ona dayandıran Nasireddîn Berkyaruk, o konularda
aratırma da yapmıtır. Ayrıca Suhreverdî’nin kendi adına yazdıı Pertev-nâme
isimli eserini okuyup onda yer alan remiz ve rumuzları inceledii bilinmektedir
(bn Bîbî 1996: I/44). Ancak bu düünce sisteminin, entelektüel hayatta ciddiye
alınmasını salayan, büyük oranda Kutbeddîn-i îrâzî’nin çalımaları olmutur.
Özellikle Sühreverdî’nin Hikmetü’l-irâk adlı eserine yazdıı hacimli erh,
bugün bile rakî düüncenin klasiklerinden biri olarak kabul edilmektedir. rakî
düüncenin en ciddi etkisi, meaî fizik teorilerini eletirisinde görülür. Nitekim
îrâzî’nin örencileri, irakî düünce sisteminin bata optik olmak üzere farklı
sahalardaki açılımlarını sonuna kadar takip ederek, Kemâleddîn-i Fârisî
örneinde olduu gibi, gökkuaının fizik-geometrik izahına benzer pek çok
konuda, optik ilminde özgün çalımalar ortaya koymulardır. rakîlik ile
meaîlik düünce sistemlerini dikkate alarak Platon’un idealar kuramı üzerinde
slâm düünce tarihindeki en özgün çalıma, yine bu tarihlerde Anadolu ’da
ortaya konmutur. el-Musul el-akliyye el-Eflâtûniyye adlı müellifi bilinmeyen bu
eserde, genel bir Varlık teorisi ile bu ekildeki bir varlık teorisine ait olabilecek
bilgi nazariyesi ina edilmitir. Büyük oranda irakî yöntemin göz önünde
bulundurulduu bu çalıma, daha sonra Fâtih Sultân Mehmed ile olu Sultân II.
Bâyezîd tarafından da mütalaa edilerek, bata Osmanlı corafyası olmak üzere
slâm dünyasının pek çok bölgesini etkilemitir (Fazlıolu 2001: 157). Burada
unu da ifade edelim ki, Sühreverdî’nin antik ran mistik düüncesinden ilham
*
*
*
336
336
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
alarak gelitirdii, temelinde eski antik ran mistik anlayıı’nın nûr kavramı
bulunan teozofik irak (kalbe dou ve aydınlanma) teorisi, özellikle yüksek
bürokrasi ve münevver çevrelerde belli ölçüde bir yankı bulmusa da, felsefî
karakterinin aır basmasından dolayı fazla yayılma imkânı bulamamıtır (Ocak
2002: 432). Hatta Muhyiddîn-i Arabî’nin Anadolu’ya gelii, daha önce ran’dan
gelerek burada çok sınırlı bir çevreye nüfuz edebilen ihâbeddîn-i Sühreverdî
mektebinin sonu olmutur (Ocak 1996: 91).
Anadolu sufîlii üzerinde etkili olan tasavvufî düüncelerden biri de
Kübrevîliktir. Bu tarikat zamanının en büyük mutasavvıflarından olup XII. asrın
sonlarıyla XIII. asrın balarında Hârezmahlar sahasında yaayan ve 1221
yılında Moollar tarafından öldürülen Necmeddîn-i Kübrâ’ya nispet
edilmektedir. Zühd anlayıı kuvvetli ve sade bir tasavvuf telakkîsine dayanan
Kübrevîlik, Mool istilâsından kaçarak Anadolu’ya gelen Sa’deddîn-i Hamavî,
Seyfeddîn-i Bâherzî, Baba Kemâl-i Hocendî gibi halifeler vasıtasıyla buraya
girmitir. Ancak bu tarikat, Anadolu’da özellikle Necmeddîn-i Râzî,
Mevlânâ ’nın babası Bahâeddîn-i Veled ve onun halifesi Burhâneddîn
Muhakkık-ı Tirmizî vasıtasıyla yayılmıtır. Bunlardan Necmeddîn-i Râzî, önce
Kayseri’ye gelip burada I. Alâeddîn Keykubâd ile görümü, sonra Sivas’a
giderek orada döneminin önemli tasavvufî eserlerinden olup Osmanlılar
döneminde Kâsım b. Mahmûd-ı Karahisarî tarafından Türkçeye tercüme edilerek
II. Murâd’a takdim edilen Mirsâdü’l-ibâd’ı kaleme almıtır. Bir ara Konya’ya
giderek Mevlânâ ve Sadreddîn-i Konevî ile de görüen Necmeddîn-i Râzî,
Anadolu’da hatırı sayılır bir müridler çevresi edindikten sonra, Badat’a gitmi
ve ölene kadar orada yaamıtır. Bahâeddîn-i Veled’in olu Mevlânâ üzerinde
tasavvufî terbiye itibariyle bir hayli etkili olduunu özellikle belirtmemiz
gerekmektedir. Çünkü ölünceye kadar babasının Maârif isimli kitabını elinden
bırakmayan Mevlânâ’nın tasavvuf sisteminde, sanıldıı gibi sadece ems-i
Tebrizî’nin deil, babasının da önemli bir yere sahip olduu görülmektedir. Bu
da, onun ilk defa ems-i Tebrizî vasıtasıyla deil, babası aracılııyla tasavvufa
sülûk ettiini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca babasının halifesi
Burhâneddîn-i Tirmizî’nin de, Mevlânâ’nın yetimesinde önemli bir yeri vardır.
Bu da Mevlânâ üzerinde var olan Kübrevîlik tesirini göstermesi bakımından
dikkat çekicidir. Kübrevîlik, özellikle Anadolu’nun önemli merkezlerinde etkili
olmu, büyük ehirlerde açılan zaviyeler aracılııyla yıllarca faaliyetlerine
devam etmitir (Ocak 1996: 92-93, 2002: 431).
Bu dönemde, tıpkı Kübrevîlik gibi, Horasan mektebinin estetikçi ve
hogörülü bütün özelliklerini aksettiren Sühreverdîliin Anadolu ’ya girii ise, bu
tarikatın kurucusu Ebu’n-necîb-i Sühreverdî’nin yeeni ve halifesi olan Ebû
Hafs ihâbeddîn Ömer-i Sühreverdî tarafından gerçekletirilmitir. Abbasî
halifesi Nâsır Li-Dinillah’ın emriyle fütüvvet tekilatının fikrî alt yapısını ve
kurallarını belirleyen ve bu tekilatı yayma amacıyla halifenin elçisi olarak bir
çok diplomatik seyahate çıkan Sühreverdî, bu seyahatleri esnasında Anadolu’ya
*
*
*
*
337
337
ANADOLU SELÇUKLU
DEVLET
DÖNEMNDE TASAVVUF
AHMET
KARTAL
da gelerek, zzeddîn Keykâvus’u fütüvvet tekilatına dahil etmitir. Yine
Sühreverdî’nin I. Alâeddîn Keykubâd’ın tahta çıkıında halifenin gönderdii
saltanat menurunu ve dier sultanlık alametlerini sunmak üzere, Konya’ya da
geldii bilinmektedir. Bu gelileri esnasında, devlet erkanından olan kimseler ile
kendisini ziyarete gelenlere fütüvvetten baka kendi tasavvufî görülerini de
aktarmaya çalıtıı görülmektedir. Bu sayede Anadolu’ya giren ve müridlerinin
çalımalarıyla yayılan Sühreverdîlik, XIV. asırdan sonra pek tutunamamı ve
muhtemelen bu dönemde Anadolu sufîliinde güçlü bir ekilde yer alan
Halvetîlik, Nakbendîlik ve benzeri tarikatlar arasında erimitir. Ancak XV.
asrın ilk yarısında Zeynüddîn-i Hafî tarafından kurulan Zeyniyye koluyla
Osmanlı topraklarına bir baka kanalla da olsa yeniden girmitir (Ay 2004: 1516; Ocak 2002: 431-32).
Kübrevîlik ve Sühreverdîliin aksine, XIII. asrın ortalarından itibaren
Anadolu’da görülmeye balayan Rifaîlik, geni bir mürid çevreleri edinerek
günümüze kadar gelmitir. Rifaîliin Anadolu’daki ilk temsilcileri üzerinde
aratırmalar yapan Sadi Bayram, Samsun-Ladik’te medfun Rifaîliin kurucusu
Seyyid Ahmed-i Kebîr el-Rifaî’nin torunlarından ya da halifelerinden olduu
tahmin edilen Küçek Seyyid Ahmed-i Rifaî ve evlatları üzerinde durmutur.
XIII. asrın son yarısı ile XIV. asrın baları arasında yaadıı ihtimaline deinen
Bayram, Anadolu’daki pek çok Rifaî tekkesini ya da halifesini bu kiiyle alakalı
görmütür. Ancak Amasya’nın Taova-Alparslan beldesinde Seyyid Nûreddîn
Velî el-Rifaî’ye ait zaviyenin 1257 tarihli vakfiyesinin bulunmasından sonra, bu
zatın Küçek Ahmed-i Rifaî’den önce Anadolu’da bulunabileceine dikkat
çekmitir. Rifaîliin Anadolu’daki ilk temsilcilerinden olan bu eyhler, özellikle
de Küçek Ahmed-i Rifaî’nin çocukları aracılııyla ve dier kanallarla gelen
Rifaî eyhleri, öncelikle Amasya’nın deiik ilçelerinde, Ladik, Kayseri, zmir,
Bergama ve Dou Anadolu’dan batı Anadolu’ya kadar birçok yerde tekkeler
kurarak mürid çevreleri oluturmulardır. Burhan gösterileri olarak adlandırılan
atee girme, vücudun deiik yerlerine iler sokma, yılanlarla oynama gibi
olaanüstü gösterileriyle ve yüksek sesli, cokulu zikir ayinleriyle dikkat çeken
bu dervi zümresi, bazen kalabalık kafileler hâlinde seyahat da etmilerdir.
Nitekim Eflâkî, Küçek Seyyid Ahmed-i Rifaî’nin olu Seyyid Tâceddîn
Rifaî’nin bir grup müridiyle Konya’ya gelerek, hem Konya halkının, hem Konya
ileri gelenlerinin, hem de içlerinde Mevlânâ ’nın ei Kira Hatun’un da bulunduu
Konyalı kadınların seyrettii burhan gösterilerinde bulunduklarından
bahsetmektedir (Ay 2004: 16).
Anadolu Selçukluları devrinin ünlü âir ve mutasavvıflarından olan
Evhadüddîn-i Kirmânî de, Anadolu sufîlii üzerinde etkili olan ahsiyetlerden biri
olarak görülmektedir. Kirmânî’nin balattıı Evhadiye hareketi, XIII. asrın
baında Kayseri’de domu, I. Gıyâseddîn Keyhüsrev ve olu I. Alâeddîn
Keykubâd'ın zamanında, iktidarın destek ve himayesini kazanmıtır. Anadolu’nun
bata Konya, Kayseri, Sivas, Malatya gibi gelimi ehirleri olmak üzere, hemen
*
*
*
338
338
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
her büyük merkezinde Evhadüddîn’e balı bir mürid çevresi olutuu gibi,
halifeleri de yer almaya balamıtır. Bu da, onun Anadolu sufîlii üzerindeki
etkisinin yaygınlıını göstermektedir. Evhadüddîn-i Kirmânî’nin Anadolu’daki en
ünlü halifesi, kendisinin eyhu’-uyûhi’l-fütüvve olarak Badat’a gittiinde,
yerine eyhu’-uyûhi’r-rûm makamına vekil olarak bıraktıı Zeynüddîn
Sadaka’dır. Ayrıca 34. Abbasî halifesi Nâsır Li-Dinillah’ın organize edip yönettii
Fütüvvet Tekilatına balı olarak kurulan Evhadiye hareketinin banisi olan
Evhadüddîn-i Kirmânî, Abbasî halifesi tarafından Anadolu’ya eyhu’-uyûhi’rrûm olarak gönderildii için, Fütüvvet tekilatını Anadolu’da kadrolatıran ve
yöneten kii kabul edilmektedir. O, bu yönüyle hem Anadolu Ahî tekilatının
(Ahiyân-ı Rûm) hem de bu tekilatın kadınlar kolu olan Anadolu Bacıları
tekilatının (Bacıyân-ı Rûm) teekkülünde büyük rol oynamıtır. Evhadüddîn’in
Anadolu Ahî tekilatının lideri olarak kabul edilen ve Ahî Evren diye tanınan eyh
Nasireddîn Mahmûd-ı Hoyî’nin kayınpederi ve Bacılar tekilatının lideri Fatma
Bacı’nın da babası olması, onun Anadolu’ya ait olan bu iki kurulu içerisindeki
yeri ve önemini göstermesi bakımından önemlidir. Zaten Ahî Evren’in onun en
önde gelen balılarından olduu bilinmektedir.
Evhadüddîn-i Kirmânî’nin Türk asıllı olması ve Türkmenlerle Türkçe
konuması, onun Türkmenler arasında tanınmasını kolaylatırmıtır. Ayrıca, bu
tasavvufî yol ve düünce tarzının, Türkmenlerin yaayı tarzına uygun olması
da, hem Türkmenler arasında daha fazla ilgi uyandırmasını salamı hem de
Türkmen dervilerin cokun bir iman ile Evhadüddîn’e balanmalarına vesile
olmutur. Nitekim el-Veledü’-efîk’in sahibi Nideli Kadı Ahmed, Tabduklu
dervilerin Evhadüddîn’in yolunda olduklarını çeitli vesilelerle dile getirmitir.
Bunda Evhadiye tarikatındaki Seyr-i Sülûk-i Âfâkî yani müridin yaratanın eseri
olan eya ile meguliyet içinde olması ve böylece yaratanın sırrını yaratılanda
kefetmesini amaçlayan bir görüü benimsemesi de etkili olmutur. Çünkü bu
yol, dıa dönüklük yani objektif yoludur. Bu yolda eserden, eserin sahibi, yani
yaratanı bulmaya çalıılır. Allah’ın sıfat ve fiilleri eyada tecellî ettiinden,
eyanın tezekkür ve tefekkürü insanı Allah’a vuslata götürür. te bu
özelliinden dolayı Mikail Bayram’ın ifade ettii gibi
*
*
*
“hayatı kırda, bayırda tabiatla ba baa geçen, hayvan sürüleri ile göçebe olarak,
veya kırsal bölgelerde geçen insanların bu tasavvufî yolu tercih etmeleri gayet tabii
idi” (bak. Bayram 1993, 2003: 71-88).
Muhyiddîn-i Arabî’den sonra, Anadolu ’da en etkili olan mekteplerden biri
de, hiç üphesiz tesiri bugün dahi devam eden Mevlânâ Celaleddîn-i Rumî’nin
senkretik mektebidir. Dinî ilimleri babasından talim eden Mevlânâ, tasavvufî
terbiyeyi babasının müritlerinden Tirmizli Seyyid Burhâneddîn’den almıtır.
ems-i Tebrizî Konya’ya geldikten sonra, Mevlânâ ile aralarında geçen
sohbetler, Mevlânâ’nın hem hayatında hem de gönül dünyasında büyük
deiiklikler meydana getirmitir. Nitekim ems-i Tebrizî, Mevlânâ’daki derin
*
*
339
339
ANADOLU SELÇUKLU
DEVLET
DÖNEMNDE TASAVVUF
AHMET
KARTAL
cezbeyi açıa çıkarmı, tasavvufun sadece zühd demek olmadıını göstermi,
hatta Mevlânâ’yı bu konuda çeitli sınavlara tabi tutmutur. Mevlânâ’da
Kalenderlie karı sempati uyandıran ve eserlerinde bu sempatinin defalarca dile
gelmesine sebep olan yine o olmutur. Bu etkileimin tek taraflı olduu
düünülmemelidir. Çünkü Mevlânâ da, kendi kabına sımayan mücessem cezbe
âbidesini kendine balayıp Konya’ya yerlemesine sebep olmutur. Mevlânâ
böylece Horasan ’ın estetikçi ve cokucu tasavvuf anlayııyla kendini
olgunlatırmıtır. Burada unu da belirtelim ki, Mevlânâ’nın tasavvuf anlayıının
temelinde vahdet-i vücûd telakkisi yatmaktadır. Bu onun bütün mısralarında
müahede edilir. Mesnevî’nin ilk beyti bunun delillerinden sadece bir tanesidir.
Mevlânâ bu iki mektebi, kendine has üslûbu, yorumu ve yaratıcı kabiliyetiyle
salam bir senteze ulatırmı, bununla da kalmayarak inandıklarını fiilen
yaamıtır. Aynı zamanda Sadreddîn-i Konevî gibi o devrin tanınmı
mutasavvıflarıyla da kuvvetli dostluklar kurarak, çevresini geniletmi ve
tasavvufî anlayıını bütün Selçuklu Anadolu’sunda yaygın hâle getirmitir. Hatta
sadece yüksek tabaka mensuplarının deil, farklı slâm anlayıına sahip halk
kesimlerinin de takdis ettii bir velî mertebesine yükselmitir (Ocak 1996: 9394, 2002: 433). Mevlânâ hayatta iken tasavvufî düünce ve görülerini bir tarikat
hâlinde tekilatlandırmamıtır. Mevlânâ’nın ölümünden sonra ve özellikle olu
Sultân Veled ’in post-niinliinin akabinde mevlevîliin örgütlü bir tarikat hâline
gelmeye baladıı görülmektedir. Sultân Veled gerek eserleri, gerekse dört bir
yana gönderdii dervileri ve halifeleriyle mevlevîliin yayılmasını salamıtır.
Bu tarikat Anadolu Selçuklu Devleti ’nin yıkılmasından sonra, Beylikler ve
özellikle Osmanlılar döneminde gelierek devletçe resmen desteklenen bir
kurum hâline gelmitir.
Bu dönemde dikkat çeken mutasavvıflardan olan Hacı Bekta-ı Velî’nin
büyük bir ihtimalle Haydariyye tarikatının bir mensubu olarak Anadolu ’ya
geldii, daha sonra Baba lyâs-ı Horasanî çevresine girerek Vefâiyye’ye intisap
ettii tahmin edilmektedir. Hayatının sonuna kadar muhtemelen bu ekilde
yaayan Hacı Bekta-ı Velî, adını taımasına ramen Bektaîlik tarikatının banisi
deildir. Nitekim Bektaîlik, XVI. asrın ilk yıllarında Balım Sultân tarafından
Haydarîlik’ten ayrılmak suretiyle onun adına kurulmutur. Burada dikkat çekici
olan nokta, Hacı Bekta-ı Velî etrafında teekkül eden kültün, ondan çok daha
eski olan ve göçlerle buraya intikal eden Ahmed-i Yesevî, Kutbeddîn Haydar,
Dede Garkın kültlerini ve nihayet, büyük bir dinî-sosyal hareketin lideri
olmasına ramen Baba lyâs kültünü kendi içine alması ve böylece
Anadolu’daki bütün heterodoks sufî eilimleri temsil eder duruma
yükselmesidir. Bektaîliin, bütün slâm öncesi yerel kültleri de, kendi bünyesi
içinde özümseyip badatırıcı bir yapı ortaya koyarak kendini Anadolu Türk
heterodoksisinin temeline yerletirebilmi olması da ayrıca dikkat çekicidir. te
bu badatırmacı kültün teekkülü, aynı zamanda menkabevî yahut mitolojik
Hacı Bekta-ı Velî’yi sahneye çıkartarak, hem Bektaîliin hem de Alevîliin
*
*
*
*
*
340
340
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
merkezine oturtmutur. Yani Hacı Bekta-ı Velî asıl tarihî rolünü, yaarken deil
tıpkı Hz. sa, Hz. Ali ve hatta mehur sufî Hallâc-ı Mansûr gibi, öldükten sonra
oynamıtır. Kendi döneminde pek tanınmayan Hacı Bekta-ı Velî’yi, gerek
hayattayken gerekse ölümünden kendi zamanına kadar geçen sürede üretilen
yeni menkıbeler aracılııyla, bata yeni kurulmakta olan Osmanlı Beylii olmak
üzere, bütün Orta ve Batı Anadolu’da tanıtarak âdeta ona tekrar hayat veren,
XIV. asırda Hacı Bekta’ın Sulucakaraöyük’teki tekkesinde yetien Abdâl Mûsâ
olmutur. Bugün elimizde bulunan ve Alevî-Bektaî toplulukları nezdinde kutsal
bir kitap muamelesi gören Vilâyet-nâme, XV. asrın son yıllarında bu menkıbelerin
toplanıp yazıya geçirilmi hâli olup ekseriyetle bu mitolojik Hacı Bekta-ı Velî’yi
yansıtır. Bu eserde Hacı Bekta-ı Velî’nin tarihî ve gerçek ahsiyetini
aydınlatmaya yarayacak bilgiler de vardır. Ancak bu durum onun genel niteliini
deitirecek oranda deildir. Vilâyet-nâme’ye göre Hacı Bekta-ı Velî, seyyiddir.
Babası brâhîm-i Sânî, mam Mûsâ Kâzım neslinden olup Horasan hükümdarıdır.
Küçükken önce ünlü sufî Lokmân-ı Perrende, daha sonra onun tavsiyesiyle
Ahmed-i Yesevî’nin terbiyesinde yetimitir. Daha o zamanlar birçok kerametler
göstererek herkesi hayretler içerisinde bırakan Hacı Bekta’ın, kemâle erdiini
gören Ahmed-i Yesevî, kendisine halifelik sembolleri olan cihâz-ı fakr’ı (tâc,
amdan, seccade, sofra ve alem) teslim ederek beline tahta kılıcını kuatmı ve
Rum diyarına irat etmekle görevlendirmitir. Mekke’ye giderek hac görevini ifa
eden Hacı Bekta-ı Velî, dönüte Necef ve Kerbelâ’yı ziyaret ettikten sonra
Anadolu’ya gelmitir. Bu geliten haberdar olan Rum Erenleri buna pek
sevinmezler. O, Çepni oymaına mensup konar-göçer birkaç evin kılaı
durumunda olan Sulucakarahöyük’e (bugünkü Hacıbekta ilçesi) gelir. Kadıncık
Ana’nın evine misafiri olur, bu arada gösterdii kerametleriyle dikkat çeker.
Geçimini salamak için köyün sıırlarını güder. Bir müddet sonra, bugünkü
dergâhın yerinde ilk inziva yeri olan Kızılca Halvet’i yapan Hacı Bekta-ı Velî,
artık kendisini kabul ettirerek mürit edinmeye balar. Ünü kısa zamanda yayılır ve
onu kıskanan velîler tarafından tabi tutulduu sınavlardan baarıyla geçerek onları
utandırır. Avucundaki Yeil Ben’i göstererek Hz. Ali’nin mazharı olduunu yani
onun kendi bedeninde zuhur ettiini ispat eder. Böylece Rum’un en büyük evliyası
olduu anlaılır. Hacı Bekta-ı Velî bu arada Seyyid Mahmûd-ı Hayranî, Ahi
Evren gibi büyük Rum evliyasıyla yakınlık kurmutur. Çevresindeki gayr-ı
müslimlerle yakın ilikiler içerisine girmi, Mool otoriteleriyle tanımı ve
onların bir kısmının Müslüman olmasına vesile olmutur. Bu arada birçok halife
yetitirerek ölümüne yakın onların her birine halifelik icazetnamesi verip
Anadolu’nun bir yanına yollamı, kendisi de kerametine yakıır bir ekilde vefat
etmitir (Ocak 1996: 163-69). Hacı Bekta-ı Velî’ye bata Makâlât (Hacı Bekta
Velî 1996) olmak üzere birtakım eserler isnat edilmektedir. Kitâbü’l-fevâ’id (Hacı
Bekta-ı Velî 1953), Fâtiha Sûresi Tefsiri, athiyye, Hacı Bekta’ın Nasihatleri,
erh-i Besmele (Hacı Bekta-ı Velî 1989) ve Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı
Ayniyye (Hacı Bekta Velî 2004) bunlardandır. Hacı Bekta-ı Velî’ye atfedilen
*
341
341
ANADOLU SELÇUKLU
DEVLET
DÖNEMNDE TASAVVUF
AHMET
KARTAL
iirlerin aslında onun nefes evlâdı sayılan ve dris Hoca’nın soyundan gelen üç
Bekta Çelebi’den ilki olan, 1544’te çelebilik makamına geçip 1580’de vefat eden
Zehr-nû Yûsuf Balı olu Bekta Çelebi’nin olduu tahmin edilmektedir
(Gölpınarlı 1992b: 11).
XIII. asırdan itibaren Türk halkının büyük teveccühünü kazanan Bektaîlik,
dinî-iktisadî, hatta askerî ve sosyal bir teekkül olan Ahîlik ile daha sonra da
Osmanlı devleti ordusu bünyesinde kurulan Yeniçeri Ocaı’yla oluturmu
olduu yakın iliki dolayısıyla varlıını pekitirmi, XV ve XVI. asırlarda bütün
Anadolu ve Balkanlar’da geni tekilatlar kurarak günümüze kadar gelmitir.
Birçok yönden millî özelliklere sahip olan Bektaîlikte, aynen Mevlevîlikte olduu
gibi giyim kuamdan selâmlamaya kadar birçok özellik tamamen Türk halk
terbiyesi ve estetiine uygun ekilde teekkül etmitir. Bu tarikatın bünyesine
giren birçok dervi, nefes denen hece vezni ve millî nazım ekilleriyle terennüm
ettikleri iirlerini sade, akıcı ve güzel bir Türkçe ile söyleyerek, tasavvufî bir çok
Arapça ve Farsça kavramı Türkçe ile ifade etme baarısını göstermilerdir. Ayrıca
pek çok Türkçe kelimeye yeni mânâ, mecaz ve ses yükleyerek farklı bir hüviyet
kazandırmılardır (Banarlı 1987: 294-95; entürk vd 2004: 81-82).
*
*
*
*
*
*
“Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde Tasavvuf”, Gazi Üniversitesi
Gazi Eitim Fakültesi Dergisi - 2007 Özel Sayı -, Ankara: 201-11.
*
*
342
342
giren birçok dervi, nefes denen hece vezni ve millî nazım ekilleriyle terennüm
ettikleri iirlerini sade, akıcı ve güzel bir Türkçe ile söyleyerek, tasavvufî bir çok
Arapça ve Farsça kavramı Türkçe ile ifade etme baarısını göstermilerdir. Ayrıca
pek çok Türkçe kelimeye yeni mânâ, mecaz ve ses yükleyerek farklı bir hüviyet
ŞİRAZ’DAN
kazandırmılardır (Banarlı 1987:
294-95; İSTANBUL’A
entürk vd 2004: 81-82).
*
*
*
*
“Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde Tasavvuf”, Gazi Üniversitesi
Gazi Eitim Fakültesi Dergisi - 2007 Özel Sayı -, Ankara: 201-11.
*
*
342
343
ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE LM
ANADOLU SELÇUKLU DEVLET DÖNEMNDE LM
ran Selçuklu hükümdarı Alp Arslan’ın (1063-1072) 1071 tarihinde
Malazgirt’te Bizanslıları bozguna uratmasıyla birlikte, Anadolu batan baa
fethe ve sürekli yerleime açılmı, Anadolu’nun Türklemesi ve slâmlamasının
uzun süreci balamı (Itzkowitz 1997: 27), bir müddet sonra da Ön Asya’nın
önemli bir kısmının Selçuklular ’ın hakimiyetine geçmesi salanmıtır
(Caferolu 1972: 3). Malazgirt muharebesini müteakip
ran üzerinden
Anadolu’ya akın eden Ouz kitleleri, kendileri ile beraber, dillerini, kültürlerini,
örf ve âdetlerini de getirmilerdir (Mazıolu 1972: 297). Bütün Anadolu
Türklerin eline geçtikten sonra, Türk boy ve halkları, eski Türkistan bozkır
geleneklerinden ayrılarak yeni yerleik hayat prensiplerine uymak durumunda
kalmılardır (Caferolu 1972: 3-4). Anadolu'ya gelip yerleen bu Türkler ,
burada sadece han, hamam, kervansaray, köprü, medrese, gözlemevi ve hastane
yapmamı, bir taraftan da, bunların temelini oluturan ilmî faaliyetlerde
bulunmulardır (Kahya 2004:73).
Anadolu’daki ilk ilmî faaliyetlerin 1071-1178 yılları arasında Sivas, Tokat,
Amasya, Kayseri, Malatya ve civarlarında hüküm süren Dânimendliler (Özaydın
1993a; Yınanç 1997) zamanında ve onların hüküm sürdüü bölgelerde baladıı
görülmektedir. Bu devletin kurucusu olan Melik Ahmed Gazi, Selçuklu ailesinin
muallimi olan Dânimend Ali Taylu'nun olu olup babası gibi bilge bir kii olduu
için Dânimend Gazi diye anılmakla birlikte, kurduu devlete de Dânimendiye
denmitir. Melik Ahmed Gazi, bir yandan yeni fetihlerle uraırken bir yandan da
fethettii bölgelerde youn bir kültürel faaliyette bulunarak ilmî çalımalara zemin
hazırlamıtır. Nitekim, bugünkü bilgilerimize göre, Anadolu'da telif edilen en eski
eser olup Melik Ahmed Gazi'ye sunulan Kefu'l-akabe'de:
*
*
*
*
*
*
*
*
“O yüce zatı iltizam edenler çounlukla fâzıl ve filozoflardır. Dünyanın her
yanından bilgin kiiler (ehl-i ukûl) o hazrete yöneldiler. Her biri ilmini yayması
miktarınca itibar görüp, o hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar”
eklinde yer alan kayıt, Malazgirt Zaferi'nden kısa zaman sonra Dâni-mendliler
ülkesinde ilmî çalımaların baladıını ve Melik Ahmed Gazi'nin birçok ilim ve
fikir adamını himaye ederek çalımalarına imkan saladıını göstermektedir.
344
344
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Ayrıca Melik Ahmed Gazi'yi sahib-kıran diye zikreden Kefü’l-akabe müellifi
bnü'l-Kemâl, hem onun Rum, Ermen ve am (Suriye )'da gerçekletirdii
fetihlerini dile getirmi hem de bu yerlerde geni bir kültürel faaliyet içerisinde
bulunduunu, “Rum, Ermeni, am memleketleri o sahib-kıranın varlıının feyzi
ile slâm nuruyla bezendi” eklinde ifade etmitir. Dânimendliler devleti
emirlerinden Kastamonu fatihi Emîr Karatekin'in, bn Makula'nın el-kmâl adlı
eserini okuduuna dair bir kaydın bulunması da, bu dönemde ilmî faaliyetlerin
varlıını göstermektedir. Anadolu 'da yer alan medreselerin en eskilerinin XII.
asrın ilk yarısında ve Dânimendliler zamanında Niksar, Tokat, Sivas ve
Kayseri'de yapılması bu açıdan dikkat çeken dier bir noktadır (Bayram 2003: 23).
Dânimendliler döneminde, önemli ilim merkezlerinden birisi de Malatya
idi. Anadolu ’nun Türkler tarafından fethediliinden önce Süryanîlerin elinde
bulunan Malatya, önemli bir kültür merkeziydi. Malatya’nın, Türklerin
Anadolu’yu fethetmesinden sonra da, Kuzey Mezopotamya ve Suriye ’den
Anadolu’ya açılan ticaret yolu üzerinde bulunmasının etkisiyle, daha erken
sayılabilecek bir tarihte önemli bir ilim merkezi hâline geldii görülmektedir.
Özellikle, Gıyâseddîn Keyhüsrev’in veziri Malatyalı Muhammed Gazi, eyh
zzeddîn Ebu’l-kâsım-ı Hammuî, eyh Ebû Tâhir Ahmed-i sfahanî, Muhammed
b. Ebû Bekr-i Tebrizî gibi ran asıllı kiiler, Malatya’ya gelip yerleerek burada
faaliyet göstermilerdir. Böylece, burada ran kültürü ile Süryanî kültürü yeniden
bulumu ve Sasanîler devrindeki ilmî ve fikrî hareket yeniden olumaya
balamıtır. ran millî kültürünün yeniden canlandırılmaya çalııldıı Malatya,
Selçuklular zamanında ehzadelerin eitim gördükleri bir merkez hâline
gelmitir. Gıyâseddîn I. Keyhüsrev ve olu zzeddîn I. Keykâvus burada eitim
gören sultanlardandır. Bu Selçuklu sultanlarının eski ran ahlarının adlarını
kullanmalarında, Türk cihan hakimiyeti ülküsünün yanında Malatya ve
çevresindeki ran kültürünün de etkisi bulunmaktadır. Ayrıca burada eitim
gören sultanların çok iyi Farsça bildikleri de müahede edilmektedir. Türk
kültürünü ülkelerinde yaymaya ve yerletirmeye çalıan Dânimendlilerin, 50 yıl
yönetimlerinde kalan Malatya’nın kültürel yapısını deitirememeleri dikkat
çekmektedir (Bayram 2003: 7-8).
Selçuklular zamanında, sultanlar muallimi diye anılan Malatyalı eyh
Mecdüddîn shak’ın da etkisiyle Malatya’da, slâmî ilimler alanında youn bir
faaliyet göze çarpmaktadır. Örencisi I. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in ikinci defa
tahta geçmesinden sonra, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kültürel politikasına yön
veren eyh Mecdüddîn shak, diplomat olarak bir çok defa Badad’a ve dier
ülkelere gitmi ve bir çok ilim adamının Anadolu’ya gelmesine vesile olmutur.
Mehur sufî bnü’l-arabî, Evhadiye tarikatının banisi Evhadüddîn-i Kirmânî,
Anadolu Ahi Tekilatı’nın kurucusu eyh Nasîruddîn Mahmûd, Muhaddis
Ebu’l-hasan Alî-i skenderânî, eyh Hasan Onar, Cemâleddîn-i Vâsıtî
bunlardandır. Bu âlimlerin hemen hepsi bir süre Malatya’da ikamet etmilerdir.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
345
345
ANADOLU SELÇUKLU
AHMETDEVLET
KARTAL DÖNEMNDE LM
eyh Mecdüddîn shak, Malatya’ya çok sayıda kitap da getirerek ilim
adamlarının istifadesine sunmutur. Cizreli bnü’l-esîr kardelerle, bnü’l-cevzî
ve olu Ali b. Abdurrahmân’ın bazı eserleri bunlardandır. Ekseriyeti Sadreddîn-i
Konevî’den intikal eden bu eserler, bugün Konya Yusufaa Kütüphanesi’nde
bulunmaktadır (Bayram 2003: 9-10).
Tokat ve Malatya’nın Dânimendliler zamanında iki önemli ilim ve fikir
merkezi hâline gelmesi, Selçuklular döneminde bu iki ehrin ehzadelerin eitim
ve tahsil yeri olmasında etkili olmutur. Selçuklular döneminde bu iki zihniyet
kendi ehirlerinde yetien ehzadeyi iktidara getirme gayreti içerisine girmi ve
bu yönde siyasî faaliyetlerde bulunmulardır. Bu dönem ümerası da, ya bu iki
zihniyetten birine mensup ya da birini tercih etme durumunda kalmılardır.
Genellikle bu mücadelede, Malatya’nın iktidarlar üzerindeki ilmî, kültürel ve
siyasî aırlıının daha etkili ve yönlendirici olduu görülmektedir. Tokat ve
civarında Türk kültürüne ve Türkmencilik ülküsüne büyük önem verilirken,
Malatya’da ran unsuru aırlıkta idi. bnü’l-esîr, ranlı mehur rakî filozof
ihâbeddîn-i Sühreverdî el-Maktûl (587/1237) olduu anlaılan bir filozofun,
Rükneddîn Süleymân âh’ın Tokat emiri olduu sıralarda Tokat’a gittiini ve
Tokatlı bir bilgin (fakih) tarafından Süleymân âh’ın huzurunda tartaklandıı
için Tokat’ı terk etmek zorunda kaldıını bildirmesi, ranî zihniyet ile Türk
düüncesinin çatıma durumunda olduunun göstergesidir. Hatta Türkmen sufî
Evhadüddîn-i Kirmânî (635/1237), Malatya’da kendisine hizmet edecei bir yer
tahsis edilmedii için, oradan kırgın olarak ve bir daha dönmemek üzere
ayrılmıtır. Yine Evhadüddîn-i Kirmânî ile Mevlânâ ’nın hocası ems-i Tebrizî
arasındaki ihtilâf, Mevlânâ ve çevresi ile Ahi Evren eyh Nasîruddîn Mahmûd
ve çevresi arasındaki ilmî, fikrî ve siyasî mücadeleler de, bu iki kültürel çevre
arasındaki ihtilaflarının uzantısıdır. Ayrıca ems-i Tebrizî’nin Konya’da Ahiler
tarafından öldürülmesi, buna karılık Mevlânâ’nın da bata olu Alâeddîn Çelebi
olmak üzere, bazı kiilerin öldürülmesine vesile olması tamamen bu fikrî ve
kültürel mücadelenin uzantısı olarak görülmektedir (Bayram 2003: 12-13).
I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, oullarından I. zzeddîn Keykâvus’u Malatya’ya,
I. Alâeddîn Keykubâd’ı ise, Tokat’a tahsil ve eitim için göndermitir. I.
Alâeddîn Keykubâd, sultanlıı döneminde Anadolu 'da Türkmencilik
mefkuresini hakim kılmaya çalımı, yüksek memurluklara Türk asıllı kimseleri
atamıtır. Hatta bu dönemde, Türkmen eyhler, ilim ve fikir adamları himaye
edilmi, Ahi tekilatı bütün Anadolu'ya yayılmı, ehirlerde belediye hizmetleri
Ahilere gördürülmütür. Alâeddîn Keykubâd, büyük olu II. Gıyâseddîn
Keyhüsrev'in zihniyet bakımından kendisine muhalif olan Malatya'daki
çevrelerle irtibatını ve yakınlıını, ranî zihniyete yatkınlıını fark ettiinden
dolayı, daha salıında küçük olu zzeddîn Kılıç Arslan'ı veliaht tayin etmitir.
Nitekim ran unsuruna dayanan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in iktidara geliinin
ilk yıllarından itibaren Türkmenlere karı olumsuz bir siyasî tutum içerisine
girdii görülmektedir. Hatta, saltanatının ilk yılında (635/1237) Eridir'de
*
*
*
*
*
*
*
*
346
346
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
yaptırdıı kervansarayın kitabesinde kendisi için söylenen “Türkmen (Havariç)
ve Bagileri daıtıp yok eden” sözü dikkat çekmektedir. Gıyâseddîn Keyhüsrev'in
tahta çıkmasında gösterdii yararlılıklardan dolayı atabek olan Sa’düddîn
Köpek, Türkmen ve Ahileri devlet kademelerinden uzaklatırarak, ran asıllı
kiileri yüksek mevkilere getirme gayreti içerisine girdi. Türkmen ve Ahiler
Gıyâseddîn Keyhüsrev'e ve onu iktidara getirenlere karı ayaklanınca, iktidarına
muhalif olan güçleri yok etme temayülü gösteren sultan, atabeyi olan Sa’düddîn
Köpek vasıtasıyla Türkmen yanlısı ileri gelen devlet adamlarını teker teker
öldürttü veya saf dıı etti. II. Gıyâseddîn Keyhüsrev, kendisini bir suikast ile
öldürüp Selçuklu tahtını ele geçirme niyetinde olan Sa’düddîn Köpek tehlikesini
bertaraf ettikten sonra, yeniden iktidarına karı olan Türkmen çevrelerle
mücadeleye koyuldu. Birçok Türkmen fikir adamlarını katletti veya tutuklattı
(Bayram 2003: 15-17).
I. Alâeddin Keykubâd'ın cülûsundan (616/1220) sonraki dönemde, Anadolu
Selçukluları zamanında meydana gelen fikrî ve ilmî gelime, Mool istilâsının
etkisiyle, özellikle de Moollar’ın 640/1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ’ni
hakimiyetleri altına almalarından sonra, tedricen zayıflarken, dinî-tasavvufî
düünce ön plana çıkıp gelimeye balamıtır. Çünkü XIII. asrın ilk çeyreinden
itibaren çok sayıda mutasavvıf ve sufî, Mool istilâsından kaçarak huzur ve
refahın mekanı olarak gördükleri Anadolu’ya gelmiler ve burada gösterdikleri
faaliyetler neticesinde de, Anadolu’daki fikrî denge tasavvuf lehine bir ilerleme
göstermitir. Bunda Mool iktidarının Anadolu halkı üzerinde yarattıı iddetli
fikrî ve siyasî baskı ile gerçekletirdii acımasız katliamlar neticesinde,
çaresizlie ve umutsuzlua düen Anadolu halkı için umut ve huzur kaynaı
olan tekke ve zaviyelere rabetin artması da etkili olmutur. Böylece hızlı bir
ekilde mistiklemeye doru giden Anadolu halkının pozitif ilimlere karı olan
ilgisi azalmaya balamıtır. Ayrıca Moolların Anadolu’da gerçekletirdikleri bu
katliam ve zulümlerden dolayı, birçok münevver, kültürlü ve bilge kiiler ya
öldürülmü ya da Anadolu’yu terk etmilerdir. Bu da doal olarak, Anadolu’daki
ilmî faaliyetleri olumsuz yönde etkilemitir (Bayram 2004: 134). Bu durum da,
özellikle dinî ve tasavvufî mahiyette eserlerin sayısının artmasına sebep
olmutur. Ancak burada, insanları dinî yönden eitme ve terbiye etme düüncesi
olduunun da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Anadolu Selçuklu Devleti döneminde aklî ilimlerde önemli gelimeler ve
deimeler olmutur. Bu ilimlerin hem sosyal hayattaki teknik uygulamaları
gelitirilmi hem de teorik çerçeveleri zenginletirilmitir. Bu ilimlerden ilk göze
çarpan astrolojidir. Bu dönem için astroloji bir askerî, dier bir ifadeyle bir
istihbarat ilmi olarak incelenmelidir. Çünkü astroloji her ne kadar astronomi ile
matematik bilimlerinin kombinasyonuna dayansa da, zemininde bulunan
kozmolojik ilkelere balı olarak gelecee dair mümkün ve muhtemel olayların
tespiti konusunda insan zihnini diri tutmakla birlikte, alternatifleri de daima
hesaba katmayı gerektirir. Bundan dolayı, astroloji, fütuhatı iar edinen
*
*
*
*
347
347
ANADOLU SELÇUKLU
AHMETDEVLET
KARTAL DÖNEMNDE LM
sultanların sık sık müracaat ettikleri bir ilim olmutur. Dönemin bilgi
paradigması içerisinde düünüldüünde, ortak “bir dil” olarak astroloji, hem
doayı hem de insanı beraberce dikkate almayı gerektirir. Ayrıca astroloji,
kendisi için üretildii sultana ya da komutana bir misyon biçme açısından da son
derece önemlidir. Çünkü astroloji, belirli bir projeyi yürüten kiiye, genelde
Varlık’ın özelde Kozmos’un, daha özelde de, o dönemdeki kozmolojinin
kabulüne göre “ruh ve akıl” sahibi ay-üstü âlemin kendi projesine katıldıını ve
hatta desteklendiini gösterir. Bu moral destek ve eylemin ontik karılıı projeyi
yürüten kiiye büyük bir güç verir. Bundan dolayı astroloji, tarih boyunca askerî
ve siyasî bir disiplin olarak sultanların, özellikle proje sahibi ve kendisine bir
misyon yükleyen komutanların dikkate aldıı bir alan olmutur (Fazlıolu 2001:
158). Bu hususiyetinden dolayı, Anadolu Selçuklu Devleti sultanlarının da,
astrolojiye önem verdikleri, hatta bizzat bu ilimle ilgilendikleri görülmektedir.
Nitekim bnü’l-esîr, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleymân âh’ın
babası Kutalmı’tan bahsederken:
“Tuhaf olan u ki, bu Kutalmı Türk olmasına ramen astronomi (nücum) ilmini
çok iyi biliyordu. Ayrıca kavimler ilmini de iyi bilirdi. Kendisinden sonra da
oulları bu ilimlere rabet göstermeye devam ettiler ve bu ilimlerde sivrilmi olan
bilim adamlarını korudular”
*
demek suretiyle bu duruma açıklık getirmektedir. XII. asrın sonlarında
Anadolu ’ya gelip Akâid-i Ehl-i Sünnet adlı bir eser yazan Ömer b. Muhammed
b. Ali, eserinin önsözünde:
*
“Diyâr-ı Rûm’a (Anadolu ’ya) geldim. nsanların astronomiye (ilm-i nücûma)
rabet ettiklerini ve fakat dinî ilimlerden bîhaber olduklarını gördüm”
*
diyerek, bnü’l-esîr’in söylediklerini teyit etmitir (Bayram 2004: 124-25).
Ermeni vakayinamecisi Sempad’ın, nücum ilmine meraklı bir hükümdar
olduunu kaydettii Sultân I. Alâeddîn Keykubâd (Fazlıolu 2001: 158), Sultân
Celâled-dîn Harzemâh’a elçi olarak gönderdii Kemâleddîn-i Kâmyâr
vasıtasıyla, Ahlat’ta Sultân Celâleddîn’in yanında bulunan bn Bîbî’nin annesi
Bîbî Müneccime’nin yıldızlardan bilgi çıkarmadaki öhretini örenerek, onu
Dımık’ta buldurup Anadolu ’ya getirtmi ve himayesine almıtır. Harput’a
giden ordunun zafer müjdesini veren Bîbî Hatun’a, Sultân Alâeddîn bir hil’at ile
çok miktarda mal vermitir (bn Bîbî 1996: I/439-40). Astrolojinin askerî
stratejik bir bilim olması dolayısıyla, rakî filozof Kutbeddîn-i îrâzî,
astronomi-astroloji sahasında önemli bir eser olan htiyarât-ı Muzafferî’yi (Ate
1945: 117-18) kaleme alarak, Kastamonu’daki Çobanolu Beylii hükümdarı
Muzaffereddîn Yavlak Arslan’a ithaf etmitir. Konyalı Zeynülmüneccim b.
Süleymân ise, 773 tarihinde Sivas’ta kadim Türk astrolojisini konu alan Ahkâm-ı
Sâl-i Türkân isimli eserini telif etmitir (Fazlıolu 2001: 158-59). Bu dönemde
*
*
348
348
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
kaynaklarda Selçuklu saraylarında birçok müneccimin himaye edildii
kaydedilmektedir. II. Kılıç Arslan döneminde Hubey-i Tiflisî (Karaka 1991:
354), Alâeddîn Keykubâd devrinde Bîbî Müneccime (bn Bîbî 1996: I/439-40),
Esîrüddîn (bn Bîbî 1996: II/130-31), Bahâeddîn ang-ı Müneccim (Ahmet
Eflâkî 1989: II/251) bunlardandır.
Astronomi de, Anadolu Selçukluları’nın üzerinde durduu ve kendileri için
önemli saydıkları bilim dallarından biridir. Yukarıda zikrettiimiz gibi Ömer b.
Muhammed b. Ali, Akâid-i Ehl-i Sünnet adlı eserinin önsözünde, Anadolu’da
astronomiye olan ilgiyi özellikle vurgulamıtır. Hatta Anadolu’da yazılan ilk
eser olan Kefü’l-akabe’nin (Bayram 1981) de, bir astronomi kitabı olması bunu
göstermektedir. Genelde slâm âleminde, özelde ise, Anadolu’da, astronomiye
olan ilginin sebepleri u ekilde belirtilebilir. Astronomi, insanı her an geni
düünceye, gökyüzüne, uzaya ve evrene yönelmeye, her görünen olayı tetkik ve
tenkit zihniyetiyle incelemeye sevk eder. Bu düünce sistemini mâm-ı Gazâlî,
el-Munkız mine’d-dallâl isimli eserinde, “Astronomi ve anatomi bilmeyen
kimse, Allah’ı (c.c.) tanıma hususunda noksan kalır” eklinde ifade etmitir.
Ayrıca Müslümanların yaayılarında Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i erîflerin ilgili
hükümleri gerei, günün ve yılın belirli zamanlarında yapılan ibadetlerden
namaz vakitleri, dinî bayram günleri, dier mübarek gün ve geceler ile kıble
yönünün belirlenmesi için Güne ve Ay’ın görünürdeki hareketlerinin doru
olarak tespitinin gereklilii bakımından da önem arz etmektedir (Göker 1998:
275-77). Dinî, iktisadî hatta siyasî yönden önemli bir ilim olarak görülen
astronominin, hem pratik hem de teorik yönüyle ilgili çeitli çalımaların
yapıldıı görülmektedir. Bunlardan bazıları astronomi biliminin tarihi içerisinde
teknik düzeyde ilerleme kaydeden bilgiler içerir. Büyük oranda fizik ve
matematik yaklaımları terkip etmi olan bn Heysemci anlayıta seyreden
Meraa matematik-astronomi okulunun çizgisini izleyen bu çalımalar içerisinde
Kutbeddin-i îrâzî (634/1236-710/1311)’nin (Wiedemann 1997; Ate 1945: 117)
özel bir yeri vardır. Optik sahasında benimsedii rakî tenkitleri de dikkate
alarak astronomi biliminde önemli eserler kaleme alan îrâzî, seçkin bir hekim
ailesine mensup olup önce babasından, onun ölümünden sonra ise amcasından tıp
tahsil etmi ve onların hastanelerinde çalımıtır. Kânûn’u örenmek için
Horasan’a giden îrâzî, daha sonra Nasîreddîn-i Tûsî’nin talebesi olmutur.
Anadolu’ya geldiinde, çok iyi karılanmı ve kendisine çeitli lütuflarda
bulunulmutur. Anadolu’da hem ders alan hem de ders veren îrâzî, 673/1274’te
Konya’da Sadreddîn-i Konevî’den icazet almıtır. Konya, Malatya ve Sivas’ta
kadılık yapan îrâzî, Muîniddîn Pervâne’nin Kayseri’de yaptırdıı medrese ile
Sivas’taki Gök Medrese’de de müderrislik yapmıtır. Anadolu’da bulunduu süre
içerisinde, astronomi alanında örencilerine okuttuu Nihâyetü’l-idrâk fîDirâyeti’l-eflâk isimli önemli eserini, 681/1282 tarihinde Sivas Gök Medrese’deki
müderrislii sırasında yazdı. Yine aynı yerde önemli bir astronomi eseri olan elTuhfetü’l-âhiyye fî-lmi’l-hey’e’yi, 684/1285’te kaleme aldı. îrâzî’nin eitim ve
*
*
349
349
ANADOLU SELÇUKLU
AHMETDEVLET
KARTAL DÖNEMNDE LM
öretim faaliyetleri ile kaleme aldıı eserler, onun VII/XIII. asır sonlarında
Anadolu’daki ilmî hayata olan etkisini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca
kendisi Meraa matematik-astronomi okulunda okutulan ve bu okul üyelerince
telif edilen eserlerin Anadolu’ya aktarılmasında da etkili bir rol oynamıtır.
Kutbeddîn-i îrâzî, ömrünün sonlarında, Gazan Han’ın 1299 tarihinde Tebriz’de
yaptırdıı enb-i Gâzân adlı külliyenin baına geçmi ve burada Anadolu-Osmanlı
ilim hayatında derin bir etki oluturan Kemâleddîn el-Hasan b. Ali el-Fârisî (öl.
718/1318), Nizâmeddîn el-Arac el-Nîâbûrî (öl. 730/1330), mâdeddîn Yahya b.
Ahmed el-Kâî (öl. 745/1344) ile Cemâleddîn Said b. Muhammed b. Musaddık elTürkistanî gibi önemli matematikçi-astronomlar yetitirmitir (Fazlıolu 2001:
159-60; 1998: 29-30).
Bu dönemde, astronomi alanında eser verenlerden biri de, Esîreddîn-i
Ebherî’dir. Felsefe, mantık ve geometri alanlarında da birçok eser kaleme alan
Ebherî, ilk tahsilini Musul’da yapmı, daha sonra Horasan ve Mısır’a giderek
tamamlamıtır. O dönemin ünlü bilginlerinden Kemâleddîn bn Yûnus’un talebesi,
bn Hallikân’ın ise hocası oldu. Bir süre Musul sarayında himaye gördükten sonra,
625/1228’de Erbile gelerek oraya yerleti. Anadolu’ya çeitli seyahatlerde
bulunan Ebherî, buradaki Türk beylerinin saraylarında aırlanmı ve onların
destekleriyle felsefe ve müspet ilimlerde dersler vermitir. Astronominin temel
problemlerini ihtiva eden Muhtasar fî-lmi’l-hey’e, Ebu’l-vefâ el-Bûzcânî’nin elZîcü’-ifâ isimli eseri üzerine aynı isimle yazdıı erh, Batlamyus’un eserinin
fizikçi yaklaıma uygun olarak çıkarılmı özeti olan Mülahhas fî-Sınâ’ati’lmecistî, Risâle fi’l-usturlâb ve Dirâyetü’l-eflâk astronomi alanında yazdıı
eserlerindendir (Bingöl 1994). Dânimendliler devletinin kurucusu Gümütigin
Melik Ahmed Gazi’ye takdim edilen ve Anadolu’da yazılan en eski eser olan
Kefü’l-akabe’nin müellifi lyas b. Ahmed (Bayram 1981), yine II. Kılıç Arslan’a
ithaf edilen ve Anadolu’da yazılı nüshası bize kadar gelmi olan Farsça eserlerin
eskilerinden biri olan Kâmilü’t-ta’bîr ile Beyânu’n-nücûm’un yazarı Hubey b.
brâhîm-i Tiflisî (Ate 1945: 97-101), Kara Arslan’a sunulan Urcûze fî-Suverkevâkib el-Sâbite’nin müellifi Ebû Ali b. Ebi’l-hasan el-Sûfî (Fazlıolu 2001: 160)
ile Zübdetü’l-hey’e adlı çalımanın sahibi Muvaffak-ı Kayserî (Fazlıolu 1998: 27)
bu dönemde astronomi alanında eser veren dier kiilerdir.
Anadolu ’da, astronominin yanında kozmolojinin (Seyyid Hüseyin Nasr
1985) de, ilgi çeken bir konu olduu görülmektedir. Anadolu’da oluan
kozmoloji, dier bilimlerde olduu gibi slâm kozmolojisini esas almaktaydı. Bu
kozmoloji, dine dayalı olup Kur’ân’a balı olarak gelitirilmitir. Her ne kadar
yazardan yazara bazı farklılıklar görülse de, bu bilgiler, temel prensipleri aynı
olan bir bilgi yıınını oluturmaktaydı. Bu görüe göre, Allah ilktir ve evrenin
yaratıcısıdır. Her ey sonludur, ancak Allah bunun dıında kalır ve O sonsuzdur.
Yer ve gökteki her eyin yaratıcısıdır; onları meydana getirendir; düzenin
kurucusudur; bir baka ifade ile, O kozmosun var olu sebebi ve onu
oluturandır. Genellikle kozmoloji ile ilgilenen bilgin ve filozoflar bu görüleri
*
*
*
*
*
*
350
350
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
paylamılar ve bunlara balı olarak yedi gök, yedi yer, ilâhî kürsü, ar, Kaf
daı, kozmik aaçlar gibi terimleri kullanarak, yer ve göün oluumunu
açıklamaya çalımılardır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Anadolu’da slâm
kozmolojisini ele alan kiilerdendir (Kahya 2002: 545-46).
Anadolu Selçukluları döneminde, matematik alanında, hendesî ve adedî
yönelimler açısından ilginç çeitlilikler görülmektedir. Her eyden önce matematik,
günlük hayatın yanında devlet malî tekilatının bel kemii olan muhasebe sınıfı için
önem arz etmektedir. Özellikle bu alanda ondalık konumsal sayı sistemine dayalı
olan “hisâb-ı hindî”nin kullanıldıı söylenebilir. Hesap alanında pratik algoritmanın
alabildiine gelitii bu dönemde Anadolu Selçuklu Türkleri, slâm
Medeniyeti’nde o zamana kadar ilk ve tek olmak üzere ondalık kesirleri günlük
hayatta kullandılar. Dier taraftan astronomi ve trigonometri için gerekli olan
“hisâb-i sittîn” de örenilmeye devam edildi. Cebir ilminde ise, özellikle Kerecî
çizgisinde cebri aritmetikletiren, soyut cebir anlayıına yaklaan ve aynı zamanda
bir tabip olan Maribli Samav’el’in (öl. 570/1174) Anadolu ve Azerbaycan’da,
özellikle de Diyarbakır’da yaaması ve eser vermesi dikkat çekici bir olaydır.
Çünkü Türk bölgelerinde bulunduu için, örendii ondalık kesri, kök hesaplarında
uygulamaya çalımıtır. Bu dönemde, fakihlerin de matematii ele almaları dikkat
çekmektedir. Sayı mistisizmini dıarıda tutan, özellikle Pitagorasçı sayı ilâhiyatını
tasfiye eden bir anlayıa sahip olan fakihlerin bu tavrı, bir taraftan matematiin
teorik karakterini nispeten ihmal ettirirken, dier taraftan tereke hesaplamalarının
çarıtırdıı düünceyle matematik ifadelerinin dı dünyaya tatbiki sürecinin önünü
açmıtır. Böylece daha önce Aristotelesçi yaklaımın tasfiye ettii matematik-doa
ilikisini ele almada yeni açılımlar salanmıtır. Dier yandan fakihler, belki de ilk
defa bn Fellûs örneinde olduu gibi Pitagorasçı sayı mistisizmine dümeden saf
sayılar teorisi yapılabileceini göstermilerdir. Nitekim bn Fellûs lakaplı Hanefî
fakihi Mardinli smâ’îl’in (öl. 637/1239-40), elementer sayılar teorisini konu alan
Kitâb dâd el-srâr fî-Esrâr el-A’dâd isimli eserinde, Nicomachos’un el-Medhal ilâ
lm el-Aritmatikî (Introductio Arithmaticae) adlı çalımasını örnek almasına
ramen, Theologoumenates aritmetikes anlamında bir sayı mistisizmine
yanamadıı için eseri saf bir matematik metni olarak görülebilir. Fakihler, hesap
ve cebir bilimini de tereke hesaplarına uygulayarak hesap ve cebire yeni uygulama
alanları açmılardır. Bu tavır hem cebire pratik bir yön verirken hem de
matematiin dı dünyaya uygulanması konusundaki düünceleri beslemitir. Bu
konuda bn Fellûs’un çalımaları dikkat çekmektedir. Onun râd el-Hussâb fî elMeftûh min lm el-Hisâb adlı hesap eseri ile Nisâb el-Habr fî-Hisâb el-Cebr isimli
cebir kitabı, slâm matematik tarihinde, hesap ve cebir ilmine tamamen amelî-fıkhî
görünüm kazandıran ilk çalımalardan kabul edilmektedir. Onun bu tavrı,
çalımalarının mantıkçıların ontolojik içerii olmayan mantık aratırmalarına
paralel ekilde Hanefî fakihlerinin çok erken bir tarihte üretmeye baladıkları
içeriksiz, saf, dolayısıyla amelî matematik külliyatı içerisinde görüldüü için
önemlidir. Hanefîlerin bu yönelimi, daha sonra Mısır âfiî okulunda, özellikle bn
*
*
*
351
351
ANADOLU SELÇUKLU
AHMETDEVLET
KARTAL DÖNEMNDE LM
Hâim, Türk asıllı matematikçi-astronom Tayboaolu bn el-Mecdî ve yine Türk
asıllı Mardinli Sibt el-Mardinî elinde en mükemmel seviyeye ulaacaktır (Fazlıolu
2001: 161-62).
Astroloji gibi hem askerî hem de içtimaî karılıı bulunan dier bir disiplin
de kimya ile onun batınî tarafı olan simyâdır. Kimya ile simya bir taraftan ucuz
metallerin altın ve gümüe dönütürülmesiyle Sultanlara, yürüttükleri projenin
maddî masrafını finanse etme imkânı verdii gibi ayna, kâıt, boya vb.
mamullerin elde edilmesi için kurulan küçük ölçekli iletmelerde teknik üretimi
mümkün kılıyordu. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Câbir b. Hayyân-Ebû
Bekir Zekeriyâ Râzî çizgisinde olan eski kimya-simya kitapları kullanıldıı gibi,
bir çok yeni eserler de telif edilmitir. Anadolu’nun birçok ehrinden kimya
bilginleri yetimitir. Bunlardan, Ahlat’ta yetien brâhîm b. Abdullah’ın
öhretini duyan Memlûk hükümdarı kendisini sarayına davet etmitir. Hüseyin
Hilâtî ise, kimyagerlikteki mahareti sebebiyle akranları arasında Lâciverdî
lakabıyla tanınmıtır (Fazlıolu 2001: 163). Anadolu Selçukluları’nda da,
simyanın slâm dünyasında olduu gibi ilgi çeken bir konu olduu
görülmektedir. Bu dönemde Cevberî, daha çok simya ve dier gizli ilimlere dair
çalımalarıyla tanınmıtır. Deiik ülkeleri gezip gören Cevberî, Hindistan’a
kadar gitmitir. Ayrıca Anadolu’da bir süre Harran (612/1219) ve Konya’da da
bulunmutur. Daha sonra, Mâlik el-Mes’ûd’un sarayında görev alan (618/1221)
Cevberî, bu hükümdar için seyahatleri sırasında edindii bilgilerden de
yararlanarak, otuz bölümden oluan el-Muhtâr fî-Kefi’l-esrâr ve Hetki’l-estâr
adlı eserini kaleme almıtır. Cevberî, doulu ve batılı yazarlara ait konuyla ilgili
eserleri okuyarak, belli bir birikimi elde ettikten sonra kaleme aldıı eserinde,
esas itibariyle arlatanları incelemekte ve onların sahtekârlıklarının iç yüzünü
ortaya koymaktadır. Ele aldıı tipler arasında yalancı peygamberler, sahte
tasavvuf eyhleri, sahtekâr Yahudi ve Hıristiyan mistikleri, dolandırıcı simyager,
hekim ve eczacılar, hokkabazlar ve tuzaklarıyla mehur fettan kadınlar
bulunmaktadır. Eserin asıl yazılı amacının, illuzyona dayalı hünerlerden kaba
ve aldatmacaya kadar çeitli yollarla insanları kandırıp onların cahillik, zaaf, iyi
niyet ve dinî inançlarını istismar etmek suretiyle menfaat salayanlara karı
halkı uyarmak olduu anlaılmaktadır. Cevberî, benzeri birçok sahtekâr arasında
insanların zaaflarını kötüye kullanma imkânına daha çok sahip olan simyacılar
üzerinde fazlaca durmutur. Eser, o dönemdeki sosyal, kültürel, sınaî ve ilmî
atmosferi yansıtması bakımından da önemlidir (Ökten 1993; Kahya 2002: 54950).
Salık hizmetlerinin asla ihmal edilmedii görülen Anadolu Selçukluları
dönemi tıbbı, genel tıp tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü bu
dönemde hem tıp kurumları yaygınlatırılarak tıbbın topluma mal edilmesi
salanmı hem de Ebû Bekir Zekeriyâ Râzî’nin klinik tıp yöntemi ile bn-i
Sînâ’nın teorik tıp anlayıı terkip edilerek kullanılmıtır. Her yönden gelitirilip
donatılan hastanelerde klinik tıbbın bütün gerekleri yerine getirilirken, hekim
*
*
*
352
352
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
yetitirilmesine özel bir önem verilmitir (Fazlıolu 2001: 164). Nitekim bütün
içtimaî yardım ve hayır müesseseleri gibi Anadolu’nun hemen her ehir ve
kasabasına Dârü’-ifâ, Dârü’l-âfiye, Dâru’s-sıhha veya Bîmâristân adlarıyla
hastaneler ina edilmitir. na tarihlerine göre bu hastaneler unlardır: Mardin
Emîneddîn Dârü’-ifâsı (502-516/1108/9-1122), Kayseri Tıp Sitesi (602/1205-6),
Sivas I. zzeddîn Keykâvus Dârü’-ifâsı (614/1217-18), Konya Hastaneleri
(1219-1236), Divrii Turan Melik Dârü’-ifâsı (626/1228-29), Harput Dârü’ifâsı (1229), Çankırı Cemâleddin Ferruh Dârü’-ifâsı (633/1235), Kastamonu
Pervâneolu Alî Dârü’-ifâsı (671/1272-73), Tokat Muîniddîn Pervâne Dârü’ifâsı (1277), Sivas Dârü’r-râhanesi (1288), Konya Aksarayı Dârü’-ifâsı (XIII.
asır), Erzurum Dârü’-ifâsı (XIII. asır), Erzincan Dârü’-ifâsı (XIII. asır),
Akehir Dârü’-ifâsı (XIII. asır), Amasya Anber b. Abdullah Dârü’-ifâsı
(708/1308-9) (Cantay 1992; Ünver 1993: 14-22). Anadolu Selçukluları’nın,
yaptırmı oldukları bu hastaneleri destekleyen kaplıca, hamam, içme ve ılıca da
oluturmaları dikkat çekmektedir. Bazı slâm merkezlerindeki medreselerde, er’î
ilimler yanında tıp ve dier müspet ilimlerin okutulduuna dair malumatımız
olduu hâlde, Anadolu Selçukluları medreselerinde tıp tedrisatı yapıldıı
hususunda bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak Rusûmu’r-resâil adlı ina
mecmuasındaki bir menur, hastaneye tayin edilen doktorun orada hastaları
tedaviden baka tıp talebesini yetitirme vazifesiyle de sorumlu tutulduunu
göstermektedir (Turan 1988: 51-53). Bu da, hastanelerin tedavi yapılan bir kurum
olmalarının yanında, tıp tedrisatının da verildii yerler olduunu göstermektedir.
Yine bu vesikadan örendiimize göre, tabiplerden hasta ve malûllerin
tedavilerinde üstatlar gibi ustalık ve efkatle muamele etmesi, hasta ve deliler
arasında fark gözetmemesi istenmektedir. Ayrıca tedavide tecrübe kazanan
tabipler, sultanın hususî tabipliine tayin edilmekte ve sulhta ve seferde onun
hizmetinde bulunmaktaydı. Meselâ Tabip erefeddîn Ya’kûb bunlardandır (Turan
1988: 51). Bazı Selçuklu hekimlerinin tıp alanında edindikleri öhret dolayısıyla,
civar slâm devletlerinin hükümdarlarından özel davet aldıkları görülmektedir.
Nitekim mantık alanında da güçlü bir âlim olan ve el-Makalat el-Müride fî-Derc
el-Edviye fî-Diryâk el-Farûkî adlı tıbba ve eczacılıa dair eseri olan Koçhisarlı
mâdüddîn Muhammed (öl. 686/1287), önce Kahire’de, daha sonra Dımık’ta
Atabeg Nureddin’in büyük Bimaristan’ında görev yapmıtır (Fazlıolu 2001:
164). Bunun yanında, Anadolu’daki ilmî ortamı tercih edip dıarıdan Anadolu’ya
gelen hekimler de olmutur. Meselâ çok yönlü bir slâm bilgini olan Abdüllatîf-i
Bagdâdî bunlardandır (Kaya 1988).
Anadolu Selçukluları’nda, her alanda olduu gibi tıpta da büyük gelime
salanmı ve bir çok hekim yetimitir. Bu hekimler tarafından tababetle ilgili
birçok eser kaleme alınmıtır. Bunlar içerisinde, özellikle bn Sînâ’nın Kânûn’u
üzerine yapılan çalımaların geniçe yer aldıı görülmektedir. Nitekim bn Bîbî,
aynı zamanda matematikçi olan Sa’deddîn Ebû Bekr-i Erdebilî’yi Kânûn’u
Anadolu’da tanıtan kii olarak nakleder. bn Bîbî’nin eserinde, Kânûn üzerinde
*
353
353
ANADOLU SELÇUKLU
AHMETDEVLET
KARTAL DÖNEMNDE LM
çalıan tabiplere sık sık atıfta bulunması, bu eserin Anadolu’daki tabipler indinde
ne kadar önemli olduunu göstermektedir. Külliyât-ı Kânûn’u yazan Sadr
Feridüddin Muhammed-i Cacermî ile Bedreddin bn Harîrî gibi tabiplerin yanında,
Kutbeddîn-i îrâzî’nin uzun süre birçok yerleri gezerek ve çeitli kiilerle
görüerek yaptıı aratırmalar neticesinde kaleme aldıı Kânûn erhi, sadece
Anadolu’da deil bütün bir slâm tıp tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir
(Fazlıolu 2001: 164; bn Bîbî 1996: I/312; Wiedemann 1997: 1050). Gerek
Anadolu Selçuklu sultanlarının maiyetinde bulunan tabiplerin gerekse ülke sathına
yayılan hastanelerde görev yapan tabiplerin tıbbın çeitli konularına dair bir çok
eser kaleme aldıkları görülmektedir. Bunlardan eyh mâmü’l-hâfız Cemâleddîn
Ebu’l-ferec Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed-i Cevzî, Arapça olarak üç tane
eser kaleme almıtır. Bunlardan 596/1200 tarihinde yazılan Kitâb-ı Lugati’lmenâfi’ fi’t-tıb’da, insan hayatının evreleri, çocuklar ve yetikinlerin mizacı
hakkında bilgi verildikten sonra, hıltlar (safra, balgam, kan ve sevda) ve onların
düzensizlikleri üzerinde durulmutur. Daha sonra, yiyecek ve içecek ile onların
özellikleri ve medikal hususiyetleri dile getirilmitir. Bu eseri tamamlar nitelikte
olan Kitâbu’l-muhtâri’l-lugat fi’t-tıb’da ise, daha çok yalar, onların medikal
özellikleriyle banyolar ve salıklı giysiler hakkında bilgi verilmitir. Daha çok
ülkelerin sosyal ve idarî düzeni hakkında bilgi verilen Kitâbü’l-mevâzi’i’l-mülûk
ve’s-selâtîn isimli eserinin son bölümlerinde Cevzî, bir ülkenin salıklı
olabilmesinin önemini vurgulayarak salıklı idare, salıklı idareci ve salıklı halk
arasında ilginç münasebetler kurmutur. Konya’da Beyhekim mahallesindeki
ifahanede doktor olarak çalıan Burhâneddîn brâhîm b. Abdurrahmân b. Ebi
Bekr Ezrak’ın Arapça olarak yazdıı Kitâbu’l-teshîl fî’t-tıbb ve’l-hikme isimli eseri
ise, be bölümden olumaktadır. Birinci bölümde hıltlar teorisine uygun olarak
organların mizaçları, ikinci bölümde besinler ve bazı basit ilaçlar, üçüncü bölümde
hıfzısıhha, dördüncü bölümde patoloji ve tedavi ile ilgili bilgiler, beinci bölümde
ise bulaıcı hastalıklar hakkında bilgi verilmitir (Kahya 2002: 553-56). Hubey b.
brâhîm-i Tiflisî, Kifâyetü’t-tıbb isimli eserini özel hekimliini de yaptıı Sultân
II. Kılıç Arslan’a takdim etmitir (Ate 1945: 101; Karaka 1991: 354). Bu devrin
dikkate deer doktor ve eczacılarından olan ve spanya’ya balı Malaka’da doan
bnü’l-baytar (öl. 1248), özellikle nebatat ilmine karı olan aırı merakından
dolayı, yirmi yalarına doru Kuzey Afrika’da seyahate çıkarak Fas, Cezayir ve
Bicaya gibi memleketlere gitmi, 1220 tarihinde Kasantina, Tunus, Trablus, Barka
gibi ehirleri gezdikten sonra, deniz yolu ile Antalya civarına gelmi, oradan da
Mısır’a gitmitir. Mısır’da Eyyubî sultanlarından el-Kâmil’in hizmetine girerek
reis ala sairi’l-aabin (: otçular baı) olmutur. 1237’de melikle birlikte am’a
gitmitir. Melik el-Sâlih Necmeddîn devrinde de bu vazifesinde kalarak Suriye ve
Anadolu’da aratırmalarına devam etmitir. Bu aratırmalarını Melik Sâlih
Necmeddîn namına yazdıı ve Müfredât-ı bn Baytar olarak da bilinen Kitâb elCâmi’ fi’l-adviye el-müfrede isimli eserinde toplamıtır. Nebatî, hayvanî ve basit
ilaçların toplandıı eserde, 1400 ilaç tarif edilmi olup bunların 200 tanesi nebatî
*
*
354
354
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
olmak üzere 300’ü bizzat kendisi tarafından yapılan yeni ilaçlardır. Arapça,
Latince, Farsça ve Berberice olmak üzere dört lisanda ve alfabetik olarak yazılan
eser, XVI. asrın sonlarına kadar Avrupa’da en kıymetli ilaç kitabı olarak
kullanılırken, XIX. asra kadar da slâm dünyasında klasik öretim kitabı olarak
okunmutur. XIV. asırda ise, Aydınolu Umur Bey adına Türkçeye tercüme
edilmitir. Bu eserinde alfabetik olarak zikrettii ilaçları, Kitâb el-Mugnî fi’ladviye el-Müfrede isimli eserinde hastalıklara göre tasnif etmitir. bnü’l-Baytar’ın
ilaçlar ve gıdalar hakkında yazdıı Câmii Müfredât el-Adviye ve’l-agdiye isimli
eseriyle, tıbba dair olan Tezkiret-i bn Baytar adlı çalıması da bulunmaktadır
(Karaka 1991: 367-69). Uzun müddet Ahlat’ta kalıp Ahlat emiri âh-ı Arman’ın
özel doktorluunu yapan, daha sonra Mardin’e gelerek Bedreddîn Lu’lu’nun
hizmetine giren Mühezzebüddîn Ebu’l-hasan Alî b. Ahmed bn-i Hübel-i
Bagdâdî’nin Vezir Cemâleddîn Cevâd adına telif ettii el-Muhtâr fi’t-tıbb elCemâlî ile azalar üzerine tertip ettii Muhtarat bn-i Hübel isimli eserleri vardır
(Karaka 1991: 343). Artuk Oulları’nın hizmetinde Ahlat ve Silvan’da hekimlik
yapan Sedidüddîn b. Rakîka Ebu’s-senâ’î Mahmûd b. Ömer el-eybânî (öl.
1237)’nin Külliyât fi’t-tıbb (Karaka 1991: 360-61), Urfalı shak b. Alî’nin de
Edebu’t-tabîb (Karaka 1991: 377) isimli kitabı bulunmaktadır. Tıp ilminde,
döneminin önde gelenlerinden olan zzeddîn bn Hubel-i Musulî, Takiyüddîn
Tabîb-i Reanil Safiyüddevle Nasranî ve Cerrah Vasil (bn Bîbî 1996: I/312) de
Anadolu Selçukluları dönemi hekimlerindendir.
Bu dönemde tıpla ilgili olarak özellikle tıbbı-ı Nebevî konusunda da bazı
hekimler tarafından eserler kaleme alındıı görülmektedir. Bunlardan el-ahkâm
el-Nebeviyye, aslında bir göz hekimi olarak öhret yapmı olan Alâeddîn b. elKehhâl Alî b. Abdülkerîm b. Turhan es-Safedî tarafından 720/1320 tarihinde
kaleme alınmıtır. On bölümden oluan eserde, hastalıklarla ilgili açıklamalar,
söz konusu hastalıkların tedavisiyle ilgili hadisler ve açıklamaları, hıfzısıhha ile
ilgili açıklamalar ve bunlarla ilgili hadisler, çeitli yiyecek ve içeceklerle ilgili
ravilere dayanılarak verilen hadisler ve onların yorumlarına yer verilmitir
(Kahya 2002: 556). Uzun müddet Erzincan’da tabiî ilimlere büyük önem veren
Mengücek Oulları’ndan Alâeddîn Dâvud ah’ın sarayında bulunan ve bn-i
Lablab diye öhret bulan Abdullatîf Muvaffaküddîn Ebû Muhammed b. Yûsuf b.
Muhammed b. Alî el-Bagdâdî bn Samhun’un (öl. 1231) tıbba dair hadislerden
meydana getirdii erhü’l-hadîsi Erba’în isimli eseri vardır. Tıbb-ı Nebevî’ye
dair olan bu eseri, daha sonra Ebu’l-Abbâs Ahmed bni Es’ad (öl. 1254) erh
etmitir (Karaka 1991: 354-56).
Anadolu’daki müspet ilimler üzerindeki bu çalımalar, bilimin i alanında
uygulanmasına ve insanların bilimden yararlandırılması düüncesinin domasına
ve kuvvetlenmesine vesile olmutur. Böylece bilimin ie dönütürülmesi ön
plana çıkmı ve bunun uygulanması için gayret edilmitir. II. Kılıç Arslan
döneminde Kayseri’de yaayan Tiflisli Hubey b. brâhîm, Beyânü’s-sınâ’at
isimli eserinde, sanat alanında bilimden yararlanmanın yollarını göstermeye
*
*
355
355
ANADOLU SELÇUKLU
AHMETDEVLET
KARTAL DÖNEMNDE LM
çalımı ve sanat alanında bilimden geni ölçüde yararlanılabileceini
savunmutur. Aynı dönemde Diyarbekir Artukluları devri bilgini Cizreli Ebu’lizz smâ’îl b. er-Rezzâz el-Câmi’ Beyne’l-ilm ve’l-amel adlı kitabında (Ökten
1993a), pek çok otomatik makinelerin projesini çizerek, ilmin amele
dönütürülmesi yollarını göstermitir. bnü’l-Kemâl, Kefü’l-akabe’de, bilim
adamlarının bilimi uygulamaları ölçüsünde deer kazandıklarını ifade ederek, bu
hususu belirtmek istemitir. Yine XIII. asrın balarında Sivas’a yerleen
Kübreviyye eyhi, eyh Necmüddîn-i Dâye de, Sultân Alâeddîn Keykubâd’a
sunduu Mirsâdü’l-ibâd adlı eserinde, sanatı, hem ilmin insan ruhunda meydana
getirdii gücün neticesi olarak görmekte hem de insanın sahip olduu ilmi
sayesinde aklın direktifi ile ruhunu, duygu ve düüncesini eya üzerinde
göstermeye çalımaktadır. te bu düünceler, Anadolu’da bir süre geliim
göstererek kendisine uygulama alanı bulmutur. Bu zihniyetin uygulayıcıları
olarak karımıza, o dönemlerde hirfet ve sanat erbabı olan Ahiler çıkmaktadır.
Nitekim Anadolu’da Ahi tekilatının kurucusu olarak tanınan ve Ahi Evren diye
tanınan Anadolu Selçukluları döneminin en güçlü fikir ve aksiyon adamı eyh
Nasireddîn Mahmûd-ı Hoyî’nin bu konuya özel bir önem verdii görülmektedir.
O, eserlerinde sık sık ilmi i ve sanat alanında kullanmanın gerekliliini; ilmin
amelden önce geldiini, ilimsiz amelin fayda salamayacaını, kiinin ilmini
uyguladıı ölçüde makbul insan olacaını savunmutur. Bu zihniyet, amacı ilmin
çeitli sanat alanında uygulamaya konulması ve toplumun bundan
yararlanmasının salanması olan Ahi Tekilatı’nın kurulmasına da vesile
olmutur (Bayram 2003: 63-65; 2004: 128-31). Selçuklular zamanında
Kayseri’de teekkül eden Ahi Tekilatı’nın yanında, Türkmen hanımların da
kendi aralarında örgütlenerek Bâcıyân-ı Rûm tekilatını kurdukları dikkat
çekmektedir. Türkmen eyhi Evhadüddîn-i Kirmânî’nın kızı ve Ahi Evren’in ei
olan Fatma Bacı’nın lideri olduu bu tekilata balı olan kadınlar, Kayseri’de
bulunan sanayi sitesinde de yer alan örgücüler ve dokumacılar çarısında el
sanatlarını icra etmilerdir (Bayram 1994).
Anadolu Selçuklu Devleti dönemi bilginlerinin, ferdin kendini idaresi
(ahlâk), ailenin idaresi (tedbir el-menzil) ve toplumun idaresi (ilm-i siyaset)
konuları üzerinde de klasik düüncenin imkânları içerisinde durdukları
görülmektedir. Hanefî fıkıh âlimlerinden Abdülmecid-i Herevî'nin (öl. Kayseri,
537/1143) el-râf alâ Gavâmiz el-hukumât adlı eseri, bu açıdan dikkat
çekmektedir (Fazlıolu 2001: 165). Bu dönem âirlerinden ve devlet
adamlarından olan Muhammed bin Gâzî-i Malatyavî, Rükneddîn Süleymân âh
döneminden önce spehbûd Merzbân b. Rüstem’in Merzbân-nâme’sini Taberî
dilinden adalı bir dille tercüme ve tahrir etmeye balamı, Rükneddîn Süleymân
âh’ın hizmetine girince, onun da tevikiyle tercümesini Ravzatu’l-ukûl (Düzen
1978) adı altında 598/1201 yılında tamamlayıp Rükneddîn Süleymân âh’a
takdim etmi ve sultanın teveccühünü kazanmıtır. Malatyavî, devlet idaresi ve
ahlâka dair olan Ravzatu’l-ukûl’dan dokuz yıl sonra, Hz. Peygamber’in
*
*
*
356
356
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
hadislerinden seçtii kırk hadisi anlatan, ayrıca sahabenin sözlerinden ve dier
hikmetli sözlerden de bahseden Berîdü’s-sa’âde’yi I. Keyhüsrev adına kaleme
almıtır (Riyâhî 1369: 62, 1995: 75-76; Ate 1945: 104-6). Anadolu Selçuklu
hükümdarları içerisinde, tarih ve siyaset felsefesine en çok ilgi duyan,
Türkçeden baka Arapça , Farsça ve Rumca da bilen I. Alâeddin Keykubâd
olmutur. Onun meliklerin tarihlerinden ve eski padiahların huylarından
bahseden kitapları okumayı çok sevdii kaynaklarda zikredilmektedir. Nitekim
bn Bîbî, Alâeddîn Keykubâd’ın sürekli olarak Gazâlî’nin Kîmyâ-yı Sa’âdet’i ile
Nizâmü’l-mülk’ün
Siyerü’l-mülûk
(Siyâset-nâme)’unu
okuduunu
kaydetmektedir. Sultan sadece bu alandaki eserleri okumakla kalmamı, aynı
zamanda Ahmed Usmânî'nin 625/1227 tarihinde Alanya'da kendisine sunduu
Kitâb el-Letâif el-alâiyye fî el-Fedâil el-Seniyye adlı eser örneinde olduu gibi
bilginleri bu konularda kitap yazmaya tevik etmitir (Fazlıolu 2001: 165; bn
Bîbî 1996: I/246).
Anadolu Selçuklu devlet adamları da, ataları gibi corafyaya büyük ilgi
duymular; çıktıkları seferlere dair “günlük” benzeri eserler kaleme almılardır.
Corafyaya ait konular, astronomi ilmi içerisinde matematiksel yönden
incelenmi; corafya eserlerinde ise, ele alınan ülkelerin bitki ve hayvan örtüsü,
iklimi ve beerî yapısı hakkında ayrıntılı bilgi verilmitir (Kahya 2004: 75).
Bu dönemde, mantık ve hikmet alanında da eser verildii görülmektedir.
Mahmûd b. Ebî Bekr b. Ahmed-i Urmevî’nin Letâ’ifü’l-hikme (Yûsufî 1351) ve
Metâli’u’l-envâr (Riyâhî 1995: 132-35; Terbiyet 1314: 180) isimli eserleri
bunlardandır. Muhammed b. el-Hüseyn el-Mu’înî de, Kur’ân’ın anlaılmasını
kolaylatırmak için yazdıı Beâirü’n-nezâ’ir (Ate 1945: 112-13) isimli bir
sözlük hazırlamıtır. Kemâleddîn Ebû Bekr b. Sâ’idü’r-râdî, kelâma dair olan
Ravzatü’l-menâzır li’l-meliki’n-nâsır isimli Farsça eserini, Nasireddîn
Berkyaruk namına yazmıtır (Uzunçarılı 1948: 292). Nasireddîn-i Sicistânî,
gizli ilimlere dair Dakâyiku’l-hakâyık’ı (Riyâhî 1995: 137), bn Bîbî de Anadolu
Selçukluları tarihi olan El Evamirü’l-ala’iye fi’l-umuri’l-ala’iye [Selçukname]’yi kaleme almıtır (bn Bîbî 1996). Râvendî ise, 603/1206 tarihinde
tamamladıı Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr isimli Büyük Selçuklular ile
sfahan Selçukluları’ndan bahseden önemli tarih kitabını Gıyâseddîn
Keyhüsrev’e ithaf etmi ve mukaddimesinde sultanı öven bir kasideye de yer
vermitir (Râvendî 1333, 1999).
Kurumsallamaya son derece önem veren Anadolu Selçukluları ile
Anadolu’nun çeitli yerlerinde hakim olan Türkmen beyliklerinde, gerek yapı ve
gerekse tekilat bakımından Büyük Selçuklu medreselerini (Köymen 1975a)
örnek alan ve daha sonra Osmanlı medreselerine de mahreç olacak bir çok
medrese tesis edilmitir. Bu medreselerin en eskisi Konya’da II. Kılıç Arslan
zamanında yapılan ve pekçi diye mehur olan emseddîn Ebû Said Altun Aba
Medresesi’dir. Konya’daki erîf Mes’ûd Medresesi (639/1241), Sırçalı Medrese
(640/1242-43), Karatay Medresesi (649/1251-52), Kayseri’de Sahibiyye
*
*
*
*
*
*
*
*
357
357
ANADOLU SELÇUKLU
AHMETDEVLET
KARTAL DÖNEMNDE LM
Medresesi (666/1267-68) ve Külük Camii Medresesi, Sivas’taki Gök Medrese
(670/1271-72), Tokat’taki Gök Medrese (674/1275-76) ve Çukur Çeme
Medresesi, Kırehir’deki Cacabey Medresesi, Konya Aksaray’daki Tâcü’l-vezir
Medresesi, Malatya’daki Ulu Cami Medresesi, Afyon’daki Kale Medresesi,
Antalya’daki mâret, Atâ Bey ve Karatay Medreseleri bu dönem
medreselerindendir. Ayrıca Güneydou Anadolu’da hakimiyet kuran Artuklular
ile Dou Anadolu’ya hakim olan lhanlılar da birçok medrese ina ederken, bir
Anadolu beylii olan Hamidoullarından Dündâr Bey, 634/1236-37 tarihinde
Eridir’de, Emîr Sinâüddîn 1319’da Korkuteli’nde medrese yaptırmılardır (BT
1993: 90-91).
Anadolu Selçukluları’nda, hem aklî hem de naklî ilimlerin medreselerin
yanında, ilim adamlarının evlerinde, hastanelerde, tekke ve konaklar gibi
mekânlarda da tedris edildikleri görülmektedir. Anadolu Selçukluları, bir yandan
devletin resmî çizgisinde eitim veren medreseler ile dârü’-ifâlar kurarak
mensup oldukları slâm medeniyetindeki bilgi birikimini nesiller arası aktarımını
yaparken, dier taraftan da, bilginin kontrollü bir ekilde yayılmasını
salamılardır. Tesis edilen medreseler ile dârü’-ifâların çokluu ve yaygınlıı,
bu konudaki siyasetin bilinçli bir ekilde yapıldıını göstermesi bakımından
önemlidir (Fazlıolu 2001: 165). Ayrıca medreseler arasında gerçek anlamda
ihtisaslamanın Anadolu Selçuklu medreselerinde olduu dikkat çekmektedir.
Nitekim Konya’da nce Minareli Medrese’de hadis, yine Konya’da Sırçalı
Medrese’de fıkıh, Kırehir ve Kütahya medreselerinde hey’et ve nücum,
Kayseri’de Çifte Medrese’nin birinde tıp örenimi yapılmaktaydı (Tademirci
2001: 164).
Anadolu ’da kurulan bu medreselerin birçounda, ilim ve irfanın deimez
parçası olarak telakki edilen kütüphane de bulunmaktaydı. Nitekim bazı vakıf
kayıtlarında, Selçuklu sultanları ile ümeranın özel kütüphaneleri olduu da
kayıtlıdır. Özellikle Anadolu Selçukluları döneminde bir ilim ve kültür merkezi
hâline gelen Konya’da, ilk Selçuklu kütüphanesi emseddîn Altun-Apa
tarafından kurulmutur. II. Kılıç Arslan'ın olu Rükneddîn Süleymân âh
zamanında, 598/1202 tarihinde kaleme alınan vakfiyeye göre Altun-Apa
Medresesi’nde bir kütüphane oluturan emseddîn Altun-Apa, vakıf mütevellî
ve nazırının her yıl kütüphane için ayrılan vakıf gelirlerinden 100 dirhem ile
gerekli kitapları satın almalarını ve mevcut koleksiyonu zenginletirmeleri ile
rehin karılıı medrese dıına ödünç kitap vermeyi art komutur. Bu dönemin
ünlü bilginlerinden Sadreddîn-i Konevî’nin, Konya’da eyh Sadreddin
mahallesindeki hangahında da bir kütüphane bulunmaktaydı. Bu kütüphanede
Sadreddîn-i Konevî’nin ahsî kitaplarının yanında kendisinin ve üvey babası
Muhyiddîn-i Arabî’nin el yazısıyla bazı eserleri de yer almaktaydı. Sirâcüddîn-i
Urmevî evlâdından Bedreddîn Mahmûd’un zevcesi Kutlu Melek Hatun’un
kurmu olduu Dârü’l-huffâzında, Emîrü’l-hâcolu Müstevfî Ebu’s-senâ
Mahmûd’un da Nizâmiye hangahında birer kütüphane tesis ettikleri çeitli vakıf
*
*
358
358
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
kayıtlarında yer almaktadır. Yine Selçuklu vezirlerinden Sahip Ata’nın,
Anadolu’nun çeitli ehirlerinde kurduu medreselerde birer kütüphane mevcut
olduu Süheyl Ünver’in bazı yazma eserlerin üzerlerindeki vakıf kayıtlarını
incelemesiyle ortaya çıkmıtır (BT 1993: 245-46, Cunbur 1986, Ünver 1970).
Türklerin anayurdu olmasıyla birlikte Anadolu ’da, gerek Anadolu
Selçukluları, gerekse dier Türk devletleri sahip oldukları toprakları,
medreselerin dıında cami, mescit, kümbet, imarethane, dârü’-ifâ/hastane,
rasathane/gözlemevi, saray, kök, han, hamam, kervansaray, köprü, çeme gibi
mimarî eserlerle tezyin edip oralara Türk-slâm damgasını vurmulardır.
*
*
359
359
TERCÜME EDEBYATI
TERCÜME EDEBYATI
Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın (1063-1072) Malazgirt’te 1071 yılında
Bizanslıları bozguna uratmasıyla, Anadolu’nun kapıları Türklere açılarak
anayurtları hâline gelmitir. Ancak burada kurulan ve Selçuklu Devleti’nin bir
kolu olan Anadolu Selçuklu Devleti, 1243’te Köseda’da Moollar karısında
aldıı malubiyetten sonra, hızlı bir çökü devresine girmi ve lhanlılar’a tâbî
olmutur. XIII. asrın sonlarında Anadolu’da Mool baskısı azalınca, bu durumdan
istifade eden uçlarda ve sınırlarda yerletirilen Türkmen Beyleri ve halk, yava
yava Selçuklular ile ilikilerini keserek büyüklü küçüklü birçok devletler
kurmulardır. Eratnaoulları, Karasioulları, Saruhanoulları, Aydınoulları,
Menteeoulları,
Germiyanoulları,
Karamanoulları,
Candaroulları,
Pervaneoulları, zmiroul-ları, Tekeoulları, Erefoulları, Dulkadiroulları,
Ramazanoulları ve Osman-oulları Anadolu’da bunun sonucu olarak kurulan
Türkmen beyliklerindendir. te bu dönemde, Karamanolu Mehmed Be,
Anadolu Selçuklularının son zamanlarına doru, memleketteki karıık durumdan
faydalanarak Konya’yı Alâeddîn Keykubâd’dan alıp devlet idaresini vezir sıfatıyla
ele geçirdikten sonra, 15 Mayıs 1277 (H. 10 Zilhicce 675) de
*
*
*
“Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda
Türkçeden baka dil konumayacak” (bn Bîbî 1996: II/209)
eklindeki kararını bütün ehre ilan ettirip, “defterleri dahı Türkçe yazalar”
(Korkmaz 1995: 428) buyruunu verdi. Bu buyruktan sonra, Anadolu ’da VI.
yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar ayrı ayrı bölgelerde tek bir kol halinde ilerleyen eski
Türk yazı dilinden ayrılıp yepyeni karakterde müstakil bir yazı dilinin kuruluu
salanmı (Korkmaz 1995: 424), Türkçe ilim ve edebiyat dili olarak Arapça ve
Farsça karısında geçerlik kazanmaya balamı ve resmi dil olmutur. Böylece
takriben XI. asırdan itibaren uubiye hareketi dolayısıyla hakimiyetini kısmen
Farsça ile paylaan Arapça, XIII. özellikle de XIV. yüzyıllarda balamak üzere
Türkçe ile paylamak zorunda kalmıtır (Sayılı 1964: 47). Ayrıca baka milletlerin
sadece yazılarını kabul edip dillerini hiçbir zaman almayan Türkler (Lewis 1964:
78), Anadolu’da Türkçenin sadece konuma dili olarak kalmayıp bir kültür ve
medeniyet dili olmasının temellerini de yine bu dönemde atmılardır.
*
*
*
*
*
*
360
360
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Selçuklu Devleti’nin Mool baskısı ile zayıflaması üzerine, bulundukları
bölgelerde kendi adlarına hüküm sürmeye balayan Türkmen beylerinin,
özellikle Arap ve Acem kültürüne fazla itibar etmemeleri, millî geleneklerine ve
kendi bölge aızlarına verdikleri önem, ilim adamlarını, âir ve edipler ile
sanatkârları korumaları, Türk dili ve edebiyatı için verimli bir dönemin
balamasına zemin oluturmutur. Bu beylerin, memleket kazanmak için
yaptıkları savalar ve siyasî mücadeleler sırasında bile ilim ve edebiyat
hareketlerini tevik etmeleri, bazılarının Arapça ve Farsçayı iyi bilmelerine
ramen, Türkçe yazmayı tercih etmeleri dikkate deerdir. Özellikle bu dönemde,
beylerin tutumları sayesinde, çeitli konularda telif ve tercüme yüzlerce eser
meydana getirilmitir (Korkmaz 1995: 427). Bilindii gibi, ecdadımız daima
faydayı ve yararlı olmayı göz önünde bulundurmu, 'hakikati' içerisinde yaamı
olduu toplumun bireylerine ulatırma gayreti içerisine girmitir. Bunda baarılı
olabilmesi için de, hiç üphesiz vermi olduu eserleri, o toplumun diliyle
vermenin gerekliliinin farkına varmıtır. Nitekim bu dönemde, yüksek slâm
kültürünün dili yani 'hakikat'in temsil ettii dil Arapça olduu için, üst kültürün
eitimini alan kii de, dolayısıyla Arapça üzerinden 'hakikat'i elde etmi ve
onunla iliki kurmutur. Oysa 'hakikat'in ulatırıldıı kii, sadece anadili olan
Türkçeyi konuan bir kii ise, anlama sorununu amak için, 'hakikat'in Arapça
yerine Türkçeyle ifade edilmesi gerekmektedir. te bu durumun farkına varan
gerek Beylikler dönemi gerekse ilk dönem Osmanlı bilginleri, eserlerini artık
Türkçe yazma ihtiyacı hissetmilerdir (Fazlıolu 2003: 155). Esasında bu
hususun ilk kıvılcımları Anadolu Selçuklu Devleti döneminde kendisini
hissettirmiti. öyle ki, bn Bîbî'nin ifadelerine göre, Anadolu'da Türkçe,
Rumca , Ermenice , Arapça ve Farsça olmak üzere be dil konuulmaktaydı
(1996: I/97, 141). Anadolu Selçukluları zamanında, bu dillerden Farsça resmi dil
olarak kullanıldıı için, telif edilen eserlerin büyük bir kısmının Farsça olduu
görülmektedir. Mikail Bayram, yaptıı kütüphane taramaları neticesinde,
Anadolu Selçukluları zamanında, 230 küsur eser telif edildiini, bunlardan 20
tanesinin müellifinin meçhul olduunu, geriye kalan eserlerin 80 müellif
tarafından yazıldıını belirttikten sonra, bu eserlerden 145’inin Farsça, 68’inin
Arapça, 15’inin Türkçe olarak kaleme alındıını, birkaç eserin de Süryanice ve
Ermenice olduunu söylemektedir (Bayram 2004: 107). Bu manzara Anadolu
Selçuklu Devleti’nin hem karıık kültürlerden olutuunu hem de çok dilli bir
ortam sunduunu göstermektedir. Bu da her topluma kendi diliyle hitap eden
çeitli eserlerin yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli iirlerin (mülemma)
yazılmasına da zemin hazırlamıtır. Çünkü bu tip toplumlarda her dilin kendine
has farklı ilevleri vardır ve her biri belirli bir amaç ve durum için kullanılır. te
çok dilli iirler de, bu durumun ilevsel bir yansımasını sergilerler (Johanson
1993: 29). Hatta, bu tip davranıın, özellikle zengin bir Halk edebiyatı
geleneine sahip olan Ouz Türkçesinin aruz vezniyle söylenilen edebî
metinlerde de kullanılmasıyla, edebî olarak etkin bir hâle gelmesine yardımcı
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
361
361
TERCÜME
EDEBYATI
AHMET KARTAL
olduu görülmektedir. Yani bu mülemma iirler, edebî açıdan fazla ilenmemi
olan Ouz Türkçesinin ilenmi olan dillerin özellikle de Farsça ve Arapçanın
çatısı altında talim imkânı elde ettii söylenebilir. Nitekim Köprülü’nün
deerlendirmesiyle, Horasan ve Maveraünnehir âirlerinin oldukça etkin bir
dönemde aruzla iir yazmaya Türkçe-Farsça mülemmalarla baladıkları (Johanson
1993: 34-35) gibi, Anadolu’da da aynı durumla karılamaktayız (Bayram 2004:
111). Tabii ki burada, Johanson’un ifade ettii gibi, bu dönemde modern tarzda dil
ve millet bütünletirilmedii için, son dönemlerdeki millî dile sadakat veya dil
milliyetçiliinin olmadıı da hatırlanmalıdır. Ayrıca Orta Ça Avrupa
edebiyatında olduu gibi dil tercihi sanatçıların milliyetine göre deil, edebî türe
göre belirlenmekteydi (1963: 28). te, bu çok dilli iirlerin yazılmasının yanında,
bugünkü bilgilere göre, Anadolu’da Hekîm Bereket tarafından Türkçe olarak
kaleme alınan Tuhfe-i Mübârizî'nin yazılı amacının halkı bilgilendirme ve onlara
yardımcı olma düüncesinin olması dikkat çekmektedir (Bayram 2004: 110-11).
Hekîm Bereket, tıp ilmine dair olan Tuhfe-i Mubârizî (Tekinda 1971: 134-39;
Derin 1987)'nin mukaddimesinde bildirdiine göre, bu eseri Lubâbü’n-nuhab
adıyla Arapça olarak yazmı, daha sonra Tuhfe-i Mubârizî adıyla Farsçaya
tercüme edip methini iittii ve kendisine intisap ettii Amasya emiri Melikü’lümerâ Mubârizu’d-devle ve’d-dîn Halifet Alp Gazi’ye sunmutur. Hekîm Bereket,
onun
*
*
“Tıb sanâ‘atından bir kitâb geregidi ki anuñ mutâla‘asından bize bir fâ’îde olaydı
çün bu du‘âcınuñ ol kitâbın gördi begendi pes buyurdı eger bu kitâbı Türkiye
döndüreler öyle kim ol dâyireler kamusı anda bile yazıla yavlak ho ola bu ‘ilm
içinde bir garîb bedî‘ nüsha ola....”
diyerek, tıp ilmi için faydalı olacak bu eseri beendiini, ancak Türkçe olarak
kaleme alınsaydı deerinin daha da artacaını ifade ettiini, bundan dolayı da bir
süre sonra Türkçeye çevirdiini belirtir (Tekinda 1971: 134-36). Hekîm
Bereket’in bu ifadeleri, bu dönemde Türkçe eserlerin çok nâdir olarak mevcut
olduunu göstermesinin yanında, özellikle halkın istifadesi için Türkçe eserlerin
yazılmasının gerekliliini göstermesi bakımından da önemlidir. Büyük ihtimalle,
bu tevik neticesinde Hekîm Bereket Hulâsa der-lm-i Tıb adıyla yine Türkçe bir
baka eser yazarak yine Emîr Halifet Gazi (ö. 1225 veya 1232)’ye takdim
etmitir. Yine aynı cilt içersinde müellifi bilinmeyen Tabîat-nâme isimli Türkçe
bir mesnevî bulunmaktadır. Bu mesnevînin Hekîm Bereket’in dier iki eseri gibi
tıbba dair ve bir cilt içinde bulunması, dilinin ise çok eski olmasından dolayı,
Hekîm Bereket’e ait olduu sanılmaktadır (Bayram 2004: 110).
Özellikle Beylikler döneminde, Türkçe telif ya da tercüme birçok eser
yazılmaya balanmıtır. Nitekim Âık Paa (ö. 1332), eski ve yeni bilginlerin
Arapça ve Farsça birçok eser yazmasına karın,
*
*
*
*
362
362
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
“...ve imdi öyle bil kim bizüm zamânumuzda halkun çokı idrâk-i ma'ânî niçe kim
gerekdür idemez ve besâtîn-i ma'rifetden bir gül direbilmez; ve bülbül âvâzın
gülistân içinde iidemez. Zarûret iktizâ itdi kim bir kitâb Türk dilinçe tertîb ola....”
*
diyerek, “Vemâ erselnâ min resûlin illâ bi-lisâni kavmihi (Biz her elçiyi kendi
milletinin dili üzre gönderkik)” ayetini iktibas eder ve:
Türk dilinde anlayalar ol Hak'ı
Tâ ki mahrûm kalmaya Türkler dakı
*
*
beytiyle hedefini tayin eder. Âık Paa, 'hakikat'i temsil etmede diller arasında
ilkece bir fark olmadıını özellikle vurgular:
Kamu dilde ma'ni vardur bilene
Cümle yolda Hak bulundı buluna
Âık Paa'ya göre aslında bütün diller tek bir hakikati (mânâyı) söyler:
Ma'niyi bir dilde sanman siz hemân
Cümle diller anı söyler bî-gümân
Âık Paa ile aynı görüü paylaan Mu'înüddîn bin Mustafa, Sultân II.
Murâd'a takdim ettii Mesnevî-i Murâdiyye'de öyle demektedir:
Kavmine kendü lisanıyla nüzûl
Eyledi küllî nebî vü hem resûl
Biz de Türkî dil ile erh eyledük
Kavmümüze dilleriyle söyledük
Aynı görüü dile getiren Yazıcıolu Ahmed Bican da, Envârü'l-âıkîn adlı
eserinde:
“....Türkçe bir kitâb düzem ki bizüm il kavmi dahı ol 'ilmlerden fâ'ide tutup...”
*
diyerek hem zâhirî hem de bâtınî ilimlerde mevcut bulunan 'hakikat' “bizim
kavme” ulatırmanın yolunun eserlerin Türkçe telif edilmesinden geçtiini
belirtmitir.
Ancak bu hususu dillendiren en yetkin ifadeler, eyholu Mustafâ'nın u
beyitleridir (Fazlıolu 2003: 155-56):
*
lüm Türkdür dilüm Türkdür didüm
Egerçi Tat dilinde var durur yat
363
363
TERCÜMEKARTAL
EDEBYATI
AHMET
Velikin Rûm ilünün kavmi yek-ser
Ingup Türk dilini söyleürler
*
Dirüm ben söyleem 'âkıl bulunca
Sözi her kavm ile dillü dilince
Bahsettiimiz bütün bu hususlardan dolayı, Türk asıllı âlimler Türkçe çeitli
konularda telif eserlerin yanında, kendi insanının okuduu zaman istifade
edeceini düündüü bazı Farsça ve Arapça eserleri manzum veya mensur
olarak Türkçeye tercüme etme temayülü içerisine girmilerdir. Bunda,
muhatabın ilme yeni balayan ve sadece Türkçe bilen “mübtedî (: örenci)”lerin
olması da etkili olmutur. Nitekim Ahmed-i Dâ'î, Nasîrüddîn-i Tûsî'nin
astronomi ve astroloji konusundaki Sî Fasl adlı eserinin tercümesinin
mukaddimesinde, bu eseri Türkçeye tercüme etmesinin sebebini: “...bazı
mübtedilere [Farsça metni okumak] mükil olduu için Türkî dille terceme
eyledük...” eklinde belirterek buna açıklık getirmitir. Ayrıca bilgiyi yalnızca
örencileri düünmeden daha büyük bir kitleye yani halka ulatırma düüncesi
de, tercüme faaliyetinin baka bir sebebi olarak görülmektedir. eyholu
Mustafâ'nın Marzubân-nâme'sinin giri kısmında yer alan “...bu za'îf diledi ki ol
fevâyid ve hikmetden bir mikdâr çıkarup Türkî dil ile erh ide tâ ki fâidesi 'âma
âmil ola...” ifadeler bunu göstermektedir. Yine siyasî ya da medenî bir meslekî
sınıfa mensup Türkçe konuan kiiler için de, Türkçe telif eserlerin yanında, bazı
Arapça veya Farsça eserler Türkçeye çevrilmitir. Bu durum en güzel ekilde
Osmanlı tıp, muhasebe ve muvakkıt sınıfına yönelik olarak Türkçe kaleme
alınan veya Türkçeye tercüme edilen matematik ve astronomi eserlerinde
gözlemlenebilir. erefeddîn Sabuncuolu, Akrâbâdîn Tercümesi'nde bu durumu
u ekilde dile getirmitir:
*
*
*
*
“...zîrâ kim ilm-i tıbbın kitâbları Pârisî ve Tâzî dilinde düzülmidür. Rûm ehlinün
ekseri Arabî ve Pârisî dilün bilmeyüp âciz ve âtıl olmulardı....”.
Bizzat beyler ile sultanların istekleri de, bazı eserlerin tercüme edilmesine
sebep olmutur.
Türkçe konuan halkın düünülerek, eserin Türkçe telif ve tercüme
edilmesi, müellif ile mütercimin sahip olduu ‘dil bilinci’ne ve Türkçe konuan
halka ‘mensubiyet duygusu’na iaret eder. Faydanın yaygınlaması dileine
istinaden, Türkçe eser telif etmek ya da Türkçeye tercüme etmek, Anadolu
Beylikler döneminin en önemli özelliklerinden birisidir. Özellikle dinî, tarihî ve
edebî eserler bütün bir halkın okuması, anlaması ve faydalanması için, telif veya
tercüme edilmeye balanmıtır. Osmanlı sultanlarından I., II. ve III. Murâd gibi
bazılarının etrafında bulunan âir, bilgin ve dier sanatkârları Türkçe telif ve
tercüme eser vermeye tevik ettikleri de bilinmektedir. Bu tercüme
*
*
364
364
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
faaliyetlerinde dil bilincinin de etkili olduunu belirtmemiz gerekir (Fazlıolu
2003: 162-82).
Bu dil bilinciyle Beylikler dönemi Türk kültürü üzerinde kurulan Osmanlı
Devleti'nin yükselii ile Osmanlı Türk dili ve kültürü, saray ve ordunun yanı
sıra, yüksek memurların da, dili olmutur (Hourani 1997: 119). Böylece Türkçe ,
yazı dili olarak youn bir ekilde kullanılmaya balanırken, Farsça ve Arapçaya
olan rabet de, o oranda azalmıtır. Özellikle bu durum, Türk dil tarihi açısından
oldukça önemlidir.
*
*
*
*
Hem Türkçeye verilen önem hem de Türkçe edebî eserler açısından,
Anadolu beylikleri içerisinde, Germiyanoulları'nın önemli bir yeri vardır.
Özellikle Ya’kûb Bey’in olu Mehmed Bey (ö. 1363) ve onun yerine geçen
Süleymân âh zamanı, bu açıdan dikkat çekmektedir. Bunda, beyler tarafından
ilim adamları ile âirlerin korunmasının da önemli yeri olmutur. Nitekim
Süleymân âh, beylii süresinde hem ilim adamlarını hem de âirleri himaye
etmi ve onları desteklemitir. Süleymân âh’ın bir halk âirine sade yazması ve
anlaılır ekilde söylemesinden dolayı, ihsanda bulunması, eyhî’nin
yazdıklarından ise, bir ey anlamadıını ifade etmesi dikkat çekmektedir.
Ya’kûb Bey de, babası gibi ilme ve sanata önem verip âlimleri ve âirleri himaye
etmitir. Bundan dolayı, ikisi döneminde, kültür faaliyetleri itibariyle Kütahya,
beylikler içerisinde birinci sırayı igal etmitir. Süleymân âh’ın ilme ve ilim
adamlarına verdii bu önem üzerine, eyholu Mustafâ, Ahmed-i Dâ’î, Ahmedî
gibi devrin âlim ve âirleri meclisinde hazır bulunmutur (Yavuz 1983: 10-11).
eyholu Mustafâ, Germiyan-oulları Beylii’nde yetien önemli âlim ve
âirlerdendir. 1340-1410 tarihleri arasında Germiyan Beyi Süleymân âh’ın
niancılık ve defterdarlıını yapan eyholu, Germiyan beyinin ölümü üzerine,
Yıldırım Bâyezîd’e intisap ederek, Osmanlı sarayına girmitir. Germiyanolu
Süleymân âh adına yazmaya baladıı Hurîd-nâme veya Hurîd ü Ferahâd
(Ayan 1979) adıyla da anılan eserini, Süleymân âh’ın ölümü üzerine
789/1387’de tamamlayarak Yıldırım Bâyezîd’e ithaf etmitir. Nitekim, bu
durumu eserinde açıkça belirten âir, eserinin Yıldırım Bâyezîd tarafından
beenildiini de kaydetmitir. ran ahı Siyavu’un kızı Hurîd ile Marib
ehzadesi Ferahâd arasındaki akı konu edinen mesnevî, aruzun “mefâîlün
mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmı olup, 7903 beyitten olumaktadır. Eser, “Ki
Türkî nazm idem bir ho hikâyet / ‘Arabdan nite kim oldı rivâyet” beytinden de
anlaılacaı gibi, Arap edebiyatındaki kıssalara balanmaktadır. Ancak eserin
asıl konusunun ileniindeki bazı kullanımlar ve motifler, ran meneli olduunu
da düündürtmektedir. XIV. ve daha eski yüzyıllardaki Türk örf ve âdetlerinden
izler taıyan Hurîd-nâme, Türk kültür hayatı için önemli bir kaynak
durumundadır. âir, bu eserini, Anadolu insanının Türkçe konumasından dolayı
Türkçe olarak yazmıtır. Eser dil, hikâyecilik sanatı ve nazım teknii
bakımından oldukça baarılıdır. eyholu Mustafâ’nın bu manzum tercümesinin
*
*
*
*
*
*
365
365
TERCÜMEKARTAL
EDEBYATI
AHMET
dıında, mensur tercümeleri de vardır. Bunlardan Marzuban-nâme Tercümesi
(Korkmaz 1973), Germiyan Beyi Süleymân âh’ın istei üzerine Varavinî’nin
metnine dayanılarak Türkçeye tercüme edilmi ve Destûr-i âhî adı verilmitir.
Didaktik mahiyette olan bu eser, hayvan hikâyelerine dayanarak devlet idaresi
ve ahlâkî öütleri ihtiva etmesi bakımından, Kelîle ve Dimne’ye benzemektedir.
eyholu, eserinde yer yer hayattan ve devlet idaresinden bahsetmi, sultana
devlet idaresine dair nasihatlerde bulunmu, fikirlerini bazen ayet ve hadislerle
de desteklemitir. eyholu’nun yine Germiyan Beyi Süleymân âh’ın istei
üzerine Farsçadan tercüme ettii dier bir eseri ise, Kabus-nâme çevirisidir.
Eser, Unsurü’l-ma’âlî Keykâvus bin skender bin Kabus’un 475/1082 yılında,
olu Gîlânah için yazmı olduu nasihatlerden olumaktadır. Eserin bilinen tek
nüshası Kâhire’de Dârü’l-kütüb, Fünûn-ı Mütenevvie, Türkî, mim. 22’de
kayıtlıdır. eyholu Mustafâ’nın benzer türdeki önemli dier bir eseri de,
Necmüddîn Dâye’nin Mirsâdü’l-ibâd’ından serbest bir tercüme olan Kenzü’lküberâ ve Mehekkü’l-ulemâ (Yavuz 1991) isimli çalımasıdır. Geni bir devlet
tecrübesine dayanan eser, Türkçe’de Kutadgu Bilig’den sonra, devlet idaresi ve
cemiyet ilerini ele alan ikinci eser olarak kabul edilmektedir. Bata sultan olmak
üzere, devlet adamlarına devlet yönetimi ile ilgili tavsiyelerde bulunulan eser,
Yıldırım Bâyezîd dönemi devlet adamlarından Paa Aa bin Hoca Paa’ya takdim
edilmitir. Eser ayrıca, Elvan Çelebi, Gülehrî, Hâs, Hoca Dehhânî, Hoca Mes’ûd,
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Yûsuf-ı Meddâh’ın iirlerinden örnekler vererek,
adlarının günümüze ulamasına yardımcı olması bakımından da, dikkat çekicidir.
eyholu Mustafâ’nın ayrıca Taberî Tarihi Tercümesi de bulunmaktadır.
Germiyanoulları dönemi âirlerinden biri de, Ahmed-i Dâ’î’dir. Nitekim
kendisi hakkında bilgi veren kaynakların hepsi, onun Germiyanlı olduunu
kabul etmektedir. Sehî Bey ve Latîfî, Dâ’î’nin Emîr Süleymân devri (14021410) âirlerinden olduunu söyledikleri hâlde, Hasan Çelebi ve ondan naklen
Mehmed Süreyyâ, onu Sultân I. Murâd dönemi (1362-1389) âirlerinden
sayarlar. Eserlerinden, Sultân I. Murâd, Germiyan Beyi II. Ya’kûb, Yıldırım
Bâyezîd’in olu Emîr Süleymân ve devirlerinde yaadıı anlaılan Ahmed-i
Dâ’î, bu sultanlar adına eserler de yazmıtır. Hatta Germiyan’da bir müddet
kadılık yapan Ahmed-i Dâ’î, Ya’kûb Bey’in emri ile Ebû Bekir bin Abdullah elVâsıtî’nin Arapça kaleme aldıı tabirnamesinin Farsçaya yapılan tercümesini
Türkçeye çevirmitir (Ertaylan 1952: 161-68). Bir akaid kitabı olan Miftâhu’lcenne'yi, Lülü Paa adında biri için, Arapçadan dilimize tercüme etmitir. Konusu astronomi ve astroloji olan Tercüme-i Ekâl-i Nâsır-ı Tûsî, Nâsır-ı Tûsî’nin
Sî-Fasl adlı eserinden tercümedir (Ertaylan 1952: 150-53, 311-21 [metin]). Yine
Nasîrüddîn-i Tûsî’nin gizli ilimlerden bahseden ve yıldız-nâme türündeki otuz üç
beyitlik Câmasb-nâme isimli mesnevîsini, Türkçeye tercüme etmitir. Bu eser,
bugünkü bilgilere göre, “Câmâsb-nâme”nin Türkçeye ilk tercümesidir. Vesîletü’l-mülûk li Ehli Sülûk, Âyet’el-kürsî’nin tefsiri ile Esmâ-yı Hüsnâ’yı açıklayan
*
*
*
*
366
366
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
bir çeviridir (Ertaylan 1952). Osmanlı sultanı II. Murâd adına da, bazı eserleri
tercüme ettii görülmektedir.
XV. asrın en önemli isimlerinden olan eyhî, Germiyanoulları sınırları
içinde yetimi büyük bir sanatkârdır. Eitimini ilerletmek için gittii ran dönüü
sırasında, Ankara’ya urayarak Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap etmi ve “eyhî”
lâkabını almıtır. Memleketi Germiyan’da bir attar dükkânı açıp tabiplie balayan
âir, önce Germiyan beyi II. Ya’kûb'un hizmetine, daha sonra da Süleymân âh'ın
saltanatı döneminde, Germiyan'ın Osmanlılar’a düün hediyesi olarak verilmesi
üzerine, Çelebi Mehmed ile II. Murâd’a intisap ettii görülmektedir. Çelebi Sultân
Mehmed’in Karaman seferi sırasında (818/1415) Ankara’da rahatsızlanması
üzerine çarılarak tedavide baarı göstermesinden dolayı, kendisine Tokuzlu Köyü
tımar olarak verilmi ve sultanın hususî tabipliine tayin edilmitir. Bu yüzden
eyhî, Osmanlı kaynaklarında Osmanlı Devleti’nin ilk “re’îsü’l-etibbâ”sı yâni
hekimbaısı olarak gösterilir. Türkçe Dîvân’ının yanında, Osmanlı sultanı II.
Murâd adına, ince bir sosyal tenkit ve temiz bir Türkçenin örnei olan Har-nâme
ile Nizâmî’nin aynı adlı eserinden tercüme ettii ve Türk edebiyatında yazılan en
güzel Hüsrev ü îrîn olarak kabul edilen iki mesnevîsi vardır.
Germiyanoulları ile iliki olan âirlerden biri de, Ahmedî’dir. Ahmedî,
eitim için gittii Mısır’dan tekrar Anadolu ’ya dönünce, bir ara
Aydınoulları’ndan Ayas Be’e intisap etmi, sonra Germiyan Bei Süleymân
âh’ın hocası ve müaviri olmu, daha sonra ise; Osmanlı hükümdarı Yıldırım
Bâyezîd’in hizmetinde bulunmu, onun malubiyeti üzerine Timur’un yanında
kalmıtır. Akabinde ehzade Emîr Süleymân ile Edirne sarayında bulunmu,
ardından Sultân Çelebi Mehmed’e intisap etmi ve seksen yalarında Amasya’da
ölmütür. Ahmedî, Mirkatü’l-edeb (Temizel 2002: 203-54) adında
Aydınoulları’ndan sa Bey’in olu Hamza Bey için, Arapça -Farsça manzum
bir lügat kaleme almıtır. Eser, Arapça ve Farsça örenmek isteyenlere gerekli
olan kelimelerin yanında tıp, hey'et, matematik, astronomi, astroloji, fıkıh gibi
konularda da, belli balı sözler ile ıstılahları ihtiva etmektedir. Ahmedî, ayrıca
Emîr Süleymân’ın istei üzerine, ranlı âir Selmân-ı Sâvecî’nin Cemîd ü
Hurîd isimli mesnevîsini Türkçeye tercüme etmi ve birçok eklemeler yaparak
ona telif hüviyeti kazandırmıtır (Banarlı 1939; Akalın 1975). Aruzun “mefâîlün
mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan ve 4745 beyitten oluan eser, 806/1403
yılında tamamlanarak I. Mehmed’e sunulmu veya sunulmak üzere
hazırlanmıtır. Hikâye teknii bakımından önemli bir yere sahip olan mesnevîde,
gerek olay ve hareketlerin çok ve cazip oluu, gerekse ifadesindeki
sürükleyicilik dikkat çekmektedir. Eserde, her ne kadar yer yer Hüsrev ü
îrîn'deki ahsiyetler, Leylâ vü Mecnûn'daki sahneler, hatta Vâmık u Azrâ'daki
motifler görülse de, özellikle N. Sami Banarlı’nın Körolu hikayesi ve Dede
Korkud Hikâyelerindeki Kanturalı ile Cemid arasında tespit ettii benzerlik ve
yakınlıklar eserin deerini artırmıtır (1939: 156-58). Eserde, Çin fafurunun
olu Cemid ile Rum kayserinin kızı Hurid arasındaki ak anlatılmaktadır.
*
*
*
*
*
*
*
367
367
TERCÜME
EDEBYATI
AHMET KARTAL
Ahmedî’nin Nizâmî’nin skender-nâme’sine nazire olarak kaleme aldıı
skender-nâme (Ünver 1983)’sini de burada belirtelim. XIV. asırda yazılan
mesnevîlerin en önemlilerinden olan bu eser, aynı zamanda türünün ilki ve en
baarılı örneidir. Emîr Süleymân’a sunulan skender-nâme, vezni, düzeni,
deiik konulara yer verii ve ele aldıı konuların ilenii bakımından, ran
edebiyatındaki örneklerinden hem farklı hem de orijinal bir mesnevîdir.
XIV. asırda yer alan beylikler içerisinde, bünyesindeki edebî canlılık
dolayısıyla dikkati çekenlerden biri de, Aydınoulları Beylii’dir. Hacı Paa diye mehur olan Celâlüddin Hızır'ın muhtasar olarak Türkç e kaleme aldıı ve
özellikle dil açısından önemli olan tıp kitabı Müntahab-ı ifâ (Önler 1990) gibi
Türkçe telif eserlerin yanında, Arapça ve Farsça yazılan bazı eserlerin Türkçeye
tercüme edildikleri de görülmektedir. Bu açıdan Aydınoulları’nın en parlak
dönemi, hiç üphesiz Mehmed Bey ve yerine geçen olu Umur Bey zamanıdır.
Bu günkü bilgilere göre, tıp alanındaki eserlerin ilki, Aydınolu Umur Bey
(1340-1348) adına, bni Baytar’ın Kitâbü’l-câmii fi’l-edviyeti’l-müfrede adlı
eserinden, ismi bilinmeyen bir ahıs tarafından Müfredât-ı bni Baytar
Tercümesi adıyla yapılan tercümedir (Önler 1988: 53-4). Tutmacı isimli bir âir
de, manzum olarak Aydınolu Umur Bey için Tabîat-nâme (Ertaylan 1960c; Kut
1985, 2004: 308) adında, tıbbın önemli bir dalı olan salıklı beslenme
konusunda bir eseri Farsçadan Türkçeye tercüme etmitir. Tutmacı’nın bir de,
Attâr’ın aynı adlı yahut Hüsrev-nâme (Attâr-ı Niaburî trhs.) diye bilinen 7708
beyitlik mesnevîsinin 4706 beyitle Türkçeye muhtasar tercümesi olan Gül ü
Hüsrev (Yolda 1998; Levend 1960, 1988c, 1988ç)'i vardır. 808/1406 tarihinde
kaleme alınan mesnevîde, Rum Kayseri’nin olu Hürmüz ile Hozistan Emirinin
kızı Gülruh arasındaki serüven anlatılmaktadır. Attâr’ın eserinden yaklaık 3000
beyit daha kısa olmasına ramen, Gül ü Hüsrev’in konusunda herhangi bir
deiiklik yapılmamı; vak’a kuruluu, ahıs kadrosu, zaman, mekân gibi
tahkiye unsurları aynen muhafaza edilmitir. Anlatıldıı dönemin toplum
yaantısı, mahallî unsurları, inanç ve ahlakî normları, örf, adet ve gelenekleri,
esere oldukça renkli bir ekilde yansıtılmıtır. Ak sahnelerinde, kahramanların
azından söylenen iirlerde duygusal ve lirik bir anlatım görülmektedir. ahıs ve
mekân tasvirlerinde, klasik iirin mazmun ve mecazlarına yer verilirken, macera
bölümlerinde ve ahısların karılıklı konumalarında üslûbun iyice sadeleip
kurulatıı görülmektedir. âir, bu bölümleri sıkıcılıktan kurtarmak için,
heyecanlı olaylar ortaya koyarak okuyucunun merakını toplamaya çalımıtır.
Ayrıca, yapmı olduu tekrir, tarsi ve cinas sanatları ve ikilemelerle dı ahengi
salama yoluna da gitmitir (Yolda 1998: 435-36). Gül ü Hüsrev’in bilinen tek
nüshası Agâh Sırrı Levend’in Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu nüsha ile
stanbul Üniversite Kütüphanesi TY 9862 numarada kayıtlı nüshanın aynı nüsha
olduunu tespit eden Cihan Okuyucu, ayrıca Paris B. Nationale’de bulunan yeni
bir nüshasını da ilim alemine tanıtmıtır (1996a: 239-41). Bu dönemde, Sa’lebî’nin kısaca Kısas-ı Enbiyâ olarak bilinen ve orijinal adı Kitâbu Arâisi’l-mecâ*
*
*
*
368
368
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
lis fî Kasasi’l-enbiyâ isimli eseri Türkçeye çevrilmitir. Bu tercümelerden birisi
de, Aydınolu Mehmed Bey (ö. 734/1333/34) adına yapılmıtır. Bunlardan yazarı bilinmeyen ve nüshası Bursa Kurunluolu Kütüphanesi (imdiki adıyla Bursa
Eski Eserler ve Yazmalar Kütüphanesi) 141 numarada kayıtlı bulunanı, smet
Cemilolu tarafından dil incelemesi ile birlikte yayımlanmıtır (Cemilolu
1994). XIV. asır Türk yazı dilinin mükemmel örneklerinden olan eser, sade diliyle dikkat çekmektedir. Ayrıca bu dönemde, Attâr’ın Tezkiretü’l-evliyâ’sının
çevirileriyle de karılaılmaktadır. Bunlardan XIII. asrın ikinci yarısı ile XIV. asrın ilk yıllarında yazıldıı tahmin edilen ve ikinci defa 815/1412 yılında tamir
gören Topkapı Müzesi Kütüphanesi, Koular 1004 numarada kayıtlı olan nüsha, Orhan Yavuz tarafından neredilmitir (Yavuz 1988). Yirmi veliye yer verilen eser, folklorik üslûbu ve sade diliyle dikkat çekmektedir. Aydınoulları
bölgesinden olan Hoca Mes’ûd, 5703 beyitten oluan Süheyl ü Nev-bahâr
(Mordtmann 1925; Banguolu 1938; Dilçin 1991; Tezcan 1994) isimli
mesnevîsini, 751/1350 tarihinde aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla
Farsçadan Türkçeye manzum olarak çevirmitir. Hoca Mes’ûd’un bildirdiine
göre, eserin ilk bin beytini yeeni zzeddîn Ahmed, kalan kısmını ise, kendisi
kaleme almıtır. Ancak eserin ran edebiyatındaki orijinali bugüne kadar henüz
ele geçmedii için, Hoca Mes’ûd’un tercüme sırasında aslına ne ölçüde sadık
kaldıı bilinmemektedir. Türk edebiyatında beerî ak konusunda yazılmı ilk
mesnevî olan eser, türünün en baarılı örneklerindendir. Klasik tarzdaki
mesnevîlerde bulunması gereken bütün bölümleri ihtiva etmekle birlikte, dı ve
iç yapısı salam bir kurulu göstermektedir. Akıcı ve sade bir dille yazılan
eserde, anlatım söz sanatlarıyla zenginletirilerek kuruluktan uzaklatırılmı
olup, tasvirler canlı ve durumun bütün yönlerini yansıtabilecek niteliktedir
(Dilçin 1991: 182-83). âir, mesnevîsinin uygun gördüü yerlerinde, âhenkteki
monotonluu gidermek ve kahramanların psikolojilerini yansıtmak için, on be
gazele yer vermitir. Buralarda âirin üslûbunu yakalamak mümkündür. Asıl adı
Kenzü’l-bedâyi’ olan eser, Yemen padiahının olu Süheyl ile Çin fafurunun
kızı Nevbahâr arasındaki akı ilemektedir. Anado lu sahasında kaleme alınmı
mesnevîler arasında klasik tertibe göre düzenlenmi ilk eser diyebileceimiz bu
mesnevî, aynı zamanda edebî tasvirler bakımından parlak bir edebiyatın da ilk
müjdecisidir. Eser, telif edildii yıllarda, Anado lu’da yerlemekte olan Türkle r
arasında o zamana kadar okunan dinî-tasavvufî-uhrevî mesnevîlerin yanı sıra,
dünyevî heyecanları ileyen mesnevîlere de yer verilmek suretiyle, cemiyetin
edebî temayülünü aksettirmesi bakımından da dikkat çekicidir (entürk 2001:
53). Yine Hoca Mes’ûd, Sa’dî-i îrâzî’nin Bôstân isimli eserini, 755/1354 tarihinde aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla ve muhtasar olarak Ferhengnâme-i Sa’dî (Kilisli Rif’at vd. 1340-1342) adıyla tercüme etmitir. 1073 beyit
olan eser, hacim bakımından Bôstân’ın dörtte biri kadardır. Eser, dinî ve ahlâkî
konularda öütleri ve bunlarla ilgili hikâyeleri ihtiva eden didaktik bir mesnevîdir. Anado lu insanını manen aydınlatmak, onlara çeitli konularda bilgi ve nasi*
*
*
*
*
*
369
369
*
TERCÜMEKARTAL
EDEBYATI
AHMET
hat verme düüncesinde olan Hoca Mes’ûd’un, geni halk kitlelerine ulamak
için, o günkü Türkçenin imkânlarını kullanarak eserini yazma gayretinde olduu
görülmektedir. Ekseriyetle Türkç e kelime kullanmaya gayret gösteren, eserine
esas aldıı “ehnâme vezni”nin Türkçeye uygun olmamasından dolayı sıkıan
ve mecbur kaldıı yerlerde Arapç a ve Farsç a kelimeleri kullanmaktan da çekinmeyen Hoca Mes’ûd, eserinde oldukça sâde ve akıcı bir Türkç e kullanmıtır.
Hoca Mes'ûd, Ferheng-nâme-i Sa'dî'yi, belirli bir sistem dahilinde Bostân'ı
tercüme ederek oluturmamıtır. O, eserini olutururken, Sa'dî'den farklı ve
müstakil olarak “Sebeb-i Tercüme-Sâhten ve Ta'yîn-i Târîh” bölümünü yazmı
ve “Der-Nasîhat-ı Mülûk ve Selâtîn” bölümünü ise, eserine eklemitir. Sa’dî’nin
eserindeki bâbların sayısına ve düzenine balı kalan âir, bu bâblardan rastgele
ve kendisinin houna giden bölümleri seçerek onları tercüme etmi ve eserini
meydana getirmitir. Ancak Sa’dî gibi eserini bâblara ayırıp göstermemitir.
Sadece her bâbdan çeitli beyitleri seçip bâbların sıralanıına göre tercüme
etmitir. Hoca Mes'ûd'un tercüme ettii bazı beyitler, güzel ve parlaktır. Kilisli
Rifat'ın belirttii gibi (1340-1342:16) özellikle Hoca Mes’ûd’un bazı eklemeler
yapıp Sa’dî’den (Furûgî trhs.: 387-91) tercüme ederek oluturduu Der-Nasîhatı Cüvânân balıı altında yer alan kısım, fevkalade mükemmeldir (bak. Kartal
2003ç). Edebî yönden, müellifin dier eseri Süheyl ü Nev-bahâr kadar önemli olmasa bile, ran edebiyatının tanınmı didaktik eseri olan Bostân’ın, Türkçeye
manzum ilk tercümesi olması, yazıldıı dönemin dil hususiyetlerini ihtiva etmesi
ve müellifin uurlu bir ekilde Türkç e olarak yazması bakımından önemlidir.
Hoca Mes’ûd’un dier bir mesnevîsi ise, manzum Kelîle ve Dimne (Adamovi
1994; Tezcan 1996) tercümesidir. âir, gençliinde mensur olarak tercüme ettii
Kelile ve Dime’yi, hayatının sonuna doru Aydınolu sa Beg’in teviki üzerine,
I. Murâd için manzumeletirmitir. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla
kaleme alınan mesnevî, 4068 beyitten müteekkildir. Ebu’l-me’âlî Nasrullah’ın
1150 tarihinde Gazne’de yazdıı Farsça eser esas alınarak tercüme edilen Kelîle
ve Dimne’de, Nasrullah’ın eserindeki son yedi bölüme yer verilmemitir (Tezcan
1995). Bu dönemde yapılan çevirilerden biri de, Aydınolu sa Bey adına Aydınoulları Beylii’nde yetien ve Aydınoulları sarayına intisap eden Fahrî’nin
Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974)’idir. 768/1367 tarihinde, aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan eser, 4683 beyittir. Fahrî, eserinde hikâyenin asıl
konusunu Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn’inden almakla beraber, Nizâmî’nin
*
*
*
*
*
“O gelin (Meryem) ile uurlu padiah (Hüsrev-i Pervîz) için nasıl tezahürat yapıldıını, Niyatus ile ne kadar asker gönderildiini, cenahların bir tavus kanadı gibi nasıl donatıldıını, ben burada tekrar etmem, çünkü bakası Firdevsî vaktiyle onları yazmı.”
diye eserinden çıkardıı veya birkaç beyitle geçitirdii yerleri, eh-nâme’den
aldıı yaklaık 1575 beyitle geniletmitir. Bu da, Fahrî’nin eserini, Nizâmî’nin
eseri ile eh-nâme’den yapmı olduu tercümelerle oluturduunu
göstermektedir. Fahrî, kendisini özellikle tarihî hikâye ilgilendirdii için, “Acem
370
370
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
dilince düzen düzdi ‘ıkın / Ne cengin zikr kıldı vü ne sulhın” beytiyle Nizâmî’yi
tenkit etmi ve eh-nâme’den ilgili bölümleri eserine ilâve etmitir. Fahrî, bu
tavrıyla eserine tarihî, hatta destanî diyebileceimiz bir mahiyet kazandırmıtır.
Fahrî’nin, gerek Hüsrev ü îrîn’den gerekse eh-nâme’den yapmı olduu
tercümeler, bazen kelime kelime, bazen meâlen bazen de yorum eklinde
kendini göstermektedir. Fahrî’nin bazen Nizâmî ve Firdevsî’nin bir beytini 2-3
beyit, 3-4 beytini de; 1 beyit olarak tercüme ettii de müahede edilmektedir.
Fahrî, Nizâmî’de geçen bazı âdetleri çıkarmı, ran kültürüne ait unsurlar yerine
Türk kültürüne ait bazı unsurları kullanmıtır. Türk dilinin bayaı ve hakir görüldüü ve hemen hemen bütün âirlerin Türk diliyle yazmak zorunda kaldıı
için özür diledikleri bir devirde, Fahrî’nin “eker gibi bu Türkî dilce düzdük /
Senünçün kıssa-i Pervîz ü îrîn” diyerek, eserini uurlu bir ekilde Türkç e yazması da, dikkat çekicidir. Bu eserin en önemli yanı, Fahrî’nin özellikle tercüme
yaparken, hemen bütün Arapç a ve Farsç a kelimeleri Türkçeleri ile tercüme etmesidir. Bundan dolayı bu eser, Beylikler dönemi Türkçesini bünyesinde barındıran önemli bir hazine konumundadır. Eser, Türk edebiyatındaki ilk Hüsrev ü
îrîn tercümesi olmasıyla da önemlidir (bak. Kartal 2000a). Yapılan bu
tercümeler, Aydınoulları Beylii dönemindeki hem edebî canlılıı hem de
Türkçenin edebî dil olma yolundaki macerasını göstermektedir.
Menteeoulları döneminde de, Türkçeye önem verilmi ve Türkçe eser
yazma faaliyetleri desteklenmitir. Özellikle, lyas Bey zamanında kaleme alınan
iki eser, dikkat çekmektedir. Bunlardan biri Mahmûd-ı îrvânî’nin lyas Bey
adına tıpla ilgili yazmı olduu Arapça lyâsiyye isimli eserinin lyas Bey’in
istei üzerine aynı adla Türkçeye çevirdii eserdir. Eserin hem Arapça hem de
Türkçe nüshaları u an için kayıptır (Argunah 1999: 6-7, 26). Dier eser ise,
Balat hükümdarı Mehmed Bey’in Barcınlı Mehmedolu Mahmud’a çevirttii
avcılıkla ilgili olan Bâz-nâme’dir (Kut 2004: 311).
Candaroulları Beylii’nde ise, özellikle I. Süleymân Paa ile balayan ilim
ve fikir hareketleri artarak Kemâlüddîn smâ’îl Bey zamanında zirveye ulamıtır.
Genç olmasına ramen vaktini daha çok âlimler ve fazıllarla geçiren I. Süleymân
Paa adına ntihâb-ı Süleymânî adlı Farsça eserini yazan Allâme Mahmûd-ı îrâvî,
bu beyin emri ile olu brâhîm Bey’in okuması için Cevâhirü’l-esdâf adlı Kur’ân-ı
Kerîm tefsirini yazdırmıtır (Yavuz 1983: 13, 1995: 173). Kastamonulu âzî,
Kötürüm Bâyezîd olarak da bilinen Candar hükümdarı Celâlüddîn âh Bâyezîd
adına, Kastamonu’da 763/1362 yılında, bni Muhnef Lutolu’nun eserinden
Maktel-i Hüseyn mesnevîsini tercüme etmitir. On meclisten oluan ve klasik
mesnevî tertibine uygun olan eser, türünün ilk örnei olmasından dolayı önemlidir
(Çelebiolu 1999: 56-58). Ayrıca Sinoplu hekim Mümin bin Mukbil, Kitâbu
Miftâhu’n-nûr ve Hazâinü’s-sürûr adlı eserini sfendiyar Bey adına telif etmitir.
Kasım Bey adına telif edilen ve yazarı bilinmeyen Türkçe Hülâsatu’t-tıb adlı eser
ise, dört bâb üzerine tertip edilmitir. Kastamonulu Ömer bin Ahmed de, smâ’îl
Bey’in emriyle kırâat-ı seb’a ile ilgili olan Risâle-i Münciyye adlı Türkçe mufassal
*
*
*
*
*
*
*
*
*
371
371
TERCÜME
EDEBYATI
AHMET KARTAL
Tecvid Kitabını kaleme almı ve Yûnus bin Halîl bin Mehmed tasavvufla alakalı
olan Mîyârü’l-ahyâr ve’l-erâr adlı eserini smâ’îl Bey adına yazmıtır. smâ’îl
Bey’in Türkçeye hizmeti bununla kalmamı, bizzat kendisi de, Türkçe olarak
Hulviyyât-ı âhî adlı fıkıhtan fürua dair büyük bir eser ortaya koymutur (Yavuz
1983: 13).
Daha çok denizcilikle uraan Saruhanoulları zamanında, Salahaddin
isimli bir yazar, Ya’kûb Bey adına Nasirüddîn-i Tûsî’den Bâh-nâme’yi Türkçeye
tercüme etmitir. Daha sonra, Sultân II. Murâd’a intisap eden ve Saruhan
yöresinden olan Hassân’ın, Saruhan hükümdarlarından Hızır Bey adına
söylenmi bir kasidesi bulunmaktadır (Canpolat 1978). Bu Hassân’ın, ran
âirlerinden Mihr ü Müterî mesnevîsini Türkçeye tercüme eden Hassân olduu
tahmin edilmektedir (Kut 2004: 312).
Bu beyliklerin yanında, Osmanlı topraklarında da, edebî bir hayatın varlıı
kendisini göstermektedir. Orhan Gazi zamanında kurulan ilk Osmanlı medresesi
ile balayıp Yıldırım Bâyezîd devrinde bir hayli gelien saray hayatı, zamanla
bir edebî merkez hâline gelmeye balamıtır (Kalpaklı 2003: 43). Anadolu ’da
oluan bu edebî canlılık, Çelebi Mehmed’in kısa padiahlıı süresinde de devam
etmitir. Çelebi Mehmed, Germiyan sarayından Osmanlı sarayına intisap eden
Ahmedî, Ahmed-i Dâ’î ve eyhî gibi âirleri himaye ettii gibi, telif tercüme
bazı eserlerin yazılmasına da sebep olmutur (pekten 1996: 18). Bu dönemde,
Lütfullah b. Fazlullah tarafından Çelebi Mehmed adına, Hubey b. brâhîm etTiflisî'nin Farsça kaleme aldıı Kâmilü’t-ta’bîr isimli eseri Türkçeye tercüme
edilmitir (Eliaçık 2003). Yine Çelebi Mehmed adına, Zekeriya bin Mehmed-i
Kazvinî’nin ansiklopedi tarzında heyet, corafya, tıp, botanik, madenler ve
ilaçlar ile mehur ehir ve kasabalardan bahseden Acâ’ibü’l-mahlûkat adlı eseri,
Rükneddîn Ahmed tarafından Türkçeye çevrilmitir. Abdülvehhab bin Yûsuf bin
Ahmed el-Mardanî tarafından Çelebi Mehmed’in hazinesi için telif edilen
Kitâbü’l-müntehab fi’t-tıb, tıbbî eserlerden intihap olunmu bir kitap olup
nüshası Tire’de Necib Paa kütüphanesinde (nr. 591) bulunmaktadır. Yazıcı
Sâlih’in melhame tarzında skender bin Hacı Paa’ya ithafen yazdıı emsiyye,
Hatîbolu’nun Rûhu’l-kulûb isimli ilmihâl kitabı ile Cacaolu Nureddin Hamza
Bey namına yazılmı olan El-Kasîdetü’n-nasîha bi-Lügati Türkiyye adındaki iki
yüz altmı dört beyitlik kasîde erhi de bu dönemde yazılmıtır (Uzunçarılı
1988: I/537-38). Ahmedî Cemîd ü Hurîd, Abdülvasi Çelebi ise, Halîl-nâme
isimli mesnevîlerini Çelebi Mehmed’e sunmutur. Çelebi Mehmed döneminde
yazılan eserler nitelik bakımından oldukça orijinaldir.
Bu asırda, kültür hareketlerini balatan, koruyup gelitiren, Türkçenin
büyük devlet dili olmasına zemin hazırlayan II. Murâd olmutur (Yavuz 1983:
15). uurlu bir Türkçecilie sahip olan II. Murâd, Türkçeye Arapça ve
Farsçadan bazı tercümeler yaptırmı; mütercimlere eserlerinde sade ve açık bir
dil kullanmalarını tavsiye etmitir. Nitekim daha XIII. asırda II. zzeddîn
Keykâvus’un emriyle bn-i Alâ tarafından halk içinden derlenerek, Türk diliyle
*
*
*
*
*
372
372
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
yazılan Dânimend-nâme’yi Tokad dizdarı Ârif Ali’ye daha sade bir Türkçeyle
tekrar yazdırması bunu göstermektedir (Banarlı 1987: 440). Hatta Kâbûs-nâme
tercümesini beenmeyerek,
“Ho kitaptır, içinde çok yararlı eyler ve öütler vardır, ama Fars dilincedir, bir
kii Türkçeye çevirmi, ama anlaılır deil, açık söylememi, bundan dolayı
hikâyesinden tat bulamayız. Ama bir kimse olsa, bu kitabı açık ve anlaılır bir
biçimde çevirse, tâ ki anlamından gönüller haz alsa” (Keykâvus yty: I/71)
demesi ve eserin ikinci bir defa tercüme edilmesi için Mercimek Ahmed’i
vazifelendirmesi, onun dil ve edebiyat anlayıını yansıtması bakımından
önemlidir. II. Murâd döneminde, Arapça ve Farsça eserlerin dıında telif
tercüme bir çok manzum (Çelebiolu 1999) ve mensur eser yazılmıtır. Bunların
bir kısmı ise, Arapça veya Farsçadan yapılan tercümelerdir. Bu dönemde
tercüme edilen eserleri u ekilde belirtebiliriz:
Dinî eserlerin tercümesi olarak ilk önce Kur'ân tercüme ve tefsirleriyle
karılamaktayız. Kimlii kesin olarak tespit edilemeyen Muhammed bin
Hamza, II. Murâd devrinin balarında, 827/1424 tarihinde, Kur'ân'ın satır arası
tercümesini yapmıtır (Topalolu 1976). Ahmed-i Dâ'î'nin II. Murâd devrinde
Ebu'l-leys es-Semerkandî'nin (ö. 383/993) tefsirinden Umur Bey'in emir ve
tevikiyle yaptıı tercüme iki kısma ayrılmaktadır. Manzum olan mukaddime
kısmı tamamen Ahmed-i Dâ'î'nin telifi olup eserin bazı nüshalarında Emîr
Süleymân devrinde yaptıı bu kısım bulunmamaktadır. Eserin tercüme kısmı ise,
mensur olmakla birlikte yer yer manzum parçalara da yer verilmitir (Azamat
1996: 130; Ertaylan 1952: 140-49, 339-48 [Metin]).
Abdurrahmân-ı Aksarayî, Bursalı Mehmed Tâhir'in ifadesine göre, Molla
Abdülazîz'in Farsça kaleme aldıı Umdetü'l-islâm adlı eserini bazı ilâvelerle
serbest olarak Türkçeye tercüme etmitir. Eser, Türkçe ilmihal yazma
geleneinin ilk örneklerinden olması dolayısıyla önemlidir (Azamat 1996: 13941).
Büyük fıkıh âlimi Tâcü’-erîa Mahmûd b. Ahmed b. Ubeydullah elMahbûbî’nin Vikâyetü’r-rivâye fî mesâ’ili’l-hidâye adlı eserinden faydalanarak
Devletolu Yûsuf’un yazdıı Kitâbü’l-beyân (Altunkaynak 1992), Vikâye, Vikâye
Tercümesi, Hidâye ve Vikâye Tercümesi, Manzum Fıkıh, Kitâb-ı Manzûme, Tuhfei Murâdî ve Murâd-nâme olarak da isimlendirilmi, ancak daha çok Vikâye-nâme
adıyla mehur olmutur. 827/1423 tarihinde aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün
kalıbıyla tercüme edilmeye balanan eser, 828/1424’te tamamlanarak Sultân II.
Murâd’a takdim edilmitir. 6970 beyitten müteekkildir. Devletolu, halka dinî
bilgi vermek, özellikle de kadılara yardımcı olmak maksadıyla eserini Türkçe ve
hatırda kalabilmesi için de manzum olarak kaleme almıtır. âirin, eserin aslının
da manzum olduunu, bundan dolayı Türkçeye nazmen çevriliinin bir kusur
tekil etmeyeceini belirtmesi, Kitâbü’l-beyân’ın Tâcü’-erîa Mahmûd b. Ahmed
b. Ubeydullah el-Mahbûbî’nin Vikâyetü’r-rivâye fî mesâ’ili’l-hidâye adlı eserinden
*
*
*
*
*
373
373
TERCÜMEKARTAL
EDEBYATI
AHMET
dorudan yapılmı bir tercüme olmayıp, muhtemelen bu eserden faydalanılarak
meydana getirilmi Arapça manzum bir eserin tercümesi olduunu göstermektedir. Ayrıca tercümede esas aldıı kaynaın dıında baka eserlerden de bazı
nakillerde bulunması, Devletolu’nun tek bir kitaba balı kalmadıını ve eserinin
sadece bir tercüme olmayıp aynı zamanda yarı telif bir eser özellii taıdıını
göstermektedir (Özkan 1994: 243).
II. Murâd döneminde bazı tasavvufî eserlerin de Türkçeye tercüme edildii
görülmektedir. Bunlardan Mûsâ-yı znîkî, Nakbendiyye tarikatının kurucusu
Bahâüddîn-i Nakbend'in (ö. 791/1389) halifesi Muhammed Pârsâ'nın mehur
eseri Faslü'l-hitâb'ı, müellifinin vefatından (ö. 822/1419) kısa bir süre sonra, II.
Murâd dönemi uç beylerinden Timurta Paa olu Umur Bey'in emri ile tercüme
etmitir. Eser, Türkçeye tercüme edilen ilk Nakbendî kaynaı olması açısından
önemlidir (Azamat 1996: 144-45). Hacı Bayram-ı Velî'nin mensuplarından nce
Bedreddîn, Fahreddîn-i Irâkî'nin tasavvuf düüncesinin en önemli eserlerinden
biri olarak kabul edilen ve ak, âık ve mauk sembollerinin tasavvufî olarak
yorumlanan Lemeât (eyh Fahruddîn brahim-i Hemedânî 1373: 381-416,
Fahrüddin Irâkî 1988)'ı Türkçeye çevirmitir (Azamat 1996: 145-46). Ahmed-i
Bîcân, aabeyi Yazıcıolu Mehmed'in Megâribü'z-zamân li-Gurûbi'l-eyâ fi'layni ve'l-iyân adlı Arapça eserini, yer yer geniletmek suretiyle mensur olarak
Türkçeye tercüme etmi ve Envârü'l-âıkîn adını vermitir. Ahmed-i Bîcân,
zahir ve batın ilimlere dair konular hakkında, ayet ve hadisler ile dier
eserlerden derledii bilgilere dayanarak eserinde bilgi vermitir. Envârü'l-âıkîn,
Muhamme-diyye ve Müzekkü'n-nüfûs gibi Türk dünyasının slâm dini ve kültürü
hakkındaki balıca kaynaklarından biri olmutur. Hatta Batı dillerine en erken
tercüme edilip basılan Türkçe eserlerdendir. Nitekim, Erdel hükümdarı Gabor
Bethlen'in tercümanı ve kâtibi Janos Hazi tarafından 1624'te Macarcaya tercüme
edilmi ve 1626'da Macaristan'ın Kosica ehrinde basılmıtır (Azamat 1996:
148-49). Ahmed-i Dâ'î, Karaca Bey'in istei üzerine, II. Murâd için Ferîdüddîn-i
Attâr'ın Tezkiretü'l-evliyâ'sını Türkçeye tercüme etmitir. Ahmed-i Dâ'î'nin
sanatkâr üslûbunun canlı bir örneini tekil eden eser, Anadolu 'da yazılmı olan
Tezkiretü'l-evliyâ tercümelerinden ilki olması bakımından önemlidir. Bilinen tek
nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi, Serez Kısmı, nr. 1800'de bulunmaktadır
(Kartal 2003a: 385). Akemseddin'in Hallü Mükilât adlı Arapça eserini, kardei
Hacı Hamza 841/1437 yılında Türkçeye tercüme etmitir. Sûfîlere yöneltilen
tenkitlere cevap olarak yazılan eser, Def'u metâ'ini's-sûfiyye diye de
tanınmaktadır (Azamat 1996: 152-53). Elvân-ı îrâzî, Gülen-i Râz Tercümesi'ni
(Sadîk 1381a; Ülken 2002) Mahmûd-ı ebüsterî’nin aynı adlı eserinden tercüme
ederek oluturmutur. 829/1425-26’da aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılarak II. Murâd’a takdim edilen eser, 2854 beyitten olumaktadır. Bu
sahada îrâzî, Muhiddîn-i Arabî’den, eyh Attâr’dan, Mevlâ nâ’dan ve dier slâm-Türk müfessirlerinden de fikir ve ilham almı, ancak eserin hakikî musannifi olarak adını hürmetle zikrettii ebüsterî’nin izahatını daha fazlasıyla Türkçe*
*
*
*
*
*
374
374
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
ye nakletmitir. Eserinde, Türk edebiyatında tasavvufun hayâlî ve ilâhî âlemlerini anlatırken, bu sahanın renkli ve güzel iirlerini meydana getirdii gibi, bazen
iirinin cokun mısralarını da ilemitir. îrâzî’nin esere yaptıı ilâvelerle onu
hacim olarak Farsç a aslının üç katına çıkardıı göz önünde bulundurulursa, onun
bir tercüme olmaktan öte, telif nitelii taıdıı rahatlıkla söylenebilir (bak. Kartal
2003d). Türk edebiyatında Mesnevî’nin Türkçeye brâhîm Bey’in tercüme ve
kısmen erh ettii on iki Mesnevî hikâyesinden sonra (Köksal 2006), ikinci
tercüme ve erhi, II. Murâd’ın istei üzerine 839/1436 tarihinde yazılan
Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiye (Yavuz 1977) isimli eseridir. ki cilt olan eser,
Mesnevî’nin birinci cildinden seçme yoluyla ve manzum olarak oluturulmutur.
Kemal Yavuz, 14.404 beyitlik eserden seçmi olduu 3789 beyitlik kısmını yayımlamıtır (1982). Pîr Mehmed, Attâr’ın Musîbet-nâme’sini Tarîkat-nâme
adıyla nazmen Türkçeye tercüme ederek II. Murâd’a takdim etmitir. Eserin .
Hikmet Ertaylan tarafından neredilen Raif Yelkenci nüshasının sadece 80 beyitlik kısmı bilinmekteydi (Ertaylan 1946a). Ancak Abdulkadir Gürer, eserin ünik
nüshasını bularak Türk Dil Kurumu Kütüphanesi'ne kazandırmı ve tanıtmıtır
(2003). 1423 yılının Mart ayında aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla
yazılan eser, 4930 beyitten olumaktadır. Müellif eserinin hatime bölümündeki,
“Sekiz bin beyte yakındur bu dîvân / Ki hikmetdür ser-â-ser külli yeksân”
beytiyle, Tarîkat-nâme'nin beyit sayısının 8000 civarında olduunu söylediine
göre, elimizdeki nüshada 3000 beyit civarında eksiklik vardır. II. Murâd
döneminde yazılan ilk mesnevî olan Tarîkat-nâme’nin, dolayısıyla Musîbetnâme’nin konusu, salikin Allah’ı kainatta arayıp kendinde bulması fikrinin, yani
vahdet-i vücûd düüncesinin farklı bir ekilde ifade edilmesidir. Kübreviye
tarikatına mensup sufîlerden Necmüddîn-i Dâye tarafındann 620/1223 tarihinde
Sivas'ta kaleme alınıp I. Alâeddîn Keykubâd'a takdim edilen ve Türk tasavvuf
düüncesini ve edebiyatını derinden etkileyen Mirsâdü'l-ibâd'ı, Kasım b.
Mahmûd-ı Karahisarî 825/1422'de râdü'l-mürîd ile'l-murâd fî-Terceme-i
Mirsâdü'l-ibâd adıyla tercüme ederek II. Murâd'a sunmutur. Tasavvuf
kaidelerinin teferruatlı olarak anlatıldıı bu tercüme, tekkelerde yaygın olarak
okunmutur (Azamat 1996: 156-57).
II. Murâd döneminde, bazı edebî eserler de, Türkçeye çevrilmitir. Bu
dönemde eyhî, Nizâmî'nin Hüsrev ü îrîn isimli mesnevîsini aynı adla 14211430 yılları arasında II. Murâd adına tercüme etmitir (Timurta 1980). Bilindii
kadarıyla, bu asırda yazılan ilk, Anado lu’da yazılan ikinci Hüsrev ü îrîn hikâyesi olan eser, birçok müellife göre, Türkç e yazılan Hüsrev ü îrîn mesnevîlerinin en güzeli olarak kabul edilmitir. Her ne kadar mesnevîye, Nizâmî’nin aynı
adlı eseri kaynaklık etse de, eyhî hikâyede önemli ölçüde çıkartma ve eklemeler yaparak, eserine telif hüviyeti kazandırmıtır (bak. Kartal 2007). Cemâlî’nin
Hümâ vü Hümâyûn veya dier bir ismiyle Gülen-i Uâk isimli eseri (Horata
1990, 2000), XIV. asır Fars âirlerinden Hâcû-yi Kirmânî’nin Hümâ vü Hümâyûn mesnevîsinin tercümesidir. 850/1446 tarihinde, II. Murâd adına aruzun “me*
*
*
375
375
TERCÜME
EDEBYATI
AHMET KARTAL
fâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan mesnevî, 4593 beyitten olumaktadır.
Arap ülkesinin mehur padiahı Menûeng’in olu Hümâ ile Çin fafurunun kızı
Hümâyûn arasındaki akın anlatıldıı eserin, hem giri hem de biti bölümünde,
Hâcû-yi Kirmânî’ye balı kalınmamıtır. Ancak mesnevîsinin asıl bölümünü
oluturan hikâye kısmında ise, giriten farklı olarak genellikle Hâcû’nun eserine
balı kalınsa da, ondan ayrıldıı yerler önemli bir yer tutmaktadır. Ahmed-i
Dâ'î'nin Câmasb-nâme (Ertaylan 1952: 144-54) isimli mesnevîsi, ranlı Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (ö. 672/1274) gizli ilimlerden bahseden “yıldız-nâme” türündeki
otuz üç beyitlik aynı adlı mesnevîsinin geniletilmi tercümesidir. Tûsî bu eserinde, Hz. Peygamber’in hicretinden 803’e kadar olan dönem içerisinde olacak
olaylardan bahsetmitir. Dâ’î’nin bu eseri ise, bu günkü bilgilere göre Câmâsbnâme’nin Türkçeye ilk tercümesidir. Farsçasında olduu gibi, aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla yazılmıtır. Timur’un Anado lu’yu istilası üzerine yazıldıı tahmin edilmektedir. Türkçedeki en önemli Câmâsb-nâme tercümesi,
Mûsâ Abdî'nin II. Murâd’ın istei üzerine nazmen tercüme ettii eserdir
(Bozkaplan 1989; Koncu 1998). Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla
yazılan ve 5313 beyitten oluan eser, Danyal Peygamber’in olu Câmâsb’ın baından geçenleri ve ahmaran’ın yanında geçirdii günleri ihtiva eden iç içe girmi on hikâyeden olumaktadır. Sade ve akıcı bir üslûpla kaleme alınan, Arapç a,
Farsç a kelimelere az yer verilen Câmâsb-nâme’de, halk söyleyiine ve deyimlere oldukça sık rastlanmaktadır. Eser, kelime hazinesi ve dil bilgisi bakımından
Eski Anado lu Türkçesi’nin özelliklerini taımaktadır. Ahmed-i Mısrî ise, eski bir
Hind masalından alınarak Sinbâdnâme adıyla Farsçaya, Erbaûn Subh ve'l-mesâ
adıyla da Arapçaya tercüme edilen eseri, Türkçeye çevirerek II. Murâd'a takdim
etmitir (Azamat 1996: 166).
II. Murâd döneminde, bazı tarihî eserler de, Türkçeye tercüme edilmitir.
Yazıcıolu Ali, bn Bîbî'nin Anadolu Selçuklu tarihinin temel kaynaklarından olan
el-Evâmiru'l-alâiyye fi'l-umûri'l-alâiyye (bn Bibi 1996) adlı Farsça eserinin
muhtasarını, Türkçeye çeitli ilâvelerle tercüme ederek Târîh-i Âl-i Selçuk adlı
eserini meydana getirmitir. Selçuk-nâme adıyla da anılan eserin birinci bölümü,
Türk ve Mool kavimleriyle Ouz boyları hakkında tarihî ve kronolojik bilgileri
ihtiva eder. Bu bölüm, Reîdeddîn'in Câmiu't-tevârih'inin tercümesi olup, sadece
Dede Korkut ve Akkoyunlu beyi Kara Osman'a dair bazı bilgiler eklenmitir.
Eserin ikinci kısmı, Râvendî'nin Râhatu's-sudûr'unun (Râvendî 1333, 1999)
tercümesidir. Selçuk-nâme'nin üçüncü kısmı, Anadolu Selçuklu Devleti 'nin
kuruluu hakkında kısa bilgi verildikten sonra, el-Evâmiru'l-alâiyye'nin
tercümesini ihtiva etmektedir. Esere bazı eklemeler yapan Yazıcıolu, büyük
emirlerin, Ouz boylarına mensubiyetlerini bildirmi ve çeitli vesilelerle Selçuklu
Devleti'nde Ouz töresinin uygulanıına dair bilgiler vermitir. Eserin dördüncü
kısmı yine Reîdeddîn'den tercüme edilmitir (Azamat 1996: 168-69). irvanlı
Mahmûd ise, umumî tarih kitabı olan el-Bidâye ve’n-nihâye’nin, müslüman
Türklerin de istifade etmesi için, II. Murâd'ın istei üzerine Türkçeye tercüme
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
376
376
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
etmitir. II. Murâd'a takdim edilen Târîh-i bni Kesîr Tercümesi’nin (Yelten 1998;
Tekin 1998) Mustafa Argunah bazı deliller ileri sürerek irvanlı Mahmûd'a
aidiyetinin üpheli olduunu belirtmi ve irvanlı Mahmûd'a atfedilen eserler
arasında zikretmitir (Argunah 1999: 31-33).
II. Murâd döneminde, bazı ahlâkî eserler de, Türkçeye tercüme edilmitir.
Emîr Unsûrü'l-meâlî Keykâvus tarafından 475/1082 tarihinde olu Giylânâh
için yazılan Kâbûs-nâme (Keykâvus 1368), ilk olarak XV. asrın sonunda, iki
defa da XV. asrın ilk yarısında Türkçeye çevrilmitir. II. Murâd, daha önce
yapılan Kâbûs-nâme Tercümesi’ni beenmeyerek,
“Ho kitaptır, içinde çok yararlı eyler ve öütler vardır, ama Fars dilincedir, bir kii Türkçeye çevirmi, ama anlaılır deil, açık söylememi, bundan dolayı hikâyesinden tat bulamayız. Ama bir kimse olsa, bu kitabı açık ve anlaılır bir biçimde çevirse, tâ ki anlamından gönüller haz alsa” (Keykavus yty: I/71)
diyerek eserin ikinci bir defa tercüme edilmesi için Mercimek Ahmed’i
vazifelendirmitir. O da, 835/1432'de eseri tercüme etmitir (Keykavus yty).
Anadolu sahasında, Gülistân’ın Türkçeye tercümesini ilk defa Sultân II. Murâd
dönemi âlimlerinden Mahmûd b. Kâdî-i Manyâs’ın yaptıı kabul edilmektedir.
Kadı Mahmûd’un biri manzum ve ilâveli dieri ise muhtasar olmak üzere iki
Gülistan Tercümesi vardır. Birincisi, Gülistân’ın Manzum ve lâveli
Tercümesi’dir. Kadı Mahmûd’un, padiahın emriyle yaptıı manzum tercüme,
eklemeler yapılarak geniletilmi bir tercümedir. Mensur kısımlar, yine mensur
halinde, manzum kısımlar ise, manzum olarak tercüme edilmitir. Kadı
Mahmûd, tercüme ederken bazen metnin aslından uzaklamı ve tercüme ettii
konuyla münasebet kurarak eserine çeitli hikâyeler ile fıkralar eklemitir.
Ayrıca, hikâyeyi anlattıktan sonra, bundan alınacak dersi veya çıkarılacak
neticeyi de belirtmitir. Kadı Mahmûd, mensur hikâyeleri ve manzumeleri
tercüme ederken, hikâye ile manzume balıklarını belirtmemi, ancak manzum
kısımları aynen eserine alıp altlarına ise manzum Türkçe tercümelerini
yazmıtır. Farsça kısımları, biraz koyu yazarak Türkçelerinden ayırmıtır. Kadı
Mahmûd, tercüme ederken zorlandıı manzum kısımları aynen muhafaza
etmitir. Bu tercüme eksiktir. Çünkü 8 bölüm olan Gülistân’ın sadece ilk 4
bölümü tercüme edilmitir. Dil bakımından sâde ve daha çok Türkçe unsurlar
taıyan bu tercümenin Üniversite Kütüphanesi, T.Y. 3010 numarada kayıtlı bir
nüshası vardır. Kadı Manyas tarafından yapılan ikinci tercüme ise, Mensur
Tercüme’dir. Bu Mensur Tercüme, Kadı Mahmûd’un, manzum ve ilâveli
tercümeden vazgeçerek Gülistân’ı mensur olarak ve daha muhtasar bir ekilde
tercüme yapıp II. Murâd’a takdim ettii tercümedir (Özkan 1993).
II. Murâd döneminde, tıbbî bazı eserlerin de, Türkçeye tercüme edilerek
kazandırıldıı müahede edilmektedir. Bunlardan, salıın korunmasıyla ilgili
hadisleri ihtiva eden Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî, Ebû Nuaym Hâfız-ı sfahânî’nin
Kitâbu’-ifâ fî Ehâdisi’l-Mustafâ adlı eserinin Ahmed b. Yûsuf et-Tıfâî tarafın*
*
*
377
377
TERCÜME
EDEBYATI
AHMET KARTAL
dan meydana getirilen muhtasarının, Umur Bey’in II. Murâd'ın da istifade
edeceini söylemesi üzerine, Ahmed-i Dâ'î tarafından Türkçeye tercüme
edilerek meydana getirilmitir. ki bölümden oluan eserin ilk bölümünde,
salıın korunması, ikinci bölümünde ise, hastaların sebep ve belirtileriyle
tedavisi ele alınmıtır (Ertaylan 1952: 387-403; Azamat 1996: 178). Mahmûd-ı
îrvânî, Muhammed bin Hasan bin Muhammed el-Kerîm el-Kâtib elBagdâdî'nin 623/1226 yılında Arapça olarak kaleme aldıı Kitâbü't-tabîh isimli
yemek kitabını, aynı adla Türkçeye tercüme etmitir. Mütercim, 11 bâbdan
oluan eserin giri kısmında, insanın yemek, içmek, giyinmek, evlenmek gibi
zarurî ihtiyaçları üzerinde durduktan ve yiyeceklerin salıklı olarak nasıl
hazırlanması gerektiini açıkladıktan sonra, 237 çeit yemek tarifine yer
vermitir. Eserde yer alan her yemein tarifi verilmeden önce, vücuda olan
faydalarının belirtilmesi, eserin salıkla ilgili tarafını yansıttıı gibi, bu husus tıp
tarihi açısından da oldukça önemlidir (Azamat 1996: 180-81; Kut 1984).
Mukbil-zâde Mü'min, 841/1437 yılında tamamlayarak II. Murâd'a ithaf ettii
Zahîre-i Murâdiyye isimli eserinin adını ve ihtiva ettii bilgilerin önemli bir
kısmını, smâ’îl bin Hasan el-Cürcânî (ö. 531/1137)'nin Zahîre-i Harzamâhî
diye mehur olan Arapça eserinden almıtır. Ayrıca bazı Farsça tıp kitaplarından
da istifade etmitir. Göz hastalıklarının geni olarak ele alındıı eserin en önemli
tarafı, Arapça tıbbî terimlerin yanında Türkçe terimlerin de kullanılmasıdır
(Azamat 1996: 181-82; Ate 1948: 175). Mûsâ bin Mes'ûd, Nasîreddîn-i Tûsî (ö.
678/1274)'ye atfedilen ve bâh-nâme türünde olan el-Bâhü'-âhiyye adlı eseri, II.
Murâd adına Farsçadan Türkçeye tercüme etmitir. 17 bâbdan oluan Tercüme-i
el-Bâhü'-âhiyye ve't-terkîbâtü's-sultâniyye'de insan mizaçları, cinsellii
güçlendirici gıdalar, erbetler, macunlar, ifa verici droglar hakkında bilgi
verilmitir (Azamat 1996: 182).
II. Murâd döneminde, bazı menakıb-nameler de Türkçeye tercüme
edilmitir. II. Murâd dönemi âlimlerinden ve Fâtih Sultân Mehmed'inn
hocalarından olan Mehmed bin Ömer el-Halebî (ö. 859/1453), Hafîzüddîn
Muhammed el-Bezzâzî (ö. 827/1424)'nin mâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin
menakıbına dair Arapça olarak kaleme aldıı eserini, aynı adla tercüme ederek
II. Murâd'a takdim etmitir. Bir mukaddime ile on bir bâbdan meydana gelen
eserin giri kısmında, ashab ve tabiînin faziletleri belirtildikten sonra, Ebû
Hanîfe ile örencilerinin, dier müctehidlerin ve bin kadar âlimin menkıbelerine
yer verilmitir (Azamat 1996: 185-86). Zâhid bin Ârif ise, Ahmed-i Eflâkî
(Eflâkî 1976-1980; Ahmet Eflaki 1989)'nin özellikle Mevlevîlik tarihi açısından
önemli olan, bata Mevlâ nâ Celâleddîn-i Rûmî olmak üzere, dier Mevlevî büyükleri ve Mevlevî tarikatı hakkında bilgiler veren Menâkıbu'l-ârifîn adlı Farsça
eserini, Mahzenü'l-esrâr adıyla Türkçeye tercüme etmitir. Mütercimi tarafından
yeniden gözden geçirilip tanzim edildikten sonra, II. Murâd'a takdim edildii
zannedilen eser, bazı arkaik Türkçe kelimeler ve bir kısım Arapça ve Farsça
tabirler istisna edilecek olursa, sade bir dille tercüme edilmitir. Hatta
*
*
*
*
*
*
*
378
378
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
anlaılması güç olan yerler atlanmı, bazı paragraflar çıkarılmı, manzum
kısımlar ise tercümeye dahil edilmemitir (Azamat 1996: 186-87).
II. Murâd devrinde, Behcetü't-tevârîh müellifi ükrullah, Safiyyüddîn-i
Urmevî'nin musikî nazariyatına dair olan Kitâb-ı Edvâr adlı eserini tercüme
ederek II. Murâd'a takdim etmitir (Azamat 1996: 187-88).
II. Murâd döneminde ansiklopedik mahiyette olan Kabus-nâme, Bedr-i
Dilâd tarafından Murâd-nâme (Ceyhan 1997) adıyla Türkçeye tercüme
edilmitir. Murâd-nâme, çok yönlü bir eser olup nasîhat-nâme türüne dahil ahlâkî, öretici bir mesnevî, devlet idaresine, padiahlık, vezirlik, nedimlik, subaılık
artlarına dair tavsiyeler, öütler ihtiva ettii için siyâset-nâme, civanmertlik
adabından bahseden 26. bâbı yönünden fütüvvet-nâme, bazı ilim ve sanat dallarıyla ilgili bilgi veren bölümleri itibariyle de kısmen bir ansiklopedik eser sayılabilir. Sultân II. Murâd adına aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla
830/1427’de tamamlanan eser, 9820 beyittir. âir, eserini olutururken Kabusnâme’de yer alan her konuyla ilgili fikir ve tavsiyeleri aynen deil, kısaltma veya açıklama gibi bazı tasarruflarda bulunarak nakletmitir. âir, bazen Kabusnâme’den baka, kendi gözlem ve tecrübeleri ile okuduu Türkç e, Arapç a ve
Farsç a eserlerden de istifade etmitir. Murâd-nâme'nin bata Adem Ceyhan ve
Muhammet Yelten olmak üzere bazı aratırmacılar tarafından Mahmûd-ı
îrvânî'nin eseri olduu ispat edilmeye çalıılmasına ramen, Mustafa Argunah,
ileri sürdüü delillerle bu eserin irvanî'ye ait olmadıını tespit etmitir
(Argunah 1999: 34-38).
Bu dönemde Yazıcıolu Muhammed, kardei Ahmed-i Bîcân'ın
kendisinden dinî konuları ihtiva eden bir eser kaleme almasını istemesi üzerine,
Arapça olarak Megâribü'z-zamân li-Gurûbi'l-eyâ fi'l-ayni ve'l-iyân adlı eserini
telif etmitir. Ancak bu eserden istifade edemeyen kimselerin ısrarı üzerine, aynı
eseri nazmen tercüme ederek Muhammediyye'yi (Çelebiolu 1975, 1996)
oluturmutur. 9008 beyitten oluan ve 12 deiik aruz kalıbının kullanıldıı
eser, aır fakat itinalı üslûbu, samimi havası ve duygulu muhtevası ile gerek
kendi devrinde ve gerekse sonraki devirlerde, sadece Anado lu sahasında deil,
Türk dünyasının dier sahalarında da çok sevilmi, okunmu, örnek alınmı bir
eserdir. Nitekim, Kırım Hanlıı Kadıasker Defterleri, I (1017/1022 –
1608/1613), s. 4b/5’de kayıtlı olan Gözleve’de bulunan Câmi’-i Kebîr’de
Muhammediyye okunması için 290 ham derinin vakfedildiinin belirtilmesi
(Turan 2003: 83-84) de bunun bir göstergesi olarak görülmektedir.
Yine bu dönemde, Gülehrî tarafından Gülen-nâme olarak da
isimlendirilen Mantıku’t-tayr (Cunbur 1952; Levend 1957; Merhan 2003),
Feridüddîn-i Attâr’ın aynı isimli eseri esas alınarak meydana getirilmi, vahdet-i
vücut inancını ileyen alegorik bir mesnevîdir. Mantıku’t-tayr, Türk diliyle
Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceini ortaya koyma amacıyla kaleme
alınmıtır. Attâr’ın eseri gibi, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan
mesnevînin beyit sayısı nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında deimektedir.
*
*
*
*
*
*
*
379
379
TERCÜME
EDEBYATI
AHMET KARTAL
Gülehrî, Attâr’ın eserindeki esas konuya sadık kalmakla beraber; onun eserinde
geçen bazı manzumeler ile bazı kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii
cevapları ve hikâyeleri çıkararak eserine almamı, Attâr’ın eserinde olmayan
bazı hikâyeler ile kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii cevapları ise
eserine eklemitir. Nitekim Gülehrî, Attâr’ın eserinde geçen 9 özrü eserine
almı, 14 tane de kendisi ilâve etmitir. Gülehrî, Attâr’ın eserini Türkçeye
aktarırken onda geçen bir çok hikâyeyi çıkarmı, sadece yedi hikâyeyi eserine
almıtır. Tespitlerimize göre; âir eserinde geçen hikâyelerden dördünü
Mesnevî’den, birini Kelîle ve Dimne, Gülistân ve Lemeât’tan almıtır. Bundan
dolayı eser telif özellii taımaktadır. Gülehrî eserinin çeitli bölümlerinde
kendi dönemini eletirmesi, devrine ait bilimleri sayması, eserinde yer yer tabiat
ve bahar tasvirleri ile iki tane temsil’e yer vermesiyle Attâr’dan ayrılmıtır.
Gülehrî eserinde hiçbir yerden almayıp kendisinin yazdıı Altı Erenler Hikâyeti
balıını taıyan bir hikâyeye de yer vermitir (bak. Kartal 2004a).
“Tercüme Edebiyatı”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi
Uygarlıı, Editör: Ahmet Yaar Ocak, Cilt 1, Kültür ve Turizm
Bakanlıı Yayınları, Ankara, 2006, 533-545.
*
380
380
dolayı eser telif özellii taımaktadır. Gülehrî eserinin çeitli bölümlerinde
kendi dönemini eletirmesi, devrine ait bilimleri sayması, eserinde yer yer tabiat
ve bahar tasvirleri ile iki tane temsil’e yer vermesiyle Attâr’dan ayrılmıtır.
Gülehrî eserinde hiçbir yerden almayıp kendisinin yazdıı Altı Erenler Hikâyeti
balıını taıyan bir hikâyeyeŞİRAZ’DAN
de yer vermitir
(bak. Kartal 2004a).
İSTANBUL’A
“Tercüme Edebiyatı”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi
Uygarlıı, Editör: Ahmet Yaar Ocak, Cilt 1, Kültür ve Turizm
Bakanlıı Yayınları, Ankara, 2006, 533-545.
*
380
381
BÖLÜM III
Osmanlı’dan Yansımalar
KLASK TÜRK EDEBYATI’NI ANLAMAK
KLASK TÜRK EDEBYATI'NI ANLAMAK
Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatlarının etkisi altında ve slâm
öncesi edebî birikimlerinin bir devamı olarak, kendi zevk ve anlayılarıyla ilk
örneklerini Asya’da Fars diliyle verip, ran edebiyatının geliimine katkıda
bulundukları, özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçenin slâmî kültür ve edebiyat
geleneklerine adapte olmasıyla da, Osmanlı, Çaatay ve Azerî sahaları merkez
olmak üzere youn biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz ve ekil itibarıyla
klielemi ortak slâmî deerlere balı kalmak kaydıyla, vücuda getirdikleri
edebiyat Klasik Türk Edebiyatı olarak isimlendirilmektedir (Kartal 2006b: 29).
Büyük bir geçmie ve köklü bir kültüre sahip olan Osmanlı Devleti
döneminde, yaklaık yedi asırlık köklü ve derin bir maziye sahip olan, kemiyet
ve keyfiyet bakımından Türk edebiyatının “yüz akı” diyebileceimiz bir
hususiyete sahip “muazzam” bir edebiyat oluturulmutur. Nitekim XVII. asır
âirlerinden Neâtî’nin:
*
*
*
*
Etdik o kadar ref’-i ta’ayyün ki Neâtî
Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız
beyti, iire ön yargısız ve edebî bir eser olarak bakan bir Fransız edibine,
“Mademki böyle mısralar söylemitir, o halde büyük bir Türk iiri vardır”
dedirtmitir. Fransız edibi daha sonra, sözlerine öyle devam ederek, Klasik
iirimizin gerçek hüviyetini dile getirmitir: “Medeniyet namına bir baka
eseriniz olmasaydı, yalnız bu beyit, ne derin millet olduunuzu ifadeye yeterdi.”
(Banarlı 1982: 153). te yaklaık yedi asır boyunca Türk milletinin ilim ve
kültür zümresine hitap eden, köklü ve derin bir geçmie sahip olan klasik Türk
edebiyatının, bütün yönleriyle anlaılabilmesi ve salıklı bir ekilde
deerlendirilebilmesi, Yeni Fars Edebiyatının oluum dönemleriyle, o
dönemlerde mevcut olan Türk edebiyatının tarihî seyir itibariyle aratırılması ve
incelenmesi ile mümkün olabilir. Bu ilk dönemle ilgili aratırmalarda, öncelikle
Arap ve Fars edebiyatlarının da, mukayeseli bir ekilde dikkate alınıp
incelenmesi gereklidir. Türk edebiyatının Arap edebiyatından çok Fars edebiyatı
ile iliki içerisinde bulunduu, slâm medeniyeti esaslarına göre oluan Yeni
Fars Edebiyatının gelimesinde özellikle Türk asıllı hükümdarların ve Farsça iir
*
*
*
384
384
RAZ'DAN
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
söyleyen Türk asıllı âirlerin büyük rolü olduu malumdur. Bundan dolayı, bu
inceleme ve aratırmayı yaparken, öncelikle Fars edebiyatının dikkate alınması
gerekmektedir. Ayrıca, konu Türkçe ile Farsçanın tarihî seyir içerisindeki
münasebetleri, beraberlikleri ve karılıklı etkileimlerini de, göz önünde
bulundurmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak, bu ekilde hareket edildii zaman
salıklı bir sonuca varılacaı ve klasik Türk iirinin gerçek deerinin ortaya
konulabilecei kanaatindeyiz. Yoksa özellikle XIX. asrın ikinci yarısından
sonra, Batılı müsteriklerin öncülüünde dile getirilen ve günümüzde de genel
kabul gören, “Klasik Türk iirinin herhangi bir geçmiinin olmadıı”, “tamamen
Fars kültürünün etkisinde kaldıı”, “Fars iirinin taklidi olduu”, hatta
“tamamen ran zevkini taıdıı” gibi hiçbir ilmî gerçee dayanmayan ve
sübjektif bakı açısını yansıtan görülerin aırlıı devam edecektir. Burada unu
belirtelim ki, özellikle Yeni Farsçanın oluumundan sonra, meydana gelen Fars
iirinin oluumu ve geliimi üzerinde iire sempati ile yaklaıp âirleri
destekleyen Karahanlı , özellikle Gazneli ve Selçuklu Devletlerinin Türk asıllı
sultanları ile o dönemlerde Farsça iir söyleyen Türk asıllı âirlerin önemli bir
yere sahip olduu ve Fars iirinin muhtevasının belirlenmesinde de etkili
oldukları görülmektedir. Bu durum, bu dönem iirinin Fars iiri mi, yoksa Farsça
iir mi olarak isimlendirilmesinin doru olacaı konusunu gündeme
getirmektedir. Geliim sürecine bakıldıı zaman (geni bilgi için bak. Kartal
1999/2000, 2001, 2004; Karaismailolu 2001) Fars iiri yerine Farsça iir
denilmesinin daha uygun olduu görülmektedir (geni bilgi için bak. Arı 2003).
Çünkü bu dönemde yazılan iirler, bu bakıla tekrar incelemeye tabi
tutulduunda, bu dönemlerde oluan edebî zevke, Türk edebî zevkinin sirayet
ettii görülecektir. Hatta bu iirin özünde, Türk millî hissi, Türk sanat anlayıı,
Türk örf, âdet, gelenek ve inançlarının önemli bir yere sahip olduunun nianı
konumunda olan “Türk” kavramının önemli bir kullanım alanı vardır. Hatta
Türkçenin metrik yapısının yansıdıı dahi hissedilmektedir. Nitekim Türk asıllı
Nizâmî-i Gencevî’nin eserlerinde bu husus rahatlıkla müahede edilmektedir.
Bundan dolayı, Nizâmî-i Gencevî ile Hâfız’ın iirleri ve bunların yapıları göz
önünde bulundurulduunda bu husus net olarak kendisini göstermektedir.
Vambery :
*
*
*
*
*
“ranlılar iirsel yaratılı ve düünceleri, çok eski zamanlardan kalma uygarlıkları
nedeniyle Türklerin önünde bulunduklarını ileri sürerler. Ama yabancı ulusların
bilgin ve sanatçılarının yaptıkları yararlı keiflerden yararlanmayı istemeye, Avrupa
dillerini örenmeye, sözün kısası onlarla her türlü ilikiyi günden güne artırmaya
yönelik çaba ve çalıma, herhalde kendilerinin ran halkına olan üstünlüklerini
kanıtlamaktadır” (1993: 20)
*
diyerek, Türklerin ranlılar gibi özellikle edebî yönden büyük bir geçmiimiz var
düüncesine sahip olup onun arkasına sıınmadıklarını, bilâkis yeni olan her
eyden istifade edip onu kendi birikimleriyle yourarak, ortaya yeni eyler
385
385
KLASK TÜRK
EDEBYATI’NI
AHMET
KARTAL ANLAMAK
çıkardıklarını, bundan dolayı da, ranlılardan daha üstün olduklarını
kaydetmitir. Özellikle Gazneli ve Selçuklu devletleri döneminde oluan iir
üsluplarına verilen isimler, Türklerin o dönemlerdeki Fars dili ve edebiyatındaki
fonksiyonları açısından dikkat çekicidir. Nitekim Gazneli Sultân Mahmûd ile
Sultân Mes’ûd ’un Irak ’taki fetihlerinden sonra, Horasanlı olan Selçuklular ,
burada aralıksız yayılma göstermi, Irâk-ı Âcem ve Irâk-ı Arab’da, Irak ve
Horasan zevkleri ve kültürleri imtizaç ederek bu dönem iirinde açıkça
görülebilen bazı deiiklikler olmutur. Bu bölgede oluan bu yeni iir tarzına
“sebk-i Selçûkî” ismi verilmitir (Bahâr 1349: II/66). Aynı ekilde Gazneliler
muhitinde oluan ve gelien iir tarzına ise, “sebk-i Türkistânî” denmektedir
(Vanlıolu vd 1994: 262). Hatta Alî îr Nevâ’î (ö. 1501)’nin Muhâkemetü’llugateyn (tlf. 1500) isimli eserinde yer alan (Alî îr Nevâyî 1996: 169):
*
*
*
*
*
*
*
*
“Türk u’arâsı kim Fârsî til bile rengîn e’âr ve îrîn güftâr zâhir kılurlar...”
*
yani Fars dili ile parlak iirler ve tatlı sözler ortaya çıkaran Türk asıllı âirlerin
bulunduu ifadeleri de, bu bakımdan bizim için manidardır.
Ayrıca unu da belirtelim ki, Gazneli ve Selçuklu devletlerinin egemen
oldukları yıllarda, slâm dünyasında büyük fikrî ve edebî gelimeler meydana
geldii görülmektedir. Bu duruma etki eden en önemli faktör, X. asrın ilk
yıllarından itibaren Maveraünnehir ve Horasan çıkı noktası olmak üzere, bütün
slâm dünyasında etkili olmaya balayan Türklerin varlııdır (Karaismailolu
2000: 2). Bu konuda Muhammed Bahâr düüncelerini:
*
*
*
*
“slâm dünyasında Arap taraftarlıının karısında Farsların oluturduu u’ûbiyye
hareketi, Gazneli ve Selçuklu Türk devletlerinin ortaya çıkıı ve hakim oluuyla
etkisiz duruma dümütür” (Bahâr 1349: I/150-52; Karaismailolu 2001: 68’den)
*
*
diye ifade ederken, dier bir ran edebiyat tarihçisi Zebîhullah Safâ , durumu
açık olarak u ekilde özetlemektedir:
*
*
“Kuruluu slâm medeniyetinde ve özellikle ran ’da büyük bir deiimin balangıcı
olan en büyük Türk devleti, Selçuklu Devleti’dir.” (Safâ 1372: 10; Karaismailolu
2000: 2’den).
*
*
Gazneli özellikle Selçuklular dönemi Dou iiri için âdeta bir deiim
dönemidir. Bu Arapça , Farsça ve Türkçe iir için aynı derecede etkin olan bir
deiim ve gelimedir. iirde üslûp farklılıı olumu, düünce ve hayal aırlık
kazanmaya balamı, maddî hisler ve dı dünyaya yönelik gözlemler yerini
manevî hislere ve iç dünya zevklerine bırakır olmutur. iirde çok açık bir
ekilde dinî, ahlâkî ve tasavvufî diye nitelendirilen bir bakı ve algılayı, dier
bir ifadeyle dinî hissiyat öne çıkmıtır (Karaismailolu 2001: 14). Bu dinî
hissiyat ise kendisini Sünnî ve Hanefî çizgide oluan bir dindarlık olarak
*
*
*
*
386
386
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
göstermektedir. Hatta daha Gazneliler döneminde saray âirleri, Sultân Mahmûd
ve oullarını överken din ve adalet adına mücadeleden bahsetmilerdir. Ayrıca
Gazneliler döneminde yaayan Unsurî (Kedkenî 1366: 534), Ferruhî-i Sîstânî
(Yûsufî 1373: 399-402; Kedkenî 1366: 492) ve Menûçihrî-i Damgânî (Kedkenî
1366: 516; Cokuner 2002: 30-37)’nin ve Selçuklu döneminde yaayan Hakanî-i
îrvânî (Kezzâzî 1368: 201-5, 208-10), Lâmi’î-i Dehistânî’nin (Kedkenî 1366:
648) iirlerinde slâm ve slâmî akideden kaynaklanan tasvirlerin sıkça yer aldıı
görülmektedir. Yine Selçuklular dönemine kadar Arapça iirde younlukla; Farsça
iirde kısmen yaygın örnekleri bulunan balıca arap, kadın ve müstehcenlik
olmak üzere maddî zevkler üzerine söylenen iirler, bundan sonra ancak nadir
örnekler olarak görülür. Türk hanedanlarına mensup saray çevresinde oluan,
siyasî bir muhteva taıyan ve iîlik davasında bulunan iirlerin de bu dönemlerde
oldukça azaldıı dikkat çekmektedir (Karaismailolu 2001: 16). Tasavvufî iir,
Gazneli dönemi âirlerinden Senâ’î-i Gaznevî eliyle olgunlua ulamıtır.
Esedî’nin Lugat-i Furs’unda Ebu’l-kâsım-ı Gûrgânî, Ebû Abdullah-ı Hafîf, Ebû
Alî-i Serahsî, Ebu’l-hasan-ı Bustî, Ebu’l-hasan-ı Harakânî, Ebû Alî-i Dekkâk, Ebû
Sa’îd-i Ebu’l-hayr gibi Gazneliler devri mutasavvıflarına ait bazı beyitler
nakledilmitir (Emirçupani 2001: 109). Mutasavvıflardan eyh Ebu’l-hasan Alî-i
Gaznevî (öl. 1072), Kefu’l-mahcûb li-Erbâbi’l-kulûb adlı tasavvuf konusu ile
mutasavvıf eyhlerin biyografileri ve tasavvufî bazı terimleri açıklayan önemli bir
eser bırakmıtır (Levend 1988: 230). Dîvân-ı Hikmet müellifi ve Türk milletinin
manevî müridi olan Ahmed-i Yesevî’nin (öl. 1166) hocası Yûsuf-ı Hemedânî,
ömrünü Herat’ta geçirmi ve 1140’da Merv’de vefat etmitir (Köprülü trhs.: 6466). Sufilerden Ebu’l-hasan Ali bin Osman el-Hucvîrî Gazneli olup birçok
seyahatte bulunmu, Sultân Gazneli Mahmûd’un yakın çevresinde yer almı ve
Lahor’da ölmütür (Hucvirî 1996; Palabıyık 2001: 69). Sûfî, âir ve Melâmetî
eyhi olan Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr da Gazneli dönemi âlim ve
mutasavvıflarındandır (Yazıcı 1994). Sûfîlere karı büyük bir saygı gösteren
Gazneli Mahmûd, onların ziyaretine giderek onlarla konuur, kendisine nasihat ve
dua etmelerini ister (Emirçupani 2001: 109) ve ihtiyaçlarını giderirdi (Palabıyık
2001: 54). Bu dönemde ahlâkî eserlerin de kaleme alındıı görülmektedir.
Müstakil olarak nazmedilen ilk ahlâkî eser, Sultân Mahmûd'un çadaı Bedî'-i
Belhî'nin Pend-nâme-i Enûirvân'ıdır (Emirçupanî 2001: 111). Tasavvufî çizgide
yetien büyük eyhlerin Selçuklu döneminde yaadıı görülmektedir (Nefîsî 1363:
73). Bunlar içersinde, iir söyleyenlerinin en mehurları Baba Tâhir-i Hemedânî,
Hâce Abdullah-i Ensârî, Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr, Senâ’î ve Attâr-ı Nîâbûrî’dir
(Hiredmend trhs: 27).
Anadolu’nun, Türkler tarafından fethedilmesinden sonra, iktisadî refahın,
düünce özgürlüünün ve düzenli devlet idaresinin hâkim olduu, güzel
sanatların gelitii bir saha (laydın 1974: 770) olması ve Anadolu Selçuklu
sultanlarının tıpkı Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu sultanları gibi âirlere ihsanda
bulunmaları, ilim adamlarına lâyık oldukları ikram ve himayeyi
*
*
*
*
*
*
*
387
387
KLASK TÜRK
EDEBYATI’NI
AHMET
KARTAL ANLAMAK
göstermelerinden dolayı (Uzunçarılı 1948: 295), Anadolu’ya Türkistan , Suriye ,
Irak , ran taraflarından bir çok âlim, mütefekkir ve sanatkâr gelmitir
(Uzunçarılı 1948: 288; ayrıca bak. Riyâhî 1995: 73). Anadolu’da gerek
Dânimendliler gerekse Selçuklular döneminde ilmî ve edebî faaliyet önce saray
muhitinde balamı, müteakiben bu faaliyet II. Kılıç Arslan’ın oullarının
valilikleri zamanında ehirlerdeki ehzade muhitlerine de sirayet etmitir.
Özellikle sükun ve asayiin iyice salanmasıyla Anadolu’da hummalı bir içtimaî
ve fikrî hareket kendini göstermitir (Uzun-çarılı 1948: 288).
bn Bibî, Anadolu ’da halkın be dil konutuunu belirtir (1996: I/97).
Osman Turan'a göre bu diller Türkçe , Rumca , Ermenice ve Farsça olup beinci
dil belli deildir. Ancak bn Bibî’nin bir baka yerde Anadolu’nun dilinin
Arapça ve Farsça olduunu kaydetmesi (1996: I/141) beinci dilin Arapça
olduunu göstermektedir. Anadolu Selçukluları zamanında da, Selçuklu
döneminde olduu gibi edebiyat dili Farsça, ilim dili ise Arapça idi. Ayrıca bu
dillerden Farsça resmî dil olarak kullanıldıı için telif edilen eserlerin büyük bir
kısmı Farsçadır. Mikail Bayram, yaptıı kütüphane taramaları neticesinde,
Anadolu Selçukluları zamanında, 230 küsur eser telif edildiini, bunlardan 20
tanesinin müellifinin meçhul olduunu, geriye kalan eserlerin 80 müellif
tarafından yazıldıını belirttikten sonra, bu eserlerden 145’inin Farsça, 68’inin
Arapça, 15’inin Türkçe olarak kaleme alındıını, birkaç eserin de Süryanice ve
Ermenice olduunu söylemektedir (2004: 107). Bu manzara Anadolu Selçuklu
Devleti ’nin hem karıık kültürlerden olutuunu hem de çok dilli bir ortam
sunduunu göstermektedir. Bu da her topluma kendi diliyle hitap eden çeitli
eserlerin yazılmasına sebep olduu gibi, çok dilli iirlerin (mülemma)
yazılmasına da zemin hazırlamıtır. Çünkü bu tip toplumlarda her dilin kendine
has farklı ilevleri vardır ve her biri belirli bir amaç ve durum için kullanılır. te
çok dilli iirler de, bu durumun ilevsel bir yansımasını sergilerler (Johanson
1993: 29). Hatta bu tip davranıın, özellikle zengin bir sözlü edebiyat geleneine
sahip olan Ouz Türkçesinin aruz vezniyle söylenilen edebî metinlerde de
kullanılmasıyla edebî olarak etkin bir hâle gelmesine yardımcı olduu
görülmektedir. Yani bu mülemma iirler edebî açıdan fazla ilenmemi olan
Ouz Türkçesinin ilenmi olan dillerin özellikle de Farsça ve Arapçanın çatısı
altında talim imkânı elde ettii söylenebilir. Nitekim Köprülü’nün
deerlendirmesiyle Horasan ve Maveraünnehir âirlerinin oldukça etkin bir
dönemde aruzla iir yazmaya Türkçe-Farsça mülemmalarla baladıkları
(Johanson 1993: 34-35) gibi Anadolu’da da aynı durumla karılamaktayız.
Nitekim Anadolu'da yazılan ilk Türkçe iirin Türkçe-Farsça mülemma bir gazel
olması bunu göstermektedir. Tabiî ki burada, Johanson’un ifade ettii gibi, bu
dönemde modern tarzda dil ve millet bütünletirilmedii için, son dönemlerdeki
millî dile sadakat veya dil milliyetçiliinin olmadıı da hatırlanmalıdır. Ayrıca
Orta Ça Avrupa edebiyatında olduu gibi dil tercihi sanatçıların milliyetine
göre deil, edebî türe göre belirlenmekteydi (1993: 28).
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
388
388
*
*
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
Selçuklu Devleti’nin Mool baskısı ile zayıflaması üzerine, bulundukları
bölgelerde kendi adlarına hüküm sürmeye balayan Türkmen beylerinin Arap ve
Acem kültürüne fazla itibar etmemeleri, millî geleneklerine ve kendi bölge
aızlarına verdikleri deer, ilim adamlarını, âir ve edipleri korumaları, Türk dili
ve edebiyatı için verimli bir dönemin balamasına sebep olmutur. Bu beylerin,
memleket kazanmak için yaptıkları savalar ve siyasî mücadeleler sırasında bile
ilim ve edebiyat hareketlerini tevik etmeleri, bazılarının Arapça ve Farsçayı iyi
bilmelerine ramen Türkçe yazmayı tercih etmeleri dikkate deerdir (Korkmaz
1995: 427). Bu bilinçlenme ile Türkçeye verilen önem neticesinde, Türk dili
artık bir ilim ve edebî dil olma yolunda önemli adımlar atarken, Farsça eserler
de verilmeye devam edilmitir.
Osmanlı Devleti’nin kurulu dönemine rastlayan XIV. asırda, Türk dili bir
önceki asra göre daha çok ilenip gelimi, yazar ve âir sayısı artmı, mensur ve
manzum pek çok eser yazılmıtır (Mazıolu 1982: 86). Bu dönemde Türkçe
artık Anadolu ’da tamamıyla yerlemi ve bir edebiyat dili hâline gelerek, dinîtasavvufî, tarihî, hamâsî (epik) ve ahlâkî mahiyette eserler verilmitir (TDEK
1992: III/111). Bu dönemde, Türkçe edebî eserlerin yanında, Farsça edebî
ürünler de, Anadolu’da verilmeye devam edilmitir. Bu asırda Ârif Çelebi ve
Nesîmî gibi Farsça divan tertip eden âirlerin yanında Gülehrî ve Yârcânî gibi
mesnevi yazan âirler de olmutur. Bir kısım âirler ise, Farsça bazı iirler
söylemilerdir. Ancak bu asırda, Türkçe eser vermei uurlu ekilde isteyen ve
bunu gerçekletirmee çalıan âirlerin varlıı da dikkat çekmektedir.
Anadolu’da bir millî edebiyat çaının açılmasını salayan Gülehrî ve Âık Paa
bunların baında gelmektedir (TDEK 1992: III/111). Bu dönemden itibaren
Anadolu'da olumaya balayan edebî Türk dili, zamanla gelierek tekamüle
doru ilerleme kaydetmi ve Türk iir dili de böylece olumutur. Bu iir dili
oluurken Osmanlı âiri, ecdadı olan Gazneli ve Selçuklu dönemi âirlerinin
Farsça olarak söyledikleri ve kendilerine tevarüs eden iirleri, kavramları, üslubu
ve tarzı bazen muhafaza ederek bazen de Türkçe olarak ifade etmeye balamı
ve gelitirerek gerçekten merhum Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan'ın ifade ettii gibi
"medeniyet âlemine büyük bir iftiharla sunabileceimiz bir sanat mahsulü"
(1990: 90) hâline getirmitir. Bundan dolayı, Anadolu'da gelien Türk
edebiyatını anlamak için, Türkistan 'da Türk asıllı hükümdar ve âirlerin destei
ve hamilii ile gelien Farsça iirin iyi ekilde analiz edilip anlaılması gerekir.
Çünkü klasik iirimiz yukarıda ifade ettiimiz gibi, tohumu Türkistan'da atılan
iirin Anadolu'da Türkçe ile ifade edilmesinden baka bir ey deildir. Yani
Osmanlı âirinin ran iirinden istifade etmesi, esasında ecdadının zevkiyle,
anlayııyla, düüncesiyle tezyin edilip Farsça oluturulan yadigârının
Anadolu’da Türkçe olarak ifade edilmesi olarak kendini göstermektedir. Mevcut
olan edebiyat, zaten bu filizlenmenin Anadolu’da gerçekletiini net olarak
göstermektedir. Burada unutmayalım ki, Hasibe Mazıolu’nun da dikkat çektii
gibi, klasik âirlerimiz, özellikle XV. asırdan itibaren aırlıklı olarak kendi
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
389
389
KLASK TÜRK EDEBYATI’NI ANLAMAK
AHMET KARTAL
duygu ve düüncelerini, yaayılarını, çevrelerini, gelenek ve göreneklerini,
atasözlerini ve deyimlerini, kısaca tümüyle kendi benliklerini Türk ve ran asıllı
âirlerin birlikte oluturdukları ortak mefhum ve kavramlarla yourup
ekillendirerek ran iirinden ayrı bir Türk iiri meydan getirmilerdir (1982:
112). Bunun en net göstergesi ise, Fars edebiyatının gözlere, genilemesine
görünmesine ramen, bizim klasik edebiyatımızın youn bir anlam derinliine
sahip olmasıdır. Nitekim onda, bizim klasik edebiyatımızdaki derinlie tesadüf
edilmez. Bundan dolayı da, ran edebiyatını anlamak kolay, bizim edebiyatımızı
kavramak ise güçtür. Bu da Türk iirinin Fars iirinden yukarıda dikkat
çektiimiz yönlerinin yanında, özellikle anlam derinlii bakımından ayrı bir
hüviyete sahip olduunu göstermektedir. Özellikle Batılı bilim adamları, klasik
edebiyatımızı dıtan incelemiler, derinliine inemedikleri için de, müterek
mazmunlara bakarak onu ran edebiyatının bir kopyası zannetmilerdir (Diriöz
2003: 32).
Türk asıllı bu âirler, Anadolu ’da da Farsça iir yazmakla kalmamılar,
daima faydayı ve yararlı olmayı göz önünde bulundurdukları için, Türk insanının
okuduu zaman istifade edeceini düündüü bazı Farsça eserleri manzum veya
mensur olarak Türkçeye tercüme etmilerdir (bak. Kartal 2002, 2006a: 307-9).
Bunda muhatabın ilme yeni balayan ve sadece Türkçe bilen “mübtedî”lerin
olması da etkili olmutur. Ayrıca bilgiyi yalnızca örencileri düünmeden daha
büyük bir kitleye yani halka ulatırma düüncesi de tercüme faaliyetinin baka
bir sebebi olarak görülmektedir. Türkçe konuan halkın düünülerek eserin
Türkçe telif ve tercüme edilmesi müellif ile mütercimin sahip olduu “dil
bilinci”ne ve Türkçe konuan halka “mensubiyet duygusu”na iaret eder.
Faydanın yaygınlaması dileine istinaden, Türkçe eser telif etmek ya da
Türkçeye tercüme etmek Anadolu Beylikler döneminin en önemli
özelliklerinden birisidir. Özellikle dinî, tarihî ve edebî eserler bütün bir halkın
okuması, anlaması ve faydalanması için telif veya tercüme edilmeye
balanmıtır. Osmanlı sultanlarından I., II. ve III. Murat gibi bazılarının etrafında
bulunan âir, bilgin ve dier sanatkârları Türkçe telif ve tercüme eser vermeye
tevik ettikleri de bilinmektedir. Bu tercüme faaliyetlerinde dil bilincinin de
etkili olduunu belirtmemiz gerekir (Fazlıolu 2003: 151-184).
Ancak burada u noktayı vurgulamak istiyoruz. arkiyatçıların, ran ’ın da
Doulu olmasına ramen, Fars dili ve edebiyatı ile kültürüne gösterdikleri ilgi
dikkat çekmektedir. Bu ilgi ve alaka, ranlıların Avrupalılar gibi Arien ırkından
olmalarına, tarihî balantılarına, Batılı siyaset tarzının etkinliine veya tesirine,
özellikle de geçmiten bugüne karılarında hakim güç olarak Türk milletini
görmelerine balanabilir. Nitekim Arap edebiyatının özellikle de Fars
edebiyatının yüceltilmesinde ve Dou edebiyatının hakim unsuru olduunun
vurgulanmasında Batılıların bu yaklaımının etkili olduu müahede
edilmektedir. Ancak Mine Mengi’nin ifade ettii gibi,
*
*
*
*
*
*
*
*
390
390
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
“Cihan fütuhatı ideolojisiyle yüzyıllar boyu siyasî ve askerî çekime yaamı ve bu
çekimenin Osmanlı lehine sürdürüldüü bilinen Osmanlı Fars ilikisinde, kültürel
üstünlüün ran lehine olmasının yorumu mümkün deildir” (2000: 167).
*
Ayrıca edebî ürünlere bakıldıında, Osmanlı âirinin Fars edebiyatıyla olan
ilikisinde, eziklik duygusu içinde deil, ranlı âirle rekabet duygusu içinde
olduu açıkça görülür. Özgün iir peinde olduu müddetçe, Fars âiriyle boy
ölçüebilecei düüncesinde olan Osmanlı âiri, daima özgün olma gayreti
içerisinde bulunmutur. Çünkü usta âir için iirde taklidin yeri yoktur. Onun
için de, Osmanlı âiri baka âirlerden, özellikle de Fars âirlerinden farklı
tarzlarda ve ekillerde iir söyleme çabası içerisinde bulunmu ve bunda belirli
oranda baarılı olmutur (Mengi 2000: 167). Özellikle söylemi olduu Farsça
iirlerle hem Fars dilinin hem de Fars edebiyatının oluumu, geliimi ve klasik
mahiyet alıında önemli bir yere sahip olan Türkler , hassaten Anadolu ’ya gelip
burayı vatan edindikten sonra, hakim unsur olan Türklere hitap etmek için, artık
iirlerini Türkçe olarak söylemeye baladılar. Böylece Türk dilinin özellikle
Ouz Türkçesinin bir edebiyat dili olarak geliimini ve klasik hale gelmesini
saladılar. Bundan sonra, Türk iiri daima gelierek tekâmüle doru giderken,
Gazneli ve Selçuklu dönemlerindeki Türkün hamiliini kaybeden ran iiri,
Gibb’in ifade ettii gibi “asla kurtulamayacaı bir kısırlıa maruz kaldı. Câmî ile
klasikliini tamamlayan ve gerilemeye balayan ran iiri, XV. asırda ne ise XX.
asırda da o olmutur. Her ne kadar, ara dönemlerde çeitli aamalardan geçmise
de, bu sadece kelime seçimi ve ifadede ufak deiiklikler olarak kalmıtır. Asla
köklü deiiklik ve yeni bir hayat ifadesi olmamıtır. Hatta Câmî döneminde
söylenenlerin ifade eklini ve mecazlarını deitirerek, fakat asla öze
dokunmadan ve yeni konular ilâve etmeden söylemeye devam etmilerdir (1999:
I-II/43). Bu durum, Türklerin ran iirinin oluum, geliim ve tekâmüle
ermesinde oynadıı rolü göstermesi bakımından oldukça önemli olup daima göz
önünde bulundurulması gereken bir husustur.
Bu konuya açıklık getirdikten sonra, klasik edebiyatımızın anlaılması için
u hususa da dikkat çekmek istiyoruz. Bilindii gibi edebiyat metinlerine genel
olarak iki farklı bakı açısı ile yaklaılır. Bunlardan birincisi “edebiyat
tenkitçisi” dieri ise “edebiyat tarihçisi”nin bakı açısıdır. “Edebiyat tenkitçisi”
kendi yaadıı dönemin düüncesi, anlayıı ve deer yargılarıyla metinleri ele
alır ve okuduunda ne anlıyor ve görüyorsa eseri ona göre deerlendirir. Ancak
“edebiyat tarihçisi”, metinlerin oluturulduu dönemin kültürel yapısına, fikir
anlayıına, ilim seviyesine, hatta metinleri oluturan her kelimeye, kelimenin
metnin yazıldıı dönemdeki anlamı çerçevesinde yaklamak durumundadır.
Özellikle klasik Türk iirine ikinci deerlendirme tarzıyla bakıldıında, onun
günümüzde zannedildiinden çok farklı bir yapıya sahip olduu görülecektir.
Yine aynı ekilde bu iire konu olan “ak” ve “sevgili” kavramlarının da
günümüz anlayı ve deerleriyle büyük ölçüde ilgisi olmayan bir boyut taıdıı
müahede edilecektir (entürk 2006: 353). Nitekim tamamen uzak bir çada,
*
*
*
*
*
*
*
391
391
KLASK TÜRK
EDEBYATI’NI
AHMET
KARTAL ANLAMAK
farklı bir kültür boyutunda, amaçları, zevkleri, hedefleri ayrı olan bir toplumun
ferdi olan günümüz insanı için, eski metinlerde geçen yahut söylenen her ey
farklı bir etki ve çarıım yapar. Eski metinlerde yer alan “kalem”, kalem
açacaı”, “mürekkep” gibi kelimeler bugün de kullanıldıı hâlde, artık onlar
günümüzdeki “kalem”, kalem açacaı” ve “mürekkep” deildir. Aynı ekilde her
kelimenin anlam alanı da moda, kültür, teknolojik ilerlemeleri vs. ile birlikte
deitiinden, eski kelimeler bugün aynen kullanımda olsalar dahi, kelimenin o
dönemdeki tam karılıını idrak edemeyen günümüz insanının, o metni hakkıyla
anlaması mümkün deildir. Çünkü o metinlerin kaleme alındıı dünya ile
günümüz insanının yaadıı dünya tamamen farklıdır (entürk 2006: 354).
Burada Ahmet Atillâ entürk ’ün dikkat çektii gibi klasik Türk iirinin
dilinin yılların estetik süzgecinden geçerek oluan kendine has bir yapı arz
ettiini ve bu dilin kendisini terennüm eden mantık ve dünya görüünden ayrı
olarak, bir baka devir veya medeniyetin estetik deerleriyle düünülerek ifade
edilebilecek bir yapıya sahip olmadıını, hatta böyle bir zorlamayı kabul
etmeyeceini ifade edelim. Bir baka ifade ile bu iirin lafız yönünü tekil eden
kelimeler, iirin estetik çerçevesi içerisinde, hayâl dünyasının gerektirdii
çarıımları oluturmaya yarayan yardımcı kelimeleri de birlikte kullanmayı
gerektirirler. Bunda Arapça , Farsça ve Türkçedeki zengin anlam ve mazi
yüküyle dolu kelimelerle, sadece bu edebiyatın estetik sınırları içinde
düünülmek kaydıyla oluturulmu bir takım klie kullanımların büyük payı
vardır. Yüzlerce beyit gösterilerek izah ve ispat edilebilecek bu hususa Ahmet
Atillâ entürk tarafından verilen Mesîhî'nin u beyti güzel bir örnek tekil
edebilir:
*
*
*
*
Haddünün devrinde zülfünde gözünden korku yok
Ugrıdan ol gice havf olmaz ki ola mâhtâb
âir sevgiliye hitaben "Senin [ay gibi parlak] yanaının devrinde, zülfünde
gözünden korku yok, [çünkü] ay ııı olan gecede hırsızdan korku olmaz." diyor.
Kolayca anlaılacaı üzere beyitte zülf geceye, âıın kalbini çalan göz hırsıza,
yanak da geceyi aydınlatan dolunaya benzetilmitir. Dikkat edilirse beyitteki ay,
yanak ve devir kavramları hep yuvarlak hatlardan ibaret olup ilk mısradaki bütün
güzellik unsurları ikinci mısrada çizilen tasvirde teker teker karılıklarını
bulmulardır. Beyit en küçük bir müdahaleye dahi meydan vermeyecek bir yapı
arz eder. Hâl böyle iken son yıllarda neredilen Mesîhî Dîvânı'nda beytin ilk
kelimesini tekil eden "haddünün" ibaresi, divanın bütün yazma nüshalarında
"kaddü-ñüñ" imlâsı bulunduu gerekçesiyle "kaddüñüñ" eklinde tespit
edilmitir. Geometrik ekil itibarıyla elif gibi düz bir çizgi imajı arz eden ve eski
iirin ideal estetik anlayıına göre uzun olması gereken "kadd" [= boy] kelimesi
hem yukarıda ifade edilen yuvarlak hatlarla uyum salamadıı, hem de ıık
saçma özellii bulundurmadıından klasik edebiyatımızın estetik gelenei; dil ve
mantık itibarıyla bu kelimeyi derhal reddeder. Öyle anlaılıyor ki, âirin el
392
392
RAZ'DANİSTANBUL’A
STANBUL'A
ŞİRAZ’DAN
yazısından kaynaklanan okunaksız bir "hı" harfi, kelimenin bütün nüshalara
yanlı olarak "kaf" ile geçirilmesine sebep olmutur. Ancak katı estetik kaideler
sebebiyle eski edebiyat dili ve bu dili oluturan estetik zihniyet böyle bir
düzensizlii asla kabul etmeyecek ve çarpıklıı derhal tashih edecektir (entürk
1998: 4).
Bu durum da bize, görüldüü üzere uzun bir mazisi ve zengin bir estetik
gelenei olan klasik edebiyatımızın dilinin, vezin ve kafiyenin yanı sıra bir araya
getirilen kelimelerin estetik konumları ve edebî sanatlar itibarıyla da zapturapt
altına alındıı bir dil olduunu göstermektedir. Öyle ki, bu edebiyatta bazı
kelimeler belirli kalıplar içinde kullanıla kullanıla renk, koku ve ekil
kazanmılardır. Çou zaman âirler, bu gibi hüviyet kazanmı kelimeleri keyfî
olarak kullanmak gibi bir tasarruf hakkına dahi sahip olamazlar (entürk 1998:
4).
Sonuç olarak belirtmek gerekirse, yazıldıı dönemin aynası konumunda
olan edebiyat, o döneminin maddî ve manevî bütün deerlerini bünyesinde
barındırır. Hiç kukusuz bütün dünya edebiyatlarında olduu gibi, klasik
edebiyatımız da yazıldıkları ve oluturuldukları devrin derin izlerini bünyesinde
bulundurmaktadır. Bu hususlar üzerine yapılacak tetkikler, o dönemin hem
sosyal ve kültürel hayatı hem medeniyeti hem de antropolojisiyle uraanlar
için, önemli ip uçları verecek mahiyettedir. âirler, önce çevrelerini çok iyi
ekilde gözlemleyip en küçük teferruatı bile göz önünde bulundurmular, daha
sonra onları hem hayalleri, birikimleri, fikirleri hem de o dönemin sanat ve
estetik deerleriyle yourarak güzel ve zarif bir sanat eseri oluturma gayretine
dümülerdir. Bundan dolayı, bu iirlerde, Türk milletinin örf, âdet, gelenek ve
görenek ile günlük hayat sahnelerine; hatta o dönemin ilmî hüviyetine, fikir
yapısına, düünce dünyasına ulaılması mümkündür. Öyle olunca, bu iirler
“Türk Millî Kültür Tarihi” veya “Türk Medeniyeti Tarihi” yazacak olanların
bavurması gereken temel kaynaklardan birisi olarak okuyucusunu ve
aratırıcısını beklemektedir. Mükemmel, güçlü ve salıklı bir edebiyat tarihinin
kaleme alınabilmesi, bilindii gibi öncelikle edebiyat tarihine konu oluturan
bütün edebî metinlerin, yazıldıı dönem de göz önünde bulundurularak tutarlı ve
doru birer yorum, tahlil ve tenkidinin ortaya konulmasına balıdır. Ancak bizde
maalesef eski metinlerimiz ve eserlerimiz ekseriyetle hem günümüz Türkçesine
çevrilmeden hem de hüviyeti keyfiyet/nitelik ve kemiyet/nicelik bakımından tam
olarak ortaya konulmadan tenkitli metin olarak hazırlanmakta ve
neredilmektedir. Bu da okuyucunun ve aratırıcının yapılan o çalımalardan
istifade etmesini kısıtlamaktadır. te medeniyet ve kültür tarihimiz için oldukça
önemli olan bu metinleri/iirleri anlamak, yukarıda dikkat çektiimiz gibi, hem
Arap ve Fars edebiyatlarının mukayeseli bir ekilde dikkate alınıp incelenmesine
hem belli ölçüde bu iirlerin bütün inceliklerinin ve ilham kaynaklarının
hakkıyla bilinmesine hem de olumasına kaynaklık eden deerlere vakıf olmaya
balıdır. Yani Fuzûlî’yi anlamak için Fuzûlî, eyh Gâlib’i anlamak için eyh
*
*
393
393
KLASK TÜRK
EDEBYATI’NI
AHMET
KARTAL ANLAMAK
Gâlib gibi olmak gerekir. Onların iirlerini tezyin eden aklî ve naklî ilimleri
bilmek, etkilendii âirlerin yaadıı dönem ile bizzat kendisinin yaadıı devrin
kültürel deerlerine sahip olmayı gerektirir. Bu iirlere, bu ekilde yaklamaz,
günümüzden bakarak bir eyler söylemeye kalkıırsak, maalesef onda olmayan
ve söylenmeyen eyleri ona isnat ederek onu olduundan farklı bir mecraya
götürmü oluruz.
Klasik edebiyatımızı oluturan eserlerin bir kısmının, onu meydana getiren
âirin tahayyülünün bir ürünü olduunun da unutulmaması gerekir. Nitekim
bazen âirler, hayal dünyalarında oluturup kurguladıkları bazı hususları
eserlerinde ileyerek onlara hayat vermilerdir. Onun için bu eserlere
yaklaırken, bu durumun da daima göz önünde bulundurulması gerekir.
“Klasik Türk Edebiyatı’nı Anlamak”, Edebiyat ve Dil Yazıları –
Mustafa sen’e Armaan-, editörler: Ayenur Külahlıolu slam –
Süer Eker, Ankara 2007, s. 375-87.
*
394
394
götürmü oluruz.
Klasik edebiyatımızı oluturan eserlerin bir kısmının, onu meydana getiren
âirin tahayyülünün bir ürünü olduunun da unutulmaması gerekir. Nitekim
bazen âirler, hayal dünyalarında oluturup kurguladıkları bazı hususları
eserlerinde ileyerek onlara
hayatSTANBUL’A
vermilerdir. Onun için bu eserlere
RAZ’DAN
İSTANBUL’A
yaklaırken, bu durumun da ŞİRAZ’DAN
daima göz önünde
bulundurulması gerekir.
“Klasik Türk Edebiyatı’nı Anlamak”, Edebiyat ve Dil Yazıları –
Mustafa sen’e Armaan-, editörler: Ayenur Külahlıolu slam –
Süer Eker, Ankara 2007, s. 375-87.
*
394
395
395
YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI
YAVUZ SULTÂN SELÎM DÖNEM EDEBYATI
Sultân Bâyezîd-i Velî’nin olu olan Yavuz Sultân Selîm, saltanatının çok
kısa sürmesine ramen, Osmanlı Devleti’nin büyük ve önemli padiahlarından
biridir. Babasının hayli hareketsiz geçen devrine karı, Sultân Selîm’in sekiz yıl
süren saltanatı seferler ve zaferlerle geçmitir.
Avrupa devletleri ile barı hâlinde yaama siyaseti güden Sultân Selîm, her
eyden önce ran’da kurulan Safevî Devleti’ni yıkarak ii tehlikesini bertaraf
etmek, Dou Anadolu’da Türk birliini temin etmek istiyordu. Eer bu
baarılamaz ise hem Dou Anadolu’da Türk birlii salanamayacak hem de
Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarının siyasi açıdan önemi kalmayacaktı.
Ayrıca Memlukluların koruyamadıı ark ticaret yolu Portekizlilerin eline geçmek
üzere idi. Yavuz bu iktisadi kaynaa büyük ehemmiyet vermekte idi. Bundan
dolayı Yavuz yüzünü douya ve Arap dünyasına çevirmitir. Bu dönemde
Osmanlı fütuhatının Arap dünyasına doru yayılmasının ana aamalarını Çaldıran
(1514) ve Elbistan (1515) seferleri oluturmaktadır. Bu seferler Yavuz Selîm’in
ran Safevî devletinin hükümdarı âh smâ’îl’in kuvvetlerini yenerek Irak yolunu
açmasını salamıtır. Ertesi yıl Musul dümü, daha sonra, Selim’in Suriye ve
Filistin’i ele geçirmesini salayan ve Mısır Memluklarına karı yürütülen iddetli
sefere sıra gelmitir (1516-1517). 24 Austos 1516’da, Sultân Kansuh elGavrî’nin Kuzey Suriye’de, Mercidabık’ta bozguna uramasından sonra,
austosta Halep, ekimde am igal edilmi ve tüm Filistin Osmanlıların eline
geçmitir. 1517 baında, son Memluk sultanı Tumanbay, Kahire kapıları önünde,
Ridaniye’de birkaç saat içinde hezimete uramıtır (22 Ocak). Ertesi gün, 922
Hicri yılının son günü, Kahire’de Cuma hutbesi Osmanlı sultanı adına
okunmutur:
*
*
*
*
*
*
“Allahım, sultan soyundan gelen sultana, sultânü’l-berreyn ve hakanü’l-bahreyne,
iki orduyu kahreden, Irakeyn’in sultanı, Harameyn-i erifeyn’in hizmetkârı, elmelikü’l-muzaffer Selim ah’a yardım et! Rabbü’l-alemin, ona güçlü yardım elini
uzat, parlak baarılar bahet”.
396
396
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Sultân Selîm stanbul’a dönerken orduları güneye doru ilerlemeyi
sürdürerek Nil’in üçüncü elalesine kadar gelmi ve 1520’de Kızıl Deniz
kıyısındaki Suakin’i almıtır. Arabistan’da, Mekke erifi II. Berekât Osmanlı
egemenliini tanımı ve Kabe’nin anahtarlarını Selîm’e göndermitir.542
Yavuz Sultân Selîm Asya ve Afrika’da yaptıı bu fetihlerle Osmanlı
topraklarını iki katına çıkararak Osmanlı Devleti’ni bir cihan devleti hâline
getirmi, Dou Anadolu ’daki Safevî kontrolüne son vermi, Anadolu’nun güney
ve güneydousundaki emniyeti salamıtır. Ayrıca kutsal toprakları Osmanlı
topraklarına katarak halifelii Osmanlıya nakletmitir. Kemâl Paa-zâde kısa
saltanatı döneminde bu kadar büyük iler yapan Yavuz’un bu özelliini u iki
beyitte özetlemitir:
*
Az müddetde çog i itmi idi
Devleti olmı idi âlem-gîr
ems-i asr idi asrda emsün
Zıllı memdûd olur zamânı kasîr543
Bu büyük sultanın ölümüne iki tane mersiye yazılmıtır. Bunlardan birincisi
Yavuz ile uzun süreli ilikisi olan ve Mısır seferinde üç yıl kadar padiahın en
yakınında yer alan Kemal Paa-zâde’nindir. Terci-bend nazım ekliyle yazılan
mersiye, gerçekten içten yakınmaları ihtiva etmektedir544. Yavuz Sultân Selîm’e
yazılan ikinci mersiye ise ükrî-i Bidlisî tarafından kaleme alınmıtır.545
Osmanlı padiahı, devlet içinde mutlak örfî hakimiyet salahiyeti ile, Fatih
Mehmed’in ahsında domu ve bütün kudret ve salahiyetlerini Yavuz Selîm ve
Kânûnî zamanında kazanmıtır.546 Nitekim Rum tarihçiler tarafından Fatih’e
imparator unvanı verilmitir. Yavuz Selîm için basılan madalyonda da imparator
unvanının yer aldıı görülmektedir.547 Ayrıca Yavuz’la birlikte Osmanlı
padiahları kendilerini Hâdimü’l-harameyni’-erîfeyn unvanıyla anmaya
balayıp Memluk sultanlarının slâm âlemindeki saygın yerlerinin, bu arada da
*
542
André Raymond, Osmanlı Döneminde Arap Kentleri, (Çev.: Ali Berktay), Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, stanbul 1995, s. 1-2. Ayrıca Yavuz’un bu faaliyetleri hakkında geni bilgi için bak.
inasi Altunda, “Selim I”, A, C. X, stanbul 1997, ss. 423-34; Selahattin Tansel, Yavuz Sultan
Selim, Ankara 1969; Ahmet Uur, Yavuz Sultan Selim, Kayseri 1989; Yaar Yücel – Ali Sevim,
Klâsik Dönemin Üç Hükümdarı Fatih Yavuz Kanuni, Ankara 1991.
Âık Çelebi, Mea’irü’-u’ara [nceleme - Tenkitli Metin], (Hzr. Filiz Kılıç), Cilt: 1, Gazi
Üniversitesi, SBE, Ankara 1994, s. 118 [Basılmamı Doktora Tezi].
Mustafa sen, Acıyı Bal Eylemek, Türk Edebiyatında Mersiye, Akça Yayınları, Ankara 1994, s. 54,
178-82.
Mustafa sen, a.g.e., s. 54-55, 183-86; Mustafa Argunah, “Bitlisli ükrî’nin Yavuz Sultan Selim
Mersiyesi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 5, Kayseri 1994, ss. 211-8.
Ahmet Yaar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, stanbul 1998, s. 85.
Ahmet Yaar Ocak, a.g.e., s. 86.
*
543
544
*
545
546
547
397
397
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
hilâfet makamının varisi ve slâm’ın da hamisi olarak görmüler ve böylece de
slâm dünyası tarafından görülmülerdir.548 Artık slâm’ın hamisi olan Osmanlı
padiahı bu konumuyla dünyanın da sıınaı, yani kendine mahsus deyimiyle
pâdiâh-ı âlem-penâh olmu; bu hüviyetiyle Yavuz Selîm ve Kânûnî Sultân
Süleymân tarafından bütün ihtiamıyla canlandırılmıtır.549
Otorite sahibine fiziksel yakınlıa duyulan toplumsal ihtiyacın önemli bir
sonucu da, hükümdarın ikamet ettii yere verilen önemdir. Osmanlı Devleti’nin
kurulu devrinde, yönetim merkezi, hükümdarın bulunduu yer nereyse orasıydı,
ama stanbul’un fethiyle padiahın resmî ve mutat ikamet yerleri, iki ehirle
sınırlanmıtır. Bunlar stanbul ve Edirne idi. Ancak Yavuz Selîm devrinden
itibaren stanbul –tek deilse bile– esas iktidar merkezi olarak aırlıını
hissettirmeye balamıtır.550
Osmanlı saray geleneine göre ehzadelere çok iyi bir eitim verildii,
bunun da baında askerlik ve din eitimi yanında tarih ve sanat eitiminin
geldii anlaılmaktadır. Bu sebeple hemen hemen bütün Osmanlı sultanları bir
sanat dalında temayüz etmitir. Yavuz’un Çaldıran Savaı’nın resmini yapıp
Venedik Cumhuriyeti’ne hediye olarak gönderecek kadar iyi bir ressam olduu
rivayet edilir.551 Yavuz Mısır seferi sırasında görüp beendii Kansu Gavri
Külliyesine benzer bir külliye yaptırmaya karar vererek oradan renkli mermer
kaplamalar getirtmi ise de sonradan bu isteinden vazgeçerek stanbul’da kendi
adıyla bilinen camii babasının Edirne’deki camiine benzer planda yaptırmıtır.552
Yavuz da dahil olmak üzere Osmanlı sultanlarının mimari eserlerin estetik
görünüünde olduu kadar salamlıında da önemli rolü bulunan malzemenin en
iyisini kullanma konusunda hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıkları görülmektedir.
Bütün Türk dünyasında sanatkârın, devletin prestiji bakımından arz ettii
önem sebebiyle sanatçılar, savaların en önemli ganimetleri arasında
sayılmaktaydı. Bundan dolayı zafer elde eden bir sultan hemen o ülkede ne
kadar büyük sanatkâr var ise kendi bakentine götürmekteydi. Nitekim Yavuz
Sultân Selîm Çaldıran zaferinden sonra, bin kadar ilim ve sanat ehlini
Tebriz’den stanbul’a naklettirmitir553. Bunların çou âh smâ’îl’in
Horasan ’dan Tebriz’e naklettii Türk asıllı sanatkârlardı. Yavuz sesinin
*
*
548
549
550
551
552
553
Ahmet Yaar Ocak, a.g.e., s. 87-88.
Ahmet Yaar Ocak, a.g.e., s. 88-89.
Walter G. Andrews, iirin Sesi, Toplumun arkısı, (Çev.: Tansel Güven), letiim Yayınları,
stanbul 2000, s. 126.
smail Hakkı Uzunçarılı, Osmanlı Tarihi, C. II, Dördüncü Baskı, Ankara 1983, s. 619; Nusret Çam,
“Osmanlı Mimarisinde ve Sanatında Sultanların Estetik Rolleri”, Osmanlı, C. 10, Ankara 1999, s.
66.
Nusret Çam, a.g.m., s. 67.
Lütfi Paa, “Ve tüccârdan ve ehl-i Sanâyi’den iki yüz hâne mikdârı sürüp slâmbol’a gönderdiler”
diyerek bu sayının ikiyüz kadar olduunu nakletmektedir. Bak. Kayhan Atik, Lütfi Paa ve Tevârîhi Âl-i Osmân, Kültür Bakanlıı Yayınları: 2747, Kültür Eserler Dizisi: 305, Ankara 2001, s. 219.
398
398
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
güzellii ile mehur sfahanlı müezzin Hafız Mehmed’i olu Hasan Can554’la
beraber stanbul’a götürmütür. Yavuz’un Tebriz’den stanbul’a götürdüü
ahsiyetlerden en önemlisi Timurîlerden Horasan hükümdarı mehur Hüseyin
Baykara’nın olu ve Halefi Bedîüzzaman Mîrzâ’dır. Hüseyin Baykara 912/1506
tarihinde vefat ettii zaman kardei Muzafferle mütereken tahta çıkan
Bedîüzzaman, biraderinin vefatından sonra Özbeklerin hücumu üzerine âh
smâ’îl’e iltica edip Tebriz sarayında yaamaya balamıtır. Yavuz Tebriz’e
girdiinde Bedîüzzaman fevkalâde Yavuz’dan hürmet görmü, sultanın tahtının
yanında ona da bir taht kurulmu ve günde bin akçe tahsisat tayin edilerek
Yavuz’la birlikte stanbul’a gelmitir.555
Yavuz ayrıca Mısır’ı fethettikten kısa bir müddet sonra kendisine teslim
olan Abbasî halifesi Üçüncü El-Mütevekkil al-Allah’ı Mısır’ın birçok âlimleri,
sanatkarları ve bir kısım önemli ahsiyetleri ile beraber stanbul’a
göndermitir.556 Yavuz’un bu hareketlerinden Osmanlının bakenti olan
stanbul’u slâm ilimleri ve sanatlarının en önemli merkezi hâline getirmeyi
istedii, Osmanlı bilim ve iirine ise ivme kazandırmaya çalıtıı
anlaılmaktadır. Ayrıca sanattan anlayan ve seven Yavuz’un bu davranıında,
rakiplerini sanat gücünü zayıflatma düüncesi olduu da muhakkaktır. Nitekim
Osmanlı tarihçisi ükrî-i Bidlîsî, “Sultân Selîm Tebriz’de ne kadar sanat ve
hüner sahibi, hoca, tüccar ve zengin varsa stanbul’a sürdürdü.” dedikten sonra
“böylece Anadolu ’nun, Acem sanatına ihtiyaç göstermemesini saladı” demek
suretiyle bu zihniyeti açık bir ekilde dile getirmitir.557 Saray sanatçıları,
sultanlar gözünde öyle deerli idi ki Çaldıran Savaı sırasında âh smâ’îl,
Yavuz’un eline geçmemesi için mehur ressam Bihzad ile hattat Niaburlu ah
Mahmud’u bir maaraya gizlemitir.558 Yavuz’un bu sanatkârları stanbul’a
getirmesinde etkili olan dier bir önemli faktör de, bunlar sayesinde Osmanlı
sanatkârlarını yetitirmek, Fatih’in bütün gayretine ramen hâlâ revaçta olan
Acem ilmine, iirine ve dier sanat ramen halkın ranlılara üstat nazarı ile bakıp
onları, Türk sanatkârlara tercih ettiini iitince kollarına karı Osmanlı iir ve
kültürünün inkiafını salama düüncesiydi559. Ancak Yavuz bütün gayretlerine
üzülmü, bu üzüntüsünü nedimi Hayâlî Çelebi’ye u ekilde açıklamaktan
çekinmemitir:
*
*
554
555
556
557
558
559
Hasan Can, Yavuz’un nedimi olup mehur Osmanlı müverrihi ve Tâcü’t-tevârîh müellifi
eyhülislâm Hoca Sadeddîn Efendi’nin babasıdır. Hoca Sadeddîn Efendi, Selim-nâme’sini babası
Hasan Can’ın rivayetlerine istinaden yazmıtır.
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-tevarih IV, (Hzr. smet Parmaksızolu), Eskiehir 1992, s. 223-24; smail
Hami Danimend, zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.: II, Türkiye Yayınevi, stanbul 1948, s. 15.
smail Hami Danimend, a.g.e., s. 37.
Nusret Çam, a.g.m., s. 72.
Nusret Çam, a.g.m., s. 72.
Halûk pekten, Divan Edebiyatında Edebî Muhitler, stanbul 1996, s. 60.
399
399
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
“Aceme varduk kavâbil-i Acemi Rûma sürdük her hirfetün sâhib-hezllerin bile
getürdük garazum buydı ki Rûmun kavâbili Aceme gâlib olalar ve zâyi’ ü hirfetde
merâtib-i âliye bulalar. idirüm ki halk yine Acem üstâdlarına mürâca’at iderler
imi Rûmîlere mürâca’atdan âr u hamiyyet iderler imi....”560.
Hayâlî Çelebi sultanın bu sözlerine karılık, bunun doru olmadıını
anlatıp, sanat erbabının isimlerini saymı, ustalıklarını anlatmıtır. Padiah “nice
âhâne iltifâtlar eyler didügün sözleri isbât eyle” deyince, Hayâlî Çelebi bütün
sanatkârların en nadide eserlerini toplayıp sultana göstermi ve onu inandırıp
memnun etmitir.561 Yavuz’un ran ’dan getirdii sanatkârlar arasında ah
Mehmed, Abdülgani, Dervi Bey adlarındaki ressamlarla, Alâüddin Mehmed,
Mansûr Bey, eyh Kâmil, Ali Bey, Abdulhalık adlarındaki ünlü nakkalar ile
hattat Fethullah-i Kâtib vardı.562 II. Bâyezîd döneminde Anadolu ’ya gelen ve
ehzâde Ahmed’in Amasya’da yanında bulunan ah Kulu’yu stanbul’a davet
ederek banakka tayin etmitir.563
Yavuz’un Tebriz’den getirdii sanatkârlar arasında Nâyî eyh Murâd,
Neyzen mamkulu, Kânûnî ahmeran, daireci Maksûd, kemençe üstadı âh
Kulu vardı.564 Osmanlı ülkesinde yetien musikiinaslardan Fehmî, iyi kopuz
çalan Sagarî bu devrin ünlü üstatlarından idiler. Yavuz seferlerden arta kalan
zamanını meclislerde musahabet etmekle, musiki meclisleri tertip etmekle
geçirirdi.565
Devrin büyük âlimleri arasında II. Bâyezîd zamanında öhret bulan
Müeyyed-zâde Abdurrahman Çelebi, II. Bâyezîd döneminde eyhülislâm olan,
Yavuz ve Kânûnî’nin saltanatlarında 25 yılı akın bir süre bu makamda kalan ve
halkın Zembilli Ali Efendi diye adlandırdıı Ali Cemâli Efendi, sadece Osmanlı
Devleti sınırları içinde deil, bütün slâm dünyasında tanınmı, günde bin fetva
verdii ve insanlardan baka cinlerin de sorularını fetvalarıyla cevaplandırdıına
inanıldıı için “müftî’s-sakaleyn” unvanı verilen Kemâl Paa-zâde emseddîn
Ahmed vardır. Bu âlimler Yavuz’un seferleri sırasında yanında bulunmulardır.
Bunlardan özellikle Ali Cemâli Efendi, bütün saltanatı boyunca eyhülislâm
kalmı, birçok meselede padiahın hiddetini teskin etmi, pek çok kiiyi aır
cezalardan kurtarmı, sözünü dinletmi bir bilim adamıdır. Yavuz ona hep saygı
göstermi, fikirlerine deer vermitir.566
Yavuz’un Mısır’ı fethi sırasında orada bulunup, Osmanlı ordusunda çalıan
Ahmed bin Alî Zünbülîü’l-mahallîü’r-remmâl adında bir yazar Kanûn fi’d-dünyâ
*
*
560
561
562
563
564
565
566
Âık Çelebi, a.g.dt, C. II, s. 866.
Âık Çelebi, a.g.dt., C. II, s. 866-67.
smail Hakkı Uzunçarılı, a.g.e., s. 618.
Halûk pekten, a.g.e., s. 61.
smail Hakkı Uzunçarılı, a.g.e., s. 611; Halûk pekten, a.g.e., s. 61.
Halûk pekten, a.g.e., s. 61.
Halûk pekten, a.g.e., s. 61; Türk Dünyası El Kitabı Üçüncü Cilt: Edebiyat, Ankara 1992, s. 136.
*
400
400
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
adıyla Arapça bir eser yazmıtır. Bu eser daha sonra III. Murâd’ın emriyle, Kadı
Abdurrahman adında bir zat tarafından, Türkçeye çevrilmitir. Bu eserin
Arapçasında yazarın resmi ve eski mehur hekimlerin ve bilginlerin resimleri
olduu gibi, tarihî hikâyelere de birer resim uydurulmutur. Türkçe
tercümesinde bu resimler yoktur. Eser corafya, memleketlerin acayip ve
garayibi, efsaneler, astronomi, astroloji, remil ve cifir konularını ihtiva
etmektedir. Yazarın bundan baka, Feth-i Mısır adıyla bir tarih yazdıı gibi,
Yavuz Selîm’in vefatına kadar devrinin tarihini Vâkı’ât-ı Sultân Selîm Han
adıyla kaleme almıtır.567
Yavuz Sultân Selîm ve Kânûnî Sultân Süleymân dönemlerinde, slâm
corafyacılarının eserleri tercüme edilirken, yeryüzü ile ilgili çok ayrıntılı
bilgiler içeren monografi özellii gösteren corafî çalımalar da önemli yer
tutar.568 Pîrî Reis, Hind ve Çin denizlerinin haritalarını çizmi ve bunu Mısır’da
Yavuz Sultân Selîm’e sunmutur.569
Ali Kuçu’nun hem torunu hem de talebesi olan ve Mîrim Çelebi adıyla
tanınan Mahmûd ibn Mehmed II. Bâyezîd ve Yavuz Sultân Selîm döneminin
astronom ve matematikçilerindendir.570 Bu dönemlerde riyazat ve heyetin
gelimesine hizmet etmitir. Düstûrü’l-amel ve Tashîhü’l-cedvel, Risâletü’lfethiyye erhi, Risâle fî-Rub’ü’l-mucîb, Risâletü’l-câmi’a, Risâletü’l-mukantarat
isimli eserleri vardır.571
Yavuz ve Kânûnî zamanlarında yaayan Kınalı-zâde Ali Efendi Nasîr-i Tûsî
ve Celâleddîn Devvânî’nin Aristocu, Gazzâlî’nin tasavvufçu olan ahlâkından
tercümeler ve telifler yapmak suretiyle Türkçe bir Ahlâk vücuda getirmitir.572
Yavuz Sultân Selîm’in 1514’te yapılan Çaldıran seferinde, ordunun
salıını düünerek aldıı kararlar da dikkat çekicidir. Yürüyerek Sivas’a kadar
gelen orduda iddetli kı ve kıtlık nedeniyle askerlerden yolda ölenler olunca,
bütün askerlerin genel muayeneden geçirilmesini istemi, zor ve aır artlara
dayanamayacaı belirlenen 40.000 asker ayrılmı, geride kalan 500 süvari ve
80.000 yayanın teçhizatı yeniden gözden geçirilerek, ran seferine çıkmıtır. Bu
karar yolda birçok askerin ölümüne engel olmutur.573
*
*
*
*
*
567
568
569
570
571
572
573
A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde lim, Remzi Kitabevi, stanbul 1970, s. 95.
Ramazan Özey, “Osmanlı Devleti Döneminde Corafya ve Öretimi”, Osmanlı, C. VIII, Ankara
1999, s. 327.
Mahmut Ak, “Hind Donanması Kaptanı ve Bahriye Müelliiifi Pîrî Reis (Gelibolu, 1470? – Mısır,
1554), Osmanlı, C. VIII, Ankara 1999, s. 373.
Yavuz Unat, “Osmanlı Astronomisine Genel Bir Bakı”, Osmanlı, C. VIII, Ankara 1999, s. 412.
Mehmet H. Oryan, “Osmanlı mparatorluu’nda Matematik Bilimi”, Osmanlı, C. VIII, Ankara
1999, s. 384.
Hilmi Ziya Ülken, Uyanı Devirlerinde Tercümenin Rolü, stanbul 1997, s. 185.
Adnan Ataç, “Askeri Tıp Tarihi”, Osmanlı, C. VIII, Ankara 1999, s. 566.
401
401
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Bu dönemde Hekim ah Kazvînî tarafından Demirî’nin mehur Hayâtü’lhayvân isimli eseri Farsçaya tercüme edilmitir.574
Yavuz Sultân Selîm çıktıı seferlerde âirlerin çounu yanında götürmü
ve sefer tarihini nazm etmelerini istemitir. Bunun sonucu olarak adına birçok
Selim-nâme yazılmıtır. Bunlar Yavuz’un Trabzon’daki valiliinden balayarak
onun Gürcülerle, babası ve kardeleri ile yaptıı mücadeleleri, tahta cülusundan
sonra ran ve Memluklularla yaptıı savaları anlatan manzum ve mensur
eserlerdir. Bu eserler ve müellifleri unlardır: drîs-i Bidlîsî, Selîm âh-nâme575,
ükrî-i Bidlîsî, Selîm-nâme576; shak Çelebi, Selîm-nâme577; Sücûdî, Selimnâme578, Kefî, Selîm-nâme579, Celâl-zâde Niancı Koca Mustafa Çelebi, Selîmnâme580, Süheylî, Selîm-nâme581, eyhülislâm Hoca Sadeddîn Efendi, Selîmnâme582, Sa’dî bin Abdü’l-müte’âl, Selîm-nâme583, Muhyî, Selîm-nâme584; Edâî,
Selîm-nâme585; Selîm-nâme586. Son olarak Yahya Kemal de terkib-bend nazım
ekliyle bir Selîm-nâme587 yazmıtır. Bunların dıında Yavuz’un özellikle ran ve
Mısır üzerine yaptıı seferleri anlatan eserler de yazılmıtır.588
Zamanında iirleri öhret bulmu, takdirini ve iltifatını kazanmı, himayesi
altına girmi pek çok âir vardır. Bunlar arasında bilhassa ilmi ile de öhret
yapan Müeyyed-zâde, Kemâl Paa-zâde, Tâcî-zâde Cafer Çelebi sayılabilir.
*
*
574
575
576
577
578
579
580
581
582
583
584
585
586
587
588
A. Adnan Adıvar, a.g.e., s. 97.
Hicabi Kırlangıç, drîs-i Bidlîsî Selîmâh-nâme [nceleme – Metin – Çeviri], Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1995 [Basılmamı Doktora Tezi]; Hicabi Kırlangıç, drîs-i
Bidlîsî, Selim ah-nâme, Ankara 2001.
Mustafa Argunah, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, Erciyes Üniversitesi Yayınları No: 100, Kayseri
1997.
Hamdi Sava, shak Çelebi ve Selim-namesi, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kayseri 1986 [Yayımlanmamı Doktora Tezi]; smet Parmaksızolu, “Üsküplü shak Çelebi ve
Selimnâmesi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi Eylül 1951 – Mart 1952, Cilt:
III, Sayı: 5-6, stanbul 1953, ss. 123-34.
brahim Hakkı Çuhadar, Sücûdî’nin Selim-nâmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kayseri 1988 [Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi].
efaettin Severcan, Kefî ve Selîm-nâmesi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri
1995 [Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi].
Ahmet Uur - Mustafa Çuhadar, Celâl-zâde Mustafa, Selim-nâme, Millî Eitim Bakanlıı Yayınları,
stanbul 1997.
Agâh Sırrı Levend, Gazavât-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey’in Gazavât-nâme’si, Ankara 1956, s. 2829.
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-tevarih IV Cilt, (Hzr. smet Parmaksızolu), Üçüncü Baskı, Eskiehir
1992, ss. 122-367.
Agâh Sırrı Levend, a.g.e., s. 29-30; Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları Sözlüü, (Çeviren:
Cokun Üçok), Mersin 1992, s. 67-68.
Agah Sırrı Levend, a.g.e., s. 30-31.
Abdüsselam Bilgen, Adâ’î-yi îrâzî ve Selîm-nâmesi [Aratırma, Metin ve Çeviri], Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1987 [Basılmamı Doktora Tezi].
Âgah Sırrı Levend, a.g.e., s. 31.
Yahya Kemal, Eski iirin Rüzgarıyle, stanbul 1985, ss. 5-20.
Bu tip eserler hakkında geni bilgi için bak. Âgah Sırrı Levend, a.g.e., ss. 31-34.
402
402
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Remzî mahlaslı Pîrî Paa, Zeynel Paa aynı zamanda iirle de megul
olmulardır. Hizmetinde uzun yıllar geçiren, nihayet nakibü’l-erâf tayin ettii
Emîrî mahlaslı Seyyid Mahmûd hayli ihsanını ve iltifatını görmütür. Yavuz’un
harem-i hasında yetimi Sadrazam Hersek-zâde Ahmed Paa’nın olu îr Ali
Bey, sarayda kapıcı-baı ve mirahur olarak padiahın hizmetinde bulunmutur.
II. Bâyezîd devrinde saraya alınarak yetitirilen Âsaf-nâme sahibi Lutfî Paa da
padiahın çok makbul tuttuu ahıslardandı. Bunların hepsi padiahın yakın
çevresine dahil olup iirleri ve dier kabiliyetleri ile mehur olmulardır.
Trabzon’da ehzadeliinden itibaren nedimlerinden olan Halimî Çelebi, Hayâlî
Abdulvehhâb Çelebi, Revânî; seferlerine beraber götürdüü Sücûdî, Tâli’î,
Güvâhî, shak Çelebi, Nihâlî, Cafer Çelebi, Fehmî; meclislerine alıp iltifat ettii
ükrî, Sâgarî; ulufe verip koruduu Zâtî, Âhî, Tâcî-zâde Sa’dî Çelebi, Lâmi’î
Çelebi, Muammâyî; yabancı âirlerden ah Muhammed-i Kazvînî, Dervî
emsî, ah Kasım Yavuz’un çevresinde toplanmı, izzet ve ikram görmü veya
uzaktan himayesini kazanmı âirlerdir.589
Yavuz hiddetli, sert, çabuk kızan bir yaratılıa sahipti. Bir ie karar vermeden
önce çok düünür, fakat bir kere karar verdi mi, kimse bu kararından
döndüremezdi. Sekiz yılda sekiz veziriazam deitirmi, bunlardan Koca Mustafa
Paa, Dukakin-zâde Ahmet Paa ve Yûnus Paa’yı idam ettirmitir. Ahmed
Paa’yı hançeri ile bizzat kendisi vurmutur. Bundan dolayı zamanı âirlerinden
biri: “Rakîbün ölmesine çare yokdur / Meger vezîr ola Sultân Selîme” beytini
söylemitir.590 Amasya’da yeniçeri isyanına karıtıından üphe edince, çok
sevdii nedimi Tâcî-zâde Cafer Çelebi’yi bile öldürtmekten çekinmemitir.
Kızdıı zaman vezirleri döverdi. Yalanını yakaladıı Çoban Mustafa Paa, ran
seferinde baarısız gördüü veziriazam Hersek-zâde Ahmet Paa, Pîrî Mehmed
Paa bizzat onun tarafından dövülmülerdir. Bu özelliinden dolayı devrinde
vezirler, daima ölüm korkusuyla yaamılardır. Güvendii ve takdir ettii Pîrî
Mehmed Paa bir gün, “nasılsa bir gün bir bahane ile beni öldüreceksin, bir an
evvel halas etsen münasiptir” diyerek korkusunu belirtmi, padiah ise, bir zaman
gülmü, sonra “benim dahi muradım, lâkin yerini tutar bir adam bulunmaz”
diyerek iltifat etmitir.591 Ünlü hattat eyh Hamdullah Yavuz’un saltanat yıllarında
padiahın hiddetinden ürkerek Üsküdar haricinde, Alemdaı civarına çekilerek
orada oturmutur.592
yi bir eitim gören Yavuz Selîm, bilime ve sanata önem verir sanatkârlara ise
saygı gösterir, hürmet ederdi. Nitekim bn-i Kemâl’in atının sıçrattıı çamurlarla
kirlenmi bugün bej renginde ve zamanların tahribiyle yer yer delinmi ve
yırtılmı bir halde bulunan mehur kaftanının ilim adamlarına duyduu hürmeti
*
589
590
591
592
Halûk pekten, a.g.e., s. 62.
Halûk pekten, a.g.e., s. 59-60.
Halûk pekten, a.g.e., s. 60.
Halûk Y. ehsuvarolu, Asırlar Boyunca stanbul, [stanbul] trhs., s. 24.
403
403
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
belirtmek için öldüünde sandukası üzerine konulmasını vasiyet etmitir. Bu
kaftan bugün Yavuz’un sandukası üzerinde bulunmaktadır.593 Ayrıca kendisi de
bo zamanlarını okuma ve aratırma ile geçirirdi. Çou gece uyumayıp sabaha
kadar kitap okur, bazen de Hasan Can’a okutur kendisi de dinlerdi.594 Hazîne-i
âmirede bulunan deerli kitapları tamamen okumutur.595 u hadise de bu
özelliini yansıtması bakımından dikkat çekicidir: Yavuz Mısır’ın fethinden sonra
Anadolu’ya dönerken am yakınlarında bir sandık kitap yitirilmi. Bu kitaplar
içinde güzel bir hatla yazılmı kendisinin sevdii ve sefer esnasında okuduu
Târîh-i Vassâf da varmı. Sultan bu eserin yitirilmesine çok üzülmü ve Hocası
Halîmî Çelebi’ye emseddîn’in kendisine bir Târîh-i Vassâf yazsın diye
emretmitir.596
Padiahın bilim ve sanat ehlini yüceltmesi güzel adetlerindendi.597 Yavuz,
Trabzon’da ehzadeliinden itibaren etrafında pek çok âir toplamı, kaside ve
eser sunanları caize ve ihsanları ile memnun etmitir. Trabzon’daki sancak
beylii sırasında etrafında topladıı sanatkârlarla sarayı etrafında bir edebî muhit
meydana getiren Yavuz Selîm, gerek ehzadeliinde gerekse sultanlıı devrinde
himaye ettii âlimler ve âirlerle Klasik iirin, olu Kânûnî Sultân Süleymân
devrindeki inkiafını hazırlamıtır.598
Kendisi de bizzat iirle megul olmu ve Farsça bir divan tertip etmitir.
Dîvân’daki Farsça iirler, dil ve deer bakımından büyük ran âirlerinin iirleri
ayarındadır. Ayrıca Türkçe lirik iirler de söylemitir. 305 parça iiri ihtiva eden
Yavuz Sultân Selîm’in Farsça Divan’ı Alman mparatoru II. Wilhelm’in
emriyle Prof. Horn tarafından büyük boy, ta’lik hat ile Berlin’de 1904’te
basılmıtır. Bu divan, Ali Nihad Tarlan tarafından tercüme edilerek 1946’da
neredilmitir599. Yavuz Sultân Selîm’in iirlerini, ayrıca Hüseyin evket
Ma’lûmât dergisinde tercümeleriyle beraber neretmitir.
Tacü’t-tevârîh’te anlatılan u anekdot Yavuz’un iir deerlendiriini
yansıtması bakımından önemlidir:
*
*
*
*
“Hekim eydir, Padiahım bir beceri ıssı garip kii ran ’dan gelmitir. Bir kasidecügi
vardır, ferman olursa okuyayım. Okı deyü buyururlar. Birkaç dize okudukta
buyururlar ki, Hekim, bo lâf söyleme. Bu iir senün sözlerine benzer. Hiç deil caize
içün sen söylemisin. Görür ki yadsıma bir ie yaramaz. Eydir ki, Va’llahi padiahım
gerçek buyurur. Bir fakir idi. Ne yola yardım idecegim bilemedim. Anun dilinden bu
*
593
594
595
596
597
598
599
Halûk Y. ehsuvarolu, a.g.e., s. 133.
Hoca Sadettin, a.g.e., C. IV, s. 128.
Hoca Sadettin, a.g.e., C. IV, s. 364.
Hoca Sadettin, a.g.e., C. IV, s. 131.
Hoca Sadettin, a.g.e., C. IV, s. 134.
Halûk pekten, a.g.e., s. 206.
Ali Nihad Tarlan, Yavuz Sultan Selim, Türk Klasikleri Serisi: 8, Ahmet Halit Kitabevi, stanbul
1946.
*
404
404
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
kasideyi yazdım. Binlerce alkı Padiahımın anlayı ve seziine didi. Padiah
hazretleri de bir miktar altın hekime ihsan idüb, bir miktar da ol fakir içün virdi.”600
Anadolu’da özellikle Türk asıllı âirler tarafından yazılan Farsça iirlerden
dolayı “Türklerin ran kültürünü benimsedikleri” ve “o kültüre esir oldukları”
ifade edilmektedir. Meselâ bu suçlamaya Farsça bir divan tertip eden Yavuz Selîm
de maruz kalmıtır. Oysa “mâlik-i memâlikü’l-arab ve’l-acem601 (Arap ve Acem
ülkelerinin sahibi)” diye vasıflandırılan Yavuz Sultân Selîm’in, gerek Farsça iir
söylemekle gerekse Sa’dî ve Hâfız’ın divanlarını okumakla fatihi olduu ran’ın
manevi esiri olduunu ifade etmenin yanlı bir yargı olduu görülmektedir.602
Çünkü Yavuz Sultân Selîm, Türkçeye önem veren bir kiidir. Çıktıı seferlerde
yanında Türkçe eserler bulundurmu ve müsait zamanlarında onları okumaya
gayret göstermitir. Ayrıca pek çok eseri Türkçeye tercüme ettirmitir.603 Nitekim
Mısır seferi esnasında Kemal Paa-zâde Padiahın emriyle bn Tagribirdî’nin
Nücûmü’l-zâhire adlı tarihini tercümeye balamıtır. Yavuz, Farsça iirlerinin
yanında Osmanlı Türkçesi ve Çaatay Türkçesi ile de iirler söylemitir.604 Hoca
Sadettin Efendi’nin Yavuz Sultân Selîm hakkında söyledii u manzume de bu
konuya açıklık getirecek tarzdadır:605
*
*
*
*
*
*
Türkî vü Fârisî vü Tâtârî
Nazm iderdi nefîs e’ârı
Ehl-i irfân ile musâhabete
Mâ’il idi dil-i pür-envârı
Kevser nazmı cânı tâze ider
Ayn-ı tab’ından olalı câri
Ali Emîrî’ye göre, Yavuz Sultân Selîm’in o dönemin gerei olarak Farsça
iir söylemesi ve bir divan tertip etmesi, hikmeten ve siyaseten bir mecburiyetten
kaynaklanmıtır.606 Yavuz Sultân Selîm, hasmı smâîl-i Safevî’nin:
*
Âlem tehî zi-merdum u pur od zi-dîv u ded
Bâ-dîv u ded çi çâre konem yâ Alî meded
tarizli ve ateli sözlerine karılık:
600
601
602
Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., C. IV, s. 139.
Mehmed Mecdî Efendi, akaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, Hadaiku’-kakaik, (Hzr. Abdülkadir
Özcan), Çarı Yayınları, stanbul 1989, s. 381.
Alî Emîrî, “Türk Edebiyatı’nın ran Edebiyatı’ndaki Tesiri”, Târîh ve Edebiyyât, Aded: 2, 30 Nisan
1334, s. 24.
Alî Emîrî, a.g.m., s. 24-27.
Alî Emîrî, a.g.m., s. 31-34.
Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s. 363; Alî Emîrî, a.g.m., 34.
Alî Emîrî, a.g.m., s. 27.
*
603
604
605
606
*
405
405
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Ber-cân-i hâricî zedeem pençe çun esed
Hûn-i Huseyn mî-talebem yâ Alî meded
eklinde cevap vermitir.607 Ayrıca smâîl-i Safevî, Anadolu üzerindeki emelinin
esiri olarak Hatâî mahlası ve Osmanlı Türkçesi ile iirler söylemi, söyledii bu
iirleri dervileri ve halifeleri vasıtasıyla Anadolu’da yayarak halkı etrafında
toplama gayretinde bulunmutur. Bunun üzerine Yavuz Sultân Selîm, teskîn-i
fesâd için kırkbin haneden fazla ahaliyi Anadolu’dan Rumeli’ye nakletmi ve
smâîl-i Safevî’nin Türkçe iirlerine mukabil Farsça iirler söylemitir.608
Bu dönemlerde Anadolu ’da bata Osmanlı hanedanına mensup sultan ve
ehzadeler olmak üzere, Türklerin Farsça olarak da iir söylemelerini “ran
kültürünü ve edebiyatını taklit etmek” ve “ran’ın manevi esiri olmak” eklinde
algılamamak gerektii kanaatindeyiz. Çünkü bu tavır, asırlar boyu süren birlikte
yaama ve aynı dinin getirdii kuralları, yeni hayat tarzını örenme ve yaama
yıllarındaki beraberlii hissettiren hatta vurgulayan bir tablo olarak görülmelidir.
Bu durum ise, “taklitçi”liin ötesinde, Türklerin Maveraünnehir ve Horasan ’da
söyledikleri gibi Anadolu’da da Farsça iir söyleme kolaylıını devam ettirdiini
gösteren bir durum olarak algılanmalıdır. Gerek Osmanlı sultanları ve
ehzadeleri, vezirler, çeitli meslek erbabı vs. Farsça iir söylemeleri bu
gelenein bir tezahürü olarak kendisini göstermektedir. Ayrıca bu dönemlerde
Farsça iirler söylenirken böyle bir düünceye sahip olmadıkları kanaatindeyiz.
Ayrıca Osmanlı sanatkârlarını yetitirmek, Acem ilmine, iirine ve dier sanat
kollarına karı Osmanlı iir ve kültürünün inkiafını salama düüncesinde olan
Yavuz Selîm’in Osmanlı’nın ran’a bakı açısını gösteren Farsça gazelinin bu
bakımdan manidar olduunu düünüyoruz:
*
*
*
*
*
*
*
*
Askerimle stanbul tahtından hareket edip ran tarafına sefere çıktım. Kızılbaı
melâmet kanına gark ettim.
Mısır valisi can u gönülden benim azm ü himmetimin kölesi oldu. Padiahlık
sancaını dokuz felein fevkine yükselttim.
Nusret çengini (musiki aleti) zafer bezminde çalmaya balar balamaz bu müjde
Irak mülkünden Hicaza kadar yayıldı. (Irak, Hicaz musiki makamlarıdır).
Kılıcımdan Maveraünnehr kana gark oldu. Dümanın gözünü sfahan sürmesinden
mahrum ettim.
Dümana bir nazar edince gam sıtmasından ter içinde kaldı ve her kılından Amu
nehri aktı.
Mülk tahtası (bisat: oyun tahtası) üzerinde devlet atrancını oynamaya baladıım
zaman Hind ahı, âkil (Ferzâne) askerimin karısında malup bir fil hâline geldi
(pîl-i mât).
*
*
607
608
Alî Emîrî, a.g.m., s. 27-28.
Alî Emîrî, a.g.m., s. 29.
406
406
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Ey Selîmî, mihr ü vefâ potasında altın gibi eridikten sonra cihan mülkünün parası
üzerine benim ismim yazıldı609.
Özellikle u durumu ifade etmek gerekir ki, Yavuz Sultân Selîm döneminde
Arap ülkelerinin fethiyle bu ülkeler devletin bir parçası haline gelerek, bata
am ve Mısır’dan olmak üzere çok sayıda Arap ilim adamı ve talebe görev
yapmak ve tahsil görmek için stanbul’a gelmitir. Pek çok Türk de aynı
maksatla Arap ülkelerine gitmitir. Kahire ve stanbul devletin en önemli iki ilim
ve kültür merkezi olmu, ikisi arasındaki yarı Osmanlı Devleti’nin sonuna
kadar devam etmitir. Buna karılık âh smâ’îl’in ortaya çıkması, ran ’da
iiliin resmi ideoloji haline gelmesiyle Osmanlı Devleti ile ran-Maveraünnehir
arasındaki irtibat da kopmutur610.
Bazı kaynaklarda Türkçe iiri bulunmadıı söylenen611 Yavuz Sultân
Selîm’in, Edirneli Nazmî’nin Mecma’ü’n-nezâ’ir’inde geçen u murabbaını
burada vermeyi uygun görüyoruz:
*
*
*
*
*
Hasteyem hecrün ile ey büt-i ayyâr meded
Demidür eyler isen vasl ile tîmâr meded
Koma bu derd ü belâda bizi nâ-çâr meded
Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded
Sanemâ gel berü ko fürkati birlik demidür
Beni kurtar bu gam u gussadan erlik demidür
Hasret-i hecr ile öldüm bana dirlik demidür
Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded
Dem mi geçdi ki firâkunla figân eylemedüm
Ya gözüm yaın ayaguna revân eylemedüm
N’ola sevdümse seni ben kara kan eylemedüm
Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded
Kim ola k’incine dildârı cefâ itdügine
Meger incindügi agyâra vefâ itdügine
N’ola eh merhamet itmez mi cefa itdügine
Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded
Bu Selîmî nice inâ ide dîvân-ı firâk
Ey aceb yok mı ola âhire pâyân-ı firâk
Saldı gerdân-ı belâya beni ummân-ı firâk
609
Ali Nihad Tarlan, Yavuz Sultan Selim, Türk Klasikleri Serisi: 8, Ahmet Halit Kitabevi, stanbul
1946.
Ramazan een, “stanbul’un Fethine Kadar Osmanlılar’daki lmî Durum, stanbul’un Fethi’nin
Türk lim ve Kültürüne Katkısı”, Kuruluunun 700. Yıldönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı
Devleti Uluslar Arası Kongresi 7-9 Nisan 1999 Konya, 2000, s. 241-4.
Bu konu üzerinde geni olarak yapacaımız baka bir çalımada durmayı düünüyoruz.
*
610
*
*
611
407
407
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Meded Allâhı seversen meded ey yâr meded612
Yavuz döneminde iir yazarak öhret kazanmı ve eserler vermi âirler
unlardır:
Abdî (ö. 961/1554): Amasyalı olup Müeyyed-zâde sanıyla tanınmıtır.
Kazasker Müeyyed-zâde’nin kardeidir. Yavuz Selîm onun ‘terbiyete liyakat’ini
görünce kendisine kadılık görevi vermitir. Serez ve Üsküp’te kadılık yapmı,
Sofya kadısı iken vefat etmitir. iir, ina ve muammada yetenekli, talik yazıda
usta idi. Devrinde kitap meraklısı olarak tanınmıtır. iirlerindeki üslûbu Acem
tarzındadır.613
Âhî: Nibolulu olup asıl adı Hasan’dır. Benli Hasan lakabıyla tanınmıtır.
stanbul’a gelen âir ileri bir yata tahsile balamı ve kırk yalarında Kara
Bâlî’den mülazım olmutur. Bu arada yazdıı iir ve nesirleriyle adını
duyurmaya balamıtır. îrîn ü Pervîz mesnevisinden birkaç parçayı görüp
beenen Yavuz Selîm, Zeyrek-zâde ve Kemal Paa-zâde’ye durumunu sormu,
Kara Bâlî Efendi’den mülazım olup meyhane meyhane dolatıını, halinin
perian olduunu örenince bir müderrislik verilmesini emretmitir. Bunun
üzerine Kazasker Kemal Paa-zâde Bursa’da ki Bâyezîd Paa müderrisliine
tayinini teklif etmi, ancak Âhî, çevresindekilerin telkiniyle bu vazifeyi
küçümsemi ve kabul etmemitir. lgisinin kötüye kullanılmasına kızan padiah,
ona yeni bir görev verilmesini istememitir. Uzun bir süre sonra Karaferye
medresesine tayin edilmitir. âir bu sırada Manastır’da âir Hâverî’nin
kızkardeiyle evlenmi ve çok geçmeden Karaferye’de ölmütür. Küçük bir
Türkçe Divan614’dan baka her ikisi de tamamlanmamı olan manzum Hüsrev ü
îrîn’i615 ile mensur Hüsn ü Dil’i616 vardır. Âhî’nin ikisi tamamlanmamı üç
eseri içinde, tezkire yazarları tarafından en çok beenilen ve takdir gören Hüsrev
ü îrîn mesnevisi olmutur.617
Alî (ö. 941/1535): Tezkire yazarı Âık Çelebi’nin babası, Seyyid Mehmed
Nattâ’ın oludur. Ceddi Badatlıdır. Alî Efendi babasının vefatından sonra
*
612
613
614
M. Fatih Köksal, Edirneli Nazmî Mecma’ü’n-nezâ’ir [nceleme-Tenkitli Metin], Cilt: 2, Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2001, s. 702 [Yayımlanmamı Doktora Tezi].
Kaynaklar: Âık Çelebi 1994, C. II: 567; Nâil Tuman: II/646; pekten 1988a: 2.
Necati Sungur, Âhî Divânı, Kültür Bakanlıı Yayınları: 1617, Türk Klasikleri Dizisi: 32, Ankara
1994.
M. Fatih Köksal, “Âhî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, Sayı: 6, Sivas
1998, ss. 209-53.
M. Fatih Köksal, “Türk Edebiyatında Hüsn ü Dil Hikâyeleri ve Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil
Mesnevîsi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, Sayı: 3, Sivas 1996, ss. 91-126.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 188-89; Latîfî 1990: 89-93, 2001: 182-85; Hasan Çelebi 1989: I/191-96;
Âık Çelebi 1994: 175-79; Beyânî 1998: 38-39; sen 1988, 1994: 173-75; Nâil Tuman: I/81; Bursalı
1333: II/67; Kâtib Çelebi trhs., I/778; Mehmed Süreyyâ 1311: II/119; emsettin Sami, 1996: I/5023; Muallim Nâcî 1986: 301; Gibb 1999: 482-501; pekten 1988a: 14-15, 1996: 76-77; entürk 1999:
149-54.
*
615
616
*
617
408
408
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
tahsilini tamamlamıtır. Yavuz Selîm cülüsundan sonra, ilk önce Ali Efendi’yi
negöl kadısı olarak atamıtır. Filibe kadısı iken ölmütür. yi Farsça bilen Alî
Efendi, muamma çözmede usta idi. Âık Çelebi, özellikle müfredlerinin iyi
olduunu kaydeder.618
Atâ: Asıl adı da Atâ olup Üsküp’te domutur. ran tarafından göçmü olan
ailesinin ceddi Ahmed Yesevî’ye dayanmaktadır. Sehî Bey’e göre tahsilini
tamamladıktan sonra ticarete atılmı, Latîfî ve Âık Çelebi’ye göre ise tahsilini
yarım bırakarak Nakibendî tarikatına intisap etmi, tasavvufa yönelmitir. Bir
müddet kadılık da yapan âir 1523’te vefat etmitir. Latîfî, II. Selim devrinin
sonunda; Mehmed Süreyyâ 1552 yılından sonra öldüünü kaydetmektedir.
Divan sahibi âirin tezkirelerde, Süleymân Çelebi’nin Mevlid’ini beenmeyerek
bir Mevlid yazdıı, ayrıca Kâtibî’nin Tecnîsât’ı yolunda yazılmı Tuhfetü’luâk619 adlı tasavvufî manzum bir eseri olduu kayıtlıdır. Kaynaklar Atâ’nın
âirliinden övgü ile söz ederler. Latîfî, Atâ’nın Anadolu âirlerinin
makbullerinden olduunu, Sehî Bey benzersiz gazelleri ve kasideleri
bulunduunu kaydederken, Hasan Çelebi ve Âık Çelebi yukarıda zikredilen
Mevlid’iyle ilgili bir hikâye anlatarak Atâ’nın iirinin beenilmediini ima
etmilerdir.620
Basîrî (ö. 941/1534-35): Kaynakların bir kısmına göre Badatlı, bir kısmına
göre Horasanlı, bir kısmına göre Acemdir. Acem Basîrî ve Alaca Basîrî diye
tanınmıtır. Kaynaklarda, yanında Câmî ve Nevâ’î’nin kitapları, gazelleri ve
sipari-nâmeleri olduu halde II. Bâyezîd devrinde Anadolu ’ya geldii
belirtilmektedir. Hazineden ve padiahtan ulufeli âirlerdendir. stanbul’da vefat
eden Basîrî, Edirnekapısı dıında birçok âirin kabrinin bulunduu bir mezarlıa
defnedildi. Devrinde özellikle latifeleri ve tarihleri ile tanınmıtır. Balangıçta
kendi dili olan Âzerî ivesiyle iirler yazan Basîrî, daha sonra iirlerinde stanbul
Türkçesini kullanmaya balamıtır. Basîrî’nin Farsça Dîvân621’ından baka
*
*
*
*
*
618
619
620
621
Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/613-14; Mehmed Süreyyâ 1311: III/497; Nâil Tuman: II/701;
pekten 1988a: 27.
Seyfullah Türkmen, Atâ, Tuhfetü’l-uâk (Uâk-nâme) [nceleme – Metin – Dizin], Kırıkkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kırıkkale 2000 [Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi]; .
Hakkı Aksoyak, “Ahmed Yesevî’nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ ve Tuhfetü’l-uâk
Mesnevîsi”, Türk Kültürü ncelemeleri, Sayı: 5, stanbul 2001, ss. 71-98.
Kaynaklar: Köksal 2001: I/180, III/2997; Sehî Bey 1980: 195; Latîfî 1990: 123, 2000: 397-98; Âık
Çelebi 1994: II/597; Hasan Çelebi 1989: II/638-39; Beyânî 1997: 177; Riyâzî: 105b; Kâtib Çelebi
trhs.: I/802; Mehmed Süreyyâ 1311: III/474; emsettin Sâmî 1996: IV/3158; Nâil Tuman: II/682;
Kurnaz 1999: 196-98; pekten, 1988a: 50.
Fikret Sarısoy, Basîrî’nin Farsça Divanı, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kırıkkale 2001 [Yayımlanmamı Yüksek Lisans Tezi].
*
*
409
409
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Türkçe iirler’i622 ve Letâif’i vardır. Yavuz övgüsünde Türkçe bir, Farsça üç
kasidesi bulunmaktadır.623
Cafer Çelebi (856/1452-921/1515): Amasyalı olup II. Bâyezîd devri
defterdarlarından Tâcî Bey’in oludur. Tâcî-zâde sanıyla tanınmıtır. lk tahsilini
babasından gören âir, devrin tanınmı hocalarından aldıı derslerle medrese
tahsilini tamamladıktan sonra müderris olmutur. Aynı zamanda iyi bir hattat
olan Cafer Çelebi, daha sonra on yıl kadar niancılık görevinde bulunmutur.
Devlet ilerinde kazaskerlie kadar yükselen Cafer Çelebi’nin, Yavuz Selîm’in
çok güvendii, yanından ayırmadıı ve birçok konuda görüünü alarak
uyguladıı kimselerden olduu kaynaklarda kayıtlıdır. Buna ramen Yavuz Selîm
döneminde yeniçerileri isyana tevik ettii gerekçesiyle 921/1515 yılında idam
edilerek öldürülmütür. Hakkında bilgi veren kaynaklar, nazım ve nesrinin
güzellii konusunda birleirler. Bunun yanında nesrinin iirinden, kasidesinin
gazelinden iyi olduunu ifade ederler. Arapça, Farsça ve Türkçe iirler yazan
Cafer Çelebi’nin Dîvân’ı yayımlanmıtır624. Edebiyatımızda Halîlî’nin Firkatnâme’sinden sonra sergüzet nevinin ilk mahsullerinden bilinen Cafer Çelebi’nin
Heves-nâme625 isimli mesnevisi, gerek mevzu gerekse içindeki tasvirlerin
orijinallii itibariyle devrine kadar kaleme alınmı mesneviler arasında tamamen
ayrı hususiyetler taıyan bir eserdir626. Cafer Çelebi’nin bunlardan baka stanbul
ehrengîzi, Mahrûse-i stanbul Fetih-nâmesi, Müneât, Enîsü’l-ârifîn ve Kûsnâme isimli eserleri vardır.627
*
*
*
622
624
625
626
*
627
*
Ahmet Kartal, “Basîrî ve Türkçe iirleri”, lmî Aratırmalar, Sayı: 10, stanbul 2000, ss. 77-96;
Basîrî ve Türkçe iirleri, Kırıkkale 2001.
Kaynaklar: Çavuolu 1992, 1976: 78-80; Kurnaz 1997: 73-80; Alî îr Nevâî 1323: 381-2; Sehî
Bey 1980: 201-2; Latîfî 1990: 128-31; sen 1994: 152-3; Hasan Çelebi 1989: II/214-7; Riyâzî: 40b41a; Beyânî 1997: 45-6; Âık Çelebi 1994: II/194-8; Kâtib Çelebi trhs.: I/780; Mehmed Süreyyâ
1311: II/21; emsettin Sâmî 1996: II/1318; Nail Tuman: I/100; Hayyâmpûr 1338: I/138; Kartal
2000: 35.
smail Erünsal, The Life and Works of Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi with a Critical Edition of His Dîvân,
stanbul 1983.
Nuruosmaniye Kütüphanesi Nu. 4373.
Ahmet Atillâ entürk , XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî Tasvirler, Kitabevi,
stanbul 2002, s. 104.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 69-70; Latîfî 1990: 138-40, 2001: 209-12; Hasan Çelebi 1989: I/246-52;
Beyânî 1997: 58-60; Âık Çelebi 1994: I/215-24; Riyâzî: 45a-47a; Mecdî 1989: 335-7; Kâtib
Çelebi, trhs.: I/782, II/2047; Hoca Sadettin Efendi 1992: V/244-5; Mehmed Süreyyâ 1311: II/8-9;
Bursalı 1333:I/63-4; emsettin Sâmî 1996: III/1819-20; Fâik trhs.: 261-8; Nail Tuman: I/148;
Müstakîmzâde 1928: 148-9; TYDK: I-II/89-91; BTK 1985: II/239-44; Gökbilgin 1964; pekten
1988a: 81; Altunba 1987: 73; Gölpınarlı 1954: 18, 79-80; Çiftçi 1997: 140-52; Bayrak 1998: 57;
Bayrak 1992: 205-6; Gövsa trhs.: 77; Külekçi 1999. II/456-62; entürk 2002: 104-9; Gibb 1999:
470-81; entürk 1999: 121-36.
*
623
*
*
*
410
410
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Celîlî: Edirne’de dodu. âir hakkında bilgi veren kaynakların bir kısmı
onun terzilik, bir kısmı da yorgancılık yaptıını belirtirler. Yavuz Sultân Selîm
döneminde ölmütür. iirlerinin lirik olduu konusunda kaynaklar birleirler.628
Celîlî (893/1487 – 977/1569): Bursalı olup asıl adı Abdülcelîl’dir. Mevlânâ
Hâmidî’nin küçük oludur. yi bir tahsil gören Celîlî, bir ara stanbul’a gitmi,
orada Âhî ile dostluk kurmutur. Yavuz Selîm’e methiyeler yazmasına ramen
padiahtan herhangi bir iltifat görmemitir. Bursa’ya dönen Celîlî, Murâdiye
zevâidinden aldıı 6 akçe ile geçimini salamaya mecbur kalmı, daha sonra 3
akçeye inen bu ücretle çok sıkıntılı günler geçirmitir. Yalnız yaamayı seven,
içine kapanık bir mizaca sahip olan Celîlî’nin son zamanlarında kimse ile
konumak istemedii kaynaklarda zikredilmitir. Gittikçe münzevî bir hayat
sürmeye balayan Celîlî Bursa’da vefat etmitir. Küçük yalarda yazmaya
baladıı iirlerinde genellikle sade ve akıcı bir üslûp görülür. Tezkirelerde
özellikle mesnevi ve gazel yazmada baarılı olduu kayıtlıdır. Celîlî’nin
Dîvân’ından baka, Hüsrev ü îrîn629, Leylâ vü Mecnûn, Gül-i Sad-berg-i bîHâr, Hecr-nâme630, Mehek-nâme631 isimli eserleri vardır. Bazı kaynaklarda
Celîlî’nin Terceme-i ehnâme ile Yûsuf u Züleyhâ adlı iki eseri daha olduu
kayıtlıdır.632
Cenâbî633: Amasyalı olup hattattır. Rıdvan-zâde sanıyla tanınmıtır. Yavuz
Sultân Selîm devrinde ölmütür. iirleri sadedir.634
Cihânî: Sehî Bey’e göre Anadolulu, Latîfî’ye göre Rumelilidir. Eitimini
tamamladıktan sonra kadılıa balamıtır. Kaynaklarda bildirilmeyen bir
sebepten dolayı Yavuz Sultân Selîm tarafından idam edilerek öldürülmütür.
Latîfî iirlerinin beenilmediini kaydeder.635
*
628
Kaynaklar: Latîfî 1990: 144, 2000: 214; Hasan Çelebi 1989: I/259; Nâil Tuman: I/154; pekten
1988a: 85; Canım 1995: 78.
629
A. Rıza Ertan, Celîlî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi, Türk Edebiyatı Bitirme Tezi, Ankara 19661967.
evkiye Kazan, Hâmidî-zâde Celîlî Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii ve Hüsrev ü îrîn Mesnevisi
[nceleme – Tenkidli Metin], Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta
1997 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi].
630
Hüseyin Ayan, “Celîlî’nin Hecr-nâme’si”, Fen-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, Fasikül: 1,
Sayı: 14, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum 1986, ss. 155-173.
631
Hüseyin Ayan, “Celîlî’nin Mehek-nâme’si”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, II, zmir 1983, ss. 5-13.
632
Kaynaklar: Aksoy 1993; sen 1994: 203-5; Sehî Bey 1980: 198; Latîfî 1990: 144-6, 2000: 213-14;
Hasan Çelebi 1989: I/257-9; Beyânî 1997: 61; arlı 1994: 327; Kâtib Çelebi trhs.: I/704, 724,
II/1571; Belî 1998: 454-5; emsettin Sâmî 1996: III/1869; Bursalı 1333: II/125-6; Mehmed
Süreyyâ 1311: II/81; Nâil Tuman: I/154; Ayan 1983, 1983a, 1983b, 1986; Ertan 1966-1967; Levend
1959: 199-208, 1989; Mansurolu 1964; BTK 1986: III/412-4.
633
Latîfî ve Hasan Çelebi tezkirelerinde Cenânî eklinde kayıtlıdır.
634
Kaynaklar: Latîfî 1990: 148-49, 2000: 218-19; Hasan Çelebi 1989: I/266; emsettin Sâmî 1996:
III/1839; Mehmed Süreyyâ 1311: II/88; Nâil Tuman: I/161; pekten 1988a: 89.
635
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 204-5; Latîfî 1990: 149-50, 2001: 219-20; Nâil Tuman: I/170; Çiftçi
1997: 159; Köksal 2001: I/189, II/401.
*
*
411
411
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Çamçak Mehmed Efendi (ö. 922/1516): iirlerinde mahlas kullanmayan
âirin hayatı hakkında kaynaklarda hiçbir bilgi yoktur. Dîvânında yer alan
iirlerden Yavuz Sultân Selîm dönemi âirlerinden olduu tahmin
edilmektedir.636
Duhânî: Kuloullarından olup asıl adı Ahmed’dir. ran ’a giderek orada
örenim görmütür. II. Bâyezîd döneminde silahtar, Yavuz Selîm devrinde
silahtar kâtibi olmutur. Diyarbakır fethedilince oraya defterdar tayin edilmi,
giderken yolda öldürülmütür. Mardin’de metfundur. Hakkında bilgi veren
kaynaklarda iirleri hakkında deerlendirme yoktur.637
Edâî (ö. 928/1521-2): irazlı olup asıl adı Behâuddîn Alî’dir. iraz’ın muteber
kâtiplerinden olup iyi bir hattattır. eyh Sa‘dî gibi çeitli ülkeleri ve yerleri gezip
dolamı, oralarda bulunan fazilet ve kemal sahibi kimselerle görüüp sohbet
etmitir. Selim-nâme isimli mesnevisinin ‘Sebeb-i Te’lîf’ kısmında îrâz’dan
ayrıldıını, uzun süren kara ve deniz yolculuundan sonra önce Hindistan’ın
Dakkan bölgesine, sonra Mekke ve Medine’ye daha sonra ise, Anadolu’ya geliini
ayrıntılı bir ekilde anlatmıtır. stanbul’da vebadan ölmütür. Güzel ve ho
mesnevî, gazel ve kaside söylemitir. eh-nâme-i Selîmhânî adıyla da bilinen ehnâme tarzında 2670 beyitlik Farsça manzum bir Selîm-nâmesi638 vardır.639
Emîrî (ö. 926/1520): Bursalı olup asıl adı Mahmûd’dur. II. Bâyezîd’in
hocası Seyyid Abdullah’ın oludur. Küçük yata yetim kalınca dönemin
bilginlerinden Molla Kırımî tarafından yetitirilmitir. Bir süre deiik yerleri
dolatıktan sonra, stanbul’a dönmütür. Kaynaklarda II. Bâyezîd ve Yavuz
Selîm dönemlerinde nâkibü’l-erâflık yaptıı kayıtlıdır. iir sanatında “Hassân-ı
Sânî”, kaside alanında Zahîr ve Hakanî olduu söylenerek övülmütür. iirleri
didaktiktir. Mevlid’i vardır.640
Fakîrî: Kalkandelenli olan Fakîrî, kimi kaynaklara göre Yavuz, kimilerine
göre Kânûnî devrinde ölmütür. Âık Çelebi genç yata öldüünü belirtir.
Kaynaklarda ehrengiz tarzında çeitli meslekleri tanımlayan manzum bir eseri
olduu kaydedilmektedir. Tezkirelerde temiz ve yakıcı iirlerinin olduu
belirtilmektedir.641
*
*
*
636
637
638
639
640
641
Kaynaklar: Nail Tuman: II/1258; TYDK 1947: I-II/211.
Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: I/252-53; Mehmed Süreyyâ 1311: II/327; Nâil Tuman: I/274; pekten
1988a: 102
Abdüsselam Bilgen, Adâ’î-yi îrâzî ve Selîm-nâmesi [Aratırma, Metin ve Çeviri], Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1987 [Basılmamı Doktora Tezi].
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 364-6; Hayyâmpûr 1368: I/50; Kartal 1999a: 422, 2000: 34.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 101-2; Latîfî 1990: 158-59, 2000: 180-81; Âık Çelebi 1994: I/168-70;
Hasan Çelebi 1989: I/185-86; sen 1994: 152; Mecdî 1989: 342-43; Ahmed Rıf’at 1998: 61-61;
emsettin Sâmî 1996: II/1041; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/311; Nâil Tuman: I/63-64; pekten
1988a: 112; Mazıolu 1974: 37-40.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 166-67, 2000, 440-41; Âık Çelebi 1994: II/665-67; Hasan Çelebi 1989:
II/768-69; Beyânî 1997: 213; sen 1994: 182; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/25; emsettin Sâmî 1996:
V/3417; Nâil Tuman: II/781-82; pekten 1988a: 126; Köksal 2001: I/195, III/3000.
412
412
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Fehmî: stanbullu olup kuloullarındandır. Sipahi bölüünde iken Edirne
Harç emini olmutur. Yavuz Selîm ile Mısır fethine katılmıtır. Trablus’ta
bulunmu ve orada bazen nazır bazen emin olarak görev almıtır. Trablus’ta
ölmütür. âirlii yanında musikiinaslıı da olan Fehmî, zamanının tanınmı
kemençecisi ah Kulu ve Neyzen Mehmed Kasım ile Padiahın meclisine
girmi, iltifatını ve ihsanını almıtır.642
Ferîdî (ö. 1516?): Haraççı Hüsâm adıyla tanınmıtır. Üsküplüdür. Önce
divan kâtiplii yapmı, daha sonra Edirne’de Dârü’l-hadîs mütevelliliine
getirilmitir. Yavuz Selîm devrinde ölmütür. Âık Çelebi’nin “Sühâyî”
maddesinde “Ferîdî ile bir yılda ölmütür” dediine ve Hasan Çelebi’nin
Ferîdî’nin Yavuz’un Irakeyn seferi esnasında öldüünü bildirdiine göre
Ferîdî’nin ölüm tarihi de 1516 olmalıdır. Mezarı Edirne’dedir. Kaynaklarda
iirleri övülmektedir.643
Fethullâh-i Kâtib: Usta bir hattat olup ho sohbet birisidir. Birçok büyük
âirin iirleri ezberinde imi. Yavuz Selîm onu, Tebriz’den stanbul’a getirmitir.
Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâ’is tercümesinde, onun Tebriz’de âh smâ’îl’in, imdi
de Yavuz Selîm’in kâtibi olduunu kaydetmektedir.644
Garîbî: Sehî Bey’e göre Edirneli, Ahdî’ye göre Yenicelidir. Defterdar
Mehmed Çelebi’nin olu olduundan Defterdar-zâde sanıyla tanınmıtır.
Kaynaklar, âirin garip mânâlar bulmada usta olduunu ve güzel iirleri
bulunduunu kaydederler. Ayrıca Ok atmada da usta imi. Kânûnî zamanında
Mısır üzerine düzenlenen Gazâlî seferinde genç yata vefat etmitir.645
Güvâhî: Geyve’de domutur. Sipahi ve tımar sahibi âirlerdendir.
Yavuz’un Mısır seferine katılmıtır. Yavuz Selîm adına düündüü ancak ölümü
üzerine Kânûnî’ye sunduu Pend-nâme646 ile Yavuz’a takdim ettii Kenzü’lbedâyi’ adlı eserleri vardır. Latîfî’ye göre iirleri pek de güzel deildir.647
Habîb: yi bir hattat olan âirin ezberinde birçok iir varmı. Çinicilikte usta
imi. Kazvînî, Mecâlisü’n-nefâ’is tercümesinde, hâlâ Anadolu ’da çinicilikle
megul olduunu kaydetmektedir. Farsça güzel iirleri vardır.648
*
*
642
643
644
645
646
647
648
Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/696-99; Hasan Çelebi 1989: II/781; Nâil Tuman: II/798; pekten
1988a: 135, 1996: 74.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 174-75; Latîfî 1990: 173, 2001: 431; Nâil Tuman: II/770; Köksal 2001:
I/196, III/3000.
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 393; Beyânî 1363, I-II/564; Hayyâmpûr 1368: II/687; Kartal 2000:
35-6.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 201; Nâil Tuman: II/728; pekten 1988a: 158; Canım 1995: 90.
Mehmet Hengirmen, Güvâhî, Pend-nâme, Kültür ve Turizm Bakanlıı yayınları: 549, 1000 Temel
Eser Dizisi: 99, Ankar 1983.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 192-95, 2000: 471-73; Âık Çelebi 1994: I/369-70; Hasan Çelebi 1989:
II/824824-25; Beyânî 1997: 234-35; sen 1994: 182; Bursalı 1333: II/389; Mehmed Süreyyâ 1311:
IV/85; Nâil Tuman: II/870; pekten 1988a: 165.
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 381; Kartal 2000: 35.
413
413
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Habîbî-i Berguâdî: Bergüâdlıdır. Önceleri Sultân Ya’kûb’un daha sonraları
ise âh smâ’îl’in hizmetinde bulunmutur. âh ona ‘melikü’-u’arâ’ unvanını
vermi, akacılıından dolayı da Gürziddîn’ adını koymutur. Hayatının ilk
devrelerinde çobanlık yapmı, daha sonra Sultân Yakup onu yanına alarak
yetitirmitir. II. Bâyezîd döneminde Anadolu’ya gelmi, Yavuz devrinde ise
ölmütür. Latîfî iirini över. Hasan Çelebi ve Beyânî, edası Acemâne olmakla
birlikte, âıkane iirlerinde kendine has bir üslubu olduu görüündedir.
Habîbî’nin Türkçe iirlerini ilk olarak Fuat Köprülü neretmitir649. Daha sonra E.
Memmedov650 bunlara 5 yeni iir ekleyerek yeniden yayımlamıtır.651
Hâfız-ı Acem (ö. 957/1551): Asıl adı Mehmed olup Berdaa’da domutur. II.
Bâyezîd devrinde kardei Kukla Acem’le Osmanlı ülkesine gelmi, kazasker
Müeyyed-zâde’nin himayesiyle müderris olmutur. Merzifon’da müderris iken,
Çaldıran seferi dönüünde Amasya’da kılayan Yavuz Selîm’e bir gazel
sunmutur. iirini beenen padiah, kendisini stanbul’da Atik Ali Paa Medresesi
müderrisliine getirmitir. Sonra yükselerek Sahn ve Ayasofya müderrisi
olmutur. Hâfız-ı Acem, devrinin önde gelen ilim adamlarındandır. Fıkıh, kelâm
ve belâgat alanlarında yazdıı erh ve haiyeler dikkat çekicidir. Latîfî onun
muteber konuların pek çouna erh ve haiye yazdıını, zor meseleleri inceleyerek
tetkik ettiini söyler. Arapça ve Farsça çok sayıda kaside ve gazeli, ayrıca Çaatay
dilinde beenilen iirleri olduunu ifade eder. Hasan Çelebi, “Ekser-i e’ârınuñ
ma’nâsı garâbet ve edâsı rekâket üzre kelimât-ı gûl ile nâ-merbût u nâ-ma‘kûldur.”
dedikten sonra, bazı iirlerinin gayet güzel olduunu ekler. Arapça ve Farsça
iirleri de vardır.652
Halîmî (ö. 922/1516): Kastamonu’da domutur. Kastamonulu Ali
Efendi’nin oludur. Bir rivayete göre örenimini bitirdikten sonra, bir bakasına
göre yarıda bırakarak Acem ülkesine gitmitir. Döndüünde Trabzon valisi
bulunan Sultân Selîm’in musahibi ve hocası olmutur. Yavuz tahta geçince aynı
itibar gösterilerek stanbul’a getirilmitir. Rivayete göre Sultân Selîm, Halimî
stanbul’a geldiinde bizzat karılamı, bahçe kapısından Saray’a alıp halini
hatırını sormu, “saltanata nail olduk ama, dostlar hâlinden gafil olduk, böyle
saltanatta ne zevk olur” demitir. Halimî ölümüne kadar Sultanın hocası ve
musahibi olarak hürmet ve itibar görmü, gerek stanbul’da ve gerek seferde bir
*
*
*
649
650
651
652
*
M. Fuad Köprülü, “Habîbî”, Edebiyat Aratırmaları 2, Ötüken, stanbul 1989, ss. 581-625
Türkiye Dıındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-2: Azerbaycan Türk Edebiyatı, Ankara 1993, s. 127.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 195-96, 2000: 221-22; Âık Çelebi 1994: I/302-3; Hasan Çelebi 1989:
I/279-80; Beyânî 1997: 66-67; sen 1994: 175; Sâm Mîrzâ Safevî 1346: 357-58; Terbiyet 1314: 112;
Mehmed Süreyyâ 1311: II/109; emsettin Sâmî 1996: III/1927; Nâil Tuman: I/188; pekten 1988a:
166; Hayyâmpûr 1368: I/248; Kurnaz 1999: 54-57.
Kaynaklar: Kurnaz 1997: 100-4, 1999: 66-9; Sehî Bey 1980: 97; Latîfî 1990: 200, 2001: 220; Hasan
Çelebi 1989: I/276-7; Beyânî 1997: 65; Âık Çelebi 1994: I/296-9; Mecdî 1989: 449-51; Mehmed
Süreyyâ 1311: II/97; emsettin Sâmî 1996: III/1914; Bursalı 1333: 275; Nail Tuman: I/175; Fâik
1309; Müstakimzâde 1928: 381; Akün 1997; Çavuolu 1976: 81-2; pekten 1988a: 169, 1996: 72.
*
414
414
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
an padiahın yanından ve meclislerinden uzak kalmamıtır. Sultana bu yakınlıı,
devlet ricalinin de hürmetini ve muhabbetini kazanmasına sebep olmutur. Mısır
seferinde yine Padiahla beraber bulunmu, ordu dönüte am’da kıladıı
sırada ölmütür. Cenazesinde bizzat Yavuz hazır bulunmutur. Ho sohbet, Arap
ve Fars edebiyatlarını iyi bilen, muamma çözmede usta biriydi. Kaynaklar
iirlerini pek makbul saymazlar.653
Hâimî-i Acem: Babası Acem vilâyetinden Anadolu ’ya gelmitir. Soyu Hz.
Muhammed’e dayandıı için bu mahlası almıtır. Selim Trabzon’da ehzade
iken onun âiri ve musahiplerinden olmutur. Babası, Yavuz’un II. Bâyezîd ile
yaptıı savata ölmütür. Anadolu’nun çeitli yerlerinde kadılık yapmı ve kadı
iken ölmütür. Hasan Çelebi iirini letafetten yoksun ve garip bulur. Âlî
“Acemligine göre eyü dimidür” diyerek iirini beenir. Latîfî ise, bir
deerlendirmede bulunmaksızın “cânânlar ile” kafiyesini en önce onun
bulduunu ve dierlerinin onu izlediini kaydetmektedir.654
Hâtemî (860/1455-922/1516): smi Abdurrahman Çelebi, lakabı Müeyyedzâde’dir. II. Bâyezîd, Amasya’da ehzâde iken onun meclisine girerek musahibi
olmutur. Fâtih’e, Abdurrahman Çelebi’nin olu Bâyezîd II’i afyon gibi kötü
eylere alıtırıyor diye ikayet edilince, Fâtih öldürülmesini emretti. Sultân
Bâyezîd bu haberi önce alınca her ikisine para vererek kaçmalarını saladı.
Hâtemî önce Haleb’e daha sonra Acem’e gitti. îrâz’da Molla Celâl Devvânî’ye
hizmet etti. Örenimini tamamlayıp Sultân Bâyezîd’in saltanatında stanbul’a
dönmü ve müderrislik yapmıtır. Sonra Edirne’de kadı olan Hâtemî’yi Sultân
Bâyezîd kendisine kadı yaptı. Bir ara yeniçeriler ayaklanınca evini yagmaladılar.
Bunun üzerine Kazaskerlik görevinden ayrılıp uzlete çekildi. Yavuz Selîm tahta
çıkınca kendisini tekrar kazasker yaptı. htiyarlıktan dolayı aklî dengesi
bozulunca azledildi. Arapça , Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Türkçe iirleri
dierlerine oranla daha çoktur. Yavuz Selîm’e sunduu Arapça kasidesi o dönem
çok mehur olmutur. Yavuz Selîm Müeyyed-zâde’nin ölümünden sonra her
zaman
*
*
*
*
*
“Rûmda iki kii var imi biri Müeyyed-zâde ve biri Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi hayfâ
ki birinün pîrligi zemânına irdük ve birinün kadrin bilmeyüp bilmezlük ile kendi
elimüzle berg ü bârı vücûdın yile virdük”
diyerek sevgisini ve iltifatını göstermitir.655
653
654
655
Kaynaklar: Latîfî 1990: 207-8, 2000: 230-32; Âık Çelebi 1994: I/312-13; Hasan Çelebi 1989:
I/307-8; Beyânî 1997: 74; sen 1994: 175-76; Mecdî 1989: 385-86; Nâil Tuman: I/220; Bursalı
1333: I/273; emsettin Sâmî 1996: III/1978; pekten 1988a: 177, 1996: 68.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 221-23, 2000: 568-69; Hasan Çelebi 1989: II/1057; sen 1994: 169-70; Nâil
Tuman: II/1196-97; Köksal 2001: I/210, III/2459.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 68-9; Âık Çelebi 1994: II/836-42; Hasan Çelebi 1989: I/318-25; Beyânî
1997: 77-8; Riyâzî: 60a-60b; Mecdî 1989: 308-11; Nail Tuman: I/236-7; Müstakimzâde 1928: 249-
415
415
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Hayâlî (ö. 930/1523): stanbullu olup asıl adı Abdulvehhâb’dır. Fâtih
dönemi müftülerinden Abdulkerîm Efendi’nin oludur. Tezkire yazarı
Riyâzî’nin dedesidir. Örenim görüp Kestelli’den mülâzım olmutur. Edirne’de
müderrislik, Manisa, Selanik ve Tire’de kadılık görevinde bulunmutur. Yavuz
Selîm Hayâlî’yi Trabzon’da ehzadeliinde tanımı, kadı iken musahibi ve
nedimi yapmıtır. Kardeleri ile mücadelesi sırasında Selanik kadılıına tayin
edilen Hayâlî’yi sultan olduktan sonra stanbul’a getirtip, türlü iltifat göstererek
badefterdarlıa tayin etmitir. Padiahın meclislerine devama balamı ve dert
ortaı olmutur. Çaldıran seferinden dönerken Amasya’da kılandıında,
yeniçeri isyanı sebebiyle azil edilmesine ramen padiahın katında itibarını asla
kaybetmemitir. Kânûnî devri balarında zmir kadısı iken ölmütür. Edirne’de
metfundur. Devrinde ilmî eserleri yanında iirleri ile de tanınmı âirlerdendir.
Arapça , Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Hasan Çelebi iirlerini över. Âık
Çelebi ise mehur Hayâlî’ye isnat edilen bazı iirlerin gerçekte bu Hayâlî’ye ait
olduunu belirterek örnekler verir. Türkçe Leylâ vü Mecnûn mesnevisi vardır.656
Hızrî (ö. 923/1517 veya 924/1518): Bursa müftüsü Ahmed Paa’nın
oludur. Asıl adı Hızır Beg’dir. Dedesi de kendisi gibi Hızrî mahlasını
kullanmıtır. Fakat dedesi âir olarak fazla tanınmadı. Tahsilini tamamladıktan
sonra Bursa’da müderrislik yapmıtır. Bu görevini bırakarak Tasavvufa
meyletmi ve eyh Emîr Buhârî hazretlerine içtenlikle balanmıtır. Bursa’da
Zeyniye tekkesine yakın ve yol üzerinde metfundur. Arapça , Farsça ve Türkçe
iirleri vardır. iirleri tasavvufîdir. Beyânî, iirlerinin âıkâne olduunu söyler.657
Hilâlî-i Kazzâz: stanbul’da domutur. Lakabından da anlaıldıı gibi esnaf
âirlerdendir. Bazı kaynaklara göre babası, bazılarına göre ise kendisi takke
yaparak geçimini salamaktaydı. Tezkirelerde vücudunun son derece zayıf ve
nahif olmasından dolayı Hilâlî mahlasını aldıı kaydedilmektedir. Kaynaklarda
ölüm yılı olarak 950/1543-44 ve 990/1582 gibi birbirinden çok farklı iki tarih
gösterilmektedir. Mürettep Divan’ından baka Sıfâtü’l-âıkîn adlı bir eseri daha
vardır. Ayrıca Muhammed-i Hamedânî’nin Seb’iyyât’ını Türkçeye çevirmitir.
Latîfî, gazelde Âhî’nin yolunu takip ettiini ifade ederken Âık Çelebi ve Hasan
*
*
*
*
656
657
*
*
50; Bursalı 1333: I/255; emsettin Sâmî 1996: III/2007; pekten 1988a: 192-3; Faik Reat trhs.a:
111-2; Uzunçarılı 1965: 232; Levend 1953: 500; Bayrak 1998: 123.
Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/866-8; Beyânî 1997: 89; Hasan Çelebi 1989: I/353; Latîfî 1990:
228, 2000: 252-53; Riyâzî: 67a-67b; Kâtib Çelebi trhs.: II/1571; Mecdî 1989: 333-4; emsettin
Sâmî 1996: III/2070; Mehmed Süreyyâ 1311: III/404; Bursalı 1333: I/357; Nail Tuman: I/260;
Muallim Nâcî 1986: 213; pekten 1988a: 196, 1996: 68-69; Levend 1959: 368; Canım 1995: 87-88;
Köksal 2001: I/212-13, III/3003.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 237-8, 2000: 245-47; Âık Çelebi 1994: II/862; Hasan Çelebi 1989: I/340;
Beyânî 1997: 83; Riyâzî: 64b; Mecdî 1989: 431; Belî 1998: 463; Mehmed Süreyyâ 1311: I/196,
II/278; Nâil Tuman: I/252; pekten 1988a: 206.
416
416
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Çelebi bata gazelleri olmak üzere iirlerinin incelik dolu olduunu
zikretmektedirler.658
Huzûrî: Gelibolu’da domutur. Yavuz Sultân Selîm devrinin sonlarına doru
ölmütür. Tasavvufa yönelerek uzlete çekilmitir. iirleri tasavvufanedir.659
brâhîm Gülenî (830/1426-940/1533): Diyarbakır’da domutur. Menakıbında nesebi Ouz Ata’ya kadar uzanır. Babası o henüz iki yaında iken vefat
etmi, bunun üzerine amcasının himayesinde büyümü ve ilk tahsiline onun
yanında balamıtır. Daha sonra bilgisini arttırmak için Mâverâü’n-nehir’e
giderken Tebriz’e uramıtır. Orada Uzun Hasan’ın kazaskeri Mevlânâ Hasan,
ondaki kabiliyetleri fark ederek yetimesinde ihtimam göstermitir. Bütün slâmî
ilimleri tam olarak örenen Gülenî, kısa bir süre içinde Uzun Hasan’ın da
iltifatını kazandı. Dede Ömer Rûenî ile görümü ve ona intisap etmitir. Daha
sonra Rûenî’den hilafet alarak, Sultan Ya’kub’un Tebriz’de Rûenî için yaptırdıı
zaviyede kısa bir müddet irad vazifesinde bulundu. Erdebil hanedanına mensup
iîlerin ortaya çıkıı, bölgedeki huzur ve güveni bozunca, olu Ahmed Hayâlî ile
birlikte Diyarbakır’a geldi. Burada fazla kalmayan brâhîm Gülenî Ruha’ya,
oradan da Kudüs yoluyla Mısır’a gitmitir. Tarikatını burada yaymaa balayan
Gülenî, kısa zamanda büyük öhret kazandı. 1516’da Mısır’ı fetheden Yavuz
Sultân Selîm, ona bir arsa hediye etmi, o da, dostlarının yardımıyla bu arsa
üzerinde zaviyesini ina etmitir. Adı bütün Mısır’da duyuldu, dergâhı yeni
müritlerle dolup tamaya baladı. öhretini duyan Kânûnî Sultân Süleymân’ın
daveti üzerine stanbul’a geldi. Bir müddet stanbul’da kaldıktan sonra tekrar
Mısır’a döndü ve 940/1533 tarihinde orada vefat etti. brâhîm Gülenî’nin Farsça
Dîvânı660 ve Ma’nevî661 isimli 40.000 beyitlik mesnevisi vardır. Bu mesnevî,
Mevlânâ’nın Mesnevî’sine nazire ve cevap olarak yazılmıtır. brâhîm
Gülenî’nin ayrıca Kenzü’l-cevâhir662 isminde, bir kısmı tuyug, bir kısmı rubai
olan 7.000 dörtlükten oluan bir eseri daha vardır.663
drîs-i Bitlisî: Asıl adı dris’tir. Bitlis asıllı olduu için bu yere nispetle
Bidlîsî nisbesiyle anılır. eyh Ömer Yesîr’in tarikatına mensup Hüsameddîn adlı
bir sûfînin oludur. lk tahsilini babasından almı, ailesiyle Diyarbakır’dan
*
*
658
659
660
661
662
663
Kaynaklar: Köksal 2001: I/218, III/3003; Sehî Bey 1980: 234; Latîfî 1990: 241-43, 2000: 572-73;
Âık Çelebi 1994: I/269-70; Hasan Çelebi 1989: II/1065-67; Beyânî 1997: 329-330; sen 1994: 285;
Kâtib Çelebi trhs.: I/820; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/628; emsettin Sâmî 1996: VI/4743; Bursalı
1333: II/486, Nâil Tuman: II/1203; TYDK 1947: 114-15; pekten 1988a: 209.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 244-45, 229-30; Hasan Çelebi 1989: I/294-95; sen 1994: 175; Nâil Tuman:
I/204; Mehmed Süreyyâ 1311: II/233; emsettin Sâmî 1996: III/1964; pekten, 1988a: 218.
Fâtih Kütüphanesi, Nu. 3866.
Bayezıt Devlet Kütüphanesi, Nu. 3588.
stanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça Yazmalar Nu. 1233.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 59-60, 2000: 128-31; Atâ’î 1989: II/67-8; Kâtib Çelebi, trhs.: I/808;
Mehmed Süreyyâ 1311: I/93; Nâil Tuman: II/857-8; Bursalı 1333: I/19-20; emsettin Sâmî 1996:
I/570; Sâdık Vicdânî 1995: 197-9; Terbiyet 1314: 318-9.
*
417
417
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
gittii Tebriz’de tahsiline devam etmitir. drîs-i Bitlisî önce Akkoyunlular’ın
sarayında Uzun Hasan’ın olu Yakûb Bey’in maiyetinde kâtip olarak çalıtı.
890/1485’te II. Bâyezîd’e yazdıı bir tebrîk-nâme ile hükümdarın dikkatini
çekti. âh smâ’îl’in Safevî saltanatını kurması üzerine 907/1501’de ran ’dan
Anadolu ’ya kaçarak II. Bâyezîd’in maiyetine girdi ve sarayda kaldı. Daha sonra
I. Selim’in maiyetinde ran seferine katılmı ve Sultan’ın emriyle Kürdistan ona
verilmitir. ranlılarla yaptıı savaı kazanmı, Mardin’i fethetmi, Urfa ve
Musul’un ilhakı için görümelerde bulunmutur. Sultân Selîm’le Mısır seferine
de katılmıtır. Eyüb’de dris Kökü denilen yerde metfundur. drîs-i Bidlîsî’nin
Kasâid ve Müneât ve Müraselât664, Tercüme ve Nazm-ı Hadîs-i Erba’în665,
Het-Behit, Selîm âh-nâme666 gibi tıb, felsefe, kelâm, tasavvuf, ahlâk, fıkıh,
hadis, tefsir, tarih ve seyahatle alakalı 28 tane eseri vardır. 667
lâhî Bey: Kürdistan beylerindendir. Yavuz Sultân Selîm bazı suçlarından
dolayı Haleb’de idam ettirmitir. Nevaî tarzında Türkçe iirleri vardır.668
shak Çelebi (899/1493 - 949/1542): Üsküp’te domutur. Kılıç yapmakla
tanınmı bir demirci olan brâhîm Çelebi’nin olu olduundan Kılıççı-zâde
sanıyla tanınmıtır. yi bir tahsil görerek Kara Bâlî’den mülazım olduktan sonra,
müderrislik yapmaya baladı. Sahn müderrislii esnasında Yegan-zâde Sinan
Çelebi ile geçinemeyerek müderrislikten ayrılmı ve am’a kadı olarak tayin
edilmitir. am’da vefat etmitir. shak Çelebi kısa bir zaman da olsa, Sultân
Selîm’in muhitinde bulunmutur. Üsküp müderrisi iken 923/1517’de Sultân
Selîm Mısır seferine çıkarken sohbetine dahil olacak birkaç musahip istemi.
Devlet erkanı Galata kadısı Nihâlî Cafer Çelebi, Mihaliç kadısı Kadı Buzenî ve
Üsküp müderrisi shak Çelebi’yi tayin etmiler. Fakat el öpmek için Padiahın
huzuruna bellerinde kılıçlarla girmeleri, Padiahı kızdırmı. Öldürülmelerini
emretmi. Sonra affederek denemee karar vermi. Lâkin bunlar lâubali
hareketlerine devam etmiler. El öperken kendi önüne geçen Nihâlî’ye kızan
shak Çelebi, onun için bir hicviye yazmıtır. Bunu haber alan Nihâlî, bir beyitle
cevap vermitir. Padiahla satranç oynamaa davet edildiklerinde yine uygunsuz
bir kıyafetle huzuruna çıktılar. Satrançtan sonra musahabet balayıp shak Çelebi
*
*
*
664
Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Kısmı Nu. 1888/3.
stanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça Yazmalar Bölümü Nu. 823.
Süleymaniye Kütüphanesi, Lâlâ smail Kısmı Nu. 30.
666
Hicabi Kırlangıç, drîs-i Bidlîsî Selîmâh-nâme [nceleme – Metin – Çeviri], Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1995 [Basılmamı Doktora Tezi]; Hicabi Kırlangıç, drîs-i
Bidlîsî, Selim ah-nâme, Kültür Bakanlıı Yayınları2565, Kültür Eserleri Dizisi: 287, Ankara 2001.
667
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 46; Mecdî 1989: 327-8; Kâtib Çelebi, trhs.: II/2043; Hoca Sadettin
Efendi 1992: V/238-9; Müstakimzâde 1928: 110-1; Mehmed Süreyyâ 1311: I/309-10; Bursalı 1333:
I/6-8; emsettin Sâmî 1996: II/811; Nâil Tuman: I/24; Ahmed Rifat Efendi 1299: I/109-10; Özcan
1998; Bayrakdar 1991; Tavakkoli 1974; Babinger 1992: 51-5; Karahan 1952: 10, 1991: 116-8;
Taberî 1372: 427; Bayrak 1998: 120; Gövsa trhs.: 187.
668
Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: I/151; Hasan Çelebi 1989: I/170; emsettin Sâmî 1996: II/1027; Nâil
Tuman: I/55.
665
*
418
418
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
ve Nihâlî yazdıkları müstehcen hicviyeleri okuyunca sabrı tükenen Padiah, yol
yordam bilmeyen bu kaba saba ahısları hemen geri göndermitir. shak
Çelebi’nin yayımlanmı Türkçe divanı669 vardır. iirleri devrinde ve daha sonra
rind-merep kiiler arasında çok sevilmi hemen hemen tüm elence, zevk ve
safa yerlerinde tekrar tekrar okunmutur. Tarih düürmede oldukça baarılı olan
shak Çelebi’nin divanından baka, Yavuz Sultân Selîm’in fetihlerini anlatan
Selîm-nâmesi670, Risâle-i mtihâniyyesi ve Bursa ehrengizi671 vardır.672
Kabilî: stanbulludur. lim yolunda iken kendisini tasavvufa yönelen Kâbilî,
Mekke, Medine, am ve Badad’ı dolamıtır. Anadolu vilâyetlerinde de gezen
âir, kulaı saırlatıktan kısa bir müddet sonra da ölmütür. Fâ’izî, Yavuz
devrinde öldüünü bildirmektedir. Tezkirelerde âirlii üzerinde yorum
bulunmamaktadır.673
Karaca Paa: Asıl adı Ahmed’dir. Ergene mütevellilii yapan âir,
Trabzon’da Yavuz Sultân Selîm’e defterdar olmutur. Yavuz son derece
güvendii Karaca Paa’yı kabiliyet ve zekasının üstünlüü dolayısıyla sürekli
yanında bulundurmutur. Sehî Bey görünüte defterdar olmakla birlikte,
Yavuz’un daha birçok iini gören bir yardımcı olduunu kaydetmektedir.
Yavuz’un padiahlıı döneminde sancak verilmi, büyük beyliklere mutasarrıf
tayin edilmitir. Hakkında bilgi veren tek tezkire yazarı olan Sehî Bey, Paa’nın
ilmin her dalında gayret göstermi âlim ve fazıl biri olduunu kaydetmektedir.674
Kemâl Paa-zâde: Asıl adı emseddîn Ahmed’dir. Dedesi Kemâl Paa’ya
izafeten Kemâl Paa-zâde veya bn-i Kemâl adıyla anılmıtır. Doum yeri olarak
kaynaklarda Amasya, Tokat ve Edirne gösterilmektedir. Ancak çou kaynakta
873/1468-69 yılında Tokat’ta doduu kayıtlıdır. Süleymân Paa adlı birinin
oludur. Tahsilinden sonra askeri sınıfa giren Kemâl Paa-zâde, sonradan ilmiye
sınıfına geçmitir. Mollâ Lutfî’den ders alan âir, çeitli medreselerde
müderrislik yapmıtır. Bilahare kadılık mesleine intisap etmi, Edirne kadılıı
görevinden sonra Anadolu kazaskerliine getirilmitir. Yavuz’un çok sevip
*
*
*
669
670
671
Mehmed Çavuolu – M. Ali Tanyeri, Üsküplü shak Çelebi, Dîvân [Tenkitli Basım], Mimar Sinan
Üniversitesi Yayınları No: 15, Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 2, stanbul 1990.
smet Parmaksızolu, “Üsküplü shak Çelebi ve Selimnâmesi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih Dergisi Eylül 1951 – Mart 1952, Cilt: III, Sayı: 5-6, stanbul 1953, ss. 123-34.
stanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY 2870 v. 4a-6a; Metin Akku, “Türk Edebiyatında Bursa
ehrengizleri-I: shak Çelebi’nin Bursa ehrengizi”, Atatürk Üniversitesi SBE Dergisi: Prof. Dr.
Halûk pekten’in Anısına, Sayı: 1, Erzurum 1993, ss. 81-5.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 250-3, 2000: 171-74; sen 1994: 191-3; Hasan Çelebi 1989: I/158-64;
Beyânî 1997: 26-7; Âık Çelebi 1994: I/135-44; Mecdî 1989: 468-71; Kâtib Çelebi, trhs.: I/775,
II/1001; Bursalı 1333: II/76; Nâil Tuman: I/32-3; emsettin Sâmî 1996: II/903; Mehmed Süreyyâ
1311: I/324; BTK 1986: III/278-81; TYDK 1947: I/111-2; Babinger 1992: 60; Levend 1957: 28-9;
Gövsa trhs.: 191; Külekçi 1999: II/484-9; entürk 1999: 231-34; pekten 1988a: 230, 1996: 72-73.
Kaynaklar: Köksal 2001: I/220, II/1178-79,1517-18, III/2529-30; Âık Çelebi 1994: II/725-26;
Hasan Çelebi 1989: II/791; emsettin Sâmî 1996: V/3490; Nâil Tuman: II/817; pekten 1988a: 237.
Kaynaklar: Köksal 2001: I/223, II/1482; Sehî Bey 1980: 856; Nâil Tuman: I/16; pekten 1988a: 18.
*
672
673
674
419
419
YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI
AHMET KARTAL
saydıı bir âlim olduu kaynaklarda kayıtlıdır. Sultân Selîm devrinde ran
seferinden önce, iilik hakkında yazdıı risale ile Padiahı pek memnun etmitir.
Mısır seferinde de Padiahın yanında bulunmutur. Bu sefer sırasında üç yıl
kadar Yavuz’un yanından ayrılmayan Kemal Paa-zâde gerek Padiahtan gerek
etrafındakilerden daima hürmet ve itibar görmütür. Bu sefer esnasında
Padiahın emriyle bn Tagribirdî’nin Nücûmü’l-zâhire adlı tarihini tercümeye
balamı ve stanbul’da devam etmitir. Her gece sabaha kadar çalııp tercüme
etmi, Açı-zâde Hasan Çelebi’nin beyaza çektii kısımları ertesi sabah parça
parça Padiaha sunmutur. Kânûnî devrinde 932/1525-26 yılında eyhülislâm
olan bn-i Kemâl 940/1534 tarihinde, Babinger’e göre 941’in aynı günü
ölmütür. Türkçe Dîvân675’ı yayımlanan Kemâl Paa-zâde’nin en tanınmı ve
önemli eseri Tevârîh-i Âl-i Osmân’ıdır. Sa’dî’nin Gülistân isimli eserine Farsça
nazire olarak yazdıı Nigâristân676’ından baka Türkçe, Arapça ve Farsça otuz
civarında eseri vardır. Tezkireler özellikle Yûsuf u Züleyhâ677 mesnevisinin
mehur olduunu kaydederler. Tezkirelerde ilim ve irfanının yanı sıra iirleri
için de mültefit ifadeler yer almaktadır. bn-i Kemâl’in bir özellii de iirlerinde
mahlas kullanmamasıdır.678
Lâmi’î Çelebi (ö. 938/1532): Bursalı olup asıl adı Mahmûd’dur. II. Bâyezîd
devri hazine defterdarlarından Osman Çelebi’nin olu, tanınmı süsleme
sanatçısı Nakkâ Ali’nin torunudur. Tahsilini Bursa’da yaparak zamanın ileri
gelen bilginlerinden Molla Ahaveyn ve Çelebi Hasanzâde’den ders almıtır.
Önceleri zahirî bilim üzerine çalıırken tasavvufa meylederek Nakibendî
tarikatı eyhlerinden Seyyid Ahmed-i Buhârî’ye intisap etmitir. eyh Emîr
Buhârî’ye olan hayranlıı ve balılıı hayatı boyunca devam etmitir. Ancak bir
ara lhâmî Efendi aracılııyla Gülenî tarikatına girse de gerçek kiiliini
Nakibendî tarikatında bulmu, daha sonra bu tarikatın eyhlerinden olmutur.
Hayatı boyunca resmî görev kabul etmemi ve eserlerinden elde ettii gelirle
geçimini salamıtır. Bursa’da 938/1532’de vefat etmitir. Lâmi’î, edebî
çevrelerde telif eserlerinden çok yaptıı tercümelerle tanınmıtır. Arapça ve
Farsçayı çok iyi bilen Lâmi’î, stanbul’da bulunmadıı halde Yavuz’un takdirini
kazanmı ve himayesinde bulunmu âirlerdendir. Hüsn ü Dil’i Yavuz’a takdim
*
*
*
*
*
675
676
677
678
Mustafa Demirel, bn Kemâl – Divan, Fakülteler Matbaası, stanbul 1996.
Mustafa Çiçekler, Kemal Paa-zâde ve Nigâristân’ı, stanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, stanbul 1994 [Basılmamı Doktora Tezi].
Mustafa Demirel, Kemal Paazâde, Yûsuf u Züleyhâ, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları: 513,
1000 Temel Eser Dizisi: 92, Ankara 1983.
Kaynaklar: Köksal 2001: I/224-25, III/3005; Sehî Bey 1980: 92-93; Latîfî 1990: 96-100, 2000: 15962; Âık Çelebi 1994: I/112-23; Hasan Çelebi 1989: I/122-34; Beyânî 1997: 21-23; Mecdî 1989:
381-85; Müstakîmzâde 1978: 16; Kâtib Çelebi trhs.: II/1976; Bursalı 1333: II/223; emsettin Sâmî
1996: V/3886; Fâik 1309b; Uur 1981, 1987, 1987a, 1988; Saraç 1995; Canım 1995: 109-15; Nâil
Tuman: I/10; Ahmed Rifat Efendi 1299: IV/150; Mehmed Süreyyâ 1311: 197; Gibb 1999: 521-30;
entürk 1999: 207-13.
420
420
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
ederek karılıında 35 akçe ulufe almıtır. Daha sonra Ferhâd-nâme’sini de
Padiaha sunmu, bunun karılıında da kendisine Bursa’da bir köy verilmitir.
Yavuz Sultân Selîm döneminde öhret kazanmaya balamı, özellikle Kanûnî
Sultân Süleymân devrinde padiah ve devlet erkanının tevikiyle otuza yakın
eser tercüme etmitir. Bu çevirilerin hemen hepsine ilaveler yapmıtır. Yaptıı
bu çevirilerin belli bir bölümü Câmî’nin eserlerinden yapıldıı için Câmî-i Rûm
sanıyla tanınmıtır. Lâmi’î’nin Divân679’ından baka ehrengîz680, Salâmân u
Absâl681, em’ u Pervâne, Gûy u Çevgân682, Ferhâd u îrîn683, Vâmık u Azrâ684
ile Vîs ü Râmin685 adlı mesnevileri ile Câmî’den çevirdii Nefahâtü’l-üns686
isimli biyografik eseri, Letâ’if-nâme687, erefü’l-insân688, bret-nümâ689 ve Hüsn
ü Dil690 adlı mensur eserleri en tanınmı eserleridir. âirin bunlardan baka
679
680
681
682
H. Bilen Burmaolu, Lâmi’î Çelebi Divânı [Hayatı, Edebî Kiilii, Eserleri ve Dîvânı’nın Tenkidli
Metni], Atatürk Ünüversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1983 [Basılmamı Doktora Tezi].
Bursalı Lami’î Çelebi Divanı’ndan Seçmeler, Kültür Bakanlıı Yayınları: 1020, Kaynak Eserler
Dizisi: 25, Ankara 1989.
Mustafa sen - Hamit Burmaolu, “Lâmî’nin Bursa ehrengizi”, Yedi klim, Cilt: 5, Sayı: 40,
Temmuz, stanbul 1993, ss. 103-5.
Sabiha Gürkan, Lâmi’î Çelebi’nin Ebsâl ü Salâmân Mesnevîsi ile Mollâ Câmî’nin Salâmân
Mesnevîsinin Karılatırılması, Ü Edebiyat Fakültesi, 1954 [Yayımlanmamı Mezuniyet Tezi].
Nuran Tezcan, Lâmi‘î’in Hayatı-Eserleri-Gûy u Çevgân Mesnevisi [nceleme-Metin], Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Corafya Fakültesi, Ankara 1976 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi];
“Lâmi’î’nin Gûy u Çevgân Mesnevisi”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Türk Dil Kurumu Yayınları:
449, Ankara 1978, ss. 201-25; Tezcan, Nuran, Lâmî’s Gûy u Çevgân Supplementband 35, Franz
Steiner Verlag, Stuttgard 1994.
Hasan Ali Esir, Bursalı Lâmi’î Çelebi: Hayatı – Edebî Kiilii – Ferhat-nâme’nin Tahlili ve Tenkitli
Metni, stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, stanbul 1999 [Basılmamı Doktora Tezi];
Abdülkadir Erkal, Lâmî Çelebi: Ferhâd u îrîn [nceleme – Metin], Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Erzurum 1997 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi].
Gönül Ayan, Lâmi’î, Vâmık u Azrâ [nceleme-Metin], Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara
1998.
Fatma Zehra Kavukçu, Lâmi’î Çelebi’nin Vîs ü Râmin’i [nceleme-Metin], Uluda Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1994 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi].
Abdurrahmân Câmî, Nefehâtu’l-üns min-Hazarâti’l-kuds, (Terceme ve erh: Lâmi’î Çelebi; Giri:
Süleyman Uluda), Marifet Yayınları No: 4, Tasavvuf Klâsikleri Dizisi No: 1, kinci Baskı, Oul
Matbaası, stanbul 1993.
Saim Sakaolu, “Bursalı Lâmi’i’nin Letâ’if’indeki Hayvan Masalları”, Journal of Turkish Studies,In
Memorium Ali Nihat Tarlan, (Yayınlayanlar: inasi Tekin – Gönül A. Tekin), Volume: 3, 1979 .
Sadettin Eri, Lâmiî’nin erefü’l-insân’ı, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1997
[Basılmamı Doktora Tezi].
Salih Gülerer, Lâmi Çelebi-bretnumâ [nceleme – Metin] , Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 1988 [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi].
Dvorak, Rudolf, Hüsn ü Dil Persicha Allegorie von Fettâhî aus Nisapur hrsg.Übers und erklart und
Mit Lâmiî’s Türkischer Bearbeitung Vergliechen, Denkschriften der Akademia, Wien 1839; Ülkü
Ayan, Lâmi’î Çelebi’nin Hüsn ü Dili [nceleme-Metin], Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 1987, [Basılmamı Yüksek Lisans Tezi].
*
683
684
685
686
687
688
689
690
421
421
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Türkçe , Arapça ve Farsça manzum ve mensur otuzun üzerinde eseri
bulunmaktadır.691
Likâyî: stanbulludur. Yavuz’un meddahlarından olup sahaflık yapan âirin
hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Sehî Bey, âirin bilgili, olgun, fakat öksürük
rahatsızlıı olan bir kimse olduunu kaydetmektedir. Yavuz devrinde ölmütür.
Hakkında çok az bilgi bulunan âir için Latîfî, kendi hâlinde bir âir olduunu ve
iirlerinin irfan sahipleri katında makbul olmadıını söylemektedir.692
Lütfî Paa: Yavuz Sultân Selîm’in terbiyesinde yetimi kullarından olup
katında çok makbul tutulmutur. Vezirlii döneminde özellikle stanbul’da âdet
hâline gelen bazı bid’atları ortadan kaldırmıtır. Sehî Bey güzel iirleri olduunu
kaydeder.693
Mâyilî: Mecnûn tabiatlı ancak iyi biridir. Kazvînî, Yavuz Selîm döneminde
Anadolu ’da bulunduunu kaydetmektedir. Burada frengi hastalıına
yakalanmıtır. Kazvînî, Hz. Ali ve ailesine muhabbetinin yok olduunun
söylendiini, eer bu doru ise iyi bir kii olmadıını belirtir.694
Medhî: Amasya Ladik’te domutur. Hacı Musa sanıyla tanınmıtır. Kaside
ve gazelleri toplanıp mürettep bir divan haline getirilmitir. Yavuz Selîm
döneminde yaayan Medhî’nin iirleri dinî mahiyettedir.695
Mesîhî (ö. 918/1512): Üsküp yakınlarındaki Pritine’de domutur. Asıl adı
Sehî Bey’de Mesîh, dier tezkirelerde sa’dır. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını
Rumeli’de geçiren âir, düzenli bir eitim görebilmek için stanbul’a gelerek
orada medrese eitimine balamıtır. Bu arada hat dersleri almı ve dönemin hat
ustaları arasında yer almıtır. Sehî Bey’e göre Mesîhî, medrese tahsilini bırakarak
sipahi olmutur. Güzel yazı yazmadaki ustalıı sayesinde Hadım Ali Paa’nın
divan kâtibi oldu. Hadım Ali Paa’nın vefatından sonra hamisiz kalan âir,
ömrünün kalan kısmını yokluk içersinde geçirmitir. 918/1512'de vefat etmitir.
Mesîhî, döneminin üstat âirlerindendir. Âık Çelebi, onu Zâtî’ye tercih eder.
Mesîhî, Bâkî üzerinde de etki bırakmıtır. Nitekim Bahariyyesi Bâkî tarafından
*
*
*
691
692
693
694
695
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 104; Latîfî 1990: 280-3, 2000: 475-80; sen 1994: 266-7; Âık Çelebi
1994: I/381-8; Hasan Çelebi 1989: II/830-4; Beyânî 1997: 237-8; Riyâzî: 127b-128a; Belî 1998:
176-80; Mecdî 1989: 431-3; Kâtib Çelebi trhs.: I/666, 808, II/996, 1044, 1064, 1066, 1123, 1258,
1524, 2045; emsettin Sâmî 1996: V/3973-4; Nâil Tuman: II/873-4; Ahmed Rifat Efendi 1300:
VI/131-2; Mehmed Süreyyâ 1311: III/415, IV/86-7; Muallim Nâcî 1986: 311; Bursalı 1333: II/4925; Fâik 1309a; TYDK 1947: I/98-100; Ayan, 1994; Karahan 1964; Kut 1976; Tezcan 1979; Levend
1957: 25-7; Gölpınarlı 1954: 20, 89-90; Gövsa trhs.: 228; Külekçi 1999: I/27-33, 412-8, II/74-80,
269-77, 279-99, 478-83; BTK 1986: III/247-57; IV/141-7; entürk 1999: 187-91.
Kaynaklar: Köksal 2001: I/230, II/913, 1557, III/1789, 2877; Sehî Bey 1980: 174; Latîfî 1990: 29495, 2000: 490-92; Nâil Tuman: II/891.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 65-66.
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 73, 248; 1961: 106.
Kaynaklar: Latîfî, 1990: 302-3, 2000: 496-97; Nâil Tuman, C. II: 944; pekten, 1988: 278.
422
422
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
tanzîr edilmitir. Mesîhî’nin Türkçe divanından696 baka manzum ehrengîz697 ile
mensur Gül-i Sad-berg698 isimli Türkçe eserleri vardır. Mesîhî’nin divanında
Yavuz Selîm övgüsünde bir kaside bulunmaktadır.699
Mîr Ayânî-i îrâzî: Seyyiddir. Derici mesleine mensuptur. Bir zaman
kalenderlik yapmı, bir zaman da Anadolu ’da bulunmu, Yahudiler
mahallesinde oturmutur. Ho görünülü bir yahudi çocuu devamlı onun
hizmetinde bulunurmu. O çocuk, onun sohbetinden dolayı müslüman
olduundan dolayı ona “Seyyid-i Yehûdân (Yahudilerin efendisi)” denmitir.
Fazıl bir kimse olup irticâlen iir söylemeye muktedirdir.700
Muammâyî: Tireli olup asıl adı Ali’dir. Çok küçük yatayken ailesi
Selanik’e göç ettii için oraya yerlemitir. Muamma ilminde çok çalıtıı için
bu mahlası almıtır. Ömrünü seyahatlerle geçirmi ve gezdii yerlerden epeyce
kitap toplamıtır. Farsçası ve lügat bilgisi çok iyidir. Rumeli’deki Mihalli,
Yahyalı, Evrenoslu ve Turhanlı beylerinin himayesini kazanmıtır. Muammada
Emrî’ye kadar ki en büyük isimdir. Acemden gelen muamma ustaları ile
padiahın huzurunda muammalar söyleyip, ayrıca Muamma Risalesi yazıp
sununca, tarihlerden de muammalar çıkardıını gören Yavuz, bu ilmin kendi
memleketinde de üstatları yetitiine memnun olmu, âire çok iltifat etmi,
ayrıca 300 flori ihsanda bulunmutur. Sonra Tuna kıyısında Ruscuk kasabasında
bir zaviye yaptırıp geri kalan ömrünü orada geçirmitir.701
Nasûhî: Edirne’de domutur. Önce attarlık sonra hekimlik yapmıtır.
Yavuz döneminde Edirne darüifasında bahekimlie terfi etmitir. Astroloji ile
uraanların anlam çıkarmalarına yarayan ve Takvîm-i Nasûhî adını verdii bir
takvim icat etmitir. Sehî Bey Nasûhî’nin nefis denebilecek gazellerinin
olduunu kaydeder.702
*
*
696
697
Mine Mengi, Mesîhî Dîvânı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi
Yayını – Sayı: 80, Divanlar Dizisi: 1, Ankara 1995.
Süleymaniye Kütüphanesi Lala smail Nu. 483/2; Ahmet Atillâ entürk , Osmanlı iiri Antolojisi,
stanbul 1999, ss. 138-40.
. Çetin Derdiyok, 15. Yüzyıl âirlerinden Mesîhî’nin Gül-i Sad-berg’i, Çukurova Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana 1994 [Basılmamı Doktora Tezi].
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 190; Latîfî 1990: 310-3, 2000: 498-500; Hasan Çelebi 1989: II/898-902;
Beyânî 1997: 263-5; Âık Çelebi 1994: I/422-6; Riyâzî: 134a-134b; Kâtib Çelebi trhs.: I/814,
II/1068; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/369; Nâil Tuman: II/955-6; emsettin Sâmî 1996: VI/4286;
Müstakimzâde 1928: 566; Bursalı 1333: II/410; Fâik trhs.: 245-53; Eren 1976, 1976a; Mengi 1974,
1986, 1990; TYDK 1947: 87-8; Levend 1957: 17-8; Gölpınarlı 1954: 18, 78-9; Bayraktareviç 1977;
Külekçi 1999: II/468-72; Köksal 2001: I/235-36; Gibb 1999: I-II/445-66; pekten 1988a: 285.
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 392; Hayyâmpûr 1368: II/660; Kartal 2000: 35.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 321-22, 2000: 501; Âık Çelebi 1994: II/429-33; Hasan Çelebi 1989:
II/913-15; Beyânî 1997: 267; emsettin Sâmî 1996: VI/4329; Nâil Tuman: II/966; pekten 1988a:
294, 1996: 79.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 175-77; Âık Çelebi 1994: II/465-66; Hasan Çelebi 1989: II/991-92;
Beyânî 1997: 294-95; Nâil Tuman: II/1062; emsettin Sâmî 1996: VI/4579; Mehmed Süreyyâ
1311: IV/555; pekten 1988a: 321; Beyzadeolu 1994; Canım 1995: 101-2
*
698
699
700
701
702
423
423
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Nazmî: Edirneli olup asıl adı Mehmed’dir. Ahkâm katipliinden sonra
sipahi olmutur. Sipahi olarak Yavuz’un ran ve Mısır seferlerine katılmıtır.
930/ 1523-24 yılına kadar yazılan nazireleri Mecma’u’n-nezâ’ir703 adıyla
toplayıp kendi nazirelerini de eklemi ve Kânûnî’ye sunmutur. Vahid-i
Tebrîzî’nin Risâle-i Arûz’undaki vezinlerden her biri için elif kafiyesinde birer
gazel yazmı ve yeni bahirler icat etmitir. Ayrıca Türkçe Divan’ı704 vardır.705
Necmî-i Rûmî: Astronomi ilmiyle uramıtır. Latîfî iirlerinin kötü
olmadıını söyler. Yavuz Selîm’e birkaç tane gazel sunmutur.706
Nehârî: Prizrenli olup âir Sa’yî’nin kardeidir. Tahsilini memleketinde
yapmıtır. II. Bâyezîd ve Yavuz Sultân Selîm devri âirlerindendir. Kaynaklar
vaktini gece gündüz ibadetle geçiren kendi hâlinde biri olduunu
kaydetmektedir. Hattatlıı da olan Nehârî, Prizren’de kabiliyetli gençlere iir ve
nesirde hocalık etmitir.707
Nerî: Bursalı olup asıl adı Mehmed’dir. Eitimini tamamladıktan sonra
Bursa’da müderrislik yapmıtır. Sultân Bâyezîd devri sonlarına kadar Tevârîh-i
Âl-i Osmân adlı bir tarih yazmıtır. iirleri tanınmamıtır. Latîfî, halkın çounun
Yavuz’a isnat ettii u beytin Nerî’ye ait olduunu kaydetmektedir: “Geçmek
içün seyl-i ekümden hayâlün lekeri/Bir direklü iki gözlü köpridür kaum
benüm.”708
Nihâlî: Bursalı olup asıl adı Cafer’dir. Medrese eitimini tamamladıktan
sonra, Plevne ve stanbul’da müderrislik ve Galata kadılıı yapan Nihâlî, Murâd
Paa Medresesi’nde çalımasından dolayı Muradiye Caferi lakabıyla tanınmıtır.
Sehî Bey, Galata kadısı iken emekli olan âirin vezirler ve komutanlarla devamlı
görüme içinde olduunu belirtmektedir. Galata kadılıı görevinde iken
Yavuz’un meclisine de girme imkanına kavutuu kaynaklarda zikredilmektedir.
Padiahla birlikte âh smâ’îl üzerine yapılan sefere de katılmıtır. 949/1542/43,
Belî’e göre ise 950/1543/44 senesinde ölmütür. Sehî Bey iirde kendine has
üslûbu olduunu söyledii için latife yollu yazdıı iirlerin Türkçe ’de deil,
*
*
*
703
704
705
706
707
708
M. Fatih Köksal, Edirneli Nazmî Mecma’ü’n-nezâ’ir [nceleme-Tenkitli Metin], 3 Cilt, Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2001 [Yayımlanmamı Doktora Tezi].
M. Fatih Köksal, “Orijinal Bir air: Edirneli Nazmî ve Dîvân’ına Yeni Bakılar”, Bilig, Sayı: 20,
Ankara 2002, ss. 101-23.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 326-29, 2000: 535-38; Âık Çelebi 1994: II/468-70; Hasan Çelebi 1989:
II/996-97; Beyânî 1997: 296-97; sen 1994: 279; Nâil Tuman: II/1067-68; Bursalı 1333: II/436;
Mehmed Süreyyâ 1311: IV/560; Kâtib Çelebi trhs.: I/817; emsettin Sâmî 1996: VI/4589; pekten,
1988a: 327; Canım 1995: 133-37; Atsız 1934; Avar 1998.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 337-38, 2000: 523; Nâil Tuman: II/1035.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 338, 2000: 540; Âık Çelebi 1994: 482-83; Hasan Çelebi 1989: II/1011-12;
Beyânî 1997: 304; Kâtib Çelebi trhs.: I/818; sen 1994: 282; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/596;
emsettin Sâmî 1996: VI/4624; Bursalı 1333: II/435; Nâil Tuman: II/1117; pekten 1988a: 333.
Kaynaklar: Latîfî, 1990: 341-42, 2000: 527-28; Âık Çelebi, 1994, C. II: 464; sen, 1994: 182;
emsettin Sâmî, 1996, C. VI: 4577; Bursalı, 1333, C. III: 150; Nâil Tuman, C. II: 1059; pekten, 1988:
336.
424
424
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Arap ve Fars dilinde bile benzeri görülmedii iddiasındadır. Latîfî ise iirlerini
latife ve sanat dolu olduunu ve halk arasında mehur olduunu bildirir. Âık
Çelebi de hicivde çok baarılı olduunu âirin baından geçen çeitli hikâyelerle
birlikte aktarır.709
Nihânî (ö. 925/1519): Asıl adı Fâzıl’dır. Kuloullarından olup Arnavut
asıllıdır. Mühtedi olduu için Nacak Nihânî lakabı takılmıtır. Hacı Hasanzâde’ye danimendlik yapmı ve ondan mülâzım olmutur. Hacı Hasan-zâde’nin
yaptırdıı medresede müderrislik yaptı. stanbul’da Mustafa Paa Medresesi’nde
müderris iken seyyidler ve eyhlerle dostluk kurup görevinden ayrılan Nihânî,
925/1519’da hacca gitmi ve Medine’de ölmütür. Divan’ı vardır. Sehî Bey, ehli ilm arasında mehur biri olduunu kaydeder. Kaside, tarih ve muammalarıyla
tanınmıtır. Latîfî, onun Edirneli Nazmî’nin Mecma’u’n-nezâ’ir’inde geçen
zemin iirinin avam tarafından Yavuz Selîm’e isnat edildiini belirtmektedir.710
Niânî (ö. 975/1567): Tosya’da domutur. Asıl adı Mustafa Çelebi olup
Koca Niancı sanıyla tanınmıtır. Kadı Celâl’in oludur. lk tahsilini
memleketinde yapmı, sonra stanbul’a giderek tahsilini orada tamamlamı ve
devlet hizmetine girmitir. Özellikle “dîvânî” yazıdaki mahareti, mesleinde
yükselmesine neden olmutur. Yavuz zamanında Pîrî Paa’ya; Kânûnî
döneminde ise, Mısır’a atanan veziriazam brâhîm Paa’ya tezkireci oldu.
Mısır’dan döndüünde Reisü’l-küttâb tayin edildi. Badat seferinde Kânûnî’ye
niancı olmu, 24 sene bu görevde bulunduktan sonra kendi isteiyle emekliye
ayrılmıtır. Sonra Kânûnî’nin Sigetvar seferine katılmı ve Tura-kelik
vazifesinde bulunmutur. Daha sonra Eyüb’de ba, bahçe, cami ve hamam
yaptırarak hayatını burada devam ettirdi. 965/1568’de vefat etti. Kabri
Eyüb’dedir. Niânî’nin Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Kaynaklar iirlerini över
ve inâda baarılı olduunu belirtir. Niânî’nin Tabakatü’l-memâlik fîDerecâti’l-mesâlik, Enîsü’s-selâtîn ve Celîsü’l-havâkîn ve Selîm-nâme isimli
mensur eserleri vardır.711
Penâhî: Acem Nakkâ âh Kulu’nun mahlasıdır. Sultân Bâyezîd zamanında
Tebrîz’den Amasya’ya gelerek ehzâde Ahmed’in maiyetine katılmıtır. Yavuz
*
*
709
710
711
*
Kaynaklar: Köksal 2001: I/246-47; II/1043, III/1878, 2340, 2509-10, 2661, 2818-19; Latîfî 1980:
343-45, 2000: 540-41; Âık Çelebi 1994: II/483-96; Hasan Çelebi 1989: II/1015-17; Beyânî 1997:
305-6; sen 1994: 182-83; Mecdî 1989: 473-75; Belî 1998: 511-12; emsettin Sâmî 1996:
VI/4624; Nâil Tuman: II/1118; pekten 1988a: 340, 1996: 74.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 181; Latîfî 1990: 345-47 2000: 541-42; Âık Çelebi 1994: II/497; Hasan
Çelebi 1989: II/1017-19; Beyânî 1997: 308-9; sen 1994: 183; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/596;
emsettin Sâmî 1996: IV/4624; Tuman: II/1120-21; pekten 1988a: 341, Köksal 2001: I/247,
III/3010.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 79-81; Latîfî 1990: 354-5, 2000: 529-32; Ahdî 1996: 246-9; Âık Çelebi
1994: 461-4; Hasan Çelebi 1989: II/988-91; Beyânî 1997: 293-4; Riyâzî: 140b; Atâ’î 1989: II/1134; Kâtib Çelebi trhs.: II/1108, 1728; Bursalı 1333: III/37-9; emsettin Sâmî 1996: VI/4577; Nâil
Tuman: II/1058-9; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/375; Müstakimzâde 1928: 525; Ahmed Rifat Efendi
1300: 83; Haskan 1993: I/75.
425
425
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Selîm’in cülusundan sonra stanbul’a geldi. Kânûnî devrinde nakkâ baı oldu.
Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Ahdî iir kabiliyetinin iyi olduunu
kaydetmektedir.712
Pîrî Paa (ö. 939/1532): Konya Karaman’da domutur. Hz. Ebû Bekir’in
neslindendir. Örenim gördükten sonra Galata’ya kadı, Sultân Mehmed Camii’ne
mütevelli, Sultân Bâyezîd’in hazine defterdarı olmutur. Yavuz Selîm’in daima
yanında bulunmu, Çaldıran seferine katılmı ve bu seferde gösterdii yararlılıktan
dolayı devlet idaresinde en yüksek mevkie kadar yükselerek vezirlik yapmıtır.
Amasya’da yeniçeriler isyanında evi yamalanmı, stanbul’a dönüldüünde
tahkikat sonunda vezirlikten azledilmi ve bir müddet Yedikule’de hapsedilmitir.
Yavuz Selîm Mısır seferine çıkarken stanbul muhafızı tayin etmi ve bu sefer
sırasında öldürülen Yûnus Paa yerine am’a davet edilerek sadrazam olmutur.
iirlerinde atasözü ve deyimlere yer vermitir. âirlere büyük deer veren Pîrî
Paa, mahlas olarak bazen Remzî bazen de adını kullanmıtır. Silivri’de namına
mensup camii haziresinde metfundur. Yavuz gibi sertlii ile tanınmı bir padiaha
iki yıl veziriazamlık etmesi olgunluu ve dirayetine delil sayılır.713
Refîkî: Fâ’izî’ye göre Edirneli, dier kaynaklara göre Amasyalıdır.
Yazısının güzelliinden dolayı ilim tahsilini tamamlayıp katiplie balamıtır. II.
Bâyezîd ve Yavuz dönemlerinde divan katiplii yapan Refîkî, devlet
adamlarından rabet gören biri iken yalanınca tevliyetle görevlendirildi. Aynı
zamanda hattat olan âir, 939/1533/34 tarihinde Edirne’de dârü’l-hadîs
tevliyetindeyken ölmütür. Latîfî çok sayıda kaside, kıt’a ve rubaisinin
bulunduunu söylemektedir. Tezkirelerde özellikle bir terci-bendi çok
övülmütür.714
Revânî: Edirneli olup asıl adı lyâs ücâ’dır. II. Bâyezîd devrinde Edirne’den
stanbul’a gelen âir, iiriyle padiahın dikkatini çekerek meclislerinde bulunmaya
balamıtır. Bu dönemde surre eminliine getirilmi, ancak zimmetine para
geçirdii iddiasıyla bu görevden alınınca Trabzon’da ehzade olan Selim’e
sıınmıtır. stanbul’a Yavuz Selîm’le beraber gelmi ve Yenibahçe’de ota
kurulduunda Müeyyed-zâde ve Abdî Çelebi’nin yanında at üzerinde hararetle
Padiahı medh ü sena etmi, sevincinden boynundaki tülbendi çıkarıp havaya
atmıtır. Yavuz’un cülusundan sonra ikbali açılan âir, matbah kâtibi, matbah
*
712
713
714
*
Kaynaklar: Ahdî 1996: 340-1; Âık Çelebi 1994: I/199-201; Nail Tuman: I/119; Köksal 2001: I:
251.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 62-63; Latîfî 1990: 369-70, 2000: 276-77; Âık Çelebi 1994: II/773;
Hasan Çelebi 1989: I/417-19; Beyânî 1997: 104-5; Atâ’î 1989: 103; emsettin Sâmî 1996: II/1585,
III/2299; Mehmed Süreyyâ 1311: II: 43; Bursalı 1333: II/111; Nâil Tuman: I/372; pekten 1988:
359, 1996: 66-67; Turan 1997.
Kaynaklar: Köksal 2001: I/253, III/3011; Sehî Bey 1980: 191; Latîfî 1990: 367-69, 2000: 274-76; Âık
Çelebi 1994: II/770-73; Hasan Çelebi 1989: I/412-13; Beyânî 1997: 103; Kâtib Çelebi, trhs.: I/790;
Müstakimzâde 1928: 205, Mehmed Süreyyâ 1311: II/413; Nâil Tuman: I/371; pekten 1988a: 377.
426
426
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
emini ve Surre emini olmutur. Yavuz’un Mısır seferinde musahip olarak yanında
bulunmu ve sunduu “berf” redifli bir kaside bu sıcak iklimde garip karılanıp
Padiahın houna gitmeyince, aynı sefere itirak etmi olan Sücûdî bir beyit
söylemi, Revânî de bu latifeye, o sıralarda ihtiyarlıktan beli iki kat olmu
Sücûdî’nin bu halini telmîh ederek u cevabı vermitir: Yüzün tokun-maduk yir
yok cihânda / Anunçün didiler sana Sücûdî. 930/1523-24 tarihinde stanbul’da
ölmütür. çki müptelası olması tezkirelerde maceralarıyla birlikte anlatılan
Revânî ömrünün sonuna doru tövbe etmi ve kendini ibadete vermitir.
Tezkirelerde Divan715 ve ret-nâme716 adlı mesnevisinden bahsedilirken Osmanlı
Müellifleri’nde Hamse’si ve Câmi’ü’n-nesâyih adlı bir eseri olduu ileri
sürülmektedir. Tezkire yazarları, devrin birçok âiriyle müâarede bulunan
Revânî’nin iirlerini ince, latif, esiz ve kusursuz bulmaktadırlar. Sehî Bey bazı
âirlerin iirlerinin manalarını deitirerek kendi iirleri arasında gösterdii
gerekçesiyle hırsızlıkla suçlandıını belirtmektedir. Sultân Selîm devrinin büyük
âirlerinden sayılan Revânî, Padiah adına gül, serv, berf, benefe redifli kasideler
yazmıtır.717
Sabâyî: Edirneli olup asıl adı Hayreddîn’dir. eyh Vefâ Hazretleri’nin
hizmetinde bulunmutur. Kaynaklar, iir ve aruz bilgisinin çok olduunu
kaydetmitir. Acem âirlerinin iirlerini incelemi, Deryâ-yı Ebrâr ve Niaburlu
Kâtibî’nin ütür u Hücre adlı kasidesine nazire yazmıtır. Mürettep Türkçe divanı
olan âirin, Koca Davud Paa’nın Bosna Beylerbeyiyken yaptıı kazaları anlatan
15.000 beyitlik bir manzumesi ile Üveysü’l-karânî hakkında Üveys-nâme’si
vardır.718
Sa’dî Çelebi (ö. 922/1516): Amasyalıdır. Tâcî Bey’in olu, Niancı Cafer
Çelebi’nin biraderidir. Tâcî-zâde sanıyla tanınmıtır. yi bir örenim görmü,
özellikle iyi Arapça örenmitir. Tahsilini tamamladıktan sonra müderrislik yaptı.
Sahn müderrisliine kadar yükselmi, oradan emekliye ayrılmıtır. Âık Çelebi’ye
göre Yavuz Selîm’le katıldıı Mısır seferinde ölmütür. Yavuz Selîm, Mısır
sultanı Kansu Gavri’ye bir mektup göndermek gerektiinde “imdi Cafer Çelebi
sa olsaydı bu mektubu yazardı” demi, etrafındakiler “Kardei Sahn müderrisi
Sa’dî Çelebi’nin de inası iyidir” diyerek Sa’dî Çelebi’yi tavsiye etmilerdir.
Bunun üzerine çavu gönderilip Saray’a çarılan Sa’dî Çelebi öldürüleceini
*
*
715
716
717
718
Samiye nceolu, Revânî Dîvânı’nın Edisyon Kritik ve Transkripsiyonu, stanbul 1961 [Bitirme Tezi].
Rıdvan Canım, Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve retnâme, Akça Yayınları, Ankara 1998.
Kaynaklar: Köksal 2001: I/254-55, III/3011-12; Sehî Bey 1980: 148-49; Latîfî 1990: 372-76, 2000:
278-81; Âık Çelebi 1994: II/776-81; Hasan Çelebi 1989: I/419-23; Beyânî 1997: 105-7; sen 1994:
176-77; Kâtib Çelebi, trhs.: I/790; Müstakimzâde 1928: 560; Mehmed Süreyyâ 1311: II/420;
emsettin Sâmî 1996: 2306; Bursalı 1333: II/180; Nâil Tuman: I/377-78; Gibb 1999: I-II/502-20;
Canım 1995: 91-99; pekten 1988a: 384, 1996: 69-70; entürk 1999: 161-67.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 135-6; Latîfî 1990: 385-6; sen 1994: 180; Hasan Çelebi 1989: II/554-5;
Beyânî 2997: 148-9; Kâtib Çelebi trhs.: I/796; Bursalı 1333: II/278; Nâil Tuman: II/541; emsettin
Sâmî 1996: IV/2935; pekten 1988a: 398; Levend 1956: 22.
*
427
427
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
sanarak ailesi ve dostları ile helalleip Padiahın huzuruna çıkmıtır. Kendisinden
bir mektup yazması istendiinde, evine dönüp sabaha kadar çalıarak mektubu
yazmıtır. Arapça inasını pek beenen Padiah otuz bin akçe ihsan ettii gibi
maaına zam ve aır hediyeler vermek suretiyle Cafer Çelebi’nin ölümünden
duyduu üzüntüyü biraz olsun gidermek istemitir. Arapça, Farsça ve Türkçe
iirleri vardır. Kaynaklar özellikle Arapça iirlerinin çok güzel olduunu, Türkçe
iirlerinin ise mehur olmadıını kaydederler. Arapça birçok risale yazmıtır.
nâda da yetenei vardır. Beyânî, kardei Cafer Çelebi’nin inâsının halkın
houna gittiini, ancak Sa’dî’ninkinin ustaca olduunu, bilginlerin takdirini
kazandıını söyler.719
Sâgarî (ö. 927/1520): Edirneli olup asıl adı Mustafa’dır. Kazzaz Ali sanıyla
tanınmıtır. Aırı içki dükünlüünden dolayı bu mahlası almıtır. Dönemin
büyük musiki ustalarından olup, hem çalmada, hem de söylemede çok
yetenekliydi. Uzun bir ömür sürmü ve yaı doksanın üzerindeyken Kânûnî
dönemi balarında ölmütür. iiri ve musikideki ustalıı sebebiyle Yavuz’un
takdirini kazanıp meclislerine girmi, saz çalmı iir söylemitir. iirlerinin çou
hezel tarzındadır. Bunları toplayarak divan tertip etmitir. Mezar taına yazılacak
iirini de hazırlamıtır.720
Sâ’ilî: Cüveynlidir. Dervi olup az konuan biridir. iir ve telifatı çoktur.
Kazvînî Mecâlisü’n-nefâ’is tercümesinde, Anadolu ’da olduunu ve kâtipler
zümresi arasında yer aldıını kaydetmektedir. Zamanının çounu kendi iirleri
ile eserlerini yazarak geçirmitir. Bostân ve Gülistân’a cevap yazmıtır. Hiciv de
söylemitir. Ömrünü oruç tutarak geçirmi, hayvan eti yememi, sultanın kitabet
ulufesiyle geçimini salamıtır. rticalen iir söylemitir.721
Sa’yî: Latîfî’ye göre, stanbul’da; Hasan Çelebi, Beyânî, Âlî ve Riyâzî’ye
göre Prizren’de domutur. Molla Hamdî’nin kız kardeinin olu, âir
Nehârî’nin kardeidir. Tahsilini tamamladıktan sonra, Fâtih Sultân Mehmed
zamanında sarây-ı hümâyûn muallimi olmu, daha sonra Prizren’e giderek uzlete
çekilmi ve Dülger-zâde’nin sohbetlerine katılmıtır. Bir gazelinin dönemin
padiahı II. Bâyezîd tarafından beenilmesi üzerine saraya davet edilmi, fakat o
bu daveti kabul etmemitir. Sehî Bey, Yavuz Selîm tahta geçince Sa’yî’yi
saraydaki gılmanlara hoca yaptıını söylemektedir. Kaynaklarda, Yavuz Selîm
dönemi sonlarında veya Kânûnî Sultân Süleymân dönemi balarında öldüü
kayıtlıdır. iir ve inâsıyla tanınmıtır. Arapça , Farsça ve Türkçe iirleri vardır.
*
*
*
*
719
720
721
*
*
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 99; Latîfî 1990: 390-1, 2000: 303; Âık Çelebi 1994: II/531-2; Hasan
Çelebi 1989: I/462-4; Beyânî 1997: 121-2; Mecdî 1989: 337-38; Mehmed Süreyyâ 1311: III/25;
emsettin Sâmî 1996: IV/2573; Bursalı 1333: I/263; Müstakimzâde 1928: 149; Nâil Tuman: I/42829; pekten 1988a: 405, 1996: 77-78.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 396-99, 2000: 291-95; Âık Çelebi 1994: 503-4; Hasan Çelebi 1989: I/44445; Beyânî 1997: 115-16; sen 1994: 225; Mehmed Süreyyâ 1311: III/3; emsettin Sâmî 1996:
IV/2483; Nâil Tuman: I/403; Canım 1995: 82-85; pekten 1988a: 412-13, 1996: 75.
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 67, 241; 1961: 102; Hayyâmpûr 1368: I/437; Kartal 2000: 33.
428
428
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Kaynaklar âirliini ve iirlerini övmektedir. Camilerde okunan bir Ta’rîfât’ı ile
gemicilik ıstılahı ile ilgili bir kasidesi vardır.722
Sedîd Tabîb-i Kazvînî: Kazvinlidir. Uzun müddet Edirne’de Hâssa-i
Sultânî-i Osmânî’de tabiplik yapmıtır. “Hezzâl (zayıflık)” hastalıında uzman
olup Farsça iirleri vardır.723
Sehî Bey: Asıl adı bilinmeyen âir, Anadolu sahasında yazılan ilk âirler
tezkiresi Het-Behit724’in müellifidir. Edirneli olup âir Necâtî Bey’in
damadıdır. Âlî, âirin devirme olduunu söylemektedir. ehzâde Mehmed’le
birlikte Manisa’ya gitmi, ehzadenin ölümünden sonra stanbul’a dönerek divan
katiplii yapmıtır. Kânûnî’nin tahta çıkması üzerine tevliyetle stanbul’dan
Edirne’ye gönderilmitir. Edirne’de Dârülhadis mütevellisi olan âir, bu
görevindeyken 945/1538-40’ta Het-Behit adını verdii âirler tezkiresini
padiaha sunmu, 1548’de Edirne’de ölmütür. âirin Het-Behit’ten baka
Türkçe Dîvân725ı vardır. Sehi Bey, gerek devrinde gerekse sonra alâka ve takdir
uyandırmamıtır.726
Sultân Bedîuzzamân: Hüseyin Baykara’nın oludur. Babasının vefatından
sonra kardei Muzaffer ile mütereken tahta çıkmıtır. Kardeinin vefatından
sonra Özbeklerin hücumu üzerine âh smâ’îl’e iltica etmi ve Tebriz sarayında
yaamaya balamıtır. Zamanının seçkini, güzel ahlâkta esiz, kemal sahibi,
bezm ve rezmin bî-naziri, cömertlikte ise Hâtem-i Tâyî gibi biridir. Yavuz,
Sultân Bediuzzaman Mîrzâ’yı Tebriz’den stanbul’a getirmitir. Güzel iirleri
olan Bediuzzaman Mîrzâ, bugün Herat tahtının kendisine miras kalacaı
ümidiyle yaamı, ancak tam umuduna kavuacakken stanbul’da vebadan ölmü
ve Eyüb’e defnedilmitir.727
Sun’î: Asıl adı Mustafa’dır. skender Paa’nın oludur. Beyler arasında
skender Paa olu Mustafa Bey lakabıyla tanınmıtır. Yavuz Selîm Çaldıran
*
*
*
722
723
724
725
726
727
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 151-2; Latîfî 1990: 402-3; sen 1994: 178; Hasan Çelebi 1989: I/474-5;
Beyânî 1997: 125; Riyâzî: 85b-86a; Mehmed Süreyyâ 1311: III/50; emsettin Sâmî 1996: IV/2570;
Nâil Tuman: I: 441-41; pekten 1988a: 428-9; Fâik trhs.: 259-60.
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 381; Hayyâmpûr 1368: I/443-4; Kartal 2000: 35.
Sehî Bey, Tezkire “Het-Behit”, (Hzr. Mustafa sen), Tercüman 1001 Temel Eser: 152, stanbul
1980; Günay Kut, Het-Behit The Tezkire by Sehî Beg, Harward 1978.
Paris, Biblioteque Nationale, Suppl.360; Kut, Günay Kut, “Sehi Divanı”, Çevren, Yıl: VI, Sayı: 20,
Aralık, 1978, ss. 23-43.
Kaynaklar: Köksal 2001: I/264-65, III/3013; Latîfî 1990: 407-8, 2000: 314; Âık Çelebi 1994: II/55052; Hasan Çelebi 1989: I/493-95; Beyânî 1997: 131-32; Kâtib Çelebi trhs.: I/793; sen 1994: 179,
1997; Mehmed Süreyyâ 1311: III/115; emsettin Sâmî 1996: IV/2706; Bursalı 1333: II/225; Nâil
Tuman: I/458; Mehmed Hâlid 1339; Babinger 1934; Kut 1984; Gövsa trhs.: 347; Akün 1980; BTK
1986: IV/152-8; Canım 1995: 127-30.
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 127-8, 315-6; 1961: 203-4; Dânimend 1948: II/15.
429
429
YAVUZ SULTAN SELÎM DÖNEM EDEBYATI
AHMET KARTAL
savaındaki kahramanlıını ve yiitliini görüp kendisini Trablus sancaına bey
olarak atamıtır. Latîfî, iirlerinin iyi olmadıını söyler.728
Sûzî: Üsküp yakınındaki Prizren kasabasında domutur. Örenimini yarım
bıraktıktan sonra Nakibendî tarikatına girmitir. Mihal oullarından Ali ve
Mehmed Bey’lerin hizmetinde bulunmutur. Bir ara kadılık yaptı. Sûzî Mehmed
Bey’in yanından memleketi Prizren’e döndükten sonra, lyas Hoca
mahallesinde, Bistritza suyu kenarında bir mescit ile bir dersane yaptırmı,
ölümüne kadar kendi mescidinde imamlık ve müezzinlik, dersanesinde de
öretmenlik yapmıtır. âir, Yavuz tarafından 1512-1520 tarihli “temlik-name”
ile kendisine verilen Prizren yakınlarındaki Grajdanik çiftliini, mescit ile
dersanenin idaresi için vakfetmitir. “Vakfiye” 919/1513 tarihinde yazıldıına
göre, âir bu tarihten önce Mehmed Bey’in yanından ayrılmı demektir. iirleri
lirik ve temizdir. Mihal olu Ali Bey’in Bosna uçlarındaki gazalarını729
nazmetmitir. 730
Sücûdî: Latîfî’ye göre Pritineli, dier kaynaklarca Kalkandelenlidir. Pîrî
Paa ve Cafer Çelebi tarafından yetitirilmi, divan kâtibi, sonra silahdar kâtibi
olmutur. Rind-mereb, derya-dil bir kimse idi. Çok içki içtiinden dolayı
kendisine Sucu iti derlermi. Yavuz Selîm Mısır seferine çıkarken fetihlerini
yazmak üzere Sücûdî Ve Tâli’î’yi de beraberinde götürmütür. Sefer sırasında
Revânî’nin sunduu “berf” kasidesinin hoa gitmemesi üzerine u beyti
söylemitir: Sovuk sözlerle tondurdun cihânı / Bauna tolular yagsun Revânî.
shak Çelebi’nin Selîm-nâme’sine zeyl olarak, Mısır fethine kadar yazdıı Selîmnâme’si Padiah tarafından beenilmemitir. Kânûnî devri ortalarında hacca
giderken yolda ölmütür. Latîfî iirde pek yetenekli olmadıını ve “kendi
hâlince” nesri bulunduunu söylerken, Sehî Bey ve Âlî iirini övmekte ve çok
sayıda gazele sahip olduunu bildirmektedir.731
Sürûri-i Acem: Sürûrî-i arkî veya Acem Sürûrî diye anılır. ran’dan
Anadolu’ya gelen âirlerdendir. Latîfî onun için bazılarının aslında Anadolulu
olduunu söylediklerini kaydetmektedir. Anadolu’ya bir mansıp elde edebilmek
ümidiyle gelmesine ramen buna kavuamamı ve ömrünü seyahatlerle
*
*
728
729
Kaynaklar: Latîfî 1990: 415-16, 2000: 560-61; Hasan Çelebi 1989: I/568-69; sen 181; pekten
1988a: 455.
Agâh Sırrı Levend, Gazavât-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey’in Gazavât-nâme’si, Türk Tarih
Kurumu Yayınalrından/XI. Seri, No. 8, Ankara 1956, ss. 179-361.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 194-95; Latîfî 1990: 421-25, 2000: 311-14; Âık Çelebi 1994: II/548-50;
Hasan Çelebi 1989: I/491-93; Beyânî 1997: 130-31; sen 1994: 178-79; Nâil Tumân: I/457; Bursalı
1333: II/231; Mehmed Süreyyâ 1311: III/114; emsettin Sâmî 1996: IV/2684; pekten 1988a: 45657; entürk 2002: 112-16.
Kaynaklar: Köksal 2001: I/270-71, III/3014; Sehî Bey 1980: 192; Latîfî 1990: 420-21, 2000: 29697; Âık Çelebi 1994: II/507-8; Hasan Çelebi 1989: I/449-50; sen 1994: 177-78; Mehmed Süreyyâ
1311: III/9; emsettin Sâmî 1996: IV/2538; Nâil Tuman: I/415; pekten 1988a: 457, 1996: 70-71;
Babinger 1992: 61-62; entürk 2002: 112-16.
*
730
731
430
430
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
geçirmitir. Yavuz devrinde âh smâ’îl’in yanında iken ölmütür. Muhayyel
iirleri vardır. Özellikle gazelde esizdir. Âlî iirlerinin beenildiini ve çok sayıda
lügaz yazdıını bildirmektedir.732
âh Çelebi (ö. 929/1522): Bursa’da domutur. Fenârî-zâde Alâüddîn Ali
Çelebi’nin olu, Muhyiddîn Çelebi’nin büyük kardeidir. Yavuz ve Kânûnî
dönemlerinde kazaskerlik yapmıtır. Sehî Bey iirlerinin tatlı sözlerinin açık ve
güzel olduunu kaydeder.733
âh Kasım (ö. 949/1542): Tebrîz’de domutur. eyh Mahdûmî’nin
oludur. Yavuz Sultân Selîm Tebrîz’e gittiinde, hocası Halîm Çelebi, eyh
Mahdûmî’nin hizmetinde birkaç gün kalarak âh Kasım’la tanımı ve Padiaha
da tanıtmıtır. Yavuz Selîm, âh Kasım’ı dönerken yanına alarak stanbul’a
getirmitir. Meclislerine kabul edip, iltifatını göstermi ve daima yanında
gezdirmitir. Edirne’de bir mecliste padiahın emri ile bazı ayetleri tefsir edince,
çok memnun kalan Sultân Selîm, Kasım’a 40 akçe ukufe balamıtır. Kânûnî
Sultân Süleymân devrinde de himaye görmü ve itibarı daha da artarak ulufesi
100 akçeye çıkarılmıtır. Kânûnî döneminde ölmütür. Ölüm tarihi Sicill-i
Osmânî’de 945/1538-39, Âık Çelebi’de 946/1539-40, Ahvâl u Âsâr-ı Honuvîsân ve Dânimendân-i Âzerbaycan’da ise 948/1541-42 olarak gösterilmitir.
Farsça ve Türkçe iirleri vardır. iirlerinin çou Farsça’dır. Çok az Türkçe iir
söylemitir. Kânûnî’nin ekali üzerine mensur bir eser yazmaya balamı, ancak
bitirememitir. Ayrıca yarım kalmı bir Osmanlı tarihi vardır.734
âh Mehmed (ö. 926/1520): Kazvin’de domutur. Celâleddîn Devvânî’nin
örencisi oldu. Özellikle tıp alanında mehur oldu. Medine’ye gitmi, orada
yazdıı tıpla ilgili bir kitabı Sultân II. Bâyezîd’e göndermitir. Daha sonra
Mısır’a gitmi ve orada Kansu Gavri’nin hizmetinde bulundu. Sultân II.
Bâyezîd’in nikris hastalıını tedavi için daveti üzerine stanbul’a gelmi, sarayda
büyük itibar görmütür. Bunu çekemeyenlerin, “Sultân Selîm ile ittifak etmitir.”
diye nifak etmeleri üzerine itibarını kaybetti, ancak Yavuz Sultân Selîm devrinde
yeniden himaye görmütür. Onun ölümünden hemen sonra vefat etmitir.
Hekimlii yanında tefsir ve hadiste ve edebî ilimlerde üstat olan ah Mehmed,
Yavuz Selîm’in meclislerine ve sohbetlerine girmi, padiahın musahip ve
nedimlerinden olmutur. Sultân Selîm’in son zamanlarında Mısır’a gitmi,
Padiahın hastalıını duyunca, iyileecei umuduyla stanbul’a bir mektup
göndermitir. Farsça iirleri vardır. Ayrıca Yavuz’un emriyle Ali îr Nevâyî’nin
*
*
*
732
733
734
Kaynaklar: Latîfî 1990: 425-27, 2000: 300-1; Âık Çelebi 1994: 520-21; Hasan Çelebi 1989: I/456-57;
sen 1994: 178; Kâtib Çelebi trhs.: I/792; Mehmed Süreyyâ 1311: III/12; emsettin Sâmî 1996:
IV/2558; Nâil Tuman: I: 419-20; pekten 1988a: 461; Kurnaz 1997: 68-69, 1999: 57-59; Köksal 2001:
I/271, III: 3014.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 70-71; Belî 1998: 248-49; pekten 1988a: 461.
Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/791-4; Mecdî 1989: 454-5; Mehmed Süreyyâ 1311: III/132; Nâil
Tuman: II/478; Kurnaz 1997: 86, 1999: 85; pekten 1988: 463-4; Terbiyet 1314: 188-9; Beyânî 1363:
I-II/289-90.
431
431
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
Mecâlisü’n-nefâis735’ini, daha sonraki bazı âirleri de ekleyerek Farsça’ya
çevirmitir.736
âhî: smâ’îl-i Erdebilî’nin mürididir. Yavuz Sultân Selîm zamanında
Anadolu ’ya gelmitir. âhî-i arkî diye tanınmıtır. Dönemin ünlü
âirlerindendir. Farsça ve Türkçe iirleri vardır. Türkçe iirleri Nevâyî tarzını
andırır. Ayrıca Deryâ-yı Ebrâr’a nazire yazmıtır.737
ehdî: Antakya’da domutur. Helvacı olduu için bu mahlası almıtır.
Yavuz Sultân Selîm dönemi sonlarında ölmütür. Latîfî iirlerini över.738
ehîdî: Niksar’da domutur. Asıl adı Kasım’dır. Hz. Peygamber neslinden
olduu için Seyyid Kasım sanıyla tanınmıtır. yi bir tahsil görerek devrin âlim
ve fazıllarından olmutur. Yavuz Sultân Selîm Trabzon’da ehzâde iken ona
intisap etmi739 ve onun musahiplerinden olmutur. Saltanatı döneminde oldukça
iltifat görmütür. Güzel iirleri bulunduunu söyleyen Sehî Bey, Farsça iir
söylemeye de kadir olduunu bildirmektedir.740
emsî: Latîfî’ye göre Seferihisarlı, dier kaynaklara göre Acem’den
Anadolu ’ya gelmitir. Iık ems sanıyla tanınmıtır. Yavuz döneminin
sonlarında öldüü tahmin edilmektedir. Dîvân’ı ve Yavuz’a takdim ettii Dehmurg741 isimli mesnevisi vardır. Padiah eseri pek beenmi, hediye ve caizeler
vermitir. Yavuz Selîm devri sonlarında ölmütür.742
emsî (ö. 926/1519): Bursalıdır. Kara emsî diye tanınmıtır. Yavuz Sultân
Selîm Arap diyarına fetih için yürüdüü sırada Kefe kadısı idi. Döneminde
iirleriyle tanınmıtır.743
emsuddîn-i Berda‘î: Mahlası Hamdî’dir. Halk arasında Mollâ-zâde ve
Berda‘î-zâde diye mehurdur. erh-i Ìsâgocî’ye haiyesi olan Mevlânâ
*
*
*
*
*
*
*
735
736
737
738
739
740
741
742
743
Mîr Nizâmeddîn Alî îr Nevâî, Mecâlisü’n-nefâis, (be-Sa’y u htimâm: Ali Asgar Hikmet), Tehrân
1323, ss. 179-409.
Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/794-8; Hasan Çelebi 1989: I/511-3; Mecdî 1989: 341-2; Mehmed
Süreyyâ 1311: IV/109; Nail Tuman: II/913; emsettin Sâmî 1996: 1970; Kurnaz 1997: 71-2, 1999:
96-7; pekten 1988a: 464; Kurdolu 1967: 78-80; Taberî 1372: 352.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 427-8, 2000: 322-23; Hasan Çelebi 1989: I/513-4; emsettin Sâmî 1996:
IV/2839; Nâil Tuman: II/480; Kurnaz 1997: 83-5, 1999: 59-60; Hayyâmpûr 1368: 492.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 433-34, 2000: 336-37; Hasan Çelebi 1989: I/527; emsettin Sâmî 1996:
IV/2887; Nâil Tuman: II/511; pekten 1988a: 472.
Mehmed Süreyyâ, Trabzon’da Kânûnî Sultân Süleyman’a intisap ettiini söyler. Bak. C. III, s. 181.
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 172-3; Âık Çelebi 1994: II/818; Hasan Çelebi 1989: I/529; Süreyyâ 1311:
III/181; Nâil Tuman: II/516; emsettin Sâmî 1996: IV/2892; pekten 1988a: 472; Köksal 2001: I/275;
III/3015.
Hasan Aksoy, Dervi emseddin, Kuların Münazarası – Deh Murg-, stanbul 1998.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 441-42, 2000: 331-32; Âık Çelebi 1994: II/806-7; Beyânî 1997: 137-38;
Hasan Çelebi 1989: I/521; Nâil Tuman: II/501; emsettin Sâmî 1996: IV/2873; Mehmed Süreyyâ
1311: III/170; pekten 1988a: 475-76.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 438, 2000: 329; Hasan Çelebi 1989 II/520; Beyânî 1997: 138; sen 1994:
180; Belî 1998: 478; Nâil Tuman: II/497-98; emsettin Sâmî 1996: IV/2873; Mehmed Süreyyâ
1311: III/162; pekten 1988a: 476.
432
432
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Muhammed-i Berda‘î’nin oullarındandır. Mollâ-zâde, fazilet ve çeitli ilimlere
mâlik bir kiiydi. Tefsîr-i Kâdî, erh-i Hidâye, Hikmet, Mîrek Cengi ve Âdâb-ı
Bahs-i Mes‘ûdî gibi mehur eserlere hâiye yazmıtır. 917/1511-12 tarihinde
Horasan ’dan Anadolu ’ya gelmitir. Yavuz Selîm ona hürmet ve tazim
göstererek Hâssa Olanlara muallim tayin etmi ve çeitli ihsanlarda
bulunmutur. Farsça güzel ve ho iirleri vardır.744
evkî: Bursalı olup asıl adı Mehmed’dir. Yavuz Selîm Trabzon’da ehzade
iken defterdarı Fenârî ems’in hizmetinde yetimi, bu münasebetle Yavuz’un
dikkatini çekmi ve himayesini kazanmıtır. Bir zaman ehzadenin yakınında
kalan ve edebî harekete itirak eden âirlerle beraber olan evkî, sonra yine onun
himayesi ile Bursa’da Sultân Osman ve Orhan türbelerine türbedar tayin
edilmitir. Yavuz cülusundan birkaç ay sonra Bursa’ya geldiinde kalabalık
arasında evkî’yi görmü ve yanındaki Zeynel Paa’ya “bu bizim evki deil
mi?” diye sormu, Paa’nın “hayır deildir, o ölmütür” cevabını alınca atını
mahmuzlayıp yürümütür. evkî bu hadiseyi daima anlatırmı. Yavuz’un
cülusundan sonra, himayesinden uzak kalmıtır. evkî’nin Bursa’da bir sahaf
dükkanı varmı. Firdevsî’nin Süleymân-nâme’sini kısaltmaya uraarak ömrünü
tüketmi ve eseri meydana çıkaramadan ölmütür. evkî, Emîr Sultân
menkıbelerini derlemitir.745
eyh Abdullâh-ı ebusterî: Gülen-i Râz müellifi eyh Mahmûd-ı ebusterî’nin oludur. iirlerinde Niyâzî mahlasını kullanmıtır. Her ilimde, özellikle
riyazette maharet sahibiydi. 926/1520 yılında Semerkand’dan Anadolu ’ya
gelmitir. Yavuz Selîm ona hürmet ve tazim gösterirmitir. Kendisine her gün
için 30 akçe ulufe balanmı, ayrıca her iki veya üç ay için de 5000 akçe ihsan
edilmitir. eyh Abdullâh-ı ebusterî, devamlı Yavuz Selîm’in önünde gidermi.
Padiah ona hürmet eder, huzurunda ayaa kalkarmı. em‘ u Pervâne746 isimli
mesnevîsi ile muammanın kaideleri ile ilgili risalesini Sultân Selîm adına
yazmıtır. Güzel ve ho iirleri vardır.747
îrî: stanbullu olup asıl adı Ali’dir. Sadrazam Hersek-zâde Ahmed Paa’nın
oludur. Yavuz Selîm’in sancak verdii gözde yiitlerden biriydi. Âık Çelebi
bizzat padiahın himayesinde yetitirildiini kaydetmektedir. Kânûnî devrinde
kapıcıbaılıktan sancakbeyliine terfi etmi, bu makamda iken genç yata
*
*
*
*
744
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 370-77; Kartal 2000: 35.
Kaynaklar: Âık Çelebi 1994: II/816-17; Hasan Çelebi 1989: II/537-38; Beli 1998: 478-79;
Mehmed Süreyyâ 1311: III/172; emsettin Sami 1996: IV/288; Bursalı 1333: III/72; Nâil Tuman:
II/508; pekten 1988a: 480, 1996: 209.
746
Mehmet Kanar, Fehmî ve ebisterî’den em ve Pervane, nsan Yayınları: 106, rfan Dizisi: 1, stanbul
1995.
747
Kaynaklar: Alî îr Nevâî 1323: 366-69; Deyhîm 1367: I/537-39; Terbiyet 1314: 266-67;
Hayyâmpûr 1368: II/620; Kartal 2000: 35.
745
433
433
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
yakalandıı bir hastalık neticesinde ölmütür. Sehî Bey, mesnevi üzerinde çok
çalıtıını bildirmektedir.748
ükrî: Bitlis’te domutur. Tahsilini tamamladıktan sonra kadılık, müftülük
ve müderrislik görevlerinde bulundu. Herat ve Gilan gibi iki büyük Asya kültür
merkezini gezmi ve birçok ilimle megul olmutur. Yavuz tahta geçince
stanbul’a gelerek ona bir kaside sunmu ve iltifatını kazanmıtır. Selîm’in
meclislerine girerek onun sohbetlerinde bulunmutur. Padiah tarafından
Diyarbakır havalisinde bir zeamet ile mükafatlandırılmıtır. ükrî, Yavuz
Selîm’in yanında seferlere katılan ve Dulkadır Türkmen Beylii’ne tayin edilen
ehsüvarolu Ali Bey’in anlattıklarına göre bir Selîm-nâme yazmıtır. Ali
Bey’in ölümü üzerine, yerine geçen Koçi bin Halîl, uzun yıllar Yavuz Selîm’in
yanında bulunduunu ve eserin birçok tarihî yanlılıklarla dolu olduunu
söyleyince, ükrî Selîm-nâme’749yi yeni batan Koçi Bey’in anlattıklarına göre
yazmıtır. ükrî, Türkçe , Farsça , Ermenice , Arapça , Kürtçe ve Hindçe’yi bilip
onlarla iir söylemitir. Onun hakkında bilgi veren kaynakların çou onun
iirdeki baarısını takdirle karılamılardır.750
Tâli’î: Asıl adı Mehmed’dir. Âık Çelebi’ye göre Manisalı, dier kaynaklara
göre Kastamonuludur. Eitimini tamamladıktan sonra ehzade Mahmûd’un divan
katipliini yapmı, Yavuz döneminde yeniçeri katibi olmutur. Yavuz döneminde
bu görevde iken ölmütür. Mezarı stanbul’dadır. Yavuz’a sunduu iirlerle
takdirini kazanan âir, Sücûdî ile birlikte Mısır seferi tarihini yazmaa memur
edilmitir. Sık sık Sultanın meclislerine katılmı, sohbetlerde bulunmutur. Fakat
manzum ve mensur olarak yazdıı tarih Padiah tarafından beenilmemitir.
Ayrıca huzurunda azından kaçırdıı garip sözler yüzünden Padiahı gücendirmi
ve bundan sonra boynunun vurulmasından endie edip, türlü özürlerle
meclislerinden kaçar olmutur. ehzade Mahmûd’un yanındayken Necâtî, Sun’î
gibi Edirneli âirlerle tanımı, onlarla karılıklı iirler yazmı, Necâtî’den de son
derece etkilenmitir. Gazelleri hakkında bütün tezkire yazarlara ittifak hâlinde
övücü sözler kullanmılardır. Özellikle Latîfî “Türkçe söyleyen âirler arasında
Necâtî’ye benzer bir âir varsa o da budur” diyerek onu özel bir yere koyar. O da
Necâtî gibi iirlerinde atasözlerine yer vermitir. Yalnız Âık Çelebi, Sücûdî ile
*
*
*
*
*
748
749
750
Kaynaklar: Köksal 2001: I/278-79, II/497-98, 809; Sehî Bey 1980: 84; Latîfî 1990: 452-53, 2001:
345-47; Âık Çelebi 1994: 825-27; Hasan Çelebi 1989: I/539-40; Beyânî 1997: 144; emsettin Sâmî
1996: IV/2898; Nâil Tuman: II/525; pekten 1988a: 489.
Mustafa Argunah, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, Erciyes Üniversitesi Yayınları No: 100, Kayseri
1997. Ahmet Uur– Mustafa Çuhadar – Ahmet Gül, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, sis Yayınları,
stanbul 1995.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 456, 2000: 325-27; Hasan Çelebi 1989: I/519; sen 1994: 233-5; Âık
Çelebi 1994: II/802-6; Nâil Tuman: II/494; Mehmed Süreyyâ 1311: III/155; Bursalı 1333: III/72;
emsettin Sâmî 1996: IV/2864; Babinger 1992: 58-9; Erünsal 1984: 9; Argunah, 1986, 1988, 1994;
Uur 1981; BTK 1986: III/286-8.
434
434
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
beraber bir Selîm-nâme yazma iine giritiini, ancak eserin berbatlıından bunu
ortaya çıkarmadıını kaydetmektedir. Tâli’î’nin divanı vardır.751
Ulvî: Bursa’da domutur. Yeganoglu sanıyla tanınmıtır. Tahsilini
tamamladıktan sonra müderris olmutur. Bursa’da müderris iken Yavuz
döneminde ölmütür. Hasan Çelebi, örenimini yarıda bırakarak ömrünü
ibadetle geçirdiini söyler. iirleri tasavvufî ve didaktiktir. Latîfî iirlerini över.
Âık Çelebi ise iirlerinin tekellüf ve tasannudan uzak olduunu belirtir.752
Vahyî: znikli olup Vahyî-i Evvel diye anılmaktadır. Eitimini
tamamladıktan sonra kadı olmutur. Âık Çelebi gençliinde Diyarbakır ve
ran ’a gidip uzun müddet kaldıını hatta o yöre ive ve terimlerinin iirlerinde
de görüldüünü bildirmektedir. Latîfî’ye göre Yavuz Selîm devri sonlarında
ölmütür. Nasûhî’nin takvimine de kaynaklık eden mensur bir Takvîm’i vardır.
Âık Çelebi bu Takvîm’den örnekleri tezkiresinde aktarmıtır. Latîfî’ye göre
muhayyel iirleri vardır.753
Visâlî: Aydınlı olup asıl adı Îsâ’dır. II. Bâyezîd ve Yavuz zamanlarında
Edirne’de saray hocalıı yapmı, bu görevindeyken ölmütür. âirler arasında
adının Îsâ olmasından dolayı hristiyan ve sünnetsiz olduu da söylenmitir. Sade
Türkçecilikten söz edilince ismi anılan üç âirden biri budur. Latîfî ve Hasan
Çelebi Divan’ından baka mahbûbların isimlerinin her biri için alfabetik olarak
söylenmi gazelleri olduunu söylemektedir. Edirneli Nazmî’nin Mecma’ü’nnezâ’ir’inde yer alan iirlerinden bir kısmını bu tür gazeller oluturmaktadır.
Sehî Bey terbiye sınırlarını aan iirler yazan Visâlî’nin iirlerini tatsız ve can
sıkıcı bulmaktadır. Ancak Sehî Bey de dahil olmak üzere tezkire yazarları âirin
iir sanatını hakkıyla bildii ve bu yüzden dier âirlerin iirlerine teknik yönden
türlü müdahalelerde bulunduundan bahsetmektedirler. Visâlî’nin Türkçe
iirleri754 Ahmet Mermer tarafından yayımlanmıtır.755
Zamânî: Edirneli olup lakabı Kız Memi’dir. Kaynaklar genç yata Yavuz
Selîm devri sonlarında vefat eden âirin iir söyleme konusunda büyük bir
*
*
751
752
753
754
755
Kaynaklar: Köksal 2001: I/280, III/3016; Sehî Bey 1980: 150; Latîfî 1990: 458-60; 2000: 372-74;
Âık Çelebi 1994: I/320-22; Hasan Çelebi 1989: II/580-82; Beyânî 1997: 156-57; sen 1994: 181;
Kâtib Çelebi, trhs.: I/798; Mehmed Süreyyâ 1311: III/241; Nâil Tuman: II/580-81; emsettin Sâmî
1996: IV/2989; pekten 1988a: 502, 1996: 72.
Kaynaklar: Latîfî 1990: 467-68, 2000: 400-1; Âık Çelebi 1994: II/602-4; Hasan Çelebi 1989:
II/691-92; Kâtib Çelebi trhs.: I/802; Mehmed Süreyyâ 1311: III/492; Bursalı 1333: II/304;
emsettin Sâmî 1996: IV/3174; Nâil Tuman: II/700; pekten 1988a: 510.
Kaynaklar: Köksal, 2001: I/282-83, II/533-34, III/1986, 2471-72; Latîfî 1990: 473, 2000: 561-62;
Âık Çelebi 1994: 274-75; Nâil Tuman: II/1161; pekten 1988a: 518.
Ahmet Mermer, “XV. Yüzyılda Yazılmı Bilinmeyen Bir Nazîre Mecmûası ve Aydınlı Visâlî’nin
Bilinmeyen iirleri”, Millî Folklor, Cilt: 7, Yıl: 14, Sayı: 56, 2002, ss. 75-94.
Kaynaklar: Köksal 2001: 284, III/3017; Sehî Bey 1980: 161-62; Latîfî 1990: 481-83, 2000: 562-63;
Hasan Çelebi 1989: II/1040-41; sen 1994: 169; Kâtib Çelebi trhs.: I/819; Mehmed Süreyyâ 1311:
IV/608; emsettin Sâmî 1996: VI/4687; Nâil Tuman: II/1166; pekten 1988a: 530
435
435
YAVUZ SULTAN
SELÎM
DÖNEM EDEBYATI
AHMET
KARTAL
yetenee sahip olduu kanaatinde birleirler. Latîfî Ahmed Paa’nın “ate”
redifli gazeline en güzel nazireyi Zamânî’nin yazdıını kaydetmitir.756
Zâtî (876/1471-72 – 953/1546-47): Asıl adı bazı kaynaklarda Bahî,
bazılarında Satılmı, Satı veya vaz olarak gösterilmektedir. Balıkesirli olup bir
çizmeci esnafının oludur. Latîfî’nin “ömrünün bir kısmını sarf ve nahiv
örenmeye sarf etti” sözlerinden, Âık Çelebi’nin biraz Farsça bildii, iirin ona
Allah vergisi olduu yolundaki ifadelerinden de iyi bir tahsil görmedii anlaılan
Zâtî, zeka ve kabiliyetiyle kendisini yetitirmesini bilmitir. Önceleri devlet
büyüklerine, hatta yılda birkaç kere padiaha sunduu kasidelerle geçimini çok
rahat bir ekilde salarken güçlü hamisi Ali Paa’nın öldürülmesi sonucu
koruyucusuz kalmı ve yoksul dümütür. Saırlıı sebebiyle devlet
kademelerinde görev verilmeyen Zâtî, ömrünün sonuna doru Bâyezîd
Camii’nin avlusuna bir dükkân açarak remilcilik, muskacılık yapmı, 953/154647’de ölmütür. Yavuz Selîm döneminde âirlerin üstadı olarak öhretini
korumutur. Yavuz’un cülusunda ona sunduu culusiyyesinin özellikle bir
beytini beenen Padiah ihsan ve hediyelerde bulunduu gibi, Bursa’da bir
köyde baılamıtır. Zâtî’nin sadece gazelleri 3 cilt hâlinde yeni Türk harfleriyle
yayımlanan Dîvân757’ından baka yine yayımlanmı Letâ’if758’i vardır. Ayrıca
tezkirelerin verdii bilgilere göre Hikâyet-i Ahmed ü Mahmûd, em’ ü
Pervâne759, Hüsrev ü îrîn, Ferruh-nâne, Siyer-i Nebî ve Mevlid’i vardır. Türk
Edebiyatının zirve âirlerinden biri olan Zâtî’ye eserlerinde en geni yeri veren
tezkire yazarları onu hakkıyla övmülerdir.760
Zeynel Paa (ö. 934/1527): Yavuz Selîm’in vezirlerinden biri olup kâmil ve
fazıl biriydi. Mahlasını Latîfî Zeynî, Hasan Çelebi ise Zeynelî olarak vermektedir.
Yavuz’la birlikte seferlere katılmı, Anadolu beylerbeyi olarak Mercidabık
muharebesinde ordunun sa tarafında bulunmutur. Kânûnî döneminde Kefe
sancaına mutasarrıf olmu ve bu görevde iken ölmütür. Farsça bilgisi ile mehur
*
*
*
*
756
757
758
Kaynaklar: Latîfî 1990: 491, 2000: 287; Hasan Çelebi 1989: I/431-32; Mehmed Süreyyâ 1311:
II/429; emsettin Sâmî 1996: IV/2420; Nâil Tuman: I/391; pekten 1988a: 542; Canım 1995: 79
Ali Nihad Tarlan, Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – I], stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını,
stanbul 1967; Ali Nihad Tarlan, Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – II], stanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayını, stanbul 1970; Mehmed Çavuolu – M. Ali Tanyeri, Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı
– III], stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, stanbul 1987; Cokun Ak – Mehmet
Akkaya (1993), Zâtî Divanından Seçme Gazeller, Balıkesir.
Mehmed Çavuolu, “Zâtî’nin Letâ’if’i I”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XVIII, stanbul
1970, ss. 25-51; Mehmed Çavuolu, “Zâtî’nin Letâ’if’i II”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
XXII, stanbul 1977, ss. 143-61.
Sadık Armutlu, Zâtî’nin em’ u Pervâne Mesnevîsi [nceleme-Metin], nönü Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Malatya 1998 [Yayımlanmamı Doktora Tezi].
Kaynaklar: Köksal 2001: I/288-89; Sehî Bey 1980: 187-88; Latîfî 2000: 262-67; Âık Çelebi 1994:
II/888-906; Hasan Çelebi 1989: I/382-93; Beyânî 1997: 97-98; sen 1994: 215-18; Kâtib Çelebi trhs.:
I/789; Mehmed Süreyyâ 1311: II/341; emsettin Sâmî 1996: III/2224; Bursalı 1333: II/176; Nâil Tuman:
I/284-85; pekten 1988a: 546-47, 1996: 75-76; Muallim Nâcî 1986: 199-205; entürk 1999: 235-46.
*
759
760
436
436
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
olan Zeynel Paa, ilimle ve âirle uramaktan zevk duyardı. Bundan dolayı âlim
ve âirlerle sıkı münasebeti olmutur. Epeyce iirleri vardır. Farsça ve edebî
bilgilerdeki kuvveti sebebiyle kimsenin iirini beenmez, hatalar bulurdu. Bir gün
Sultân Selîm meclisinde yine bir iiri tenkit edince padiah “senin mahlasın Dahlî
olsun diye latife etmitir. Sehî Bey ve Latîfî iirlerinin güzel olduunu
kaydeder.761
“Yavuz Sultân Selîm Dönemi Edebiyatı”, Arayılar-nsan Bilimleri
Aratırmaları-, yıl: 4, sy. 7-8, 2002, s. 105-52.
761
Kaynaklar: Sehî Bey 1980: 64; Latîfî 1990: 498-97, 2000: 288; Hasan Çelebi 1989: I/434-35; Nâil
Tuman: I/395; emsettin Sâmî 1996: IV/2449; Mehmed Süreyyâ 1311: II/436; pekten 1988a: 54950, 1996: 67-68.
437
437
TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI
TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT
ÇALIMALARI VE “TEZÂD” LE “TELMÎH”
SANATLARINA ELETREL BR BAKI
Duygu, düünce ve hayallerin okuyucuda heyecan, hayranlık ve estetik zevk
uyandıracak ekilde sözle ifade edilmesi sanatına edebiyat denilmektedir (Okay
1994: 395). Çok eski zamanlardan beri, hem Dou’da hem batıda birer sanat
mahsulü olarak kabul edilen bu tip eserlerin estetik bir deer taıdıkları
görülmektedir. Edebîlik vasfı taıyan ve belli bir ölçüde güzellie dayanan
eserler, dillere, kültür dairelerine, zaman ve devirlere göre, farklı ölçü ve
kaideler göz önünde bulundurularak deerlendirilmeye tâbi tutulmutur.
Özellikle edebiyatlar klâsikletikçe, yani zarifletikçe eserlere uygulanan ölçü ve
kaidelerde çok ince ayrıntılara inilmi ve bu teferruat sıkı bir kayıt altına
alınmıtır. te edebî eserlerin lafız, ekil ve mânâlarıyla alakalı olan bu ölçü ve
kaidelerinin toplanması retorik de denilen belâgatı meydana getirmitir (Diriöz
2002: 255).
Özellikle Klasik Türk edebiyatının slâmî bir edebiyat olmasından dolayı,
Arap ve Fars edebiyatlarında müterek kullanılan belâgat, bizde de Tanzimat'a
kadar geçerli tek ölçü olmutur. Hicret’in daha ilk asırlarından itibaren Kur'ân-ı
Kerim'in bütün yönleriyle incelenmeye balandıı görülmektedir. Özellikle de
Allah kelâmında (Kur’ân-ı Kerîm’de) bulunan kelimelerle mânâları arasındaki
münasebetleri tespit önem kazanmıtır. Hatta Araplar, Cahiliye dönemlerinde
bile kendi dillerine çok önem vermiler ve bu vesile ile baka milletlerden daha
üstün olduklarına inanmılardı. Böylece Kur'ân-ı Kerim'in icazı ve mecazları
üzerinde yapılan çalımalar neticesinde belâgat ilmi ortaya çıkmıtır. Bu ilmin
temelini Câhiz (ö. 255/869), Kitâbu'l-beyân ve't-tebyîn adlı eseriyle atmıtır.
Onu takiben bnü'l-mu'tezz (ö. 269/908), Kitâbu'l-bedî'; Ebu'l-hilâlü'l-askerî (ö.
395/1005), Kitâbü's-sınâ'ateyn; bnü Reîku'l-kayravânî (ö. 463/1070), El-umde;
Ebû Bekr Abdü'l-kahiri'l-cürcânî (ö. 471/1078), Esrârü'l-belâga fi'l-me'ânî ve'lbeyân adlı eserleriyle tedricen bu ilmin dairesini geniletmilerdir. Bu
çalımaların Farslar arasında da meyvesini vermeye baladıı görülmektedir.
Nitekim sırasıyla, Muhammed bin Ömerü'r-râdüyânî'nin Kitâbu Tercümâni'lbelâga (507/1114'ten önce)'sı, emsüddîn Muhammed bin Kaysi'r-râzî'nin
Kitâbu'l-mu'cem fî maayiri E'âri'l-acem (tlf. VII. Asrın baları), Reîdüddîn
*
*
438
438
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Vatvât (ö. 573/1177)'ın Hadâiku's-sihr fî Dakâ'iki'-i'r'i ve Kemâlüddîn Hüseyn
bin Aliyi'l-vâ'iz-i Kâifî (ö. 910/1504)'nin Bedâyi'ü'l-efkâr fî Sanâyi'i'l-e'âr'ı,
ran âir ve edipleri için birer kaynak olmutur. Bu alanda Araplar, Farslar ve
Türkler arasında en çok öhreti Sirâcüddîn Ebî Ya'kûb Yûsuf bin Ebî Bekri'ssekkâkî (ö. 626/1229)'nin Arapça kaleme aldıı Miftâhu'l-ulûm'u kazanmıtır.
Üç bölümden oluan bu eserde, aslında sarf, nahiv ve belâgattan
bahsedilmektedir. Eserin tamamı veya bölümleri, asırlar boyu birçok Arap, Fars,
Türk ve dier slâm âlimleri tarafından ya kısaltılmı ya da erh edilmitir
(Diriöz 2002: 255-56). Meselâ bunlardan Hatîb-i Dımıkî de denilen Celâlüddîn
Ebu'l-ma'âlî Muhammed bin Abdurrahmân bin Ömer bin Ahmed bin
Muhammed El-Kazvînî (ö. 739/1338-39), el-Miftâh'ın üçüncü bölümünü
Telhîsü'l-miftâh (Hatîb El-Kazvînî yty) adıyla muhtasar hâle getirmitir. Müellif
eserinin giri kısmında bu konuda unları söylemektedir (Hatîb el-Kazvînî yty:
1):
*
*
*
(Bu alanda) deerli, büyük âlim Ebû Yakûb es-Sekkâkî'nin yazdıı Miftâhu'lulûm'un üçüncü kısmı -tertibi en güzel, yazılıı tam, temel kuralları toplama
yönünden en zengini olduundan- belâgat alanında tasnif edilen mehur kitapların
fayda bakımından en büyüü idi. Ancak o da fazlalıktan, gereksiz uzatmadan ve
mulak ifadeden korunmu olmadıından kısaltılması mümkün, açıklama ve
ayıklamaya da muhtaç olduundan o (üçüncü kısım)daki kaideleri ihtiva eden,
(ispat için) kendisine ihtiyaç duyulan örnekleri ve ahit (beyit)leri de içeren özet bir
kitap yazdım. O (özet kitaptaki) aratırma ve düzenlemedeki gayretimi de eksik
etmedim. Bunu, onun tertibinden daha kolay anlaılır bir tertibe koydum.
steklilerin çabuk elde etmesi ve kolay anlaması için lafzını aırı kısaltmaya da
gitmedim. Bazı yazarların kitaplarında muttali olduum faydalı eyleri ve hiçbir
kimsenin ifadesinde -kendisine açıkça ve iareten- bulmadıım ek bilgileri de buna
ilâve ettim ve ona Telhîsu'l-miftâh adını verdim.
Aslından daha çok beenilen bu eser, Sa'deddîn et-Taftazânî (ö. 793/1390)
tarafından önce el-Mutavvel, daha sonra Muhtasaru'l-ma'ânî adıyla erh
edilmitir (Hatîb el-Kazvînî yty: IV). Telhîsu'l-miftâh ile onun en iyi erhi olan
el-Mutavvel, bizde Abdünnâfi Efendi ismiyle bilinen Adanalı ffet bin Mehmed
(ö. 1308/1891) tarafından tercüme edilerek en-Nef'ü'l-mu'avvel fî Tercemeti'ttelhîs ve'l-mutavvel adıyla H. 1290 tarihinde yayımlanmıtır. Daha önce Gelibolulu Mustafa Surûrî’nin 956/1553 tarihinde kaleme aldıı Bahrü’l-ma’ârif
(afak 1991), bizde edebiyat bilgileri veren ilk Türkçe çalımalardandır. Mevcut
bilgilerimize göre bizde edebiyat bilgilerine ve belâgata dair yazılmı ilk kitap
Diyarbakırlı Bardahî’nin eseridir (Bkz. Köksal 2003: 216). Alî b. Hüseyin
Hüsâmeddîn Amasî'nin Risâletün mine'l-arûz ve Istılâhi'-i'r'inde bazı edebî
terim ve sanatlara yer verilmitir (Cokun 2003). Müstakim-zâde ise Istılâhâtü’-i’riyye adlı risalesinde slâm akidesinde iir ve âirin konumu hakkında bilgi verdikten sonra aruz, îhâm, cinas, tecnis, tahmis, kafiye, kaside, takti, tercîbend gibi 59 edebî terimin tarifini yapmıtır (Tolasa 1986). Özellikle klasik
*
439
439
TÜRK EDEBYATINDA
BELÂGAT ÇALIMALARI
AHMET KARTAL
dönemde âir ve sanatkarlarımız belâgat konusunda tamamen Arapça ve
özellikle de Farsça kaynaklardan istifade etmilerdir. Ayrıca kendi aralarında
devam eden anane, sohbet ve tenkidlerden de yararlandıkları bilinmektedir.
Tanzimat döneminde ise, Arapça ve Farsça kaynakların yanında, Fransızca
retorik kitaplarından da istifade edilerek yeni açılmı olan askerî - sivil
mekteplerde okuyan örencilere güzel ve doru yazmanın, hitabetin yollarını
öretmek amacıyla iir ve edebiyat sanatları üzerine bazı eserlerin yazıldıı
görülmektedir. Kâimmakam Seyyid Süleymân Hüsnî (Süleymân Paa)'nin
Mebâni'l-inâ (c. I-II, stanbul 1288)'sı, Ahmed Cevdet Paa'nın Belâgat-i
Osmâniye (stanbul 1299)'si, Diyarbakırlı Sa'îd Paa 'nın Mîzânü'l-edeb (stanbul
1305)'i, Mehmed Celâl'in Osmanlı Edebiyâtı Numuneleri (stanbul 1312),
Muallim Nâcî'nin Istılâhât-ı Edebiyye (stanbul 1314)'si, Menemenli-zâde
Tâhir'in Osmanlı Edebiyâtı (stanbul 1315) bu tip eserlerden bazılarıdır. Bunlar
arasında Manastırlı Mehmed Rifat'ın Mecâmi'ü'l-edeb (stanbul 1308) adlı on
kitaptan oluan 3 ciltlik eserinin ayrı bir önemi vardır. Müellif her ne kadar yeni
kaynaklardan da istifade ettiini ifade etse de, onun özellikle edebî sanatların
tasnifinde hemen hemen El-Mutavvel, Hadâiku's-sihr gibi eski eserlerin
sisteminden ayrılmadıı görülmektedir. Bu arada Recaizade Mahmud Ekrem,
Ta'lîm-i Edebiyat (stanbul 1299) adlı kitabı ile edebî sanatlara farklı açıdan
bakarak edebî sanatlarla insan düünce ve psikolojisi arasında bir ba kurmu,
böylece Avrupaî Türk edebiyatının ruhuna uygun yeni bir yol takip etmitir.
Süleymân Fehmî'nin Edebiyat (stanbul 1325) ve Reîd (H. Nâzım)'in
Nazariyyât-ı Edebiyye (stanbul 1328) adlı eserleri Ta'lîm-i Edebiyat yolunda
yazılmı olup özellikle belâgat yönünden Servet-i Fünun edebiyatını ideal
gösteren yayımlardandır. Bu konuda ilmî deer taıyan eserlerden olan Edebî
San'atlara Dair (stanbul 1932), Ali Nihad (Tarlan) tarafından hocası Ali Ekrem
(Bolayır)’le yaptıı bir fikir münakaası neticesinde kaleme alınmıtır. Güzel
sanatları insanların hayatî bir fonksiyonu sayan Tarlan, sanat hadisesini sinir
sisteminin haz ve elem karısındaki çalıması sonunda uurda oluan
dalgalanmalara balar. Bahsettii edebî sanatları da psikolojik mahiyetlerine
göre tasnif eder. M. Kaya Bilgegil ise, Edebiyat Bilgi ve Teorileri I, Belâgat
isimli çalımasında eski belâgati, bütünüyle ve kadrosuna dokunmadan, yeni bir
tasnif ve yepyeni misallerle deerlendirmeye tabi tutmutur (bkz. Diriöz 2002).
Bu çalımaların dıında son zamanlarda konu ile ilgili yapılmı baka
çalımaların da bulunduunu burada belirtelim.
Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaılacaı gibi, belâgat bizde her
yönüyle aydınlatılmı bir konu deildir. Özellikle de, konunun hem aır oluu
hem de ilk kaynaklarına gidebilmek için iyi ekilde Arapça ve Farsça bilmenin
gerekliliinin, bunda etkili olduu görülmektedir. Yapılan çalımalar ise,
ekseriyetle Türkçeye tercüme suretiyle oluturulmu ve verilen örnekler de yine
çounlukla Arapça ve Farsça metinlerden seçilmitir. Bu da bizde yazılan
belâgat kitaplarının önce Arapça ve Farsça, Tanzimat’tan sonra ise kısmen
*
*
*
*
440
440
*
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Fransızca eserlerden hareketle hazırlandıını göstermektedir. Maalesef bizim
sanatkârlarımız tarafından kaleme alınmı metinlerden hareketle kısmen bir iki
çalıma hariç (bkz. Bilgegil 1980; Saraç 2001) telif edilen dört baı mamur bir
belâgat kitabı ortaya konulamamıtır. Bu da, konunun müphemlii noktasına etki
eden bir unsur olarak kendisini göstermektedir. Yoksa her milletin edebiyatının
iç dinamikleri vardır ve sanatkârlar bu dinamikler neticesinde yeni açılımlara ve
kullanımlara doru temayül göstermilerdir. Nitekim yukarıda zikrettiimiz gibi,
özellikle edebiyatlar klâsikletikçe, yani zarifletikçe eserlere uygulanan ölçü ve
kaidelerde çok ince ayrıntılara inilmi ve bu teferruat sıkı bir kayıt altına
alınmıtır. Bu noktada var olan sanatlara, yeni kullanım özelliklerinin eklendii
de dikkat çekmektedir. Bu hususiyet açık bir ekilde bizim Klasik
edebiyatımızda da kendisini göstermektedir. Ancak M. Fatih Köksal'ın dikkat
çektii gibi, Türkçe basılmı belâgat kitaplarında tespit edilebilen ve bugün
hepsi “edebî sanatlar” genel çerçevesi içinde deerlendirilen, ancak eskilerin
kimisini “beyân”, kimisini bedî” grubuna dahil edecek kadar farklı telakki
ettikleri bu sanatların sayısı ellinin üzerindedir. “Tebih”ten “isti’âre”ye,
“tezâd”dan “itikak”a kadar bir çounun ne olup ne olmadıı konusunda
edebiyat, özellikle de belâgat ilmiyle uraanlar farklı görüler ileri
sürmülerdir. Aslında edebî bir metnin lâyıkıyla anlaılmasında son derece
önemli olan edebî sanatlar üzerinde -özellikle son yıllarda- yapılan çalımaların
konuyu aydınlatması ve net bir ekilde ortaya koyması bakımından yeterli
olduunu söylemek güçtür. Bugüne kadar tespit edilebilen belâgat veya edebiyat
nazariyesini konu edinen kırk civarındaki eski harfli Türkçe kitaptan ancak bir
elin parmaklarını geçmeyecek kadarının yeni harflere çevrilmesi de bu durumu
yansıtmaktadır. Bu eserlerin yeni harflerle yayımlanmasıyla birlikte, zikredilen
ellinin üzerindeki sanatın bütün belâgat kitaplarımızda nasıl tarif edildii, ne tür
örneklerle desteklendii ve tabiatıyla nasıl anlaıldıının mukayeseli olarak
ilenmesi de ayrıca önem arz etmektedir (bkz. Köksal 2005a: 195). Böyle bir
çalıma yapıldıktan sonra, bu edebî sanatların anlaılması mümkün olur. Daha
sonra, getirilen tariflerin, getirildii sanatı tam olarak kapsayıp kapsamadıı,
örneklerin o tariflere uygun olup olmadıı, ayrıca deerlendirmeye tabi
tutulmalıdır. te biz bu düünceden hareketle “tezâd” ve “telmîh” sanatlarının
eletirel bir bakı açısıyla yeniden ele alınması gerektiini düündük. Bunu
yaparken de, bizim âir ve yazarlarımızın ortaya koydukları edebî metinleri
kullanmayı uygun gördük.
Sözü yerinde kullanma sanatı olan belâgatin konularını, “meânî, beyân ve
bedî” olarak tasnif etmek hususunda edebiyat nazariyatçıları genellikle ittifak
etmilerdir. Bugün “edebî sanatlar” adıyla andıımız, iirde kullanılan söz
sanatları da, belâgatin üç temel kolundan beyân daha çok bedî'in sahasına
girmektedir (Köksal 2005a: 195). Bunlardan “bedî”in sözlük anlamı “örneksiz
ve modelsiz olarak bir eyi icat eden, örnei ve modeli olmadan yaratılmı olan”
demektir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de “O, göklerin ve yerin esiz yaratıcısıdır.”
*
441
441
TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI
AHMET KARTAL
(el-Bakara 2/117) mealindeki ayette yer alan “bedî’” bu mânâyı ifade
etmektedir. Bir edebiyat terimi olarak “bedî’”, “edebî sanatlarla örülü ifadenin
lâfız bakımından kusursuz, mânâ bakımından makul ve aynı zamanda bir âhenge
sahip olmasının usul ve kaidelerini inceleyen ilim” demektir (Hacımüftüolu
1992: 320). Sözlükte “açık seçik olmak” ve “açıklamak” mânâlarına gelen
“beyân” ise, terim olarak da sözlük anlamı ile paralellik gösteren bir muhtevaya
sahiptir. Buna göre beyan, “mânâdaki kapalılıı giderip ona muhatabın
anlayacaı biçimde açıklık kazandırmaktır.” (Dönmez 1992: 23). “Meânî” de,
sözün duruma ve makama uygun oluuna denir. Sözün muhatapla alâkasını
tespit eden meânî, gramer kaidelerini ihtiva eder. Edebî hüviyete sahip güzel bir
söz, güzel bir dilbere benzer ve onun güzellii tabiîdir. te bunun güzelliini
tekil eden ey meânî ve beyândır. Bu güzele süs nasıl yakıırsa, bedî de o
vazifeyi görür. Meânî ve beyân salandıktan sonra, bedî’ de eklenirse daha güzel
ve uygun olur.
Yukarıda belirttiimiz gibi edebî sanatlar için çeitli tarifler ileri
sürülmütür. Özellikle sosyal bilimlerde herhangi bir kavramı bir tarif içerisine
girdirdiinizde, o tarifin dıında kalan hususları ister istemez o kavramın dıında
bırakıyorsunuz. Bundan dolayı da her hangi bir kavrama getirilen tarifin, o
kavramı bütün boyutlarıyla kapsaması ve zihinlerde hiçbir soru iaretine mahal
bırakmaması yani eskilerin tabiriyle “ayârını mâni’, efrâdını câmi’” olması
gerekmektedir. Ancak böyle yapıldıı zaman, hem o tarifle kavram
örtütürülmü hem de zihinde herhangi bir soru iaretinin oluması engellenmi
olur. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak; tebih sanatı konu ile ilgili
kaynakların ekseriyetinde “zayıf olan bir eyin kuvvetli olan bir eye
benzetilmesi” eklinde tarif edilmektedir. Tebih bu ekilde bir tarifle
açıklandıı vakit, tebihin olabilme artı “zayıf bir eyin”, “kuvvetli bir eye”
benzetilmesiyle sınırlandırılarak, sanki bunun dıında yapılan benzetmenin
tebih olamayacaı gibi bir anlayıın olumasına sebep olunmaktadır. Oysa
yukarıda belirttiimiz gibi herhangi bir kavrama getirilen tarifin, kavramı
tamamıyla kapsaması ve dıarıda herhangi bir unsuru bırakmaması
gerekmektedir. Yani, “kuvvetli bir varlık”, “zayıf bir varlıa” benzetilirse o
zaman tebih sanatı olmaz mı?762 lla “bir varlık” “bir varlıa mı” benzetilmeli?
Bir varlık birden çok varlıa, ya da birden çok varlık bir varlıa benzetilirse
buna ne demek gerekecek. Yine benzetme yönünün tek olması mı gerekli, birden
fazla benzetme yönü olamaz mı? Bu yapılan benzetme gerçek/birebir benzetme
mi? Yoksa lafza ait bir benzetme mi? gibi sorular ister istemez zihinlerde
olumaktadır. Nitekim bizim edebiyatımızda yer alan metinlere baktıımızda,
762
Meselâ, boyun uzunluu konusunda klâsik airin ideal örnei “serv”dir ve sevgili bu cihetle “güçlü
olan “serv”e benzetilmitir. Ancak bunun tersi olursa, yani servi aacı sevgiliye tebih edilirse ne
olacak? Nitekim bu hususla ilgili örnekler klâsik iirimizde çoktur.
442
442
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
yukarıda sorduumuz sorulara cevap olacak mahiyette örneklerle
karılamaktayız. Burada da, tebih diye nitelendirdiimiz husus var, o zaman
tebihe getirilen tarifte bu soruların cevaplarının olması gerekmez mi? te bu
durum, bizim edebî metinlerimize yönelerek edebî sanatlara yeni bir bakı
açısıyla bakıp yeni tarifler getirmemizi zorunlu hâle getirmektedir.
Tezâd
“Tezâd” sanatı, konu ile ilgili kaynakların ekseriyetinde, birbirinin zıttı olan
kavramların bir arada söylenmesi olarak tarif edilmektedir (bkz. Tablo I). Ali
Nihad (Tarlan) ise, Recâî-zâde Mahmûd Ekrem'in Ta'lîm-i Edebiyyât'ta “tezâd”
için getirmi olduu tariften hareketle, bu tarifin zamanımıza göre kâfi
olmadıını ifade eder. Akabinde “gece uyur ve gündüz çalıırım” denildii
zaman, “tezâd” mı olur diye sorar (Tarlan 1981: 175). Çünkü ona göre, büyük
bir coku ve duyguya dayanan “tezâd”, iki zıt imge ya da düüncenin aralarında
bir ilgi, hatta ayniyet/tıpkılık kurarak bir kavramda birletirilmesidir. Bu da bir
eye, biri gerçek dieri mecaz olmak üzere iki zıt yönden bakabilmekle
mümkündür. Burada özellikle belirtilmesi ve vurgulanması gereken husus,
zıtlıın kelimede deil, düüncede ve imgede olmasıdır. Nitekim Ali Nihad
Tarlan'ın yukarıda verdii, “gece uyur ve gündüz çalıırım” örneinde, “gündüz”
ve “gece” karıt/zıt kelimeler olmasına ramen “tezâd” sanatı söz konusu
deildir (Can 2003: 134). Buradan hareketle, beyaz/siyah, gece/gündüz,
zayıf/iman, uzun/kısa, sabah/akam gibi birbirinin zıttı olan kelimelerin biri
mecazî, dieri hakikî mânâda olmadıkları ve bir noktada da birlemedikleri
takdirde, heyecana balı olan “tezâd” sanatını oluturmadıkları sonucu
çıkarılabilir. Çünkü dier durumda herhangi bir edebî metinde sadece birbirinin
zıttı olan kelimeler kullanılmı olur. Oysa Tarlan'a göre “tezâd” sanatı baka bir
eydir. Nitekim onun görüüne göre “tezâd” sanatı biraz daha netletirilmek
istenirse, yukarıda bahsedilen hususlar göz önünde bulundurularak u ekilde
sistemletirilebilir:
1. âir/sanatkar bir objeye/kavrama iki zıt yönden bakar.
2. Bu bakı açısından biri mecazî, dieri ise hakikî mânâdadır.
3. Bu iki zıt kavram aynı noktada/objede birleir.
Özellikle belirtelim ki, Ali Nihad Tarlan’ın bu sözleri her ne kadar indî de olsa,
tartımaya deer eylerdir. Çünkü, görüldüü kadarıyla eski kaynakların çou
edebî sanatlarla ilgili ilhamlarını eski Arap ve Fars belâgat kitaplarından
almılardır. “Tezâd” için o kaynakların bir kısmında “sadece birbirine muhâlif
iki sözün bir arada kullanılması” yeterli görülürken, bir kısmında ise “aynı eye
taalluk eden” artı getirilmektedir. Birinin hakikî, dierinin mecazî olması artı
eski kaynakların hiç birinde görülmemektedir. Öyleyse bu durum nereden çıktı?
Bu husus üzerinde hassaten durulması gerekmektedir. Ali Nihad Tarlan, eski
kaynakların getirmi olduu “tezâd” tarifine “zamanımıza göre kifayetsiz”
*
443
443
TÜRK EDEBYATINDA
BELÂGAT ÇALIMALARI
AHMET KARTAL
demektedir. Her ne kadar edebî sanatlar zaman ve zemine göre deimeseler de,
özellikle yukarıda dikkat çektiimiz gibi, edebiyatlar klâsikletikçe, yani
zarifletikçe eserlere uygulanan ölçü ve kaidelerde çok ince ayrıntılara inilerek
yeni oluumlara ve açılımlara zemin hazırlanmı ve aynı eylerin deiik
ekillerde ifade edilmesine imkân oluturulmutur. Büyük ihtimalle, Tarlan'ı da
böyle bir hükme varmaya dilin/edebiyatın bu iç dinamiiyle yakaladıı seviyeyi
gösteren örnekler sevk etmitir. Nitekim bazı klasik âirlerimizin iirlerinde bu
tarz kullanımların olduu da müahede edilmektedir. Bu durumun göz ardı
edilmemesi gerektiini düünüyoruz. Çünkü birbirinin muhalifi olan kelimelerin
kullanılmasıyla balayan süreç, aynı eye taalluk etmesiyle devam etmi ve son
nokta olarak da, biri hakikî dieri mecazî olan iki kavramın bir objede
birlemesine kadar uzanmıtır. Bu da “tezâd” sanatının tekâmüle ulama
noktasında sergiledii geliim sürecini göstermektedir.
Burada, eski kaynaklara dayalı olarak, “tezâd” sanatı hakkında bir hükme
varmamız gerekirse:
1. Bir ibare içinde birbirine zıt iki eyin bulunması tezat sanatının oluması
için kâfîdir.
2. Bu iki ey, isim “gece – gündüz, aç - tok”; fiil “gülmek – alamak,
dümek – kalkmak…” olabilecei gibi günümüz mekteplerinde ısrarla “karıt
deillerdir” diye öretilen fillerin olumlu – olumsuz çekimleri “almak –
almamak, yazmak – yazmamak” ve “siyah – beyaz” gibi renkler de olabilir.
Çünkü eldeki örnekler gösteriyor ki, eski anlayıta bunlar da “karıtlık” kabul
ediliyordu.
3. Aynı kavram üzerinde olmasa dahi, aynı yerde (mısra, beyit, bend)
bulunmaları da, bu iki ey arasında tezat oluturmaya kâfidir. Zira edebî sanat
kavramının ruhuna uygun olarak, iki zıt eyin bir arada kullanılması insanın ruh
ve fikriyatında oluturduu tenakuz, onun duygu ve düüncesini taıdıı farklı
iklimler bunun bir sanat olarak telakki edilmesine kifayet eder.
Ancak; yukarıda dikkat çektiimiz eylerin hepsini de “tezâd” olarak kabul
etsek dahi, bu tür zıtlıkların okur üzerinde bıraktıkları tesirlerin farklı oldukları
da aikârdır. Bir sıralama yapmak gerekirse; aynı beyitte farklı cümlelerde farklı
eyler için kullanılan zıt kavramlar en zayıf; aynı cümlede farklı eyler için
kullanılanlar nispeten daha kuvvetli; aynı ey üzerine taalluk etmi zıtlıklar daha
da kuvvetli; aynı kavram üzerinde ve fakat aynı zamanda biri hakikî, öteki
mecazî mânâda kullanılan zıtlıklar en kuvvetli bir ekilde tesir eder. Bir
benzetme yapacak olursak, tebîh sanatındaki tebîh-i mufassaldan tebîh-i
belîe, hatta istiâreye uzanan çizgide, fonksiyon ve tesirât nasıl farklılaıyorsa,
“tezâd” sanatındaki durumu da öyle kabul etmek icap eder. Bu söylediklerimizi
u örneklerle netletirebiliriz:
Bâkî'nin;
Gülmek ol gonceye münâsibdir
Aglamak bu dil-i hazîne gerek
444
444
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
beytiyle, Ahmed Paa'nın;
Agladıgımca ben ol ûh-ı sitemkâr güler
Bir olup dümen ile her nefes oynar güler
beytinde, gramer hususiyeti itibariyle iki zıt unsurun bir arada kullanıldıı
görülmektedir. eyh Gâlib'in;
Zevki kederde mihneti râhatda görmüüz
Âyinedir biri birine subh u âmımız
beytiyle, Yûnus Emre 'nin;
*
Gaflete virme özüni dünyâ-perestlik eyleyüp
Görmez misin bu dünyâya eyü yavuz geldi gider
beytinde iki zıt unsur bir noktada toplanmıtır.
Fuzûlî'nin mehur “Su Kasidesi”nin matla beyti olan;
Saçma ey göz ekden gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü dutuan odlare kılmaz çare su
beytinde ise, “gönül” kavramı üzerinde “ek=göz yaı” ve “od=ate=ak”
kelimeleri birlemitir. Bunlardan “ek” gerçek anlamda, “od” ise mecazî
anlamda kullanılmıtır. Yine Abdülhak Hâmid'in,
Ne siyâh eylemi bu nâsiyeyi
Saçımı bembeyaz eden bahtım
eklindeki mısralarında da, iki zıt kavram olan “siyâh nâsiye” ile “bembeyaz
saç”, “baht” kavramında birlemilerdir. Bunlardan “siyâh nâsiye” mecazî,
“bembeyaz saç” ise gerçek anlamda kullanılmıtır. Özellikle bu tip kullanım,
“tezâd” sanatının ulatıı tekâmülü göstermesi bakımından dikkati çekmektedir.
Sonuç olarak vurgulamak gerekirse, yukarıda belirttiimiz gibi, birbirinin
muhalifi olan kelimelerin kullanılmasıyla balayan “tezâd”, aynı eye taalluk
etmesiyle devam etmi ve biri hakikî dieri mecazî olan iki kavramın bir objede
birlemesine kadar uzanmıtır. Bu geliim çizgisinde oluan fonksiyon ve
tesirâtın, insan üzerindeki etkisinin farklı olduunun da unutulmaması
gerekmektedir. te Ali Nihad Tarlan'ın dikkat çektii husus, “tezâd” sanatının
geliim süreci içerisinde yakaladıı en üst düzeyi yani tekâmülü göstermesi
bakımından ilginç görünmektedir.
445
445
TÜRK EDEBYATINDA
BELÂGAT ÇALIMALARI
AHMET KARTAL
Telmîh
Bedî tabirlerinden olan “telmîh”, lügatte “parıl parıl parlatmak” mânâsına
gelir. Konu ile ilgili kaynakların ekseriyetinde ise, terim olarak “temsil yolu ile
ifade içinde bilinen bir olaya, hikâyeye, çeitli inanılara, âyet ve hadislere vs.
iaret etme” sanatı olarak tarif edilmektedir. Hatîb el-Kazvînî'nin Osmanlı
medreselerinde altı asır boyunca edebî bilgiler konusunda ders kitabı olarak
okutulan Telhîsu'l-miftâh adıyla mehur eserinde de “telmîh”, “Bir kıssa veya
iire -onu zikretmeden- iaret edilmesi” (yty: 170) eklinde açıklanmaktadır.
Ayrıca konu ile ilgili Türkçe kaynaklarda da, aynı hususa dikkat çekilmektedir.
Nitekim Ahmed Cevdet Paa, Belâgat-i Osmâniyye'de “telmîh”i, “bir kıssaya
yahut bir mesel-i mehûre iaret olunmaktır.” (1311: 163) eklinde tarif etmitir.
Aynı durum dier Türkçe kaynaklarda da kendisini göstermektedir (bkz. Tablo
II).
Görüldüü gibi heyecan ve duygunun beraberinde getirdii bir çarııma
dayanan sanatlardan olan “telmîh”te asıl olan husus, “ünlü bir olayın, kiinin,
kıssanın, atasözünün, ayetin vs. zikredilmeden hatırlatılmasıdır.” Eer
zikrederek verilirse müphemiyet ortadan kalkar ve açıkça belirtilmi olur.
Dolayısıyla bu durumda, “telmîh” sanatı yapılmamı olur. Ancak olayın açıkça
belirtilmesi, “telmîh” sanatı olarak kabul edilecek olursa, yapılan “telmîh”in
zayıf olduunun kabul edilmesi gerekir. O zaman da, âirler tarafından yapılan
“telmîh”lerin kapalılıktan açıklıa doru sıralanıp bölümlere ayrılarak
verilmesinde fayda vardır. Çünkü “telmîh”in okuyucu üzerindeki tesiri, onun
verili ekliyle yani müphemliiyle paraleldir. Nitekim okuyucu üzerinde
beyitte/metinde hem olayın kahramanının hem de olayın ifade edilmesi en zayıf;
olayı dorudan hatırlatacak ekilde kelimelerin kullanılması nispeten zayıf;
özellikle kelimelerin okuyucunun zihninde yaptıı çarıımlarla yapılan iaretin
ise, kuvvetli bir tesir bırakacaı kesindir. Tezad sanatında ifade ettiimiz gibi,
tebîh-i mufassaldan tebîh-i belîe, hatta istiâreye uzanan çizgide fonksiyon ve
tesirât nasıl farklılaıyorsa “telmîh” sanatındaki durumu da öyle kabul etmek
icap eder.
Heyecanın yol açtıı tedai/çarıım birçok kimse tarafından bilinen, hiç
deilse toplumun aydın kesimince bilinmesi gereken bir olay, bir kii, kıssa,
atasözü vs. ye ait olması gerekir. Sanatçı, öze ya da ayrıntıya inmeden onu bir
ipucu ile veya bir takım özellikleri üstü kapalı bir ekilde vererek hatırlatır. u
örneklerde olduu gibi;
*
Hür ufuklarda donanmı iki yüz pâre gemi
Yeni domu aya baktıkları yerden geliyor
Yahya Kemal Beyatlı
446
446
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Burada Ramazanlarda ve bayramlarda Osmanlı donanmasının yeni ayın
doup domadıını gözetlemek üzere denize açılması geleneine “telmîh”
yapılmıtır (Kocakaplan 1992: 149).
Râz-ı derûnı taraya salmak revâ degül
Budur günâhı kim asılur muttasıl ceres
Fuzûlî
Bilindii gibi çan gönüle benzetilir. çinde de dili vardır. Ses çıkararak
içindeki sırrı dıarıya verir. Hallâc-ı Mansûr da, “Ene'l-Hak (= Ben Tanrıyım)”
diyerek içindeki sırrı açıa vurduu için asılmıtır. Oysa “fenâfillah”
mertebesine ulaan kiinin bu sırrı açmaması gerekir (Can 2003: 130-31). te
âir burada “râz-ı derûnı tara sal-”, “revâ degül” ve “asıl-” kelime ve kelime
gruplarının çarıımlarıyla, Hallâc-ı Mansûr’un “Ene'l-Hak (= Ben Tanrıyım)”
diyerek içindeki sırrı açıa vurduu için asılması olayına telmîhte bulunmutur.
“Fenâfillah” makamında bulunan kimsenin susması ve sırını ifa etmemesi
gerekir. Ancak o konuarak uygun olmayan bir davranı sergilemitir.
Ey karanu gicelerde gezdügüm men' eyleyen
Berk-ı âh-ı tâbnâküm mâh-ı tâbândur bana
Necâtî Bey
Osmanlı Devleti'nde bir çok ülkede olduu gibi hırsız, katil, isyancı gibi
ahısların karanlıktan istifadesini engellemek ve asayii salamak için büyük
ehirlerde belirli saatten sonra, halkın sokaa çıkmasına izin verilmezdi. Gece
sokaa çıkma yasaı, bazen fenersiz olarak sokaa çıkma yasaı eklinde
hafifletilirken, bazen de belirli bir saate kadar sokakta fenerle dolamaya izin
verilerek uygulanırdı. te bu beyitte bu olaya “telmîh”te bulunulmutur (entürk
1995: 104-6).
Eer hiç kimsenin bilmedii bir hadiseye iaret edilerek “telmîh” sanatı icra
edilirse, sanat baarısız olur; daha dorusu böyle bir durumda “telmîh”ten söz
edilemez. Çünkü bu tavır iiri veya edebî bir metni bilmece hâline sokar. Bu da
özellikle okuyucunun, sanatkârın ruh hâline ulamasına mani olur.
âir, “telmîh” sanatı vasıtasıyla iir veya nesrinin ifade gücünü geniletmi
olur. Çünkü okuyucu sanatkârın eseri ile beraber “telmîh” ettii/hatırlattıı olayı
da düünerek yorumunu daha geni yapma imkânına kavuur.
“Telmîh” sanatında bir olaya, efsaneye, hikâyeye, âdet ve görenee, inanı
veya atasözüne vs. özellikle yukarıda belirttiimiz gibi iaret edilmesi
gerekmektedir. Bunun da, dorudan deil de çarıım yoluyla ve karineyle
yapılması gerekmektedir. Eer dorudan olay, hikâye vs. zikredilirse o zaman
yukarıda belirttiimiz gibi zayıf bir “telmîh” yapılmı olur. Çünkü iaret deil
de, dorudan zikredilmi olur. Nitekim Nâdirî'nin;
447
447
TÜRK EDEBYATINDA BELÂGAT ÇALIMALARI
AHMET KARTAL
Ser-i tugda itdi oklar mekân
Tuyûr itdi Kaysın saçın âiyân
beyti ile, Fuzûlî'nin;
Âiyân-ı murg-ı dil zülf-i perîânındadır
Kande olsam ey perî gönlüm senin yanındadır
beyti, aynı hikâyeyi ihtiva etmesine karılık, Nâdirî bu hikâyeyi Kays'ı
zikrederek açıkça ifade ederken, Fuzûlî zikretmeden sadece o olaya yani,
Kays'ın/ Mecnûn'un bakımsızlıktan çalı gibi olan saçlarına bir kuun yuva
yapmasını kullandıı kelimelerin çarıımlarıyla ve iaret ederek vermitir. Aynı
olayı ihtiva eden bu beyitlerden üphesiz Fuzûlî'ninki daha sanatkârâne iken,
dieri olayı açıkça belirttii ve söyledii için daha zayıftır. Bundan dolayı eer,
Nâdirî'ninkini de, “telmîh” olarak kabul edecek olursak, aynen “tebîh”te olduu
gibi bu söyleyiin “tebîh-i mufassal” mesabesinde olduunu söylememiz
gerekecektir. Bu da, bu “telmîh”in zayıf bir “telmîh” olduunu bize
gösterecektir. Bu durum da “telmîh” sanatının ifade edili ekillerine göre
kısımlara ayrılması gerekliliini düündürmektedir.
Hayâlî Bey'in;
Hayretinden Yûsuf'un kavm-i Züleyhâ kesdi el
Sen cigerler zahmını dillerde destân eyledin
beyti ile, yine Fuzûlî'nin;
Degildim ben sana mâ'il sen etdin aklımı zâ'il
Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
beyti de aynı ekildedir. Her iki beyitte de, Yûsuf u Züleyhâ hikâyesine
göndermede bulunulmutur. öyle ki; Züleyhâ, kendisine köle olarak aldıı
Yûsuf'a âık olur. Dedikodular saray kadınları arasında iyice dillendirilmeye
balayınca, Züleyhâ kendisini kınayan kadınları evine davet ederek, onlara bir
tabak içerisinde narenciye/portakal ikram eder. Züleyhâ bir ara Yûsuf'u
yanlarına çaırır. Kadınlar Yûsuf'un insanı büyüleyen ve kendinden alan
güzellii karısında, akınlıklarından narenciye/portakal yerine ellerini keserler.
Akabinde Züleyhâ'dan utanarak: “Biz böyle bilmiyorduk” diyerek ondan özür
dilemilerdir. te bu olayı Hayâlî Bey, dorudan zikrederek söylerken, Fuzûlî,
“ta'n eyle-”, “gâfil” ve “utan-” kelimelerinin çarıımlarıyla ifade etmitir.
Sonuç olarak unu ifade edebiliriz: “Telmîh”te asıl olan husus, “ünlü bir
olayın, kiinin, kıssanın, atasözünün, ayetin vs. zikredilmeden hatırlatılmasıdır.”
Eer zikrederek verilirse müphemiyet ortadan kalktıı ve söylenmek istenen ey
açıkça belirtildii için “telmîh” sanatı yapılmı olmaz. Bu tip kullanımlarda da
448
448
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
“telmîh” sanatı yoktur. Eer bahsedilen olayın vs. açıkça belirtilmesi “telmîh”
sanatı olarak kabul edilecek olursa yapılan “telmîh”in zayıf olduunun kabul
edilmesi gerekir. O zaman da, yukarıda dikkat çektiimiz gibi âirler/sanatkarlar
tarafından yapılan “telmîh”lerin kapalılıktan açıklıa doru sıralanıp bölümlere
ayrılarak verilmesinde fayda vardır. Buna göre de, okuyucu üzerinde
beyitte/metinde hem olayın kahramanının hem de olayın ifade edilmesi en zayıf;
olayı dorudan hatırlatacak ekilde kelimelerin kullanılması nispeten zayıf;
özellikle kelimelerin okuyucunun zihninde yaptıı çarıımlarla yapılan iaretin
ise, kuvvetli bir tesir bırakacaından hareketle “telmîh” sanatının bölümlere
ayrılması gerekmektedir.
449
449
TÜRK EDEBYATINDA
BELÂGAT
ÇALIMALARI
AHMET
KARTAL
Tablo I: Belâgatla ilgili bazı eserler ve onlarda “tezâd”a getirilen tarifler:
450
450
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
451
451
TÜRK EDEBYATINDA
BELÂGAT
ÇALIMALARI
AHMET
KARTAL
Tablo II: Belâgatla ilgili bazı eserler ve onlarda “telmîh”e getirilen tarifler:
452
452
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Bu makale önce Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
II. Uluslar Arası Türk Tarihi ve Edebiyatı Kongresi’nde bildiri
olarak sunulmu, daha sonra Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, c. 16, sy. 1, 2007, s. 413-28’de yayımlanmıtır.
*
453
453
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI…
ST’ÂRE SANATINA ELETREL BR BAKI
ve ST’ÂRE SANATININ NECÂTÎ BEY
DÎVÂNI’NDA KULLANIMI
“Beyân” ilminin en önemli konularından biri olan isti’âre, sözlükte; bir
eyi kaldırmak ve onu bir yerden alıp baka bir yere koymak veya bir eyden
faydalanmak için onu birisinden ödünç olarak istemektir (Bolelli 2006: 83).
Edebiyatta; bir kelimenin anlamını geçici olarak dier bir kelime hakkında
kullanmaktır (Tâhirü’l-mevlevî 1973: 71). “Beyân” ilmine göre ise isti’âre; mani
bir karine dolayısıyla ve benzerlik alakasıyla bir sözü baka bir söz yerine
kullanmak veya bir sözü baka bir anlamda kullanmaktır (sti’âre ile ilgili
yapılan tarifler için bak. tablo). Bu tarife göre isti’ârenin oluabilmesi için üç
art gerekmektedir. Bunlar:
1. Bir kelimenin/sözün gerçek anlamını anlamamıza engel durum demek
olan “karîne-i mâni’a/mani karine”nin varlıı.
2. “Müebbehün-bih” ile “müebbeh” arasında var olan benzerlik
alakası.
3. Bir kelimenin/sözün baka bir kelimenin/sözün yerine kullanılması ya
da bir kelimenin/sözün baka anlamda kullanılması.
Yine bu tariften anlaıldıına göre isti’âre, kendi anlamında kullanılmayıp
baka bir anlamda kullanılan bir lafızdır. Gerçek anlamının dıında
kullanıldıına engel bir durum yani mani karine olduu için esasında isti’âre bir
mecazdır. Ancak benzerlik alakasının bulunması onun mecaz olmasına engel
olmaktadır. Çünkü mecaz, benzerlik alakası olmaksızın mani bir karinenin
varlıı ile bir kelimeyi baka bir anlamda kullanmaktır. Dolayısıyla isti’âre,
alakası benzetme olan bir mecaz olarak kendisini göstermektedir. Bu da
tebihin/benzetmenin isti’âre denilen mecaza kaynaklık eden en önemli unsur
olduunu göstermektedir. Kısaca belirtmek gerekirse, isti’ârenin artı benzerlik
alakasının bulunmasıdır. Eer benzerlik alakası olmazsa o zaman isti’âre deil,
mecâz-ı mürsel olur.
454
454
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Konu ile ilgili kaynaklarda isti’ârenin, tebih sanatının temel iki rüknü
olan ve “tarafeyn” olarak isimlendirilen “müebbeh/benzeyen” ile “müebbehünbih/kendisine benzetilen”den birinin hazfedilmesiyle yapıldıı belirtilmektedir.
Bu ifadede bir belirsizlik dikkati çekmektedir. Acaba “müebbeh/benzeyen” mi
yoksa “müebbehün-bih/kendisine benzetilen” mi hazfediliyor. Bu belli deil.
Bunun net bir ekilde ortaya konulması gerekmektedir. Bilindii gibi isti’âreye
tebih sanatı kaynaklık etmektedir. âirler, tebîh-i mufassaldan tebîh-i belie
oradan da isti’âreye uzanmılardır. Onun için isti’âre, tebihin en güzeli ve en
etkileyicisi olarak kabul edilmitir. Bu süreci bir örnekle gösterecek olursak:
“Ali, aslan gibi kuvvetlidir.” cümlesinde yer alan;
Ali: müebbeh/benzeyen
aslan: müebbehün-bih/kendisine benzetilen
gibi: edât-ı tebih/benzetme edatı
kuvvetli: vech-i ebeh/benzetme yönü’dür.
Bu cümlede, önce vech-i ebeh olan “kuvvetli” kelimesi, daha sonra da
edât-ı tebih olan “gibi” kelimesi hazfedilerek tebih-i beli yapılmı ve geriye
“tarafeyn” denilen “müebbeh” ve “müebbehün-bih”ten oluan “Ali aslandır”
cümlesi kalmıtır. te bu cümlede de, söyleyii daha etkili kılmak için
kısaltmaya gidilerek isti’âreye ulaılmıtır. Bu yapılırken de, “müebbeh” yani
“Ali” kelimesi hazfedilmitir. Demek ki, isti’âre, “tarafeyn”den “müebbehünbih”le yapılan bir sanattır. Özellikle bu husus, net bir ekilde ortaya konulmadıı
zaman, bazı yanlı anlaılmalara zemin oluturulmaktadır. Kısaca belirtmek
gerekirse, “müebbehün-bih”le yapılan bir sanat olan isti’âre, sadece tebihin
dier tarafı olan “müebbeh” kullanılarak yapılamaz.
Gerek klasik gerekse son dönemlerde yazılan belagat kitaplarında
isti’ârenin oldukça ayrıntılı bir ekilde ele alındıı görülmektedir. Bu tip
çalımalarda isti’âre birçok bölüme ayrılmı, ayrıca bu bölümlerin bir kısmı alt
bölümlere taksim edilmitir. Bu bölümlerde, bazen zorlamalar olduu gibi,
bazen birbiriyle çelien deerlendirmeler de dikkat çekmektedir. Biz burada
isti’ârenin en çok tercih edilen iki bölümüne deineceiz. Bunlar açık ve kapalı
isti’âredir.
Açık isti’âre
sti’âre-i muhakkaka, isti’âre-i musarraha ve isti’âre-i tahkîkiyye de
denilen açık isti’âre, mani bir karine dolayısıyla “müebbehün-bih”i “müebbeh”
yerine kullanmaya denir. (Açık isti’âre ile ilgili yapılan tarifler için bak. tablo)
Burada “müebbehün-bih”in ifade ettii anlam, “müebbeh”e ödünç olarak
verilir. Dolayısıyla “müebbeh” hazfedilir yani söylenmez. Kurnaz bir kimseye
“tilki” demek gibi. Burada benzerlik alakası “kurnazlık”tır. Necâtî Bey’in
455
455
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN
KULLANIMI…
AHMET KARTAL
aaıdaki beyitleri açık isti’âreye örnektir. Nitekim bu beyitlerde geçen “perî”,
“sanem”, nigâr”, “melek” ve “hûr” sevgili yerine; la’l” ve “hokka-i mercân”
dudak yerine; “sünbül-i anber-feân” saç yerine, “it” rakip yerine ve “nergisler”
ise, iki göz yerine kullanılmıtır:
Gördi sâkîlik idersin meclis içre ey perî
763
Agzın açdı kaldı hayrân sâgar-ı sahbâ sana
Nola hüsnünden Necâtî olsa bî-hû ey sanem
Bûy-ı güldendür demâdem bülbül-i gül-zâr mest
Gelelden hatt-ı mügînün nigârâ
Kim ola hâtırına konmaya gerd
Ahumı alma kim yedi kat gökler ey melek
Cehd eyler ise baglayı bilmez du’â yolın
Gülmek sana yaraur eyâ hûr-i meh-nijâd
Kim güldügünce gül gibi hüsnün olur ziyâd
La’line ‘ömr-i girâmî harc iden dîvâneler
Gûe-i mihnetde imdi cân virüben cân alur
Ol hokka-i mercân üzerinde hat-ı mügîn
Dil-hastelerün derdine dermân yazılubdur
Gül yüzünde sünbül-i ‘anber-feânı bilmeyen
Oldur ol cennetde ‘ömr-i câvidânı bilmeyen
tler gülerse hâlüme yiridür ah kim
Aglatdı beni dümanumı hurrem eyledi
Bâdedür lâ’lîn lebün mestânedür nergislerün
Bezm-i hüsnün zînet itmi piste bir bâdâm iki
Kapalı isti’âre
sti’âre-i bi’l-kinâye ve isti’âre-i mekniyye de denilen kapalı isti’âre, mani
bir karine dolayısıyla “müebbehün-bih”e ait olan vasıf/sıfat veya
vasıfları/sıfatları “müebbeh”e verip onu “müebbehün-bih” yerine kullanmaya
763
Bu çalımada kullanılan Necâtî Bey’e ait beyitler, Ali Nihat Tarlan tarafından
hazırlanan Necati Beg Divanı (Millî Eitim Bakanlıı Yay., stanbul 1997) isimli
eserden alınmıtır.
456
456
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
denir. (kapalı isti’âre ile ilgili yapılan tarifler için bak. tablo). Dikkat edilirse
kapalı isti’âre de, aynen açık isti’âre gibi “müebbehün-bih”le yapılmaktadır.
Ancak burada dorudan “müebbehün-bih” zikredilmeyip onun bir vasfı veya
vasıfları belirtilerek “müebbehe” yüklenmekte, daha sonra “müebbeh”,
“müebbehün bih” yerine geçmektedir. Yoksa bazı kaynaklarda belirtildii gibi
kapalı isti’âre, “müebbeh”in söylenip “müebbehün-bih”in söylenmedii
isti’âre deildir. Zaten yukarıda dikkat çektiimiz gibi “tarafeyn”den sadece
“müebbeh” ile herhangi bir sanat meydana gelmez. Burada sanatkârın yaptıı,
“müebbehün-bih” yerine onun bir vasfını veya vasıflarını belirtmektir. Eer
dorudan “müebbehün-bih”i zikretseydi, o zaman tebîh-i beli yapmı
olacaktı. Mesela, “Ali, pençesiyle saldırdı.” cümlesinde, “Ali”, “aslan”a
benzetilmitir. Ancak aslan dorudan belirtilmeyip ona ait bir özellik/vasıf olan
“pençe” kullanılmı ve “Ali”ye yüklenmitir. Eer “Ali aslandır.” denseydi, o
zaman “Ali” dorudan aslana benzetilmi olacaktı. Demek ki, “müebbehünbih”in vasfının kullanılıp “müebbeh”e yüklenmesi, tebih-i beliin yapılmasını
engelliyor ve farklı bir sanatın yapılmasına imkân veriyor. Ayrıca kapalı
isti’ârede “müebbeh”in kullanılması belli bir noktada mani karine görevi
görmektedir. Nitekim “Pençesiyle saldırdı.” dediimiz zaman, saldıranın aslan
olduu; “selam verdi” dediimizde, selam verenin bir insan olduu anlaılır.
“Ali pençesiyle saldırdı.” dediimizde ise, saldıranın bir aslan olmadıını;
“Aaçlar sanki bize selam veriyorlardı.” cümlesinde de, selam verenin insan
olmadıını belirtmi oluruz. Yine konu ile ilgili bazı çalımalarda kapalı isti’âre,
“müebbeh” ile “müebbehün-bih”e ait bir vasfın zikredilmesi olarak
açıklanmıtır. Bu tarifte ise, isti’ârenin hangi kelimede ve nasıl olduu net olarak
ortaya konulmamıtır.
Necâtî Bey’in,
Nâfe dirmi zülf-i ‘anber-bâr-ı dilber var iken
‘Âlem içre müg adı bir kuru bühtândur bana
eklinde geçen beytinde, “nâfe” insana benzetilmi, ancak insan hazfedilmi,
yerine onun konuma vasfı zikredilmitir.
Necâtî Bey’in u beyitlerinde de, kapalı isti’âre vardır:
Gonca gibi gam dikenlerinde bülbül kan yutar
Karusında bâd-ı subh ile güler oynar gül
âh dîvânına tâs olmadı_ise çarh-ı felek
Ne içün zerle kenârına niân yazdı hilâl
Çözüben dügmesin açar yakasın goncalarun
Kasdi bâd-ı seherün ya’nî temââ mı degül
457
457
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN
KULLANIMI…
AHMET KARTAL
Yolunda kurdı dîdelerüm halka halka dâm
Sayd ide bir nazar seni ey kebk-i ho-hırâm
Tiryâk koydı hokka-i la’lîne lâleler
Görüp çemende âb-ı revânı misâl-i mâr
çmeyeliden kudurdum mu nice_oldum bilmezem
Sâf ü pâk âb-ı revânler kıp kızıl kandur bana
Öykündügi içün senün ay alnuna güne
Hım itdi rûzigâr iletmedi ahama
Ba salar sofî gibi yeil murakka’lar geyüp
öyle benzer serv gülende sabâdan el aldı
Burada u konuya da açıklık getirmek istiyoruz. Esasında bir kapalı
isti’âre olan “tehis” ve “intak” sanatları, bize batı retoriinden geçmitir.
Nitekim Yekta Saraç’ın da dikkat çektii gibi, bu sanatlar hem Ta’lîm-i
Edebiyyât’tan önceki edebiyat nazariyesi ile ilgili eserlerimiz ile klasik belâgat
kitaplarımızda geçmemekte hem de böyle bir terime rastlanmamaktadır (2007:
121). Öyle olunca böyle bir sanatı bilmeyen, dolayısıyla kullanmayan klasik
dönem âirlerimizin iirlerinde bu sanatların varlıını zikretmenin doru
olmadıını düünüyoruz. Çünkü onların baka bir sanat amacıyla kaleme alıp bu
niyetle oluturmadıkları, hatta varlıından dahi haberdar olmadıkları “tehis” ve
“intak” sanatlarını, sanki onlar kullanmı gibi bahsetmek ve onlara yüklemek
doru deildir. Bu sanatlara bakılınca, esasında bunların birer kapalı isti’âre
oldukları dikkat çekmekte ve klasik âirlerimizin de zaten bu niyetle
kullandıkları görülmektedir. Nitekim insan dıındaki canlı ve cansız varlıklar ile
mücerret duygu ve düüncelere insana has özellikler vermeye tehis, konuma
özellii olmayan bu varlıkları konuturmaya da intak denmektedir (Saraç 2007:
121). Aynı ekilde, kapalı isti’âre sanatı yapılırken de, insan dıındaki canlı ve
cansız varlıklara (müebbehün-bihe) insana ait özellikler yüklendii gibi, onlar
aynı zamanda konuturulmulardır. Bu durum bize bütün “tehis” ve “intak”ların
esasında birer kapalı isti’âre olduunu göstermektedir. Ancak her kapalı
isti’ârenin “tehis” ve “intak” olmadıını da burada belirtelim. Dolayısıyla klasik
metinler okunurken, “tehis” ve “intak” sanatlarına uygun tarzda olan
kullanımları, klasik âirlerimizin kullandıı ve yaptıı sanat gerei, kapalı
isti’âre olarak kabul etmek ve bu ekilde isimlendirmek daha doru
görülmektedir.
Burada dikkat çekmek istediimiz konulardan bir dieri de, iirlerde
geçen “mâh”, “serv”… gibi bazı kavramların bir kısım kullanımlarıdır. Bunlar
bazen gerçek anlamlarında, bazen insana ait bazı vasıflar yüklenerek kapalı
isti’âre olarak kullanılırken, bazen de genel teamüle göre dorudan
458
458
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
“sevgili/güzel” yerine yani “açık isti’âre” olarak kullanılmıtır. Nitekim gerek
“mâh” gerekse “serv” kelimesi, sevgili yerine ödünç olarak alınıp kullanılmı ve
“sevgili/güzel”
hazfedilmitir.
Bilindii
gibi
“mâh”
kelimesinin
kullanımlarından biri, parlaklıından dolayı yüzün/yanaın, “serv”in ise,
boyun/endamın “müebbehün-bih”i oluudur. Ancak iirlerde bu tip kullanımlar,
“zikr-i cüz irâde-i kül” anlayıına uygun olarak yüz/yanak ya da boy/endam
yerine, dorudan sevgilinin zatıyla ilgilidir. Bu tarz kullanımın altında ise,
“güzel”e bakıldıında gerek parlaklıı gerekse dier güzellik unsurlarını ihtiva
etmesi bakımından ilk dikkat çeken yerin “yüz” olması yatmaktadır. Yine
“güzel”e bakıldıında ilk dikkati çekenlerden bir dieri ise, boy/endamdır.
Ancak burada murat edilen güzelin yüzünden ve boyundan ziyade, onun zatıdır.
Yani “cüz”ün söylenip “küll”ün kastedildii müahede edilmektedir. Bundan
dolayı, acaba sanatkârlar bu tip kullanımlarıyla mecaz-ı mürsel sanatı yapmılar
mıdır, veya bu tip kullanımlarını mecaz-ı mürsel niyetiyle mi yapmılardır diye
sorgulanması gerektiini düünüyoruz. Nitekim Necâtî Bey’in aaıdaki
beyitlerde gerek günei (âftâb) gerekse ayı (mâh, kamer) güzelin yüzüne, servi
ise güzelin boyuna benzettii açıkça anlaılmaktadır:
Nigâra gâh güne gâh olur kamer dirler
Görün o bî-bedelün yüzine neler dirler
Benzetdilerse çihre-i dildâra ey güne
evk ile germ olup külehün âsumâna at
Zülf-i mügînün ki cânâ mâh-tâb üstindedür
Sanasın tâvûs-ı kudsî âfitâb üstindedür
Ey sa’âdet günei dil yüzüni mâh bilür
igüni felek evirmezin Allâh bilür
Hayâli serv-i kaddünün dile gelmedi haylıdan
Ayagına su dökmelü olubdur çem-i pür-nemden
Özenürler elif-i kaddüne serv okumaga
Çekinürler saçuna müg-feândur dimege
Allâh ziyâde ide ki_el irmez olubdur
Kaddün olalı serv-i hırâmâna berâber
u günden kim boyun serv ü ser-i zülfün semen-bûdur
Çinâr ölmidürür gider benefe kara yasludur
Aaıdaki beyitlerde geçen “mâh” ve bedr-i temâm” kelimeleri, esasında
sevgilinin yüzü esas alınarak kullanılmı, ancak sevgilinin bütünü kastedilmitir.
Yani Necâtî Bey, sevgilinin ay gibi parlak yüzünü esas alarak onun zatını
459
459
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN
KULLANIMI…
AHMET KARTAL
kastetmitir. Nitekim bu kelimeleri günümüz Türkçesine aktarırken, “yüzü ay
gibi parlak sevgili ya da yüzü dolunay gibi parlak sevgili” diye söyleriz:
Bakmadı benden yana sen mâha uyaldan gönül
ki gün bir kimseye dîvâne olmaz âinâ
Niçün ahamlarsın agyâr ile ey bedr-i temâm
Seg bilürsin kim meh-i tâbâna olmaz âinâ
Sen gelmeyince mâhum mahv olmaz âte-i dil
Har olmayınca âhum söyünmez er çerâgı
Aynı hususun aaıdaki beyitlerde geçen “serv” için de geçerli olduu
görülmektedir:
Ey serv-i nâz-pîe seni mi yüri yüri
Ayruklara vefâ vü bana gam he mi he mi
Billâh ey servüm giyâh-ı nâ-tüvândan çekme ser
Ki_ol kad-i ra’nâdan ancak sâyedürür mültemes
Benüm serv-i hırâmânum cemâlün tâze bag olmı
Ruhun güllerinün kızılı kızıl agı ag olmı
Meyl it gözüm yaına eyâ serv-i ho-hırâm
Dirler ki eyle iylügi âb-ı revâna at
Tablo: Belâgatla ilgili bazı eserler ve onlarda "istiâre, açık isti’âre ve
kapalı isti’âre"ye getirilen tarifler:
Hatîb el-Kazvînî, Telhîsü'l-miftâh
Vatvat, Hadâiku’s-sihr fî-Dekâikı’- 1362
Çou kere isti’âre (lafzı) müebbehün bih
(benzetilen)in
adının
müebbeh
(benzeyen)in
yerinde
kullanılması
anlamında söylenir. Onlar (müebbeh ve
müebbehün bih) müste’ârun minh (ödünç
veren / asıl anlam) ve müste’ârun leh
(ödünç alan / mecâzî anlam), (müebbehün
bih = benzetilenin) lafzı ise müste’âr
(ödünç alınan ey)dir. / s. 111. sti’âre
(müste’ârın) lafzına göre iki kısımdır.
Çünkü o müste’âr cins ismi olursa,
(isti’âre) asliyyedir. (Cesur adam için
isti’âre olunan) “esed: arslan” ve (iddetli
bir vuru için isti’âre olunan) “katl:
öldürme” gibi. (Müste’âr lafız cins ismi)
deilse (isti’âre) tebe’iyyedir. / s. 118.
sti’âre, air veya yazarın hakikî ya da lafzî
460
460
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
anlamlı bir kelimeyi ödünç alıp baka bir
kelime yerine kullanmasıdır. / s. 28-29.
Bir eyi ödünç istemek. Hakîkî ya da lafzî
anlamlı olan bir kelimeyi ödünç alarak
baka bir kelime yerine kullanmaktır. / s.
40.
Mecâz, asıl anlamın dıında ve o anlamda
kullanılmadıını gösteren bir karine ile
(zikredilmesi)’dir. Kelimenin (asıl anlamı
dıında) doru kullanıldıını (gösteren)
karine, o kelime (lafız) ile mana arasındaki
alakadır. Bu alaka benzerlikten baka bir
ey olursa ona “mecâz-ı mürsel”
denir…benzerlik olursa buna isti’âre,
söyleyene müste’îr, müebbehün bih
lafzına
müste’âr,
müebbehün-bih
manasına müste’ârun minh ve müebbeh
manasına müste’ârun leh denir. / s. 106-7.
sti’ârede, müste’âr ve müste’ârun leh
hiçbir mulâyimi (ilgi unsuru) olmayınca
(indî esedün) gibi o, isti’âre-i mutlak diye
adlandırılır. / s. 109. sti’âre-i bi’l-kinâye
ve tahyîliyye, benzetmeyi nefsinde
gizleyen ve müebbehten baka bir
(unsuru) zikredilmeyen, müebbehün-bihe
ait olan bir durumun müebbehte
gerçeklemesine delâlet eden isti’âredir.
Kendisinde hissen veya aklen gerçekleen
bir durum olmaksızın ve o kapalı
benzetmenin kendisinde o olan bu
isti’âreye isti’âre-i bi’l-kinâye ve isti’âre-i
mekniyye denir. / s. 107-8.
sti’âre ol lafızdır ki isti’mâl
olunmu ola aslı olan ma’nâsına müâbih
olan ma’nâda…. sti’âre müebbehün bihi
müebbehde isti’mâl eylemekdir. / s. 87.
Bir
lafzı
benzerlik
alakası
dolayısıyla hakiki manasının dıında
kullanmaktır. stiarede lafzın hakiki
anlamının anlaılmasına engel bir karine
bulunur. Dier bir ifade ile istiare, alakası
tebih olan mecazdır. stiarenin temeli
tebihtir. Müekked tebihin iki tarafından
birinin zikredilerek zikredilmeyen tarafın
murad edilmesi ile istiare meydana gelir.
Zikredilen taraf zikredilmeyen taraf yerine
kullanılır. / s. 52. stiare-i musarraha,
müebbehi hazfedilmi tebihtir. stiare-i
mekniyye (kapalı istiare), müebbehin
i’r
Râdûyânî, Tercemânü’l-belâga
1362
Ahmedî, Bedâyi'u's-sihr fî Sanâyi'i'- 2002
i'r
smâîl-i Ankaravî, Miftâhu’l-belâga 1284
ve Misbâhu’l-fesâha
Muallim Nâcî, Istılâhât-ı Edebiye
1996
461
461
KLÂSK TÜRK RNDEAHMET
“GÜL”ÜN
KULLANIMI…
KARTAL
Ahmed Cevdet
Osmâniye
Paa,
Belâgat-ı 2000
Mehmed Celâl, Osmanlı Edebiyâtı 1312
Nümûneleri
Abdullah Salâhaddîn-i Uâkî
2004
Süleymân Fehmî, Edebiyât
1325
Reîd, Nazariyyât-ı Edebiyye [c. I]
1328
zikredildii fakat müebbehün bihin
zikredilmeyerek sadece onun levazımından
(zihinde hatıra getirdii ona balı
unsurlardan) birinin zikredildii tebihtir. /
s. 53.
sti’âre, müâbehet alakasıyla ve karîne-i
mâni’a ile ma’nâ-yı mevzû’un lehin
gayride müsta’mel olan lafızdır. Ve ba’zan
masdar olarak müâbehet alakasıyla “bir
lafzı, ma’nâ-yı mevzû’un lehin gayride
isti’mâl etmek” ma’nâsına gelir. / s. 94
sti’âre-i musarraha, müebbehün-bihe dâll
ve mezkûr ve ma’nâ-yı müebbehde
müsta’mel olan kelimedir. / s. 95 sti’âre-i
mekniyye, bir ey, zihinde, dîger ey’e
tebîh ve erkân-ı tebîhden yalnız
müebbeh zikr ü tasrîh ve fakat
müebbehün-bihin levâzımından bir ey’in
zikriyle ol muzmer zamîr olan tebîhe
remz olunmasıdır. / s. 96
sti’âre, bir lafzın ma’nâ-yı hakîkîsinden
sarf-ı nazarla ona dîger bir ma’nâ
vermekdir ki bu ma’nâ-yı dîgerin o lafza
muvâfık dümesi ancak zihinde vücûd
bulan bir müâbehet alâkasıyladır. / s. 78.
1. bâreti alâ sebili’n-nakl asl-ı lügatten
olan mâ-vudie-lehin gayrı üzerine ta’lîktir.
2. sti’âre bir eyde ma’nâ-yı hakîkati
iddiâdır, tebîhte mübâlagadan ötürü. 3.
sti’âre bir ey’-i ma’kûl için bir ey’-i
mahsûsun isti’âresidir. 4. sti’âre tebîhte
ve hüsn-i beyânda taleb-i mübâlaga için
ism-i râcihi mecrûha nakildir. / s. 300.
sti’âre, müâbehet alâkasıyla ve karîne-i
mâni’a ile bir kelimenin ma’nâ-yı mâvudie-lehin gayrıda isti’mâlidir. sti’âre,
tarafeyn-i tebîhden birinin hazfiyle hâsıl
olduuna göre ikiye ayrılır: Musarraha,
mekniyye. Müebbeh hazf olunarak yerine
müebbehün-bih ikâme edilirse isti’âre
musarraha olur. Müebbeh, mezkûr olur ve
müebbehün-bih
mahzûf
olup
da
mahsûsâtından bir ey tasrîh edilerek
kendisine iâret edilirse buna isti’âre-i
mekniyye denir. / s. 244-45.
Bir lafzın ma’nâ-yı hakîkîsini terk ile ona
müâbeheti olan dîger bir ma’nâ i’âresi
demektir. / s. 186. Vüzûh-ı delâleti tezyîd
için –zihinde alâka-i temâsülle birleebilen
462
462
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Muhammed Mihrî, Fenn-i Bedî'
yty
Sîrûs-i emîsâ, Beyân ve Me’ânî
1375
iki hayâlden birini dîgeriyle istibdâl, ve
yâhud bir hayâle kendinde olmayan bir
vasf-ı mülâyım izâfe etmektir. / s. 187.
sti’âre-i musarraha, vüzûh-ı delâleti tezyîd
için, bir hayâlin yerine alâka-i temâsüli
hâiz dîger bir hayâl ikâme etmektir. / s.
192. sti’âre-i mekniyye ki tahayyül-i
mebde’in iki cenâh-ı i’tilâsı olan tehîs ve
istibdâlin vâsıta-i mûcezesidür. / s. 195
sti’âre âriyet tarîkiyle bir ey almakdır.
Beyne’l-ma’neyn alâka-i müâbehet olan
kelimeye denilir. / s. 25.
stif’âl babından olan isti’âre, bir sözü
baka bir söz yerine ödünç istemektir.
Çünkü âir, isti’ârede bir kelimeyi/sözü
benzerlik yönüyle baka bir kelime/söz
yerine kullanır. / s. 57. sti’âre-i musarraha,
müebbehün-bihin kaldıı bir tebihtir. / s.
59. sti’âre-i mekniyye ise müebbehin
müebbehün-bih ile ilgili unsurlardan
biriyle kullanılmasıdır. / s. 62.
stiâre, tebihin iki tarafından birini
zikredip dier tarafını kastetmektir. stiârei muhakkaka ve musarraha da denilen
istiâre-i tahkîkiyye, müebbehün-bihin
müebbeh yerine geçmesidir. stiâre-i bi’lkinâye ya da istiâre-i mekniyye,
müebbehin zikredilip müebbehün-bihin
zikredilmedii, ancak müebbehün-bihin
gerekli karinesinden birinin bulunduu
istiâredir. / s. 250-51.
Müebbehün-bih veya müebbehi hazf
edilen tebîhlere isti’âre denilir. “Temââyı Hazân”da oldugu gibi müebbehün-bih
zikr edilmeyerek yapılan isti’ârelere
“mekniyye”, “Bir Lahza-i taahhür”de
görülen tarzda, yani müebbeh zikr
edilmeyerek yapılan isti’ârelere de
“musarraha” nâmı verilir. / s. 60.
uura mukârin olan “müebbehünbih” eer
tebih edatını hazfedecek kadar kuvvetli
ise “tebîh-i beli” olur. Tebih edatı ile
beraber müebbehi de husûfa uratacak bir
mâhiyet ve vuzuhta olursa “istiâre-i
musarraha” nâmını alır. Eer dâhilî bir
tecrid yapılıp da müebbehün-bihin hey’eti umûmiyyesinden ziyade müebbeh ile
alâkar olan mümeyyiz vasfı uur sathına
çıkıp müebbeh ile birleirse istiâre-i
Humâyî, Funûn-ı Belâgat ve Sinâ’ât-i 1377
Edebî
Ali Cânib, Edebiyât
1928
Ali Nihad Tarlan, Edebiyat Meseleleri 1981
463
463
KLÂSK TÜRK RNDE AHMET
“GÜL”ÜN
KULLANIMI…
KARTAL
Tâhirü'l-mevlevî, Edebiyat Lügati
mekniye yapmı olur. / s. 171.
Müebbehün-bih veya müebbehi hazf
edilen tebîhlere isti’âre denilir. “Temââyı Hazân”da oldugu gibi müebbehün-bih
zikr edilmeyerek yapılan isti’ârelere
“mekniyye”, “Bir Lahza-i taahhür”de
görülen tarzda, yani müebbeh zikr
edilmeyerek yapılan isti’ârelere de
“musarraha” nâmı verilir. / s. 60.
stiâre bir eyin ödünç verilmesini veya
ödünç alınmı bir eyin iâdesini istemektir.
Arada bir engel karîne (karîne-i mâni’a)
bulunmak artıyla, bir sözü, benzerlik
ilgisiyle kendi mânâsı dıında kullanmak,
istiâre adını alır. / s. 154. Açık (Musarrah)
stiâre: Müebbehünbihin mânâsını taıdıı
hâlde, müebbeh yerinde kullanılan söz,
açık istiâreyi tekil eder. / s. 158. Kapalı
(Meknî) stiâre: Bir eyi, zihinde dier bir
eye benzetip, bu benzetmeden yalnız
müebbeh ile müebbehünbihe balı bir
unsuru zikretmek suretiyle yapılan istiâre,
kapalı (meknî) istiâre adını alır. / s. 160.
Bir eyi kendi adının dıında, türlü
yönlerden benzedii baka bir eyin adıyla
anma. / s. 412. Açık istiare (istiare-i
musarraha), benzetme öelerinden yalnız
benzetmelik ile yapılan istiaredir. / s. 412.
Kapalı istiare (istiare-i mekniye), benzetme
öelerinden yalnız benzetilenle yapılan
istiaredir. Bu türlü istiarede benzetmelik
söylenmez, bir anlamda gizlenir. / s. 414.
Tebîh’teki temel unsurlardan, yani
“müebbeh” veya “müebbehün-bih”ten
biri söylenmeyerek yapılan benzetmelerdir.
/ s. 46. sti’âre-i musarraha, müebbehi
söylenmeden yapılan isti’ârelere denir. / s.
49. sti’âre-i mekniye, müebbehün-bihi
söylenmeden yapılan isti’ârelerdir. / s. 50.
Tebihe yakınlık gösteren bir sanattır.
Bilindii gibi tebih en az iki öge ile
yapılır. Benzeyen ve kendisine benzetilen.
te benzetme bu iki ögeden sadece biri ile
yapılırsa istiare meydana gelir. Mesela:
Arslan asker, deyimi tebih-i belidir.
Çünkü iki öge ile yapılmıtır. Asker aslana
benzetilmitir. Yani asker benzeyen, arslan
ise kendisine benzetilendir. te askeri
gördüümüz zaman “Arslanım” dersek
1973
M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve 1980
Teorileri (Belâgat)
Cem Dilçin, Örneklerle Türk iir 1983
Bilgisi
*
M. Orhan Soysal, Edebî San'atlar ve 1992
Tanınması
sa Kocakaplan, Açıklamalı Edebî 1992
Sanatlar
464
464
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Numan Külekçi, Edebî Sanatlar
istiare yapmı oluruz. Çünkü yalnızca bir
öge ile benzetme yapılmıtır. Asker
söylenmemi, sadece benzetilen öge olan
arslan söylenmitir. / s. 63. Açık istiare:
stiare zayıf bir varlıı daha kuvvetli
göstermek için yapılan benzetmedir.
Tebihten farkı tek öge ile yapılmasıdır.
Benzeyen zayıf öge, benzetilen ise kuvvetli
ögedir. te açık istiare kuvvetli öge, yani
benzetilen ile yapılır. / s. 64. Kapalı istiare:
Açık istiarenin zıddına olarak bu istiare
türünde benzetme, benzeyen unsurla
yapılır. Yani kendisine benzetilen unsur
söylenmez, kapalı kalır. Bu yüzden bu
istiareye kapalı istiare denilir. / s. 68.
Kelimenin lügat manası “ödünç alma,
birinden ireti bir ey alma”dır. Edebî
sanat olarak “bir eyi gerçek anlamı
dıında, çeitli yönlerden benzedii baka
bir eyin adıyla anmaktır. / s. 46. Musarrah
isti’âre
(Açık
isti’âre):
“Kendisine
benzetilen”
söylenir
“benzetilen”
söylenmezse buna açık isti’âre denir. / s.
51. Meknî isti’âre (Kapalı isti’âre):
Benzetilen söylenir, kendisine benzetilen
söylenmezse buna kapalı isti’âre denir.
Yalnız kendisine benzetilen ile ilgili bir
özellik zikredilir. Bu özellik isti’ârenin
anlaılması için bir ipucu mahiyetindedir. /
s. 52.
Lügat manası; “birinden ireti bir ey
isteyip almak” demektir. Edebiyatta; “bir
kelimenin manasını muvakkaten dier bir
kelime
hakkında
kullanmak”tır.
Beyancılara göre isti’âre; “müabehet
alâkasıyla ve karine-i mania dolayısıyla
konulduu mananın dıında kullanılan
lafızdır”. Bu tarife göre isti’âre, kendi
manasında kullanılmayan bir lafızdır.
Konulduu manada kullanılmasında engel
karine bulunduu için “mecaz”dır. Alâkası
da “tebih”tir. / s. 90. sti’âre-i asliye,
isimlerle isim hükmünde mastarlardan, bir
de sıfatla ün kazanmı olan isim hükmüne
girmi alemlerden yapılır. sti’âre-i
mekniyye, bir ey zihinde dier bir eye
benzetilir ve müebbehün bih deil de,
levazımından bir ey sözde müebbehle
beraber getirilirse isti’âre-i mekniyye adını
1999a
Nasrullah Hacımüftüolu, ’câz ve 2001
Belâgat Deyimleri
465
465
KLÂSK TÜRK RNDE AHMET
“GÜL”ÜN
KULLANIMI…
KARTAL
alır. / s. 91.
Lügat anlamı birinden bir eyi ödünç
isteyip almak olan istiâre, bir kelimeye
aralarındaki benzerlik alâkası dolayısıyla
lügat/temel anlamının dıında yeni bir
anlam vermektir. Dolayısıyla istiâre,
alâkası tebih/benzerlik olan mecaz-ı
lügavîdir. stiârenin temeli tebihtir.
Tebihin iki temel unsuru olan müebbeh
(benzeyen) ve müebbehün bih (kendisine
benzetilen)den sadece birisinin –dorudan
veya dolaylı- söylenilerek söylenilmeyen,
kaldırılan kısmının kasdedilmesi ile istiâre
meydana gelir. Dier bir ifade ile istiâre
kısaltılmı
tebihtir.
Bu
açıdan
bakıldıında istiâre hem bir mecaz, hem de
bir tebihtir. / s. 118. Açık istiâre,
benzeyeni düürülen tebihtir. Bu istiârenin
“açık” olarak nitelenmesi kendisine
benzetilenin açıkça ifade edilmesindendir. /
s. 119. Kapalı istiâre, kendisine
benzetilenin açıkça bulunmadıı sadece
onu hatırlatan, onunla ilgili bir unsurun
bulunduu istiâredir. Yani ibarede tebihin
iki tarafından müebbeh/benzeyen bulunur,
fakat müebbehün bih/kendisine benzetilen
açıkça yer almaz. / s. 120.
Eretileme, bir varlık, kavram, nesne vb.
belirten bir sözcük ya da sözün gerçek
anlamını bir yana bırakarak, ona –gerçek
anlamını düündürmeyecek bir biçimdeereti (ödünç) olarak baka bir varlık,
nesne, kavram vb.nin adını vermektir. Bu
söz sanatı için “Benzetme ilgeci olmayan,
ilgeci içinde gizlenmi,
kısaltılmı
benzetme (tebih-i muzmer-ül-edat)”; “bir
sözcüün, benzerlik ilgisiyle baka bir
sözcük yerine kullanılması” yolunda
tanımlar
da
yapılmaktadır.
Ancak,
benzetme ilgeci olmaması, eretilemeyi
tanımlama bakımından yeterli bir sınırlama
deildir; önemli olan, benzeyen ve
kendisine benzetilenlerden birinin bulunup
birinin bulunmamasıdır. Bir sözcüün
baka bir sözcük yerine kullanılmasının da
eretileme olabilmesi, benzerlik ilikisi
kouludur. Böyle bir ilgi yoksa, eretileme
deil “mecâz-ı mürsel” olur. / s. 17. Açık
eretileme (istiare-i musarraha), yalnızca
M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat 2007
Bilgisi
Kaya Can, Balıca Yazınsal Sanatlar
2003
466
466
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
kendisine benzetilenin söylendii –
benzeyenin söylenmedii- eretileme türü.
/ s. 19. Kapalı eretileme (kapalı istiare –
istiare-i mekniye), yalnız “benzeyen”in
söylendii,
“kendisine
benzetilen”in
söylenmedii; bu nedenle de, doal olarak,
benzetme
ilgecinin
bulunmadıı
eretilemelere denir. /s. 21.
Sözlükte; bir eyi kaldırmak ve onu bir
yerden alıp baka bir yere koymak veya bir
eyden faydalanmak üzere onu birisinden
ödünç olarak istemektir. Bir beyan terimi
olarak isti’âre; hakikî mana ile mecazî
mana arasındaki benzerlik alakasından
dolayı bir kelimenin manasını geçici olarak
alıp baka bir kelime için kullanmaktır.
Ayrıca bunda, hakikî manayı kastetmeye
engel olan bir karinenin bulunması gerekir.
/ s. 83. stiâre-i tasrihiyye, içinde
müebbeh bihin lafzı açıkça zikredilen ve
müebbeh hazfedilen istiâredir. stiâre-i
mekniyye, müebbeh bihin lafzı hazfedilen
ve kendisi ile ilgili bir hususla ona iaret
edilen istiâredir. / s. 84.
Kelime anlamı, birinden ireti/ödünç bir
ey almaktır. Terimde ise, gerçek anlamı
ile mecazî anlamı arasında benzerlik ilgisi
olması artıyla bir kelimeyi gerçek anlamı
dıında kullanmaktır. Baka bir deyile
tebihin iki tarafından (benzeyen ve
benzetilen) birini zikredip dier tarafı
kastetmektir. Bu nedenle istiâre de
mecazdan bir türdür. / s. 163. stiâre-i
tahkîkiye, cümlede müebbehün bihin
(benzetilenin)
zikredilip
müebbehin
(benzeyenin) kastedilmesidir. Baka bir
ifadeyle müebbehi hazf edilmi tebihtir.
Buna istiâre-i musarraha veya muhakkaka
yani açık istiâre de denir. / s. 164. stiâre-i
bi’l-kinâye veya istiâre-i mekniyye,
müebbehin zikredilip müebbehün bihin
zikredilmedii, fakat müebbehün bihin
ilgilerinden birinin mevcut olduu
tebihtir. / s. 168.
Tebih bir anlam aktarımı sanatıdır, istiare
ise hem anlam hem de ad aktarımı
sanatıdır. Bir kavramın herhangi bir
bakımdan benzedii baka bir kavramla
adlandırılmasına istiare (ödünçleme) denir.
Nusrettin Bolelli, Belâgat, Beyân- 2006
Me’ânî-Bedî limleri, Arap Edebiyatı
*
Veyis Deirmençay, Fünûn-ı Belâgat 2006
ve Sınâât-ı Edebî
Menderes Cokun, Sözün Büyüsü 2007a
Edebî Sanatlar
467
467
KLÂSK TÜRK RNDEAHMET
“GÜL”ÜN
KULLANIMI…
KARTAL
stiarenin kelime anlamı ödünç almaktır.
Yani benzerlik ilgisiyle bir kavramın adı,
baka bir kavram için ödünç alınır ve
geçici olarak kullanılır. / s. 66. Açık istiare,
benzetme unsurlarından sadece kendisine
benzetilenin söylenmesiyle meydana gelir.
/ s. 67. Kapalı istiare, benzeyenle birlikte
kendisine benzetilenin bir özelliinin
söylendii
istiare
çeidi
olarak
tanımlanmıtır.
Yani
bir
ifadede
benzeyenle birlikte kendisine benzetilene
ait bir unsur veya özellik kullanılmısa,
onda kapalı istiare vardır denilmektedir. /
s. 68.
Gerçek anlam ile mecazî anlam arasındaki
alâkanın benzerlik üzerine kurulduu
mecâza isti’âre denir. Baka bir deyile
isti’âre, iki tarafından biri, edatı ve
benzetme yönü hazfedilmi bir tebihtir. /
s. 75. Açık isti’âre, sadece müebbehünbih
zikredilerek dier üç unsurun hazfedildii
tebihe denir. Kapalı isti’âre ise, sadece
müebbeh zikredilerek dier üç unsurun
hazfedildii tebihe denir. / s. 76.
Nevzat H. Yanık, Edebi Bilgiler ve 2007
Aruz
Bu yazı TDK tarafından neredilecek Necâtî Bey
Armaan Kitabı’nda yayımlanacaktır.
468
468
benzetme yönü hazfedilmi bir tebihtir. /
s. 75. Açık isti’âre, sadece müebbehünbih
zikredilerek dier üç unsurun hazfedildii
tebihe denir. Kapalı isti’âre ise, sadece
müebbeh zikredilerek dier üç unsurun
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
hazfedildii tebihe denir. / s. 76.
Bu yazı TDK tarafından neredilecek Necâtî Bey
Armaan Kitabı’nda yayımlanacaktır.
468
469
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI…
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI
VE RÜYADA GÖRÜLÜ EKLNE GÖRE
YORUMU
Çiçek sevgisi ve merakı Türk kültür tarihinde önemli bir yer tutar. Çiçekleri
çok seven ve onları büyük bir özen ve titizlikle yetitiren milletimizin
duygularındaki incelii ve zariflii, hatta güzele olan tutkunluunu yetitirdii
çiçeklerde görmek mümkündür. Çiçeklere karı olan bu tutku ve sevgi
köylüsüyle ehirlisiyle, fakiriyle zenginiyle bütün milletimizde rahatlıkla
görülüp hissedilebilir. Ayrıca milletimiz çiçeklere karı olan sevgisini bütün
hayatına yani evine, bahçesine, mânilerine, türkülerine, arkılarına, çeitli sanat
eserlerine, atasözleri ve deyimlerine yansıtmı hatta çocuklarına isim olarak
koymutur.
Özellikle bazı çiçeklerin kültürümüzde özel bir yeri ve önemi vardır.
Bunların baında gelen gül, Nev'î'nin,
*
Egerçi peyrev-i em’-i kelâm-ı Enverî’yem
Sözüm çerâgı benüm imdi gül gibi mehûr
beytinden, Nazîm'in ise,
Gül gibi vasf-ı kemâlâtunda buldum itihâr
mısraından anlaıldıı gibi, dier çiçekler arasında oldukça mehurdur.
Biz bu çalımamızda, âirlerin diliyle gülün klasik iirimize nasıl
yansıdıını ifade ettikten sonra, iki tabirnamede gülün rüyada görülmesine
getirilen yorumları belirteceiz.
Hz. Peygamber'in en çok sevdii çiçek olan gülün, ilâhî güzellii ve
ihtiamı en güzel biçimde yansıttıı ifade edilir. Sinan Paa’nın “Ikdur gülleri
peydâ iden / Ikdur gül yüzlüleri hüveydâ iden” sözlerinden anlaıldıı gibi,
gülün ortaya çıkmasına da ak sebep olmutur. Hatta Hz. Peygamber'in gül
hakkında, “Kırmızı gül, Allâh'ın ihtiamının tezahürüdür” dedii de, rivayet
olunmaktadır. Her eyden önemlisi o, Hz. Peygamber’in 'nian'ına sahip olduu
için, Hz. Peygamber'in remzi sayılmıtır:
470
470
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Verd-i ra‘nâ Ahmed-i muhtârdan virüb niân
Râyet-i sebz olup üstinde turur serv-i çemen
Tacizade Cafer Çelebi
Çünkü gül, bir rivayete göre, Hz. Peygamber’in yere düen ter damlasından
yaratılmıtır (Tatçı 1990: I/125):
Gül Muhammed deridür bülbül anun yâridür
Ol gülile ezelî cihâna bile geldüm
Yunus Emre
‘Irk-ı Muhammedün ‘arakından yaratdı gül
Hilkatde anı itdi anun bigi bî-misâl
Karamanlı Aynî
Zîb-i cemâl-i fasl-ı bahâr olsa gül ne tan
Çün asl-ı pâkidür ‘arak-ı Fahr-ı Enbiyâ
Tacizade Cafer Çelebi
Bundan dolayı, Hz. Peygamber, Sinan Paa'nın diliyle “gül-i gülzâr-ı
nübüvvet” yani peygamberlik gülbahçesinin gülü olarak tavsif edilmitir.
Gül ve Peygamber sevgisini birletiren en güzel ve etkileyici söyleyilerden
birisi, iirlerinde Bahtî mahlasını kullanan Sultân I. Ahmed'in u iiridir
(Ayvazolu 1992: 93):
N’ola cânum gibi baumda götürsem dâ’im
Kademi resmidür ol hazret-i âh-ı rusülüñ
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidür
Ahmedâ turma yüzüñ sür kademine o gülüñ764
764
Evliya Çelebi'nin anlattıına göre, bu kıt'anınn yazılı hikâyesi u ekildedir: I. Ahmed, Mısır'da
Kayıtbay türbesinde muhafaza edilen Nak-ı Kadem'i, yani Hz. Peygamber'in bir ta üzerindeki
ayak izini stanbul'a getirterek Eyüb Camii'ne koydurur. Nak-ı Kadem, daha sonra da inası
tamamlanan Sultanahmet Camii'ne nakledilir. I. Ahmed, bu nakil ileminin tamamlandıı günün
gecesi, rüyasında kendini bütün padiahların toplandıı yüce bir divanda bulur. Kadı mevkiinde Hz.
Peygamber oturmaktadır. Kayıtbay, Kadem-i erîf'i türbesinden alıp kendi camiine nakleden Sultan
Ahmed'den davacıdır. Hz. Peygamber, tarafları dinledikten sonra, Kadem-i erîf'in alındıı yere
iade edilmesi hükmünü verir. Ertesi gün, “ulemâ ve meâyıh” grubu, rüyayı, emanetin derhal eski
yerine gönderilmesi gerektii eklinde yorumlarlar. Sultan Aahmed, Nak-ı Kadem'i geri gönderir,
fakat üzüntüsünü gidermek için Kadem-i Sa'âdet-i Peygamberî eklinde bir sorguç yaptırarak
önemli günlerde hilâfet sarıına takmaya balar. Ayrıca bir tahta üzerine resmedilen Kadem-i
erîf'in kenarlarına da söz konusu dörtlüü kendi eliyle yazarak eyhi Azîz Mahmûd-ı Hudâyî'ye
gönderir. Bilindii gibi, Nak-ı Kadem-i erîf, imdi Mukaddes Emanetler'de korunmaktadır
(Ayvazolu 1992: 93).
471
471
KLÂSK TÜRK RNDE AHMET
“GÜL”ÜN
KULLANIMI…
KARTAL
Fuzûlî ise:
Suya virsün bâgbân gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzâre su
beytinde, Hz. Peygamber'in yüzünü bir güle benzetmekte ve bu güzellikte bir
gülün bir daha yetimesinin mümkün olmayacaını ifade etmektedir. Klasik
iirimizde Hz. Peygamber'in bir gül, onun yaadıı “Asr-ı Sa'âdet”in de yine
Fuzûlî'nin:
Gül-i ruhsâruna karu gözümden kanlu ahar su
Habîbüm fasl-ı güldür bu ahar sular bulanmaz mı
beytinde olduu gibi, bahar mevsimi eklinde ilendii düünülecek olursa,
âirin Hz. Peygamber'in ahir zaman peygamberi olduu inancından hareketle,
“bâgbân” kelimesiyle Allah'ı, “gülzâr” ile de dünyayı sembolize ederek onun
ölümünden sonra dünyanın varlıının anlamsızlıını ifade etmeye çalıtıı
rahatlıkla anlaılacaktır (entürk 1999: 286).
Necâtî Bey de,
Yılda bir kerre menâr-ı âhdan dîdâr gül
Gösterür nite ki nûr-ı Ahmed-i Muhtâr gül
beytiyle, gülün yılda bir kez seçilmi insan olan Hz. Peygamber'in nuru misali
yüz gösterdiini söyleyerek gül ile Hz. Peygamber'i özletirmitir (Akpınar
2003: 5).
Yine de gül, bu ihtiamı, bu güzellii ve bu kokusuna ramen Hz.
Peygamber’e hayrandır:
Yanagı nûrı vü saçınuñ sâyesin görüp
Hayrân u zârdur gül ü reyhân Muhammed’e
Ahmedî
Özellikle bu boyutundan dolayı milletimiz, güle özel bir itina göstermi ve
ona sevgi ile yaklamıtır. Bu sevgi, Anadolu insanının kırmızı renkli gülü
gördüünde, özellikle de onu eline alıp kokladıında, sa elini kalbi üzerine
koyup Hz. Peygamber’e salavat getirmesinde açık bir ekilde görülebilir. Gül bu
hususiyetinden dolayı da klasik iirimizde müstesna bir yere sahip olmu, bata
mutasavvıf âirler olmak üzere bütün klasik âirler tarafından bolca
kullanılmıtır.
*
472
472
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Yûnus Emre ,
*
Niçün sen nefs-i emmârı bu gafletden uyarmazsın
Muhammed er’î gülünü senün yüzüne urmazsın
beytinde gülün ferahlatıcı, latif, uyarıcı özellikleri ile eriatın nefs-i emmareyi
gafletten uyaran özelliklerinden hareketle gülü Hz. Peygamber’in yoluna
benzetmitir (Tatçı 1990: I/125; II/247).
Revânî,
Gül-i sepîd eger olmasaydı Âl-i Resûl
Yeil ‘alâmet ile olmaz idi destârı
beytinde, beyaz gülü, “âl-i Resûl”e benzetirken, Vuslatî Ali Bey de,
Çemen ravza-i pâke oldı misâl
Sahâbe anâdil gül-i âl âl
beytinde, çimenlii Hazret-i Peygamber’in mukaddes merkadine, sahabeyi
bülbüllere, kırmızı gülü de âl-i Resûle tebih etmitir.
Vuslatî Ali Bey'in baka bir beytinde ise, gülü bahtı çiçek gibi açılmı olan
Osmanoulları yerine kullandıı dikkat çekmektedir:
Gül-i âl-i Osmân-ı üküfte-baht
Hazâret-nümâ nahl-i gülzâr-ı taht
Mayıs-Haziran ayları arasında, pembe, beyazımsı, sarı, kırmızı renkli
çiçekler açan, güzel kokulu, çalımsı ve dikenli bir bitki olan gülün, Farsçadaki
genel anlamı çiçektir. Klasik edebiyatımızda da, aaıdaki beyitlerde olduu
gibi, aynı mânâda kullanıldıı görülmektedir. Nitekim aaıdaki beyitlerde
kullanılan gül-i nesrîn, nesrin çiçei; gül-i eftâlü, eftali çiçei; gül-i bâdâm,
badem çiçei ve gül-i sünbül ise sümbül çiçei anlamlarına gelmektedir:
Tadur yüregün lîk tenündür gül-i nesrîn
Binüm gönülüm sırçadur u ta ola taum
K.Burhaneddin G 484/3
Câm-ı cân perveri ey ehl-i safâ pâk idelüm
Gül-i eftâlü gibi cür’aları hâk idelüm
Hıfzî
Erefi saçar sabâ ana gül-i bâdâmdan gösterür
Zer nisâr ider peine ol gülün âh-ı semen
Adlî
473
473
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI…
AHMET KARTAL
Görmedüm gerçi nigâr-hâne-i Çîni ammâ
Bunda gördüm gül-i sünbülle nice nak u nigâr
Subhî-zâde Azîz
Gül'ün çeitli renkleri olmasına ramen klasik iirde en çok kırmızı rengiyle
söz konusu edilmitir. Efsaneye göre, önceleri gülün rengi kırmızı deildi. O
soluk renkli bir çiçekti. Bazı rivayetlere göre ise beyazdı. Bülbül, ta o zamanlar
da, güle âıktır. Gece boyu akını güle terennüm eder, arkılar söyler. Seher
vakitlerinde gülün açılmasını bekler. Lâkin gül yüz vermez, naz yapar bülbüle.
Artık tahammülü kalmayan bülbül, bir gün gülün üzerine konar ve dikenlerin
üstüne düüp ölür. Bülbülün vücudundan gülün dibine kanlar dökülür. Bu kanlar
onun kökünden damarlarına doru yayılır ve gül o günden itibaren kırmızı ve
parlak bir renge bürünür. Bundan dolayı gülün kırmızı rengini bülbülün
kanından elde ettiine ve daha güzel renge sahip olmak için bülbüle sürekli aynı
hileyi tekrarladıına inanılır (entürk 1999: 289; Akpınar 2003: 2) Fuzûlî'nin su
kasidesinde yer alan:
çmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budaının mizâcına gire kurtare su
beyti bu inanıın bir göstergesidir. Yine bu efsaneden hareketle gülün, bülbülün
kanını döktüüne, içtiine ve allık olarak yüzüne sürdüüne de inanılmaktadır.
Her ne kadar zaman zaman sarı ve beyaz gülden bahsedilirse de:
Gördüm açılmı çemende bî-bedel bir ak gül
Görmedim hergiz cihanda böyle bir berrâk gül
Bâga çık nâz ile mesrûr eyle hasret-keleriñ
Sünbül özler zülfini ruhsârıña mütâk gül
Neylî
Görinen haymeler sanma? açılmı ak güllerdür
Hümâyûn ordusı âhu? unutdurdı gülistânı
Revânî
Gül-i zerd ü sefîdi ola üküfte gülistânın
Meh ü mihr ile gerdûn olmasın hîç
Reîd
klasik iirde, gül-i surh, gül-i ahmer, gül-i hamrâ, kızıl gül.... ekillerinde geçen
kırmızı gül, üphesiz en fazla kendisine kullanım alanı bulmutur:
Bâgbân-ı zülfi sihr eyler el altından meger
Kim bitürdi bâg-ı hüsninde gül-i ahmer çemen
Revânî
474
474
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Sahn-ı gülen âsumân olmı kızıl gül âfitâb
Goncanu? her biridür bir günbed-i hadrâ yine
Revânî
Ben hâke idüp tîrini baran o kaı yâ
Sînem bitürür yaralarumdan gül-i hamrâ
Nev'î
Bazen penbe (açık kırmızı) renkli gülün de iirlerde kullanıldıı
görülmektedir:
Ey Türâbî sîne-i pür-dâgımı kim görse dir
Sanasın penbeyle zeyn itmi der ü dîvârı gül
Türâbî
Bunların dıında gül-i sad-berg (yüz yapraklı gül, katmerli bir çeit gül), gül-i
ter (taze, taravetli gül), gül-i hod-rû (kendi kendine yetien yaban gülü), gül-i ra’nâ
(içi kırmızı, dıı sarı gül) ifadelerine de sıkça rastlanılmaktadır. Ancak Arpaemînizâde Mustafa Sâmî, katmerli gülün sade gülden daha iyi olduunu:
Bir mi katmer-gül-i zîbâ ile verd-i sâde
Benzemez nâtıka-i gayra bu i'r-i hem-vâr
beytiyle dile getirmitir.
Bunlardan bir kısmı kırmızı dier kısmı sarı yahut beyaz olan gül veya
lâleye bu güzel görünüü sebebiyle “gül-i ra’nâ” ve “lâle-i ra’nâ” dendii hâlde,
sonraları “iki renklilik”ten kinaye olarak edebiyatta sevgilinin iki yüzlülüünü
ve güzelliini ifade eden bir tabir olarak kullanılmıtır. Daha sonra “ra’nâ”
kelimesinin iirlerde hafif mereplik ima eden bir sıfat olarak yer aldıı da
görülmektedir. Meselâ Hayretî:
Begüm her yüzi açılmı gül-i ra’nâya aldanmaz
Henüz yıylanmaduk bir gonce-i bî-hâr arar gönlüm
beytinde, “gül-i ra’nâ” terkibini “yüzü açılmı” yani hayasız güzeller için
kullanarak, gönlünün hayasız güzellere aldanmayacaını, bizatihi henüz
koklanmadık dikensiz bir gonca aradıını söylemektedir (entürk 1995: 82).
bn-i Kemâl, sevgilinin kırmızı lâle renkli yüzünde kendisinin sararmı
yüzü birlese (yani yüz yüze koysalar), gözlere bu ikisinden hasıl olan kırmızı
sarılı bir gül görüneceini ifade eder:
kisinden bir gül-i ra’nâ görünürdü göze
Lâle ruhsârınla cem’ olsa ruh-ı zerdim benim
475
475
KLÂSK TÜRK RNDE AHMET
“GÜL”ÜN
KULLANIMI…
KARTAL
Müncîk-i Tirmizî de, u Farsça beytinde gül-i ra’nânın hem kırmızı-beyaz
hem de sarı-kırmızı renkte olanlarına güzel iki benzetmeyle iarette bulunmutur.
Bunlardan birincisini, kırmızı akik taının altındaki inciye, ikincisini ise halvet
gününde yanak yanaa koymu âık ve mauka benzeterek dile getirmitir:
*
Tercüme: ki renkli güle bak, ne ho. Ya sade akikin altında incidir, ya da halvet
gününde yanak yanaa koymu aık ve mauktur.
Nâbî ise:
ki güldür yüzü ol mâh-rûy-ı meclis-efrûzun
Bu ma’nâya gül-i ra’nâ dü-vechile müsaiddir
diyerek, sevgilinin yüzünü beyaz ve kırmızı güle benzetmitir. âire göre bu
yüze, gül-i ra’nâ demek iki veçhile, yani biri ay gibi parlak, dieri beyaz ve
kırmızı olduu için müsaittir (Onay 2000: 221).
Her ne kadar gül-i ra'na, kırmızı-beyaz ve sarı-kırmızı renklerinden olusa
da, kokusu birdir:
Dü nîm olursa da ten dilde ârzû birdir
Dü-reng ise gül-i ra'nâ aceb mi bû birdir
Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî
*
âirlere ilham kaynaı olan gül, çiçeklerin sultanıdır. Bu husus “âh-ı gül,
eh-i gül, gül âhı, sultân-ı gül, hüsrev-i gül, gül hüsrevi, dâver-i ezhâr, dâver-i
gülen” gibi sözlerle ifade edilmitir:
Sultân-ı gülden almag içün cebr ile anı
Yagdurdı ana top u tüfeng ebr-i nevbahâr
Revânî
Giydi her nergis-i zerrîn baa bir tâc-ı Kubâd
Lâle gül hüsrevi yâdına içer sâgar-ı Cem
Hayâlî Bey
765
Hafızamızda yer alan bu beytin kaynaı tespit edilememitir.
476
476
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Evet, gül sultandır. Çünkü o, sultan olmak için gerekli olan alemlere
sahiptir. Bilindii gibi sultan olmanın asgarî üç alemi vardır. Bunlardan birincisi
tahttır. Gül ise zümrüt bir tahta sahiptir. Revânî,
Taht-ı zümürrüdîne geçüp nâgehân gül
Ezhâr içinde oldı eh-i kâmrân gül
diyerek, “gülün zümrüt tahtına geçip çiçekler içerisinde bahtiyar bir sultan
olduunu” belirtir.
kincisi ise, taçtır. Ahmedî,
Gül tâc-ı lacl urınmı tâc-ı zümürrüd üzre
Sûz-ıla aña karu ho-sâz ider belâbîl
diyerek, “la'lden kırmızı tacını giyen güle karı, bülbüllerin yanık bir ekilde
ah u figan ettiini” söyler.
Bu durum onun taç sahibi bir sultan olduunu göstermesine ramen gül,
hükümdarlık alametlerinden olan kırmızı renkli kabasını giymeyi de ihmal
etmez:
Geydi zer-ke kabâ-yı la‘lîni
Gül eh-i tâc-dâr oldugı-çün
Tâci-zâde Cafer Çelebi
Ancak gülün bir rakibi vardır. O da yine milletimizin özel bir deer verdii
çiçekler arasında yer alan lâledir. Özellikle lâle kelimesini oluturan harflerin
Allâh lafzıyla aynı olması ve her ikisinin ebced hesabıyla 66 sayısını vermesi,
yine lâlenin tersinden okunduunda hilâl kelimesinin oluması, hilâl'in ise
islâmiyeti simgelemesi ayrıca; lâle bir kök ve çiçekten olutuu için tevhidi
remzetmesi, ona karı olan ilginin artmasına sebep olmutur. Millî
çiçeklerimizden biri olan lâle özellikle III. Ahmed döneminde ve Sadrazam
Damad brâhîm Paa'nın hamiliinde hiçbir dönemde rastlanmayan bir ilgi
görür. Lâle, stanbul'un seçkin bahçelerini göz alıcı renk ve tazelikleriyle süsler.
Sadece lâle yetitirmek için özel bahçeler tanzim edilir; hakkında risâleler
yazılır; müsabakalar düzenlenir; yeni yetitirilen her lâleye âirâne isimler
verilir. Pek çok sanat dalında stilize edilerek motif olarak kullanılır. Hatta lâle,
bu devre adını vererek cemiyetin zevk u safâya dükünlüünü en güzel ekilde
gösteren bir sembol olur. fade ettii gerek manevî gerekse maddî boyutundan
dolayı lâle de aynen gül gibi milletimiz tarafından itina ile yetitirilmi, ıslah
edilerek yeni türleri elde edilmi, belli bir dönem de deeri öyle artmıtır ki
‘çiçeklerin ahı’ olarak nitelendirilen gülün tahtını sallamı, hatta o tahta
geçmitir. Kolayca gerçeklemeyen bu olay âirlerin diliyle öyle
gerçeklemitir:
477
477
KLÂSK TÜRK RNDEAHMET
“GÜL”ÜN
KULLANIMI…
KARTAL
Gül, lâleden daha önce ehre gelerek yerlemi ve ehirlerde oluturulmaya
balayan balarda yani bahçelerde yetimeye balamıtır:
Çünkim bezendi bâg u çemen cümle huk ü ter
Sahrâda lâle tagda çiçek bâgda gül biter
Ahmed-i Dâ'î
Böylece lâleden daha evvel ehirde yerleen ve medenî olan gül, bahar
meclisinde bahçede kurulan çiçekler meclisinin emiri yani sultanı olmutur.
Nitekim Bâkî bu hususu u beytiyle dile getirmitir:
Bezminde sürdi lâle murassa’ piyâlesin
Oldı emîr-i meclis-i bâg u bahâr gül
Oysa dalarda ve kırlarda yetien lâle, yâni gelincik klasik âirler tarafından
sahrâ-niîn (kırda, çölde oturan) olarak nitelendirilir:
Gül yüzüne öykünürse lâle-i sahrâ-niîn
Yüregine dâg-ı hirmân ur yüzüni kana bas
Necâtî Be
Gelincik kırlarda ve da eteklerinde yetitii ve meclis âdâbını bilmedii
için taralıya benzetilir ve devr-i gül sohbetine kabul edilmez:
Taradan geldi çemen mülkine bîgâne diyü
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler
Necâtî Be
Çünkü o, meclis usul ve erkânını bilmediinden bu toplantıya yaramaz:
Lâle-i dil-sûhte tutmaga geldi dâmenin
Didiler bunda yaramazsın sen ey sahrâ-niîn
Hayâlî Bey
Bundan dolayı, lâleyi geldii yere yani daa geri gönderirler:
Geldi benefe bâga arar hattına misâl
Reng-i ruhuna lâleleri daga saldılar766
Hayâlî Bey
766
Bu beyitte geçen daga sal- ibaresini yara içersinde koymak, yaralamak eklinde de düünebiliriz.
478
478
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Meclis erkânının bu tavrından dolayı lâle, ba kenarında boynu bükük ve
hacîl (utanmı) olarak bekler:
'Aceb mi bâg kenarında olursa lâle hacîl
Ki lâle-zâr-ı cemâlinde hâr u zârundur
Ahmed Paa
Ancak o, kırlarda yetien çiçeklerin âhı olarak oraya gelmitir:
Lâle gibi çünki ben sahrâ-niînler âhıyam
Kırmızı eyvân yiter bu kanlu pîrehen bana
Âhî
Ama lâlenin bu mahcubiyeti ve taralı oluu fazla sürmez. Özellikle XVI.
asırdan itibaren kültür yoluyla yeni türleri elde edilmeye balanmı ve o da
medenî yani ehirli olmutur. Bundan sonra gül ile amansız bir rekabete
girierek onun saltanatını sarsan lâle, Bâkî'nin ifadeleriyle gül-en ile çemenzârın âhı olarak la’lin tâcını jâlelerden mücevherlerle süslemitir:
Jâlelerden takınur tâcını gevher lâle
âh olupdur çemen iklîmine benzer lâle
Geyer gül-ende la’lîn-tâc lâle
Elinde nergisün altun piyâle
Gül bahçesinin ahı olan lâlenin bu ekilde gönlü çeken güzelliini gören
dier çiçekler artık ona, haset edip mızraklarını çekerler (Kartal 1998: 46-48):
Hüsn-i dil-kele görüp behcet-i vâlâ-ânın
Lâleye nîze-ke-i dâg-ı haseddir ezhâr
eyhülislâm shâk
*
Kânî, kalbi mermer gibi katı olan sevgiliye gül misin lâle-i pür dâg mısın
hâr mısın diye sormu:
Seng-i hârâ gibi saht u sitem-âver kalbin
Gül misin lâle-i pür dâg mısın hâr mısın
Yahya Bey de, sevgilinin lâle gibi fena kalpli olduunu ifade etmitir:
Gerdenün silsilesi dûd-ı âh
Lâle-i hamrâ gibi kalbi siyâh
(Gülen-i Envâr)
479
479
KLÂSK TÜRK RNDE AHMET
“GÜL”ÜN
KULLANIMI…
KARTAL
Ancak Mesîhî, gülleri yanakları renkli güzellere benzetmi ve çiy
tanelerinin kulaklarına çeitli mücevherlerden küpeler taktıını söylemitir:
Ruhları rengin güzellerdür gül ile lâleler
Kim kulaklarına dürlü cevher asmı jâleler
Bu da, gülün çeitli vasıflarından dolayı, daha çok sevgilinin sembolü
olarak kabul edildiini göstermektedir. Nitekim Subhî-zâde Azîz, gülün sultân-ı
nev-rûzun mahbubu yani sevgilisi olduunu ifade etmektedir:
Cihân yek-bezm-i hâssu'l-hâssıdur sultân-ı nev-rûzun
Ki gül mahbûbı bülbül mutribi lâle kadem-kârı
Revânî, gülün kimin yüzü olduunu:
Gül kimün yanagıdur lâle kimün çehresidür
Diye bir bir sorana hâl dili ile giyâh
Üsküdarlı Sırrî de, kırmızı yüzün holukta taze gül mü olduunu,
Surhî-i rûyı letâfetde gül-i tâze midür
Eser-i ermî-i nezzâre midür gâze midür
Üsküdarlı Sırrî
beyitleriyle sorar. Bu sorunun cevabı, sanki u beyitlerle verilmek istenmitir:
‘Anber hatunı didi gören gül yüzün üzre
Akyazı yüzin tutdı yine kara benefe
Revânî
Âl ile almag içün gönlini üftâdelerün
Yâr-ı gül-çihre gibi bâde yine geymi al
Revânî
Ol yüzi gül sefer ideli bende gördiler
Bülbül figânlar eyledügini bahârsuz
Zâtî
Avnî,
Ne aceb aglar ise bülbül-i cân çünki gelüp
Gülüp eglenmedi ol yüzi gülistânn bu gice
Kadün servi firâkında yaumı cûybâr itdüm
Yüzün gülzârı yâdına gözüm ebr-i bahâr itdüm
480
480
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
beyitleriyle, sevgilinin yüzünü “gülistân “ ve “gülzâr “a yani gülbahçesine
benzetirken,
Ey pür-gül ü ükûfe yüzünle bahâr-ı hüsn
Mihr-i ruhunla rûen olur rûzgâr-ı hüsn
beytiyle de, batan baa güller ve çiçeklerle bezenmi yüzüyle sevgiliyi güzellik
baharı olarak nitelendirmitir.
âirlerin dilinde sevgilinin sembolü olan gül:
Demezem dahi sana âıkem ey gül zîrâ
Sana âıklıum izhâr edeli hâr olubem
Fuzûlî (Leylâ vü Mecnûn)
Bir gülüñ sünbüline cân ile dil balamıuz
Zâtî’yâ beste-i tâvûs-i cinân kâküliyüz
Zâtî
Kütahyalı Rahîmî ve Nedîm’in iirlerinde sevgiliye hitap olur:
Gel gülüm î idelüm bâkî degildür nev-bahâr
Her zamân ta’cîl ider ömrüm gibi ârâ-yı gül
Kütahyalı Rahîmî
Gülüm öyle gülüm böyle demekdir yâre mu’tâdım
Seni ey gül sever cânım ki cânene hitâbımsın
Nedîm
eyhî,
Nigârâ haddünün lutfı komadı gülde reng ü bû
Apardı gözlerün sihri gözinden nergisün uyhu
diyerek, sevgilinin yanaının rengini güle benzeten âirlerden bir adım öne
geçmi ve gülün sevgilinin yanaından renk aldıını belirtmitir (entürk 1999:
26-27). Bundan dolayı sevgilinin yanaını görüp de, onun kırmızı renginden
dolayı utanmayan gül yoktur:
‘Ârızundan ermsâr olup ‘arak-rîz olmaduk
Bir gül-i zîbâ mı var bir lâle-i hamrâ mı var
Üsküblü shâk Çelebi
Hatta Subhî-zâde Azîz, sevgilinin güne gibi parlak yanaını gören gülün
hummaya tutulacaını belirtirken:
481
481
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI…
AHMET KARTAL
Çemen seyrine çıkmı varısa ol mihr-had imdi
Güle hummâ-yı yevmî nergise gelmi remed imdi
Üsküdarlı Sırrî de, sevgilinin yüzünün kırmızılıı güle nakledilse gülün
renginin yok olacaını söyler:
Sürhî-i rûyun güle nakl eylesem bî-reng olur
Gonçeye sırr-ı dehânun söylesem dil-teng olur
Onun için de gülün sevgilinin yanaıyla kendisini karılatırması mümkün
deildir:
Ne gülde tâb u fer var ‘arızına kılmaga nisbet
Ne servüñ kadd-i dil-cûyına var öykünmege cânı
Nev'î
Ancak, kendilerini sadece sevgilinin yanaına benzetmekle yetinen gül ile
lâle, bu durum karısında bile o kadar mutlu olmulardır ki, elbiselerine
sımayıp açılmılardır:
Ruhlarına benzeyelden ol kadar âd oldılar
Câmesine sıgmadı ey gonca güller lâleler
Gelibolulu Sun'î
Gül ile nergis de, bahçede gezintiye çıkan sevgilinin karısında saf
tutmulardır:
Sen bâg içinde serv gibi seyr idicegez
Karunda saf tutar gül ü nerges nazâreye
Ahmed-i Dâ'î
Fuzûlî de, sevgilinin güzel yüzünü gördükten sonra, gönlünün güle temayül
etmeyeceini söyler:
Tâ Fuzûlî kamed ü ruhsârına vermi gönül
Mâil-i serv ü hevâ-hâh-i gül ü nesrîn degül
Çünkü o, bülbülün gülü istedii gibi sevgilinin yanaını istemektedir:
N’ola gönlüm ârızın isterse cânım kâmetin
Resmdir âlemde bülbül gül sever pervâne em’
Sevgilinin dudaı da, güle benzetilmitir:
482
482
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Leb-i cânâne 'aceb la'l mi yâ gül mi disem
'Anberin-hâline hem mük mi fülfül mi disem
Neylî
Ancak Avnî, sevgilinin eker tadındaki dudaklarının güzellikte, naz ve
ivede güller ve goncaları gölgede bırakacak özellikte olduunu:
Gerçi kim agız bir itdi güller ile goncalar
Ol ekker-leb söze gelse anlara degme suhan
beytiyle dile getirmitir.
eyhülislâm Yahyâ’nın u beyti de bize, sevgililerin nezdinde mücevherât
takmanın rabetten dütüünü, onun yerine lâle ve gül takmanın revaç
kazandıını belirtir ki, bu da lâlenin ve gülün o dönemde gördüü ilgiyi daha
belirgin bir ekilde göstermektedir:
Lâle vü gül takınur oldı güzeller imdi hep
La’l u gevher kıymetin ezhâr erzân eyledi
*
Evet yukarıda belirttiimiz gibi gül, klasik iirde gerek mecazî gerekse lâhî
akta sevgiliyi temsil eder. Hakîkî sevgiliye duyduu ak ile yanıp tutuan,
itiyak içerisinde bulunan ruhu da temsil eden bülbül ise, güle âıktır. Çünkü gül,
yukarıda belirttiimiz gibi lâhî güzellii ve ihtiamı en güzel biçimde yansıtır.
Gülün ihtiva ettii bu hikmeti, gönlünde meydana gelen bilginin neticesi olarak
sezen bülbül tarafından geçmite sevilmi, günümüzde sevilmekte, gelecekte de
sevilecektir. Klasik iirde âirlerimiz kendilerini bülbüle benzetmilerdir.
Nitekim Fuzûlî kendisini gül bahçesinde gezen bir bülbül olarak niteler:
Bir bülbülem ki gülen olupdur neîmenim
Yâ tûtiyim ki bir ekeristâne yetmiem
Ahmedî ise, bu hususu u beytinde dile getirmitir:
Senüñ-ile benüm hâlüme beñzer
Gül-ile bülbülüñ nâz u niyâzı
Zaten bülbülün yuvası gül dalında olduu için, onun mekânı güller
arasındadır:
483
483
KLÂSK TÜRK RNDE AHMET
“GÜL”ÜN
KULLANIMI…
KARTAL
Zenahdânından ayrılmaz dil ol serv-i gül-endâmun
Olur san âh-ı gülde âyân-sâz andelîb-âsâ
Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî
Bülbülüñ mekânı güller içinde
Kargalar ötmez bülbüller içinde
Ümmî Sinân
Kendisine mekan olarak güller arasını seçen bülbülün feryadına sebep
olarak gülü gösteren Ümmî Sinân, aynı zamanda bülbül olmanın artını, gece
gündüz gül için ah u figan etmeye balamıtır:
Bülbülüñ efgân itdügi
Bagçe degüldür gülidür
Ey göñül geç bu fenâdan öyle bi-’âr ol yüri
Bülbül iseñ ol gül içün dün ü gün zâr ol yüri
Ancak gül, gururlu olup kendisine büyük bir itiyakla balı olan âıkın
ateli yalvarmalarına ve çekmi olduu ıstıraba karı daima lâkayt ve ilgisizdir.
Nitekim güle karı bülbül her ne kadar daima terennüm etse de, gül onun ah u
feryadına sadece tebessüm etmekle yetinir:
Güle karu kılur bülbül terennüm
Gül ider bülbül âhına tebessüm
erîfî
Evet, bülbül daima feryat ederken gül ona karı güler. Çünkü dünya ta
ezelden beri böyle gelmi böyle gider:
'Andelîb âh idüp aglar gül ana hande ider
Böyle gelmidür ezelden bu cihân böyle gider
Behitî
Bülbüle yüz vermedii için, onun ıstırabının tedricen artmasına sebep olan
gül, her zaman tebessüm edip gülerken, bülbül de daima alar. Çünkü bu,
onların genel vasfı olduu için bu duruma aılmamalıdır:
Gül gülse dâim aglasa bülbül aceb degil
Zîrâ kimine agla demiler kimine gül
Bâkî
unu da unutmamak gerekir ki, bülbülün ii “niyaz”, gülün ise “naz”dır:
Bülbül ü gül ii nâz ile niyâz illâ benüm
484
484
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Hâsılum dâg-ı cefâdur lâlezârum var iken
Avnî
Neâtî, bülbülün bu çekmi olduu ak ıstırabını:
evkiz ki dem-i bülbül-i eydâda nihânız
Hûnuz ki dil-i gonce-i hamrâda nihânız
Beytinde, “dem çekmek”le ifade etmitir. (Nefes, soluk; vakit, an; kan gibi
mânâları ihtiva eden 'dem' kelimesi, ayrıca Hakk'ın feyzinden olan Rahmânî
nefesi de ifade eder. Bu durumdaki âık, tecellînin zuhur ettii an içerisinde
bulunur. Mevlevîler buna “hû” der. âirin Mevlevî olduunu hatırlayalım).
Demek ki, gül için alayıp inleyen bülbülün devası yine güldedir:
Bülbül gül içün kılanda nâle
Derdine devâ olur mı lâle
Fuzûlî (Leylâ vü Mecnûn)
Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî'nin dedii gibi, em' (mum) ile bülbül, verd
(gül) ile pervâne bir araya gelmez:
Tenâsüb cilvegerdir akda bî-gâne cem' olmaz
Belî em' ile bülbül verd ile pervâne cem' olmaz
Bunun için bülbül, gülün kendisini red etmeyerek efkat göstermesini ister.
Âık Veysel'in “Güzelliin on para etmez, bu bendeki ak olmasa” dedii gibi,
gül her ne kadar güzellii ile ho olsa da onun zuhur etmesinin müsebbibi
bülbüldür:
Beni redd itme efkat it ey gül
Güle lâzım degül midür bülbül
Hüsnile gerçi gül durur zîbâ
Lîk bülbül virür zuhûrı ana
Fazlî
Gelibolulu Sun'î de, gülün zuhurunu yani açılmasını, bülbülün söyledii
güzel sözlere balamıtır:
Bülbül latîfe eylese gül açılur güler
Bâd-ı seher ki söylese def'î yüzin dürer
Belkide Nev'î'nin belirttii gibi, bülbülün etmi olduu feryadın tesiri, onun
açılmasına vesile olmasında gizlidir:
485
485
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN
KULLANIMI…
AHMET KARTAL
Bülbülüñ güldeki te’sîr-i niyâzın gördüm
Bunı bildüm ki eser eyler-imi nâle vü zar
Bülbülün akını beenmeyen Fuzûlî, bülbüle öyle seslenir:
Mesken ey bülbül sana geh âh-ı güldür geh kafes
Nice âıksın ki âhından tutumaz hâr u has
Herhalde Dou edebiyatlarında âıklıın remzi olan Mecnûn için:
Mende Mecnûndan füzûn âıklık isti'dâdı var
Âık-ı sâdık menem Mecûnun ancak adı var
diyen ve ettii ah ile felekleri yakan:
Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım em'i yanmaz mı
Fuzûlî'den de bunu söylemesi beklenirdi.
Esasen bu dünyada Muhibbî’nin söyledii gibi sevgiliye benzeyen tek bir
gül, âık gibi de çaresiz bir bülbül yoktur:
Sana benzer cihân içinde yok gül
Benüm tek dahı bir bî-çâre bülbül
ve bülbülün ikâyetçi olduu da güldür:
der gülden ikâyet bülbül-i eydâyı söyletsen
eker yir ükrin itmez tûtî-i gûyâyı söyletseñ
Nev'î
*
Baharın bir adının “gül mevsimi” oluu, güle verilen bu önemden
kaynaklanmaktadır. Bu mevsimde açan gül, aynı zamanda baharın geldiini de
ilan eder:
Yüzün beâeti insâna Hakdan ihsândır
Gülün tebessümü evvel bahârı i'lândır
Âsaf
Bundan dolayı bahar için “fasl-ı gül, vakt-i gül, mevsim-i gül, devr-i gül,
eyyâm-ı gül” gibi ifadeler de kullanılmıtır. Bahar mevsiminin müjdecisi olan
gülün açılmasıyla güzeller seyrana çıkmaya balar ve iret günlerinin
balamasına zemin hazırlar:
486
486
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Mevsüm-i güldür ehâ gül-zâr içinde oturup
Câm-ı gül-gûn virsün elüñe nigâr-ı gül-cizâr
Ahmedî
Aynı zamanda baharın gelmesiyle bülbüller de feryada balar. Ancak bu
feryada aılmamalıdır:
Bülbül figâna baladı gül devridir bu gün
Sular bulandı sît u sadânun zamânıdır
Türâbî
Bahâr eyyâmı geldi tan mı feryâd itse bülbüller
Dirîgâ anların feryâdına yetimedi güller
Türâbî
Gül, bahar gibi ömrün kısalıı ile hayatın geçiciliini de ifade etmektedir:
Gülüñ bir haftadır rengi senüñ yüzüñ gül-istânı
Hemîe tâze vü terdür zihî gül gülden ayruhsı
Ahmedî
Gül vakti geldi u geçürgil ho geçer dem öyle kim
Bu devr içinde lâle-ve elden piyâle dümesün
Ahmedî
“Ben yârime gül demem / Gülün ömrü az olur” mısraı bu anlayıın halk
iirine yansımı eklidir.
Nev'î bundan dolayı geçici olan gülün güzelliine deil de, kalıcı olan gönül
güzelliine talip olunmasını ister:
Hüsn-i gül kılma taleb fânîdür iste hüsn-i dil
Tal’at-i mihre hazân görmez misin virmez zarar
Nev'î, özellikle kı mevsiminde açan güle rabet edildiini,
Mergûb olur açılsa itâ mevsiminde gül
Hodur zamân-ı berf olıcak ems-i tâbdâr
beytiyle dile getirmitir.
*
Gülün daima bülbül gibi birlikte zikredildii unsurlardan birisi de dikenidir.
Çünkü bu âlemin gülbahçesinde dikensiz tek bir gül açılmaz:
487
487
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI…
AHMET KARTAL
Gülene açılmaz ol gonca-dehen ayârsuz
Gülsitân-ı ‘âlem içre gül açılmaz hârsuz
Zâtî
Gülün bu özelliinden dolayı Nev'î, onun hemniini olarak dikeni zikretmitir:
Gül celîs-i hâr u bülbül tu’me-i dendân-ı mâr
Menzil-i îe miyân-ı seng-i hârâ vü meder
Dikenin çeitli benzetmelere konu olduu da görülmektedir. Nitekim Nev'î,
Destinde hârdan ne ‘aceb tutsa âne gül
Çün zülfüñe takılmaga ister bahâne gül
beytinde, gülü taraa benzetmitir.
Toplandıktan sonra deste hâline getirilerek satılan gül:
Vilâyet açdı yeñiden meer ki âh-ı bahâr
Ki baglanup satılur sünbül ü gül ü ‘abher
Nev'î
Zamâne güleninüñ güllerin bana satman
Ki füls-i ahmere degmez yanında har olıcak
Nev'î
bazen hediye olarak verilmi:
Bâg-ı tab’umdan kopardum bu gül-i sad-bergi ben
Sundum insâf ehline bir yâdigâr-ı mu’teber
Nev'î
Yâra arz itmek dilerdüm kanlu yaum kıssasın
Tuhfe diyü gönderem dirdüm vefâsız yâre gül
Hasan Ziyâ'î
bazen de bir ieye konulmutur:
Gönülde çem ü 'izâr u külâle fikri hemân
Konuldı îede san nergis ü gül ü sünbül
Hasan Ziyâ'î
Gül renginden dolayı atee de tebih edilmitir. Bu özellii en güzel
yansıtan beyitlerden birisi eyh Gâlib'in u beytidir:
488
488
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Gül âte gülbün âte gülen âte cûybâr âte
Semender-tıynetân-ı aka besdir lâlezâr âte
Ve gül suyu tabii ki gülden elde edilir. Karamanlı Aynî'nin:
Yüzün münâzarasında gözüm n’ola yaara
Cihânda gülden olur her ne denlü olsa gül-âb
Didüm iy dil-ber yüzünde dürr bigi dürler nedür
Gül bigi güldi didi güldür gül-âb andan tamar
beyitleri bunun göstergesidir.
Gülün âirlerin tasavvurlarıyla yukarıda bahsettiimiz konuların dıında
ekli, rengi ve kokusu itibariyle birçok tebih ve mecazlara konu olduunu da
burada belirtelim.
*
Gül, klasik iirde bu kullanımlarının yanında bazen rüya yorumcuları
tarafından görülü ekillerine göre tabir edilmilerdir. Lütfullah b. Fazlullah
tarafından Çelebi Mehmed adına Hubey b. brâhîm et-Tiflisî'nin Ta'bîrnâme'sinden tercüme edilen Kâmilü't-ta'bîr isimli eserde (Eliaçık 2003) “gül”ün
rüyada görülü ekline göre yorumlanması u ekilde kendini göstermektedir:
[TDK Ktb. B/34, 252b-253a] Murâd çiçekdür ne çiçek gerekse olsun. bn-i Sirin
eydür, her çiçegün hükmi iki dürlüdür, biri oldur ki agacında göre, ikinci oldur ki
agacından ayru göreler. Amma ol çiçegi ki agacında göreler delalet ogula eyler. Ol
çiçek ki agaçdan üzilmi göreler gussadur dahı aglamak. öyle bilmek gerek her
çiçegün ki bekası az ola çün agacından üzilmi göreler gussadur ki ol dü gören
kiiye tiz irie. Her çiçegün ki bekası agaçda çok ola yine gussadur velî giç irie.
Eger vaktinde kızıl gül görse, agacında oglı toga; eger gül vakti olmasa ogul
sebebinden musibet irie. Kirmânî eydür, düde kızıl gül agacı bir ulu kiidür ki
âd-kâm ola dahı sözi geçe. Saru gül agacı bir bâzirgân avrat ola hacet revâ
eyleyecek. Ak gül agacı devlet ü izzetdür. Eger bahar faslında gül agacı görse öyle
ki gül açılmı kendü evinde, bir kız evine getüre kâbînile. Eger ak gül agacın görse
ogul sebebinden âd-kâm ola. Eger görse ki gül agacının köki yirden çıkmı ev
halkı namaza kâhil ola. Câbir-i Magribî eydür, düde gül görse bî-vefâdan ve
himmet kii göre. Eger görse ki gül var yâ kii virdi ol sıfatlu kiiye dostluk eyleye.
Eger gül vaktinde görse eyüdür. smâ’îl-i E’as eydür, düde gül nâmedür ki gâyib
kiiden gele, yâ gâyib katına gele. Ca’fer-i Sâdık eydür, düde gül görmegün altı
vechi var: hûb ogul, dost, himmetsiz kii, eyü kul, nâme-i gâyib. Eger avrat görse er
ala, eger agaçdan ayru görse gussadur.
Görüldüü gibi, Lütfullah b. Fazlullah burada rüya yorumcularından bn-i
Sirin, Kirmânî, Câbir-i Magribî, smâîl-i E'as ve Ca'fer-i Sâdık'ın yorumlarına
489
489
KLÂSK TÜRK RNDE “GÜL”ÜN KULLANIMI…
AHMET KARTAL
yer vermitir. Eserde “gül” maddesine, “gül”den kasdedilenin bütün çiçekler
olduu belirtilerek balanmı, daha sonra isimlerini zikrettiimiz muabbirlerin
yorumlarına balanmıtır. Buna göre:
bn-i Sîrîn: Gül aacında görülürse, çocua; aacından koparılmı olarak
görülürse, gussaya, kedere ve alamaya delâlet eder.
Ömrü az olan her gülün aacından koparılmı olarak görülmesi, dert ve
kederdir. Bu dert ve keder, rüyayı görene hemen duçar olur. Aacındaki ömrü
uzun olan gülü rüyada görmek de dert ve kederdir. Ancak rüyayı görene geç
ulaır.
Eer mevsiminde aacında kırmızı gül görülürse, çocuk domasına;
mevsimi dıında görülürse, çocuundan dolayı kiiye bir musibetin ulaacaına
delâlet eder.
Kirmânî: Rüyada kırmızı gül aacı görmek, sözü geçen ve bahtiyar olan
büyük bir kii olmaya; sarı gül aacı görmek, ihtiyacı giderecek tüccar bir kadın
olamaya; ak gül aacı görmek ise, devlet ve üstünlüe delâlet eder.
Bahar mevsiminde kendi evinde açılmı gül aacı görmek, çeyizi ile birlikte
gelin getirmee; ak gül aacı görmek ise, çocuundan dolayı mutlu olmaya
iarettir.
Gül aacının kökünün topraktan çıktıını görmek, ev halkının namaza
isteksiz olacaına delâlet eder.
Câbir-i Magribî: Rüyasında gül gören, vefasız olan bir kimseden iyilik
görür.
Ya sahip olduu bir gül ya da gülün bir kii tarafından verildii görülürse,
güzel huylu bir kimseyle dostluk etmeye delâlet eder.
Gülün mevsiminde görülmesi iyiye iarettir.
smâ'îl-i E'as: Rüyada gül görmek, bilinmeyen kiiden gelen veya
bilinmeyen kiiye giden mektuptur.
Ca'fer-i Sâdık: Rüyada gül görmenin altı yönü vardır. 1. yi çocuk. 2. Dost.
3. Himmetsiz kii. 4. yi köle. 5. Bilinmeyen mektup. 6. Kadın görürse,
evleneceine; eer aacından ayrı görürse eleme yani kedere delâlet eder.
Metinbankası, Temmuz 2004 versiyonunda bulunan baka bir tabirnamede
ise, gül görmenin talihsiz ve kötü amelli kii olmaya delâlet edecei kayıtlıdır.
“Klâsik Türk iirinde “Gül”ün Kullanımı ve Rüyada Görülü
ekline Göre Yorumu”, Gül Kitabı, Gül Kültürü Üzerine
Düünceler, (Editörler: Bilal Kemikli - Selami Turan), Isparta,
169-91 (2005).
*
490
490
Ca'fer-i Sâdık: Rüyada gül görmenin altı yönü vardır. 1. yi çocuk. 2. Dost.
3. Himmetsiz kii. 4. yi köle. 5. Bilinmeyen mektup. 6. Kadın görürse,
evleneceine; eer aacından ayrı görürse eleme yani kedere delâlet eder.
Metinbankası, Temmuz 2004 versiyonunda bulunan baka bir tabirnamede
ise, gül görmenin talihsiz veŞİRAZ’DAN
kötü amelliİSTANBUL’A
kii olmaya delâlet edecei kayıtlıdır.
“Klâsik Türk iirinde “Gül”ün Kullanımı ve Rüyada Görülü
ekline Göre Yorumu”, Gül Kitabı, Gül Kültürü Üzerine
Düünceler, (Editörler: Bilal Kemikli - Selami Turan), Isparta,
169-91 (2005).
*
490
491
TÜRK’ÜN FUZÛLÎ MUHABBET
TÜRK’ÜN FUZÛLÎ MUHABBET
Bugün genelde Türk edebiyatı , özelde ise Klasik Türk edebiyatı dendii
zaman, akla gelen ilk ahsiyetlerden birisi, hiç üphesiz Fuzûlî’dir. O, Türkün
yaadıı ve bulunduu hemen her corafyada en çok sevilen, beenilen, okunan,
takdir edilen ve iirleri hafızalarda yer edinen âirlerin baında gelmektedir. Vasfi
Mahir Kocatürk’ün de dikkat çektii gibi, O, klasik iirimizin sınırlarını ve
yüksek sınıfın sahasını aarak halka nüfuz etmi, hatta halk âirleri üzerinde bile
etkili olmutur. iirleri, “iir ve nazire mecmuaları” ile “cönklerin” en temel
malzemesini oluturmutur. Kendi neviahsına münhasır bir ekilde oluturduu
iir geleneiyle kendi “mekteb”ini kurmu ve bir çok muakkıp edinmitir. Hâlâ
günümüzde onun mektebinin takipçisi olup iirlerine nazire yazanlar
bulunmaktadır. Hâlâ iirleri, pek çok kiiye ilham kaynaı olmaktadır. Eserleri
hâlâ yazıldıı dönemdeki hem canlılıını, parlaklıını, zarifliini, samimiliini
korumakta hem de aynı hâlet-i ruhiye ile okunmaktadır. Acaba bütün bunların
sebebi nedir? te ben sizlere bunun sebebini birkaç maddede toplayarak
açıklamaya çalıacaım.
Klasik Türk edebiyatının önemli bir bölümünü oluturan manzum eserlerin
ekseriyeti, “güzellii” ve güzellik kavramının kaynaı kabul edilen “Hüsn-i
Mutlak”ı (Mutlak Güzellik) ihtiva etmektedir. Güzele duyulan ilgi ve bunun
artması sonucu gelien görme, elde etme ve kavuma arzusunun insan ruhunda
oluturduu “ak”, dolaylı olarak bu iirin temel konusunu oluturmaktadır.
Genel kabul gören bir inanıa göre, insanın tanıdıı ilk güzellik Allah'ın
“Cemâl”i olup, güzellikle bu ilk tanıma hâli ruhların yaratılıp onunla
ahitletikleri “bezm-i Elest”te gerçeklemitir. Ruhlar, gördükleri bu olaanüstü
“güzellik” karısında kendilerinden geçip mest olmular ve ten elbisesi giydirilip
dünyaya gönderildikten sonra da, bilinçaltlarında yer alan o güzellii hiç
unutamamılardır. Yine bu inanıa göre, insanların dünyaya beden olarak
gönderililerinden sonra, ilgi ve sevgi duydukları yahut daha da ileri giderek âık
oldukları her güzellik, aslında o ilk yaadıkları zevk hâline duyulan özlemin bir
uzantısıdır. Mevlânâ ’nın Mesnevî-i Ma’nevî’sinde dile getirdii, insanın
sazlıktan koparılmı yani ana vatanından uzaklatırılmı bir kamıla
sembolletirilmesi, ite bu hususun tipik örneklerindendir. Bu kamıın kuruyup
sararması, ana vatanı olan sazlıa duyduu hasrettendir. Üzerinde kızgın ile
yakılarak açılan delikler, dünyada çekilen çileleri sembolize etmektedir. Ney
*
*
*
*
492
492
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
olup çıkarttıı iniltili sesler ise, tekrar anavatanına dönmek için alayıp feryat
etmesidir. Dolayısıyla bu iirin ana hedefi, bu dünyada gurbette bulunan insanın
gerçek anavatanı olan “Mutlak Güzellik”e bilinçli veya bilinçsizce, dorudan
veya dolaylı olarak yeniden kavuma yolunda sarf ettii gayret ve çileleri
anlatmaktır (entürk 2006: 349). Bu kavuma hâli ise, ancak “ak” ile
mümkündür. Çünkü “ak”, eskilerin nazarında bir insanın maddî ve manevî
bakımdan kemale erip yücelmesi için vazgeçilmez bir mektep olarak telakki
edilmekteydi. Özellikle Osmanlı toplumunda “ak”, sadece bir cinsin karı cinse
duyduu ilgi ile sınırlı kalmayıp, bir hayat felsefesi olarak neredeyse toplumu
oluturan bütün fertleri saracak bir anlayı çerçevesinde hayatın her safhasını
kuatacak bir boyutta deerlendiriliyordu. Yûnus dilince “Yaratılanı yaratandan”
dolayı seven ecdadımızın “sevgi/ak” temeline dayalı olarak oluturduu
medeniyetimizin bir “ak medeniyeti” olduunun ifade edilmesinde bu
gerçekliin payı büyük olmalıdır. Türk medeniyetini özlü bir ekilde niteleyen
“ak” kelimesi, Osmanlı iirini de tanımlayan en isabetli kelimedir. Nitekim bu
iir kâinatın yaratılı sebebini, gezegenlerin dönüünü, gece ve gündüzün
olumasını, yamurun yaıını, bülbülün ötüünü, gülün açılıını, pervanenin
mumun çevresinde dönüünü; kısacası dünyada var olan her eyi ve hareketi
“ak” ile izah etme inceliine erien bir zihniyetin iiridir. Çünkü onların
nazarında insanı yücelten en büyük deer olan “ak” sayesinde Allah’a
eriilebilir, insan gerçek varlık ve mahiyetini ancak ak sayesinde idrak
edilebilirdi. Bundan dolayı âık olmak, toplumu oluturan fertler için âdeta
iftihar edilebilecek hâl idi (entürk 2006: 359). te Fuzûlî’nin iirlerinin hemen
hepsinde bu “ak” terennüm edilmitir. Bundan dolayı o, bir ak âiri olarak
nitelendirilmi ve âıkane iirleriyle insanların gönüllerine nüfuz etmeyi
baarmıtır. Bunda kendisini bu ateli ve yakıcı akına teslim etmi ve herhangi
bir kayıt altında kalmadan içinden geldii gibi ve samimi bir ekilde
kalbini/gönlünü iirlerine dökmü bir âık profili çizmesi de etkili olmutur
(Gibb 1999: III-IV/65). Ancak onun bu akı, hemen her insanda olduu gibi,
mecazî bir akla balamı, tedricen tekamüle doru ilerleyerek ilahî akın
olgunluuna ve cokunluuna ulamıtır. Bunu onun gazellerinde, hassaten
Leylâ vü Mecnûn mesnevîsinde görmek mümkündür. Nitekim Leylâ vü Mecnûn
kiinin beerî aktan kendisini tecrit edip mâsivâdan/maddeden kurtulmasını,
bunun için verdii mücadeleler ile çektii sıkıntıları, ulatıı makamları ve
nihayet Allah’a vuslatını mükemmel bir ekilde ihtiva etmektedir. Fuzûlî,
özellikle Âık Çelebi’nin belirttii gibi, her sözü yakıcı, her noktası kıvılcım ve
bir kor gibi tesirli olan (Çelebican 2006: 124) Leylâ vü Mecnûn mesnevîsini
hangi hâlet-i rûhiye ile kaleme aldıını, daha eserinin giriinde yer alan ikinci
kıt’ada açıkça belirtmitir:
493
493
TÜRK’ÜN FUZÛLÎ MUHABBET
AHMET KARTAL
Dutsam taleb-i hakîkate râh-ı mecâz
Efsâne behânesiyle arz etsem râz
Leylî sebebiyle vasfun etsem âgâz
Mecnûn dili ile etsem izhâr-ı niyâz
Görüldüü gibi, Fuzûlî , “mecaz yolu” olarak tavsif ettii edebiyat
vasıtasıyla, ilâhî hakikatleri ve sırları açıklamak istediini, “Leylâ” ismi altında
“Allah’ın sıfatlarını”, “Mecnûn” kimlii ile de “Allah’ı arayan ve O’na ulama
yolunda meakkatlere katlanan insanı” anlatmak istediini ifade etmektedir.
Ayrıca “dîbâce”nin mensur kısmının hemen baında yer alan:
“lahî! Leylî-i sırr-ı hakîkat serâ-perde-i vahdetten iktizâ-yı zuhûr edip tecellî-i
cemâliyle fezâ-yı sûreti müzeyyen etdükde ve Mecnûn-rûh, ser-gete-i bâdiye-i
gaflet iken, ol a’a’a-i cemâli görüp inân-ı ihtiyârı elden getdükde…”
sözlerinden “Leylâ’nın hakikat sırrının; Mecnûn’un da insan ruhunun
sembolü olarak kullanıldıı da açıkça görülmektedir. Bu da gösteriyor ki, âir,
Mecnûn ve Leylâ adındaki iki âık arasında geçen bu dramatik ak, ayrılık,
ıstırap ve çile ile dolu maceranın, tasavvuftaki asıl vatandan (vahdet) kopuu ve
gurbete (kesret âlemi) düüü (seyr-i nüzûl) ve bu andan itibaren, ayrı düülen
varlıa (Allah’a) ulama (fenâfillah) yolunda (seyr-i urûc) duyulan itiyak ve
hasreti (ak-ı hakikî), bu uurda verilen nefsî mücahedeyi ve çekilen sıkıntıları
“devir nazariyesi” minvalinde baarılı bir ekilde vermitir. Ayrıca eser, gerçek
hayatın insan ruhunu yakan tezahürleri ile varlıın tasavvufî yorumunu birlikte
yansıtacak ekilde sanatkârın estetik heyecanlarla zenginleen ruhunun
bahçesinde nadide bir çiçek gibi açmıtır (Doan 2002a: 15-16). te asıl
vatandan gelinen, dolayısıyla “cemâl-i mutlak”tan ayrı düülen bu fani âlemde
yaanılan “hicran/ayrılık/hasret” duygusu. Ayrılık hasreti, aslî vatan hasreti,
özellikle de “cemâl-i mutlak”a olan hasret ve ona tekrar kavuma düüncesi. Tek
kelimeyle ifade etmek gerekirse gerçek sevgiliye olan “vuslat” düüncesi. te
insanın kendisini bulduu, kendisiyle özdeletirdii hem bir eser hem de o esere
vücut veren âir ve ona karı olan temayül. Sanki bu muhabbetin sırrının burada
gizli olduunu hissettirmekte.
Fuzûlî’nin duygu bakımından fevkalâde derin ve cokun olan akı, fikir
bakımından da hemen hemen filozofik/felsefî bir sistem haline gelmi gibidir. O
sevimeyi deil, sadece sevmeyi anlatmıtır. Tek taraflı olan bu sevgi feragat ve
fedakârlıın son derecesini bulan mahrum ve mahkum bir aktır. âir, akın
saadetini bu mahrumiyetten doan ıstırabın tadında bulmutur (Kocatürk 1970:
333-34). Özellikle bu hususun da Türk halkının teveccühünün ve temayülünün
önemli sebeplerinden birisi olduunu düünüyorum. Çünkü buradaki ak
anlayıı, Türkün ak anlayıı olarak kendisini göstermektedir. Nitekim bizim
akımız da, tıpkı Fuzûlî’ninki gibi saf ve temiz bir aktır. Çounlukla da gönülde
yaanan, fedakarlık gösterilen, hiçbir menfaat beklentisi gösterilmeyen, her türlü
*
494
494
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
lekeden berî olan, hatta canın bile hiç çekinmeden verilecei bir aktır bu.
Nitekim gerçek âıın nasıl olması gerektiini ifade eden u beyitler, sanki bizim
âıklık anlayıımızın bir terennümü gibidir:
Âık oldur kim kılur cânın fedâ cânânına
Meyl-i cânân etmesin her kim ki kıymâz cânına
Cânını cânâna vermekdir kemâli âıkın
Vermeyen cân i’tirâf etmek gerek noksanına
Vasl eyyâmı verip cânâna cân râhat bulan
Yegdür andan kim salur cânın gam-ı hicrânına
Ak derdinin devâsı terk-i cân etmekdedir
Terk-i cân derler bu derdin mu’teber dermânına
*
Bin cân olaydı kâ men-i dil-ikestede
Tâ her biriyle bir kez olaydım fedâ sana
*
Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever
Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever
Mecnûn’un Beytullah’a yüz sürdüü anda ettii u dua, esasında hepimizin
duası deil midir:
Yâ Rab! Belâ-yı ak ile kıl âinâ beni
Bir dem belâ-yı akdan etme cüdâ beni
Az eyleme inâyetini ehl-i derdden
Ya’nî ki çok belâlara kıl mübtelâ beni
Oldukça ben götürme belâdan irâdetim
Ben isterem belânı çü ister belâ beni
Temkînimi belâ-yı mahabbetde kılma süst
Tâ dost ta’n edip demeye bî-vefâ beni
Getdükçe hüsnin eyle ziyâde nigârımın
Geldikçe derdine beter et mübtelâ beni
Ben kandan ü mülâzemet-i i’tibâr ü câh
Kıl kâbil-i sa’âdet-i fakr ü fenâ beni
Eyle za’îf eyle tenim fürkatinde kim
Valsına mümkün ola yetirmek sabâ beni
495
495
TÜRK’ÜN
FUZÛLÎ
MUHABBET
AHMET
KARTAL
Nahvet kılıp nasîb Fuzûlî kimi bana
Yâ Rab! Mukayyed eyleme mutlak bana beni
Fuzûlî’nin “ak” gibi, hemen her dönemde önemini koruyan, ilgi çeken ve
gündemde olan “gam”, “ıstırap”, “elem”, “acı”, “keder”, “belâ”, “feryat”, “vefa”
gibi konuları iirlerinin merkezine yerletirilmesi, yine onun bu kadar muteber
olmasının önemli göstergelerinden biri olarak kendisini hissettirmektedir.
Nitekim âirin dedii gibi:
Âdemin gam birle topragın muhammer kıldılar
Anda derd ü mihneti menzil mukarrer kıldılar
nsan topraktan yaratılırken hamuruna “gam” katılmı, dolayısıyla “derd”
ve “mihnet” onun için en önemli deerler ve ayrılmaz bir parça olmutur.
Bundan dolayı da bu konular, her dönem, insanın ilgisini ve alakasını celbetmi
ve gönlüne tesir etmitir. Gerçekten de insan hayatının geneline bakıldıı zaman,
üzüntülü ve kederli anının sevinçli anından daha fazla olduu dikkat
çekmektedir. Özellikle bu konular, geçmite olduu gibi bugün de, ister mecazî
ister hakikî mânâda olsun, dier insanlarda olduu gibi Türk milletinin de
ilgisini çeken ve onun indinde muteber olan konulardan olmutur. Buna bizzat
Fuzûlî’nin gerçek hayatındaki hüviyeti ile hâlet-i ruhiyesindeki atmosfer de etki
etmitir. Nitekim, hassaten günümüzde bu konuların ilendii filmlerin ve
programların Türk halkının youn bir ilgisini çektii ve teveccühünü kazandıı
da müahede edilmektedir. Ayrıca türkülerimiz ile arkılarımızın da en temel
konularını yine bunlar oluturmaktadır. te Fuzûlî’nin iirlerinin en önemli
konusu “ak” ve “ıstırap, acı, gam, keder… vs.” bu teveccühün en önemli
müsebbibi olarak kendisini göstermektedir. Çünkü bizzat bu duyguları kendi
gönlünde yaayan ve hisseden insanımız, bunların terennüm edildii iirlerde
kendi hissiyatını bulmu, ona temayül eylemi, onlamı ve ondan büyük bir haz
ve zevk almıtır. Gerçekten de, Fuzûlî’nin dikkat çektii gibi gönlünde bir derdi
bulunmayan, cieri yaralı olmayan insanın iirinde tat yoktur. Zevk ve safa,
huzur ve rahat iire haz vermez. Asıl ıstırabın dourduu iir tesirli olur. iir
müsabakasını zevk ve sefada olan deil, bilâkis dert ve elem çeken kazanır.
ehit kanlarıyla yorulmu bir corafyada yetien, hamisiz olup sıkıntı
içerisinde yaayan Fuzûlî, çektii bu sıkıntı ve elemleri sanat dehasıyla
yourarak iirlerinin asıl sermayesi yapmıtır. Çektii sıkıntı ve ıstıraplarla
kemale ermi, dünyanın geçici zevklerine deer vermeyip manevî hazlara
yönelmitir (Mazıolu, 1997: 27; Küçük 2004: 251). Böylece hissiyatımızın
tercümanı olan bu “barı yanık” âir, Türk toplumunun derin muhabbetini
kazanmayı hak etmitir.
Bu kavramlar yukarıda vurguladıımız gibi, bazen gerçek anlamlarında
kullanılmı, bazen de tasavvuf düüncesinin genel temayülü içerisinde iirlerde
yer almıtır. Nitekim insanın yaratanına ulamasına bir vesile olan ak yolunda
*
496
496
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
ilerleyebilmek için hem “gam”, “elem”, “ıstırap” çekmesi hem de bunlara
katlanması gerekmektedir. Tekamül için bunlar bir vesiledir. Bunun Fuzûlî’de
ileri bir safhada olmasına hiç üphesiz kendi reel hayatı da etkili olmutur.
Fuzûlî’nin u iiri bu hüviyetinin en tipik örneklerinden biridir:
Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım em’i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsân
Niçün kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı
Gamım pinhân dutardım ben dediler yâre kıl rûen
Desem ol bî-vefâ bilmen inânır mı inanmaz mı
eb-i hicrân yanar cânım töker kan çem-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
Gül-i ruhsârına karu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Degildim ben sana mâil sen etdin aklımı zâil
Bana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i eydâdır hemîe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
u gazelde de, bu durumu görmek mümkündür:
Benim tek hîç kim zâr ü perîân olmasın yâ Rab
Esîr-i derd-i ak u dâg-ı hicrân olmasın yâ Rab
Dem-â-dem cevrlerdir çekdiim bî-rahm bütlerden
Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasın yâ Rab
Görüp endîe-i katlimde ol mâhı budur derdim
Ki bu endîeden ol meh peîmân olmasın yâ Rab
Çıkarmak etseler tenden çekip peykânın ol servin
Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasın yâ Rab
Cefâ vü cevr ile mu’tâdem anlarsız n’olur hâlim
Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasın yâ Rab
Demen kim adli yok yâ zulmü çok her hâl ile olsa
Gönül tahtına andan gayrı sultân olmasın yâ Rab
497
497
TÜRK’ÜN
FUZÛLÎ
MUHABBET
AHMET
KARTAL
Fuzûlî buldu genc-i âfiyet mey-hâne küncünde
Mübârek mülkdür ol mülk vîrân olmasın yâ Rab
Tam anlamıyla tekâmülü yakalayan ve hakiki ahsiyetini bulan Fuzûlî, iirin
her sahasındaki üstün kudretine ramen, dehasının kendisini mustarip ruhunun
iniltilerini terennüme çaırdıını görmü, kaderiyle, esas kabiliyetinin artık
ayrılmamak üzere birletiini fark etmi, bundan dolayı da iirin dier çeitlerini
bir yana bırakarak “aıkane” iirler söylemeye devam etmi (Kocatürk 1970:
338) ve kendisinden ‘medh’ ve ‘zem’ konulu iirler istenmemesini arzu etmitir:
Benden Fuzûlî isteme e’âr-ı medh ü zem
Ben âıkam hemîe sözüm âıkânedir
Herhalde Fuzûlî’nin asırlar önce dillendirmesine ramen, bugün hâlâ
güncelliini koruduunu düündüüm u beytinden etkilenmemek mümkün mü:
Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devrân bî-sükûn
Derd çok hem-derd yok dümen kavî tâli’ zebûn
Fuzûlî’nin etrafında oluan bu muhabbettin sebeplerinden bir dieri
kullandıı dil ve üslubundaki içtenlik ve samimiyettir. Onun iirlerinde dikkati
çeken en önemli hususlardan biri, Türkçeyi kullanmadaki ustalıı ve ifadedeki
gücüdür. O, dile tasarrufu, Türkçenin zengin ifade imkânlarından yararlanıı
sebebiyle iirlerine akıcı ve samimi bir söyleyi gücü ve güzellii kazandırmıtır.
Duygularını iir hâlinde terennüm ederken, geni edebî kültürü, dili kullanı
yetenei ve ana dili zevki ile ifadesine canlı, sıcak bir hava vermitir. Gerek
mısralarda gerekse beyitlerde Türk dilinin mantıı ve ifade tarzı hakimdir
(Mazıolu 1997: 34-35). Sahip olduu zengin kelime hazinesini ustalıkla
kullanabilecek ölçüde güçlü bir dil mantıına sahip olan Fuzûlî, iirlerinde
Türkçe deyimleri ve atasözlerini sıkça kullanmı, hikemî tarzda söylemlere de
yer vermitir. Ayrıca Türk halk edebiyatında oldukça fazla kullanılan ve yer alan
aliterasyonun varlıı da dikkat çekecek boyuttadır. Yine iç ahengin olumasına
sebep olan kelime tekrarları ile iç kafiyeler de kendisini hissettirmektedir.
Türkçeyi öylesine rahat ve ustaca kullanmıtır ki, pek çok beyti ve mısraı birer
“sehl-i mümteni” örneidir. Fuzûlî özellikle bu tavrıyla kendi iirlerini hiç
üphesiz Türk halk iirine yaklatırmı, böylece halkın kendi iirlerini kolayca
benimsemelerine zemin hazırlamıtır. Burada Türk milletinin zevkine ve
anlayıına uygun aruz kalıplarını hassaten kullanmasını da ekleyelim.
Azerî Türkçesi, Çaatay Türkçesi ve Anadolu Türkçesinin kesitii bir
noktada yetien Fuzûlî’nin iirlerinde, bu üç Türkçeye ait özellikleri ve onların
çeitli tezahürlerini görmek mümkündür. Esasen bu tezahürler, bizi
yadırgatmaktan ziyade, ana kaynak duygularına ve millet denilen varlıın beik
deerlerine doru götüren bir ruhla daha çok holandırmaktadır. Özellikle
*
*
*
498
498
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Türkçe divanda yer alan manzumelere bakıldıında, ilk dönemlerde kaleme
alındıı tahmin edilen iirlerde daha çok Âzerî ve Çaatay Türkçesiyle eserler
veren âirlerin etkisinde kaldıı görülmektedir. Kadı Burhâneddîn, Nesîmî,
Habîbî, Lütfî ve Emîrî ilk sevdii âirler arasındadır. Habîbî’nin orijinal olan
“dedim-dedi” müseddesi, Fuzûlî’nin kaleminde daha mütekâmil bir cevabını
bulmutur. Özellikle Ali îr Nevâyî, çok daha sürekli bir tesirle Fuzûlî’ye bütün
ömründe büyük âir örnei olmutur. Bununla birlikte ran kaynaklarından da
ifade ve ilham almıtır. Ancak Fuzûlî bahsedilen sanatkârların mahdut muhiti
içinde kalmamı, Anadolu’da gelien yeni iiri de tetkik ederek benimsemitir.
Nitekim Ahmed Paa ve eyhî’nin çenisi de onun iirlerinde görünmee
balamıtır. Ancak Rum dedii, Batı Anadolu âirleri içinde en devamlı tesiri
yapan Necâtî Be olmutur. Fuzûlî’nin Necâtî Be’in birçok gazeline nazire
söyledii görülmektedir. Bu muhtelif tesirler, Fuzûlî’nin sanatını
zenginletirmitir, ancak onun bütün bu tesir sahiplerinden çok daha kuvvetli
olan ahsiyeti içinde hakim bir rol alamamılardır. Fuzûlî tam olarak ahsiyetini
bulduu zaman yepyeni ve neviahsına münhasır ruh ve eda ile bütün bu büyük
âirleri fersahlarca geride bırakmıtır (Kocatürk 1970: 329, 335).
Fuzûlî’nin eskilerin tabiriyle elsine-i selâsenin (Arapça -Farsça -Türkçe ), üç
Türk lehçesinin (Azerî Türkçesi-Çaatay Türkçesi-Anadolu Türkçesi) ve iki
mezhebin bulutuu bir corafyada yetimesi ve bunların müstesna kabiliyeti ile
birlemesi, ona Türk-slâm corafyasında her âire nasip olmayacak genilikte
bir nüfuz salamıtır. Bugün Delhi’den Kazan’a, Takent’ten Kahire’ye,
Bakü’den stanbul’a kadar slâm corafyasının hemen her kültür bakentinde
onun eserlerinin yazma ve basma nüshalarına tesadüf edilmesi bunun bir
göstergesidir (Okuyucu 2006: 51).
Fuzûlî’nin iirlerinde dikkati çeken ve insanı cezbeden noktalardan bir
dieri, yukarıda belirttiimiz gibi, içten ve samimi oluudur. Mütevekkil bir
ruhun derinliklerinden kopup gelen yanıklıındaki lirizm ve samimiyet, bütün
mısralarına ve bütün gazellerine amil tek ve umumi bir ses hâlini almıtır. Türk
edebiyatının en lirik âirlerinden olan Fuzûlî’nin bu samimilii, dier âirlerin
fevkindedir. Meselâ, türü içerisinde müstesna bir yere sahip olup mükemmel bir
eser olan “Su Kasidesi”nde Hz. Peygamber’e karı gösterilen cokun ve samimi
sevgi, harikulâde bir sanat maharetiyle imtizaç ederek sonsuz bir lirizm edası
bulmutur. Derin ve samimi hasret ifadeleriyle dolu olan eser, geçmite olduu
gibi bugün de hemen herkese aynı tesiri uyandırmaktadır. u beyitlerden
etkilenmemek mümkün mü (Kocatürk 1970: 330):
*
*
*
*
*
*
*
*
Ârızın yâdiyle nemnâk olsa müjgânım n’ola
Zâyi’ olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su
Ben lebin mütâkıyam zühhâd Kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek ho gelür hüyâre su
499
499
TÜRK’ÜNAHMET
FUZÛLÎ MUHABBET
KARTAL
Su yolun ol kûydan tobrag olup dutsam gerek
Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su
Dest-bûsi ârzûsiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen topragım sunun anınla yâre su
Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Baını dadan daa urup gezer âvâre su
Yâ Habîballah yâ Hayre’l-beer mütâkınam
Eyle kim leb-teneler yanıp diler hemvâre su
u murabbalardaki samimiyet ve yakıcılıa ne demeli:
Perîân-hâlin oldum sormadın hâl-i perîânım
Gamından derde düdüm kılmadın tedbîr-i dermânım
Ne dersin rûzigârım böyle mi geçsin güzel hanım
Gözüm cânım efendim sevdiim devletlü Sultânım
Esîr-i dâm-ı akın olalı senden vefâ görmen
Seni her kande görsem ehl-i derde ânâ görmen
Vefâ vü ânâlık resmini senden revâ görmen
Gözüm cânım efendim sevdiim devletlü Sultânım
Deer her dem vefâsız çerh yayından bana bin ok
Kime erh eyleyem kim mihnet ü endûh ü derdim çok
Sana kaldı mürüvvet senden özge hiç kimsem yok
Gözüm cânım efendim sevdiim devletlü Sultânım
*
Hâsılım berk-i hevâdisden melâmet dâgıdır
Mesnedim kûy-i melâmetde fenâ topragıdır
Zâr gönlüm tende zindân-ı belâ tutsagıdır
Rahm kıl devletlü sultânım mürüvvet çagıdır
Devr cevrinden ten ü cânımda râhat kalmadı
Sûret-i hâlimde âsâr-ı ferâgat kalmadı
Mihnet ü gam çekmege min ba’d tâkat kalmadı
Rahm kıl devletlü sultânım mürüvvet çagıdır
Gönlümün mülkün cefâ seyl-âbı vîrân eyledi
Bahtımın hâlin hücûm-ı gam perîân eyledi
Barımı endîe-i devr-i felek kan eyledi
Rahm kıl devletlü sultânım mürüvvet çagıdır
500
500
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Ya u beyitteki samimiyet ve içtenlik:
Ne yanar kimse bana âte-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı
Herhâlde bir kimse, kendisini, ancak u ekilde içten, samimi ve net olarak
dile getirebilir:
Ben kimim bir bî-kes ü bî-çâre vü bî-hânümân
Tâli’im âüfte ikbâlim nigûn bahtım yaman
Nemli ekimden zemîn memlû ünümden âsmân
Âh ü nâlem nâvek ü peyveste ham kadim kemân
Tîr-i âhım bî-hatâ te’sîr-i nâlem bî-gümân
Muttasıl gam-hâne-i sînemde yüz gam mihmân
Kanda bir gam etse benden istesinler ben zamân
Yok bana kayd-i belâ vü dâm-ı mihnnettenn emân
Çıktı cân gönlümde endûh ü gam ü mihnet hemân
Ey benim cânım sen ü gönlüm seninle âdmân
Sensiz olman ayrı mihnetten belâdan bir zamân
El-emân hicrân belâ vü mihnetinden el-emân
Fuzûlî’nin etrafında oluan bu muhabbettin sebeplerinden bir dierinin
gerek divanında gerekse Leylâ vü Mecnûn’da Türk kültürüne, içtimaî hayatına,
örfüne, âdetine, anlayıına, deer yargısına… vs. ait unsurlar ile atasözü ve
deyimlerimizin yine samimi bir dil ve üslupla ifade etmesinden kaynaklandıını
düünüyoruz. Çünkü insanlar kendilerine yabancı olan unsurlara pek iyi nazarla
bakmazlar. Bilâkis kendilerine ait olan deerleri görmek isterler. Gördüklerin de
ise onu kabullenir ve benimserler. Bundan yaklaık altı asır önce Leylâ’nın
annesinin Leylâ’ya verdii u nasihatlerin etkisinde kalmamak ve onu
benimsememek mümkün mü? Bu nasihatler aynı duygu ve düünceyle hâlâ
Anadolu anneleri tarafından kız evlatlarına verilmiyor mu? Bu nasihatleri
okuyan bir annenin kendisini o anneyle özdeletirmemesi veya kızın, o anneyi
kendi annesi gibi görmemesi mümkün mü?:
*
*
K’ey ûh nedür bu güft gûlar
Niçün özüne ziyân edersen
Niçün sana ta’ne ede bed-gû
Nâzik beden ile berg-i gülsen
Lâle kimi sende lutf çohdur
Temkîni cünûna kılma tebdîl
Her sûrete aks kimi bahma
Kılmak sana ta’ne ayb-cûlar
Yahi adını yaman edersen
Nâmûsa ta’alluk i midir bu
Ammâ ne deyem igen yögülsen
Ammâ ne deyem yüzün açuhdur
Kızsen ucuz olma kadrini bil
Her gördügüne su kimi ahma
501
501
TÜRK’ÜN
FUZÛLÎ
MUHABBET
AHMET
KARTAL
Mey gerçi safâ verir dimâga
Gözgü kimi katı yüzlü olma
Gözden gerek olasen nihân sen
Sen em’sen uymagıl hevâya
Lu’bet kimi özünibezetme
Sâgar kimi gezmegi harâm et
Sâye kimi her yere yüz urma
Sen sâdesen özge ehl-i nîreng
Derler sani aka mübtelâsen
Sen hand ü ak zevki handan
Oglan aceb olmaz olsa âık
Ey iki gözüm yaman olur âr
Biz âlem içinde nîk-nâmız
Ne neng ile dahi edelim lâf
Dut kim sana kızmazem ben zâr
N’eylersen eger atan eitse
Min-ba’d gel eyle terk-i mekteb
Etme kalem ile mekden yâd
Etfâlden eyle kat’-ı ülfet
Büt kimi bir evde eyle menzil
Ankâ kimi uzlet eyle pîe
Gerçi adın ola dilde mezkûr
Ho ol ki kızı hemîe gizler
Ahdugı içün düer ayaga
Nergis kimi hîre gözlü olma
Tâ demek ola sana ki cânsen
Kim em’i hevâ verir fenâya
Revzen kimi kûçeler gözetme
Nagme kimi perdede makâm et
Hiç kimse ile oturma durma
Cehd eyle verilmesin sana reng
Bîgâneler ile âinâsen
Sen handan ü dûst evki handan
Âıklıg ii kıza ne lâyık
Nâmûsumuzı itürme zinhâr
Ma’rûf-ı tamâm-ı hâs u âmız
Biz demeyelim sen eyle insâf
Benden ulu bir müdebbirin var
Kahr ile sana siyâset etse
Bil mektebini hemîn ced ü eb
Sûzen dut ü nak eyle bünyâd
Hem-râz yeter yanında lu’bet
Olma dahi her yanaya mâil
Eyle revi eyle kim hemîe
Görmek seni ola gayr-i makdûr
Hod gizlü gerek hemîe kızlar
Kısaca belirtmemiz gerekirse, Türkün bu Fuzûlî muhabbetinin sebebi,
Fuzûl’nin iledii konular, kullandıı dil, üslûbundaki samimiyet ve Türk
kültürüne ait kullanımlarında gizlidir. Fuzûlî’yi okuyan her Türk onda kendi
hissiyatını, düüncesini, benliini ve deerlerini, kısacası kendini ve özünü
bulmu ve onu benimseyerek derin bir muhabbet duymutur.
*
Bu yazı, Yakın Dou Üniversitesi tarafından düzenlenen “I. Türk
Dünyası air ve Yazarları Sempozyumu: Fuzûlî’nin Türk Kültür ve
Sanat Dünyasındaki Yeri (28-31 Mayıs 2008)” isimli
sempozyumda bildiri olarak sunulmutur.
*
502
502
Kısaca belirtmemiz gerekirse, Türkün bu Fuzûlî muhabbetinin sebebi,
Fuzûl’nin iledii konular, kullandıı dil, üslûbundaki samimiyet ve Türk
kültürüne ait kullanımlarında gizlidir. Fuzûlî’yi okuyan her Türk onda kendi
hissiyatını, düüncesini, benliini ve deerlerini, kısacası kendini ve özünü
İSTANBUL’A
bulmu ve onu benimseyerekŞİRAZ’DAN
derin bir muhabbet
duymutur.
*
Bu yazı, Yakın Dou Üniversitesi tarafından düzenlenen “I. Türk
Dünyası air ve Yazarları Sempozyumu: Fuzûlî’nin Türk Kültür ve
Sanat Dünyasındaki Yeri (28-31 Mayıs 2008)” isimli
sempozyumda bildiri olarak sunulmutur.
*
502
503
EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ VE ESERLER
EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ VE ESERLER
A. Hayatı
smi ve lâkabı
Anadolu ’da yetien evliyâ zatlardan olan Baba Yûsuf, Sivrihisar’da
doduu için, doduu yere istinaden kaynaklarda “Sivrihisârî” veya
“Seferihisârî” lâkabıyla anılmaktadır. Ayrıca, Bâyezîd Han’la Baba Yûsuf
arasında yapılan, babalık ve oulluk akdinden sonra, Bâyezîd Han’ın Baba
Yûsuf’a “Baba” diye hitap ettii ve bundan dolayı Baba Yûsuf’un “Baba”
lâkabıyla da anıldıı halk arasında söylenmektedir767.
Müellifin adı çeitli kaynaklarda u ekillerde geçmektedir: eyh Baba
Yûsuf (Atsız 1991: 102; Özalp 1961: 126; Atmaca 1986: 2; Gölpınarlı 1992a:
119), Baba Yûsuf Sivrihisârî (TGAA trhs.: XIII/294; Uyan 1983: 402; Bursalı
trhs.: I/58; Bursalı 1993: 4569, Baba Yûsuf (Hoca Sadettin Efendi 1992: V/281;
Ahmed Rifat Efendi 1299: II/5; Develiolu 1963: 89; Cunbur 1987: 69), Baba
Yûsuf b. eyh Halîl Seferihisârî (Müstakimzâde v. 116), Yûsuf Baba (Mehmed
Süreyyâ 1311: IV/653; Akaku 1961: 254), Sivrihisarlı eyh Baba Yûsuf
(Kunter 1966: 94; Baltacı 1976:164-165), Yûsuf ibni eyh Baba Halîl (Çelebi
1943: II/1648), eyh Baba Yûsuf Seferihisârî (Mecdî 1989: I/376), Baba Yûsuf
Seferihisârî (Yıldırım 1985: II/241; Cebeciolu 1991: 120), eyh Halilolu
Sivrihisarlı Baba Yûsuf (Gölpınarlı 1965a: XXXII), Baba Yûsuf b. Halil
Seferihisârî (TYTK 1984: IV/279), Hakîkî zzaddin Yûsuf (Gölpınarlı 1971:
345), eyh zzüddün Yûsuf Hakîkî (Karabulut trhs.: 164).
*
Doum yeri
eyh Baba Yûsuf, bugün Eskiehir’e balı olan Sivrihisar ilçesinde
domutur. akâik-ı Nu’mâniye’de geçen “eyh Efendi mevtın-ı aslîsi olan
Seferihisâr’a zâhib oldı” (Mecdî 1989: 376) cümlesi ile Baba Yûsuf’un
Mevhûb-ı Mahbûb isimli mesnevisinde Sivrihisar’ı övdüü:
767
Bu konu ile ilgili olarak “II. Bayezîd ile Münasebeti ve Hacca Gitmesi” bölümüne bakılabilir.
504
504
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Üçünci vechi budur ki vatandur
Kiiye sıdk nedür hubb-ı vatandur (196b)
Buyurmıdur hadîs sultân-ı kümmel
Vatan hubbiçun o zât-ı ekmel
Hadîsi görüben idüp tafattun
Anunçun bunda biz kılduk tavattun768
beyitlerinden de, onun Sivrihisarlı olduu düüncesi kuvvet kazanmaktadır.
Ancak, Evliyalar Ansiklopedisi’nde Baba Yûsuf’un zmir’in Seferîhisâr da
denilen Sivrihisar kasabasında769 doduu kaydedilmektedir (EA II/ 340). Recep
Akaku ise, Eyüp Sultân ve Mukaddes Emanetler isimli eserinde, Baba Yûsuf’un
aslen Karahisarlı olduunu belirtmitir (Akaku 1961: 254).
Mevhûb-ı Mahbûb’da Sivrihisar’dan bahseden:
Vechün dördüncisi budur ki iy yâr
Bu eh(i)rde yatur Ca’fer-i Tayyâr770 (196b)
Budur altıncı vech ko itmegil hâb
Bu eh(i)rde yatur eyh ‘Abd-i Vehhâb771 (197a)
Biinci vech budur kırklar efendi
Bu yirde cem’ olur dinle bu pendi (196b)
768
769
770
Yazımızda kullandıımız beyitler, Koyunolu Kütüphanesi’nde bulunan nüshadandır.
Kitâb-ı Bahriye’de Sivrihisar, Aydın line balı bir liman olarak geçmektedir. Çevirmen ise,
dipnotta Aydın’ı, merkezi bugünkü Aydın ehri olan ve Osmanlı döneminde zmir, Aydın ve
çevresini içine alan il; Sivrihisar’ı ise bugünkü Seferihisar olarak açıklamıtır. Bak. Pîrî Reis, Kitâbı Bahriye, (Hzr. Mert Bayat), c. 1, st. 1988, s. 89/b, 385.
Yaklaık 590 yılında Mekke’de doan Ca’fer b. Ebû Tâlib, Hz. Ali’nin öz kardei olup ondan on
ya büyüktür. Ebû Tâlib’in çocukları fazla olduu için amcası Abbas tarafından yetitirilmitir. Hz.
Peygamber’e ilk iman edenler arasında yer almıtır. Mekkeli müriklerin Müslümanlara eziyet ve
ikenceleri artınca Ca’fer, hanımı Esmâ bint Umeys ile birlikte Habeistan’a hicret eden ikinci
kafileye bakan tayin edildi. Hudeybiye Antlaması’ndan sonra Arabistan’a geri döndü. H. 8 (M.
629) yılında Suriye ’ye gönderilen orduya Hz. Peygamber Zeyd b. Hârise’yi kumandan tayin etti.
Eer o ehid edilirse Ca’fer b. Ebû Tâlib’in, o da ehid düerse Abdullah b. Revâha’nın orduya
kumanda etmesini istedi. Mûte’de, slâm ordusunun bu üç kumandanı da ehid olmutur. Bak.
Ahmet Önkal, “Ca’fer b. Ebû Tâlib” mad., Türkiye Diyanet Vakfı slâm Ans., c.6, st. 1992, s. 548549.
Baba Yûsuf’un ifadelerine göre, Abdulvehhâb Hazretleri, sahabenin fakihlerinden olup zühd ve
takva sahibidir. Cömert olduu kadar cesur bir kimsedir. Bak. Mevhûb-ı Mahbûb, K. 197a.
*
771
505
505
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
Rivâyet böyledür eyh Hacı Bayram772
O sultânu’-uyûh zi-lutf u nîk-nâm
Dirimi kırkların budur makâmı
Güzâf görmen dirimi bu makâmı
‘Azîzlerimi husûsâ Yûnus Emre 773
dermi zühd ü ‘uzlet uyup emre (197a)
*
Bu yirdedür bu zümrenün mezârı
Müerref eylemilerdür diyârı
bu beyitlerde, eyh Baba Yûsuf, Ca’fer-i Tayyâr (ö. 629) ile eyh
Abdülvehhâb’ın Sivrihisar’da metfun olduunu söylemektedir. Bu konuda
Orhan Keskin Bey’in774 ifadelerine göre,
“Ca’fer-i Tayyâr’ın türbesi, bugün, Sivrihisar Cumhuriyet Mahallesi’nde bulunan
Sivrihisar slâmî limler Vakfı’nın çok amaçlı olarak kullandıı hizmet binasının
avlusunda bulunmaktadır. eyh Abdülvehhâb Hazretleri’nin mezarı ise, bizzat
kendileri tarafından Endüstri Meslek Lisesi’nin avlusundan Kurunlu Mahallesi’nde
bulunan Kumluyol Kabristanı’na nakledilmitir.”775
Yine Baba Yûsuf Hazretleri, yukarıdaki beyitlerde, Kırklar’ın burada
toplandıını, Hacı Bayram-ı Velî’nin Kırklar’ın makamının burası olduunu
söylediini ifade ettikten sonra, Yûnus Emre ’nin de burada yattıını belirtmitir.
Hacı Bayram-ı Velî’ni yaadıı corafî bölge olarak (Anadolu ve civarı)
Sivrihisar’a gelmesi mümkündür. Ayrıca, günümüzde Yûnus Emre’nin kabrinin
Eskiehir’in Sivrihisar ilçesine balı olan Sarıköy’de bulunduu fikrinin
aırlıını da düünürsek, yukarıdaki beyitlerin ııı altında Baba Yûsuf’un
Eskiehir’e balı Sivrihisar ilçesinde doduunu söyleyebiliriz. Ayrıca, yine
Sivrihisar’dan bahsederken, “Perembe gecesi, mescide i’tikâf ederken,
kendisine çalıarak bu mescidi câmi yapmasının söylendiini, o an hemen ayaa
*
*
772
Hacı Bayram Veli, Ankara yakınlarında Solfasol’da dodu. Ankara’da vefat etmitir. Bayramiyye
tasavvuf ekolünü kurdu. Âlim bir sufiydi. Gençlik yıllarında medrese müderrisi iken tasavvufa
intisap etmitir. Türkçe birkaç iirinden baka elimizde eseri yoktur. Bak. Hayrani Altınta,
Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi lâhiyat Fakültesi Yayınları No: 190, kinci Baskı, Ank. 1991,
s. 150.
Yûnus Emre , Sivrihisar’a balı Sarıköyde domutur. Türk sufilerin en büyüklerinden biridir.
Tabduk Emre’nin tasavvuf terbiyesiyle yetimitir. 1320 yılında Sarıköyde öldüü rivayet
edilmektedir. Türkçe tasavvufi iirlerinin olduu bir Divân’ı vardır. Hayrani Altınta, a.g.e., s.149.
Orhan Keskin, Sivrihisarlı olup halen Eskiehir’de ikamet etmektedir.
Ahmed Bican Atmaca, bu zatın mezarının kandil günlerinde ziyaret edildiini ve geç yürüyen
çocukların türbesinin etrafında dolatırılarak onun mânevî ve rûhânî feyzinden yararlanıldıını
kaydetmektedir. Bak. Sivrihisar’da Yetien Ünlüler ve Menkıbeleri, Iık Matbaası, [Eskiehir] 1986,
s. 47.
*
773
*
774
775
*
*
506
506
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
kalktıını ve eyh Hamid (1325-1413)’in776 yetierek kendisine bu mescidi,
hizmet etmek için câmi yapmasını söylediini ifade ettikten sonra, “bu iaretten
sonra bu mescidin câmi haline getirildiini” belirtmektedir.777 Büyük bir
ihtimalle bu câmi, bugün Sivrihisar’da, Tekye sokaında bulunan ve kapısının
üzerindeki sivri kemerin üzerinde üç bölümlü üç satır olarak, bozuk bir “sülüs
hattı”yla Arapça olarak yazılan kitabesinden bânisinin Baba Yûsuf olduu, inâ
tarihinin ise 898/1498 olarak kaydedildii Sivrihisar Kurunlu –Baba YûsufCâmii’dir (Yüksel 1983: 373-74). Bu hadise, Baba Yûsuf’un Sivrihisarlı olduu
fikrini daha da kuvvetlendirmektedir.
*
Doum tarihi
Baba Yûsuf’un doum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, Mevhûb-ı
Mahbûb’daki, muhtemelen Fâtih Sultân Mehmed’in stanbul’u fethederek, ehri
“emân u emn” ile “ma’mûr” hale getirdiini ifade eden:
Fet(i)h idüp gelüp slâmbolı ol
Emân u emnile ehr oldı ma’mûr (14a)
776
eyh Hâmid, Hacı Bayram Veli’nin eyhi Hâmid-i Veli Hazretleridir. Musa emseddîn adlı bir
eyhin olu olup Bursa’da fırıncılık yaptıı için Somuncu Baba veya Ekmekçi Koca, bir ara da
Aksaray’da kaldıı için Hamîdüddîn-i Aksarâyî diye anılır. 1325 yılında Kayseri’de doan Hamîd-i
Velî, tahsil için Kayseri’den ayrılarak am, Tebriz, Erdebil gibi ehirleri dolamıtır. Erdebil’de
eyh Seyfeddîn shak’ın torunlarından Alâeddin Ali Erdebilî’ye intisap etti. Burada kısa bir müddet
içinde zahirî ve batınî ilimleri örendikten sonra, manevî bir iaretle Bursa’ya giderek fırıncılık
yapmaa baladı. Bir ara, Bursa halkının aırı ilgisi karısında “sırrının fa olduunu, dile
dütüünü” söyleyerek birkaç müridi ile Bursa’yı terk ederek Konya Aksaray’a yerleti. Bir müddet
sonra hacca gitti. Dönüünde Dârende’ye gelerek oraya yerleti. 1413 yılında Darende’de vefat
etmitir. Yûnus Emre tarzında bazı ilahileri vardır. Bak. Abdullah Uçman, XV. Yüzyıl Tekke iiri
“Hâmid-i Veli”, Büyük Türk Klasikleri, c. 3, Ötüken-Söüt, st, 1986, s.13.
777
Pienbe gicesi mescid içinde (197a)
Olurken mu’tekif gice içinde
Dinildi bana nefsün kâni’ eyle
Bu mescidi dürü yap câmi’ eyle
Tevekkeltü ala’llâh diyü fi’l-hâl
Turugeldüm yirümden fârigu’l-bâl
Yitidi eyhimüz emsü’l-mehâmid
Münîb ü kutbu’l-aktâb eyh Hâmid
Didi yap câmi’i hidmet idelüm
‘Atâ nusret du’â himmet idelüm
Fakîre oldı çünki bu iâret
âret oldı cân ‘ayn-ı beâret
Bî-hamdi’llâh yapıldı mescid oldı
çi Kur’ân zik(i)r hamdıla toldı
*
*
507
507
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
beyitten, Baba Yûsuf’un stanbul’un fethini gördüünü düünebiliriz. Buradan
hareketle de, Baba Yûsuf’un XV. asrın ikinci çeyreinde doduunu
söyleyebiliriz.
eceresi
eyh Baba Yûsuf’un eceresi, Mevhûb-ı Mahbûb isimli mesnevîsinin
sonunda u ekilde kayıtlıdır:
“Musannif eyh-i fâzıl u mürid-i kâmil Baba Yûsuf bin eyh Halîl Baba bin eyh
Alâaddîn bin eyh brâhîm bin eyh Cemâleddîn bin eyh Safiyüddîn, bin eyh
Abdulcelîl bin eyh Muhammed eyh Abdulvehhâb bin eyh erefüddîn bin eyh
Azîz bin eyh Nûreddîn bin eyh Gıyâseddîn bin eyh Sadruddîn bin eyh
Hamîdüddîn bin eyh Abdurrahmân bin Abdulgaffâr bin eyh Muîd bin eyh
erefüddîn bin eyh Ahmed bin eyh Muhammed bin eyh Alî bin eyh Hasan
Geylânî bin eyh Abdullâh bin Ebyaz bin Abdulkerîm bin Mûsâ Asgar…” (201a201b).
Bu ecereye göre, eyh Baba Halîl isminde bir zâtın olu olup dedesi eyh
Alâaddîn, büyük dedesi ise eyh brâhîm’dir. Bu ecere, Hz. Âdem (A.S.)’e
kadar gelmektedir.
Tahsili ve görevleri
eyh Baba Yûsuf, ilk tahsilini babası eyh Baba Halîl’den aldıktan sonra,
Sivrihisar medreselerinin en ünlülerinden olan Selçuk Medresesi’nde örenimini
tamamlamı ve icâzet almıtır. Daha sonraları ise, çeitli yerlerde vaizlik yapan
(Atmaca 1986: 2) Baba Yûsuf, ettii vaazlarla mehur bir vâiz olmutur (Özalp
1961: 126). Ayrıca, Halim Baki Kunter, Baba Yûsuf’un II. Bâyezîd’in hocası
olduunu ifade ederken (Kunter, 1966: 94), Recep Akaku ise, O’nun Hz. Hâlid
Türbedarlarından olduunu kaydetmektedir (Akaku 1961: 254).
Çocukları
Baba Yûsuf’un, Hamdî Baba, Fahrî Baba, Sofi Baba ve Hamid Baba778
olmak üzere dört tane olu vardır (Atmaca 1986: 2, 8; Özalp 1961: 128).
Bunlardan Hamdî Baba da, babası gibi çaının önemli din büyüklerinden
olup Selçuk Medresesi’nden icâzet almı ve bir dönem vâizlik yapmıtır. Daha
sonra, müderrislik yaparak birçok örenci yetitirmi ve onlara icazet vermitir.
778
Tahsin Özalp, adı geçen eserinde Hamid Baba’nın Sofu Baba’nın olu olduunu söylemektedir.
Bkz. s.128.
508
508
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Sivrihisarlı Velî eyh Baba Hamîdullah diye anılan Hamdi Baba, bir ahi
büyüüdür. Yazma eserleri olduu söylenmekle beraber bunlar kayıptır. Kabri,
Kurunlu Camii’nin bitiiinde kendi ismiyle anılan türbededir.
Baba Yûsuf’un çocuklarından Sofi Baba ile Hamid Baba’nın kabirleri de,
yine bu türbededir (Atmaca 1986: 7-8).
Mensup olduu tarikat
Baba Yûsuf, Hacı Bayram-ı Velî tarikatına779 mensup (TGAA trhs.:
XIII/294; EA trhs.: II/340; Uyan 1983: I/402; Mehmed Süreyyâ 1311: IV/653;
Mecdî 1989: 376; Hoca Sadettin Efendi 1992: V/281; Haskan 1993: I/1337;
Atmaca 1986: 2; Özalp 1961: 127; Bursalı 1993: 456) olup Akemseddîn
Hazretleri ( 1390-1459) ‘nin780 halifelerindendir (Bursalı trhs.: I/58; Develiolu
1963: 1989). Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi’nde, Baba Yûsuf, Sultân II. Bâyezîd
zamanındaki eyhler arasında sayılmıtır.781 Bu bilginin ııında, Baba Yûsuf’un
Akemsedddîn Hazretleri’nin halifelerinden olduu görüü kuvvet
kazanmaktadır. Ethem Cebeciolu ise, Baba Yûsuf’u, Hacı Bayram-ı Velî’nin
halifeleri arasında, halifelikleri tarih açısından kesin olmayan ahıslar arasında
saymıtır (Cebeciolu 1991: 120). Bu görü muhtemelen dorudur. Çünkü, Hacı
Bayram-ı Velî, 1430 tarihinde Ankara’da vefât etmitir. Yukarıda açıkladıımız
gibi Baba Yûsuf, o tarihte ya domamıtır ya da çocuk denecek yatadır.
II. Bâyezîd ile münasebeti ve hacca gitmesi
Sultân II. Bâyezîd, stanbul’da yaptırdıı, Bâyezîd Camii’nin inaatı bittii
zaman, ilk Cuma namazına
779
Hacı Bayram-ı Velî tarafından kurulan Bayramiye tarikatı, Mevlevîlik ve Bektâîlikten sonra
Anadolu ’da oluan üçüncü büyük tarikattır. Bayramiye tarikatının Osmanlı döneminde mühim
tesirleri olmutur. Hacı Bayram-ı Veli’nin yanında yetien insanların sohbet ve eserleri daha sonraki
asırlarda oluan tasavvufi düünce ve zihniyetin olumasında birinci derecede rol oynamılardır.
Bak. smail Kara, “Osmanlı’da Tasavvuf ve Tarikatlar”, Osmanlı Ans. Tarih – Medeniyet – Kültür,
Aaç Yay., c. 1, st., tarihsiz, s.199.
Asıl adı emseddin Muhammed b. Hamza olup 1390 yılında am’da domutur. Akemseddin veya
kısaca Akeyh adıyla öhret bulmutur. Yedi yalarında babasıyla birlikte Anadolu ’ya gelerek o
zaman Amasya’ya balı olan Kavak ilçesine yerlemitir. Kur’ân’ı ezberleyip kuvvetli bir dinî
tahsil gördükten sonra, Osmancık Medresesi’ne müderris olmutur. Daha sonra tasavvufa yönelerek
Hacı Bayram’a intisap etmitir. Sıkı bir riyazet ve mücahededen sonra, eyhinden hilafet almıtır.
Hacı Bayram-ı Velî’nin vefatından sonra onun yerine irâd makamına geçmitir. Fatih Sultan
Mehmed’in hocası olup stanbul’un da manevi fatihi olmutur. Hayatının son yıllarını Göynük’te
geçiren Akemseddin, 1459 yılında burada vefat etmitir. Bak. F. Orhan Köprülü – Mustafa Uzun,
“Akemseddin” mad., Türkiye Diyanet Vakfı slâm Ans., c. 2, st., 1989, s. 299- 301.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler, s. 102. Ayrıca Recep Akaku, a.g.e.inde Baba
Yûsuf’un Bayramî tarikatının ileri gelenlerinden olduunu söylemektedir. Bak. s. 254.
*
780
*
781
509
509
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
“âdâb-ı ir’at-ı erî’atı ve hudûd-ı tarîkat-ı tarîkatı hâfız u râ’î olup mesâ’i-i va’z u
tezkîrde sâ’î olmagın enfâs-ı nefîse-i müteberrikesinin muhkem te’sîri var olan
niçesinün dillerin sahre-i sammâ gibi kalb-i sulbini mûm gibi nerm idüp eyhun
hây u hûy ve âh u figânı in’ikas tarîkıyla ol saht-dillere feryâd u figân itdüren”
(Mecdî 1989: 376) hocası (Kunter 1966: 94)
Baba Yûsuf’u da çaırdı.782 lk Cuma namazını Padiah II. Bâyezîd kıldırdı
(Bursalı 1993: 456). Baba Yûsuf, namazdan sonra minbere çıkıp vaaz ve
nasihate balayıp783 gizli gerçekleri ortaya döktü. O aydın gönüllü padiahın bile
yüreini eriterek alatıp öütlerinden pay almasını baardı. Bu yeni camii
görmek için gelip dıarıdan bakan üç Hıristiyan784 eyh’in güzel sözlerinden
etkilenerek785 camiye girip eyh’in huzurunda Müslüman oldular.786 Sultân
782
783
784
785
786
Ahmed Bican Atmaca, adı geçen eserinde Baba Yûsuf’un II. Bâyezîd tarafından yaptırılan mezkur
câmiinin açılıına çarılmasıyla ilgili olarak u anekdotu vermektedir: “Fatih Sultan Mehmed’in
olu, II. Bâyezîd Han her padiahın yaptırdıı gibi ismine izafeten bir cami ina ettirir. Yapımına
çok önem ve itina gösterdii caminin ibadete açılıına da çok önem vermektedir. Çevresindeki
ilmiye sınıfına: Cuma namazını ben kıldıracaım. Vaaz ve nasihati de ülkemizin en iyi vaizi
yapacak. Böyle bir vaiz bulun” diye emir verir.
lmiye sınıfı ileri gelenleri, böyle belâgatli ve üstün bilgili bir vaizin ancak Sivrihisar’da
bulunacaına karar vererek Sivrihisar’a gelirler. Sultanın arzusuna uygun bir vaiz isterler. Sivrihisar
medreselerinin büyükleri eyh Baba Yûsuf’u tensib ederler.
stanbul’a gelen eyh Baba Yûsuf Hazretleri, Cuma günü Bâyezîd camii’nin kürsüsünden, vaaz u
nasihate balar.” bak. s. 2. Celâl Yıldırım ise, a.g.e. inde, II. Bâyezîd’in ilmiyle, irfânıyla, keramet
ve takvasıyla ün yapan Baba Yûsuf Hazretleri’nin namaz kıldırmasını, vaaz edip hutbe okumasını
arzu ettiini ifade ettikten sonra, sultanın bu arzusuna olumlu cevap veren Baba Yûsuf Hazretlerinin
birçok müridi ve yakın dostlarıyla câmiye geldiini belirtmektedir. Bak. s. 241.
Ayrıca, Câhid Baltacı, Bâyezîd medresesinin resmî açılıını da Baba Yûsuf’un yaptıını söylemektedir.
Bak. XV.-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri Tekilat-Tarih, rfan Matbaası, st., 1976, s. 164-165.
Celal Yıldırım, adı geçen eserinde, Baba Yûsuf’un namaz vaktinin girmesine iki saat kala kürsüye
çıkıp, gönülleri yerinden oynatacak, ruhları heyecandan heyecana sevkedecek ölçüde bir konuma
yaptıını kaydetmitir. Bak. s. 241.
Mecdî Mehmed Efendi, adı geçen eserinde, “hâric-i mescidden âvâzını istimâ’ eyleyen üç
Hristiyan” eklinde geçmektedir. Bak. s. 376. Menkıbelerle slâm Menurları Ans. nde ise,
“Hristiyanlardan, caminin dıından sesini duyanlardan üç hristiyan” eklinde geçmektedir. Bak. s.
402. Tahsin Özalp’in a.g.e. inde ise, “Mescidin kapusunda vaaz dinleyen yedi Hristiyan Müslüman
oldular.” eklinde geçmektedir. Bak. s. 127. Ahmet Bican Atmaca’nın a.g.e. inde de, “Caminin
açılıına gelen birçok Hristiyan slâm dininin yüceliinin beli bir ekilde ifade ediliinden evke
gelerek slâm dinini kabul ettiklerini, kinci Bâyezîd’e beyan ederek ihsana mazhar olmulardır.”
eklinde ifade olunmutur. Bak. s. 2- 3.
Evliyalar Ansiklopedisi’ nde, bu üç Hristiyanın, “Baba Yûsuf Hazretlerinin tesirli sözlerinden ve
cemâatin topluca alamasından çok etkilendikleri” belirtilmektedir. Bak. s. 341.
Celal Yıldırım, a.g.e. inde bu olayı öyle nakletmektedir: “nanmı ve son derece samimi kâmil
zatın dudaklarından çıkan her cümle cemaatin kalbini delip derinliine iniyor ve geni te’sir
meydana getiriyordu. Bata II. Bâyezîd Han olmak üzere, camide alamayan cemaat kalmadı.
Herkes vaktin uzamasını ve konumanın kesilmemesini arzu ediyordu. Derken bu muhteem açılı
merasimini yakından görmek isteyen üç tane Rum da dıarıda yapılan konumaları takip ediyordu.
Dayanamadılar, Cenâb-ı Hak onlara bu sebeple hidayet kapısını açtı, kelime-i ehâdet getirerek
slâm dinine girdiklerini ilan ettiler. Namaz vakti girmeden hamama koup gusül abdesti alarak
510
510
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Bâyezîd kendi adını taıyan camide böyle bir uyanma olayının geçtiini görünce,
gayet sevinç duyarak o üç yeni Müslümana pek çok para verdii gibi, ayrıca
vezirlerinin de para vermelerini buyurdu.787 eyhin kutlu nefesi sayesinde onlar,
dünya ve ahiret güzelliklerine erimi oldular (Hoca Sadettin Efendi 1992: 281).
Böylece, Baba Yûsuf, II. Bâyezîd tarafından yaptırılan Bâyezîd Câmii’nin, ilk
Cuma ve kürsü vaizi olmutur (Akaku 1961: 254).
Bu hadiseden sonra, Sultân Bâyezîd Hân, eyh Hazretlerine
“mahabbet ü meveddet idüp mâ-beynlerinde ‘akd-i übüvvet ü bünüvveti ‘akd
eyledikten sonra788 her kaçan erâf-ı emsâr-ı aktâr-ı arz olan Ka’be-i erîfeye gider
olursanuz bizümile mülâkî olup onda ba’zı maslahatımız vardur göriviresüz diyü
sipâri iyledi. Ortalarında bu ‘ahd-i vesîk tevsîk olduktan sonra eyh Efendi
mevtın-ı aslîsine zâhib oldı” (Mecdî 1989: I/376).
Bir müddet memleketinde kaldı. Düünde Hacer-i Esved yanında iir
biçiminde bir kitap yazması kendisine buyruldu. iir söylemeye gücü yok iken
buna güç buldu. Padiahla aralarında olan anlama gereince stanbul’a geldi
(Hoca Sadettin Efendi 1992: V/282). Sultân Bâyezîd Han’a veda etmek için
saraya uradı. Sultan onu kapıda karıladı ve içeride uzun müddet görütüler
(Yıldırım 1985: 242-243). O yüce padiah da, eyh’e armaanlardan baka halis
altınlar da verip dedi ki:
“Bunlar helâldir. Kendi elimle kazandım. Bunları Resûli Ekrem’in (sallallahu
aleyhi ve sellem) Türbe-i mutahharasının kandillerine harcarsın. Türbe-i mutahhara
yanında dersin ki: Yâ Resûlallah, ümmetinin koruyucusu günâhkâr kul Bâyezîd
sana selâm söyledi ve bu helâl altınları Türbenin kandillerine zeytin yaı almak için
gönderdi. Bu hediyenin kabulü için ona yalvarırsın (Uyan 1983: I/402). Ümid
ediyorum ki, senin vâsıtanla kabûl olunur.” dedi. O da, bu isteini yerine getirmek
üzere altınları alarak: “Üzülmeyin Sultanım, emrinizi harfiyen yerine getireceim,
inallah…” diyerek (TGAA trhs.: XIII/295; Yıldırım 1985: 243) vedalatı ve yola
çıktı (EA trhs.: II/342).
787
788
tekrar camiye döndüler, arka safta yer bulup Cuma namazını onlar da kıldılar. Namazdan sonra
Baba Yûsuf Hazretlerinin elini öperek Müslüman olduklarını söylediler.” Bak. s. 242.
Celal Yıldırım, a.g.e. inde vezirlerin de aynı eyi yaptıını kaydetmitir. Bak. s. 242. Tahsin
Özalp’in a.g.e. inde “muhtedilere kendisi ve vezirleri ihsanda bulundular” eklinde geçmektedir.
Bak. s. 127; Mustafa Necati Bursalı ise a.g.e. inde Padiahın üç yeni Müslümana para ve kıymetli
eyalar hediye ettiini söylemektedir. Bak. s. 457.
Bâyezîd Han’la Baba Yûsuf arasında yapılan bu babalık ve oulluk akdinden sonra, Bâyezîd Hân’ın
Baba Yûsuf’a “Baba” diye hitap ettii ve bundan dolayı Baba Yûsuf’un “Baba” lakabıyla anıldıı halk
arasında söylenmektedir. Ayrıca Ahmet Bican Atmaca, a.g.e. inde, bu hadiseden sonra II. Bâyezîd’in
Baba Yûsuf’a eyhülislamlık, müderrislik, kadılık gibi görevler teklif ettii, Baba Yûsuf’un ise, bu
teklifleri kabul etmediini söylemektedir. Bak. s. 3. Celal Yıldırım ise, a.g.e. inde, Baba Yûsuf
Hazretlerinin maddeye deer vermeyen bir Allâh dostu olduunu ifade ettikten sonra, O’nun sultan (II.
Bâyezîd) ile olan münasebetlerinin hep manevî alanda kaldıını ifade etmitir. Bak. s. 242.
511
511
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
“Ol ekmel-i kümmel meâyih-i zevi’l-mefâhir Ka’be-i erîfede bir yıl mücâvir olup
Hacerü’l- esvedün yanında te’lîf ü tasnîf ile mülhem oldıgı kitâbı safâyıh-ı levâyıh-ı
gaybdan sahâ’if-i bâ-letâ’if-i uhûda nakl eyledi. Bundan evvel nazma kâdir
olmayup bihâr-ı nazmda eli yogiken sürû-ı ilhâmun ilkâsıyla ol bâbda izhâr-ı yed-i
Beyzâ eyledi. Bütûn-ı kümûn-ı musennefât-ı i’câz-ı âyâtda mektûb u muharrer olan
letâ’if-i ma’ârif-i lâhiyyeden lutf-ı ‘ive-i ilhâma karîn ve hüsn-i kirime-i feyz-i
mahza rehîn olanları hâme-i ‘abbâsı ‘imâme ile tahrîr ü tastîr eyledükden gayrı
‘âlem-i ‘ibârât ile ta’bîr olunmaduk aklâm-ı mügîn-arkâm ve arkâm-ı i’câzpeygâm ile tahrîr olunmaduk ya’nî kendinün ve ben-i nev’-i insânun hâtırına hutûr
eylemedük mülhemât-ı gaybiye-i lâ-reybiyeyi dahı ol kitâbda derc eyledi” (Mecdî
1989: I/377).
Sonra Medîne-i Münevvere’ye gitti. Abdest aldı, kalın eski bir elbise giydi
(Yıldırım 1985: 243) ve ellerini esir gibi arkadan balattı. Yere yatıp yüzükoyun
sürünerek ve efaat dileyerek (TGAA trhs.: XIII/295) Hz. Peygamber’in
miskler kokan türbesi kapısına gelip, Sidre’den örnek eiine yüz sürdü. Can
gözüyle nice görülmez sırlar gördü (Hoca Sadettin Efendi 1992: V/282).
Saatlerce göz yaı akıtarak hâlini Cenâb-ı Resûle arz ettikten sonra, üzerinde
emanet olarak bulunan Sultan’ın selâm ve tazimatını da münasip bir dille ifadeye
çalıtı (Yıldırım 1985: 243).
“Kubbe-i erîfenin tarasında mahfûz u masûn ve makbûl u mer’î bir ‘asâ var idi ki
huddâm-ı türbe-i mutahhara anı el üzre tutarlar idi. ‘Âlem-i rü’yâda Cenâb-ı Hazreti risâlet-menziletden eyhe öyle iaret oldı ki ‘asâyı üç pâre eyleyüp bir kıt’asını
Diyâr-ı Rûmda Mahrûse-i Burusa’da Emîr Sultân Hazretlerinün789 türbelerinde ve
bir kıt’asını790 Hacı Bayram Sultânun Enguri’de olan türbet ziyâretlerinde bir
kıt’asını bir gayrı eyhün791 mezârında vaz’ eyleye. Müârün ileyh üçünci eyhün
789
790
791
Emîr Sultan (1368 - 1429), sufi Emîr Külâl’in oludur. Buhara’da domutur. Bursa’da metfundur.
Sultan Yıldırım Bâyezid’in damadıdır. Bak. Hayrani Altınta, a.g.e., s. 150.
Bu parçanın Sivrihisar’da yatan Baba Hamdullah türbesinde olduu da rivayet edilmitir. Bak.
Osmanlı Müellifleri, c. 1, s. 58. Ayrıca Ahmet Bican Atmaca, a.g.e. inde, bu parçayı eyh Baba
Yûsuf’un Emîr Sultan Hazretlerine teslim ettii ve bu parçanın Emîr Sultan Hazretlerinin kabrini
çevreleyen parmaklık içinde bir kılıfta mahfuz olduunu ifade etmektedir. Bak. s. 6.
Osmanlı Müellifleri’inde bu eyh, Eyüb Sultan olarak geçmektedir. Bak. c. 1, s. 58. Ahmet Bican
Atmaca, a.g.e. inde, bu parçanın Kurunlu Camii’nin dou kısmındaki Asâ-i erîf odasında
olduunun malum olduunu belirttikten sonra, Cumhuriyetten sonra Evkaf memuru Necmeddin
Dinçer tarafından Eskiehir’e götürüldüünün ortaya çıktıını ifade etmitir. Bak. s. 6. Tahsin Özalp
ise a.g.e. inde bu parçanın kendi camiine konmasının emredildiini söylemektedir. Bak. s. 127. Bu
asâ için Tahsin Özalp, a.g.e. inde, Mukayyit Süleyman ükri Efendi’nin u iiri yazdıını
belirtmektedir (Bak. s. 148):
Hazreti fahrin mübârek destine almı asâdır bu
Nidâ-i ümmetîde sînesi yanmı asâdır bu
Lisân-ı hâl ile söyler hemîe mana
Hücresinde âık asâ âh eder asâdır bu
Firâk-ı itiyâkından bütün yanmı denir ammâ
efi’i azamın destine yüz sürmü asâdır bu
512
512
ŞİRAZ’DAN
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
adını râvî unutmagın bu mahalde ta’yîn olunmadı. Zikr olınan iârete itmârâ ‘asâyı
almak istedik de huddâm-ı sidre-makâm ana mâ’ni’ü dâfi’ olup tarafından
munâze’a ider iken huddâmun re’îsi gelüp kendüye dahı bu husûsda iâret
olundugını i’lâm idüp eyh Hazretlerine ol ‘asâyı almaga icâzet virdükten sonra
eyh Hazretleri ol ‘asâyıla vatanına gelüp me’mûr oldıgı emri îkâ’ eyledi” (Mecdî
1989: I/377).
Bütün bu rivayetler, Baba Yûsuf’un halk arasında mânen yükselmi bir
Allah dostu, Hak âıı olduunun açık bir ifadesidir.
Çeitli hususiyetleri
Baba Yûsuf usta bir hattattır. Yazmı olduu Farsça tefsirli Kur’ân-ı Kerîm,
hattatlıkta üstün vasıflara sahip olduunun açık bir delilidir (Atmaca 1986: 2).
lmî ve dinî meselelerde derin bilgisi olan Baba Yûsuf’un, aaıdaki
beyitlerinden ‘Kur’ân’ın bütün emirlerini yerine getiren’, ‘er’-i Nebîden’
ayrılmayan, ehli sünnete balı, samimi bir müslüman olduunu, ayrıca ‘tâlib-i
râh-ı hidâyet’e de bunlara balı olmalarını tavsiye ettiini görmekteyiz:
*
*
Elâ ey tâlib-i râh-ı hidâyet
Dilersen ki ine Hakdan inâyet (11a)
Olasın rahmet-i Rahmâna vâsıl
Yüzün ak ola hem iün de hâsıl
Yirün Firdevs ola matlûb-ı a’lâ
Cemâl-i Hak ola Celle Ta’âlâ
Ne yola gitdise sultân-ı levlâk
Gidelüm biz dahı cellâk u câlâk
Kadem ırmayalum er’-i Nebîden
Ba’îd olmayalum merdân-ı dînden
Kabûl eyle anı ne dirse Kur’ân
Netîce dîn ola slâm u îmân
Hâl-i pür-sûzânına baktıkça verir hayret ü velh
Ser-â-pâ sînesin dâ eylemi asâdır bu
Öyle lutfa mazhar olmu kim bu belde ehl-i Hakka
Fahr-i âlem dest-i pâk ile eref bulmu asâdır bu
Enbiyânın serveri dü-cihânın bâisi
Âıkân-ı ümmete yâdigâr kılınmı asâdır bu
ükrüye yüzün sürüp eyle tazarru hem niyâz
Kim efi’-i rûz-ı maherden eser kalmı asâdır bu
513
513
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
Revâfızların ‘ehl-i ilhâd’ olduunu belirten Baba Yûsuf, onların yolunun
izlenilmemesini tavsiye etmektedir. Çünkü onların ‘be-küllü mezheb ü sözleri
bâtıl’dır:
Revâfız yolını gözleme ko sen
Hanum merdân-ı Hak yolına dirgen (11b)
…………
Be-küllü mezheb ü sözleri bâtıl
Ko sen bunları gel Hak yolına dirgen
Aaıdaki beyitte ise, ‘telkîn ü irâd’ın kalmadıından ve ‘Hurûfî’lerin
çoalmasından ‘âh u feryâd’ ettiini gördüümüz:
Dirîgâ kalmadı telkîn ü irâd
Hurûfîler çogaldı âh u feryâd (173a)
Baba Yûsuf’un, ‘ehl-i Sünnet itikadına’ balı ‘sünnî’ bir müslüman
olduunu u beyitler daha açık göstermektedir:
Kimün ki cünnesi er’i Nebîdür
Bilün ol sünnîdür Muhammedîdür (152b)
Bu yol sünnîlerün yolıdur iy yâr
Bu yola gidemez zınduk u ‘ayyâr (176b)
Eger ki olmaya sofi çü sunî
Bizer yüzünden anun ins ü cinî (189a)
Fıkıh, tefsir, hadis, siyer, akaid gibi slâmî ilimlerle tasavvufa ait geni bilgi
sahibi olduunun açık bir delili olan Mevhûb-ı Mahbûb isimli eserinde bulunan
ve aaıda zikrettiimiz beyitlerde yer alan “key za’îf ü hakîrüz”, “zelîl ü hem
fakîrüz”, “key hakîrem”, “key fakîrem”, “men fakîre” eklindeki ifadelerle
kendisinden tevazu ile bahsetmesi, onun olgun kiiliine iaret eder:
lâhî key za’îf (u) hor hakîrüz
Bilürsin ki zelîl ü hem fakîrüz (17a)
Veliyu’llâh katında kem hakîrem
Bi-za’at yok yedümde key fakîrem (154b)
Haber sorarsanız ger men fakîre
Nahîf ‘abdü’l-ibâd kem-ter hakîre (197a)
Ölüm tarihi
514
514
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Baba Yûsuf’un ölüm tarihi ile ilgili akâik’te “Sultân Selîm Han Gâzî’nin
zamân-ı erîfünün evâ’ilinde mahsûre-i Konstantınıyye’de vefât eyleyüp”792
eklinde bir ifade geçmektedir. Osmanlı Müellifleri’nde ise, (Ravza-i rahmet)793
terkibinin delâleti olan 917/1511 tarihinde stanbul’da vefat ettii kayıtlıdır
(Bursalı trhs.: I/58). Sicill-i Osmânî’de ise, 919/1513’te stanbul’da vefât ettiini
beyan etmektedir (Mehmed Süreyyâ 1311: IV/653). Ahmed Rifat ve Gölpınarlı
da, ölüm tarihini “918/1512” olarak vermektedir (Ahmed Rifat Efendi 1299:
II/5; Gölpınarlı 1971: 345). Bu bilgiler ııında, Yavuz Sultân Selîm Han’ın
tahta geçi tarihi ile mezar taındaki tarihini göz önünde bulundursak, Ahmed
Rıf’at ile Gölpınarlı’nın vermi olduu kaydı esas alarak 918/1512 olarak kabul
etmek bize göre biraz daha makbul görülmektedir. Çünkü Yavuz Sultân Selîm 7
Safer 918 (24 Nisan 1512) tarihinde tahta geçmitir (Danimend 1948: II/1). Bu
bilgi ııında Baba Yûsuf’un 7-17 Safer 918 (24 Nisan- 4 Mayıs 1512) tarihleri
arasında ölmü olabilecei tahmin edilebilir. Baba Yûsuf, vefatından sonra “Ebû
Eyyûbî Ensârînün civâr mezarlarında defn olun”mutur (Mecdî 1989: I/377).
Merkadi794, adırvan avlusunda (Haksan 1993:337) Gazi Edhem Paa mezarının
arkasındaki sed üstündedir. Bataı, üst tarafı sekiz dilimli ustuvânîdir ve
üzerinde Bayrâmî gülü vardır. Sülüsle yazılmı olan kitâbesi aynen öyledir:
‘Merhûm eyh Baba Yûsuf / Efendünün merkadidür / El- Fâtiha sene 918”
(Gölpınarlı 1971: 345).
B. Eserleri
Baba Yûsuf’un tespit edebildiimiz be tane eseri vardır:
Dîvân
792
793
794
Mecdî Mehmed Efendi, s. 377. Aaı yukarı aynı ifadeler u kaynaklarda da geçmektedir:
Hadîkatü’l- Cevâmi’, “Evâ’il-i saltanat-ı Hazret-i Selîm Hân-ı Kadîmde vefât idüp” Bak. Hüseyin
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l- Cevâmi’, c. 1, Matba’a-i Âmire, st. 1281, s. 248; Tâcü’t-Tevârih, “Sultan
Selim’in padiahlıının ilk günlerinde aydın ruhunu ruhları derleyene teslim etmitir.” Bak. Hoca
Sadettin Efendi, a.g.e., s.282; Menkıbelerle slâm Mehurları Ans., “Yavuz Sultan Selim Han’ın
padiahlıının ilk zamanlarında stanbul’da vefat etti.” Bak. Abdullatif Uyan, s. 403; Tarihte Devlet
Adamlarına Iık Tutan slâm Büyükleri, “Bu kadri yüce zat Yavuz Selîm’in ilk yıllarında
stanbul’da vefat etti.” Bak. Celal Yıldırım, s.244.
Bu terkip Osmanlı Müellifleri nde “ruhuna rahmet” eklinde geçmektedir. Bak. c. I, s. 58. Müjgân
Cunbur ise, Baba Yûsuf’un vefat tarihinin ebcedle “ravza-i rahmet” olması gerektiini belirterek,
sadeletirenlerin bir yanlı anlamaları sonucu “ruhuna rahmet” diye yazdıklarını ifade etmitir. Bak.
Müjgân Cunbur, a.g.t., s. 75, dpnt 7.
Recep Akaku, a.g.e. inde, Baba Yûsuf’un mezarının “Hazret-i Halid Camiinin dı avlusunda
bulunan tarihî çınarların arka kısmına dü”tüünü söyler. Bak. s. 254.
515
515
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
Kenarı düz cetvelli, ortası emseli, miklaplı, siyaha çalar koyu kırmızı
mein ciltli olan eser 349 yaprak, harekeli nesih yazıyla, 24.3x15.5-17.9x10.7
mm. Ölçüsünde, 13 satırlı olarak yazılmıtır. Sayfa kenarları, mısra araları ve
balıklar ise surh cetvellidir. Balıklar surhla yazılmıtır. 38. yaprakla 242a263b, 278a-281b, 291b, 301a-313b ve 345b den son yaprak olan 349 uncu
yapraa kadar kâıt ve yazı deiiktir. Birisi, noksan olan bu nüshayı bir baka
nüshadan tamamlamıtır. Hemen her iirin baında, o iirin bahri ve takti’i, bazı
iirlerdeyse, kimlerin övüldüü kaydedilmitir. Batan sona kadar, kaside
diyebileceimiz uzun iirlerden ve tercilerden meydana gelen eser, alfabetik
tertibe göre yazılmı olup bütün iirler tasavvufîdir.
Ba: (1b)
Son ve ketebe: (349a)
Ketebeye göre, aslından, herhâlde müellifin el yazısıyla yazılmı nüshadan,
noksan olan yerleri tamamlanmı ve o nüshayla mukabele edilmitir. Farsça bir
iirdeki:
*
beyitlerden (20b-21a) adının, ‘zzeddîn Yûsuf olduu anlaılmaktadır.
(Gölpınarlı 1971: 345-346).
eyh zzeddîn Yûsuf Hakîkî, bu eserinde “Hakîkî” mahlasını kullandıı
için, eserlerinde yine “Hakîkî” mahlasını kullanan eyh Hâmid Velî’nin olu
Yûsuf Hakîkî ile karıtırılmıtır. brâhîm Hakkı Konyalı’nın Aksaray Tarihi’nde
eyh Hâmid Velî’nin olu Yûsuf Hakîkî’ye ait olarak ve bir yapraının
fotorafını verdii Dîvân, aslında Sivrihisarlı zzüddîn Yûsuf Hakîkî’ye aittir
(Karabulut trhs.: 165).
Gölpınarlı da, bu Dîvân’ın 913’te yazılması ve dili dolayısıyla Baba
Yûsuf’un olduuna ve “akâ’ik” te övülen kitabın bu olduuna hükmetmek
zorundayız demektedir (Gölpınarlı 1971: 350). (Bu konuda daha fazla bilgi için
516
516
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
bak. Mevlânâ Müzesi Katalou (Hzr. Abdulbâki Gölpınarlı), Hakîkî ‘zzaddîn
Yûsuf (918 H. 1512): Dîvân, TTK, Ank, 1971, s. 345-350).
*
Risâletü’n- Nûriye
Antalya Tekeliolu Kütüphanesi’nde 297.701 noda kayıtlı bulunan eser:
sözleriyle balar. Arapça, nesih yazıyla, 210x150-170-115 mm. ölçüsünde, 26
satırlı, 11b-28a yapraklarında, filigranlı kaıda yazılmıtır. Sırtı ve sertabı
kahverengi mein, ebru kaıt kaplı, mıklebli bir cilt içindedir. Keideleri
kırmızıyladır.
*
duasıyla biten eser, Hacı Osman-zâde Mehmed Aa’nın vakfıdır (TYTK 1984:
IV/279). Konusu itibariyle tasavvufî bir eserdir.
Tefsir
eyh Baba Yûsuf’un böyle bir eseri olduundan Ahmet Bican Atmaca söz
etmektedir. Atmaca’ya göre, eyh Baba Yûsuf’un Farsça tefsirli iki cilt Kur’ân-ı
Kerîm’i vardır. Yine Atmaca’ya göre, bu eseri bizzat eyh Baba Yûsuf
yazmıtır. Bu eserin birinci cildi, Baba Yûsuf tarafından yaptırılan Kurunlu
Câmi’de korunmaktadır. Dier cildi ise buradan alınıp baka yere götürülmütür
(Atmaca, 1986: 2). u an bu cildin nerede olduu bilinmemektedir.
*
Mir’âtü’l-Âikîn ve Mikâtü’s-Sâdikîn
Mecelletü’n-nisâb’ın “Emre” maddesinde Müstakim-zâde, Kefu’z-zunûn’da
ise Kâtib Çelebi, Yûnus Emre’nin Mir’âtü’l-âikîn ve Miskâtü’s-sâdikîn adlı bir
eseri olduunu ve bu eserin Baba Yûsuf tarafından erhedildiini bildirmektedir
(Müstakimzade v. 116; Çelebi 1943: II/1648). Abdülbaki Gölpınarlı, her iki
eserdeki ibarenin karıık olduunu belirttikten sonra, unları söylemektedir: “Bu
kitap mı Yunus’undur da Baba Yusuf erh etmitir, yoksa “Mir’âtü’l-âikîn”,
erhin adı mıdır ve bu erhte Yunus’un bazı beyitleri mi vardır?
imdiye dek Yunus’un böyle bir kitabına rastlayan yoktur. Fakat, Hüdâyî,
“Vâkıât”ta Üftâdenin, “Rahmetli Yûnus Emre ,
*
*
517
517
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
Sakla gönül tarlasın susıırı girmesün
dedi. Sonra bunu, rahmetli eyh Baba Yûsuf erh etti, amma gerçek, bu erhten
ayrıdır” dediini, sonradan da “susıırından maksat, fazla yemekten çekinmektir.
Çünkü manda, çok yemek yemenin adıdır. Hatta rüyada görsen bununla yorulur”
sözlerini, sözüne eklediini söylüyor (v. 234).
Bu sözlerden anlıyoruz ki “Mir’âtü’l-âikîn” erhin adıdır. Fakat Yûnus’un
sanılarak erh edilen iir, XVI. yüzyıl Bektâî âirlerinden ve Abdal Mûsâ’nın
dervilerinden Kaygusuz Abdal’ındır” (Gölpınarlı 1992a: 119). Bu
açıklamalarından sonra, iirin tamamını veren Gölpınarlı795, sözlerini öyle
tamalamaktadır:
“Baba Yûsuf, bu iiri ihtimal bir yerde Yûnus adına kayıtlı görmü, belki de
birisinden, Yûnus’un diye duymu, erh etmi, Mir’ât-al-Âıkıyn böylece meydana
çıkmıtır” (Gölpınarlı 1992a: 121).
Mevhûb-ı Mahbûb
Mesnevî nazım ekliyle yazılmı olan eser, aruzun “mefâîlün mefâîlün
feûlün” vezniyle yazılmı olmasına ramen, eserde 74b796 ile 76b arasında
bulunan 2902-2970 inci beyitler, “fâilâtün fâilâtün fâilün”; 117b’de bulunan ve
gazel eklinde yazılan 4629-4638 inci beyitler, “müstefilün müstefilün
müstefilün müstefilün” ve 125a’da bulunan 4917 ve 4918 inci beyitler ise,
“fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” vezniyle yazılmıtır.797 7968 beyitten oluan
eserin798 baında kırmızı mürekkeple yazılmı Kitâb-ı Mahbûbiyye ibâresi
olmasına ramen, eserin Hâtimetü’l-Kitâb bölümünde geçen:
*
Kitâbun adını Mahbûb-ı Mahbûb
Kodum feth itdi Hak itmedi mahcûb (196a)
795
796
797
798
Kaygusuz Abdal’ın bu iirinin ilk ve son beyitleri öyledir:
Allah Tangrı yaratan gel içegör cur’adan
Yâr ile yâr olagör agyâr çıksun aradan
……..
Kaygusuz’un hüneri havla vü biryan yemek
Andan özge hüneri umma bu bîçâreden Bak. Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e., s.120-121.
Bu varak numaraları Koyunolu Kütüphanesi’nde bulunan nüshaya aittir.
S’de bu iki beyit “Fâilâtün Fâilâtün Fâilün” vezniyle yazılmı olup, son beytin vezninde sıkıntı
vardır, u ekilde geçmektedir:
Öm(ü)r âhir oldıgını küllüsi
Ba açup aladılar her birisi
Gözin öpdi didi yâ Fâtıma vedâ’
Yâ Alî vü yâ Hasan yâ Hüseyn el-vedâ’
K ile S’yi karılatırıp farklı beyitleri dahil ettikten sonra eser, 7968 beyit olmutur.
518
518
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
beyitten asıl isminin Mahbûb-ı Mahbûb olduu anlaılmaktadır.
S’de ise, Hâtimetü’l-Kitâb bölümünde eserin ismi:
Kitâbun adını Mevhûb-ı Mahbûb
Kodum feth itdi Hak itmedi mahcûb
beyitinde “Mevhûb-ı Mahbûb” eklinde geçmektedir. (Eserin hem konusu hem
de aaıda belirteceimiz eserin yazılma gayesi göz önünde bulundurulursa, bu
ismin esere daha uygun olduunu düündük ve eserin ismini “Mevhûb-ı
Mahbûb” olarak verdik.)
Eserin sonunda yer alan u ifadelerden eserin Baba Yûsuf tarafından kaleme
alındıı anlaılmaktadır:
“Musannif eyh-i fâzıl u mürid-i kâmil Baba Yûsuf bin eyh Halîl Baba bin eyh
‘Alâaddîn bin eyh brâhîm bin eyh Safiyüddîn bin eyh ‘Abdulcelîl…” (201a201b).
Ayrıca, K’de varak 100a’nın kenarına bir bakası tarafından yazılan,
“Kitâbet-i mü’ellif Baba Yûsuf rûhıçun fâtiha” ile varak 195a’nın kenarındaki
“Tazarru’-ı mü’ellif Baba Yûsuf li-nefsihi ve li-sâ’iri’l-müslimîn” eklindeki iki
kayıttan da, bu eserin Baba Yûsuf tarafından telif edildii anlaılmaktadır.
Ancak, Baba Yûsuf, eserinin 7 beytinde “eyhoglı”, 2 beytinde ise, eyholu
mânâsına gelen “bn-i eyh” mahlasını kullanmıtır:799
Hocam eyhoglına lutfun ‘atâ kıl
Dilegin o kulun yâ Rab revâ kıl (18a)
Neden halk eyledi ‘arını Allah
Disün eyhoglı bu sırdan ol âgâh (27b)
Urup eyhoglı yüz eyler temennî
Dem-i vaslundan itdürme tedennî (92a)
Bu hep melek adıdur anla sen de
‘Ayân itdi size eyoglı bende (100a)
Hele eyhoglınun iy Hayy u Hannân
Zelîl kulundur it derdine dermân (170a)
Fettâh u Vehhâb u i Rahmân
799
Ahmet Sevgi, “eyholu’nun “Kitâb-ı Mahbûbiyye” Adlı Eseri Üzerine” (Yedi klim Aylık, Sanat,
Kültür, Edebiyat Dergisi, c. 8, sayı 57, Aralık 1994, s. 100- 105) isimli makalesinde, eyholu
mahlasının eserin 8 yerinde geçtiini ifade etmitir.
519
519
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
Zelîl eyhoglına sen eyle dermân (194a)
Urup eyhoglı yüz eyler temennî
Hocam evkünden itdürme tedennî (201a)
Elâ yâ bn-i eyh der-har-i ecsâm
Mühimmü ez-mühimmâtdur Muhammed (81a)
Ko gayzı tut sözin sen bn-i eyhün
Girüp Firdevse tâ ‘iret idersin (132a)
Gölpınarlı, Alevî Bektaî Nefesleri isimli eserinde, bu eyholu’nun tarih
bakımından, ne Germiyanlı Emîr Süleymân’ın nedîmi olan ve Yıldırım Bâyezîd
adına, 789’da “Hurîd-nâme”yi yazan eyholu olabileceini ne de Hümâ vü
Hümâyûn ismiyle öhret bulan ve asıl isminin Gülen-i Uâk olduunu
söyledii mesnevînin nâzımı olan ve eyholu mahlasını kullanmayan,
eyholu Cemâlî olabileceini söyledikten sonra, Baba Yûsuf olduunu
kaydetmitir.800 Eserin Hâtimetü’l-Kitâb bölümünde geçen u beyitten 913/15071508’de tamamlandıı anlaılmaktadır:
Tamâm oldı kitâb minnet Hudâya
Tokuz yüz on üçünde men gedâya (196a)
Ayrıca, u beyitlerle:
800
Abdülbâki Gölpınarlı, Alevî Bektâî Nefesleri, nkılâp Kitabevi, kinci Baskı, st. 1992, s. 275- 276.
Biz de bu görüe katılıyoruz. Çünkü Hurid-nâme ve Kenzü’l- Küberâ’nın yazarı Marzübannâme ile
Kaabûsnâme’nin ilk mütercimleri arasında olan eyholu Mustafâ, Germiyanlı olup, Germiyan
Beyi Süleyman ah’ın yanında niancılık ve defterdarlık vazifeleri görmütür. Daha sonra Yıldırım
Bâyezîd Han’a intisap etmitir. 789/1389’da tamamlamı olduu Hurîd-nâme isimli mesnevisini
Yıldırım Bâyezîd Han’a sunmutur. Bu da gösteriyor ki, tarih olarak bu eyholu, eyholu
Mustafâ olamaz. eyholu Mustafâ hakkında geni bilgi için Bak. Zeynep Korkmaz, “eyholu
Mustafâ”, Türk Ansiklopedisi, c. 30, Milli Eitim Basımevi, Ank. 1981, s. 275-276; Ömer Faruk
Akün, “eyh-olu”, slâm Ans., c.11, Milli Eitim Basımevi, st. 1979, s. 481- 483; eyholu
Cemâlî ise, Fatih devri âirlerinden olup eyhî’nin yeenidir. Asıl ismi Bâyezîd olup Sehî Bey ve
ondan sonra gelen kaynaklar bu adından bahsetmemilerdir. Bursa Eski Yazma ve Basma
Kütüphanesi’ndeki Hüsrev ü îrîn nüshasında ismi Bâyezîd b. Mustafa el-Mehûr eyholu
eklinde geçmektedir. Buna göre Cemâlî’nin eyholu (eyholu Cemâlî) diye öhret bulması
mümkündür. Bir kısım kaynaklar (Sehî, Âlî, Bursalı Tâhir) Cemâlî’nin Karamanlı olduunu
söylerken, bir kısmı ise, (Riyâzî, S. N. Ergun) Bursalı olduunu kaydetmitir. Bu bilgiler ııında
Cemâlî’nin Karamanlı olmakla birlikte bir süre Bursa’da bulunduu söylenebilir. Latîfî’ye göre
Sultan II. Bâyezîd devri sonlarında ölmütür. Osmanlı Müellifleri’nde onun Edirnekapı dıında
Emîr Buhârî tekkesi yakınında gömülü olduu kayıtlıdır. (Daha geni bilgi için bak. Günay Kut,
“Cemâlî” Türkiye Diyanet Vakfı slâm Ansiklopedisi, c.7, s. 316-317.) Oysa yukarıda açıkladıımız
gibi, Baba Yûsuf Sivrihisarlıdır. Yine kaynaklara göre Yavuz Sultan Selim’in saltanatının ilk
günlerinde vefat etmitir. Gerek eserin sonunda yer alan ecereden gerekse müstensihin K’de 100a
ve 195a’nın kenarına yazılan kayıtlardan da, bu eserin Baba Yûsuf’un olduu anlaılmaktadır. Bu
bilgiler ııında diyebiliriz ki , bu eyholu ne eyholu Mustafâ’dır, ne de eyholu Cemâlî’dir.
Bu eyholu büyük bir ihtimalle Sivrihisarlı Baba Yûsuf’tur.
*
520
520
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Halîfe imdi Sultân Bâyezîddür
Hil(i)m hulkıla ‘âlemde ferîddür (13a)
ük(ü)r Hakka ki irdük bu zamâne
Ki Sultân Bâyezid Hândur divâne (16a)
den milket-i Rûmda ‘adl u dâdı
Bu ‘asr içre odur dînün ‘imâdı
âirimizin eserini Sultân II. Bâyezîd zamanında telif ettii görülmektedir.
Ayrıca:
Agardı saç sakal yok mende devlet
Ola ki yitie lutf u sa’âdet (90b)
Agardı saç sakal yok mende devlet)
Ola ki tuta elim dest-i ‘inâyet (199a)
Beyitlerinden, eserini hayatının sonlarına doru telif ettii anlaılmaktadır.
Agah Sırrı Levend, eseri, “Dinî Edebiyatımızın Balıca Ürünleri” isimli
makalesinde “Yüz Hadis” kısmına dahil etmitir.801 Oysa eser, müellifin
tâbiriyle “külli enâme” “nasihatdur”:
Dilümde zâhir oldı ibu nâme
Nasîhatdur içi külli enâme (195b)
Baba Yûsuf, bir müslümanın dînî vecibelerini tam ve doru olarak yerine
getirmesi ve dînî hayatını tanzim edebilmesi için mensubu olduu slâm dininin
ahkâmını çok iyi bilmesiyle mümkün olduunu bildiinden, eserini telif ederken
anlattıı konuları muhakkak bir âyet veya hadîse dayandırmı, bazen de hikâye
ve mankıbelerle zenginletirerek okuyucuya hatırlatmak, onun bu yoldaki azmini
kuvvetlendirmek ve ona gerçek “’izz ü huzûrı” tattırmak yoluna gitmitir. u
beyitlerden de bunu açıkça anlamaktayız:
Yolun bilmek dilersen bu kitâbı
Alup eline gel okı bu bâbı (7a)
Bilesin hâlüni tanıyup özün
Cehâlet zulmetinden kurtılasın
801
Agah Sırrı Levend, Dinî Edebiyatımızın Balıca ürünleri, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı – Belleten
1972, TDKY, Ank. 1989, s.54. Bize göre, A.S. Levend’i bu düünceye iten, müellifin eserinde
manzum olarak birçok slâmî konulara temas etmesi ve her söylediini de bir âyet veya hadîse
dayandırması sonucu eserde âyet ve hadîsin geni bir yer tutmasıdır.
*
521
521
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
Gel imdi ders okı bu nâmeden sen
Cihâna tolasın hâk olmadın ten (7b)
Murâduna irüp rif’at bulasın
Kemâlile ferîd bî-cân olasın
Tecellî nûrile pür ola kalbün
Gide kalmaya hîç gönlünde reybün
Gel imdü terk idüp ‘ucb u gurûrı
Bulalum cehd idüp ‘izz ü huzûrı
âirin nasihatten muradı ise, Allah (C.C.)’ın rahmetine nâil olmaktır:
Nasîhatdan murâd budur efendüm
Ümîdüm bu ki rahmet ide Allah (196a)
Oysa, kendisinin nasihat etmesine karılık onların kendisine “töhmet
id”mesinden dolayı serzenite bulunur:
Nasîhat idüben ögüt virürsem
Bana bin dürlü sen töhmet idersin (132a)
Ama “hakkı” söylemek, kendi üzerine “vâcib”dir:
Bize vâcib durur hakkı diyelüm
Küf(ü)r elfâzını tahrîr idelüm (144a)
Baba Yûsuf, Mevhûb-ı Mahbûb’u yazma sebebini, Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb
bölümünde öyle açıklamaktadır:
Hudâdan bir gice men kula iy cân
Yitidi feyz ü hem ilhâm u ihsân (18b-19a)
ikeste gönlümi âd itdi Allâh
Bu men mücrim kulın yâd itdi Allâh
Gönül âyînesinin pâk itdi ol Hak
Vakarum perdesin çâk itdi ol Hak
Vücûdum Tûrına nûr-ı tecellî
Tokundı virdi vü kalbe tecellî
Ma’ârif gencini feth itdi çün yâr
Temââ eyledüm neme menüm ‘âr
Ne kuvvet varıdı mende ne kudret
Elümi tutdı nâ-geh dest-i kudret
522
522
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Yitürdi derdüme ol demde dermân
Safâ evk haddine irdüm firâvân
Didüm Mu’tî vü yâ Mühdî vü Allâh
Tevekkeltü ‘aleyke hasbiya’llâh
Mefâtîhin idüp izhâr gözüme
Yenâbi’-i hikem geldi dilüme
Göründi gözüme beydâ-i ma’nî
Bu elfâz dilüme geldi ki ya’nî
‘Atâsına meni Hak kıldı mazhar
Bana mahfî olan oldı musahhar
Nazar itdi çü Hak men hâkisârâ
Mecâl komadı dahı intizâra
Meni gark itdi bahr-i bî-girâne
‘Atâ ilhâm idüp rûh-ı revâne
Hudâdan lutfunı itdüm temennî
Yitürdi men kula itdi tesellî
Gözümü açuban gösterdi yolum
Ne var elde menüm bildüm husûlum
Çü gördüm feyz-i feth-i lutf-ı Bâri
O dem çâk eyledüm delk-i vekârı
Dahı kalmadı bir dem ihtiyârum
Döküp virdüm yile nâmûs u ‘ârum
Hakîkat bahrinün gavvâsı oldum
Haka döndüm ki nefse ‘âsi oldum
Ma’ârif gencini açdum gel imdi
Eger tâlibisen dür al gel imdi
Aaıdaki beyitlerden ise, Baba Yûsuf’un söylediklerinin tamamıyla Allah
(C.C.)’ın kendisine ilham ve nasip etmesiyle olduunu anlıyoruz:
Müyesser itdi yazdum bu kitâbı
Bana ilhâm iden Hakdur bu bâbı (195b)
Ne gelürdi hanum menüm elümden
Götürmese hicâbı Hak yolumdan
Nasîbümdür benüm gelen zebâne
523
523
EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ VE ESERLER
AHMET KARTAL
Budur söyledügüm hemân divâne (46a)
Ma’ârifden seh(i)v bu oldı maksûm
Bu bir mücrim kula Hakdan i mahdûm
Gerek Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb bölümünden zikrettiimiz beyitlerden, gerekse
yukarıda zikrettiimiz dier beyitlerden, Baba Yûsuf’a rüyasında Ka’be’de Hacerü’l-Esved’in yanında yazması iaret edilen manzum eserin, muhtevâsı
incelendiinde Mevhûb-ı Mahbûb olduu düüncesi aırlık kazanmaktadır. Ayrıca:
Bu durur maksûd menümçün bilesin
Rahmet eylesün ana Hak diyesün (75b)
Kim ki bu nazmı görüp ide duâ
Rahmet eylesün Hudâ her dem ana
beyitlerinden, Baba Yûsuf’un maksadının, bu eseri görenlerin kendisine Allah
(C.C.)’ın rahmetini dilemeleri olduu anlaılmaktadır.
Mevhûb-ı Mahbûb’da yer yer Arapça ve Farsça yazılmı beyitlere de
rastlanmaktadır:
*
*
lâhî Rabbenâ fagfir zünûbî
Tesaffah zelletî ve’stur’uyûbî (24a)
Tehattat havbenâ kün li-mu’înen
Tenevver kalbenâ va’det yakînen
Tedeffa’ kurbetî ente Kerîmu
Teraffa’ kudretî ente Rahîmu802
Bu dünyâdur giçer înrâ harâbest
Harâb ender harâb ender harâbest (131b)
Ki âhir cümle halk gark-ı türâbest
Türâbest ü türâb gark-ı türabest
Ki “küllü men ‘aleyhâ”803 goft ki fânest
Ki îzed dân cihân fânest u fânest804
802
803
804
“Ey Rabbimiz! Günahlarımı affet (baıla). Hatama (kusuruma) bakma ve ayıplarımı ört.
Günahımızı (mîzan gününde) hafiflet ve yardımcı ol. Kalbimizi nurlandır ve yakınlık (en yüksek
seviyede balılık) olarak artır.”
Rahmân Sûresi (55), âyet 26.
“(Bu dünya geçici olduu için) haraptır. Harap üstüne harap üstüne haraptır. Ki sonunda cümle halk
topraa girecektir. Ki Allah (C.C.) dedi ki: “onun üzerindeki herkes fani”dir. Bil ki, dünya fânidir ve
fânidir. Ve ondaki her ey, bil ki, murdardır, bellidir. Bellidir, bellidir, belli.
524
524
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Ve mâ fihâ bidân mürdâst ‘ayânest
‘Ayânest ü ‘ayânest ü ‘ayânest
Gerek bu Arapça ve Farsça beyitler, gerekse eserini telif ederken pek çok
Arapça yazılmı eserlerden istifade etmesi, ayrıca Arapça tasavvufî bir eser ile
Farsça tefsir yazması, Baba Yûsuf’un Arapça ve Fasçayı çok iyi bildiinin ve
çok iyi bir eitim gördüünün açık bir göstergesidir.
Baba Yûsuf, eserini telif ederken pek çok tefsir, fıkıh, akaid, tasavvuf…
eserlerinden istifâde etmi ve onları zikretmitir:
*
*
Gelür Süllimede bir ulı temsîl
Kulag ur cânıla gel itme ta’lîl (138b)
Budur takdîme vechi gelür haberde
Beîr Kâdî vü Keâf-ı Kebîrde (138b)
Be-külli kâfir olur dinle bu pendi
Gelür hâvî Hulâsada efendi (149a)
Nihâyetü’l-Akdâm dirler anda
Gelür bu mes’ele mestûrdur anda…
Kaynaklarda gördüünü aynen naklettiini, kendisinden bir ey
katmadıını, zaten katmaya ne gücü ne de kudreti olduunu, hatta katacak kadar
“ebleh” olmadıını u beyitleriyle ifade etmektedir:
u kim makdûrıdı yazdum anı men
Hanum tefsîre halt itmedüm men (69b)
Ne mikdârum ne haddüm var ne çâre
Ki gayrı söz katam men yüzi kara
Kitâbda gördigim sözleri direm
Dimen görmedügüm ebleh degülem (149a)
Anlattıı olaya veya konuya inanılmadıı zaman ise, inanmayanların
naklettii eserin ismini vererek ona bakmalarını ister:
Bunı Ma’âric ü ‘Uddede soyla
Bulamazsan bana sad la’net eyle (96a)
Gelür Kurtubînün bu söz içinde
Delîl vardur buna Kur’ân içinde (167b-168a)
Bunun bilmek dilersen gâyetini
Gör iz kâmu fe-kâlû âyetini
525
525
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
Nazar kıl bu mahalde Kurtubîde
Ne ise hakkı ol sana eyide
Tefâsîrde dahı ‘Allâmeyi gör
Neyise bilesin hakkı sen anı gör
Çeitli tefsirlerden ve dier dînî eserlerden “nazım idübeni tercüme
it”mesinin sebebi, inananlara hem faydalı olması hem de inananların onunla amel
etmesidir:
*
Naz(ı)m idübeni tercüme itdüm
‘Amel itmegiçün nef’ içün itdüm (138b)
Eserin okunmasında canlılıı salamak, okuyucunun dikkatinin daılmasını
önlemek için, çeitli aralıklarla gazel tarzında iirler de yazmıtır. Bu iirlerden
bir tanesi u ekildedir:
Vakt-i mülâkatdur bu dem gel diyelüm derdile hû
Vuslat demi durur bu dem gel diyelüm derdile hû (117b–118a)
Cân u gönülden derdile yanıp yakılup zevkile
Na’ra uralum evkile gel diyelüm derdile hû
Çün oldı bu vakt-i likâ toldı cihân bûy-ı bekâ
rdi Hudâya Mustafâ gel diyelüm derdile hû
Aç gözüni ko gafleti saçıldı Hakkun rahmeti
çüp arâb-ı vahdeti gel diyelüm derdile hû
Rahmet kapusın açdı Hak gelsün beri hep ehl-i Hak
Cürmümüzi ‘afv ide Hak gel diyelüm derdile hû
Bu u’lenün cân bâcıdur ‘âıklarun minhâcıdur
Muhammedün mi’râcıdur gel diyelüm derdile hû
Yüz ur Hudâdan derdile külli günehlerün dile
Gel ‘ıkıla bu dem hele gel diyelüm derdile hû
ükr Ganîdür rahmân Rahîmdür Rabbimüz
‘Afv ide bizi Rabbimüz gel diyelüm derdile hû
Muhammedi Allâhile her dem getür yâd it dile
Biliesin Allâh ile gel diyelüm derdile hû
rdük hele bu ni’mete kıl tevbe külli zellete
Gark ide Hak tâ rahmete gel diyelüm derdile hû
Ayrıca:
526
526
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
delüm ihtisâr kasr-ı kelâmun
Latîf olur sözi budur ‘izâmun (100b)
Tavîl ola kelâm andan letâfet
Gider kalmaz safâ iy ‘âli-himmet
Okuyan da bizer hem dinleyen de
Sıkılur incinür cân da beden de
beyitlerinden de anlaılacaı gibi, Baba Yûsuf eserinde anlatacaı konuların hem
okuyucu hem de dinleyici tarafından sıkılmadan okunmasını salamak, hem de
sözün letafetini yok etmemek için, konuları kısa ve özlü bir ekilde anlatmıtır.
Ancak, bir konuyu anlatırken baka konuya geçmesi, konu bütünlüünün
bazen daılmasına sebep olmutur. Eser, nasihatnâme özellii taıdıından edebî
hiçbir kaygı güdülmeyip halkın anlayabilecei bir dille ve sohbet havasında
yazılmıtır.
Eserinde kendisine muhatap olarak inananları aldıını, “münkir”ler ile
“hayvan” gibi yaayanlara ise bir sözünün olmadıını u beyitlerden anlıyoruz:
u kim münkirdür ana yok sözümüz
Anun eklini görmesün gözümüz (90b)
O ki insândur anadur sözümüz
Bizüm hayvanıla yokdur sözümüz (107a)
Ayrıca, Baba Yûsuf’un u beyitlerinden o zamanki halkın yaantısını tenkit
ettiini görüyoruz:
Bu halkun yok durur ekser temîzi
Küf(ü)r îmân nedür bile ‘azîzi (145b)
Hazer kılmaz dirîg küfr ü riyâdan
Resûlden utanup korkmaz Hudâdan
‘bâdet zühd idüp bir ad takınmaz
Uyar kâfirlere dînin sakınmaz
Cihândan göç idüp gitdi erenler
Yirine kaldılar hep bî-nazarlar (21b)
Edeb erkân nedür ki bilmediler
Ulular sohbetine irmediler
Yolun görmediler nedür yaragın
Yürürler semridüp nefsi yaragın
Ne irâd gözedürler ne hod takvâ
527
527
EYH BABA AHMET
YÛSUF-I SVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
Kib(i)r ‘ucb kasdları ileri da’vâ
‘l(i)m yok cehlile bî-gam yürürler
Hemân eytân gibi kendin görürler
Kemâl yok ma’rifet nedür ki bilmez
Menüm dir lâf ider Hakdan utanmaz
Ridâ vü sakalun cübbe vü destâr
Onarmadı seni hîç itmedün ‘âr (135a)
Edebsüzler hayâsuzlar çogaldı
Anınuçun fesâd fitne çok oldı (172b)
Baba Yûsuf’un u beyitlerinde ise, o dönemde eyh olarak geçinenleri
eletirdii görülmektedir:
Yüri sen yoluna iy dâll ü mühmel
Degüldür er’ile dînün mükemmel (167 b)
Var evvel kendüni eyle müsülmân
Kılasın ba’dezân da’vâ-yı îmân
Yüri eyhlik adın niçe satarsın
er(i)’ hükmini arduna atarsın
Riyâ zerk idüben raks-ı harâma
z(i)n virüp helâl dirsin ‘avâma
Buzaguya tapanundur bu ef’âl
Harâmdur bu fi’(i)l degül helâl
Cedel itme bizümile i deccâl
Çıkarma halkı yoldan idüp idlâl (168a)
Yum agzun söyleme er’ün hilâfı
Bırakma ortaya hîç itlâfı
Ne var geydünise delk-i murakka’
Ridâ vü hırka vü tâc-ı murassa’
Ridâ vü hırka vü tesbîh ü tâcun
Ne nef’i var ola koltukda hâçun
Libâs geyse olur mı hîç har âdem
Ana dir mi ‘amû hîç kimse âdem
Giyerse baına meymûn külâhı
Hîç âdem olmaz o ko itibâhı
528
528
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Virilse eyhile mürîd mezâda
Bahâsı eylemez pûldan ziyâde (176b)
Baba Yûsuf, bütün Müslümanları yaptıkları yanlı ilerden dolayı
pimanlıa davet etmektedir:
Budur sözüm sana ki iy müsülmân
Olalum yanlı ilere peîmân (142b)
Son olarak eserin yapısına kısaca deinmek istiyoruz: Baba Yûsuf eserine
“Tevhîd” ile balamıtır. Daha sonra münâcât, na’t ve dört halifeyi ayrı ayrı
medihten sonra, sözü devrin padiahı Sultân II. Bâyezîd’e getirerek, “Nasîhat liSultân” balıı altında ona çeitli nasihatlerde bulunmutur. Çeitli konulara
deindikten sonra da, “Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb” balıı altında, eserini yazı
sebebini açıklamıtır. Baba Yûsuf, bazen konu balıı vererek bazen de “tenbîh,
cevâb, hikâyet, hisse, temsîl, te’vîl, insâf, dakîka, nükte, nasîhat, tahrîs, fevâyid,
irâd” gibi balıklar altında yaratılı, Âdem (A.S.)ın ve evlâdının yaratılıı, resûl
ile nebî arasındaki fark, duâ, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in yaratılıı, isimleri,
sıfatları, hicreti, savaları, miracı, vefâtı, Hz. Fatıma’nın vefâtı, uhuvvet, du’a ve
du’a çeitleri, Kâf Daı, çeitli dînî meselelerde verilen fetvâlar, tasavvuf,
tarikat, îman ve îman çeitleri, erî’at, hakîkat, dervilik, eyhlik,
mahabbetu’llah… gibi birçok dînî konulara temas etmitir. Temas ettii her
konuyu muhakkak bir âyet veya hadîse dayandırmıtır. Bundan dolayı, eserde,
âyet ve hadîse geni yer verilmitir. Eserde, 178 tane yukarıda belirttiimiz
ekillerde bölüm balıı ile alt balık vardır.
Mevhûb-ı Mahbûb’un Nüshaları
Mevhûıb-ı Mahbûb’un tesbit edebildiimiz iki nüshası vardır:
Koyunolu Kütüphanesinde Bulunan Nüsha (K)
Konya’da Koyunolu Kütüphanesi’nde 13291 numarada kayıtlı bulunan
nüsha, 201 varak805, 25x15-21x9 ebadında, mıklaplı ve mein bir ciltle
ciltlenmi, her sayfada 21 satır806 bulunan, kötü bir harekeli nesih yazıyla
805
806
Sonradan, 84. sayfaya kadar numaralandırılan eser, 90. sayfada tekrar numaralandırılmı ve bundan
sonra her 10 sayfada bir numaralandırılmıtır. Çalımamızda kullandıımız varak numaraları
sonradan tarafımızdan verilmitir.
Her sayfadaki satır sayısı ekseriyetle 21 olup, bazen 22, bazen de 20 ve daha az sayıda olduu
görülmektedir.
529
529
EYH BABA YÛSUF-I
AHMETSVRHSÂRÎ
KARTAL VE ESERLER
filigranlı kaıda yazılmı olup ketebesi bulunmamaktadır. Ancak imlasına
bakarak XV ila XVI. asırlarda yazıldıını tahmin etmekteyiz.
Orhan Ersoy’a Ait Nüsha (S)
Bu nüshanın, orijinal deri cildi yıpranmı olup, kitapla ilgili kapak bilgileri
sonradan deri altındaki mukavva üzerine kurun kalemle yazılmıtır. Bu cildin
sert kısmı sonradan bezle desteklenmitir. Ebadı, 28x19 olan eser, aharlı kâıda
yazılmı olup 226 varaktan ibarettir. Bazı sayfaları zarar görmütür. Eserde
metin, sayfalara iki sütun halinde güzel bir harekeli nesihle yazılmı olup her
sayfada 19 satır bulunmaktadır. Ketebesi bulunan nüsha, 1049/1641 tarihinde
istinsah edilmitir.
Kıyâfet-nâme
Manzum ve hacim itibariyle küçük olan bu eser, Baba Yûsuf’un Mevhûıb-ı
Mahbûb isimli mesnevisinin içinde, Nasîhat-ı Dil-pezîr balıı altında, Konya
Koyunolu nüshasında 55a-56b; Orhan Ersoy’a ait nüshada ise 61b-63b
varakları arasında geçmektedir. Aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla
yazılan eser, toplam 67 beyittir. Eserde geçen:
Fütûhât sözüdür fe’sma’ ve fa’lem
Bu mezkûr küllisi va’llâhu a’lem
Buyurmıdur bu nushı eyh-i Ekmel
O âh-ı evliyâ sultân-ı kümmel
beyitlerinden, âirin eserini eyh-i Ekmel bn-i Arâbî’nin el-Fütûhâtü’lmekkiyye adlı eserinin yüz kırk sekizinci bâbı olan Fî-Ma’rifeti Makâmi’lFirâseti ve Esrârihâ (leri Görülülüün Makamı ve Sırlarının Bilinmesi
Hakkında)’dan tercüme ettii anlaılmaktadır.
âir, eserine “firâsetden nasihat vereceini, bu nasihate kulak vererek hayır
ve errin kimden geleceini bilerek amel etmemizi” isteyen u beyitlerle
balamaktadır:
Firâsetden sana eyleyeyin pend
Bu pende gû urursan iy hired-mend
Hay(ı)r kimden gelür ya er bu pendi
it bil de ‘amel eyle efendi (Kartal 1998a: 55-6)
530
530
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
âir, daha sonra bir kimsenin ba, saç, göz, kulak, el, ayak, burun vs.
uzuvlarından ve dı görünüünden hareketle onun ahlâk ve karakter
husûsiyetlerini belirtir:
Baı büyük ola çün âdemün bil
‘Ak(ı)l ehli olur bî-hıkd u bî-gıl
Baı küccük oluncak ‘akl olur az
Dimek olmaz ana hiç kimsene râz
Kiinün ak olup gâyet de teni
Gözi gök olıcak sen dinle meni
Katı yüzlü olup olur edebsüz
Fesâd fısk ehli hâyin ola yüzsüz
Yüzi yumrı olup olsa enek tar
Baınun kılları çok olsa iy yâr (55a)…
Baba Yûsuf, eserinin sonunda “müstakbel ile hâlin iyi olması için verilen
nasihatlerin kabul edilmesini, eer kabul edilmezse piman olunacaını, piman
olmamak için ise, ulular pendinin zâyi edilmemesi” gerektiini u beyitlerle
ifade etmitir:
Nazar kıl sen bu pende itme ihmâl
Kabûl it nîk ola müstakbel ü hâl
Eger ihmâl idersen sen bilürsin
Bilürem ba’dezân nâdim olursın
Ulular pendini eyleme zâyi’
Budur slâm olasın nusha kâni’ (Kartal 1998a: 56)
Eski Bir Mecmû’a-i E’âr’da Yer Alan iiri
Bu Mecmû’a-i E’âr, Milli Kütüphane Yazma Eserler kısmındaki Fahri
Bilge koleksiyonunda 442 sıra numarası ile kayıtlıdır. Bu mecmuayı Müjgan
Cunbur ilim âlemine tanıtmıtır.
Mecmuada toplam 26 âirin, çou tasavvufî halk iiri vadisinde yazılmı
deyileri vardır. Bu âirlerden biri Baba Yûsuf olup onun adına bir iir kayıtlıdır.
Mecmuanın 80b varakında bulunan iir udur:
Ey ki hebâdur ey ki hebâdur ibu fenâya olan emekler
Renc-i ‘anâdur renc-i ‘anâdur bunda bu yinen hân u nemekler
Bunca cefâlar bunca cefâlar çekdügün ola vire safâlar
Ol sana düdür ol sana düdür çok sınamıdur anı zîrekler
531
531
EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ VE ESERLER
AHMET KARTAL
Nice bu sevdâ nice bu seyrân mülki vîrân eyledi devrân
öyle kalursın müflis ü ‘uryân kanı bu esbâb bunca yaraklar
Göçe yürürsin göçe yürürsin cân u cihândan geçe yürürsin
ol agu kim sen içe yürürsin yakdı vü deldi nice yürekler
Dime ki tutam dime ki tutam ibu fenâyı sanma ki yapam
Niçe yaparsın niçe yaparsın yıka yürürler anı felekler
Menem ol pîr-i Ken’ân-ı Ya’kûb aglaram Yûsuf’um görüp
Yüzümindün gün topraga urup ol dilersiz gözi karaklar
Geç ey Yûsuf geç ey Yûsuf bâtıl i içün itme teessüf
Tâlib-i Hak ol tâlib-i Hak ol rehberün ola Hızr-ı melekler
(Cunbur 1987: 69-71)
Bu iir hakkında Müjgân Cunbur unları söylemektedir:
“Hacı Bayram’ın “N’oldu bu gönlüm” diye balayan iirinin havasını taıyan bu
iirde, Hacı Bayram’dan Akemseddin’e, ondan da Baba Yûsuf’a geçen bir tesirin
izleri görülmektedir. iirin Baba Yûsuf Hakîkî’nin olabilecei de akla gelebilir.
Ancak bu zatın iirdeki mahlası Hakiki olup, yukardaki deyi genel yapısıyla da
görebildiim kadar onun iirlerinin havasını taımamaktadır” (Cunbur 1987: 71).
âiri hakkında ise unları ifade etmitir:
“Mecmuada bu ahsın iirinin üzerine yanlılıkla Yunus diye yazılmıtır.
Mecmuanın sonradan yapılan fihristinde ismin yanına Sivrihisarlı kaydı konmutur”
(Cunbur 1987: 70).
“eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî ve Eserleri”, Bilig, 7, 136-154 (1998).
532
532
âiri hakkında ise unları ifade etmitir:
“Mecmuada bu ahsın iirinin üzerine yanlılıkla Yunus diye yazılmıtır.
Mecmuanın sonradan yapılan fihristinde ismin yanına Sivrihisarlı kaydı konmutur”
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
(Cunbur 1987: 70).
“eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî ve Eserleri”, Bilig, 7, 136-154 (1998).
532
533
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE
KUTBUDDN b. MUHAMMED ZNK ( ? - 821 H.) ve
RÂHATU’L-KULUB (MUKADDME- KUTBUDDÎN)
SML ESER
Hanefî fıkhının önemli fıkıh âlimlerinden olan Kutbuddin znikî, znik
kasabasında domutur807. Doum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. znik’te
doduu için “znikî” lakabiyle de anılmaktadır808. Ayrıca kendisine Anadolulu
olduunu göstermek için “er-Rûmî” künyesi de verilmitir809. Kutbuddîn-i znikî
diye mehur olan810 müellifimizin ismi çeitli kaynaklarda, Muhammed b.
Muhammed el-znikî811, Kutbuddîn Muhammed812, Muhammed b. Muhammed
Kutbuddîn el-znikî813, Kutbuddîn-i znikî814, Kutbuddîn b. Muhammed-i znikî815,
Kutbeddin Mehmed znikli816, Mevlânâ Kutbeddîn-i znikî817, Kutbuddîn-i
znikî818, eyh Kutbeddîn-i znikî819 ve Muhammed b. muhammed-I Rûmî820
*
807
808
809
810
811
812
Mecdî Mehmed Efendi, akaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri “Hadaiku’-akaik”, (Nere Hazırlayan:
Doc. Dr. Abdülkadir Özcan), Çarı Yayınları, st. 1989, s. 58; Dr. Yusuf Ziya Öksüz, “Kutbuddin b.
Muhammed znikî ( ? - 821 H. ) ve Mukaddime-i Kutbuddin”, Atatürk Üniversitesi slâmî limler
Fakültesi, Prof. Dr. M. Tayyip Ökiç Armaanı, Sevinç Matbaası, Ank. 1978, s. 225; emsü’d-dîn
Sâmî, Kâmusu’l-Alâm, (nr. Mihrân), 5. cild, Matbaa-i Amire, st. 1314/1896, s. 3672.
Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225.
Badatlı smail Paa, Hediyyetü’l-Arifîn Esmâü’l-Müellifîn ve Asâru’l-Musannifîn, c. 1, Millî
Eitim Basımevi, st. 1955, s. 184.
Yeni Rehber Ans., c. 12, s. 310.
Kâtib Çelebi, Kef-el-Zunûn, Birinci cilt, Maarif Matbaası, 1941, s. 457.
Abdullah Develiolu, Büyük nsanlar-Üçbin Türk ve slâm Müellifi-, Yaylacık Matbaası, st. 1963,
s. 322.
Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, Bedir Yayınevi, st. 1991, s. 3.
Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, 1. c., Matbaa-i Amire, st. H. 1333, s. 144; Mecdî
Mehmed Efendi, a.g.e., s. 58; emsü’d-dîn Sâmî, a.g.e., s. 3672.
Fehmi Edhem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Katalou I. cild, st.
1964, Nu-234;Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225; Bizdeki nüsha, Rasim Deniz (Erciyes
Üniversitesi, lahiyat Fakültesi Ör. Gör.) Özel Kitaplıında, 1b-5.
Agah Sırrı Levend, “Dinî Edebiyatımızın Balıca Ürünleri”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten-1972, Türk Tarih Kurumu, Ank. 1983, s. 74. Aynı makalenin 77. sayfasında ise,
müellifimizin ismi Kutbeddin Mehmed, znikli eklinde geçmektedir.
Aıkpaaolu Tarihi, (hzr. A. Nihal Atsız), Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları, Ank. 1985, s.
194.
Rehber Ans., c. 12, s. 310.
*
813
814
815
*
816
*
817
818
534
534
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
ekillerinde geçmektedir. A. Rıza Karabulut ise, müellifin tam künyesini
Kutbuddin eyh Muhammed b. Muhammed el-znikî eklinde vermektedir821.
Hazret-i Peygamber’in neslinden olan Kutbuddîn-i znikî’nin, Paa Çelebi
lakabiyle öhret bulan Mevlâna Kutbî Çelebi822 ve Muhammed Muhyiddîn ibni
Kutbuddîn-i znikî823 isimlerinde iki olu ile Sadrî mahlasıyla mehur olmu
Haydar isminde bir yeeni824 vardır.
Sultân I. Bâyezîd Han (Yıldırım Bâyezîd) devri Osmanlı meâhir, meâyih
ve ulemâsından825 olan Kutbuddîn-i znikî, er’î ilimler ve tasavvufta çok geni
bilgiye sahip826olmakla beraber, tasavvuftan büyük zevk almı827 ve tasavvufta
yükselerek evliyalıın yüksek derecelerine kavumutur828. Daha gençlik
yıllarında, devrin büyük âlimlerinden Mevlânâ Hasan Paa829 ve Molla
Fenârî’den ders alan Kutbuddin znikî, Erefolu Rûmî’nin sohbet ve fikir
meclislerinde de bulunmutur830. Davûd-ı Kayserî’nin muâsırı ve halefleri
arasında sayılan znikî’nin, Davûd-ı Kayserî’nin örencisi olduu da
*
819
820
821
822
823
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih V, (hzr. smet Parmaksızolu), Kültür Bakanlıı Yayınları,
Eskiehir 1992, s. 27.
Menkıbelerle slâm mehurları Ans., 1250; Yeni Rehber Ans., s. 310.
Ali Rıza Karabulut, Mevlana’nın Hocası Seyyid Burhaneddin Hz.leri ve Kayseri lmiye Tarihinde
Mehur Mutasavvıflar, Seyyid Burhaneddin Vakfı Yayınları, 2. baskı, Kayseri 1994, s. 100.
Sehî Bey, Mevlâna Kutbî Çelebi’nin znikli olup eyh Kutbeddin’in olu olduunu, âir olup
Enîsü’l-uak üslubunda “Heves-name” isminde bir eser yazdıını bildirmektedir. Bak. Sehî Bey,
Tezkire “Het Behit”, (Hzr. Mustafa sen), “Mevlâna Kutbî Çelebi” Tercüman 1001 Temel
Eser/152, st. 1980, s. 91-92; Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı simler Sözlüü, (Hzr.: Haluk
pekten, Mustafa sen, Recep Toparlı, Naci Okçu, Turgut Karabey), “Kutbî Paa Çelebi”, Kültür ve
Turizm Bakanlıı Yayınları: 942, Ank. 1988, s. 258. Ayrıca biz znikî’nin Hz. Peygamber’in
soyundan geldiini, Sehî Bey’in olu için kullandıı “Hz. Peygamber’in neslindendir” sözüne
dayanarak söyledik.
Mevlânâ Fenarî’nin en seçkin talebelerinden olup tahsilini ikmalden sonra tasavvuf mesleine
intisab etmi, zâhirî ve bâtinî ilimleri vâkıf yüksek bir zattır. Pek çok eseri olan Muhammed
Muhyiddin Edirne’de defnedilmitir. Bak. Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri 12991915 (Sadeletirenler: A. Fikri Yavuz-smail Özen), Meral Yayınları, st.,c. 1, s. 148-149. Ayrıca
bak. dipnot 42.
znik’te doan Sadrî’nin esas ismi Haydar’dır. eyh Kutbuddin’in kız kardeinin oludur. Babası
ehzade Korkut’un hocası olup Miçekli olu adıyla mehurdur. Örenimini tamamlayıp kadı
olmutur. “Hüsrev ü îrîn” tarzında birçok mesnevisi vardır. iirleri bir divanda toplanmıtır. Bak.
Sehî Bey, a.g.e., “Mevlâna Sadrî” s. 158-159; Latîfî Tezkiresi, (Hzr. Doç .dr. Mustafa sen), “Sadrî
Çelebi” Kültür Bakanlıı Yayınları/1120, Ank. 1990, s. 392-393; Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı
simler Sözlüü, “Sadrî”, s. 406.
emsü’d-din Sâmî, a.g.e., s. 3672; Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225; Kutbuddin znikî,Mürid-i
Müteehhilîn, s. 4; Aıkpaaolu Tarihi, s. 194.
emsü’d-din Sâmî, a.g.e., s. 3672.
Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s. 27.
Yeni Rehber Ans., c. 12, s. 310.
Osmanlı Müellifleri’nde müellifimizin resmî ilimleri Mevlânâ Hasan Paa’dan tahsil ettii
bildirilmektedir.
Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225; Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, s. 3.
*
824
825
826
827
828
829
*
830
535
535
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE”
SÖZLÜK ÜZERNE
AHMET KARTAL
sanılmaktadır831. Ayrıca fıkıh, tefsir ve tasavvuf üzerine yazdıı eserlerle, haklı
bir öhret kazanan; eriata aykırı fikir ve kanaatleri yüzünden idam edilen
mehur Simavna Kadısı eyh Bedrüddin ile de aynı çada ve ülkede
yaamıtır832.
Çaının ulemâsından ders alarak, her ilimde özellikle de, dînî ilimlerde
kendisini tam olarak yetitiren ve kendisini tanıtan833 Kutbuddîn-i znikî, Hanefî
fıkhına ait derin ve geni bilgisi sayesinde, bu mezhebin önemli fıkıh
temsilcilerinden birisi sayılmıtır834. Ayrıca Râhatu’l-Kulûb’da, bazı fıkhî
meselelerde Hanefî mezhebi ile dier mezhebleri de karılatırması, onun dier
mezhebler hakkında da geni bilgiye sahip olduunu göstermektedir:
“.... Ya gendü ya tavarı susaya diyü korksa, teyemmüm almak dürüstdür. Ammâ
abdest alıcak suyıla hasta olam diyü korksa, ya hastalıgım arta diyü korksa, bizüm
katumuzda teyemmüm almak dürüstdür. Bizüm mezhebimüzde vaktdan öndin
teyemmüm almak dürüstdür..... Ammâ âfi’î katında istemek vâcibdür..... (37b38a).”835
Ayrıca bu ifadelerden, müellin Hanefî mezhebine mensup olduunu görmek
de mümkündür. Ayrıca müellifin, hem eserinde kaynak olarak kullandıı eserler
(Bidâye-i Kelâm, zâh, Muhtasar-ı Muhît, Münyetü’l-musallî......vs.)in ekserisinin
Hanefî fıkhına ait olması, hem de zikrettii ahıslar (Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf,
Ebü’l-Fazl-ı Kirmânî, mam Muhammed..... vs.)ın bir çounun bu mezhebe
mensup olması da, O’nun Hanefî mezhebine mensup olduunu açıkça gösterir.
Fıkıh, tefsir, hadis gibi slâmî ilimlerle tasavvufa ait geni bilgi sahibi
olduunun açık bir delili sayılan Mukaddime-i Kutbuddîn (Râhatu’l-Kulûb)
isimli eserinde, kendisinden tevazu ile bahsetmesi, onun olgun kiiliine iaret
eder836: “bu za’îf, fakîr, hakir.... 1b”,”bu miskîn..... 2a”,”bu za’îf.... 1b” gibi.
znikî, Arapça eser telif edecek kadar bu dili bilmesine ramen, eserini
Türkçe yazmıtır. Çünkü hem kendi döneminde hem de kendisinden önceki
dönemlerde yazılan eserlerin ekserisi Arapça, bazısı da Farsça yazılmıtır. Halk
ise, bu eserleri okuyup anlayamamaktadır. Oysa bir müslümanın dînî
vecibelerini tam ve doru olarak yerine getirmesi, dînî hayatını slâmın
ahkâmına göre tanzim edebilmesi, ancak slâm dîninin emir ve nehiylerini çok
iyi bilmesiyle mümkündür. Bunun için, dînî esasların Türklere kendi dilleriyle
*
*
*
831
832
833
834
835
836
Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100.
Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225; Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, s. 3.
Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s. 27.
Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 225. Ayrıca Hidâyetü’l-Arifîn’de Kutbuddin znikî için “elFakîhu’l-hanefî” ibaresi geçmektedir. Bak. s. 184.
Râhatu’l-Kulûbdan alınan bölümler Rasim Deniz (E.Ü., lahiyat Fakültesi Ör. Gör.) özel
kitaplıında bulunan nushadan alınmıtır.
Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 226.
536
536
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
öretilmesi gerektii düüncesine sahip olan znikî, bu konudaki düüncesini
hemen eserinin ilk sayfalarında öyle ifade etmitir:
“..... bu farz-ı
‘ayın olan ‘ilimde kitâblar düzmiler, latîf, görklü. Ammâ ol
c
kitâblardın köpi Arabca, kimisi Parsîce. Her gii anlara mutala’a idüp ma’nisin
çıkarımazlar....... dahı tizcek girü o onu düze yâhûd sonra gendü ma’nisin görklü
eydimez. Pes diledi bu miskîn dahı farz-ı ‘ayın olan ‘ilimde Türkîce bir mukaddime
düze. Ta kim mübtediler anı okımak genez ola dahı kızçugazlar ve oglancuklar
bâlig olmaga yakın olıcak ögredeler 1b-2a.”
Bâyezid Han’ın olu Süleymân Han’ın, bilgi ve faziletine çok deer verdii
Kutbuddîn-i znikî837, Timur838’un Anadolu ’da kaldıı müddet içinde, balarını
belaya sokmamak için âzâmi gayret gösteren sa ve Mehmet çelebilerden sa
Çelebi’nin elçisi olarak Timur’a gitmi ve ehzâde için taç ve hil’at almıtır.
Mehmet Çelebi ise, Timur adına sikke bastırmıtır839. Ayrıca Kutbuddîn-i
znikî’nin, halka yaptıı zulüm ve ikenceden dolayı, Timur’a acı sözler
söyledii, Timur’un ise buna karı sükut ettii çeitli kaynaklarda
geçmektedir840. Kutbuddîn-i znikî ile Timur arasında olan bu musâhabe, Tacü’ttevarih’te geni olarak u ekilde geçmektedir:
*
“Timur, Rum ülkesine geldii sırada sözü edilenle görütüü zaman hazret ona,
halkı telef etmek, ülkeleri yamalatmak dürüstlüün gerei deildir. Haram yere
kan dökmekten kaçınıp sakınmak, ba ve buluk havasında kanat açanlara
gereklidir. Müslüman olana ve din yolunu kollayana islâm ülkelerini korumak
balıca amaç olmalıdır, diye konuunca Timur buna karılık Ey eyh, her nerede
konaklasam çadırımın kapısı dou yöne bakarken, sabah olunca batıya dönmü
olarak görüyorum. Ata bindiimde çevremi elliye yakın insan sarıyor. Önüme
düüp bana rehberlik ediyorlar cevabını verdi. Bunun üzerine eyh ben de seni
akıllı bir kii sanıyordum. imdi bildim ki, hata eylemiim deyince, Timur, eyhe
böyle söylemesinin sebebini sordu. eyh de sen kendini Yaradanın kahrına ulaan
blis’e benzetmek istiyorsun dedi ve konumayı kesip yürüdü gitti”841.
Öksüz, znik’te yaptıı aratırmalar neticesindeki intibalarını makalesinde
öyle belirtmektedir:
837
838
839
840
841
Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 226.
Yeni Rehber Ansiklopedisi’nde, Kutbuddîn-i znikî’nin birçok devlet adamınıniltifat ve ihsanına
kavutuu, özellikle de Timur’un, din ilimlerindeki yükseklii sebebiyle, ona çok büyük saygı
gösterdii kayıtlıdır. Bak. C. 12, s. 310.
Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, 2. c., Ötüken Yayınevi, st. 1977, s. 357.
Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 114; emsü’d-din Sâmî, a.g.e., s. 3672; Mecdî Mehmed Efendi,
a.g.e., s. 58; Abdullah Develiolu, a.g.e., s. 322.
Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s. 27.
537
537
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE”
SÖZLÜK ÜZERNE
AHMET KARTAL
“Yerinde yaptıımız aratırmalarda tarihî ahsiyetinden çok menkıbevî anlatımlar
içersinde rastladıımız eyh Kutbuddîn’in, halk arasında hâlâ bir yol gösterici
olarak kabul edilip, belirli günlerde kabrinin ziyaret edilmesi, onun halk için ne
kadar kıymet tekil ettiinin açık bir ifadesidir. Onunla ilgili derlediimiz
rivayetlerden biri842, bu konuda bize fikir verecek mahiyettedir.
Erefolu Rumî’nin bir sabah namazını kıldırdıı cemaatda hazır bulunan
Kutbuddin znikî, namazı kıldıkdan sonra Erefoluna yaklaarak: Hocam, namazı
erken kıldırmadınız mı? diye sorunca Erefolu, onu kucaklayıp pencereye doru
kaldırarak; günein doup domadıına bakmasını söyler. Pencereden dıarı bakar
bakmaz gözlerini outuran Kutbuddin znikî, sadece domu der ve büyük bir
sessizlie dalar.
Bu rivayet, halk arasında eyh Kutbuddin’in mânen yükselmi olduunun açık bir
ifâdesidir. Zirâ «güne en erken,en yüksek yerden görülür» eklindeki düünce bu
hususta asıl hareket noktasıdır.”843
Kutbuddîn-i znikî’nin fıkhî meseleleri ihtivâ eden Mukaddime-i Kutbuddîn
(Râhatu’l-Kulûb)844, Mürid-i Müteehhilîn845, Kitâbu’s-Salât846, Ve’l-Akdü’sSemîn Ve’l-Akdü’l-Yemîn847, Zâdü’l-Meâd fi’l-Fürû ve’l-Ahlâk848, Fethu Miftâhi’lGayb849, Tefsîr-i Kutbuddîn850 isimli eserleri vardır.
842
843
844
845
846
847
848
849
850
Âıkpaaolu Tarihi’nde Kutbuddin znikî, kerametleri zâhir olan, duâları ise kabul olunan aziz
kimselerden biri olarak zikredilmektedir. bak. s. 194.
Dr. Ziya Öksüz, a.g.m., s. 226-227.
A.g.m.,s. 227; Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, s. 4; Fehmi Edhem Karatay, a.g.e., s. ;
Agah Sırrı Levend, a.g.m., s. 74; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100; Badatlı smail Paa, a.g.e., s.
184; Abdullah Develiolu, a.g.e., s. 322.
Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri isimli eserinde Mukaddime veya Mukaddime-i
Kutbuddin ismiyle anılan eseri, Rahatu’l-Kulûb’dan farklı bir eser olarak zikretmektedir. Fuad
Köprülü ise Mukaddime’nin Râhatu’l-Kulûb isimli eser olduunu söylemekte ve Tahir Bey’in bunu
Mukaddime’den farklı bir eser saymakla yanıldıını ifade etmektedir. Bak. Ord. Prof. M. Fuad
Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken, st. 1986, s. 356.
Kutbuddin znikî, Mürid-i Müteehhilîn, s. 4; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100.
A.g.e., s. 4.; Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 227; Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144; Agah Sırrı
Levend, a.g.m.sinde geçen “Mukaddime-i Salat” isimli eserin bu olduunu tahmin ediyoruz. bak. s. 77.
Ali Rıza Karabulut, a.g.e.de Râhatu’l-Kulûb isimli eserin dier ismini Mukaddimetu’s-Salât olarak
vermektedir. Bu bilgi ııında Râhatu’l-Kulûb ile Kitâbu’s-Salat’ın aynı eser olma ihtimali vardır.
Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100; Abdullah Develiolu,
a.g.e., s. 322; Badatlı smail Paa, a.g.e., s. 184.
Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144; Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 227; Kutbuddin znikî,
Mürid-i Müteehhilîn, s. 227; Badatlı smail Paa “Zâdu’l-meâd fil-fıkhı ve’l-Ahlâk”, a.g.e., s.
184; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100; Abdullah Develiolu, a.g.e., s. 322.
Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100. Osmanlı Müellifleri (Sad. A. F. Yavuz-. Özen)’nde Muhammed
Muhyiddin ibni Kutbuddin znikî’nin erhu Alâ Miftahi’l-Gaybi’l-Müsemma bi Fethi Miftahi’lGayb isimli bir eseri olduu zikredilmektedir. Kanatimizce, Kutbuddin znikî’ye atfedilen mezkûr
eser bu olup, Kutbuddin znikî ile Muhammed Muhyiddin ibni znikî arasındaki isim benzerliinden
dolayı karıtırılmı olabilir.
Kâtib Çelebi, a.g.e., s. 457; Ali Rıza Karabulut, a.g.e., s. 100; Badatlı smail Paa, a.g.e., s. 184;
Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144.
*
538
538
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Doduu kasaba olan znik’te vefat eden851 Kutbuddîn-i znikî’nin ölüm
tarihi akâiku’n-Nu’mâniye’de u ekilde geçmektedir:
“Sikât-i ulemâdan birinin hattından menkûldur ki mûmâ ileyh, Mevlânâ Kutbuddîn-i
znikî hazretlerinin znik’te kabri üzere mestûr ve muharrerdir ki sekizyüz yigirmi bir
senesinin ehr-i Zil-Ka’desinin sekizinci gününde vefât eyledi.”852
*
znik’te Hayreddin Paa’nın torunlarından Halil Paa Camii yanındaki
türbesinde medfûndur853. Türbesi, Yeil Camii ile Nilüfer Hatun imareti arasında
olup, Bâyezîd Han’ın veziri brâhîm Paa tarafından yaptırılmıtır. Üç sıra tula,
bir sıra kesme tala yapılmı olan türbeye birleik olarak yer alan camii ise,
stiklâl Harbi sırasında tamamen harap hale getirilmitir.854
Râhatu’l-Kulûb (Mukaddime-i Kutbuddin)
Eser, âyet-i kerîme ve hadîs-i eriflerin ııı altında her “âkil ve bâli”
tarafından bilinmesi farz olan slâm dininin vaz ettii esasları beyan etmek ve
her “âkil ve bâli”in bu yoldaki azmini kuvvetlendirmek üzere yazılmıtır.
Çünkü “âkil ve bâli” olmu her müslümanın dînî vecibelerini tam ve doru
olarak yerine getirebilmesi ve dînî hayatını tanzim edebilmesi ancak mensubu
bulunduu slâm dîninin ahkâmını bilmesiyle mümkündür. Bunun bilincindeki
Kutbuddîn-i znikî, eserinin baında farz-ı ayın ve farz-ı kifâye olan ilmi tarif
ettikten sonra, eserini yazı gayesini u ekilde dile getirmektedir:
851
852
Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144; emsü’d-din Sâmî, a.g.e., s. 3672; Dr. Yusuf Ziya Öksüz,
a.g.m., s. 227.
Mecdî Mehmed Efendi, a.g.e., s. 59.
Tacü’t-Tevarih’de Kutbuddin znikî’nin vefat tarihi 885 (M. 1480) olarak geçmektedir. Bak. s. 27.
Yalnız biz bu ölüm tarihinin Osmanlı Müellifleri’nde geçen Muhammed Muhyiddin ibni Kutbuddin
znikî (Kutbüddin zade) ile olan isim benzerliinden dolayı karıtırıldıı kanatindeyiz. Çünkü
Osmanlı Müellifleri’nde bu zâtın ölüm tarihi “Lekad etellahe bi kalbin selim” ve “Rahmetullahi
aleyhi dâimen” terkiplerinin gösterdii H. 885 tarihi gösterilmekte ve kabrinin Edirne’de
Zindanaltında Tatarhan mezarlıında olduu kaydedilmektedir. Ayrıca “akayık Tercümesi” ile
“Kefu’z-zünûn”da yazılı olan tarihlerin (H. 821) yanlı olduu da belirtilmektedir. Bak. Bursalı
Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri 1299-1915 ((HZR. A. Fikri Yavuz-smail Özen)
“Muhammed Muhyiddin ibni Kutbüddin znikî (Kutbüddin zade)885=1480”, Meral Y., c. 1, st., s.
148-149) Oysa Kutbuddin znikî, memleketi olan znik’te vefat etmitir. Ayrıca, znikî’nin H. 885
(1480) tarihinde öldüünü kabul edersek, Timur’un Anadolu ’da kaldıı dönemde onunla görüüp
halka yaptıı zulümden dolayı ona acı sözler söylemesine ve ondan (Timur’dan) sa Çelebi için, tac
ve hil’at almasına imkan yoktur. Çünkü o dönemlerde küçük bir çocuk olması gerekir. Yine
OM’nde geçen “znik’te ziyaret ettiim pederinin türbesinde bu zata nisbet edilen bir sanduka
vardır” (Bak. s. 149) sözlerinden ve isminde “Kutbuddin znikî’nin olu” mânâsına gelen .... ibni
Kutbuddin znikî kelimelerinden Kutbuddin znikî’nin olu olma ihtimali vardır.
Bursalı Mehmed Tahir, a.g.e., s. 144.
Dr. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 226-227.
*
853
854
539
539
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE
AHMET KARTAL
“..... bu miskîn dahı farz-ı ‘ayn olan ‘ilmde Türkîce bir mukaddime düze. Tâ kim
mübtediler anı okımak genez ola. Dahı kızçugazlar ve oglancuklar bâlig olmaga
yakın olıcak ögredeler. Bu mukaddimiye ta kim i‘tikadına ve gönline evvelden
eri‘at emrin dutmak ve müsülmânlıg kaydın yimeg düe. Bâlig oldukdan sonra
bununula ‘amel eyleye.2a”
Müellif, yazmı olduu mukaddimesinin “mübtediler” tarafından
okunmasını tevik amacıyla, eserine “garîb mes’eleler” de aldıını u ekilde
ifade etmektedir:
“Dahı garîb mes’eleler dahı getürdi, mübtediler bu mukaddimeyi okımaga
yiltenmeg-içün. 7a”
Eserin çatısı, müellifin diliyle kısaca öyledir:
“Pes imdi bu za‘îf dahı ol ‘ulema’i(?) ‘âlimlere ve munkatı’lara ittibâ’ idip bu
mukaddimede zâhire farz olan ‘ilm nedür? Neyile tamâm olur? Anı bildürdi. Ol bi
nesneyi kim slâm anun üzerine yapılmıdur anı tafsîl iddi. Andan sonra bâtınına
farz olan ‘ilm nedür? Neyle tamâm olur? Anı bildürdi. 5b” Bu ifâdelerin hemen
akabinde ise, eserini çok geni ekilde deil de, niçin muhtasar olarak meydana
getirdiini u ifadelerle belirtmektedir: “Ammâ kamusın getürüp beyân itmedi. Her
birinde çok âyât, hadîs getürmedi, söz uzanmasun diyü. Zîrâ ekser halâyıkın âhiret
‘amelinde i‘tikâdı zayıf olmııdı. ...... Uzunı çok olan ‘ilme, ‘ibâdete ragbet idip
mutâla‘a idemezleridi ve ögrenemezleridi ve ilemezleridi. 5b-6a”
Müellif, bu eserini yazmaktaki amacının farz-ı ayın olan ilimleri bildirmek
olduunu belirttikten sonra, niçin dier konulara da deindiini öyle
açıklamaktadır:
“Ammâ bilgil kim bu za‘îfun maksûdı bu farz-ı ‘ayn olan ‘ilmleri bildürmegidi.
Farz-ı kifâye ve sünnet ve müstahab olanları bildürmek degülidi. Her nesne kim
ilemek farz-ı kifâye ola ya sünnet veya müstahab olur. Anı bilmek dahı farz-ı
kifâye ya sünnet ya müstahab olur. Lâkin, çünki farz-ı ‘aynun dahı kemâli bunları
ilemek birle olurdı. Pes bu mukaddimede farz-ı kifâye ya sünnet ve müstahab olan
ve edeb olanları dahı ‘ibâdeti mekrûh ya fâsid ya nâkıs idenleri dahı bildürdi. 7a”
Eser, be “bâb”a ayrılmıtır. “Bâb” balıkları ise, her “bâb”ın baladıı
sahifenin kenarına yazılmıtır. Ayrıca her “bâb” da bir takım “fasıl”lara
ayrılmıtır. “Bâb”ları müellifin kendi ifadesiyle öyle sıralıyabiliriz:
1. “Evvel bâb îmânı bildürür....... 8b-29b”
2. “kinci bâb namâzı nice idicek tamâm olur anı bildürür. Ammâ bilgil ki
bu bâbda namâzun artların ve rükunların ve vâciblerin ve sünnetlerin ve
müstahabların ve edeblerin bildürdük. Dahı namâzı fâsid idenleri, mekrûh
540
540
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
idenleri, nâkıs idenleri bildürdük. Andan sonra gii Kur’ânı okıriken niçe
yanılıcak namâzı fâsid olur, nice yanılıcak secde sehvi lâzım olur anı bildürdüg.
Andan sonra imâm olan gii erkânı nedür? Cemâ‘at olan giiler hükmi nedür?
Mescid hükmi nedür? Ve hürmeti nedür? Anı bildürdüg. Andan sonra bir kaç
mes’eleler getürdüg ki, namâz kılmaga megûl olan giiler anı bilmek katı
gereklüyidi. Zîrâ çok vâki‘ olurdı. Andan sonra sefere giden gii namâzı nice
kılsa gerek. Hükmi nedür? Anı bildürdük. Andan sonra Cumu‘a namâzı ve
Bayram namâzı hükmin bildürdük. Andan sonra ölü namâzı hükmin bildürmeg
birle tamâm eyledüg. Amma namâzun artların beyân itmekde evvel gii arısuz
olıcak nice yunmak gerek anı bildürdük...... 29b-71-b”
3. “Üçünci bâb zekât bâbıdur. Ammâ bilgil ki, bu bâbda ‘öür ve oruc
bayramında virdükleri fıtra ve hacılar bayramında iddügleri kurbanı ve bir gii
yabanda ma‘den bulsa ya mâl bulsa anı bildürevüz. Dahı bunlarun ve beytü’lmâlun ve humsun ve kâfirlerden aldukları haracun ve armaganun her birini kime
virmek gerek anı bildürevüz.... 71b-93b”
4. “Bu bâb oruc hükmin bildürür...... 93b-101b”
5. “Biinci bab hac,‘umre hükümlerin bildürür.... 101b”
Eser, telif olmakla beraber, vücuda getirilirken bir çok Arapça yazılmı
eserden istifade edilerek meydana getirilmitir. Bu durum hem eserin dilinden
hem de eserde çokça geçen Arapça kaynaklar855dan anlaılmaktadır. Müellif, her
ne kadar eserinin özellikle halk tarafından kolayca anlaılmasını salamak
amacıyla eserinde sade bir uslûp kullanmısa da, bazen dil yapısının Türkçe
cümle kuruluundan uzaklatıı görülmektedir. Bu durumun en önemli sebebi
ise, özellikle Arapça yazılmı eserlerden istifade etmesidir. Çünkü müellif,
yaptıı çevirilerde metne sadık kalmak istemi, bu da cümle bozukluklarına
sebep olmutur. Ayrıca eserde, çokça kullanılan Arapça ve Farsça ’dan kendi
sentakslarıyla dilimize geçen balama edatları da ifâde bozukluklarına sebeb
olmutur:
*
*
*
“Ma’nîsi budur kim Allah Ta’âlâ buyurur eydür kim: «Allahdan korkmaz hiç kimse
illâ ‘âlimler korkarlar. Anınıçun Peygamber Hazreti 8’A.M) and içdi eyiddi:
Mecmu’unuzdan ben artuk korkaram Allahdan didi. (17b).”, “Yâhûz bir giinün bir
‘acîb iin görürse kim anda çok dürlü zana’atlar ilemidür kimse ancılayın ilemek
elinden gelmez (18a).”, “Ma’nîsin budur kim: ‘lim farizadur her bâlig olan
müsülmân er giiye ve ‘avrat giiye. mdi bellüdür kim ol farz-ı ‘ayın olan ‘ilim ol
‘ilimdür kim giinün müsülmânlıgı ansuz tamam olamaz anı bilmeyince (2b)”, «Gel
imdi gendü aslın ve bünyâzun ‘acâyibin anlarsan sana ‘ibret ve tenbih yiter kim bir
katra sudan bunun gibi latîf ‘uzuvlar ve her bir ‘uzuvlarda kuvvetler nice hâsıl oldı
855
Arapça kaynakların bazıları unlardır: Hulâsatu’l-Fetâvâ, hyâ-yı ‘Ulûm-ı Dîn, zâh, Kûtu’l-Kulûb,
Mebsût, Mecmu’u’n-Nevâzil, Muhtasar-ı Muhît, Münyetü’l-Musallî, Nihayetü’l-’Ukûl.........
*
541
541
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE”
SÖZLÜK ÜZERNE
AHMET KARTAL
dahı görgil ki bu odına cevherdür latîf ve yumak ve nurlu (19a).”, “Peygamber
mu’cizâtına nazar kıl kim ‘âdetâ muhâlifdür bu mecmu’ı sana delîldür kim bilesin
ki bu mecmu’-ı mümkinât ve i’tibârât ki vardur (19b).”
Râhatu’l-kulûb, edebiyatımız için Eski Anadolu Türkçesi’ni temsil etmesi,
Eski Anadolu Türkçesi’nin dil hususiyetlerini yansıtması ve müellifin uurlu bir
ekilde Türkçe olarak telif etmesi bakımından önemlidir.
Eserin nüshaları unlardır: Bizdeki nüsha856: Nüsha, sırt kısmı deri, üzeri
karton kapaklı bir cilt olup,130 varaktan ibarettir. Her sahifede 15 satırın yer
aldıı aharlı kaıt yapraklar, 25x16,20x13 cm ebadında olup koyu krem renkli
ve kalındır. Harekeli nesih ile yazılzmı olup müstensihi bilinmemektedir. Fakat
biz yazıdan eserin eski zamanlarda yazıldıını anlamaktayız.
Dier nüshalar857: Doç. Dr. Suat Yıldırım’a ait nüsha, Topkapı Nüshası (234
K. 823 numarada kayıtlı), Ayasofaya Nüshası [Süleymaniye (Ayasofya: O.
1171) Ktp. 297.4/94.35 numarada kayıtlı], brahim Efendi Nüshası
[Süleymaniye (brahim Ef. 466) Ktp. 297.84/94.35 numarada kayıtlı], Vatikan
Nüshası, Paris (Bibl. Nat.) Nüshası (“Bibliothéque Nationale-Manuscrits
Orientaux” bölümü 11 ve 12 numaralarda kayıtlı) , Arkeoloji Müzesi
Kütüphanesi (1102 ve 1149 numaralarda kayıtlı) Nüshaları.
Müellif ve Eser smi Bakımından Benzerlik Taıyan Nüshalar: Süleymaniye
(Hacı Mahmud Ef. 1600) Kütüphanesi, Süleymaniye (Rd. 5381/1) Kütüphanesi,
Süleymaniye (Hacı Mahmud ef. 1691) Kütüphanesi.
*
*
“Kutbiddîn b. Muhammed znikî (? - 821 H.) ve Râhatu’l-kulûb
(Mukaddime-i Kutbiddîn) simli Eseri”, Gazi Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1, 161-171 (1996).
856
857
Rasim Deniz özel kitaplıına ait nüsha.
Bu nüshalar hakkında daha geni bilgi için bak. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 241-45.
542
542
Nüshası, Paris (Bibl. Nat.) Nüshası (“Bibliothéque Nationale-Manuscrits
Orientaux” bölümü 11 ve 12 numaralarda kayıtlı) , Arkeoloji Müzesi
Kütüphanesi (1102 ve 1149 numaralarda kayıtlı) Nüshaları.
Müellif ve Eser smi Bakımından Benzerlik Taıyan Nüshalar: Süleymaniye
(Hacı Mahmud Ef. 1600) Kütüphanesi, Süleymaniye (Rd. 5381/1) Kütüphanesi,
İSTANBUL’A
Süleymaniye (Hacı MahmudŞİRAZ’DAN
ef. 1691) Kütüphanesi.
“Kutbiddîn b. Muhammed znikî (? - 821 H.) ve Râhatu’l-kulûb
(Mukaddime-i Kutbiddîn) simli Eseri”, Gazi Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1, 161-171 (1996).
856
857
Rasim Deniz özel kitaplıına ait nüsha.
Bu nüshalar hakkında daha geni bilgi için bak. Yusuf Ziya Öksüz, a.g.m., s. 241-45.
542
543
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE
Asıl adı Mehmed olan müellif, 1610 tarihinde Zvornik sancaının,
Donya Tuzla yakınlarındaki Dobırnya köyünde domutur. "Hevâyî" takma
adını da kullanan müellifin mahlası "Üsküfî"dir. Nitekim air mahlasını ve
Bosnalı oluunu eserinin giri kısmında u ekilde zikretmektedir:
Gedâ kim Ûsküfî-i Bosnevîyem
ehinâh-ı cihân-dârun kulıyam 125b
Ailesini erken yata kaybeden air, örenim görmek için birçok yere
gitmi; bir dönem stanbul'a da gelmitir. Üsküfî, 1651 yılında vefat etmitir.
Arapça ve Farsça iirler söyleyen Üsküfî'nin 4 tane Türkçe ilahisi de
bulunmaktadır. Ancak onun en önemli eseri, Makbûl-i Ârif adındaki, ilk
Bosnaca -Türkçe sözlüktür. Daha sonra baka biri tarafından yeniden yazılan
eserin adı Potur âhidî olarak deitirilmitir. Nitekim Makbûl-i Ârif kaleme
alınmadan önce âhidî, Tuhfe-i âhidî (Lügat-i âhidî) isminde manzum
Farsça-Türkçe bir sözlük yazdıı için, daha sonra onu yeniden yazan kii ona
Potur âhidî adını vermitir (bk. http://www.bosnjaci.net/egt.php?id=683). Bu
eser smet Smailoviç tarafından yayımlanmıtır (Muhamed Hevai Uskufi 1990:
89-188).
Evliya Çelebi, Seyahatname'sinde Bonak dili ve Hırvat halkından
bahsederken bu yöre halkının kendilerine Bonak'tan ziyade Bosnevî
denmesinden haz aldıklarını, dillerinin "pak", ve "Latin lisanına yakın"
olduunu, kendilerinin ise "kadir-inas" olduklarını belirttikten sonra, Makbûl-i
Ârif 'te yer alan dört ayrı kıt'adan yaklaık 14 beyit örnek vermitir (Evliya
Çelebi 2001: 229-30). Eserden daha sonra, 1857'de Saraybosna'ya Rus elçisi
olarak atanan Aleksandr Gilferding, 1858'de yazdıı bir eserinde bahsetmitir.
Antun Kaznacic 1862 kaleme aldıı eserinde Makbûl-i Ârif 'i eletirirken,
1868'de Saraybosna Prusya konsolosu Otto Blau ise, yazdıı eserinde tam akine
eseri övmütür. Hatta Üsküfî'nin dıındaki dier sözlük yazarlarından da söz
etmi ve bütün sözlüklerdeki sözcükleri; alfabetik sıraya koyarak Sırp-Hırvatça
ve
Almanca
karılıklarını
vermitir
(bk.
http://www.bosnjaci.net/egt.php?id=683). Biz bu çalımada Üsküfî'nin 1630
tarihinde kaleme aldıı Makbûl-i Ârif
isimli manzum Bosnaca-Türkçe
*
*
*
*
544
544
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
sözlüünü Râid Efendi Kütüphanesi, 1065/4 (v. 125b-134b) numarada kayıtlı
nüshasına göre tanıtacaız.
Adı
Ûsküfî, yazmı olduu bu manzum Bosnaca – Türkçe eserine Makbûl-i
Ârif ismini vermitir. Eserine bu ismi verdiini eserinin mukaddime kısmında
geçen u beyitle ifade etmitir:
*
Çü tanzîmine Hak virdi temâmı
Didüm Makbûl-i Ârif ana nâmı 126b
Yazıldıı Tarih
Makbûl-i Ârif 1040 / 1630 tarihinde telif edilmi ve müellif tarafından
telif tarihi eserin sonunda “târîh-i lügat” balıı altında yer alan u beyitle
bildirilmitir:
öyle bilsün nükte-sencân-ı kelâm
Oldı hem bin kırkda bu nüsha temâm858 134b
Kim çin Yazıldıı
Eserin giri bölümünde yer alan u beyitten hem airin IV. Murâd Han
zamanında yaadıı hem de eserini onun için kaleme aldıı anlaılmaktadır.
Nitekim "Yazılı Sebebi" bölümünde zikredilen beyitler bu hususu net bir
ekilde göstermektedir:
Bi-hamdillah ki ol sultâna irdük
Murâd Han ibn-i Ahmed hana irdük 126b
Yazılı Sebebi
858
Bu beyit smet Smailoviç tarafından yayımlanan metinde u ekilde geçmektedir:
oyle bilsin nükte sencani kelam
Oldu bin kırk birde bu nusha tamam s. 188
Buradan eserin 1041/1631 tarihinde yazıldıı anlaılmaktadır.
545
545
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE
AHMET KARTAL
Müellif eserin mukaddime kısmında bazı airlerin güzel kaside yazdıını,
kâtiplerin güzel keîde çektiklerini, bazı alimlerin güzel lügatler yazarak
dönemin sultanına sunduklarını öyle ifade eder:
Kimi â’ir düzer a’lâ kasîde
Kimi kâtib çeker ra’nâ keîde
Kimi fâzıl yazar yahı lügatler
‘bâretde komaz aslâ galatlar
Kemâlin her biri ‘arz itdi âha
Bed(i)r oldı kamu irdükçe mâha 125b
Sunulan bu eserlerde, müellifler daima tebasına ihsanda bulunan Sultan
IV. Murâd’a duada bulunurlar:
Vücûdın saklasun Allah hatâdan
Hiç unıtmaz o kulların ‘atâdan
Anı gördüm ki herkes bir ‘alâmet
düp tahrîr anı düzer beyâget
eh-i ‘âlî olan sultân Murâda
Nisâr idüp dahı olur du’âda 126a
Bunun üzerine müellif, her ne kadar dünyada söylenmedik söz
kalmadıysa da, önceden yazılmamı hatta hayal bile edilmemi olan manzum
Bosnaca – Türkçe sözlük yazmaya karar verir:
*
Murâd itdüm ki düzem bir risâle
Hiç evvelden alınmaya hayâle
Velî yokdur cihânda dinmedük söz
Beyân olmı kamu eyü vü yavuz
Tevekkül eyleyüp kıldum tefekkür
Der-ân-dem hâtıra düdi tezekkür
düp Bosna dilince bir lügat cem’
Ki ola ol dahı hâlince bir em’
Lügatler çok yazılmıdur inen hûb
Kamu cevher gibi mergûb u mahbûb
Velî Bosna dilince yok yazılmı
Ne nesr ile ne nazm ile düzilmi
urû’ bizden nasîb itmek Hudâdan
Ki vâcibdür ii bilmek Hudâdan
Tevekkelnâ diyüp Bosna dilince
Lügat yazdum olur nef’i bilince
Kemâl ehli olan anlar rumûzın
O fehm eyler iârât u gumûzın 126a
546
546
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Hasit olanın elbette bu eserine bahaneler getirebileceini ifade eden
müellif, “ Bosnaca”nın tıpkı Bosnalılar gibi “iri” olduunu, bundan dolayı onu
nazım ile söylemenin çok zor olduunu ifade eder:
*
Hasûd olan bulur elbet behâne
Hased içün gelüpdür ol cihâne
Çü Bosnalu olur iri be-kâmet
ri(dür) bil lügatlerin begâyet
Pes imdi bunları vezne getürmek
Demür yaydur degül mümkin çekilmek 126a
Müellif daha sonra eserini nasıl tertip ettiini u ekilde açıklar:
Bi-hamdillâh bedî’ üzre sanâyi’
Beyân itdüm k’ola anda levâmi’
Selîs itdüm yazup veznin musarrah
den ısgâ olur kalbi müferreh
Letâyifden beyân itdüm Bosnaca
Ki dir gören be-va’llâhi hasence
Dahı kıt’a yazıldukça musanna’
Yazardum anda bir beyt-i mülemma’
Muhassal âhidî tarzı veznimüz
Ki bir mısra’ ola Bosnaca dilince
Bir Türkî ola vezne gelince 126a-126b
Vezin
Eserin asıl bölümünü tekil eden sözlük kısmı kıt’alardan olumaktadır.
Kıt’alar yazılırken özellikle kolay vezinler tercih edilmitir. Her kıt’anın son
beytinin takti’e ayrıldıı görülmektedir. Müellif burada, ilk mısrada vezni
söylemi, ikinci mısrada ise ya Türkçe , ya Arapça ya da Farsça bir söz
nazmetmitir. Bazen de bazı “Bosnaca” kelimeler yazıp onların Türkçelerini
yazmıtır.
*
*
*
Kıt’alar yazılırken altı bahir kullanılmıtır. Bu bahirler ile bu bahirlerle
yazılan kıt’alar u ekilde gösterilebilir:
547
547
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE”
SÖZLÜK ÜZERNE
AHMET KARTAL
I. Remel Bahri:
Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Kıt’a: 1
Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilât
Kıt’a: 5
Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Kıt’a: 13
II. Recez Bahri:
Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün Müstef’ilün
Kıt’a: 2
Müstef’ilâtün Müstef’ilâtün
Kıt’a: 6
Müfte’ilün Müfte’ilün Fâ’ilâtün
Kıt’a: 8
Müfte’ilün Müfte’ilün Fâ’ilün
Kıt’a: 9
Müfte’ilün Müfte’ilün Müfte’ilün Müfte’ilün
Kıt’a: 12
III. Vâfir Bahri:
Müfâ’aletün Müfâ’aletün Müfâ’aletün Müfâ’aletün
Kıt’a: 3
548
548
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
IV. Kâmil Bahri:
Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün Mütefâ’ilün
Kıt’a: 4
V. Hezec Bahri:
Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün
Kıt’a: 7
Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün
Kıt’a: 11
VI. Mütekarib Bahri:
Fe’ûlün Fe’ûlün Fe’ûlün Fe’ûlün
Kıt’a: 10
Kıt’aların son beytinin takti’e ayrıldıı görülmektedir. Müellif burada,
ilk mısrada vezni söylemi, ikinci mısrada ise Türkçe -Bosnaca, Türkçe, Arapça
ya da Farsça bir söz nazmetmitir. u beyitlerde olduu gibi:
*
*
11. kıt’a:
Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün
mrûz ‘amel eyle ki ‘ukbâda senündür
8. kıt’a:
Müfte’ilün Müfte’ilün Fâ’ilün
Hâlikunâ ya’lemü mâ-fi’s-sudûr
3. kıt’a :
Müfâ’aletün Müfâ’aletün Müfâ’aletün Müfâ’aletün
ehâ nazaret dirîg me-kon Hodâ çü koned nazar be-omâ
549
549
*
MANZUM “BOSNACA-TÜRKÇE” SÖZLÜK ÜZERNE
AHMET KARTAL
1. kıt'a:
Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün
Sana benzer kimse yokdur niye nitko kako ti
Ayrıca mesnevî nazım ekliyle yazılan mukaddime bölümünde ise hezec
bahrinin "mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün" kalıbı kullanılmıtır. Müellif
mukaddimede mezkur vezni kullandıını yine takti ederek göstermitir:
*
Mefâ’îlün Mefâ’îlün Fe’ûlün
Recâsı hem du’âdur Ûsküfînün 127b
Bölümleri
Makbûl-i Ârif , mesnevi tarzında yazılmı 51 beyitlik bir mukaddime ve
160 beyitten oluan 13 kıt’aya taksim edilmi sözlük kısmından olumaktadır.
Eserin sonunda “târîh-i lügat” balıı altında yer alan bir beyitle eserin telif
tarihi verilmitir.
air mukaddimede u konulara deinmitir: Her ie Allah’ın ismi ile
balanmasının gerei, Allah’a hamd ve sena, Allah’ın insanı yarattıktan sonra
onlara bütün “isim” ile “lügat” i öretmesi, Hz. Peygamber’e ve onun ashabına
salat ve selam, eserini yazma sebebi, eserini yazarken izledii yol, Bosna dili
hakkında bilgi, eserinin adı ve okuyuculardan du’a etmesini talep.
Makbûl-i Ârif ‘in asıl sözlük kısmını oluturan bölümde -mesnevi
eklinde yazılan 13. kıt’a hariç- tamamen nazm nazım ekli kullanılmıtır. I.
Kıt’a 19, II. Kıt’a 12, III. Kıt’a 6, IV. Kıt’a 8, V. ve VI. kıt’a 11, VII. 13, VIII.
XI. XII. Kıt’a 29 beyit olarak nazmedilmitir. Her kıt’anın balıı, Arapça olup
o kıt’anın hangi aruz bahriyle yazıldıını göstermektedir. Meselâ birinci kıt’anın
balıı u ekildedir: “ El-kıt’atü’l-ûlâ fi’l-bahri’l-remeli’l-müsemmeni’lmaksûre” 127a.
Kıt'alar belirli konulara ayrılıp onlarla ilgili kelimelerden
olumamaktadır. Bu durum kıt'alarda yer alan kelimelerin tasnifinde hassas
davranılmadıını göstermektedir. Nitekim birinci kıt'ada Allah ve insan
hakkında kelimelere yer verilmekle birlikte; bir çok farklı konulara ait kelimeler
de yer almaktadır. Dier kıt'alarda ise genel olarak u konulara ait kelimelere yer
verildii dikkat çekmektedir: Renkler, tarım ve tarım aletleri, haftanın günleri,
atele ilgili unsurlar, hayvansal gıdalar, aile bireyleri, köye, denize ve daa ait
unsurlar, bazı meyve ve hayvan adları, çeitli madenler, köpek ve tavuk ile ilgili
unsurlar, temizlik, ak, doaya ait unsurlar, insan vücudu ve bazı hastalıklar,
sayılar...
*
*
550
550
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Eserde yer alan bazı beyitler:
Dahı taga hem didiler gora çam agacına didiler bora
Vü sanavbere dahı di yela sakallı bradat örülü pleten 129a
Adamun tırnagına dindi nokat
Di müsekkek olan altuna dukat 129b
Lipo milovat zakon ye davni
Güzel sevilmek âdet-i ezeldür 130a
I boze ti pokloni moyu duu provesel
Yâ Rabbi 'atâ eyle ki rûhumı sevindür 133a
Bo tanrı yedno birdir hem yedino vahdetî
Due cândır çoyik âdem dirligidir jiveti
Hem ferite angil oldu göklere de nebesa
Ray cennet ray-niki oldu demek cennetî
Moma kızdır prah tozdur tıra izdir put yol
Viseko yüksek nizeko alçak u hem nizeti
(Evliya Çelebi 2001: 230)
“Manzum Bosnaca-Türkçe Sözlük Üzerine”, Türk Dili, 667, 348-53 (2007).
*
*
551
551
BÖLÜM IV
Mesnevî ve Mesnevî Literatürü
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
Giri
Mesnevî kelimesi Arapça “s n y” sülâsî (üçlü) kökünden türemi ve “ikier
ikier” mânâsına gelen “mesnen” kelimesinin bir nisbet ekli gibi görünmekle
beraber Arapçada kullanılmamıtır (Ate 1988: 127). tikakı itibariyle Arapça
olan mesnevî tabiri, Farsçada taammüm etmi ve daha sonra Türkçe ’ye de
geçmitir (Çelebiolu 1999: 21).
Edebî bir ıstılâh olarak mesnevî, aynı vezinde ve her beyti kendi arasında
müstakılen kâfiyeli olan nazım ekline verilen isimdir (Humâyî 1370: 156;
Sîmâdâd 1375: 263).
Bu kelime, özellikle Türk Edebiyatında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin
kısaca Mesnevî diye öhret bulan Mesnevî-i Ma’nevî’si sebebiyle mehur olmu,
hatta bundan dolayı, bir nazım ekli olan hususiyetini hem geçmite hem de
bugün hatırlatmaz olmutur. Nitekim Ahmed-i Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri
isimli eserinde bu durumu u ekilde dile getirmektedir:
*
*
*
*
*
*
Yine bir gün son gelenlerin en faziletlisi Sa’îd-i ehîd, kadı Necmeddîn-i Tatî
(Tanrının rahmeti onun üzerine olsun) ulular toplantısında u lâtifeyi anlattı: Bütün
dünyada, umumî olan üç ey vardı. Bu üç ey Mevlânâ ’ya nisbet edildikten sonra
özel bir mânâ aldı ve insanların münevverleri bunu ho gördüler. Bunlardan biri,
Mesnevî’dir. Eskiden her (kafiyeli) iki mısraa mesnevî derlerdi; fakat zamanımızda
mesnevî denilince akıla, hemen Mevlânâ’nın Mesnevî’si gelir. kincisi eskiden
bütün bilginlere Mevlânâ diyorlardı, fakat bugün Mevlânâ denilince Mevlânâ
hazretleri anlaılır. Üçüncüsü, her mezara türbe derlerdi. Bugün ise herhangi bir
türbe anılsa veya söylenilse Mevlânâ’nın kabri akla gelir (Ahmet Eflâkî 1989:
II/18).
*
Mesnevî eklinin, öteden beri eski ran iirinden geldii söylense de, bu
nazım eklinin oluumu, Arap iirinin ‘recez’ nevine dayanmaktadır. Aruzun
aynı adı taıyan bahriyle nazmedilen ‘recez’, mısra uzunluunda ve birbiri ile
kafiyeli kısa beyitler hâlindedir. Umumiyetle kısa olan ‘recez’ler, deveci
ezgileri, savaçıların birbirlerine meydan okumaları, kadınların muhariplere
serzenileri, ninnileri vb. gibi ani ilhamların irticalen ifadesinde kullanılmıtır.
*
*
*
554
554
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
El-Aleb b. Cûem el-clî (ö. 145/762), ‘recez’i kaside tipinde dâhilî planı olan
uzun iirler hâline dönütürmütür. Bu yeni tip recezler, ‘urcûze’ olarak
adlandırılmıtır. Urcûzenin kullanılı sahası Abbasî devrinin balarından itibaren
sınırlandırılarak hikâye, fıkra, tasvir, öretici eserler vb. gibi bazı mevzulara
tahsis edilmitir. te mesnevî, bu urcûze iir nevinden domutur (Çetin 1973:
65-8; 1991: 289).
Arapçada, mesnevî tabiri kullanılmamı, bu ekildeki bir manzume veya
esere kaside denmi, bu kelime, müzdevic veya müzdevice sıfatı ile tavsif
edilmitir. Daha sonra bu sıfat, asıl isim yerine kullanılmıtır (Ate 1988: 128).
Kendi aralarında kafiyeli olan beyitlerden oluan (aa / bb/ cc / çç / ...)
mesnevî, beyit sayısı bakımından hiçbir kısıtlayıcı kurala balı deildir. ki
beyitten balayarak 20-30 beyte kadar olan kısa mesnevîler yazıldıı gibi, binlerce
beyit süren tarihler, uzun ak hikâyeleri, ehrengizler, öretici dînî, ahlâkî ve
tasavvufî konular... da yazılmıtır. Gerek beyitler arasında kâfiye balantısı
bulunmaması, gerekse beyit sayısının sınırlı olmaması, âirlerin iledikleri konuyu
istedikleri kadar geniletmelerine imkân salamıtır. Ancak, her beytin anlamının
kendi içinde tamamlanması ve dier beyitlere geçmemesi gerekmektedir. Beyitler
arasında sadece konu birliine dikkat edilmitir (Ünver 1986: 432; pekten 1997:
59).
Beyit sayısında herhangi bir sınırlama olmadıı için mesnevîde, daima
aruzun kısa kalıpları kullanılmıtır. Bu kalıplar unlardır:
Hezec Bahri:
Mefâ’îlün / mefâ’îlün / fe’ûlün
(._ _ _ / ._ _ _ / ._ _ )
Mef’ûlü / mefâ’ilün /fe’ûlün
(_ _ ./ ._ . _ / ._ _ )
Remel Bahri:
Fâ’ilâtün / fâ’ilâtün / fâ’ilün
(fa’lün)
_
_
_
_
_
_
_
_)
( .
/ .
/ .
(_ _)
Fe’ilâtün / fe’ilâtün / fe’ilün
(Fâ’ilâtün)
(fa’lün)
(.._ _ / .._ _ / .._ )
(_ _ )
( _ ._ _ )
Seri’ Bahri:
Müfte’ilün / müfte’ilün / fâ’ilün
(_.. _ / _.. _ / _._)
Hafif Bahri:
Fe’ilâtün / mefâ’ilün / fe’ilün
555
555
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
(Fâ’ilâtün)
(fa’lün)
(.._ _ / ._ . _ / .._ )
(_ _ )
( _ ._ _ )
Mütekârib Bahri:
Fe’ûlün / fe’ûlün / fe’ûlün / fe’ûl
(._ _ / ._ _ / ._ _ / ._ /)
Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri
*
Belli bir konuyu ileyen, baımsız bir kitap olarak yazılmı mesnevîlerin
tertibi, genellikle birbirine benzer. Bu genel tertipte üç ana bölüm bulunur:
I. Giri bölümü
II. Konunun ilendii bölüm
III. Biti bölümü
Bununla birlikte, bazı ilk dönem mesnevîlerinde (XIII-XIV. asır), yukardaki
bölümlerin kesin çizgilerle ayrılmadıı görülür (Ünver 1986: 432).
Giri bölümü
Genellikle mesnevîlerin “giri bölümü”nde u bölümler bulunmaktadır:
Besmele
slâmî gelenee uygun olarak mesnevîler, besmele ile balar. Ancak
Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975: 51), Elvân Çelebi’nin Menâkıbu’lkudsiyye fî Menâsibi’l-ünsiyye (Elvân Çelebi 1984: 1), Ali îr Nevâyî’nin
Lisânü’t-tayr (Ali îr Nevâyî 1995a), Niyâzî’nin Mansûr-nâme (Niyâzî 1994:
103), Olanlar eyhi brâhîm’in Müfîd ü Muhtasar (Kemikli 2003: 103) gibi
bazı mesnevîlerin besmele ile balamadıkları da görülmektedir. Besmele, her
zaman mesnevînin baında yer alır. Bazen eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i gibi
(Timurta 1980: 1) Arapça , bazen de Hadîdî’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân’ı (Hadîdî
1991: 1) gibi Türkçe yazılmı ilk beyitte “tahmîd”den sonra da geldii görülür:
*
*
*
Bi-hamdi’l-vâhidi’l-ahadi’l-kadîmi
Vü bismillâhi zi’l-menni’l-azîmi
(eyhî 1980: 1)
Dilâ hamd it kadîm-i lâ-yezâle
Di bismi’llâh irür sözi kemâle
(Hadîdî 1991: 1)
556
556
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Besmele, bazen Erzurumlu Darîr’in Kıssa-i Yûsuf (Karahan 1994: 134),
Nâbî’nin Hayriyye-i Nâbî (Nâbî 1995: 177), Elvân-ı îrâzî’nin Gülen-i Râz
Tercüme’sinde (Elvân-ı îrâzî, 1b) olduu gibi, mesnevî metninin dıında kalır.
Bazen de, Ahmedî’nin skender-nâme’si (Ünver 1983: 1b), Hilmî’nin Bahrü’lkemâl’inde (Hilmî 1995: 1) olduu gibi mesnevînin ilk beyti olabilir. Bu ilk
beyitteki besmele, bazı mesnevîlerde vezne uymaz. Ancak dier mısra ile
kafiyeli olduundan, bir mısra gibi görülür:
Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Matla’-ı ser-nâme-i nazm-ı kadîm
(Hilmî 1995: 1)
Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Devha-i bustân-ı Kelâm-ı Kadîm
(Gelibolulu Âlî 1998: 55)
Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm
Kıble-nümâ-yı der-i zât-ı kerîm
(Nâlî 1999: 79)
lk beyitteki besmele’nin, bazı mesnevîlerde ise, vezne uyduu görülür:
Levh-i mahfûz üzre evvel ol kadîm
Yazdı bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm
(abanî 1999: 9)
Bazı mesnevîlerde ise, kurallı okunuu bozularak vezne uydurulmutur:
Zikr-i bismillâhi rahmâni’r-rahîm
Kamu nesne bizegidür iy hakîm
(Ünver 1983: 1b; Ünver 1986: 434)
âirlerin bazen, mesnevîlerine müstakil olarak “eûzü bi’llâhi mine’eytâni’r-racîm bismillâhi’r- rahmâni’r-rahîm” ile baladıkları da görülmektedir
(Kartal 2000c: 1). Bu durum vezne uymadıı hâlde, birbirleriyle kafiyeli olduu
için bir beyit gibi görülür.
Bazen âirlerin, ükrî-i Bitlisî’nin Selîm-nâme’sinde olduu gibi,
mesnevîlerinin ilk beytinde, söze “bismi’llâh” ile balama dileklerini dile
getirdikleri de görülmektedir. Çünkü söz “ismu’llâh” ile eref bulur:
Balayalum sözni bismi’llâh ile
Kim eref dapar söz ismu’llâh ile
(Argunah 1997: 47)
557
557
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Her ne i yapılırsa yapılsın, nihayete ulaması için o ie besmele ile
balanması gerekir. Hatta yazılan esere besmele ile balanmazsa, eser sona
ermez ve yok olur. Bundan dolayı mesnevînin “unvan”ının “ismu’llâh” olması
gerekmektedir:
eh-nâme Tercümesi:
Çü bismi’llahile âgâz ola i
Biter ger çog ola ger az ola i
Söze Tanrı adile bala iy dil
Ki kalmaya iünde hîç mükil
Olar kim vara bismi’llahile râh
O yolda olmayalar hîç gümrâh
Hakîkat ism-i Hakdur hırzı cânun
Hakun ismi tılısmıdur cihânun
Hakun ismi durur her gence miftâh
Fütûh ebvâbın açar dince fettâh
Dilersen feth-i bâb irie Hakdan
Giderme Hak adın dilden tudakdan
(Kültüral 1999: I/1)
Hüsn ü Dil:
stersen eger reh-i hüdâyı
Gel zikr idelüm dilâ Hudâyı
Bî-besmele balanursa defter
Encâmını bulmaz olur ebter
(Yenipazarlı Vâlî 2003: 203)
Leylâ vü Mecnûn:
Çün ismu’llâh ola ‘unvân-ı defter
Gerek kim tâ ebed olmaya ebter
(Hamdullâh Hamdî 1b)
Genc-i Esrâr-ı Ma’nî:
Sözün evveli ism-i Allâh olur
Söz oldur ki Hak ismi hem-râh olur
Cis(i)mdür söz ism-i Hudâ cânıdur
Sözün ism-i Hak derde dermânıdur
Hudâ ismi olmazsa söz evveli
O ol cisme benzer ki cansuz beli
Eger ola sözün baı ol Hudâ
Bekâ bil anı olmaya ol fenâ
Yazılmasa mektûba evvelde hû
Ya oda yanar ya alur anı su
Kitâb evveli ger ola ism-i Hak
Olur cümle evrâkı hem zer varak
Nice anmayam sözümde Allâh men
558
558
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Anun ismidür söze revnak viren
(Yılmaz 2009: 141)
Bazen de, eyyâd Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sında (Yıldız 2008: 201;
Demirci 2008: 82-83) olduu gibi, mesnevîye Türkçe olarak “Tanrı adı”:
*
Tanrı adın anuban girem söze
Tâ ki ine Tanrıdan rahmet bize
Ali îr Nevâyî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda (Ali îr Nevâyî 1996c: 27)
Allah’ın “yahı atı”:
Ey yahı atıng bile ser-âgâz
Encâmıga kim yiter her âgâz
Muhabbet-nâme’de (Sertkaya 1972: 8) “ulug tingrining atı”:
Ulug tingri-ning atın yâd kıldım
Muhabbet-nâme-ni bünyâd kıldım
Kutadgu Bilig (Arat 1979: 17)’te ise, “bayat atı” ile balandıı da
görülmektedir:
*
Bayat atı birle sözüg baladım
859
Törütgen igidgen keçürgen idim
Baında besmele bulunan iir, Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sında ve Kıyâsî’nin
Mihr u Mâh’ında (Anbarcıolu 1986: 94) olduu gibi, “Tahmîd” (Hamdî 1991:
27-30); Cem Sultan’ın Cemîd ü Hurîd’inde olduu gibi, “dua” (Cem Sultan
1997: 215-8); ükrî-i Bitlisî’nin Selîm-nâme’sinde olduu gibi, “Tevhîd”
(Argunah 1997: 47-9); Hoca Mes’ûd’un Ferheng-nâme-i Sa’dî’sinde olduu gibi,
“münâcât” (Hoca Mes’ûd 1340-: 1 [Metin]) olabilecei gibi, tamamen besmeleye
ayrılmı bir bölüm de olabilir. Nitekim, Abdülvasi Çelebi’nin Halîlnâme’si
(Abdülvasi Çelebi 1996: 35), Talıcalı Yahyâ’nın Gülen-i Envâr (Yahya Bey
1992:24-31) ve Gencîne-i Râz’ı (Talıcalı Yahya 1995: 1-7), Cinânî’in Riyâzu’lcinân’ı (arlı 1994: 1-4), Âzerî brâhîm Çelebi’nin Nak-ı Hayâl’i (Âzerî brahim
Çelebi 1994: 1-2), Hakanî’nin Hilye-i Saadet’i (Hakanî 1991: 23-25), Muslihüddîn
Vahyî-i abanî’nin Mi’râcü’l-beyân’ı (abanî 1999: 9-12) Ömer Fu’âdî’nin
Hâbiyye’si (Zavotçu 2007: 177-78), Nev’î-zâde Atâyî’nin Sohbetü’l-ebkâr’ı
(Yelten 1999: 1-5) ve Nâlî Mehmed’in Tuhfetü’l-emsâl’i (Nâlî 1999: 79-80)
859
Yaratan, yetitiren ve göçüren rabbim olan Tanrının adı ile söze balarım (Arat 1988: 12).
559
559
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
müstakil besmele iiri ile balar. âirler bu iirlerde, besmele’nin erdeminden, her
ie onunla balamak gerektiinden söz eder, besmelede bulunan her harfin neye
delâlet ettiini anlatır (Ünver 1986: 434). Ayrıca müstakil “besmele”
manzumelerinden sonra, “besmele”nin faziletine misal olabilecek ve ders
çıkarılabilecek bir hikâyenin anlatıldıı da görülmektedir. Gelibolulu Âlî,
Riyâzü’s-sâlikîn isimli mesnevîsinde, “besmele” manzumesinden sonra 33 beyitlik
böyle bir hikâye anlatmıtır (Gelibolulu Âlî 1998: 56-8).
Mesnevî manzumesinin sonuna, aynı mealde Arapça beyitlerin yazıldıı da
görülmektedir. Meselâ, Celîlî’nin Hecr-nâme’sinin baında yer alan besmele
manzumesi, aynı mealde Arapça üç beyit ile son bulmaktadır (Ayan 1986: 15960).
Bazen âirin, besmele beytinde eserinin ismini verdii de görülmektedir:
*
Ulug tingri-ning atın yâd kıldım
Muhabbet-nâme-ni bünyâd kıldım
(Sertkaya 1972: 8)
Bazen de, “besmele” beytinin, Lâmi’î Çelebi’nin Ferhâd ü îrîn’i gibi
Arapça (Levend 1989e: 87):
*
Bede’nâ b’ismike’llahümme nazmâ
860
Feyessir nahve sübli’r-rüdi ‘azmâ
bazen de, Kemalolu smâ’îl’in Ferah-nâme’si gibi Türkçe tercümesinin
yazıldıı (Tekinda 1971: 141) görülmektedir:
*
Sıgınuram ana kim misli yokdur
Ululuk ıssıdur ihsânı çokdur
Tahmîd
Tahmîd’in sözlük anlamı “isteyerek yapılan bir iyilii, saygı ve gönül
holuu ile övüp anmak; iyilikte bulunana teekkür etmek, onun güzel
niteliklerini dile getirmek” demektir. slâmî ilimler terminolojisinde, “bütün
yaratıkların, kendi dilleriyle Allah’ı anmaları ve övmelerine” hamd denir
(Yılmaz 1992: 61). Edebiyatta, âirlerin mesnevîlerinin baında Allah’ı anıp
övdükleri hamd’i konu alan bölüme “tahmîd” denir. Tahmid, “hamdele” veya
“hamdiyye” diye de adlandırılmaktadır.
âirlerin bazen mesnevîlerinde, besmele manzumesinden sonra, “hamd”i
konu edinen bir bölüme yer verdikleri de görülmektedir. Giri bölümünde,
860
Senin adınla nazma baladık, gerçee balama yolundaki azmimi kolaylatır.
560
560
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
“tahmîd” bulunmayan mesnevîler de vardır. Ancak baında “tahmîd” bulunan
mesnevîler, bulunmayanlara nazaran daha azdır. Meselâ, Hamdî’nin Yûsuf u
Züleyhâ’sında (Hamdî 1991: 27-30), Âzerî brâhîm Çelebi’nin Nak-ı
Hayâl’inde (Âzerî brahim Çelebi 1994: 2-6), Âlî’nin Tuhfetü’l-uâk’ında (Âlî
1995: 117-8), Merdümî’nin Tuhfetü’l-islâm’ında (Sevgi 1993: 35-40) besmele
manzumesinden sonra, “tahmîd” manzumesi yer almaktadır. âhidî’nin Gülen-i
Vahdet’inde (âhidî 1996: 53) ve Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’inde (Flemming
1974: 255) olduu gibi, bazen âirlerin besmele beytinden sonra, bir beyitle
“tahmîd” yazdıı da görülmektedir.
“Tahmîd”in bazen kıt’a nazım ekliyle yazıldıı da görülmektedir. Örnein
Ahmedî’nin Cemîd ü Hûrîd mesnevîsinde, “dua” bölümünden sonra, kıt’a
nazım ekliyle yazılmı müstakil bir “tahmîd” vardır.
eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak’ı (eyh Galip 1992: 13-5), Refî’in Cân u Cânân’ı
(Refî 2000: 121), Sünbül-zâde Vehbî’nin Lutfiyye’si (Beyzadeolu 2004: 38),
Bedr-i Dilad’ın Murâd-nâme’si (Ceyhan 1997: I/189) ve Simkezâde’nin
Gamze vü Dil’i (Simkezâde Feyzî 1997: 49) gibi, dorudan Allah’a “hamd” ile
balayan mesnevîler olduu gibi, Kul Mes’ûd’un Kelîle ve Dimne’si (Adamoviç
1994: 33) gibi direkt “ükür” ile balayan mesnevîler de bulunmaktadır. Bunun
yanında Nev’î’nin Münâzara-i Tûtî vü Zâg’ı (Gürer 2005: 93) dorudan “senâ”
ile balayan mesnevîler de bulunmaktadır. Abdülazîz b. Muhmûd el-sfehânî,
Sıfâtu’l-haremeyn isimli mesnevîsine ilk beyti Arapça olan bir “tahmîd”
manzumesiyle balarken (Demir 2005: 71), Sûzî Çelebi Gazavât-nâme’sine
Arapça ‘hamd’ beytiyle balamıtır (Vırmiça 2002: 114).
Tevhîd ve tahmîdin aynı bölümde ilendii mesnevîler de görülmektedir.
Gelibolulu Âlî’nin Riyâzü’s-sâlikîn isimli mesnevîsi bu tarzdadır (Gelibolulu Âlî
1998: 58-60).
*
*
Tevhîd
“Tevhîd”in sözlük anlamı, “bir kılma, birletirme, bir sayma, birliine
inanma” demektir. Kavram olarak “tevhîd”, “Allah’ın zâtını tasavvur ve
tahayyül edilen her eyden tecrîd ederek onun varlıına ve birliine inanmaktır.”
(sen 1992: IX). Edebiyat terimi olarak ise “tevhîd”, “Allah’ın varlıını ve
birliini dile getiren manzume” (Ünver 1986: 434; Tâhir-ül Mevlevî 1984: 173)
anlamında kullanılır.
Mesnevîlerde, “tevhîd” ve “münâcât”ın sırasının daima aynı olmadıı
görülür. âir, isterse “tevhîd”i isterse “münâcât”ı öne alır (Ünver 1986: 434).
Erzurumlu Darîr’in Yûsuf u Züleyhâ’sı (Karahan 1994), Sabit’in Zafernâme’si (Sabit 1991), eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak’ı (eyh Galip 1992) gibi, giri
bölümünde “tevhîd” bulunmayan mesnevîler de bulunmaktadır. Ancak baında
“tevhîd” bulunan mesnevîler, bulunmayanlara göre daha çoktur.
561
561
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Öte yandan, Mes’ûd bin Ahmed’in Süheyl ü Nev-bahâr’ı (Dilçin 1991: 196201), Niyâzî’nin Mansûr-nâme’si (Niyâzî 1994: 103), Nev’î-zâde Atâyî’nin Hefthvân’ı (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 115-8), eyhî’nin Harnâme’si (Timurta 1981:
20), Za’îfî’nin Kitâb-ı Bostân-ı Nasayih’i (Za’îfî 1996: 3-4) gibi dorudan
“tevhîd” ile balayan mesnevîler de vardır. Ayrıca Hatîbolu’nun Bahrü’lhakâyık’ı (Ertaylan 1960a: 1b [Metin]; Türk 2009: 51), ükrî-i Bitlisî’nin Selîmnâme’si (Argunah 1997: 47-9) gibi ilk beyti, besmele beyti olan “tevhîd” ile
balayan mesnevîlerin yanında, Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998: II/1)’da
olduu gibi, besmele manzumesiyle balayan tevhîdler de görülmektedir.
Giri bölümünde, genellikle Kıyâsî’nin Mihr u Mâh’ı gibi (Anbarcıolu
1986: 94-5) bir tane “tevhîd” manzumesi bulunmaktadır. Bu bölümde, bazen
birden fazla “tevhîd” manzumesinin olduu da görülmektedir. Meselâ, Yahya
Bey’in Gülen-i Envâr’ında 3 tane “tevhîd” manzumesi yer almaktadır (Yahya
Bey 1992: 31-40).
Mesnevî’nin giri bölümünde yer alan “tevhîd” manzumesi, ekseriyetle
mesnevî nazım ekliyle yazılmıtır. Ancak mesnevî nazım eklinin dıında kıt’a,
kaside, terci-bend gibi deiik nazım ekillerinin de kullanıldıı görülmektedir.
Nitekim Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd’inde kıt’a (Akalın 1975: 60-1), eyhî’nin
Hüsrev ü îrîn’inde kaside (Timurta 1980: 4-5, 8-9), Hamdî’nin Yûsuf u
Züleyhâ’sında ise, terci-bend (Hamdî 1991: 30-2) nazım ekilleriyle yazılmı
“tevhîd” manzumesi bulunmaktadır.
âirler, “tevhîd” balıı altında, Allah’ın “esmâ-i hüsnâ”sını ve sıfatlarını
sayarlar. Dünyada faili olmayan bir olu, bir kılı yokken bunca oluu kılan
üstün bir gücün, yani Allah’ın var olması gerektiine iaret ederler. Evrendeki
düzeni O’nun birliine tanık gösterirler (Ünver 1986: 434-5). Ayrıca âirler,
eyhî’nin Husrev ü îrîn’i (Timurta 1980: 5-8) ve âhidî’nin Leylâ vü
Mecnûn’unda (âhidî: 5a-9b) olduu gibi “tevhîd”in mertebelerini anlatan
bölümler de yazmılardır.
*
*
Münâcât
“Münâcât”ın sözlük anlamı, “fısıldamak, kulaa söylemek” demektir.
Edebiyat terimi olarak, “Allah’a karı yapılan yalvarı ve yakarıları anlatan
manzume” anlamında kullanılır (Tâhir-ül Mevlevî 1973: 107; Dilçin 1983: 251).
Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-kudsiyye fî Menâsibi’l-ünsiyye’si (Elvan
Çelebi 1984), Niyâzî’nin Mansûr-nâme’si (Niyâzî 1994), eyh Gâlib’in Hüsn ü
Ak’ı (eyh Galip 1992) gibi giri bölümünde “münâcât” olmayan mesnevîler de
bulunmaktadır. Ancak baında “münâcât” bulunan mesnevîler, bulunmayanlara
göre daha çoktur.
Öte yandan Hoca Mes’ûd’un Ferheng-nâme-i Sa’dî’si (Kilisli Rif’at 1340: 1
[Metin]), Kemâl Paazâde’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı (Kemal Paazâde 1983: 23),
562
562
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Atâ’nın Tuhfetü’l-uâk’ı (Atâ 2000: 74-7; Aksoyak 2006: 95-8) gibi dorudan
“münâcât” ile balayan mesnevîler de vardır.
Giri bölümünde, genellikle Kıyâsî’nin Mihr u Mâh’ı gibi (Anbarcıolu
1986: 95-6) bir tane “münâcât” manzumesi bulunmaktadır. Bu bölümde, bazen
birden fazla “münâcât” manzumesinin olduu da görülmektedir. Meselâ,
eyholu’nun Hurîd-nâme’sinde (Ayan 1979: 131-33, 142) 4 tane, Yahya
Bey’in Gülen-i Envâr’ında 3 tane (Yahya Bey 1992: 40-6), Âzerî brâhîm
Çelebi’nin Nak-ı Hayâl’inde (Âzerî brahim Çelebi 1994: 6-12), Cinânî’nin
Riyâzü’l-cinân’ında (arlı 1994: 5-14), Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sında
(Hamdî 1991: 33-7) 2 tane “münâcât” manzumesi yer almaktadır. Münâcât
manzumesine, Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi’nin Heves-nâme’si gibi Hz. Peygamber
övgüsünden sonra (Sungur 2006: 159-64), Yusuf Hakikî Baba ’nın Mahabbetnâme’si gibi Dört Halife övgüsünden sonra (Çavuolu 2009: 132), Ömer
Fu’âdî’nin Hâbiyye’si (Zavotçu 2007: 184) ve Olanlar eyhi brâhîm’in Müfîd
ü Muhtasar’ı (Kemikli 2003: 104-105) gibi Hz. Peygamber ve Dört Halife
övgüsünden sonra, Merdümî’nin Tuhfetü’l-islâm’ı gibi padiah övgüsünden
sonra (Sevgi 1993: 44-45)da yer verildii görülmektedir.
eyhî’nin Husrev ü îrîn’inde olduu gibi, “giri bölümü”nün dıında
“konunun ilendii bölüm”de de “münâcât” yazıldıı görülmektedir (Timurta
1980: 205-6).
âirler, “münâcât” balıı altında, kulun güçsüzlüünü, her konuda Allah’ın
yardımına muhtaç olduunu ifade ederler. nsanolunun günah ilemekten
kurtulamadıını, buna ramen Allah’ın baı kapılarını açık tuttuunu...
bildirirler. Kimi mesnevîlerde âir, eserini tamamlayabilmek için, onun
yanlılardan ve eksiklerden uzak olması, okuyanlar tarafından beenilmesi için
Allah’a yakarır (Ünver 1986: 435). Bazen “münâcât”ta, Allah’ın esmâ-i
hüsnâsının sayıldıı da müahede edilmektedir (Kartal 2000c: 3-4).
*
*
Na’t
“Na’t”, sözlükte “vasf” demektir. Edebiyat terimi olarak ise, “Hz.
Peygamber’i övmek için yazılan manzume” anlamında kullanılır (Dilçin 1983:
257). Bunun yanında “na’t” teriminin, Klasik edebiyatta Çihâr-yâr-i guzîn ile
dier din büyüklerine yazılan övgü iirleri için de kullanıldıı görülür (Tâhir-ül
Mevlevî 1973: 113; Ünver 1986: 435). Süheyl ü Nevba-hâr (Dilçin 1991: 204-6),
Bahrü’l-hakâyık (Hatibolu 1960a: 2b-3a; Türk 2009: 53), Mevhûb-ı Mahbûb
(Kartal 2000c: 20-26), Muhammediyye (Çelebiolu 1996: 3) gibi. Ancak, “na’t”
kavramının daha çok Hz. Peygamber için yazılan övgü iirlerinde kullanıldıı
görülmektedir. Bunun yanında, çok az da olsa Eyyûbî’nin Menâkıb-ı Sultân
Süleymân’ında (Eyyûbî 1991: 38-40), Ahmedî’nin skender-nâme’sinde (Ünver
1983: 3b) ve Hatîbolu’nun Bahrü’l-hakâyık’ında (Türk 2009: 51) “na’t” yerine
“medh”, erîfî’nin Yûsuf u Zelihâ’sında (erîfî 2001: 22), “salât (u) salavât*
563
563
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
terîn”, Hamdullâh Hamdî’nin Leylâ vü Mecnûn’da ise (Hamdullâh Hamdî: 6a7a), “sıfat” sözünün kullanıldıı da görülmektedir.
Erzurumlu Darîr’in Yûsuf u Züleyhâ’sında olduu gibi, dorudan Hz.
Peygamber’in övgüsüyle balayan mesnevîler de görülmektedir (Karahan 1994:
134). “Na’t”lar, ekseriyetle mesnevî tarzında yazılmıtır. Ancak Cem Sultan’ın
Cemîd ü Hurîd’inde kaside (Cem Sultan 1997: 267-71), Hamdî’nin Yûsuf u
Züleyhâ’sında (Hamdî 1991: 39-43) terkib-bend nazım ekilleriyle yazılanlarına
da rastlanmaktadır.
“Na’t”lar, ekseriyetle müstakil olarak yazılmıtır. Niyâzî’nin Mansûrnâme’sinde (Niyâzî 1994: 103-4) ve Nâbî’nin Hayriyye’sinde (Nâbi 1995: 1812) olduu gibi, bazen baka bir bölümün parçası da olabilir. Gülehrî’nin
Mantıku’t-tayr’ı (Gülehrî: 1b; Yavuz 2007: I/2-4), Sabit’in Zafer-nâme’si (Sabit
1991) gibi, giri bölümünde “na’t” olmayan mesnevîlere de rastlanmaktadır.
Ancak bu tür mesnevîler oldukça azdır.
*
“Na’t”larda en çok u noktalar üzerinde durulur: O, kendisinden
önce gelen peygamberlerden üstündür; iki cihanın sultanıdır; son
peygamberdir, fakat onun nuru bütün varlıklardan önce yaratılmıtır; O,
Allah’ın “sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” dedii yüce
peygamberdir; O fakirlik övüncümdür diyen, Ahmed, Mahmûd,
Muhammed, Mustafâ’dır... (Ünver 1986: 435).
âir, Hz. Muhammed’in “mi’râc” ve “mu’cizât”ını ayrı balıklar
altında ilemise, “na’t”te bu yönlere aırlık vermez, bir iki beyitle
deinir. O’nun efaatini dileyerek “na’t”i bitirir (Ünver 1986: 435).
Mi’râc
“Mi’râc”ın sözlük anlamı, “yukarı çıkma aleti; yukarı çıkacak yer”
demektir. Istılah mânâsı ise, “uruc ve göe çıkma”dır. Ancak, burada
kasdedilen, rastgele bir yükseli deil, umumiyetle Hz. Peygamber’in
göklere yükseliidir (abanî 1999: 6). “Mi'râc”, daha sonra, Hz.
Peygamber’in Allah katına yükselmesi olayına ad olmutur. âirler,
mesnevîlerinde bu balık altında, “mi’râc” olayını anlatarak Hz.
Peygamber’i yüceltirler (Ünver 1986: 435). Klasik edebiyatımızda, balı
baına bu olayı müstakil olarak ileyen eserler de yazılmıtır (Akar
1987a; Akdoan 1989). Örnein u mesnevîlerde müstakil olarak
yazılmı “mi’râc” bölümleri vardır: Gencîne-i Râz (Talıcalı Yahya 1995:
20-4), Gülen-i Envâr (Yahya Bey 1992: 53-7), Hurîd-nâme (Ayan
1979: 135-38), Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan 1997: 271-83), Bahrü’lkemâl (Hilmî 1995: 23-8), Riyâzu’l-cinân (arlı 1994: 20-8), Nak-ı
Hayâl (Âzerî brahim Çelebi 1994: 16-21), Hüsn ü Dil (Yenipazarlı Vâlî
564
564
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
2003: 219-25), Selîm-nâme (Edâ’î 1987: 5-11 [Metin]), eh-nâme
Tercümesi (Kültüral 1999: I/6-8), Sohbetü’l-ebkâr (Yelten 1999: 19-24),
Hüsn ü Ak (eyh Galip 1992: 20-31), Heft-hvân (Nev’î-zâde Atayî 1974:
126-30); Cân u Cânân (Refî 2000: 125-33).
Mesnevîlerin “giri” bölümlerinde “mi’râc” olayını anlatan iirlerde, Hz.
Muhammed’in Allah katına yükselmesi konu edilir. Cebrâîl’in gelii ve Burak
getirmesi; Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksâ’da namaz kılması, göe yükselmesi
ve her felekten geçii; Cebrâil’in “Sidre’den öteye geçemeyii; Hz.
Muhammed’in Allah’a “iki yay uzaklıından da az” yaklaması; ümmeti için
dileklerde bulunması...; yeryüzüne dönüü ve yataını henüz soumamı olarak
bulması anlatılır (Ünver 1986: 435). “Mi’râc”ın sonunda, Hz. Peygamber’den
efaat istenir. efaat bazen eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak’ında (eyh Galip 1992:
31) olduu gibi “mi’râc”ın sonunda dile getirilmi, bazen de Cem Sultan’ın
Cemîd ü Hurîd’inde olduu gibi “Der-Taleb-i efâ’at” balıı altında861 (Cem
Sultan 1997: 280-3) “mi’râc”dan ayrı olarak kaleme alınmıtır.
Mu’cizât
“Mu’cize” kelimesinin çoulu olan “mu’cizât”, peygamberler söz konusu
olunca, onların gösterdikleri olaanüstü hâller, peygamberliklerini kanıtlayan
“mu’cize”ler anlamına gelir (Ünver 1986: 436).
Her peygamber gibi, Hz. Muhammed’in de mucizeleri vardır. âirler,
“mu’cizât” balıı altında bunları sıralayarak Hz. Peygamber’i yüceltirler.
Bunlar arasınada, Hz. Muhammed’in doumundan önce ve doumu sırasında
görülen olaanüstü hâller, çocukluunda baka çocuklardan farklılıı, dümana
toprak saçıp onları kör etmesi, parmaıyla ayı ikiye ayırması, parmaından
askerlerinin susuzluunu giderecek kadar su akıtması, körleri iyiletirmesi,
diktii hurmanın hemen yemi vermesi, elinde kertenkelenin dile gelmesi, önüne
konmu olan pimi zehirli kuzunun ona “benden yeme demesi”... bu balık
altında anlatılan mucizelerdendir (Ünver 1986: 436).
âirler, Hz. Peygamber’in mucizelerini ya Halîlnâme (Abdülvasi Çelebi
1996: 47-50) ve Yûsuf u Züleyhâ’da (Hamdî 1991: 43-5) olduu gibi “mu’cizât”
balıı altında, ya da Gülen-i Envâr (Yahya Bey 1992: 50-3), Kitâb-ı Bostân-ı
Nasâyıh (Za’îfî 1996: 5) ve Heft-hvân (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 122-6)’da olduu
gibi “na’t” içersinde ilemilerdir.
Dîn Ulularına Övgü
861
efaatin bazen Nâlî Mehmed’in Tuhfetü’l-emsâl’inde olduu gibi “na’t”tan sonra müstakil olarak
kaleme alındıı da görülmektedir (Kahraman 1999: 96-98).
565
565
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Medh-i Çihâr-yâr-i Güzîn
Hz. Muhammed’in dört yakını, dört dostu, dört halifesi olan Hz. Ebû Bekir,
Hz. Ömer, Hz. Osmân ve Hz. Alî hakkında yazılan medhiyedir (Ünver 1986:
436). Bazı mesnevîlerin giri bölümlerinde, âir, “na’t”tan, varsa “mi’râc” ve
“mu’cizât” bölümlerinden sonra, çihâr-yâr-i güzîn yani dört halife övgüsüne
geçer. âirler bu konudaki övgülerini ya Tuhfetü’l-emsâl (Kahraman 1999: 98102)’de olduu gibi önce, “der-menkabet-i Çâr-yâr-i Güzîn” üst balıı gibi, bir
üst balık altında giri yaptıktan sonra, ayrı ayrı alt balıklar altında, ya Bahru’lhakâyık (Ertaylan 1960a: 2b-3a), Garîb-nâme (Âık Paa 11a-11b), Yûsuf u
Züleyhâ (Hamdî 1991: 45-47), Hurîd-nâme (Ayan 1979: 138-39), Cemîd ü
Hurîd (Cem Sultan 1997: 284-91), eh-nâme Tercümesi (Kültüral 1999: I/810), Kitâbu’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994: 167-8), Bahrü’l-kemâl (Hilmî 1995:
28-31), Mihr u Mâh (Anbarcıolu 1986: 97-8) ve Mevhûb-ı Mahbûb (Kartal
2000c: 24-7)’da olduu gibi, ayrı balıklar altında, ya Kutadgu Bilig (Arat 1979:
22-3), Süheyl ü Nev-bahâr (Dilçin 1991: 204-5), Cevâb-nâme (Simkezâde
Feyzî 1997: 213) ve Hüsn ü Dil (Yenipazarlı Vâlî 2003: 225-30)’de olduu gibi
aynı balık altında, ya da Esrâr-nâme (Tebrizli Ahmedî 1996: 9-10), Selîm-nâme
(Argunah 1997: 51-3), Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyıh (Za’îfî 1996: 5), Hilye-i Saadet
(Hakanî 1991: 31-6) ve Pend-nâme (Güvâhî 1983: 91-2)’de olduu gibi “na’t”
içersinde ilemilerdir. Bazen çihâr-yâr-i güzîn hakkında yazılan müstakil övgü
manzumelerinden sonra, “hikâye” balıı altında çeitli hikâyelerin yazıldıı da
görülmektedir. Alî îr Nevâyî ’nin Lisânü’t-tayr’ı (Alî îr Nevâyî 1995a: 27-32)
gibi.
Bazen bu bölümde, sadece Hz. Ali vasfında bir bölümün yazıldıı müahede
edilmektedir. Meselâ Fuzûlî’nin Beng ü Bâde’si bu tarzdadır (Fuzûlî 1955: 2-3).
Bu iirlerde, Hz. Ebû Bekir’in dürüstlüü, sadakati, cömertlii, büyük
fütûhâtı, ashab arasındaki seçkinlii, Hz. Peygamber’in en yakın dostu oluu ve
maarada birlikte kalıı; Hz. Ömer’in adaleti, otoritesi, fütûhâtı ve asayii
salayıı; Hz. Osman’ın edebi, cömertlii, olgunluu, Kur’ân-ı Kerîm’i
yazdırması ve toplaması, haya sahibi oluu ve ehid edilii; Hz. Alî’nin cesareti,
savaçılıı, Hayber’in kapısını açması, fazileti ve Hz. Hasan ile Hüseyin’in
babası oluu balıca üzerinde durulan noktalardır.
âirler, bu övgülerini mesnevî nazım eklinin yanında, gazel nazım ekliyle
de yapmılardır. Cem Sultan’ın Cemîd ü Hurîd’inde olduu gibi (Cem Sultan
1997: 285-8, 291).
*
*
*
Hz. Hamza ve Abbâs’a Övgü
Hz. Muhammed’in amcaları Hz. Hamza ve Abbâs hakkında yazılan
iirlerdir. âirler, bu konudaki övgülerini ya Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan
566
566
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
1997: 294-5)’de olduu gibi aynı balık altında, ya Selîm-nâme (Argunah 1997:
52) ve Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyıh (Za’îfî 1996: 5)’ta olduu gibi “na’t”ın sonunda,
ya da Halîl-nâme (Halîlî 1993: 15)‘de olduu gibi Dört Halife övgüsünün
sonunda ilemilerdir. Bazen de, Bahrü’l-kemâl (Aksoyak 1998: 218-9; Hilmî
1995: 32-3)’de olduu gibi, Hz. Hamza, Abbâs, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin
övgüsünü aynı balık altında yapılmıtır.
Bu iirlerde, Hz. Hamza’nın ecaatı, Hz. Peygamber’in amcası oluu, Hz.
Peygamber’e olan sevgisi, din yolunda sadık oluu ve ehid edilmesi; Abbâs’ın
Hz. Peygamber’in amcası oluu, Hz. Peygamber’i koruması ve sevmesi üzerinde
durulmutur.
Hz. Hasan ve Hüseyin’e Övgü
Hz. Muhammed’in torunları, Hz. Alî’nin oulları olan Hz. Hasan ile Hz.
Hüseyin hakkında yazılan iirlerdir. âirler bu konudaki övgülerini ya Cemîd ü
Hurîd (Cem Sultan 1997: 291-4) ve Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998: II/145)’da olduu gibi ayrı balıklar altında ya bret-nümâ (emseddîn-i Sivasî 1997:
14-5) ve Tuhfetü’l-emsâl (Kahraman 1999: 103-5)’de olduu gibi aynı balık
altında ya da Selîm-nâme (Argunah 1997: 52) gibi “na’t”ın ya da Hüsn ü Dil
(Yenipazarlı Vâlî 2003: 229-30), Tuhfetü’l-islâm (Sevgi 1993: 42) ve Firkatnâme (Halîlî 1993: 15) gibi Dört Halife övgüsünün sonunda ilemilerdir. Bazen
de, Bahrü’l-kemâl (Hilmî 1995: 32-3)’de olduu gibi Hz. Hamza, Abbâs, Hz.
Hasan ve Hz. Hüseyin övgüsü aynı balık altında yapılmıtır. Bazen Hz. Hasan
ve Hz. Hüseyin hakkındaki övgünün Abdülazîz b. Mahmûd el-sfehanî’nin
Sıfâtu’l-haremeyn isimli eserinde olduu gibi, “na’t” balıı altında Hz.
Peygamber övgüsünden sonra yer alan “çihâr-yâr-i güzîn” methinin akabinde
geçtii görülmektedir (Demir 2005: 84-85). âirler, bu övgülerini mesnevî
nazım eklinin yanında, kaside nazım ekliyle de yapmılardır. emseddîn-i
Sivasî’nin bret-nümâ’sında olduu gibi (Aksoyak 1998: 214,216; emseddîn-i
Sivasî 1997: 14-5).
Bu iirlerde, Hz. Hasan’ın ehid edilii, güzel ahlâklı oluu, Hz.
Peygamber’in torunu oluu; Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da ehid edilmesi, Hz.
Peygamber’in torunu, Hz. Alî’nin olu oluu balıca üzerinde durulan
konulardır.
*
Dört Mezhep Kurucusuna Övgü
Hanefî mezhebinin kurucusu mam-ı Ebû Hanîfe, âfi’î mezhebinin
kurucusu mâm âfî, Mâlikî mezhebinin kurucusu mâm Mâlik ve Hanbelî
mezhebinin kurucusu mâm Hanbel hakkında yazılan iirlerdir. âirler, bu
konudaki övgülerini ya Nâlî’nin Tuhfetü’l-emsâl’i (Aksoyak 1998: 220-1;
Kahraman 1999: 105-8) ve Emre’nin Pend-nâme (Emre 1286: 5-6)’sinde olduu
567
567
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
gibi ayrı balıklar altında ya da Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyıh (Za’îfî 1996: 5-6)’ta
olduu gibi aynı balık altında ilemilerdir.
12 mama Övgü
12 imam hakkında yazılan iirlerdir. Bu bölüm, mesnevîlerde az olarak
görülmektedir. âirler, bu bölümde Fazlî’nin Mahzenü’l-esrâr’ında olduu gibi
12 imamı medhederler. (Aksoyak 1998: 217-18).
Dier Dîn Büyüklerine Övgü
Bazı mesnevî âirleri, yukarıda zikrettiimiz slâm ulularının dıında kimi
slâm büyüklerini de eserlerinde zikretmiler, onları hürmetle anmılar ve
medhetmilerdir. Örnein Za’îfî, Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyıh’ında mâm Ebû
Yûsuf, mâm Muhammed ve Züfer’i zikreder, onları hürmetle anar ve ruhlarının
ad olması için dua eder (Za’îfî 1997: 6). Alî îr Nevâyî , Hayretü’l-ebrâr’ında
Hâce Bahâuddîn-i Nakibendî’yi (Külekçi 1999: I/422), Simkezâde Feyzî
Cevâb-nâme’sinde eyh Abdulahad Efendi’yi (Simkezâde Feyzî 1997: 213-4),
eyh Gâlib ise Hüsn ü Ak’nda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’yi öven (eyh Galip
1992: 32-4) birer iir yazmılardır.
Bazen mesnevîlerin dorudan bir din büyüünün övgüsüyle baladıı da
görülmektedir. Örnein Rûenî, Ney-nâme isimli mesnevîsine, 11 beyitlik
Mevlânâ ’nın medhinin yapıldıı bir manzume ile balamıtır (Külekçi 1999:
I/217).
*
*
*
âirlere Övgü
âirlerin, bazen mesnevîlerinin “giri bölümü”nde, Türk veya ran asıllı
âirleri medheden bir bölüme yer verdikleri de görülmektedir. Bu bölüm,
mesnevîlerde az olarak görülmektedir. Örnein Alî îr Nevâyî Hayretü’lebrâr’ında Nizâmî-i Gencevî, Hüsrev-i Dihlevî ve Abdurrahmân-ı Câmî’yi
(Külekçi 1999: I/422), Hüsrev ü îrîn (Alî îr Nevâyî 1994: 95-102) ve Leylâ vü
Mecnûn’unda (Alî îr Nevâyî 1996c: 54-65) Nizâmî-i Gencevî ve
Abdurrahmân-ı Câmî’yi, Lisânü’t-tayr’ında Feridüddîn Attâr’ı (Alî îr Nevâyî
1995a: 33-6), Hâimî ise Mihr ü Vefâ’sında Alî îr Nevâyî’yi (Külekçi 1999:
II/125) öven manzumeler yazmılardır. Ömer Fu’âdî ise, Hâbiyye isimli
mesnevîsinde, âirleri tanıtıcı üç ayrı bölüme yer vermitir (bak. Zavotçu 2007:
185-203). Bunlardan birinci bölümde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ferîdüddîn-i
Attâr, Ammâr, Sultân Veled , Sadreddîn-i Konevî, Âık Paa, Elvân-ı îrâzî,
Süleymân Çelebi, Sürûrî, Yazıcızâde Muhammed gibi mutasavvıf âirlerden;
ikinci bölümde Sultan II. Murâd, Fâtih Sultan Mehmed (Avnî), Sultan II.
Bâyezîd (Adlî), ehzâde Korkud (Harîmî), ehzâde Cem Sultân, Sultan I. Selîm
*
*
*
*
*
568
568
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
(Selîmî), Kânûnî Sultan Süleymân (Muhibbî), Sultan II. Selîm (Selîmî) ve
Sultan III. Murâd gibi Osmanlı Devleti’nin âir sultan ve ehzadelerinden;
üçüncü bölümde ise, Necâtî, Zâtî, Emrî, Mahvî, Celâlî, Mesîhî, Melîhî, eyhî,
Mestî, Cinânî, Fuzûlî, Kânî, Mânî, Hayretî, em’î, Bezmî, emsî, Fenâyî, Bekâî,
Hayâtî, Nihânî, Revânî, Ferîdî, Halîmî, Râzî, Mestî, Andelîbî, Nevâyî, Âftâbî,
Lâmi’î, Sâni’î, Tâli’î, Hüseynî, Türâbî, Atâyî, Celîlî, Cemîlî, shak (Çelebi),
Bihitî, Hümâmî, Bahârî, Gubârî, Harîmî, Fakîrî, Âhî, Sûzî ve Bâkî olmak üzere
toplam 47 âirden bahsetmitir.
Bu bölümde genellikle, övülen âirin ilmi ve âirlikteki gücü, eserleri ve
eserlerinin özellikleri üzerinde durulmutur.
Padiah çin Övgü
âirler, bazen mesnevîlerinin “giri bölümü”nde, dönemin padiahını
medheden bir bölüme yer verirler. Bu bölüm, “medh” veya “sitâyi” olarak
isimlendirilir. Ancak, alıılmıın dıında, sultana ithaf edilen manzumenin “na’t”
olarak isimlendirildii de görülür. Meselâ, Çorlulu Za’îfî Mihr ü Mâh’ında,
Sultân III. Murâd’a ithaf ettii 18 beyitlik manzumeyi “na’t” olarak
isimlendirmitir (Külekçi 1999: II/113).
Bu bölümde âir, padiaha balılıını dile getirerek, eserinin kabul
edilmesini diler. Onun cülûsundan ve güçlü hükümdarlıından, sülâlesinin
hametinden, gönül ehli ve sanatkârlara karı iyi davranıından, devrindeki
asayiten bahseder, onu kahramanlıından, fâtihliinden, adaletinden,
kereminden... dolayı över. Tanrı’ının yer yüzündeki gölgesi, Hz. Muhammed’in
halifesi, cihan sultanlarının en büyüü diyerek yüceltir (Ünver 1986: 436).
Bazen âir, övgülerinde sultan ile ran asıllı olan eski mehur hükümdarlardan
Dahhak, skender, Feridun, Gâve, Behrâm-ı Gûr... ile mukayese eder ve
medhettii hükümdarın bunlardan daha güçlü olduunu vurgular. Bu iirler,
ekseriyetle padiahın ömrüne ve devletine dua ile biter. âirlerin bu tür
iirlerinde, yoksulluk ve isizliklerinden bahsederek padiahtan yardım
istedikleri de görülür.
âirler bazen padiahın medhine geçmeden evvel ayrı balık altında onun
vasıflarını zikreder. Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998: II/15-6)’da olduu gibi.
Bir kısım mesnevîde, ayrı balık altında padiaha çeitli nasihatlar verilir.
Mevhûb-ı Mahbûb (Kartal 2000c: 36-7), Riyâzu’l-cinân (arlı 1994) gibi. Bu
nasihatların, bazen “Sebeb-i te’lîf”ten sonra yapıldıı da olmaktadır. Ferhengnâme-i Sa’dî (Kilisli Rif’at 1340-: 6-7 [Metin]), Riyâzü’l-cinân (arlı 1994: 5865) gibi. Padiaha yapılan nasihattan sonra, bazen konu ile ilgili bir hikâyenin
anlatıldıı da görülmektedir. Mevhûb-ı Mahbûb gibi (Kartal 2000c: 37-9).
Bazı mesnevîlerde, “sultan için övgü” bölümlerinin olmadıı görülmektedir.
Bu tür mesnevîlerden bazıları unlardır: Kıssa-i Yûsuf (Karahan 1994), Süheyl ü
Nev-bahâr (Dilçin 1991), Mantıku’t-tayr (Gülehrî 1957; Yavuz 2007), Yûsuf u
*
569
569
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Züleyhâ (Hamdî 1991), Esrâr-nâme (Tebrizli Ahmedî 1996), Mansûr-nâme
(Niyâzî 1994), Pend-nâme (Güvâhî 1983), Hayriyye-i Nâbî (Nâbî 1995), Hüsn ü
Ak (eyh Galip 1992), Cân u Cânân (Refî’ 2000).
Bazı mesnevîler ise, dorudan padiaha övgü ile balamaktadır. Vizeli
Bihitî’nin Cemâh u Alemâh mesnevîsi gibi (Külekçi 1999: II/304).
Padiah için yazılan övgü, ekseriyetle “sebeb-i te’lîf”ten önce gelir. Ancak,
bazen “sebeb-i te’lîf”ten sonra geldii de görülür. Hüsrev ü îrîn (Flemming
1974: 265-6), Nak-ı Hayâl (Âzerî brahim Çelebi 1994: 51-9), Taauk-nâme
(Köktekin 2000: 52), Sıfâtu’l-haremeyn (Demir 2005: 89-92) ve Bahrü’l-kemâl
(Hilmî 1995: 42-8) gibi.
Padiah için yazılan övgünün, “sebeb-i te’lîf” balıı altında geçtii de olur.
âir, bu durumda önce, padiahı medheder, daha sonra eserini yazma sebebini
açıklar. Murâd-nâme (Ceyhan 1997: I/195-203), Hüsrev ü îrîn (Celîlî 1997:
102-5) ve Vikâye Tercümesi (Çelebiolu 1999: 178-9) gibi
Padiah için yazılan övgüler, bazen mesnevî, bazen kaside, bazen de gazel
tarzındadır. Bir eserde, her üç nazım ekliyle yazılan padiah övgüleri de
olabilir. Selîm-nâme (Argunah 1997) gibi. Deh-murg’da Yavuz Sultan Selim
övgüsünde mesnevî nazım ekliyle yazılan manzumenin “Kasîde der-Medh-i
Selîm Han” eklinde isimlendirilmesi dikkat çekmektedir (Kaplan 2003: 72).
Bazen ayrı balık altında, sultanın cülûsuna, mesnevî nazım ekliyle tarih
söylendii de görülmektedir. Celîlî’nin Hüsrev ü îrîn’i gibi (Celîlî 1997: 105-7).
Bazı mesnevîlerde, sultana yapılan medihten sonra, ya sultanın ei için
(Hacıeminolu 1968: 193-5) ya da turası için (Lâmi’î Çelebi 1998a: 132-4)
müstakil övgü manzumesi yazıldıı da görülmektedir.
Bazen âirler, sultan övgüsünde kaleme aldıkları manzumelerde hem eserini
yazma sebebini açıklamılar hem de eserlerinin isimlerini belirtmilerdir.
Nitekim Dervî emseddîn, Deh-murg isimli mesnevisinde Yavuz Sultan Selim
övgüsünde kaleme aldıı manzumesinde hem eserini yazma sebebini hem de
eserinin ismini u beyitlerde açıklamıtır (Kaplan 2003: 74):
*
*
Ben gedâ dahı ümîd idüp taleb
Bir haber buldum du’âyıçün sebeb
Dil-güâ vü hande-i sultân içün
Server-i ‘âlem eh-i merdân içün
Pür-letâyif bir hikâyet söyledüm
Adını ‘âlemde Deh-murg eyledüm
Devlet Büyüü çin Övgü
Mesnevîlerin “giri” kısmında, âirler padiahtan sonra sadrazam, vezir,
eyhülislâm, kazasker... gibi devlet büyüklerinden birine de övgü koyabilirler
(Ünver 1986: 436). Bu övgü, bazen “sebeb-i te’lîf” balıı altında da olabilir.
570
570
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Meselâ, Kitâbu’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994)’de “Bu fasl kitâbun tasnîfi ve
musannifi hâlin bildürür” balıı altında Kasapolu Ali Bey meth edilir.
Devlet büyüü için yazılan övgü, ekseriyetle “sebeb-i te’lîf”ten önce gelir.
Ancak, bazen “sebeb-i te’lîf”ten sonra geldii de görülür. Tuhfetü’l-emsâl
(Kahraman 1999: 126-32) gibi.
Bu övgüde, övülen devlet büyüünün mevkii, adaleti, ünü, kitapları, ilim ve
irfanı, cömertlii, lutfu, rüveti önlemesi, ilim adamı ve sanatkârlara ilgi
göstermesi gibi özellikleri üzerinde durulur.
Sebeb-i Te’lîf
Mesnevîlerin “giri bölüm”lerinde, hemen hiç ihmal edilmeyen balıklardan
biri de, “sebeb-i te’lîf”tir. Bu balık, “sebeb-i te’lîf-i kitâb”, “sebeb-i nazm-ı
kitâb”, “sebeb-i nazm-ı eser”, “sebeb-i te’lîf ve nazm-ı kitâb”, “sebeb-i tasnîf-i
kitâb”, “sebeb-i tahrîr”, “sebeb-i te’lîf ü tahrîr”, “bâ’is-i te’lîf”, “sıfat-ı nazm-ı
kitâb”, “der-beyân-ı sebeb-i nazm-ı kitâb”, “der-beyân-ı sebeb-i te’lîf ve bâ’is-i
tasnîf”, “Sebebü’t-te’lîfü’l-kitâb” eklinde de olabilir. “Sebeb-i te’lîf”in bazen
Türkçe kurallara göre yazıldıı da müahede edilmektedir. Nitekim “sebeb-i te’lîf”
bölümünün balıı, Kutb’un Hüsrev ü îrîn’inde “kitâb nazm kılmakka sebeb
beyân ayur” (Hacıeminolu 1968: 195) eklinde, Taauk-nâme’de ise “kitâb
sebebi” (Köktekin 2000: 51) tarzında geçmektedir. âir, bazen balıkta eserin
ismini de zikreder: “Sebeb-i nazm-ı nasîhat-nâme” (Nâbî 1995: 183), “dersebeb-i te’lîf ve nazm-ı kitâb-ı cemîd ü hurîd” (Akalın 1975: 77), “sebeb-i
te’lîf-i kitâb-ı selîm-nâme” (Argunah 1997: 57) gibi. Farsçadan tercüme edilen
bazı mesnevîlerde, bu balık “sebeb-i terceme...” eklinde geçer (Ünver 1986:
436). “Sebeb-i terceme sâhten...” (Kilisli Rif’at 1340-: 3 [Metin]), “sebeb-i
nazm-ı tercemân-ı în-kitâb” (Dilçin 1991: 213), “sebeb-i terceme oden-i…
(Emre 1998: 32) gibi.
Kimilerinde ise balık, “sebeb-i te’lîf”in yanında baka bir amacı da anlatır:
Tuhfetü’l-uâk’taki “sebeb-i nazm-ı kitâb u sıfat-ı eb” (Türkmen 2000: 83),
Hurîd-nâme’deki “der-sıfat-ı nazm-ı kitâb ve ahvâl-i nazm” (Ayan 1979: 140),
Yûsuf u Züleyhâ’daki “sebeb-i nazm-ı kitâb ve ta’rîf-i ehr-i Belh aytur”
(Korkmaz 1995: 317), Habiyye’deki “Risâle-i Habiyye’nin Sebeb-i Te’lîfi ve
Kitâb-ı Yûsuf u Züleyhâ’nın Mü’ellifi Hamdî Çelebi kuddise sırrahu
Hazretlerinin Ber-vech-i htisâr Tavsîf ü Ta’rîfidir ki Zikr Olınur” (Zavotçu
2007: 203) örneklerinde olduu gibi.
âir, bu balık altında hem eserini niçin yazdıını hem de onu bu eseri
yazmaya yönelten sebebi açıklar. Mesnevîlerde bu sebepler u ekilde kendini
göstermektedir:
*
571
571
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Bir gece, Allah’tan âirin gönlüne gelen bir ilham dolayısıyla: Mevhûb-ı
Mahbûb (Kartal 2000c : 47-50), Dil ü Gamze (Simkezâde Feyzî 1997: 76-9) gibi.
âir düünde veya kendi âleminde dalmıken, hâtiften gelen bir sesin ondan
böyle bir mesnevî yazmasını istemesi: Murâd-nâme (Ceyhan 1997: I/195- 203),
Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan 1997: 305-10) gibi.
Rüyasında, kendisinden önce yaayan büyük âirlerden birinin
görevlendirmesi: Gül-i Sad-berg (Külekçi 1999: I/426) gibi.
âirin düünde sultanı görmesi, sultanın ona neyinin olduunu söylemesi.
Bu düün, âirin iirinin olup olmadıı tarzda tabir edilmesi dolayısıyla: Mihr u
Mâh (Anbarcıolu 1986: 101-2).
âirin, bir mecliste dostlarıyla oturup sohbet ederken, onların zikri geçen
konuda ondan bir eser yazmasını istemesi: Leylâ vü Mecnûn (Fuzûlî 1981: 6873), Sâkî-nâme (Kortantamer 1997: 163) gibi.
âirin, hamse yazma istei, dostlarının bu yolda onu teviki: Nefhatü’lezhâr (Kortantamer 1997: 177) gibi.
âirin, bir mecliste dostlarıyla oturup mehur bir mesnevîyi okurken,
arkadalarının ondan benzer bir eser yazmasını istemesi: Heft-hvân (Nev’î-zâde
Atâyî 1974: 138-53), Sohbetü’l-ebkâr (Yelten 1999: 28-33; Kortantamer 1997:
198-9), Hüsn ü Ak (eyh Galip 1992: 38-46) gibi.
âirin, arkadalarıyla bir mecliste otururken, onların kendisinden diline
kadın hikâyesi almadan bir nevcivan rivayeti ile aka dair bir eser yazmasını
istemesi: âh u Gedâ (Külekçi 1999: II/313) gibi.
âirin, yeis içinde geçen ömrüne hayıflanıp isminin bâkî olması için bir eser
yazmak istemesi: Bahrü’l-kemâl (Hilmî, 1995: 33-42), Gazavât-ı Sultân Murâd
bni Muhammed (Çelebiolu, 1999: 341) gibi.
âirin, eline geçen “Det-i Kıpçak” veya “Tatar dili”nde yazılmı bir eseri,
Türk diline kazandırmayı istemesi: Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998: II/1721), Ik-nâme (Yüksel 1965) gibi.
Zamanın sultanı veya baka bir devlet büyüünün, yabancı dilde yazılmı
beendii bir eserin, Türk diline kazandırılmasını bizzat âirden istemesi:
Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975: 77-9), Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974: 262),
Gülen-i uâk (Çelebiolu 1999: 329) gibi.
Önceden tercüme edilen eserin pek yararlı olmadıı, bu iten
anlamayanların Türkçeye lâyıkıyla aktaramayacaını, bu ii en iyi kendisinin
yerine getirecei düüncesi: Tercüme-i Pend-nâme-i Attâr (Emre 1998: 32-4).
Kendisine hâmî arayan âirin, hâmî bulunca ona bir eser hediye etme
kaygısı: Kitâbu’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994) gibi.
Dönemin hükümdarına ithaf etmek için: Kıyâfet-nâme (Külekçi 1999:
II/277) gibi.
Arkadaının âirdeki âirlik yeteneini fark edip onun bir eser yazarak
sultana sunmasını tavsiye etmesi: Mihr ü Müterî (Arslan 2009: 119-21).
*
*
572
572
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
âirin, hikâye kahramanı ile kendi yaantısı arasında ilgi kurması: Yûsuf u
Züleyhâ (Hamdî 1991) gibi.
Subh-ı sâdık vaktinde, âirin elindeki kalemin dile gelip kendisinden böyle
bir eser yazmasını istemesi: Kitâb-ı Usûl (Usûl-nâme) (Külekçi 1999: I/432).
Bir âirin, kendi mesnevîsine nazire yazılamayacaı iddiasına karı: Cân u
Cânân (Refî 2000: 133-6) gibi.
Sultanın, Husrev ü îrîn tarzında bir kitap araması, âirin bu tarzda bir eser
yazarak sultana arz etmek istemesi: Hüsrev ü îrîn (Celîlî 1997: 103) gibi.
Sultanı övmek için: Gülen-i Hurremî (Arslan 1999: 685-764) gibi.
Sultanın gönlünü açmak ve onu honut etmek için: Deh-murg (Kaplan 2003:
74).
Durumunu sultana arz ederek bir makam elde etmek için: Câmi’u’l-buhûr
Der-Mecâlis-i Sûr (Alî 1996; Arslan 1999: 333-623) gibi.
Yarâna “Mevlevilere” hediye etmek için: Fütüvvet-nâme-i Esrâr (Horata
1998: 42-6).
Bazen âirler, mesnevîlerini yazma sebebini, eserinin sonunda
belirtmilerdir. Nitekîm Ûdî, Mâcerâ-yi Mâh isimli mesnevîsini yazma sebebini
eserinin sonunlarında yer alan u beyitlerle açıklamıtır (Kutlar 2005: 42, 19192):
Didüm bir gün dilâ bu iki âhı
Gerekdür vasf idesin mihr ü mâhı
Sıgınup evvelâ lutf-ı lâha
Diyesin bir risâle nâm-ı âha
O eh mihr ola vü eh-zâdesi mâh
Vire anlara ömr-i bâkî Allâh862
Kul Mes’ûd ise, Kelîle ve Dimne mesnevîsinin sonlarına doru eserini yazma
sebebini u ekilde belirtmektedir (Adamoviç 1994: 275-77):
Bir gün oturmıidüm bir ho gulâm
Girdi nâgeh kapudan virdi selâm
Didi gelün sizi okır ol emîr
Ol keremlü hulkı ökü bî-nazîr
Adı Dâvud Beg Süleymân gibi ol
Nerre dîvlere bulur ‘aklile yol
……………………………….
Döndi didi bir iümüz var bitür
Eksügi her neyise anı yitür
Bir Kelîle buldum anı nazmile
862
Bu beyitlerden, âirin “iki” âhı (Sultan Selîm ve ehzâde Murâd) yani “mihr ile mâh”ı vasfetmek
arzusuyla ve “ah” (Sultan Selîm) adına yazdıı anlaılmaktadır (bak. Kutlar 2005: 42).
573
573
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Ol kimesne kim getürmidür dile
Eyle kim degül bir niçe nazmı hiç
Kimi artuk kimi eksük kimi pîç
Sunıvirdi elüme güle güle
Aldum elinden anı i’zâzile
Bakıcagaz gördi gözüm key ‘aceb
Düzmi anı beklememi hiç edeb
lle niceme ki kamu uz degül
Yir yirin söz var ki hem yavuz degül
Miskîn ol düzen anı kim eylemi
Neylesün yitdükçe güci söylemi
lle anun gibi bir fahır kitâb
Ya’nî neyçün olmayaydı pür-savâb
ncü düzmek gey hünerdür bî-nazîr
Lîk gerek anı düzmege harîr
……………………………
Çün begümdür sözini hiç sımadum
Ne buyurursan anı kılam didüm
Ne kadar kim cehd idüp kıldum halâs
Açamadum öyle kim dutmıdı pas
Ol kadar kim kaldı benden bilmenüz
Anı görüp beni gaybet kılmanuz
Hem yazan dahı kitâbı az durur
i’ri gökçek yazıcı gey az durur
Çün temâm itdüm bi-hamdi’llâh anı
Çok ‘atâ virdi vü ho dutdı beni
Olanlar eyhi brâhîm ise, Müfîd u Muhtasar isimli eserinin sonunda
eserini yazma sebebibini müstakilen kaleme aldıı “Fî-beyânı Sebebi’t-te’lîfi’lkitâb” balıklı bölümde açıklamıtır (Kemikli 2003: 230-33).
*
“Sebeb-i te’lîf” balıı altında âir, eserinin yazılı sebebini yazmakla
kalmaz; kendi hayatı hakkında bilgi verir, bu konuda kendinden önce eser veren
büyük âirleri anar, onlara nazire yazmakla övünür. Mesnevîsinin çeviri ya da
taklit olmadıını bildirir. âirler, “sebeb-i te’lîf”e ayrılan kısmın sonunda,
yanlılarının ve eksiklerinin baılanması dileinde de bulunabilirler. Bu
yüzden, âir ve eser hakkında en önemli bilgilerin “sebeb-i te’lîf” bölümünde
olduu söylenebilir (Ünver 1986: 437).
Kimi âirler, “sebeb-i te’lîf” bölümünde, eserlerinin ismini belirtir. Bedr-i
Dilâd’ın Murâd-nâme’si (Ceyhan 1997: I/198) ve Nâlî Mehmed’in Tuhfetü’lemsâl’i (Kahraman 1999: 126) gibi:
Murâd-nâme:
Kitâba Murâd-nâme yâd itdüm ad
Mürîdüm müyesser olısar murâd
574
574
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Tuhfetü’l-emsâl:
Himmetün olursa koyam bir eser
Bâ’is-i tezkîr ola âm u seher
Tuhfe-i emsâl ola ser-nâmesi
Aslı kühen tâze ola câmesi
Kimileri ise, eserlerinin telif tarihini ve tamamlandıı yeri kaydetmitir.
Rumelili Za’îfî’nin Bâg-ı Behit’i gibi (Za’îfî 1998: 24):
Olup hâlî evkâtde feth-i bâb
Tamâm oldı znikde bu kitâb
Mübârek gün idi hümâyûn sâl
Ki bu gevher-i nazma irdi kemâl
Tokuzyüz dahı elli altıydı tâm
Ne ho târîh oldı olup ho tamâm
Muharremde eyyâm-ı bıyz idi hem
Ki tesvîd kıldı beyâzın kalem
“Sebeb-i te’lîf” bölümünde bazen sultanın ölümü veya övgüsü hakkında
iirlerin yazıldıı da görülmektedir. eh-nâme Tercümesi’nde olduu gibi
(Kültüral 1999: I/11-16).
Çok az olmakla birlikte, bazı mesnevîlerde “sebeb-i te’lîf” bölümünün
olmadıı da görülmektedir. slâmî’nin mesnevîsi (Yüksel 1996), Yûsuf-ı
Meddâh’ın Varka ve Gülah’ı (Yûsuf-ı Meddâh 2007), Yûsuf Hakikî Baba’nın
Mahabbet-nâme’si (Çavuolu 2009) ve Nahîfî’nin Hicretü’n-nebî’si
(Çelebiolu 1998), erîfî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sı (erîfî 2001) gibi.
Bütün mesnevîlerde görülmemekle birlikte, “Giri bölümü”nde “mev’ize (=
öüt)”, “sözün yücelii”, “söz söyleme arzusu”, “sözün vasıfları”, “hasb-i hâl”,
“âlemin merhametsizlii", “felek ve hareketleri”, “hurûf u ma’nî”, “insan ruhu
ve yaratılıı”, “tenbîh”, “hisse”, “temsîl” “ak”, “gönül”, “hayret” ve “kaleme
hitap” gibi balıklarla da karılaılabilir. Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiyye’sinin
“giri bölümü”nde mesnevî nazım eklinden bahseden bir bölüme yer vermesi
dikkat çekmektedir (Yavuz 2007: II/25-27). Mesnevînin dorudan Tursun
Fakîh’in Kıssa-i Ummân Cengi (Çetin 2002: 135) ve Gazavât-ı Kıssa-i Mukaffâ
(Çetin 2002: 259) mesnevîleri gibi “nasihatname”, Celîlî’nin Hüsrev ü îrîn
(Celîlî 1997)’i gibi “Allah lafzının vasfı”, Talıcalı Yahyâ Bey’in Kitâb-ı Usûl
(Külekçi 1999: I/432)’ü gibi “kaleme hitap”, Güftî’nin Terîfâtü’-u’arâ
(Yılmaz 2001: 83 vd)’sı gibi “kalemini ve iirini överek”, Kâfzâde Fâizî’nin
Sâkî-nâme (Külekçi 1999: II/520)’si gibi “dorudan konuya girerek”,
Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975)’i gibi “dua” manzumesiyle, Vizeli
Bihitî’nin Cemâh u Alemâh (Külekçi 1999: II/304)’ı gibi “padiaha övgü”
manzumesiyle veya eserin isminin belirtildii bir beyitle (âhidî: 1b; (x) 1b)
baladıı da görülebilir. Ayrıca ender olarak Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda
*
575
575
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
görülen üç rübâî ile mensur bir kısım (Fuzûlî 1981), Süleymân Çelebi’nin
Mevlid’inde görülen Arapça mensur bir kısım (Süleymân Çelebi 1990) ve Âık
Paa’nın Garîb-nâme’sinde görülen Farsça mensur bir kısımdan oluan
“dîbâce”yi de (Âık Paa: 1b-4a; Yavuz 2000: I/1 2-9) burada zikretmek gerekir.
Mesnevîlerin “giri bölümü”nde, “konunun ilendii bölüm”den önce,
eserin bölümlerinin ve o bölümlerde ilenen konuların manzum olarak yazıldıı
da görülmektedir.863 Âık Paa’nın Garîb-nâne’si (Âık Paa: 4a-5a; Yavuz
2000: I/1 9-13), Enverî’nin Düstûr-nâme’si (Enverî 1928: 4-5) ve Âık
Ahmed’in Câmi’ul-ahbâr’ı gibi (Âık Ahmed 1998: II/21-9).
Bu bölümde âirler, bazen eserin ismini belirten (Halîlî 1993: 16-8), bir
ehire veya bir ehre ait semtlere deyinen (Sungur 2006: 165-203), bazen de
okuyucudan dua bekleyip eserindeki eksikliklerden dolayı onlardan özür
diledikleri bir bölüme yer vermilerdir (Süleymân Çelebi 1995: 77-81).
Burada son olarak unu belirtelim ki, bir mesnevînın “giri bölümünde
yukarıda sıraladıımız bütün balıklar bulunmadıı gibi, burada zikredilmeyen
bazı balıklara da rastlanabilir.
*
*
Konunun ilendii bölüm
Mesnevîlerde, “âgâz-ı dâstân”, “matla’-ı dâstân”, “âgâz-ı kıssa”, “âgâz-ı
kitâb”, “ibtidâ-i dâstân”, “ser-nâme-i dâstân”, “medhalü’l-kitâb”864... gibi
balıklarla balayan “konunun ilendii bölüm”865, mesnevînin ana ve asıl
bölümünü oluturmaktadır. âirler genellikle bu bölüme yukarıda zikredilen
balıklar altında giri yapmılardır. Ancak bazen eyyâd Hamza’nın Yûsuf u
Züleyhâ’sında olduu gibi giri hüviyetine ait bölümün akabinde “girizgah”
hüviyetine sahip beyitlerden sonra asıl konuya baladıkları da görülmektedir:
Bundan sonra imdi anla söz yatın
Nicedür eydem Yûsuf hikâyetin
Nazm düzdüm bu sözi dün ü güni
Gör ki ne îrîn hikâyetdür bunı
Zî îrîn söz Yûsuf kıssası
Dinleyenün gide gönli gussası
Budur âhir kıssalarun görklüsi
Kur’ân içre mushaflarun yazusı
mdi dinlen sözüme tutun kulak
863
864
Bazen konunun ilendii bölümde, eserin bölümlerinin ve o bölümlerde ilenen konuların manzum
olarak yazıldıı da görülmektedir. Atâ’nın Tuhfetü’l-uâk’ı gibi (Türkmen 2000: 140-1).
Olanlar eyhi brâhîm , Müfîd ü Muhtasar isimli mesnevîsinde asıl konuya “medhalü’l-kitâb”
balııyla balamaktadır (bk. Kemikli 2003: 106).
Kutb’un Hüsrev ü îrîn’inde asıl konunun ilendii bölüme “husrav îrîn hikâyetining evveli”
balııyla balanmaktadır (Hacıeminolu 1968: 197).
*
865
576
576
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Bir söz eydem kim ekerden tatlurak
Varıdı Ken’ânda bir server kii
Adı Ya’kûb kendü peygâmber kii
(Yıldız 2008: 202; Demirci 2008: 82-85)
Burada ele alınıp ilenen konuların eserden esere deitii görülür. Bu
deikenlik, bölümün genel planında da kendini gösterir. Bu bölümde, “giri
bölümü” için verilen genel plana benzer bir plan vermek mümkün deildir
(Ünver 1986: 438).
Edebiyatımızda, mesnevîlerin bu bölümde ele aldıkları konulara göre
tasnif edildii malumdur. Bu tasniflerin aynı konuda yazılmı mesnevîleri
göstermek için yararlı olduu açıktır. Ancak, mesnevîlerin yazılı
amaçlarına göre tasnif edilmesinin yukarıdaki açıdan olduu kadar, bu
eserlerin ana bölümlerinin planları arasında balantı kurmak yönünden de
yararlı olacaı aikardır. smail Ünver, bu düünceden hareketle,
mesnevîleri yazılı amaçlarına göre dört gruba ayırmı ve her grubun elde
bulunan örneklerinden bazılarını notlarla göstermitir (Ünver 1986: 43843). Biz de, smail Ünver tarafından yapılan gruplandırmaya uyararak
mesnevîleri tasnif edeceiz:
I. Grup
Okuyucuya bilgi vermek, onu eitmek amacı güden eserler: Bu grupta dînî,
tasavvufî, ahlâkî eserlerle, eski bilimlerle ilgili olan ve ansiklopedik bilgiler
veren mesnevîler yer alır:
Dînî Mesnevîler
Esmâ-i Hüsnâ erhleri: bn-i Îsî-i Saruhanî: Esmâ-i Hüsnâ erhi (Akbay
1996; Külekçi, trhs.; Külekçi 1999: I/18-26) / Lâmi’î Çelebi: erh-i âfî (Lâmi’î
Çelebi (x); Külekçi 1999: I/27-33) / ener 1986.
Sure, Ayet ve Hadis Çeviri ve erhleri: Hatibolu: Letâyif-nâme
(Çelebiolu 1999: 126-8) / Hüseynî: (Hüseynî) / Nâlî: (Nâlî; Külekçi 1999: I/3440) / eyyâd Îsâ: (Dilçin, 1978) / Nakî Alî-i Akkirmânî: Gavriye (Ula 1998;
Külekçi 1999: I/41-6) / Merdümî: Tuhfetü’l-islâm (Sevgi 1993).
Kırk hadis çeviri ve erhleri: Kemal Ümmî: Kırk Armaan (Kemal Ümmî
1970: 29-54; Çelebiolu 1999: 137) / Hakanî: (Hakanî 1993; Külekçi 1999: I/4751; Karahan, 1991: 207-13) / Hazînî: (Karahan 1991: 161-70).
Yüz hadis çeviri ve erhleri: Hatibolu: Ferah-nâme (Hatibolu 1521, 1984,
1994; ahin, 1993; Çelebiolu 1999: 192-208) / Latîfî: Subhatü’l-uâk
(Karahan 1991: 187-91) / Belî: Gül-i Sad-berg (Abdulkadirolu 1997) /
Öztoprak 1993.
577
577
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
lmihaller: Mustafa bin Yûsuf el-Mar’aî: Ravzatü’l-îmân (Mazıolu 1982).
Akaide dair eserler: Duhânî-zâde Velî: Zübdetü’l-akâid (Anbarcıolu 1968)
/ Alî îr Nevâ’î: (Levend 1958).
Fıkhî eserler: Devletolu Yûsuf: Vikâye Tercümesi (Altunkaynak 1992).
Mevlidler: Süleymân Çelebi: (Süleymân Çelebi 1990, 1995; Pekolcay 1992)
/ Kerîmî: râd (Aslan 2009) / Sinanolı: Nazm-ı Siyer-i Nebî (Sinanolı;
Külekçi 1999: I/108-12) / Ahmedî: (Ünver 1978) / Hacı Mustafaoglu:
Mecma’ü’l-envâr (Pekolcay 1953: 350-52) / emsî: Mevlid-i Nebî (emsî;
Külekçi 1999: I/113-9) / Süleymân Nahîfî: Mevlidü’n-nebî (Karaca 1999;
Külekçi 1999: I/120-6) / Himmetzâde Abdî: Gencîne-i ’câz (Bayram 2000) /
Re’fet Efendi: Menkıbe-i Mevlid-i Fahru’l-kâ’inât (Re’fet Efendi 1998) / psalalı
Ebu’l-hayr: Mevlid (Günen 2004) / Mar’aî Kurâ-zâde Nâdirî (Tandır Alıcı
2009) / Pekolcay 1950; Mazıolu 1974a; Aksoy 2002, 2007.
Bi’set-nâme: eyhül-islâm shak Efendi: (Doan 1997; Külekçi 1999:
I/127-32).
Hicret-nâme: Süleymân Nahîfî: (Nahîfî; Çelebiolu, 1998; Külekçi, 1999,
C. I: 159-63 )
Mi’râciye: Ârif: (Ârif, (1); Çelebiolu 1999: 292-9) / Ganî-zâde Nâdirî:
(Ganî-zâde Nâdirî; Külekçi 1999: I/136-41) / Abdülbâkî Ârif Efendi: (Abdülbaki
Ârif Efendi; Külekçi 1998: 142-8) / Abdülvâsi Çelebi: (Çelebiolu, 1999: 125-6) /
eyh smâ’îl Hakkî-i Bursevî: (eyh smail Hakkî-i Bursevî; Külekçi 1999: I/14953) / Simkezâde Feyzî: (Simkezâde Feyzî 1997: 193-208) / Süleymân Nahîfî:
(Süleyman Nahîfî, (1); Külekçi 1999: I/154-8) / Akar 1987a; Akdoan 1989.
Mu’cizât: Gurbetî: Mu’cizât-ı Resûl Aleyhi’s-selâm (Pekolcay 1953: 352-3).
Vefâtü’n-nebî: Ârif: (Ârifî; Çelebiolu 1999: 300-7)
Hilyeler: Hakanî: (Hakanî 1848, 1991) / Necîb Efendi: (Necîb Efendi;
Külekçi 1999: I/63-8) / Neâtî Ahmed Dede: Hilye-i Enbiyâ (Neâtî (x), 1876;
Külekçi 1999: I/69-75) / Uâkî Abdullâh-ı Salâhî: Hilye-i Hasaneyni’lahseneyn (Uâkî; Külekçi 1999: I/76-82) / Cevrî: Hilye-i Çihâr-yâr-i Güzîn
(Cevrî (x), 1891; Külekçi 1999: I/83-7) / Edirneli Güftî: Hilye-i Aere-i
Mübeere (Edirneli Güftî; Külekçi 1999: I/88-92) / Bursalı Ali Rıza: Hilye-i
Hazret-i Mevlânâ (Bursalı Ali Rıza; Külekçi 1999: I/93-6) / Güngör 2000.
Hz. Muhammed ve yakınları hakkında çeitli hikâyeler: Nakîbolu:
Dâsitân-ı Adn der-Hikâyet-i Hasan ve Hüseyn (Nakibolu; Çelebiolu 1999: 889) / Kayserili Îsâ: Dâsitân-ı brâhîm (Vefât-ı brâhîm) (Koncu 2001; Çelebiolu
1999: 82-3).
Makteller: (Kastamonulu âzî: Dâsitân-ı Maktel-i Hüseyn (Kastamonulu
âzî; Çelebiolu 1999: 56-8) / Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi; Külekçi 1999:
I/412-8) / Çalayan, 1997.
Muhammediyye ve benzerleri: Yazıcıolu Muhammed: (Çelebiolu 1996) /
Müellifi belli olmayan Yazıcıolu Muhammed’in Muhammediyye’sine nazire:
(Çelebiolu 1991: I/187-9) / Ahmed Müridî: Ahmediyye (Çelik, 2000) /
*
578
578
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Mahmûd ibn Mehmed’in Mahmûdiyye’si, Hamdullâh Hamdî’nin Ahmediyye
isimli eserleri (TDEA 1997).
Dînî bilgi ve öütler veren eserler: Kemalolu smâ’îl: Ferahnâme
(Kemâlolu smâ’îl 1998) / slâmî: (Yüksel 1996) / Cemâlî: Miftâhu’l-ferec
(Cemâlî 1998; Demirta 1951: 195-6, 211-3) / eyh Baba Yûsuf: Mevhûb-ı
Mahbûb (Kartal 2000c; Kartal 1998b).
Fütüvvet-nâmeler: Gülehrî: (Kartal 2005a) / Esrâr Dede: Fütüvvet-nâme-i
Esrâr (Esrâr Dede; Külekçi 1999: I/253-7; Horata, 1998: 42-6) // Torun, 1998
Kutsal yerleri anlatan mesnevîler: Ahmed Fakih: (Ahmed Fakih 1974) /
Abdurrahmân Gubârî: (Abdurrahmân Gubârî, (X); Cokun 49-51) / Bahtî:
Manzûme fî-menâsiki’l-hac (Cokun, 1999: 51-54) / Sulhî: Der-Beyân-ı Aded-i
Menâzil-i Hicâz (Cokun 1999: 45-7) / Bahrî: Üsküdar’dan am’a Kadar
Konaklar (Cokun 1999: 56-7) / Abdülazîz b. Mahmûd el-sfehanî Sıfâtu’lharemeyn (Demir 2005) / Kâmil: Menâsik-i Hac (Cokun 1999: 61-2) / Bosnalı
Muhlis: Delîlü’l-menâhil ve Müridü’l-merâhil (Cokun 2007).
Tasavvufî Mesnevîler
Mevlânâ ’nın Mesnevî’si çeviri ve erhleri: Mu’înî: Mesnevî-i Murâdiyye
(Yavuz 1977, 1982, 1983a, 1989; Uzluk 1964) / brâhîm Beg: (brâhîm Beg
1995; Kartal 1999a: 194-7) / Dede Ömer Rûenî: (Dede Ömer Rûenî 1990) /
âhidî: (âhidî 1298) / Nahîfî: (Nahîfî 1967- / Çelebiolu 1978; Kartal 1999a:
181-243).
Tasavvuf ve prensiplerini anlatıp öretme amacı güden mesnevîler: Âık
Paa: Garîb-nâme (Âık Paa 1986, 1989, 1990, 1991, 1998, 2000; Yavuz 2000);
Fakr-nâme (Levend 1988a); Vasf-ı Hâl (Levend 1988a) / Hatibolu: (Ertaylan
1960a; Türk 2009) / Ârif: Müridü’l-ubbâd (Çelebiolu 1999: 279-4) /
Muslihüddîn Vahyî-i abanî: (abanî 1999); Abdurrahîm-i Karahisârî: Vahdetnâme (Abdurrahhîm-i Karahisârî 1991) / Nidâî : Genc-i Esrâr-ı Ma’nî (Yılmaz
2009) / Azîz Mahmûd-ı Hudâyî: Necâtü’l-garîk (Hudâyî; Külekçi 1999: I/242-8).
ran edebiyatındaki tasavvufî mesnevîlerin çevirileri ve benzerleri: (Attâr’dan:
Esrâr-nâme: Tebrizli Ahmedî: (Tebrizli Ahmedî 1996; Azamat 1988; Kartal
1999a: 490-524 [Attâr’ın ve Tebrizli Ahmedî’nin Esrâr-nâmelerinin mukayesesi] /
Huzûrî: (Kutluk 1952; Kartal 1999a: 139-41) / Mantıku’t-tayr: Gülehrî: Mantıku’ttayr (Cunbur 1952; Gülehrî 1957; Yavuz 2007; Toska 1990; Dilçin 1993; Kartal
2004a) / Ali ir Nevâyî: Lisânü’t-tayr (Ali ir Nevayî 1995a) / Gülehrî: Feleknâme (Kocatürk 1982, 1984) / Za’îfî: Gülen-i Sî-murg (Za’îfî 1993; Toska 1990;
Dilçin 1993; Kartal 1999a: 149-52) / Fedâî Dede: Mantık-ı Esrâr (Fedâî Dede
1993; Toska 1990; Dilçin 1990) / âhidî: Gülen-i Vahdet (âhidî 1996; Kartal
1999a: 156-7) / emsî: Deh-murg (Kaya 1997a; Aksoy 1998; Kaplan 2003;
Karadüz 2000; Kartal 1999a: 153-6) / Ârifî: Ravzatü’t-tevhîd (Kartal 1999a: 157-8)
/ emseddîn-i Sîvâsî: Gülen-âbâd (Kartal 1999a: 158-60) // lâhî-nâme:
*
*
*
*
579
579
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
emseddîn-i Sivasî: (emsed-dîn-i Sivasî 1997; Kartal 1999a: 166-70) / Bülbülnâme: Bülbüliyye (Ömer Fuâdî; Külekçi 1999: I/300-4) // Nizâmî’den: Mahzenü’l-esrâr: Yahya Bey: (Yahya Bey 1992) / Âzerî brâhîm Çelebi: (Âzerî brahim
Çelebi 1994) / Cinânî: (arlı 1994; Okuyucu 1989) / Âlî: (Âlî 1995) / Hayâlî:
(Köksal 2003a; Hayâlî 1449; Çelebiolu 1999: 365-73) / Bursalı Rahmî: (Bursalı
Rahmî 1985, 1990; Aynagöz 1989) / Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982, 1986) / Nev’îzâde Atâyî: (Kortantamer 1997: 175-97) / Erien 1992; Kartal 1999a: 261-94 //
Câmî’den: Sübhatü’l-ebrâr: Yahya Bey: (Talıcalı Yahya 1995) / Nev’î-zâde
Atâyî: Sohbetü’l-ebkâr (Yelten 1999; Kortantamer 1997: 197-229) // ebüsterî:
Gülen-i Râz: Elvân-ı îrâzî: (Elvân-ı îrâzî; Sadîk 1381a; Kartal 2003d); Ahmed
Avni Konuk: (Karabey 2007).
Evliya menkabeleri: Gülehrî: Kerâmât-ı Ahi Evran (Kartal 2009), Âık
Ahmed: Câmi’ü’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998; Çelebiolu 1985) / Elvan Çelebi:
Menâkibu’l-kudsiyye fî-Menâsibi’l-ünsiyye (Elvan Çelebi 1984; Tulum 2000) /
Niyâzî: Mansûr-nâme (Niyâzî 1994) / Kemâl Ümmî: Menâkıb-ı Gîlânî (Kemâl
Ümmî; Külekçi 1999: I/385-90) / Lokmanî Dede: Menâkıb-ı Mevlânâ (Levend
1988: 436).
Temsilî yoldan tasavvufu anlatan eserler: Ahmed-i Dâ’î: Çeng-nâme
(Ahmed-i Dâ’î 1975, 1992; sen 1993a; Uysal 1998; Ertaylan 1952: 79-108) /
Halîlî: Firkat-nâme (Halîlî 1993) / Nev’î: Münâzara-i Tûtî vü Zâg (Gürer 2005) /
eyh Gâlib: Hüsn ü Ak (eyh Galip 1992; Yenikale, 1996; Doan 2007) / Refî’i Âmidî: Cân u Cânân (Refî 2000, 2003); ânî Mehmed Efendi: Gülen-i Efkâr
(âni Mehmed Efendi; Külekçi 1999: I/335-40) / Simkezâde Feyzî: Gamze vü
Dil (Simkezâde Feyzî 1997: 47-208) / Keçecizâde zzet Molla: Gülen-i Ak
(Keçecizâde zzet Molla; Külekçi 1999: I/364-9; Sarıkaya 2008).
Yûnus Emre , Kaygusuz Abdal ve Rûenî gibi âirlerin eserleri: Yûnus
Emre: (Yunus Emre, 1990, 1994) / Dede Ömer Rûenî: Miskînlik-nâme (Dede
Ömer Rûenî 1982), Ney-nâme (Dede Ömer Rûenî 1990).
*
*
Ahlâkî Mesnevîler
ran edebiyatından çevrilmi ya da oradan örnek alınarak yazılmı ahlâkî
eserler: Sa’dîden: Bostan: Hoca Mes’ûd: Ferheng-nâme-i Sa’dî (Kilisli Rif’at
1340-1342; Köprülüzâde 1928a; Dilçin 1991: 23-5; Kartal 2003ç) / Za’îfî: (Za’îfî
trhs., 1998; Kartal 1999a: 81-3) / Emîrî: (Emîrî) / Nideli Hakkı Erolu: (Nideli
Hakkı Erolu 1944) / Seyyid Zergâr: Mîzânü’l-adâlet (Sa’dî 1371: 9) / Abbâs-ı
Büzürgemîn: (Sa’dî 1371) / Kartal 2001a // Gülistan: Za’îfî: (Za’îfî 1978; Kartal
1999a: 97-8 / Za’îfî 1996 [Bu eserin 986-1528. beyitleri Gülistân’ın sekizinci
bölümünün tercümesidir. bak. (Kartal 2007a: 114-15)], Üsküdarlı Sâfî (Sa’dî-i
îrâzî 1303; Kartal 2001b: 108) / Kartal 2001b // Attâr’dan, Pend-nâme: Za’îfî:
(Za’îfî 1996; Kartal 2007a) / Edirneli Nazmî: (Edirneli Nazmî 2004; Mazıolu
*
*
580
580
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
1977; Kartal 1999a: 142-5) / Emre: (Emre 1286, 1998; Kartal 1999a: 145-48) /
Güvâhî: (Güvâhî 1983; Özkan 1983) / Azmî / Yeniterzi 2007.
Çocuklara öüt vermek amacıyla yazılmı mesnevîler: Ahmed-i Dâ’î:
(Ahmed-i Dâ’î 1952: 297-308) / Emîrî: (Emîrî (x)) / Nâbî: Hayriye (Nâbî 1989,
1995) / Vehbî: Lutfiyye (Vehbî 1994; mamolu 1996).
çindeki dinî-tasavvufî düünceler yanında öüt verme yönü aır basan eserler:
eyh Eref b. Ahmed: (Pehlivan 2000) / Yahya Bey: (Talıcalı Yahya Be 1970) /
Cinânî: (Cinânî 1990) / Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982: 187-208 [Rıdvâniyye]) /
emseddîn Sivasî: (Aldanmaz 2000) / Yusuf Hakikî Baba (Çavuolu 2009).
nsanın fizikî yapısıyla ahlâkî yönü arasında iliki kuran mesnevîler:
Hamdullâh Hamdî: (Çelebiolu 1979: 320-36) / eyh Baba Yûsuf: (Kartal
1998a) / Visâlî: (Visâlî; Külekçi 1999: I/27-32) / Erzurumlu brâhîm Hakkı:
(Çelebiolu 1979: 326-46; Külekçi 1999: I/33-7) / Kaysunîzâde Mehmed
Bedreddîn: (Kaysunîzâde Mehmed Bedreddîn; Külekçi 1999: I/38-44) / Cem
Sultan, Fâl-ı reyhân-ı Cem Sultân: (Okur 1991) / Fedâyî , Fâl-nâme-i Kur’ân-ı
‘Azîm: (anlı 2003), / (Mengi 1978; Bilgiç 1987-1988; Çavuolu 1996;
Yerdelen 1988; Çakır 2007).
Temsil yoluyla öüt veren eserler: eyhî: (Timurta 1981; Olgun 1949;
Köprülüzâde 1917; Çetin 1972).
*
*
Ansiklopedi Nitelii Taıyan ya da Belli Alanlarda Bilgi Veren Mesnevîler
Ansiklopedi nitelii taıyan mesnevîler: Bedr-i Dilâd: Murâd-nâme
(Ceyhan 1997; Cunbur 1997) / brâhîm bin Bâlî: (brahim bin Bâlî) / Ahmed-i
Dâ’î: (Ahmed-i Dâ’î 1952a: 145-154 [Metin]).
Tıp ve astroloji ile ilgili eserler: Ahmedî: Tervîhu’l-ervâh (Ahmedî 1995) /
Yazıcı Sâlih: Kitâbü’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994, 1998).
uarâ tezkiresi ve âir-nâmeler: Güftî: Terîfâtü’-u’arâ (Güftî; Yılmaz
2001; Timurta 1948; pekten 1988: 120-4) / Aynî: (Arslan 1992); Ziya Paa:
(Göçgün 1987).
Hüsn-i hat ile ilgili eserler: Hâfız-zâde: Risâle-i Hat (Eri 2005)
2. Grup
Okuyucunun kahramanlık duygusuna hitap eden, konusunu menkabelerden
ya da tarihten alan mesnevîler.
Konusunu menkabelerden alanlar
Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin savalarını anlatan eserler: Tursun Fakı:
(Tursun Fakı trhs.; Çelebiolu 1999: 72-4) / Tursun Fakı: (Tursun Fakı 1933;
Çelebiolu 1999: 74-5) / Tursun Fakı: (Çetin 2002: 259-92; Tursun Fakı trhs.1;
581
581
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Çelebiolu 1999: 75-6). Ayrıca bak. Çetin 2002. / Kirdeci Ali: (Kirdeci Ali trhs.;
Çelebiolu 1999: 77-8) / Kirdeci Ali: (Kirdeci Ali trhs.1; Çelebiolu 1999: 78) /
Begpazarlı Maazolu Hasan: (Begpazarlı Maazolu Hasan trhs.; Çelebiolu,
1999: 86) / Begpazarlı Maazolu Hasan: (Begpazarlı Maazolu Hasan trhs.1;
Çelebiolu 1999: 87; Kaya 1997) / Dâvûd: (Dâvûd; Çelebiolu, 1999: 87-8) //
Çetin 1997.
Battâl-nâme ve benzerleri: (Köksal 1984: 19-20 [Darendeli Bekaî, Battâlnâme]).
Makedonyalı Büyük skenderle Kur’ân’da geçen Zülkarneyn’in aynı kii
olduu varsayımına dayanan, esas olarak bu efsanevî kiinin hayat çizgisini
konu edinen skender-nâmeler: Ahmedî: (Ünver 1983; Akçay 1999; Akdoan
1988) / Ahmed-i Rıdvân: (Ahmed-i Rıdvân; Ünver 1974, 1982; Kartal 1999a:
349-56) / Alî îr Nevâî: Sedd-i skenderî (Alî îr Nevâî 2001) / Ünver 1975.
Manzum âh-nâme çevirileri: Diyarbakırlı erîfî: (erîfî 1999; Külekçi
1999: II/422-6) / Ganîzâde Nâdirî: (Ganîzâde Nâdirî (1); Külekçi 1999: II/42737 / Anbarcıolu, 1981.
Konusunu tarihten alan mesnevîler
Adları ne olursa olsun, belli bir dönemin tarih olaylarını, özellikle seferleri,
savaları ve fetihleri konu edinmi mesnevîler: Za’îfî: (Za’îfî 1459-1462;
Çelebiolu 1999: 340-53) / ükrî-i Bitlisî: (Argunah 1986, 1997) / îrî: (îrî
1981) / Eyyûbî: (Eyyûbî 1991) / Enverî: (Enverî 1928; Orhan 1985) / Sâbit:
(Sâbit 1299, 1991) / Levend 1956.
3. Grup
Sanat yönü ön planda olan, okuyucunun edebî zevkine hitap eden, ana
çizgisi ak ve macera olan mesnevîler.
Bunlar arasında, tamamen beerî akı ileyen eserler, kahramanların beerî
aktan ilâhî aka yükseldikleri eserler; kahramanlar arasındaki ak tamamen
beerî olduu halde, iki âıın kavumasını tasavvufî mecazlarla örten
mesnevîler vardır.
Bu mesnevîlerin konuları, çounlukla ran ve Arap edebiyatından alınmıtır.
Bunlardan tercüme ya da serbest tercüme olanlar yanında, ekleme ve çıkartmalar
yapılarak tamamen telif özellii kazanan mesnevîler de vardır. Örnein Hamdî,
kendisinden önce anlatılan Yûsuf u Züleyhâ hikâyesini tekrar ele almı ve onu
yazarken yeni ilaveler ile birçok olayın teferruatında deiiklikler yapmı,
özellikle tasvirlerde kendi sanat kudretini göstermitir. Hamdî, sanki eseri oturup
yeniden yazmıtır. Dolayısıyla Hamdî’nin yazdıı eser bir taklîd deil, orijinal bir
eserdir. Aynı eyleri rahatlıkla eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i için de söyleyebiliriz.
*
582
582
*
RAZ’DAN STANBUL’A
Bu gruba giren belli balı
mesnevîler
unlardır:
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Yûsuf u Züleyhâ: Sule Fakih: (Süle Fakih 1989, 1994) / eyyâd Hamza:
(Dilçin 1946; Yıldız 2008; Demirci 2008) / Erzurumlu Darîr: (Karahan 1994;
Çelebiolu 1999: 59-60) / Tebrizli Ahmedî: (Tebrizli Ahmedî; Azamat 1988) /
Ahmed Câm-ı Jendefîl: (Korkmaz 1995: 304-42) / Alî îr Nevâyî 866: (Alî îr
Nevâyî (x)) / Hamdî: (Hamdî 1991; Öztürk 1993, 1999; Ayan 1974; Kavcar
1989; Levend 1989b; Onur 1985, 1986; Kartal 2003; Çelik 1998) / Kemal
Paazâde: (Kemal Paazâde 1979, 1983; Kavcar 1989a; Levend 1989c) / Yahya
Bey: (Yahya Bey (?), 1979) / erîfî: (erîfî 2001) / Gubârî: (Gubârî
Abdurrahmân) / Hâmidî: (Hâmidî) / Köprülüzâde Es’ad Paa: (Köprülüzâde
Es’ad Paa) / Kerküklü Muhammed Nevrûzî: (Uluhan 2007) / Ayrıca
kaynaklarda eyholu Mustafâ, Kırımlı Abdülmecd, Dür Big, Hatâî, Çâkerî
Sinan, Celîlî, Likâî, Nimetullâh, Halîfe, Kâmî Mehmed, Ziyâî Yûsuf, ikârî,
Manastırlı Kadı Sinan, Hevâî Mustafa, Badadlı Zihnî Abdülcelîl, Rıf’atî
Abdülhay, Hevâî Abdürrahman, Ahmed Müridî’nin de Yûsuf u Züleyhâ
mesnevîleri olduu kayıtlıdır (Levend 1988: 129-30) // Tahbaszade 1945; Dolu,
1953; Koncu 2007a.
Hüsrev ü îrîn ve Ferhâd u îrîn: Kutb: (Kutb 1958-1960; Zajaczkowski
1960; Hacıeminolu 1968; Fazılov 1975); nan 1951) / Fahrî: (Flemming 1974;
Kartal 2000) / eyhî: (Timurta 1960, 1980; Fevziye Abdullah 1950; Kartal
2007) / Ali îr Nevâyî: (Ali ir Nevâyî 1956, 1963, 1994; Alpay 1989; Uygun
1988; Eminzade 1948) / Ahmed-i Rıdvân: (Ahmed-i Rıdvân 2000; Levend
1989ç; Ünver 1982, 1986) / Mu’îdî: (Timurta 1959: 73) / Sadrî: (Timurta
1959: 73) / Hayâtî: (Hayâtî): Kaynaklarda Hayâtî’nin eseri olarak gösterilen
Hüsrev ü îrîn mesnevîsi, Ahmed-i Rıdvân’ın aynı adlı eserinden intihaldir
(Ünver 1982: 39-44) / Âhî: (Köksal 1998) / Harîmî: (Timurta 1959: 74) / Celîlî:
(Celîlî 1997; Levend 1989d) / Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi 1997, 1998; Erkal
1997; Levend 1989e) / Ârif Çelebi: (Timurta 1959: 77-8) / ânî: (Timurta
1959: 78) / mâmzâde Ahmed: (Timurta 1959: 78) / Halîfe: (Timurta 1959: 78)
/ dris Bey (Mahvî): (Timurta 1959: 79) / Fasih Ahmed Dede, Sâlim, Mustafa
Aa Nâsır, Nâkâm ve Ömer Baki’nin Hüsrev ü îrîn mesnevîleri (Timurta
1959: 79-80) / Doan 2007.
Leylâ vü Mecnûn: Ali îr Nevâyî: (Ali îr Nevâyî 1996c; Bertels 1951) /
âhidî: (âhidî; Koncu 1996) / Bihitî: (Behitî 1999; Bihitî 1951) / Hamdullah
Hamdî: (Hamdî 1982; Alpay 1970) / Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982, 1986;
Levend 1952) / Kadîmî: (Levend 1952a) / Celîlî: (Ayan 1983c) / Sevdâ’î:
*
*
866
Kaynaklarda Nevâyî’nin böyle bir eseri zikredilmemektedir. Eserin sonunda “tahrîr yâft Yûsuf u
Züleyhâ-yı Mîr Alî îr el-Mütehallis Nevâyî Rabi’ü’s-sânî 1053 Hezâr u pencâh ü se” kaydı
bulunmaktadır (Bilkan 1998: 110-1).
583583
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
(Sevdâ’î 1987; ahin 1988) / Hakîrî: (Turan Z. 1988) / Fuzûlî: (Fuzûlî 1981;
Kalkıım 1998; Doan 1996; Aras 1988; Akalın 1997; Çelik 1998) / Lârendeli
Hamdî : (Levend 1952b) / Sâlih: (Celâl-zâde Sâlih 1995) / Halîfe: (Levend
1952c) / Atâyî, Fâ’izî, Örfî, Andelîb, Nâkâm’ın Leylâ vü Mecnûnları (Levend
1959: 314-65) // Levend 1959; Tarlan 1922; Kartal 1999a: 315-44; Koncu 2007.
Cemîd ü Hurîd: Ahmedî: (Akalın 1975; Banarlı 1939; Ünver 1977; Deniz
1883) / Cem Sultan: (Cem Sultan 1997, 2000; nce 1989; Okur 1958; Öztelli
1972) / Abdî: (nce 1981: 24-31, 1986, 1989).
Hurîd-nâme: (Ayan 1979).
Ik-nâme: (Yüksel 1965).
Hecr-nâme: Celîlî: (Ayan 1986).
Varka ve Gülah: Yûsuf-ı Meddâh: (Yusuf-ı Meddah 1945, 1976, 2007;
Ertaylan 1946; Dolu 1988).
Vâmık u Azrâ: Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi 1983, 1998; Ayan, 1985) /
Bihitî Sinan, Kalkandeleli Mu’îdî, Câmi’î, Bursalı Hevâî Mustafa, Kuburî-zâde
Abdurrahman Rahîmî’nin Vâmık u Azrâ mesnevîleri (Levend 1988: 134; Lâmi’î
Çelebi 1983: 52-7).
Hümâ vü Hümâyûn: Cemâlî: (Cemâlî 1990; Külekçi 1999: II/261-8; Horata
2000).
Edhem ü Hümâ: Sâbit: (Sâbit 1990) / Na’tî: (Na’tî; 1997).
Vîs ü Râmin: Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi 1994).
Gül ü Hüsrev: Tutmacı: (Yolda 1998; Levend 1960, 1988c, 1988ç; Kartal
1999a: 161-7).
Süheyl ü Nev-bahâr: Mes’ûd bin Ahmed: (Dilçin 1991; Kilisli 1928;
Köprülüzâde 1928; Tezcan 1994; Külekçi 1999: II/227-35).
em’ u Pervâne: Zâtî: (Zâtî 1998; Alpay 1960, 1961; Külekçi 1999: II/8187; Kanar 1995: 52-4) / Lâmi’î Çelebi: (Köse 1997; Külekçi 1999: II/74-80;
Kanar 1995: 49-52) / Feyzî Çelebi: (Tekin 1991) / Mu’îdî: (Külekçi 1999: II/8893; Kanar 1995: 54-6).
âh u Gedâ ve âh u Dervî: Talıcalı Yahya: (Talıcalı Yahya 1993) /
Bursalı Rahmî: (Bursalı Rahmî 1996) / âh u Dervî: Sinoplu Beyânî ve Güftî
Alî’nin âh u Dervî mesnevîleri (Levend 1988: 133-4).
Mihr ü Mâh: Gelibolulu Mustafa Âlî: (Âlî 1971, 1983; Anbarcıolu 1984:
1181-9) / Kıyâsî: (Anbarcıolu 1986, 1984: 1171-80) / Çorlulu Zarîfî: (Zarîfî
1995; Anbarcıolu 1984: 1153-4) / Necâtî: (Levend 1988: 133; Anbarcıolu
1984: 1153).
Mihr ü Müterî: Münîrî Ahmed Çelebi: (Münîrî 1983; Anbarcıolu 1984:
1168-71) / Kiçi Mîrzâde Seyyid Yahya: (Külekçi 1999: II/101-5; Anbarcıolu
1984: 1153) / Mollâ Mâizâde Fikrî Dervî, Azmî Pîr Mehmed, Alî bin
Abdülazîz ve Lokman bin Seyyid Hüseyin’in Mihr ü Müterî mesnevîleri
(Levend 1988: 133; Anbarcıolu 1984: 1153).
*
584
584
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Mihr ü Vefâ: Hâimî: (Hâimî 1996) / Ümmî Îsâ: (Arıkolu 1991) / Mustafa
Emînî ve Gelibolulu Âlî’nin Mihr ü Vefâ mesnevîleri (Levend 1988: 133;
Külekçi 1999: II/125).
Gül ü Bülbül: Fazlî: (Öztekin 2002; Zavotçu 1995; Fazlî 1991, 1991a) /
Bekâî: (Bekâyî 1988) / Abdurrahim Utizemini: (Agi 1995) / Zavotçu 1997.
Gül ü Nevrûz: Abdî: (nce 1986: 192, 1998) / Sâbir: (nce 1998) / Lutfî:
(Orak 1995).
Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ: Abdî: (Abdî 1987; nce 1986: 190-1, 1987).
Gûy u Çevgân: Lâmi’î Çelebi: (Lâmi’î Çelebi 1994; Tezcan 1978, 1994;
Gürer 1994).
Hüsn ü Dil: Yenipazarlı Vâlî: (Yenipazarlı Vâlî 2003; Köksal 1996).
Salâmân u Absâl: Lâmi’î Çelebi: (Uluda 1997).
ret-nâme: Revânî: (Canım 1998; Alıık 1986; Çelik 1989).
Hayr-âbâd: Nâbî: (Nâbî 1965, 1996).
Cemâh ve Âlemâh: Bihitî: (Dindar 1999).
Heft-peyker (Behrâm-ı Gûr): Akî: (Kut 1989c; Kartal 1999a: 346-7) /
Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982: 229-57, 1986a: 120-5; Kartal 1999a: 347-48) /
Ulvî: (Kartal 1999a: 348-9) / Kudsî: (Kartal 1999a: 349) / Lâmi’î Çelebi: (Kut
1976) / Kahraman 1992 / Behitî: (Behitî 1995).
Heft-hvân: Nev’î-zâde Atâyî: (Nev’î-zâde Atâyî 1974; Kortantamer 1997:
230-46).
Beng ü Bâde: Fuzûlî: (Fuzûlî 1955).
4. Grup
âirlerin gördükleri, yaadıkları olayları anlatan, toplum hayatından kesitler
veren; kiileri, meslekleri, düünleri ve belli yöreleri tasvir eden mesnevîler. Bu
eserler yerli konuları ilediklerinden, eski edebiyatımızın mesnevî alanındaki en
orijinal örnekleridir. Bu gruba giren balıca eserler unlardır:
Ta’rîfât veya Ta’rîf-nâmeler: Kalkandelenli Fakîrî: (Fakîrî; Külekçi 1999:
II/498-503).
ehr-engîzler: Mesîhî: (Mesîhî; Külekçi 1999: II/468-72) / Usûlî: (sen
1988a) / Zâtî: (Zâtî; Külekçi 1999: II/473-7) / Lâmi’î Çelebi: (sen 1993b;
Yurtsever 1984; Külekçi 1999: II/478-83) / Yahya Bey: (Çavuolu 1969) /
Gelibolulu Âlî: (Aksoyak 1996) / shak Çelebi: (shak Çelebi; Akku 1993a;
Külekçi 1999: II/484-9) / Belî: Bursa ehrengizi, (Abdulkadirolu 1997b) /
Esîrî: Badat ehr-âûb’u (Aydemir 1999); Rûhî: stanbul-nâme (Aydodu
2009) / Levend 1957a / Akku 1987 / Karacasu 2007.
Sûr-nâmeler: Gelibolulu Âlî: (Âlî 1996, Arslan 1999: 333-623) / Nâbî:
(Nâbî 1944; Arslan 1999: 627-84) / Rif’at: Gülen-i Hurremî (Arslan 1999: 685764) / Es’ad: (Arslan 1999: 765-79) / Tahsîn: (Arslan 1999: 815-37) / Arslan
1999, 2007.
585
585
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Sergüzet ve Hasbıhaller: Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi: Heves-nâme (Sungur
2006; Atay 2003); Cemâlî: Beyân-ı Meakkat-i Sefer (Erimer 1974) / Güvâhî:
Gurbet-nâme, (Levend 1988: 142) / Bursalı Celîlî: Hecr-nâme (Ayan 1986) /
Rumelili Za’îfî: (Za’îfî) / Ûdî: Mâcerâ-yi Mâh (Kutlar 2005) / Belî:
Sergüzetnâme-i Fakir be-Azîmet-i Tokat (Abdulkadirolu, 1997a) / Esîrî:
Badat ehr-âûb’u (Aydemir 1999) / Keçecizâde zzet Molla: (Keçecizâde
zzet Molla, 1269; Korkmaz 1988; Külekçi 1999: II/447-50; Ceyla vd 2007) /
Bayburtlu Zihnî: (Bayburtlu Zihnî; Külekçi 1999: II/451-3) / Güftî Alî:
Hasbıhal.
Mesnevîler “konunun ilendii bölüm” itibariyle oldukça farklılık gösterir.
Çou mesnevîde, bu bölümün planı birbirinden farklı olmasına ramen, bazı
mesnevîlerde birbirine benzedii müahede edilmektedir. Burada yukarıdaki
tasniften hareketle plan yönünden özellik gösteren mesnevîlerden örnekler
verilecektir:
Birinci Grupta yer alan eserler arasında plan yönünden birbirine benzeyen
mesnevîlerin baında “Kırk Hadis” ve “Yüz Hadis” çeviri ve erhleri gelmektedir.
Bu mesnevîlerde, önce ele alınan “hadîs”in çeviri veya erhi yazılır, daha sonra
konu ile ilgili bir hikâye anlatılır. Bu tür eserlerde eserin ana bölümünün kırk veya
yüz “hadîs”in tercüme veya erhi ve yüz hikâyeden olutuu görülmektedir.
Hazînî (Karahan 1991: 161-70) ve Hakanî (Hakanî 1993)’nin “kırk hadîsleri” ile
Hatibolu’nun Ferah-nâme (Hatibolu 1994) ve Latîfî’nin Subhatü’l-uâk
(Karahan 1991: 187-91) isimli eserleri plan yönünden birbirine benzerler (Ünver
1986: 444).
Bu grupta yer alan Esmâ-i Hüsnâ erhlerinin de plan yönünden biribirine
benzedii görülmektedir. Bu mesnevîlerde önce esmâ-i hüsnâ olarak kabul
edilen isimler balık olarak yazılır, daha sonra bu isimler hakkında bilgi verilir.
ran’da yazılıp çok sevilmi bir mesnevî, birkaç Türk âirince çevrilmi olsa
bile, bu çeviriler arasında plan yönünden benzerlik bulunması gayet tabiidir.
Ancak bu benzerlik, çeviri olmayan eserler arasında da görülebilir. Aynı
mesnevîye “nazire ve cevap” olarak yazılmı mesnevîlerde “konunun ilendii
bölüm” plan yönünden birbirine benzeyebilir. Burada, Nizâmî’nin Mahzenü’lesrâr (Nizâmî 1344, 1986)’ına yazılmı nazireler örnek olarak gösterilebilir
(Ünver 1986: 444).
Nizâmî’nin Mahzenü’l-esrâr’ına ranlı pekçok âir tarafından nazireler
yazılmıtır. Bunlardan Emîr Hüsrev-i Dihlevî ’nin Matla’u’l-envâr (Husrev-i
Dihlevî 1875), Hâcû-yi Kirmânî’nin Ravzatü’l-envâr ve Câmî’nin Tuhfetü’l-envâr
(Câmî 1370, 1989) isimli nazireleri Türk âirler üzerinde tesiri olmutur. Bata
Nizâmî’nin eseri olmak üzere yukarda geçen eserlere bir kısım Türk âirler
tarafından çeitli nazireler yazılmıtır. Âzerî brâhîm Çelebi’nin Nak-ı Hayâl
(Âzerî brahim Çelebi 1994)’ı ile Cinânî’nin Riyâzü’l-cinân (arlı 1994)’ı
Nizâmî’ye; Âlî’nin Tuhfetü’l-uâk (Âlî 1995)’ı Câmî’ye; Nev’î-zâde Atâyî’nin
Nefhatü’l-ezhâr (Kortantamer 1997: 175-97)’ı ise Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin
*
*
*
*
586
586
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
eserine naziredir. Sıralanan bu örnekler arasında plan bakımından tam bir
uygunluk olduu görülür. Hepsi de kendilerine kaynaklık eden Nizâmî’nin
eserinin planında birleirler. Aynı benzerlik, Câmî’nin Sübhatü’l-ebkâr (Câmî
1370)’ı ile ona nazire olarak yazılan Talıcalı Yahya’nın Gencîne-i Râz (Talıcalı
Yahya 1995)’ı ve Nev’î-zâde Atâ-yî’nin Sohbetü’l-ebkâr’ı arasında da görülür.
Mahzenü’l-esrâr’da “konunun ilendii bölüm”, 20 “makale” ve her
“makale”den sonra konu ile alakalı anlatılan 20 hikâyeden olumaktadır.
Yukarıda zikredilen nazirelerde de durum aynıdır. Konunun ilendii bölümdeki
“makale” balıı, Nak-ı Hayâl’de de “makale”dir. Riyâzü’l-cinân’da ise “ravza”
olarak isimlendirilmitir. Câmî’nin Sübhatü’l-ebrâr’ı ise 40 “ıkd (=dizi)”dan
sonra konu ile alakalı 40 hikâyeden oluur. Yahya Bey ile Nev’î-zâde Atâyî’nin
eserlerinde de, küçük farklılıklarla durumun aynı olduu dörülür. Dier taraftan
Yahya Bey’in Gülen-i Envâr (Yahya Bey 1992) ve Bursalı Rahmî’nin Gül-i
Sad-berg (Bursalı Rahmî 1985, 1990) adlı mesnevîlerinin de Mahzenü’l-esrâr’a
nazire olduu söylenir. Öyle olmalarına ramen bu eserler ile Mahzenü’l-esrâr
arasında ne takip ettii düzen açısından ne de muhteva yönünden tam bir
uygunluk olduu söylenebilir (Ünver 1986: 445).
Çeviri veya nazire olmadıkları halde, “konunun ilendii bölüm”de belli bir
planın uygulandıı mesnevîler de vardır. Bunun en güzel örneklerinden biri
Garîb-nâme’dir (Ünver 1986: 445).
Âık Paa’nın bu mesnevîsi 10 “bâb”, her “bâb”da 10 “dâstân” tarzında
tertip edilmitir. Bu mesnevînin her “bâb”ında o “bâb”ın sayısı ile ilgili konular
ilenerek ekil ve muhteva arasında bütünlük salanmıtır (Ünver 1986: 445).
Talıcalı Yahya’nın Kitâb-ı Usûl isimli mesnevîsinin de kendisine özgü bir
planı vardır. âir, eserinin önemini vurgulamak istermiçesine, her ana bölümü
aynı beyitle bitirir. Bundan sonra da “hikâye” ve “latîfe” balıklı parçalar gelir
(Ünver 1986: 445).
Gelibolulu Âlî’nin Riyâzü’s-sâlikîn isimli mesnevîsinin de kendisine özgü
bir planının olduu görülmektedir. âir eserin asıl konusunu tekil eden kısmı üç
“Ravza”ya; her ravzayı da on “Devha”ya ayırmıtır. Her “Ravza”nın baına
mensur bir “dîbâce” yerletirmitir (Gelibolulu Âlî 1998).
kinci Grupta yer alan mesnevîlerden, Ahmedî’nin skender-nâme’si ve
onun taklidi olan Ahmed-i Rıdvân’ın skender-nâme’si “dâstân”lardan oluan bir
plana sahiptir. Ahmedî bu destanları “Dâstân veya Mukaddime-i Dâstân”,
“Matla’-ı Dâstân ve Hâtime-i Dâstân” olmak üzere üçlü bir planla vermitir.
Destanların uzunlukları ne olursa olsun , balıklar deiik yazılmı olsa bile bu
plan görülebilir (Ünver 1986: 445).
Üçüncü Grupta yer alan mesnevîlerde, aynı konuyu ileseler bile, plan
yönünden önemli farklılıklar görülür. Genellikle ak ve macerayı konu edinen bu
mesnevîlerde âirler, olayları anlatırken takdim-tehir ederek, araya bazen küçük
bazen büyük parça ve bölümler eklemek veya çıkarmak suretiyle aynı konuda
587
587
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
yazılmı baka mesnevîlerden farklı bir eser koymaya çalımılardır (Ünver
1986: 445).
Bu deiikliklerden biri, belki en önemlisi ise, “konunun ilendii
bölüm”lerde, kahramanların azından deiik nazım ekilleriyle, söylenen
iirlerdir. Bunlar arasında sayı bakımından gazeller birinci sırada gelir. Gazel
kadar olmamakla birlikte, “rübâî”, “kıt’a”, “müstezâd”, “murabba”,
“muhammes”, “terci-bend”, “terkib-bend”, “tardiyye” ve “kaside” nazım
ekillerinin kullanıldıı da görülür (Ünver 1986: 445). Örnein eyhî’nin
Hüsrev ü îrîn’inde 24 “gazel”, 1 “teci-bend” ve “kaside”; Hamdî’nin Yûsuf u
Züleyhâ’sında ise 15 “gazel” ve 1 “rübâî” nazım ekliyle söylenmi iirler
vardır.
Özellikle konusu ak olan mesnevîlerde âirler, eserlerini bazı bölümlere
ayırırlar. Bu bölümler “Matla’-ı Dâstân”, “Âgâz-ı Kıssa”, “Dâstân-ı ....”
balıkları altında geçer. Meselâ Hamdî Yûsuf u Züleyhâ isimli mesnevîsini üç
bölüme ayırmıtır (Hamdî 1991):
*
I. Bölüm:
Matla'-ı Dâsitân-ı Yûsuf ('A. M.) (s. 50-180)
II. Bölüm:
Matla'-ı Dâstân-ı Züleyhâ (s. 180-256)
III. Bölüm
Dâstân-ı Bâzıga Binti Melik Tâbûr 'Arî (s. 256-437)
eyhî ise, mesnevîsinin bu kısmını 11 bölüme ayırmıtır (Timurta 1980):
I. Bölüm
Matla'-ı Destân ve Âgâz-ı Kıssa (s. 29-43)
II. Bölüm
Matla'-ı Dâstân..... (s. 43-63)
III. Bölüm
Matla'-ı Dâstân (s. 63-81)
IV. Bölüm
Matla'-ı Dâstân... (s. 81-94)
V. Bölüm
Matla'-ı Dâstân... (s. 94-130)
VI. Bölüm
Matla'-ı Dâstân.... (s. 130-44)
VII. Bölüm
Matla'-ı Dâstân... (s. 144-59)
VIII. Bölüm
Matla'-ı Dâstân... (s. 159-86)
IX. Bölüm
Matla'-ı Dâstân.... (s. 186-206)
X. Bölüm
Matla'-ı Dâstân.. (s. 206-51)
588
588
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
XI. Bölüm
Matla'-ı Dâstân..... (s. 251-64)
Bu tür mesnevîlerde bazen âirlerin eserlerini kaç bölüme ayırdıklarını ve
bu bölümlere hangi isimleri verdiklerini söylediklerini de görmekteyiz. Meselâ
Fahrî’nin, Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974)’ini iki kısma ayırdıını eserinde
geçen u beyitlerden açıkça anlıyoruz:
Çü âpûr (u) îrîn kıssasın dün
itdüñ diñle bir ho kıssa bugün
Dolu derd ü figândur bu ne kıssa
Ki her harfi olupdur zarf-ı gussa
Bunı okıyan ister kim duta yâd
Ki bunuñ adıdur îrîn ü Ferhâd (s. 399)
Ayrıca Fahrî’nin yukarıdaki beyitlerinden “Ferhâd kıssası”na kadar olan
kısmın hikâyenin birinci bölümü olduunu ve onun bu bölüme âpûr u îrîn
ismini verdiini öreniyoruz. kinci kısma ise Fahrî, yine bu beyitlerden
anladıımıza göre îrîn ü Ferhâd ismini vermitir.
âirlerin bu bölümlere bazen dorudan bazen de bir giri yaptıktan sonra
baladıkları görülmektedir. Örnein Hamdî Yûsuf u Züleyhâ (Hamdî 1991)
mesnevîsinde konunun ilendii I. bölüme 13 beyitlik; II. bölüme 14 beyitlik;
III. bölüme ise 5 beyitlik giri ile balamıtır.
Fahrî ise, Hüsrev ü îrîn mesnevîsinde (Flemming 1974) konunun ilendii
ilk bölüme giri yapmadan dorudan balamı, îrîn ü Ferhâd ismini verdii
ikinci bölüme balamadan önce 15 beyitlik bir giri yapmıtır.
Edebiyatımıza Husrev ü îrîn, Leylâ vü Mecnûn gibi Nizâmî’nin
mesnevîlerin tercümesi veya naziresiyle giren mesnevîlerde, Nizâmî’nin
hikâyesini anlatırken bazen bir anlatıcı tayin ettii ve onun azından o bölümü
anlattıı görülmektedir. Klasik âirlerimizde bu hikâyeleri anlatırken aynı
davranıı göstermilerdir. Örnein eyhî de hikâyeyi anlatırken bazen
Nizâmî’nin tayin ettii anlatıcıyı tayin etmi ve onun azından olayı anlatmıtır:
Çunîn goft ân suhen-gûy-i kuhen-zâd
Ki bûde dâstânhâ-yi kuhen yâd
(Nizâmî 1370: 147)
Pes evvel arza kılan dâstânı
Ki Hak lutfiyle âd olsun revânı
Kılup mâzî hadîsinden rivâyet
Bu hâl ile itdi 'âlemde hikâyet
(Timurta 1980: 30)
Aynı durum Fahrî’nin eserinde de görülmektedir:
589
589
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Çunîn goft ân suhen-gûy-i kuhen-zâd
Ki bûde dâstânhâ-yi kuhen yâd
(Nizâmî 1370: 147)
Eyitdi ol söz eyden bilge üstâd
Ki dutmıdı çok eski dâstân yâd
(Flemming 1974: 268-9)
Yine bu gruba giren mesnevîlerden “Heft-peyker” veya “Behrâm-ı Gûr”
adıyla bilinen eserlerde konu “yedi” bölüm halinde düzenlenmitir.
Edebiyatımıza Nizâmî’nin aynı adlı eserinin çevirileriyle giren bu mesnevînin
(Akî: (Kut 1989; Kartal 1999a: 346-7) / Ahmed-i Rıdvân: (Ünver 1982: 229-57,
1986a: 120-5; Kartal 1999a: 347-48) / Ulvî: (Kartal 1999a: 348-9) / Kudsî:
(Kartal 1999a: 349) / Lâmi’î Çelebi: (Kut 1976; Kartal 1999a: 349) en orijinal
örneini Nev’î-zâde Atâyî “Heft-Hân” adlı mesnevîsiyle vermitir. Bu
mesnevîde yedi mekanda yedi hikâye anlatılır (Ünver 1986: 446).
Konusu ak olan mesnevîlerde olaylar birbiri ardınca sıralanırken, âir
konuyla ilgi kurarak baka bir hikâye anlatabilir. Nizâmîden çevrilmi Leylâ vü
Mecnûn mesnevîlerinden Ahmed-i Rıdvân’ın eserinde Mecnûn’un durumu
anlatılırken deiik yerlerde üç hikâye verilmitir. Mecnûn’un vahî hayvanlarla
birlikte yaaması anlatılırken verilen köpek hikâyesi gibi (Ünver 1986: 446). Bu
tür mesnevîlerde, âirin anlattıı konuya uygun ve anlattıı konunun içersinde
uygun bir yerde mesel getirdii de görülmektedir (Hamdî 1991: 283). Bazen bu tür
mesnevîlerde âirlerin anlatacaı bölüme balamadan önce konu ile ilgili
deerlendirmelerde bulunduu da müahede edilmektedir. Mesela Hamdî, Ya’kûb
(A.S.)’un, çocuklarının haberlerinde hilaf bulduu bölümü anlatırken sözün doru
olması gerei ve yalan söz hakkında unları söylemitir (Hamdî 1991: 107):
Yaz göñül levhine bu kavli tamâm
Râst olmaz muhâlif olsa kelâm
Her ne sözde kim ola bûy-ı dürûg
Görmez ehl-i basîret anda fürûg
Subh-ı kâzib kaçan ki itdi zuhûr
Dil uzatdı ki ide kıssa-i zûr
Sıdkıla subh-ı sâdık oldı bedîd
Takdı anuñ diline hayt-ı sepîd
Kesdi tîg-ı afak o dem anı
Görmemisin yüzindeki kanı
Kat’ olunsa revâ ola o zübân
Ki sözinde ola hilâf u yalan
Yine bu tür mesnevîlerde, kahramanlardan birinin ölümü veya benzeri bir
felaket anlatıldıktan sonra âir, cihanın vefasızlıını dile getiren bir balıkla
590
590
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
olayların akıını durdurur. Okuyucuya bu konuda öütler verir. eyholu
Mustafâ, Hurîd-nâme’de “Boa Han” hikâyesine girerken onun zalim bir
hükümdar olduunu bildirdikten sonra “Mev’ıza der-ân-ı Zâlimân (= Zalimlerin
durumları üzerine öüt)” balıı altında öütler verir (Ünver 1986: 446).
Dördüncü Grupta yer alan mesnevîlerde beyit sayısı azdır. Gerçi öbür
gruplarda da beyit sayısı yüzü amayan eserlerle karılaıyoruz. Fakat bu
gruptaki beyit sayısı daima binin altında kalmıtır. Dolayısıyla mesnevînin
tamamına yakın bir bölümünü “konunun ilendii bölüm” oluturur. Buna örnek
olarak Nâbî’nin Sûr-nâme’si verilebilir. Tamamı 587 beyit olan bu eserde, 30
beyitli bir “tevhîd”, 22 beyitli bir “na’t” ve 32 beyitli bir “padiah övgüsü”nden
sonra asıl konuya geçilir. Eserin son dört beyti padiaha dua ile biter. Böylece
587 beyitlik Sûr-nâme’de 84 beyitlik balangıç bölümü dıındaki beyitler
konunun ilenmesine ayrılmıtır (Ünver 1986: 446-7).
ehr-engîzlerde beyit sayısı genellikle daha azdır. Örnein Usûlî’nin Yenice
ehr-engîzi (sen 1988a) 172; Gelibolulu Âlî’nin Gelibolu ehr-engîz’i ise 86
beyittir (Aksoyak 1996). âir kısa bir giriten sonra “konunun ilendii bölüm”e
geçer. Burada ele aldıı ehrin güzellerini bazen isim vererek kısa kısa tasvir
eder.
Ser-güzet türünde olan eserlerde durum ehr-engîzlerdeki duruma yakındır.
Bunlar arasında Keçecizâde zzet Mollâ’nın Mihnet-keân’ı (Keçecizâde zzet
Mollâ 1269; Ceylan 2007) sergüzet türündeki eserlerin en geni olanıdır. Bu
eserde mesnevî içinde “gazel”, “kaside”, “kıt’a”, “rübâî” ve tahmîs”ler de
bulunmaktadır (Ünver 1986: 447).
Biti bölümü
Mesnevîlerin “biti bölüm”leri, plan ve tertip yönünden “konunun ilendii
bölüm” gibi deiiklik göstermez. “Giri bölümü”nde olduu gibi, bu bölüm için
de çounluu içine alan bir plan verilebilir:
Beyit sayısı az olmayan uzun mesnevîlerde, “biti bölümü” “konunun
ilendii bölüm”den belli balıklarla ayrılır. Bu balıklarda çounlukla Arapça
“hatm (= sona erdirme, bitirme) mastarı ya da aynı kökten türemi “hâtime” sözü
vardır (Ünver 1986: 447). Balıklar ya Arapça kurala göre (Hâtimetü’l-kitâb,
Temmetü’l-kitâb... gibi) ya Türkçe kurallara göre (Kitâb Hâtimesi, Kitâb Hâtimesi
Turur) ya da Farsça kurala göre (tmâm-ı Kelâm, Hâtimet-i Kitâb, Tetimme-i
Kelâm, Temâmî-i Suhen, htitâm-ı Kitâb, Hâtime-i Kitâb, Hatm-i Kitâb, Hâtime-i
Nüsha, Mebhas-i Hâtime, Tetimme-i Kelâm ve Hâtime-i Kitâb, ... gibi) yazılmı
bir tamlamadır. Bazen sadece “Hâtime” sözünün kullanıldıı da görülür. Ayrıca
Arapça-Farsça birleik isim olan “Hatm ud”, “Hatm-uden-i....”, “Tamâm-udeni...” gibi balıklar da görülebilir. âir bazen balıkta eserinin ismini de zikreder.
“Hâtime-i Nüsha-i Bahrü’l-kemâl” (Hilmî 1995: 357), “Der-Hâtimet-i Kitâb-ı
Âyât-ı Uâk” (Cem Sultan 1997: 679), “Temâm-uden-i Kitâb-ı Hurîd-nâme”
*
*
*
591
591
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
(Ayan 1979: 423), “Der-Hâtimet-i Kitâb-ı Mantıku’t-tayr bi’s-sa’âdeti ve’lhayr” (Yavuz 2007: II/652) gibi. Kimi eserlerde balık “hâtime”nin yanında
baka amacı da anlatır. Sıfâtu’l-haremeyn’deki “Der-hâtime vü du’â vü târîh-i
kitâb vallahu âlem bi’s-savâb” (Demir 2005: 163) örneinde olduu gibi.
Kimi mesnevîlerde “konunun ilendii bölüm”le “hâtime” balıı arasında,
“tevhîd”, münâcât”, “mev’ize”, “temsîl”, “fahriyye”, “temhîd” gibi balıklar
görülür. Mesnevînin ilendii konu tamamlandıına göre, bu balıkların “biti
bölümü” içinde sayılması gerekmektedir (Ünver 1986: 447).
Kimilerinde ise balık, “hâtime” yanında baka bir amacı da anlatır: Hüsrev
ü îrîn’deki “Hatm-i Kitâb ve Medh-i Sultân Murâd”, skender-nâme’deki “DerTemsîl ve Hâtime-i Kitâb”, Ik-nâme’deki “Münâcât ve Hâtime-i Kitâb”,
Ferheng-nâme-i Sa’dî’de “Der-Hatm-i Kitâb ve Özr-i Kâ’il” (Ünver 1986; 447),
Pend-nâme-i Zarîfî’deki “Fazîlet-i Ehl-i Kemâl ve Hâtime-i Kitâb” (Arslan
1994: 92) örneklerinde olduu gibi.
Bir kısım mesnevîlerde ise, eser “hâtime” balıından sonra gelen baka
balıklarla biter. Ancak, bu balıklar genellikle kitabın hangi tarihte ve nerede
yazıldıı, kaç beyit olduu gibi sorulara ıık tutan “Der-Târîh-i Kitâb” türünden
bir balık olabilecei gibi, “münâcât” iiri, okuyucunun hogörüsünü ve duasını
dileyen parçaların balıkları da olabilir (Ünver 1986: 447).
“Hâtime”si olmayan mesnevîler de vardır. Bu tür mesnevîlerde, sadece son
beyitte eserin sona erdii dile getirilmitir. Câmi’u’l-ahbâr (Âık Ahmed 1998),
Kitâbu’-emsiyye (Yazıcı Sâlih 1994) ve Yûsuf u Züleyhâ (Hamdî 1991) gibi.
Bazı mesnevîlerde ise, konunun ilendii bölümle hâtimenin bir balıkla
ayrılmadıı görülmektedir. Nitekim Hâfız-zâde, Risâle-i Hat isimli eserinde
“hâtime”yi herhangi bir balıkla belirtmemi, konunun ilendii bölümden sonra
kaleme aldıı:
Burada hatm itdüm bu kitâbı
Hurûf-ı muhkemâtiçün hisâbı
beytiyle “hâtime” bölümüne balamıtır (Eri 2005: 129).
Mesnevîlerin “biti bölümü”nde yer alan balıklar u ekilde gösterilebilir:
Allah’a “hamd ü senâ” ve “dua”: âirler, “hâtime”ye, bazen Allah’a hamd
ve sena ederek balarlar. Nev’î-zâde Atâyî’nin Heft-hvân (Nev’î-zâde Atâyî
1974: 344), Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil (Yenipazarlı Vâlî 2003: 546)
mesnevîleri gibi.
Bazen bu bölümde, âirin, “kasemiyyât” balıı altında yazdıı
manzumede de, Allah’a dua ettii görülmektedir. Meselâ, Simkezâde Feyzî,
Cevâb-nâme’sinin “biti bölümü”nde yazdıı “kasemiyyât” balıklı bölümde
(Simkezâde Feyzî 1997: 219-21) Allah’a dua eder, Allah’tan günahlarının
592
592
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
baılanmasını, Peygamber’in efaatinden mahrum etmemesini diler. Allah’a
kullukta doru bir ekilde hizmet etmesini niyaz eder. Eserinin herkese faydalı
olmasını, yazanı, yazdıranı ve sebep olanı Allah’ın zatına kavuturmasını
diler (Simkezâde Feyzî 1997: 31).
Bu bölümde müstakil “münâcât” manzumelerinin yazıldıı da
görülmektedir. Meselâ Riyâzü’s-sâlikîn (Âlî 1998: 221-2) ve Mi’râc-nâme
(Simkezâde Feyzî 1997: 207-8)’de bir, Bahrü’l-kemâl (Hilmî 1995: 367-72) de
ise üç tane “münâcât” yer almaktadır.
Sultana övgü ve saltanatının devamı için dua: âir, bazen eserinin “hâtime”
bölümünde, sultanı anıp onu övebilir. Bazen bu bölümde, övülenlerin ehzade,
vezir veya baka bir devlet büyüü de olduu görülebilir. âirlerin bu bölümde
söyledikleri ekseriyetle birbirine çok yakındır (Ünver 1986: 448). Bu bölümde
âirler, bazen sultanın himmet ve ihsanını istedikleri gibi (Anbarcıolu 1986: 1701), bazen de onun cülûsuna kıt’a nazım ekliyle iir söylemilerdir (Hilmî 1995:
372-3). erîfî, Yûsuf u Zelîhâ'sında u ekilde dua etmektedir (erîfî 2001: 56):
*
Çog ola ömri sultan atasınun
Senâsın ide âh-i kâm-bînün
Olup ehzâdeler ömri ziyâde
Görüp sultânı irsünler murâda
Safâlar kesb idüp pîrâyesinde
Olalar müstazıllar sâyesinde
u artıla erîfî-i hakîri
Nazar idüp olalar dest-gîri
âirin eseriyle ve âirliiyle övünmesi: Mesnevîsini bitiren âir, eseriyle
övünür. Bu vadide kendisiyle yarıabileceklere meydan okur. Eskilerin
usûlünden ayrıldıını, kendisinin yeni bir usûl tuttuunu böylece yeni bir macera
anlattıını kaydeder. Mesnevîsinin her beytinin, hatta her harfinin sırlarla dolu
olduunu, söz ve anlam sanatlarıyla süslendiini, bu hâliyle herkesin
ulaamayacaı bir geline benzediini söyler. Anadolu ’da, ran ’da ve ve Arap
ülkelerinde hiçbir eserin, bununla boy ölçüemeyeceini; mesnevîsinin çeviri
olmadıını, bakasının eserini çalmadıını söyler (Ünver 1986: 448). Bazen
eyh Gâlib gibi, eserinin sırlarını aldıı eseri belirtir. Ancak hırsızlık etmediini
yani çalmadıını, çaldıysa “mîrî mâl”ını aldıını kaydeder. Ayrıca âirlerin
dönemin söz sultanının kendisi olduunu ifade ettikleri de olur. Bazen âirlerin
mesnevî dıındaki iirlerini de, bu bölümde övdükleri görülebilir. eyh Gâlib’in
Hüsn ü Ak (eyh Galip 1992: 347-8), Refî’-i Amidî’nin Cân u Cânân (Refî’
2000: 277-8) mesnevîlerinin “biti bölümü”nde “Fahriyye-i â’irâne” balıı
altında kendilerini ve eserlerini övdükleri bölüm vardır. Talıcalı Yahyâ, Güleni Envâr’ının bu bölümünde yer alan “Gülen-i Envâr” balıklı kısımda, kitabına
bu adı veriini ve onun özelliklerini sayarak övmütür (Yahya Bey 1992: 187-8).
*
593
593
*
*
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Sünbül-zâde Vehbi ise, Lutfiyye’sinin “hâtime” kısmında yer alan u beyitlerle
kendisini ve eserini övmütür (Beyzadeolu 2004: 166-67):
Mâ-hasal köhne süvâr-ı ‘asrum
Vâkıf-ı îve-i kâr-ı ‘asrum
Ya’nî çok nesneyi a’lâ bilürüm
Gizli ma’nâları ra’nâ bilürüm
Anla kim bu yazılan güftârı
Ekseri tecrübemün âsârı
Gayrılar böyle dekâyık yazamaz
Yazsa da ‘asra muvâfık yazamaz
Fehm idüp kadrini vicdânunda
Hırz-i cân eyleyesin yanunda
âirlerin bazen mesnevînin “giri bölümü”nde olduu gibi, “biti
bölümü”nde de eserlerindeki yanlılarının ve eksiklerinin baılanması dileinde
bulundukları görülmektedir. Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u (Fuzûlî 1981: 410-1)
ve Nev’î’nin Münâzara-i Tûtî vü Zâg’ı (Gürer 2005: 131-34) gibi.
Tanınmı mesnevî âirleri ve eserlerini anma: âirler, ran ve Türk
edebiyatlarında, mesnevî alanında üstad kabul edilmi “hamse” sahiplerini, ya
bu mesnevî konusunu kendinden önce ileyenleri ya da kendinden önce deiik
konularda mesnevî yazan âirleri zikrederler. âirlerin bu anıının, kiiliklerine
göre deitii görülür. Kimileri, adını andıı büyük âirleri saygı ve hürmetle
dile getirirken, kimileri de onlardan daha üstün olduklarını ifade eder. Tabiî
bunda, âirâne anlatımın da payı vardır. ârler, bu tarz düüncelerini, bazen
“hâtime” balıı altında (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 345-6), bazen de ayrı bir balık
altında dile getirir (Ünver 1986: 449). Örnein Yenipazarlı Vâlî, Hüsn ü Dil’in
sonunda yer alan “Esâmî-i u’arâ-yı Kadîm” balıı altında bazı Türk mesnevî
âirlerinin isimlerini sayar, onların mehur “mesnevî-gû” olduklarını söyledikten
sonra, arkalarından rahmet okur (Yenipazarlı Vâlî 2003: 554-55). Atâ ise,
eserinin sonunda yer alan “der-zikr-i îve-i selef” bölümünde, bazı Fars ve Türk
âirleri zikretmitir (Türkmen 2000: 164-8; Aksoyak 2006: 259-63).
Mesnevîlerin bu bölümlerinde en çok adı geçen âirler: Firdevsî, Attâr,
Nizâmî, Mevlânâ , Sa’dî, Emîr Hüsrev-i Dihlevî , Hâcû-yi Kirmânî, Mollâ Câmî,
Alî îr Nevâyî , Hamdî, eyhî, Celîlî, Lâmi’î, Yahyâ Bey’dir.
Bazen bu bölümde, mesnevî âirlerinin “hamse” sahibi âirleri andıktan
sonra, kendilerinin de onları takip ederek “hamse” yazdıklarını ifade ettikleri ve
“hamse”lerini oluturan mesnevîler hakkında bilgi verdikleri de görülmektedir.
Nev’î-zâde Atâ’yîn Heft-hvân’ı (Nev’î-zâde Atâyî 1974: 345-7) gibi.
Gelibolulu Âlî Tuhfetü’l-uâk isimli mesnevîsinde eserleri ve âirliiyle
övündükten sonra bakalarını zemmetmitir (Âlî 1995). Ancak bu durum
*
*
*
*
594
594
*
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
mesnevîlerde çok sık görülmez. Bu durumu âirin agresif kiiliinin yansıması
kabul edersek de bu durum yaygın deildir.
âirin eserine verdii ad: Kimi mesnevîlerde âirler eserlerine verdikleri adı
bildirirler:
Cilâ’ü’l-kulûb:
Çün eyler cilâyile def’-i kürûb
Anun nâmı dindi Cilâ’ü’l-kulûb
(Özkan 1990: 263)
Heft-hvân:
Gîr ü dâr-ı gamı beyân itdüm
Nâmın illerde Heft-hvân itdüm
(Nev’î-zâde Atâyî 1974: 347)
Bahrü’l-kemâl:
Nazmı anun olmag ile bî-misâl
Didüm anun nâmına Bahrü’l-kemâl
(Hilmî 1995: 364)
Bildirdikleri bu adın, mesnevînin nüshalarında farklı geçtii de görülebilir.
Örnein eyh Baba Yûsuf’un Mevhûb-ı Mahbûb’unun ismi, Konya Koyunolu
Ktp.nde bulunan nüshasına göre “Mahbûb-ı Mahbûb”, Orhan Ersoy’da bulunan
nüshasına göre ise, “Mevhûb-ı Mahbûb”dur (Kartal 2000c: XXIX, 525, 568):
Kitâbuñ adını Mahbûb-ı Mahbûb
Kodum feth itdi Hak itmedi mahcûb
Kitâbuñ adını Mevhûb-ı Mahbûb
Kodum feth itdi Hak itmedi mahcûb
Hatta bu adın, ebcet hesabıyla, eserin yazıldıı tarihi verdiini de
görebiliriz. âirlerin, eserlerine iki ad verdikleri de olur (Ünver 1986: 449).
Nitekim Cem Sultan, Cemîd ü Hurîd mesnevîsinin “hâtime” kısmında eserine,
Âyât-ı Uâk ismini verdiini bildirdikten sonra, Cemîd ü Hurîd’in ona lakap
olduunu söyler. Ayrıca Âyât-ı Uâk terkibini eserin yazılı tarihini verdiini de
kaydeder (Cem Sultan 1997: 681):
Safâ bulmagiçün bu sözden uâk
Didüm adını hem Âyât-ı Uâk
Hisâb idersenüz ehl-i tevârîh
Girü adı olur kendüye târîh
Bu adı diyübeni olma olma nevmîd
Lakabdur dinilür Cemîd ü Hurîd
595
595
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Vardarlı Fazlî, mesnevîsinin adının Mahzenü’l-esrâr, okuyanın gamını
gidermesinden dolayı da, dier adını Dâfi’u’l-hüzn koyduunu ifade eder
(Aksoyak 1999: 55):
Ger tefahhus eyler isen nâmı ne
Mahzenü’l-esrâr didüm nâmına
Dâfi’u’l-hüzn oldı bir nâmı dahı
Hüzni kalmaz okuyanlar i ahi
âhîdî de, Leylâ vü Mecnûn’a iki isim vermitir (âhidî (x): 190a):
Bunuñ kim ‘ıkıla oldı nizâmı
Dinildi Gülen-i ‘uâk nâmı
Hevâ bu güleni k’itdi mu‘attar
Görindi hatm-i târîhine mazhar
Eger bu ad virmezse tesellî
Lakabdur diyeler Mecnûn u Leylî
âirlerin, eserlerine verdii ismi, Arapça beyitle de bildirdii görülmektedir.
Yazıcıolu Mehmed’in Muhammediyye’si gibi (Çelebiolu 1996: II/605):
*
Hede’l-ehadü min-delâleti’l-Ahmediyye
Bede’l-Ahmedü min-celâleti’l-ehâdiyye
Lemmâ hademtü bi’r-risâleti hatme’r-risâlet
867
Semmeytühâ bi’r-risâleti’l-Muhammediyye
Bazen âirler mesnevîlerine verdikleri ismi, eserlerinin giri kısmında
belirtmilerdir. Nitekim Bosnalı Muhlis, manzum seyahatnamesine verdii ismi,
eserinin giri kısmında yer alan u beytinde zikrederken (Cokun 2007: 44):
Ola ismi Delîlü fi’l-menâhil
Vü hem nef’inde Mürid fi’l-merâhil
Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi ise, u beytiyle belirtmitir (Sungur 2006: 212):
Heves birle urup bünyâdın anun
Heves-nâme kodum hem adın anun
867
Ahad olan Allah, Ahmed’in delâletiyle bidayet etti. Ahmet Ahadiyetin yüceliinden zuhur eyledi.
Ben, bu risale ile risaletin mührüne hizmet ettiimden onu Muhammediyye risalesi olarak
isimlendirdim.
596
596
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Mu’înî ise, mesnevîsine verdii ismi ve lakabı, eserinin giri kısmında
yazmı olduu iki ayrı manzume ile açıklamıtır (Yavuz 2007: II/18-21).
Hasetçilere, acemi ve dikkatsiz müstensihlerle metni doru dürüst
okuyamayan okuyuculara yergi, bunların esere verecei zarardan Allah’a
sıınma: âir eserini bitirirken onu, kıskananların errinden koruması; harflerin
yazımını birbirine karıtıran, noktalarını alt üst eden dikkatsiz ve beceriksiz
müstensihlerden esirgemesi; sözden anlamayan, düzgün okuyamayan
okuyucuların eline düürmemesi için Allah’a yakarır (Ünver 1986: 449). Mesela,
Nev’î-zâde Atâyî, Sohbetü’l-efkâr’ının “hâtimetü’l-kitâb” bölümünde hem
dikkatsiz müstensihlerden hem de sözden anlamayan ve düzgün okuyamayan
okuyuculardan Allah’a sıınır (Yelten 1999: 277-79):
Dâd-ı feryâd iki ahs-ı nâdân
Oldılar dümen-i cân-ı ‘irfân
Biri ol kâtib-i tashîf-nüvîs
Ki virir ma’nîye hükm-i telbîs
………………………………
Biri ol tâ’ife-i nâ-mevzûn
Ki ide nazmın iin dîger-gûn
Gire bir sûrete i’r-i fâhir
Ki anı bilmeye görse âir
Bazen mesnevîlerde Tuhfetü’l-uâk’ta olduu gibi (Aksoyak 1995) dikkatli
müstensihlerin övüldüü de görülmektedir.
Mesnevînin beyit sayısı: Bütün mesnevîlerde bulunmamakla birlikte, bazı
âirlerin, mesnevîlerinin kaç beyit olduunu bildirdikleri görülür. âirin bildirdii
sayı ile, eldeki nüshaların beyit sayısı, her zaman aynı olmayabilir. Bu durum, ya
âirin beyit sayısını yuvarlayarak vermesinden ya da müstensihlerin ihmalinden
kaynaklanır. Ayrıca âirin esere sonradan eklemeler yapması ve önceden verdii
beyit sayısını deitirmesi de böyle bir sonuç dourabilir (Ünver 1986: 449).
Varka ve Gülâh
Bin yedi yüz beyt ola bu dâstân
çi tolu dürr cevâhir la’l ü kân
(Yusuf-ı Meddâh 2007: 295)
Murâd-nâme:
Tamâm on bin ü dört yüz on beyt olur
Çag âhırgı beyt ile dirsen dirsen n’olur
Rubâ’îsi ferdi sayıldı bile
‘Arab beyti dahı ki geldi dile
(Ceyhan 1997: II/1052)
597
597
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Heft-hvân:
Nakd-i ömri kılup bu san’ata harc
Varum itdüm bu dürc-i gevhere derc
Oldı bî-illet-i “le’alle vü leyt”
Kesr ü noksânı ile üç bin beyt
(Nev’î-zâde Atâyî 1974: 347)
Yûsuf u Züleyhâ:
Bu dürc-i nazm içinde derc olan dür
Yidi bin yidi yüz yitmi yididür
(Kemal Paazâde 1979: 208)
Müridü’l-ubbâd:
Pes bu cevher nazmunı virme ana
Bu sözi te’kîd ile didüm sana
Dercdür bu hokkada iy mu’teber
ki bin kırk bir u bir dane güher
(Çelebiolu 1999: 280)
Beyit sayısının bazen ebcet hesabıyla verildii de görülmektedir. Nâkâm’ın
Leylâ vü Mecnûn’u gibi:
Hem itdim beytini ta’dâd fi’l-hâl
Üçer gayn oldı bir yâ bir de zâl (3710 beyit)
(Levend 1959: 348)
Mesnevînin yazılııyla ilgili tarihler: Mesnevî’nin “biti bölümü”nde âir,
eserinin sona erdii tarihi belirtir:
Kutadgu Bilig (Arat 1979: 641):
Yıl altmı iki erdi tört yüz bile
868
Bitiyü tükettim bu söz ülgüle
*
Leylâ vü Mecnûn (Hamdullâh Hamdî: 122b):
Tokuz yüz bede bu nazm-ı cevâhir
El-hamdulillâh iy Hamdî oldı âhir
Muhabbet-nâme (Sertkaya 1972: 25):
Bu defter kim bolup-dur Mısr kandı
Yiti yüz yıl tört içre tükendi
868
Yıl dörtyüz altmı iki idi, bu eseri yazıp tamamladım (Arat 1988: 465).
598
598
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Kimi mesnevîlerde âir, eserinin biti tarihi ile birlikte eserine nerede ve ne
zaman baladıını da bildirir:
Varka ve Gülâh (Yusuf-ı Meddâh 2007: 295):
Varka vü Gülâh sözini biz hele
Söyledük küllî tamâmet nazmıla
Baladuk Sivas ehrinde bunı
Kim rebî’ü’l-evvelün evvel güni
Hem rebî’u’l-âhir ilkinde tamâm
Eyledük rûz-i düenbih ve’s-selâm
Yidi yüz kırk üç yılındadur bu dem
Kim bunun târîhine urduk kadem
Gülen-i Uâk (âhidî (x), 189b-190a):
Sitanbul içre olup ibtidâsı
Dahı görinmeziken intihâsı
Baña devrân ki çok bâzîce kıldı
Terahhum eyleyüp Yunana saldı
Ki ol Hânuñ iridüm hizmetine
Giyüp hil‘atlerin bindüm atına
Çü gördüm baña bu lutfın lâhuñ
Kitâbı baladum adına âhuñ
Tamâme irdi Sultân devletinde
Umaram kim bula ragbet katında
Kitâbuñ nazmına olmakda megûl
Mu‘âsır düdi ol âh ile bu kul
Bulup bir yıl içinde feth-i bâbı
Bu nazm ile ol sultânuñ kitâbı
............................................
Cemâd-i âhir ayında nihâyet
Bulup yazıldı nefse irdi gâyet
Tutup yüz Konya ehrinde tamâme
Bu zîverler beyâza geldi nâme
Bazen de mesnevînin yazılmaya nerede balandıı belirtildikten sonra,
yarım kalan eserin nasıl ve kimin tevikiyle bitirildii açıklanmıtır:
Cilâ’ü’l-kulûb (Özkan 1990: 264):
Müyesser kılup intihâsın Hudâ
Burusa’da oldı ana ibtidâ
Dinildükde andan bir iki varak
Stanbul’da sevk itdi takdîr-i Hak
Velî anda geldükde kayd-ı kifâf
Unutdurmı idi anı bî-hilâf
Ferâmû idüp bir niçe rûzigâr
Bu vech ile devr itdi leyl ü nehâr
599
599
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Pes andan gelüp rûz-ı ferhunde-fâl
Tulû’ itdi ol mihr-i evc-i cemâl
Ma’ârifden idi ‘ayân u nihân
Seher âma dek güft ü gumûz hemân
Salup mülket-i câna gavgâ vü ûr
Açup virdi bu çem-i giryâna nûr
Görüp bir gün ol nüsha-i ebteri
Begendi be-gâyet o i’r-i teri
Bakup kıldı izhâr-ı ûr u egab
O dem kıldı tekmîlin anun taleb
Çü her emri olmıdı anun mutâ’
Kabûl eyledüm bî-cidâl ü nizâ’
Mukayyed olup nazma her rûz u eb
Tamâm eyleyüp anı çekdüm ta’ab
Mesnevî’nin yazılmaya balandıı zaman tarih, ay ve gün olarak verildii
gibi, “bahar”, “hazan”, “sayf (= yaz)”, “itâ (= kı)” gibi mevsim adları
söylenerek de belirtilebilir:
Cemîd ü Hurîd (Cem Sultan 1997: 681):
Safer ayında oldı ibtidâsı
Velî a’bân ayında intihâsı
Camasb-nâme (Çelebiolu 1999: 244):
Ol zamân kim dâsitâna baladum
Eski yirde yini dalı aladum
Güllerün vakti tamâm olmı idi
Ötmege bülbül seher durmı idi
..................................................
Sebze ‘âlem gül açılmı bâgda
Baladum ben bu söze ol çagda
Hem tamâm olınca bil itdüm tamâm
Yine gül vakti olınca ve’s-selâm
Bil Nebînün hicretinden bu zamân
Geçdi sekiz yüz otuz üç yıl tamâm
Târîhi andan durur ite didüm
Nitekim ol resm ü ‘adetdür kodum
Özellikle ilk dönem mesnevîlerinde, eserin biti tarihinin hicrî yıl olarak
açıkça belirtildii görülmektedir (Ünver 1986: 449):
Esmâ-i Hüsnâ erhi (Külekçi trhs.: 151):
Tokuz yüz kırk sekiz oldukda hicret
Bu nazma irdi Hakkdan ‘avn-ı nusret
Leylâ vü Mecnûn (Hamdullâh Hamdî: 122b):
600
600
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Tokuzyüz bede bu nazm-ı cevâhir
Bihamdi’llah Hamdî oldı âhir
Eserin bitirildii tarih, bazen yıl, yıl-ay, yıl-ay-gün olarak verildii gibi,
bazen de mevsim adları söylenerek açıklanmıtır:
Dütûrnâme-i Enverî (Enverî 1928: 108):
ükr Hak avniyle idüp ihtimâm
Eyledüm Düstûr-nâmeyi temâm
Çün sekizyüz altmı tokuzda yıl
rdi Zi’l-hiccede âhir oldı bil
Esrâr-nâme (Tebrizli Ahmedî 1996: 161):
On iki idi meger mâh-ı Safer
Geldi hatme bu kitâb-ı mu’teber
ehr-i Tebrîz içre der-vakt-i bahâr
Mevsim-i gül irmi idi lâlezâr
Târîh irmidi sekiz yüz seksene
Dahı dört yıl bile hicretden yana
Pençenbebih güni bu oldı tamâm
Târîh ile ihtitâmı ve’s-selâm
Hüsrev ü îrîn (Flemming 1974: 486):
Yeni yıl baı Ferverdîn-i Nevrûz
Ki olmı idi güne ‘âlem-efrûz
Receb ayı dokuzında sehergâh
Kuzı burcında ol seyyâre yâ âh
‘Alem urmıdı kim bitdi bu defter
Haka minnet komadı bunı ebter
Eserin hicrî olarak biti tarihi belirtilirken, bazen ne zaman yazılmaa
balandıı da ifade edilmektedir:
Dirisen hicretün oldı nesinde
Olupdur bil tokuzyüz ellisinde
Sefer ayının onunda bidâyet
O yıl a’bânı onbirinde gâyet
Bulup oldı Nigâristân zînet
Tamâm oldı Hudâya ükr ü minnet
(Za’îfî 1978: 227)
Tokuz yüz seksen altıda kemîne
ürû’ itdükde Yûsuf kıssasına
Rebî’u’l-evvelinün evvelinde
Bu nazmı nazma baladumdı ben de
Rebî’u’l-âhirün onı ki geçdi
601
601
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Bu zîbâ kıssa pâyâna iridi
(erîfî 2001: 55)
Hicrî olarak verilen tarih, daha sonraları “ebced”le tarih düürmeye
dönümütür. Hatta âirler, sadece birkaç harf adı verip, bu harflerin sayı
deerlerinin toplamıyla da, eserlerinin yazılı tarihini verme yoluna da
gitmilerdir:
râd:
Çü didüm mevlid-i nazm-ı Muhammed
Dile târîh geldi hayr-ı Ahmed
(Aslan 2009: 76)
Cân u Cânân (Refî 2000: 288):
Bil nazm-ı dekâyık ism-i ra’nâ
Târîh-i hitâmıdır hem ammâ
Tuhfetü’l-uâk (Türkmen 2000: 169; Aksoyak 2006: 263):
Hüsn-i hulkı ideler câna siper
Oldı çün târîh mir’ât-ı siyer
Heves-nâme (Sungur 2006: 549):
Beyân eyler çü târîh-i kitâbı
Mahabbet-nâme-i Ca’fer Çelebi
Cilâ’ü’l-kulûb (Özkan 1990: 263)
Kılup çünkim bu nazm-ı pâki rakam
Ferâgıyla âsûde oldı kalem
Virüp anda târîh-i nazma nizâm
Didüm bu kitâb oldı hâlâ tamâm
Leylâ vü Mecnûn (Fuzûlî 1981: 410):
Târîhine düdiler muvâfık
Bir olmagile ol iki ‘âık
Cemîd ü Hurîd (Akalın 1975: 412):
Saferden nısf geçmidi tamâmı
Ki bu îveyle nazm itdük kelâmı
Rebî’ü’l-âhirün nısfında itmâm
Bulıban oldı baht u sa’d ile tâm
Ve lîkin yıl bî vü dâl idi vü zâd
Bili olsun dâl sana olanun zâd
Mesnevîlerin tamamlanı tarihleri bazen hem hicrî tarih olarak hem de ebcet
hesabıyla belirtilmitir:
602
602
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Sohbetü’l-ebkâr (Yelten 1999: 280):
ehr-i Tırhâlada bu nazm-ı benâm
Bin otuz be senesi oldı tamâm
Ya’nî nüzhet-geh-i ejderhâda
Oldı bu genc-i hüner âmâde
…………………………….
Didi uran ‘ukde-i hatmin anın
Nazmına târîh “zihî nazm-ı pâk”
Bazen mesnevînin ismi ve yazıldıı tarih belirtilmek için, ya müstakil bir
bölüm, ya tarih kıt’ası ya da bir beyit yazılmıtır:
Beyân-ı Te’lîf-i Kitâbdur ve
Târîh-i Zemân-ı Feth-i Bâbdur
............................................
Ol dem ki bu nusha oldı merkûm
Leylî Mecnûn adına mersûm
zhâra gelüp rumûz-ı vahdet
Vahdetde temâm olup hikâyet
Târîhine düdiler muvâfık
Bir olmag ile ol iki âık
(Fuzûlî 1981: 410-1)
Târîh-i Tamâm oden-i Âyât-ı Erba’în
Çünki bu âyetleri tahrîr idüp
Eyledüm lutf-ı lâha i’tisâm
Göricek anun tamâm oldugını
Didi hâtif oldı çihl âyet tamâm
(Sevgi 1993: 67)
Kıt’a der-Târîh-i tmâm
Oldı bu kıt’a-i ho-âyende
Gönül ol dem ki terk-i hâme oldı
Adını târîh ile ehl-i dilân
Didi Feyzî Cevâb-nâme oldı
(Simkezâde Feyzî 1997: 221)
Der-Târîh-i Te’lîf-i Kitâb
Gel i cennet gülinün bülbüli sen
Konula bir dikenden yüz güli sen
…………………………………
Seher kuları her dem dem idi
Gice her sırra mahrem eb-nem idi
Rebî’u’l-evvele âhırdı zâhir
Ki bu Hurîd-nâme oldı âhır
(Ayan 1979: 425-27)
603
603
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Kalem çeküp tamâm oldı ibu Esrâr-nâme nazmı
Hadde kalem çeker isen târîh direm lafz-ı nazmı
(Tebrizli Ahmedî 1996: 162)
Eserin, kaç günde, haftada veya ayda tamamlandıının da, ifade edildii
görülür:
Taauknâmeni himmet bolup yâr
Tükettim yitti günde bî-meded-kâr
(Köktekin 2000: 77)
Hem Burusada nisâr idüp cânı
ki haftada tamâm itdüm bunı
(Pekolcay 1953: 351)
Tükel on sekiz ayda aydım bu söz
869
Ödürdüm adırdım söz evdip tire
(Arat 1979: 652)
Eserin bitirildii tarih, bazen eserde anlatılan hikâye sayısı belirtilerek
yazılmıtır:
Bu kitâbun hatmı u oldı tamâm
Toptolu yüz dâsitân geldi tamâm
Yidiyüz otuz yılında hicretün
Sözi irdi hatmine bu fikretün
(Yavuz 2000: II/2 959)
Mesnevînin yazıldıı tarih, bazen Farsça rakamla da belirtilmitir:
*
Didile târîh di iy merd-i kâr
Didüm ite nüh sad ü ast ü çehâr
(Emre 1988: 128)
âirin ismi: Genellikle mesnevî âirleri, eserlerinin “biti bölümü”nde
mahlaslarını zikretmilerdir:
Temâm itdi bu slâmî sözüni
Çü teslîm itdi dergâha özüni
(Yüksel 1996: 288)
869
Bu sözleri tam on sekiz ayda söyledim; sözleri toplayıp, derleyerek, seçtim ve ayırdım (Arat 1988:
475).
604
604
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Riyâzü’s-sâlikîn:
Eyleyelüm hatm-i sühan Âliyâ
Evvel ü âhir bula söz intihâ
(Gelibolulu Âlî 1998: 222)
Mevhûb-ı Mahbûb:
Fettâh u i Vehhâb u i Rahmân
Zelîl eyhoglına sen eyle dermân
(Kartal 2000c: 522)
âir ve memleketi hakkında bilgi: Mesnevî âirlerinin, bazen müstakil
olarak yazdıı manzumelerle, kendisi ve memleketi hakkında bilgi verdikleri
görülmektedir. Örnein ükrî-i Bitlîsî, Selîm-nâme’sinin “biti bölümü”nde yer
alan, “Der-Vasf-ı Kemâl-i ükrî ve Ahvâl-i O” balıklı manzumede, kendisi
hakkında bilgi vermitir (Argunah 1997: 311-4). eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisârî
ise, Mevhûb-ı Mahbûb isimli eserinde yer alan, “Du’â vü Tazarru” balıı
altında, memleketi olan Sivrihisar’ı çeitli özelliklerini zikrederek övmütür
(Kartal 2000c: 526-9).
Okuyucudan hayır dua isteme: Mesnevîler sona ererken âir, okuyucudan
“hayır dua” beklediini; en büyük arzusunun rahmetle anılmak olduunu
bildirir; ruhu için “fatiha” okunmasını diler (Ünver, 1986: 450). Yûsuf Has
Hâcib bu konuda unları söyler (Arat 1979: 641-2):
lahi özüm bu sözüg baladı
Tilekim ne erdi bilir sen idi
Tilemedim özke kü çav edgü at
Kii asgı koldum öz erse ya yat
Okıglı okısa mini ügürüp
Du’â kılgamu tip manga bir turup
Tilekim bu erdi umınçım bu ok
Okıglı manga bir du’â ıdga uk
Tilim sözledi söz bitidi elig
Ölür bu elig til ay kılkı silig
Elig til nianı munu bu bitig
Sanga kodtum emdi bitip ay tetig
Unıtma mini ay okıglı tirig-özüm
870
Dünya kodsa töense yirip
870
Ben bu söze balarken, kasdimin ne olduunu sen biliyordun, ey rabbim! Ben kendime an ve öhret
veya iyi ad dilemedim; yakın olsun-uzak olsun, ben herkesin iyiliini istedim. Bunu okuyan
okudukça, beni hatırlayıp, belki bana da bir dua eder diye düündüm. Dileim bu idi, ümidim de
budur; okuyan bana her hâlde bir dua edecektir. Dilim söyledi, elim de bunu yazdı, ey temiz kalpli
insan, benim bu dilim ve elim fanidir. Ey zeki insan, dilden ve elden kalan niane, ite sana yazıp
605
605
TÜRKÇE MESNEVÎLERN TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
Harezmî ise, Muhabbet-nâme isimli mesnevîsinin sonunda öyle der
(Sertkaya, 1972: 25):
Okugay bu kitâbı hem bitigey
Tiler min kim du’âda yâd kılgay
Duhânîzâde Velî ise, öyle demektedir:
Garaz oldur bu nak-ı zîbâdan
Göçdügümde bu dâr-ı dünyâdan
Bir du’â itmeye bahâne ola
Bu güzer-gâhda niâne ola
Nazar itdükde ana ehl-i nazar
Rûhuıma rahmet-i Hudâ diyeler
(Anbarcıolu 1968: 686)
Bazen âirlerin, mesnevîlerinin bu bölümünde, baka kiiler için “hayır dua”
ettikleri de görülmektedir:
Gülistân Tercümesi (Za’îfî 1978: 226-7):
Okı rûh-ı musannifçün gel el-hamd
Velî yâd it du’âda nâm-ı Ahmed
Du’â kıl nefsüne vü sâhibine
Kamu mü’minlere vü kâtibine
lâhî rahmet eyle çok çok ana
Du’â-yı hayrile kim beni ana
Atam merhûm Hoce Evrenosi
lâhî eyle hûrîler arusi
Hudâyâ rahmetün âbiyle kandur
Benüm eyhümi kim Sünbül Sinândur
lâhî eyh-i merkez Muslihü’d-dîn
Kulundur rahmet it yâ Rabbi âmîn
Bazen de âirler bu bölümde hem kendisi için dua edilmesini ister hem de
yazan, okuyan ve düzenler için kendileri Allah’tan rahmet dileinde bulunur:
Hurîd-nâme (Ayan 1979: 427):
Yazanı okuyanı vü düzeni
riüp bu denizden dür süzeni
lâhî fazlun ile yarlıgagıl
bırakmı olduum bu kiitaptır. Ey bunu okuyan canlı, ben dünyayı bırakıp, topraa düünce, beni
unutma (Arat 1988: 465-6).
606
606
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Buları rahmet eliyle sıgagıl
Murâdum bunca sözlerden du’âdur
Du’âdur ol iki her de devâdur
Anunçün çekmiemdür dürlü zahmet
Diyeler cânuna eyh oglı rahmet
Beni her kim du’âyile ana ol
Hudâyâ lutf u rahmet kıl ana bol
Garîb-nâme (Yavuz 2000: II/2 959-61):
y Hudâvendâ senün fazlun delim
Sensin âhir hem hakîm ü hem ‘alîm
Rahmetünle yarlıga kullarunı
Sen esirge kendü yohsullarunı
Her ki dinlerse bu sözi iy Celîl
Rahmetün olsun ana her dem delîl
Eydene dinleyene vü yazana
Rahmet eyle yâ ilâhe Rabbenâ
Her nefes bin rahmeti Hakkun ana
Kim yazanı fâtiha birle ana
Yûsuf u Züleyhâ (Yıldız 2008: 315; Demirci 2008: 284-87)
Muhtasar kılduk bunı iidene
idenler du’â kılsun koana
Bunı koana Çalap tutma günâh
Yazugın bagılagıl i Pâdiâh
eyyâd Hamza kemîne kul senün
Yazugın bagılagıl yâ Rab anun
Rahmet eyle koana iidene
‘Afvunı hem efâ’at it yazana
Mesnevînin vezni: Genellikle dînî ve tasavvufî konulu mesnevîlerde âir,
son beyitlerden birinde eserinin veznini zikreder:
Bahru’l-hakayık:
Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’il
Tamâm oldı kitâb el-hamdulillâh
(Ertaylan 1960a)
Kerâmât-ı Ahi Evran:
Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât
Âhiret isterisen cânunı sat
(Kartal 2009: 242)
Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm:
Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât
Mustafânun cânına vir salâvat
607
607
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
(Koncu 2001: 158)
Yûsuf u Züleyhâ:
Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât
Vir Muhammed Mustafâya salavât
(Karahan 1994: 319)
Mecma’ü’l-envâr:
Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Ahır oldı hayrile yek-enbe gün
(Pekolcay 1953: 351)
Deh-murg:
Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât
Söz dükendi bâkiyâtü’s-sâlihât
(Kaplan 2003: 189)
Hazret-i Peygamber’e “salât” ve “selâm”: âirler, bazen mesnevîlerinin
“biti bölümü”nü, Hazret-i Muhammed (S.A.V.) için “salât” ve “selâm” ile
bitirmilerdir:
râd:
Salât ile selâm iy ehl-i esrâr
Resûlün rûhına her demde her bâr
(Aslan 2009: 78)
Esrâr-nâme:
Hayr it hatm oldı cânâ bu kelâm
Ho diyelüm es-selâtü ve’-selâm
(Tebrizli Ahmedî 1996: 162)
Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm:
Ger seversen ‘ıkıla Muhammedi
Vir salâvat yâ Muhammed ümmeti
Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât
Mustafânun cânına vir salâvat
(Koncu 2001: 158)
Mansûr-nâme:
bürâder söz tamâm oldı tamâm
Din Resûle es-selâtü ve’s-selâm
(Niyâzî 1994: 239)
Yûsuf u Züleyhâ:
Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât
Vir Muhammed Mustafâya salavât
(Karahan 1994: 319)
608
608
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
âirlerin bazen mesnevîlerini bitirmeden birkaç beyit önce Hazret-i
Muhammed (S.A.V.) için “salât” ve “selâm” getirdikleri de müahede
edilmektedir:
Yûsuf u Züleyhâ
Tamâm olsun bu kıssa bu arada
Salavât virelüm uludan Ahmede
(Yıldız 2008: 315; Demirci 2008: 284-85)
Bazen de Allah’a “hamd” eyledikten sonra, Hazret-i Peygamber’e “salât” ve
“selâm” getirilmi, akabinde de Hazret-i Peygamber’in “âl ü evlâd”ına selam
gönderilerek eser bitirilmitir:
Cilâ’ü’l-kulûb
Hudâya olup hamd-i bî-intihâ
Resûline olsun dürûd u senâ
Dahı âl ü evlâda olsun selâm
Bi-hâzâ bedâ ihtitâmü’l-kelâm
(Özkan 1990: 269)
Bazen mesnevîlerin “biti bölümü”nün, bir hikâye ile baladıı (Kültüral
1999: III/1967-72) ve padiah övgüsünde söylenmi bir kaside ile bittii
görülmektdedir. Meselâ erîfî, eh-nâme Tercümesi’nin “hâtime”sine Gazneli
Mahmûd ile ilgili anlattıı bir hikâye ile balamıtır. Lâmi’î Çelebi ise, Vâmık u
Azrâ’sının sonunda söyledii u beyitten sonra:
Eyleyüp âhır kitâbun gül redîf
eh du’âsın okı bülbül-ve latîf
“Kasîde-i Gül-i Sad-berg Berâ-yı Sultân Süleymân Han” balıklı ve gül
redifli Kânûnî Sultân Süleymân övgüsünde bir kaside yazmıtır (Lâmi’î Çelebi
1998: 512-9).
Sonuç
Kökeni Arap edebiyatına dayanan mesnevî nazım ekli, oradan ran
edebiyatına, ran edebiyatından ise Türk edebiyatına geçmitir. Türk edebiyatında,
bugünkü bilgilerimize göre XI. Asırdan itibaren mesnevî nazım ekliyle kısa
mesnevîlerin yanında, binlerce beyit süren tarihler, uzun ak hikâyeleri,
ehrengizler, öretici dînî, ahlâkî ve tasavvufî konular... yazılmıtır. Belli bir
konuyu ileyen, baımsız bir kitap olarak yazılmı mesnevîler tertip bakımından
genellikle birbirine benzedii görülmektedir. Bu genel tertipte üç ana bölüm
*
*
*
609
609
*
TÜRKÇE MESNEVÎLERN
TERTP ÖZELLKLER
AHMET KARTAL
bulunduu göze çarpmaktadır. Bunlar, “giri bölümü”, “konunun ilendii bölüm”
ve “biti bölümü”dür. Bununla birlikte, bazı ilk dönem mesnevîlerinde (XIII-XIV.
asır), yukardaki bölümlerin kesin çizgilerle ayrılmadıı da görülmektedir.
Mesnevîlerin “giri bölümü”nde genellikle “besmele”, “tahmîd”, “tevhîd”,
“münâcât”, “na’t”, “mi’râc”, “mu’cizât”, “din ulularına övgü: medh-i çihâr-yâr-i
güzîn, Hz. Hamza ve Abbâs’a Övgü, Hz. Hasan ve Hüseyin’e Övgü, Dört
Mezhep Kurucusuna Övgü, 12 mama Övgü, Dier Dîn Büyüklerine Övgü”,
“”âirleri Övgü”, “Pâdiah çin Övgü”, “Devlet Büyüü çin Övgü”, “Sebeb-i
Te’lîf” bölümleri bulunmaktadır.
Bütün mesnevîlerde görülmemekle birlikte, “Giri bölümü”nde “mev’ize (=
öüt)”, “sözün yücelii”, “söz söyleme arzusu”, “sözün vasıfları”, “hasb-i hâl”,
“âlemin merhametsizlii", “felek ve hareketleri”, “insan ruhu ve yaratılıı”,
“tenbîh”, “hisse”, “temsîl”, “ak”, “gönül”, “hayret”, ve “kaleme hitap”
balıklarıyla da karılaılabilir. Mesnevînin dorudan “Allah lafzının vasfı”,
“kaleme hitap”, “konuya girerek”, “dua”, “sultana övgü”, “bir din büyüüne
övgü” veya “padiaha övgü” manzumesiyle ya da eserin isminin belirtildii bir
beyitle baladıı da görülmektedir. Ayrıca ender olarak Türkçe, Arapça ve Farsça
mensur bir kısım ile de baladıı da müahede edilmektedir.
Mesnevîlerde, “âgâz-ı dâstân”, “matla’-ı dâstân”, “âgâz-ı kıssa”, “âgâz-ı
kitâb”, “ibtidâ-i dâstân”... gibi balıklarla balayan “konunun ilendii bölüm”,
mesnevînin ana bölümüdür. Burada ele alınıp ilenen konuların eserden esere
deitii görülmektedir. Bu deikenlik, bölümün genel planında da kendini
göstermektedir. Bu bölümde, “giri bölümü” için verilen genel plana benzer bir
plan vermek mümkün deildir.
Mesnevîlerin “biti bölümü”nde ise, genellikle “Allah’a “hamd ü senâ” ve
“dua”, “sultana övgü ve saltanatının devamı için dua”, “âirin eseriyle ve
âirliiyle övünmesi”, “tanınmı mesnevî âirleri ve eserlerini anma”, “âirin
*
*
*
eserine verdii ad”, “hasetçilere, acemi ve dikkatsiz müstensihlerle metni
doru dürüst okuyamayan okuyuculara yergi, bunların esere verecei
zarardan Allah’a sıınma”, “mesnevînin beyit sayısı”, “mesnevînin
yazılııyla ilgili tarihler”, “âirin ismi”, “âir ve memleketi hakkında
bilgi”, “okuyucudan hayır dua isteme”, “mesnevînin vezni”, “Hazret-i
Peygamber’e “salât” ve “selâm”” bölümleri yer almaktadır.
Kimi mesnevîlerde “konunun ilendii bölüm”le “hâtime” balıı arasında,
“tevhîd”, münâcât”, “mev’ize”, “temsîl”, “fahriyye” gibi balıklar görülür.
“Hâtime”si olmayan mesnevîler de vardır. Bu tür mesnevîlerde, sadece son
beyitte eserin sona erdii dile getirilmitir.
“Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri” Bilig, 19, 69-119 (2001)
*
610
610
Peygamber’e “salât” ve “selâm”” bölümleri yer almaktadır.
Kimi mesnevîlerde “konunun ilendii bölüm”le “hâtime” balıı arasında,
“tevhîd”, münâcât”, “mev’ize”, “temsîl”, “fahriyye” gibi balıklar görülür.
“Hâtime”si olmayan mesnevîler de vardır. Bu tür mesnevîlerde, sadece son
İSTANBUL’A
beyitte eserin sona erdii dileŞİRAZ’DAN
getirilmitir.
“Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri” Bilig, 19, 69-119 (2001)
*
610
611
ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV
ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV
Mesnevî kelimesi Arapça s-n-y kökünden türemi ve “ikier ikier” mânâsına gelen “mesnen” kelimesinin bir nisbet ekli gibi görünmekle beraber
Arapça’da kullanılmamıtır.871 Mesnevî tabiri ilk kez Farsça ’da kullanılmı ve
sonra Türkçe ’ye geçmitir.872 Edebî bir terim olarak, aynı vezinde, her beyti
kendi arasında müstakilen kafiyeli nazım ekline verilen isimdir.873
Mesnevî ekli itibariyle Arap iirinin ‘recez’ nevine dayanır. Aruzun aynı
adı taıyan bahriyle nazmedilen ‘recez’, mısra uzunluunda ve birbiri ile kâfiyeli
kısa beyitler halindedir. Umumiyetle kısa olan ‘recez’ler, deveci ezgileri,
savaçıların birbirlerine meydan okumaları, kadınların muhariplere serzenileri
ve ninnileri gibi ani ilhamların irticâlen ifadesinde kullanılmıtır. El-Aleb b.
Cûem el-clî (ö. 145/762), ‘recez’i kaside tipinde dâhilî planı olan uzun iirler
haline dönütürmütür. Bu yeni tip recezler, ‘urcûze’ olarak adlandırılmı ve
Abbasî devrinin balarından itibaren sınırlandırılarak hikâye, fıkra, tasvir,
öretici eserler vb. gibi bazı mevzulara tahsis edilmitir. Mesnevî, urcûze denen
bu iir nevinden domutur.874
Kendi aralarında kâfiyeli beyitlerden oluan mesnevî, 2 ile 20-30 beyit
arasında yazılabildii gibi, binlerce beyit süren tarihler, uzun ak hikâyeleri,
ehrengizler, öretici dînî, ahlâkî ve tasavvufî konular da mesnevî nazım
ekliyle yazılmıtır. Genelde mesnevîlerde üç ana bölüm bulunur: I. Giri, II.
Konunun ilendii bölüm, III. Biti bölümü.
Mesnevîlerin “giri bölümü”nde sırasıyla besmele, tahmid, tevhîd, münâcât,
na’t, mi’râc, mu’cizât, din ulularına övgü (Medh-i Çihâr-yâr-i Güzîn, Hz.
Hamza ve Abbâs’a övgü, Hz. Hasan ve Hüseyin’e övgü), dört mezhep
kurucusuna, 12 imama, dier din büyüklerine, âirlere, padiaha, devlet
*
*
*
*
*
*
871
872
873
874
Ahmet Ate, “Mesnevî”, mad., A, c. 8, 1988, s. 127.
Amil Çelebiolu, Türk Edebiyatı’nda Mesnevî [XV. Yy.’a Kadar], stanbul: Kitabevi, 1999, s. 21.
Celâluddîn-i Humâyî, Funûn-i Belâgat ve Sana’ât-i Edebî, Tehrân, 1370, s. 156; Sîmâdâd, Ferhengi stilâhât-i Edebî, Tehrân, 1375, s. 263.
M. Nihad Çetin, Eski Arap iiri, stanbul: Ü Yay., 1973, s. 65-68; aynı yazar, “Arap IV: Edebiyat”
mad., TDV A, c. 3, stanbul, 1991, s. 289.
*
*
612
612
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
büyüklerine övgü ve sebeb-i te’lîf bulunur.875 Konunun ilendii bölüm,
mesnevilerin yazılı amacına matuf bölümlerdir. Hatime bölümü de denilen biti
bölümü, mesnevî hikayesinin sona erdii bölümdür. “Hâtime”si olmayan
mesnevîlerde sadece son beyitte eserin sona erdii dile getirilir. Biti bölümünde
bulunan balıklar unlardır: Allah’a “hamd ü senâ” ve “dua, sultana övgü ve
saltanatının devamı için dua, âirin eseriyle ve âirliiyle övünmesi, tanınmı
mesnevî âirleri ve eserlerini anma, âirin eserine verdii ad, hasetçilere, acemi
ve dikkatsiz müstensihlerle metni doru dürüst okuyamayan okuyuculara yergi,
bunların esere verecei zarardan Allah’a sıınma, mesnevînin beyit sayısı,
mesnevînin yazılııyla ilgili tarihler, âirin ismi, âir ve memleketi hakkında
bilgi, okuyucudan hayır dua isteme, mesnevînin vezni, Hazret-i Peygamber’e
“salât” ve “selâm”.876
smail Ünver’in mesnevîleri yazılı amaçlarına göre yaptıı877 gruplamaya
dayanan tasnifimiz öyledir:
1. Grup: Okuyucuya bilgi vermek, onu eitmek amacı güden eserler: Bu
grupta dînî, tasavvufî, ahlâkî eserlerle eski bilimlerle ilgili olan ve ansiklopedik
bilgiler veren mesnevîler yer alır. Esm-ı Hüsn erhleri, 40 hadis erhleri,
ilmihaller vb. gibi dinî bilgiler veren mesnevîler; Mevln ’nın Mesnevî’si ve
erhleri, evliya menkıbeleri, Yunus Emre’nin iirleri vb. gibi tasavvufî
mesnevîler; içindeki dinî-tasavvufî düüncelerin yanı sıra öüt verme yönü aır
basan, çocuklara öüt vermek için yazılmı ya da örnekler yoluyla öüt vermeyi
hedefleyen ahlakî mesneviler ve tıp, astroloji gibi alanlara ilikin bilgiler veren,
uara tezkireleri gibi ansiklopedi nitelii taıyan mesneviler yer alır.
2. Grup: Konusunu menkabelerden ve tarihten alarak okuyucunun/
dinleyicinin kahramanlık duygularına hitap eden Battl-nme vb. gibi
mesneviler.
3. Grup: Okuyucunun edebî zevkine hitap eden, ana çizgisi beerî ya da
ilahî ak olan sanat yönü aır basan Leyl vü Mecnûn, Yûsuf u Züleyh vb. gibi
mesnevîler.
4. Grup: âirlerin gördükleri, yaadıkları olayları anlatan, toplum
hayatından kesitler veren kiileri, meslekleri, düünleri ve belli yöreleri tasvir
eden ehr-engîz, sûr-nme, sergüzet ve hasbıhal türünden mesnevîler.
875
876
Geni bilgi için bak. . Hakkı Aksoyak, “Mesnevîlerin Giri Bölümünde “Din Ulularına Övgü””,
Türklük Bilimi Aratırmaları, sy. 7, 1998, s. 213-21.
Mesnevîlerin tertip özellikleri hakkında geni bilgi için bak. Ahmet Kartal, “Türkçe Mesnevîlerin
Tertip Özellikleri”, bilig, sy. 19, 2001, s. 69-119.
smail Ünver, a.g.m., s. 438-43.
*
877
613
613
ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV
AHMET KARTAL
Mesnevî Edebiyatı
Balasagunlu Yûsuf’un Balasagun’da balayıp Kagar ’da tamamlayarak
1069/1070’te Karahanlı hükümdarı Tawgaç Bura Han’a sunduu Kutadgu
Bilig , Türk edebiyatında yazılan ilk mesnevîdir. Anadolu ’da ise XIII. asırda
Yûnus Emre Risâletü’n-nushiyye (tlf. 1308)’yi yazmıtır. Mesnevîlerin Türk
edebiyatındaki geliim sürecini öyle göstermek mümkündür:
*
*
*
*
*
*
XIV. Asır Mesnevîleri
Bu asırda kaleme alınan mesnevîlerden çou, Âmil Çelebiolu’nun tespitine
göre 58’i, günümüze ulamıtır. Bunlardan 15’inin müellifi ve telif tarihi,
29’unun müellifi, 1’inin ise sadece telif tarihi bellidir. 11’inin ise müellif ve telif
tarihleri bilinmemektedir. Manzum Kudûrî Tercümesi’nin ise nüshaları
kayıptır.878 Ahmet Atillâ entürk ’ün tespitlerine göre ise, telif tarihi bilinen 21,
müellifi bilinen 40 ve müellifi bilinmeyen 18 olmak üzere, toplam 79 mesnevî
bu asırda kaleme alınmıtır.879 Mehmet Çavuolu’na göre880 bu asırda yazılan
mesnevîler üç grupta incelenebilir:
1. Manzum dinî destanlar. Bunlar daha çok meclis ve kıraathanelerde
okunmak üzere kaleme alınmı halk tipi mesnevîlerdir. Bu tür eserler daha çok
Hz. Ali, Hz. Muhammed, Hasan ve Hüseyin ile brâhîm Edhem gibi bazı ünlü
sufîlerin etrafında teekkül etmilerdir. Bunların asıl gayeleri hikâyeyi manzum
ve kafiyeli olarak okuyan ve dinleyenlere aktarmak, onlara hoça vakit
geçirtmek, yeri geldikçe nasihatler vermektir. Bu hikâyelerde insan, hayvan,
tabiat manzaraları, sava vb. gibi bir âirin tasvir çizmesine imkan veren bir çok
nesne ve hadiseler bulunmasına ramen bu âirler bazen sayfalar dolusu mesnevî
yazdıkları halde çounda tek bir mısra dahi edebî tasvire yer vermemilerdir.
Zaman zaman bunlarda Hz. Ali’nin devle mücadelesi sahnesinde olduu gibi
muhatabı hayret ve heyecana düürmek için abartılı bazı tariflere rastlanırsa da
bu gibi eserler estetik zevkten mahrum ve çou zaman müellifi unutulmu,
anonimlemi, çoaltıla çoaltıla bazı deiikliklere urayarak aslî ekillerini
kaybetmitir. Kahramanların Türkletirilerek slâm öncesi inanç ve geleneklerin
de çou zaman farkında olmadan yer aldıı bu tür mesnevîler bir bakıma inanç,
kültür ve edebiyat tarihimiz yönünden önemli ise de, edebî sanat ve ifadeler
*
878
879
Âmil Çelebiolu, Türk Edebiyatı’nda Mesnevî [XV. yy.’a Kadar], stanbul: Kitabevi, 1999, s. 43.
Ahmet Atillâ entürk , XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî Tasvirler, stanbul:
Kitabevi, 2002, s. 5-8.
Mehmet Çavuolu, “Fatih Sultan Mehmed Devrine Kadar Osmanlı-Türk Edebî Mahsullerinde
Muhtevânın Tekâmülü”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, 1982, nr. 11-2, 1982, s. 31-43.
*
*
880
*
*
614
614
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
yönünden pek deer ifade etmezler.881 Genellikle Arap meneli olan ve bazısının
yazarı belli olmayan Kesikba Destanı, Güvercin Hikâyesi, Hz. Ali’nin cenkleri,
brâhîm ve smâ’îl destanları, Ejderha Destanı, Hatun Hikâyesi, Veysel Karanî
ile Suli Fakih’in Yûsuf u Züleyhâ hikâyesi ve Yûsuf-ı Meddâh’ın Varaka ve
Gülâh’ı bu tür eserlerden olup aruz vezniyle ve tasannudan uzak, sade bir
Türkçe ile yazılmılardır. Bu eserlerin kahramanları, özellikle uzun kı
gecelerinde evlerine dönen i ve zanaat erbabına arkadalık yapmanın yanında,
ahlâk, fazilet, fedakarlık ve yiitlik gibi meziyetlerle birlikte dinî terbiye
vermeyi de ihmal etmemilerdir. Bu hikâyeleri anlatan kiilere kassâs, meddâh,
muarrif gibi sıfatlar verilmekteydi.882
Bu tür mesnevîlerin ifahî olduklarını ve halk için yazıldıklarını “Ikına bir
ho salavât virelüm / Andan ibu dâsitâna girelüm // Ger salavât viresin
Peygambere / Hak destûr vire dilüm söyleye” eklindeki sık sık salavat
istekleriyle, “Dinle! it! Kulak tut!” gibi hitapların ve konuma dilinin hakim
oluu da göstermektedir.883
2. Tekke edebiyatı mahsulleri. Bu tip eserler içerisinde en mehurları
Gülehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı ile Âık Paa’nın Garîb-nâme’sidir.
3. Klasik Türk edebiyatı edebî ekolünün ilk örnekleri olan, yani belli bir
kültür seviyesine hitap eden, yüksek zümreyi hedef alan eserler. âirler bu
mesnevîlerde hikâyeyi adeta tasvir çizmek ve böylece kendilerini ispatlamak için
bir fırsat olarak kullanmılardır.884 Kemâlolu’nun Ferah-nâme’si, Pîr
Mahmûd’un Bahtiyâr-nâme’si, Mehmed’in Ik-nâme’si, eyholu’nun Hurîd ü
Ferahâd’ı, Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’i, Ahmedî’nin skender-nâme’si bu tür
eserlerdendir. Bu eserlerin tamamı Farsça ’dan tercüme edilerek oluturulmu
olup asıl dikkati çeken tarafları, ran ’daki asıllarının aksine zevkperest ve maddî
duyguları okayıcı taraflardan arınmı, dinî, ahlâkî ve didaktik bir mahiyete
sahip olularıdır. Klasik mesnevî tertibine göre tanzim edilen bu eserler,
dinlenmekten çok okunmak için kaleme alınmılardır. Onun için de dilleri
sanatlı ve ifadeleri külfetli olup çeitli mazmunlarla bezenmilerdir.885 Bu tür
mesnevîlerin farklı isimler verilen belirli bölümlere ayrıldıı ve bu bölümlerin
meclislerde anlatıldıını bazı eserlerden anlamaktayız. (bkz. Fahrî’nin Hüsrev ü
îrîn’i)886.
Bu asırda yazılan dinî-destanî veya gazavât türündeki mesnevîler:887 Tursun
Fakı: Gazavât-ı Resûlullah [Kıssa-i Mukaffa], Muhammed Hanefî Cengi, Hz.
*
*
*
*
*
*
881
882
883
884
885
886
887
Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 47.
Mehmet Çavuolu, a.g.m., s. 39.
Âmil Çelebiolu, a.g.e., s. 45-46.
Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 47.
Âmil Çelebiolu, a.g.e., s. 46.
Ahmet Kartal, a.g.m. s. 90-91.
Gerek bu asır gerekse sonraki asırlarda yazılan mesnevîler verilirken, üzerinde yapılan çalımalar
“mesnevî bibliyografyası” bölümünde verildii için zikredilmeyecektir.
*
*
615
615
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Peygamber Ebû Cehil le Güre Tuttuudur; zzetolu: Tavus Mucizesi;
Sadreddîn: Mu’cize-i Muhammed Mustafâ, Dâstân-ı Geyik; Ömerolu: efaatnâme; Kastamonulu âzî: Maktel-i Hüseyn; brâhîm: Dâstân-ı Yigit; Kirdeci Ali:
Dâsitân-ı Hamâme, Dâsitân-ı Ejderhâ, Hikâye-i Delletü’l-Muhtel, Dâsitân-ı
smâîl, Kesikba Destanı; Kayserili sâ: Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm; slâmî’nin
mesnevîsi; Yûsuf-ı Meddâh: Hâmû-nâme, Dâsitân-ı blîs-i Aleyhilla’ne,
Maktel-i Hüseyn; Ladikli Mehmed bin Âık Selman: Kefü’l-me’ânî; Kemalolu
smâ’îl: Ferah-nâme; slâm: Mu’înü’l-mürîd.
Ak mesnevîleri: Kutb: Hüsrev ü îrîn; Fahrî: Hüsrev ü îrîn; eyholu
Mustafâ: Hurîd-nâme [Hurîd ü Ferahâd]; Mehmed: Ik-nâme [Tuhfe-nâme];
Tutmacı: Gül ü Hüsrev; Yûsuf-ı Meddâh: Varka ve Gülah; Kadı Darîr: Yûsuf u
Züleyhâ.
Dier mesnevîler: Hârezmî: Mahabbet-nâme; Tutmacı: Tabîat-nâme; Elvan
Çelebi: Menâkıbu’l-kudsiyye fî Menâsıbi’l-ünsiyye; Pir Mahmud: Bahtiyârnâme.
XV. Asır Mesnevîleri
XIII. ve XIV. asırlarda yazılan mesnevîler ile XV. yüzyıldakiler arasında
muhteva, özellikle de üslûp bakımından büyük farklar bulunmaktadır. lk dönem
mesnevîleri, gerçek bir balangıç olmanın bütün özelliklerini taır. Kelime
seçimi, mısra yapısı, müzikalite, kafiye ve özellikle vezin teknii, mecaz sistemi,
tavsif ve tasvirler, basit, iptidaî, acemice, zevksiz tercüme veya taklit nitelii aır
basan bir özellik taır. Konu seçimine ve esere hâkim olan zihniyet, bazen
tercihen bazen de zarurî olarak bireyler öretme, faydalı olma, bir eyin
propagandasını yapma veya “rızâ-i lâhî”ye mazhar olma ve hayır dua ile anılma
gibi hususların ötesine pek az geçer. Daha sonraki tezkire yazarlarının eser
tenkidinde kullandıkları “mücerred bir kelâm-ı mevzûn” yani sırf vezinli bir söz
tabiri, aslında bu devir mesnevîlerimiz için oldukça geçerli bir
deerlendirmedir.888
XV. asır, Türk mesnevîciliinde ve dolayısıyla edebiyat tarihimizde mühim
bir dönüm noktasını tekil etmektedir. Nitekim bu dönemde sanat endiesi ile
yazılan eserler ön plâna çıkmı; dile, nazım unsurlarına, konuya, mecaz
sistemine hâkimiyet ve bu yolda gösterilen ustalık, itina, incelik ve titizlik daha
önceki asırlarla mukayese edilmeyecek bir seviyeye yükselmitir.889 lk önceleri
hemen her ak hikâyesi nazmeden âir, eserine ran kaynaklı bir mesnevîyi esas
alıp kelime kelime tercüme ettii, Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’i gibi, hatta bazıları
*
*
*
888
Harun Tolasa, “15. yy. Türk Edebiyatı Anadolu Sahası Mesnevileri”, Ege Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 1982, nr. 1, s., 2.
Harun Tolasa, a.g.m., s. 2.
*
889
*
616
616
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
bu hareketi maharetli hırsızlık olarak vasıflandırıp âdeta iftihar ettikleri hâlde, bu
asırda yetien Hassân, Tâcîzâde Cafer Çelebi ve Sûzî Çelebi gibi âirler deil
tercüme etmek bakalarının kullandıkları mevzu ve hayalleri bile kullanmayı
ayıp sayarak yepyeni bir zihniyetle ortaya çıkmılardır. Meselâ Tâcîzâde
“îcâd”cı ve “hayâl-i hâs” sahibi olmak gerektiini ileri sürerek tercümeciliin
fazilet ehli için basitlik ve cehalet olduunu, Özellikle Hassân mesnevîsine
yerletirdii her edebî tasvirde kendinden önceki âirlerin kullandıkları en
yaygın benzetmeleri dahi kullanmamaya veya bambaka bir tarzda ilemeye
adeta azmetmi ve mesnevîsindeki hemen her mısraa kendi mührünü
vurmutur.890
âirlerimizde tespit edilen bu yeni fikirler neticesinde mesnevîlerimiz zaman,
mekân, ahıslar kadrosu ve konu itibarıyla da yenilemeye, daha dorusu
yerlilemeye balamıtır. Halîlî’nin Fürkat-nâme’si ve Cafer Çelebi’nin Hevesnâme’si ile Osmanlı ülkesinde cereyan eden orijinal konuları aksettiren
“sergüzet” nevinin ilk mahsulleri verilmi; bu gibi eserler XVI. asırda gelimeye
balayan ehrengiz, sûr-nâme, sâkî-nâme vb. konulu eserlere de zemin tekil
etmitir.891
XV. asrın ikinci yarısından sonra ve özellikle Ahmed-i Dâ’î’nin Çengnâme’sinden itibaren mesnevî edebiyatımızda belirli birtakım konu ve nesneler
üzerinde ihtisaslamaya yönelik bazı cereyanlar tespit edilmektedir. Daha
önceleri klasik ak mesnevîlerinde musikî aletleri, iret meclisleri, savalar, ehir
ve binalar vb. konular eser içinde yeri geldikçe klielemi bir takım kalıplarla
tasvir edilirlerken daha sonra mesela sadece “çeng” hakkında müstakil bir
mesnevî yazılabilmitir. Bunun gibi sadece sava ve kahramanlık konularının
aırlık tekil ettii eserler de dikkat çekmektedir. XVI. asırda süratle gelien
iret-nâme, sâkî-nâme, ehrengiz, gazavât-nâme, kıyâfet-nâme, sûr-nâme vb.
gibi belirli konularda teekkül eden mesnevîlerin ortaya çıkıını bu ihtisaslama
temayülünün bir neticesi olarak görmek mümkündür.892
Bu dönem mesnevîlerini Harun Tolasa893 yedi bölümde incelemitir: Dinîtasavvufî-ahlâkî mesnevîler, ak mesnevîleri, tarihî-menkabevî mesnevîler,
sergüzet-nâme ve hasbihâller, ehrengizler, mizahî mesnevîler, ilmî ve genel
kültüre ait mesnevîler ve ansiklopedik mesnevîler.
Bu dönemde mesnevî eklinde yazılmı irili ufaklı 157 eserle
karılamaktayız. Bu eserlerden 30 tanesinin nüshaları bugün elimizde mevcut
deildir. Bunların varlıklarını ve konularını, gerek kendi devirlerinde, gerek
sonraki devirlerde kaleme alınan çeitli eser ve kaynaklardan örenmekteyiz. Bu
dönemde yazılan mesnevîlerden 71’i dinî-ahlâkî-tasavvufî; 40’ı ak konulu;
890
891
892
893
Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 778.
Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 778.
Ahmet Atillâ entürk , a.g.e., s. 779.
Harun Tolasa, a.g.m., s. 3.
*
*
*
617
617
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
27’si tarihî-menkabevî; 4’ü sergüzet-nâme ve hasbihâl; 1’i ehrengiz; 2’si
mizahî; 10’u ise ilmî ve genel kültüre aittir.894
Dinî-Ahlâkî-Tasavvufî mesneviler: Bu asırda dinî-ahlâkî-tasavvufî
mesneviler gerek sayı gerekse nitelik itibariyle önemli bir yer tutar. Bu konu
balangıç devri dediimiz XIII.-XIV. asırlardaki mesnevilerin ise hâkim
konusudur. Aslında balangıçtan son zamanlara kadar o devir Türk toplumunun
her bakımdan yaayıına, dinî ve tasavvufî esasların hâkim olması, bunların o
devir insanını kökten ve en samimi bir ekilde sarması, kucaklaması dolayısıyla
dinî-ahlâkî-tasavvufî konular, klasik edebiyatımızın her devrinde âir ve
yazarlarımız için daima cazip birer konu olarak varlık ve tazeliklerini muhafaza
etmilerdir. Ancak didaktik ve lirik, iki koldan gelien bu dinî, ahlâkî-tasavvufî
mesnevilerimizin en olgun devirlerinden birini ve ilkini rahatlıkla diyebiliriz ki
XV. asırda yaarız.895
Tolasa, bu asır hakkında bizleri böyle bir düünceye sevk eden en önemli
eserlerin mevlid ve muhammediyyeler olduunu söyler. slâm dininin kurucusu
olan Hz. Muhammed’in hayatı, yaayıı, sözleri, iç ve dı vasıfları, çeitli
faaliyetleri, mucizeleri etrafında anlatılan ve yazılanlar, baından itibaren dinî
mesnevilerimizin en esaslı konu ve temlerinden biri olarak kendilerini gösteregelmilerdir. Bunlardan mevlit ismiyle anılanları, Hz. Muhammed’in özellikle
doumu, bütün insanların ve peygamberlerin en ereflisi, en üstünü ve Allah’ın
en sevgili kulu olduu duygu ve düüncesi etrafında toplanır. 896
Süleymân Çelebi’nin, Kerîmî’nin, Hamdullah Hamdî’nin Mevlid türündeki
mesnevîleri; Yazıcıolu Mehmed’in Muhammediye’si gibi Hz. Peygamberin
yaantısı etrafında kaleme alınan mesnevîler; Ali îr Nevî, Abdurrahim-i
Karahisarî vd. gibi âirlerin kaleme aldıkları dinî-ahlakî-tasavvufî mesnevîler bu
kategoride deerlendirilebilir.
Ak Mesnevîleri: Bu asır mesnevîlerinin bir dier esas dalını ak
mesnevîleri oluturmaktadır. Bunlar gerek sayı, gerekse kalite bakımından dinîtasavvufî-ahlâkî mesnevîlerle aaı yukarı aynı durumdadırlar. Konu itibariyle
XIV. asrın bir devamı niteliini taıyan bu devir ak mesnevîlerinde, ran
mesnevîciliinin klasik konularına karı XVI. ve özellikle XVII. asırda
gösterilen tepkinin birkaç örnek dıında henüz ortaya çıkmadıı görülmektedir.
ran’ın bu daldaki konuları, ister telif, ister nazire, isterse tercüme yoluyla olsun
cazibesini devam ettirmitir.897 Ancak klasik âirlerimizin özellikle bu konuların
ileniinde, tasvirlerde ve eserin üslûbunda kendilerine has bir tarzı yakalama
amacını daima göz önünde bulundurdukları görülmektedir. Bunda belirli
*
*
894
Ahmet Atillâ entürk -Ahmet Kartal, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, stanbul: Dergâh Yay., 2007, s.
248-49.
Harun Tolasa, a.g.m., s. 4.
Harun Tolasa, a.g.m., s. 4.
Harun Tolasa, a.g.m., s. 7.
*
895
896
897
*
618
618
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
ölçülerde baarılı olarak yazdıkları eserlere türkî libas giydirmeyi baarmılardır.
Bu asırda yazılan ak mesnevîleri unlardır:
Yûsuf u Züleyhâ: Hamdullah Hamdî, Tebrizli Ahmedî, Abdülvehhâb, Kırımlı
Abdülmecid, Dür Big, Bihitî Ahmed Sinan ve Bekâî; Hüsrev ü îrîn: eyhî,
Ahmed-i Rıdvân, Mu’îdî, Sadrî; Ferhâd u îrîn: Harîmî, Ali îr Nevâî; Leylâ ve
Mecnûn: Ali îr Nevâî, Edirneli âhidî, Hamdullah Hamdî, Bihitî, Ahmed-i
Rıdvân, Kadîmî, Ahmed Paa, Necâtî Bey, Çâkerî Sinan ve Abdülvehhâb Hayâlî.
Bu devre ait ak mesnevîleri arasında gösterilebilecek dier eserler
unlardır: Sultân Cem: Cemîd ü Hurîd; Cemâlî: Hümâ vü Hümâyûn [Gülen-i
Uâk]; Hamdullah Hamdî: Tuhfetü’l-uâk; Hassân: Mihr ü Müterî; Ümmî sâ:
Mihr ü Vefâ; Hümâmî: Sî-nâme; Rıfâî: Bülbül-nâme; Bihitî Ahmed Sinan:
Süheyl ü Nev-bahâr, Vâmık u Azrâ, Hüsn ü Nigâr; Bekâî: Vîs ü Râmin; Zihnî:
Gül ü Nevrûz; Necâtî Bey: Mihr ü Mâh, Gül ü Sabâ; Na’tî: Ferruh u Gül-ruh.
Ayrıca u mesnevîler bulunmaktadır: Firdevsî-i Tavîl: Münâzara-i Seyf ü Kalem;
Necâtî Bey: Münâzara-i Gül ü Hüsrev.
Tarihî, Destanî ve Menkabevî Mesnevîler: XV. asır mesnevîleri için tarihî,
destanî, menkabevî eklinde tespit edilen üçüncü katogoride, bu tip eserleri üç
grupta incelemek daha uygundur. Bunlardan esası, tarihî ahsiyet ve olaylara
dayanmakla birlikte, tarihle ilgili olmaktan çıkarak destanî-efsanevî bir hikâye
hâlinde slâmî edebiyatlara mal edilen skender, Behrâm-ı Gûr gibi ahsiyetlerle
ilgili rivayetleri ayrı bir bölüm olarak ele almak gerekmektedir. Nitekim bu
hikâye ve rivayetlerin dier tarihî-menkabevî eserlerden bir farklı yanı da,
bunların slâmiyet öncesi Makedonya ve ran tarihine dayanması ve klasik bir
konu olarak daha ziyade aydın çevre içinde geçerli olmasıdır.898
“skender-nâme” de, slâmî edebiyatlardaki yerine Nizamî’nin kalemiyle
kavumutur. Nizamî hamsesinin beinci eseri olan skender-nâme’yi, eref-nâme
ve kbâl-nâme isimleriyle iki ayrı kitap veya mesnevî hâlinde yazarak iki ayrı
memdûha ithaf etmitir. Nizamî’nin ikisini de müstakil eserlermi gibi
isimlendirmesi, aratırmacıları mesnevînin tek bir eser olmadıı sonucuna sevk
etmitir. Ancak ilenen konunun aynı ve birbirini tamamlar mahiyette oluu,
ihtilafları ortadan kaldırmıtır. Türk edebiyatına XIV. asır âirlerimizden
Ahmedî’nin skender-nâme’siyle giren bu konu, XV. asırda Ali îr Nevâî [Sedd-i
skenderî] ve Ahmed-i Rıdvân tarafından tekrar ilenmitir. Dervi Hayâlî’nin
Ravzatü’l-envâr adlı eserinde kısa bir skender hikâyesi bulunmaktadır.
Bu tür mesnevîler arasında deerlendirilebilecek bir dier konu ise
“Behrâm-ı Gûr hikâyeleri”dir. Bu konu da Nizamî’nin Heft-peyker isimli
eseriyle klasik bir konu hâline gelmitir. Anadolu ’da bilinen ilk Heft-peyker
mesnevîsini Akî yazmıtır. Bu asırda Heft-peyker yazan dier âirler: Ahmed-i
Rıdvân, Ulvî ve Kudsî. Ali îr Nevâî’nin de Behrâm’ın güzel cariyesi ile olan
*
*
*
898
Harun Tolasa, a.g.m., 10.
619
619
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
macerasını anlatan Seb’a-i Seyyâre isimli mesnevîsi vardır.
Muhammed bin Acâ, mehur Arap tarihçisi Ebû Abdullah Muhammed bin
Ömer bin Vâkıd el Vâkıdî’nin Suriye ’nin Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer
zamanında Müslümanlar tarafından fethini anlatan Fütûhu’-âm adlı eserini
manzum olarak Türkçeye tercüme etmitir.
Tarihî, destanî ve menkabevî mesnevîlerin ikinci grubunu, slâm ve
tasavvuf büyüklerinin hayatlarını, din urundaki sava ve mücadelelerini,
keramet ve büyüklüklerini konu alan eserler oluturmaktadır. Hz.
Muhammed’in, özellikle Hz. Ali’nin gazaları; Hamza ve Ebû Müslim kıssaları,
Battal Gazi, Dânimend-nâme ve bunların yanı sıra daha önce sözü geçen
Üveysülkaranî, Mansûr-nâme, Hikâyet-i brahîm Edhem v.b. evliya menkıbeleri
bu çerçeve içerisinde mütalaa edilmektedir. XIV. asırda daha çok görülen, ehir
kasaba ve serhatlerde geni halk kitlelerince okunan ve gerek uslûp gerek
muhteva yönünden her zümreden geni halk kitlelerine hitap eden bu tür
eserlerin mensur olduu kadar manzum örneklerine de rastlanmaktadır. Ancak
bunlar, u kii veya âire ait olmaktan daha çok, yazarı meçhul veya anonim
eserler durumundadır: Uzun Firdevsî: Menâkıb-ı Hacı Bekta-ı Velî: Âık
Ahmed: Kemâl Ümmî Menâkıb-nâmesi; Hâfız Halîl: Menâkıb-ı eyh Bedreddîn;
Kemâl-i Ümmî: Menâkıb-ı Gîlânî.
Tarihî, destanî ve menkabevî mesnevîlerin üçüncü grubunu ise, “manzum
Osmanlı tarihleri” ve Osmanlı tarihine dayanan “gazavât-nâmeler”
oluturmaktadır. XIV. asırda Ahmedî ile balayan manzum Osmanlı tarihçiliine
bu dönemde dört âirimiz katılır. Bunlar, Abdülvâsi Çelebi: Halîl-nâme’sindeki
“Der-Vasf-ı Ceng-i Sultân Muhammed Bâ-Mûsâ ve Hezîmet-i Mûsâ” bölümü;
Ahmed-i Rıdvân: skender-nâme’sindeki “Nusret-nâme-i Osmân” bölümü;
Kemâl: Selâtîn-nâme, ve Enverî: Düstûr-nâme. Dier tarihî mesnevîler: Enverî:
Teferrüc-nâme; Mu’âlî: Hünkâr-nâme; ehdî: Tevârîh-i Âl-i Osmân. “Gazavâtnâmeler ” de önemli bir yer tutmaktadır. Bunlar din urunda yapıldıına inanılan
çeitli sava veya fetihlerin ya müstakil olarak ya da bir ahsiyet etrafında
toplanıp nakil ve tasvir edilmesinden ibarettir: Gelibolulu Za’îfî: Gazavât-ı
Sultân Murâd; Kıvâmî: Fetih-nâme-i Sultân Mehmed; Sinoplu Safâyî: Feth-i
nebahtı ve Moton; Safâyî: Gazavât-nâme; Kâifî: Gazâ-nâme-i Rûm; Bihitî
Ahmed Sinan Çelebi: Vekâyi’-nâme-i Bihitî [Târîh-i Sultân Cem]; Seyfî: Sultân
II. Murâd’ın Futûhâtına Dair Mesnevî.
Türk edebiyatında kaleme alınan mesnevîler arasında, mevzu itibariyle,
yaanmı olaylara dayanılarak telif edilmi olması bakımından oldukça orijinal
bir yeri olan Firdevsî-i Rumî’nin Kutb-nâme’si dikkat çekmektedir. ran
edebiyatında olduu gibi bizde de sava ve zafer hikâyelerini gerek efsanevî
gerekse tarihî deerleri yönünden konu edinen mesnevîler arasında, savaları
bütün ayrıntılarıyla anlatarak olaanüstü kahramanlıkları heyecanla tasvir
edenlere de rastlamak mümkündür. Ancak bunlar arasında düman topraklarına
girerek etrafa korku ve dehet saçan Türk akıncılarını, hiçbir özentiye
*
*
*
*
620
620
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
kapılmadan olduu gibi tasvir eden Sûzî Çelebi’nin Mihalolu Ali Bey’in
Rumeli’deki akınlarını ve girdii savalarını anlatan Gazavât-nâme’si müstesna
bir yer igal etmektedir.
Sergüzetnâme ve Hasbihaller: XV. asır mesnevîleri arasında sayıca az
olmalarına ramen ilgi çekici bir özellie sahip olan sergüzetnâme ve
hasbihâller ise unlardır: Halîlî: Fürkat-nâme; Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi: Hevesnâme; Cemâlî: der-Beyân-ı Meakkat-i Sefer ve Zarûret-i Mülâzemet; Ali: Dertnâme.
XVI. Asır Mesnevîleri
Dinî-Tasavvufî-Ahlâkî Mesnevîler: XVI. asırda yazılan bu mesneviler
muhtevaca hayli zengindir. bni sâ-yı Saruhanî: erhü’l-esmâ’ü’l-hüsnâ; Lâmi‘î
Çelebi: erh-i Sâfî; Merdümî: Tuhfetü’l-slâm; Hakanî: Tercüme-i Hadîs-i
Erba’în; Kastamonulu Latîfî: Subhatü’l-uâk; Sirozlu Hüseynî: Câmi‘u’l-envâr
alâ-Tefsîri’l-ihlâs, Câmi‘u’n-nesâyih; Dürr-i Meknûn; Mevlidler: Emîrî, Hevâyî,
Visâlî Ali Çelebi, âhidî, Murâdî, Edirneli Abdülkerim Efendi, Kefî, Muhibbî,
Zâtî ve emseddîn-i Sivasî; Zaîfî: Gazâvâtü’n-nebî; Hâkânî: Hilye-i Sa’âdet;
emseddîn-i Sivasî: Süleymâniyye; emsî Ahmed Paa: tikad-nâme, urûtü’ssalât; Kemâl Paa-zâde: urûtü’s-salât Tercümesi; Talıcalı Yahya: Gülen-i
Envâr; Bursalı Rahmî: Gül-i Sad-berg; Âzerî: Nak-ı Hayâl; Cinânî: Riyâzü’lcinân; Âlî: Tuhfetü’l-uâk; Emîrî: Gülenü’r-râz, Sohbet-nâme; Talıcalı
Yahya: Za’îfî: Kitâb-ı Nigâristân ve Hadîka-i Sebzistân, Kitâb-ı Bostân-ı
Nesâyih, Bâg-ı Behit; Huzûrî: Esrâr-nâme; Edirneli Nazmî: Pend-i Attâr
Tercümesi; Emre: Tercüme-i Pend-i Atâr; Za’îfî: Gülen-i Sî-murg; âhidî:
Gülen-i Vahdet; Ârifî: Ravzatü’t-tevhîd; emseddîn-i Sivasî: Gülen-âbâd,
bret-nümâ, Het-Behit; âhidî: Gülen-i Tevhîd; brâhîm-i Gülenî: Râz-nâme,
Pend-nâme, Sîmurg-nâme ve Kıdem-nâme; Güvâhî: Pend-nâme; Azmî Efendi:
Pend-nâme; Talıcalı Yahya: Gencîne-i Râz, Sohbetü’l-esmâr; Gubârî: ebistânı Hayâl, âhidî: Gülen-i Esrâr, Ik-nâme; Cinânî: Cilâü’l-kulûb; Gelibolulu Âlî:
Riyâzu’s-sâlikîn; Bâyezîd-i Rûmî: Sırr-ı Cânân; Behitî: Het Behit; Gubârî:
Menâsikü'l-hacc; eybânî Han: Bahrü’l-hüdâ; Ubeydullâh Hân: Gayret-nâme,
Sabr-nâme, evk-nâme; Bâbür ah: Mübeyyen, Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi.
Hatâî’nin ise iîlikle ilgili Deh-nâme isimli bir mesnevîsi vardır.
Ak Mesnevîleri: Bu asırda ak ve macera türünde birçok mesnevînin
yazıldıı görülmektedir. Bilinen ak mesnevileri yanında ilk defa bu dönemde
görülen tercüme, telif mahiyetinde yeni türler de kaleme alınmıtır. Bunların bir
kısmının öhreti ve tesiri müteakip asırlarda da devam etmitir. Ak mesnevîleri
unlardır: Hüsrev ü îrîn: Âhî, Celîlî, Ârif Çelebi, Kastamonulu ânî: Ferhâdnâme; mâm-zâde Ahmed: Hüsrev ü îrîn ve âh u Gedâ; Halîfe, Mahvî ve Hâtifî.
Leylâ ve Mecnûn: Ali îr Nevâî, Celîlî, Sevdâ’î Lârendeli Hamdî, Sâlih, Halîfe.
Yûsuf ve Züleyhâ: Kemâl Paa-zâde, Talıcalı Yahya, Celîlî, erîfî, Gubârî
621
621
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Abdurrahmân, Likâî, Nimetullâh, Halîfe, Kâmî Mehmed, Ziyâî Yûsuf, ikârî,
Manastırlı Kadı Sinan ve Hevâî Mustafa. Vâmık u Azrâ: Lâmi’î Çelebi,
Kalkandelenli Muîdî, Manisalı Câmi, Muîdî; em’ u Pervâne: Zâtî, Lâmi’î Çelebi,
Muîdî; Varka ve Gülâh: Mostarlı Ziyâî, Bediî; Mihr ü Mâh: Gelibolulu Âlî,
Kıyâsî. Mihr ü Vefâ: Gelibolulu Âlî, Hâimî, Harîmî, Mustafa Çelebi. Mihr ü
Müterî: Münîrî brâhîm Çelebi, Riyâzî mahlaslı Azmî Pîr Mehmed, II. Selim’in
emriyle binbe yüz beyit kadar tercüme etmi, kalan kısmını olu Hâletî
tamamlamıtır. Molla Maî-zâde Fikrî Dervî ile Ümmülveled-zâde olarak tanınan
Al bin Abdülazîz de Mihr ü Müterî’yi tercüme eden dier âirlerdir. Cemîd ü
Hûrîd: Abdî, Hubbî Aye Kadın. Ayrıca u mesnevîler vardır: Abdî: Gül ü
Nevrûz [Nüzhet-nâme-i Abdî]; Abdî: Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ; Talıcalı Yahya:
âh u Gedâ; Rahmî: âh u Gedâ; Pîr Mehmed Çelebi: âh u Gedâ. Hilâlî: âh u
Dervî; Yenipazarlı Vâlî: Hüsn ü Dil; Bihitî: Cemâh u Âlemâh; Lâmi‘î Çelebi:
Salâmân u Absâl Fazlî: Gül ü Bülbül; znikli Bakaî: Gül ü Bülbül.
Tarihî, Destanî ve Menkabevî Mesnevîler: Bunları da üç grupta incelemek
mümkündür. Bunlardan birinci grubu skender ve Behrâm-ı Gûr gibi tarihî
ahsiyetlere ve olaylara dayanmakla birlikte, tarihle ilgili olmaktan çıkarak
destanî-efsanevî bir hikâye hâline bürünen mesnevîler oluturmaktadır: Karamanlı
Figânî: skender-nâme; Lâmi’î Çelebi: Heft-peyker, Heft-manzar; Figânî: Heftpeyker.
Tarihî, destanî, menkabevî mesnevîlerin ikinci grubunu slâm ve tasavvuf
büyüklerinin hayatlarını, din urundaki sava ve mücadelelerini, keramet ve
büyüklüklerini konu edinen eserler oluturmaktadır: Lokmanî Dede: Menâkıb-ı
Mevlânâ; emseddîn-i Sivasî: Menâkıb-ı mâm-ı Azam.
Tarihî, destanî, menkabevî mesnevîlerin üçüncü grubunu manzum Osmanlı
tarihi ile Osmanlı tarihine dayanan manzum gazavatnameler oluturmaktadır:
Gubârî: âh-nâme [Süleymân-nâme]; Hadîdî: Tevârîh-i Âl-i Osmân; ükrî-i
Bitlisî: Fütûhatü’s-Selîmiyye [Fütûhât-ı Selîm Han]; Bahârî: Üngürüs Fetihnâmesi; Eyyûbî: Menâkıb-ı Sultân Süleymân; Fütûhî Hüseyin Çelebi: Enîsü’lguzât; Hakî Efendi: Süleymân-nâme, Mahremî: Süleymân-nâme; Merâhî: Fetihnâme-i Sefer-i Sigetvar.
Bu dönemde Firdevsî’nin mehur mesnevîsi eh-nâme’nin de Türkçeye
tercüme edildii görülmektedir: Diyarbakırlı erîfî, Bursalı Celîlî.
ehrengizler: Zâtî: Edirne ehrengizi; Lâmi‘î Çelebi: ehrengîz-i Bursa;
Azîzî: Nigâr-nâme; shak Çelebi: Bursa ehrengizi, Üsküp ehrengizi; Hayretî:
Belgrat ehrengizi, Yenice ehr-engîzi; Talıcalı Yahya: stanbul ehrengîzi;
Usûlî: Yenice ehr-engîzi; Âlî: Gelibolu ehrengizi. Sûr-nâmeler: Gelibolulu
Âlî:
Câmi’u’l-buhûr
Der-Mecâlis-i
Sûr.
Sergüzetnâmeler
yahut
hasbihâlnâmeler: Celîlî: Hecr-nâme; Rumelili Za’îfî: Sergüzet-i Za’îfî; Mûyî:
Nâlân u Handân; Gelibolulu Âlî: Hulâsatu’lahvâl der Letâfet-i Mevâ’iz-i
Sahîhu’l-hâl; Fakîrî: Risâle-i Ta’rîfât; Sâfî: Hasbihâl; Ûdî: Mâcerâ-yi Mâh.
Sâkînâmeler: Fuzûlî, Hayretî, Talıcalı Yahya, Revânî: ret-nâme.
*
622
622
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Kıyafetnâmeler: a’bân-ı Sivrihisârî, lyas ibni Îsâ-yı Saruhanî, Abdülmecid bni
eyh Nasuh. Manzum sözlükler: âhidî brâhîm Dede: Tuhfe-i âhidî; Bursalı
Lâmi‘î Çelebi: Lügat-i Manzûme; Osmân b. Hüseyn-i Bosnevî: Manzûme;
eyhülharem-zâde eyh Abdulkerîm-zâde: Lügat-i Abdülkerim; Sun’î-i
Malatyavî: Fethu’l-fettâh; mâd-zâde Velî b. Yûsuf-ı mâdî; müellifi bilinmeyen
Nazmu’l-esâmî. Dier mesnevîler: Yemînî: Fazîlet-nâme; Kastamonulu Lâtîfî:
Nazmu’l-cevâhir; Fuzûlî: Beng ü Bâde, Sohbetü’l-esmâr.
XVII. Asır Mesnevîleri
Bu asırda okuyucuya bilgi vermek ve onu eitmek için dinî, ahlâkî ve
tasavvufî mesnevîler yazılmıtır: Sîmke-zâde Feyzî: Mi’râc-nâme-i Resûl-i
Ekrem, Cevâb-nâme-i Mevlânâ -yı Mukaddis, Gamze vü Dil; Muslihiddin Vahyîi a’bânî: Mi’râcü’l-beyân; Konyalı Nâlî: Miftâh-ı Heft-kân; Cevrî: Hilye-i
Çihâr-yâr-ı Güzîn, Aynü’l-fûyûz; Neâtî: Hilye-i Enbiyâ; Edirneli Güftî:
Düvâzdeh mam [Hilye-i Aere-i Mübeere], Feyzî: em' ü Pervâne; Nâbî:
Hayriyye, Hayr-âbâd; Muhyiddin Kâdirî: Nasîhat-nâme; Karaçelebi-zâde
Abdülaziz Efendi: Gülen-i Niyâz; Rızâî: Nazmu’l-ulûm; Hilmî: Bahrü’l-kemâl;
Cinânî: Riyâzü’l-cinân; Nâlî: Tuhfetü'l-emsâl, Menâsik-i Hac; Azîz Mahmûd-ı
Hudâyî: Necâtü’l-garîk fi’l-cem’i ve’t-tefrîk; ânî Mehmed Efendi: Gülen-i
Efkâr; Fedâyî Dede: Mantık-ı Esrâr; Kastamonulu Ömer Fuâdî: Bülbüliyye.
Bu asırda birçok “sâkînâme”nin yazıldıı dikkat çekmektedir: Riyâzî,
Azmî-zâde Hâletî, Selanikli Es’ad, Allâme Efendi, eyhülislâm Yahya, Sabûhî
Dede, Fehîm-i Kadîm, eyhülislâm Bahâyî, Cem’î Mehmed, Tıflî, Nazükî ve
Rüdî. Tıybî’nin ise Farsça sâkînâmesi bulunmaktadır.
ehrengizler: Neâtî: Edirne ehrengizi; Tab’î: stanbul ehrengîzi; Fehîm:
stanbul ehrengîzi; Gelibolulu Vecihî: Gelibolu ehrengizi.
Nâbî tarafından bu dönemde bir Sûr-nâme kaleme alınmıtır. Bu asırda
klasik mesnevî konularının geçmi asırlara göre rabet görmemesi dikkat
çekmektedir. Bunda dönemin tarihî, siyasî ve iktisadî yönden bozulmaya
balaması ve edebiyatta yeni arayılara yönelme istei etken olmutur. Çünkü bu
dönemde kiilerin estetik duygularına hitap eden eserler yerine, onlara manevî
yönden rahatlatıcı olanların çounlukta olması bunu göstermektedir. Buna
ramen az da olsa bu tip eserlerin kaleme alındıı görülmektedir. Bursalı Hevâyî
Mustafa, Badadlı Abdülcelil Zihnî’nin Yûsuf u Züleyhâ; Fâizî’nin Leylâ vü
Mecnûn, Rif’atî’nin Yûsuf u Züleyhâ ile Leylâ vü Mecnûn, Fasih Dede’nin
Hüsrev ü îrîn ile Mahmûd u Ayaz, Bursalı Hevâyî Mustafa’nın Vâmık u Azrâ
mesnevîlerini yazdıkları, kaynaklarda bildirilmektedir. Bu dönemde yazılan ak
mesnevîlerinden olan Hayr-âbâd, Nâbî; Mihr ü Mâh, Azmî-zâde Hâletî
tarafından kaleme alınmıtır.
Dier mesnevîler: Cevrî: Selîm-nâme, Melhame, Nazm-ı Niyâz; Vuslatî Ali
Bey: Gazâ-nâme-i Çehrin; Yazıcı Sâlih: emsiyye; Nideli Visâlî: Vesîletü’lirfân; Edirneli Güftî: Terîfâtü’-u’arâ, Zafer-nâme, Gam-nâme, âh u Dervî,
*
*
*
623
623
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Zelle-nâme; Varvarlı Ali Paa: sergüzetnâme türündeki mesnevîsi.
Bu asrın en önemli mesnevî âiri, aynı zamanda “hamse” sahibi olan Nev’îzâde Atâ’î’dir: Âlem-nümâ [Sâkî-nâme], Nefhatü’l-ezhâr, Sohbetü’l-ebkâr, Hefthân, Hilyetü’l-efkâr. Bu asırda yazmı olduu mesnevîlerle dikkat çeken dier
âir ise, Bosnalı Sâbit’tir: Zafer-nâme [Selîm-nâme], Edhem ü Hümâ, Derenâme, Berber-nâme, Amrü’l-leys.
Manzum sözlükler: Kayserili Gencî Pîr Mehmed: Genc-i Leâl; Hâkî
Mustafa Üsküdârî: Menâzimü’l-cevâhir, Nâzimü’l-cevâhir; Hasan Rızâyî: Kân-ı
Ma’ânî.
XVIII. Asır Mesnevîleri
XVIII. asır mesnevî eserleri sayı bakımından önceki dönemlere nisbeten
zayıftır. Özellikle çift kahramanlı ak ve macera konulu mesnevîler itibardan
dümü, dinî-ahlâkî-tasavvufî mesnevîlerde fark edilir bir azalma olmu,
bununla beraber mahallî unsurlarla örülü realist eserlerde belirgin bir artı
kaydedilmitir. Bunların çou orijinal eserler olularıyla dikkat çeker.
Mesnevîlerin beyit sayılarının geçmie oranla daha az oluu da dikkat çeken
dier bir husustur.899 Bu asırda mesnevî dendii zaman, üphesiz akla gelen ilk
eser eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak’ıdır. Dier mesnevîler : Belî: Gül-i Sad-berg,
Âyîne-i Hûbân, Sergüzetnâme-i Fakîr be-Azîmet-i Tokad; Nahîfî: Fazîlet-i
Savm-ı ehr-i Ramazân, Manzum Mesnevî Tercümesi, Mevlid, Hicretü’n-nebî,
Mi’râcü’n-nebî, Hilyetü’l-envâr; Sünbül-zâde Vehbî: Lutfiyye-i Vehbî ; Zarîfî:
Pend-nâme ; Emîrî: Nasîhat-nâme; Abdî: Hayâl-i Behcet-âbâd ; Diyarbakırlı
Seyyid Ahmed Mürid Efendi: Pend-i Müridî [Nasîhat-nâme-i Müridî];
Naîmüddin Temivârî: Silk-i Cevâhir [Pend-nâme-i Naîmüddîn]; âiri belli
olmayan Ögüt-nâme ; Esrâr Dede: Mübârek-nâme-i Esrâr, Fütüvvet-nâme-i
Esrâr; Na’tî Mustafa Bey: Edhem-nâme ; eyhülislâm shak Efendi: Bi’setnâme ; Abdülbâkî Ârif Efendi: Mi’râciyye ; eyh smâ’îl Hakkî-i Bursevî:
Mi’râciyye; Abdullah Salâhî-i Uâkî: Hilye-i Hasaneyni’l-ahseneyn ; Bursalı
Ali Rızâ: Hilye-i Hazret-i Mevlânâ ; Zâtî Süleymân Efendi: Sevânihu'nnevâdir fî-Ma'rifeti'l-anâsır; Erzurumlu brâhîm Hakkı: Ak-nâme; Subhî-zâde
Feyzî: Heft-seyyâre, Mir’ât-ı Âlem-nümâ, Safâ-nâme, Ak-nâme; eyhî Mehmed Efendi: Sakî-nâme; Enderunlu Fâzıl: Defter-i Ak; Kâmî: Fîrûz-nâme,
Behcetü’l-fehyâ, Tuhfetü’z-zevrâ; Sünbül-zâde Vehbî: evk-engîz; Râid :
Sıhhat-âbâd, Dergeh-nâme; Antakyalı Münîf: Zafer-nâme; Bekâî: Gazavât-ı
Seyyid Battal Gazi; Hasîb: Silkü’l-le’âl-i Âl-i Osmân; Enderunlu Fâzıl: Hûbân*
899
Ahmet Atillâ entürk – Ahmet Kartal, a.g.e., s. 450; Osman Horata, “Zihniyet Çözülüünden Edebî
Çözülüe: Lâle Devri’nden Tanzimat’a Türk Edebiyatı”, Türkler , c. XI, Ankara, s. 579.
*
*
*
624
624
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
nâme, Zenân-nâme; Vâhid: Yenice ehr-engîzi; Fennî: Sevâhil-nâme; Kânî:
hasbihâl türünde mesnevî.
Manzum sözlükler: Abdurrahmân Zâhidî-i Konevî: Tevfiye; Antakyalı eyh
Ahmed: Se Zebân; Eref Feyzî: Lügat-i Feyzî [Ho-edâ]; Ahmed Resmî b.
brâhîm-i Girîdî: Nazm-ı Girîdî; Mustafa Keskin b. Osmân: Manzûme-i Keskîn;
Hâfız Abdullâh b. Halîl b. Alî: Tuhfetü’l-hâfız; Mustafa lmî b. brâhîm:
Tuhfetü’l-ihvân ve Hediyyetü’s-sibyân; Sünbül-zâde Vehbî: Tuhfe-i Vehbî,
Nuhbe-i Vehbî; emsî: Tuhfe; Osmân âkir b. Mustafa-yı Bozokî: Müsellesnâme-i âkir.
*
XIX. Asır Mesnevîleri
Toplum hayatında Batı tesirinin hissedilmeye balandıı bu yüzyılda,
önceki dönemlerde olduu gibi çeitli konularda mesnevîler nazmedilmeye
devam edilmitir. Ancak bunlar sayı ve muhteva itibariyle önceki asırlardan
farklıdır. Özellikle edebiyatta realist konuların itibar görmesiyle, mesnevîlerin
gittikçe kısaldıı görülür. Bu asırda kaleme alınan mesnevîler unlardır: Ref’î-i
Âmidî: Cân u Cânân; Keçeci-zâde zzet Molla: Gülen-i Ak; Yeniehirli Avnî :
Âte-gede; Dâni: Gülen-i Dâni; Mustafa Akî: Ak-nâme, Vahdet-nâme;
Giritli Salacıolu Mustafa: Nâmiyye [Nâmî-nâme], Der-Beyân-ı ehâdet-i Nakî
Mustafa; zzet Molla: Mihnet-keân; Mir Ali Rıza stolçevî: Sergüzet-i
stolçevî; Bayburtlu Zihnî: Sergüzet-nâme; Süleymân Celâleddîn: Sâkî-nâme;
Aynî: Sâkî-nâme, Nusret-nâme; Kastamonulu Abdülahad Nûrî: Farsça Sâkînâme; Gülen-i Hurremî [Rif’at Sûr-nâmesi]; Es’ad Sûr-nâmesi; Tahsin: Sûrnâme; Ahmed Rızâ Trabzonî: Manzûme-i Sivastopol; Yeniehirli Avnî: Mir’ât-ı
Cünûn; Nâkâm: Leylâ vü Mecnûn; Âlî: em’ ü Pervâne, Sermed: Bahâriye;
Nigârî: Çay-nâme, Nigâr-nâme; Selâmî: Mevlid; Ayalı Türk Hayrî: Zafernâme; Mehmed zzet Paa: Yûsuf u Züleyhâ.
Manzum Sözlükler: Hayret Mehmed Efendi: Tuhfe-i Zîbâ; Hasan Aynî:
Dürrü’n-nizâm, (bu eserini, on yıl sonra gözden geçirerek yeniden kaleme almı
ve bu kez ona Nazmu’l-cevâhir ismini vermitir). Çemikezekli Nasûh Efendi:
Tuhfe-i Nushî; Süleymân Dürrî: Güher-rîz; Osman: Tuhfetü’l-ma’nâ; Süleymân
Hayri: Hayrü’l-lügat.
*
*
*
Mesnevilerle lgili Çalımalar
Klasik edebiyatımızda çok tercih edilen ve kullanılan nazım ekillerinden
birisi, üphesiz mesnevîdir. Nitekim bu nazım ekli ile hemen her konuda eser
kaleme alınmıtır. Genel olarak mesnevi nazım eklinin tarifi, oluumu, geliimi,
tertibi ve tasnifi konusunda ilk derli toplu çalımayı smail Ünver yapmıtır
(“Mesnevî”, Türk Dili, Türk iiri Özel Sayısı II (Divan iiri), Temmuz-AustosEylül 1986, sy. 415-416-417, s. 430-563). Ahmet Kartal ise Türkçe kaleme
*
*
*
625
625
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
alınan mesnevilerden hareketle bu türün özellikle tertip özelliini ortaya koyan
bir makale yayımlamıtır (“Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Bilig, 2001,
sy. 19, s. 69-119). Numan Külekçi, Türk edebiyatında kaleme alınan ilk mesnevi
olan Kutadgu Bilig ’den balayıp XX. asra kadar yazılan mesnevilerden
seçmelerle oluturduu bir mesnevi antolojisi (XI.-XX. Yüzyıllar El Yazması
Metinler ve Özetleriyle Mesnevi Edebiyatı Antolojisi, 2 cilt, Erzurum: Aktif
Yayınevi, 1999) hazırlamıtır. Mesneviler konularına göre tasnif edilmi ve bu
tasnif içerisinde en fazla tanınanlar ile tanıtılmaya deer bulunanlar esere
alınmıtır. Mesnevi ve âiri hakkında kısa bilgi verildikten sonra, mesnevinin
konusu özetlenmitir. Ayrıca çalımaya alınan mesnevilerin yazma
nüshalarından seçme metinler ve alınan metinlerin transkribe edilmi hallerine
yer verilmitir.
Belli bir dönem içerisinde yazılan mesneviler hakkında ilk derli toplu
çalıma merhum Amil Çelebiolu’na aittir. (Türk Edebiyatı’nda Mesnevi [XV.
Yüzyıla Kadar], stanbul: Kitabevi, 1999). Çalımada okuyucuya, hem
mukayese imkânı verilebilmesi hem de mesnevilerdeki tekamül safhalarının
görülebilmesi için, XIII. asırdan itibaren II. Murâd döneminin sonuna kadar Eski
Anadolu Türkçesiyle yazılmı mesneviler kısa ve özlü bir ekilde tanıtılmıtır.
Özellikle eserde yer alan mesnevilerin müellifinin, telif tarihinin, vezninin
verilmesi, nüshalarının belirtilmesi, konusunun özetlenmesi, dil, kültür tarihi ve
tarih yönünden deerinin açıklanması ve o dönem Osmanlı hayatının ortaya
konulması, çalımanın deerini artıran hususlar olarak dikkat çekmektedir. Agâh
Sırrı Levend, Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi
(Ankara: Türkiye Bankası Kültür Yay., 1959.) isimli önemli çalımasında,
sadece Leylâ ve Mecnûn konusu ve bu konuda yazılan Farsça ve Türkçe
mesneviler üzerinde durmutur. Eserin ilk bölümünde, bu hikâyenin Arap
edebiyatında meydana gelii ile olayların sıralanıı hakkında bilgi verilmi,
akabinde hikâye anlatılmıtır. Daha sonra Fars edebiyatında yer alan Nizâmî-i
Gencevî, Hüsrev-i Dihlevî, Câmî, Mektebî, Hâtîfî’nin eserleri ile Türk
edebiyatında kaleme alınan Gülehrî, Âık Paa, âhidî, Alî îr Nevâî, Bihitî,
Hamdullah Hamdî, Ahmed-i Rıdvân, Kadîmî, Celîlî, Sevdâyî, Hakîrî, Fuzûlî,
Lârendeli Hamdî, Sâlih, Halîfe, Atâyî, Fâizî, Örfî, Andelîb ve Nâkâm’ın eserleri
hakkında kısa bilgi verilmi ve her birinin geni özeti yapılmıtır. Ayrıca her
birinin bakalarından aldıklarıyla, kendiliklerinden esere kattıkları motifler de
tespit edilmitir. Özellikle okuyucu, özetleri ve özetler içerisinde verilen
parçaları okuyarak hem hikâyenin tarih sırasıyla geliimini takip etme imkânını
elde etmi, hem de edebî dilin geçirdii evreleri müahede etme fırsatını
bulmutur.
Mehmet Arslan’ın Türk Edebiyatı’nda Manzum Sûrnâmeler (Osmanlı Saray
Düünleri ve enlikleri) (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 1999) isimli
çalıması, belli bir konuda ve türde yazılan eserlerin tamamı üzerinde yapılan bir
deerlendirme ve inceleme olarak dikkat çekmektedir. Merhum hocalarımızdan
*
*
*
*
*
*
626
626
*
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Tunca Kortantamer ise, Atâyî’nin dünyasını, hayatını ve hamsesini, eserlerinden
hareketle ortaya koyduu önemli bir çalıma yayımlamıtır (Nev’î-zâde Atâyî ve
Hamse’si, zmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1997). Çalımada,
mesneviler tek tek ele alınarak hem ekil, hem de muhteva yönünden
incelenmi; hamsenin edebiyatımızdaki yeri belirlenmeye çalıılmıtır.
Mesnevilerin tahkiyevî özelliklerine ilk defa erif Akta yayımladıı bir
makalesinde dikkat çekmitir (bkz.”Roman Olarak Hüsn ü Ak", Türk Dünyası
Aratırmaları, 1983, sy. 27, s. 94-108). Bu çalımada Hüsn ü Ak’ın yapısı, olay
örgüsü ve dier roman özellikleri incelenmitir. Daha sonra M. Fatih Köksal,
Talıcalı Yahya’nın âh u Gedâ’sını (“Tahkiyeli Bir Eser Olarak Talıcalı
Yahyâ'nın âh u Gedâ Mesnevisi”, Türklük Bilimi Aratırmaları - Prof. Dr.
Kaya Bilgegil Armaanı-, 1997, sy. 5, s. 245-82), Muhsin Kalkıım (Fuzûlî’nin
Leylâ vü Mecnûn Hikâyesi [Tahkiye Unsurları], Adana: Derya Kitabevi, 1998)
ve Mehmet Kahraman (Leyla ve Mecnun Romanı, Dastan-ı Leyli vü Mecnun,
Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2000) ise Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’unu
modern roman inceleme teknii ile inceleyerek tahkiye yapısını ortaya
koymutur.
Türk edebiyatında kaleme alınan metinlerde, dikkati çeken eksikliklerden
bir tanesi mukayeseli çalımaların azlııdır. Bundan maalesef mesneviler de
nasibini almıtır. Durum böyle olunca, bizde mukayese metodunun henüz tam
olarak olumadıı da, ne yazık ki, kendisini göstermektedir. Bu konuda ilk
dikkati çeken çalımaları merhum hocalarımızdan Fevziye Abdullah (“Nizâmî eyhî, Hüsrev ü îrîn Mukayesesi”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
Tarih Dergisi, 1950, c. I, sy. 1-2, s. 263-81) ile F. Kadri Timurta (“eyhi ve
Nizami’nin Husrev ü irin’lerinin Konu Bakımından Mukayesesi”, stanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Eylül 1960, c.
X, s. 25-34) yapmıtır. Ahmet Kartal’ın özellikle Farsça bazı mesnevilerden ya
tercüme edilen ya da onlardan hareketle Türk edebiyatında kaleme alınan
mesnevileri ekil ve muhteva bakımından mukayese eden çalımaları dikkati
çekmektedir (bkz. “Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn’i ile Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’inin
Mukayesesi”, Türk Yurdu –Türk Romanı Özel Sayısı-, 2000, sy. 153-154, s. 360383, “Câmî'nin Yûsuf u Züleyhâ'sı le Hamdullah Hamdî'nin Yûsuf u
Züleyhâ'sının Mukayesesi", Diriözler Armaanı Prof. Dr. Meserret Diriöz ve
Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, M. Fatih Köksal ve Ahmet Naci Baykoca
(haz.), Ankara, 2003, s. 93-139, "Sa'dî'nin Bostan ve Hoca Mes’ûd'un Ferhengnâme-i Sa'dî simli Mesnevilerinin Mukayesesi", Bilim Yolu, Kırıkkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi [Cumhuriyet Armaanı], 2003,
sy. 3, s. 55-75, "ebüsterî'nin Gülen-i Râz'ı le Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz
Tercümesi'nin Mukayesesi", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 3, s.
121-176, “Nizâmî ile eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’lerinin Mukayesesi”, Tunca
Kortantamer çin, zmir, 2007, s. 295-353, "Pend-nâme ve Gülistân le Kitâb-ı
*
*
*
627
627
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Bostân-ı Nesâyih Mukayesesi", arayılar –nsan Bilimleri Aratırmaları-, sy. 9,
113-42).
Mesneviler üzerinde dikkati çeken çalımalardan bir dieri de Ahmet Atillâ
entürk tarafından doktora tezi olarak hazırlanıp daha sonra kitap olarak
neredilen XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde Edebî Tasvirler
(stanbul: Kitabevi, 2002) isimli çalımadır. Eserde, XIII.-XV. asırda kaleme
alınan mesnevilerdeki mevcut edebî tasvirler esas alınarak dou ve gelime
devirlerinde âirlerin belirli bir takım nesne veya hadiselere nasıl baktıkları,
bunları nasıl tasavvur ve ifade ettikleri, bu tasavvur ve ifadelerin zamanla ne gibi
gelimelere uradıkları, Farsça kaynaklarıyla mukayeseli olarak tespit edilmeye
çalıılmıtır. Özellikle bu çalımanın daha sonraki dönemlerde ne ekilde
oluum ve geliim gösterdiini tespit noktasında devam ettirilmesinin hem Türk
kültür tarihimiz, hem Türk medeniyet tarihimiz hem de edebiyat tarihimiz için
önemli kazanımlar sunacaını düünüyorum.
Mesnevilerle ilgili bu çalımaların dıında bir de dorudan doruya
herhangi bir konuda yazılan mesnevilerin yayımları görülmektedir. Bu
mesneviler üzerine daha çok doktora veya yüksek lisans tezleri hazırlanmı,
hazırlanan bu tezler daha sonra kitap olarak neredilmitir. Gerek tez olarak
hazırlanan, gerekse kitap olarak yayımlanan mesnevilerin ekseriyetle günümüz
Türkçesine çevrilmeden tenkitli metin olarak hazırlandıkları görülmektedir. Bu
da sahanın uzmanı olan kimselerin dıında kalan çounluk tarafından hem
kullanılmasına, hem de istifade edilmesine mani olmaktadır. Ancak burada
dikkat çektiimiz hususa cevap verecek tarzda hazırlanıp yayımlanan iki esere
dikkat çekmek istiyoruz. Bunlar Muhammed Nur Doan tarafından hazırlanıp
yayımlanan Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn (Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn: Metin, Nesre
Çeviri, Notlar ve Açıklamalar, stanbul: Çantay Kitabevi, 1996 [2. bs., stanbul:
Yapı Kredi Yay., 2002)’u ile eyh Gâlib’in Hüsn ü Ak (Hüsn ü Ak [Metin,
Nesre Çeviri, Notlar ve Açıklamalar], stanbul: Ötüken, 2002)’ıdır. Nair her iki
çalımasında da, eserlerin bugünkü harflerle tam metnini, metinlerin karı
sayfalarında da, âirlerin edebî ahsiyeti ve eserlerin yazılılarında etkili olan
faktörleri göz önünde bulundurarak titiz ve dikkatle yapılmı çevirilerini
vermitir. Nair, beyitlerin çevirilerini yaparken açıklama ve izah sadedinde
parantez içerisinde ilâveler de yapmıtır. Bu da çevirinin hem güzel hem de daha
anlaılır olmasına yardımcı olmutur. Ayrıca nair, anlaılması zor beyitlerin,
özellikle okuyucular tarafından tam ve doru ekilde anlaılmasını salamak için
çeitli not ve izaha yer verilmitir. Bu da bizim hem medeniyet, hem de kültür
tarihimiz için oldukça önemli olan bu iirleri anlama noktasında, sahanın uzmanı
dıındaki okuyucuya büyük kolaylık salamaktadır. Bundan dolayı bu tip
çalımaların artarak devam etmesinde büyük faydalar vardır.
Mesnevîler konusunda yapılmı çalımalar, yukarıda belirttiklerimizle
sınırlı deildir. Aaıdaki bibliyografya bu konuda yapılmı tez, kitap, makale
ve bildirileri sunmayı hedeflemektedir.
*
*
*
*
628
628
RAZ’DAN STANBUL’A
Mesnevî Bibliyografyası900
I. Genel Bibliyografya
Abdülhalîm Memdûh, Târîh-i Edebiyât-ı Osmâniye, stanbul, 1306.
Ahmed Rifat Efendi, Lügat-i Târîhiyye ve Corâfiyye, 7 Cilt, stanbul, 1299-1300.
Ali Cânib, Edebiyât, kinci Tab‘, Devlet Matbaası, stanbul, 1928.
Arnavutluk Devlet Arivleri Osmanlı Yazmalar Katalou, haz. Giyasettin Ayta HacıYılmaz,
Ankara: Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bekta Veli Aratırma Merkezi Yay.,
2001.
Ate, Ahmed, “Hicrî VI - VIII (XII - XIV) Asırda Anadolu ’da Farsça Eserler”, Türkiyat
Mecmuası, 1945, c. VII - VIII, cüz: II, stanbul, s. 94-135.
Ate, Ahmed, “Burdur - Antalya ve Havalisi Kütüphanelerinde Bulunan Türkçe , Arapça ve
Farsça Bazı Mühim Eserler”, stanbulÜniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Dergisi, 1948, c. 2, sy. 3 -4, 31 Mayıs 1948, stanbul, s. 171-91.
Ate, Ahmet, “Konya Kütüphanelerinde Bulunan Eserler”, Türk Tarih Kurumu-Belleten,
1952, c. XVI, sy. 61, Ocak 1952, Ankara, s. 49-130.
Ate, Ahmed, “Anadolu Kütüphanelerinden Bazı Mühim Türkçe El Yazmaları”, stanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1958, c. 8, 1 Kasım
1958, stanbul, s. 90-130.
Ate, Ahmed, stanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler I [Üniversite ve
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
900
Bu bibliyografya hazırlanırken çeitli bibliyografik çalımaların yanında bizzat konu ile ilgili yapılan
çalımalar, dergiler vs. istifade edilmitir. Bibliyografyada yer alan bu tip çalımalardan önce bir yıldız
iareti konulmutur. stifade edilen çalımalardan bir kısmı unlardır: Sevda Önal, Klasik Türk
Edebiyatı Kitap Bibliyografyası (1930-2003), Yüksek lisans tezi, Atatürk Üniversitesi, 2003; Hatice
Aynur, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler Toplu Sayı 19902005, stanbul, 2005; Fatma S. Kutlar, “Mesnevî Nazım ekline Genel Bir Bakı ve Türk Edebiyatında
Mesnevî Aratırmalarıyla lgili Bir Kaynakça Denemesi”, Türkbilig, 2000, sy. 1, Nisan, Ankara, s.
102-157; Huri Savran, Eski Türk Edebiyatı Sahasıyla lgili Yayınlanmı Makaleler Bibliyografyası
(1952-1991), Yüksek lisans tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997; Emine Seval Yardım, Menkibe ve
Menakıbnamelerle lgili Eserler çin Açıklamalı Bir Bibliyografya Denemesi [1928-1998], Yüksek
lisans tezi, stanbul Üniversitesi, 1999; Erdoan Uluda, “Mesnevî Aratırmaları Bibliyografyası”,
Müteferrika, 1995, sy. 7, s. 55-85; smail Doan, Yabancı Ülkelerde Yayınlanmı Türkolojiyle lgili
Makaleler Bibliyografyası, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1990; Seyfettin Özege, Eski Harflerle
Basılmı Türkçe Eserler Katalou, 5 c., stanbul, 1971-1982; Türkiye’de Basılmı Farsça Eserler
Çeviriler ve ran ’la lgili Yayınlar Bibliyografyası, Ankara: Kültür Bakanlıı Millî Kütüphane Yay.,
1971…..
*
*
*
*
629
629
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Nuruosmaniye Kütüphaneleri], stanbul: Millî Eitim Basımevi, 1968.
•Aynur, Hatice, Üniversitelerdee Eski Türk Edebiyatı Çalımaları, Tezler-Yayınlar-Haberler,
stanbul, 2000.
•Aynur, Hatice, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler
2000, stanbul, 2001.
•Aynur, Hatice, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler
2001, stanbul, 2002.
•Aynur, Hatice, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler
2001, stanbul, 2002.
•Aynur, Hatice, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları Tezler, Yayınlar, Haberler
Toplu Sayı 1990-2005, stanbul, 2005.
•Banarlı, Nihad Sâmi, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, Destanlar Devrinden Zamanımıza
Kadar, 2 c., Ankara: Millî Eitim Basımevi, 1987.
•Blochet, Catalogue des Monuscripts Turcs de la Bibliotheque Nationale, 2 c., Paris, 19321933.
•Cunbur, Müjgân - Dursun Kaya - Niyazi Ünver - Hacı Yılmaz, Türk Dil Kurumu
Kütüphanesi Yazma Eserler Katalou, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1999.
•Çelebiolu, Âmil, Kanûnî Sultân Süleymân Devri Türk Edebiyatı, stanbul: Millî Eitim
Bakanlıı Yay., 1994.
Çelebiolu, Âmil, Eski Türk Edebiyatı Aratırmaları, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay.,
1998.
Çetin, smet, Türk Edebiyatında Hz. Ali Cenknâmeleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1997.
•Doan smail, Yabancı Ülkelerde Yayınlanmı Türkolojiyle lgili Makaleler Bibliyografyası,
Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1990.
Erdemir, Avni, Anadolu Sahası Musikiinas Divan airleri, Ankara: Türk Sanatı ve Eitimi
Vakfı (Tüsav) Yay., 1999.
Ergun, Sadettin Nüzhet, Tanzimata Kadar Türk Edebiyatı Tarihi ve Numuneleri, stanbul,
1931.
Ergun, Sadettin Nüzhet, Türk airleri, 2 c., stanbul, 1936.
Fâik Reâd, Târîh-i Edebiyât-ı Osmâniyye, Birinci Cild, stanbul: Zarâfet Matbaası.
Gibb, E.J. Wilkinson, Osmanlı iir Tarihi I-II, çev. Ali Çavuolu, Ankara: Akça Yay.,
1999.
•Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlânâ Müzesi Yazmalar Katalou I - II- III, Ankara: Millî Eitim
Bakanlıı, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüü Yay., 1971-1972.
Gönensay, Hıfzı Tevfik – Nihad Sami Banarlı, Balangıçtan Tanzimata Kadar Türk
Edebiyatı Tarihi, stanbul: Remzi Kitabevi, 1941.
Hıfzî Tevfîk, Hamâmî-zâde hsân, Hasan ‘Âlî, Türk Edebiyatı Nümûneleri, Mene’lerden
Onuncu Hicret Asrına Kadar, Birinci Cild, stanbul, 1926.
pekten, Halûk, Eski Türk Edebiyatı -Nazım ekilleri ve Aruz-, stanbul: Dergâh Yayınları,
1988.
sen, Mustafa, “Balangıçtan XVIII: Yüzyıla Kadar Türk Edebiyatı”, Türkler , 2002, c. XI,
Ankara, s. 532-72.
z, Fahir, Eski Türk Edebiyatında Nazm, 2 c., Ankara: Akça Yay., 1995
•Karabulut, Ali Rıza - Mercan, . Hakkı, Kayseri Râid Efendi Kütüphanesindeki,
Türkçe ,Arapça , Farsça , Basmalar Katalou, Kayseri 1993.
•Karabulut, Ali Rıza, Kayseri Rait Efendi Eski Eserler Kütüphanesindeki Yazmalar
Katalou, Ankara, 1995.
Karahan, Abdülkadir, Türk Kültürü ve Edebiyatı, stanbul: Millî Eitim Gençlik ve Spor
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
630
630
*
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Bakanlıı Yay., 1988.
•Karatay, Fehmi Edhem, Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplıı Türkçe Yazmalar Katalou, 2 c.,
stanbul: Topkapı Sarayı Müzesi Yay., 1961.
•Kâtib Çelebi, Min-Kitâbi Kefi’z-zunûn ‘An-Esâmî’l-Kütübi ve’l-Funûn, mukaddime
Âyetullâh el-Azmî, es-Seyyid ehâbeddîn en-Necefî el-Meraî, Beyrut-Lübnan
[erefettin Yaltkaya ve Kilisli Rifat Bilge tarafından hazırlanıp yayınlanan eserden ofset
baskı], trhs.
•Kocatürk, Vasfi Mahir, Türk Edebiyatı Tarihi, Balangıçtan Bugüne Kadar Türk
Edebiyatının Tarihi, Tahlili ve Tenkidi, Ankara: Edebiyat Yayınevi, 1970.
Korkud, Refik, Türk Edebiyatında airler ve Yazarlar, Hayatı – Edebi Kiilikleri – Eserleri,
Ankara, 1970.
Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, 4. baskı, stanbul: Ötüken, Yay., 1986.
Köprülüzâde Mehmed Fuâd - ehâbeddin Süleyman, Osmânlı Târîh-i Edebiyyâtı, Mene’lerden Nevehirli brahim Paa Sadâretine Kadar-, Birinci Cild, stanbul 1332.
Kut, Günay, "Leiden Kütüphanesi'ndeki Türkçe Yazmalar Katalou Üzerine", inasi Tekin
Anısına Uygurlardan Osmanlıya, stanbul: Simurg, 2005, s. 507-34.
•Levend, Âgâh Sırrı, Edebiyat Tarihi Dersleri, Tanzimata Kadar, 5. baskı, stanbul: Kanaat
Kitabevi, 1939.
•Levend, Âgâh Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, 3. baskı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.,
1988.
Mazıolu, Hasibe, “Türk Edebiyatı, Eski” Mad., C. 32, Türk Ansiklopedisi, stanbul, 1982, s.
81-134.
Mehmed Celâl, Osmanlı Edebiyâtı Numûneleri, stanbul: Matbaa-i Safa ve Enver, 1312.
Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Tarihi - Metinler, 8. baskı, Ankara:
Akça Yay., 2003.
Muallim Nâci, Osmanlı airleri, haz. Cemâl Kurnaz, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı
Yay., 1986.
Muhyiddîn, Yeni Edebiyyât, kinci tab’, stanbul, 1335.
Ouzkan, A. Ferkan, Türk Edebiyatı Tarihi (Tanzimat’a Kadar), stanbul, 1949.
•Okuyucu, Cihan, “Tunus Milli Kütüphanesindeki Türkçe Elyazmaları”, Akademik
Aratırmalar Dergisi 2000-2001, 2001, c. 2, sy. 7-8, stanbul, s. 135-69.
•Önal, Sevda, Klasik Türk Edebiyatı Kitap Bibliyografyası (1930-2003), Yüksek lisans tezi,
Atatürk Üniversitesi, 2003.
•Önder, Mehmet-Binark, smet-Seferciolu, Nejat, Mevlânâ Bibliyografyası I [Basmalar
(Kitap - Makale)], II [Yazmalar], Ankara: Türkiye Bankası Kültür Yay., 1974.
Öz, Yusuf, "eh-nâme Tercümeleri ve Sözlükleri", Name-i Aina, 2002, Sonbahar, s. 25-38.
•Özege, Seyfettin, Eski Harflerle Basılmı Türkçe Eserler Katalou, 5 c., stanbul, 19711982.
Sadettin Nüzhet, Tanzimat’a Kadar Muhtasar Türk Edebiyatı Tarihi ve Nümuneleri, tabi ve
nairi: Sühulet Kütüphanesi Sahibi, Semih Lütfü, stanbul trhs.
•Savran, Huri, Eski Türk Edebiyatı Sahasıyla lgili Yayınlanmı Makaleler Bibliyografyası
(1952-1991), Yüksek lisans tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997.
•entürk, Ahmet Atillâ ve Ahmet Kartal, Üniversiteler çin Eski Türk Edebiyatı Tarihi,
stanbul: Dergâh Yay., 1. baskı, 2004, 2. baskı, 2005.
•Tekinda, M. C. ehabeddin, “zzet Koyunolu Kütüphânesinde Bulunan Türkçe Yazmalar
Üzerinde Çalımalar I”, Türkiyat Mecmuası, 1971, c. XVI, stanbul, s. 133-62.
Timurta, Faruk K., Tarih çinde Türk Edebiyatı, 2. baskı, stanbul: Boaziçi Yay., 1990.
Tolasa, Harun, "18. Yüzyılda Yazılmı Bir Divan Edebiyatı Terimleri Sözlüü:
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
631
631
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Müstakimzâde'nin Istılâhâtü'-i'riyyesi II", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1986, c. XXIV_XXV, sy. 2, s. 363-80.
Torun, Ali, Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nâmeler Üzerine Bir nceleme, Ankara:
Kültür Bakanlıı Yay., 1998.
•Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 7 c., stanbul: Dergâh Yay., 1976-.
•Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, c. 4-5, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 2004.
•Türk Dünyası El Kitabı, c. 3, 2. baskı, Ankara: Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay.,
1992.
•Türkiye’de Basılmı Farsça Eserler Çeviriler ve ran ’la lgili Yayınlar Bibliyografyası,
Ankara: Kültür Bakanlıı Millî Kütüphane Yay., 1971.
Zavotçu, Gencay, Eski Türk Edebiyatı, Yüzyıllara Göre Nazım ve Nesir, Kocaeli: Kocaeli
Üniversitesi Yay., 2004.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
II. Tezler901
Abik, Ayehan Deniz, “Abdülvasi Çelebi'nin Halil-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi, 1987.
Acar, Hayrullah, “Nizâmi-yi Gencevî'nin Mahzenü'l-esrâr Mesnevisine Osmanlı Sahasında
Yazılmı Türkçe Nazireler”, Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi, 2002.
Açıkgöz, Namık, “Riyâzî, Hayatı, Eserleri ve Edebî Kiilii [Dîvân, Sâkî-nâme ve Düstûrü'lamel'in Tenkidli Metni]”, Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, 1986.
Agi, Fazıl, “Türk Edebiyatında Gül ü Bülbül Mesnevîleri ve Abdurrahim Utizimeni’nin
Bülbül ve Gül Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1995.
Akalın, Berrin, “Za'îfî'nin Gülen-i Sî-murg'u [nceleme-Metin-Özel Adlar Dizini]”, Doktora
Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2001.
Akalın, Nazir, “Nizâmi-yi Gencevî’nin Hayatı, Edebî Kiilii, Eserleri ve Leylî u Mecnûn
Mesnevisinin Tahkiye Unsurları Açısından Tahlili”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk
Üniversitesi, 1974.
Akar, Ali, “Mirkatü’l-cihâd [Dil ncelemesi-Metin-Dizin]”, 2 c., Doktora Tezi, stanbul
Üniversitesi, 1997.
Akarpınar, R. Bahar, “Türk Kültüründe Dinî Törenler ve Mevlid Kutlamaları”, Doktora Tezi,
Hacettepe Üniversitesi, 1999.
Akbay, Salahattin, “Saruhanlı eyh lyas ve Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâ erhi”, Yüksek Lisans
Tezi, Gazi Üniversitesi, 1996.
Akçay, Hasan, “Ahmedî’nin skender-nâme’si: Transkripsiyonlu Metin”, Yüksek Lisans
Tezi, Harran Üniversitesi, 1999.
Akgün, Nebahat, “Kutadgu Bilig ’in Türkiye Türkçesinden Uygurcaya ndeksi”, Yüksek
Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1988.
Akkaya, Hüseyin, “emseddin Sivasî'nin Süleymân-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi, 1987.
Akku, Metin, “Türk Edebiyatında ehrengizler ve Bursa ehrengizleri”, Yüksek Lisans
Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1987.
Akmandor, Ayten, “Münîrî’nin Mihr ü Müterî Mesnevîsi”, Doktora tezi, Ankara
Üniversitesi, 1983.
*
*
*
*
*
901
Yapıldıktan sonra yayımlanmı yüksek lisans ve doktora tezlerine "kitap" bölümünde yer
verilmitir.
632
632
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Aksoy, Hasan, “emseddin Sivâsî [Hayatı-Sanatı-Eserleri ve Mevlidi: Tenkitli Metin]”,
Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1980.
Aktan, Bilâl, “Devletolu Yûsuf’un Vikâye Tercümesi [nceleme-Metin-Dizin]”, Yüksek
Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2002.
Akta, Hasan, “Abdurrahman Gubârî, Yûsuf u Züleyhâ [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans
Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2006.
Alay, Zehra, “Muhyiddin Çelebi’nin Hızır-nâmesi [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi,
Selçuk Üniversitesi, 2005.
Albayrak, Nurettin, “Dinî Türk Halk Hikâyelerinden Geyik, Güvercin ve Deve Hikâyeleri
[Kaynakları ve Metin Tesisi]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1993.
Aldanmaz, Ömer, “emseddîn Sivasî’nin Mir’âtü’l-ahlâk ve Mirkâtü’l-evâk Adlı Mesnevisi:
Edisyonkritik-nceleme”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 2000.
Alıık, Cevdet Eralp, “Revânî’nin ret-nâme’si”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi,
1986.
Alkan, Serhan, “Subhî-zâde Feyzî'nin Hayatı, Edebî Kiilii ve Hamse'si [nceleme -Tenkidli
Metin]”, Doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997.
Alkaya, M. Akif, “Talıcalı Yahyâ, Kitâb-ı Usûl”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi,
1996.
Alpaslan, Ali, “Âık Paa'da Tasavvuf”, Doktora tezi, stanbul Üniversitesi, 1979.
Altay, Emine, “Subhizâde Feyzî'nin Hayatı-Eserleri ve Ak-nâme Mesnevîsi”, Yüksek Lisans
Tezi, Marmara Üniversitesi, 1998.
Altınzincir, Hasan, “Garîb-nâme (1-5)”, Doktora tezi, Çukurova Üniversitesi, 1991.
Altun, Mustafa, “Sî-nâme-i Hümâmî [nceleme-Metin-Dizin]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul
Üniversitesi, 1995.
Altun, Mustafa, “brahim bn-i Bâlî’nin Hikmet-nâme’si (1b-149a) [nceleme-Metin-SözlükDizin], Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2003.
Altunkaynak, Nimet, “Devletolu Yûsuf’un Vikaye Tercümesi: Transkribe Metin”, Yüksek
Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1992.
Apaydın, Muhammet, Hurîd-nâme’nin Dil Hususiyetleri [Fonetik ve Morfoloji], Yüksek
Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1994.
Aras, Gülçin, “Nev’î’nin Nevâ-yı Uâk ve Tercüme-i Hadîs-i Erba’în Adlı Eserleri”, Yüksek
Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1997.
Argunah, Mustafa, “ükrî’nin Selîm-nâmesi ve Eserdeki Dou Türkçesi Unsurları”, Yüksek
Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1986.
Arıkolu, Ekrem, “Mihr ü Vefâ [nceleme-Metin-ndeks]”, Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi, 1991.
Armutlu, Sadık, “Zâtî’nin em’ u Pervâne Mesnevîsi [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi,
nönü Üniversitesi, 1998.
Arslan, Mehmet, “Sâmî, Âsaf-nâme Mesnevîsi [nceleme - Metin], Yüksek lisan tezi,
Cumhuriyet Üniversitesi, 1987.
Arslan, Sabahattin, “smâil Hakkî Bursevî, erhu'l-mesnevî III. cild [Transkripsiyonlu
Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Ukuda Üniversitesi, 2000.
Arslan, Harun, “Lâmi’î Çelebi, Kitâb-ı Maktel-i Âl-i Resûl [Giri-Metin-nceleme-SözlükAdlar Dizini]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 2001.
Aslan, Üzeyir, “Ne'et Süleyman Efendi 1735-1807, Tercüme-i erh-i Dü Beyt-i Mesnevî
[nceleme-Tenkitli Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1999.
Aslantürk, Mahmud, “erh-i Cezîre-i Mesnevî [nceleme Transkripsiyonlu Metin-ndeks]”,
Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmara Sütçü mam Üniversitesi, 1996.
Atay, Hakan, “Heves-nâme'de Ak Oyunu, Tâcî-zâde Cafer Çelebi'nin Özgünlük Hayali”,
*
633
633
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Yüksek Lisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, 2003.
Ate, Sema, “Fütûhî Hüseyin Çelebi’nin “Tuhfetü’l-mecâlis” Mesnevîsi Üzerine Gramer
ncelemesi [Metin-Gramer-Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi,
1999.
Atlansoy, Kadir, “Sabâyî, Sırât-ı Müstakîm”, Yüksek lisans tezi, Uluda Üniversitesi, 1987.
Ay, Ümran, “Nidâyî: Manzûme-i Tıb”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2000.
Aydemir, Pınar, “Talıcalı Yahya’nın âh u Gedâ’sı”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi, 1993.
Aygün, Zeynel A., “Behitî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsi [nceleme-Metin]”, Doktora
Tezi, Çukurova Üniversitesi, 1999.
Aynur, Hatice, “Mahremî ve eh-nâme'si, I. Kısım Yavuz Sultan Selim Dönemi [ncelemeMetin-Sözlük-Dizin]”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1993.
Aynur, Hatice, “Sultan Mahmud'un kızı Sâliha Sultan ile Tophane Müiri Halil Rif'at
Paa'nın Düün Törenini Anlatan Sur-nâmeler”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi
Üniversitesi, 1988.
Baba, Mustafa Okan, “Mihr ü Müterî: 33b/39b”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi,
1986.
Baçeci, Lokman, “Nâbî Divanı'ndaki Küçük Mesneviler”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova
Üniversitesi, 2002.
Baldemir, sa, “Vefât-ı Nebî”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1996.
Balkaya, Halit, “Na’tî Mustafa ve Edhem-nâme Mesnevîsinin Tenkidli Metni ile
ncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997.
Banguolu, Tahsin, “Altosmanische Sprachstudien zu Suheyl u Nevbahâr”, Doktora Tezi,
Breslau, 1938.
Bankır, Mehmet Malik, “Gülen-i Râz [Gramer - Metin - Gramatikal ndeks]”, Yüksek
Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997.
Barı, Hasib, “Hayâl-i Behcet-âbâd”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1992.
Batürk, Orhan, “Sürûrî’nin Mesnevî erhi [Tanıtım - ndeks - Tenkitli Metin (v. 1b - 40a)]”,
Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1997.
Batur, Atilla, “Yazıcı Sâlih ve emsiyyesi [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes
Üniversitesi, 1998.
Bay, Fatih, “Sabâyî, Mevlid [Giri-Transkripsiyonlu Metin-Gramatikal Dizin]”, Yüksek
Lisans Tezi, Nide Üniversitesi, 2003.
Bayak, Cemal, “Sevdâ’î, Kıssa-i Leyli Birle Mecnun”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi
Üniversitesi, 1987.
Baykal, Özgül, “Mevlânâ ’nın Mesnevisi’nde Hayvan Hikâye ve Motifleri”, Doktora Tezi,
Ankara Üniversitesi, 1960.
Baykaldı, Remzi, “Âık Paa: Garîb-nâme Rait Efendi nr. 9344, bab 1-5, [Transkribe
Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1990.
Baykaldı, Remzi, “Âzerî brahim Çelebi ve Nak-ı Hayâl Mesnevîsi [nceleme - Metin]”,
Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1994.
Bayram, Ömer, “Himmetzâde Abdî ve Gencîne-i ’câz simli Mesnevîsi”, Yüksek Lisans
Tezi, Fatih Üniversitesi, 2000.
Bayyurt, Mehmet, “Hayâlî, Ravzatü'l-envâr [Dil Özellikleri - Metin - Seçme Sözlük]”,
Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1996.
Belal Saber Mohamed Abdel-Maksoud, “Leylâ ile Mecnûn Mesnevisinin Arap , Fars ve Türk
Edebiyatı’nda Ele Alını Biçimi ve Larendeli Ha mdî’nin Eseri, c. I-II”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2004.
Belen, Maksut, “Hızrî'nin Âb-ı Hayât Mesnevîsi [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi,
*
*
*
634
634
*
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Celal Bayar Üniversitesi, 1997.
Bindal (Arslan), Fatma, “Kara Çelebi-zade Abdülaziz, Gülen-i Niyâz [Tenkidli Metinnceleme]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1996.
Birici, Sevim, “Bursalı Rahmî, âh u Gedâ [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat
Üniversitesi, 1996.
Bozkaplan, erif Ali, “Câmasb-nâme [Dil Özellikleri - Kısmî Transkripsiyon – Söz Dizini]”,
Doktora Tezi, nönü Üniversitesi, 1989.
Buluz, Nermin, “emseddîn Sîvâsî’nin Het-Behit Mesnevisi [nceleme – Edisyon Kritikli
Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1997.
Büyükkarcı-Yılmaz, Fatma, “Za’îfî’nin Manzum Gülistân Tercümesi: Kitâb-ı Nigâristân-ı
ehristân-ı Dırahtistân-ı Sebzistân, 2 c.”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001.
Canöz, Behçet, “Gubârî’nin Ka’be-nâme’si (Hâzâ Kitâb-ı Ka’be-nâme-i erîf)”, Yüksek
Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1996.
Cengiz, Hayriye, “eyh Gâlib'de Tasavvuf ve Hüsn ü Ak”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi, 2000.
Cunbur, Müjgan, “Gülehrî ve Mantıku’t-tayr’ı”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 1952.
Çakır, Müjgân, “Abdî'nin Camasb-nâme'si ve Türk Halk Edebiyatına Tesiri”, Yüksek Lisans
Tezi, Marmara Üniversitesi, 1994.
Çakır, Müjgân, “Nâyî Osman Dede Hayatı, Sanatı, Eserleri ve Ravzatü'l-i'câz fi'l-Mu'cizâti'lmümtâz'ı”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1998.
Çalıkanman, Tijen, “Kemâlolu smâ’îl Ferahnâme [Biyografi–Devir ve Tür Aratırması–35
Varaın Neri]”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, 1998.
Çavuolu, Ali, “Kültür Tarihimizde Kıyafet-nâmeler, Kaynakları, Konuları, Hükümlerin
Deerlendirilmesi ve Örnek Metinler”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1996.
Çavuolu, Rait, “âh Velî Ayıntâbî’nin Risâletü’l-bedriyye’si [Metin-Muhteva-Tahlil]”,
Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2007.
Çelik, Bayram, “Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesevisi ile Hamdullâh Hamdî’nin Yûsuf u
Züleyhâ Mesnevisinde nsan Psikolojisi”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi,
1998.
Çelik, Muhittin, “Revânî: ret-nâme [Dil Özellikleri – Metin – Sözlük]”, Yüksek Lisans
Tezi, nönü Üniversitesi, 1989.
Çınar, Bekir, “Talıcalı Yahya Gencine-i Râz [nceleme-Metin-ndeks]”, Yüksek Lisans
Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1994.
Çıpan, Mustafa, “Mulalı brahim âhidî, Hayatı, Sanatı, Edebî ahsiyeti, Eserleri, Dîvân ve
Gülen-i Vahdet, Tenkitli Metin”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1985.
Çiftçi (Köse), Selcen, “Bahrü'l-hakâyık [Transkripsiyonlu Metin-Dil ncelemesi-Sözlük]”,
Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, 1997.
Çiftçi, Selcen, “Tuhfetü’l-mü’min [Metin-nceleme-Sözlük]”, Doktora Tezi, stanbul
Üniversitesi, 2003.
Çolak, Abdülkadir, “Türâbî’nin Manzum Battal-nâme’si”, Yüksek Lisans Tezi, nönü
Üniversitesi, 2006.
Çolak, Faruk, “Niyâzî'nin Mansûr-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi,
1986.
Çomar, Arife, “Süleyman Nahîfî, Enfüsü’l-âfâk”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi,
2001.
Çoruh, Nesrin, “XV. Yüzyıl Mesnevîlerinden Hamdî'nin Yûsuf u Züleyhâ, Cem Sultan'ın
Cemîd ü Hurîd'ini Modern Roman Unsurları Açısından Deerlendirilmesi”, Yüksek
Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, 2003.
Çöm, Erol, “Emîrî'nin Gülen-i Ebrâr ve Mir'âtü'l-ebrâr Mesnevîleri [nceleme-Metin]”,
*
635
635
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2001.
Çöm, Erol, “XVI. Yüzyıl Ahlâkî Mesnevîleri ve emseddîn-i Sivasî’nin bret-nümâ Adlı
Mesnevisi [nceleme-Metin] ”, Doktora tezi, Selçuk Üniversitesi, 2007.
Çulhaolu, Gülen, “eyhî'nin Hüsrev ü îrîn Mesnevîsindeki Ak likileri”, Yüksek Lisans
Tezi, Bilkent Üniversitesi, 2002.
Dara, Osman Bölükbaı, “El Yazma Mevlid ncelemesi [Çeviri Yazı-Metin-Sözlük]”,
Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, 1995.
Deirmençay, Veyis, “Sultan Veled ve Rebabnâme”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1996.
Delice, brahim, “Nideli Muhibbî, Gül ü Nevrûz [nceleme-Metin-Dizin]”, Doktora Tezi,
Fırat Üniversitesi, 1995.
Demir, Dilek, “Na'tî'nin Edhem ü Hümâ Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi, 2001.
Demir, Recep, “Hatâyî-i Tebrizî ve Mollâ Câmî’nin Yûsuf u Züleyhâ Mesnevîleri Üzerinde
Karılatırmalı Bir nceleme [nceleme-Metin]”, Dotora Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi,
2006.
Demirbilek, Salih, “Ahmedî'nin skendername Adlı Eseri Üzerinde nceleme [Ses Bilgisiekil Bilgisi-Cümle Bilgisi], Metnin Transkripsiyonu, Sözlük Çalıması”, Doktora Tezi,
Trakya Üniversitesi, 2000.
Demirel, Mustafa, “Kemal Paazâde’nin Yusuf u Zeliha’sı ve Dil Hususiyetleri”, Doktora
Tezi, stanbul Üniversitesi, 1979.
Demirel, ener, “Behitî ve Heft-Peyker’i”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 1995.
Dindar, Muharrem, “Bihitî Ramazan Efendi ve Cemâh ve Âlemâh Mesnevîsi”, Yüksek
Lisans Tezi, Uluda Üniversitesi, 1999.
Doan, enol, “Hasan Nâdir Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Mevlidleri”, Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversitesi, 2002.
Doanyiit, brahim, “Yahya Bey (Talıcalı) Gülen-i Envâr”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes
Üniversitesi, 1992.
Dolu, Halide, “Meneinden Beri Yûsuf Hikâyesi ve Türk Edebiyatındaki Versiyonları,
Vesikalar Albümü”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1953.
Durmaz, Esra, “eyyad Hamza'nın Vefât-ı Hazret-i Resûl'ü”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi, 1994.
Ece, Selami, “Manisalı Cami'nin Vamık u Azra Mesnevisi”, Doktora Tezi, Atatürk
Üniversitesi, 2002.
Ece, Selami, “Tahkiye Açısından Hâimî'nin Mihr ü Mâh Mesnevîsi [Transkripsiyonlu
Metin-nceleme]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1996.
Elçin, Dilek, “Çaatayca Yûsuf ve Zelihâ Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi, 1984.
Eliaçık, Muhittin, “Âık Ahmed’in Câmi’ü’l-ahbâr’ı I [nceleme], II [Metin]”, Doktora Tezi,
stanbul Üniversitesi, 1998.
Eliaçık, Mustafa, “emsüddîn-i Sivasî'nin Menâkıb-ı mâm-ı Azam Mesnevîsi [ncelemeMetin]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1997.
Elveren, Abdurrahim, “XV. Yüzyıl âirlerinden Ârif ve Hamsesi”, Yüksek Lisans Tezi,
stanbul Üniversitesi, 2001.
Enginolu, Burhan, “emseddin Sivâsî’nin bret-nümâ Mesnevîsi [nceleme – Karılatırmalı
Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1997.
Enginolu, Burhan, “emseddin Sivâsî’nin bret-nümâ Mesnevîsi [nceleme – Karılatırmalı
Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1997.
Erantepli Canku, Ayegül, “Muhammed Sâlih, eybânî-nâme (1b-69b) [Metin-indeks]”,
Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1988.
*
636
636
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Erenolu, Dilek, “Pend-nâme, Güvâhî, Dil ncelemesi”, Yüksek Lisans Tezi, Afyon
Kocatepe Üniversitesi, 1997.
Erien, Gülgün, “Bursalı Rahmî ve Gül-i Sad-berg’i”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi, 1990.
Erkal, Abdülkadir, “Lâmî Çelebi: Ferhâd u îrîn [nceleme – Metin]”, Yüksek Lisans Tezi,
Atatürk Üniversitesi, 1997.
Erkan, Adil, “Eski Türk Edebiyatında Kıyafetname”, Yüksek Lisans Tezi, Fatih Üniversitesi,
2000.
Esir, Hasan Ali, “Bursalı Lâmi’î Çelebi: Hayatı – Edebî Kiilii – Ferhat-nâme’nin Tahlili ve
Tenkitli Metni”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1998.
Farzan, Ebrahim, “Gulen-i Saruhânî, Hayatı, Farsça Dîvânı ve Râz-nâme’si”, Doktora Tezi,
stanbul Üniversitesi, 1980.
Feyziolu, Nesrin, “skender-nâme Üzerine Bir nceleme”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk
Üniversitesi, 1991.
Fidan, Mustafa, “brâhîm Tennûrî, Gülzâr-ı Ma’nevî [nceleme-Metin Sözlük]”, Doktora
Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1995.
Gedikliolu, S. Sibel, “Kıssa-i brâhîm Edhem”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi,
1998.
Genç, Neslihan, “Süheyl ü Nev-bahâr”, Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi, 2003.
Goca, Ayet Abdülaziz, “Haydar Tilbe'nin Mahzenü'l-esrâr Mesnevîsi [Önsöz-Giri-Metin ve
Tercüme-Dizin”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2000.
Gökçe, Funda, “Livâî, Bahrü’l-irfân [Metin Neri ve Metin Sözlüü]”, Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi, 2003.
Gökçe, Sait, “Kıvâmî und Fetihnâme”, Doktora Tezi, Münih Üniversitesi (Almanya), 1954.
Gökdeniz, Zehra, “znikî Bekâyî’nin Gül ü Bülbül Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi
Üniversitesi, 1988.
Gözütok, Avni, “Âık Paa’nın: Garîb-nâmesi [lk Dört Bâbının Transkripsiyonlu Metni,
Gramer-Kelime Tekili-Çekimleri ve Seçme Lûgat]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk
Üniversitesi, 1986.
Gözütok, Avni, “Garib-nâme'nin Dili Üzerinde Sistematik Bir Gramer Çalıması”, Doktora
Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1991.
Güder (Öznal), Nurcan, “Dâstân-ı brâhîm Edhem [Metin-Sözlük-Ekler Dizini]”, Yüksek
Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1992.
Güder, Nurcan Öznal, “Kastamonulu âzî: Maktel-i Hüseyn [nceleme-Metin-Sözlük-Adlar
Dizini]”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1997.
Güler, Kadir, “Âık Paa: Garîb-nâme Rait Efendi nr. 9344, 9-10. bablar [Transkribe
Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1990.
Güler, Kadir, “brâhîm Beg Dîvânı [nceleme – Metin – ndeks – Sözlük]”, Doktora Tezi,
Erciyes Üniversitesi, 1995.
Güler, Zülfü, “Hamdullah Hamdi, Leylâ vü Mecnûn”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi,
1982.
Gülseren, Cemil, “Halili, Firkatnâme (XV. Yüzyıl) [Dil Özellikleri-Metin-Seçmeli Sözlük],
Yüksek lisan tezi, nönü Üniversitesi, 1990.
Gülseven (Perver), Elif, “Güleni, Esrâr-nâme [Metin-nceleme]”, Yüksek Lisans Tezi,
Uluda Üniversitesi, 1999.
Gülsoy Nebahat, “Ârif, Mi'râc-nâme, Vefât, simsiz Bir Mesnevî [Giri - Transkripsiyonlu
Metin Metin - Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1993.
Günba, Sava, “Divan iirinde Nasihatname Türü ve Ali Naki'nin Gavriye ve Aynü'lhayâtâ Mesnevileri”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2003.
*
*
637
637
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Gündüz, Kezban, “Ravzatü’t-tevhîd Adlı Mesnevînin ncelenmesi ve Tenkildi metni”,
Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2006.
Güner, Fatma, “Vefât-ı Hazret-i Resûl”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1996.
Güngör, Zülfikar, “Türk Edebiyatında Türkçe Manzum Hilye-i Nebevîler ve Nesîmî
Mehmed’in Gülistân-ı emâil’i”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2000.
Gürani, Nur, “Niyâznâme-i Sa’d u Humâ A Mathnawi of Abdi”, Yüksek Lisans Tezi,
Boaziçi Üniversitesi, 1987.
Güven, Ahmet Zeki, Edirneli Nazmî’nin Pend-nâmesinde Ahlâk ve Eitim Unsurlarının
Tespiti ve ncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2006.
Güzelıık, Gülten, “Vefât-ı Hazret-i Resûl”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi,
1996.
Harmancı, M. Esat, “Manisalı Câmî, Muhabbet-nâme [Vâmık u Azrâ], (nceleme-MetinNesre Çeviri”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2003.
Horata, Osman, “Cemâlî Hümâ vü Humâyûn [nceleme – Tenkidli Metin]”, Doktora Tezi,
Hacettepe Üniversitesi, 1990.
Hülâgu Bayramçavu, Zehra, “Kavâ’id-i Teysîr-i Kur’ân [Metin-Tercüme-Sözlük-Ekler
Dizini]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1994.
mamolu, A. Hilmi, “Farsça -Türkçe Manzum Sözlükler ve ahidi'nin Sözlüü [ncelemeMetin]”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1983.
manov, Gül Ahmet, “Meshi-i Tebrizi'nin Varqa ve Gülah Mesnevisi”, Yüksek Lisans Tezi,
Afyon Kocatepe Üniversitesi, 2002.
nan, Mehmet Emin, “XVI. Asır âirlerinden Zaifî ve Bâg-ı Behit Mesnevisi (1154 Beyti)”,
Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1998.
nan, Uur, “Hâl-nâme-i Sevâdî [Transkripsiyonlu Metin], Yüksek Lisans Tezi, stanbul
Üniversitesi, 1990.
nan, Murat Umut, “Edirneli Güftî Ali ve âh u Dervî Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi,
Boaziçi Üniversitesi, 2006.
spirli, Serhan, “Subhizâde Feyzî'nin Hayatı, Edebî Kiilii ve Hamsesi [nceleme - Tenkidli
Metin]”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997.
Jaeckel, Ralph, “Dukaginzâde Talıcalı Yahyâ Bey's King and Beggar A Sixteenth-Century
Ottoman Allegorical-Mystical Love Poem (Mesnevi)”, Doktora Tezi, California
Universty, 1980.
Kara, Hüseyin, “Mihr ü Müterî”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986.
Karabeyolu, Cemid, “Sultan Veled, Mesnevi-yi Veledî, Velednâme I-III”, Doktora Tezi,
stanbul Üniversitesi, 1976.
Karaca, Yusuf, “Süleymân Nahîfî Efendi ve Mevlidi: Hayatı-Eserleri-Edebî Kiilii ve
Mevlidi’nin Tenkitli Metni”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 1999.
Karademir, Mahmut, “Abdî, Camasb-nâme [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi, Atatürk
Üniversitesi, 2001.
Karadüz, Sıddık, “Dervî emsî’nin Deh-murg’unun Karılatırmalı Metni ve Benzeri
Eserlerle Genel Bir Deerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2000.
Karapınar, Behsat, “Ahmed Müridi'nin Pend-nâmesi'nin (ilk 5094) Tenkitli Çeviri Yazısı ve
Metâni”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1999.
Karpuz, Hacı Ömer, “Abdurrahîm Karahisârî’nin Vahdet-nâmesi”, Doktora Tezi, Atatürk
Üniversitesi, 1991.
Kartal, Ahmet, “Osmanlı Medeniyetini Besleyen Kültür Merkezleri- Edebî Açıdan- (XI.
Asırdan XVI. Asrın Sonuna Kadar Türk Edebiyatı ve Fars Edebiyatının Münasebetleri)”,
Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, 1999.
Kavukçu, Fatma Zehra, “Lâmi’î Çelebi’nin Veyse vü Râmîn ’i [nceleme-Metin]”, Yüksek
*
*
*
*
*
*
638
638
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Lisans Tezi, Uluda Üniversitesi, 1994.
Kaya, Bayram Ali, “Neâtî Hayatı - Sanatı, Eserleri ve Hilye-i Enbiyâ'sı”, Yüksek Lisans
Tezi, Trakya Üniversitesi, 1991.
Kayabaı, Ayfer, “Talıcalı Yahya Bey ve Gülen-i Envâr [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans
Tezi, nönü Üniversitesi, 1991.
Kaymaz, Zeki, “Âık Paa Garîb-nâme [Dil Özellikleri – Kısmî Transkripsiyon – Söz
Dizini]”, Doktora Tezi, nönü Üniversitesi, 1989.
Kaymaz, Zeki, “Âık Paa: Garîb-nâme”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1989.
Kazan, evkiye, “Hâmidî-zâde Celîlî Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii ve Hüsrev ü îrîn
Mesnevisi [nceleme – Tenkidli Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel
Üniversitesi, 1997.
Keskin, Aye Gülay, “Abdurrahman Karahisarî’nin Hayatı, Eserleri ve Vahdet-nâme
Mesnevisinin Tenkidli Metni”, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, 2001.
Kılıç, Müzahir, “Hakanî: Hayatı, Edebî ahsiyeti, Eserleri ve Hadîs-i Erba’în’in Tenkidli
Metni”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1993.
Kıpçak, Mehmet, “eyhi'nin Hüsrev ü irin'inin ahıs Kadrosu”, Yüksek Lisans Tezi,
Çukurova Üniversitesi, 1999.
Kırman, Aydın, “Yemînî'nin Fazîletnâme'si [ekil ve Muhteva Tahlili]”, Doktora Tezi, Ege
Üniversitesi, 2004.
Kıstırak, Saim, “Abdürrahim Karahisari'nin Vahdet-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, nönü
Üniversitesi, 1999.
Kiraz, Semiha, “eyh brahim Tennurî Gülzâr-ı Ma’nevî [nceleme – Metin – Tıpkıbasım]”,
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1991.
Koçin, Abdulhakim, “Zaifî ve Bustân’ı Nesâyıh’ı [nceleme ve Tenkitli Metin]”, Yüksek
Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 1991.
Koçolu, Turgut, “efik-nâme, efik-nâme erhi ve Edhem ü Hümâ Mecmuası [ncelemeTenkitli Metin-Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 2004.
Koncu, Hanife, “Abdî'nin Camasb-nâme'si ve Türk Halk Edebiyatına Tesiri”, Yüksek Lisans
Tezi, Marmara Üniversitesi, 1994.
Korkmaz, Ramazan, “Keçecizade zzet Molla ve Mihnet-kean Üzerine Bir Aratırma”,
Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 1988.
Kozacı, Hatice, “Abdî'nin Camasb-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, 1994.
Köktekin, Kâzım, “Süle Fakih’in Yûsuf ve Zelihâsı [nceleme–Metin-ndeks], 2 c.”, Doktora
Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1994.
Köleolu, Mehmet, “Fuzûlî'nin Beng ü Bâde'si: Kaynak - Konu - Üslûp ve ekil Yönünden
nceleme”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 2002.
Köse, Recep, “Bursalı Lâmi’î’nin em’ ü Pervâne’si [nceleme – Metin]”, Yüksek Lisans
Tezi, nönü Üniversitesi, 1997.
Kulolu, Nazan, “Abdî, Cemîd ü Hûrîd [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Fırat
Üniversitesi, 1989.
Kunt, brahim, “Mesnevî Sözlükleri ve ‘Abdullatîf b. ‘Abdullâh’ın Letâifu’l-lugat’ı”, Yüksek
Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1996.
Kuru, Selim S., “Bir Deh-nâme Örnei Olarak Ta'auk-nâme ve Eserdeki Ki'li Yan
Tümleler”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1993.
Kuzuba, Muhammet, “Nev'i-zâde Atâ'i'nin Nefhatü'l-ezhâr Mesnevisi”, Yüksek Lisans Tezi,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 2003.
Külekçi, Numan, “Ganî-zâde Nâdirî, Hayatı, Edebî Kiilii, Eserleri, Divanı ve ehnâmesinin Tenkidli Metni”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1985.
Kütük, Rıfat, “Celâl-zâde Sâlih Çelebi Leylâ vü Mecnûn [Tenkidli Yayın – nceleme]”,
*
639
639
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1995.
Merhan, Aziz, “Die 'Vogelgespräche' Gülehrîs und die Anfänge der türkischen Literatur”,
Doktora Tezi, Göttingen, 2003.
Mermutlu, Mehmet Sait, Ahmed Müridî’nin Pendnâmesi [Tenkitli Metin], Yüksek Lisans
Tezi, Harran Üniversitesi, 1996.
Mersin, Tuba, “Gelibolulu Huzuri'nin Tercüme-i Esrâr-nâme Adlı Mesnevisi, Yüsek lisans
tezi, Fatih Üniversitesi, 2004.
Meyveci, Asuman, “Bâyezîd-i Rûmî'nin Sırr-ı Cânân Mesnevîsi [Metin - nceleme]”, Yüksek
Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, 1988.
Mu, Züleyha, “Arap ve Türk Edebiyatlarında Yusuf u Züleyha Hikayelerinin Mukayesesi”,
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2000.
Okçu, Naci, “eyh Galib'in Dîvânı ile Hüsn ü Ak'ındaki Tasavvufî Unsurlar”, Doktora Tezi,
Atatürk Üniversitesi, 1978.
Orak, Bayram, “Lutfî’nin Gül ü Nev-rûz’u [Gramer – ndeks]”, Yüksek Lisans Tezi, Ege
Üniversitesi, 1995.
Orhan, Hikmet, “Eski Anadolu Türkçesi Ürünlerinden Düstûr-nâme-i Enverî: zmir Millî
Ktp. Nüshasının Metni-Sözlüü ve Dilbilgisi Özellikleri”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi, 1985.
Öz, ükriye Feyza, “Hayret Mehmed Efendi'nin Manzum Elfiyye Tercümesi ve Bugünkü
Dile Uyarlaması”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2002.
Öz, Yusuf, “Tarih Boyunca Farsça -Türkçe Sözlükler”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi,
1996.
Özbekolu Karaca, Aygül, “Adli Hasan Efendi'nin Tergibat Adlı Mesnevisi [ncelemeMetin]”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2001.
Özbostancı, Kenan, “Kemâloglı, Ferah-nâme”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi,
1991.
Özçam, Çimen, “eyyâd Hamza’nın Yûsuf ve Züleyhâ Adlı Eserinin Dil Özellikleri”,
Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 1993.
Özden, Nihan, “Hayali, Ravzatü'l-envar [Metin-Gramatikal ndeks]”, Yüksek Lisans Tezi,
Gaziosmanpaa Üniversitesi, 2001.
Özer, Hande, “Nev'î'nin Hasb-ı Hâl'i”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995.
Özer, Osman, “Ahmedî, Tervîhu’l-ervâh”, Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, 1995.
Özfırat, Bayram, “Tokatlı shâk Efendi’nin Nazmu’l-ulûm, Nazmu’l-le’âlî ve Manzûme-i
Keydânî Adlı Mesnevileri (nceleme-Metin)”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi,
2006.
Özsoy, Nasrullah, “Mihr ü Müterî”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986.
Öztoprak, Nihad, “Klâsik Türk Edebiyatında Manzum Yüz Hadisler”, Doktora Tezi,
Marmara Üniversitesi, 1993.
Öztürk, Cemil, “Hatibolu, Ferahname, egy XV. Szazadi Osman-Török Nyelvemlék”,
Doktora Tezi, Phd. Thesis. Budapest Eötvös Lorand Tudományegyetem, 1984.
Öztürk, Nebiye, “Zenânnâme: Enderunlu Fazıl”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi,
2002.
Öztürk, Zehra, “Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf u Zeliha Mesnevisinde Tipler ve Motifler”,
Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1993.
Özuygun, Ali Rıza, “Zaifî Pir Mehmed ve Gülen-i Sîmurg [nceleme-Metin]”, Yüksek
Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1993.
Özyaamı akar, Sezer, “Birgivî Muhammed Efendi’nin Manzum Vasiyet-nâme’si
[Eletirmeli Metin-Dil ncelemesi-Sözlük]”, Doktora Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi, 2005.
*
*
*
*
*
*
640
640
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Özyurt, Mustafa, “Dursun Fakih ve Gazavatnamesi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi, 1995.
Pehlivan, Elif, “eyh Eref b. Ahmed’in Nasîhat-nâme Adlı Mesnevîsinin Edisyonkritii le
Çeviri Yazısı”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2000.
Pekolcay, Necla, “Türkçe Mevlid Metinleri”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1950.
Sabir, Muhammed, “Mir Ali ir Nevaî'nin lk Mesnevisi Hayretü'l-ebrâr Hakkında
Aratırmalar -Edisyon Kritik, mla, Dil Hususiyetleri ve Lugatçe”, Doktora Tezi, stanbul
Üniversitesi, 1961.
Sabuncu, Zeynep, “Mihr ü Mâh A Mathnawi of Mustafa Âlî”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi
Üniversitesi, 1983.
Salman, Ramazan, “Süle Fâkih: Yûsuf u Zelihâ (XIV. yüzyıl) [Dil Özellikleri –
Transkripsiyonlu Metin – Seçmeli Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi,
1989.
Sarı, Mehmet, “Gelibolulu Za’îfî Muhammed, Gazâvât-ı Sultân Murâd Han [nceleme (Ses
Deimeleri, Benzemeleri ve Uyumlar), Metin-Sözlük]”, Doktora Tezi, stanbul
üniversitesi, 1994.
Sarıcı, Emine, Ârif Süleymân, Hayatı, Eserleri ve Hilye-i Nebeviyye’si [Edisyon Kritik],
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001.
Sarıçiçek, Ramazan, “Talıcalı Yahyâ Bey, Gencîne-i Râz [nceleme - Metin]”, Yüksek
Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi, 1991.
Sarıkaya, Bekir, “Ârif, Müridü'l-ubbâd, Nüsha-i Âlem ve erhü'l-âdem, Mevlid [Giri Transkripsiyonlu Metin - Sözlük]”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1992.
Sava, Hamdi, “shak Çelebi ve Selim-nâme'si”, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1986.
Sava, Hatice, “Nâlî Mehmed'in Miftâh-ı Heftkân'ı [nceleme - Metin]”, Yüksek Lisans Tezi,
Selçuk Üniversitesi, 2002.
Saymaz, Semiha, “Bahrü'l-hakayık”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1998.
Selçuk, Bahir, “Nali Mehmed Efendi, Tuhfetü'l-emsâl [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans
Tezi, nönü Üniversitesi, 1999.
Sevinçli, Veysi, “Letâyifnâme [Giri-nceleme-Metin-Sözlük]”, Doktora Tezi, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi, 1996.
Seyhan, Köksal, “Mâlî, Mesnevîleri ve Divanı”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi Üniversitesi,
1993.
Seylan, Ali, “brahim bn-i Bâlî, Hikmet-nâme [nceleme-Metin-Sözlük-Dizin]” 2 c.,
Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2003.
ahin, Hatice, “Hatibolu: Ferah-nâme [Dil Özellikleri – Metin – Söz Dizini]”, Doktora Tezi,
nönü Üniversitesi, 1993.
ahin, Hatice, “Tursun Fakih, Gazavatname [Dil Özellikleri-Metin-Sözlük]”, Yüksek Lisans
Tezi, nönü Üniversitesi, 1989.
ahin, M. Ünal, “Leylî ve Mecnun: Sevdâ’î [Transkripsiyon ve Dil ncelemesi]”, Yüksek
Lisans Tezi, nönü Üniversitesi, 1988.
arlı, Mahmut, “Âık Paa: Garîb-nâme Rait Efendi nr. 9344, bab 6-8 [Transkribe Metin]”,
Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi, 1990.
arlı, Mahmut, “Cinânî, Riyâzü’l-cinânı [nceleme - Metin]”, Doktora Tezi, Erciyes
Üniversitesi, 1994.
ener, H. brahim, “Türk Edebiyatında Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâlar”, Doktora Tezi, Dokuz
Eylül Üniversitesi, 1986.
enocak, Ebru, “Leyla ile mecnun Hikayesi Üzerine Mukayeseli Bir Aratırma”, Yüksek
Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 2000.
*
*
641
641
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
eylan, Ali, “brahim b. Bâlî, Hikmet-nâme [6000-12000'inci Beyitler] nceleme-MetinSözlüki”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 2003.
imek, Nuray, “Abdurrahman Gubarî'nin Ka'be-nâme'si”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi, 1987.
imek, Taceddin, “Fedayi Dede Mantık-ı Esrâr [Tenkidli Metin ve nceleme]”, Yüksek
Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1993.
imekler, Nuri, “âhidî brâhîm Dede’nin Gülen-i Esrâr’ı [Tenkitli Metin - Tahlil]”,
Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1998.
Tahbaszade, Abdürresuül (Hayyampur), “Türk ve ran Edebiyatlarında Yûsuf ve Züleyha
Mesnevîsi”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi, 1945.
Tanrıverdi, Fatma, “eyh Eref bin Ahmed”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi,
1998.
Tarlan, Ali Nihad, “slâm Edebiyatında Leylâ vü Mecnûn Hikâyesi”, Doktora Tezi, stanbul
Üniversitesi, 1922.
Takın, Gülah, “Kıyâsî ve Mihr ü Mâh Mesnevîsi”, Yüksek Lisans Tezi, Boaziçi
Üniversitesi, 2003.
Talıova, Muammer Mete, “Mir Hamza Nigârî'nin Nigâr-nâme Mesnevîsi”, Yüksek Lisans
Tezi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, 1998.
Tavukçu, O. Kemâl, “Halîlî, Firkat-nâme [nceleme – Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk
Üniversitesi, 1993.
Tavukçu, Orhan Kemal, “Ahmed Rıdvan, Hüsrev ü irin [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi,
Atatürk Üniversitesi, 2000.
Tel, Hatice, “Çengname [Transkripsiyonlu Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Harran Üniversitesi,
1997.
Temizel, Ali, “Mevlânâ ve Mevlevîlikle lgili Eski Harfli Türkçe Eserler ve Müellifleri”,
Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1996.
Tepeli, Yusuf, “Yemînî, Fazîletnâme”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1994.
Terzi, Mehmet, “Yazıcı Sâlih (Selahaddin), Kitâbu’-emsiyye (Melhame-i emsiyye) [Dil
Özellikleri–Metin–Söz Dizini]”, Doktora Tezi, nönü Üniversitesi, 1994.
Tezcan, Nuran, “Lâmi‘î’in Hayatı-Eserleri-Gûy u Çevgân Mesnevisi [nceleme-Metin]”,
Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, 1976.
Tiken, Kâmil, “Mihr ü Müterî”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986.
Tohumcu, Nimet, “Misâlî'nin Kitâb-ı Manzûme-i Feyznâme-i lâhî Mesnevisi [nceleme Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2002.
Tokatlı, Ümit, “Elvan Çelebi'nin Menakıbnamesi [Metin-ndeks-Gramer]”, Doktora Tezi,
stanbul Üniversitesi, 1984.
Toker, Birgül, “emseddin-i Sivasî'nin Mir'âtü'l-ahlâk Mesnevîsi [nceleme - Metin]”,
Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 2003.
Tunç, Semra, “Ârif, Hayatı, Edebî Kiilii ve Eserlerinin Tenkidli Metni I. C. nceleme – II.
C. Metin”, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1996.
Tural, Güzin, “Seb'a-i Seyyâre”, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, 1993.
Tural, Lale, “Hafî'nin Zâdü'l-me'âd'ının Süleymân Çelebi Mevlid'i ile Karılatırılması”,
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1993.
Tural, ecaattin, “Hafî'nin Zâdü'l-me'âd'ının Süleymân Çelebi Mevlid'i ile Karılatırılması”,
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1993.
Turan, Zikri, “Mecnun u Leyla: Hakiri [Transkripsiyon ve Dil ncelemesi]”, Yüksek Lisans
Tezi, nönü Üniversitesi, 1988.
Turhan Güner, “Fatma, eyyad Hamza'nın Vefat-ı Hazret-i Muhammed Aleyhi's-selam Adlı
Mesnevisi”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1996.
*
*
*
*
642
642
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Turhan, Vedat Nuri, “Zarîfî ve Mihr ü Mâh Mesnevîsinin Tenkidli Metni ile ncelemesi”,
Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1995.
Türk , Vahit, “Hatibolu'nun Bahrü'l-hakayık'ı [Transkripsiyon]”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi
Üniversitesi, 1987.
Türken (Duman), Ruan, “Kıvâmî, Fetih-nâme-i Sultan Mehmed [nceleme - Metin]”,
Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, 2006.
Türkeri, Seydi, “Ahmed Müridi'nin Pend-name'si”, Yüksek Lisans Tezi, nönü Üniversitesi,
1999.
Türkmen, Seyfullah, “Atâ, Tuhfetü’l-uâk (Uâk-nâme) [nceleme – Metin – Dizin]”,
Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi, 2000.
Türkolu, Abdullah, “Mesnevi'nin Birinci Cildindeki Cariye Hikayesinin erhlere Göre
Deerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 1990.
Uur, Ahmet, “The Reign of Sultan Selim I, in the Light of Selim-nâme Literature”, Doktora
Tezi, Edinburg Universty, 1973.
Ula, U. Halim, “Alî Akkirmânî: Hayatı, Edebî ahsiyeti ve Gavriye Mesnevîsi [Tenkitli
Metin – nceleme]”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1998.
Uluda, Erdoan, “Vak’aya Dayalı Bir Eser Olarak Lâmi’i Çelebi’nin Salâmân u Absâl
Mesnevisi [nceleme–Karılatırmalı Metin – Sadeletirme]”, Doktora Tezi, Atatürk
Üniversitesi, 1997.
Usluer, Zekeriya, “Süleyman Nahifi, Hayatı, Eserleri ve Hilyetü'l-envar'ı”, Yüksek Lisans
Tezi, Marmara Üniversitesi, 1994.
Uygur , Ceyhun Vedat, “Kıvami'nin Fetih-name-i Sultan Mehmed'i [Gramer-Metin-Sözlük]”,
Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, 1991.
Uzun, Mustafa, “Dede Ömer Rûenî Hayatı, Eserleri ve Miskinlik-nâme Mesnevisi [Edisyon
Kritik]”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1982.
Ülger, Sibel, “Leylâ ve Mecnûn'da Hikaye Teknii”, Doktora Tezi, stanbul Üniversitesi,
2003.
Ülger, Sibel, “Nâbî’nin Hayr-âbâd’ı [nceleme – Metin]”, Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi, 1996.
Ülken, Fatih, “Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz Tercümesi [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi,
Ege Üniversitesi, 2002.
Ünal, Hidayet, “Rueni Ömer Dede'nin Çobanname Mesnevisi [nceleme-Metin]”, Yüksek
Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2003.
Ünver, smail, “Türk Edebiyatında Manzum skender-nâmeler”, Doktora Tezi, Ankara
Üniversitesi, 1974.
Üzer, Fatma Hilâl, “Türk -slâm Edebiyatında Evliyâ Hilyeleri”, Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi, 2002.
Yardım, Emine Seval, “Menkibe ve Menakıbnamelerle lgili Eserler çin Açıklamalı Bir
Bibliyografya Denemesi [1928-1998]”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1999.
Yarıkkaya, Ali, “Meçhul Bir aire Ait Kitab-ı Yusuf Hikayesinin Transkripsiyonlu Metni”,
Yüksek Lisans Tezi, Osmangazi Üniversitesi, 2000.
Yasav, Oya, “Hilyetü'l-envâr”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 1995.
Yavuz, Kemal, “Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiyyesi, 2 c.”, Doktora Tezi, stanbul
Üniversitesi, 1977.
Yazar, lyas, “Ömer Fuâdî, Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii ve Bülbüliyyesi’nin Metni”,
Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 1999.
Yenikale, Ahmet, “Hüsn ü Ak: Tahlil”, Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmara Sütçü mam
Üniversitesi, 1996.
Yerdelen, Cevat, “Türk Edebiyatındaki Kıyâfet-nâmeler ve Nideli Visâlî’nin Vesîletü’l*
*
*
*
*
643
643
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
irfân Adlı Kıyâfet-nâmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1988.
Yılmaz, Engin, “Gazavatnameler ve Niyazi'nin Gazavat-ı Nebi'si”, Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi, 1995.
Yılmaz, Fatma-Nur, “Mihr ü Müteri”, Yüksek Lisans Tezi, stanbul Üniversitesi, 1986.
Yılmaz, Kâif, “Güftî, Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii, Tezkirecilii ile Divan, Zafer-nâme'si
ve Terifatü'-u'arâ'sının Tenkidli Metni”, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1983.
Yılmaz, Metin, “Mesnevi-i Penahi [Dilbilgisi-Karılatırmalı Metin- Sözlük]”, Yüksek
Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1992.
Yılmaz, Sevgi, “Muhammed Sâlih, eybânî-nâme (1b-69b) [Metin-indeks]”, Yüksek Lisans
Tezi, stanbul Üniversitesi, 1988.
Yiit, Mehmet, “Refi’î’nin Beâret-nâme’si [Dilbilgisi – Karılatırmalı Metin - Sözlük]”,
Doktora Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1986.
Yolda, Kazım, “Talıcalı Yahya Bey, ah u Geda [nceleme-Metin]”, Yüksek Lisans Tezi,
nönü Üniversitesi, 1993.
Yolda, Kazım, “Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev’i [nceleme-Metin]”, Doktora Tezi, nönü
Üniversitesi, 1998.
Yurtseven, Necmettin, “Türk Edebiyatında Arapça -Türkçe Manzum Lügatler ve Sünbülzade
Vehbî'nin Nuhbe'si”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2003.
Yurtsever, Murat, “Lâmi’î Çelebi, ehrengiz-i Bursa”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi, 1984.
Zavotçu, Gencay, “Türk Edebiyatı’nda Gül ü Bülbül Mesnevîleri”, Doktora Tezi, Atatürk
Üniversitesi, 1997.
Zümrütler, Hüsamettin, “Hatibolu: Ferahnâme [Transkribe Metin], Yüksek Lisans Tezi,
Erciyes Üniversitesi, 1994.
*
*
*
*
III. Kitaplar
Açıkgöz, Namık, Bayburtlu radi Baba’nın Mevlidi, 1997.
Adamoviç, Milan, Kelile ü Dimne Turkische Handschrift T 189 der Forschungsbibliothek
Gotha, Hildesheim, Zürih, Newyork: Georg Olms Verlag, 1994.
Ahmedî, skender-nâme [nceleme - Tıpkıbasım], smail Ünver (haz.), Ankara: Türk Dil
Kurumu Yay., 1983.
Akalın, Mehmed, Ahmedî Cemîd ü Hurîd [nceleme – Metin], Ankara: Atatürk Üniversitesi
Yay., 1975.
Akar, Metin, Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-nâmeler, Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlıı Yay., 1987.
Akdoan, Yaar, skendername’den Seçmeler, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1988.
Akkaya, Hüseyin, The Prophet Solomon in Turkish Literature and the Süleymâniyye of
emseddin Sivâsî (Part 1: Textual Analysis - Part 2: Critical Edition and Faxcimile),
Harvard Universty: Sources of Oriental Languages and Literatures, 1997.
Akku, Mehmet, Eyyûbî, Menâkıb-ı Sultan Süleyman [Risâle-i Pâdiâh-nâme], Ankara:
Kültür Bakanlıı Yay., 1991.
Akku, Muzaffer, Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz'ı[nceleme - Metin - Tıpkıbasım], Ankara:
Türk Dil Kurumu Yay., 2002.
Aksoy, Hasan, emseddin Sivâsî, Gülen-âbâd, stanbul, 1990.
Aksoy, Hasan, Gülen-âbâd’da Dinî ve Tasavvufî Unsurlar [Tahkik ve Sistematik ndeks],
stanbul: slâm Medeniyeti Vakfı Yay., 1990.
Aksoy, Hasan, Mustafa Âli’nin Manzum Kırk Hadis Tercümeleri, stanbul, 1991.
Aksoy, Hasan, Kuların Münazarası – Deh Murg-, stanbul: Marmara Üniversitesi lâhiyat
*
*
*
644
644
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Vakfı Yay., 1998.
Aksoyak, smail Hakkı, Gelibolulu Mustafa Âlî, Tuhfetü’l-uâk, stanbul: Millî Eitim
Bakanlıı Yay., 2003.
Aksoyak, . Hakkı, Ahmed-i Yesevî’nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ, Tuhfetü’l-uâk,
Ankara: Bizimbüro, 2006.
Alangu, Tahir, Süleymân Çelebi, Mevlid, stanbul: Yeditepe Yay., 1958.
Aliyev, Sabir, Hadikatü's-süeda (iirler), Beng ü Bade, Bakü, 1993.
Alparslan, Ali, Âık Paa’da Tasavvuf, stanbul 1961.
Alpay, Gönül, Ahmed-i Dâ’î and His Çengnâme (An Old Ottoman Mesnevî), Cambridge
1975.
Alpay Tekin, Gönül, Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical Edition and Textual Analysis,
Sources of Oriental Languages and Literatures Vol. 16, Cambridge Mass.: Harvard
University, 1992.
Alpay-Tekin, Gönül, Alî-îr Nevâyî Ferhâd ü îrîn [nceleme – Metin], Ankara: Türk Dil
Kurumu Yay., 1994.
Altun, Kudret, Edirneli Nazmî, Pend-nâme-i Nazmî [nceleme-Metin-Sözlük], Kayseri: Laçin,
2004.
Aran, Mahmut Sadık, Türk 'ün Altın Kitabı Kutadgu Bilig , stanbul.
Araslı, Hamit, Muhammed Fuzûlî ve Eserleri, 5 c., Bakı, 1958.
Arat, Reid Rahmeti, Kutadgu Bilig I, Tıpkıçekimle Yapılmı kinci Baskı, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yay., 1979.
Arat, Reid Rahmeti, Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig , (Çeviri), 4. baskı, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yay., 1988.
Arat, Reid Rahmeti, Kutadgu Bilig III ndeks, (ndeksi Nere Hazırlayanlar: Kemal Eraslan,
Osman F. Sertkaya, Nuri Yüce), stanbul: Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay.,
1979.
Argunah, Mustafa, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yay., 1997.
Argunah, Mustafa, Kirdeci Ali, Kesikba Destanı, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2002.
Arslan, Mehmet, Pendnâme-i Zarîfî, Sivas: Dilek Matbaası, 1994.
Arslan, Mehmet, Zâtî Süleymân Efendi, Divan ve Sevânihu'n-nevâdir fî-Ma'rifeti'l-anâsır,
Sivas, 1994.
Arslan, Mehmet - . Hakkı Aksoyak, Gelibolulu Âlî, Riyâzü’s-sâlikîn, Sivas, 1998.
Arslan, Mehmet, Türk Edebiyatı’nda Manzum Sûrnâmeler (Osmanlı Saray Düünleri ve
enlikleri), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 1999.
Arslan, Mehmet, Subhî-zâde Feyzî, Hamse, Sivas, 1999.
Arslan, Mehmet, Aynî, Sâkînâme, stanbul: Kitabevi, 2003.
Ate, Ahmed, Süleymân Çelebi, Vesîletü’n-necât [Mevlid], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.,
1954.
Atsız, Nihal, Osmanlı Tarihleri I: Dasitan ve Tevarih-i Al-i Osman, Behçetü’ttevarih,Tevarih-i Al-i Osman, Osmanlı Sultanları Tarihi, Cam-ı Cem Ayini, stanbul,
1949.
Ayan, Gönül, Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme [nceleme - Metin], Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi Yay., 1996.
Ayan, Gönül, Lâmi’î Vâmık u Azrâ [nceleme – Metin], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi
Yay., 1998.
Ayan, Hüseyin, ehyolu Mustafa, Hurîd-nâme (Hurîd ü Ferahâd) [nceleme-MetinSözlük-Konu Dizini], Erzurum, 1979.
Ayan, Hüseyin, Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, stanbul: Dergâh Yay., 1981.
Ayan, Hüseyin, Bülbülnâme Rifâî, Ankara: Emek Matbaası, 1981.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
645
645
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Aydemir, Yaar, Vücudî, Hayâl u Yâr, Ankara: Birleik, 2007.
Aymutlu, Ahmet, Süleymân Çelebi ve Mevlid-i erif, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay.,
1995.
Aynur, Hatice, Mahremî ve eh-Nâme’si, stanbul, 1997.
Babinger, Franz, Kıvâmî, Fetihnâme-i Sultan Mehmed, stanbul, 1959.
Bakırcı, Selami, Mevlid, Douu ve Gelimesi, Erzurum: Akademik Aratırmalar, 2003.
Banarlı, Nihad Sâmi, Büyük Nazîreler Mevlid ve Mevlid’de Millî Çizgiler, stanbul: stanbul
Yüksek slâm Enstitüsü Yay., 1962.
Baer, Sait, Kutadgu Bilig ’de Kut ve Töre, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1990.
Batislam, Hanife Dilek, Hasbihal-i Safi, stanbul: Kitabevi, 2003.
Baykal, Kâzım, Süleymân Çelebi ve Mevlid, Kadir Atlansoy (haz.), Bursa, 1999.
Bekta, Ekrem, Muhammed Nazmî-i Halvetî , Sırr-ı Ma’nevî [Manzum Mesnevî Tercümesi],
Konya: Sümam, 2009.
Beytur, Mithat Bahari, Mesnevi Gözüyle Mevlana, iirleri, Ak ve Fesefesi, stanbul, 1966.
Beyzadeolu, Süreyya Ali, Sünbülzâde Vehbî, Lutfiyye, stanbul, 1994; 2. baskı, 2004.
Bilgin, Azmi, Emre,Tercüme-i Pendnâme-i Attâr, stanbul: Enderun, 1998.
Bilgin, Orhan, eyh Eref b. Ahmed, Fütüvvet-nâme, stanbul: Yıldızlar Matbaası, 1992.
Bilkan , Ali Fuat, Hayrî-nâmeye Göre XVIII. Yüzyılda Osmanlı Düünce Hayatı, Ankara:
Akça Yay., 2002.
Bilkan, Ali Fuat, Bâbür, Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi, stanbul: Kitabevi, 2001.
Biray, Himmet – Mehmet Sarı, brahim b. Edhem Kıssası, Afyon: Medrese Kitabevi, 1995.
Bursalı Mehmed Tâhir, Terceme-i Hâl-i Nâzım-ı Mevlid-i Nebevî e-eyh Süleymân Çelebi
Rahmetu’llah, stanbul, 1323.
Bursalı Mehmed Tâhir, Osmânlı Müellifleri, 3 cilt, stanbul: Matbaa-i Âmire, 1333.
Büyükkörükçü, Tahir, Hakiki Veçhesiyle Mevlana ve Mesnevi, stanbul.
Ca’ferî, Muhammed Takî, Ez-Deryâ be-Deryâ, Kefu’l-ebyât-i Mesnevî, 4 cilt, Tahran, 13641365.
Can, efik, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevî Hikâyeleri, stanbul: Ötüken, 2003.
Canım, Rıdvan, Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve retnâme, Ankara: Akça Yay., 1998.
Canpolat, Mustafa, Ali ir Nevayi, Lisanü't-tayr, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1995.
Cevrî brâhîm Çelebi, Hilye-i Çâryâr-i Güzîn, stanbul, 1891.
Ceyhan, Âdem, Bedr-i Dilâd’ın Murâd-nâmesi I-II, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay.,
1997.
Ceylan, Ömür ve Ozan Yılmaz, Bir Sürgün âheseri, Mihnetkeân, Keçecizâde zzet Molla,
stanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı, 2007.
Cokun, Ali Osman, Simkezâde Feyzî’nin Mesnevîleri [nceleme-Metin-Sözlük], Samsun,
1997.
Cokun, Menderes, Bosnalı Muhlis’in Manzum Seyahatnamesi [Delîlü’l-menâhil ve
Müridü’l-merâhil], Isparta: Fakülte Kitabevi, 2007.
Courteille, Pavel de, Hayriyye, Paris, 1857.
Çaldak, Süleyman, Sabir Parsa'nın Gül ü Nevrûz Mesnevisi, Malatya: Özserhat Yayınevi,
2004.
Çapan, Pervin, Mesnevîye Düen Aklar: Alî îr Nevâyî ve Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûnları,
Mula, 1999.
Çavuolu, Ali, Kıyafetnameler, Ankara: Akça Yay., 2004.
Çavuolu, Ali, Yusuf Hakikî Baba , Mahabbet-nâme, Ankara: Aksaray Belediyesi Yay.,
2009.
Çavuolu, Mehmed, Yahyâ Bey, Yûsuf ve Zelîha [Tenkitli Basım], stanbul: stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay, 1979.
*
*
*
*
*
*
*
646
646
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Çelebi, Abdülkerim, Mevlid-i erîf, stanbul: Necmeddin Salman Kitap Yayma Odası, 1946.
Çelebiolu, Âmil, Mesnevî-i erîf ve Manzum Nahîfî Tercümesi, 4 cilt, stanbul, 1967-1969.
Çelebiolu, Âmil, Yazıcıolu Mehmed, Muhammediye, 4 cilt, stanbul: Tercüman 1001
Temel Eser, 1975.
Çelebiolu, Âmil, Muhammediye I-II, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1996.
Çelebiolu, Amil, Türk Edebiyatı’nda Mesnevi [XV. Yüzyıla Kadar], stanbul: Kitabevi,
1999.
Çelik, Ali, Halkın Hadis Bilgisi ve Bilgi Kaynakları [Ahmediyye Örnei], Bursa: Emin Yay.,
2009.
Çelik, Ülkü, Alî-îr Nevâyî, Leylî vü Mecnûn, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1996.
Çetin, smet, Tursun Fakih, Hayatı, Edebî ahsiyeti, Mesnevîleri, Ankara, 2002.
Çetin, Nurullah, Yeni Türk iirinin Yusuf ile Züleyha Hikayesi Duyarlıı, Ankar: Hece, 2004.
Çınar, Bekir, Miftâh-ı Lisân [Manzum Türkçe -Fransızca Sözlük], Ankara: Akça Yay., 2007.
Çıpan, Mustafa, Koyunolu Müzesi'nde Kırk Hadis Mecmuası, Konya: Konya Büyükehir
Belediyesi, 2003.
Çiçekli, Ali, Yunus Emre (Divan ve Risalat-al-Nushiyya'dan Seçmeler, stanbul, 1971.
Dankoff, Robert, Yusuf Khass Hajib, Wisdom of Royal Glory (Kutadgu Bilig ): A TurkoIslamic Mirror of Princes, Chicago ve Londra: Universty of Chicago Press, 1983.
Dedes, Yorgo, Süleymân Çelebi's Mevlîd-i Nebî: An Edition of Two Post - Eighteenth Century Greek Aljamiado Manuscripts. Bh Thesis, Harvard Universty, 1987.
Demir, Necati, Abdülaziz bin Mahmûd el-Isfahânî, Sıfâtu’l-haremeyn, Ankara: Akça Yay.,
2005.
Demirci, Ümit Özgür - enol Korkmaz, eyyâd Hamza, Yûsuf u Zelîhâ [Giri-MetinGünümüz Türkçesine Aktarma-Dizin ve Sözlük-Tıpkıbasım], stanbul, 2008.
Demirel, Mustafa, Kemal Paazâde, Yûsuf u Züleyhâ, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı
Yay., 1983.
Demirel, Mustafa, Kemâl Paa-zâde, Ahmed bin Süleymân emse'd-dîn Yûsuf u Züleyhâ
[Transcription and Facsimile Edition of the Manuscript Süleymaniye Lala smail Efendi
621], Harvard, 2004.
Deniz, Rasim ve Ali Rıza Karabulut, eyh ibrâhim Tennûrî Divânı Gülen-i Niyâz’dan
Seçmeler, Kayseri 1983.
Derdiyok, . Çetin, Cemâlî, Miftâhu’l-ferec [nceleme-Tenkitli Metin], Adana: Türkoloji
Aratırmaları, 1998.
Dergâhî, Mahmûd, Âyât-i Mesnevî, Tehrân 1370.
Dilâçar, A., Kutadgu Bilig ncelemesi, 2. baskı, Ankara: Atatürk Türk Dil Kurumu Yay.,
1988.
Dilçin, Cem, Mes'ûd bin Ahmed, Süheyl ü Nev-bahâr [nceleme-Metin-Sözlük], Ankara:
Atatürk Kültür Merkezi Yay., 1991.
Dilçin, Dehri, eyyâd Hamza, Yûsuf ve Zeliha, stanbul: Türk Dil Kurumu Yay., 1947.
Doan, M. Nur, Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn: Metin, Nesre Çeviri, Notlar ve Açıklamalar,
stanbul: Çantay Kitabevi, 1996; 2. bs., stanbul: Yapı Kredi Yay., 2002.
Doan, Muhammet Nur, Fuzûlî, Mecnun ve Leyla Dilinden iirler, stanbul: Enderun
Kitabevi, 1997.
Doan, Muhammet Nur, Hüsn ü Ak [Metin Nesre Çeviri, Notlar ve Açıklamalar], stanbul:
Ötüken, 2002.
Duda, Herbert W., Fasl-ı Ferhâd, stanbul, 1931.
Duda, Herbert, Ferhâd u Schirin, Prag, 1933.
Ece, Selami, Muyî, Nâlân u Handân [Hasbihâl], Erzurum: Fenomen, 2007.
Eri, Sadettin, Hâfız-zâde, Kalemden Kelâma: Risâle-i Hat, stanbul: Kitabevi, 2005.
*
*
*
*
*
*
*
*
647
647
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Eliyev, Sabir, Mehemmed Fuzûlî, Leylî ve Mecnûn, Bakı, 1991.
Eminolu, Emin, Destân-ı Yûsuf, stanbul: Kültür Sanat Yayıncılık, 2008.
Eminzade, Mehmet, Nevâî'nin Ferhâd ve irin'i, stalinabad, 1948.
Emre, Pend-nâme-i Attâr Tercümesi, zzet Efendi Ta Destgâhı, 1286 [Attâr’ın Pendnâme’sinin kenarında yazılı].
Enderunlu Fâzıl, Zenân-nâme, stanbul, 1255.
Enderunlu Fâzıl, Çengi-nâme, Zenân-nâme, Defter-i Ak, Hûbân-nâme, stanbul, 1258.
Enderunlu Fâzıl, Defter-i Ak, stanbul, 1286.
Enderunlu Fazıl, Hubannâme ve Zenannâme, haz. Ercüment Muhib, stanbul, 1949.
Engelke, Irmgard, Süleyman Tschelebi’s Lobgedicht auf die Geburt das Probheten, Mevlidi
erif, Halle, 1926.
Ercilasun, Ahmet B., Kutadgu Bilig Grameri –Fiil-, Ankara: Gazi Üniversitesi Yay., 1984.
Erkoç, Ethem, Âık Paa ve Olu Elvan Çelebi, Çorum, 2005.
Ersoylu, Halil, Kız Destanı [Hâzâ Hikâyeti Kız Maa Cuhûd], Ankara: Türk Dil Kurumu
Yay., 1996.
Ersoylu, Halil, Lokmanî Dede, Menâkıb-ı Mevlâ nâ, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2001.
Ertaylan, smail Hikmet, Türk Edebiyatı Örnekleri I. Varaka ve Gülah, stanbul: stanbul
Üniversitesi Yay., 1945.
Ertaylan, smail Hikmet, Mesnevî-i Penâhî, stanbul.
Ertaylan, smail Hikmet, Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Hâmidî, stanbul: .Ü. Edebiyat
Fakültesi Yay., 1949.
Ertaylan, smail Hikmet, Falnâme, stanbul 1951.
Ertaylan, smail Hikmet, Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri, stanbul: stanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yay., 1952.
Ertaylan, smail Hikmet, Hatibolu, Bahrü’l-hakâyık, stanbul: stanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yay., 1960.
Ertaylan, smail Hikmet, Yusuf ile Züleyha, stanbul: stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yay., 1960.
Ertaylan, smail Hikmet, Tabiat-name, stanbul, 1960.
Eanhucayev, erafeddin, Alier Navoiy, Lisânü't-tayr (lmiy Tenkidiy Text), Takent, 1965.
Fındıkolu, Ziyaeddin, XI. Asırda Bir Türk Mütefekkiri ve Ahlâkî Düünceleri, Ankara:
Cumhuriyet Halk Partisi Yay., 1938.
Flemming, Barbara, Fahris Husrev u îrîn Eine Türkische Dichtung Von 1367, Wiesbaden
1974.
Furûzanfer, B., Me’âhiz-i Kasas ve Temsîlât-i Mesnevî, Tehrân 1333.
Furûzanfer, B., Ehâdis-i Mesnevî, Tehrân 1348.
Fuzûlî, Hikâye-i Leylâ vü Mecnûn, stanbul, 1254.
Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, stanbul, 1264.
Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn, stanbul, 1270.
Fuzûlî, Leylî vü Mecnûn, (Tabasması), Tebriz, 1274.
Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn, stanbul, 1291.
Fuzûlî, Dâsitân-ı Leylâ vü Mecnûn, stanbul, 1296.
Fuzûlî, Leylî vü Mecnûn, Tebriz, 1315.
Gehremanov, Cahangir ve ameddin Helilov, Yûsif ve Züleyhâ, Bakı: Azerbaycan Elmler
Akademisyası Elyazmalar nstitüsü, 1991.
Genç, lhan, Leylâ ile Mecnûn’un ki âiri: Fuzûlî ve Sezai Karakoç, stanbul: ule Yay.,
2005.
Gençosman, M. Nuri, Pendname, Feridüddin-i Attar, stanbul: Millî Eitim Gençlik ve Spor
Bakanlıı Yay., 1988.
*
*
*
*
*
*
*
648
648
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Gerçeker, Mustafa Fehmi, Hilye-i Fahr-i Âlem, stanbul, 1944.
Göçgün, Önder, Ziya Paa’nın Hayatı, Eserleri, Edebi ahsiyeti ve Bütün iirleri, Ankara:
Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1987.
Gökalp, Haluk, Eski Türk Edebiyatında Manzum Sergüzet-nâmeler, stanbul: Kitabevi,
2009.
Gölpınarlı, Abdülbâki, Yunus Emre, Risalat-al-Nushiyye ve Divan, stanbul: Eskiehir
Turizm ve Tanıtma Dernei Yay., 1965.
Gölpınarlı, Abdülbâki, eyh Galib-Hüsn ü Ak, stanbul: Altın Kitaplar, 1968.
Gölpınarlı, Abdülbâki, Sultan Veled btidâ-nâme, Ankara: Konya Turizm Dernei Yay.,
1976.
Gölpınarlı, Abdülbâki, eyh Galib, Seçmeler ve Hüsn ü Ak, stanbul, 1978.
Gölpınarlı, Abdülbâki, Mesnevî Tercemesi ve erhi, 6 c., stanbul: nkılâp ve Aka, 19811983-1984.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Ferideddin-i Attar, Mantık al-Tayr, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı
Yay., c. I: 1989, c. II: 1991.
Gülda, Ayhan, Abdülvasi Çelebi, Halîlnâme, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1996.
Gülehrî, Mantıku’t-tayr [Tıpkı Basım], (Önsözü Yazan: Agâh Sırrı Levend), Ankara: Türk
Dil Kurumu Yay., 1957.
Gülen-i Tevhîd, be-tashîh-i Huseyn Husrevân, Rızâ Erefzâde, Mehed, 1372.
Günay, Muzaffer, Hüsrev, Ferhad ve irin, stanbul: Papatya Yay., 2001.
Günay, Umay ve Osman Horata, Yunus Emre: Risâletü’n-nushiyye, Ankara: Türkiye Diyanet
Vakfı Yay., 1994; 2. baskı, Ankara: Akça Yay., 2004.
Güne, Mustafa, Zavallı Eein Hikâyesi: eyhî’nin Harnamesi’nin Hikâye Bölümü = The
Story of the Poor Donkey, Kütahya, 2001.
Günen, Ahmet, psalalı Ebu'l-hayr, Mevlid [nceleme - Metin - Dizin], Ankara: Gazi
Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bekta Veli Aratırma Merkezi Yay., 2004.
Günen, Ahmet, lk Türkçecilerden Kırehirli Âık Paa [Hayatı-Edebî Kiilii ve Eserleri],
Kırehir, 2006.
Gürgendereli, Müberra, eyh-i San’ân Mesnevîsi, stanbul: Kitabevi, 2007.
Gürses, Muzaffer, Divan Edebiyatının Bazı Meseleleri ve Lamiî Çelebi, Hayatı, Eserleri,
Sanatı ve ahsiyeti, Vamık u Azra Veyse vü Ramin Mesnevilerinin Tahlil ve Tedkikleri,
stanbul, 1944.
Gürtunca, M. Faruk, Seyyid Ahmed-i Diyâr-ı Bekrî, Ahmediyye [Kitâb-ı Mürid-i Pend-i
Ahmediyye], 2 c., stanbul: Ülkü Kitabyurdu, 1976-1977.
Hacıeminolu, Necmettin, Kutbun Hüsrev ü îrîn’i ve Dil Hususiyetleri, stanbul: stanbul
Edebiyat Fakültesi Yay., 1968; 2. Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2000.
Hakanî Mehmed Bey, Hilye-i Hakanî, stanbul, 1848.
Hammer, Purgstall J., Schrin, ein Romantiches Gedicht, Leipzig, 1809.
Hammer, Purgstall J., Gül ü Bülbül-i Fazlî (Das ist Ros und Nachtigall), Leipzig, 1834.
Hengirmen, Mehmet, Güvâhî, Pend-nâme, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1983.
Holbrook, Victoria Rowe, The Unreadable Shores of Love: Turkish Modernity and Mystic
Romance, Austin: Universty of Texas Press, 1994.
Holbrook, Victoria R., Akın Okunmaz Kıyıları, çev. Erol Körolu - Engin Kılıç, stanbul:
letiim Yay., 1998.
Horata, Osman ve Umay Günay, Yunus Emre, Risaletü'n-nushiyye, Ankara: Türkiye Diyanet
Vakfı Yay., 1994.
Humâî, Celâluddîn, Mevlevî-nâme (Mevlevî çi mî-Gûyed) I-II, Tehrân 1369.
Hüseyin Vassâf, Vesîletü’n-necât, stanbul, 1329.
Ilgar, hsan, Vesîletü’n-necât – Mevlîd, stanbul, 1965.
*
*
*
*
649
649
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
brahim b. Huda’î, Gülen-i Tevhîd, stanbul: Mekteb-i Tıbbiyye Matbaası, 1298.
nan, Abdülkadir, Kutadgu Bilig , stanbul: Türk Dil Kurumu Yay., 1942.
nan, Abdulkadir, Kutb’un Husrev ve îrîn’inden Örnekler, Ankara, 1951.
nce Adnan, Cem Sultan, Cemîd ü Hurîd, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2000.
sen, Mustafa ve smail Hakkı Aksoyak, Vuslatî Ali Bey, Gazâ-nâme-i Çehrin, Ankara:
Atatürk Kültür Merkezi Yay., 2003.
(zbudak), Veled Çelebi, Süleymân Çelebi, Mevlîd, stanbul, 1927.
Kaçalin, Mustafa S., Tuhfe-i Rûmî; Kâdiriler Âsitânesi'nin Manzum Tarihçesi. Seyyid Sırrı
Ali, stanbul: Âsitane Yay., 1992.
Kafesolu, brahim, Kutadgu Bilig ve Türk Kültür Tarihimizdeki Yeri, stanbul: Kültür
Bakanlıı Yay., 1980.
Kahraman, Ahmet, Süleymân Çelebi ve Mevlid, stanbul: Toker Yay., 1972.
Kahraman, Bahattin, Nâlî, Tuhfetü’l-emsâl, Konya: Selçuk Üni. Vakfı Yay., 1999.
Kahraman, Mehmet, Leyla ve Mecnun Romanı, Dastan-ı Leyli vü Mecnun, Ankara: Kültür
Bakanlıı Yay., 2000.
Kahraman, Yezdânbah, Guzîde-i Dâstânhâ-yi Mesnevî, Tehrân 1370.
Kalkıım, Muhsin, Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn Hikâyesi [Tahkiye Unsurları], Adana: Derya
Kitabevi, 1998.
Kanar, Mehmet, Fehmî ve ebisterî’den em ve Pervane, stanbul: nsan Yay., 1995.
Kaplan, Mahmut, Hayriyye-i Nâbî [nceleme-Metin], Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.,
1995.
Kaplan, Mahmut, Ahlâk Kitaplarımız, Malatya, 2002.
Kaplan, Mahmut, Deh Murg-ı emsî [nceleme-Metin-Sözlük], Manisa: Celal Bayar
Üniversitesi Vakfı, 2003.
Kara, Mehmet, Bir Baka Açıdan Kutadgu Bilig , Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1998.
Karabey, T., M. Vanlıolu ve M. Atalay, eyh Gâlib, erh-i Cezîre-i Mesnevî, Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1996.
Karabey, Turgut, Gülen-i Râz, eyh Mahmûd-ı ebüsterî, Erzurum: Fenomen, 2007.
Karabulut, Ali Rıza ve Ramazan Yıldız, Gülzâr-ı Ma’nevî ve brahim Tennûrî, Ankara, 1978.
Karabulut, Ali Rıza ve Rasim Deniz, eyh brahim Tennurî Divanı – Gülen-i Niyâz,
Kayseri: Kayseri’de Müzeleri, Eski Eserleri ve Turizmi Sevenler Dernai Yay., 1983.
Karacan, Turgut, Nev’î-zâde Atâyî, Heft-hvân Mesnevisi [nceleme-Metin], Ankara: Atatürk
Üniversitesi Yay., 1974.
Karacan, Turgut, Sâbit, Edhem ü Hümâ, Sivas, 1990.
Karacan, Turgut, Derenâme (ya da) Hâce-i Fesâd ve Söz Ebesi, Sâbit, Sivas, 1990.
Karacan, Turgut, Sâbit, Amrü’l-leys, Sivas, 1990.
Karacan, Turgut, Sâbit, Zafer-nâme, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi. Yay., 1991.
Karahan, Abdülkadir, Câmi’nin Erbaîn’i ve Türkçe Tercümeleri, stanbul: Osman Yalçın
Matbaası, 1952.
Karahan, Abdülkadir, slâm-Türk Edebiyatında Kırk Hadis, Ankara: Diyanet leri
Bakanlıı Yay., 1991.
Karahan Leyla, Erzurumlu Darîr, Kıssa-i Yûsuf [Yûsuf u Züleyhâ], Ankara: Türk Dil Kurumu
Yay., 1994.
Kartal, Ahmet, eyh Baba Yûsuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb [nceleme-Metin-ndeksSözlük], Eskiehir: Eskiehir Yunus Emre Kültür, Sanat ve Turizm Vakfı Yayınları,
2000.
Kartal, Ahmet, Tuhfe-i Remzî (Manzum Farsça -Türkçe Sözlük), Ankara: Akça Yayınları,
2003.
Kaya, . Güven, Dervi emsi and his Mesnevi Deh Murg [Textual Analysis, Critical Edition
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
650
650
*
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
and Facsimile], Harvard Universty: Sources of Oriental Languages and Literatures, 1997.
Keçecizâde zzet Molla, Gülen-i Ak, stanbul, 1265.
Keçecizâde zzet Molla, Mihnet-keân, stanbul, 1269.
Kesikbaın ntikamı, stanbul: Salam Kitabevi, trhs.
Kemikli, Bilal, Olanlar eyhi brahim, Müfîd ü Muhtasar, stanbul: Kitabevi, 2003.
Kılıç, Atabey, Mürîdî ve Pend-i Ricâl Adlı Mesnevîsi [nceleme-Tenkitli Metin-Dizin],
Kayseri: Laçin Yay., 2001; 2. baskı, Mürîdî ve Pend-i Ricâl Mesnevîsi [nceleme-Tenkitli
Metin-Dizin], zmir: Akademi Kitabevi, 2005.
Kız Mevlîdi [Dâsitân-ı Kız], stanbul 1332.
Kilisli Rif’at - Veled Çelebi, eyh Mes’ûd bin Osman, Ferheng-nâme-i Sa’dî Tercümesi,
stanbul: Matbaa-i Âmire, 1340-1342.
Kocatürk, Saadettin, Gülehrî ve Feleknâme, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay.,
1982; 2. Baskı, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2000.
Kocatürk, Saadettin, Gülehrî ve Felek-nâme [nceleme ve Metin], Ankara: A.Ü. Dil ve
Tarih-Corafya Fakültesi Yay., 1984.
Kocatürk, Vasfi Mahir, Fuzûlî, Leylâ le Mecnûn (Çeviri), stanbul: Ahmet Halit Kitabevi,
1940.
Kocatürk, Vasfi Mahir, eyh Gâlip-Hüsn ile Ak, stanbul: Ahmet Halit Kitabevi, 1944.
Kocatürk, Vasfi Mahir, Hüsn ü Ak'ın Bugünkü Dille Nesre Çevirisi, stanbul, 1944.
Kocatürk, Vasfi Mahir, Talıcalı Yahyâ Bey, Yûsuf u Zelihâ, stanbul, 1944.
Kortantamer, Tunca, Nev’î-zâde Atâyî ve Hamse’si, zmir: Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yay., 1997.
Köksal, M. Fatih, Dervî Hayâlî, Ravzatü’l-envâr, stanbul: Kitabevi, 2003.
Köksal, M. Fatih, Yenipazarlı Vâlî, Hüsn ü Dil [nceleme-Tenkitli Metin], stanbul: Kitabevi,
2003.
Köktekin, Kâzım, Seyyid Ahmed Mirza, Taauknâme [nceleme - Metin - Dizin Tıpkıbasım], Erzurum, 2000.
Köktekin, Kazım ve Abdülbaki Çetin, Yusuf Emirî, Dehname [nceleme-Metin-sözlükTıpkıbasım], Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, 2001.
Köktekin, Kâzım, Yûsuf-ı Meddâh, Varka ve Gülah, Ankara: Türk Dil kurumu Yay., 2007.
Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatcı, Hüseyin Vassaf, Mevlid [Süleymân Çelebi ve Vesiletü'nnecat], 2. baskı, Ankara: Akça Yay., 1999.
Kutlar, Fatma Sabiha, Ûdî, Mâ-cerâ-yı Mâh, Ankara: Öncü Kitap, 2005.
Kutluk, brahim, Kutb-nâme, stanbul, 1970.
Kutsan, Selim, Fuzûlî’den Leyla le Mecnun, stanbul: Akabe Yay., 1988.
Külekçi, Numan, Hakanî Mehmed Bey, Hilye, Erzurum, 1987.
Külekçi, Numan, âhidî brâhîm Çelebi, Gülen-i Vahdet, Ankara: Akça Yay., 1996.
Külekçi, Numan, Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig , stanbul, 1998.
Külekçi, Numan, bn sâ Saruhanî, Esmâ-i Hüsnâ erhi, Ankara: Akça Yay., trhs.
Külekçi, Numan, XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi Edebiyatı
Antolojisi, 2 c., Erzurum: Aktif Yayınevi, 1999.
Külekçi, Numan, Tursun Fakih, Gazâvât-ı Resûlullâh [nceleme-Metin-Sözlük-Tıpkıbasım],
stanbul: Toker Yay., 2002.
Külekçi, Numan ve Turgut Karabey, Tuhfe [Farsça - Türkçe Manzum Sözlük], Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, 1990.
Kültüral, Zuhal ve Latif Beyreli, erîfî, ehnâme Çevirisi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.,
1999.
Kültüral, Zühal, erîfî, Yûsuf u Züleyhâ, stanbul, 2001.
Kürkçüolu, Kemâl Edib, Beng ü Bâde, Fuzûlî, stanbul: Maarif Basımevi, 1955.
*
*
*
*
*
651
651
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Kürkçüolu, Kemâl Edib, Kırk Hadis Tercümesi, stanbul, 1951.
Lâmi'î Çelebi, Bursa ehrengizi, stanbul: Vilâyet Matbaası, 1288.
Levend, Agâh Sırrı, Nâbî’nin Sûr-nâmesi, stanbul, 1944.
Levend, Agâh Sırrı, Atâ'î'nin Hilyetü’l-efkâr'ı, Ankara, 1948.
Levend, Agâh Sırrı, Gazavât-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey’in Gazavât-nâmesi, Ankara:
Türk Tarih Kurumu Yay., 1956.
Levend, Agâh Sırrı, Türk Edebiyatında ehr-engizler ve ehr-engizlerde stanbul, stanbul:
stanbul Fethi Dernei stanbul Enstitüsü Yay., 1957.
Levend, Agâh Sırrı, Süheyl ü Nevbahâr, Hoca Mes'ûd [Tıbkıbasım], Ankara, 1957.
Levend, Agâh Sırrı, Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi, Ankara:
Türkiye Bankası Kültür Yay., 1959.
Levend, Agâh Sırrı, Ali îr Nevâî, Hamse [c. III], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1967.
Lugal, Necati ve Oscar Recher, Das Türkischen dichters Fuzuli Poem “Layla-Magnun" und
die gereimte Erz ählung “Benk ü Bade” (hai und Wein) nach dem Druck I, stanbul,
1943.
MacCallum, F. Lyman, The Mevlidi Sherif, Londra: John Murray, 1943.
Mansurolu, Mecdut, Sultan Veled’in Türkçe Manzumeleri, stanbul: stanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yay., 1958.
Mazıolu, Hasibe, Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’-erîfe, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yay., 1974.
Meriç, Münevver Okur, Cem Sultan Cemid ü Hurid [nceleme – Metin], Ankara: Atatürk
Kültür Merkezi Bakanlıı Yay., 1997.
Mevlânâ , Mesnevi-yi Ma‘nevî, Te’lîf: Celâleddîn Muhammed bin Muhammed bin el-Huseyn
el-Belhî er-Rûmî, Reynold A. Nicholson (haz.), 3 cilt, Tehrân, 1370.
Mevlânâ , Mesnevi-yi Ma‘nevî, Te’lîf: Celâleddîn Muhammed bin Muhammed bin el-Huseyn
el-Belhî sümme er-Rûmî, haz. Reynold A. Nicholson, Het Cild, Leiden, 1925-1940.
Mevlâna, Mesnevî, çev. Veled zbudak, gözden geçiren Abdülbaki Gölpınarlı, stanbul: Millî
Eitim Gençlik ve Spor Bakanlıı Yay., 1988.
Mevlânâ Calâleddîn-i Rûmî, MESNEVÎ (Faksimile Basım), Ankara: Kültür Bakanlıı Yay.,
1993.
Mordtmann, J. H., Suheil und Nevbehâr, Romantisches Gedicht des Mes’ûd b. Ahmed (8.
Jhdt. D. H.), Hannover, 1925.
Muhammed Bican, Muhammediyye, stanbul, 1300.
Mükrimin Halîl, Düstûr-nâme-i Enverî, stanbul: Türk Târîh Encümeni Külliyyâtı, 1928.
Mükrimin Halîl, Düstûr-nâme-i Enverî: Medhal, stanbul, 1930.
Nâbî, Hayriyye, stanbul, 1292.
Nâbî, Hayriyye-i Nâbî, stanbul, 1307.
Nadjib, E. N., Horezmî, Muhabbet-nâme, Moskova, 1961.
Neâtî Ahmed Dede, Hilye-i Enbiyâ, stanbul, 1876.
Nevâî Mîr Ali, Hamse, Hive, 1295.
Nevâî Mîr Ali, Hamse, Takent, 1321.
Noyan, Bedri, Hacı Bekta Velî Velâyetnâmesi [lk Velâyetnâme], Aydın, 1986.
Noyan, Bedri (Dedeba), Âıkpaa-yı Velî, Garîbnâme, Ankara: Ardıç Yay., 1998.
Ocak, A. Y. ve . E. Erünsal, Elvan Çelebi Menâkibu’l-kudsiyye fî-Menâsibi’l-ünsiyye [Baba
lyas-ı Horasânî ve Sülâlesinin Menkabevî Tarihi], 1. baskı, stanbul: stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., 1984; 2. baskı Ankara, 1995.
Okay, Orhan - Hüseyin Ayan, eyh Galip, Hüsn ü Ak, 1. baskı, stanbul: Dergâh Yay, 1975;
2. Baskı, stanbul, 1992.
Okuyucu, Cihan, Hilmî, Bahru’l-kemâl [Transkribe Metin], Kayseri: Erciyes Üniversitesi
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
652
652
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Yay., 1995.
Olgun, brahim ve . Parmaksızolu, Kutb-nâme, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1980.
Olgun, Tahir, Germiyanlı eyhî ve Harnâmesi, Giresun 1949.
Onan, Necmettin Halil, Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn, stanbul: Maarif Basımevi, 1956.
Onur, M. Naci, Hamdullah Hamdi, Yusuf ve Züleyha [nceleme – Seçmeler], Ankara: Ertan
Matbaacılık, 1986.
Onur, Naci, Hamdî, Yusuf u Züleyhâ, Ankara: Akça Yay., 1991.
Oral Seyhan, Tanju, Bâbür Mîrzâ, Zahîrü’d-dîn Muhammed, Mübeyyen der-Fıkh [GiriMetin-Dizin-Tıpkıbasım], stanbul, 2004.
Önder, Mehmet, Mevlânâ , Mesnevî’den Hikâyeler, 3. baskı, Ankara: Türkiye Bankası
Kültür Yay., trhs.
Önder, Mehmet, Mevlâna’dan Güldeste, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1990.
Öz, Yusuf, Tuhfe-i âhidî ve erhleri, Konya, 1999.
Özden, Mente, Manisa Kütüphanesi’ndeki Türkçe Mesnevîler Katalou, stanbul, 1972.
Özkan, Mustafa, Cinânî Cilâ’u’l-kulûb [Giri-nceleme-Metin-Sözlük], stanbul, 1990.
Öztahtalı, brahim mran, Lami'i Çelebi ve Lügat-i Manzumu [Tuhfe-i Lami'i], Bursa: Gaye
Kitabevi, 2001.
Öztekin Ali, Gelibolulu Mustafa Âlî, Câmi’u’l-buhûr der-Mecâlis-i Sûr [Edisyon Kritik ve
Tahlil], Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1996.
Öztekin, Nezahat, Mevlânâ ’nın Mesnevi’sindeki Hikâyelerin XII – XV. Yüzyıl Andolu
Mesnevilerine Etkisi, zmir, 1998; 2. Baskı, zmir: Ege Üniversitesi Yay., 2000.
Öztekin, Nezahat, Fazlî, Gül ü Bülbül, zmir: Akademi Kitabevi, 2002.
Öztoprak, Nihat, Refî, Cân u Cânân, stanbul: Türk Gençlik Vakfı Yay., 2000.
Öztürk, Necdet, Hadîdî, Tevârîh-i Âl-i Osmân (1299-1523), stanbul, 1991.
Öztürk, Necdet, XV. Yüzyıl Tarihçilerinden Kemâl, Selâtîn-nâme [1299-1490], Ankara: Türk
Tarih Kurumu, 2001.
Öztürk, Necdet, Fatih Devri Kaynaklarından Düstûr-nâme-i Enverî [Osmanlı Tarihi Kısmı
(1299-1465)], stanbul: Kitabevi, 2003.
Öztürk, Zehra, Hamdu'llah Hamdî's Mesnevî Yûsuf ve Zelîhâ, Part I: Critical Edition, Part II:
Textual Analysis and Facsimile, Harvard, 2001.
Özyıldırım, Ali Emre, Keçeci-zâde zzet Molla ve Mihnet-keân, 2 c., Harvard Üniersitesi
Yakındou Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü, 2007.
Pala, skender, Leylâ ile Mecnûn, stanbul: Tima Yay., 1998.
Pala, skender, Hayriye-i Nâbî, stanbul: Bedir Yayınevi, 1989; 2. baskı, stanbul: L& M
Yay., 2003.
Pala, skender, Hilye-i Saadet, Ankara: Türkiye Diyanet vakfı Yay., 1991; 2. Baskı, stanbul:
L&M Yay., 2002.
Peker, Kemal, Sohbetü'l-esmâr ve Fındık, stanbul, 1960.
Pekolcay, Necla, Süleymân Çelebi, Mevlid: Vesîletü’n-necât, stanbul: Dergâh Yay., 1992.
Pekolcay, Necla, Mevlîd, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1993.
Pekta, Muhittin, Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun Mesnevisinin Metin Kırılması Yöntemiyle
Çözümlenmesi, zmir, 2006.
Pyenkovski, Liyev, Ferhâd u irin, Alî îr Nevâî, Moskova, 1946-56.
Radloff, Wilhelm, Kutadku Bilik, Facsimile der Uigurischen Handschrift der K. K.
Hofbibliothek in Wien, St. Petersburg, 1890.
Radloff, Wilhelm, Das Kutadku Bilik des Jûsuf Chass-hadschib aus Bälasagun, Theil I, Der
Text in Transcription, St Petersburg, 1891.
Radloff, Wilhelm, Das Kutadku Bilik des Jûsuf Chass-hadschib aus Bälasagun, Theil II, Text
und Übersetzung nach den Handschriften von Wien und Kairo, St Petersburg, 1900-10.
*
*
*
*
*
*
*
653
653
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Rızâ, Musahhah Mevlid-i erîf, stanbul: Mahmûd Bey Matbaası, 1322.
Sabuncu, Zeynep, Va’dî’nin Firûz u Dil-efrûz Mesnevîsi [nceleme-Metin-Tıpkıbasım],
stanbul: Simurg Yay., 2006.
Sâbit, Zâfer-nâme-i Sâbit, stanbul: Matbaa-i Ebu’z-ziyâ, 1299.
Sadîk, Hüseyin Muhammed-zâde, Gülen-i Râz-ı ebüsterî be-Rivâyet-i Türkî ez-Elvân-ı Velî-i îrâzî, Tahran, 1381.
Saman, Ali Rızâ, Mevlid Nasıl Okunur ve Mevlidhânlar, stanbul: Fakülteler Matbaası,
1951.
Saltık, Gazâlî, Süleymân Çelebi ve Mevlid’i Hakkında Bir Tedkik, stanbul: Bozkurt
Basımevi, 1947.
Samoyloviç, Aleksandr N., Iransky geroiçeskiy epos u literaturah türkskih naradov Sredney
Azii [Firdevsi 934), Leningrad, 1934.
Sertkaya, Ayegül, Ta'auk-nâme, Eleazar Birnbaum Nüshası [Giri-Tıpkıbasım-MetinTercüme-Dizin-Açıklamalar], stanbul: Çantay, 2002.
Sevgi, Ahmet, Tuhfetü’l-islâm, Merdümî, Manzum Kırk Âyet ve Kırk Hadis Tercümesi,
Konya: Selçuk Ünv. Yay., 1993.
Sevgi, Ahmet, Molla Câmî'nin Erba'în'i ve Manzum Türkçe Tercümeleri, Konya, 2000.
Shepherd, V. M., The Turkish Mystical Poet Gülehrî with Particular Reference to His
Mantiq al-Tayr, Cambridge, 1979.
Sırrî Abdülbâkî Dede, Manzûme-i Mi'râc, nr. Tâhirü'l-mevlevî, stanbul: Asır Matbaası,
1317.
Silahdarolu, Fikri, Yusuf Has Hacip-Günümüz Türkçesi ile Kutadgu Bilig Uyarlaması,
Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., Ankara, 1996.
Smith, Grace Martin,Yusuf-ı Meddâh, Varka ve Gülah A. Fourtenth Century Anatolian
Turkish Mesnevi, Leiden: E. J. Brill, 1976.
Subaı, Yunus, Yunus Emre Divanı ve Risâletü'n-nushiyye, Ankara: Hisar Yayınevi, 1983.
Sultan Veled, Bahâeddin, erh-i Ak-nâme-i Hazret-i Bahâeddin Veled, ârihi Hâlid,
stanbul: Mihran Matbaası, 1305.
Sultan Veled, Behâe’d-dîn Mevlânâ Celâle’d-dîn Muhammed bin Huseyn-i Belhî, Velednâme [Mesnevi-yi Veledî], bâ-Tashîh u Mukaddime-i Celâl Humâî, Tehrân, 1315.
Sungur, Necati, Tâcî-zâde Cafer Çelebi, Heves-nâme [nceleme-Tenkitli Metin], Ankara:
Türk Dil Kurumu Yay., 2006.
Sünbülzâde Vehbî, Lutfiyye-i Vehbî, stanbul, 1252.
Sünbülzâde Vehbî, Dîvân-ı Vehbî [Lutfiyye-i Vehbî], Kahire: Bulak Matbaası, 1253.
Sünbülzâde Vehbî, evk-engîz, stanbul, 1253.
Sünbülzâde Vehbî, Lutfiyye-i Vehbî, stanbul, 1276.
Sünbülzâde Vehbî, evk-engîz, stanbul, 1286.
[âhidî] brahim, Gülen-i Tevhîd, Hicrî 8. Yüzyıl, çev. Midhat Bahari Beytur, stanbul:
nkılâp ve Aka, 1967.
ahinolu, M. Nazif, Nuvîdi-yi îrâzî ve Salâmân u Absâl’ı, Türdav Ofset Tesisleri, 1981.
çerbak, A. N., Ouz-nâme, Muhabbet-nâme, Moskova, 1959.
ehsuvarolu, Bedii N., air ve Hekim Ahmedî, stanbul, 1954.
emsiev, Parsa, Alier Navoiy, Ferhâd u irin, Takent, 1959-1960.
emsiyev, Parsa - Hadi Zarif, Alier Navoiy, Ferhâd u irin, Takent, 1963.
ener, H. brahim, Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Tuhfetü’l-uâk Mesnevîsi [Giri-TahlilMetin], zmir, 1994.
ener, H. brahim, Halîlî ve Ravzatü’l-îmân Mesnevîsi, zmir, 1999.
entürk, Ahmet Atillâ, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde Edebî Tasvirler,
stanbul: Kitabevi, 2002.
*
*
*
*
*
654
654
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
erî’at, Muhammed Cevâd, Kefu’l-ebyât-i Mesnevî, Çâp-i Evvel, sfehan, 1363.
eyh Fahruddîn brâhîm Hemedânî, Külliyât-i Dîvân [Kasâyid, Gazeliyyât,
Terci‘iyyât,Terkîbât, Mukatte‘ât, Musellesât, ‘Uâk-nâme yâ Deh-nâme, Rubâ‘iyyât,
Leme‘ât ve stilâhât-i ‘rfânî-yi ‘râkî], (Mukaddime-i Sa‘îd Nefîsî), Tehrân, 1373.
eyh Gâlib, Dîvân-ı eyh Gâlib (Hüsn ü Ak), Kahire: Bulak Matbaası, 1252.
eyh Gâlib, Hüsn ü Ak, stanbul: Matbaa-i Ebuzziya, 1304.
eyh Gâlib, Hüsn ü Ak, (Tâhirü'l-Mevlevî baskısı), stanbul: Mahfil Mecmuası Yay., 1341.
Taeschner, F., Kerâmât-ı Ahî Evran, Leipzig, 1930.
Taeschner, F., Gülschehris Mesnevî Auf Achi Evran, den Heiligen von Kırschehir und
Patron der türkischen Zünfte, Wiebaden, 1955.
Külekçi, Numan, Tursun Fakih, Gazavat-ı Resulullah [nceleme-Metin-Sözlük-Tıpkıbasım],
stanbul: Toker Yay., 2002.
Tandırcı Alıcı, Gülcan, Mevlid, Mar’aî Kurâ-zâde Nâdirî (Hayatı, Edebî ahsiyeti ve
Eserleri), Kahramanmara: Ukde, 2009.
Talıcalı Yahyâ, Hikâye-i Manzûme-i âh u Gedâ, stanbul: Tatyos Divitçiyan Matbaası,
1284.
Talıcalı Yahyâ, Menâkıb-ı Hz. Yûsuf (a.s.) ve Zelîhâ, stanbul.
Tatçı, Mustafa, Yunus Emre Divanı III [Risâletü’n-nushiyye – Tenkitli Metin], Ankara:
Kültür Bakanlıı Yay., 1990.
Tatçı, Mustafa, Niyâzî, Mansûr-nâme, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1994.
Tatçı, Mustafa ve Cemâl Kurnaz, Muslihiddîn Vahyî-i abanî, Mi’râcü’l-beyân –Mi’racın
Tasavvufi Boyutu-, Ankara, 1999.
Tatçı, Mustafa, Cemâl Kurnaz ve Yaar Aydemir, Giritli Salacıolu Mustafa ve Mesnevîleri,
Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2001.
Tatçı, Mustafa, Musa Yıldız ve Kaplan Üstüner, Hüseyin Vassâf, Mevlid erhi [Gülzâr-ı
Ak], stanbul: Dergâh Yay., 2006.
Tekin (Alpay), Gönül, em ü Pervâne, Feyzî Çelebi, A Seventeenth Century Ottoman
Mesnevî in Syllabic Meter; Text, Interpretation and Facsimile, Harvard Universty, 1991.
Tekin (Alpay), Gönül (1992), Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical Edition and Textual
Analysis, Sources of Oriental Languages and Literatures Vol. 16, Cambridge Mass.:
Harvard University.
Tepeli, Yusuf, Yemînî, Dervi Mehmed, Fazîlet-nâme [Giri-nceleme-Metin-Gramatikal
Dizin], 2 c., Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2002.
Tezcan, Nuran, Lâmi‘s Gûy u Çevgân, Supplementband 35, Stuttgart: Franz Stainer Verlag,
1994.
Tezcan, Semih, Süheyl ü Nevbahâr Üzerine Notlar, Ankara: Simurg, 1994.
Timurta, Faruk K., eyhî Hayatı ve Eserleri -Eserlerinden Seçmeler-, stanbul: stanbul
Üniversitesi Yay., 1968.
Timurta, Faruk K., eyhî ve Husrev ü îrin’i [nceleme - Metin], stanbul: stanbul
Üniversitesi Yay., 1980.
Timurta, Faruk K., eyhî’nin Harnâme’si, stanbul: Edebiyat Fakültesi Yay., 1981.
Timurta, F. Kadri, Mevlid, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1990.
Tokatlı, Ümit, Pîr Mehmed b. Evrenos b. Nûreddin Za’îfî, Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyih, Kayseri:
Erciyes Üniversitesi Yay., 1996.
Tören, Hatice, Ali-ir Nevayi, Sedd-i skenderî [nceleme-Metin], Ankara: Türk Dil Kurumu
Yay., 2001.
Tulum, Mertol, Tarihî Metin Çalımalarında Usul, Menâkıbu’l-kudsiyye Üzerinde Bir
Deneme, stanbul, 2000.
Tuman, Nail, stanbul Kütüphaneleri Türkçe Hamseler Katalou, stanbul: Millî Eitim
*
*
*
655
655
ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV
AHMET KARTAL
Bakanlıı Yay., 1961.
Tursun Fakı, Muhammed Hanefî Cengi, nr. Mehmet âkir, stanbul, 1933.
Türk Kültürü [Kutadgu Bilig Özel Sayısı], c. IX, sy. 98, Ankara: Türk Kültürünü Aratırma
Enstitüsü, 1970.
Türk , Vahit, Hatibolu, Bahrü’l-hakâyık, Ankara: TDK Yay., 2009.
Türkmen, Erkan, The Essence of Rumi’s Masnavi, Ankara, 1995.
Uur, Ahmet, Mustafa Çuhadar ve Ahmet Gül, ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, stanbul: sis
Yay., 1995.
Uluhan, Çoban Hıdır, Kerküklü air Nevrûzî, Yusuf ile Züleyha, 2 cilt, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yay., 2007.
Uraz, Murat, Mevlit ve zahı, stanbul: Türk Neriyat Yurdu, 1956.
Usta, Veysel, Ahmed Rızâ Trabzonî, Manzûme-i Sivastopol, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay.
2000.
Uzun, Mustafa, Dede Ömer Rûenî, Ney-nâme, stanbul, 1990.
Uzun, Mustafa, Dinî Edebiyatımızın Son Temsilcilerinden Mehmed Fevzî Efendi ve Dinî
Mesnevîleri, stanbul, 1996.
Ünver, smail, Ahmedî, skender-nâme [nceleme-Tıpkıbasım], Ankara: Türk Dil Kurumu
Yay., 1983.
Üstüner, Kaplan, Refî, Cân u Cânân [nceleme-Metin], stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay.,
2003.
Vambery , Hermann, Uigurische Sprachmonumente und das Kutadku Bilik, Insbruck, 1870.
Virmiça, Raif, Suzi ve Vakıf Eserleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 2002.
Yahyâ Bey, Menâkıb-ı Hazret-i Yûsuf ‘Aleyh’is-selâm ve Zelîhâ, Tatyos Divitçiyan Matbaası,
stanbul, ts.
Yavuz, Kemal, Mevlânâ , Mesnevî-i Murâdiyye, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay.,
1982.
Yavuz, Kemal, Garîb-nâme [Tıpkıbasım], c. I/1-2, II/1-2, stanbul: Türk Dil Kurumu Yay.
Yavuz, Kemal, Gülehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı (Gülen-nâme) –Metin ve Günümüz Türkçesine
Aktarma-, 2 cilt, Ankara, 2007.
Yavuz, Kemal, Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiyyesi I [Gramer ve Sözlük], II [Metin], Konya:
Selçuk Üniversitesi Mevlânâ Aratırma ve Uygulama Merkezi Yay., 2007
Yazar, lyas, Ömer Fuadi, Hayatı-Edebi Kiilii-Eserleri ve Bülbüliyye'sinin Edisyon Kritik
Metni, Hamle Yay., 2001.
Yelten, Muhammet, Nev'î-zâde Atâyî, Sohbetü’l-ebkâr, stanbul: stanbul Üniversitesi Yay.,
1999.
Yeniterzi, Emine, Behitî’nin Het Behit Mesnevîsi, stanbul: Kitabevi, 2001.
Yesirgil, Nevzat, Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn, stanbul, 1958.
Yıldız, Hayret, Düstûr-nâme-i Enverî Mukaddimesi, stanbul, 1929.
Yıldız, Osman, eyyâd Hamza, Yûsuf u Zelîhâ (Destân-ı Yûsuf) [Giri-nceleme-MetinDizinler], Ankara: Akça Yay., 2008.
Yılmaz, Ahmet, Na'tî Mustafa, Edhem ü Hümâ, (nceleme-Metin), 2. baskı, Konya: Selçuk
Üni. Yay., 2001.
Yılmaz, Ali, bn-i Îsâ-yı Saruhanî ve erh-i Esmâ-i Hüsnâ’sı, Ankara, 1996.
Yılmaz, Kâif, Güftî ve Terîfâtü’-u’arâsı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay. 2001.
Yılmaz, Nebi, Ahmed-i Rıdvân, Rıdvâniyye [Metin-Dizin-Tıpkıbasım], Ankara: Bizim Büro,
2007.
Yılmaz, Nuran, Ankaralı Hekim Nidâî , Genc-i Esrâr-ı Ma’nî [nceleme-Metin], Kayseri:
Laçin Yay., 2009.
Yöntem, Ali Canip, Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn, stanbul: Devlet Matbaası, 1927.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
656
656
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Yulu, Melih, Ahmediyye, stanbul, 1976.
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Tıpkıbasım - Viyana Nüshası], stanbul: Türk Dil Kurumu
Yay., 1942.
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Tıpkıbasım - Fergana Nüshası], stanbul: Türk Dil
Kurumu Yay., 1943.
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Tıpkıbasım - Mısır Nüshası], stanbul: Türk Dil Kurumu
Yay., 1943.
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig [Kahire Nüshası], Ankara: Kültür Bakanlıı Yay., 1993.
Yüksel, Hasan, H. brahim Delice ve . Hakkı Aksoyak, Eski Anadolu Türkçesine likin Bir
Metin, slâmî’nin Mesnevîsi, Sivas, 1996.
Yüksel, Sedit, Mehmed, Ik-nâme [nceleme – Metin], Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih – Corafya Fakültesi Yay., 1965.
Zajaczkowski, A., Najstarsza wersja turecka Husrev u îrîn Qutba, I (Metin), II (Faksimile),
III (Sözlük), Warszawa, 1958-1961.
Zajaczkowski, A., Husrev u irin [Tıpkıbasım], Warszawa: Pañstwowe Wydawnictwo
Naukowe, 1963.
Zajaczkowski, A., Poemat Iranski Husrev u irin wersji Osmanskotureckief eyhî,
Warszawa: Pañstwowe Wydawnictwo Naukowe, 1963.
Zavotçu, Gencay, Bir air ve Bir Klasik Fazlî, Gül ü Bülbül [Mesnevî], Erzurum, 1995.
Zavotçu, Gencay, Türk Edebiyatında Hâb-nâme ve Ömer Fu’âdî’nin Hâbiyye Risâlesi,
Kocaeli, 2007.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
IV. Kitap Tanıtım Bibliyografyası
Abdulkadirolu, Abdulkerim, "Türk Dil Kurumu'nun Abidevî Bir Yayını: Âık Paa, Garibnâme, Haz. Kemal Yavuz", lmî Aratırmalar, 2002, sy. 13, stanbul, s. 223-25.
Açık, Nilgün, "âhidî brâhim Dede, Gülen-i Vahdet, haz. Numan Külekçi", Türk Dili, sy.
551, s. 470-74.
Aksu, Cemal, "Fuzûlî: Leylâ ve Mecnûn, haz.. Muhammed Nur Doan", lmî Aratırmalar,
1997, sy. 4, stanbul, s. 227-28.
Aksu, Cemal, "14. Yüzyılda Türk tarih ve Kültürü", Cumhuriyet Kitap, 07 Mart 2002, sy.
629, s. 6.
Ambors, E., "Firdevsi-i Rumi, Kutb-nâme", Wiener Zeitschrift der Deutschen
Morgenlandischen Gesellschaft, 1983, vol. 75, Leipzig, s. 256.
Argunah, Mustafa, "Leyla Karahan, Erzurumlu Darîr, Kıssa-i Yûsuf (Yûsuf u Züleyhâ)
[nceleme-Metin-Dizin]", Bir, Türk Dünyası ncelemeleri Dergisi, 1996, sy. 6, s. 208-26.
Aslan, Üzeyir, "Deerlendirmeler: Amil Çelebiolu, Türk Edebiyatında Mesnevi (XV. yy.'a
Kadar), stanbul 1999, Kitabevi: 127, 411 s.", Türklük Aratırmaları Dergisi, 2001, sy. 9,
s. 177-80.
Aslan, Üzeyir, "Hanife Dile Batislam, Hasbihal-i Safi [nceleme-Metin-Tıpkıbasım],
Kitabevi....", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2003, sy. 9, s. 207-19.
Ate, Ahmed, "Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi", Türk Dili,
1960, c. IX, sy. 101, ubat, s. 271-73.
Ceyhan, Âdem, "Vehbî, Lutfiyye [Metin Sadeletirme ve Açıklamalar]: Süreyya Ali
Beyzadeolu", lmî Aratırmalar, 1997, sy. 5, stanbul, s. 299-309.
Çavuolu, Mehmed, "Yûsuf-ı Meddah, Varka ve Gülâh, A Fourteenth Century Anatolian
Turkish Mesnevî, Edited with translation and antroduction by Grace Martin Smith",
stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1981, sy. XXIII,
s. 329-36.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
657
657
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Dankoff, Robert, "Reid Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig III [ndeks]", Journal of Turkish
Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1979, vol. 3, s. 461-64.
Dara, Ramis, "eyh Galip, Hüsn ü Ak", Çada Eletiri, 1984, sy. III, s. 38-41.
Develi, Hayati, "Tursun Fakih'in Gazavatnamesi'nin Yayımı Üzerine", Journal of Turkish
Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in Honor
of Günay Kut, Essays Presented by Her Colleagues and Students II, 2003, vol. 27, s. 3339.
Dizdarolu, Hikmet, "Beng ü Bade", Türk Dili, 1956, c. VI, sy. 61, Ekim, s. 49-51.
Dizdarolu, Hikmet, "Gazavat-nâmeler", Türk Dili, 1957, c. VI, sy. 67, s. 410-12.
Dizdarolu, Hikmet, "ehr-engizler", Türk Dili, 1958, c. VII, sy. 81, Haziran, s. 476-78.
Dizdarolu, Hikmet, "Süleymân Çelebi ve Mevlid-i erif", Türk Dili, 1958, c. VII, sy. 83,
Austos, s. 578-81.
Dizdarolu, Hikmet, "Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ı", Türk Dili, 1959, c. VIII, sy. 88, Ocak, s.
225-27.
Dizdarolu, Hikmet, "Leylâ ile Mecnûn Hikâyesi", Türk Dili, 1959, c. VIII, sy. 99, s. 165-68.
Doruyol, Hasan, "Gülleri Alatmayın Yahut Bir Hüsn ü Ak Çevirisi Üzerine", Yedi klim,
2003, sy. 164, Kasım, s. 63-67.
Durbilmez, Bayram, "Pîr Mehmed b. Evrenos b. Nûreddîn, Kitâb-ı Bostân-ı Nasâyih,
Hazırlayan: Ümit Tokatlı", lmî Aratırmalar, 1997, sy. 5, stanbul, s. 310-12.
Eminolu, Emin, "Eski Anadolu Türkçesine likin Bir Metin: slâmî'nin Mesnevîsi, Hasan
Yüksel, H. brahim Delice, smail H. Aksoyak", Türk Dilleri Aratırmaları, 1996, sy. VI,
s. 203-5.
Eraslan, Kemal, "Süleymân Çelebi, Vesîletü'n-necât - Mevlîd (nereden: Ahmed Ate)", Türk
Kültürü, 1966, c. V, sy. 50, s. 53-54.
Erzi, Adnan Sadık, “Tahlil ve Tenkidler (N. S. Banarlı, XIVüncü Asır Anadolu âirlerinden
Ahmedî’nin Osmanlı Tarihi= Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âli Osman ve Cemîd ve
Hurîd Mesnevîsi, [Türkiyat Mecmuası VI. cildinden ayrıbasım, 128 sahife], Türk Tarih
Kurumu Belleten, 1940, c. IV, sy. 14-15, stanbul, s. 267-83.
Erzi, Adnan Sadık, "Yeni ki Varaka ve Gülâh Nüshası: Hâmû-nâme, Dâsitân-ı blîs
Aleyhi'l-la'ne ve Maktel-i Hüseyn", Türk Tarih Kurumu Belleten, 1949, c. XIII, s. 188-94.
Esen, Nüket, "Kutadgu Bilig 'in ngilizce Çevirisi", Erdem, 1988, c. IV, s. 255-71.
Evin, Ahmet Ö., "Yusufî-i Meddah, Varqa ve Gülâh: A Fourteenth Century Anatolian
Turkish Mesnevî", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmalar, 1978, vol. 2,
s. 146-54.
Gökalp, Haluk, "Hanife Dile Batislam, Hasbihal-i Safi, Kitabevi Yayınları, 2003, 193 s.",
Türk Dili, 2004, sy. 634, s. 619-22.
Gökyay, Orhan aik, "Güçlük Nerede, Ahmet Fakih'in Prof. Dr. Hasibe Mazıolu'nca
Yeniden Yayımlanan Kitabı", Türk Dili, 1975, sy. 289, 291, s. 549-50; 707-10.
Gökyay, Orhan aik, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i”, Destursuz Baa Girenler, stanbul:
Dergâh Yay., 1982, s. 50-54.
Güleç, smail, "Fuzuli'nin iir Dünyası", Yedi klim, 1998, c. 11, sy. 98, s. 63.
Güleç, smail, "Bir Nasihat Kitabı: Tercüme-i Pendname-i Attar", Yedi klim, 1998, c. 11, sy.
101, s. 62-63.
Güleç, smail, "Münevver Okur Meriç, Cem Sultan'nın Cemid ü hurid Mesnevisi", lmi
Aratırmalar, 1999, sy. 8, s. 329-30.
Gürer, Abdülkadir, “Lâmî’s Gûy u Çevgân Supplementband 35, Franz Steiner Verlag,
Stuttgard, 1994, 388+72 s.”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Aratırma ve Uygulama
Merkezi Dergisi (OTAM), 1994, sy. 5, Ankara, s. 601-8.
Hacıeminolu, Necmettin, "Agâh Sırrı Levend'in Yeni Eseri, Arap , Fars ve Türk
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
658
658
*
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi", Türk Dili, 1960, sy. 100, s. 223-26.
Harmancı, Esat, "Mehmet Kahraman, Leylâ ve Mecnûn Romanı", Türk Kültürü ncelemeleri
Dergisi, 2003, sy. 8, s. 243-54.
sen, Mustafa, “Çeng-nâme’ye Dair”, Polemik, 1993, sy. 8, Ocak-ubat, Ankara, s. 8-9.
ybatov, A., "Qutbning Husraw wa Sirin Poemasining sözdigi", Acta Orientalia hungarica,
1979, vol. 33, Budapest, s. 363-65.
Karahan, Abdülkadir, "Âık Paa'nın Fakr-nâme ve Vasf-ı Hâl Mesnevileri", Türk Dili,
1953, c. III, sy. 26, Kasım, s. 95-97.
Karahan, Abdülkadir, "Süleymân Çelebi'nin Mevlid'i", Türk Dili, 1954, c. III, sy. 34,
Temmuz, s. 613-16.
Kargı Ölmez, Z., "Ali ir Nevayi, Ferhad u irin [nceleme-Metin], Gönül Alpay Tekin",
Türk Dilleri Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 291-93.
Kartal, Ahmet, "Hüsn ü Ak'ın Yeni Yayımı", Türklük Bilimi Aratırmaları, 2002, sy. 12, s.
209-223.
Kartal, Ahmet, "Ahmet Atillâ ENTÜRK, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde
Edebî Tasvirler, Kitabevi 178, stanbul 2002", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003,
sy. 3, s. 361-373.
Keskin, Saim, "Muhittin Eliaçık'ın Âık Ahmed'in Câmi'u'l-ahbâr Adlı Doktora Tezi",
Erdem, 2002, sy. 40, Ocak, s. 361-90.
Kilisli Muallim Rifat, “Süheyl ü Nev-bahâr’a Dâir”, Türkiyat Mecmuası, 1928, c. 2, stanbul,
s. 401-9.
Kleinmichel, S, “B. Flemming: Fahri’s Husrev u irin”, Orientalistische Literaturzeitung,
1979, vol. 71, s. 65.
Kocaolu, Timur, "Yusuf Has Hacib, Wisdom of Royal Glory (Kutadgu Bilig ), A TurcoIslamic Mirror for Princes, Translated with Introduction and Notes, by Robert Dankoff",
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1985, sy. 1,
s. 343-46.
Kortantamer, Tunca, "Tezcan, Nuran: Lâmi'îs Gûy u Çevgân, Franz Steiner Verlag, Stuttgart
1994, 387 s. + Faksimile (62 fol.)'", Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Aratırmaları Dergisi, 1998, c. IX, zmir, s. 157-64.
Köksal, M. Fatih, "slami'nin Mesnevisi", Bilge, 1998, sy. 15, s. 76-78.
Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Kitabiyat Tenkid ve Tahlilleri, Ferah-nâme-i bn Hatîb”,
Türkiyat Mecmuası, 1926, c. II, s. 489-96.
Köprülüzâde, Mehmed Fuâd, “Ferheng-nâme-i Sa’dî Yâhud Muhtasar Bostân Tercümesi,
Nâzımı: Hoca Mes’ûd ve Süheyl ü Nev-bahâr Nâzımı: Sekizinci ‘Asr-ı Hicrî
u’arâsından Mes’ûd bin Ahmed”, Türkiyat Mecmuası, 1928, c. 2, stanbul, s. 481-9.
Köse, lham, "Âmil Çelebiolu: Türk Edebiyatı'nda Mesnevî [XV. yy'a Kadar]", Türk
Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 1, stanbul, s. 390-92.
Kreutel, Richard, "F, Süleymân Çelebi, Vesîletü'n-necât Mevlîd", Oriens, 1956, vol. 9,
Leiden, s. 282 vd.
Kurnaz, Cemâl, "XVII. Yüzyılda Hece Vezniyle Yazılmı Bir Mesnevî: Feyzî Çelebi'nin em
ü Pervâne'si", Dergâh, 1993, c. IV, sy. 43, s. 10-11.
Kuru, Selim S., "Divan iirinin Kıyılarında", Virgül, 1999, sy. 15, s. 7-10.
Malov, Sergey E., "Kutadgu Bilig - Faksimile", Sovetskoe Vostokovedenie, 1948, vol. V, s.
327-28.
Mazıolu, Hasibe, "Güçlüün Nerede Olduu (Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'-erîfe ile lgili
Eletiri Üzerine", Türk Dili, 1975, sy. 290, s. 665-66.
Menage, V. L., "Ananiasz Zajacakowski, Najstarsza Wersja tureeka Husrav u irin Qutba
czesc", Bulletin of the Scholl of Oriental and African Studies, 1960, vol. 23, London, s. 593.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
659
659
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Mutlu, Pakize, "Hakanî Mehmed Bey, Hilye-i Hakanî", lim ve Sanat, 1988, sy. 18, s. 85.
Oy, Aydın, "Keçecizâde zzet Molla, Mihnet-keân", Türk Folklor Aratırmaları, 1974, c.
XV, s. 70-79.
Ölmez (Kargı), Zuhal, "Ali îr Nevâyî, Lisânü't-tayr, Hazırlayan: Prof. Dr. Mustafa
Canpolat", Türk Dilleri Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 290-91.
Ölmez (Kargı), Zuhal, "Ali îr Nevâyî, Ferhâd ü îrîn [nceleme - Metin], Hazırlayan: Gönül
Alpay Tekin", Türk Dilleri Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 291-93.
Önertoy, Olcay, "Mehmed, Ik-nâme", Hisar, 1965, c. V, sy. 17, s. 25-26.
Öztelli, Cahit, "Ik-nâme ve Yazarı Üzerine", Türk Dili, 1965, sy. 171, s. 187-92.
Pekolcay, Neclâ, "Hafî'nin Mevlîd'i", Bilgi, 1957, c. XI, s. 121, s. 15.
Sertkaya, Osman F., "Kutb'un Hüsrev ü îrîn'i ve Dil Hususiyetleri", Türk Kültürü, 1969, c.
VII, sy. 79, Mayıs, s. 75-76.
Sertkaya, Osman F., “Prof. Dr. Ananiasz Zajaczkowoski ve Kutb’un Husrev u irin Adlı
Yayını”, Türk Dili, 2000, sy. 582, s. 481-88.
Skilliter, S. A., "Sof, Huri "tre": Leylâ and Menjnun, by Fuzûlî, translated from the Turkish.
With a history of the poem notesaand bibliograpy by Alessio Bombaci", Bulletin of the
School of Oriental and African Studies, 1972, vol. 32, London, s. 156.
entürk, Ahmet Atillâ, "Cînânî'nin Cilâü'l-kulûb'u Hakkında", Tarih ve Toplum, 1993, sy.
114, s. 381-84.
entürk, Ahmet Atillâ, "eyholu Mustafâ, Hurîd-nâme: Hurîd u Ferahâd", stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1993, c. 26, s. 355-67.
entürk, Ahmet Atillâ, " Cînânî'nin Cilâü'l-kulûb'u [Giri - nceleme - Metin - Sözlük], , nr.
Doç. Dr. Mustafa Özkan", Türkiyat Mecmuası, 1997, c. XX, s. 463-72.
Tansel, Fevziye Abdullah, "N. S. Banarlı, Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân ve Cemîd
ü Hurîd Mesnevîsi Hakkında", Ülkü, 1941, c. XIII, s. 76.
Tekin, Talat, "Sultan Veled'in Türkçe Manzumeleri", Türk Dili, 1959, c. VIII, sy. 88, Ocak, s.
233-35.
Tezcan, Semih, "Kutadgu Bilig Dizini Üzerine", Türk Tarih Kurumu - Belleten, 1981, c.
XLV, sy. 2, s. 23-78.
Tezcan, Semih, "Mes'ûd ve XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı Üzerine Yeni Bilgiler", Türk
Dilleri Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 65-84.
Tezcan, Semih, "Mes'ûd ve XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı Üzerine Yeni Bilgilere Ek", Türk
Dilleri Aratırmaları, 1996, sy. 6, s.175.
Tezcan, Semih, "Süheyl ü Nev-bahâr Üzerine Notlara Birkaç Ekleme", Türk Dilleri
Aratırmaları, 1995, sy. 5, s. 239-45.
Tietze, Andreas, "Agâh Sırrı Levend, Gazavat-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey'in Gazavatnâmesi", Oriens, 1948, vol. I, Leiden, s. 305 vd.
Toparlı, Recep, “Gülen-âbâb’ın Yayını Üzerine”, slâmî Edebiyat, 1991, sy. 13, stanbul, s.
59-60.
Tökel, Dursu Ali, "Divan iirinin Tehlikeli Kıyılarında Dolaan Yabancı", Dergâh, 1999, c.
X, sy. 109, s. 14-16.
Tulum, Mertol, “Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-kudsiyye Adlı Eserinin kinci Baskısı
Münasebetiyle”, lmîAratırmalar, 1996, sy. 2, stanbul, s. 175-228.
Tulum, Mertol, “Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-kudsiyye Adlı Eserinin kinci Baskısı
Münasebetiyle II”, Erdem, Aydın Sayılı Özel Sayısı II, 1996, c. 9, sy. 26, Ankara, s. 82985.
Tulum, Mertol, “Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-kudsiyye Adlı Eserinin kinci Baskısı
Münasebetiyle III”, Türk Dünyası Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 106, stanbul, s. 53102.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
660
660
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Türkan, Kadriye, "Türk Edebiyatında Manzum Surnameler", Bilge, 2000, sy. 25, Ankara, s.
107.
Uzunçarılı, . Hakkı, "Gazavat-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey'in Gazavat-nâmesi", Türk
Tarih Kurumu - Belleten, 1957, c. XXI, s. 199-200.
Ünsel, Kemal Edip, “Mesnevî Tercümesi Hakkında”, Türk Dili Belleten, 1946, seri III, sy. 67, Mart, stanbul, s. 637-46.
Ünver, smail, “Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd Mesnevisi Üzerine”, Türkoloji Dergisi, 1977,
c. 7, Ankara, s. 171-80.
Walsh, J. R, “Flemming, B: Fahrîs Husrev u irin”, Wicner Zeitschrift für die Kundedes
Morgenlandes, 1975, c. 67, Bombay-Wien, s. 331.
Yaltı, Nermin, "Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osman, Cemîd ü Hurid Mesnevisi", Yücel
Aylık Sanat ve Fikir Mecmuası, 1939, c. IX, sy. 51, stanbul, s. 126-28.
Yazıcı, Tahsin, "Dr. A. Karahan, slâm-Türk Edebiyatında Kırk Hadis Toplama ve erhleri",
Türkiyat Mecmuası, 1958, c. XIII, s. 141-43.
Yelten, Muhammet, "Tunca Kortantamer: Nev'îzâde Atâyî ve Hamse'si, zmir 1997", lmî
Aratırmalar, 1997, sy. 7, stanbul, s. 317-18.
Yıldırım, Dursun, "Faruk Kadri Timurta, eyhî'nin Har-nâme'si", Güney-Dou Avrupa
Aratırmaları Dergisi, 1972, sy. I, s. 274-76.
Yüksel, Hasan, "Osmanlı Saray Düünleri ve enlikleri", Toplumsal Tarih, 2001, sy. 88, s.
59-62; aynı yazı Bilge, 2001, sy. 28, s. 147-49.
Yüksel, Sedit, "Gün Iıına Kavuturulan ki Eser: Dr. Mehmet Çavuolu, Talıcalı
Dukakinzâde Yahya Bey'in stanbul ehrengizi", Türk Dili, 1971, sy. 237, s. 207-11.
*
*
*
*
*
*
V. Makaleler
Abbort, L., “Çengnâme: Textual Counterpoint and Musical Metaphor in Ahmed-i Dâ’î’s
Book of the Harp”, International Journal of Music in Turkey, 1997, sy. 1, s. 4-46.
Abdulkadirolu, Abdulkerim, “Belî’in Gül-i Sadberg’i [Manzum Yüz Hadis Tercümesi]”,
Kültürümüzden Esintiler, Ankara, 1997, s. 151-199.
Abdulkadirolu, Abdulkerim, “Sergüzet-nâme-i Fakir be-Azîmet-i Tokat”, Kültürümüzden
Esintiler, Ankara, 1997, s. 200-227.
Abdulkadirolu, Abdulkerim, “ehrengizler Üzerine Düünceler ve Belî’in Bursa
ehrengizi”, Kültürümüzden Esintiler, Ankara, 1997, s. 228-284.
Abdulkadirolu, Abdulkerim, “Âkif Mevlidi yahut Kadınlar Mevlidi”, Gazi Üniversitesi
Eitim Fakültesi –Dr. Himmet Biray Özel Sayısı-, 1999, Kasım, Ankara, s. 404-437.
Abik, A. Deniz, “ki Yeni Nüshası Sebebiyle Halilname ve Müellifi Abdülvasi Üzerine”,
Türkoloji Dergisi, 1997, c. XII, sy. 1, Ankara, s. 139-173.
Aça, Mustafa, “eyyâd Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ Mesnevisi ile Tatar Türklerinin Yosif
Kitabı Üzerine Mukayeseli Bakı”, Millî Folklor, 2004, sy. 61, s. 149-159.
Açıkgöz, Namık, "Leylâ ve Mecnûn Mesnevisinin Yapısı", Millî Kültür, 1987, sy. 59, s. 3943.
Açıkgöz, Namık, "Tahkiyevî Bir Metin Olarak Riyâzî'nin Sâkî-nâme'si", Türk Dünyası
Aratırmaları Dergisi, 1988, sy. 55, s. 73-83.
Açıkgöz, Namık, “Ahmed-i Hânî’nin Mem u Zin Adlı Mesnevîsi ve Klasik Türk
Edebiyatındaki Yeri”, Türk Dünyası Aratırmaları Dergisi, 1990, sy. 67, s. 127-138.
Açıkgöz, Namık, "râdî Baba'nın Mevlîd'i", Journal of Turkish Studies = Türklük Bilgisi
Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı III, 1999, c. XXIII, s. 1-63.
Açıkgöz, Namık, “Anlatma Problemi Açısından Fuzûlî’nin Leylî vü Mecnûn’undaki Gazel ve
Murabba’lar”, Tunca Kortantamer çin, zmir, 2007, s. 187-200.
*
*
661
661
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Agi, Fazıl, "Abdurrahim-i Rûmî ve Abdürrahim-i Karahisarî'nin Ik-nâme'leri", Türk Dili,
1998, sy. 555, Mart, s. 249-252.
Akalın, Nazir, “Nizami-yi Gencevi ile Fuzuli-yi Badadi’nin Leyli u Mecnun Mesnevilerinin
Tartımalı Mukayesesi”, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 3, Konya, s. 201-217.
[Sunulmu Bildiri]
Akalın, Nazir, “Nizâmi-yi Gencevî’nin Hayatı, Edebî ahsiyeti ve Eserleri”, Bilig, 1998, sy.
7, s. 67-91.
Akalın, Nazir, “Veys u Râmin Mesnevisi Kimindir”, lkadım, Mayıs 1998, sy. 118, s. 43.
Akalın, Nazir, “Leylâ vü Mecnûn Hikâyesinin Meneine Dair”, Genç Kardelen, Ocak 1999,
Nevehir, ss. 14-17.
Akar, Metin, "Nâyî Osman Dede ve Mi'râciye'si", Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Dergisi, 1981, sy. 1, s. 1-16.
Akar, Metin, “eyyad Hamza Hakkında Yeni Bilgiler I-II”, Marmara Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1987, stanbul, s. 1-22.
Akar, Metin, "Erzurumlu air Muhammed Lütfî'nin Mi'râcü'n-nebî'si ve Mi'râcnâmelerimiz
Arasındaki Yeri", Türk Kültürü, 1992, c. XXX, sy. 352, s. 50-56.
Akar, Metin, “Fuzûlî’nin Leylî ve Mecnûn’u Üzerine Bazı Düünceler”, Bir, Türk Dünyası
ncelemeleri Dergisi, 1995, sy. 3, s. 165-71. [Sunulmu Bildiri]
Akarpınar, Bahar, “Vesîletü’n-necât ve Mevlit Gelenei” Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1,
editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 635-43.
Akda, Soner, “Süleymân Çelebi’nin Mevlid’i Üzerine”, AÜ Türkiyat Aratırmaları
Enstitüsü Dergisi, 2008, sy. 36, Erzurum, s. 81-98.
Akdemir, Ayegül, ““Eksik” Bir Âık: Leylâ” , Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında
Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 1-27.
Akdoan, Ahmet, “Mi’rac, Mi’racnâme ve Ahmedî’nin Bilinmeyen Mi’racnâmesi”, Osmanlı
Aratırmaları, 1989, sy. 9, s. 263-310.
Akın, Hüsrev, “Müellifinin Ölümüyle Yarım Kalmı Bir Mesnevî: Leylâ vü Mecnûn” ,
Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına],
2009, c. 4/7, s. 28-96.
Akkaya, Hüseyin, "emseddin Sivasî'nin Zileli Hamdî'ye Atfedilen Bir Mesnevîsi:
Süleymâniyye", Journal of Turkish Studies = Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe
Mazıolu Armaanı I, 1997, c. 21, s. 221-229.
Akkaya, Hüseyin, “emseddîn Sivasî’nin râdü’l-avâm simli Mesnevisi”, Cumhuriyet
Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi, 2003, VII/2, s. 1-30.
Akku, Metin, "Türk Edebiyatında Gazavat-nâmeler", lim ve Sanat, 1986, sy. 8, s. 81-82.
Akku, Metin, “Türk Edebiyatında Bursa ehrengizleri-I: shak Çelebi’nin Bursa
ehrengizi”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi: Prof. Dr. Halûk
pekten’in Anısına, 1993, sy. 1, s. 81-85.
Akku, Metin, “eyh Gâlib’in Anlam Dünyası: Hüsn ü Ak’ta Edebî Türler ve Tarzlar” ,
Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına],
2009, c. 4/7, s. 97-112.
Akpınar, erife, "Lami'î'nin Vâmık u Azrâ mesnevisinde Astrolojik Unsurlar", Selçuk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2002, sy.
12, s. 169-202.
Aksel, Malik, "Resimlerde Leylâ ve Mecnûn", Hisar, 1974, sy. XIV, s. 14-15.
Aksoy, Hasan, “emsî’nin Gülen-âbâd Mesnevîsi”, Marmara Üniversitesi lâhiyat Fakültesi
Dergisi, 1985, sy. 3, s. 127-77.
Aksoy, Hasan, "Mevlîd-i Nebîler ve Türk Edebiyatında Mevlîdler", slâmî Edebiyat, 1989, c.
II, sy. 1, s. 10-11.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
662
662
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Aksoy, Hasan, “Dervî emsî, Deh-murg ve Bazı Notlar”, lim ve Sanat, 1991, sy. 28,
stanbul, s. 63-64.
Aksoy, Hasan, “Türk Edebiyatında Mevlidler”, Türkler , Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek ve
Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye, 2002, c. XI, s. 758-761.
Aksoy, hasan, “Eski Türk Edebiyatı’nda Mevlidler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi
–Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 323-32.
Aksoy, Ömer Asım, "Mihnet-Kean mı Mihnet-i Kean mı", Türk Dili, 1955, sy. 51, s. 148149.
Aksoy, Ömer Asım, "Mihnet-Kean Tartıması", Türk Dili, 1956, sy. 53, s. 285-287.
Aksoyak, . Hakkı, “Mahzenü’l-esrâr Geleneine Balı Mesnevilerdeki Ortak Hikayeler”,
Bilig, 1996, sy. 3, s. 182-189.
Aksoyak, . Hakkı, “Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Gelibolu ehrengizi”, Türklük Bilimi
Aratırmaları, 1996, sy. 3, s. 157-176.
Aksoyak, . Hakkı, “Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Gül-i Sad-berg’i”, Türklük Bilimi
Aratırmaları, 1997, sy. 4, s. 163-175.
Aksoyak, . Hakkı, “Gelibolulu Âlî’nin Sadef-i Sad-güher Adlı Antolojisinin Önsözü”,
Türklük Bilimi Aratırmaları, 1997, sy. 5, s. 283-310.
Aksoyak, . Hakkı, “Mesnevîlerin Giri Bölümünde «Din Ulularına Övgü»”, Türklük Bilimi
Aratırmaları, 1998, sy. 7, s. 213-221.
Aksoyak, . Hakkı, “Vardarlı Fazlî ve Mahzenü’l-esrâr Mesnevîsi”, Tarih ve Toplum, ubat
1999, sy. 182, s. 55-61.
Aksoyak, . Hakkı, "Ahmed Yesevî'nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ ve Tyhfetü'luâk Mesnevîsi", Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2001, sy. 5, s. 71-98.
Aksoyak, . Hakkı, "XVIII. Yüzyıl airi Edirneli Nâtık'ın Kaleminden Bir Ak Hikâyesi",
Millî Folklor -Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıolu Armaanı -, 2003, sy. 58, s. 114-120.
Aksoyak, . Hakkı, "Gelibolulu Mustafa Âlî'nin Mihr ü Vefâ Mesnevîsi", Diriözler Armaanı
Prof. Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, M. Fatih Köksal ve Ahmet
Naci Baykoca (haz.), Ankara, 2003, s. 45-71.
Aksoyak, . Hakkı, “Vardarlı Fazlî’nin Mahzenü’l-esrâr (Dâfi’ü’l-hüzn) Mesnevisinde
Boza”, Acısıyla Tatlısıyla Boza, editör: Ahmet Nezihi Turan, Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlıı Yay., 2007, s. 203-208.
Akta, erif, "Roman Olarak Hüsn ü Ak", Türk Dünyası Aratırmaları, 1983, sy. 27, s. 94108.
Akyüz, Hayri, “Onbeinci Yüzyıl airlerinden Cemâlî’nin Hüma ve Hümayun Adlı Eseri
Hakkında Birkaç Söz”, Türk Folklor Aratırmaları, 1954, c. III, sy. 54, s. 856-857.
Alberts, Otto, "Zur Textkritik des Kutadku Bilik", Zeitschrift der Deutschen
Morgenlandischen Gesellschaft, 1897, c. LI, s. 715-17.
Alberts, Otto, "Der Dichter des in uiguricsh-turischem Dialekt genchriebenen Kutadku Bilik
(1069-1070), ein Schüler des Avicenna", Archiv für Geschichte der Philosophie, 1901, c.
VII, s. 319-36.
Alıcı, Lütfi, “Ârif Süleyman ve Hilye-i Nebî Adlı Eseri”, Akademik Aratırmalar Dergisi,
2004, nr. 19, stanbul, s. 129-48.
Alparslan, Ali, "Âık Paa'da Tasavvuf", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Dergisi, 1962, c. XXII, s. 143-56.
Alpay, Gönül, “Hamdullah Hamdi’nin Leylâ ve Mecnun Hikâyesi”, Edebiyat Fakültesi
Aratırma Dergisi, 1970, c. I, sy. 1, Erzurum, s. 25-32.
Alpay, Gönül, “Ali îr Nevâî’nin Ferhad ü irin Mesnevisi Üzerindeki Etkiler”, Türk Dili
Aratırmaları-Yıllıı Belleten 1970, 1989, s. 155-67.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
663
663
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Alpay, Günay, “Zati ve em’ u Pervâne Mesnevîsi”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1961, c. XI, s. 129-42.
Alpay, Günay, “Abdülvasi Çelebi’nin Eseri ve Nüshaları”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı
Belleten 1969, 2. bs., 1989, s. 201-26.
Altun, Kudret, "Hüsn ü Ak'ta Gece Nûr-ı Siyahtan Aydınlıa", lmî Aratırmalar, 2000, sy.
10, s. 9-18.
Alyılmaz, Semra, “Mevlit ve Türk Edebiyatında Mevlit Türü”, AÜ Türkiyat Aratırmaları
Enstitüsü Dergisi, 1999, sy. 13, s. 195-202.
Ambros, Edith Gülçin, "Six Lampoons Out of Fakiri's Risâle-i Ta'rifât", Wiener Zeitschrift
für die Kunde des Morgenlandes, 1992, c. 82, s. 26-27.
Anbarcıolu, Meliha (Tarıkahya), “’tikad-nâme ve Türkçe Çevirisi”, Necati Lugal
Armaanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1968, s. 649-701.
Anbarcıolu, Meliha, "Mihr ü Mâh Kıssası", ran ehinahlıının 2500. Kurulu
Yıldönümüne Armaan, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1971, s. 1-41.
Anbarcıolu, Meliha, “âh-nâme-i Firdevsî ve Edebiyât-i Turk”, Dou Dilleri, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Dou Dilleri ve Edebiyatları Dergisi, 1981,
c. II, sy. 4’ten Ayrı Basım.
Anbarcıolu, Meliha, “Türk ve ran Edebiyatlarında Mihr u Mâh ve Mihr u Müterî
Mesnevileri”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Belleten,
Ekim 1983, c. XLVII, sy. 188, s. 1151-1189.
Anbarcıolu, Meliha, “Kıyâsî’nin Mihr u Mâh Mesnevîsi”, Erdem, 1986, c. II, sy. 4, s. 87172.
Anhegger, Robert, “Fâtih Devrinde Yazılmı Farsça Manzum Bir Eser: Mu’âlî’nin Hünkârnâme’si”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi 1949-1950, 1950, c. I,
sy. 1-2, s. 145-66.
Anhegger, Robert, "Türk Edebiyatında Austos Böcei ile Karınca Hikâyesi", Türkiyat
Mecmuası, 1951, c. IX, s. 73-94.
Anhegger, Robert, “Selâtinname Müellifi Kemal”, stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Dergisi, 1952, c. IV, sy. 4, s. 447-470.
Araslı, Hamit, “Leyli vë Mëcnun Hakkında”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1958,
1988, Ankara, s. 17-39.
Arat, Reid Rahmeti, "Qutadu Bilig", Ungarische Jahrbücher, 1926, c. VI, sy. 1-2, s. 15458.
Arat, Reid Rahmeti, "Kutadgu Bilig 'de Tabibler ve Efsuncularla Münasebet Hakkında
Parçalar", Ülkü Halkevleri Dergisi, 1936, c. VIII, sy. 46, s. 285-294.
Arat, Reid Rahmeti, "Kutadgu Bilig ve Türklük Bilgisi", Türk Kültürü, 1970, c. IX, sy. 98,
s. 2-22.
Argunah, Mustafa, “ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâmesi ve Eserin Dili”, Türk Dünyası
Aratırmaları, Austos 1988, sy. 55, s. 51-70.
Arslan, Mahmut, "Kutadgu Bilig Üzerinde Sosyolojik Düünceler", stanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi, 1992, c. III, s. 131-166.
Arslan, Mehmet, “Aynî’nin “âirnâme” Özellii Taıyan Mesnevîsi Üzerine”, Yedi klim,
1992, kinci Dönem, sy. 4, s. 21-27.
Arslan, Mehmet, "Karabalı Nigârî ve Çây-nâme Mesnevîsindeki Karaba Tasviri",
Kızılırmak, 1992, sy. 4, s. 9-11.
Arslan, Mehmet, "Yeniçeriliin Kaldırılmasına Dair Edebî Bir Metin: Aynî'nin Manzum
Nusretnâme'si", Türklük Bilimi Aratırmaları, 1996, sy. 3, s. 13-56.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
664
664
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Arslan, Mehmet, "Süleymân Celâleddîn ve Üç Eseri: Sâkî-nâme, Mevlid-i Cenâb-ı Alî, Devirnâme", Türklük Bilimi Aratırmaları - Prof. Dr. M. Kaya Bilgegil Armaanı, 1997, sy. 5,
s. 175-243.
Arslan, Mehmet, "Divan Edebiyatında Manzum Sıhhatnameler", Türk Dili ve Edebiyatı
Makaleleri, 2001, sy. 1, s. 7-33.
Arslan, Mehmet, "Klasik Türk Edebiyatı Manzum Didaktik Eserlerinden Bir Örnek: Manzum
Avâmil", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 2, s. 5-39.
Arslan, Mehmet, “Divan Edebiyatında Nasihat-nâmeler (Bend-nâmeler) ve Vak’a-nüvis
Es’ad Efendi’nin Pend-nâmesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 4, s. 5-80.
Arslan, Mehmet, “Türk Edebiyatında Hamse”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski
Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 305-22.
Arslan, Mehmet, “Kültür Tarihimiz Açısından Zengin Bir Kaynak: Sur-nâmeler”, Türkiye
Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 221-57.
Arslan, Mustafa, “Türk Edebiyatında Mihr ü Müterî Mesnevîleri ve Mîrî ’nin Mihr ü
Müterî’si” , Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk
PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 113-132.
Aslan, Mustafa, “Âzerî brahim Çelebi”, Türk Dünyası Aratırmaları, Haziran 1994, sy. 90,
s. 181-200.
Aslan, Namık, “Manzum Dinî Hikâyeler ve Kirdeci Ali’ye Ait Olduu Söylenen ki Hikâye
Metni (Güvercin ve Geyik Destanları)”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 2006, sy. 20, s. 189-207.
Aslan, Üzeyir, “Fetihten Sonra Yazılmı Türkçe lk Mevlid-i Ma’nevî: Kerîmî’nin râd’ı”,
Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 2009, sy. 2, s. 19-80.
Atalay, Mehmet, "Hakânî ve Hilye'si I", Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
1991, sy. 5/I, s. 29-49.
Atalay, Mehmet, "Hakânî ve Hilye'si II", Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
1991, sy. 5/II, s. 33-58.
Ate, Ahmed, “Varaka ve Gülâh Mesnevisinin Kaynakları”, stanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1946, c. II, sy. 1-2, stanbul, s. 1-19.
Ate, Ahmed, “Mesnevî’nin Onsekiz Beytinin Mânâsı”, Köprülü Armaanı, 1953, stanbul, s.
36-50 .
Ate, Ahmed, “âh-nâme’nin Yazılı Tarihi ve Firdevsî’nin Sultan Mahmud’a Yazdıı
Hicviye Meselesi Hakkında”, Türk Tarih Kurumu Belleten, Nisan 1954, c. XVIII, sy. 70,
s. 159-68.
Ate, Ahmed, “Farsça Eski Bir Varaka ve Gülâh Mesnevisi”, stanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Aralık 1954, c. V, s. 33-50.
Atlansoy, Kadir, “Süleymân Çelebi ve Mevlid Üzerine Bazı Bilgiler”, Osmanlı –Kültür ve
Sanat-, Güler Eren (ed.), Ankara, 1999, c. IX, s. 598-604.
Atlansoy, Kadir, “Pend-i Attâr’ın Manzum lk Çevirisi: Sabâyî’nin Sırât-ı Mustakîm
Mesnevîsi”, lmî Aratırmalar, 2005, sy. 20, s. 27-41.
Ayan, Gönül, “Lâmi’î Çelebi’nin Vâmık u Azrâ’sı”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1985, sy.
36, Haziran, s. 209-211.
Ayan, Gönül, “Vâmık u Azrâlar’a Genel Bir Bakı”, Journal of Turkish Studies, Türklük
Bilgisi Aratırmaları, Fahir z Armaanı I, 1990, c. XIV, s. 21-32.
Ayan, Gönül, "Vâmık ile Azrâ", Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1991,
sy. 5, s. 7-15.
Ayan, Gönül, “Ahmed Müridî ve Eserleri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi –Prof. Dr. Halûk pekten’in Anısına-, 1993, sy. 1, s. 31-40.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
665
665
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Ayan, Gönül, “Lâmi’î Çelebi’nin Hayatı, Edebî Kiilii ve Eserleri”, Selçuk Üniversitesi,
Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, Kasım 1994, sy. 1, s.
43-65.
Ayan, Gönül, “Bazı Mesnevîlerde Rastlanan Masal Unsurları”, Selçuk Üniversitesi Eitim
Fakültesi Dergisi 1992, 1994, sy. 6, s. 13-17.
Ayan, Gönül, “Ali îr Nevâyî ve Ferhâd u îrîn Mesnevîsi”, Selçuk Üniversitesi Eitim
Fakültesi Dergisi, 1996, sy. 7, s. 151-55. [Sunulmu Bildiri]
Ayan, Gönül, “Fuzûlî ile Celîlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevîlerinin Karılatırılması”,
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 3. [Sunulmu Bildiri]
Ayan, Gönül, “Nizâmî ve Celîlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevîleri”, Selçuk Üniversitesi
Eitim Fakültesi Dergisi, 1997, sy. 8, s. 169-84. [Sunulmu Bildiri]
Ayan, Gönül, “15. yy.-16.yy.’ın Ünlü Ak Hikâyesi Vâmık u Azrâ’da Musikî”, Musiki
Mecmuası, Güz/Ekim 1999, sy. 466, s. 20-22.
Ayan, Hüseyin, “Hamdullâh Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ Mesnevisindeki Gazeller”, Edebiyat
Fakültesi Aratırma Dergisi, 1974, sy. 5, Erzurum, s. 31-43.
Ayan, Hüseyin, “Divan Edebiyatında Hamseler”, Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi,
Ahmet Caferolu Özel Sayısı, 1979, fasikül 1, sy. 10, s. 87-100.
Ayan, Hüseyin, “Hamidî-zâde Celîlî (1487 M. / 893 H. – 1569 M. / 977 H.)”, Türk Kültürü
Aratırmaları, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurta’ın Hatırasına Armaan, 1983, c. XVIIXXI, sy. 1-2, s. 15-39.
Ayan, Hüseyin, “Celîlî’nin Mehek-nâme’si”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. II, 1983, s. 5-13.
Ayan, Hüseyin, “Hâmidî-zâde Celîlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u”, Türk Dünyası Aratırmaları,
Aralık 1983, sy. 27, s. 67-93.
Ayan, Hüseyin, “Celîlî’nin Hecr-nâme’si”, Fen-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 1986,
fasikül 1, sy. 14, Erzurum, s. 155-173.
Ayan, Hüseyin, "eyholu Mustafâ, Hurîd-nâme-Hurîd ü Ferahâd", stanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi türk Dili ve edebiyatı Dergisi, 1993, c. XXVI, s. 355-367.
Ayan, Hüseyin, “Fuzûlî’ye Göre Mecnûn’un Eitimi”, Turkish Studies [Klâsik Türk
Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 146-157.
Aycan, Enver, “Hüsrev ü îrîn Mesnevîsi”, Türk Dili, 1953, c. II, sy. 22, s. 672-675.
Aycan, Enver, “Nevai'nin "Ferhad ve irin" Mesnevisine Dair”, Türk Dili, 1953, c. II, sy. 17,
s. 273-277.
Aycan, Enver, “Nevai'nin Ferhad ve irin Mesnevisinin Konusu”, Türk Dili, Nisan 1953, c.
II, sy. 19, s. 417-421.
Aydemir, Yaar, "Badat ehr-âûb’u", Gazi Eitim Fakültesi Dergisi Dr. Himmet Biray
Özel Sayısı, 1999, s. 446-475.
Aydemir, Yaar, "Hâdî'nin Saray ehrengizi", lmî Aratırmalar, 2001, sy. 12, s. 31-56.
Aydemir, Yaar, “Sânî’nin Rodos enrengizi”, Türk Kültürü, 2001, sy. 455, s. 167-174.
Aydemir, Yaar, “Ravzî’nin Edincik enrengizi”, Gazi Türkiyat Türklük Bilimi Aratırmaları
Dergisi, 2007, sy. 1, s. 97-126.
Aydodu, Orhan, “stanbul Hakkında Bilinmeyen Bir Mesnevî: stanbul-nâme”, Turkish
Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c.
4/7, s. 158-86.
Aynagöz, Pervin, “Bursalı Rahmî’nin Gül-i Sad-berg’i Üzerine Bir Deerlendirme”, Fırat
Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler), 1989, c. III, sy. 1, s. 1-27.
Aynur, Hatice, "Osmanlı Saray Düünlerinin Edebiyata Yansıması", Sözden Yazıya: Edebiyat
ncelemeleri, stanbul: Boaziçi Üniversitesi, 1994, s. 25-32.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
666
666
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Ayvazolu, Beir, “eyh Galib ve Hüsn ü Ak’a Dair”, Türk Edebiyatı, Ocak 1999, sy. 303, s.
15-16.
Ayyıldız, Mustafa, "Modern Anlatı Teknii Açısından Leylâ ve Mecnûn Mesnevîsine Bir
Yaklaım", Dergâh, 1995, c. VI, sy. 61, s. 22.
Ayyıldız, Mustafa, “Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsinde Modern Anlatı zleri”, Turkish Studies
[Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s.
187-93.
Azade, R., "Hamse'de Alegori, Remiz ve Semboller", Türk Kültürü, 1991, c. XXIX, sy. 339,
s. 17-27.
Azamat, Nihat, “Yeni Bir Ahmedî ve ki Eseri: Yusuf u Zeliha, Esrârnâme Tercümesi”,
Osmanlı Aratırmaları, 1988, sy. VII-VIII, s. 347-364.
Babinger, Franz, “Âsyq Pasas Gharîb-nâme”, Mitteilungen des Seminars für Orientalische
Sprachen, 1928, c. XXXI, Berlin, s. 91-97.
Balkaya, Halit, “Türk Edebiyatında Edhem ü Hümâ [Edhemnâme] Mesnevîleri ve Bir
Yanlılıa Dair”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi –Prof.
Dr. Sadi Çöenli Özel Sayısı, 2001, sy. 18, s. 103-106.
Banarlı, Nihâd Sâmî, "XIVüncü Asır Anadolu âirlerinden Ahmedî’nin Osmanlı
Tarihi=Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âli Osman ve Cemîd ve Hurîd Mesnevîsi",
Türkiyat Mecmuası, 1939, c. VI, stanbul, s. 1-175. [VI. ciltten ayrı basım]
Banarlı, Nihâd Sâmî, “Büyük Nazireler: Mevlid ve Mevlid’de Millî Çizgiler”, iir ve edebiyat
Sohbetleri-1, 1982, 2. baskı, stanbul: Kubbetaltı Neriyat, s. 267-88
Banarlı, Nihâd Sâmî, “Mevlid Sesleri”, Kültür Köprüsü [Süleymân Çelebi’den Mehmed
Akif’e], 2. Baskı, stanbul 2007, s. 64-68.
Bardakçı, Murat, “Çeng-nâme’de Musikî”, Musiki Mecmuası, 1979, c. XXXII, sy. 361, s. 89.
Barhold, Vilhelm, "Kutadku Bilig'in Zikrettii Bura Han Kimdir", çev. Ragıp Hulusi, Ragıp
Hulusi Özdem, Dil Bilimi Yazıları, Recep Toparlı (haz.), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.,
2000, s. 503-507.
Batislam, Dilek, "Mesnevilerde Mektup Tarzı Anlatım", lmî Aratırmalar, 2002, sy. 13,
stanbul, s. 17-34 [Sunulan Bildiri].
Batislam, H. Dilek, “Tarih ve Kültür Kaynaı Olarak Hasb-i Hâller”, Türklük Bilimi
Aratırmaları, 2007, sy. 22, s. 29-42.
Bayak, Cemal, "Sevdâ’î, Kıssa-i Leylî Birle Mecnûn Mesnevîsi", Journal of Turkish Studies,
Türklük Bilgisi Aratırmaları, Fahir z Armaanı I, 1990, c. XIV, s. 103-112.
Bayat, Ali Haydar, “Bedr-i Dilâd ve Murâd-nâme’de (631/1427) Tabâbet”, Tıp Tarihi
Aratırmaları, History of Medicine Studies, 1990, sy. 4, s. 61-69.
Baykal, Özgül, “Mesnevî’de Hayvan Hikâye ve Motifleri” arkiyat Mecmuası, 1964, c. V, s.
23-30.
Bayraktar, Sibel, “Kutadgu Bilig ’de Bulunma Hâli Ekinin Fonksiyonları” TDAY-Belleten
1999/I-II, 2003, sy. 42, s. 9-25.
Bayram, Pervin, “Türk Edebiyatında Pendnâmeler”, Azerbaycan –Avrupa Edebi-Medeni
Alakalar Merkezinin Konteksi, Bakü, 2001, s. 16-22.
(Bengü), Memet Fuat, "Ferhat ile irin'in ki Baskısı", Yeni Dergi, 1965, sy. 2, s. 521.
Bernhauer, W. F. A., "Über die 156 Seldschukischen Distichen aus Sultan Weleds Rebâbnâme", Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, 1869, c. XXIII, s. 201208.
Bertels, E., “Ali îr Nevâî, Leylî ve Mecnûn”, çev. Mirza Bala, Türkiyat Mecmuası, 1951, c.
IX, s. 47-64.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
667
667
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Bertels, E., "Ali îr Nevâî'nin Ferhâd u îrîn'i", çev. Rasime Uygun, Türk Dili Aratırmaları
Yıllıı - Belleten 1966, 1988, s. 115-30.
Beyekdilî, Gulâmhuseyn, “Dâsitân-i Husrev u îrîn-i Nizâmî ve Edebiyât-i Turk”, Neriyye-i
Dânigede-i Edebiyât ve Ulûm-i nsâni-yi Tebrîz, 1348, umâre-i Evvel, Sâl-i
Bîstuyekum, Behâr, Tebrîz, s. 25-40.
Bilge, Nihal, "Yusuf Has Hacib, Saadet Veren Bilgi -Kutadgu Bilig ", 1969, Önasya, sy. 4, s.
15.
Bilgin, Azmi, “Türk Edebiyatında Nasihatnâme ve Emre’nin Tercüme-i Pendnâme-i Attâr’ı”,
Türk Dünyası Aratırmaları, 1994, sy. 93, stanbul, s. 197-208.
Bilgin, Azmi, “Cefâyî’nin Dekâyıku’l-hakâyık’ı ve Mevlid Türü Eserlerle lgisi”, ÜEF Türk
Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2006, c. XXXIV, s. 33-42.
Bilkan, Ali Fuat, "Nâbî'nin Hayrî-nâme Adlı Eseri", Millî Kültür, 1990, sy. 71, Nisan, s. 5255.
Bilkan, Ali Fuat, "XVII. Yüzyılda Gelien Hikemî Tarz ve Nâbî'nin Hayrî-nâme'si", Türkler ,
Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye, 2002, c. XI,
s. 742-747.
Bilkan, Ali Fuat, “Klasik Estetikte Yeni Yöneliler: Orta Klasik Dönem (1600-1700):
Mesneviler”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007,
Ankara, s. 293-308.
Bilkan, Ali Fuat, “Nâbî’nin Mi’râc-nâme’si”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 1,
2008, s. 9-40.
Binark, Naile, "Kutadgu Bilig 'de Evlenme, Aile ve Çocuk Terbiyesi", Türk Kültürü, 1970, sy.
IX, s. 106-10.
Bingöl, Necdet, "Mısır Memluk Devleti'nin âh-nâme'sinin Türkçe En Eski iir Çevirisi
(XV.-XVI. Yüzyıl)", Türk Dili Aratırmaları Yıllıı - Belleten 1966, 1988, s. 65-76.
Birnbaum, Eleazar, "The Date of Turkish Mesnevi Mihr ü Mah", Bulletin of the Scholl of
Oriental and African Studies, 1960, c. XXIII, s. 138-319.
Bombaci, Alessio, "Kutadku Bilig Hakkında Bazı Mülâhazalar", Köprülü Armaanı, stanbul:
Osman Yalçın Matbaası, 1953, s. 65-75.
Bonelli, Luigi, "Del Kutadku Bilik, Poema Turco dell XI Secola", Annali del R. Instituto
Orientale di Napoli, c. VI, s. 3-38.
Bokov, Vanço, "shak Çelebi'nin Üsküp çin Yazdıı ehrengizi", Sesler, 1969, sy. IV,
Üsküp, s. 39-40.
Bokov, Vanço, "ehrengiz u Turskoj Knjizevnostı ı ehrengiz o Mostaru, Radovi", Knjiya,
1970-1971, c. VI, Üsküp, s. 173-181.
Boyraz, eref, "Dursun Fakih'in Umman Cengi Mesnevîsinin Yeni Bir Nüshası:
Cumhurnâme", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 2, s. 215-274.
Bozkaplan, erif Ali, “Abdî ve Câmasb-nâme’si”, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna Armaanı,
Malatya, 1989, s. 11-20.
Buluç, Sadettin, “eyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir Mesnevisi”, Türkiyat Mecmuası, 1969,
c. XV, s. 247-263 .
Buluç, Sadettin, “Elvan Çelebi’nin Menâkıbnâmesi”, Türkiyat Mecmuası, 1980, c. XIX, s. 1-6.
Caferolu, Ahmet, "Nevaî'nin Türk Dilli "Hamse"si", Türk Dili, ubat 1966, c. XV, sy. 173,
s. 298-300.
Caferolu, A., “ran ’la Turan’ın Paylaılamayan îrîn’i”, arkiyat Mecmuası, 1972, c. VII, s.
59-68.
Canım, Rıdvan, "Pend-nâmeler ve Türk Edebiyatında Benzer Nitelikli Nasihat Kitapları",
Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
1986, sy. I, s. 18-26.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
668
668
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Canım, Rıdvan, "Edirneli Revânî'nin ret-nâme'si", Millî Eitim, Ocak 1989, sy. 81, s. 5362.
Canım, Rıdvan, “Türk Edebiyatında Sâkînâmeler”, Millî Eitim Dergisi, 1991, sy. 106, s. 3841.
Canım, Rıdvan, “ret-nâme Tasavvufî Bir Eser midir”, Akademik Aratırmalar, 1996, c. I,
sy. 1, s. 9.
Ceyhan, Adem, "Süleyman Nahîfî'nin Mevlidü'n-nebî Mesnevîsi", A.Ü. Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2000, sy. 17, s. 89-141.
Ceyhan, Adem, "Âlim ve air Bir Osmanlı Müderrisi: Pîr Mehmed Azmî Bey ve Eserleri",
Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 1, s. 243-86.
Cilâcı, Osman, "Kutadgu Bilig 'de Sosyal ve Dinî Motifler", Millî Kültür, Eylül 1987, sy. 58,
s. 10-18.
Clauson, Sir Gerard, "The Muhabbet-nâme of XWarazmi", Central Asiatic, 1962, c. VII, s.
247-55.
Clermont-Ganneau, Charles, "Note sur on passage du Kutadku Bilik", Journal Asiatique,
1898, c. XI, sy. 9, s. 334-35.
Cokun, Ali Osman, "Sâkî-nâmeler ve Kafzâde Fâizî'nin Sâkî-nâme'si", Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Eitim Fakültesi Dergisi, 1994, sy. 9, s. 52-64.
Cokun, Menderes, "Osmanlı Türkçesiyle Kaleme Alınmı Hac Seyahatnameleri: I", Journal
of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: In Memoriam Agâh Sırrı Levend Hâtıra
Sayısı I, 2000, c. XXIV, s. 91-108.
Cokun, Menderes, “Osmanlı Türkçesiyle Kaleme Alınmı Edebî Nitelikli Hac
Seyahatnameleri”, Türkler , Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek ve Salim Koca (ed.),
Ankara: Yeni Türkiye, 2002, c. XI, s. 806-814.
Cokun, Menderes, "Mesnevilerde Klâsik âirlerle lgili Deerlendirmeler", Journal of
Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in
Honor of Günay Kut, Essays Presented by Her Colleagues and Students I, Eylül 2003, c.
XXVII, s. 313-368.
Cunbur, Müjgan, “Murad-name”, Millî Kültür, ubat 1977, c. I, sy. 2, s. 60-63.
Cunbur, Müjgan, “Mevlânâ ’nın lk Mütercimi Gülehrî”, Mevlânâ [Yirmi Altı Bilim
Adamının Mevlânâ Üzerine Aratırmaları], Feyzi Halıcı (haz.), Konya, 1983, s. 31-35.
Cunbur, Müjgân, "Ûdî ve Mâcerâ-i Mâh Adlı Eseri", Erdem, 1985, c. 1, sy. 1, s. 187-198.
Cunbur, Müjgân, "Garîb-nâme ve Birlik Fikri", Millî Kültür, 1986, sy. 54, s. 63-67.
Çaatay, N., "The Tradition of Mavlid Recitations in Islam Particularly in Turkey", Studia
Islamica, 1968, c. 27, s. 127-35.
Çaatay, Saadet, "Kutadgu Bilig 'de Odgurmu'un Kiilii", Türk Dili Aratırmaları Yıllıı Belleten 1967, 1988, s. 39-49.
Çaatay, Saadet, " Kutadgu Bilig 'de Ögdülmi", Türk Kültürü, 1970, c. IX, sy. 98, s. 63-67.
Çakıcı, Bilal, “Mehmed akir’in Manzum Mesnevi Tercümesi”, Erdem –Doumunun 800.
Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s. 51-58.
Çakır, Müjgan, “Kıyafet-nâmeler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi”, Türkiye
Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 333-50.
Çapan, Pervin, “Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda Tematik Olarak Ak”, Turkish Studies
[Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s.
221-38.
Çavuolu, Mehmed, “Yeniehirli Avnî Bey ve Mir’ât-ı Cünûn”, Symposium, stanbul, 1965,
c. IV, sy. 1, s. 5-20.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
669
669
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Çavuolu, Mehmed, “Talıcalı Dukâkin-zâde Yahya Bey’in stanbul ehr-engîzi”, stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Austos 1969, c. XVII, s.
73-108.
Çavuolu, Mehmed, “Hayretî’nin Belgrat ehrengizi”, Güney-Dou Avrupa Aratırmaları
Dergisi, 1974-1975, sy. 2-3, s. 325-356.
Çavuolu, Mehmed, “Hayretî’nin Yeniehir ehrengizi”, Güney-Dou Avrupa Aratırmaları Dergisi, 1975-1976, sy. 4-5, s. 81-100.
Çelebiolu, Âmil, “Süleyman Nahîfî ve Fazîlet-i Savm [Zuhrü’l-âhire] Adlı Eseri”, Diyanet
Dergisi, 1972, sy. 12, s. 342-350.
Çelebiolu, Âmil, “XIII.-XV. [Yüzyıl] (lk Yarısı). Yüzyıl Mesnevilerinde Mevlânâ Tesiri”,
Mevlânâ ve Yaama Sevinci, Feyzi Halıcı (haz.), Ankara: Konya Turizm Dernei, 1978, s.
99-133.
Çelebiolu, Âmil, “Kabus-nâme Tercümesi Murâd-nâme’ye Dair”, Türk Kültürü, 1978, sy.
192, yıl: XVI, Ekim 1974, s. 719-28 (15-24).
Çelebiolu, Âmil, "Yazıcı Salih ve emsiyyesi", slâmî limler Dergisi, 1976, sy. 1, Erzurum,
s. 171-218.
*
*
*
Çelebiolu, Âmil, “Kıyâfe(t) lmi ve Akemseddinzâde Hamdullah Hamdî ile Erzurumlu
brâhim Hakkı’nın Kıyâfetnâmeleri”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi
Ahmet Caferolu Özel Sayısı, 1979, fasikül 2, sy. 11, Ankara, s. 305-47.
Çelebiolu, Âmil, “Türk Edebiyatında Manzum Dînî Eserler”, ükrü Elçin Armaanı,
Ankara: Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Armaan Dizisi, s. 153-66.
Çelebiolu, Âmil, “Âık Ahmed’in Câmi’ü’l-ahbâr’ı”, Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü
brahim Kafesolu Armaanı, 1985, Ankara, s. 171-87.
Çelebiolu, Âmil, “Balıkesirli Devletolu Yusuf’un Fıkhî Bir Mesnevîsi”, Mehmet Kaplan
çin, Ankara, 1988, s. 43-57.
Çelebiolu, Âmil, “Zaîfî’nin Gazavât-ı Sultan Murad bni Muhammed Han Adlı Mesnevîsi”,
Eski Türk Edebiyatı Aratırmaları, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1998, s. 151-8.
Çelebiolu, Âmil, “Yazıcıolu Mehmed ve Muhammediyye’si”, Eski Türk Edebiyatı
Aratırmaları, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay., 1998, s. 159-74.
Çelebiolu, Âmil, “Süleyman Nahîfî’nin Hicretü’n-nebî Adlı Mesnevîsi”, Türklük Aratırmaları Dergisi, 1987, sy. 2, stanbul, s. 53-87.
Çelik, Ali, “XVIII. yy. Müelliflerinden Ahmed Müridî’nin Ahmediyye simli Eseri”,
Akademik Aratırmalar Dergisi: Osmanlı Özel Sayısı, 2000, sy. 4-5, s. 85-101.
Çelik, sa, "Mevlânâ 'nın Mesnevî'sinin Tercüme ve erhleri", Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2002, yıl 9, sy. 19, s. 71-94.
Çelik, sa, "Mevlânâ 'nın Mesnevî'sinin Yedinci Cildi Üzerine", Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2002, yıl 9, sy. 20, s. 85-98.
Çelik, sa, "Tasavvufî erh Edebiyatı Balamında Mesnevî erhlerinden Kırk Beyit Yorumu
Üzerine Mukayeseli Bir nceleme", Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü
Dergisi, 2003, yıl 10, sy. 23, s. 33-56.
Çeneli, rfan, "Türk Edebiyatında Sâkî-nâmeler", Türk Kültürü, 1972, c. X, sy. 115, s. 22-29.
Çeneli, rfan, "Lâmi'î'nin Salamân u Absâl Adlı Mesnevîsi", Türk Kültürü, 1972, c. X, sy.
120, s. 22-26.
Çeri, Bahriye, "stanbul'un Gözleri Mahmur ve ehrengizler", Celal Bayar Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1997, sy. 1, s. 222-31.
Çetin, Nihad M., “Arapça Birkaç Darb-ı Meselin ve eyhî’nin Har-nâme’sinde ledii
Hikâyenin Menei Hakkında”, arkiyat Mecmuası, 1972, c. VII, stanbul, s. 227-43.
Çıkman, Zeki, “brahim Hakkı ve Karakter Tahlili”, Doumunun 300. Yılında Erzurumlu
brahim Hakkı, hzr. Hikmet Eren, 2003, Ankara, s. 215-21.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
670
670
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Çınar, Bekir, "Tıflî Ahmed Çelebi ve Sâkî-nâme'si", Türklük Bilimi Aratırmaları, 2002, sy.
12, Nide, s. 111-53.
Çifçi, Selcen, "XV. Yüzyıl airi Hatibolu ve Mesnevîsi: Bahrü'l-hakâyık", Afyon Kocatepe
Üniversitesi, 1998, sy. 1, s. 185-95.
Çulhaolu, Gülen, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevîsi’ndeki Ak likileri”, Dou Batı
Düünce Dergisi –Ak ve Dou-, 2004, yıl 7, sy. 26, ubat-Mart-Nisan, s. 151-76.
Dankoff, Robert, “Yûsuf-ı Meddâh, Varga ve Gülâh: A Fourteenth Century Anatolian
Turkisch Mesnevî”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1978, c. II,
s. 146-54.
Dankoff, Robert, "Textual Problems in Kutadgu Bilig ", Journal of Turkish Studies, Türklük
Bilgisi Aratırmaları, 1979, c. 3, s. 89-99.
Dankoff, Robert, "Lyric in the Romance: The Use of Ghasals in Persian and Turkish
Mesnevis", Journal of Near Eastern Studies, 1984, c. XLIII, sy. 1, s. 9-25.
Dankoff, Robert, “The Romance of skender and Gülâh”, Turkic Culture –Continuity and
Change-, Indiana: Indiana Universty, 1987, s. 95-103.
Dedes, Yorgo, "Süleymân Çelebi's Mevlid: Text, Performance and Muslim - Christian
Dialogue", inasi Tekin Anısına Uygurlardan Osmanlıya, stanbul: Simurg, 2005, s. 30549.
Deirmençay, Veyis, “ntihânâme Mesnevisinde Mevlânâ ve Mevlevîlikle lgili Anlatımlar”,
Yedi klim, 1997, c. 11, sy. 84, Mart, s. 53-58.
Delice, brahim, "Nideli Muhibbî ve Gül ü Nevrûz Mesnevîsi", Türklük Bilimi
Aratırmaları, 1997, sy. 4, s. 145-62.
Demir, Yavuz, "Toprakla Gelen Dört Sıfat", Millî Kültür, 1987, sy. 56, s. 67-68.
Demir, Yavuz, "eyhülislâm Yahyâ Efendi ve Sâkî-nâme'si", Millî Kültür, 1988, sy. 62, s.
34-38.
Demirci, Mehmet, “Mesnevî erhleri ve ârihleri”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ocak
2004, yıl 33, sy. 1, s. 20-28.
Demirel, Hamide, "The Love Story of Layla va Macnun", Dou Dilleri, Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Dou Dilleri ve Edebiyatları Dergisi, 1975, sy. 2, s.
191-95.
Demirel, ener, “Behitî ve Heft Peyker”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi 7, 1995, sy. 1-2, s. 57-65.
Demirel, ener, "16. Asır Divan airlerinden Behitî ve Heft-peyker Mesnevîsi'nin Tematik
Açıdan ncelenmesi", Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat
Aratırmaları Dergisi, 2001, sy. 9, s. 187-217.
Demirel, ener, “Hüsn ü Ak’ta Atele lgili Tebih Unsurları”, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2005, c. 15, sy. 2, s. 81-105.
Demirel, ener, “Mevlânâ ’nın Mesnevî’si ve erhleri”, Türkiye Aratırmaları Literatür
Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 469-504.
Demirel, Mustafa, “Kemâl Paazâde ve Yûsuf u Zelîhâ’sı”, Türk Dünyası Aratırmaları
Dergisi, 2005, sy. 154, ubat, s. 209-38.
Demirta, Ahmet, "Kutadgu Bilig 'deki Hükümdar Küntogdı Tipine Göstergebilimsel Açıdan
Bir Yaklaım Denemesi", Türklük Bilimi Aratırmaları, 2004, sy. 15, Nide, s. 161-74.
Demirta, Faruk K., ""Husrev ü îrîn" ve "Ferhâd ü îrîn" Yazan airlerimiz", Türk Dili, c. I,
sy. 10, Temmuz, s. 567-73.
Demirta, Faruk K., "eyhî'nin Husrev ve irin'i Üzerine Notlar", Türk Dili, 1953, c. III, sy.
25, Ekim, s. 18-21.
Deniz, Sebahat, “Cemîd ü Hurîd Mesnevisindeki Temsîli Hususiyetler”, Türklük
Aratırmaları Dergisi, 1993, sy. 7, yıl 1991-92, stanbul, s. 187-202.
*
*
*
*
*
*
*
*
671
671
ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV
AHMET KARTAL
Deniz, Sebahat, “Boyacıolu’nun “Anâsır-ı Erba’a” Adlı Mesnevîsi”, Türk Kültürü
ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 2, stanbul, s. 161-82.
Deniz, Sebahat, "Kutadgu Bilig ve Türk Mesnevi Edebiyatındaki Yeri", Türk Kültürü
ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 1, stanbul, s. 23-38.
Deniz, Sebahat, “Kutadgu Bilig ’de Bilgi”, Sahn-ı Seman Bilgi Dergisi, 2000, Mayıs-HaziranTemmuz, s. 51-55.
Deniz, Sebahat, “Kadızâde Mehmed lmî ’nin Sultan IV. Murad çin Yazdıı Manzum
Duânâme’si”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 1, 2008, s. 9-40.
Derdiyok, . Çetin, "Miftâhu'l-ferec'in ki Yeni Nüshası", Bir, Türk Dünyası ncelemeleri
Dergisi, 1995, sy. 4, s. 45-59.
Derdiyok, . Çetin, "Adana l Halk Kütüphanesi'nde Bulunan Bir Hikâyet-i brâhîm Edhem
Nüshası", Türkoloji Aratırmaları - Fuat Özdemir Anısına -, 1997, Adana, s. 125-39.
Derdiyok, . Çetin, "XVI. Yüzyıl airlerinden Azîzî'nin Nigâr-nâmesi'nin Yeni Bir Nüshası",
Türkoloji Aratırmaları - Fuat Özdemir Anısına -, 1997, Adana, s. 141-54.
Derdiyok, . Çetin, "Füzûnî ve Gül-i Sad-berg'i", Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 2005, c. 14, sy. 1, s. 181-200.
Develi, Hayati, "Eski Türkiye Türkçesine Ait Manzum Bir Mi'râc-nâme", stanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1998, sy. XXVIII, s. 81128.
Diclehan, akir, "Divan Edebiyatımızda Mi'râciyeler", slâmî Edebiyat, 1989, sy. 3, s. 18-21.
Dilaçar, Agop, "Kutadgu Bilig 'in 900. Yıldönümü (1069-1070) ve Balasagunlu Yusuf", Türk
Dili, 1969, sy. 211, s. 6-17.
Dilberîpûr, Asgar, “Türk Edebiyatında Nizâmî’nin Takipçileri ve Hamse’sine Nazire
Yazanlar”, çev. M. Fatih Köksal, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1999, sy. 8, Sivas, s. 199238.
Dilçin, Cem, “XIII. Yüzyıl Metinlerinden Yeni Bir Yapıt: Ahvâl-i Kıyâmet”, Ömer Asım
Aksoy Armaanı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1978, s. 49-86.
Dilçin, Cem, “Mantıku’t-tayr’ın Manzum Çevirileri Üzerine Bir Karılatırma”, Ankara
Üniversitesi DTCF Dergisi, 1993, sy. 369, s. 35-56.
Dilçin, Cem, "Mecnûn-nâme, Tehzil-i Leylâ vü Mecnûn", Journal of Turkish Studies =
Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı I, 1997, c. 21, s. 230-301.
Dilemre, Ahmet Cevat, "Hüsn ü Ak", Muhit, 1948, sy. 7, s. 41.
(Dilmen), brahim Necmi, "Kutadgu Bilig 'in Vezni", Yarın, 1921, sy. 5, s. 3.
Diriöz, Meserret, "Hayrî-nâme (Hayriyye) airine Göre lim ve Ahlâka Verilen Deer", Millî
Kültür, 1979, yıl I, sy. 12, s. 46-48.
Dizdarolu, Hikmet, “Mevlîd ve Süleymân Çelebi”, Hisar, 1955,c. III, sy. 57, Ocak, s. 6-7.
Dizdarolu, Hikmet, "Eski Edebiyatımızın Bir Ak Hikâyesi", Türk Dili, sy. 148, s. 209-12.
Dizdarolu, Hikmet, "Muhibbî ve Mevlîd'i", Folklor, 1970, sy. I, s. 14.
Doan, Ahmet, “Hüsn ü Ak’ta mgeler”, Fırat Üniersitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2006, c.
16, sy. 1, s. 109-19.
Doan, Ahmet, “Eski Türk Edebiyatı’nda Hüsrev ü îrîn ve Hüsn ü Ak”, Türkiye
Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 389-400.
Doan, Muhammed Nur, “XV. Yüzyıl Anadolu - Osmanlı Edebiyâtının Tekâmülüne Toplu
Bir Bakı”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1988, sy. 56, Ekim, s. 100-143.
Doan, M. Nur, “Lâle Devri airlerinden shak Efendi’nin Orijinal Mesnevîsi: Bi’set-nâme”,
stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1997, sy. 27, s.
101-68.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
672
672
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Dolu, Hâlide Cemil, “Yûsuf Hikâyesi Hakkında Birkaç Söz ve Bazı Türkçe Nüshalar”,
stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1952, c. IV,
stanbul, s. 419-45.
Dolu, Halide, "Sultan Hüseyn Baykara Adına Yazılmı Çaatayca Manzum Bir Yûsuf
Hikâyesi", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
1954, sy. V, s. 51-58.
Dolu Halide, "Yûsuf Hikâyesinde Ak Temi", Türk Düüncesi, 1954, sy. 1, s. 105-9.
Dolu, Halide, “Dâstân-ı Varka ve Gülâh’ın Fiil Çekimi”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1954, 1988, Ankara, s. 221-31.
Duman, Musa, “XV. Yüzyıl airlerinden brahim Bey”, lmî Aratırmalar, 1996, sy. 2, s. 7378.
Duman, Musa, "brahim Bey'in Mi'râc-nâmesi", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1997, sy. XXVII, s. 169-238.
Dursunolu, Halit, "Klasik Türk Edebiyatında Bir ehrin Güzelleri ve Güzellikleri ile lgili
Eserler (ehrengizler)", TDAY-Belleten 2003/2, s. 57-74.
Ece, Selami, “Türk Edebiyatında Mihr ü Vefâ Mesnevîsi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1998, sy. 10, Erzurum, s. 117-28.
Ece, Selami, "Modern Öyküleme Teorileri Açısından Mesnevi", Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2002, yıl 9, sy. 20, s. 99-106.
Ece, Selami, "Mûyî ve Nâlân u Handân Mesnevîsi", Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2004, sy. 23, Erzurum, s. 57-71.
Ece, Selami, “Mesnevîlerde Öyküleme Özellikleri ve Üslup”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2004, yıl 10, sy. 23, Erzurum, s. 11-21.
Ediskun, Haydar, "Kutb'un Hüsrev ü irin'i ve Dil Özellikleri", Türk Dili, 1969, sy. 20, s. 4347.
Eri, Sadettin, “Vîs ü Râmîn Mesnevîlerinde Kahramanların Özellikleri ve Ak Anlayıları”,
lmî Aratırmalar, 2001, sy. 12, s. 95-109.
Eker, Süer, “Yusuf Has Hacib, “Kutadgu Bilig ” (1069)”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1,
editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 193-200.
Eliaçık, Muhittin, "Gubârî'nin Zindanda Yazdıı Menâsikü'l-hac Mesnevîsi", lmî
Aratırmalar, 2004, sy. 17, stanbul, s. 105-14.
Elçin, ükrü, "Hasanü'l-ükrî Veysel Karanî Hikâyesi", Marmara Üniversitesi Türklük
Aratırmaları Dergisi, 1993, sy. 7, s. 203-42.
Elçin, ükrü, " Hasanü'l-ükrî'nin Mansûr-nâme'si", Bir, Türk Dünyası ncelemeleri Dergisi,
Prof. Dr. Kemal Eraslan Armaanı, 1998, sy. 9-10, s. 181-200.
Elgin, Necati, "Dâvud-ı Halvetî'nin Gülen-i Tevhîd'i", stanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1965, sy. XIII, s. 91-98.
Emin, Abid, "Fuzûlî'nin Malum Olmayan Bir Eseri: Sohbetü'l-esmâr", Hayat Mecmuası,
1927, c. I, sy. 16, s. 314.
Eraslan, Kemal, "Manzum Ouznâme", Türkiyat Mecmuası, 1976, c. XVIII, s. 169-236.
Eraslan, Kemal, "Manzum Ouznâme ile lgili ki Not", Türkiyat Mecmuası, 1980, c. XIX, s.
345-46.
Eraslan, Kemal, “Ahmedî, Münazara (Telli Sazlar Atıması)”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1986, c. XXIV-XXV, stanbul, s. 129-204.
Eraslan, Kemal, "Baba lyâs-ı Horasanî'ye Ait Halvetle lgili Manzum Bir Risale", Türkiyat
Mecmuası, 1997, c. XX, s. 131-94.
Ercan, Özlem, “Kâmî Mehmed Efendi ve Firûznâme”, U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal
Bilimler Dergisi, 2002, sy. 3, s. 115-34.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
673
673
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Erdal, Marcel, "Constraints on Poetic Licence in the Qutadgu Bilig: The Converb and Aorist
Vowels", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 19801986, c. XIV-XV, s. 205-14.
Erdoan, Mustafa, “Lütfî Mehmed Dede ve Hilye-i Mevlânâ Adlı Eserine Göre Mevlânâ’nın
Özellikleri”, Erdem –Doumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s. 5981.
Eren, Abdullah, “Hüsn ü Ak’ın Kurgusunda Belirleyici Faktörlerden Biri Olarak Acz”,
Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına],
2009, c. 4/7, s. 239-52.
Erimer, Kayahan, “Gün Iıına Çıkan Deerli Bir Eser”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1973-1974, 1974, Ankara, s. 265-81.
Erien, Gülgün, “Bursalı Rahmî ve Gül-i Sad-berg’i”, Türkoloji Dergisi, 1992, c. 10, sy. 1,
Ankara, s. 285-315.
Erkal, Abdülkadir, “Celâlî’nin Mîr-i Alem Adlı Eseri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1997, sy. 9, Erzurum, s. 65-77.
Erkal, Abdülkadir, “Lâmi’nin Ferhâd u îrîn Mesnevîsi”, A.Ü. Türkiyat Aratırmaları
Enstitüsü Dergisi, 1997, sy. 8, s. 51-66.
Erkal, Abdülkadir, “Kıyâfetnâmeler Üzerine”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları
Enstitüsü Dergisi, 1999, sy. 13, Erzurum, s. 217-25.
Erkal, Abdülkadir, “Mîr-i Alem Mesnevîsinin airi Celâlî Hakkında”, Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1999, sy. 11, Erzurum, s. 131-36.
Erkal, Abdülkadir, “Türk Edebiyatında Hilye ve Cevrî’nin Hilye-i Çâr-yâr-i Güzîn’i”,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1999, sy. 12, Erzurum, s.
111-31.
Erolu, Süleyman, “Âsafî ’nin ecâat-nâme Mesnevîsi”, Turkish Studies [Klâsik Türk
Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 253-97.
Ersoylu, Halil, “Fal, Falnâme ve Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultân”, slâm Medeniyeti, 1981, c. 5,
sy. 2, stanbul, s. 69-81.
Ersoylu, Halil, "Kutadgu Bilig 'de Kur'ân-ı Kerim Ayetlerinden lhamlar", Türk Dünyası
Aratırmaları, 1981, sy. 15, s. 15-21.
Ersoylu, Halil, “Kutadgu Bilig ’deki Arapça ve Farsça Asıllı Kelimeler”, Türk Dünyası
Aratırmaları, 1983, sy. 27, Aralık, s. 121-38.
Ersoylu, Halil, "Fal, Fal-nâme ve Bir Çiçek Falı Der-Aksâm-ı Ezhâr", Türkiyat Mecmuası,
1997, c. XX, s. 195-254.
Ersoylu, Halil, “Kutadgu Bilig ’de ki Ayrı Biçimde Transkripsiyonlanmı Arapça ve Farsça
Kökenli Kelimelerin Birletirilmesi” TDAY-Belleten 1987, 1992, s. 165-72.
Ersoylu, Halil, "Hikâyet-i Ebû Derdâ ve Hatun", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1998, c. XXVIII, s. 289-340.
Ersoylu, Halil, “Fuzûlî ile Mecnûn”, Osmanlı Aratırmaları –Prof. Dr. Mehmed
Çavuolu’na Armaan- I, 2005, sy. 25, s. 167-186.
Ertaylan, smail Hikmet, “Yeni ve Deerli Bir Dil ve Edebiyat Belgesi, Tarîkat-nâme”,
stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1946, c. I, sy. 34, s. 235-44.
Ertaylan, . Hikmet, “Yûsufî-i Meddâh Yeni ki Varaka ve Gülah Nüshası -Hâmû-nâme,
Dâsitân-ı blîs-i ‘Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Huseyn”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1946, c. 1, sy. 1, stanbul, s. 105-21.
Ertaylan, . Hikmet, "Varvarî Ali Paa", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili
ve Edebiyatı Dergisi, 1946, c. II, stanbul, s. 155-70.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
674
674
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Ertaylan, . Hikmet, "Üç Manzum Tarihi Vesika", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1947, c. II, s. 47-58.
Fazılov, E. I., "Un Texte Inèdit En Proto-Çagatay", Turcica, 1972, c. IV, s. 43-77.
Fazılov, E. I., “Kutb’un Hüsrev ü irin Yazmasında Bulunan Kayıtlar”, çev. Nazif Hoca,
stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1975, c. 21, 31
Aralık 1973, stanbul, s. 89-96.
Fevziye Abdullah, “Nizâmî - eyhî, Hüsrev ü îrîn Mukayesesi”, stanbul Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1950, c. I, sy. 1-2, stanbul, s. 263-81.
Fitret, "Kutadgu Bilig ", Me'arif ve Okutguçı, 1925, sy. 2, s. 68-74.
Fitret, "Kutadgu Bilig ", Türkiyat Mecmuası, 1926, c. I, s. 343-47.
Fitret - Rachmeti "Qutadgu Bilig", Ungarische Jahrbücher, 1927, c. VI, s. 154-58.
Flemming, Barbara, "Fahri's Husrev u irin Wom Jahr 1367", Zeitshrift der Deutschen
Morgenlandischen Gesellschaft, 1965, c. 115, s. 36-64.
Fodor, Pàl, "Ahmedi's Dâsitân as a Source of Early Ottoman History", Acta Orientalia
hungarica, 1985, c. 39, f. 1, Budapest, s. 41 vd.
Gallotta, Aldo, "II Salsal-nâme", Turcica, Mèlanges Offersts Ä Irène Mèlikoff, 1991, c. XXIXXIII, s. 175-90.
Gallota, A., “Tuhfetü’l-uâk di Hamdî”, Un Ricordo Che Non Si Spegne: Scritti di Docenti e
Collaboratori dell’ Istituto Universitario Orientale di Napoli in Memoria di Alessandro
Bausani, Naples: Istituto Universitario Orientale, Dipartimento di Studi Asiatici, 1995, s.
77-102.
Gandjei, Tourkhan, "II Muhabbet-nâma di Harezmî", Annali dell'Inst. Univers. Orientale di
Napoli, 1957, c. VI, s. 131-61.
Gandjei, Tourkhan, "II Muhabbet-nâma di Harezmî", Annali dell'Inst. Univers. Orientale di
Napoli, 1958, c. VII, s. 135-66.
Gandjei, Tourkhan, "II lessico del Muhabbet-nâma ", Annali dell'Inst. Univers. Orientale di
Napoli, 1959, c. VIII, s. 91-102.
Gencevi, Turhan, “Bir Edebî Eserin Yaratılıı ve Tavsifi: Dehnâme ‘On Ak Mektubu’”, terc.
Aye Gül Sertkaya, lmî Aratırmalar, 2001, sy. 11, s. 167-74.
Genç, lhan, “Hüsn ü Ak Kahramanı Ak’ın Manevî Yolculuunun Retorik Boyutu”, Tunca
Kortantamer çin, zmir, 2007, s. 217-244.
Gençtürk Demirciolu, Tülay, “XVII. Yüzyıldan Bir Mesnevî: Âsaf-nâme”, Journal of
Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları:In Memoriam Agâh Sırrı Levend Hâtıra
Sayısı II, 2000, c. 24, s. 11-36.
Göçgün, Önder, “Devrinin Sosyal ve Edebî artları çinde: Âık Paa”, Türk Kültürü, 1986,
c. XXIV, sy. 282, Ekim, s. 19-29 [619-29].
Göçgün, Önder, "Eserlerinin Iıında Fikrî ve Edebî Hüviyeti le Ali îr Nevâî", Bir -Prof.
Dr. Kemal Eraslan Armaanı-, 1998, c. 9-10, s. 227-44.
Gökalp, Haluk, “Bir Osmanlı Memurunun Hâl-i Pür-Melâli: Sergüzet-i stolçevî”, Çukurova
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2004, c. XIII, sy. 1, Adana, s. 151-66.
Gökalp, Haluk, “Risâletü’n-nushiyye’de Tahkiyevî Unsurlar”, Turkish Studies [Klâsik Türk
Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 298-325.
Göken, Enver Naci, "Kabusname (Mercimek Ahmet), Leylâ le Mecnûn", Türk Dili, 1967,
sy. 188, s. 663-64.
Göken, hsan, “Hüsn ü Ak’tan Bir Esinti”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi
Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festschrift in Honor of Günay Kut III, 2004,
c. 28, s. 32.
Gökyay, Orhan aik, “Kul Ata Mesnevisi”, Ülkü, 1937, c. IX, sy. 53, Temmuz, s. 342-8.
Gökyay, Orhan aik, "Leylâ ve Mecnûn", Yücel, sy. XVII, s. 99.
*
*
*
*
*
*
*
*
675
675
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Göre, Zehra, “Lutfî Muhammed Efendi’nin Hilye-i Hazret-i Mevlânâ ’sı”, Erdem –
Doumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s. 111-28.
Gövsa, . Alaattin, "Sünbül-zâde Vehbî'ye Nazaran Terbiye ve Tahsil", Tedrisat Mecmuası,
1341, sy. 66, s. 209-18.
Graft, K. H., "Vîs und Râmin, Inhaltanalyseu. übers. -Proben", Zeitschrift der Deutschen
Morgenlün dischen Gesellschaft, 1869, c. 23, s. 375-433.
Gülda, Ayhan, "Fetret Devrindeki ehzadeler Mücadelesini Anlatan lk Manzum Vesika",
Türk Dünyası Aratırmaları, 1991, sy. 72, s. 99-110.
Güleç, smail, "Türk Edebiyatında Mesnevî Tercüme ve erhleri", Journal of Turkish
Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in Honor
of Günay Kut, Essays Presented by Her Colleagues and Students II, 2003, c. 27, s. 16176.
Güleç, smail, "Mereb'in Kitâb-ı Mebde'-i Nûr'u Mevlânâ 'nın Mesnevîsinin erhi midir?",
lmî Aratırmalar, 2003, sy. 16, s.
Güleç, smail, “Türk Edebiyatında Cezîre-i Mesnevî erhleri”, Osmanlı Aratırmaları=The
Journal of Ottoman Studies –Prof. Dr. Nejat Göyünç Armaanı- 2, 2004, sy. 24, s. 41-60.
Gülensoy, Tuncer, "Kutadgu Bilig 'den Hikmetler", Türk Kültürü, 1970, c. IX, sy. 98, s. 89105.
Gülensoy, Tuncer, " Kutadgu Bilig Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi", Bibliyografya,
1973, c. II, sy. 4, s. 109-16.
Gülensoy, Tuncer, “Âık Paa’nın Garîb-nâme’sinde Dinî ve Tasavvufî Unsurlar”, Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1994, sy. 5, Kayseri, s. 155-73.
Güler, Zülfü, “Leylâ ve Mecnûn Hikâyelerinde Aile”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 9, 1999, sy. 1, s. 101-128.
Güllüce, Hüseyin, “Mesnevî’de Temsilî Anlatım ve Hikâye ve Temsîllerle Kurân Âyetlerinin
Açıklanması”, Erdem –Doumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s.
129-60.
Gülseren, Cemil, “15. Yüzyıl airi Halilî ve Orijinal Bir Mesnevî: Fürkat-nâme”, Afyon
Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1999, sy. 3, s. 45-53.
Gümükılıç, Mehmet, "Tursun Fakîh'in Yeni Bir Eseri", Journal of Turkish Studies, Türklük
Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in Honor of Günay Kut,
Essays Presented by Her Colleagues and Students II, 2003, c. 27, s. 177-220.
Güngör, Zülfikar, “Türk Edebiyatındaki Hilye-i Nebevî Türünün Douu, Geliimi ve
Sebepleri”, Tasavvuf, 2003, yıl 4, sy. 10, Ocak-Haziran, s. 185-99.
Gürer, Abdulkadir, Nev’î’nin Kayıp Sanılan ki Eseri: “Münâzara-i Tûtî vü Zâ” ve “Gevheri Râz”, Türk Dilleri Aratırmaları, 2005, sy. 15, s. 85-179).
Gürgendereli, Müberra, "Edirneli Örfî 'nin Leylâ ve Mecnûn'u", lmî Aratırmalar, 2002, sy.
14, stanbul, s. 73-82.
Gürgendereli, Müberra, “Hasan Ziyâ’î’nin Kıssa-i eyh Abdürrezzak Mesnevîsi”, Bilge, 2000,
sy. 24, Bahar, s. 125-27.
Gürgendereli, Müberra, "Hasan Dâni Be'in Sâkînâmesi", Türk Kültürü, 2002, yıl 40, sy.
470, s. 335-40.
Gürgendereli, Müberra, "Örfî Mahmud Aa ve Mahabbetnâme Mesnevisi", Türk Kültürü
nceleme Dergisi, 2002, sy. 6, s. 85-106.
Güzelbey, Cemil Cahit, “Baliolu brahim ve Hikmetname”, Gaziantep Kültür Dergisi, 1972,
c. 13, sy. 6, s. 3-4.
Güzelova, Hanzâde, “Abdî’nin Bilinmeyen Mesnevîsi: Heft-peyker Tercümesi”, bilig, 2006,
sy. 38, s. 35-49.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
676
676
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Hacıeminolu, Necmettin, "Bizim Romanlarımız ve Hüsrev ü îrîn", Hisar, 1964, sy. 81,
Ocak, s. 21-22.
Hartmann, Martin, "Zur Metrischen Form des Kutadgu Bilik", Keleti Szemle, 1902, c. III,
Budapest, s. 141-53.
Haydar, Çoban Hıdır, “Bilinmeyen Bir Yûsuf u Züleyhâ El Yazması”, Türk Dili
Aratırmaları Yıllıı –Belleten 1996, 1999, s. 105-28.
Hidayet, Nuraniye, "Ali îr Nevâî'nin Mehur Destanı Ferhâd le îrîn Üzerine", Kemalizm,
1992, c. XXX, sy. 354, s. 26-28.
Holbrook, Victoria, "Alegorinin Ölümü: Hüsn ü Ak'ın Özgünlüü", Defter, 1996, sy. 27, s.
65-80.
Horata, Osman, “Yûnus Emre ’nin Risâletü’n-nushiyye Mesnevîsi”, Türk Kültürü
Aratırmaları –Prof. Dr. ükrü Elçin’e Armaan, 1993, yıl 29, sy. 1-2, s. 172-203.
Horata, Osman, “XV. Yüzyıl airlerinden Cemâlî’nin Hayatı ve Eserleri”, Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1991, c. 8, sy. 1-2, Ankara, s. 51-83.
Horata, Osman, “Cemâlî’nin Hümâ vü Hümâyûn Mesnevisi”, Marmara Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1993, sy. 7, stanbul, s. 281-306.
Horata Osman, “Hâcû-yı Kirmânî ve Cemâlî’nin Hümâ vü Hümâyûn Mesnevîlerinin
Karılatırılması”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları, 2000, c. 24,
Harvard Universitiy, s. 121-135.
Horata, Osman, “Klasik Estetikte Hazan rüzgârları: Son Klasik dönem (1700-1800):
Mesneviler”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2, editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007,
Ankara, s. 545-62.
Hulûsi, erif, “Ferheng-nâme-i Sa’dî’nin Üçüncü Nüshası ve Veled Çelebi-Kilisli Rıfat Neri
ile Mukayesesi”, Türkiyat Mecmuası, 1934, c. IV, stanbul, s. 295-303.
laydın, Hikmet, "Behrâm-ı Gûr Menkabeleri Mîr Ali îr Nevâî ile Hâtifî'nin Eserleri
Arasında Müterek Bazı Hususiyetler Hakkında", Türkiyat Mecmuası, 1936, c. V, s. 27590.
laydın, Hikmet T., “Behrâm-ı Gûr Hikâyeleri”, Türkiyat Mecmuası, 1953, c. X, stanbul, s.
275-90.
mamolu, Ahmet Hilmi, “Lutfiyye-i Vehbî”, Türk Edebiyatı, 1996, yıl 24, sy. 267, s. 33-36.
mzasız, "Ondördüncü Asır Yazmalarından Nümuneler: Gülehrî'nin Felekname'sinden",
Türk Dili Belleten, 1941, sy. 7-8, s. 113-28.
nan, Abdülkadir, "Kutup'un Husrev ve irin'inden Örnekler", Türk Dili Belleten, 1950, sy.
14-15, s. 5-28.
nan, Abdülkadir, "Yusuf Has Hacib'in Eseri Kutadgtu Bilig Üzerine Notlar", Türk Kültürü,
1970, c. IX, sy. 98, s. 44-58.
nce, Adnan, “XVI. Yüzyıl airlerinden Abdî ve Eserleri”, Türk Dili, 1986, sy. 410, s. 18692.
nce, Adnan, “Abdî’nin Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ’sı”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal
Bilimler) 1987 I (2), 1987, s. 155-206.
nce, Adnan, “Cemîd ü Hurîd Mesnevileri”, Fırat Üniversitesi Dergisi [Sosyal Bilimler],
1989, c. 3, sy. 2, Elazı, s. 109-39.
nce, Adnan, “Gül ü Nevrûz mesnevîleri ve Sâbir’in Eserinden Seçme Beyitler”, Journal of
Turkish Studies = Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı, 1998, c.
22, s. 103-31.
nce, Adnan, "Medhî'nin Rıdvân âh Hikâyesi", Bir, Prof. Dr. Kemal Eraslan Armaanı,
1998, sy. 9-10, s. 273-308.
sen, Mustafa, “Usûlî’nin Yenice ehr-engîzi”, Mehmet Kaplan çin, Ankara: Türk
Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay., Ankara, 1988, s. 131-48.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
677
677
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
sen, Mustafa - Hamit Bilen Burmaolu, "Bursa ehrengizi Lâmi'î Çelebi", Marmara
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1988, sy. 3, s. 57105.
sen, Mustafa – Hamit Burmaolu, “Lâmî’nin Bursa ehrengizi”, Yedi klim, 1993, c. 5, sy.
40, Temmuz, stanbul, s. 103-5.
(zbudak) Veled Çelebi, "Süleymân Çelebi Mevlîdi ve Mehazları", Hayat Mecmuası, 1927,
sy. 45, s. 56.
Jansky, Herbert, "Die Chronic des Ibn Tulun als Geschichtsquelle über den Feldzug Sultan
Selim's I, gegen die Mamluken", Der Islam, 1929, c. XVIII, Wien, s. 24-33.
Jemma, E., “II Fakrnâme Libro Della Poverta di Âıq Pasa”, Estatto dalla Rivista Degli Studi
Orientali, 1954, c. XXIX, Rom a, s. 219-45
Joseph, Thury, “On Dördüncü Asır Sonlarına Kadar Türk Dili Yâdigarları”, Millî Tetebbular
Mecmuası, 1331, çev. Ragıp Hulusî, c. 2, sy. 4, Terînievvel-Eylül, s. 81-133.
Kabahasanolu, Vahap, “Har-ı Miskîn Eser ken Seyran (eyhî’nin har-nâme Adlı Eseri
Hakkında)”, Türk Edebiyatı, 1979, sy. 63, s. 18-20.
Kabaklı, Ahmet, "Destan, Mesnevî, Roman", Türk Edebiyatı, 1991, sy. 216, s. 5-6.
Kahraman, Bahattin, “Heft Peyker Çevirileri ve Ali îr Nevâî’nin Seb’a-i Seyyâre’si”, Selçuk
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1995, sy. 9-10, s. 345-66. [Sunulan Bildiri]
Kahraman, Bahattin, "Nâlî ve Eserleri", Bir, 1998, sy. 9-10, s. 309-20.
Kahraman, Mehmet, "Fuzûlî'nin Leylâ ve Mecnûn Romanı", Yedi klim, 1995, c. X, sy. 67, s.
26-28.
Kahraman, Mehmet, “Mecnûn-I”, Yedi klim, 1997, c. XI, sy. 83, s. 41-43.
Kahraman, Mehmet, “Mecnûn-II”, Yedi klim, 1997, c. XI, sy. 84, s. 44-49.
Kahraman, Mehmet, “Mecnûn-III”, Yedi klim, 1997, c. XI, sy. 85, s. 42-49.
Kahraman, Mehmet, “Modern ‘Roman’ Bilgilerimiz Iıında ‘Leylâ ve Mecnun’”, Yedi
klim, 1998, sy. 95, ubat, stanbul, s. 28-33. [Sunulan Bildiri]
Kahraman, Mehmet, "Fuzûlî'nin Leylâ ile Mecnûn Romanı", Selçuk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1997, sy. 3, s. 181-86. [Sunulan Bildiri]
Kaplan, Mahmut, “Neâtî’nin Hilye-i Enbiyâ’sı”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1991, sy. 2, s. 149-66.
Kaplan, Mahmut, “Ahmed-i Dâî’nin Vasiyyet-i Nuirevân Tercümesi”, slâmî Edebiyat,
1992, sy. 19, s. 23-34.
Kaplan, Mahmut, “Divan Edebiyatında Manzum Nasihat-nâme Yazan airler ve Eserleri –
I”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1992, sy. 1,
s. 23-68.
Kaplan, Mahmut, “Divan Edebiyatında Manzum Nasîhat-nâme Yazan airler ve Eserleri I”,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi 3, 1992, sy. 3, s.
23-68.
Kaplan, Mahmut, “Ahmed-i Dâî’nin Vasiyyet-i Nuirevân Tercümesi: Metin”, Erciyes, 1993,
sy. 191, s. 23.
Kaplan, Mahmut, “Gubârî Abdurrahman Efendi’nin Pend-nâmesi”, Yedi klim, 1993, c. 5, sy.
39, Haziran, stanbul, s. 34.
Kaplan, Mahmut, “Deh-murg Üzerine”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 1997, yıl 1, sy. 1, s. 305-9. [Sunulan Bildiri]
Kaplan, Mahmut, "Edhemî'nin hyâ-yı Dil'i", Journal of Turkish Studies: Türklük Bilgisi
Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı III, 1999, c. 23, s. 87-116.
Kaplan, Mahmut, “Manzum Nasîhat-nâmelerde Yer Alan Konular”, Selçuk Üniversitesi
Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2001, sy. 9, Konya, s.
133-85.
*
*
*
*
678
678
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Kaplan, Mahmut, “Türk Edebiyatında Manzum Nasihat-nâmeler”, Türkler , c. 11, editörler
Hasan Celâl Güzel - Kemal Çiçek - Salim Koca, Ankara: Yeni Türkiye, 2002, s. 791-99.
Kaplan, Mehmet, "Nâbî ve Orta nsan Tipi", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1961, c. 11, s. 24-45.
Kaplan, Mehmet, "Destan, Mesnevî ve Roman", Hisar, 1975, c. XV, sy. 139, s. 3-6.
Kaplan, Mehmet, “Âık Paa’da Birlik Fikri”, Edebiyatımızın çinden, stanbul: Dergâh Yay.,
1978, s. 23-25.
Kaplan, Mehmet, “Âık Paa ve Birlik Fikri”, Türk Edebiyatı Üzerinde Aratırmalar 1,
stanbul: Dergâh Yay., 1992, s. 177-89.
Kara, Mehmet, "Kutadgu Bilig 'de Kuran ve Hadisin Tesiri", Türk Dünyası Aratırmaları,
1991, sy. 72, s. 49-85.
Karacan, Turgut, “Sâbit, Berbernâme”, Çevren, yıl XVII, sy. 76, Pritine, 1990, 37-44.
Karacasu, Barı, “Türk Edebiyatında ehr-engîzler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi
–Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 259-313.
Karahan, Abdülkadir, "Türk Edebiyatında Arapçadan Nakledilmi Kırk Hadis Tercüme ve
erhleri", stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1953,
sy. 5, s. 59-84.
Karahan, Abdülkadir, "Hakânî'nin Kırk Hadis Tercümesi", Türk Dili, 1953, c. II, sy. 16,
Ocak, s. 199-203.
Karahan, Abdülkadir, “XV. Yüzyıl Edebiyatımızda Mesnevîler ve Abdülvâsi Çelebi’nin
Halil-nâme’si”, Atti del Trezo Congresso di Studi Arabie slamici (Ravello, 1-6 Settembre
1966), 1967, Napoli, s. 417-24.
Karahan, Abdülkadir, “Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Temi”, Eski
Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul: stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay.,
1980, s. 73-83.
Karahan, Abdülkadir, “Hamseler”, Eski Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul: stanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., 1980, s. 103-6.
Karahan, Abdülkadir, “XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı ve Devletolu Yûsuf’un Vikâye
Tercümesi”, Eski Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul, 1980, s. 241-48.
Karahan, Abdülkadir, “Sâkî-nâmeler”, Eski Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul: stanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., 1980, s. 117-23.
Karahan, Abdülkadir, “lk Osmanlı Edebiyâtının ncelenmemi Dinî Bir Mesnevîsi: Hikâyet-i
Hadîce Tezvîc-i Muhammed”, Eski Türk Edebiyatı ncelemeleri, stanbul: stanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yay., 1980, s. 225-32.
Karahan, Leyla, "Darîr'in Kıssa-i Yûsuf Mesnevîsi'nin Bilinmeyen Bir Yazması", Türk
Kültürü Aratırmaları, 1988, c. XXVI, sy. 1, s. 151-55.
Karaköse, Saadet, "Türk Edebiyatında Ferhad ü irin ve Leylâ vü Mecnûn Mesnevîlerinin
Mukayesesi ve Mecnûndaki Tasavvufî Unsurlar", Gazi Eitim Fakültesi Dergisi - Dr.
Himmet Biray Özel Sayısı -, 1999, s. 535-43.
Karamanlıolu, A.Fehmi, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîni”, Türk Kültürü, 1963, c. II, sy. 14,
Aralık, s. 89-90.
Karamanlıolu, A. Fehmi, "Kutadgu Bilig ve Kumandan", Türk Kültürü, 1967, c. V, s. 45-58.
Karamanlıolu, A. Fehmi, "Kutadgu Bilig 'in Diline ve Adına Dair", Türk Kültürü, 1970, c.
IX, sy. 98, s. 59-63.
Karata, A. Turan, "mâm Mahlaslı Bir air ve Mesnevîsinin Baına Gelenler", Yedi klim,
1992, sy. 31, s. 41-43.
Kartal, Ahmet, “eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî ve Eserleri”, Bilig, 1998, sy. 7, s. 136-154.
Kartal, Ahmet, “eyh Baba Yûsuf’un Kıyâfet-nâme’si”, Akademik Bakı, 1998, sy. 4, s. 55-8.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
679
679
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Kartal, Ahmet, “Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn’i ile Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’inin Mukayesesi”,
Türk Yurdu –Türk Romanı Özel Sayısı-, 2000, sy. 153-154, s. 360-383.
Kartal, Ahmet, “Sa’dî-i îrâzî’nin Gülistân simli Eseri’nin Türkçe Tercümeleri”, Bilig,
2001, sy. 16, s. 99-126.
Kartal, Ahmet, “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Bilig, 2001, sy. 19, s. 69-119.
Kartal, Ahmet, “Ahmet Remzî’nin Tuhfe-i Remzî simli Eseri”, Bilge, 2001, sy. 28, s. 159161.
Kartal, Ahmet, “Sa’dî-i îrâzî’nin Bostan simli Eserinin Türkçe Tercüme ve erhleri” Türk
Kültürü ncelemeleri, 2001, sy. 5, s. 99-120.
Kartal, Ahmet, “Câmî'nin Yûsuf u Züleyhâ'sı le Hamdullah Hamdî'nin Yûsuf u Züleyhâ'sının
Mukayesesi", Diriözler Armaanı Prof. Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra
Kitabı, (haz. M. Fatih Köksal - Ahmet Naci Baykoca), Ankara, 2003, s. 93-139.
Kartal, Ahmet, "Sa'dî'nin Bostan ve Hoca Mesud'un Ferheng-nâme-i Sa'dî
simli
Mesnevilerinin Mukayesesi", BLM YOLU Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi [Cumhuriyet Armaanı], 2003, sy. 3, s. 55-75.
Kartal, Ahmet, "ebüsterî'nin Gülen-i Râz'ı le Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz Tercümesi'nin
Mukayesesi", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003, sy. 3, s. 121-176.
Kartal, Ahmet, "eyh Baba Yûsuf'un Uhuvvetle lgili Manzumesi", Ahilik Aratırma Dergisi
(AHAD), 2004, sy. 1, s. 69-78.
Kartal, Ahmet, “Nizâmî ile eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’lerinin Mukayesesi”, Tunca
Kortantamer çin, zmir, 2007, s. 295-353.
Kartal, Ahmet, “Fuzûlî’nin Beng ü Bâde’sinde Boza”, Acısıyla Tatlısıyla Boza, editör: Ahmet
Nezihi Turan, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 2007, s. 199-202.
Kartal, Ahmet, “Pend-nâme ve Gülistân ile Kitâb-ı Bostân-ı Nesâyih Mukayesesi”, arayılar
–insan Bilimleri Aratırmaları-, 2007, sy. 17, s. 113-42.
Kartal, Ahmet, “Klasik Öncesi Dönem (XIII. yüzyıl-1453): Mesneviler”, Türk Edebiyatı
Tarihi, c. 1, editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 498-538.
Kartal, Ahmet, “Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevîsi Üzerine Notlar”, Divan Edebiyatı
Aratırmaları Dergisi, 2009, sy. 2, s. 223-42.
Kasır, H. Ali, "Türk Edebiyatında Fütüvvetnameler ve Esrar Dede'nin Fütüvvetnamesi",
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi - Halûk pekten Armaanı-,
Erzurum, s. 107-30.
Kavcar, Cahit, “Hamdullah Hamdi’nin Yusuf u Züleyha’sı”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı
Belleten- 1968, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 157-172.
Kavcar, Cahit, “Kemal Paazâde’nin airlii ve Yusuf u Züleyhası”, Türk Dili Aratırmaları
Yıllıı Belleten- 1968, 1988, 2. baskı, Ankara, s. 227-49.
Kavalcı, Osman, "Gülen-i Ak'ta Sembolik Karakterler", Türk Dünyası Aratırmaları
Dergisi, 1990, sy. 66, Austos, s. 135-42.
Kaya, Bayram Ali, “Azmî-zâde Hâletî’nin Sâkî-nâmesi”, Journal of Turkish Studies, Türklük
Bilgisi Aratırmaları: In Memoriam Agâh Sırrı Levend Hâtıra Sayısı II, 2000, c. 24, s.
59-106.
Kaya, Bayram Ali, “Murâd-nâme ve Muhammediye Mesnevîlerinde Ölüm Temi”, Turkish
Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c.
4/7, s. 326-52.
Kaya, . Güven, “Begpazarlı Maazolu Hasan ve Cenâdil Kal’ası Gazavatnamesi”, Journal
of Turkish Studies: Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı I, 1997, c.
21, s. 139-86.
Kaya, . Güven, “Beypazarlı Ma’azolu Hasan’ın Feth-i Kal’a-i Selâsil Hikâyesi”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1997, sy. 9, s. 89-116.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
680
680
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Kaya, . Güven, “Gazavât-ı ‘Aremrem bin Musallat”, Journal of Turkish Studies: Türklük
Bilgisi Aratırmaları: Kaf Daının Ötesine Varmak, Festscrift in Honor of Günay Kut,
Essays Presented by Her Colleagues and Students II, 2003, c. 27, s. 357-72.
Kaya, Bilge, “Mesnevî-i erîf’in 6 Cilt mi 7 Cilt mi Olduuna Dair Babakanlık Osmanlı
Arivi’nde Bulunan Belge”, Gazi üniversitesi Gazi Eitim Fakültesi Dergisi -2007 Özel
Sayı-, Ankara, 2007, s. 212-220.
Kaya, . Güven, "Türk Edebiyatında Hammâmiyeler", inasi Tekin Anısına Uygurlardan
Osmanlıya, stanbul: Simurg, 2005, s. 445-75.
Kaya, dris Güven, “Dükakin-zâde Talıcalı Yahyâ Bey’in Eserlerinde Mevlânâ Celâleddîn”,
Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına],
2009, c. 4/7, s. 353-69.
Kazan, evkiye, “eyhî ve Celîlî’nin Hüsrev ü îrînleri Arasında Bir Karılatırma
Denemesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Burdur Eitim Fakültesi Dergisi, 2000, yıl 1,
sy. 1, s. 233-49.
Kazan, evkiye, "Celîlî'nin Mehekk-nâme'sinin kinci Nüshası Üzerine", Türk Kültürü
ncelemeleri Dergisi, 2001, sy. 5, stanbul, s. 121-36.
Kazan, evkiye, “eyhî ve Hâmidî-zâde Celîlî’nin Hüsrev ü îrînlerinin Bir Mukayesesi”,
TDAY-Belleten 2001/I-II, 2003, sy. 44, s. 181-92.
Kemikli, Bilal, “Garîb-nâme’de Peygamber ve Asr-ı Saadet Tasavvuru”, STEM, Konya,
2005, c. III, sy. 5, s. 135-154.
Kemikli, Bilal, “Popüler Dinî Kültürde Hz. Peygamber –Vesîletü’n-necât Örnei-”, Diyanet
lmî Dergi, 2005, c. XIV, sy. 1, s. 7-16.
Kemikli, Bilal, “Kûy-ı Yâr’da Bir Aziz: eyh San’ân Kıssası”, Süleyman Uluda Kitabı, hzr.
Mustafa Kara, stanbul: Dergâh Yayınları, s. 260-69.
Kesik, Beyhan, “Dervî Paa’nın Murâd-nâme’sinde Ses ve Ahenk ile lgili Sanatlar”,
Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına],
2009, c. 4/7, s. 370-400.
Kılıç, Atabey, “Aydınlı Mürîdî ve Pend-i Ricâl Adlı Mesnevîsi”, Eski Türk Edebiyatı
Üzerine Yazılar, Kayseri: Laçin, 2001, s. 23-33. [Sunulan Bildiri]]
Kılıç, Müzahir, “Edebiyat Tarihi Bakımından Kırk Hadis”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 18, s. 93-101.
Kızıltunç, Recai, “Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsi’nde Gündelik Yaam”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2004, yıl 11, sy. 25, s. 27-52.
Kızıltunç, Recai, “Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsi’nde nançlar ve Gelenekler”,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi –inasi tekin Özel Sayısı-,
2005, yıl 11, sy. 27, s. 117-144.
Klyatorniy, S. G., "Spoha Kutadgu Bilig ", Sovetskaya Tyurkologiya, 1970, c. 4, s. 82.
Kocaba, akir, "eyh Galib'in Hüsn ü Ak'ıyla lgili Bazı Düünceler", Yöneliler, 1985, c.
IV, sy, 41-43, s. 30-35.
Kocaolu, Timur, "Kutadgu Bilig 'de Pimanlık Duygusu", Türk Dünyası, 1970, c. IV, s. 2021.
Koç Keskin, Neslihan, “Tâhirü’l-mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ ”, Erdem –
Doumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı-, 2008, sy. 50, s. 197-221.
Koçin, Abdülhakim, “Feridüddin Attâr’ın Pend-nâmesi’nin Türk Edebiyatına Etkisi ve
Za’îfî’nin Bûtsân-ı Nasâyıh’ı le Karılatırılması”, Bilig, 1999, sy. 10, Yaz, 93-102.
Koncu, Hanife, “âhidî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevisi ve Bilinmeyen Bir Nüshası”, Bir,
1996, sy. 6, s. 137-43.
Koncu, Hanife, “Camasb-nâme’nin Türk Kültürüne Tesiri Üzerine Düünceler”, Bir – Prof.
Dr. Kemal Eraslan Armaanı, 1998, sy. 9-10, s. 473-82.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
681
681
ESK TÜRK EDEBYATINDA MESNEV
AHMET KARTAL
Koncu, Hanife, “Edebiyat Tarihi Balamında Bir Mesnevi: Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm”, Türk
Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2001, sy. 4, stanbul, s. 125-58.
Koncu, Hanife, “Leylâ ve Mecnûn Bibliyografyası”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi
–Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 597-615.
Koncu, Hanife, “Yûsuf ve Züleyhâ Bibliyografyası”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi
–Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 617-30.
Kopaliani, ., “Lâmî’nin Visi Ramin Adlı Manzumesinde man Bilme Münasebetlerinin
Hakkında”, Dou Bilimleri, 1996, Tiflis.
Korkmaz Zeynep, “Hüseyin Baykara Adına Yazılmı Çaatayca Yûsuf ve Züleyhâ
Mesnevisinin Tanınmayan Bir Yazmanın ve Eserin Yazarı”, Türk Dili Üzerine
Aratırmalar, 1995, c. I, Ankara, s.304-42.
Kortantamer, Tunca, "17. Yüzyıl âiri Atâyî'nin Hamse'sinde Osmanlı mparatorluu'nun
Görüntüsü", Tarih ncelemeleri, 1983, sy. I, s. 61-105.
Kortantamer, Tunca, "Sâkînâmelerin Ortaya Çıkıı ve Geliimine Genel Bir Bakı", Ege
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi -Prof. Dr. Harun Tolasa Özel
Sayısı-, 1983, c. 2, zmir, s. 81-90.
Koyuncu, Zeynep, “Hüsn ü Ak’ta On Sekiz Sayısı Üzerine”, Turkish Studies [Klâsik Türk
Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 401-23.
Köksal, M. Fatih, “Türk Edebiyatında Hüsn ü Dil Mesnevîleri ve Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn
ü Dil Mesnevîsi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1996, sy. 3, Sivas, s. 91-126.
Köksal, M. Fatih, “Tahkiyeli Bir Eser Olarak Talıcalı Yahyâ'nın âh u Gedâ Mesnevisi”,
Türklük Bilimi Aratırmaları - Prof. Dr. Kaya Bilgegil Armaanı-, 1997, sy. 5, Sivas, s.
245-82.
Köksal, M. Fatih, “Âhî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 1998,
sy. 6, Sivas, s. 209-53.
Köksal, M. Fatih Köksal, "Türünün Farklı Bir Örnei: Kastamonulu Abdülahad Nûrî'nin
Farsça Sâkî-nâme'si", Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 1998, sy. 20-21, s. 345-370.
Köksal, M. Fatih, “Mecnûn Leylâ’nın Nesi Oluyordu?”, Berceste: Aylık Kültür Sanat
Edebiyat Dergisi, 2004, sy. 29, Kasım, s. 12-15.
Köksal, M. Fatih, “Yenipazarlı Vâlî’nin Manzum lk Kırk Hadis Tercümesi”, Gazi
üniversitesi Gazi Eitim Fakültesi Dergisi -2007 Özel Sayı-, Ankara, 2007, s. 237-251.
Köktekin, Kâzım, "Bir Yûsuf ve Zeliha airi Süle Fakih ve Eseri", Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 1996, sy. 4, s. 173-79.
Köprülü, M. Fuad, “bn Hatîb Ferahname”, Türkiyat Mecmuası, 1928, c. 2, stanbul, s. 48996.
Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Har-nâme”, Yeni Mecmûa, 1917, 4 Terîn-i evvel 1917, sy. 13,
s. 253-56.
Kröger, Jens, “On Mahmud b. shaq al-Shihabi’s Manuscript of Yûsuf va Zulaykha of 964
(1557)”, Muqarnas, 2004, c. 21, s. 239-53; Apendix by Claus-Peter Haase (249-50).
Köseraifpaaolu, M. Fuat, "Kutadgu Bilik", Öz Dilimize Doru, 1933, sy. 10, s. 171-73.
Kumbaracılar, Sedat, "Keçecizade zzet Molla'nın Mihnet-Keân'ı ve Lâyihası", Hayat Tarih
Mecmuası, 1971, c. I, sy. 1, s. 52-54.
Kun, Haydar Ediz, "Kutb'un Hüsrev ü îrîn'i ve Dil Hususiyetleri", Türk Dili, 1969, c. XX,
sy. 211, Nisan, s. 43-47.
Kunt, brahim, “Abdullâtif b. Abdullah’ın Hayatı ve Mesnevî ile lgili Çalımaları”, Nüsha,
2004, sy. 12, Kı, s. 47-58.
Kurnaz, Cemal, “Zaifî’nin Fâl-ı Murgân’ı”, Divan Edebiyatı Yazıları, Ankara: Akça Yay.,
1997, s. 225-9.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
682
682
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Kurnaz, Cemal - Mustafa Tatcı, "Toroslarda Bir Mutasavvıf air: Ali Zelîlî", Dou Akdeniz
Türk Dili ve EdebiyatıBölümü Dergisi, 1998, sy. 1, s. 147-62.
Kuru, Selim S., “Sevgiliye Mektuplar: Dier Deh-nâmeler Iıında Seydi Ahmed Mîrzâ’nın
Ta’auk-nâme’si”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf
Daının Ötesine Varmak, Festschrift in Honor of Günay Kut III, 2004, c. 28/1, s. 109-25.
Kuru, Selim S., "Biçimin Kıskacında Bir "Tarih-i Nev-icad": Enderunlu Fazıl Bey ve Defter-i
Ak Adlı Mesnevîsi", inasi Tekin Anısına Uygurlardan Osmanlıya, stanbul: Simurg,
2005, s. 476-506.
Kut (Alpay), Günay, "Zâtî ve em ü Pervâne Mesnevîsi", stanbul Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1961, sy. XI, s. 129-42.
Kut (Alpay), Günay, "Abdülvâsî Çelebi'nin Eseri ve Nüshaları", Türk Dili Aratırmaları
Yıllıı-Belleten 1968, 1969, s. 201-26.
Kut (Alpay), Günay, “Lâmi’î Chelebi and His Works”, Journal of Near Eastern Studies,
1976, April, c. 35, Number 2.
Kut (Alpay), Günay, “Fürkat-nâme”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1977, 1978,
Ankara, s. 333-53.
Kut, Günay, "Tabiat-nâme ve Tatlılar Üzerine Bir Yazma Eser: et-Terkîbât fî-Tabhi'lhulviyyât", Folklor ve Etnografya Aratırmaları, 1985, s. 179-95.
Kut (Alpay), Günay, "Esîrî, His Sergüzet and His Other Works", Journal of Turkish Studies
Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1986, c. 10, s. 235-44.
Kut (Alpay), Günay, "Nâbî'nin Hayrî-nâme'si", Türk Edebiyatı, sy. 162, s. 47-49.
Kut (Alpay), Günay, “Akî ve Heft-peyker Çevirisi”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten
1972, 1989, Ankara, s.127-51.
Kut, Günay - Zehra Toska, "Kedi le Fare Hikâyesi", inasi Tekin Anısına Uygurlardan
Osmanlıya, stanbul: Simurg, 2005, s. 535-86.
Kut, Günay, “Divan Edebiyatında “Adl ve Adalet” Üzerine Klieler”, Divan Edebiyatı
Aratırmaları Dergisi, sy. 1, 2008, s. 191-204.
Kutlar, Fatma S., “Mesnevî Nazım ekline Genel Bir Bakı ve Türk Edebiyatında Mesnevî
Aratırmalarıyla lgili Bir Kaynakça Denemesi”, Türkbilig, 2000, sy. 1, Nisan, Ankara, s.
102-157.
Kutlar, Fatma S., "Ahmed-i Bîcân'ın Manzum Cevâhir-nâme'si", Arayıalar, 2002, sy. 7-8,
Isparta, s. 59-68.
Kutlar, Fatma Sabiha, "Cinselliin Estetik Anlatımı [Hüsrev ü îrîn, Hümâ vü Hümâyûn,
Cemîd ü Hurîd]", Kebikeç, 2002, sy. 13, s. 89-109.
Kutluk, brahim, “Kültür ve Dil Tarihimizin Yeni Bir Vesikası, Attar’ın Esrarnâme
Tercümeleri”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
1952, c. 2, sy. 1-2, stanbul, s. 125-132.
Külekçi, Numan, "Edebiyatımızda Hilye ve Hilye-i Hakanî", slâmî Kültür, Sanat ve
Edebiyat, 1989, sy. 4, s. 40-42.
Külekçi, Numan, "eh-nâmecilik ve Nâdirî'nin eh-nâme'si", Millî Kültür,, 1989, sy. 66, s.
74-78.
Kültüral, Zuhal, "erîfî'nin ehnâme Çevirisi'ndeki Bazı Kelime ve Deyimler Üzerine", Türk
Kültüründe Argo, editörler Emine Gürsoy-Naskali - Gülden Saol, Harlem: Türkistan ve
Azerbaycan Aratırma Merkezi, 2002, s. 295-302. [Sunulan Bildiri]]
Kültüral, Zuhal, “erîfî’nin Yûsuf u Zelîhâ Mesnevîsi ve Dil Özellikleri”, Turkish Studies
[Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s.
424-37.
Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Ahmed Rıdvân’ın skender-nâme’si”,
Türk Dili, 1951, c. 1, sy. 3, Aralık, s. 23-31.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
683
683
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Leylâ ve Mecnûn’lar”, Türk Dili,
1952, c. 1, sy. 5, ubat, s. 8-12.
Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Ahmed Rıdvân’ın Leylâ ve
Mecnûn’u”, Türk Dili, 1952, c. 1, sy. 7, Nisan, s. 13-8.
Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Halîfe’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk
Dili, 1952, c. 1, sy. 8, Mayıs, s. 7-11.
Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Örfî’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk
Dili, 1952, c. 1, sy. 12, Eylül, s. 673-76.
Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Kadîmî’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk
Dili, 1952, c. 1, sy. 9, Haziran, s. 21-6.
Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Lârendeli Hamdî ’nin Leylâ ve
Mecnûn’u”, Türk Dili, 1952, c. 2, sy. 13, Ekim, s. 12-6.
Levend, Agâh Sırrı, “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Hayâtî’nin skender-nâme’si”, Türk
Dili, 1952, c. 1, sy. 4, Ocak, s. 195-201 .
Levend, Agâh Sırrı, "Fuzûlî'nin ah u Geda'sı", Türk Dili, 1954, c. III, sy. 35, Austos, s.
655-56.
Levend, Agâh Sırrı, “Nevâ’î Adına Basılmı Bir Eser: Nazm-ı Akâyid”, Jean Deny
Armaanı, Ankara, 1958, s. 163-9.
Levend, Agâh Sırrı, "Yazılıının 900. Yıldönümünde Kutadgu Bilig ", Türk Dili, 1969, c. XX,
sy. 211, s. 1-5.
Levend, Agâh Sırrı, “Ümmet Çaında Ahlâk Kitaplarımız”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1963, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 89-115.
Levend, Âgah Sırrı, “Attar ile Tutmacı’nın Gül ü Husrev Mesnevileri”, Türk Dili
Aratırmaları Yıllıı Belleten 1959, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 161-203.
Levend, Âgah Sırrı, “Tutmacı’nın Gül ü Husrev Mesnevisinde Dil Özellikleri”, Türk Dili
Aratırmaları Yıllıı Belleten 1960, 2. baskı, Ankara, s. 49-77.
Levend, Agâh Sırrı, “Feyzi’nin Bilinmeyen Hamsesi”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1955, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 143-52.
Levend, Agâh Sırrı, “Türk Edebiyatında Leylâ ve Mecnûn Yazan airler”, Türk Dili
Aratırmaları Yıllıı- Belleten 1957, 2. baskı, Ankara, s. 105-13.
Levend, Agâh Sırrı, “Âık Paa’nın Bilinmeyen ki Mesnevisi Daha: Hikâye ve Kimya
Risalesi (Altı Tıpkıbasım ile Birlikte)”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1954, 2..
baskı, 1988, Ankara, s. 265-84.
Levend, Agâh Sırrı, “Âık Paa’nın Bilinmeyen ki Mesnevisi: Fakr-nâme ve Vasf-ı Hâl”,
Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1953, 2. baskı, 1988, Ankara, s. 205-84.
Levend, Agâh Sırrı, “Ahmed Rıdvan’ın Hüsrev ü irin’i”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1966, 2. baskı, 1989, Ankara, s. 215-58.
Levend, Agâh Sırrı, “Divan Edebiyatında Hikâye”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten
1966, 2. baskı, 1989, Ankara, s. 71-117.
Levend, Agâh Sırrı, “Celilî’nin Hüsrev ü irin’i”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten
1966, 2. baskı, Ankara, s. 103-27.
Levend, Agâh Sırrı, “Dinî Edebiyatımızın Balıca Ürünleri”, Türk Dili Aratırmaları YıllııBelleten 1972, 2. baskı, Ankara, s. 35-80.
Levend, Agâh Sırrı, “Kemal Paazâde’nin âirlii ve Yûsuf u Züleyhâ’sı”, Türk Dili
Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1969, 2. baskı, 1989, Ankara, s. 251-81.
Levend, Agâh Sırrı, “Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten
1968, 2. baskı, 1989, Ankara, s. 173-211.
Macit, Muhsin, “lk Klasik Dönem (1453-1600): Mesneviler”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 2,
editörler: Talât Sait Hamlan vd, 2. baskı, 2007, Ankara, s. 55-72.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
684
684
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Malov, Sergey E., "z tretéy rukopisi Kutadgu Bilig ", zvestiya Akademii Nauk SSRR, 1929,
c. 9, Moskova, s. 737-54.
Malov, Sergey E., "K tretéy rukopisi Kutadgu Bilig ", Bull. De. L'Acad d. Sc. USSR 1929,
1929, s. 754-87.
Mara, M. Atilla, "Hayriyye-i Nâbî'nin Tanımı", lim ve Sanat, 1988, sy. 20, s. 47-49.
Martinovic, M., "(Über das) btidâ-nâme", Zapiski, 1917, c. 26, s. 205-32.
Mazıolu, Hasibe, “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan âirler”, Türkoloji Dergisi, 1974, c.
VI, sy. 1, Ankara, s. 31-62.
Mazıolu, Hasibe, “Edirneli Nazmi’nin Pend-i Attâr Çevirisi”, Türkoloji Dergisi, 1977, c. 7,
Ankara, s. 47-53.
Mazıolu, Hasibe, "Yûsuf u Züleyhâ Yazarı Sulı Fakîh'in Adı Sorunu", Türk Dili
Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1999/I-II, 2003, s. 42, s. 169-76. [Sunulan Bildiri]
Melioranskiy, Platon M., "O Kutadku Bilike Çingiz Hana", Zapiski Vostoçnago Otdeleniya
Russkago Arheologiçeskago Obçestva, 1900, c. XIII, St. Petersburg, s. 15-23.
Mengi, Mine, “Harnâme Kime Sunulmutur”, Türkoloji Dergisi, 1977, c. 7, Ankara, s. 79-81.
Mengi, Mine, “Kıyafetnameler Üzerine”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı-Belleten 1977, 1978,
Ankara, s. 299-309.
Mengi, Mine, "Garîb-nâme'de Alplik Geleneiyle lgili Bilgiler", Türk Tarih Kurumu Belleten, 1985, sy. 191-192, s. 481-96.
Mengi, Mine, "ret-nâme-i Mesîhî Üzerine", Erdem Dergisi, 1990, c. VI, s. 419-36.
Mengi, Mine, "Sâkî-nâme-i Mesîhî Üzerine", Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi
Aratırmaları, Fahir z Armaanı I, 1990, c. 14, Cambridge, s. 347-55.
Mermer, Ahmet, “Âzerî brahim Çelebi ve Nak-ı Hayâl”, Türklük Aratırmaları Dergisi Âmil Çelebiolu Armaanı -, 1993, sy. 7, yıl. 1991-92, stanbul, s. 473-500.
Mermer, Sait, "Leyla ile Mecnun Hikâyesinde Üveysilik Boyutu", Yedi klim, 2002, sy. 151153, Ekim-Kasım-Aralık, s. 105-9.
Mermer, Ahmet, “Bursa ehrengizleri Üzerine Bir Karılatırma”, Journal of Turkish
Studies, Türklük Bilimi Aratırmaları: In memoriam Agâh Sırrı Levend Hâtıra Sayısı III,
2000, c. 24/3, s. 279-88.
Meyer, G., "Die Griechischen Verse im Rebâb-nâma", Byzantinische Zeitschrift, 1895, c. IV,
s. 401.
Minovi, M., “Qâbûs-nâma’nin Yeni Nüshası Hakkında”, arkiyat Mecmuası II, 1958,
stanbul, s. 105-130.
Miyanbezer (Türkistanlı), "Türkiyat Haberleri: Türkistan 'da Kutadgu Bilig ", Türkiyat
Mecmuası, 1925, c. I, s. 343-47.
M. erefeddin, “Simavna Kadısı Olu eyh Bedreddine Dair Bir Kitap”, Türkiyat Mecmuası,
1935, c. III, stanbul, s. 233-56.
Nahcivânî, Huseyn, “Nufûz-i Zebân u Edebiyyât-i Fârisî der-Turkiye Dovre-i Âl-i Osmân”,
Neriyye-i Dânigede-i Edebiyyât-i Tebrîz, 1341, umâre-i Devvum, Sâl-i Çihârdehum,
Tebrîz, s. 176-91.
Necib Âsım, "Osmanlı Tarih-nüvisleri ve Müverrihleri", Târîh-i Osmânî Encümeni
Mecmuası, 1329, sy. 1, s. 41-52.
Németh, J., “Das Ferah-nâme der Ibn Hatib”, Le Monde Oriental, 1919, s. 150-84.
Ocak, Ahmet Yaar, "Les Menâkibu’l-kudsiya fî-Menâsibi’l-unsiya: Une source importante
pour I'histoire religiuse de A'Anatolie au XIIIe siecle", Journal Asiatique, 1979, c. 267,
Paris, s. 345 vd.
Ocak, Tulga, "Sultan Veled'in Rebâb-nâme'si", Erdem, 1988, c. IV, sy. 11, s. 541-91.
*
*
*
*
*
*
*
685
685
*
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Okay, Li-Chuan, “Kutadgu Bilig ile Çin Felsefesi Arasındaki liki Konusunda Bir Görü”,
Dou Dilleri – Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Corafya Fakültesi Dou Dilleri ve
Edebiyatları Bölümü Dergisi, 1992, c. V, sy. 1, Ankara, s. 255-64.
Okiç, Tayyib, “Çeitli Dillerde Mevlîdler ve Süleymân Çelebi Mevlîdi’nin Tercemeleri”,
Atatürk Üniversitesi slâmî limler Dergisi, 1975, sy. 1, s. 17-78.
Okur, Münevver, “Bugüne Kadar Ele Geçmemi Eserlerimizden: Cemîd ü Hurîd”, Türk
Dili, 1958, c. VII, sy. 84, Eylül, s. 612-4.
Okur, Münevver Meriç, “Cem Sultan’ın Yeni Bulunan Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultân Adlı Eseri
(2. Nüsha)”, Tarih ve Toplum, 1991, c. 16, sy. 96, Aralık, s. 24-7.
Okuyucu, Cihan, “Cinânî’nin Riyâzü’l-cinân'ı”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 1989, sy. 3, Kayseri, s. 499-517.
Okuyucu, Cihan, “Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev’i”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 1996, sy. 7, Kayseri, s. 239-41.
Okuyucu, Cihan, “Kelâmî Mahlaslı ki Divan airi: Kelâmî Cihan Dede ve Kelâmî-i Rûmî”,
Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 1, 2008, s. 205-240.
Olgun, Tahir, “Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn Manzumesini Kimin Adına Yazmıtı”, Yücel Aylık
Bilgi ve Kültür Mecmuası, 1936, sy. 11,s. 172-176.
Olgun, Tahir, “Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn Manzumesini Kimin Adına Yazmıtı”, Yücel Aylık
Bilgi ve Kültür Mecmuası, 1936, sy. 12,s. 218-220.
Olgun, brahim, “Türkçe Sadi ve Hafız Çevirileri”, Türk Dili, Çeviri Sorunları Özel Sayısı,
1978, sy. 322, Temmuz, Ankara, s. 117-26.
Onur, M. Naci, “Akemseddinzâde Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf ve Züleyhâ Mesnevîsi’ndeki
Önemli Motifler”, Türk Kültürü, 1984, c. XXII, sy. 258, s. 47-54.
Onur, M. Naci, “Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf ve Züleyhâ’sındaki Bazı Millî Motifler”, Türk
Dünyası Aratırmaları, 1985, sy. 38, Ekim, s. 113-7.
Orkun, Hüseyin Namık, "Kutadgu Bilig Hakkında", Varlık, 1940, sy. 117, s. 196-97.
Oymak, Mehmet, "Menkıbe-i Mevlid-i Fahru'l-enâm Tarz-ı Cedîd smiyle Oldı Be-nâm",
Akademik Bakı, 1998, sy. 4, s. 64-69.
Öbek, Ali hsan, "Lutfiyye", Yedi klim, 1995, c. IX, sy. 63, s. 76-78.
Önder, Mehmet, “XV. Yüzyıl Sonuna Kadar En Eski Mesnevi Nüshaları”, Necati Lugal
Armaanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1968, s. 518-25.
Önder, Mehmet, “Türk Tarih ve Kültürüne Kaynak Bir Eser: Elvan Çelebi’nin Menâkıbnâme’si Nasıl Bulundu?”, Türk Kültürü, 1985, c. XXIV, sy. 261, Eylül, s. 48-52 [610-4].
Önler, Zafer, "Kutadgu Bilig 'de 'Ekçek' Kelimesi Üzerine", Türk Dili, 1993, sy. 497, s. 34244.
Özer, Arif, “Hatibolu ve Bahrü’l-hakâyık”, Bayrak, 1969, c. XVII, sy. 59, s. 13-15.
Özkan, Fatma, "Tarihî Miras Kutadgu Bilig Hekkide Bayan -1", Türk Kültürü, 1987, c. XXV,
sy. 292, s. 53-56.
Özkan, Mustafa, “Pend-nâme-i Güvâhî’deki Atasözleri”, Türk Dünyası Aratırmaları, 1983,
sy. 27, Ankara, s. 223-47.
Özkan, Mustafa, “Hoca Mesud Hayatı ve Eserlerine Dair”, Türk Dünyası Aratırmaları,
1993, sy. 84, s. 295-303.
Özkan, Mustafa, "air Fazlî ve Gül ü Bülbül'ü", lmî Aratırmalar, 1996, sy. 3, stanbul, s.
81-86.
Özkan, Mustafa, "Hatibolu Mehmed, Hayatı ve Eserlerine Dair", stanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1997, c. XXVII, s. 281-96.
Özkan, Mustafa, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i ve Rûmî’nin îrîn ü Pervîz’i”, lmî
Aratırmalar, 2000, sy. 9, stanbul, s. 179-92. [Sunulmu Bildiri]
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
686
686
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Özkan, Ömer, “Adem Kasidesi ve Ta’rîf-i Adem”, Gazi üniversitesi Gazi Eitim Fakültesi
Dergisi -2007 Özel Sayı-, Ankara, 2007, s. 277-288.
Öztekin, Nezahat, "Fazlî'nin Gül ü Bülbül'ü Üzerine Bir nceleme", Marmara Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1989, sy. 4, stanbul, s. 118-34.
Öztelli, Cahit, "Ik-nâme ve Yazarı Üzerine", Türk Dili, 1965, c. XV, sy. 171, Aralık, s. 18792.
Öztelli, Cahit, “Cem Sultan’ın Yeni Bulunan Cemîd ü Hurîd Mesnevisi”, Türk Dili, 1972,
c. XXVI, sy. 248, Mayıs, s. 124-28.
Öztelli, Cahit, "Fuzûlî'nin En Eski Leylâ ve Mecnûn Mesnevîsi", Türk Dili, 1975, sy. 287, s.
429-31.
Öztoprak, Nihat, "Fennî ve zzet Efendi'nin Sahilnameleri ve Bu Sahilnamelerde Üsküdar",
Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2005, sy. 11, s. 111-48.
Öztürk, Cemil, “Hatibolu’nun Ferah-nâmesi”, Türklük Bilgisi Aratırmaları, Journal of
Turkish Studies, Fahir z Armaanı I, 1980, c. XIV, Harvard, s. 401-20.
Öztürk, Murat, “Ak Mesnevîlerinde “Yönlendirici Güç” ve “deal””, Turkish Studies [Klâsik
Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 448-77.
Öztürk, Zehra, “Akemseddinzade Hamdullah Hamdi ve Yusuf ve Zeliha Mesnevisi”, slâmî
Edebiyat, 1999, sy. 28, Ocak-ubat-Mart, stanbul, s. 39-42.
Öztürk, Zehra, “Muhammediyye’nin ki Yazma Nüshası ve ki Kadın Müstensih”, Türk
Kültürü ncelemeleri Dergisi, 2000, sy. 1, stanbul, s. 333-38.
Öztürk, Zehra, “Osmanlı Döneminde Kıraat Meclislerinde Okunan Halk Kitapları”, Türkiye
Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 2007, sy. 9, s. 401-45.
Pala, skender, “Hüsn ü Dil”, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Aratırmaları: Kaf
Daının Ötesine Varmak: Festschrift in Honor of Günay Kut III, 2004, c. 28/1, s. 285-88.
Pantuçkova, Eva, 1973, "Zur Analyse eines der historischen Bestandteile von Ahmedis
skender-nâme", Archiv Orientàlni, 1973, s. 4-11.
Parmaksızolu, smet, “Üsküplü shak Çelebi ve Selimnâmesi”, stanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi Eylül 1951 – Mart 1952, 1953, c. III, sy. 5-6, stanbul,
s. 123-34.
Peker, Kemal, "Sohbetü'l-esmâr:Meyvelerin Sohbetini Beyan eder", Çiftlik - Aylık Tarımsal
fikir ve kültür Dergisi, 1971, sy. 130, s. 32-33.
Pekolcay, Necla, “Türk Dil ve Edebiyatına Ait Bazı Metinleri htiva Eden Yazma Bir
Mecmua”, Türkiyat Mecmuası, 1953, c. X, s. 34-9.
Pekolcay, Neclâ, “Süleymân Çelebi’nin Mevlîd'inin Nüshaları”, Türk Dili, 1954, sy. 30, Mart,
s. 319-22.
Pekolcay, Neclâ, “Süleymân Çelebi’nin Mevlîdi ve Menei Meselesi”, stanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi 1954, 1955, c. VI, stanbul, s. 39-64.
Pekolcay, Neclâ, "Ahmed'in Mevlîd simli Eseri", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi 1954, 1955, c. VI, s. 65-70.
Pekolcay, Neclâ, "Süleymân Çelebi Mevlîd'i ve Dier Mevlîd'ler Hakkında", Bilgi, 1957, c.
X, s. 12-13.
Pekolcay, Necla, “Kutadgu Bilig Iıında Türk Düüncesi”, Yeni Türkiye –Türkoloji ve Türk
Tarihi Aratırmaları- IV, 2002, sy. 8, s. 9-15.
Petrosyan, I. E., “An Illustrated Turkish Manuscript of ‘Iskender-nâme’ by Ahmedî”,
Manuscripta Orientalia = International Journal for Oriental Manuscript Research 1,
1995, c. 1, s. 17-20.
Petrosyan, I. Y., "The Mawlid-i Nabî by Süleymân Çelebi and its Two Versions",
Manuscripta Orientalia, 1998, c. 4, s. 16-23.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
687
687
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Radloff, Wilhelm, "Über alttürkische Dialekte. 1. Die Seldschukischen Verse im Rebâbnâme", Melanges Asiantiques, 1890, c. X, s. 17-77.
Radloff, Wilhelm, "Über eine in Kairo aufgefundene zweite Handschrift des Kutadku Bilik",
zvestiya Akademii Nauk, 1890, c. IX, s. 309-19.
Radloff, Wilhelm, "Zum Kutadku Bilik", Zeitschrift der Deutschen Morgenlanddischen
Gesellschaft, 1898, c. LII, Leipzig, s. 152-54.
Refiolu, Selim Refik, "Azerbaycan Edebiyatında Mesnevi Tarzı", Çalayan, 1943, c. III, sy.
23/3, Antalya, s. 5-6.
Revnakolu, Cemaleddin Server, "Mi'râciye'nin Diktefon'a Alınması, Bursa ve Üsküdarda
Okunması Münasebetiyle; Kutb-ı Nâyî Osman Dede ve Mi'râciye'si", Yeni Tarih
Dünyası, 1954, c. II, s. 15, s. 615-43.
Revnakolu, Cemaleddin Server, "Eski - Klasik Tasavvuf Edebiyatımızda Mi'râciyeler", Yeni
Tarih Dünyası, 1954, c. II, s. 16, s. 658-59.
Revnakolu, Cemaleddin Server, " Edebiyatımızda Mevlîd ve Mi'râciyer", Yeni Tarih
Dünyası, 1954, c. II, s. 17, s. 690-93.
Rossi, Ettore, "Studi su manoscritti del Garib-nâme di Aik Paa nelle biblioteche d'Italia",
Rivista degli Studi Orientali, 1949, c. 24, s. 108-19.
Rypka, Jan, "Über Sâbits romantisches Epos Edhem ü Hümâ", Archiv Orientàlni, 1929, c. 1,
s. 147-90.
Sabuncu, Zeynep, "Gelibolulu Mustafa Âlî'nin Mihr ü Mâh Mesnevîsi", Journal of Turkish
Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, In Memoriom Agâh Sırrı Levend Hâtıra Sayısı III,
2000, c. 24, s. 295-305.
Sabuncu, Zeynep, "Âlî'nin Mihr ü Mâh ile Feyzî'nin em ü Pervâne'si Arasındaki
Benzerlikler ntihal mi Gelenek mi?", Türk Kültürü ncelemeleri, 2005, sy. 13, s. 129-66.
Safa, Peyami, "Mihnet-keân Üzerine", Türk Dili, 1956, sy. 55, s. 470.
Samoyloviç, Aleksandr. N., "Otrivok iz "Taaukname"s igroyu rifmuyuihsya slov, 1927,
DAN-V, no 2, L, s. 36-38.
Sarı, Mehmet, "Sabûhî'nin Türkçe Sâkî-nâme'si", Nihal Atsız ve Necdet Sançar Armaanı,
Afyon: Medrese Kitabevi, 1995, s. 101-18.
Savi, Saime nal, “Fars Edebiyatında Hamseler”, Fen-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi,
1986, fasikül 1, sy. 4, Erzurum, s. 37-45.
Savran, Ömer, “Sabâyî ve Üveys-nâme’si”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında
Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 478-537.
Sayar, Ahmet Güner, "Mesnevî'nin Türkçe lk Tam ve Mensur Tercümesine Dair Bir Not",
Dergâh, 2003, c. 13, sy. 155, Ocak, s. 16-19.
Sayılı, Aydın, “Gülehrî’nin “Leylek ile Bülbülün Hikâyesi” Adlı Manzumesi”, Necati Lugal
Armaanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1968, s. 537-54.
Schmidth, Jan, "Sünbülzâde Vehbi's evk-engîz: an Ottoman Pornografik Poem", Turcica,
1993, c. 25, s. 9-37.
Schott, Wilhelm, "H. Vambery : Uigurische Sprachmonumente und das Kutadku Bilik",
Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, 1871, c. XXV, Leipzig, s.
288-94.
Sertkaya, Osman F., “Horezmî’nin Muhabbet-nâme’sinin ki Yeni Yazma Nüshası Üzerine”,
Türkiyat Mecmuası, 1972, c. XVII, stanbul, s. 185-207.
Sertkaya, Osman F., "Ahmet Fakih", lmî Aratırmalar, 1996, sy. 2, s. 119-30.
Sevgi, Ahmet, “eyholu’nun Kitâb-ı Mahbûbiyye’si”, Yedi klim, 1994, c. 8, sy. 57, Aralık,
stanbul, s. 100-5.
Sevgi, Ahmet, "Okçu-zade'nin Manzum Kırk Ayet Tercümesi", Selçuk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1994, sy. 1, 145-55.
*
*
*
*
*
*
*
*
688
688
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Sevgi, Ahmet, “eyholu’nun Kitâb-ı Mahbûbiyye Adlı Eseri Üzerine”, Bir – Prof. Dr.
Kemal Eraslan Armaanı, 1998, sy. 9-10, s. 571-86.
Sevgi, Ahmet, “Sâlim ’in Hüsrev ü îrîn’i Üzerine”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Edebiyat Dergisi, 2007, sy. 17, s. 25-31.
Seyhan, Köksal, “XVII. Yüzyıldan Deiik Bir Mesnevî”, Sözden Yazıya: Edebiyat
ncelemeleri, Yayına Hzr. Selim Sırrı Kuru-Erol Körolu, stanbul: Boaziçi Üniversitesi,
1994, s. 1-5. [Sunulan Bildiri]
Sezgin, Cemal, "Mesnevi", Gediz, 1943, c. VI, sy. 61, s. 5-16.
Shaman, Mesad S., “Hamdullah Hamdî’nin Tuhfetü’l-uâk Adlı Mesnevîsi”, Journal of
Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Fahir z Armaanı II, 1991, c. 15,
Cambridge, s. 169-255.
Sılay, Kemal, “Ahmedî’nin Osmanlı Tarihinde Arasöz (Digression) Tekniinin Kullanımı ve
levi”, Türkoloji Dergisi, 1990, c. IX, Ankara, s. 153-62.
Sılay, Kemal, "Ahmedi's History of the Ottoman Dynasty", Journal of Turkish Studies
Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1992, c. 16, s. 129-200.
Solmaz, Süleyman, “Fuzûlî’nin Gözüyle Mecnûn”, Türk Kültürü, 2000, yıl 38, sy. 450,
Ekim, s. 632-40.
Sungur, Necati, “Tâcî-zâde Cafer Çelebi’nin Heves-nâme’sinde XV. Yüzyıl stanbul’una Ait
Folklorik Unsurlar”, Bilge, 2000, sy. 24, s. 89-90.
Sungur, Necati, “Heves-nâme airi Taci-zade Cafer Çelebi’den 15. Yüzyılda Kozmolojiye
Felsefî Bir Yaklaım”, Bilge, 2000, sy. 27, s. 134-35.
Sungur, Necati, “Divan airlerinin Birbirine Yönelik Tenkitlerinin lk Örneklerinden Biri:
Cafer Çelebi’nin eyhî ve Ahmed Paa’yı Tenkidi”, Bilig, 2001, sy. 17, Ankara, s. 71-79.
Sürelsan, smail Baha, “Murâd-nâme (Bedr-i Dilâd’ın Murâd-nâme Adlı Ansiklopedisindeki
Musikî Bölümü Üzerine”, Mızrap, 1985, c. IV, sy. 38, s. 4-5.
Süssheim, K., "Suheil und Nevbehâr, Romantisches Gedicht des Mes'ud b. Ahmed",
Orientalistische Literaturzeitung, 1927, c. 6, s. 507-9.
afak, Yakup, "Mevlânâ 'nın Mesnevî'si Üzerine Anadolu 'da Yapılan Çalımalar", Name-i
Aina, 2003, yıl 5, sy. 11, s. 23-32.
ahin, Abdullah, “Edebî Bir Tür olarak Klâsik Edebiyatımızda Esmâ-i Hüsnâlar”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 16, s. 49-57.
ahin, Hatice, "Bir Ferah-name nüshası", Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
1997, yıl 1, sy. 1, s. 322-25. [Sunulan Bildiri]
ahin, Hatice, "Kutadgu Bilig 'de imdiki Zaman", Türk Dili, 1997, sy. 545, s. 464-71.
ahin, Hatice, “Ferah-nâme’de Geçen kilemeler Üzerine”, Osmanlı Aratırmaları = The
Journal of Otoman Studies, 1997, sy. 17, s. 125-35.
ahin, Abdullah, “Edebî Bir Tür Olarak Klasik Edebiyatımızda Esmâ-i Hüsnâlar”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 16, s. 49-58.
anlı, smet, “XVI. Yüzyıl Divan âiri Fedâyî ve Fâl-nâme-i Kur’ân-ı ‘Azîm’i”, U. Ü. FenEdebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2003/2, sy. 5, s. 161-78.
arlı Mahmut, “Hamdullah Hamdî’nin Tuhfetü’l-uâk’ı ve Taklitçilikten Yenilie Bir
Adım”, slâmî Edebiyat, 1999, sy. 31, Ekim-Kasım-Aralık, s. 21-25.
arlı, Mahmut, “Garîb-nâme’de Bulunan Ayet ve Hadisler ile Bunların Kullanı Amaçları”,
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2000, sy. 9, s. 143-66.
eker, Mehmet, “Müverrih Âlî’nin Tasavvufa Ait ki Eseri Hilyetü’l-ricâl ve Riyâzu’ssâlikîn”, Diyanet Dergisi, 1977, c. XVI, sy. 3, Mayıs-Haziran, Ankara, s. 160-7.
ener, H. brahim, “Neâtî’nin Hilye-i Enbiyâ’sı”, 9 Eylül Üniversitesi lâhiyat Fakültesi
Dergisi, 1983, sy. 1, s. 285-301.
*
*
*
*
*
*
*
689
689
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
enocak, Ebru, “Mem u Zin Hikâyesi Üzerine Mukayeseli Bir Aratırma”, Folklor/Edebiyat
Dergisi, 2002, sy. 32, s. 251-66.
erbak, A. M., "Zameçaniya o tekste i yazıke Taaukname", 1971, Studia Turcica,
Budapest, s. 431-40.
erbak, A. M., "Taauknâme (Tekst perevod, faksimile), Pis'mennie Pamyatniki Vostoka
stiriko - Filologiçeskie ssledovaniya, Ejegodnik, 1973, Nauka, 1979, s. 236-72.
erefeddin, M. “Mevlânâ ’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe iirler”, Türkiyat Mecmuası, 1934,
c. IV, stanbul, s. 111-68.
erif Hulûsi, "Ferheng-nâme-i Sa'dî'nin Üçüncü Nüshası Hakkında", Türkiyat Mecmuası,
1934, c. IV, s. 295-303.
imek, Selami, “Osman ems Efendi ’nin Âdâbu’l-mürîd fî-Sohbeti’l-murâd Adlı
Mesnevîsinin Tahlili”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr.
Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 538-92.
Taeschner, Franz, " Das Futuvvetkapitel in Gülšehrîs altosmanischer Bearbeitung von 'Attars
Mantik ut-tayr ", Sitzungberichte der Berliner Akademie der Wissenschaften, 1932, c.
XXVI.
Taeschner, Franz, "Des altrumtürkischen Dichters Gülehri Werk Mantıkut-tayr und seine
Vorlage, das gleichnamige Werk des persischen Dichters Fariddudin 'Attar", Nèmeth
Armaanı, Ankara, 1962, s. 359-71.
Taeschner, Franz, “Tebrizli Ahicük ve Bunun Ahmedî’nin, skendernamesindeki Yeri”, çev.
Hüseyin Datekin, Tarih Aratırmaları Dergisi, 1964, c. 2, sy. 3, s. 285-90.
Tâhiru’l-mevlevî, “Mesnevî-yi erîfin Cild-i Sâdisi Mukaddimesinden Ba’zı Ebyât”, Mahfel,
1340, c. 3, adet 26, Zilhicce, s. 38-9.
Tahralı, Mustafa, "Fuzûlî'nin Leylâ ve Mecnûn'unun Bestelenmesi Hakkında", Kubbealtı
Akademi Mecmuası, 1992, c. XXI, s. 33-77.
Tahralı, Mustafa, “Leylâ vü Mecnun Üzerine”, Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir
Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., stanbul, 1996, s. 213-22. [Sunulan
Bildiri]
Tan, Nail, "Bir Zenân-nâme", Türk Kültürü, 1977, c. XV, sy. 172, s. 28-32.
Tansel, Fevziye Abdullah, "Makber'de Leylâ vü Mecnûn ile Hüsn Ak Tesirleri II", Ülkü,
1938, c. X, s. 50-60.
Tansel, Fevziye A., "Divan airlerinden Fennî'nin Boaziçi Kıyılarını Canlandıran
Mesnevîsi: "Sâhil-nâme" (5 fotokopi ile Birlikte)", Türk Tarih Kurumu Belleten, 1976, c.
XL, sy. 158, s. 331-39.
Tavukçu, O. Kemal, “Âık Paa’nın Bilinmeyen Bazı Gazelleri ve Bir Mesnevîsi”, Yedi klim, 1995, sy. 62, stanbul, s. 51-55.
Tavukçu, Orhan Kemal, “Hüsrev ü irin Konulu Eserlerde Esas Kahraman Olarak Hüsrev
veya Ferhad’ın Tercih Edilme Sebepleri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları
Enstitüsü Dergisi, 2000, sy. 16, s. 59-79.
Tavukçu, Orhan Kemal, “Yeniehirli Avnî Bey’in Âb-nâme Adlı Eseri Üzerine”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 21, s. 59-79.
Tavukçu, Orhan Kemal, "Türk Edebiyatında Firâk-nâme Adlı Eserler", Türk Kültürü
ncelemeleri Dergisi, 2004, sy. 10, stanbul, s. 89-122.
Tavukçu, Orhan Kemal, “Ayrılıın Terennümü: Eski Türk Edebiyatı’nda Firâk-nâmeler”,
Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s.
197-220.
Tavukçu, Orhan Kemal, “Klasik Edebiyatta Hamse Gelenei ve eyyâd Hamza’nın
Hamsesi”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk
PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 593-602.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
690
690
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Tekin (Alpay), Gönül, "Çeng-nâme'de Musiki Terimleri (Perde, name, makam, seyir, ube,
terkib, avas)", Aratırma Dergisi, 1976, sy. 10, s. 83-92.
Tekin (Alpay), Gönül, "XV. Yüzyılın lk Yarısında Yazılmı Bir Münazara", Aratırma
Dergisi, 1976, sy. 10, s. 93.
Tekin (Alpay), Gönül, "Zaifî Külliyatının Yeni Bir Nüshası Hakkında”, Journal of Turkish
Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, 1978, c. 2, s. 107-25.
Tekin (Alpay), Gönül, "Hamdullah Hamdî’nin Yeni Bir Leylâ vü Mecnûn Nüshası ve Metin
Tenkidi Hakkında Bazı Düünceler”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi
Aratırmaları, Ali Nihad Tarlan Hatıra Sayısı, 1979, c. 3, s. 307-42.
Tekin (Alpay), Gönül, "Mevlânâ , Yunus Emre ve Ahmed-i Dâ'î'deki Musikî Aletleri ile lgili
Semboller Üzerine Düünceler”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları,
Orhan aik Gökyay Hatıra Sayısı, 1984, c. 7, s. 439-51.
Tekin (Alpay), Gönül, "XVI. Yüzyıl Çaatay airi Meclisî'nin Seyfü'l-mülûk Adlı Mesnevîsi
Hakkında”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Halil nalcık
Armaanı, 1987, c. 11, s. 123-32.
Tekin (Alpay), Gönül, "Cemâh u Alemâh", Süleyman the Magnificent and His Time,
stanbul, 1993, s. 369-79.
Tekin, Gönül, “Feyzî Çelebi’nin em’ ü Pervâne’si”, Journal of Turkish Studies, Türklük
Bilgisi Aratırmaları: Fahir z Armaanı II, Fahir z Festschrift II, 1993, c. 15, s. 1-157.
Tekin (Alpay), Gönül, "Lâmiî Çelebi'nin Gûy u Çevgân Mesnevîsinin Tasavvufî Yorumu",
Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları,Essays in Honour of Barbara
Flemming Barbara Flemming Armaanı, 2002, c. 26/2, s. 253-74.
Tekin, inasi, "kinci Bâyezid Devrine Ait Bir Mecmua: Selçuk Devrine Ait Farsça
Mektuplar Kenzü'l-Belâgat; kinci Murad'a Sunulan Bir Mesnevi: Tarikat-nâme, Yunus
Emre'nin iirleri”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Ali Nihad
Tarlan Hatıra Sayısı, 1979, c. 3, s. 343-83.
Tekinda, M. C. ehabeddin, “Selîm-nâmeler”, Tarih Enstitüsü Dergisi, 1970, c. 1, stanbul,
s. 215-30.
Teniev, E. R., "Kutadgu Bilig va Oltın Erik", Uzbek Tili va Adabieti, 1970, sy. 6, s. 29-36.
Tezcan, Nuran, “Lâmi’î’nin Gûy u Çevgân Mesnevisi”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara:
Türk Dil Kurumu Yay., 1978, s. 201-25.
Tezcan, Nuran, “Bursalı Lâmi’î Çelebi”, Türkoloji Dergisi, 1979, c. VIII, Ankara, s. 305-43.
Tezcan, Nuran, “Lâmi’î’nin Gûy u Çevgân'ından ki Münazara", Türk Dili Aratırmaları
Yıllıı - Belleten 1980-1981, 1983, s. 49-63.
Tezcan, Semih, "Manzum Kelîle ve Dimne Üzerine Notlar", Türk Dilleri Aratırmaları, 1996,
sy. 6, s. 81-121.
Tezcan, Semih, “Mes’ûd’un Manzum Kelîle ve Dimne’sinde Atasözleri”, Türk Dilleri
Aratırmaları, 1999, sy. 9, s. 29-48.
Tezcan, Nuran, “Güzele Bir ehrengizden Bakı”, Türkoloji Dergisi, 2001, c. 14, sy. 1, s.
161-94.
Timurta, Faruk K., “XVII. Asır airlerinden Edirneli Güftî ve “Terîfat-ü-uarâ”sı”,
stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1948, c. 2 (3-4),
stanbul, s. 193-221.
Timurta, Faruk K., “Har-nâme”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve
Edebiyatı Dergisi, 1949, c. 3 (3-4), stanbul, s. 309-87.
Timurta, Faruk K., ““Hüsrev ü îrîn” ve “Ferhâd ü îrîn” Yazan airlerimiz”, Türk Dili,
1952, c. 1, sy. 10, Temmuz, stanbul, s. 15-21; 567-73.
Timurta, F. Kadri, "eyhî'ni Hüsrev ü îrîn'i Üzerine Notlar", Türk Dili, 1953, sy. 25, s. 1821.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
691
691
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Timurta, Faruk K., "eyhî'nin Tıp Konusunda Eseri", Türk Dili, 1955, c. IV, sy. 42, Mart, s.
340-43.
Timurta, F. Kadri, " eyhî'ni Hüsrev ü îrîn'i ", Jean Deny Armaanı, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yay., s. 335-48.
Timurta, Faruk K., “Türk Edebiyatında Husrev ü irin ve Ferhad ü irin Hikâyesi, stanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1959, c. IX,
Kasım,stanbul, s. 65-88.
Timurta, Faruk K., “eyhî’nin Husrev ü irin’inin Konusu”, stanbulÜniversitesi, Edebiyat
Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1959, c. IX, Kasım, stanbul, s. 89-110.
Timurta, Faruk K., “eyhi ve Nizami’nin Husrev ü irin’lerinin Konu Bakımından
Mukayesesi”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
1960, c. X, Eylül, stanbul, s. 25-34.
Timurta, Faruk K., “eyhi’nin Eserleri”, stanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili
ve Edebiyatı Dergisi, 1961, c. XI, Aralık, stanbul, s. 99-108.
Timurta, Faruk K., “ran Edebiyatında Husrev ü irin ve Ferhad ü irin Yazan airler”,
arkiyat Mecmuası, 1961, sy. IV, stanbul, s. 73-86.
Timurta, Faruk K., “Muînî’nin Ma’nevî’si (Murâdiyye) Mesnevî’nin lk Manzum Çevirisi”
Makaleler [Dil ve Edebiyat ncelemeleri], haz. Mustafa Özkan, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yay., 1997, Ankara s. 529-35.
Timurta, Faruk K., “eyhî’nin Hârnâmesi Üzerine Dil Aratırmaları”, Makaleler [Dil ve
Edebiyat ncelemeleri], haz. Mustafa Özkan, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1997, s.
193-222.
Tokatlı, Ümit, “Elvan Çelebi’nin Eseri (el)-Menâkıbu’l-kudsiyye fi’ (il) Menâkıbi’l-ünsiye”,
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1987, sy. 1, Kayseri, s.165-71.
Tokatlı, Ümit, “Elvan Çelebi’nin Eseri (el)-Menâkıbu’l-kudsiyye fi’ (il) Menâkıbi’l-ünsiye”,
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1988, sy. 2, Kayseri, s. 259-68.
Toker, Birgül, “âkir Ahmed Paa ve Tertîb-i Nefs Mesnevîsi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2000, sy. 7, s. 361-74.
Tolasa, Harun, “15. yy. Türk Edebiyatı Anadolu Sahası Mesnevileri”, Ege Üniversitesi Türk
Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, 1982, c. 1, zmir, s. 1-13.
Tolasa, Harun, "Kelîle ve Dimne'nin Türkçe Çevirileri", Journal of Turkish Studies Türklük
Bilgisi Aratırmaları, 1991, c. 15, s. 355-80.
Topal, Ahmet, “Âsafî ’nin Cezîre-i Mesnevî Adlı Eseri ve Bu Eserde Yer Alan Mesnevî’nin
lk On Sekiz Beytinin Tercümesi”, Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî,
Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 603-18.
Toska, Zehra, “Kelîle ve Dimne’nin Türkçe Çevirileri”, Journal of Turkish Studies, Türklük
Bilgisi Aratırmaları, Fahir z Armaanı II = Fahir z Festschrift II, 1993, c. 15, s. 35580.
Toska, Zehra ve Nedret Burçolu Kuran, “Ferideddin-i Attar’ın Mantıku’t-tayr’ının 14, 16,
17 ve 20. Yüzyıllarda Yapılmı Türkçe Yeniden Yazımları”, Journal of Turkish Studies,
Türklük Bilgisi Aratırmaları, Abdülbaki Gölpınarlı Armaanı II, 1996, c. 20, s. 251265.
Tosunolu, Mesiha-Deniz Melanlıolu, “Süheyl ü Nev-bahâr’ın Türkçe Söz Varlıı ve
Anadolu Aızları”, TDAY-Belleten 2005/1, 2008, s. 189-99.
Tören, Hatice, “Nevâyî’nin Sedd-i skenderî Adlı Eserinde Tabiat Tasvirleri”, lmî
Aratırmalar, 1995, sy. 1, s. 141-56.
Tören, Hatice, “Nevâyî’nin Sedd-i skenderî Adlı Eserinde Tabiat Tasvirleri”, Türk Dili,
1996, sy. 529, Ocak, Ankara, s. 30-47.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
692
692
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Tören, Hatice, “Kirdeci Ali, Dâsitân-ı Hamâme-i ’Ar’ar”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı
Dergisi, 2006, c. XXXIV, s. 177-201.
Töxliyev, Bakican, "Kutadgu Bilig 'de Sinav Mativi", Bir, 1995, sy. 3, s. 141-50.
Tuluk, Hail brahim, “Mesnevîlerde airle lgili Bazı Tespitler”, Turkish Studies [Klâsik
Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 619-35.
Tunç, Semra, “Dede Ömer Rûenî”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü
Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 4, Konya, s. 237-49.
Tunç, Semra, “Ârif ve II. Murâd Döneminde Yazılmı Bir Hamse”, Selçuk Üniversitesi
Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2002, sy. 12, Konya, s.
155-68.
Tural, Sadık Kemal, "Mihnet-i Keân'ın Yenileme Tarihimizdeki Yeri", Türk Kültürü, 1976,
c. XIV, sy. 163, s. 46-61.
Turan, Lokman - Rıfat Kütük, “Türk Mesnevî Geleneinde Gazelin Kullanımı”, Turkish
Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c.
4/7, s. 636-82.
Türinay, Necmettin, “Klasik Hikaye/Lirik Ak Romanları ve eyh Gâlib”, Türk Edebiyatı,
1996, yıl 24, sy. 273, Temmuz, s. 22-24.
Türer, Osman, "Visâlî Ali Çelebi ve Tasavvufî Mevlîd'i", Türk Kültürü Aratırmaları, erif
Batav'a Armaan, 1987, c. XXY, sy. 2, s. 169-83.
Türinay, Necmettin, "Klâsik Hikâye / Lirik Ak Romanları ve eyh Galip", Türk Edebiyatı,
1996, sy. 273, s. 22-24.
Türkdoan, Melike Gökcan, “Ahmedî’nin skender-nâme’sinde Kadın”, Turkish Studies
[Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s.
760-73.
Uçman, Abdullah, “Rıza Tevfik’in Kaleminden Fuzûlî ve Leylâ ile Mecnûn”, Osmanlı
Aratırmaları –Prof. Dr. Mehmed Çavuolu’na Armaan- I, 2005, sy. 25, s. 203-224.
Uur, Ahmet, “ükrî-i Bitlisî ve Selîm-nâmesi”, Ankara Üniversitesi lahiyat Fakültesi
Dergisi, 1981, c. XXV, Ankara, s. 325-47.
Uluçay, Cengiz, "Kutadgu Bilig 'in ki Beyti Hakkında", slâm Medeniyeti, 1967, c. I, sy. 3,
Ekim, s. 37-38.
Uluda, Erdoan, “Mesnevî Aratırmaları Bibliyografyası”, Müteferrika, 1995, sy. 7, s. 5585.
Uluda, Erdoan, "Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve Bahâyî'nin Sâkînâmesi", Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 9, s. 51-64.
Uluda, Erdoan, "Lâmi'î'nin Salâman u Absal Mesnevîsi", Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 8, s. 67-77.
Uluda, Erdoan, “Çocuk Edebiyatı ve Klâsik Dönem Örneinde Nâbî’nin Hayriyye’si”,
Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına],
2009, c. 4/7, s. 774-95.
Usta, Veysel, "Bilinmeyen Bir air: Trabzonlu Ahmed Rıza ve Eseri Manzûme-i Sivastopol",
Türk Dünyası Tarih Dergisi, 1991, c. 5, sy. 56, s. 27-33.
Uyar Akalın, Berrin, "The Poets Who Wrote and Translated Mantiku't-Tayr in Turkish
Literature", International Journal of Central Asian Studies - Prof. Dr. Mustafa Canpolat
Armaanı-, 2005, c. 10-1, s. 167-80.
Uydu, Mualla, "Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig 'i ile Nizâmü'l-mülk'ün Siyâset-nâme'sinin
Karılatırılması", Türk Kültürü, 1992, c. XXX, sy. 351, s. 44-52.
Uygun, Rasim, “Ali ir Nevai’nin Ferhad ü irin’i”, Türk Dili Aratırmaları Yıllıı –
Belleten 1957, 1988, 2. baskı, Ankara, s. 115-30.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
693
693
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Uysal, R. Selçuk, “Çengnâme Hakkında”, Folkloristik: Prof. Dr. Dursun Armaanı, Ankara,
1998, s. 449-58.
Ülgen, Erol, “Âık Paa ve Garîb-nâme Üzerine Prof. Dr. Kemal Yavuz ile Söylei”, Türk
Dili, 2000, sy. 579, Mart, s. 249-58.
Ülkütaır, M. akir, "Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig Üzerine Küçük Bir Aratırma",
Türk Kültürü - Kutadgu Bilig Özel Sayısı, 1970, c. IX, sy. 98, s. 23-26.
Ünal, Mustafa, "Kutadgu Bilig ve Divanü Lugati't-Türk 'teki Halk nanılarına Fenomenolojik
Bir Bakı", Türk Dünyası Aratırmaları, 1998, sy. 114, s. 215-24.
Ünver, smail, “Ahmedî’nin skendernamesindeki Mevlid Bölümü”, Türk Dili Aratırmaları
Yıllıı– Belleten 1978, 1978, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., s. 355-411.
Ünver, smail, “Ahmed Rıdvan’ın skender-nâmesindeki Osmanlı Tarihi (Nusret-nâme-i
Osmân) Bölümü”, Türkoloji Dergisi, 1979, c. VIII, Ankara, s. 345-402.
Ünver, smail, “Mesnevî”, Türk Dili, Türk iiri Özel Sayısı II (Divan iiri), 1986, sy. 415 416 - 417 /Temmuz – Austos - Eylül, Ankara, ss. 430-563.
Ünver, smail, “Ahmed-i Rıdvân”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih yüksek Kurumu Türk Tarih
Kurumu Belleten, 1986, c. L, sy. 196, Nisan, Ankara, s. 73-125.
Ünver, smail, “Fuzûlî’nin ki Mesnevîsinde Nizâmî Etkisi”, Türkoloji Dergisi, 1991, c. IX,
sy. 1, Ankara, s. 19-22.
Ürekli, Bayram – Doan Yörük, “Kıvâmî’ye Göre Fâtih’in I. ve II. Karaman Seferi”, Yeni
pek Yolu: Konya Ticaret Odası Dergisi –Konya Ticaret Odası’nın Kuruluunun 120.
Yılına Armaan, 2002, sy. 5, s. 207-18.
Üst, Sibel, “Bir Akın ki Hikâyesi Üzerine: eyyâd Hamza’nın Yûsuf Zelîhâ’sı ile Nazan
Bekirolu’nun Yûsuf ile Züleyhâ’sı Üzerine Bir Karılatırma”, Turkish Studies [Klâsik
Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 796825.
Üstüner, Kaplan, "Refî'-i Amidî ve Hüsn ü Ak'a Nazire Bir Eseri: Cân u Cânân", Gaziantep
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2001, sy. 4, s. 275-85.
Üstüner, Kaplan, “iir, air ve Edebî Kurallara Dair Yazılmı Bir Mesnevî: Fenniye-i E’âr”,
Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına],
2009, c. 4/7, s. 826-92.
Valitova, A. A., "K voprosu o folklornıh motivah õ poeme Kutadgu Bilig ", Sovetskoe
Vostokovedinie, 1958, c. 5, s. 82-102.
Vanlıolu, Mehmet, "Beng u Bâde ve Muhtevası", Selçuk Üniversitesi, Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1997, sy. 3, s. 197-200. [Sunulan
Bildiri]]
Verburg, Antoinette C., “The Tuhfe-i âhidî: A Sixteenth Century Persian-Ottoman
Dictionary in Rhyme”, Archivum Ottomanicum, 1997, c. 15, s. 5-87.
Yaar, Bahattin, "Süleymân Çelebi ve Mevlîd'i", yeni Defne, c. X, sy. 114-117, s. 31-32.
Yavuz, Kemâl, “XIII - XVI. Asır Dil Yadigarlarının Anadolu Sahasında Türkçe Yazılı
Sebepleri ve Bu Devir Müelliflerinin Türkçe Hakkındaki Görüleri”, Türk Dünyası
Aratırmaları, 1983, sy. 27, Aralık, s. 9-56.
Yavuz, Kemal, “Sultân II. Murâd Devri Mevlevî âirlerinden Muinuddîn Bin Mustafa ve
Mesnevi Tercümesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Aratırmaları Dergisi II (Prof. Dr. Harun
Tolasa Özel Sayısı), 1983, zmir, s. 183-204.
Yavuz, Kemal, "Mesnevî-i erîf le Alâkalı Olarak Cevdet Paa'nın Âbidin Paa'ya Yazdıı
Bir Mektup", stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
1986, c. XXIV-XXV, s. 441-54.
Yavuz, Kemal, “Galat, Galatat ve Muînî’nin Dildeki Tasarrufları”, Türk Dünyası
Aratırmaları, 1989, sy. 60, Haziran, s. 127-48.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
694
694
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Yavuz, Kemal, "Anadolu Türk Edebiyatında lk Miracnâmeler: Âık Paa ve Miracnamesi",
lmî Aratırmalar, 1999, sy. 8, stanbul, s. 247-66.
Yavuz, Kemal, “Osmanlı Devleti’nin Kurulu Yılları airlerinden Âık Paa’da Ordu Fikri ve
Alp Tipi”, Osmanlı, 1999, editör: Güler, c. 9, Ankara: Yeni Türkiye, s. 554-66.
Yavuz, Kemal, "Âık Paa", Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat
Aratırmaları Dergisi - Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun'a Armaan -, 2003, sy. 13, s.
29-39.
Yavuz, Kemal, "Âık Paa'da Ticaret Fikri", lmî Aratırmalar, 2003, sy. 16, s. 117-24.
Yavuz, Kemal, "Çeitli Yönleri le Mantıku't-tayr ve Garib-nâme Mesnevileri", stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2004, c. XXXI, s. 345-56.
Yazar, lyas, "Fuâdî'nin Bülbüliyyesi Üzerine Bir nceleme", Dergi@Net, 2001, yıl 1, sy. 18,
Kasım - Aralık, s. 11-12.
Yazar, Sadık, “XVII. Yüzyıl airi Sadıkî’nin Mesnevî’den Seçma Hikâyeler Tercümesi”,
Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına],
2009, c. 4/7, s. 893-927.
Yelten, Muhammed, “Nev’î-zâde Atâyî’nin Sohbetü’l-ebkârı ve çindeki Atasözleri ve
Deyimler” TDAY-Belleten 1989, 1994, s. 171-91.
Yeniterzi, Emine, "Süleymân Çelebi ve Mevlid", Konya'da Düünce ve Sanat: MakalelerSohbetler, Konya: Türkiye Yazarlar Birlii Konya ubesi, 2003, s. 316-28.
Yeniterzi, Emine, “Ahmed-i Dâ’î ve Vasiyyet-i Nûirevân Adlı Mesnevisi”, Selçuk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 2006, sy.
19, s. 1-25.
Yeniterzi, Emine, “Anadolu Türk Edebiyatında Ahlâkî Mesnevîler”, Türkiye Aratırmaları
Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 433-68.
Yeti, Kazım, “Garîbnâme’de Akıl”, ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2004, sy. 31, s.
357-80.
Yıldırım, Ali, “Kâmî’nin Behcetü’l-fehyâ Adlı Mesnevîsi”, F.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, sy.
7, 1995.
Yıldırım, Ali, “Kâmî’nin Tuhfete’l-Zevrâ Mesnevîsi”, Fırat Üniversitesi lahiyat Fakültesi
Dergisi, 2000, sy. 5, s. 81-110.
Yıldırım, Ali, "Gülehrî'nin Felekname'sinde Geçen Hayvan Adlarının Sembolik Deerleri",
Erciyes Dergisi, 2003, sy. 304, Nisan, s. 14-17.
Yıldırım, Ali, “Fuzûlî’nin Beng u Bâde Mesnevîsi ve Bâde Sembolü”, F.Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 2004, c. 14, sy. 2, s. 139-47.
Yıldırım, Talip, “Ubeydu’llâh Hân’ın ki Eseri: Gayret-nâme Mesnevîsi ve Salavât-nâme”,
Modern Türklük Aratırmaları Dergisi, 2006, c. 3, sy. 1, s. 89-102.
Yıldız, Alim, “brahim Gülenî’nin Pend-nâme’si”, Dokuz Eylül Üniversitesi lahiyat
Fakültesi Dergisi, 2002, sy. 16, 2002, s. 57-95.
Yıldız, Alim, “Edebiyatımızda Mevlid ve Bazı Mevlidlerin Yazılı Sebepleri”, Somuncu
Baba, 2006, sy. 66, s. 34-37.
Yıldız, Alim, “akir Ahmed Paa’nın Tertîb-i Nefîs Mesnevisi”, C.Ü. lahiyat Fakültesi
Dergisi, 2008, XII/2, s. 179-223.
Yıldız, Alpay Doan, “Eski Bir Bahçenin Yeniden Düzenlenii Ya da Fuzûlî’nin Hikâye-i
Leylâ ve Mecnûn’u Sunuu”, Bilig, 2004, sy. 29, Bahar, 2004, s. 201-22.
Yıldız, Osman, “Cemâli-i Karamânî ve Miftâhu’l-ferec‘i” Süleyman Demirel Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1996, sy. 2, Isparta, s. 271-92.
Yıldız Aye, “Tercüme Kavramı ve Türkçe Mesnevîlerde Tercüme Meselesinin Klâsik
Edebiyatlar Balamında Yorumlanması Denemesi”, Turkish Studies [Klâsik Türk
Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN Anısına], 2009, c. 4/7, s. 939-54.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
695
695
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Yılmaz, Kâif, "Fakirî'nin Kanunî'ye Sunduu Risâle-i Ta'rîfât Adlı Eserinin Kültür ve
Medeniyet Tarihimiz Açısından Önemi", Yedi klim, 1993, sy. 43, s. 44-46.
Yılmaz, Kâif, "Edirneli Güftî Ali ve Terîfâtu'-u'arâ'sı", Yedi klim, 1994, sy. 47, s. 11618.
Yolda, Kazım, “Kutadgu Bilig ’de slâmî Unsurlar”, Yedi klim, 2001, sy. 134, Mayıs, s. 4449.
Yöntem, Ali Canip, "Hayriye, Lutfiye", stanbul Mecmuası, 1945, sy. 3, s. 8.
Yöntem, Ali Canip, "Hakanî Mehmed Bey, Hayatı ve Eserlerine Dair ncelemeler", stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1948, c. II, sy. 1-2, s. 4346.
Yurtsever, M. Murat, "Lâmi'î Çelebi'nin Bursa ehrengizi'nde Mekân Tasvirleri", Uluda
Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi, 1987, c. II, sy. 2, s. 243-52.
Yücel, Bilal, “Kaygusuz Abdal’ın Budalanâmesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 2003,
sy. 2, Sivas, s. 41-120.
Yüksel, Hasan, "mam Mahlaslı Bir airin Ortaya Çıkan Mesnevî Tarzındaki Yazma Bir
Eseri", Kızılırmak, 1992, yıl 1, sy. 7, Temmuz, s. 5.
Yüksel, Sedit, "Ik-nâme Üzerine Açıklamalar", Türk Dili, 1970, c. XXI, sy. 220, s. 291-95.
Yüksel, Sedit, "Sohbetü'l-esmâr Fuzûlî'nin Deildir", Türkoloji Dergisi, 1972, c. IV, sy. 1, s.
115-36.
Zajaczkowski, Ananiasz, "Zabytek jezykowy ze Zlotej Ordy, 'Husräv u irin' Qutba",
Rocznik Orientalistyczny, 1954, c. XIX, s. 45-123.
Zajaczkowski, Ananiasz, "Opisy Zaloby (jas) w tureckiej wersji poematu 'Husrev u irin' ze
Zlotej Ordy", Rocznik Orientalistyczny, Memorial St. Schayer, 1957, c. XXI, s. 517-26.
Zavotçu, Gencay, "Türk Edebiyatı'nda Yazılmı Gül ve Bülbül Hikâyeleri", Kültür Dünyası,
1998, sy. 14, stanbul, s. 44-50.
Zavotçu, Gencay, "Mevlânâ Adına Kayıtlı Küçük Bir Mesnevî: Bülbül-nâme", Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1998, sy. 9, Erzurum, s. 79-88.
Zavotçu, Gencay, "Türk Edebiyatı'nda Gül ü Bülbül", Türkler , c. 5, editörler Hasan Celâl
Güzel - Kemal Çiçek - Salim Koca, Ankara: Yeni Türkiye, 2002, s. 896-902.
Zavotçu, Gencay, “Hamdullah Hamdî ve Yûsuf u Züleyhâ Mesnevisi Hakkında Bazı
Tespitler”, Ak linden Gönül Dilinden nciler, stanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık,
2009, s. 303-27
Zavotçu, Gencay, “Mevlânâ ’nın Mesnevi’sindeki Hikâyelere Genel Bir Bakı”, Ak linden
Gönül Dilinden nciler, stanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2009, s. 446-64.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
VI. Bildiri Bibliyografyası
Abdelmaksoud, Belal Saber, “Lârendeli Hamdî ’nin Leylâ ve Mecnûn Dîvanına Bir Bakı”,
Prof. Dr. Abdülkadir KARAHAN’ın Anısına Uluslar arası Divân Edebiyatı Sempozyumu
[27-28 Mayıs 2008], stanbul: Beykoz Belediyesi Kültür Yay., 2008, s. 343-55.
Abdulkadirolu, Abdulkerim, "Bursalı smail Beli'in Sergüzet-nâme'sinde Tokat ve
Nuhbetü'l-âsâr'daki Tokatlı airler", Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu,
2-6 Temmuz 1986, Ankara: Tokat Valilii eyhülislâm bn Kemal Aratırma Merkezi,
1987, s. 535-47.
Açıkgöz, Namık, "Leylâ ve Mecnûn Minyatürleri", (500. Yılında Fuzûlî Sempozyumu
Bildirileri), Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyük ehir Belediyesi Kültür leri Dairesi
Bakanlıı, 1996, s. 249-54.
Ahmed, Vedat S., “Bulgaristan Müslümanları Arasında Mevlid Gelenei”, Süleymân Çelebi
ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
*
*
696
696
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 370-80.
Akar, Metin, "Gülehrî'nin Felek-nâme'sinde Mucize Motifler", XX. Ahîlik Bayramı Kongresi
Bildirileri, 1-2 Eylül 1984, Kırehir, Konevî, II, 1985, s. 13-16.
Akar, Metin, "Yûsuf-ı Meddâh'ın Dâstân-ı blis'inin Kaynaı", Beinci Milletlerarası
Türkoloji Kongresi,stanbul 23-28 Eylül 1985, Tebliler, II. Türk Edebiyatı, I, 1985, 17.
Akçay, Ali hsan, “Gönenli Yahya b. Bahî ve Mevlidi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid
[Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20
Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi
yay., 2008, s. 321-33.
Akku, Metin, "Edebiyatımızda Ahi tipi ve Esrar Dede Fütüvvetname'sinde Ahi Tipi", I. Ahi
Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M.
Fatih Köksal, c. 1, Kırehir 2005, s. 15-23.
Akku, Mehmet, “Çerkeli Mehmet Hilmî Efendi ve Manzûm Mevlid’i”, Geçmiten Gelecee
Çankırı –III. Çankırı Kültürü Bilgi öleni Bildirileri, 28-29 Eylül 2005 -, Çankırı 2005, s.
41-79.
Akku, Mehmet, “Prof. Dr. Hüseyin Mucîb ve Vesîletü’n-Necât’ın Arapça Tercümesi”,
Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi
Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa:
Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 396-405.
Aksoy, Hasan, "emseddin Sivasî'nin Gülen-âbâd Adlı Mesnevîsi'nde "Gül"", Gül Kitabı
[Gül Kültürü Üzerine Düünceler], Isparta, 2005, s. 69-77.
Aksoy, Hasan, “emsî Mevlid’inde Süleymân Çelebi zleri”, Süleymân Çelebi ve Mevlid
[Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20
Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi
yay., 2008, s. 270-81.
Aksoyak, . Hakkı, “XVIII. Yüzyıl airi Edirneli Nâtık’ın Kaleminden Edirne’de Bir Ak
Hikâyesi”, 1. Edirne Kültür Aratırmaları Sempozyumu Bildirileri (23-25 Ekim 2003),
trhs.: 573-88.
Akta, erif, "Bir Anlayıın Romanı: Hüsn ü Ak" (eyh Gâlib Sempozyumu Bildirileri, 1718 Mart 1995, stanbul), eyh Galib Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi
Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., 1995, s. 123-30.
Aliyev, Sabir, “Leylî ile Mecnun’da airin Tanrı ve nsan Sevgisi”, (500. Yılında Fuzûlî
Sempozyumu Bildirileri), Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür
leri Daire Bakanlıı Yay., 1996, s. 245-47.
Araslı, Hamit, “Gülehrî ve Genceli Nizamî”, XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel
Bildiriler 1966, Ankara, 1968, s. 29-37.
Aslanov, Vâkıf I., “Nizami “Hemse”sinde Türkizmler”, Beinci Milletler Arası Türkoloji
Kongresi stanbul 23-28 Eylül 1985 Tebliler I. Türk Dili, stanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türkiyat Aratırma Merkezi, c. 2, stanbul 1987, s. 17-22.
Ate, Erdoan, “Geçmiten Günümüze Mevlit craları ve önemli Mevlithanlar”, Süleymân
Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 437-46.
Ateeolu, Kemal, “Gürcistan’da (Acara-Batum’da) Mevlid Gelenei’nin Önemi, slam’ı
Koruma ve Yaatma Açısından Rolü”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve
Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa],
*
*
*
*
697
697
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s.
392-95.
Ayan, Gönül, “Attâr, Esrâr-nâme’si ve Mevlânâ ”, Selçuk Üniversitesi, II. Milletler Arası
Mevlânâ Kongresi, 3 – 5 Mayıs 1990 (Tebliler) Konya/Türkiye, Konya 1991.
Ayan, Gönül, “Osmanlı htiamının Muhteem ki Mesnevîsi”, Uluslararası Kuruluunun
700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi 07-09 Nisan 1999:
Bildiriler, Yayına Hzr. Alâaddin Aköz-Bayram Ürekli-Ruhi Özcan, Konya: Selçuk
Üniversitesi, 2000, s. 341-45.
Ayan, Hüseyin, “Onsekiz Beyte ki Türlü Bakı”, Selçuk Üniversitesi I. Mevlâna Kongresi
[Tebliler] 3-5 Mayıs 1985, Konya 1986, s. 325-30.
Ayan, Hüseyin, “Mesnevîler Manzûm Romanlarımız Olabilir mi?”, Uluslararası
Kuruluunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi 07-09
Nisan 1999: Bildiriler, Yayına Hzr. Alâaddin Aköz-Bayram Ürekli-Ruhi Özcan, Konya:
Selçuk Üniversitesi, 2000, s. 69-71.
Aydemir, Yaar, “Vücûdî’nin stanbul zlenimleri”, I. Uluslararası Türk Edebiyatında
stanbul Sempozyumu Bildirileri (3-5 Nisan 2008, stanbul, editörler: Erol Ülgen-Emin
Özba, stanbul, 2009, s. 151-62.
Beyzadeolu, Süreyya, “ki Ahlâk ve Nasihat Kitabı Hayriye ve Lutfiyye’nin Ortak
Özellikleri”, 1. Kırehir Kültür Aratırmaları Bilgi öleni (8-10 Ekim 2003) Bildiriler,
haz. Ahmet Günen, Kırehir 2004, s. 67-86.
Boz, Erdoan, “Hüsrev ü irin’de Kafiye Oluturan Türkçe Kelimeler”, Dumlupınar
Üniversitesi 4-5 Haziran 1998 Kütahyalı airler Sempozyumu – I, Kütahya, 2000, s. 5974.
Buluç, Sadettin, "Dursun Fakih'in Gazavat-nâme'si", X. Türk Dil Kurultayında Okunan
Bilimsel Bildiriler 1963, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1964, s. 11-22.
Csirkés, Ferenc Péter, “Lutfi and the Gul u Navruz”, Altaica BudapeStinensia MMII:
Proceedings of the 45th Permanent International Altaistic Conference Budapest, June 2328, 2002. Edited by Alice Sárközi and Attila Rákos, Budapest: Eötvös Loránd University,
2003, s. 79-86.
Cunbur, Müjgân, “Gülehrî ile Kaygusuz Abdal’ın iirlerini Kapsayan, XV. Yüzyıldan Kalan
Bir Mecmua”, X. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler-1963, Ankara, 1964,
s. 25-28.
Cunbur, Müjgân, “Yunus Emre’ye Göre Akıl ve Kutadgu Bilig ile Karılatırılması”,
Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 7-10 Ekim 1991, Ankara:
Atatürk Kültür Merkezi, 1995, s. 421-42.
Çakır, Müjgan, “Câmasb-nâme’deki Sofra Kültürü ve Yemek Adlarına Dair”, Türk Mutfak
Kültürü Üzerine Aratırmalar, Ankara: Türk Halk Kültürünü Aratırma ve Tanıtma
Vakfı, 1999, s. 11-26.
Çelebiolu, Âmil, “Muhtelif erhlere Göre Mesnevî’nin lk Beytiyle lgili Düünceler”,
Selçuk Üniversitesi I. Mevlâna Kongresi [Tebliler] 3-5 Mayıs 1985, Konya 1986, s. 527.
Çelebiolu, Âmil, “Akemseddinzade Hamdullah Çelebi ve Pend-name’si”, I. Akemseddin
Sempozyumu (25-27 Mayıs 1988), Tebliler, Bolu-Göynük, 1988, s. 34-60.
Çetin, smet, "Tursun Fakih, Hayatı ve Eserleri", I. Türk Kültürü ve Hacı Bekta Veli
Sempozyumu Bildirileri (22-24 Ekim 1998), Ankara, 1999, s. 93-98.
Çınar, Aliye, “Süleymân Çelebi’nin Mevlid (Vesîletü’n-necât)’inde Miraç”, Süleymân Çelebi
ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 127-42.
*
*
*
*
*
*
*
*
698
698
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Çöm, Erol, “emseddîn-i Sivasî’nin bret-nümâ’sında Sosyal Tenkit”, Süleyman Demirel
Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Böl., I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı
Sempozyumu, 23-26 Ekim 2007, Bildiriler, editörler: Abdurrahman Özkan, Selami Turan,
Isparta, 2008: 201-208.
Derdiyok, . Çetin, "Mesnevî-i Ma'nevî'de Leylâ ve Mecnûn", 9. Mevlâna Kongresi
(Tebliler) 15-16 Aralık 1997, Konya, 1997, s. 75-84.
Derdiyok, . Çetin, “Cemâlî ve Eserleriyle lgili Çalımalar”, Dumlupınar Üniversitesi 4-5
Haziran 1998 Kütahyalı airler Sempozyumu – I, Kütahya, 2000, s. 204-11.
Dizdari, Islam, “Mevludet Në Gjuhën Shqipe u Ndikuan Nga Mevludi i Sulejman Çelebiut”,
Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi
Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa:
Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 352-69.
Erdal, Kelime, “Halide Edib Adıvar’ın Eserlerinde Mevlid”, Süleymân Çelebi ve Mevlid
[Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20
Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi
yay., 2008, s. 235-47.
Erolu, Süleyman, “Vesîletü’n-necât’ta Ahenk Unsurları”, Süleymân Çelebi ve Mevlid
[Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20
Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi
yay., 2008, s. 219-34.
Esir, Hasan Ali, “brahim bn-i Bâlî’nin Hikmet-nâme’sinde stanbul”, I. Uluslararası Türk
Edebiyatında stanbul Sempozyumu Bildirileri (3-5 Nisan 2008, stanbul, editörler: Erol
Ülgen-Emin Özba, stanbul, 2009, s. 407-16.
Fazilov, Ergash, “Yusuf Amîrî Dah-nâma Sinin lmiy-Tankidiy Matni”, IV. Uluslararası
Türk Dili Kurultayı Bildirileri I [24-29 Eylül 2000), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.,
2007, s. 605-12.
Flemming, Barbara, “Beylikler Devrinin Bir Romantik Mesnevisi: Fahrî’nin Husrev u
îrîn’i”, I. Milletler Arası Türkoloji Kongresi [stanbul, 15-20.X.1973] Tebliler, 2. Türk
Dili ve Edebiyatı, stanbul 1979, ss. 325-9.
Gafarov, Raim, “Günümüz Kırım’ında Mevlid”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı
ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa],
editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s.
388-92.
Güler, Kadir, “brahim Bey Divanı mı, Tennurî’nin Gülen-i Niyâz’ı mı?”, Kayseri ve Yöresi
Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi öleni (12-13 Nisan 2001) Bildiriler I, Kayseri: Erciyes
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yay., 2001, s. 34346.
Gülsevin, Gürer, “Kutadgu Bilig ’de Denk-Çiftlerin Kullanılmasında Vezin Kaynaklı
Tercihler”,Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Böl., I. Uluslar
arası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu, 23-26 Ekim 2007, Bildiriler, editörler:
Abdurrahman Özkan, Selami Turan, Isparta, 2008: 287-96.
Güngör, eyma, “Âık Paa ve Karacaolan’da Yiitlik (Alplık) Anlayıı”, II. Âık Paa
Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün
Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 96-110.
Günen, Ahmet, "Garîb-nâme'de Ahilik zleri", I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları
Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M. Fatih Köksal, c. 1, Kırehir 2005, s.
499-510.
*
*
*
*
*
*
*
699
699
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Günen, Ahmet, “Âık Paa ve Garîb-nâme’nin Anadolu Türk Yazı Dili Tarihi çindeki Yeri
ve Önemi”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler:
Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 51-68.
Gürer, Abdulkadir, “Pîr Muhammed’in Tarîkat-nâmesi”, Mustafa Canpolat Armaanı [Dil ve
Edebiyat Aratırmaları Sempozyumu - 2003], yayımlayanlar: Aysu Ata - Mehmet Ölmez,
Ankara, 2003, s. 67-70.
Gürgendereli, Müberra, “Edirneli Örfî ve Mesnevîleri”, 1. Edirne Kültür Aratırmaları
Sempozyumu Bildirileri (23-25 Ekim 2003), trhs.: 445-55.
Hatibolu, brahim, “Hadis Arka Planı ve Kaynakları Açısından Vesîletü’n-necât”, Süleymân
Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 95-105.
Hızlı, Mefail, “Mevlid’e Dair Bazı Belgeler ve Bilgiler”, Süleymân Çelebi ve Mevlid
[Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20
Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi
yay., 2008, s. 43-50.
Holbrook, Victoria Rowe, "Mazmun mu Klie Yoksa Devralınmı Mazmun Kavramı mı?
Galib'in Hayalinde Renk ve Yorum", (eyh Gâlib Sempozyumu Bildirileri, 17-18 Mart
1995, stanbul), eyh Galib Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri
Daire Bakanlıı Yay., 1995, s. 131-41.
zzeti, Metin, “Rumeli nsanında Peygamber Sevgisi ve Mevlid Gelenei”, Süleymân Çelebi
ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 345-51.
Kaçar, Burhan, “Gâzîlik Ruhunun Ahmedî’nin skender-nâme’sinde zleri”, 4-5 Haziran
1998, Kütahyalı airler Sempozyumu I, Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi, 2000, s. 46470.
Kadıolu, Selim, “Nâbî’nin Hayriyye’sinin Mebhas-ı Lâzıme-i Hikmet ü Tıb Bölümü: air
Gözüyle 17. Yüzyıl Osmanlı Tıbbına Eletirel Bir Bakı”, Osmanlı Dünyasında Bilim ve
Eitim Milletlerarası Kongresi, stanbul, 12-15 Nisan 1999: Tebliler, Derleyen Hidayet
Y. Nuholu, stanbul: IRCICA, 2001, s. 417-35.
Kalkıım, Muhsin, “Mesnevî’nin lk Dört Beytine eyh Gâlib’in Yaptıı erh”, Süleyman
Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Böl., I. Uluslar arası Türk Dili ve
Edebiyatı Sempozyumu, 23-26 Ekim 2007, Bildiriler, editörler: Abdurrahman Özkan,
Selami Turan, Isparta, 2008: 317-22.
Kara, Mustafa, “Bursa’da Yazılan Bir Mevlid”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı
ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa],
editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s.
282-96.
Karacan, Turgut, "Kusurî ve Keriman-ı Dilîr Hikâyesi", Beinci Milletlerarası Türkoloji
Kongresi stanbul 23-28 Eylül 1985, Tebliler II, stanbul, 1988, s. 407-20.
Karata, Ali hsan, “Osmanlı Toplumunda Mevlid Vakıfları –Bursa Örnei-”, Süleymân
Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 34-42.
Kartal, Ahmet, "Attâr'ın Mantıku't-tayr'ı ile Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ının Mukayesesi", 1.
Kırehir Kültür Aratırmaları Bilgi öleni (8-10 Ekim 2003) Bildiriler, haz. Ahmet
Günen, Kırehir 2004, s. 297-329.
*
*
*
*
700
700
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Kartal, Ahmet, "Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ında Yer Alan Fütüvvetle lgili Manzumesi", I.
Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M.
Fatih Köksal, c. 2, Kırehir 2005, s. 585-95.
Kavcar, Cahit, “bni Kemal’in airlii ve Yusuf u Züleyha’sı”, Türk Tarihinde ve Kültüründe
Tokat Sempozyumu, 2-6 Temmuz 1986, Ankara, 1987, s. 587-94.
Kaya, Nevzat, “Âık Paa Garîb-nâme’sinin Süleymaniye Kütüphanesinde Bulunan
Nüshaları”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler:
Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 135-44.
Kaymaz, Zeki, "Varka ve Gülâh Mesnevîsinin Malatya'daki Bir Nushası Üzerine", II. Battal
Gazi ve Malatya Çevresi Halk Kültürü Sempozyumu [19-21 Eylül 1987], 1988, s. 163-66.
Kaymaz, Zeki, “Âık Paa’nın Yayımlanmamı Bir iiri Üzerine”, II. Âık Paa Sempozyumu
[7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul:
Beir Kitabevi, 2008, s. 145-54.
Kemikli, Bilal, “Süleymân Çelebi’nin Muhiti-Vesîletü’n-necat’ın Yazıldıı Ortam Üzerine
Bazı Deerlendirmeler”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri]
[Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör:
Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 17-23.
Koçin, Abdulhakim, “Vesîletü’n-necât’taki Duaların Münacat Türü Açısından
Deerlendirilmesi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar
arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa KaraBilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 115-26.
Korkmaz, Zeynep, "Eski Anadolu Türkçesinin ki Ürünü ve Yazarları Üzerine (Dâsitân-ı
Hanefî ve Dâsitân-ı Mihr ü Vefâ)", XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Okunan Bilimsel
Bildiriler 1966, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1968, s. 17-27.
Kurnaz, Cemal, “Kastamonulu Vahyî ve Mi’râcu’l-beyân’ı”, Birinci Kastamonu Kültür
Sempozyumu, 20-22 Mayıs 2000, Kastamonu: Kastamonu Valilii, 2001, s. 231-44.
Kurnaz, Cemal, “Mevlit, Bir Vuslat iiri Olarak Okunabilir mi?”, Süleymân Çelebi ve Mevlid
[Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20
Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi
yay., 2008, s. 106-114.
Kurt, Ali Osman, “Süleymân Çelebi’nin Vesîletü’n-necât simli Eserinin Mitolojik Açıdan
Deerlendirilmesi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar
arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa KaraBilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 156-70.
Kuru, Selim S., “Lami’i Çelebi’nin Gözüyle Bursa”, Osman Gazi ve Bursa Sempozyumu
“Payitaht Bursa’nın Kültürel ve Ekonomik likileri” [04-05 Nisan 2005-Bursa], editör:
Cafer Çiftçi, Bursa 2004, s. 215-24.
Kuru, Selim S., “Mesnevi Biçiminde Ak Hali: Birinci Tekil ahıs Anlatılar Olarak Fürkatnâme, Heves-nâme Üzerinden Bir Deerlendirme”, Nazımdan Nesire Edebî Türler (25
Nisan 2008) Bildiriler, Hzrlr. Hatice Aynur vd., stanbul: Turkuaz, 2009, s. 168-83.
Levend, Âgâh Sırrı, “Bilinmiyen Bir Yazarın Bilinmeyen Bir Eseri: Tutmacı’nın Gül ü
Hüsrev Mesnevisi”, VIII. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1957,
Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1960, s. 169-74.
Mazıolu, Hasibe, "Anadolu 'da 13. Yüzyıl Ürünlerinden Yeni Bir Eser", X. Türk Dil
Kurultayı Bilimsel Bildirileri 1963, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1964, s. 75-79.
Mazıolu, Hasibe, "Yeni Mevlid Metinleri", I. Türk Dili Bilimsel Kurultayına Sunulan
Bildiriler (Ankara 27-29 Eylül 1972), Bilimsel Bildiriler 1972, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yay., 1975, s. 73-95.
*
*
*
*
*
*
*
701
701
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Mazıolu, Hasibe, "Mesnevî’nin Türkçe Manzum Tercüme ve erhleri",Ölümünün 700. Yıl
Dönümü Uluslar arası Mevlânâ Semineri (15-17 Aralık), Ankara: Türkiye Bankası
Yay., 1972, s. 275-96.
Mazıolu, Hasibe, “Kanunî’nin Olu ehzade Bâyezîd çin Yapılan Pend-nâme-i Attâr
Çevirisi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara: 11-15 Ekim 1976, Kongreye Sunulan
Bildiriler II. Cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1981, s. 1183-93.
Mazıolu, Hasibe, “Dede Ömer Rûenî ve Çoban-nâme’si”, I. Milletlerararı Mevlânâ
Kongresi Teblileri (3- 5 Mayıs 1987), Konya: Selçuk Üniversitesi Yay., 1988, s. 49-57.
Memmedova, Elmira, “Nizami Zöhrabî’nin Fatih Mesnevisi, I. Uluslararası Türk
Edebiyatında stanbul Sempozyumu Bildirileri (3-5 Nisan 2008, stanbul, editörler: Erol
Ülgen-Emin Özba, stanbul, 2009, s. 763-72.
Mengi, Mine, “Garîbnâme’de 14. yy. Anadolu ’sunun Toplum Yapısına likin Bilgiler”, XI.
Uluslararası Türk Tarih Kongresi, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1990.
Mermutlu, Bedri, “Besteli Mevlid Meselesi”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve
Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa],
editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s.
414-36.
Nametak, Fehim, “Bosna-Hersek’te Mevlit Gelenei”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [YazılııYayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim
Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay.,
2008, s. 381-87.
Ocak, Tulga, "Nâbî'nin Hayriyye'sinde Bir Türk Gencinin Eitimiyle lgili Görüleri ve
Seçilecek Meslekler", 16-19 Kasım 1987 anlıurfa ve Güneydou Anadolu Projesi (GAP)
Sempozyumu Bildirileri, 1988, s. 189-205.
Okuyucu, Cihan “Ahmet Yesevî’nin Anadolu ’daki Temsilcileri Yunus Emre ile Aık Paa
Arasındaki Fikir Akrabalıı”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri
(26-29 Mayıs 1993), Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yay., 1993, s. 307-32.
Okuyucu, Cihan, “Cemâlî ve Miftâhu’l-ferec’i”, Dumlupınar Üniversitesi 4-5 Haziran 1998
Kütahyalı airler Sempozyumu – I, Kütahya, 2000, s. 178-94.
Orhanolu, Hayrettin, “Fuzûlî’nin Leylâ e Mecnûn Adlı Eserinde Maddî Unsurlar”, Yakın
Dou Üniversitesi I. Uluslararası Türk Dünyası air ve Yazarları Sempozyumu:
Fuzûlî’nin Türk Kültür ve Sanat Dünyasındaki Yeri, Bildiriler Kitabı 28-31 Mayıs 2008,
KKTC - Lefkoa, Hzrlr. Ömer Yaraır-Mustafa Yeniasır-Selma Korkmaz, Lefkoa, 2009,
s. 201-16.
Oruçolu, lhami, “Vesîletü’n-necât’taki Peygamber Tasavvuruna Yönelik Eletiriler”,
Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi
Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa:
Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 171-74.
Önler, Zafer, "Kutadgu Bilig 'de Ög ve Uku Kavramları", Mustafa Canpolat Armaanı [Dil
ve Edebiyat Aratırmaları Sempozyumu - 2003], yayımlayanlar: Aysu Ata - Mehmet
Ölmez, Ankara, 2003, s. 153-60.
Özkan, Mustafa, “eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’i ve Rûmî’nin îr ”, Dumlupınar
Üniversitesi 4-5 Haziran 1998 Kütahyalı airler Sempozyumu – I, Kütahya, 2000, s. 12137.
Özkan, Mustafa, “Âık Paa ve Çadalarının Türk Diline Hizmetleri”, II. Âık Paa
Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün
Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 162-77.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
702
702
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Özyıldırım, Ali Emre, “Sergüzet-nâmeler Üzerine Hasbihâl veya Hasbihâlin Sergüzeti”,
Nazımdan Nesire Edebî Türler (25 Nisan 2008) Bildiriler, Hzrlr. Hatice Aynur vd.,
stanbul: Turkuaz, 2009, s. 134-65.
Salam, smail, “Mevlid Merasimlerinin Yaygın Din Eitimi Açısından Deerlendirilmesi”,
Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi
Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa:
Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 334-42.
Sakaolu, Saim, “Mesnevî’deki Hikâyelerin Kaynakları ve Tesirleri”, Selçuk Üniversitesi I.
Mevlâna Kongresi [Tebliler] 3-5 Mayıs 1985, Konya: Selçuk Üniversitesi Yay., 1986, s.
105-13.
Sarıkaya, Erdem, “Gelenein Son Sedalarından Keçecizâde zzet Molla ve “Gülen-i Ak””,
I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Örenci Kongresi TUDOK 2006, 11-13 Eylül
2006, stanbul Kültür Üniversitesi Ataköy-stanbul, stanbul: stanbul Kültür Üniversitesi
Yay., 2008, s. 321-46.
Schmidt, Jan, “Firdevsî’nin ehnâme’sinin Osmanlılar Tarafından Alımlanması”, Nazımdan
Nesire Edebî Türler (25 Nisan 2008) Bildiriler, Hzrlr. Hatice Aynur vd., stanbul:
Turkuaz, 2009, s. 184-96.
Sertkaya, Aye Gül, “Seydi Ahmet Mirza’nın Taauk-nâme Adlı Mesnevisinin Yeni Bir
Yazma Nüshası Üzerine”, IV. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II [24-29 Eylül
2000), Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 2007, s. 1621-26.
Süreli, Bahadır, “Yerelleme ve “Modernleme” Balamında Sünbülzâde Vehbî’nin evkengîz’i”, I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Örenci Kongresi TUDOK 2006, 11-13
Eylül 2006, stanbul Kültür Üniversitesi Ataköy-stanbul, stanbul: stanbul Kültür
Üniversitesi Yay., 2008, s. 347-52.
eker, Mehmet, “Terîfât-ı kadîme’ye Göre Mevlid Alayı”, Süleymân Çelebi ve Mevlid
[Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20
Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi
yay., 2008, s. 51-58.
Tanındı, Zeren, “Siyer-i Nebî’de Mevlid Metni ve Görsel mgeleri”, Süleymân Çelebi ve
Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 87-94.
Tatcı, Mustafa, “Hüseyin Vassâf Bey’in Mevlid erhi: Gülzâr-ı Ak”, Süleymân Çelebi ve
Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 251-69.
Tek, Abdurrezak, “Mevlid’de Hakîkat-i Muhammediyye Vurgusu”, Süleymân Çelebi ve
Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 175-81.
Tekin, Gönül, “Cemâh u Alemâh”, Süleymân the Magnificent and His Time, Edited by Halil
nalcık and Cemal Kafadar, stanbul: The ISIS Pres, 1993, s. 369-79.
Toygar, Kâmil, "Türkiye'de "Mevlid" Çevresinde Meydana Gelen Folklorik Unsurlar", II.
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. cilt: Gelenek, Görenek ve nançlar,
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., 1982, s. 517-34.
Trako, Salih, “Ujiçeli brahim Zikri, Vesîletü’n-necât Aolı Bursalı Süleymân Çelebi
Mevlîdinin arihi”, Beinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi stanbul 23-28 Eylül 1985,
Tebliler II, stanbul, 1988, s. 407-20.
*
*
*
*
703
703
ESK TÜRK
EDEBYATINDA
AHMET
KARTAL MESNEV
Tunç, Gökhan, “Fuzûlî’nin Leylâ ile Mecnûn Mesnevî’sinin Çada Türk iirindeki zleri”,
Yakın Dou Üniversitesi I. Uluslararası Türk Dünyası air ve Yazarları Sempozyumu:
Fuzûlî’nin Türk Kültür ve Sanat Dünyasındaki Yeri, Bildiriler Kitabı 28-31 Mayıs 2008,
KKTC - Lefkoa, Hzrlr. Ömer Yaraır-Mustafa Yeniasır-Selma Korkmaz, Lefkoa, 2009,
s. 101-10.
Türinay, Necmeddin, "Klâsik Hikâyenin Merhalesi: Hüsn ü Ak", (eyh Gâlib Sempozyumu
Bildirileri, 17-18 Mart 1995, stanbul), eyh Galib Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir
Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., 1995, s. 87-122.
Türinay, Necmeddin, “Klasik Romana ve Leylâ vü Mecnun’a Dair”, Fuzûlî Kitabı, stanbul:
stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay., 1996, s. 223-44.
Türker-Küyel, Mübahat, "Kutadgu Bilig ile Kenzü'l-küberâ Arasında Bir Karılatırma",
Uluslar arası Türk Dili Kongresi 1992 (26 Eylül 1992 - 1 Ekim 1992), Ankara: Türk Dil
Kurumu Yay., 1996, s. 175-88.
Uluda, Süleyman, “Süleymân Çelebi’nin nanç ve Fikir Dünyası”, Süleymân Çelebi ve
Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 182-209.
Uzel, lter, “Erken Osmanlı Döneminde Amasyalı Hekimler”, I. Amasya Aratırmaları
Sempozyumu Bildirileri [13-15 Haziran 2007 Amasya], c. 1, editör: Yavuz Bayram,
Amasya: Amasya Valilii yay., 2008, s. 491-533.
Uzluk, Feridun Nâfiz, “âir Mu’inî Mustafa’nın Mesnevî Çevirisi Mesnevî-i Murâdî”, X.
Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1963, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.,
1964, s. 113-42.
Uzun, Mustafa, “Türkçe Mevlid Edebiyatında Dikkatlerden Kaçan Bir sim Mehmed Fevzi
Efendi ve Mevlidleri”, Süleymân Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar
arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa KaraBilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 297-320.
Ülgen, Erol, “Garipname’nin Yayımlanmasının Hikâyesi”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9
Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir
Kitabevi, 2008: 16-24.
Üst, Sibel, “Kefî ve Te’dîb-nâme”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi
TDE Böl., I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu, 23-26 Ekim 2007,
Bildiriler, editörler: Abdurrahman Özkan, Selami Turan, Isparta, 2008: 651-56.
Yavuz, Kemal, “Mesnevî-i erîf Üzerine Görüler”, Selçuk Üniversitesi I. Mevlâna Kongresi
[Tebliler] 3-5 Mayıs 1985, Konya: Selçuk Üniversitesi Yay., 1986, s. 279-90.
Yavuz, Kemal, "Türk Edebiyatında Mesnevî'den lk Tercüme Hikâyeler ve Bazı Dikkatler",
Uluslar arası Mevlâna Bilgi öleni, Bildiriler, 15-17 Aralık 2000, Ankara: Kültür
Bakanlıı Yay., s. 355-81.
Yavuz, Kemal, "Gülehrî'nin Ahi Bir Hikâyesi", I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları
Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M. Fatih Köksal, c. 2, Kırehir 2005, s.
999-1010.
Yavuz, Kemal, “Âık Paa”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir],
Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 25-32.
Yavuz, Kemal, “Garîb-nâme ve Mantıku’t-tayr le lgili Bazı Tespitler”, II. Âık Paa
Sempozyumu [7-9 Haziran 2001, Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün
Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008, s. 40-50.
Yavuz, Kemal, “Mevlid’in Türkçe Kaynakları, erhleri ve Mevlid Metni Üzerine”, Süleymân
Çelebi ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
*
*
*
*
*
*
*
*
704
704
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 61-86.
Yavuzcan, smail H., “Alman arkiyatçılarından ‘Mevlüt’ Aratırmaları”, Süleymân Çelebi
ve Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 406-13.
Yeniterzi, Emine, “Süleymân Çelebi Mevlidi’nde Na’t Muhtevası”, Süleymân Çelebi ve
Mevlid [Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid
Sempozyumu, 18-20 Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa
Osmangazi Belediyesi yay., 2008, s. 143-55.
Yeti, Kazım, “Garîb-nâme’de Akıl”, II. Âık Paa Sempozyumu [7-9 Haziran 2001,
Kırehir], Bildiriler, editörler: Erol Ülgen – Aygün Ülgen, stanbul: Beir Kitabevi, 2008,
s. 111-34.
Yıldız, Alim, “Üsküdarlı Sâfî ’nin Cidâl-i Sa’dî Bâ-Müddeî Mesnevisi”, Üsküdar
Sempozyumu IV [3-5 Kasım 2006] Bildiriler, editör: Cokun Yılmaz, c. I, stanbul 2007,
s. 587-607.
Yıldırım, Iılay Pınar, "Eref b. Ahmed'in Fütüvvet-nâme'si", I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik
Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, haz. M. Fatih Köksal, c. 2,
Kırehir 2005, s. 1011-21.
Yılmaz, Müslüm, “Hüsn ü Ak’ın Sebeb-i Telifi ve Üzerine Tartımalar”, I. Uluslar arası
Türk Dili ve Edebiyatı Örenci Kongresi TUDOK 2006, 11-13 Eylül 2006, stanbul
Kültür Üniversitesi Ataköy-stanbul, stanbul: stanbul Kültür Üniversitesi Yay., 2008, s.
381-90.
Yücedoru, Tevfik, “nanç Esasları Açısından Vesîletü’n-necât”, Süleymân Çelebi ve Mevlid
[Yazılıı-Yayılıı ve Etkileri] [Uluslar arası Süleymân Çelebi Mevlid Sempozyumu, 18-20
Ekim Bursa], editör: Mustafa Kara-Bilal Kemikli, Bursa: Bursa Osmangazi Belediyesi
yay., 2008, s. 210-18.
Zajaczkowski, A., “Kutb’un Hüsrev ü irin Adlı Eseri Hakkında”, VIII. Türk Dil
Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1957, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay., 1960, s.
159-64.
*
*
*
“Eski Türk Edebiyatında Mesnevî”, Türkiye Aratırmaları Literatür
Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 2007, sy. 10, s. 353-432.
*
705
705
KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR
KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR
706
706
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
707
707
KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR
AHMET KARTAL
902
Aaıdaki beyitlerde bu duruma iaret edilmektedir:
903
Aaıdaki beyitte bu duruma iaret edilmektedir:
904
Aaıdaki beyitlerde bu duruma iaret edilmektedir:
905
708
708
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
709
709
KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR
AHMET KARTAL
906
907
908
909
910
911
()
710
710
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
912
913
914
915
916
917
918
919
920
921
922
“” hecesi vezin gerei kısa okunmalıdır.
Mu
oyunı: metinde “” eklinde
711
711
KERÂMÂT-I AH EVRAN
MESNEVS
AHMET
KARTAL ÜZERNE NOTLAR
923
924
925
926
927
beglere: metinde “begler ()” eklinde harekelenmitir.
712
712
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
928
929
930
931
932
933
713
713
KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR
934
935
AHMET KARTAL
937
938
939
940
941
714
714
RAZ’DAN STANBUL’A
942
943
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
944
946
715
715
KERÂMÂT-I AH EVRAN
MESNEVS
AHMET
KARTAL ÜZERNE NOTLAR
947
948
949
yu vaylar: metinde
951
952
953
716
716
RAZ’DAN STANBUL’A
954
955
956
957
958
959
960
961
962
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
717
717
KERÂMÂT-I AH EVRAN
MESNEVS
AHMET
KARTAL ÜZERNE NOTLAR
963
964
965
966
967
968
969
970
971
718
718
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
972
973
974
975
976
977
978
979
719
719
KERÂMÂT-I AH EVRAN
MESNEVS
AHMET
KARTAL ÜZERNE NOTLAR
980
981
982
983
720
720
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
984
985
986
987
988
989
990
721
721
KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR
AHMET KARTAL
991
992
993
994
995
996
722
722
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
997
998
999
destine: metinde “” eklinde yazılmı olup, bu ekilde de alınabilir.
1000
1001
1002
723
723
AHMET KARTAL
KERÂMÂT-I AH EVRAN MESNEVS ÜZERNE NOTLAR
1003
1004
1005
1006
1007
1008
1009
1010
1011
724
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
1012
1013
1014
1015
1016
1017
725
725
KERÂMÂT-I AH EVRAN
MESNEVS
AHMET
KARTAL ÜZERNE NOTLAR
1018
1019
1020
1021
1022
1023
1024
726
726
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
1025
1026
1027
1028
1029
1030
Bu makale, önce “1. Uluslar arası Ahilik Kültürü ve Kırehir
Sempozyumu (15-17 Ekim 2008 Kırehir)’nda bildiri olarak sunulmu,
daha sonra “Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevîsi Üzerine Notlar”, balıı
aylında Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi (2, 223-42, 2009) nde
yayımlanmıtır.
727
727
EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ’NN KIYÂFET-NÂMES
EYH BABA YÛSUF (? - öl. H. 918 st.)’UN
KIYÂFET-NÂMES
Kıyâfe(t) kelimesi, arapça olup bir bir kimsenin ardından gitmek mânâsına
gelen kavf kökünden mütaktır. Firâset ve kimsenin ardınca olmak, iz sürüp
gitmek mânâlarına gelir.
Bir kimsenin saç, göz, kulak, el, ayak v.s. gibi uzuvlarından ve dı
görünüünden onun ahlâk ve karekter husûsiyetlerini dier bir ifâdeyle
zâhirinden bâtinî vasıflarını tahmin ve tesbit etme ilmine kıyâfet ilmi denir.
Arapça ’da kıyâfet ilmi karılıı olarak daha ziyâde firâset ilmi tâbiri
kullanılmıtır. Kıyâfet ilminin mütehassısına kâyif denir. Türkçe ve Farsçada
ise Kıyâfet-inâs tâbiri daha yaygın olarak kullanılmıtır.
nsanın beden yapısı ile kiilii arasındaki münasebetler çok eski
dönemlerden itibaren ilgi çekmi ve bu konuda çeitli aratırmalar ve gözlemler
yapılmı ve pekçok eser yazılmıtır.
nsanı tiplere göre ayırma teebbüsünde ilk önce milâddan önce V. yüyılda
yaayan Hippocrates (Hipokrat) bulunmutur. Daha sonra Eflâtun, Bukrat,
Câlinus (Galien), ladus ve Aristo da bu konuda aratırma ve inceleme yapmıtır.
Bunların ilm-i kıyâfet ile ilgili olan söz ve eserleri, islâm âleminde yazılan bu
konu ile ilgili eserlerde geçmektedir. Ahlâk-ı Muhsinî’de Sâsâni padiahı
Nûirrevân için hükemâ tarafından bir firâset kitabı yazıldıı ve Nûirrevân’ın
ise, bu kikaba göre hükmettii kayıtlıdır.
Bu konuda islâm dünyasında yazılan ilk eser mam âfiî’ye aittir. Fakat bu
eser kayıptır. el-Kındî’nin Risâlet’ün fi’l-Firâse, Yuhanna ibnü’l-Bıtrık’ın
Aristo’dan Arapçaya çevirdii Kitâbu’s-Siyâse fî tedbîri’r-Riyâse (kinci
makalenin son kısmı kıyâfet ilmiyle alakalıdır), Muhammed ibn-i Zekeriyya
Râzî’nin el-Mansurî (kinci makale kıyâfet ilmiyle alakalı)si bn-i Sinâ’nın
risâlesi ile Ebu’l-kâsım Abdulkerim ibni Havazım Kueyrî’nin Etvâru Selâtini’lmüslimîn’nin bölümü bu türün ilk önemli örnekleridir. Ayrıca Fahreddin-i
Râzî’nin Kitâbü’l-Firâset, Muhyiddin ibnü’l-Arabî’nin et-Tedbirâtü lâhiyye fî
slâhi’l-memleketi’l-insâniyye (sekizinci bâb konuyla alakalı) ile el-Fütûhatü’lmekkiyye (yüzkırksekizinci bâb konuyla alakalı) ile Ebî Tâlibi’l-Ensârî edDımıkî’nin Nazari ve’l-Firâse isimli eserini de bu mevzuda Arapça olarak
yazılan ve tanınmı eserler arasında sayabiliriz.
*
*
*
728
728
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
lk Farsça kıyâfetnâme Kâânî tarafından yazılmıtır. Ayrıca, Dervi
Abdurrahman Mirek’in Tuhfetü’l-Fakîr’ini, Seyyid Ali Hemedânî’nin Zahiretü’l-Mülûk (beinci bâb’ın sonları konuyla alakalı)’u, Hüseyin Vâiz Kaifî’nin
Ahlâk-ı Muhsin’i Farsça olarak yazılan dier önemli eserlerdir.
Bu konuya temas eden ilk Türkçe manzum eser ise, Bedri Dilâd bin
Muhammed Oruc’un Murâd-nâme isimli mesnevisidir. Bu konuda müstakil
yazılan ilk eser ise,Akemseddin Hamdullah Hamdi’nin manzum kıyâfetnamesidir. Ayrıca Firdevsî-i Rûmî’nin Firâset-nâme’si, âbân-ı Sivrihisârî’nin
manzum tercümesi, lyas ibni sa-yı Saruhâni’nin kıyâfet-nâme’si, Abdulmecid
ibni eyh Nasuh’un manzum kıyâfet-nâme’si, Mustafa ibn-i Evranos’un kıyâfetnâme’si, Bâlizâde Mustafa Efendi’nin kıyâfet-nâme’si, Nesîmî’nin Kifâyetü’lFirâse’si, Nideli Visâlî’nin Vesîletü’l-rfân’ı, Lokman bin Hüseyn’in Kıyâfetü’lnsâniyye fî-emâili’l-Osmâniyye’si, Ömer Fânî Efendi’nin Kıyâfet-nâme’si,
Erzurumlu brâhîm Hakkı’nın Kıyâfet-nâme’si, Gevrekzâde Hâfız Hasan’ın
tercümesi..... ni de örnek olarak sayabiliriz. Bu kıyâfet-nâmelerin bir çou mensur
olup, ekserisi Arapçadan tercüme edilmitir. Bunlar arasında tercüme tesirleri az
olan olduu gibi telife yaklaanları da vardır1031.
Bizim tanıtacaımız eser ise, manzum ve hacim itibariyle küçük olup Baba
Yûsuf1032’unMevhûb-ı Mahbûb isimli mesnevisinin içinde, Nasihat-ı Dil-pezir
balıı altında, 55a-56b varaklar arasında yer almaktadır. Aruzun Mefâ’îlün
Mefâ’îlün Fe’ûlün vezniyle yazılan eser toplam 67 beyittir. Eserde geçen:
*
*
Fütûhat sözüdür fe'sma’ ve fa’lem
Bu mezkûr küllisi va'llahu a’lem
Buyurmıdur bu nushı eyh-i Ekmel
O âh-ı evliyâ sultân-ı kümmel
beyitlerden âirin eserini eyh-i Ekmel bn-i Arâbî’nin el-Fütûhatü’l-mekkiyye
adlı eserinden istifade ederek yazdıı anlaılmaktadır.
1031
Kıyâfet-nâmeler hakkında daha geni bilgi için bk: Amil Çelebiolu, Kıyâfe(t) lmi ve
Akemseddinzâde Hamdullah Hamdi ile Erzurumlu brahim Hakkı’nın Kıyâfetnâmeleri, Atatürk
Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi -Ahmet Caferolu Özel Sayısı-, Fasikül: 2, Sayı: 11,
Sevinç Matbaası, Ank. 1979, s. 305-347; Abdülkerim Abdülkadirolu danımanlıında hazırlanan,
Kıyafetnameler Üzerine Bir Aratırma (hzr. Aysel Bilgiç), Gazi Üni. Gazi Eitim Fakültesi, Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü Mezuniyet Tezi, 1987-1988.
Baba Yûsuf, bugün Eskiehir’e balı olan Sivrihisar ilçesinde domutur. Anadolu ’da yetien evliya
zatlardan olan Baba Yûsuf, Hacı Bayram-ı Veli tarikatına mensup olup Akemseddin Hazretleri’nin
halifelerinden olduu tahmin edilmektedir. Sultan II. Bâyezîd, stanbul’da yaptırdıı Bâyezîd
Camii’nin inaati bittii zaman ilk Cuma namazına Baba Yûsuf’u da çaırmıtır. Baba Yûsuf,
namazdan sonra etkili bir vaaz etmi ve bu vaazın etkisiyle dıarıda camiinin açılıını görmek için
gelen üç hiristiyan müslüman olmutur. Bu olaya çok sevinen padiah ile Baba Yûsuf arasında -bu
olaydan sonra- babalık oulluk akdi yapılmıtır. Baba Yûsuf, 1512 tarihinde stanbul’da vefat
etmitir.
*
1032
*
729
729
EYH BABA YÛSUF-I
SVRHSÂRÎ’NN
AHMET
KARTAL KIYÂFET-NÂMES
âir eserine “firâsetden nasihat vereceini,bu nasihata kulak vererek hayır
ve errin kimden geleceini bilerek amel etmemizi” isteyen u beyitlerle
balamaktadır:
Firâsetden sana eyleyeyin pend
Bu pende gû urursan iy hired-mend
Hay(ı)r kimden gelür ya er bu pendi
it bil de ’amel eyle efendi
Yine eserinin sonunda “müstakbel ile hâlin iyi olması için verilen nasihatların
kabul edilmesini, eer kabul edilmesse piman olunacaını, piman olmamak için
ise ulular pendinin zâyi edilmemesi” gerektiini u beyitlerle ifâde etmitir:
Nazar kıl sen bu pende itme ihmâl
Kabûl it nîk ola müstakbel ü hâl
Eger ihmâl iderseñ sen bilürsin
Bilürem ba’dezan nâdim olursın
Ulular pendini eyleme zâyi’
Budur slâm olasın nusha kâni’
Takdim
ettiimiz
metini
hazırlarken
Konya
Koyunolu
Kütüphanesi’nde13291 numarada kayıtlı olan nushayı esas aldık. (K) harfiyle
belirttik. Eski Sivrihisar müftüsü Orhan Ersoy’da bulunan nushaya ait olan
farkları ise dipnotta belirttik ve (S) harfi ile gösterdik.
NASÎHAT-I DL-PEZÎR
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Firâsetden saña eyleyeyin pend
Bu pende gû urursañ iy hired-mend
Hay(ı)r kimden gelür ya er bu pendi
it bil de camel eyle efendi
Baı büyük ola çün âdemüñ bil
cAk(ı)l ehli olur bî-hıkd u bî-gıl
Baı küccük oluncak cakl olur az
Dimek olmaz aña hîc kimsene râz
Kiinüñ ak olup gâyet de teni
Gözi gök olıcak sen diñle meni
Katı yüzlü olup olur edebsüz
Fesâd fısk ehli hâyin ola yüzsüz
Yüzi yumrı olup olsa eñek tar
Baınuñ kılları çok olsa iy yâr
Begâyet müfsid ü irrîr ola ol
Tola ûr erinden carz u hem tûl
Kaç andan olma anuñla musâhib
Ola tâ devletüñ bauñda gâlib
730
730
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
Kılı iri olursa bir kiinün
Usûli ola anuñ her iinün
Bahâdur olur ol dünyâ yüzünde
Melâhat da olur anuñ yüzinde
Kılı yumak olan havf ehli olur
ecîc olmaz camû ol girü kalur
cAzîz çok olsa batnında erüñ kıl
Cev(i)r zulm ehli olur ol eri bil
u kim akar durur zinhâr u zinhâr
Yakın olma ana sacy eyle zinhâr
Gözi gök humrayı olan ziyâde
Odur akar kaçun andan ziyâde
Dimidür Mustafâ akara melcûn
Bu pendi zâyic itme diñle iy hûn
Olursa cebhesi yassı ricâlün
Çok ola fitnesi ol bed-ficâlün
Alın ne teng ne vâsic olsa iy cân
O ahs câlim ola sünnî müsülmân
Erün küccük ola çünki kulagı
Olur sârik o hem tagı vü bâgî
Büyük olsa begâyet echel olur
Düürmez kendüzüni mühmel olur
Uzun olursa ka hem gâyet ince
Olur ser-ke ol er sine varınca
Olursa gözleri yumrı kiinün
Esâsı olmaya hîc bir iinün
Hasûd hâyin ola kâzib vefâsuz
cAmel eylemeye hergiz riyâsuz
Gözi kızıl olan eyler dilîrî
der kalmılara ol dest(i)gîri
Kiinün gözleri oynarsa iy yâr
Cihânda olmaya ol zât vefâ-dâr
Muhil bî-dîn ola tura yirinde
Koya hayrı ola halkun erinde
Burun yassı ola cemmâc olur er
Gice gündüz cimâc itmege iver
Bula çün bucagı bir lahza hâlî
Cimâc olur anuñ derd ü zevâli
Olursa enf büyük yassı vü uzun
Ne bulursa diye bilmeye sözün
Gele bî-had dilinden herze hedyân
Bu as(ı)l ahs bilüñ olmaz müsülmân
Eger büyük küccük olsa erde bîni
cl(i)m ehli ola gözleye dîni
731
731
EYH BABA YÛSUF-I SVRHSÂRÎ’NN KIYÂFET-NÂMES
AHMET KARTAL
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
Agız ki büyük ola dinle pendi
cl(i)m ehli olur kii efendi
Kalın ola lebi çünki kiinün
Anun ardı yüzi olmaz iinün
Dii sık oluban olursa dilek**
Ne ki men dirisem siz anı ilen
Olur câlemde ol bil ehl-i hîle
Özün dûr eyle andan dime hele
Erin seyrek ola agzında dii
Ana fermân ide Tanrı her ii
Müdebbir pür-tabc câkil ola ol*
Müfekkir pür-lut(u)f ihsân ola ol
Yüzi etlü ola çün âdemînün
Ko anı hâline sen sakla dînün
Avurdı sarksa bir ahsun aaga
olsun ko anı oglan uaga
Begâyet câhil ü kec tabc ola ol
Budur tutarısan didüm sana yol
cAmû sârî olup lâgar ola yüz
O ahs bed-hû ola hôd-rây u söz
Söbi ola ki yüz insânda faclem
Hayâsuz olur ol va'llâhu aclem
ri olsa racülde âh tamarlar
Anuñ hakkında kâmiller ne dirler
Buyururlar gazûbdur dirler anı
Bu pendi diñle özün yahı tanı
Bakıncak bir kesün yüzüne fefhem
Tebessüm eylese fe'smac ve faclem
Sadîkundur senün ol Tañrı hâsı
Koma elden aña sen ihtisâsı
Sana eylik irer andan efendi
idüp muhkem it dilde bu pendi
Galîz olsa erin savtı hudâvend
O bed-hû olur ol olmaz hired-mend
Eger gunne olursa kibre dâldür
cAzîzüm kasd u ficli mekr ü âldür
Kasîr olsa cun(u)k mekkâr olur er
Bu pendi kılma zâyic eyle ezber
Dırâz olup cun(u)k ince olursa
Kii korkak olur dacvet kılursa
Kabûl itmen anun sözini zinhâr
Size haclet virür ol âhir-i kâr
Yogun olsa boyun añıl olur er
Kuru ya buldugın yir ol berâder
Bahâdurdur çegini etlü olan
732
732
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
Kaçan beñzeye aña yatlu olan
Çigini tar olan erden hazer kıl
Kabîhdür mezhebi andan güzer kıl
Dırâz ola kolı çünki ricâlün
cAmû me'nûs ol hûb-hısâlün
Kerem lutf ehlidür bî-misl ü mânend
Dil ü cânuñı aña eylegil bend
Kasîr ola kolı çün âdemün bil
O havf ehli olur fe'smac i câkil
Uzun olsa esâbic çünki iy yâr
Bu zât olur sana bil ki vefâ-dâr
u ahs ki münhanîdür ko gümânı
O bed-hûdur anı key yahı tanı
Olanun yagrını yassı efendi
O pür-lutf hulk olur dinle bu pendi
Gele eylükler andan bî-nihâyet
Esah söz de bu durur fi'r-rivâye[t]
Fütûhat sözüdür fe'smac ve faclem
Bu mezkûr küllisi va'llâhu aclem
Buyurmıdur bu nushı eyh-i Ekmel
O âh-ı evliyâ sultân-ı kümmel
Nazar kıl sen bu pende itme ihmâl
Kabûl it nîk ola müstakbel ü hâl
Eger ihmâl idersen sen bilürsin
Bilürem bacdezân nâdim olursın
Ulular pendini eyleme zâyic
1033
Budur slâm olasın nusha kânic
“eyh Baba Yûsuf’un Kıyâfet-nâme’si”, Akademik Bakı, 4, 55-8 (1998).
* Bu mısra’ın vezni bozuktur.
** Bu beytin kâfiyesi bozuktur.
1033
4. oluncak cakl K: olıncak caklı S ; kimsene K: kimesne S // 5. ak K: ag S // 7. iy K: ey S // 8. ûr
errinden K: ûr u erinden S // 9. baunda K: baında S // 11. yüzinde K: yüzünde S // 13. batnıñda
erün K: erün batnında S ; cev(i)r K: cevr ü S // 15. humrayı K: humratı // 16. iy K: ey S // 17. çok K:
çog S // 18. iy K: ey S // 23. hâyin K: hâ’in S ;
vefâsuz K: vefâsız S // 25. iy K ey S // 26.
errinde K: erinde S // 31. büyük K: ne büyük S // 35. ol bil K: bil ol S // 36. eriñ K: erüñ S // 37.
pür-lut(u)f K: pür-lutf u S // 40. didüm saña K: saña didüm S // 42. hayâsuz K: hayasız S // 45.
fefhem K: fe‘fhem S // 46. sadîkundur K: sadîkındur S // 48. erin K:erün S // 51. dacvet K: dacvî S //
54. berâder: bürâder K, S // 56. me’nûs ol K: me’nûsı ol ol S // 57. bi-misl ü K: bi-misli ; ana eylegil
K: eylegil ana S // 59. iy K: ey S // 61. pür-lutf K:pür-lutf u S // 62. bî-nihâyet K: bî-nihâye S // 63.
sözüdür K: sözidür S.
733
733
EYH BABA YÛSUF’UN UHUVVET LE LGL MANZUMES
EYH BABA YÛSUF’UN UHUVVET LE LGL MANZUMES
Sözlükte “erkek karde, arkada, yolda, dost, meslekta, ortak” anlamlarına
gelen ‘ah’ kelimesinden türeyen ‘uhuvvet’, “kardelik” demek olup mecazen
“balılık, dostluk” mânâsında kullanılmaktadır. slâm inancına göre, inananlar
birbirinin kardeidir. Kur’ân’da geçen bazı ayetler, bu hususa delil tekil
etmektedir (bak. Âl-i mrân 3/10; et-Tevbe 9/11; el-Hucurât 49/10; el-Har 59/10).
Ayrıca Hz. Peygamber, Müslümanları din kardeliine balı kalmaya çaırmıtır.
Nitekim hadislerde geçen “din kardei”, “din ve dünya kardei” tabirleri de bu
hususun önemini ifade eder. Sûfîler, ilk dönemlerden itibaren kendi aralarında
farklı gruplar oluturmaya, birbirlerine karde gözüyle bakmaya balamılardır.
Tasavvufun giderek tarikat eklinde kurumsal bir yapı kazanmasıyla birlikte, bu
durum daha da gelimi, ihvan ve pîrdâ olan müritler arasındaki ilikiler daha
düzenli bir hâl almı ve aralarındaki uhuvvet baı gittikçe güçlenmitir. Aynı
tarikat mensupları, kendi aralarında sırf Hak rızasına dayanan samimî bir
dostluun gereklerini yerine getirmenin yanı sıra, tekke düzenine, tarikat
kurallarına, eyhin öütlerine tam anlamıyla uymu, büyüklerini baba, akranını
karde, küçüklerini evlat olarak görmülerdir. Bu samimî dostluun hatırası,
ölümden sonra da devam etmitir. Menâkıb kitaplarında ihvanın sadakatini,
vefâkarlıını ve fedakârlıını gösteren pek çok örnek bulunmaktadır. Ahîlikte ve
fütüvvet ehli arasında da manevî kardelik baına büyük önem verilmitir (Uluda
2000: 580). Nitekim temelde Kur’an ahkâmına ve Hz. Peygamber’in sünnetine
dayandırılan prensipleriyle slâmî anlayıa dorudan balı olan Ahiliin,
tasavvufta önemli bir yeri bulunan ‘uhuvvet’i hatırlatmasından dolayı, Anadolu’da
kolayca yayılıp gelimesi ve kabul görmesi mümkün olmutur (Kazıcı 1988: 540).
Biz bu çalımamızda eyh Baba Yûsuf’un1034 ‘uhuvvet’ ile ilgili manzumesini
tanıtacaız.
*
1034
Baba Yûsuf, bugün Eskiehir’e balı olan Sivrihisar ilçesinde domutur. Anadolu’da yetien evliya
zatlardan olan Baba Yûsuf, Hacı Bayram-ı Veli tarikatına mensup olup Akemseddin Hazretleri’nin
halifelerinden olduu tahmin edilmektedir. Sultan II. Bâyezîd, stanbul’da yaptırdıı Bâyezîd
Camii’nin inaatı bittii zaman ilk Cuma namazına Baba Yûsuf’u da çaırmıtır. Baba Yûsuf,
namazdan sonra etkili bir vaaz etmi ve bu vaazın etkisiyle dıarıda camiinin açılıını görmek için
gelen üç hiristiyan Müslüman olmutur. Bu olaya çok sevinen padiah ile Baba Yûsuf arasında –bu
*
734
734
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Bu manzume, hacim itibariyle küçük olup Baba Yûsuf’ un Mevhûb-ı Mahbûb
isimli mesnevisinin içinde, “Der-Beyn-ı Av
balıı altında, K170a – 171a / S189b191a varakları arasında yer almaktadır. Aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün”
vezniyle yazılan manzume, toplam 44 beyittir.
Baba Yûsuf, manzumesine dinde takva ve uhuvvetin gereklilii ile balar.
âire göre uhuvvetin nutfesi, ‘nûr-ı Hudâ’dır. O nurun yeri ise, Hz.
Peygamber’in sulbüdür. Uhuvvet ehli bu nutfeden yaratıldıı için Hz.
Peygamber onların babasıdır:
Uuvvet nuesi nr-ı uddur
O nruñ yiri lb-i fdur
Bu nueden göründi emr-i tdr
Uuvvet ehlini eyledi tr
a
Uuvvet ehline eb itdi
Hz. Peygamber’in fiili olan uhuvvet, kiiye ‘mevhibet (ihsan)’, ‘saadet’ ve
tarîk-i magfiret (mafiret yolu)’tir. Uhuvvet, “yehd men ye ayetinin sırrıdır.
Bundan dolayı, bütün peygamberler uhuvvet ederek ‘mükemmel’ olmulardır.
Öyleyse, kiinin hodbinlii bırakarak, Hak yolunda uhuvvet etmesi
gerekmektedir. Çünkü kii, ‘kadr-i menzil’i, ‘sadr-i mahfil’i ve ‘terakki’yi
uhuvvet sayesinde bulur. Kii için ‘devlet’ olan uhuvvet, talibe ‘izzet’ verir.
Ayrıca uhuvvet ehli, rûz-ı maherde birbirine efaatçi olacaklardır.
Baba Yûsuf, uhuvvette birçok fayda olduu için onun yolunda gidilmesi
gerektii görüündedir. Çünkü onun yolunda gidenler, ‘edeb’ ve ‘vecd’
kazanırlar ve kendi hayallerine kapılmazlar.
âire göre, uhuvvet ehli, kıyamet gününde Hz. Peygamber’e yakın, bu
âlemde ise kemal ehli olacaklardır. Uhuvvet ehli olmayanlardan ise, hayır
gelmeyecei gibi, ileri de karmakarııktır. Baba Yûsuf, bütün bunlardan dolayı
müminlerin iki cihanda uhuvvet ile kuvvet bulacaı kanaatindedir:
uuvvetdür uuvvet
Viren müminlere dreynde vvet
Takdim ettiimiz metni hazırlarken, Konya Koyunolu Kütüphanesi’nde
13291 numarada kayıtlı olan nüshayı esas aldık. (K) harfiyle belirttik. Eski
olaydan sonra- babalık oulluk akdi yapılmıtır. Baba Yûsuf, 1512 tarihinde stanbul’da vefat
etmitir (eyh Baba Yûsuf’un hayatı ve eserleri hakkında geni bilgi için bkz. Kartal 1998b, 2000c)
735
735
EYH BABA YÛSUF’UN
UHUVVET
LE LGL MANZUMES
AHMET
KARTAL
Sivrihisar müftüsü Orhan Ersoy’da bulunan nüshaya ait olan farklarını ise,
metnin altında belirttik ve (S) harfi ile gösterdik.
DER-BEYN-I AVL'L-- EHL-
RT VE ESRR-I cRFN U B-DLN-I T
S189b
K170a
1
2
3
S190a
4
5
6
7
8
9
10
11
1035
1036
1037
Gerekdür dnde tv vü uuvvet
Lu(u)f u u m dn ü mürüvvet
af bet gerek hem ülfet-i dil
Taallüf itir dilin iki dil
Biriküp et-i a ol gh
Yönelüñ didi l sbiya'llh1035
Uuvvet filidür sun-ı dnüñ
eh-i levlk1036 em-i mürselnüñ
Uuvvet kiiye bil mevhibetdür
Sadetdür r-i mairetdür
Uuvvet sırr-ı yehd men ye1037dur
Vel n-ehle bu bir key beldur
Vel vü enbiy hep külli mürsel
Uuvvet idüp oldılar mükemmel
Uuvvet nuesi nr-ı uddur
O nruñ yiri lb-i fdur
Bu nueden göründi emr-i tdr
Uuvvet ehlini eyledi tr
a
Uuvvet ehline eb itdi
Edebdür kesbleri hem vecd ü lt
“De ki: Allah bana yeter.” Zümer Sûresi (39), âyet 38.
Bu ibâre ( ) “Sen olmasaydın felekleri (kâinâtı) yaratmazdım.” Hadîs-i
kudsîsinden alınmıtır. Hadis Bilginleri, (Sagânî bata olmak üzere), bu sözü uydurma hadisler
arasında gösterirler, lafız itibariyle böyle bir kudsî hadis olmadıını savunurlar. Bu bilginlerden bir
kısmı, bu söz hadis olmasa bile Deylemî'nin bn-i Abbas'tan merfu' (senedinde atlama olsun olmasın
dorudan Hz. Peygamber'e nisbet edilen hadis) olarak rivâyet ettii u hadise, “Cebrâil bana geldi
ve dedi: Allâhu Taâlâ buyuruyor: Ya Muhammed, sen olmasaydın cenneti yaratmazdım.” Baka bir
rivâyette, “Sen olmasaydın cehennemi yaratmazdım.” Baka bir rivâyette, “Sen olmasaydın dünyayı
yaratmazdım.” uyduu için meâl bakımından hadis sayılır derler. (Bak. Aclûnî, Kefü'l-Hafâ, 2/164;
Serdarolu 1966: 99).
“Allah dilediini doru yola erdirir” mânâsına gelen bu söz, Kur'ân-ı Kerim'de âyet bölümü olarak
birçok sûrede geçer: Bakara Sûresi (2), âyet 142, 213, 272; Yûnus Sûresi (10), âyet 25; Ibrahim
Sûresi (14), âyet 4; Nahl Sûresi (16), âyet 93.......
736
736
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
K170b
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
S190b
22
23
24
25
26
27
28
29
30
ayltuñı sen idinmegil Lt
Uuvvet ehline eyleme inkr
ıf(ı) it dilüñi zinhr u zinhr
Tecessüs it nedür avlüñi bil
Yüzüñe gözüñe göre aber l
uñ ruñı çatma efendi
Keml ehli ol olma d-pesend
Kii kendüyi görmek eynetdür
Er olana libs ne meskenetdür
Kim idinürse d-bnligi nat
Giçer boynına anuñ -ı lanet
Olur dem-fat mande en
Dininden çırur aı ol iy cn
Varısa Tañrıdan ger itiyuñ
Bu a(ı)l kiiden kes irtibuñ
Teveccüh idelüm leyl ü nehrı
yalum oca gel nms u rı
Demidür idelüm ey oca çre
Gidelüm ete gel b-sitre
Ceml-i b-ninı gözleyelüm
zin ehl-i rñ izleyelüm
r-i a gel idüp uuvvet
delüm at-ı u u mürüvvet
Uuvvetde bulur er dr-i menzil
Uuvvetde bulur er dr-i mafil
Uuvvetde bulur lib ter
Uuvvetde ider iden ter
Uuvvet libe devlet durur yr
Uuvvet libe izzet virür yr
ef olsa gerek ehl-i uuvvet
(i)rde cem olup ehl-i uuvvet
Biribirini ilte menziline
Yitüre mdına mafiline
Birisinüñ mmı olsa al
Birinüñ esfel olsa Tal
Vire maerde birine birisin
Eger münkiriseñ vara göresin
Bu söz vi durur mübet müberhen
737
737
EYH BABA YÛSUF’UN UHUVVET LE LGL MANZUMES
AHMET KARTAL
Mu d durur degil durur
1038
K171a
1039
1040
31
32
33
34
nef(i) vardur diyelüm
Uuvvet yolını gel gözleyelüm
Uuvvet bil ki sen iy merdüm-i pk
ki el gibidür key eyle idrk
Elüñ birile yursun birisini
dersin pk giderürsin kirini
Bu sözi redd idüp olmandı n-pk
Budur vl-i Resl key eyle idrk
1041
35
36
S191a
37
38
39
1038
1039
1040
1041
ymetde Resle olan reb
Uuvvetde olanlardur murreb
Uuvvet ülfet ü uıla insn
Keml ehli olur lemde ol cn
Olur fal u sa lule mhir
bdet nrı olur anda hir
Muazzez zt olur iki cihnda
Anuñ mili bulunmaz ins ü cnda
Uuvvet ülfet olmasa kiide
“Allâh (C.C.) için karde olanlardan birisinin derecesi (makamı) ahirette dierinden yüksek olursa,
dierini onunla beraber onun makamına çaırır.”
Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Kim Allâh (C.C.) için bir karde edinirse, Allâh (C.C.) onu
cennette hiç bir ameliyle ulaamayacaı bir dereceye (makama) yükseltir.” Bu Hadis-i erifin
kaynaı tespit edilememitir.
Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Allâh (C.C.) kim için hayır dilerse, onu halil (dost, samimi
arkada) ve salih (iyi huylu, müttaki) birisiyle rızıklandırır.” Bu Hadis-i erifin kaynaı tespit
edilememitir.
Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “ki kardein birbiriyle beraber olmasının misali, iki elin
beraber olmasının misali gibidir ki, onlardan her biri dierini yıkar.” Bu Hadis-i erifin kaynaı
tespit edilememitir.
738
738
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
ay(ı)r gelmez piçdür anuñ ii de1042
1043
40
uuvvetdür uuvvet
Viren müminlere dreynde vvet
1044
41
42
43
44
Bu söz var durur nr ehline Allh1045
ad u hem ef virmeye Allh
Anuñıçun ki her zamnda
Eirryıdı anlara cihnda
Erüñ yoldaı pk olmayıc cn
Anuñ yiri olur maerde nrn
Ne izzet bulalar ne d efcat
Ne uld Kever göre ehl-i evet
1046
Nüsha Farkları
m: m K, m S // 3. et-i: eti K, et-i S // 4. eh-i: ehi K,
eh-i S; em-i: em(i) K, em-i S // 7. külli: külli K, küllü S // 8. nr-ı: nrı K,
nr-ı S // 9. göründi: gör itdi K, göründi S; tr: tr K, tr S // 10. Bu beyit
K’da yok. // 12. zinhr u zinhr K: dñi her baber l: aber
aber l S // 14. d-pesendd-pisendnms u: nmsı K, nms u
S // 20. b-sitre K: ey b-sitre S // 21. ceml-i: cemli K, ceml-i S // 29. birisin K:
birin S // 30. degildur: degil durur K, degildur S // 32. uuvvet K: uuvveti S;
merdüm-i pk K: merd-i pk S // 41. var durur: vardur K, var durur S.
1042
1043
1044
1045
1046
Bu mısraın vezninde aksaklık vardır.
Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Mü'min alıan (ülfet, yakınlık gösteren) ve kendisine alıılan
(ülfet ve yakınlık gösterilen) kiidir. Alımayan ve alıılamayan kiide hayır yoktur.” Bu Hadis-i
erifin kaynaı tespit edilememitir.
Ali (Kerrema'llahu veche) buyurdu ki: Kardelere önem verin (balı olun). Çünkü onlar, dünya ve
ahirette destekçidir.
Bu mısraın vezninde aksaklık vardır.
“efaat edenlerin efaati onlara fayda vermez.”
739
739
EYH BABA YÛSUF’UN UHUVVET
LE LGL MANZUMES
AHMET KARTAL
"eyh Baba Yûsuf'un Uhuvvetle lgili Manzumesi", Ahilik
Aratırma Dergisi (AHAD), 1, 69-78 (2004).
740
740
RAZ’DAN STANBUL’A
GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA YER ALAN FÜTÜVVETLE
LGL MANZUMES
Bugünkü bilgilerimize göre XIV. asrın en eski âirlerinden olan Gülehrî,
XIII. asrın sonunda ve XIV. asrın baında yaamıtır. Kaynaklarda hayatına dair
pek az bilgi olan Gülehrî’nin 717/1317’de kaleme aldıı Mantıku’t-tayr’da
geçen bazı beyitlerden onun Kırehir’de zaviye sahibi, müridi çok ve bütün ehir
halkınca tanınan, evinde her gece sema yapılan, saygıyla eli öpülen mehur bir
eyh olduu örenilmektedir. Mutasavvıf bir âir olan Gülehrî, nazım tekniine
hâkim, dili ve aruz veznini iyi kullanan yüksek derecede bir sanatkârdır. Nitekim
Gülehrî hem döneminde hem de XV. asırda üstat olarak kabul edilmi, birçok
eserlerde adından saygıyla bahsedilmitir.
Bizim burada bahsedeceimiz iir, Gülehrî’nin Feridüddîn-i Attâr’ın aynı
isimdeki eserini esas alarak meydana getirdii, vahdet-i vücut inancını ileyen
alegorik bir mesnevî olan Mantıku’t-tayr’da geçmektedir. Mantıku’t-tayr, Türk
diliyle Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceini ortaya koyma amacıyla
kaleme alınmıtır. Attâr’ın eseri gibi aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla
yazılan mesnevînin beyit sayısı nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında
deimektedir. Gülehrî, eserine tevhid mahiyetinde bir manzume ile balar. 17
beyitlik bu bölümü, manzumenin bir tahlili olan “Hüdhüd ü kular u sîmurga
misâl /‘Akl u halk u Tanrı oldı zü’l-celâl” beytiyle bitirir. Daha sonra “btidâ-i
Dâstân-ı Sîmurg” balıı altında kuların padiahı olduuna inanılan ve Kaf
daının arkasında yaayan Sîmurg’un özellikleri belirtilerek hikâyeye balanır.
simleri zikredilen bülbül, tûtî (papaan), tavus, hüma, bat (kaz), ehbâz (doan),
kebk (keklik) ve bûm (bayku) ile zikredilmeyen dier kular padiahlarını
bulmak için toplanırlar. Bunlar içerisinde hüdhüd de vardır. Hüdhüd, kulara
Tanrı’nın habercisi olduunu, yaradılıın sırrını bildiini, Hz. Süleymân’ın
yoldaı olup onunla bütün âlemi dolatıını bunun için kendisinin ardından
gelmeleri hâlinde Kaf daının ardındaki padiahları, sîmurga ulaabileceklerini
söyler. Ancak yol uzun ve zahmetli olduu için kular, hüdhüde çeitli sorular
sorarak özür dilerler. Hüdhüd, soru soran bütün kulara cevap verir. Kular
hüdhüdün ardına düerek yola çıkarlar. Yolda bitkin bir hâle düen kular, tekrar
hüdhüdün etrafında toplanıp, yola devam için üphelerinin giderilmesini isterler.
Hüdhüd yine her birinin sorularına tek tek cevap verir. Önlerinde “istek, ak,
*
*
741
741
GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA
ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES
AHMETYER
KARTAL
marifet, istinâ, tevhid, hayret ve fakr u fenâ” ismi verilen yedi vadi daha
bulunduunu, bunları geçince sîmurga ulaacaklarını söyler. Kular tekrar yola
koyulurlar, ancak bazısı yolda kalır, bazısı yem bulmak için yere iner, bazısı da
açlıktan ölür. Böylece kuların çou telef olur ve ancak otuzu aradıı padiahın
bulunduu yere ulaabilir. Karılarına çıkan saraya, sîmurgu görmek için
girdiklerinde kendilerinden baka kimsenin olmadıını görürler. Nihayet
sîmurgun kendilerinden, kendilerinin de ondan baka bir ey olmadıını anlarlar.
Gülehrî eserinin sonunda telif tarihini (717/1317), adını ve yazılı sebebini
açıklamıtır.
Devrine göre bilinçli bir ekilde Türkçe sade bir dil kullanan ve zengin bir
muhayyileye sahip olan Gülehrî’nin bu eserinin itinalı ve canlı bir anlatıma
sahip olduu görülmektedir. Eserde hissedilir bir lirizmin bulunduu, en
mücerret ahlâkî nasihatleri verirken bile müellifin okuyucuya bediî bir heyecan
verdii de müahede edilmektedir.
Gülehrî, Attâr’ın eserindeki esas konuya sadık kalmakla beraber; onun
eserinde geçen bazı manzumeler ile bazı kuların özürleri ve hüdhüdün onlara
verdii cevapları ve hikâyeleri çıkararak eserine almamı, Attâr’ın eserinde
olmayan bazı hikâyeler ile kuların özürleri ve hüdhüdün onlara verdii
cevapları ise eserine eklemitir. Gülehrî, Attâr’ın eserini Türkçeye aktarırken
onda geçen bir çok hikâyeyi çıkarmı, sadece yedi hikâyeyi eserine almıtır.
Tespitlerimize göre; âir eserinde geçen hikâyelerden dördünü Mesnevî’den,
birini Kelîle ve Dimne, Gülistân ve Lemeât’tan almıtır. Bundan dolayı eser telif
özellii taımaktadır. Gülehrî eserinin çeitli bölümlerinde kendi dönemini
eletirmesi, devrine ait bilimleri sayması, eserinde yer yer tabiat ve bahar
tasvirlerine yer vermesiyle Attâr’dan ayrılmıtır. Gülehrî eserinde hiçbir yerden
almayıp kendisinin yazdıı Altı Erenler Hikâyeti balıını taıyan bir hikâyeye
de yer vermitir. Ayrıca Gülehrî, Attâr’da olmayan ilim, âdil olma, gıybet,
irfan, eyhlik, sehâvet, gazap, ayyârlık, eriat, tarikat, hakikat gibi konuları bir
kuun azından soru olarak sorup hüdhüdün azından cevaplandırarak halkı
bilgilendirmeyi amaçlamıtır. Bu tip konulardan biri de “fütüvvet” ile ilgilidir.
Adamlık, erlik mânâsına gelen “mürüvvet” kelimesiyle gençlik, yiitlik,
cömertlik anlamlarını ifade eden “fütüvvet” kelimesi esas itibariyle tasavvufa
dayanmakla birlikte sanat erbabını da kavraması bakımından daha ümullü
mânâlarda kullanılmıtır. Balangıç itibariyle fütüvvet, ferdin mizacına müteallik
bir ahlâkî kavram olarak kullanılırken, bir sosyal teekkül hâlini aldıktan sonra
iktisadî-ictimaî-dinî-tasavvufî bir terim olarak kullanılmıtır. Bundan dolayı
fütüvvet kelimesinin mânâsında bir genileme olmutur. Fütüvvet ehli Arapçada
“fetâ, fityân”, eyhleri “ebu’l-fityân, seyyidü’l-fütüvve”; Farsçada ise
“fütüvvetdâr, cüvân-merd, fetâ” adlarıyla anılmıtır. Türkçede de zikredilen bu
kavramların dıında ilk dönemlerde alp, daha sonraları er, yiit, bir hitap ekli
olrak da ahi adları kullanılmıtır. Bunlar içerisinde özellikle ahi ekli yaygınlık
kazanmıtır (Torun 1998: 65).
*
742
742
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Gülehrî, genel anlamıyla slâmın tarif ettii ahlâkı yaama biçimi, bir hayat
nizamı olarak nitelendirilen fütüvvet ile ilgili iirini bir kuun:
eklinde fütüvvet ve ahîlikin ne olup olmadıı konusundaki sorusuna hüdhüdün
azından cevap vererek oluturmutur. Bu kısım toplam 37 beyit olup aruzun
“fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıtır. Kâbûs-nâme’nin 44. bâbı olan
Der-Âyin-i Civân-merdî [Civanmertlik artı Hakkında] (Keykâvus, 1368: 17992) bölümünden özellikle aaıda vereceimiz kısmından hareket ederek ve o
kısmı genileterek yazmıtır:
:
(Keykâvus, 1368: 190)
Eer civanmertlik yolunu istiyorsan gözünü (haram) gözlemekten, elini
(harama) el uzatmaktan, dilini (yalan) söylemekten koru. Evinin kapısını, sofranı
ve kesenin baını hem dostuna hem de dümanına aç.
Bilindii gibi fütüvvet erbabının âdâb ve erkanını, fütüvvet artlarını anlatan
mensur, kısmen de manzum eserlere fütüvvet-nâme ismi verilmektedir.
Gülehrî’nin bu iiri de fütüvvet ehlinin âdâb ve erkanından bahsettii ve
fütüvvet artlarını ihtiva ettii için fütüvvet-nâme olarak nitelendirilecek bir
özellie sahiptir. Gülehrî iirine fütüvvet ehlinin yani ahîlerin topluma karı
vazifelerini ve sosyal statülerini ifade eden üçü açık üçü de kapalı olan altı
kapıyı sayarak balar:
743
743
GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA
ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES
AHMETYER
KARTAL
Burada bahsedilen alnı açık olmak: erefli bir hayata sahip olmak ve güler
yüzlü olmaya; sofranın açık olması: aç geleni tok göndermee yani cömertlie;
kapının açık olması ise misafirperverlik ile hizmete iaret etmektedir. Kapalı
kapılardan olan dile sahip olmak: kimseye kötü söz söylememeye, sır saklamaya
ve gıybet etmemeye; göze sahip olmak: kimseye kötü bakmamaya ve kimsenin
aybını görmemee; metinde ilersük (: uçkur)ün balı olması olarak belirtilen
bele sahip olmak ise iffeti korumaa delâlet etmektedir. Gülehrî bu altı
“hâsiyet”e sahip olan kiinin fütüvvet yoluna uygun, sahip olmayanın ise uygun
olmadıını belirtmektedir. Bu husus yaygın olarak “eline-diline-beline sahip
olmak”, “alnı-sofrası-kapısı açık olmak” eklinde sistemletirilmitir. Yalnız
Gülehrî iirinde “el” yerine “göz”ün kapalı olmasını tercih etmitir.
Bu açık ve kapalı kapıların sayısı fütüvvet-nâmelere göre üçle onüç arasında
deimektedir. Buna göre kapalı kapılar: Göz, dil, bel, buhl (: cimrilik), kahr (:
zorlama, zorla bir i gördürme), hırs ve hevâ, tokluk ve lezzet, halkdan ümîd,
herze (: bo lâkırdı) ve harâbât, ef’âl-i eytân, kulak (yaramaz habare), hatır
(kinden), mekr, ucb (: kendini beenmilik), el (hırsızlık ve harama), ayak
744
744
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
(harama varmaktan), gönül (evke ve hakdan gayrıya). Açık kapılar: el, alın,
sofra, kapı, sahâ (: cömertlik), lutf, kanaat ve rızâ, açlık ve riyazet, Hak’dan
yana, zikr ü tilâvet, ef’âl-i Rahmân, hilm ü mülâyimet, kulak (faydalıya), dil
(zikre), kadem (hizmete) (Torun 1998: 107-8).
Gülehrî açık ve kapalı kapıları saydıktan sonra fütüvvet ehlinin vasıflarını
ele alıp deerlendirmitir. Buna göre “bir adamın arkasından –iittii zaman
holanmayacaı eyleri- söylemek demek olan gıybet” zinadan daha büyük bir
suçtur. Çünkü gıybet ne suretle olursa olsun haramdır ve insanın ahlâkî
yükselmesine mani olan kötü bir eydir. Bundan dolayı slâmiyet gıybeti kesin
bir ekilde yasaklamıtır. Mümin kardeinin arkasından çekitirmek onun
ölüsünü çineyip yemek gibidir. Bu hususu “halk etini” yeme eklinde ifade
eden Gülehrî, ayrıca büyüklerden birinin “itin gıybet eden kimseden daha iyi
olduunu” söylediini de belirtmitir. Ancak Gülehrî'nin, bu kötü hasletin o
dönem fütüvvet erbabında da bulunduunu belirterek eletirmesi dikkat
çekmektedir:
745
745
GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA YER ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES
AHMET KARTAL
Fütüvvet ehlinde eyhlik önemli bir yer tutar. Her talibin bir meslei
örenmek için bir eyhe balanması gerekir. eyh, onun i hayatında ustası,
zaviye hayatında manevî terbiyecisidir (Sarıkaya 2002: 132). Gülehrî, fütüvvet
yolunda bulunan bütün edep ve erkanın terbiye yani talip tarafından
örenildikten sonra ilmini ve amelini bunun üzerine bina etmesini ve eyhin
huzuruna hilesiz bir ekilde çıkmasını söyler. Ancak bu ekilde gönül saf
kılınabilir. Bunun içinde biraz eziyet ve sıkıntı çekip uramak gerekmektedir.
te eyh bu noktada talibin manevî terbiyecisi konumundadır. Gülehrî
tasavvufta yer alan “ilâhî nurun yine sırayla topraktan madene, ondan bitkiye,
bitkiden hayvana, hayvandan mahlûkatın özü (zübdesi) ve en ereflisi olarak
yaratılan insana intikal ederek onun suretinde ortaya çıkmasına ve insanın da
insân-ı kâmil mertebesine yükselerek ilk zuhur ettii asıl kaynaa, yaratıcısına
dönmesi demek olan meâd” (Uzun 1994: 252) anlayıına uygun ekilde kiinin
ahî yoluna girip onun terbiyesi altında yetitikten sonra yaratıcısına
ulaabileceini ifade etmitir:
746
746
RAZ’DAN STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
Gülehrî iirini ahînin bilgili ve görgülü olması gereklilii üzerinde durarak
bitirmektedir. Çünkü o terbiye edici, öretici ve yetitirici konumda olduu için
talibi yani terbiyeyi yanıltıp onun hata yapmasına sebep olabilir. Onun için de
ilim sahibi olması gerekmektedir:
747
747
GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA YER ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES
AHMET KARTAL
1047
Metin oluturulurken Agâh Sırrı Levend Tarafından neredilen Mantıku't-tayr'ın tıpkıbasımı esas
alınmı, gerektiinde Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Nu. 2557/2 [Millî Kütüphane Mikro Film
Ariv Nu. A-942]'de kayıtlı nüshadan yararlanılmıtır.
748
748
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN İSTANBUL’A
749
749
GÜLEHRÎ'NN MANTIKU'T-TAYR'INDA YER ALAN FÜTÜVVETLE LGL MANZUMES
AHMET KARTAL
1048
“Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ında Yer Alan Fütüvvetle lgili
Manzumesi”, I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları
Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, (Hzr. M. Fatih Köksal), c.
2, Kırehir 2005, s. 585-95.
Bu beyit Levend nerinde yok.
750
750
RAZ’DAN STANBUL’A
KAYNAKÇA
ÂBÂDÎ, Muhammed (1976), “Suheyl der-Edeb-i Fârisî”, Neriyye-i Dânikede-i Edebiyyât u
Ulûm-i nsânî, Sâl: 28, umâre-i Muselsel 117: 1-23.
ABDÎ (1987), Niyâznâme-i Sa’d u Humâ A Mathnawi of Abdi, (Hzr. Nur Gürani), stanbul:
Boaziçi Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ABDULKADROLU, Abdulkerim (1997), “Belî’in Gül-i Sadberg’i [Manzum Yüz Hadis
Tercümesi]”, Kültürümüzden Esintiler, Ankara: 151-99.
____, (1997a), “Sergüzet-nâme-i Fakir be-Azîmet-i Tokat”, Kültürümüzden Esintiler,
Ankara: 200-27.
____, (1997b), “ehrengizler Üzerine Düünceler ve Belî’in Bursa ehrengizi”,
Kültürümüzden Esintiler: 228-84.
ABDULLAH CEVDET (1926), Rubâ’iyyât-ı Hayyâm [Türkçeye Tercümeleri], kinci Tab’,
stanbul.
ABDURRAHÎM- KARAHSÂRÎ (1991), Abdurrahîm Karahisârî’nin Vahdet-nâmesi, (Hzr.
Hacı Ömer Karpuz), Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi.
ABDÜLBAK ÂRF EFEND; Mi’râciyye, Süleymaniye Ktp. Air Efendi Nu. 398/9.
ABDÜLVAS ÇELEB (1996), Halîlnâme, (Hzr. Ayhan Gülda), Ankara: Kültür Bakanlıı
Yay.
AÇIK, Nilgün (2004), “Sultan Veled ve Sonrası Anadolu ’sunda Türkçe Hakimiyetine
Mevlevîliin Etkisi”, V. Uluslar arası Türk Dili Kurultayı Bildirileri I 20-26 Eylül
2004, Ankara: TDK Yay.: 39-48.
ADAMOVÇ, Mila (1994), Kelîle ü Dimne. Türkische Handschrift T 189 der
Forschungsbibliothek Gotha, Hildesheim, Zürich, New York.
ADIVAR, A. Adnan (1970), Osmanlı Türklerinde lim, stanbul: Remzi Kitabevi.
AFÎFÎ, Doktor Rahîm (1372), Ferheng-nâme-i i‘rî, Si Cild, Tehrân.
AG, Fazıl (1995), Türk Edebiyatında Gül ü Bülbül Mesnevîleri ve Abdurrahim
Utizimeni’nin Bülbül ve Gül Mesnevîsi, Konya: Selçuk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
AHDÎ (1996), Ahdî ve Gülen-i uarâsı, (Hzr.: Süleyman Solmaz), Ankara: Gazi
Üniversitesi, Doktora Tezi.
AHMED, Aziz (1995), Hindistan’da slâm Kültürü Çalımaları (Türkçesi: Latif Boyacı),
stanbul: nsan Yay.
AHMED CEVDET PAA (1311), Belâgat-ı Osmâniyye, stanbul.
____, (2000), Belâgat-ı Osmâniye, hzr. Turgut Karabey, Mehmet Atalay, Anakara: Akça
Yay.
AHMED FAKH (1974), Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’-erîfe, (Hzr. Hasibe Mazıolu), Ankara:
TDK Yay.
AHMED- DÂ’Î (1952), Nasîhat-ı Nûirevân, [Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri], (Hzr.
smail Hikmet Ertaylan), stanbul.
____, (1952a), Câmasb-nâme, [Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri], (Hzr. smail Hikmet
Ertaylan), stanbul.
____, (1975), Ahmed-i Dâ’î and His Çengnâme (An Old Ottoman Mesnevî), (Hzr. Gönül
Alpay), Cambridge.
____, (1992), Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical Edition and Textual Analysis, (Hzr.
Gönül Alpay Tekin), Sources of Oriental Languages and Literatures Vol. 16,
Cambridge Mass.: Harvard University.
AHMED- RIDVÂN, skender-nâme, Ankara Üni. DTCF Ktp., Mustafa Çon Kitaplıı Nu.
B20; Millî Kütüphane: (MFA) A1704.
*
*
*
751
751
*
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
____, (2000), Ahmed Rıdvân, Hüsrev ü irin [nceleme-Metin], (Hzr. Kemal Tavukçu),
Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi.
AHMEDÎ; Tervîhu’l-ervâh, Süleymaniye Ktp. Ayasofya Kısmı Nu. 3595.
____, (1995), Ahmedî: Tervîhu’l-ervâh, (Hzr. Osman Özer), Elazı: Fırat Üni., Doktora Tezi.
AHMET EFLÂKÎ (1989), Âriflerin Menkıbeleri I-II, (Çev.: Tahsin Yazıcı), stanbul: MEB
Yay.
AHMET RIF’AT (1998), Devhatü’n-nukabâ [Osmanlı Toplumunda Sâdât-ı Kirâm ve
Nakibülerâflar], (Hazırlayanlar: Hasan Yüksel – M. Fatih Köksal), Sivas: Dilek
Matbaası.
AHMED RFAT EFEND (1299-1300), Lügat-i Târîhiyye ve Corâfiyye, 7 Cilt, stanbul.
AK, Cokun – Mehmet Akkaya (1993), Zâtî Divanından Seçme Gazeller, Balıkesir.
AK, Cokun (1987), Muhibbî Dîvânı, Ankara: KTB Yay.
____, (1995), Muhibbî’nin Farsça Divan’ı [Metin – Çeviri], Bursa: Uluda Üni. FEF Yay.
AK, Mahmut (1999), “Hind Donanması Kaptanı ve Bahriye Müelliiifi Pîrî Reis (Gelibolu,
1470? – Mısır, 1554), Osmanlı, VIII, Ankara: 372-77.
AKAKU, Recep (1961), Eyüp Sultan ve Mukaddes Emanetler, stanbul: Sahaflar Kitap
Sarayı.
AKALIN, Mehmet (1975), Ahmedî Cemîd ü Hurîd [nceleme - Metin], Ankara.
AKALIN, Nazir (1997), “Nizami-yi Gencevi ile Fuzuli-yi Badadi’nin Leyli u Mecnun
Mesnevîlerinin Tartımalı Mukayesesi”, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 3, Konya [Ayrı
Basım].
AKAR, Metin (1987), “eyyâd Hamza Hakkında Yeni Bilgiler I-II”, Marmara Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türklük Aratırmaları Dergisi, 1-22.
____, (1987a), Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-nâmeler, Ankara: KTB Yay.
____, (1999), Veled Çelebi zbudak, Ankara: TDK Yay.
AKAR, Ruen (1998), Türkmen Edebiyatı Tarihi [Aktarma] c. I, zmir: Ege Üniversitesi,
Yüksek Lisans Tezi.
AKBAY, Salahattin (1996), Saruhanlı eyh lyas ve Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâ erhi, Ankara:
Gazi Üni., Yüksek Lisans Tezi.
AKÇAY, Hasan (1999), Ahmedî’nin skender-nâme’si: Transkripsiyonlu Metin, anlıurfa:
Harran Üni., Yüksek Lisans Tezi.
AKDEMR, Hatice (2003), Fuzûlî Dîvânı'nda Gül, Kırıkkale: Kırıkkale Üni. Fen-Edeb. Fak.
TDE Böl. Lisans Tezi.
AKDOAN, Yaar (1979), Ahmedî Divanı [Tenkitli Metin ve Dil Husisiyetleri, I-II],
stanbul: Ü, Doktora Tezi.
____, (1988), skendername’den Seçmeler, Ankara: KTB Yay.
____, (1988a), Ahmedî Dîvânı’ndan Seçmeler, Ankara: KTB Yay.
AKDOAN Ahmet (1989), “Mi’rac, Mi’racnâme ve Ahmedî’nin Bilinmeyen
Mi’racnâmesi”, Osmanlı
Aratırmaları, IX: 263-310.
AKKAYA, ükrü (1954), Kitâb-ı Melik Dânimend Gazi: Eine Türkische Historischer
Heldenroman aus der Mitte des 13. Jahrhunderts, Ankara.
AKKU, Metin (1987), Türk Edebiyatında ehrengizler ve Bursa ehrengizi, Erzurum:
Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
____, (1993), Nef'î Divanı, Ankara: Akça Yay.
____, (1993a), “Türk Edebiyatında Bursa ehrengizleri-I: shak Çelebi’nin Bursa
ehrengizi”, Atatürk Üniversitesi SBE Dergisi: Prof. Dr. Halûk pekten’in Anısına, 1,
Erzurum: 81-5.
*
*
*
*
752
752
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
AKSOY, Hasan (1993), “Celîlî, Hâmidîzâde (ö. 977/1569)”, TDV A, 7: 269-70.
____, (1998), Kuların Münazarası –DehMurg-, stanbul: Marmara Üni. lâhiyat Vakfı Yay.
____, (2002), “Türk Edebiyatında Mevlidler”, Türkler , c. XI, Hasan Celâl Güzel, Kemal
Çiçek ve Salim Koca (ed.), Ankara: Yeni Türkiye: 758-761.
____, (2007), “Eski Türk Edebiyatı’nda Mevlidler”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi
–Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 9: 323-32.
AKSOYAK, . Hakkı (1996), “Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Gelibolu ehrengizi”, Türklük
Bilimi Aratırmaları, 3, Sivas: 157-76.
____, (1998), “Mesnevîlerin Giri Bölümünde «Din Ulularına Övgü»”, Türklük Bilimi
Aratırmaları, 7, Sivas: 213-21.
____, (1999), “Vardarlı Fazlî ve Mahzenü’l-esrâr Mesnevîsi”, Tarih ve Toplum, 182: 55-61.
____, (2001), “Ahmed Yesevî’nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ ve Tuhfetü’l-uâk
Mesnevîsi”, Türk Kültürü ncelemeleri, 5: 71-98.
____, (2004), Kefeli Hüseyin, Râz-nâme (Süleymaniye, Hekimolu Ali Paa No. 539, Harvard
University.
____, (2006), Ahmed-i Yesevî’nin Rumelili Bir Takipçisi: Üsküplü Atâ, Tuhfetü’l-uâk,
Ankara.
AKÜN, Ömer Faruk (1979), “eyh-olu”, A, 11: 481-85.
____, (1994), “Divan Edebiyatı” mad., TDV A, 9: 389-427.
____, (1997), “Hâfız-ı Acem (ö. 958/1551)” mad., TDV A: 80-3.
____, (1980), “Sehi Bey” mad., A, 10: 316-20.
____, (1994), “Divan Edebiyatı„ mad., DA, 9: 389-427.
AKYÜZ, Kenan - Süheyl Beken - Sedit Yüksel - Müjgan Cunbur (1990), Fuzûlî Divanı,
Ankara: Akça Yay.
ALAADDN, Bekri (1995), Bir Çaın Öncüsü Abdulgânî Nablûsî Hayatı ve Fikirleri,
stanbul: nsan Yay.
ALDANMAZ, Ömer (2000), emseddîn Sivasî’nin Mir’âtü’l-ahlâk ve Mirkâtü’l-evâk Adlı
Mesnevisi: Edisyonkritik-nceleme, Sivas: Cumhuriyet Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ALIIK, Eralp (1986), Revânî’nin ret-nâme’si, stanbul: stanbul Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ÂLÎ (1971),Gelibolulu Âlî’nin Mihr ü Mâh Mesnevîsi, (Hzr. Emin Uunlu), Ankara: Ankara
Üni., Lisans Tezi.
____, (1983), Mihr ü Mâh A Mathnawi of Mustafa Âlî, (Hzr. Zeynep Sabuncu), stanbul:
Boaziçi Üni., Yüksek Lisans Tezi.
____, (1996), Gelibolulu Mustafa Âlî, Câmi’u’l-buhûr der-Mecâlis-i Sûr [Edisyon Kritik ve
Tahlil], (Hzr. Ali Öztekin), Ankara: TTK Yay.
____, (1995), Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Tuhfetü’l-uâk Mesnevîsi, (Hzr. . Hakkı
Aksoyak), Ankara: Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi.
AL ASGAR HKMET (1991), Câmî Hayatı ve Eserleri, (Çev.: M. Nuri Gencosman),
stanbul.
AL CÂNB (1928), Edebiyyât, stanbul.
ALÎ EMÎRÎ (1334): “Türk Edebiyatı’nın ran Edebiyatı’ndaki Tesiri”, Târîh ve Edebiyât, 3:
22-37.
____, (1334a), “Kırım Edebiyâtı ve Fâtih Sultân Mehmed Han Hazretlerile Vükelâ ve Vüzerâ
ve Ulemâ ve uarâsının (Mevlânâ -yı Kırımî) Hazretlerile Müâireleri”, Târîh ve
Edebiyât, 3: 49-52.
____, (1334b), “-Bir Hiciv Münâsebetiyle- Ser-levhasıyla 44 Sayılı «Yeni Mecmua»daki
Makaleye Cevab”, Târîh ve Edebiyât, 3: 52-8.
____, (1334c), “Mudhika”, Târîh ve Edebiyât, Aded: 3: 73-81.
*
*
*
*
*
*
*
753
753
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
____, (1334d), “Mekteb-i ’dâdîTalebe-i Sâbıkasından, Sâbık Köprülü-zâde Fuad Bey’in
Evvelâ 6949 Numaralı kdâm Gazetesi’nde ve Sonra da 46 Sayılı Yeni Mecmua’da
Nereyledii –Fâtih Devrinde Edebî Hayat- Makalesi Hakkında Dördüncü
Nushamızdan mâ-ba’d”, Târîh ve Edebiyât, 6: 109-16.
ALÎ ÎR NEVÂÎ (1323), Mecâlisü’n-nefâis, Der-Tezkire-i u‘arâ-i Karn-i Nohum Hicrî,
Te’lîf: Mîr Nizâmuddîn Alî îr Nevâ’î, (Be-Sa‘y u htimâm-i Alî Asgar Hikmet),
Tehrân. [Bu eserin 1-178. sayfaları Fahri-yi Heratî’nin,
179-409. sayfaları ise
Kazvînî’nin Mecâlisü’n-nefâis tercümesini kapsamaktadır.]
____, (1941), Muhakemet-ül-lûgateyn, (imdiki Dile Çeviren: shak Refet Iıtman), Ankara:
TDK Yay.
____, (1961), Mecâlisü’n-nefâis, (Tayörlovçi: Suyima Ganieva – Mesul Muharrir: Vohid
Zohidov), Takent: Özbekistan SSR Fahlar Akademisi.
ALÎ ÎR NEVÂYÎ (x), Yûsuf u Züleyhâ, Salarceng Museum / A.P. L.T. 6.
____, (1956), Ferhad ü irin, (Özbekçeden Rusçaya Terc. Liyev Pyenkovsky), Moskova.
____, (1963), Ferhad ü irin, (Nr. Parsa emsiyev – Hadi Zarif), Takent [Eski Harflerle].
____, (1985), Nevâridü’-ebâb, (Hzr. Metin Karaörs), stanbul: stanbul Üniversitesi,
Doktora Tezi.
____, (1993), Mîzânu’l-evzân [Vezinlerin Terazisi], (Hzr. Kemal Eraslan), Ankara: TDK
Yay.
____, (1994), Ferhâd ü îrîn [nceleme – Metin], (Hzr. Gönül Alpay-Tekin), Ankara: TDK
Yay.
____, (1995), Mecâlisü’n-nefâyis, (Hazırlayanlar: Hüseyin Ayan – Kemal Yavuz – Efrasiyap
Gemalmaz – Recep Toparlı – Gönül Ayan – Yavuz Akpınar), Erzurum: Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Yay.
____, (1995a), Lisânü’t-tayr, (Hzr. Mustafa Canpolat), Ankara: TDK Yay.
____, (1996), Muhâkemetü’l-lugateyn [ki Dilin Muhakemesi], (Hzr. Sema Barutçu
Özönder), Ankara: TDK Yay.
____, (1996a), Nesâyimü’l-mahabbe min-emâyimi’l-fütüvve - I Metin, (Hzr. Kemal Eraslan),
Ankara: TDK Yay.
____, (1996b), Fevâyidü’l-kiber, (Hzr. Önal Kaya), Ankara: TDK Yay.
____, (1996c), Leylî vü Mecnûn, (Hzr. Ülkü Çelik), Ankara: TDK Yay.
____, (2001), Sedd-i skenderî [nceleme-Metin], (Hzr. Hatice Tören), Ankara: TDK Yay.
____, (2001a), Mecâlisü’n-nefâyis, (Hzr. Kemal Eraslan), 2 Cilt, Ankara: TDK Yay.
ALP, Ali Rıza – Sabahat Alp (1961), Büyük Osmanlı Lûgati, 4: 1523.
ALP, Faruk (1997), Dîvân-ı Kebîr Nüshaları [Tavsif - Mukayese - ndeks], Konya: Selçuk
Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi.
ALPARSLAN, Ali (1961), Âık Paa’da Tasavvuf, stanbul.
____, (1972), “Edebiyatta Alparslan”, Türkiyat Mecmuası, Cild: XVII – 1972, stanbul: 11324.
____, (1977), Kadı Burhaneddin Divanından Seçmeler, Ankara: KB Yay.
ALPAY, Gönül (1970), “Hamdullah Hamdi’nin Leylâ ve Mecnun Hikâyesi”, Edebiyat
Fakültesi Aratırma Dergisi, 1, Erzurum: 25-32.
____, (1989), “Ali îr Nevâî’nin Ferhad ü irin Mesnevîsi Üzerindeki Etkiler”, TDAY–
Belleten 1970, Ankara: TDK Yay.: 155-67.
ALPAY, Günay (1960), Zâtî em’ u Pervâne, Mezuniyet Tezi, stanbul Türkiyat Enstitüsü
550.
____, (1961), “Zati ve em’ u Pervâne Mesnevîsi”, ÜEF TDE Dergisi, XI, stanbul: 129-42.
ALPAY, Selahattin (1986), Fütûhât-ı Mekkiyye, stanbul: akir Hoca Kitabevi.
754
754
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
ALTINTA, Hayrani (1991), Tasavvuf Tarihi, kinci Baskı, Ankara: Ankara Üniversitesi
lâhiyat Fakültesi Yay.
ALTUNBA, Kurtulu (1987), “Amasyalı Divan airleri”, Millî Kültür, 59, Aralık, Ankara:
71-5.
ALTUNKAYNAK, Nimet (1992), Devletolu Yûsuf’un Vikaye Tercümesi: Transkribe Metin,
Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi.
AMÎD, Hasan (1362), Ferheng-i Amîd, Tehrân.
ANBARCIOLU, Meliha (Tarıkahya) (1968), “’tikad-nâme ve Türkçe Çevirisi”, Necati
Lugal Armaanı, Ankara: TTK Yay.: 649-701.
ANBARCIOLU, Meliha (1981), “âh-nâme-i Firdevsî ve Edebiyât-i Turk”, Dou Dilleri,
AÜ DTCF Dou Dilleri ve Edebiyatları Dergisi, II/4’ten Ayrı Basım.
____, (1984), “Türk ve ran Edebiyatlarında Mihr u Mâh ve Mihr u Müterî Mesnevîleri”,
Türk Tarih Kurumu Belleten, XLVII/188, Ankara: 1151-89.
____, (1986), “Kıyâsî’nin Mihr u Mâh Mesnevîsi”, Erdem, 2/4, Ankara: 87-172.
____, (1990), Mevlânâ . Fîhi Mâfih, stanbul: MEB Yay.
____, (1991), Sultan Veled Maârif, stanbul: MEB Yay.
ANDREWS, Walter G. (2000), iirin Sesi, Toplumun arkısı, (Çev.: Tansel Güven),
stanbul: letiim Yay.
ANHEGGER, Robert (1950), “Fâtih Devrinde Yazılmı Farsça Manzum Bir Eser:
Mu’âlî’nin Hünkâr-nâme’si”, ÜEF Tarih Dergisi 1949-1950, 1/1-2: 145-66.
ARASLI, Hamid (1946), Sâ’ib-i Tebrîzî, Baku.
____, (1988), “Leyli vë Mëcnun Hakkında”, TDAY-Belleten 1958, Ankara: TDK Yay.: 17-39.
ARAT, Reid Rahmeti (1979), Kutadgu Bilig I, Tıpkıçekimle Yapılmı kinci Baskı, Ankara:
TDK Yay.
____, (1988) Yusuf Has Hâcib Kutadgu Bilig , (Çeviri), 4. Baskı, Ankara: TTK Yay.
____, (1992), Edib Ahmed b. Mahmud Yükneki: Atabetü’l-hakayık, 2. Baskı, Ankara: TDK
Yay.
ARGUNAH, Mustafa (1986), ükrî’nin Selîm-nâmesi ve Eserdeki Dou Türkçesi
Unsurları, stanbul: Marmara Üni., Yüksek Lisans Tezi.
____, (1988), “ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâmesi ve Eserin Dili”, Türk Dünyası Aratırmaları, 55:
51-70.
____, (1994), “Bitlisli ükrî’nin Yavuz Sultan Selim Mersiyesi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5, Kayseri: 211-8.
____, (1997), ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yay.
____, (1999), Muhammed b. Mahmûd-ı irvânî, Tuhfe-i Murâdî [nceleme-Metin-Dizin],
Ankara: TDK Yay.
____, (2002), Kirdeci Ali, Kesikba Destanı, Ankara: KB Yay.
ARI, Ahmet (2003), “Fars iiri mi? Farsça iir mi? Klâsik Türk iir Geleneinin Oluumu
ve Sınırları Hakkında Düünceler”, Bilig, 25: 173-205.
ARIKOLU, smail (1991), Ümmi sa’nın Mihr ü Vefâ’sı [nceleme – Metin –ndeks], Van:
Yüzüncü Yıl Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ÂRF; Vefâtü’n-nebî, Süleymaniye Ktp. brahim Efendi Böl., Nu. 355/5.
____, (1), Mi’râc-ı Nebî, Süleymaniye Ktp., brahim Efendi Bölümü, Nu. 355/4.
ARMUTLU, Sadık (1998), Zâtî’nin em’ u Pervâne Mesnevîsi [nceleme-Metin], Malatya:
nönü Üni., Doktora Tezi.
ARSLAN, Mehmet (1992), “Aynî’nin “âirnâme” Özellii Taıyan Mesnevîsi Üzerine”,
Yedi klim, kinci Dönem, 4: 21-7.
____, Pendnâme-i Zarîfî, Sivas.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
755
755
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
____, (1999), Türk Edebiyatı’nda Manzum Sûrnâmeler (Osmanlı Saray Düünleri ve
enlikleri), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
____, (2007), “Kültür Tarihimiz Açısından Zengin Bir Kaynak: Sur-nâmeler”, Türkiye
Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 221-57.
ARSLAN, Mustafa (2009), “Türk Edebiyatında Mihr ü Müterî Mesnevîleri ve Mîrî ’nin
Mihr ü Müterî’si” , Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr.
Halûk PEKTEN Anısına], c. 4/7, s. 113-132.
ASLAN, Üzeyir (2009), Fetihten Sonra Yazılmı Türkçe lk Mevlid-i Ma’nevî: Kerîmî’nin
râd’ı”, Divan Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, sy. 2, s. 19-80.
ÂIK AHMED (1998), Âık Ahmed’in Câmi’ü’l-ahbâr’ı I [nceleme], II [Metin], (Hzr.
Muhittin Eliaçık), stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi.
ÂIK ÇELEB (1994), Mea’irü’-u’ara [nceleme - Tenkitli Metin] 2 Cilt, (Hzr. Filiz
Kılıç), Ankara: Gazi Üni., Doktora Tezi.
ÂIK PAA; Garîb-nâme, Tübingen Depot der Staatsbibliothek, Wilhelmstr 32 [Türk Dil
Kurumu Ktp., Fotokopi: 217, Kayıt No: 336).
____, (1986), Âık Paa’nın: Garîb-nâmesi [lk Dört Bâbının Transkripsiyonlu Metni,
Gramer-Kelime Tekili-Çekimleri ve Seçme Lûgat], (Hzr. Avni Gözütok), Erzurum:
Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
____, (1989), Âık Paa: Garîb-nâme, (Hzr. Zeki Kaymaz), Malatya: nönü Üni., Yüksek
Lisans Tezi.
____, (1990), Âık Paa: Garîb-nâme [Transkribe Metin], (Hzrlr. Remzi Baykaldı, Mahmut
arlı, Kadir Güler), Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi.
____, (1991), Garîb-nâme (1 - 5), (Hasan Altınzincir) Adana: Çukurova Üni., Doktora Tezi.
____, (1998), Âıkpaa-yı Velî, Garîbnâme, (Nr. Bedri Noyan (Dedebaba), Ardıç Yay.,
stanbul.
____, (2000), Garîb-nâme [Tıpkıbasım], 2 Cilt, (Hzr. Kemal Yavuz), stanbul: TDK Yay.
AKAR, Mustafa (1993), Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayıı, Ankara: MKV Yay.
ATAÇ, Adnan (1999), “Askeri Tıp Tarihi”, Osmanlı, VIII, Ankara: 565-70.
ATÂ’Î, Nev’îzâde (1989), Hadâ’iku’l-hakâyık fî-Tekmileti’-akâyık, akaik-ı Nu’maniye ve
Zeyilleri, (Hzr. Abdülkadir Özcan), II - III, stanbul: Çarı Yay.
ATALAY, Mehmet (1996), Balangıcından Gaznelilere Kadar ran Edebiyatı Tarihi,
Erzurum.
ATALAY, Rafet (2005), Reid Divanı [nceleme-Metin], Ankara: Gazi Üni., Yüksek Lisans
Tezi.
ATAY, Hakan (2003), “Heves-nâme'de Ak Oyunu, Tâcî-zâde Cafer Çelebi'nin Özgünlük
Hayali”, Ankara: Bilkent Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ATE, Ahmed (1945), “Hicrî VI-VIII. (XII-XIV.) Asırlarda Anadolu ’da Farsça Eserler”,
Türkiyat Mecmuası, VII-VIII, Cüz: II: 94-135.
____, (1948), “Burdur - Antalya ve Havalisi Kütüphanelerinde Bulunan Türkçe , Arapça ve
Farsça Bazı Mühim Eserler”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2/3-4: 171-91.
____, (1952), “Konya Kütüphanelerinde Bulunan Yazmalar”, Türk Tarih Kurumu Belleten,
61: 49-130.
____, (1954), “âh-nâme’nin Yazılı Tarihi ve Firdevsî’nin Sultan Mahmud’a Yazdıı
Hicviye Meselesi Hakkında”, Türk Tarih Kurumu Belleten, 70: 159-68.
____, (1958), “ark Türkçesi ile Eski Bir iir ve Bir Risale”, Jean Deny Armaanı, Ankara:
TDK Yay.: 24-34.
____, (1959), “Anadolu ’nun Unutulmu Bir âiri: Sayf al-Dîn Muhammed al-Fargânî”,
Belleten, XXIII: 415-25.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
756
756
*
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
____, (1968), stanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler I [Üniversite ve
Nuruosmaniye Kütüphaneleri], stanbul: Millî Eitim Basımevi.
____, (1997), “Muhyi-d-din Arabî” mad., slâm Ansiklopedisi, 8: 533-55.
____, (1988), “Mesnevî” mad., A, 8: 127-33.
ATMACA, Ahmet Bican (1986), Sivrihisar’da Yetien Ünlüler ve Menkıbeleri, [Eskiehir]
ATSIZ (1934), XVI. Asır airlerinden Edirneli Nazmî’nin Eseri ve Bu Eserin Türk Dili ve
Kültürü Bakımından Ehemmiyeti, stanbul: Arkada Matbaası.
____, (1991), Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay.
ATTÂR-I NABURÎ, Ferîdüddîn Ebû Hâmid Muhammed bin Ebû Bekr brâhîm Attâr-ı
Nîâbûrî (trhs.), Husrev-nâme, (be-Tashîh ve htimâm-i Ahmed Suheyli-yi Hânsârî),
Tehrân: Kitâb-furûi-yi Zevvâr.
AVFÎ, Muhammed (1906), Lubâbu’l-elbâb, (be-Sa’y u htimâm u Tashîh-i Edward G.
Browne), 2 c., Leiden.
AVAR, Ziya (1998), Edirneli Nazmî Hayatı, Edebî Kiilii, Eserleri, Türkî-i Basit ve
Gazeller Dıındaki Nazım ekil ve Türleri, Ankara: Gazi Üni., Doktora Tezi.
AY, Resul (1998), XIII-XIV. Yüzyıllar Anadolu ’sunda Kültür Dolaımı Açısından Derviler
Talebeler ve Hacılar, Ankara: Hacettepe Üni. Yüksek Lisans Tezi.
____, (2004), XIII-XV. Yüzyıllarda, Anadolu ’da Dervi ve Toplum: Tarihsel Bir Tipoloji
Denemesi, Ankara: Hacettepe Üni., Doktora Tezi.
AYAN, Gönül (1985) “Lâmi’î Çelebi’nin Vâmık u Azrâ’sı”, Türk Dünyası Aratırmaları, 36:
209-11.
____, (1994), “Lâmi’î Çelebi’nin Hayatı, Edebî Kiilii ve Eserleri”, Selçuk Üniversitesi,
Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü, Türkiyat Aratırmaları Dergisi, 1, Kasım, Konya: 4365.
AYAN, Hüseyin (1974), “Hamdullâh Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ Mesnevîsindeki Gazeller”,
Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 5, Erzurum: 31-43.
____, (1979), eyholu Mustafâ, Hurîd-nâme [Hûrîd ü Ferahâd], Erzurum.
____, (1983), “Hamidî-zâde Celîlî (1487 M. / 893 H. – 1569 M. / 977 H.)”, Türk Kültürü
Aratırmaları, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurta’ın Hatırasına Armaan, XVII-XXI/1-2,
1979-1983, Ankara: 15-39.
____, (1983a), “Celîlî’nin Mehek-nâme’si”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Aratırmaları Dergisi, II, zmir: 5-13.
____, (1983b), “Hâmidî-zâde Celîlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u”, Türk Dünyası Aratırmaları,
27, Aralık: 67-93.
____, (1986), “Celîlî’nin Hecr-nâme’si”, Fen-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi, 14: 155173.
AYDEMR, Yaar (1999), Badat ehr-âûb’u, Gazi Eitim Fakültesi Dergisi Dr. Himmet
Biray Özel Sayısı, Ankara: 446-75.
____, (2000), Behistî Dîvâni, Istanbul: Millî Egitim Bakanligi Yay.
AYDIN, adi (2001), Türk Edebiyatında Farsça Divan ve Divançeler, Yüksek lisans tezi,
Fatih Üniversitesi, stanbul.
AYDODU, Orhan (2009), “stanbul Hakkında Bilinmeyen Bir Mesnevî: stanbul-nâme”,
Turkish Studies [Klâsik Türk Edebiyatında Mesnevî, Prof. Dr. Halûk PEKTEN
Anısına], c. 4/7, s. 158-86.
AYNAGÖZ, Pervin (1989), “Bursalı Rahmî’nin Gül-i Sad-berg’i Üzerine Bir
Deerlendirme”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler), 3/1, Elazı: 1-27.
AYNUR, Hatice (2000), Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalımaları, 10, stanbul.
AYNUR, Hatice (2001), Üniversitelerdee Eski Türk Edebiyatı Çalımaları, Tezler-YayınlarHaberler 2000, stanbul.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
757
757
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
AYVANSARÂYÎ, Hüseyin Ayvansarayî (1281), Hadîkatü’l-Cevâmi’, 1, stanbul: Matba’â-i
Âmire.
AYVAZOLU, Beir (1992), Güller Kitabı, stanbul: Ötüken.
AZAMAT, Nihat (1988), “Yeni Bir Ahmedî ve ki Eseri: Yusuf u Zeliha, Esrârnâme
Tercümesi”, Osmanlı Aratırmaları, VII-VIII, stanbul: 347-64.
____, (1996), II. Murad Devri Kültür Hayatı, stanbul: Marmara Üni., Doktora Tezi.
ÂZERÎ BRAHM ÇELEB (1994), Âzerî brahim Çelebi ve Nak-ı Hayâl Mesnevîsi
[nceleme-Metin], Kayseri: Erciyes Üni., Doktora Tezi.
AZMÎ; Pend-nâme-i Azmî, Süleymaniye Ktp. Esat Efendi Böl. Nu. 3473/10.
AZMUN, Yusuf (2004), “Farsçadaki Türkçe Sözcükler Üzerine”, Türkçenin Dünya Dillerine
Etkisi, Hzr. Günay Karaaaç, Ankara: Akça Yay., s. 243-53.
BABINGER, Franz (1934), “Sehi Çelebi”, The Encyclopaedia of Islam, IV, Leiden: 205.
____, (1992), Osmanlı Tarih Yazarları Sözlüü, (Çeviren: Cokun Üçok), Mersin.
BAHÂR, Muhammed Takî (1349), Sebk-inâsî, Cilt: I-II, Çâp-i Sevvum, Tehrân: Çâphâne-i
Sipihr.
____, (1381), Sebk-inâsî, Cilt: I-II, Tehrân.
BALTACI, Cahit (1976), XV. – XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri Tekilat- Tarih,
stanbul. rfan Matbaası.
BANARLI, Nihâd Sâmî (1939), “XIVüncü Asır Anadolu âirlerinden Ahmedî’nin Osmanlı
Tarihi=Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âli Osman ve Cemîd ve Hurîd Mesnevîsi”,
Türkiyat Mecmuası, VI. cildinden ayrıbasım]: 1-175.
____, (1982), iir ve Edebiyat Sohbetleri I, 2. Baskı, stanbul: Kubbealtı Neriyat.
____, (1987), Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, Destanlar Devrinden Zamanımıza Kadar, I,
Ankara: MEB Yay.
BANGUOLU, Tahsin (1938), Altosmanische Sprachstudien zu Suheyl u Nevbahâr, Breslau.
BARTHOLD, W. (1977), slâm Medeniyeti Tarihi, [M. Fuad Köprülü Tarafından Balangıçla
zah ve Düzeltmeler Kısmı lave Edilmitir], 5. Baskı, Ankara: DB Yay.
____, (1990), Mool stilasına Kadar Türkistan , (nr. H.D. Yıldız), Ankara.
____, (2004), Orta Asya Türk Tarihi –Dersleri-, (nr. Hüseyin Da), Ankara: Çalar Yay.
BATSLAM, Hanife Dilek (2003), Hasbihâl-i Sâfî, stanbul: Kitabevi.
BAYBURTLU ZHNÎ; Sergüzet-nâme, stanbul Üni. Ktp. TY 9601.
BAYBURTLUGL, Nurettin (1985), “Istılâhât-ı Ehl-i Tasavvuf”, MÜ lâhiyat Fakültesi
Dergisi, 3: 345-62.
BAYKARA, Tuncer (2006), “Türkiye Selçuklularında ehir/Kent ve ehirliler/Kentliler”,
Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlıı, s. 275-291.
BAYRAK, M. Orhan (1982), Osmanlı Tarihi Yazarları [Biyografi ve Bibliyografi], Osmanlı
Yayınevi.
____, (1998), stanbul’da Gömülü Mehur Adamlar, 2. Baskı, [stanbul].
BAYRAKDAR, Mehmet (1991), Bitlisli dris, Ankara.
BAYRAKTAREVÇ, Fehim (1977), “Mesîhî’nin Dünya Edebiyatında Yer Alan
“Bahariye”si”, (Sırpçadan Çeviren: smail Eren), ÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
XXII, 1974-1976, stanbul: 213-9.
BAYRAM, Mikâil (1981), Anadolu ’da Telif Edilen lk Eser: Kefu’l-akabe, bnu’l-Kemal
lyas b. Ahmed, Konya.
____, (1993), eyh Evhadü’d-dîn Hâmid el-Kirmânî ve Evhadiyye Tarikatı, Konya.
____, (1994), Fatma Bacı ve Bacıyân-ı Rûm (Anadolu Bacıları Tekilâtı), Konya.
____, (1996), Ahi Evren (eyh Nasîrü’d-din Mahmud Al-Hoyi) mânın Boyutları (Metâli’ü’lîmân), [Konya].
*
*
*
*
*
*
*
*
*
758
758
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
____, (2001), “Anadolu Selçukluları’nda Devlet Yapısının ekillenmesi”, Cogito, 21, s. 6172.
____, (2001a), Tarihin Iıında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren, stanbul.
____, (2003), Türkiye Selçukluları Üzerine Aratırmalar, Konya: Kömen Yay.
____, (2004), Destursuz Badan Üzüm Yiyenler, Konya: Kömen Yay.
____, (2005), eyh Evhadü’d-dîn Hâmid el-Kirmânî ve Menâkıb-nâmesi, stanbul: Kardelen
Yay.
BAYRAM, Ömer (2000), Himmetzâde Abdî ve Gencîne-i ’câz simli Mesnevîsi, stanbul:
Fatih Üni., Yüksek Lisans Tezi.
BEGPAZARLI MAAZOLU HASAN (trhs.), Gazavât-ı Emîrü’l-mü’minîn Alî, Feth-i
Kal’a-yı Selâsil, stanbul Millet Ktp., Manzum Eserler Böl. Nu. 1222/2, yk. 34b-63a.
BEGPAZARLI MAAZOLU HASAN (trhs.1), Cenâdil Kal’ası, stanbul Millet Ktp.,
Manzum Eserler Böl., Nu. 1222/1, yk. 13a-34b.
BEHTÎ (1995), Behitî ve Heft-peyker’i, (Hzr. ener Demirel), Elazı: Fırat Üni., Yüksek
Lisans Tezi.
BEHTÎ (1999), Behitî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevîsi [nceleme-Metin], (Hzr. Zeynel A.
Aygün), Adana: Çukurova Üni., Doktora Tezi.
BEKÂYÎ (1988), znikî Bekâyî’nin Gül ü Bülbül Mesnevîsi, (Hzr. Zehra Gökdeniz), stanbul:
Boaziçi Üni., Yüksek Lisans Tezi.
BEL, smail Beli –Bursalı (1998), Güldeste-i Riyâz-ı rfân ve Vefeyât-ı Dâniverân-ı
Nâdiredân, (Hzr. Abdulkerim Abdulkadirolu), Ankara: Anıl Matbaa ve Cilt Evi.
BERTHELS, E. (1951), “Ali îr Nevâî, Leylî ve Mecnûn”, (Türkçeye Tercüme Eden: Mirza
Bala), Türkiyat Mecmuası, IX, stanbul: 47-64.
____, (1997), “ran -III. Yeni ran Edebiyatı” mad., slâm Ansiklopedisi, c. 5/2, stanbul:
1041-53.
BEYÂNÎ, Mehdî (1363), Ahvâl u Âsâr-ı Ho-nuvîsân, Çihâr Cild, Çâp-i Devvum, Tehrân:
ntiârât-i lmî .
BEYÂNÎ, Mustafa bin Carullah (1997), Tezkiretü’-uarâ, (Hzr. brahim Kutluk), Ankara:
TTK Yay.
BEYHAKÎ, Ebu’l-fazl Muhammed b. Hüseyn (1350), Târîh-i Beyhakî, (nr. Ali Ekber
Feyyaz), Mehed.
BEYZADEOLU, Süreyya (1994), “Edirne’de II. Bâyezîd Dârüifâsında ki Tabib air:
Nasûhî ve Atâ”, Yedi klim, 47, stanbul: 83-85.
____, (2004), Sünbül-zâde Vehbî, Lutfiyye, stanbul: MEB Yay.
BHTÎ (1951), Bihitî ve Leylî vü Mecnûn’u, (Hzr. Rezzan lter), stanbul: stanbul Üni.,
Edebiyat Fak., Mezuniyet Tezi.
BLGEGL, M. Kaya (1980), Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belâgat), stanbul: Enderun
Kitabevi.
BLGEN, Abdüsselam (1987), Adâ’î-yi îrâzî ve Selîm-nâmesi [Aratırma, Metin ve Çeviri],
Ankara: Ankara Üniv., Doktora Tezi.
BLGÇ, Aysel (1987-1988), Kıyafetnameler Üzerine Bir Aratırma, Ankara: Gazi Üni. Gazi
Eitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Mezuniyet Tezi.
BLGN, A. Azmi (2000), Ümmî Sinân Divanı [nceleme-Metin], stanbul: Millî Eitim
Bakanlıı Yay.
BLGN, Orhan (1996), “Fuzûlî’nin Farsça ’ya Gösterdii Rabetin Sebepleri”, Fuzûlî Kitabı,
stanbul: stanbul Büyükehir Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay.: 163-65.
BLKAN, Ali Fuat (1998), Hindistan’da Gelien Türk Edebiyatı, Ankara: Kültür Bakanlıı
Yay.
____, (2004), “Babürlü Devleti’nde Türkçe ”, Dîvân, 17: 163-68.
*
*
*
*
*
*
*
759
759
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
BNGÖL, Abdülkuddûs (1994), “Ebherî, Esîrüddîn” mad., TDV slâm Ansiklopedisi, 10: 7576.
BT (1993), Doutan Günümüze Büyük slâm Tarihi, Cilt: 14, stanbul: Ça Yay.
BREGEL, Yuri (2005), “Orta-Asya’da Türk Mool Etkileri”, Akdeniz’den Hindistan’a Türkran Esintileri, Kaknüs Yay.: 75-103.
BROCKELMANN, Carl (1992), slâm Ulusları ve Devletleri, (terc.: Neet Çaatay), Ankara:
Türk Tarih Kurumu Yay.
BROWNE (1956), A Literary History of Persian, Volume: 3, Cambridge.
BOLAY, S. Hayri (1990), Felsefî Doktrinler Sözlüü, Ankara: Akça Yay.
BOLELL, Nusret (2006), Belâgat, Beyân-Me’ânî-Bedî limleri, Arap Edebiyatı, stanbul:
Marmara Üni. lahiyat Vakfı Yay.
BOZKAPLAN, erif Ali (1989), Câmasb-nâme [Dil Özellikleri-Kısmî Transkripsiyon-Söz
Dizini], Malatya: nönü Üniv., Doktora Tezi.
BTK (1985), Büyük Türk Klâsikleri, 1-6, stanbul: Ötüken-Söüt,.
BULUÇ, Sadettin (1955), “Eski Bir Türk Dili Yadigârı Behcetü’l-hadâ’ık fî-Mev’ızeti’lhalâ’ik”, TDED, 6: 119-31.
____, (1956), “Behcetü’l-hadâ’ık fî-Mev’ızeti’l-halâ’ik’den Örnekler”, TDED, 7/ 1-2: 16-37.
____, (1956a), “eyyâd Hamza’nın Be Manzumesi”, ÜEF TDED, 7/1-2: 1-16.
____, (1963), “eyyâd Hamza’nın Lirik Bir iiri”, ÜEF TDED, 12: 139-42.
____, (1969), “eyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir Mesnevisi”, TM, XV: 247-63 .
____, (1980), “Elvan Çelebi’nin Menâkıbnâmesi”, TM, XIX: 1-6.
____, (1988), “Behcetü’l-hadâ’ık fî-Mev’ızeti’l-halâ’ik’ten Derlenmi Kouklar”, TDAY–
Belleten 1963: 161-201.
____, (1993), “eyyâd Hamza”, A, IX: 497-99.
BURSALI, Mustafa Necati (1993), stanbul ve Anadolu Erenleri, Çelik Yayınevi, stanbul.
BURSALI AL RIZA; Hilye-i Hazret-i Mevlânâ , Konya Mevlânâ Müzesi htisas Ktp. No.
2454.
BURSALI MEHMED TÂHR (1333), Osmânlı Müellifleri, 3 Cilt, stanbul: Matbaa-i Âmire.
BURSALI MEHMED TAHR EFEND (tsz.), Osmanlı Müellifleri 1299-1915,
Sadeletirenler: A. Fikri Yavuz – smail Özen, 1, stanbul: Meral Yay.
BURSALI RAHMÎ (1985), Bursalı Rahmî: Gül-i Sad-berg, (Hzr. Pervin Aynagöz),
Erzurum: Atatürk Üni., Fen-Edebiyat Fak., Lisans Tezi.
BURSALI RAHMÎ (1990), Bursalı Rahmî ve Gül-i Sad-berg’i, (Hzr. Gülgün Erien),
Ankara: Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi.
BURSALI RAHMÎ (1996), Bursalı Rahmî, âh u Gedâ [nceleme-Metin], (Hzr. Sevim
Birici), Elazı: Fırat Üni., Yüksek Lisans Tezi.
CAFEROLU, A. (1972), “lk Anadolu Vatan Kültürü Kurucuları”, Türkiyat Mecmuası,
XVII: 1-12.
____, (1984), Türk Dili Tarihi, stanbul: Enderun Kitabevi.
CÂHZ, Ebû Osmân Amr b. Bahr el-Câhiz (1988), Hilâfet Ordusunun Menkıbeleri ve
Türklerin Faziletleri [Manâkib Cund el-Hilâfa ve Fazâ’il el-Etrâk], (Çev.: Ramazan
een), Ankara: TKAE Yay.
CÂMÎ (trhs.), Dîvân-i Kâmil-i Câmî [âmil: Kasîdehâ-Tercî’hâ-Terkîbhâ-MesnevîhâKıt’ahâ-Rubâ’îhâ-Mu’ammâhâ], (Nr.: Hâim Razî), Tehrân: ntiârât-i Pîrûz.
____, Mevlânâ Abdurrahmân (trhs.2), Genc-i Ârifân, (be-Tashîh-i Hâmid-i Rabbânî),
Tehrân: ntiârât-i Gencîne.
____, Nûreddîn Abdurrahmân bin Ahmed-i Câmî-i Horâsânî (1370), Mesnevî-i Heft-Evreng,
(Tashîh u Mukaddime-i Aka-yi Murtazâ, Müderris-i Geylânî), Tehrân.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
760
760
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
____, Mevlânâ Abdurrahmân (1371), Bahâristân, (Be-Sa’y u Tashîh-i Doktor smâîl
Hakîmî), Tehrân.
____, Nûreddîn Abdurrahmân (1375), Nefehâtu’l-üns min-Hazarâti’l-kuds, (Mukaddime,
tashîh, ta’lîkât-i Doktor Mahmûd Âbidî), 3. Baskı, Tehrân.
____, (1989), Cami Tuhfetü’l-ahrâr ve Türkçe Çevirisi, (Hzr. Yusuf Öz), Ankara: Ankara
Üni., Yüksek Lisans Tezi.
____, Abdurrahmân-ı Câmî (1993), Nefehâtu’l-üns min-Hazarâti’l-kuds, (Tercüme ve erh:
Lâmî’î Çelebi; Yayıma Hzr.: Süleyman Uluda), kinci Baskı, stanbul: Marifet Yay.
____, (1989), “Behcetü’l-hadâ’ık’ın Dili Üzerine”, TDAY – Belleten 1967: 165-75.
CAN, Kaya (2003), Balıca Yazınsal Sanatlar, Ankara.
CAN, efik (1990), Hz. Mevlânâ ’ın Rubaileri I, stanbul: KB Yay.
____, (1991), Hz. Mevlânâ ’ın Rubaileri II, stanbul: KB Yay.
____, (2003), Mevlânâ , Hayatı-ahsiyeti-Fikirleri, stanbul: Ötüken.
CANFIELD, Robert L. (2005), “I. Giri: Türk -ran Gelenei”, Akdeniz’den Hindistan’a
Türk-ran Esintileri, Kaknüs Yay.: 15-52.
CANIM, Rıdvan (1995), Edirne airleri, Ankara: Akça Yay.
____, (1998), Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve retnâme, Ankara: Akça Yay.
____, (2001), Latîfî, Tezkiretü’-u’arâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ [nceleme-Metin], Ankara:
Atatürk Kültür Merkezi Yay.
CANPOLAT, Mustafa (1978), “Hassân’ın iirleri”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara:
27-44.
____, (1982), ‘Ömer bin Mezîd Mecmû’atü’n-nezâ’ir, Ankara: TDK Yay.
____, (1989), “Behcetü’l-hadâ’ık’ın Dili Üzerine”, TDAY – Belleten 1967: 165-75.
CANTAY, Gönül (1992), Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüifaları, Ankara: Atatürk
Kültür Merkezi Yay.
CEBECOLU, Ethem (1991), Hacı Bayram Veli, Kültür Bakanlıı Yayınları, Ankara.
CELÂL-ZÂDE SÂLH (1995), Celâl-zâde Sâlih Çelebi Leylâ vü Mecnûn [Tenkidli Yayın –
nceleme], (Hzr. Rıfat Kütük), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
CELEPOLU, Ayegül (2008), Türk Dil Kurumunun Kurucu Bakanı Samih Rifat [Hayatı
ve Eserleri], Ankara: TDK Yay.
CELÎLÎ (1997), Hâmidî-zâde Celîlî Hayatı, Eserleri, Edebî Kiilii ve Hüsrev ü îrîn
Mesnevîsi [nceleme – Tenkidli Metin], (Hzr. evkiye Kazan), Isparta: Süleyman
Demirel Üni., Yüksek Lisans Tezi.
CEM SULTAN (2000), Cemîd ü Hurîd, (Hzr. Adnan nce), Ankara: TDK Yay.
CEM SULTAN (1997), Cemid ü Hurid [nceleme-Metin), (Hzr. Münevver Okur Meriç),
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
CEMÂLÎ (1990), Cemâlî Hümâ vü Humâyûn [nceleme – Tenkidli Metin], (Hzr. Osman
Horata), Ankara: Hacettepe Üni., Doktora Tezi.
CEMÂLÎ (1998), Cemâlî, Miftâhu’l-ferec [nceleme-Tenkitli Metin], (Hzr. . Çetin
Derdiyok), Adana: Türkoloji Aratırmaları.
CEMLOLU, smet (1994), 14. Yüzyıla Ait Bir Kısas-ı Enbiyâ Nüshası Üzerinde Sentaks
ncelemesi, Ankara: TDK Yay.
CEVRÎ (x), Hilye-i Çihâr-yâr-i Güzîn, Atatürk Üni., Agâh Sırrı Levend Kitaplıı, No: 545.
CEVRÎ, Cevrî brâhîm Çelebi (1891), Hilye-i Çâryâr-i Güzîn, stanbul.
CEYHAN, Adem (1997), Bedr-i Dilad’ın Murâd-nâmesi I-II, stanbul: MEB Yay.
CEYLAN, Ömür (2003), Hânedânda Bir Âsî -Dâmâd Mahmûd Celâleddin Paa- Âsaf
Dîvânı, Ankara: Akça Yay.
____, – Ozan Yılmaz (2007), Bir Sürgün âheseri, Mihnetkeân, Keçecizâde zzet Molla,
stanbul: Sahaflar Kitap Sarayı.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
761
761
*
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
CNÂNÎ (1990), Cinânî Cilâ’u’l-kulûb [Giri-nceleme-Metin-Sözlük], (Nr. Mustafa
Özkan), stanbul
COKUN, Menderes (1999), Ottoman Pilgrimage Narratrives and Nabi’s Tuhfetü’lharemeyn, University of Durham, Doktora Tezi.
____, (2002), Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nâbî’nin Tuhfetü’lharameyn’i, Ankara: KB Yay.
____, (2003), "Edebî Terimler ve Aruzla lgili Bir Eser: Alî b. Hüseyinn Hüsâmeddîn
Amasî'nin Risâletün Mine'l-'arûz ve Istılâhı'-i'r'i", Türk Kültürü ncelemeleri, 8,
stanbul: 97-130.
____, (2007), Bosnalı Muhlis’in Manzum Seyahatnamesi [Delîlü’l-menâhil ve Müridü’lmerâhil], Isparta: Fakülte Kitabevi.
____, (2007a), Sözün Büyüsü Edebî Sanatlar, stanbul: Dergâh Yay.
COKUNER, Fahrettin (1994), eyh Evhadüddin Hamid el-Kirmânî’nin Menkıbeleri
[nceleme – Çeviri], Yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara.
____, (2002), Menûçihri-yi Damgânî Dîvânı’nın Tahlili ve Tercümesi, Ankara: Ankara
Üniversitesi, Doktora Tezi.
CUNBUR, Müjgan (1952), Gülehrî ve Mantıku’t-tayr’ı, Ankara: Ankara Üniversitesi,
Doktora Tezi.
____, (1986), “Selçuklu Devri Konya Kütüphanesi”, Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi, II/1:
37-44.
____, (1987), “Eski Bir Mecmua-i E’âr’da Yûnus ve Baba Yûsuf’dan Birkaç Deyi”, II.
Uluslar arası Türk Halk Edebiyatı Semineri 7-9 Mayıs 1985 Eskiehir, Eskiehir:
Yunus Emre Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Yay.
____, (1997), “Murad-name”, Millî Kültür, I/2: 60-3.
CURFÂDEKÂNÎ, Ebu’-eref Nâsıh b. Zafer b. Sa’d (1345), Tercume-i Târîh-i Yemînî, (nr.
Ca’fer i’âr), Tehrân.
ÇAATAY, Saadet (1971), “Türkçede ranî Kelimelere Dair”, ran ehinahlıının
2500.Kurulu Yıldönümüne Armaan, stanbul: MEB Yay. 105-15.
ÇALAYAN, Bünyamin (1997), Divan iirinde Kerbelâ Mersiyeleri, Ankara: Gazi Üni.,
Doktora Tezi.
ÇAKIR, Müjgan (2007), “Kıyafet-nâmeler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi”, Türkiye
Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 9: 333-50.
ÇAM, Nusret (1999), “Osmanlı Mimarisinde ve Sanatında Sultanların Estetik Rolleri”,
Osmanlı, 10, Ankara: 65-73.
ÇAVUOLU, Ali (1996), Kültür Tarihimizde Kıyafet-nâmeler, Kaynakları, Konuları,
Hükümlerin Deerlendirilmesi ve Örnek Metinler, Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek
Lisans Tezi.
____, (2009), Yusuf Hakikî Baba , Mahabbet-nâme, Ankara: Aksaray Belediyesi.
ÇAVUOLU, Mehmed (1969), “Talıcalı Dukâkin-zâde Yahya Bey’in stanbul ehrengîzi”, ÜEF TDED, XVII, stanbul: 73-108.
____, (1976), “Kanunî Devrinin Sonuna Kadar Anadolu ’da Nevâyî Tesiri Üzerine Notlar”,
Mehmed Çavuolu Armaanı, stanbul: Ötüken Yayınevi: 75-90.
____, (1982), “Fatih Sultan Mehmed Devrine Kadar Osmanlı-Türk Edebî Mahsullerinde
Muhtevanın Tekâmülü”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, 2: 31-43.
____, (1986), “Kaside”, Türk Dili, Türk iiri Özel Sayısı II (Divan iiri), 415-416417/Temmuz-Austos-Eylül, Ankara: 17-77
____, (1992), “Basîrî (ö. 941/1534-35)” mad., TDV A, 5, stanbul: 105-6.
____, (2001), Necâtî Bey Divanı’nın Tahlili, stanbul: Kitabevi.
*
*
*
*
*
*
*
*
762
762
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
ÇAVUOLU, Mehmed – M. Ali Tanyeri (1987), Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – III],
stanbul.
ÇELEBCAN, Nuri (2006), 16. Yüzyıl Tezkirelerinde Bilgi Akıı, Basılmamı Yüksek Lisans
Tezi, Kırıkkale Üniverstesi.
ÇELEBOLU, Âmil (1978), “XIII - XV (ilk yarısı). Yüzyıl Mesnevilerinde Mevlânâ
Tesiri”, Mevlânâ ve Yaama Sevinci, (Hzr. Feyzi Halıcı), Ankara: 99-133.
____, (1975), Yazıcıolu Mehmed, Muhammediye, 4 c, stanbul: Tercüman 1001 Temel Eser.
____, (1979) “Kıyâfe(t) lmi ve Akemseddinzâde Hamdullah Hamdi ile Erzurumlu brahim
Hakkı’nın Kıyâfetnâmeleri”, Atatürk Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Aratırma Dergisi
-Ahmet Caferolu Özel Sayısı- , 11: 305-347.
____, (1985), “Âık Ahmed’in Câmi’ü’l-ahbâr’ı”, Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü
brahim Kafesolu Armaanı, Ankara: 171-87.
____, (1996), Muhammediye I-II, stanbul: MEB Yay.
____, (1998), “Süleyman Nahîfî’nin Hicretü’n-nebî Adlı Mesnevîsi”, Eski Türk Edebiyatı
Aratırmaları, stanbul: MEB Yay.: 263-315.
____, (1998a), “Zaîfî’nin Gazavât-ı Sultan Murad bni Muhammed Han Adlı Mesnevîsi”,
Eski Türk Edebiyatı Aratırmaları, stanbul: MEB Yay.: 151-58.
____, (1999), Türk Edebiyatı’nda Mesnevi (XV. yy’a Kadar), stanbul: Kitabevi.
ÇELK, Ali (2000), “XVIII. yy. Müelliflerinden Ahmed Müridî’nin Ahmediyye simli
Eseri”, Akademik Aratırmalar Dergisi: Osmanlı Özel Sayısı, 4-5: 85-101.
ÇELK, Bayram (1998), Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesevisi ile Hamdullâh Hamdî’nin
Yûsuf u Züleyhâ Mesnevîsinde nsan Psikolojisi, Adana: Çukurova Üni., Yüksek Lisans
Tezi.
ÇELK, Muhittin (1989), Revânî: ret-nâme [Dil Özellikleri – Metin – Sözlük], Malatya:
nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ÇELTK, Halil (1998), Ömer Ferit Kam ve Âsâr-ı Edebiyye Tetkikatı, Ankara: Kültür
Bakanlıı Yay.
ÇETN, smet (1997), Türk Edebiyatında Hz. Ali Cenknâmeleri, Ankara: Kültür Bakanlıı
Yay.
____, (2002), Tursun Fakih, Hayatı, Edebî ahsiyeti, Mesnevîleri, Ankara.
ÇETN, Nihad M. (1972), “Arapça Birkaç Darb-ı Meselin ve eyhî’nin Har-nâme’sinde
ledii Hikâyenin Menei Hakkında”, arkiyat Mecmuası VII, stanbul: 227-43.
____, (1973), Eski Arap iiri, stanbul: Ü Yay.
____, (1991), “Arap : IV: Edebiyat” mad., TDV A, 3: 286-309.
ÇÇEKLER, Mustafa (1994), Kemal Paa-zâde ve Nigâristân’ı, stanbul: stanbul Üni.,
Doktora Tezi.
ÇFTÇ, Cemil (1997), Maktul airler, stanbul: Kitabevi.
ÇFTÇ, Hasan (2002), Klâsik Fars Edebiyatında Hiciv ve Sosyal Eletiri, Ankara: KB Yay.
ÇUHADAR, brahim Hakkı (1988), Sücûdî’nin Selim-nâmesi, Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek
Lisans Tezi.
DAMES, M. Longworth (1993), “Gazneliler ” mad., A, 4: 742-48.
DAMGÂNÎ, Menûçihri-yi Damgânî (1375), Dîvân-i Menûçihri-yi Damgânî, (be-Kûi-i
Muhammed Debîr-i Siyâkî), Tehrân.
DANMEND, smail Hami (1948), zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, I-II, stanbul:
Türkiye Yayınevi.
Daninâme-i Edeb-i Fârsî (1380), cilt II-IV, Tehrân.
DÂVÛD; Gazavât-ı Emîrü’l-mü’minîn Alî der-Memleket-i Sind bâ-Mukatil âh, Afyon l
Halk Ktp., Gedik Ahmed Paa Böl., Nu. 18349/3, yk. 207a-228a.
DÂVUD BRÂHMÎ (1995), “Enîsü’l-kulûb”, TDV A, 11: 242-43.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
763
763
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
DAWLATSHÁH (1901), The Tadhkıratu’sh-Shu’ara By Edward G. Browne, Leiden.
DEDE ÖMER RÛENÎ (1982), Dede Ömer Rûenî Hayatı, Eserleri ve Miskinlik-nâme
Mesnevîsi [Edisyon Kritik], (Hzr. Mustafa Uzun), stanbul: Marmara Üni., Doktora
Tezi.
DEDE ÖMER RÛENÎ (1990), Ney-nâme, (Hzr. Mustafa Uzun), stanbul.
DERMENÇAY, Veyis (1996), Sultan Veled ve Rebabnâme, Erzurum: Atatürk Üni.,
Doktora Tezi.
____, (1996a), Sultan Veled Rubailer, Erzurum: AÜFEF Yay.
____, (1997), Sultan Veled’in Arapça iirleri, Erzurum: AÜFEF Yay.
____, (1997a), “ntihânâme Mesnevisinde Mevlânâ ve Mevlevîlikle lgili Anlatımlar”, Yedi
klim, 11/84: 53-8.
____, (2000), ran Edebiyatında Bedî’iyye veya Kasîde-i Masnû’a, Erzurum: Atatürk Üni.
FEF Yay.
____, (2006), Fünûn-ı Belâgat ve Sınâât-ı Edebî, Erzurum: Atatürk Üni. Fen-Edeb. Fak. Yay.
DEHHUDÂ, Ali Ekber (1373), Lugat-nâme, 14 c., Tehrân: Muessese-i ntiârât-i Çâp-i
Dânigâh-i Tehrân.
DEMR, Necati (2005), Abdülaziz bin Mahmûd el-Isfahânî, Sıfâtu’l-haremeyn, Ankara:
Akça Yay.
DEMR, Nurettin (2007), “Batı Türk Yazı Dilinin Oluumu”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1,
stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay.: 302-11.
DEMRC, Ümit Özgür – enol Korkmaz (2008), Yûsuf u Zelîhâ [Destân-ı Yûsuf Aleyhi’sselâm ve Hâzâ Ahsenü’l-kasasi’l-mübârek], stanbul: Kaknüs.
DEMREL, Mustafa (1994), “Âık Paa’nın Elif-nâme’si ve Dil Özellikleri”, Bilig, 3: 20246.
DEMREL, Mustafa (1983), Kemal Paazâde, Yûsuf u Züleyhâ, Ankara.
____, (1996), bn Kemâl – Divan, stanbul: Fakülteler Matbaası.
DEMRTA, Faruk Kadri (1951), “Fâtih Devri airlerinden Cemâli ve Eserleri”, ÜEF
TDED, IV/3, stanbul: 189-213.
DENZ, Sabahat (1993), “Cemîd ü Hurîd Mesnevîsindeki Temsîli Hususiyetler”, Türklük
Aratırmaları Dergisi, 7, stanbul: Marmara Üni. Fen-Edebiyat Fak. Yay.: 187-202.
DERDYOK, . Çetin (1994), “Hoca Dehhani’nin Kasidesine Tematik Bir Bakı”, Yedi klim,
55: 59-63.
____, (2000), “Mesîhî’nin Müne’âtı çerisinde Yer Alan ve Yavuz Sultan Selîm’in Kendi
Azından Mısır Fethini Anlatan Bir Mektup”, XII. Türk Tarih Kongresi, Ankara: 111119, Levha: 171-175.
DERN, Adnan (1987), Tuhfe-i Mübârizî [Metin-Gramer Notları-Sözlük], Ankara: Gazi Üni.,
Yüksek Lisans Tezi.
DEVEL, Hayati (2006), Osmanlı’nın Dili, stanbul: 3F Yay.
DEVELOLU, Abdullah (1963), Büyük nsanlar- Üçbin Türk ve slâm Müellifi-, stanbul:
Yaylacık Matbaası.
DEVELLOLU, Ferit (2002), Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın
Kitabevi.
DEVLETÂH, Emîr Devletâh bin Alâü’d-devle Bahtîâh el-Gâzî es-Semerkandî (1901),
Tezkiretü’-u’arâ, (nr.: Edward G. Browne), Leiden.
DEYHÎM, Muhammed (1367) Tezkire-i u’ârâ-yi Âzerbaycan –Târîh-i Zindegî vü Âsâr-, Du
Cild, Çâp-i Evvel, Tebrîz.
DLÂÇAR, A. (1988), Kutadgu Bilig ncelemesi, 2. Baskı, Ankara: TDK Yay.
DLBERÎPÛR, Asgar (2003), “Fars Dili ve Edebiyatı ile Türk Dili ve Edebiyatının Karılıklı
Etkileimi”, Name-i Aina, 5/13-14, s. 17-36.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
764
764
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
DLÇN, Dehri (1946), eyyâd Hamza, Yûsuf ve Zeliha, stanbul.
DLÇN, Cem (1978), “XIII. Yüzyıl Metinlerinden Yeni Bir Yapıt: Ahvâl-i Kıyâmet”, Ömer
Asım Aksoy Armaanı, Ankara: TDK Yay. 49-86.
____, (1983), Örneklerle Türk iir Bilgisi, Ankara: TDK Yay.
____, (1991), Mes’ûd bin Ahmed, Süheyl ü Nev-bahâr [nceleme-Metin-Sözlük], Ankara:
AKM Yay.
____, (1993), “Mantıku’t-tayr’ın Manzum Çevirileri Üzerine Bir Karılatırma”, AÜ DTCF
Dergisi, 369: 35-562.
DNDAR, Muharrem (1999), Bihitî Ramazan Efendi ve Cemâh ve Âlemâh Mesnevîsi,
Bursa: Uluda Üni., Yüksek Lisans Tezi.
DRÖZ, Haydar Ali (2003), “Divan Edebiyatında ç Tekâmül”, Diriözler Armaanı –Prof.
Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, Ankara: 19-33.
DRÖZ, Meserret; (1977-1978), “Sâib’in Türkçe iirleri”, Türk Kültürü Aratırmaları,
XVI/1-2: 277-301.
____, (1979), “Ömer Hayyam Türkçe Biliyor muydu?”, Töre, IX/100:19-26.
____, (2002), "Edebiyat Bilgi ve Teorileri I, Belâgât", Türklük Bilimi Aratırmaları, 11,
Nide: 255-61.
D’STRA, Dora (1982), Osmanlılarda iir, (Türkçesi: Semay Taneri), stanbul: Havass Yay.
DOAN, M. Nur (1996), Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn: Metin, Nesre Çeviri, Notlar ve
Açıklamalar, stanbul: Çantay Kitabevi.
____, (1997), “Lâle Devri airlerinden shak Efendi’nin Orijinal Mesnevîsi: Bi’set-nâme”,
ÜEF TDED, Sayı: 27, ss. 101-68.
____, (2002), eyh Gâlib, Hüsn ü Ak, stanbul: Ötüken.
____, (2002a), Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn, 2. Baskı, stanbul: Yapı ve Kredi Yay.
____, (2004), Fâtih Dîvânı ve erhi, stanbul.
DOAN, Ahmet (2007), “Eski Türk Edebiyatı’nda Hüsrev ü îrîn ve Hüsn ü Ak”, Türkiye
Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı I Sayısı-, 9: 389-400.
DOANYT, brahim (1992), Yahya Bey (Talıcalı) Gülen-i Envâr, Kayseri: Erciyes
Üni. Yüksek Lisans Tezi.
DOLU, Halide (1953), Meneinden Beri Yûsuf Hikâyesi ve Türk Edebiyatındaki Versiyonları,
Vesikalar Albümü, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi.
DOLU, Halide (1988), “Dâstân-ı Varka ve Gülâh’ın Fiil Çekimi”, TDAY- Belleten 1954, 2.
Baskı, Ankara: TDK Yay.: 221-31.
DORC 3, Kitâb-hâne-i Elektronik-i i’r-i Fârisî, Tehrân.
DÖNMEZ, brahim Kâfi (1992), "Beyan" mad., TDV A, 6: 23-25.
DÜZEN, brahim (1978), Muhammed b. Gazi al-Malatyavî ve Eseri Ravzat al-Ukul, II Cilt,
Erzurum: Atatürk Üni., Doçentlik Tezi.
EA, (tsz.), Evliyalar Ans., II, stanbul.
EBU BEKR- THRANÎ (2001), Kitâb-ı Diyarbekriyye, (çev. Mürsel Öztürk), Ankara:
Kültür Bakanlıı Yay.
ECEVT, Yıldız (1996), “Orhan Pamuk’un Romanlarında Ana Bileenler”, Varlık Edebiyat
ve Sanat Dergisi, 1063: 46-55.
ECKMANN, János (1959), “Das Tschaghataische”, Philologiae Turcicae Fundementa,
Wieasbaden, ss. 138-60.
EDRNELI GÜFTÎ; Hilye-i Aere-i Mübeere, Süleymaniye Ktp. Lâleli 1715/7.
EDRNEL NAZMÎ (2004), Pend-nâme-i Nazmî (Tercüme-i Pend-nâme-i Atâr) [ncelemeMetin-Sözlük], (hzr. Kudret Altun), Kayseri: Laçin.
*
*
*
*
*
*
765
765
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
EFLÂKÎ, ams Al-Dîn Ahmed Al-Aflâkî Al-Ârifî (1976-1980), Manâkib Al-Ârifîn [Metin],
2 Cilt, (Yayınlayan: Tahsin Yazıcı), Gözden Geçirilmi kinci Baskı, Ankara: TTK
Yay.
ER, Sadettin (2005), Hâfız-zâde, Kalemden Kelâma: Risâle-i Hat, stanbul: Kitabevi.
ELAÇIK, Muhittin (2003), Lütfullah Bin Fazlullah’ın Kâmilü’t-ta’bîr Tercümesi ve
ehirlerle lgili Yorumlar”, Diriözler Armaanı, Ankara: 175-83.
ELVAN ÇELEBI (1984), Menâkibu’l-kudsiyye fî-Menâsibi’l-ünsiyye [Baba lyas-ı Horasânî
ve Sülâlesinin Menkabevî Tarihi], (Hzrlr. A.Y. Ocak-.E.Erünsal), stanbul: stanbul
Üni. Edebiyat Fak. Yay.
ELVÂN-I ÎRÂZÎ; Gülen-i Râz Tercümesi, stanbul Üni. Ktp., TY 829.
EMNZADE, Mehmet (1948), Nevâî’nin Ferhad ve îrîn’i, stalinabad.
EMRÇUPAN, Ahad (2001), Gaznelilerin lk Döneminde Edebî Çevre, Erzurum: Atatürk
Üniversitesi, Doktora Tezi.
EMR HUSREV- DHLEVÎ (1343), Dîvân-i Kâmil-i Emîr Husrev-i Dihlevî [GazeliyyâtKasâ’id-Mukatta’ât-Rubâ’iyyât], Nr. Sa’îd Nefîsî, (be-htimâm-i M. Dervî), Tehrân:
ntiârât-i Câvîdân.
EMÎRÎ; Mir’atü’l-ebrâr ve Muhtâru’l-ahyâr, Nuriosmaniye Ktp. TY. 2584/1.
EMÎRÎ (x), Nasîhat-nâme, Millet Ktp. Mzm. 860.
EMRE (1286), Pend-nâme-i Attâr Tercümesi, zzet Efendi Ta Destgâhı, [Attâr’ın Pendnâme’sinin kenarında yazılı].
EMRE (1998), Tercüme-i Pendnâme-i Attâr, (Hzr. Azmi Bilgin), stanbul.
ENVERÎ (1928), Düstûr-nâme-i Enverî, stanbul.
ENVERÎ (1372), Dîvân-i Enverî, (be-htimâm-i M. Takî Muderris-i Rezevî), Dû Cild, Çâp-i
Çihârum, Tehrân: irket-i ntiârât-i lmiyye.
ERASLAN, Kemal (1971), “Nevâyî’nin Hâlât-ı Seyyid Hasan Big Risâlesi”, Türkiyat
Mecmuası, XVI, 1971: 89-110.
____, (1980), “Alî îr Nevâyî ’nin Hâlât-ı Pehlevan Muhammed Risâlesi”, Türkiyat
Mecmuası, XIX, 1977-1979: 99-135.
____, (1986), “Ahmedî, Münazara (Telli Sazlar Atıması)”, ÜEF TDED, XXIV-XXV,
stanbul: 129-204.
____, (1987), Hüseyn-i Baykara Divânı’ndan Seçmeler, Ankara: KTB Yay.
ERCLASUN, Ahmet, B. (1990), “Türk Dilinin Dünü Bugünü Gelecei”, Türk Kültürü, 321:
4-15.
____, (1998), “Tarih Boyunca Türk Dilinin Kullanılıı”, Tarih Boyunca Türk Dili Bilgi
öleni “Barı Dili Türkçe ” Karaman 13 – 14 Mayıs 1997, Ankara: TBMM Kültür,
Sanat ve Yayın Kurulu Yay.: 53-63.
ERDEM, Hüsamettin (1990), Panteizm ve Vahdet-i Vücûd Mukayesesi, Ankara: KB Yay.
ERDEM, Sadık (1994), Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ'sı [nceleme-Tenkidli Metin-ndeks-Sözlük],
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
____, (2001), Subhî-zâde Azîz ve Dîvân'ı [nceleme-Metin-Sözlük], Isparta: Fakülte Kitabevi.
EREN, smail (1976), “Mesîhî’nin Dünya Edebiyatında Yer Alan Bahâriyyesi”, ÜEF Türk
Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXII, 1974-1976, stanbul: 213-9.
____, (1976a), “Bahâriyyenin Fransızca, Rusça ve Sırpça Çevirileri”, ÜEF Türk Dili ve
Edebiyatı Dergisi, XXII, 1974-1976, stanbul: 221-7.
ERGIN, Muharrem (1980), Kadı Burhaneddin Divanı, stanbul: ÜEF Yay.
ERGUN, Sadettin Nüzhet (1936), Türk airleri, Cilt: 1-2, stanbul.
ERMER, Kayahan (1974), “Gün Iıına Çıkan Deerli Bir Eser”, TDAY-Belleten 19731974, Ankara: TDK Yay.: 265-81.
*
*
*
*
*
*
*
766
766
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
EREN, Gülgün (1992), “Bursalı Rahmî ve Gül-i Sad-berg’i”, Türkoloji Dergisi, 10/1,
Ankara: 285-315.
ERKAL, Abdülkadir (1997), “Lâmi’nin Ferhâd u îrîn Mesnevîsi”, A.Ü. Türkiyat
Aratırmaları Enstitüsü Dergisi, 8: 51-66.
ERTAN, A. Rıza (1966-1967), Celîlî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi, Ankara: Türk Edebiyatı
Bitirme Tezi.
ERTAYLAN, Ýsmal Hikmet (1945), Türk Edebiyatý Örnekleri I. Varaka ve Gülþah,
Ýstanbul: ÝÜ Yay.
____, (1946), “Yûsufî-i Meddâh Yeni ki Varaka ve Gülah Nüshası -Hâmû-nâme, Dâsitânı blîs-i ‘Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Huseyn”, ÜEF, TDED, 1/1: 105-21.
____, (1946a), “Yeni ve Deerli Bir Dil ve Edebiyat Belgesi, Tarîkat-nâme”, stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt: I, Sayı: 3-4, ss.
235-44.
____, (1948), Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Kabûlî, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1949), Külliyyât-ı Dîvân-ı Mevlânâ Hâmidî, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1949a), “h. VII. (m. XIII) Asra Ait Çok Deerli Bir Türk Dili Yâdigârı: Behcetü’lhadâ’ık fî-Mev’ızeti’l-halâ’ik”, TDED, III: 275-7.
____, (1951), Sultan Cem, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1952), Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1960), lâhî Dîvânı, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1960a), Hatibolu Bahrü’l-hakâyık, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1960b), Yusuf ile Züleyha, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1960c), Tabiatname, stanbul: ÜEF Yay.
ERTEM, Rekin (1995), Yahyâ Divanı, Ankara: Akça Yay.
ERÜNSAL, smail (1983), The Life and Works of Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi with a Critical
Edition of His Dîvân, stanbul.
*
*
*
*
*
*
____, – Ahmet Yaar Ocak (1984), Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-kudsiyye fî Menâsıbi’l-ünsiyye
[Baba lyas-ı Horasanî ve Sülâlesinin Menkabevî Tarihi], 2. bs., stanbul: Ü EF Yay.
____, (1984a), “Türk Edebiyatı Tarihinin Ariv Kaynakları II: Kanunî Sultan Süleyman Devrine
Ait Bir n’âmât Defteri”, Osmanlı Aratırmaları, IV, stanbul: 1-17.
ERZ, Adnan (1963), Gunyetü’l-kâtib ve Münyetü’t-tâlib, Ankara.
____, (1963a), Rüsûmü’r-resâ’il ve Nücûmü’l-fezâ’il, Ankara.
ESRÂR DEDE (2000), Tezkire-i u’arâ-yı Mevleviyye, (Hzr. lhan Genç), Ankara: AKM Yay.
____; Fütüvvet-nâme-i Esrâr, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmûd Efendi Kısmı, Nu. 3741.
ETHÉ, Hermann (1337), Târîh-i Edebiyât-ı Fârisî, (Trc.: Rızâzâde afak), Tehrân.
EVLYÂ ÇELEB (2001), Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi, hzr. Yücel Dalı - Seyit Ali Kahraman –
brahim Sezgin, 5. Kitap, stanbul: YKY.
EYYÛBÎ (1991), Menâkıb-ı Sultan Süleyman [Risâle-i Padiâh-nâme], (Hzr. Mehmet Akku),
Ankara: KB Yay.
FAHRÜDDN IRÂKÎ (1988), Lemâat [Parıltılar], (çev.: Saffet Yetkin): MEGSB Yay.
FÂK REÂD (trhs.), Târîh-i Edebiyât-ı Osmâniyye, Birinci Cild, stanbul: Zarâfet Matbaası.
____, (trhs.a), Eslâf, (Baskıya Hazırlayan: emsettin Kutlu), [stanbul].
FÂK (Reâd) (1309), “Hâfız-ı Acem”, Hazîne-i Fünûn, 15, stanbul: 113-4.
____, (1309a), “Lâmi‘î”, Hazîne-i Fünûn, 14, stanbul: 105-6.
____, (1309b), “bn-i Kemâl”, Hazîne-i Fünûn, 2, stanbul: 12-4.
FAKÎRÎ; Risâle-i Ta’rîfât, stanbul Üni. Ktp. TY 3051.
FARZAN, Ebrahim (1980), Gulen-i Saruhânî, Hayatı, Farsça Dîvânı ve Râz-nâme’si, stanbul:
Ü EF, Doktora Tezi.
FAZILOV, E. .; (1975), “Kutb’un Hüsrev ü irin Yazmasında Bulunan Kayıtlar”, (Türkçeye
Tercüme Eden: Nazif Hoca), ÜEF TDED, 21, stanbul: 89-96.
*
*
767
767
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
FAZLIOLU, hsan (1998), “Osmanlı Corafyasında lmî Hayatın Teekkülü ve Davud elKayserî”, Uluslar arası Davud el-Kayserî Sempozyumu, Ankara: 25-42.
____, (2001), “Selçuklular Döneminde Anadolu ’da Felsefe ve Bilim (Bir Giri)”, Cogito –
Selçuklular -, 29: 152-67.
____, (2003), “Osmanlı Döneminde ‘Bilim’ Alanındaki Türkçe Telif ve Tercüme Eserlerin Türkçe
Olu Nedenleri ve Bu Eserlerin Dil Bilincinin Olumasındaki Yeri ve Önemi”, Kutadgubilig,
3: 151-84.
____, (2006), “Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Türk Felsefe-Bilim Tarihine Önsöz”,
Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlıı, s. 413-428.
FAZLÎ (1991), Fazlî, Gül ü Bülbül, (Hzr. Neclâ Eskin), Ankara: Gazi Üni. Fen-Edebiyat Fak.,
Türk Dili ve Edebiyatı Böl. Bitirme Tezi.
FAZLÎ (1991a), Fazlî, Gül ü Bülbül, (Hzr. Vahibe Acaz), Ankara: Gazi Üni. Fen-Edebiyat Fak.,
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Bitirme Tezi.
FEDÂÎ DEDE (1993), Fedayi Dede Mantık-ı Esrâr [Tenkidli Metin ve nceleme], (Hzr. Taceddin
imek), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
FERRUHÎ (1335), Dîvân-i Hakîm Ferruhi-yi Sîstânî, (be-Kûi-i Muhammed Debîr-i Siyâkî),
Tehrân.
FESÂÎ, Mansûr Rostgâr (1372), Envâ’-i i’r-i Fârsî, Tehrân: 428-76.
FEVZYE ABDULLAH (1950), “Nizâmî - eyhî, Hüsrev ü îrîn Mukayesesi”, ÜEF Tarih
Dergisi, I/1-2, stanbul: 263-81.
FRDEVSÎ- TÛSÎ (1363), âh-nâme-i Firdevsî, Heft Cild, Çâp-i Sevvum, Tehrân.
FLEMMNG, Barbara (1974), Fahris Husrev u îrîn Eine Türkische Dichtung Von 1367,
Wiesbaden.
____, (1979), “Beylikler Devrinin Bir Romantik Mesnevisi: Fahrî’nin Husrev u îrîn’i”, I.
Milletler Arası Türkoloji Kongresi [stanbul, 15-20.X.1973] Tebliler, 2. Türk Dili ve
Edebiyatı, stanbul: 325-9.
FOMKN, M.S. (1994), “Sultan Veled (1226-1312)’in iir Sanatı ve Türk iir Gelenei”, TDAYBelleten 1991, Ankara: 137-48.
FURÛGÎ, Muhammed Ali (trhs.), Külliyât-ı Sa'dî, Tehrân: Müessese-i Matbuât-ı Ahmed lmî .
FURÛZANFER, Bediu’z-zaman (1347), Menâkıbnâme-i eyh Evhadüddîn-i Kirmânî, Tehrân.
____, (1352), Bahâeddîn Veled, Ma’ârif I-II, Tehrân.
____, (1369), Kitâb-i Fîhi Mâfîh ez-Guftâri Mevlânâ Celâle’d-dîn Muhammed Mehûr bâMevlevî, Çâp-i eom, Tehrân.
FURÛZANFER, B. (1990), Mevlânâ Celaleddin, (Çeviren: Feridun Nafiz Uzluk), stanbul: MEB
Yay.
FUZÛLÎ (1955), Beng ü Bâde, (Hzr. Kemâl Edib Kürkçüolu), stanbul.
FUZÛLÎ (1981), Fuzûlî Leylâ vü Mecnûn, (Hzr.: Hüseyin Ayan), stanbul: Dergâh Yay.
GANDJE, T. (1971), “Sâdıkî-i Afar’ın Türkçe iirleri”, Türkiyat Mecmuası, XVI: 19-26.
GANÎ-ZÂDE NÂDRÎ; Mi’râciyye, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Böl. Nu. 5250.
GANÎZÂDE NÂDRÎ (1), eh-nâme-i Nâdirî, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmûd Nu. 5250.
GELEN, Kasım (1989), Kanunî Sultan Süleyman’ın Farsça Divan’ı, stanbul: stanbul Üni.,
Yüksek Lisans Tezi.
GELBOLULU ÂLÎ (1998), Riyâzü’s-sâlikîn, (Hzrlr. Mehmet Arslan – . Hakkı Aksoyak), Sivas.
GENCEL NZAMÎ (1944), Genceli Nizamî Divanı, (Tercüme Eden: Ali Nihad Tarlan), stanbul:
Ahmet Halit Kitabevi.
GENÇOSMAN, M. Nuri (1985), Rubaîler ve lk Gazeller, stanbul: MEGSB Yay.
____, (1988), Mevlânâ ’nın Rubaileri I-II [Tam Metin], stanbul: MEGSB Yay.
____, (1990), Baharistan, Molla Camî, stanbul: MEB Yay.
GIBB, E.J.W. (1943), Osmanlı iiri Tarihi, stanbul: Ü Yay.
____, (1999), Osmanlı iir Tarihi I-II, III-IV, (Terc. Ali Çavuolu), Ankara: Akça Yay.
GODSELL, Fred Fild (1338), Dîvân-ı Kadı Burhaneddin. Gazel ve Rubaiyatından Bir Kısmı ve
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
768
768
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Tuyugları, stanbul: Matbaa-i Âmire.
GÖÇGÜN, Önder (1987), Ziyâ Paa’nın Hayatı, Eserleri, Edebî ahsiyeti ve Bütün iirleri,
Ankara: KTB Yay.
GÖKBLGN, M. Tayyib (1964), “Cafer Çelebi” mad., A, III: 8-10.
GÖKER, Lütfi (1998), Fen Bilimleri Tarihi ve Türk -slâm Bilginlerinin Yeri, stanbul: Millî
Eitim Bakanlıı Yay.
GÖLPINARLI, Abdülbaki (1936), “Âık Paa’nın iirleri”, Türkiyat Mecmuası, V: 87-101.
____, (1945), Mevlânâ , Seçme Rubailer, stanbul: MEB Yay.
____, (1952), “slâm ve Türk llerinde Fütüvvet Tekilâtı ve Kaynakları”, Ü ktisat Fakültesi
Mecmuası, XI/1-4: 3-354.
____, (1954), Divan iiri, XV. – XVI. Yüzyıllar, stanbul: Varlık Yay.
____, (1959), Mevlânâ Celâleddin, Fîhi Mâ Fîh, stanbul: Remzi Kitabevi.
____, (1963), Mevlânâ Celaleddin Rûmî Mektuplar, stanbul: nkılap ve Aka Kitabevleri.
____, (1963a), Mevlevî Âdâb ve Erkânı, stanbul: nkılâp ve Aka.
____, (1964), Rubâiler, stanbul: Remzi Kitabevi.
____, (1965), Mecâlis-i Seb’a [Yedi Meclis], Konya: Konya Turizm Dernei Yay.
____, (1965a), Yûnus Emre Risâlât al-Nushiyya ve Dîvân, stanbul: Eskiehir Turizm ve Tanıtma
Dernei Yay.
____, (1971), Mevlâna Müzesi Yazmalar Katalou II, Ankara: Türk Tarik Kurumu Yay.
____, (1976), Sultan Veled, btidâ-nâme, Ankara: Konya Turizm Dernei Yay.
____, (1979), Tarih Boyunca slâm Mezhepleri ve iîlik, stanbul: Der Yay.
____, (1981-1983-1984), Mesnevî Tercemesi ve erhi, I.-II. Cilt, III.- IV. Cilt, V.-VI. Cilt:
stanbul, nkılâp ve Aka Kitabevi.
____, (1983), Mevlânâ ’dan Sonra Mevlevîlik, stanbul: nkılâp ve Aka.
____, (1985), M. Celâleddin Rumî, Fîhi Mâ-Fîh ve Mecâlis-i Seba’dan Seçmeler, Ankara: KTB
Yay.
____, (1985a), Mevlânâ Celâleddin, stanbul: nkılâp Kitabevi.
____, (1988), Hafız Divanı, stanbul: MEGSB Yay.
____, (1992), Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr, 7 Cilt, Eskiehir: KB Yay.
____, (1992a), Yunus Emre ve Tasavvuf, kinci Baskı, stanbul: nkılâp Kitabevi.
____, (1992b), Alevî-Bektaî Nefesleri, 2. Baskı, stanbul: nkılâp Kitabevi.
GÖVSA, brahim Alâettin (trhs.), Türk Mehurları Ansiklopedisi, Yedigün Neriyatı.
GUBÂRÎ ABDURRAHMÂN; Yûsuf u Züleyhâ, Manisa l Halk Ktp. Nu. 1215/5.
GUBÂRÎ (x), Menâsik-i Hac, Süleymaniye Ktp. Ayasofya Kısmı Nu. 3989.
GÜFTÎ; Terîfâtü’-u’arâ, stanbul Üni.Ktp. TY. 1533 ve 9619.
GÜLEHRÎ, Mantıku’t-tayr, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Kısmı, Kayıt Numarası: 2557/2
[Millî Kütüphane, Mikrofilm Ariv Numarası: A-942.
____, (1957), Mantıku’t-tayr [Tıpkı Basım], (Önsözü Yazan: Agâh Sırrı Levend), Ankara: TDK
Yay.
GÜNALTAY, M. emseddin (1991), slam Tarihinin Kaynakları –Tarih ve Müverrihler-,
stanbul:
Endülüs Yay.
GÜNAY, Umay – Osman Horata (1994), Yunus Emre: Risâletü’n-nushiyye, Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yay.
GÜNGÖR, Zülfikar (2000), Türk Edebiyatında Türkçe Manzum Hilye-i Nebevîler ve Nesîmî
Mehmed’in Gülistân-ı emâil’i, Ankara: Ankara Üni., Doktora Tezi.
GÜNEN, Ahmet (2004), psalalı Ebu’l-hayr Mevlid (nceleme-Metin-Dizin), Ankara.
GÜRER, Abdülkadir (1994), “Lâmî’s Gûy u Çevgân Supplementband 35, Franz Steiner Verlag,
Stuttgard, 1994, 388+72s.”, AÜ Osmanlı Tarihi Aratırma ve Uygulama Merkezi Dergisi
(OTAM), 5, Ankara: 601-8.
____, (2003), “Pîr Muhammed’in Tarîkat-nâmesi”, Mustafa Canpolat Armaanı, Ankara: 67-70
____, (2005), “Nev’î’nin Kayıp Sanılan ki Eseri: “Münâzara-i Tûtî vü Zâ” ve “Gevher-i Râz”,
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
769
769
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
Türk Dilleri Aratırmaları, nr. 15: 85-179
GÜRGENDEREL, Müberra (2002), Hasan Ziyâ'î Hayatı-Eserleri ve Divanı (nceleme-Metin),
Ankara: Kültür Bakanlıı Yay.
GÜRGENL, Akmırat (2005), " Ferdusinıñ ah-naması Türkler hakında näme diyyär?",
http://oldcivil.ce.metu.edu.tr/~turkmens/documents/Ferdusi/Ferdusi.htm (13.06.2005).
GÜVÂHÎ (1983), Pend-nâme, (Hzr. Mehmet Hengirmen), Ankara: KTB Yay.
HÂCE ALÎ- HÂREZMÎ (1376), Yûsuf u Züleyhâ (Türkî), (Mukaddime: M. Kerîmî), Zengân.
HACI BEKTA VELÎ (1959), Hazret-i Hünkâr Hacı Bekta-ı Velî’nin Vasiyetnâmesi, Kitâbü’lfevâ’id, (nr. .Ö.), stanbul.
____, (1989), erh-i Besmele, (Hzr.: Rütü arda), Ankara.
____, (1996), Makâlât, (Prof. Dr. Esad Coan’ın Tenkidli Basımından Sadeletiren: Hüseyin
Özbay), Ankara: KB Yay.
____, (2004), Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye, (Çev.: Davut Duman), Ankara.
HACIEMNOLU, Necmettin (1968), Kutbun Hüsrev ü îrîn’i ve Dil Hususiyetleri, stanbul:
stanbul Üni. Edebiyat Fak. Yay.
HACIMÜFTÜOLU, Nasrullah (1992), "Bedî'" mad., TDV A, 5: 320-22.
____, (2001), ’câz ve Belâgat Deyimleri, Erzurum: Ekev Yayıevi.
HÂFIZ (1988), Hafız Divanı, (Çev.: Abdülbaki Gölpınarlı), stanbul: MEGSB Yay.
HÂFIZ (1372), Dîvân-i Hâce Hâfiz-i îrâzî, (bâ-htimâm-i Seyyid Ebu’l-kasim ncû-yi îrâzî),
Çâp-i Hetum, Tehrân: ntiârât-i Câvîdân.
HÂFIZ-I ÎRÂZÎ (1372), Dîvân-i Hâfız,[Tashîh-i Allâme-i Kazvînî ve Doktor Kasim-i Ganî], (behtimâm-i Pervîz-i Bâbâyî), Çâp-i Evvel, Tehrân: ntiârât-i Nigâh.
HAKANÎ (1363), Dîvân-i Hakani-yi îrvânî, (nr. Huseyn-i Necefî), Tehrân.
____, (1373), Dîvân-i Hakanî-i irvânî, (be-Kûi-i Doktor Ziyâüddîn-i Seccâdî), Tehrân.
HAKANÎ, Hakanî Mehmed Bey (1848), Hilye-i Hakanî, stanbul.
____, (1991), Hilye-i Saadet, (Hzr. skender Pala), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
____, (1993), Hakanî: Hayatı, Edebî ahsiyeti, Eserleri ve Hadîs-i Erba’în’in Tenkidli Metni,
(Hzr. Müzahir Kılıç), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
HALÎLÎ (1993), Firkat-nâme [nceleme – Metin], (Hzr. O. Kemâl Tavukçu), Erzurum: Atatürk
Üni., Yüksek Lisans Tezi.
HAMDÎ (1982), Hamdullah Hamdi, Leylâ vü Mecnûn, (Hzr. Zülfü Güler), Erzurum: Atatürk Üni.,
Doktora Tezi.
HAMDÎ (1991), Yusuf u Züleyhâ, (Hzr. Naci Onur), Ankara: Akça Yay.
HAMDULLÂH HAMDÎ; Leylâ vü Mecnûn, stanbul Üni. Ktp., T.800.
HÂMDÎ; Yûsuf u Züleyhâ, Topkapı Sarayı Ktp., Revan Böl. Nu. 832.
HANLERÎ, Pervîz Nâtil (1366), Târîh-i Zebân-i Fârsî, Cild-i Evvel, Çâp-i Devvum, Ner-i Nev,
Tehrân.
HANNU’L-FÂHÛRÎ (trhs.), Târîhu’l-edebi’l-arabî.
HASAN ÇELEB, Kınalı-zade (1989), Tezkiretü’-uarâ, (Hzr. brahim Kutluk), 2 Cilt, 2. Baskı,
Ankara.
HASAN-I DHLEVÎ (1352), Dîvân-i Hasan-i Dihlevî, (Nr.: Mes’ûd Alî Mahvî), Haydarabad,
Deken.
HASKAN, Mehmet Nermi (1993), Eyüp Tarihi, II Cilt, stanbul: Türk Turing Turizm
letmecilii Vakfı Yay.
HAM, Muhammed Mîrzâ (1333), Kitâb-i Fîhi Mâ Fih, Tehrân.
HÂMÎ (1996), Mihr ü Vefâ, (Hzr. Selami Ece), Atatürk Üni. SBE [Basılmamı Yüksek Lisans
Tezi].
HATÎB EL-KAZVÎNÎ (yty), Telhîs ve Tercümesi, Kur'ân'ın Esiz Belâgatı, (Hazırlayanlar: Nevzat
H. Yanık, Mustafa Kılıçlı, M. Sadi Çöenli), stanbul.
HATBOLU (1521), Ferah-nâme, Macar limler Akademisi Ktp., Türkçe Yazmalar Nu. 24.
____, (1984), Ferahname, egy XV. szazadi Oszman-Török nyelvemlék, (Hzr. Cemil Öztürk), Phd.
Thesis. Budapest Eötvös Lorand Tudományegyetem, Doktora Tezi.
*
*
*
*
770
770
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
____, (1994), Hatibolu’nun Ferahnâme’si: Metin, (Hzr. Hüsamettin Zümrütler), Kayseri: Erciyes
Üni., Yüksek Lisans Tezi.
HAUSSIG, Hans Wilhelm (2001), pek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi, çev.: Müjdat Kayayerli,
stanbul: Ötüken.
HAYÂLÎ (1449), Ravzatü’l-envâr, Süleymaniye Ktp. Fâtih Bölümü, Nu. 2633.
HAYYÂMPÛR, Doktor A. (1368), Ferheng-i Suhenverân, Du cild, Çâp-i Evvel, Tehrân: Çâphâne-i Fecr-i slâm.
HEYET, Cevat (2008), Türk Dilinin ve Lehçelerinin Tarihî Seyri, çev.: Mürsel Öztürk, Ankara:
TDK yay.
HILLMANN, Michael (1987) “Review of Poetry’s Voice, Society’s Song: Ottoman Lyric Poetry
by Walter G. Andrews”, International Journal of Turkish Studies 4 (1 Yaz): 148.
HLMÎ (1995), Bahrü’l-kemâl [Transkribe Metin], (Hzr. Cihan Okuyucu), Kayseri: Erciyes Üni.
Yay.
HREDMEND, Muhammed Ali (trhs.), Gulhâ-yi Câvîdân, Çâp-i Devvum, Tehrân: Çâphâne-i
Zuhre.
HOCA, Nazif N. (1980), Sûdî, Hayatı, Eserleri ve ki Risalesi'nin Metni, stanbul: stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.
HOCA SADETTN EFEND (1992), Tâcü’t-tevârîh, (Hzr. smet Parmaksızolu), V cilt,
Eskiehir: KB Yay.
HODGSON, M.G.S. (1993), slâm’ın Serüveni [Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih], Cilt:
II, stanbul: z Yay.
HOLT, M.-A. K. S. Lambton – B. Lewis (1997), slâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, (Çev.:
Kurul), stanbul.
HORATA, Osman (1990), Cemâlî - Hümâ vü Hümâyûn [Gülen-i Uâk], (nceleme-Tenkidli
Metin), Ankara: Hacettepe Üniv., Doktora Tezi.
____, (1998), Esrâr Dede, Hayatı-Eserleri-iir Dünyası ve Divanı, Ankara: KB Yay.
____, (2000), “Hâcû-yı Kirmânî ve Cemâlî’nin Hümâ vü Hümâyûn Mesnevilerinin
Karılatırılması”, Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Aratırmaları, Agâh Sırrı Levend
Hatıra Sayısı I, Volume: 24, Harvard Universty, s. 121-35
HOURAN, Albert (1997), Arap Halkları Tarihi, (Çev. Yavuz Alagon, Yayına Hzr. Tanıl Bora),
stanbul: letiim Yay.
HUCVRÎ (1996), Kefu’l-mahcûb, Hakikat Bilgisi, hzr. Süleyman Uluda, stanbul: Dergâh Yay.
HUDÂYÎ, Azîz Mahmûd Hudâyî; Necâtü’l-garîk, Süleymaniye Ktp. Hekimolu Ali Paa Kısmı,
Nu. 451/1
HUMÂÎ, Celâluddîn (1340), Târîh-i Edebiyyât-i Îrân [ez-Kadîmterîn-i Asr-i Târîhî tâ Asr-i
Hâzir], Çâp-i Devvum, Tehrân: Kitâbfurûi-yi Furûgî.
HUMÂYÎ, Celâluddîn (1370), Funûn-i Belâgat ve Sanâ’ât-i Edebî, Tehrân: 156-72.
____, (1377), Funûn-ı Belâgat ve Sinâ’ât-i Edebî, Ner-i Numâ, Tehrân.
HUSREV- DHLEVÎ (1343), Dîvân-i Emîr Husrev-i Dihlevî, (nr. Sa’îd-i Nefîsî), Tehrân.
HUSREV- DHLEVÎ (1975), Matla’u’l-envâr, (Nr. Ahmedolu Muharremof), Moskova.
HÜSEYNÎ; Câmiu’n-nesâyih, Süleymaniye Ktp. Serez ölümü Nu. 1744.
ITZKOWTZ, Norman (1997), Osmanlı mparatorluu ve slâmî Gelenek, 2. Baskı, stanbul: ûle
Yay.
BN ARABÎ (1405), el-Fütûhatü’l-mekkiyye, (tas. Osman Yahya-brahim Medkûr), Cilt: I-XIV,
Kahire.
BN BB [El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca’feri er-Rugadi] (1996), El Evamirü’l-ala’iye
fi’l-umuri’l-ala’iye [Selçuk-name], (Çev.: Mürsel Öztürk), II Cilt, Ankara: KB Yay.
BN HALDUN (1989), Mukaddime III, stanbul: MEB Yay.
BRÂHÎM BEG (1995), brâhîm Beg Dîvânı [nceleme–Metin–ndeks–Sözlük], (Hzr. Kadir
Güler), Kayseri: Erciyes Üni., Doktora Tezi.
BRAHM BN BÂLÎ; Hikmet-nâme, stanbul Üni. Ktp. TY. 282.
LAYDIN, Hikmet (1974), “Anadolu ’da Klasik Türk iirinin Balangıcı”, Türk Dili, XXX/274*
*
*
*
771
771
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
279: 765-74.
____, (1978), “Dehhânî ’nin iirleri”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara: TDK Yay.: 136-76.
LHÂME- MFTÂH – Velî Vehhâb (1374), Nigâhî be-Revend-i Nufûz ve Gosteri-i Zebân ve
Edeb-i Fârsî der-Turkiye, Tehrân.
MAMOLU, Ahmet Hilmi (1996), “Lutfiyye-i Vehbî”, Türk Edebiyatı, 267: 33-6.
MZASIZ (1298), “arkta iir ve uarâ-2”, Hafta, 1/6: 86-91.
NAN, Abdulkadir (1951), Kutb’un Husrev ve îrîn’inden Örnekler, Ankara.
NCE, Adnan (1986), “XVI. Yüzyıl airlerinden Abdî ve Eserleri”, Türk Dili, 410: 186-92.
____, (1987), “Abdî’nin Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ’sı”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal
Bilimler) 1987 I (2): 155-206.
____, (1989), “Cemîd ü Hurîd Mesnevîleri”, Fırat Üniversitesi Dergisi [Sosyal Bilimler], 3/2,
Elazı: 109-39.
____, (1998), “Gül ü Nevrûz mesnevîleri ve Sâbir’in Eserinden Seçme Beyitler”, Journal of
Turkish Studies = Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı, 22: 103-31.
PEKTEN, Halûk (1988), Türk Edebiyatının Kaynaklarından Türkçe u‘ara Tezkireleri, Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yay.
____, – sen, Mustafa – Toparlı, Recep – Okçu, Naci – Karabey, Turgut (1988a), Tezkirelere Göre
Divan Edebiyatı simler Sözlüü, Ankara.
____, (1996), Divan Edebiyatında Edebî Muhitler, stanbul: MEB Yay.
____, (1997), Eski Türk Edebiyatı – Nazım ekilleri ve Aruz-, stanbul: Dergâh Yay.
ÎRÂKÎ, eyh Fahruddîn brâhîm Hemedânî (1373), Külliyât-i Dîvân [Kasâyid, Gazeliyyât,
Terci‘iyyât,Terkîbât, Mukatte‘ât, Musellesât, ‘Uâk-nâme yâ Deh-nâme, Rubâ‘iyyât, Leme‘ât
ve stilâhât-i ‘rfânî-yi ‘râkî], (Mukaddime: Sa‘îd Nefîsî), Tehrân.
SEN, Mustafa (1988), “Âhî, Benli Hasan (ö. 923/1517)” mad., TDV A, I, 527.
____, (1988a), “Usûlî’nin Yenice ehr-engîzi”, Mehmet Kaplan çin, Ankara: Türk Kültürünü
Aratırma Enstitüsü Yay.: 131-48.
____, - Cemal Kurnaz (1990), eyhî Divanı, Ankara: Akça Yay.
____, – Muhsin Macit (1992), Türk Edebiyatında Tevhidler, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
____, (1993), Acıyı Bal Eylemek, Türk Edebiyatında Mersiye, Ankara: Akça Yay.
____, (1993a), “Çeng-nâme’ye Dair”, Polemik, 8: 8-9.
____, – Hamit Burmaolu; (1993b), “Lâmî’nin Bursa ehrengizi”, Yedi klim, 5/40, stanbul: 1035.
____, (1994), Künhü’l-ahbâr’ın Tezkire Kısmı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
____, (1997), Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine
Makaleler, Ankara: Akça Yay.
____, (1997a), “Tezkire”, Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı
Üzerine Makaleler, Ankara: Akça Yay.: 28-36.
____, (1997b), “Anadolu Sahası Türk Tezkireciliinde eklî Geliim”, Ötelerden Bir Ses, Divan
Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara: Akça Yay.: 37-46.
____, (1997c), “XVI. Yüzyıl Sonuna Kadar Osmanlılarda Biyografi Gelenei”, Ötelerden Bir Ses,
Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara: Akça Yay.: 127.
____, (1997ç), “Sehi Bey”, Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı
Üzerine Makaleler, Ankara: Akça Yay.: 272-9.
____, (2002), “Balangıçtan XVIII: Yüzyıla Kadar Türk Edebiyatı”, Türkler , XI: 532-72.
SHAK ÇELEB; ehr-engîz-i Bursa, stanbul Üni. Ktp. Nu. 2870.
SMÂÎL- ANKARAVÎ (1284), Miftâhu’l-belâga ve Misbâhu’l-fesâha, stanbul: Tasvîr-i Efkâr
Matbaası.
Z, Fahir (1995), Eski Türk Edebiyatında Nazm, I-II, Ankara: Akça Yay.
JOHANSON, Lars (1993), “Rûmî and the Birth of Turkish Poetry”, Journal of Turkology, 1/1: 2337.
____, (2002), Türk Dili Haritası Üzerine Keifler, çev.: Nurettin Demir-Emine Yılmaz, Ankara:
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
772
772
*
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
Grafiker Yay.
KADI BURHANEDDN (1943), Kadı Burhaneddin Divanı I [Tıpkı Basım], stanbul: Alaaddin
Kral Basımevi.
KAFESOLU, brahim (1973), Sultan Melikâh, stanbul: Babakanlık Kültür Müstearlıı
Kültür Yay.
____, (1988), Türk Millî Kültürü, stanbul: Boaziçi Yay.
KAHRAMAN, Muhammed (1370), Dîvân-i Sâ’ib-i Tebrîzî, e Cild, Çâp-i Evvel, irket-i
ntiârât-i lmî vu Ferhengî.
KAHRAMAN, Bahattin (1992), “Heft-peyker Çevirileri ve Ali ir Nevai’nin Seb’a-i Seyyâre’si”,
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Aratırmaları Enstitüsü Ali ir Nevai Sempozyumu, 3 Ocak
1992, Konya.
____, (1999), Nâlî Mehmed, Tuhfetü’l-emsâl [nceleme-Metin], Konya.
KAHRAMAN, Mehmet (1998), “Modern ‘Roman’ Bilgilerimiz Iıında ‘Leylâ ve Mecnun’”,
Yedi klim, 95: 28-33.
KAHYA, Esin (2002), “Türkiye Selçuklularında Bilimsel Çalımalar”, Türkler , 7: 540-59.
____, (2004), "Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemindeki Bilimsel Çalımaların Kısa Bir
Deerlendirmesi", Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi, 2/4: 73-80.
KALKIIM, Muhsin (1998), Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn Hikâyesi [Tahkiye Unsurları], Adana:
Derya Kitabevi.
KALPAKLI, Mehmet (2003), “Osmanlı iirine Genel Bir Bakı Denemesi”, Dou - Batı, 22: 3952.
KANAR, Mehmet (1994), Çada ran Edebiyatının Douu ve Gelimesi, stanbul: letiim.
____, (1995), Fehmî ve ebisterî’den em ve Pervane, stanbul: nsan Yay.
____, (1999), Rubaîler, Evhadüddîn-i Kirmânî, stanbul: nsan Yay.
KÂN’- TÛSÎ (1358), Kelîle ve Dimne-i Manzûm, (be-Tashîh: Magali Tudova), Bunyâd-i
Ferheng-i Îrân.
KAPLAN, Mahmut (1993), “Ahmed-i Dâî’nin Vasiyyet-i Nuirevân Tercümesi: Metin”, Erciyes,
191: 23.
____, (1996), Neâtî Dîvânı, zmir.
____, (2002), “Türk Edebiyatında Manzum Nasihat-nâmeler”, Türkler , 11: 791-99.
____, (2003), Deh-Murg-ı emsî [nceleme-Metin-Sözlük], Manisa.
KARA, smail, (tsz) “Osmanlı’da Tasavvuf ve Tarikatlar”,Osmanlı Ansiklopedisi, TarihMedeniyet- Kültür, I, stanbul: Aaç Yay.
KARAAAÇ, Günay (2008), Türkçe Verintiler Sözlüü, Ankara: TDK Yay.
KARABEY, Turgut (2007), Gülen-i Râz, Erzurum: Fenomen.
KARABULUT, Ali Rıza (tsz), Kayseri’de Mehur Mutasavvıflar, Kayseri.
KARACA, Yusuf (1999), Süleymân Nahîfî Efendi ve Mevlidi: Hayatı-Eserleri-Edebî Kiilii ve
Mevlidi’nin Tenkitli Metni, Ankara: Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi.
KARACASU, Barı (2007), “Türk Edebiyatında ehr-engîzler”, Türkiye Aratırmaları Literatür
Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 259-313.
KARADÜZ, Sıddık (2000), Dervî emsî’nin Deh-murg’unun Karılatırmalı Metni ve Benzeri
Eserlerle Genel Bir Deerlendirilmesi, Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
KARAHAN, Abdülkadir (1952), Câmi’nin Erbaîn’i ve Türkçe Tercümeleri, stanbul.
____, (1964), “Lâmi’î Çelebi” mad., A, VII, stanbul: 10-5.
____, (1988), irazlı Hafız ve iirlerinden Seçmeler, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay.
____, (1988a), Türk Kültürü ve Edebiyatı, stanbul: MEGSB Yay.
____, (1991), slâm-Türk Edebiyatýnda Kırk Hadis, Ankara: Diyanet þleri Bakanlıı Yay.
KARAHAN, Leylâ (1994), Erzurumlu Darir, Kýssa-i Yûsuf, Yûsuf u Züleyhâ, Ankara: TDK Yay.
____, (1995), Erzurumlu Darir, stanbul.
KARASMALOLU, Adnan (1996), “Selçuklu Sarayında iir ve air”, V. Millî Selçuklu Kültür
ve Medeniyeti Semineri Bildirileri [25-26 Nisan 1995], Konya: 133-39.
____, (1999), “Klasik Türk Edebiyatının ran Edebiyatı ile Münasebeti”, Dergâh, 110: 14-7.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
773
773
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
____, (1999a), “Osmanlı Dönemi Türk iirinin ran Edebiyatı ile Münasebeti Üzerine
Düünceler”, Kuruluunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Uluslar
Arası Kongresi 7-9 Nisan 1999 Konya, [Yayınlanmamı Tebli].
____, (2000), “Selçuklu Devleti’nin Edebî Faaliyetlerdeki Etkinlii”, I. Uluslararası Selçuklu
Kültür ve Medeniyeti Kongresi, 11-13 Ekim 2000, Selçuk Üniversitesi, Konya
(Yayımlanmamı Tebli).
____, (2000a), "“slâm Öncesinden Osmanlıya Dou iiri”, Bilig, 13: 67-78.
____, (2001), Klasik Dönem Türk iiri ncelemeleri, Ankara: Akça Yay.
KARAKA, Mahmut (1991), Müsbet limde Müslüman Âlimler, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay.
KARATAY, Osman (2003), ran ile Turan –Hayali Milletler Çaında Avrasya ve Ortadou-,
Ankara: KaraM Yayınları.
KARTAL, Ahmet (1993), “Dîvânu Lügati’t-türk Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi”, Türk
Kültürü, 366: 624-36 [48-60].
____, (1998), Klâsik Türk iirinde Lâle, Ankara: Akça Yay.
____, (1998a), “eyh Baba Yûsuf (?-öl. H.918-st.)’un Kıyâfet-nâmesi”, Akademik Bakı, Üç
Aylık itim, Kültür ve Sanat Dergisi, 4: 55-58.
____, (1998b), “eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî ve Eserleri” , Bilig, 7: 136 – 154.
____, (1999), “Farsçada Türkçe Kelimeler ve Fars Edebiyatı’nda “Türk ” Kavramı ile lgili
Unsurlar”, Bilig, 11: 31-54.
____, (1999a), Osmanlı Medeniyetini Besleyen Kültür Merkezleri (XI. Asırdan XVI. Asrın
Sonuna Kadar Türk Edebiyatı ve Fars Edebiyatının Münasebetleri), Ankara: Gazi
Üniversitesi, Doktora Tezi.
____, (1999b), “Sadıkî-i Kitâbdâr’ın Mecma’u’l-havâs simli Tezkiresi ve Onda Yer Alan
Anadolulu âirler”, Türk Kültürü, 440: 746-54.
____, (1999/2000), “Klâsik Türk Edebiyatının ran Edebiyatı le Münasebeti Üzerine
Düünceler”, Türk Yurdu [700. Yılında Osmanlı Özel Sayısı], 148-149: 246-66.
____, (2000), “Ali îr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis simli Tezkiresi ve XVI. Asırda Yapılan
Farsça ki Tercümesi”, Bilig, 13: 21-65.
____, (2000a), “Nizâmî’nin Hüsrev ü îrîn’i ile Fahrî’nin Hüsrev ü îrîn’inin Mukayesesi”, Türk
Yurdu –Roman Özel Sayısı-, 153-154: 360-83.
____, (2000b), “Basîrî ve Türkçe iirleri”, lmî Aratırmalar, 10: 77-96.
____, (2000c), eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî, Mevhûb-ı Mahbûb [nceleme – Metin – ndeks Sözlük], Eskiehir.
____, (2001), “Karahanlı , Gazneli ve Selçuklu Saraylarındaki Edebî Faaliyetler Üzerine
Düünceler”, Bilig, 17: 55-70.
____, (2001a), “Sa’dî-i îrâzî’nin Bostan simli Eserinin Türkçe Tercüme ve erhleri”, Türk
Kültürü ncelemeleri Dergisi, 5: 99-120.
____, (2001b), “Sa’dî-i îrâzî’nin Gülistân simli Eserinin Türkçe Tercümeleri”, Bilig, 16: 99-126.
____, (2001c), “Türk Yazı Dilinin Gelime Çaları”, Türk Yurdu, Türkçeye Saygı Özel Sayısı,
162-163: 221-249).
____, (2001), Basîrî ve Türkçe iirleri, Kırıkkale.
____, (2001a), “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Bilig, 19: 69-119.
____, (2002), “Anadolu ’da Farsça iir Söyleyen airler (XI-XVI. Yüzyıllar)”, Türkler , 7: 682-95.
____, (2002a), “Sâ’ib-i Tebrîzî ve Türkçe iirleri”, Türk Kültürü ncelemeleri Dergisi, 7: 209-38.
____, (2003), “Câmî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı ile Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sının
Mukayesesi”, Diriözler Armaanı, (Hzr. M. Fatih Köksal-Ahmet Naci Baykoca), Ankara:
93-139.
____, (2003a), “Attâr’ın Tezkiretü’l-evliyâ simli Eseri ve Türkçe Tercümeleri”, Diriözler
Armaanı, (Hzr. M. Fatih Köksal-Ahmet Naci Baykoca), Ankara: 383-405.
____, (2003b), "Ahmet Atillâ ENTÜRK, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî
Tasvirler, Kitabevi 178, stanbul 2002", Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, 3, s. 361-373.
____, (2003c), "Ali Sîr Nevâî'nin Farsça Siirleri", Bilig, 26: 147-80.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
774
774
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
____, (2003ç), “Sa’dî’nin Bostân’ı le Hoca Mes’ûd’un Ferheng-nâme-i Sa’dî simli
Mesnevilerinin Mukayesesi”, Bilim Yolu Kırıkkale Üniversitesi SBE Dergisi [Türkiye
Cumhuriyeti’nin Sekseninci Yılı Özel Sayı]: 3: 55-75.
____, (2003d), “ebüsterî’nin Gülen-i Râz’ı ile Elvân-ı îrâzî’nin Gülen-i Râz Tercümesi’nin
Mukayesesi” Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, nr. 3, Sivas, s. 121-175
____, (2004), “Gazneliler Dönemi Türk Kültürü ve Türk Dili Üzerine Düünceler”, V. Uluslar
arası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II (20-26 Eylül 2004), Ankara: TDK Yay.: 1685-1724.
____, (2004a), “Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ı ile Gülehrî’nin Mantıku’t-tayr’ının Mukayesesi”, 1.
Kırehir Kültür Aratırmaları Bilgi öleni (8-10 Ekim 2003) Bildiriler, Hzr. Yard. Doç. Dr.
Ahmet Günen, Kırehir: 297-329.
____, (2005), "Keke ehname'yi Yazmasaydım!", Türk Edebiyatı, nr. 381, 18-21.
____, (2005a), "Gülehrî'nin Mantıku't-tayr'ında Yer Alan Fütüvvetle lgili Manzumesi", I. Ahi
Evran-ı Velî ve Ahîlik Aratırmaları Sempozyumu, 12-13 Ekim 2004 Kırehir, (Hzr. M. Fatih
Köksal), 2, Kırehir: 585-95.
____, (2006), “Anadolu ’da Türk Edebiyatının Öncüleri”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. I, stanbul:
Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay. 451-66.
____, (2006a), “Türk -Fars Edebî likileri”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. I, stanbul: Kültür ve Turizm
Bakanlıı Yay. 300-18.
____, (2006b), “Türk ’ün Hâfız Sevgisi Yahut Hâfız Türk’e Ne Anlatır”, Türk Edebiyatı, 392: 2833.
____, (2006c), “Klasik Öncesi Dönem: Tarihî, Sosyo-Kültürel Balam”, Türk Edebiyatı Tarihi,
c.I, stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay.: 427-66.
____, (2007), “Nizâmî ile eyhî’nin Hüsrev ü îrîn’lerinin Mukayesesi”, Tunca Kortantamer çin,
zmir: 295-353.
____, (2007a), "Pend-nâme ve Gülistân le Kitâb-ı Bostân-ı Nesâyih Mukayesesi", arayılar –
nsan Bilimleri Aratırmaları-, 9: 113-42.
____, (2007b), “Anadolu ’da Türk Edebiyatının Öncüleri”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, stanbul:
Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 465-80.
____, (2007c), “Tarihî, Sosyo-Kültürel Balam”, Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, stanbul: Kültür ve
Turizm Bakanlıı yay.: 439-64.
____, (2008), “Anadolu Selçuklu Devletinde Dil ve Edebiyat”, Divan Edebiyatı Aratırmaları
Dergisi, 1: 95-168.
____, (2008), “Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevîsi Üzerine Notlar”, Divan Edebiyatı Aratırmaları
Dergisi, 2: 223-42.
KASTAMONULU ÂZÎ; Maktel-i Hüseyn, Üsküdar Selim Aa Ktp. Kemanke Böl. Nu. 528.
KAGARLI, Sultan Mahmut (1988), “Uygur iirinde Aruz Vezni Hakkında...”, Türk Dünyası
Aratırmaları, 53: 101-10.
KAGARLI MAHMUD (1985-1986), Divanü Lûgat-it-Türk Tecümesi, (Çev.: Besim Atalay), 4
cilt, Ankara: TDK Yay.
____, (1990), Dîvânü Lûgati’t-türk [Tıpkıbasım/Facsimile], Ankara: KB Yay.
KÂTB ÇELEB (trhs.), Min-Kitâbi Kefi’z-zunûn ‘An-Esâmî’l-Kütübi ve’l-Funûn, (Mukaddime:
Âyetullâh el-Azmî, es-Seyyid ehâbeddîn en-Necefî el-Meraî), Cilt: II, Beyrut-Lübnan
[erefettin Yaltkaya ve Kilisli Rifat Bilge tarafından hazırlanıp yayınlanan eserden ofset
baskı].
____, (1943), Kef-el-Zunun, II, stanbul: Maarif Matbaası.
KATRÂN-I TEBRÎZÎ (1362), Dîvân-i Katrân-i Tebrîzî, (nr. Muhammed-i Nahcevânî), Tehrân.
KAVAKCI, Yusuf Ziya (1976), XI ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Mâvâra’ alNahr slâm Hukukçuları, Ankara: Atatürk Üniversitesi Yay.
KAVCAR, Cahit (1989), “Hamdullah Hamdi’nin Yusuf u Züleyha’sı”, TDAY Belleten-1968,
Ankara: 157-172.
____, (1989a), “Kemal Paazâde’nin airlii ve Yusuf u Züleyhası”, TDAY Belleten-1968, 2.
Baskı, Ankara: 227-49.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
775
775
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
KAYA, Mahmut (1988), “Abdullatîf el-Bagdâdî” mad., TDV A, 1: 254-55.
____, (1995), “Felsefe” mad., TDV A, 12: 311-19.
KAYA, . Güven (1997), “Begpazarlı Maazolu Hasan ve Cenâdil Kal’ası Gazavatnamesi”,
Journal of Turkish Studies: Türklük Bilgisi Aratırmaları: Hasibe Mazıolu Armaanı I, 21.
____, (1997a), Dehmurg [nceleme-Tenkidli Metin ve Tıpkı Basım], Cambridge: Harvard Üni.
KAYSUNÎZÂDE ÖMER BEDREDDÎN; Dürrü’l-manzûm, Süleymaniye Ktp. Es’ad Efendi Nu.
2468.
KAZICI, Ziya (1988), “Ahîlik”, TDV A, 1: 540 – 542.
KEÇECZÂDE ZZET MOLLA; Gülen-i Ak, Süleymaniye Ktp. Hâlet Efendi Kısmı, Nu. 718.
KEÇECZÂDE ZZET MOLLA (1269), Mihnet-keân, stanbul.
KEDKENÎ, Muhammed Rizâ efi’î (1366), Suver-i Hayâl der-i’r-i Fârsî, Tehrân.
KEMÂL- HOCENDÎ (1337), Dîvân-i Kemâlüddîn Mes’ûd-i Hocendî, (Nr.: Azîz Devletâbâdî),
Tebrîz.
KEMAL PAAZÂDE (1979), Kemal Paazâde’nin Yusuf u Zeliha’sı ve Dil Hususiyetleri, (Hzr.
Mustafa Demirel), stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi.
KEMAL PAAZÂDE (1983), Yusuf u Züleyha, (Hzr. Mustafa Demirel), Ankara: KTB Yay.
KEMÂL ÜMMÎ; Menakıb-ı Gîlânî, Süleymaniye Ktp. Serez Kısmı, Nu. 1799.
KEMALOLU SMAL (1998), Kemâlolu smâ’îl Ferahnâme [Biyografi–Devir ve Tür
Aratırması–35 Varaın Neri], (Hzr. Tijen Çalıkanman), zmir: Ege Üni., Yüksek Lisans
Tezi.
KEMKL, Bilal (2003), Olanlar eyhi brahim, Müfîd ü Muhtasar, stanbul: Kitabevi.
KEYKÂVUS, Unsuru’l-me‘âlî Keykâvus bin skender (1368), Kitâb-i Nasîhat-nâme-i Ma‘rûf be:
Kâbûs-nâme, (Musahhih-i Sa‘îd-i Nefîsî), Tehrân.
KEYKAVUS - Mercimek Ahmet (trhs.), Kâbusname, (Hazırlayan ve Sadeletiren: Atillâ
Özkırımlı) 2 c, stanbul: Tercüman 1001 Temel Eser.
KEZZÂZÎ, Mîr Celâluddîn (1368), Ruhsâr-i Subh [Guzâri-i Çâmeî ez-Hakanî-i irvânî], Çâp-i
Evvel, Tehrân.
KILIÇ, Atabey (2004), Mîrzâ-zâde Ahmed Neylî ve Divanı, stanbul: Kitabevi.
KILIÇ, Erol (1996), “el-Fütûhatü’l-mekkiyye” mad., TDV A, 13: 251-58.
KILIÇ, Mahmut Erol (2007), Sûfî ve iir, stanbul: nsan Yay.
KIRLANGIÇ, Hicabi (2007), “Mevlana’nın iir Anlayıı”, Mevlana, Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlıı yay.: 219-25.
KLSL MUALLM RFAT (1928), “Süheyl ü Nev-bahâr’a Dâir”, TM, 2: 401-19.
KLSL RF’AT - Veled Çelebi (1340-1342), eyh Mes’ûd bin Osman, Ferheng-nâme-i Sa’dî
Tercümesi, stanbul, Matbaa-i Âmire.
KRDEC AL (trhs.), Dâsitân-ı Kesikba, Nuruosmaniye Ktp. Nu. 3430, yk. 58a-59b.
KRDEC AL (trhs.1), Dâsitân-ı Ejderha, Ankara Millî Ktp. Vasfi Mahir Baıı Nu. Yok, yk.
71a-75b.
KTAPCI, Zekeriya (2004), Türklerin Arap Dili ve Edebiyatına Hizmetleri, Hilafet Ülkeleri,
Konya: Yedikubbe Yay.
KOCAKAPLAN, sa (1992), Açıklamalı Edebî Sanatlar, stanbul: MEB Yay.
KOCATÜRK, Saadettin (1982), Gülehrî ve Feleknâme, Ankara: KTB Yay.
____, (1984), Gülehrî ve Felek-nâme [nceleme ve Metin], AÜ DTCF Yay.
KOCATÜRK, Vasfi Mahir (1970), Türk Edebiyatı Tarihi, Balangıçtan Bugüne Kadar Türk
Edebiyatının Tarihi, Tahlili ve Tenkidi, Ankara: Edebiyat Yayınevi.
KOMAN, Mahmud Mes’ud (1955), “Tuhfe-i Mübârizî [Lübâbü’n-nuhab tercümesi], .Ü. Tıp
Fakültesi Mecmuası, 18/3.
KONCU, Hanife (1996), “âhidî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevîsi ve Bilinmeyen Bir Nüshası”,
Bir, 6: 137-43.
____, (1998), "Câmasb-nâme'nin Türk Kültürüne Tesiri Üzerine Bazı Düünceler", Bir, 9-10: 47382.
*
*
*
776
776
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
____, (2001), “Edebiyat-Tarih Balamında Bir Mesnevî: Dâstân-ı Vefât-ı brâhîm”, Türk Kültürü
ncelemeleri Dergisi, 4: 125-58
____, (2007), “Leylâ ve Mecnûn Bibliyografyası”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski
Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 597-615.
____, (2007a) “Yûsuf ve Züleyhâ Bibliyografyası”, Türkiye Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski
Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 617-30.
KONUK, A. Avni (1990), Fusûsü’l-hikem Tercümesi ve erhi, Cilt: I-III, (Hzr.: M. Tahralı-S.
Eraydın), stanbul.
____, (1994), Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Fîhi Mâ Fîh, (Yayına Hazırlayan: Selçuk Eraydın),
stanbul: z Yay.
KORKMAZ, Ramazan (1988), Keçecizade zzet Molla ve Mihnet-kean Üzerine Bir Aratırma,
Elazı: Fırat Üni., Yüksek Lisans Tezi.
KORKMAZ, Zeynep (1973), Sadru’d-din eyholu, Marzuban-nâme Tercümesi [nceleme-MetinSözlük-Tıpkıbasım], Ankara.
____, (1981), “eyholu Mustafâ”, Türk Ansiklopedisi, 30, Ankara: Milli Eitim Basımevi.
____, (1995), Türk Dili Üzerine Aratırmalar, Birinci Cilt, Ankara: TDK Yay.
____, (1995a), “ eyholu, Mustafa (Sadrü’d-dîn)”, Türk Dili Üzerine Aratırmalar Birinci Cilt,
Ankara: TDK Yay.: 402-18.
____, (1995b), “Sadrü’d-dîn eyholu ve Marzubân-nâme Tercümesi”, Türk Dili Üzerine
Aratırmalar Birinci Cilt, Ankara: TDK Yay.: 381-401.
____, (1995c), “Kâbus-nâme ve Marzubân-nâme Çevirileri Kimindir”, Türk Dili Üzerine
Aratırmalar Birinci Cilt, Ankara: TDK Yay.: 365-74.
KORTANTAMER, Tunca (1973), Leben und Weltbild des Altosmanischen Dichters Ahmedî und
Besonderer Berücksichtigung Seines Diwans, Freiburg
____, (1993), “Yeni Bilgilerin Iıında Ahmedî’nin Hayatı”, Eski Türk Edebiyatı Makaleler,
Ankara: Akça Yay., s. 1-30.
____, (1993a), “Ahmed-i Dâ’î ile lgili Yeni Bilgiler”, Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Ankara:
Akça Yay. 31-75.
____, (1993b), “Ahmed-i Dâ’î’nin Mutâyebât Adıyla Tanınan Eseri Üzerine”, Eski Türk Edebiyatı
Makaleler, Ankara: Akça Yay. 77-87.
____, (1997), Nev’î-zâde Atâyî ve Hamse’si, zmir: Ege Üni. Edebiyat Fak. Yay.
KÓS, KÁROLY (1995), stanbul ehir Tarihi ve Mimarisi, çev.: Naciye Güngörmü, Ankara:
Kültür Bakanlıı Yay.
KÖKSAL, Hasan (1984), Battalnamelerde Tip ve Motif Yapısı, Ankara.
____, (2003), Battal Gazi Destanı, Ankara: Akça Yay.
KÖKSAL, M. Fatih (1996), “Türk Edebiyatında Hüsn ü Dil Hikâyeleri ve Yenipazarlı Vâlî’nin
Hüsn ü Dil Mesnevîsi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 3, Sivas: 91-126.
____, (1998), “Âhî’nin Hüsrev ü îrîn Mesnevisi”, Türklük Bilimi Aratırmaları, 6, Sivas: 209-53.
____, (2001), Edirneli Nazmî Mecmau’n-nezâ’ir [nceleme-Tenkitli Metin], 3 c., Ankara:
Hacettepe Üni., Doktora Tezi.
____, (2001a), “Kadı Burhaneddin Divanı’nda Nazım ekilleri le lgili Bazı Tespitler”, I. Kayseri
ve Yöresi Kültür ve Sanat Bilgi öleni (11-12 Nisan 2001) Bildiriler, 2 cilt, Kayseri: Erciyes
Üni. Yay. 465-72.
____, (2002), “Orijinal Bir air: Edirneli Nazmî ve Dîvân’ına Yeni Bakılar”, Bilig, 20: 101-23.
____, (2003), "Nazire Kavramı ve Klâsik Türk iirinde Nazire Yazıcılıı", Diriözler Armaanı,
(Hzr. M. Fatih Köksal - Ahmet Naci Baykoca), Ankara: 215-90.
____, (2003a), Dervis Hayâlî, Ravzatü’l-envâr, stanbul: Kitabevi.
____, (2004), “Elvan Çelebi’nin iirleri ve âirlii”, 1. Kırehir Kültür Aratırmaları Bilgi öleni
(8-10 Ekim 2003) Bildiriler, (hzl. Ahmet Günen), Kırehir, s. 347-70.
____, (2005), "Yanıltıcı Mahlaslar veya bn-i Kemâl’in Ettikleri”, Türk Edebiyatı, ubat., sayı:
376.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
777
777
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
____, (2005a), "Belâgat Kitaplarında ki Sanat: Tecâhül-i Ârif ve stifhâm", Klâsik Türk iiri
Aratırmaları, Ankara: Akça Yay.
____, (2006), “Klâsik Türk iirinin Kurucularından brahim Beg”, Türklük Bilimi Aratırmaları,
nr. 19, Bahar, Nide: 363-82.
____,
KÖKTEKN, Kâzım (2000), Seyyid Ahmed Mirza, Taaukname [nceleme-Metin-DizinTıpkıbasım], Erzurum.
KÖPRÜLÜ, Fuad (trhs.), Türk Edebiyatında lk Mutasavvıflar, Ankara: Diyanet leri Bakanlıı
Yay.
____, (1943), “Anadolu Selçukluları Tarihi’nin Yerli Kaynakları”, TTK Belleten, VII/27: 379522.
____, (1986), Türk Edebiyatı Tarihi, 4. Basım, stanbul: Ötüken, Yay.
____, (1989), “Yeni Fariside Türkçe Unsurlar”, Edebiyat Aratırmaları 2, stanbul: Ötüken Yay.
345-61.
____, (1989a), Edebiyat Aratırmaları, 2 Cilt, stanbul: Ötüken Yay.
____, (1989b), “Habîbî”, Edebiyat Aratırmaları 2, stanbul: Ötüken, stanbul: 581-625.
____, (2003), Osmanlı mparatorluu’nun Kuruluu, Ankara: Akça Yay.
____, (2003a), Türk Edebiyatında lk Mutasavvıflar, 9. Baskı, Ankara: Akça Yay.
KÖPRÜLÜ, F. Orhan- Mustafa Uzun (1989), “Akemseddin” mad., TDV A, 2: 299-302.
KÖPRÜLÜZÂDE ES’AD PAA; Yûsuf u Züleyhâ, Süleymaniye Ktp., Laleli Kısmı, Nu. 1697.
KÖPRÜLÜZADE MEHMED FUAD (1917), “Har-nâme”, Yeni Mecmûa, 4 Terîn-i evvel 1917,
13: 253-6.
____, (1918), “Osmanlı Edebiyâtının Balangıcı”, Yeni Mecmua, 57: 85-88.
____, (1924), Bugünki Edebiyyât, stanbul: kbâl Kitâbhânesi.
____, (1926), “André Godard: Gazne Abidelerindeki Kitabeler”, TM, II: 509-12.
____, (1926a), “Selçukiler Devrinde Anadolu âirleri: Hoca Dehhânî ”, Hayat, 1/1: 4-5.
____, (1926b), “Anatolische Dichter in der Seldschukenzeit. II. Ahmed Faqîh”, Körösi Csoma
Archivum, II/1-2: 20-38.
____, (1926c), “Selçukîler Devrinde Anadolu âirleri II: Ahmed Fakîh”, Türk Yurdu, IV/26: 28695.
____, (1928), “Selçukiler Devri Edebiyatı Hakkında Bazı Notlar”, Hayat, IV/102: 488.
____, (1928a), “Ferheng-nâme-i Sa’dî Yâhud Muhtasar Bostân Tercümesi, Nâzımı: Hoca Mes’ûd
ve Süheyl ü Nev-bahâr Nâzımı: Sekizinci ‘Asr-ı Hicrî u’arâsından Mes’ûd bin Ahmed”,
TM, 2: 481-89.
____, (1929), “Gaznevîler Devrinde Türk i’ri”, Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 2: 8183.
____, (1931), Eski airlerimiz, Divan Edebiyatı Antolojisi, stanbul: Muallim Ahmet Halit
Kitaphanesi.
____, (1337), “eyyâd Hamza”, Dergâh, I/4: 51.
____, - ehâbeddîn Süleymân (1330), Ma'lûmât-ı Edebiyye, stanbul.
____, - ehâbeddin Süleyman (1332), Osmânlı Târîh-i Edebiyyâtı, - Mene’lerden Nevehirli
brahim Paa Sadâretine Kadar-, Birinci Cild, stanbul.
KÖSE, Recep (1997), Bursalı Lâmi’î’nin em’ ü Pervâne’si [nceleme – Metin], Malatya: nönü
Üni., Yüksek Lisans Tezi.
KÖSOLU, Nevzat (1997), Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine Düünceler,
stanbul: Ötüken.
KÖYMEN, Mehmet Altay (1971), “Selçuklular Devrinde Türk -ranlı birlii”, ran
ehinahlıının 2500.Kurulu Yıldönümüne Armaan, stanbul: MEB Yay.: 293-327.
____, (1971a), “Selçuklu Devri iirlerine Göre Türklerin Kültür Seviyesi”, Selçuklu Aratırmaları
Dergisi, 3: 119-43.
____, (1975), “Alp Arslan Zamanı Büyük Selçuklu mparatorluu Dinî Siyaseti”, Selçuklu
Aratırmaları Dergisi, 4: 127-55.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
778
778
*
*
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
____, (1975a), “Alp Arslan Zamanı Selçuklu Kültür Müesseseleri I Üniversiteler”, Selçuklu
Aratırmaları Dergisi, 4: 75-125.
____, (1976), “Selçuklu Devrinin Özellikleri”, Atsız Armaanı, stanbul: Ötüken, 355-69.
KUÇKARTAYEV, ristay (1997), “Özbek Dili ve Edebiyatının Gelimesinde Alî-îr Nevâyî’nin
Rolü”, Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Dergisi – Ali îr Nevayî Özel Sayısı, 13: 11-6.
KUMTER, Halim Baki (1966), Yûnus Emre Bilgiler- Belgeler, Eskiehir: Eskiehir Turizm ve
Tanıtma Dernei Yay.
KUNT, brahim (1996), Mesnevî Sözlükleri ve ‘Abdullatîf b. ‘Abdullâh’ın Letâifu’l-lugat’ı, Konya:
Selçuk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi.
KUNT, Metin – Christine Woodhead (1995), Kanuni ve Çaı, Yeniçada Osmanlı Dünyası, (Çev.:
Sermet Yalçın), stanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
KUR’ÂN-I KERÎM VE AÇIKLAMALI ME’ÂL (1993), (Hzr: A. Özbek, H. Karaman, A. Turgut,
M. Çarıcı, . K. Dönmez, S. Gümü), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
KURDOLU, Veli Behçet (1967), âir Tabîbler, stanbul.
KURNAZ, Cemal (1996), "Gül" mad., TDV A, 14: 219-22.
____, (1997), Anadolu ’da Orta Asyalı airler, Ankara.
____, (1999), Türkiye - Orta Asya Edebî likileri, Ankara: Akça Yay.
KUT (Alpay), Günay (1976), “Lâmi’î Chelebi and His Works”, Journal of Near Eastern Studies,
April, Volume: 35, Number: 2.
KUT, Günay (1984), "13. Yüzyıla Ait Bir Yemek Kitabı", Kaynaklar, 3: 50-57.
____, (1984), “Het Bihit’in Yeni Bir Nüshası ve Bir Düzeltme”, Journal of Turkish Studies,
Türklük Bilgisi Aratırmaları, 7/1983: 293-301.
____, (1985), "Tabiat-nâme ve Tatlılar Üzerine Bir Yazma Eser: et-Terkîbât fî Tabhi'l-hulviyyât",
Folklor ve Etnografya Aratırmaları: 179-95.
____, (1988), “Yazmalar Arasında II”, Osmanlı Aratırmaları, VII-VIII.
____, (1989), “Ahmed-i Dâî” mad., TDV A, 2: 56-58.
____, (1989a), “Ahmedî” mad., TDV A, 2: 165-67.
____, (1989b), “Ali îr Nevâî (ö. 906/1501)” mad., TDV A, 2: 449-53.
____, (1989c), “Akî ve Heft-peyker Çevirisi”, TDAY-Belleten 1972, Ankara: TDK Yay.: 127-51.
____, (1991), “Âık Paa (ö. 733/1332)” mad., TDV A, 4: 1-3.
____, (1993), “Cemâlî”, TDV A, 7: 316-17.
____, (2004), "Erken Dönem Nazım (XIII-XIV. Yüzyıl)", Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, Ankara:
AKM Yay.: 304-564.
KUTB (1958-1961), Najstarsza wersja turecka Husrev u îrîn Qutba, I (Metin), II (Faksimile), III
(Sözlük), (Hzr. Zajaczkowski, A.), Warszawa.
KUTLAR, Fatma S. (2000), “Mesnevî Nazım ekline Genel Bir Bakı ve Türk Edebiyatında
Mesnevî Aratırmalarıyla lgili Bir Kaynakça Denemesi”, Türkbilig, I, Ankara: 102-157.
____, (2004), Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî Dîvân, Ankara.
____, (2005), Ûdî, Mâ-cerâ-yi Mâh, Ankara.
KUTLUK, brahim (1952), “Kültür ve Dil Tarihimizin Yeni Bir Vesikası, Attar’ın Esrar-nâme
Tercümeleri”, ÜEF TDED, 2,/1-2, stanbul: 125-132.
KÜÇÜK, Sabahattin (1994), Bâkî Dîvânı [Tenkitli Basım], Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.
____, Ali Yıldırım, ener Demirel (2004), “lk Klasik Dönem: Nazım”, Türk Dünyası
Edebiyatları Tarihi, 5, Ankara: AKM Yay.: 222-330.
KÜLEKÇ, Numan (1999), XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi
Edebiyatı Antolojisi, 2 Cilt, Erzurum: Aktif Yayınevi.
____, (1999a), Edebî Sanatlar, Ankara: Akça Yay.
____, (trhs.), bn sâ Saruhanî, Esmâ-i Hüsnâ erhi, Ankara: Akça Yay.
KÜLTÜRAL, Zuhal-Latif Beyreli (1999), erîfî, ehnâme Çevirisi, c. I ve III, Ankara: TDK Yay.
LÂM’Î ÇELEB; Maktel-i Âl-i Resûl, Süleymaniye Ktp. Serez Böl. Nu. 4019/6.
LÂM’Î ÇELEB (x), erh-i âfî, Süleymaniye Ktp. Nu. 767/13.
LÂMÎ’Î ÇELEB (1994), Lâmi‘s Gûy u Çevgân, (Hzr. Nuran Tezcan), Franz Stainer, 1994.
*
*
*
*
*
*
*
779
779
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
LÂM’Î ÇELEB (1983), Lâmi‘î’nin Vâmık u Azrâ Mesnevîsi [nceleme-Metin], (Hzr. Gönül
Ayan), Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi.
LÂM’Î ÇELEB (1994), Lâmi’î Çelebi’nin Vîs ü Râmin’i [nceleme-Metin], (Hzr. Fatma Zehra
Kavukçu), Bursa: Uluda Üni., Yüksek Lisans Tezi.
LÂM’Î ÇELEB (1997), Lâmî Çelebi: Ferhâd u îrîn [nceleme - Metin], (Hzr. Abdülkadir
Erkal), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
LÂM’Î ÇELEB (1998), Bursalı Lâmi’î Çelebi: Hayatı – Edebî Kiilii – Ferhat-nâme’nin
Tahlili ve Tenkitli Metni, (Hzr. Hasan Ali Esir), stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi.
LÂM’Î ÇELEB (1998a), Lâmi’î, Vâmık u Azrâ [nceleme – Metin], Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi Yay.
LATÎFÎ (1990), Latîfî Tezkiresi, (Hzr. Mustafa sen), Ankara.
LATÎFÎ (2001), Tezkiretü’-u’arâ ve Tabsıratü’n-nuzamâ [nceleme-Metin], (Hzr. Rıdvan
Canım), Ankara.
LAZARD, Gilbert (1964), Les Premiers Poétes Persans, c. II, Teheran: Imprimerie Taban.
LEVEND, Agâh Sırrı (1952), “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Ahmed Rıdvân’ın Leylâ ve
Mecnûn’u”, Türk Dili, 1/7: 13-8.
____, (1952a), “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Kadîmî’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1/9:
21-6.
____, (1952b), “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Lârendeli Hamdî ’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk
Dili, 2/13: 12-6.
____, (1952c), “Bilinmeyen Eski Eserlerimizden: Halîfe’nin Leylâ ve Mecnûn’u”, Türk Dili, 1/8:
7-11.
____, (1953), “Fatih Devrinde Türk Dili ve Edebiyatı”, Türk Dili, 2/20: 495-505.
____, (1956), Gazavât-nâmeler ve Mihalolu Ali Bey’in Gazavât-nâme’si, Ankara.
____, (1957), Gülehrî, Mantıku’t-tayr [Tıpkı Basım],Ankara: TDK Yay.
____, (1957a), Türk Edebiyatında ehr-engizler ve ehr-engizlerde stanbul, stanbul.
____, (1958), “Nevâ’î Adına Basılmı Bir Eser: Nazm-ı Akâyid”, Jean Deny Armaanı, Ankara:
163-9.
____, (1959), Arap , Fars ve Türk Edebiyatlarında Leylâ ve Mecnûn Hikâyesi, Ankara: Türkiye
Bankası Kültür Yay.
____, (1960), “Bilinmiyen Bir Yazarın Bilinmeyen Bir Eseri: Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev
Mesnevisi”, VIII. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1957, Ankara: TDK
Yay.: 169-74.
____, (1965), Ali ir Nevaî I. Cilt Hayatı Sanatı ve Kiilii, Ankara: TDK Yay.
____, (1966), Ali ir Nevaî II. Cilt Divanlar 4 Türkçe , I Farsça Divan, Ankara: TDK Yay.
____, (1968), Ali ir Nevaî IV. Cilt Divanlar ve Hamseler Dıındaki Eserler, Ankara: TDK Yay.
____, (1988), Türk Edebiyatı Tarihi, 3. Baskı, Ankara: TTK Yay.
____, (1988a), “Âık Paa’nın Bilinmeyen ki Mesnevisi: Fakr-nâme ve Vasf-ı Hâl”, TDAYBelleten 1953: 205-84.
____, (1988b), “Âık Paa’nın Bilinmeyen ki Mesnevisi Daha: Hikâye ve Kimya Risalesi (Altı
Tıpkıbasım ile Birlikte)”, TDAY-Belleten 1954: 265-84
____, (1988c), “Attar ile Tutmacı’nın Gül ü Husrev Mesnevileri”, TDAY-Belleten 1959: 161-203.
____, (1988ç), “Tutmacı’nın Gül ü Husrev Mesnevisinde Dil Özellikleri”, TDAY-Belleten 1960:
49-77.
____, (1989), “Celilî’nin Hüsrev ü irin’i”, TDAY-Belleten 1966, 2. Baskı, Ankara: 103-27.
____, (1989a), Dînî Edebiyatımızın Balıca Ürünleri, TDAY - Belleten 1972, TDK Yay., Ankara:
35-80
____, (1989b) “Hamdî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı”, TDAY-Belleten 1968, Ankara: TDK Yay.: 173211.
____, (1989c), “Kemal Paazâde’nin Yusuf u Züleyhası”, TDAY Belleten-1968, 2. Baskı, Ankara:
TDK Yay.: 251-81.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
780
780
*
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
____, (1989ç), “Ahmed Rıdvan’ın Hüsrev ü irin’i”, TDAY-Belleten 1966, Ankara: TDK Yay.:
215-58.
____, (1989d), “Celilî’nin Hüsrev ü irin’i”, TDAY-Belleten 1966, Ankara: TDK Yay.: 103-27.
____, (1988e), “Lâmiî’nin Ferhad ü irin’i”, TDAY Belleten 1964, Ankara: TDK Yay.: 85-111.
LEWIS, Bernard (1964), “Orta arkın Tarihî Hüviyeti”, lâhiyat Fakültesi Dergisi, 2: 75-81.
LEWIS, Geoffrey (2007), Trajik Baarı, Türk Dil Reformu, çev.: Mehmet Fatih Uslu, stanbul:
Paradigma.
LINPOL, Stanley (1312), Tabakât-i Selâtîn-i slâm bâ-Cedâvil-i Târîhî ve Nesebhâ-yi Îân,
(Terceme-i Abbâs kbâl), Tehrân.
MACT, Muhsin (1997), Nedîm Divanı, Ankara: Akça Yay.
MAHMÛD EKREM (1299), Ta'lîm-i Edebiyât, Kısm-ı Evvel, stanbul.
MANSUROLU, Mecdut (1942), “Anadolu Metinleri XIII. Asır: I. eyyâd Hamza; II. Dehhanî”,
TM, VII-VIII/1: 95-107.
____, (1947), Anadolu Türkçesi (XIII. Asır) Dehhani ve Manzumeleri, stanbul: ÜEF Türk Dili ve
Edebiyatı Mezunları Cemiyeti Yay.
____, (1946), “Anadolu Türkçesi (XIII. Yüzyıl) eyyâd Hamza’nın Dou Türkçesi ile Karıık Bir
Manzumesi”, TDK Türk Dili Belleten, Seri: III, Sayı: 8-9: 16-29.
____, (1946-1947), “Anadolu Türkçesi (XIII. Asır) eyyâd Hamza’ya Ait Üç Manzume”, ÜEF
TDED, 1/3-4: 180-83.
____, (1950), “Anadolu ’da Türk Yazı Dilinin Balama ve Gelimesi”, Türk Dili ve Edebiyatı
Dergisi, 4, stanbul, s. 215-229.
____, (1956), Çarhname, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1958), Sultan Veled’in Türkçe Manzumeleri, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1964), “Celîlî” mad., A, III: 66.
____, (1988), “Mevlânâ Celâleddin Rumî’de Türkçe Beyit ve bareler”, TDAY-Belleten 1954:
207-20.
MAZIOLU, Hasibe (1956), Fuzûlî-Hâfız, Ankara: Türkiye Bankası Yay.
____, (1964), “Anadolu ’da XIII. Yüzyıl Ürünlerinden Yeni Bir Eser”, X. Türk Dili Kurultayında
Okunan Bilimsel Bildiriler-1963, Ankara: 75-79.
____, (1972), “Selçuklular Devrinde Anadolu ’da Türk Edebiyatının Balaması ve Türkçe Yazan
airler”, Malazgirt Armaanı, Ankara: TTK Yay.: 297-316.
____, (1974), Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’-erîfe, Ankara: TDK Yay.
____, (1974a), “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan âirler”, Türkoloji Dergisi, VI/1: 31-62.
____, (1977), “Edirneli Nazmi’nin Pend-i Attâr Çevirisi”, Türkoloji Dergisi, 7, Ankara: 47-53.
____, (1982), “Türk Edebiyatı, Eski”, mad. Türk Ansiklopedisi, 32: 81-134.
____, (1997), Fuzûlî Üzerine Makaleler, Ankara: TDK yay.
MECDÎ, Mehmed Mecdî Efendi (1989), akaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri, Hadaiku’-akaik, (Hzr.
Abdülkadir Özcan), stanbul: Çarı Yay.
MEHMED CELÂL (1312), Osmanlı Edebiyâtı Nümûneleri, stanbul.
MEHMED HÂLD (1339), “Sehî ve Eseri”, Dergâh, Cilt: 4, Numara: 40: 54-5.
MEHMED SÜREYYÂ (1311), Sicill-i Osmânî, 4 Cilt, stanbul: Matbaa-i Âmire.
MÉLKOFF, Irène (1960), La Geste de Melik Dânimend: Etude Crituque du Dânimendnâme,
Tome I: Introduction et Traduction, Paris; Tome II: Edition Critique, Paris.
MENEMENLZÂDE TÂHR (1314), Osmanlı Edebiyâtı, stanbul.
MENG, Mine (1974), “Mesîhî’nin Hayatı, airlii ve Eserleri”, Türkoloji Dergisi, 6: 109-19.
____, (1977), “Har-nâme Kime Sunulmutur”, Türkoloji Dergisi, 7: 79-82.
____, (1978), “Kıyafetnameler Üzerine”, TDAY-Belleten 1977, Ankara: TDK Yay.: 299-309.
____, (1986), “Mesîhî and His Works”, Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, 5: 357-69.
____, (1990), “ret-nâme-i Mesîhî Üzerine”, Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, 17: 419-36.
____, (1995), Mesîhî Dîvânı, Ankara: AKM Yay.
____, (2000), Divan iiri Yazıları, Ankara: Akça Yay.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
781
781
*
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
MERCAN, smail Hakkı (1989), Menâkıb-nâme-i eyh Evhadeddîn Kirmânî, Kayseri: Erciyes
Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi.
MERÇL, Erdoan (1978), “Emir Hüsrev-i Dihlevî”, Türk Kültürü Aratırmaları, yıl: XVI/1-2,
1978-1978: 185-93
____, (1987), Gazneli Mahmûd, Ankara: KTB Yay.
MERHAN, Aziz (2003), Die ‘Vogelgespräche’ Gülehrîs und die Anfänge der türkischen
Literatur, Göttingen.
____, (2004), “Ahî Evran ve air Gülehrî”, Ahilik Aratırma Dergisi,1/1: 93-103.
MERMER, Ahmet (1997), Karamanlı Aynî ve Dîvânı, Ankara: Akça Yay.
____, (2002), “XV. Yüzyılda Yazılmı Bilinmeyen Bir Nazîre Mecmûası ve Aydınlı Visâlî’nin
Bilinmeyen iirleri”, Millî Folklor, 56: 75-94.
____, (2004), Kütahyalı Rahîmî ve Divanı, stanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı.
MESÎHÎ; ehr-engîz, Süleymaniye Ktp. Lala smail Nu. 483/2.
M. EREFEDDN (1934), “Mevlânâ ’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe iirler”, Türkiyat Mecmuası,
IV: 111-68.
MEVDÛDÎ (1971), Selçuklular Tarihi, (Urducadan çev.: Ali Genceli), Ankara: Hilâl Yay.
MEVLÂNÂ (1335), Mektûbât-i Mevlânâ Celâle’d-dîn-i Rûmî, Önsöz ve Ekler: Yûsuf Cemîd
Purgulâm Huseyn Emîn, Tehrân.
____, Mevlânâ Celâleddîn Muhammed-i Mevlevi-yi Rûmî (1345), Kulliyât-i Dîvân-i ems-i
Tebrîzî [be-inzimâm: Seyri der-Dîvân-i ems be-kalem-i Alî Detî - erh-i Hâl-i Mevlevî bekalem-i Bedîuzzamân Furûzanfer], Çâp-i sevvum, Tehrân.
____, (1370), Mesnevi-yi Ma‘nevî, Te’lîf: Celâleddîn Muhammed bin Muhammed bin el-Huseyn
el-Belhî er-Rûmî, (Hzr. Reynold A. Nicholson), Çâp-i Heftum, Si Cild, Tehrân.
____, (1925-1940), Mesnevi-yi Ma‘nevî, Te’lîf: Celâleddîn Muhammed bin Muhammed bin elHuseyn el-Belhî sümme er-Rûmî, (Hzr. Reynold A. Nicholson), Het Cild, Leiden.
____, (1937), Mevlânânın Mektupları, Mukaddime: Veled zbudak, Önsöz: Nafiz Uzluk,
Düzelten: Ahmed Remzi Akyürek, stanbul.
____, (1988), Mesnevî, (Çev.: Veled zbudak, Gözden Geçiren: Abdülbaki Gölpınarlı), 6 cilt,
stanbul: MEGSB Yay.
____, (1992), Dîvân-ı Kebîr, (Çev.: Abdülbaki Gölpınarlı), 7 Cilt, KB Yay.
____, Mevlânâ Calâleddîn-i Rûmî (1993), MESNEVÎ (Faksimile Basım), Ankara: KB Yay.
MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN- RÛMÎ (1312), Rübâ’iyyât, stanbul: Ahter Matbaası.
MEZAHRÎ, Mehrengiz (2003), “IX.-XI. (XV.-XVII.) Yüzyıllarda ran -Türkiye Arasındaki
Kültürel likiler”, Tarihten Günümüze Türk -ran likileri Sempozyumu (16-17 Aralık 2002
Konya), Ankara: TTK Yay., s. 71-78.
MFTÂH, lhâme – Velî Vehhâb (1374), Nigâhî be-Revend-i Nufûz ve Gosteri-i Zebân ve Edeb-i
Fârsî der-Turkiye, Tehrân.
MORAN, Berna (1994), Türk Romanlarına Eletirel Bir Bakı 3, stanbul: letiim Yay.
MORDTMANN, J.H. (1925), Suheil und Nevbehâr, Romantisches Gedicht des Mes’ûd b. Ahmed
(8. Jhdt. D. H.), Hannover.
MUALLM NÂC (1986), Osmanlı airleri, (Hzr.: Cemâl Kurnaz), Ankara.
____, (1987), Lügat-i Nâcî, stanbul: Çarı Yay.
____, (1996), Edebiyat Terimleri [Istılâhât-ı Edebiyye], (Hzr.. M. A. Yekta Saraç), stanbul:
Risale.
MUHAMED HEVA USKUF (1990), hzr. Muhamed Hukoviç - Ahmet Kasumoviç - smet
Smailoviç, Tuzla.
MUHAMMED MHRÎ (yty), Fenn-i Bedî', Ta Baskı.
MUHYDDÎN (1335), Yeni Edebiyât, kinci tab', stanbul.
MU’ÎN, Muhammed (1371), Ferheng-i Fârsî, e cild, Çâp-i Hetum, Tehrân: Çâphâne-i Sipihr.
M. EREFEDDN (1934), “Mevlânâ ’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe iirler”, Türkiyat Mecmuası,
IV: 111-68.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
782
782
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
MU’ZZÎ (1362), Dîvân-i Kâmil-i Emîr Mu’izzî, (Mukaddime ve Tashîh-i Nâsir-i Heyyirî),
Tehrân: Ner-i Merzibân.
MUTAHHARÎ, Murtaza (1997), Hâfız’da rfân, (Çev.: Nihal Çankaya), stanbul: nsan Yay.
MU’TEMEN, Zeynelabidîn (1322), i’r ve Edeb-i Fârsî, Çâp-i Evvel, Tehrân.
____, (1335), Tahavvul-i i’r-i Fârsî, Tehrân.
MÜNÎRÎ (1983), Münîrî’nin Mihr ü Müterî Mesnevîsi, (Hzr. Ayten Akmandor), Ankara: Ankara
Üni., Doktora Tezi.
MÜSTAKÎMZÂDE, Müstakîmzâde Süleymân Sadeddîn Efendi (1928), Tuhfe-i Hattâtîn, stanbul:
Devlet Matbaası.
____, (1978), Devhatü’l-meâyih Ma’a Zeyl, stanbul: Çarı Yay.
____, Mecelletü’n-Nisâb, TDK Ktp., Fotokopi 37/ I, v.116.
MÜSTEVFÎ, Hamdullâh (1364), Târîh-i Guzîde, (be-htimâm-i Doktor Abdulhuseyn Nevâ’î),
Çâp-i Sevvum, Tehrân: Çâphâne-i Sipihr.
NÂBÎ (1944), Nâbî’nin Sûr-nâmesi, (Nr. Agâh Sırrı Levend), stanbul.
NÂBÎ (1965), Hayr-âbâd, (Hzr. Sevin Ünlü), Ankara: Ankara Üni. DTCF, Bitirme Tezi.
NÂBÎ (1995), Hayriyye-i Nâbî [nceleme-Metin], (Hzr. Mahmut Kaplan), Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi Yay.
NÂBÎ (1996), Nâbî’nin Hayr-âbâd’ı [nceleme – Metin], (Hzr. Sibel Ülger), Van: Yüzüncü Yıl
Üni., Yüksek Lisans Tezi.
NAHCVÂNÎ, Huseyn (1341), “Nufûz-i Zebân u Edebiyyât-i Fârisî der-Turkiye Dovre-i Âl-i
Osmân”, Neriyye-i Dânigede-i Edebiyyât-i Tebrîz, umâre-i Devvum, Sâl-i Çihârdehum:
176-91.
NAHÎFÎ, Süleyman Nahîfî; Hicret-nâme, Süleymaniye Ktp. Air Efendi Böl. Nu. 323/3.
NAHÎFÎ (1967-), Mesnevî-i erîf Tercümesi, (nr. Amil Çelebiolu), C. I: 1967, C. II: 1969, C. III:
1974, stanbul.
NAL TUMAN, Tuhfe-i Nâ’ilî, Millî Eitim Bakanlıı Yayımlar Dairesi Bakanlıı Kütüphanesi
No. B. 870, 2 Cilt [Faksimile Baskı].
NAKÎBOLU; Dâsitân-ı Adn der-Hikâyet-i Hasan ve Hüseyn, stanbul Millet Ktp. Manzum
Eserler Böl., Nu. 1222/3, yk. 63a-79b.
NÂLÎ, Nâlî Konyalı Vehbî; Heft-kân, Süleymaniye Ktp. Hüsrev Paa Böl. Nu. 37/2, yk 83b-95b.
NÂLÎ (1999), Tuhfetü’l-emsâl, (Hzr. Bahattin Kahraman), Konya: Selçuk Üni. Vakfı Yay.
NASRÂBÂDÎ, Mîrzâ Muhammed Tâhir (1361), Tezkire-i Nasrâbâdî, (bâ-Tashîh u Mukâbele-i
Ustâd-i Fakîd Vahîd Desgirdî), Çâp-i Sevvum, Tehrân.
NA’TÎ (1997), Na’tî Mustafa ve Edhem-nâme mesnevîsinin Tenkidli Metni ile ncelenmesi, (Hzr.
Halit Balkaya), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
NECÎB EFEND; Hilye-i Necîb, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Efendi Böl., Nu. 3784.
NEFÎSÎ, Saîd (1363), Târîh-i Nazm u Nesr der-Îrân ve der-Zebân-i Fârsî tâ Pâyân-i Karn-i
Dehum-i Hicrî, Cild-i Evvel, Çâp-i Devvum, Tehrân: Kitâbhâne-i Furûgî.
NEJÂD, Bedîullâh Debîrî (1987), “Selçuklular Devrinde Kültürel Durum”, (Çev.: Mürsel Öztürk),
Erdem, 3/8, [Ayrı Basım].
NEÂTÎ (x), Hilye-i Enbiyâ, Süleymaniye Ktp. Halet Efendi Böl. Nu. 355/9, yk 201b-203a.
____, Neâtî Ahmed Dede (1876), Hilye-i Enbiyâ, stanbul.
NEVÂÎ (1342), Dîvân-i Emîr Nizâmüddîn Alî îr Nevâ’î «Fânî», (Be-Sa’y ü htimâm-i
Rukneddîn Humâyûnferruh), Çâp-i Evvel, Tehrân: Ez-ntiârât-i Kitâb-hâne-i bn-i Sînâ.
____, (1375), Dîvân-i Emîr Nizâmüddîn Alî îr Nevâ’î «Fânî», (Be-Sa’y u htimâm-i Rukneddîn
Humâyûnferruh), Çâp-i Devvom, Tehrân: ntiârât-i Esâtîr.
NEV’Î-ZÂDE ATÂYÎ (1974), Heft-hvân Mesnevîsi [nceleme-Metin], (Hzr. Turgut Karacan),
Ankara: Atatürk Üni. Yay.
NDEL HAKKI EROLU (1944), Sa’dî-i îrâzî, Bostan Tercümesi – Çiçek Bahçesi, Nide.
NYÂZÎ (1994), Mansûr-nâme, (Hzr. Mustafa Tatçı), stanbul: MEB Yay.
NZÂMÎ (1344), Mahzenu’l-esrâr, (be-Kûi: Huseyn Pejmân Bahtiyârî), Tehrân.
____, Nizâmi-yi Genceî (1370), Külliyât-i Hamse, Çâp-i Pencum, Tehrân: Çâphâne-i Sipihr.
*
783
783
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
____, (1986), Mahzen-i Esrâr, (Çev.: M. Nuri Gençosman), stanbul: MEGSB Yay.
____, (1986a), Hüsrev ve îrîn, (Çev.: Sabri Sevsevil), stanbul: MEGSB Yay.
NZAMÜLMÜLK (2003), Siyasetnâme, (Türkçesi: Nurettin Bayburtlugil), stanbul: Dergâh Yay.
NU’MÂNÎ, iblî-i Nu’mânî (1368), i’ru’l-acem yâ Târîh-i uarâ ve Edebiyyât-i Îrân, (Tercume-i
Seyyid Muhammed Takî Fahr-i Dâi-yi Geylânî), Penç Cild, Çâp-i Sevvum, Tehrân: Dunyâyi Kitâb.
OCAK, Ahmet Yaar (1989), Türk Folklorunda Kesikba, Ankara: TKAE Yay.
____, (1992), “Battâl Gazi (ö. 122/740 [?])”, mad. TDV A, 5: 204-5.
____, (1996), Türk Sufîliine Bakılar, stanbul: letiim Yay.
____, (1998), Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), stanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yay.
____, (2002), “Selçuklular ve Beylikler Döneminde Düünce”, Türkler , 7: 429-38.
____, (2006), “Türkiye Selçukluları ve slâm (Genel Bakı)”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler
Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 443-457.
____, (2006a), “XIII.-XIV. Yüzyıllarda Anadolu ehirlerinde Dini-Soayal Hayat (Selçuklulardan
Osmanlılara Genel Bir Bakı)”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlıı, c. I,
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 249-263.
____, (2006b), “Selçuklular ve Beylikler Devrinde Tasavvuf”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler
Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 429-39.
____, (2007), “Mevlana Önce Kendi Zaman ve Zemininin nsanıdır Yahut Mevlana’yı Doru
Anlamak Üzerine”, Mevlana, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı yay.: 15-37.
OCAK, Tulga (1352), Ahvâl ve Âsâr ve Tahlîl E’âr-i Dîvân-i Fârisi-yi Ahmed-i Dâ’î, Tehrân:
Dânigâh-i Tehrân, Doktora Tezi.
OCAK, Ahmet (2001), “Karmatîlik ve Hindistan’a Yayılması Karısında Gazneliler ”, Hindistan
Türk Tarihi Aratırmaları, 1: 33-45.
OKAY, M. Orhan (1994), "Edebiyat" mad., TDV A, 10: 395-97.
OKUMU, Ömer (1352), Dîvân-i Suheylî, Tehrân: Doktora Tezi.
____, (1982), Nizâmeddîn Ahmed Süheylî, Leylî ve Mecnûn [nceleme – Metin], Erzurum: Atatürk
Üni., Doçentlik Tezi.
OKUR, Münevver (1958), “Bugüne Kadar Ele Geçmemi Eserlerimizden: Cemîd ü Hurîd”,
Türk Dili, VII/84: 612-4.
____, (1991), “Cem Sultan’ın Yeni Bulunan Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultân Adlı Eseri (2. Nüsha)”,
Tarih ve Toplum, c. XVI, nr. 96, s. 24-27
OKUYUCU, Cihan (1988), “Âık Paa’nın Tasavvuf Risâlesi”, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi,
2: 197-213.
____, (1989), “Cinânî’nin Riyâzü’l-cinân’ı”, Erciyes Üni. SBE Dergisi, 3, Kayseri: 499-517.
____, (1996), “Fuzûlî’yi Yetitiren Kültür”, Fuzûlî Kitabı, stanbul: stanbul Büyükehir
Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay.: 305-12.
____, (1996a), “Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev’i”, Erciyes Üniversitesi SBE Dergisi, 7: 239-41.
____, (2004), Divan Edebiyatı Estetii, stanbul: L&M Yay.
____, (2004a), Erelili Türâbî Divanı, stanbul: Fatih Üniversitesi Yay.
____, (2006), Gazel Bahçesi, stanbul: Sütun Yay.
OLGUN, brahim (1978), “Türkçe Sadi ve Hafız Çevirileri”, Türk Dili, Çeviri Sorunları Özel
Sayısı, 322: 117-26.
____, (1989), “Farsça ve Türkçe Atasözleri ve Deyimler Üzerine”, TDAY-Belleten 1972, Ankara:
TDK Yay. 153-72.
OLGUN, Tahir (1949), Germiyanlı eyhî ve Harnâmesi, Giresun.
ONAN, Necmettin Halil (1949), “eyyat Hamza’nın ki Yeni Gazeli Dolayısıyle”, AÜDTCF
Dergisi, VII/4: 529-34.
ONAY, Ahmet Talat (2000), Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve zahı, (Hzr. Cemal Kurnaz),
Ankara: Akça Yay.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
784
784
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
ONUR, M. Naci (1985), “Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf ve Züleyhâ’sındaki Bazı Millî Motifler”,
Türk Dünyası Aratırmaları, 38: 113-7.
____, (1986), Hamdullah Hamdi, Yusuf ve Züleyha [nceleme – Seçmeler], Ankara.
ORAK, Bayram (1995), Lutfî’nin Gül ü Nev-rûz’u [Gramer – ndeks], zmir: Ege Üni., Yüksek
Lisans Tezi.
ORHAN, Hikmet (1985), Eski Anadolu Türkçesi Ürünlerinden Düstû-nâme-i Enverî: zmir Millî
Ktp. Nüshasının Metni-Sözlüü ve Dilbilgisi Özellikleri, Ankara: Ankara Üni., Yüksek
Lisans Tezi.
ORYAN, Mehmet H. (1999), “Osmanlı mparatorluu’nda Matematik Bilimi”, Osmanlı, VIII,
Ankara: 383-90.
ÖKTEN, Sadettin (1993), “Cevberî” mad., TDV A, 7: 442-43.
____, (1993a), “Cezerî, smaîl b. Rezzâz” mad., TDV A, 7: 505-6.
ÖMER FUÂDÎ; Bülbüliyye, Süleymaniye Ktp. Düümlü Baba Kısmı, Nu. 320/2.
ÖNKAL, Ahmet (1992), “Ca’fer b.Ebû Tâlib” mad., TDV A, 6: 548-49.
ÖNLER, Zafer (1988), “XIV ve XV. Yüzyıl Türkçe Tıp Kitaplarındaki Bitki Adları Üzerine”,
Türk Dünyası Aratırmaları, Sayı: 52, ubat, ss. 53-61.
____, (1990), Celâlüddin Hızır (Hacı Paa), Müntahab-ı ifâ I [Giri-Metin], Ankara: TDK Yay.
ÖZAKINCI, Cengiz (1994), Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din, 2. baskı, stanbul: Bellek Yay.
ÖZAKPINAR, Yılmaz (1997), slâm Medeniyeti ve Türk Kültürü, stanbul: Kubbealtı Neriyatı.
ÖZALP, Tahsin (1961), Sivrihisar Tarihi, Eskiehir.
ÖZAYDIN, Abdülkerim (1993), “Dânimend Gazi (ö. 477/1085[?])” mad., TDV A, 8: 467-69.
____, (1993a), “Dânimendliler ” mad., TDV A, 8: 469-74.
ÖZCAN, Abdülkadir (1998), “Het Bihit” mad., TDV A, 17: 271-3.
ÖZDEM, Ragıp Hulûsi (2000), Dil Bilimi Yazıları, hzr.: Recep Toparlı, Ankara: TDK Yay.
ÖZEL, Ahmet (1990), Hanefi Fıkıh Âlimleri, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
ÖZEY, Ramazan (1999), “Osmanlı Devleti Döneminde Corafya ve Öretimi”, Osmanlı, VIII,
Ankara: 326-33.
ÖZKAN, Mustafa (1983), “Pend-nâme-i Güvâhî’deki Atasözleri”, Türk Dünyası Aratırmaları,
27, Ankara: 223-47.
____, (1990), Cinânî, Cilâ’ü’l-kulûb [Giri-nceleme-Metin-Sözlük], stanbul.
____, (1993), Mahmûd b. Kâdî-i Manyâs, Gülistân Tercümesi[Giri-nceleme-Metin-Sözlük],
Ankara: TDK Yay.
____, (1994), “Devletolu Yûsuf ” mad., TDVA, 9, stanbul, s. 243-44.
____, (1996), “Gülehrî (ö. 717-1317’den sonra)” mad., TDV A, 14: 250-52.
ÖZMEN, Mehmet (2001), Ahmed-i Dâ’î Divanı I [Metin-Gramer-Tıpkı Basım], II [Dizin], TDK
Yay., Ankara.
ÖZTEKN, Nezahat (1978), Mevlânâ ’nın Mesnevi’sindeki Hikâyelerin XII - XV. Yüzyıl Anadolu
Mesnevilerine Etkisi, zmir.
____, (2002), Fazlî, Gül ü Bülbül, zmir: Akademi Kitabevi.
ÖZTELL, Cahit (1972), “Cem Sultan’ın Yeni Bulunan Cemîd ü Hurîd Mesnevîsi”, Türk Dili,
XXVI/248: 124-8.
ÖZTOPRAK, Nihad; (1993), Klâsik Türk Edebiyatında Manzum Yüz Hadisler, stanbul: Marmara
Üni., Doktora Tezi.
ÖZTÜRK, Ali (1996), Ötüken Türk Kitabeleri, stanbul: MEB Yay.
ÖZTÜRK, Zehra (1993), Hamdullah Hamdî’nin Yûsuf u Zeliha Mesnevîsinde Tipler ve Motifler,
stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi.
____, (1999), “Akemseddinzade Hamdullah Hamdi ve Yusuf ve Zeliha Mesnevîsi”, slâmî
Edebiyat, 28, stanbul: 39-42.
PALA, skender (1989), Hayriye-i Nâbî, stanbul: Bedir Yayınevi
____, (1989a), Ansiklopedik Divan iiri Sözlüü, Ankara: Akça Yay.
PALABIYIK, Hanefi (2001), “Gazneliler ’de lmî Faaliyetler”, Hindistan Türk Tarihi
Aratırmaları, 1: 47-72.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
785
785
*
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
PALABIYIK, Hanefi (2002), Valilikten mparatorlua Gazneliler , Devlet ve Saray Tekilatı,
Ankara: Aratırma Yay.
PARMAKSIZOLU, smet (1953), “Üsküplü shak Çelebi ve Selimnâmesi”, stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi Eylül 1951 - Mart 1952, 5-6: 123-34.
PEHLVAN, Elif (2000), eyh Eref b. Ahmed’in Nasîhat-nâme Adlı Mesnevîsinin Edisyonkritii
le Çeviri Yazısı, stanbul: Marmara Üni., Yüksek Lisans Tezi.
PEKN, Nermin Suner - Nihal Nomer Karaman (1982), Temel Edebiyat Bilgileri, stanbul:
Minnetolu Yay.
PEKOLCAY, Necla (1950), Türkçe Mevlid Metinleri, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi.
____, (1953), “Türk Dil ve Edebiyatına Ait Bazı Metinleri htiva Eden Yazma Bir Mecmua”,
Türkiyat Mecmuası, X: 34-9.
____, (1992), Süleymân Çelebi, Mevlid: Vesîletü’n-necât, stanbul: Dergâh Yay.
PEKOLCAY, Necla-Emine Sevim (1991), Yunus Emre erhleri, Ankara: KB Yay.
PÎRÎ RES (1988), Kitâb-ı Bahriye, (Hzr. Mert Bayat), I, stanbul.
PRITSAK, Omeljan; (1993), “Karahanlılar ” mad., A: 251-73.
RÂDÛYÂNÎ, Muhammed b. ‘Omar Ar-Râdûyânî (1949), Kitâb Tarcumân Al-Balâga,
(Mukaddime, Haiye ve zahlarla Nereden: Ahmed Ate), stanbul: Ü Yay.
____, (1362), Tercemânü’l-belâga, (tash. Ahmed Ate, int. Meliku’-u’arâ Beahâr), II. Baskı,
Tehrân: ntiârât-i Esâtîr.
RASM, Mehmet (1972), “Dünya Türklüü-I- ran Türkleri”, Ocak Aratırma ve nceleme
Dergisi, 3: 51-62.
RÂVENDÎ, Necmüddîn Ebûbekr Muhammed bin Alî (1333), Râhatu’s-sudûr (be-Tashîh:
Muhammed kbâl), Tehrân [Ofset ez-Çâp-i 1921 Leiden].
____, Muhammed b. Ali b. Süleyman er-Râvendî (1999), Râhat-üs-sudûr ve Âyet-üs-sürûr
[Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alâmeti], 2 cilt, (Muhammed kbal’in 1921’de G.M.S., H’de
bastırdıı Farsça metinden Türkçeye çeviren AHMED ATE), 2. Baskı, Ankara: TTK Yay.
RAYMOND, André (1995), Osmanlı Döneminde Arap Kentleri, (Çev.: Ali Berktay), stanbul:
Tarih Vakfı Yurt Yay.
RE’FET EFEND (1998), “Menkıbe-i Mevlid-i Fahru’l-enâm Tarz-ı Cedîd smiyle Oldu Benâm”,
Akademik Bakı, 4, Adana: 64-9.
REFÎ (2000), Cân u Cânân, (Hzr. Nihad Öztoprak), stanbul: Türk Gençlik Vakfı Yay.
____, (2003), Refî, Cân u Cânân [nceleme-Metin], (Hzr. Kaplan Üstüner), stanbul: Millî Eitim
Bakanlıı Yay.
RESULZADE, Mehmet Emin (1951), Azerbaycan airi Nizamî, Ankara: Millî Eitim Basımevi.
REÎD (1328), Nazariyyât-ı Edebiyye, Birinci Cild, stanbul.
REVÂNÎ, Dîvân, (hzr. Mehmet Kalpaklı, metinbankası 15 Mart 2004 versiyonu)
RITTER, H. (1999), "Hâfız" mad., A, 5/1: 65-71.
____, (1997), “Celâleddîn Rûmî” mad., A, 3: 53-59.
RIZÂÎ, Muhammed Gulam (1377), Sebk-inâsî-i iir-i Pârsî, Tehrân.
RYÂHÎ, Muhammed Emîn (1369), Zebân u Edeb-i Fârisî der-Kalem-rov-i Osmânî, Çâp-i Evvel,
Tehrân
____, (1995), Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı, (Çev. Mehmed Kanar), stanbul:
nsan Yay.
RYÂZÎ, Riyâzü’-u’arâ, Nuruosmaniye Kütüphanesi Nu. 3724.
ROUX, Jean-Paul (1995), Türklerin Tarihi: Büyük Okyanus’tan Akdeniz’e ki Bin Yıl, 4. Baskı,
stanbul: Milliyet Yay.
____, (2001), Orta Asya: Tarih ve Uygarlık, (nr. L. Arslan), stanbul.
____, (2007), Türklerin tarihi [Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl], çev. Aykut Kazancıgil – Lale
Arslan-Özcan, stanbul: Kabalcı Yayınevi.
RÛDEKÎ (1373), Dîvân-i Rûdeki-yi Semerkandî, (be-Kûi-i Sa’îd-i Nefîsî-Y. Braginski), Tehrân.
RYPKA, J. vd. (1381), Târîh-i Edebiyât-i Îrân, mütercim: Îsâ ehâbî, çâp-i devvom, Tehrân.
SÂBT (1299), Zâfer-nâme-i Sâbit, stanbul: Matbaa-i Ebu’z-ziyâ.
*
*
*
*
*
*
*
*
786
786
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
____, (1990), Edhem ü Hümâ, (Hzr. Turgut Karacan), Sivas.
____, (1991), Zafer-nâme, (Hzr. Turgut Karacan), Sivas: Cumhuriyet Üni. Yay.
SAÇAKLI-ZÂDE, (E-eyh Muhammed b. Ebî Bekr el-Mar’aî (2009), Tertîbü’l-ulûm, çev.:
Zekeriya Pak-M. Akif Özdoan, Kahramanmara: Ukde.
SADEDDN NÜZHET – MEHMED FERÎD (1926), Konya Vilâyeti Halkiyyât ve Harsiyyâtı,
Konya: Vilâyet Matbaası.
SÂDIK VCDANÎ (1995), Tarikatlar ve Silsileleri [Tomâr-ı Turûk-ı ‘Aliyye], (Hzr.: rfan
Gündüz), stanbul: Enderun Yay.
SA’DÎ (trhs.), Külliyât-i Sa‘dî, (Bâ-Mukaddime ve Tashîh-i Muhammed ‘Alî Furûgî), Tehrân.
____, (1371), Sa’dî’nin Bostânı [Türkî Dilinde], (Tercüme Eden: Abbâs-ı Büzürg-emîn), [Ekrem
Cafer’in önsözü ile], Tebriz.
SA’DÎ- ÎRÂZÎ (1303), Cidâl-i Sa'dî bâ-Müdde'î, (Mütercimi: Safî), stanbul.
SADÎK, Huseyn Muhammedzâde (1374), Yûsuf u Zuleyhâ, mensûb be: Hekîm Ebu’l-kasım-ı
Firdevs, be-nzimâm-i Nohistîn-i “Yûsuf u Zuleyhâ”-yı Turkî, ntiârât-i Âferîne.
____, (1381), Musâhabehâ-yı lmi-yi Pederem, (ldar Muhammedzâde Sadîk), Tehrân.
____, (1381a), Gülen-i Râz-ı ebüsterî be-Rivâyet-i Türkî ez-Elvân-ı Velî-i îrâzî, Tehrân.
____, (1384/2004), Mahmûd bin el-Huseyn el-Kâgârî, Dîvânu Lugati't-Turk, Ner-i Ahter,
Tebrîz.
SÂDKÎ- KTÂBDÂR (1327), Tezkire-i Mecma‘u’l-havâs be-Zebân-i Turki-yi Çagatay,
(Tercume-i Ân be-Zebân-i Fârisi be-Hâme-i Doktor Abdurresûl Hayyâmpûr), Tebrîz.
SAFÂ, Zebîhullah (1370), Târîh-i Edebiyyât der-Îrân, c. I, Tehrân: Kitâb-furûi-yi bn-i Sînâ.
____, (1363), Târîh-i Edebiyyât der-Îrân, c. 4, Çâp-i Sevvum, Tehrân: ntiârât-i Firdevsî.
____, (1364), Târîh-i Edebiyât der-Îrân, c. 5, Bölüm: 2, Tehrân.
____, (1372), Târîh-i Edebiyyât der-Îrân, c. 2, Tehrân: Çâphâne-i Râmin.
____, (2002), ran Edebiyatı Tarihi, (Çev.: Hasan Almaz), c. I, Ankara.
SÂFÎ; Hasbihâl (Ta’rîf-nâme), Millet Ktp. Emîrî Nu. 1001.
SÂ’B- TEBRÎZÎ (1370), Dîvân-i Sâ’ib-i Tebrîzî, (nr. Muhammed-i Kahraman), I-V c., Tehrân.
SAD, Edward W. (1999), arkiyatçılık [Batı’nın ark Anlayıları], (Çev. Berna Ülger), stanbul:
Metis Yay.
SÂM MÎRZÂ (1346), Tezkire-i Tuhfe-i Sâmî, (Tashîh u Mukaddime ez: Ruknuddîn
Humâyûnferruh), Tehrân.
SÂM MÎRZÂ SAFEVÎ (1346), Tezkire-i Tuhfe-i Sâmî, (Tashîh u Mukaddime ez: Ruknuddîn
Humâyûnferruh), Tehrân.
SÂMÎ, emsettin Sâmî (1996), Kâmûsu’l-a’lâm, Tıkıbasım/facsimile, 6 cilt, Ankara: Kagar
Neriyat.
SARAÇ, M.A. Yekta (1995), eyhülislam Kemal Paazade Hayatı, Sanatı, Eserleri ve Bazı
iirleri, stanbul: Risale.
____, (2001), Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, stanbul: Bilimevi.
____, (2004), “Salâhaddin-i Uakî’nin Belâgat ile lgili Eseri ve Bu Eserdeki Edebî Terimler”,
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XXXI, stanbul, s. 281-318.
____, (2007), Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, stanbul: 3F Yayınevi.
SARIKAYA, Erdem (2008), “Gelenein Son Sedalarından Keçecizâde zzet Molla ve “Gülen-i
Ak””, I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Örenci Kongresi TUDOK 2006, 11-13 Eylül
2006, stanbul Kültür Üniversitesi Ataköy-stanbul, stanbul: stanbul Kültür Üniversitesi
Yay.: 321-46.
SARISOY, Fikret (2001), Basîrî’nin Farsça Dîvânı, Kırıkkale: Kırıkkale Üni., Yüksek Lisans
Tezi.
SAVA, Hamdi (1986), shak Çelebi ve Selim-namesi, Kayseri: Erciyes Üni., Doktora Tezi.
SAYILI, Aydın (1964), “Ortaça slâm Dünyasında lmî Çalıma Temposundaki Aırlamanın
Bazı Temel Sebepleri (Avrupa le Mukayese)”, Aratırma, I, 5-69.
*
*
*
*
*
*
787
787
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
SCHIMMEL, Annemarie (1973), Turkische Gedichte Vom. 13. Johrhhundert Bis in Unsere Zeit,
stanbul: Babakanlık Kültür Müstearlıı Kültür Yay.
SEFERLI, Eljar (1988), Kadı Burhaneddin Divan, Baki.
SEHÎ BEY (1980), Tezkire “Het-Behit”, (Hzr. Mustafa sen), stanbul: Tercüman 1001 Temel
Eser.
SELMÂN- SÂVECÎ (1367), Dîvân-i Selmân-i Sâvecî [âmil: Gazeliyyât-Tercî’ât-KasâyidRubâ’iyyât], (bâ-Mukaddime-i Doktor Takî-i Tafaddulî; be-htimâm-i Mansûr Mufik),
Tehrân: Çâp-hâne-i Mervî.
SEMERKANDÎ, Ahmed Nizâmî Arûzi-yi Semerkandî (1368), Çehâr Makâle, (be-Sa’y u htimâm
u Tashîh-i Allâme Muhammed Kazvînî), Tehrân.
SENÂÎ (1325), Dîvân-i Hakîm Senâî-i Gaznevî, (nr. Müderris-i Razavî), Tehrân.
SERDAROLU, Ahmet (1966), Mevzûât-i Aliyyü’l-Kâri Tercemesi, Ankara.
SERTKAYA, Osman F. (1972), “Horezmî’nin Muhabbet-nâme’sinin ki Yeni Yazma Nüshası
Üzerine”, Türkiyat Mecmuası, XVII, stanbul: 185-207.
____, (1989), “Ahmed Fakih”, TDV A, 2: 65-67.
SEVDÂ’Î (1987), Sevdâ’î, Kıssa-i Leyli Birle Mecnun, (Hzr. Cemal Bayak), stanbul: Boaziçi
Üni., Yüksek Lisans Tezi.
SEVERCAN, efaettin (1995), Kefî ve Selîm-nâmesi, Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi.
SEVG, Ahmet (1994), Merdümî, Tuhfetü’l-islâm [Manzum kırk Âyet ve Kırk Hadis Tercümesi],
Konya.
____, (1994), eyholu’nun “Kitâb-ı Mahbubiyye”, Adlı Eseri Üzerine, Yedi klim Aylık, Sanat,
Kültür, Edebiyat Dergisi, 57, Aralık.
SEYF- FERGÂNÎ (1364), Dîvân-ı Seyf-i Fergânî, (nr. Zebîhullah Safâ ), Çâp-i Devvom, Tehrân.
SEYYD BURHÂNÜDDÎN MUHAKKIK- TRMZÎ (1972), Ma’ârif, (Çev.: Abdülbaki
Gölpınarlı), Ankara.
____, (1995), Ma’ârif, (Terc.: Ali Rıza Karabulut), Ankara.
SEYYD HÜSEYN NASR (1985), slâm Kozmoloji Öretilerine Giri, (Çeviren: Nazife
iman), stanbul: nsan Yay.
SHPHERD, V. M. (1979), The Turkish Mystical Poet Gülehrî with Particular Reference to His
Mantiq al-Tayr, Cambridge.
SIDDÎK, Hüseyn Muhammed-zâde (1384), Mahmûd bin el-Kagârî, Dîvânu ugati’t-türk Tercemei Fârsî, Ner-i Ahter, Tebriz.
SÎMÂDÂD (1375), Ferheng-i stilâhât-i Edebî, Tehrân.
SMKEZÂDE FEYZÎ (1997), Simkezâde Feyzî’nin Mesnevîleri [nceleme-Metin-Sözlük], (Hzr.
Ali Osman Cokun), Samsun.
SNANOLI; Nazm-ı Siyer-i Nebî, Süleymaniye Ktp. Kasidece-zâde Bölümü, Nu. 418.
SPEHSÂLÂR, Feridûn b. Ahmed-i Sipehsâlâr (1325), Zindegî-nâme-i Mevlânâ Celâleddîn-i
Mevlevî, (nr.: Sa’îd-i Nefîsî), Tehrân.
____, (1331), Menâkıb-ı Hazret-i Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî, (terc.: Avni Konuk), stanbul.
____, (1977), Mevlânâ ve Etrafındakiler, (Çev.: Tahsin Yazıcı), stanbul.
SÎRÛS- EMÎSÂ (1375), Beyân ve Me’ânî, ntiârât-i Firdovs, Tehrân.
SMITH, G. Martin (1976), Yusuf-ı Meddâh, Varka ve Gülah A. Fourtenth Century Anatolian
Turkish Mesnevi, Leiden.
SOYSAL, M. Orhan (1992), Edebî San'atlar ve Tanınması, stanbul: MEB Yay.
SPEAR, P. (1961), India: A Modern History, Michigan.
SPULER, B. (1988), “Douda Hilafetin Çöküü”, slâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti I, (nr. H.
Akta), stanbul.
STEINGASS, F. (1975), Persian - English Dictionary, Beirut: Librairie du Liban.
STOREY, C. A. (1972), Persian Literature, A Bio – Bibliographical Survey, Volume: 3, Part: 2,
London.
SUBHÂNÎ, Tevfîk H. (1371), Mektûbât, Tehrân.
*
*
*
*
788
788
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
SULTAN VELED, Behâe’d-dîn Mevlânâ Celâle’d-dîn Muhammed bin Huseyn-i Belhî (1315),
Veled-nâme [Mesnevi-yi Veledî], (Bâ-Tashîh u Mukaddime-i Celâl Humâî), Tehran.
____, (1341), Dîvân-ı Türkî-i Sultân Veled , (Câmi’î ve Muhaîsi: Kastamonu Meb’ûsu Veled
Çelebi, Musahhihi: Kilisli Muallim Rifat), stanbul.
____, (1976), btidâ-nâme, (nr. Abdülbâki Gölpınarlı), Ankara: Konya Turizm Dernei Yay.
SUNGUR, Necati (2006), Tâcî-zâde Cafer Çelebi, Heves-nâme [nceleme-Tenkitli Metin],
Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.
SÜHREVERDÎ (1988), Nur Heykelleri, (Çev.: Saffet Yetkin), stanbul: MEGSB Yay.
SÜLE FAKH (1994), Süle Fakih’in Yûsuf ve Zelihâsı [nceleme–Metin-ndeks], (Hzr. Kâzım
Köktekin), 2 Cilt, Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi.
SÜLE FAKH (1989), Süle Fâkih: Yûsuf u Zelihâ (XIV. yüzyıl) [Dil Özellikleri – Transkripsiyonlu
Metin – Seçmeli Sözlük], hzr. Ramazan Salman, Malatya: nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi.
SÜLEYMAN ÇELEB (1990), Mevlid, (Hzr. Faruk K. Timurta), stanbul: MEB Yay.
SÜLEYMAN ÇELEB (1995), Süleymân Çelebi ve Mevlid-i erif, (Hzr. Ahmet Aymutlu),
stanbul: MEB Yay.
SÜLEYMAN FEHMÎ (1325), Edebiyyât, kinci tab’, Der-sa’âdet.
SÜLEYMAN NAHÎFÎ; (1), Mi’râciyye, Süleymaniye Ktp. Air Efendi Böl., Nu. 323/2.
SÜMER, Faruk (1963), “Türkiye Kültür Tarihine Umumî Bir Bakı”, AÜDTCF Dergisi, XX/3-4:
213-44.
ABANÎ, Muslihiddîn Vahyî-i abanî (1999), Mi’râcü’l-beyân –Mi’racın Tasavvufi Boyutu-,
(Hzrlr. Mustafa Tatçı – Cemâl Kurnaz), Ankara.
AFAK, Sâdık Rızâ-zâde (1352), Târîh-i Edebiyyât-i Îrân, Çâp-i Devvum, ntiârât-i Dânigâh-i
Pehlevî.
AFAK, Yakup (1991), Sürûrî’nin Bahrü’l-ma’ârif’i ve Enîsü’l-uâk le Mukayesesi, Erzurum:
Atatürk Üniv., Doktora Tezi.
ÂHDÎ; Leylâ vü Mecnûn, Bibliotheque National, Turc 812/333.
____, (x), Gülen-i Uâk, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi Bölümü, Nu. 2875; Millî Kütüphane
Mikrofilm Arivi Nu. A-2281.
____, brahim b. Huda’î (1298), Gülen-i Tevhîd, Mekteb-i Tıbbiyye Matbaası, stanbul.
____, (1996), âhidî brahim Dede Gülen-i Vahdet, (Hzr.: Numan Külekçi), Ankara: Akça Yay.
AHN, Hatice (1993), Hatibolu: Ferah-nâme [Dil Özellikleri – Metin – Sözlük], Malatya: nönü
Üni., Doktora Tezi.
AHN, M. Ünal (1988), Leylî ve Mecnun: Sevdâ’î [Transkripsiyon ve Dil ncelemesi], Malatya:
nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ÂNÎ MEHMED EFEND; Gülen-i Efkâr, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmûd Efendi Kısmı, Nu.
3731.
ANLI, smet (2003), “XVI. Yüzyıl Divan âiri Fedâyî ve Fâl-nâme-i Kur’ân-ı ‘Azîm’i”, U. Ü.
Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, nr. 5, s. 161-78.
ARLI, Mahmut (1994), Cinânî, Riyâzü’l-cinânı [nceleme - Metin], Kayseri: Erciyes Üni.,
Doktora Tezi.
EHÂBEDDÎN SÜLEYMÂN (1329), San'at-ı Tahrîr ve Edebiyât, stanbul.
EHSÜVAROLU, Bedii N. (1954), air ve Hekim Ahmedî, stanbul: smail Akün Matbaası.
EHSUVAROLU, Halûk Y. (trhs.), Asırlar Boyunca stanbul, [stanbul].
EKÎBÂ, Pervin (1373), i'r-i Fârisî ez-Âgâz tâ mrûz, Târîh-i Hezâr Sâle i'r-i Fârisî, Hayderî,
Çâp-i devvum, Tehrân.
EMS- TEBRÎZÎ (1369), Makâlât, (nr.: Ahmed-i Ho-nuvîs), Tehrân.
____, (1974-1975), Konumalar “Makâlât”, 2 cilt, (Çev.: M. Nuri Gençosman), stanbul.
EMSEDDÎN- SVASÎ (1990), Gülen-âbâd, (Nr. Hasan Aksoy), stanbul: slâm Medeniyeti
Vakfı Yay.
____, (1997), emseddin Sivâsî’nin bret-nümâ Mesnevîsi [nceleme – Karılatırmalı Metin],
(Hzr. Burhan Enginolu), Sivas: Cumhuriyet Üni., Yüksek Lisans Tezi.
EMSETTN SÂMÎ (1996), Kâmûsu'l-a'lâm, c. 6, Tıbkıbasım/facsimile, Ankara: Kagar Neriyat.
*
*
*
*
*
789
789
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
EMSÎ; Mevlid-i Nebî, stanbul Üniversitesi Ktp., T. 291.
ENER, H. brahim (1986), Türk Edebiyatında Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâlar, zmir: Dokuz Eylül
Üni., Doktora Tezi.
ENTÜRK, Ahmet Atillâ (1993), “Klâsik Osmanlı Edebiyâtı Iıında Eski Âdetler ve Günlük
Hayattan Sahneler”, Türk Dili, 495: 175-88.
____, (1993a), “Klâsik Osmanlı Edebiyâtı Iıında Eski Âdetler ve Günlük Hayattan Sahneler”,
Türk Dili, 500: 211-23.
____, (1994), Necâtî Be'in Sultan Beyazıt Methiyesi ve Bazı Gazelleri Hakkında Notlar, stanbul:
Enderun Kitabevi.
____, (1998), "Yahya Kemal ve Eski Türk Edebiyatı", stanbul Fetih Cemiyeti, 40. Ölüm
Yıldönümünde Yahya Kemal Sempozyumu -stanbul 2-4 Kasım 1998, s. 1-11
[Yayımlanmamı Tebli].
____, (1999), Osmanlı iiri Antolojisi, stanbul: Yapı Kredi Yay.
____, (2002), XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî Tasvirler, stanbul:
Kitabevi.
____, (2004), Osmanlı iiri Antolojisi, stanbul: Yapı Kredi Yay.
____, – Ahmet Kartal (2004a), Üniversiteler çin Eski Türk Edebiyatı Tarihi, stanbul: Dergâh
Yay.
____, (2006), “Klasik iir Estetii”, Türk Edebiyatı Tarihi, editörler: S. Talat Hamlan vd., c. I,
stanbul: Kültür ve Turizm Bakanlıı Yay., s. 349-90.
ENTÜRK, Ahmet Atillâ-Ahmet Kartal (2007), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, stanbul: Dergâh
Yay.
ERÎFÎ (1999), ehnâme Çevirisi, (Hzrlr. Zuhal Kültüral – Latif Beyreli), 4 cilt, Ankara: TDK
Yay.
____, (2001), Yûsuf u Zelîhâ, (Hzr. Zuhal Kültüral), stanbul.
EEN, Ramazan (2000), “stanbul’un Fethine Kadar Osmanlılar’daki lmî Durum, stanbul’un
Fethi’nin Türk lim ve Kültürüne Katkısı”, Kuruluunun 700. Yıldönümünde Bütün
Yönleriyle Osmanlı Devleti Uluslar Arası Kongresi 7-9 Nisan 1999 Konya: 241-4.
EYH FAHRUDDÎN BRÂHÎM- HEMEDÂNÎ (1373), Külliyât-i Dîvân [Kasâyid, Gazeliyyât,
Terci‘iyyât, Terkîbât, Mukatte‘ât, Musellesât, ‘Uâk-nâme yâ Deh-nâme, Rubâ‘iyyât,
Leme‘ât ve stilâhât-i ‘rfâni-yi ‘râkî], (Mukaddime-i Sa‘îd-i Nefîsî), Tehrân.
EYH GALP (1992), Hüsn ü Ak, (Hzrlr. Orhan Okay – Hüseyin Ayan), stanbul: Dergâh Yay.
EYH SMAL HAKKÎ- BURSEVÎ; Mi’râciyye, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Böl., Nu.
1867/2.
EYHÎ MEHMED EFEND (1989), Vekâyi'u'l-fuzalâ, I, stanbul: Çarı Yay.
MEKLER, Nuri (1998), âhidî brâhîm Dede’nin Gülen-i Esrâr’ı [Tenkitli Metin - Tahlil],
Konya: Selçuk Üni., Doktora Tezi.
ÎRÎ (1981), Selîm-nâmeler ve îrî’nin Selîm-nâmesi, (Hzr. Necati Danacı), stanbul: stanbul Üni.
Edebiyat Fak., Türkiyat Ens., T 2343.
ÜKÛN, Ziya (1984), Farsça -Türkçe Lûgat, Gencîne-i Güftâr Ferheng-i Ziyâ, 3 c., stanbul:
MEB Yay.
ÜKÜRLÜ, Elisa (2002), Genceli Nizamide Türkçülük, Bakı.
TABERÎ, Muhammed Alî (mâduddîn Âzermân) (1372), Zübdetü’l-âsâr, Tehrân: Çâphâne-i
Sipihr.
TACZADE CAFER ÇELEB, Dîvân, metinbankası 15 Mart 2004 versiyonu.
TAESCHNER, Franz,
____, (1953), “Zwei Gazels von Gülehrî”, Fuad Köprülü Armaanı, stanbul: 479-85.
____, (1955), Gülschehris Mesnevî Auf Achi Evran, den Heiligen von Kırschehir und Patron der
türkischen Zünfte, Wiesbaden.
TAHBASZADE, Abdürresuül (Hayyampur) (1945), Türk ve ran Edebiyatlarında Yûsuf ve
Züleyha Mesnevîsi, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi.
TÂHRÜ'L-MEVLEVÎ (1973), Edebiyat Lügati, Enderun Kitabevi, stanbul.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
790
790
*
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
TÂHR-ÜL MEVLEVÎ (1984), Edebiyat Lügati, 2. Baskı, stanbul: Enderun Yay.
TARH- EDEBYAT-I RAN (1380), Komisyon, çev.: Yakub Ajend, Tehrân.
TANDIR ALICI (2009), Mar’aî Kurrâ-zâde Nâdirî, Mevlid [Hayatı-Edebî ahsiyeti ve Eserleri],
Kahramanmara: Ukde.
TARLAN, Ali Nihad (1922), slâm Edebiyatında Leylâ ve Mecnûn Mesnevîsi, stanbul: stanbul
Üni., Doktora Tezi.
____, (1942), eyhi Divanı Tarama Sözlüü, Ankara: TDK Yay.
____, (1944), ran Edebiyatı, stanbul: Remzi Kitabevi.
____, (1946), Yavuz Sultan Selim, stanbul: Ahmet Halit Kitabevi.
____, (1958), “Kadı Burhaneddin’de Tasavvuf -1”, TDED, VIII: 8-11.
____, (1963), Necâtî Beg Divanı, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay.
____, (1964), eyhî Divanı’nı Tetkik, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1966), Ahmed Paa Divanı, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay.
____, (1967), Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – I], stanbul.
____, (1970), Zâtî Dîvânı [Gazeller Kısmı – II], stanbul.
____, (1981), Edebiyat Meseleleri, stanbul: Ötüken.
____, (1990), Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan’ın Makalelerinden Seçmeler, Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi Yay.
____, (1992), Hayâlî Divanı, Ankara: Akça Yay.
____, (1997), Necati Beg Divanı, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay.
TADEMRC, Ersoy (2001), “Türklerde Eitim”, Türk Düünce Tarihi, (Yay. Hzr.: Hüseyin
Gazi Topdemir), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
TALICALI YAHYA (1993), Talıcalı Yahya’nın âh u Gedâ’sı, (Hzr. Pınar Aydemir), Ankara:
Ankara Üni., Yüksek Lisans Tezi.
____, (1995), Gencine-i Râz [nceleme-Metin-ndeks], (Hzr. Bekir Çınar), Kayseri: Erciyes Üni.,
Yüksek Lisans Tezi.
TALICALI YAHYA BE (1970), Kitâb-ı Usûl, Ankara: Ankara Üni., Lisans Tezi.
TATÇI, Mustafa (1990), Yunus Emre Divanı I [nceleme], II [Tenkitli Metin], III [Risâletü’nnushiyye – Tenkitli Metin], Ankara: KB Yay.
____, (2005), Yûnus Emre Külliyâtı: V Yûnus Emre erhleri, stanbul: MEB Yay.
TAVUKÇU, O. Kemal (1995), “Âık Paa’nın Bilinmeyen Bazı Gazelleri”, Yedi klim, 62: 51-55.
____, (2004), "Yunus iirlerini Ayırt Etmeye Yönelik Bazı Tespitler", Journal of Turkish Studies
(Türklük Bilgisi Aratırmaları), 28/II: 59-84.
TAVAKKOL, Hasan (1974), drîs Bitlîsî’nin “Kânûnî âhenâhî”sinin Tenkidli Neri ve
Türkçeye Tercümesi, stanbul: stanbul Üni., Doktora Tezi.
TDEA, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1997), “Ahmediyye” mad., c. 1, stanbul.
TDEK (1992), Türk Dünyası El Kitabı, 3 cilt, Ankara: Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay.
TEBRZL AHMEDÎ; Yûsuf u Züleyhâ, Marmara Üni. Fen-Edebiyat Fak. Ktp. Nu. 51.
TEBRZL AHMEDÎ (1996), Esrâr-nâme [nceleme-Metin], (Hzr. Gönül Ayan), Ankara: Atatürk
Kültür Merkezi Yay.
TEKN, Arslan (1998), irvanlı Mahmud, Târîh-i bn-i Kesîr Tercümesi (4. Cilt, 1. Kısım) [Dil
Özellikleri-Metin-Sözlük], Ankara: TDK Yay.
TEKN, Talât (1986), “Karahanlı Dönemi Türk iiri”, Türk Dili Türk iir Özel Sayısı I (Eski Türk
iiri), 409: 81-157.
TEKN, Gönül ALPAY (1991), em ü Pervâne, Feyzî Çelebi, A Seventeenth Century Ottoman
Mesnevî in Syllabic Meter; Text, Interpretation and Facsimile, Harvard Universty.
____, (1992), Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical Edition and Textual Analysis, Sources of
Oriental Languages and Literatures, c. XVI, Cambridge Mas.: Harvard University.
____, (1995), “Fatih Devri Türk Edebiyatı”, stanbul Armaanı, stanbul: stanbul Büyükehir
Belediyesi Kültür leri Daire Bakanlıı Yay.: 161-233.
TEKNDA, M.C.ehâbeddîn (1971), “zzet Koyunolu Kütüphanesinde Bulunan Türkçe
Yazmalar Üzerine Çalımalar I”, Türkiyat Mecmuası, XVI: 133-62.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
791
791
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
TEMZEL, Ali (1996), Mevlânâ ve Mevlevîlikle lgili Eski Harfli Türkçe Eserler ve Müellifleri,
Konya: Selçuk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
____, (2002), Ahmedî'nin Farsça Eserleri [Tenkitli Metin-nceleme-Tercüme ve ndeks], Ankara:
Ankara Üni., Doktora Tezi.
TERBYET, Muhammed Ali (1314), Dânimendân-i Âzerbaycan, Çâp-i Evvel, Tehrân.
TET (1975), Türkmen Edebiyatı Tarihi, c. I, Agabat.
TEVFÎK, H. Subhânî (1365), Mecâlis-i Seb‘a, Tehrân.
TEZCAN, Semih (1994), Süheyl ü Nevbahâr Üzerine Notlar, Ankara.
____, (1994a), “Anadolu Türk Yazınının Balangıç Döneminde Bir Yazar ve Çarh-nâme’nin
Tarihlendirilmesi Üzerine”, Türk Dilleri Aratırmaları, 4: 75-88.
____, (1995), “Mes’ûd ve XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı Üzerine Yeni Bilgiler”, Türk Dilleri
Aratırmaları, 5: 65-84.
____, (1996), “Manzum Kelîle ve Dimne Üzerine Notlar”, Türk Dilleri Aratırmaları, 6: 81-121.
TEZCAN, Nuran (1974), Lâmî’s Gûy u Çevgân Supplementband 35, Franz Steiner Verlag,
Stuttgard.
____, (1978), “Lâmi’î’nin Gûy u Çevgân Mesnevîsi”, Ömer Asım Aksoy Armaanı, Ankara: TDK
Yay.: 201-25.
____, (1979), “Bursalı Lâmi’î Çelebi”, Türkoloji Dergisi, VIII, Ankara: 305-43.
TGAA (tsz), Türkiye Gazetesi slâm Alimleri Ansiklopedisi, “Baba Yûsuf Sivrihisârî” mad., 13,
stanbul.
TMURTA, Faruk K. (1948), “XVII. Asır airlerinden Edirneli Güftî ve “Terîfat-ü-uarâ”sı”,
ÜEF TDED, stanbul: 193-221.
____, (1954), “Ahmed-i Dâ‘î ve Eserlerinin Türk Dili ve Edebiyatındaki Yeri”, TD, 31: 426-30.
____, (1959), “Türk Edebiyatında Husrev ü irin ve Ferhad ü irin Hikâyesi, ÜEF TDED, IX:
65-88.
____, (1960), “eyhi ve Nizami’nin Husrev ü irin’lerinin Konu Bakımından Mukayesesi”, ÜEF
TDED, X, stanbul: 25-34.
____, (1964), “eyhî” mad., A, XI: 474-9.
____, (1980), eyhî ve Husrev ü îrin’i [nceleme - Metin], stanbul: Ü Yay.
____, (1981), eyhî’nin Harnâme’si, kinci Baskı, stanbul: ÜEF Yay.
____, (1989), Yunus Emre Divânı, Ankara: KB Yay.
____, (1990), Süleymân Çelebi, Mevlid [Vesîletü’n-necât], stanbul: MEB Yay.
____, (1990a), Tarih çinde Türk Edebiyatı, kinci Baskı, stanbul: Boaziçi Yay.
____, (1997), Makaleler [Dil ve Edebiyat ncelemeleri], (Hzr. Mustafa Özkan), Ankara: TDK
Yay.
TOGAN, A. Zeki Velidi (1964), “Alî îr” mad., I, A: 349-57.
____, (1997). “Bîrûnî” mad., A, 2: 635-45.
TOKMAK, Abdurrahman Naci (1976), erh-i Hâl-i Sultân Cem ve Tahkîk ve Tahlîl-i Dîvân-ı
Fârisi-yi Û, Tehrân: Doktora Tezi.
TOLASA, Harun (1986), "18. Yy.'da Yazılmı Bir Divan Edebiyatı Terimleri Sözlüü Müstakimzâde'nin Istılâhâtü'-i'riyye'si", Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,XXIV-XXV: 36379.
____, (2002), Sehî, Latîfî ve Âık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. Yüzyılda Edebiyat Aratırma ve
Eletirisi, Ankara: Akça Yay.
TOPALOLU, Ahmet (1976), Muhammed b. Hamza XV. Yüzyıl Balarında Yapılmı "Satır
Arası" Kur'an Tercümesi, I, stanbul.
TOPARLI, Recep (1995), Harezm Türkçesi, Sivas.
TORUN, Ali (1998), Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nâmeler, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay.
TOSKA, Zehra (1989), Türk Edebiyatında Kelîle ve Dimne Çevirileri ve Kul Mesud Çevirisi,
stanbul: stanbul Üniv., Doktora Tezi.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
792
792
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
TOSKA, Zehra – Nedret Burçolu Kuran (Toska 1996), “Ferideddin-i Attar’ın Mantıku’t-tayr’ının
14, 16, 17 ve 20. Yüzyıllarda Yapılmı Türkçe Yeniden Yazımları”, Journal of Turkish
Studies [Türklük Bilgisi Aratırmaları] Abdülbaki Gölpınarlı Armaanı II, 20: 251-265.
TULUM, Mertol - M. Ali Tanyeri (1977), Nev'î, Dîvân [Tenkidli Basım], stanbul.
____, (2000), Tarihî Metin Çalımalarında Usul, Menâkıbu’l-kudsiyye Üzerinde Bir Deneme,
stanbul.
____, (2001), Tazarru'nâme, stanbul: Millî Eitim Bakanlıı Yay.
TURAN, Ahmet Nezihi (2003), “Kırım Halkının Gündelik Hayatından Çizgiler” (17.-18.
Yüzyıllar), Bilim Yolu, Kırıkkale Üniversitesi SBE Dergisi, nr. 3, s. 77-85.
TURAN, Osman (1988), Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar [Metin-Tercüme ve
Aratırmalar], Ankara: TTK Yay.
____, (1993), “Keyhusrev I ( ? – 1211)” mad., A, 6: 613-20.
____, (1993a), “Keykâvus I, zzeddîn ( ? – 1220)” mad., A, IX: 631-42.
____, (1993b), “Keykubad I ( ? – 1237)” mad., A, VI: 646-61.
____, (1998), Selçuklular Tarihi ve Türk -slâm Medeniyeti, stanbul: Boaziçi Yay.
____, (2002), Selçuklular Zamanında Türkiye-Siyasî Tarih Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (10711328)-, 7. Baskı, stanbul: Boaziçi Yay.
____, (2006), “Ortaça Türkiyesi’nde Türkler ve Yerliler”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler
Dönemi Uygarlıı, c. I, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlıı, s. 467-471.
TURAN, erâfeddin (1997), “Pîrî Mehmed Paa” mad., A, IX: 559-61.
TURAN, Zikri (1988), Mecnun u Leyla: Hakiri [Transkripsiyon ve Dil ncelemesi], Malatya:
nönü Üni., Yüksek Lisans Tezi.
TURSUN FAKI (trhs.), Hz. Peygamber Ebû Cehl ile Güre Tuttugıdur, Ankara Üni. Ktp., S.
Özege Bölümü, Nu. 544, yk. 5a-12b.
TURSUN FAKI (trhs.1), Gazavât-ı Resûlullâh, Kıssa-i Mukaffa, stanbul Millet Ktp. Manzum
Eserler Böl., Nu. 1222/4, yk. 79b-109a.
TURSUN FAKI (1933), Muhammed Hanefî Cengi, (Nr. Mehmet âkir), stanbul.
TÜMER, Günay (1992), “Bîrûnî” mad., TDV A, 6: 206-14.
TÜRK, Vahit (2009), Hatibolu, Bahrü’l-hakâyık, Ankara: TDK Yay.
TÜRKYE GAZETES YEN REHBER ANSKLOPEDS (1994), "Gül" mad., c. VI.
TÜRKMEN, Erkan (1989), Emir Hüsrev-i Dihlevî’nin Hayatı, Eserleri ve Edebî ahsiyeti,
Ankara.
TÜRKMEN, Seyfullah (2000), Atâ, Tuhfetü’l-uâk (Uâk-nâme) [nceleme – Metin – Dizin],
Kırıkkale: Kırıkkale Üni., Yüksek Lisans Tezi.
TYDK (1947), Türkçe Yazma Divanlar Katalou, cilt: I-II, stanbul.
TYTK (1984), Türkiye Yazmaları Toplu Katalou, Antalya- Tekeliolu, 07, 4, stanbul: Edebiyat
Fakültesi Basımevi.
UÇMAN, Abdullah (1986), “XV. Yüzyıl Tekke iiri, Hâmid-i Velî”, Büyük Türk Klasikleri, 3,
stanbul: Ötüken- Söüt.
UUR, Ahmet (1981), “Kemal Paa-zade’nin VIII. ve IX. Defterleri ve Bu Defterler Iıında
Yazarın Tarihçilii”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara: 11-15 Ekim 1976, Kongreye
Sunulan Bildiriler II. Cilt, Ankara: 1007-19.
____, (1981a), “ükrî-i Bitlisî ve Selîm-nâmesi”, Ankara Üniversitesi lahiyat Fakültesi Dergisi,
XXV, Ankara: 325-47.
____, (1987), bn-i Kemal, zmir.
____, (1987a), “Kemal Paa-zâde ve Yavuz Sultan Selîm”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 1, Kayseri: 1-14.
____, (1988), “Kemal Paa-zade’nin VIII. Defteri”, IX. Türk Tarih Kongresi Ankara, 21-25 Eylül
Kongreye Sunulan Bildiriler II. Cilt, Ankara: 797-806.
____, – Mustafa Çuhadar – Ahmet Gül (1995), ükrî-i Bitlisî, Selîm-nâme, stanbul: sis Yay.
UUR, Ahmet – Mustafa Çuhadar (1997), Celâl-zâde Mustafa, Selim-nâme, stanbul.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
793
793
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
ULA, U. Halim (1998), Alî Akkirmânî: Hayatı, Edebî ahsiyeti ve Gavriye Mesnevîsi [Tenkitli
Metin – nceleme], Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ULUDA, Erdoan (1997), Vak’aya Dayalı Bir Eser Olarak Lâmi’î Çelebi’nin Salâmân u Absâl
Mesnevîsi [nceleme – Karılatırmalı Metin –Sadeletirme], Erzurum: Atatürk Üni.,
Doktora Tezi.
ULUDA, Süleyman (1991), Tasavvuf Terimleri Sözlüü, stanbul: Marifet Yay.
____, (2000), “hvan” mad., TDV A, 21: 580.
ULUHAN, Çoban Hıdır (2007), Kerküklü air Nevrûzî, Yusuf ile Züleyha, Ankara: TDK Yay.
UÂKÎ, Uâkî Abdullâh Salahî; Hilye-i Hasaneyni’l-ahseneyn, Süleymaniye Ktp. Halet Efendi
Böl. Nu. 355/2.
UYAN, Abdüllatif (1983), Menkıbelerle slâm Mehurları Ansiklopedisi, “Baba Yûsuf Sivrihisârî”
mad., I, stanbul: Berekât Yayınevi.
UYGUN, Rasim (1988), “Ali ir Nevai’nin Ferhad ü irin’i”, TDAY – Belleten 1957, Ankara:
TDK Yay.: 115-30.
UYSAL, R. Selçuk (1998), “Çengnâme Hakkında”, Folkloristik: Prof. Dr. Dursun Armaanı,
Ankara: 449-58.
UZLUK, F. Nafiz (1941), Divanı Sultan Veled, Ankara: Uzluk Basımevi.
____, (1952), Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III, Ankara.
____, (1964), “air Mu’inî Mustafa’nın Mesnevî Çevirisi Mesnevî-i Murâdî”, X. Türk Dil
Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1963, Ankara: TDK Yay.: 113-42.
____, (1988), “XIV. Yüzyıl Mevlevî airlerinden Eflâkî Dede’nin 600. Ölüm Yıldönümü
Dolayısıyla Ahmet Eflâkî Dede”, TDAY-Belleten 1961: 288-96.
“Devriyye” mad., TDV A, 9: 251-53.
UNAT, Yavuz (1999), “Osmanlı Astronomisine Genel Bir Bakı”, Osmanlı, VIII, Ankara: 411-20.
UZUNÇARILI, smail Hakkı (1948), “XII. ve XIII. Asırlarda Anadolu ’daki Fikir hareketleri ile
ctimaî Müesseselere Bir Bakı”, III. Türk Tarih Kongresi, Ankara 15-20 Kasım 1943,
Kongreye Sunulan Tebliler, Ankara: TTK Yay.: 287-306.
____, (1965), Osmanlı Devletinin lmiye Tekilatı, Ankara.
____, (1988), Osmanlı Tarihi, c. I - II, Ankara: TTK Yay.
ÜLKEN, Fatih (2002), Elvân-ı îrâzî'nin Gülen-i Râz Tercümesi [nceleme-Metin], zmir: Ege
Üniversitesi, Doktora Tezi.
ÜLKEN, Hilmi Ziya (1997), Uyanı Devirlerinde Tercümenin Rolü, stanbul.
ÜNVER, smail (1974), Türk Edebiyatında Manzum skender-nâmeler, Ankara: Ankara Üni.,
Doktora Tezi.
____, (1977), “Ahmedî’nin Cemîd ü Hurîd Mesnevîsi Üzerine”, Türkoloji Dergisi, 7, Ankara:
171-80.
____, (1978), "Ahmedî'nin skender-nâme'sindeki Mevlid Bölümü", TDAY-Belleten: 355-411.
____, (1982), Ahmed-i Rıdvân Hayatı Eserleri ve Edebî ahsiyeti, Ankara: Ankara Üni., Doçentlik
Tezi.
____, (1983), Ahmedî, skender-nâme [nceleme - Tıpkıbasım], Ankara: TDK Yay.
____, (1986), “Mesnevî”, Türk Dili, Türk iiri Özel Sayısı II (Divan iiri), 415 -416 – 417 /
Temmuz – Austos - Eylül, Ankara: 430-563.
____, (1986a), “Ahmed-i Rıdvân”, Türk Tarih Kurumu Belleten, L/196, Ankara: 73-125.
____, (1986b), Neâtî, Ankara: KTB Yay.
____, (2000), "skender, Edebiyat" mad., TDV A, 22: 557-59.
ÜNVER, A. Süheyl (1970), “Anadolu Selçukluları Zamanında Umumî ve Hususî Kütüphaneler”,
Atatürk Konferansları II (1964-1968), Ankara: 3-27.
____, (1993), “Anadolu Selçuklularında Salık Hizmetleri”, Malazgirt Armaanı, Ankara: Türk
Tarih Kurumu Yay.: 9-31.
ÜRÜN, Ahmet Kâzım (1997), Klasik Arap iirinde Güzel Yüz ve Güzel Göz, Konya: Çınaraltı
Yay.
ÜSKÜBLÜ SHAK ÇELEB (1990), Dîvân, hzr. Mehmed Çavuolu-M. Ali Tanyeri, stanbul.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
794
794
RAZ’DANİSTANBUL’A
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
ÜSKÜDARLI SIRRÎ, hzr. evkiye Kazan, metinbankası 15 Mart 2004 versiyonu.
ÜSKÜFÎ- BOSNEVÎ, Makbûl-i Ârif, Râid Efendi Kütüphanesi, Nu. 1065/4, v. 125b-134b.
ÜZGÖR, Tahir (1990), Türkçe Dîvân Dîbâceleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay.
VAMBERY, Arminius (1993), Bir Sahte Derviin Orta Asya Gezisi, (Hzr. N. Ahmet Özalp),
stanbul: Sey Yay.
VAN DEN BERGH, S. (1997), “Sühreverdî” mad., A, 11: 88-90.
VATVAT, Reîduddîn Muhammed (1362), Hadâiku’s-sihr fî-Dekâikı’-i’r, (nr. Abbâs kbâl), T
ehrân.
VANLIOLU, Mehmet (1991) Ulu Ârif Çelebi ve Dîvânının Tenkitli Metni, Erzurum: Atatürk
Üni., Doktora Tezi.
____, – Mehmet Atalay (1994), Edebiyat Lugati, Erzurum.
VEHBÎ (1994), Lutfiyye, (Hzr. Ali Beyzadeolu), stanbul: Bedir Yay.
VEZÎNPÛR, Nâdir (1374), Medh Dâg-i Neng ber-Sîmâ-yı Edeb-i Fârsî, Tehrân: ntiârât-i Mu’în.
VIRMÇA, Raif (2002), Suzi ve Vakıf Eserleri, Ankara: Kültür Bakanlıı Yay.
VSÂLÎ; Kıyâfet-nâme, Atatürk Üniversitesi Ktp. Agâh Sırrı Levend Kitaplıı Nu. 269.
VUSLATÎ AL BEY (2003), Gazâ-nâme-i Çehrin, (Hzr. Mustafa sen-smail Hakkı Aksoyak),
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
WIEDEMANN, E. (1997), “Kutbeddin” mad., A, 5: 1049-51.
YAHYÂ BEY (?), Menâkıb-ı Hazret-i Yûsuf ‘Aleyh’is-selâm ve Zelîhâ, stanbul.
____, (1979), Yahyâ Bey, Yûsuf ve Zelîha [Tenkitli Basım], (Hzr. Mehmed Çavuolu), stanbul:
stanbul Üni. Edebiyat Fak. Yay.
____, (1992), Gülen-i Envâr, (Hzr. brahim Doanyiit), Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans
Tezi.
YAHYA KEMAL (1984), Edebiyâta Dair, stanbul: stanbul Fetih Cemiyeti Yay.
YAKAR, Halil brahim (2002), Gelibolulu Sun'î Dîvânı ve Tahlili, stanbul: stanbul Üni., Doktora
Tezi.
YAKIT, smail (2002), Yunus Emre’de Sembolizm Çektım Erik Dalına, Ankara: KB Yay.
YANIK, Nevzat H. (2007), Edebi Bilgiler ve Aruz, Erzurum: Fenomen Yay.
YAKUP PAA, Târîh-i Güzîde Tercümesi, Nuruosmaniye Kütüphanesi Nu. Yeni 2746, Eski
3213.
YALÇIN, Ömür (2009), J. Rypka’nın Târîh-i Edebiyyât-i Îrân simli Eserinin Gazneliler ve
Selçuklular Bölümlerinin Türkçeye Tercümesi, Bitirme Tezi, Kırıkkale Üniversitesi.
YALTKAYA, erafeddin (1985), Yedi Askı [El-Mu’allakâtu’s-seb‘a], stanbul: Millî Eitim
Gençlik ve Spor Bakanlıı Yayınları.
YAVUZ, Kemal (1977), Mu’înî’nin Mesnevî-i Murâdiyyesi, 2 c., stanbul: stanbul Üniversitesi,
Doktora Tezi.
____, (1982), Mevlânâ , Mesnevî-i Murâdiyye, Ankara: KTB Yay.
____, (1983), “XIII - XVI. Asır Dil Yadigârlarının Anadolu Sahasında Türkçe Yazılı Sebepleri
ve Bu Devir Müelliflerinin Türkçe Hakkındaki Görüleri”, Türk Dünyası Aratırmaları, 27:
9-56.
____, (1983a), “Sultân II. Murâd Devri Mevlevî airlerinden Muinuddîn Bin Mustafa ve Mesnevî
Tercümesi”, TDE Aratırmaları Dergisi II (Prof. Dr. Harun Tolasa Özel Sayısı), zmir: Ege
Üni. Edebiyat Fak. Yay.: 183-204.
____, (1989), “Galat, Galatat ve Muînî’nin Dildeki Tasarrufları”, Türk Dünyası Aratırmaları, 60:
127-48.
____, (1991), eyholu Kenzü’l-küberâ ve Mehekkü’l-ulemâ [nceleme-Metin-ndeks], Ankara:
AKM Yay.
____, (1995), “Germiyanoulları’nın Türk Kültür Hayatındaki Yeri”, lmî Aratırmalar, 1: 16774.
____, (2000), Âık Paa, Garîbnâme [Tıpkıbasım, Karılatırmalı Metin ve Aktarma], 2 cilt [I/1-2,
II/1-2], Ankara: TDK Yay.
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
795
795
KAYNAKÇA
AHMET
KARTAL
____, (2003), “Âık Paa”, Türkiyat Aratırmaları Dergisi [Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’a
Armaan], 13: 29-39.
____, (2007), Gülehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı (Gülen-nâme) –Metin ve Günümüz Türkçesine
Aktarma-, 2 cilt, Ankara.
YAVUZ, Orhan (1988), Tezkiretü’l-evliyâ, Ankara: KTB Yay.
YAZICI, Nesim (1992), lk Türk – slâm Devletleri Tarihi, Ankara: Ankara Üniversitesi lâhiyat
Fakültesi Yay.
YAZICI, Tahsin (1988), “Sâib” mad., A, 10: 75-77.
____, (1993), "Sa'dî" mad. A, 10: 36-41.
____, (1994), “Ebû Saîd-i Ebü’l-hayr” mad., TDV A, 10: 220-22.
____, (1997), "Hâfız-ı îrâzî" mad., TDV A, 15: 103-6.
____, (1997a), “Selmân, Salmân-i Sâvacî” mad., A, 10: 458-6
YAZICI SÂLH (Selahaddin); (1994), Kitâbu’-emsiyye (Melhame-i emsiyye) [Dil Özellikleri–
Metin–Söz Dizini], (Hzr. Mehmet Terzi], Malatya: nönü Üni., Doktora Tezi.
YAZICI SÂLH (1998), Yazıcı Sâlih ve emsiyyesi [nceleme-Metin], (Hzr. Atilla Batur), Kayseri:
Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi.
YELTEN, Muhammet (1998), irvanlı Mahmud, Târîh-i bn-i Kesîr Tercümesi [Giri-ncelemeMetin-Sözlük], Ankara: TDK Yay.
____, (1999), Nev’î-zâde Atâyî, Sohbetü’l-ebkâr, stanbul: stanbul Üni. Edebiyat Fak. Yay.
YENKALE, Ahmet (1996), Hüsn ü Ak: Tahlil, Kahramanmara: Kahramanmara Sütçü mam
Üni., Yüksek Lisans Tezi.
YENPAZARLI VÂLÎ (2003), Yenipazarlı Vâlî, Hüsn ü Dil [nceleme-Tenkitli Metin], (Hzr. M.
Fatih Köksal), stanbul: Kitabevi.
YENTERZ, Emine (2007), “Anadolu Türk Edebiyatında Ahlâkî Mesnevîler”, Türkiye
Aratırmaları Literatür Dergisi –Eski Türk Edebiyatı II Sayısı-, 10: 433-68.
YERDELEN, Cevat (1988), Türk Edebiyatındaki Kıyâfet-nâmeler ve Nideli Visâlî’nin Vesîletü’lirfân Adlı Kıyâfet-nâmesi, Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
YILDIRIM, Celâl (1985), Tarihte Devlet Adamlarına Iık Tutan slâm Büyükleri, II, stanbul:
Hikmet Yay.
YILDIZ, Osman (2008), eyyâd Hamza, Yûsuf u Zelîhâ (Destân-ı Yûsuf) [Giri-nceleme-MetinDizinler], Ankara: Akça Yay.
YILMAZ, Kâif (2001), Güftî ve Terîfâtü’-u’arâ, Ankara: AKM Yay.
YILMAZ, MEHMET (1992), Edebiyatımızda slâmî Kaynaklı Sözler (Ansiklopedik Sözlük),
stanbul: Enderun Yay.
YILMAZ, Nuran (2009), Ankaralı Hekim Nidâî , Genc-i Esrâr-ı Ma’nî [nceleme-Metin], Kayseri:
Laçin Yay.
YILMAZ, Nurullah (1995), III. Abbâsi Asrında Edebî Çevre [334-447/945-1055], Erzurum:
Atatürk Üni., Doktora Tezi.
YINANÇ, Mükrimin H. (1982), “Amasya Halifet Gazi Medresesi ve Vakıfları”, Vakıflar Dergisi,
XV: 5-22.
____, (1997), “Dânimendliler ” mad., A, 3: 468-79.
YOLDA, Kazım (1998), Tutmacı'nın Gül ü Hüsrev'i: [nceleme-Metin], Malatya: nönü Üni.,
Doktora Tezi.
YONTAR, Hanefi (1995), Kadı Burhaneddin Divanı’nın Tahlili, Edirne: Trakya Ü., DT.
YUNUS EMRE (1990), Yunus Emre Divanı III [Risâletü’n-nushiyye - Tenkitli Metin], (Hzr.
Mustafa Tatçı), Ankara: KB Yay.
YURDAYDIN, Hüseyin G. (1988), slâm Tarihi Dersleri, Ankara.
YURTSEVER, Murat (1984), Lâmi’î Çelebi, ehrengiz-i Bursa, stanbul: Marmara Üni., Yüksek
Lisans Tezi.
YUSUF-I MEDDAH (1945), Türk Edebiyatı Örnekleri I. Varaka ve Gülah, (Nr. smail Hikmet
Ertaylan), stanbul: stanbul Üni. Yay.
*
*
*
*
*
*
*
796
796
RAZ’DAN
STANBUL’A
ŞİRAZ’DAN
İSTANBUL’A
____, (1976), Varka ve Gülah A. Fourtenth Century Anatolian Turkish Mesnevî, (Yayınlayan:
Grace Martin Smith), Leiden.
____, (2007), Varka ve Gülah, (Hzr. Kâzım Köktekin), Ankara: TDK Yay.
YÛSUFÎ, Gulâmhuseyn (1351), Letâ’ifu’l-hime, Tehrân: Bunyâd-i Ferheng-i Îrân.
____, (1373), Ferruhi-yi Sîstânî, Çâp-i Çihârum, Tehrân: ntiârât-i lmî .
YÜKSEL, Sedit (1965), Mehmed, Ik-nâme [nceleme - Metin], Ankara: AÜ DTCF Yay.
YÜKSEL, Hasan -H. brahim Delice-.Hakkı Aksoyak (1996), Eski Anadolu Türkçesine likin
Bir Metin: slâmî’nin Mesnevîsi, Sivas.
YÜKSEL, . Aydın (1983), Osmanlı Mimarisinde II. Bâyezid - Yavuz Selim Devri (886-926/ 14811580), V, Birinci Baskı, stanbul: stanbul Fetih Cemiyeti Yay.
ZA’ÎFÎ; Kitâb-ı Sergüzet-i Za’îfî, Topkapı Müzesi Ktp. Revan Kökü Nu. 822/5.
____, (trhs.), Bâg-ı Behit, Topkapı Sarayı Ktp. (Revan Kökü), Nu. 822, 2b-56.
____, (1459-1462), Gazavât-ı Sultân Murâd bni Muhammed Han, Afyon l Halk Ktp. Gedik
Ahmed Paa Böl., Nu. 18349/1.
____, (1978), Zaifi’nin Gülistân Tercümesi, (Hzr. erife Çavuolu), Ankara: Ankara Üni. DTCF,
Lisans Tezi.
____, (1993), Za’îfî Pir Mehmed ve Gülen-i Sîmurg [nceleme-Tenkidli Metin], (Hzr. Ali Rıza
Özuygun), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
____, Pîr Mehmed b. Evrenos b. Nûreddîn Za’îfî (1996), Kitâb-ı Bostân-ı Nasayih, (Hzr. Ümit
Tokatlı), Kayseri: Erciyes Üni. Yay.
____, (1998), XVI. Asır âirlerinden Zaifî ve Bâg-ı Behit Mesnevîsi (1154 Beyti), (Hzr. Mehmet
Emin nan), Kayseri: Erciyes Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ZAJACZKOWSK, A. (1960), “Kutb’un Hüsrev ü irin Adlı Eseri Hakkında”, VIII. Türk Dil
Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler 1957, Ankara: TDK Yay.: 159-64.
ZARÎFÎ (1995), Zarîfî ve Mihr ü Mâh Mesnevîsinin Tenkidli Metni ile ncelemesi, (Hzr. Vedat
Nuri Turhan), Erzurum: Atatürk Üni., Yüksek Lisans Tezi.
ZÂTÎ, Dîvân, c. 2, metinbankası 15 Temmuz 2004 versiyonu.
____, ehr-engîz-i Edirne, Süleymaniye Ktp. Lâlâ smail Nu. 443/3.
____, (1998), Zâtî’nin em’ u Pervâne Mesnevîsi [nceleme-Metin], (Hzr. Sadık Armutlu),
Malatya: nönü Üni., Doktora Tezi.
ZAVOTÇU, Gencay (1995), Bir air ve Bir Klasik Fazlî, Gül ü Bülbül [Mesnevî], Erzurum.
____, (1997), Türk Edebiyatı’nda Gül ü Bülbül Mesnevîleri, Erzurum: Atatürk Üni., Doktora Tezi.
____, (2007), Türk Edebiyatında Hâb-nâme ve Ömer Fu’âdî’nin Hâbiyye Risâlesi, Kocaeli.
ZERRÎNKÛB, Abdulhuseyn (1371), Seyrî Der-i’r-i Fârsî, Çâp-i Sevvum, Tehrân: Çâp-hâne-i
Hayderî.
http://www.bosnjaci.net/egt.php?id=683 (12/10/06)
http://www.asmakat.com/hevayigal.htm (12/10/06)
www.asmakat.com/uskufihayat.htm (12/10/06)
*
*
*
*
*
797
797
DZN
DZN
‘Âie-i Mukriye, 180
‘Alîhân Mîrzâ, 178
‘Ik-nâme, 53
Abbâs, 206, 207, 208, 209, 350,
559, 560, 573, 602, 605,
773, 779, 787
Abbâs Big, 209
Abbâs-ı Büzürgemîn, 573
Abdâl Mûsâ, 336
Abdî, 402, 420, 577, 578, 615,
617, 628, 631, 632, 661,
669, 670, 764
Abdulgânî-i Nablûsî, 330
Abdulhalık, 395
Abdulkadir Gürer, 370
Abdulkahhâr, 177
Abdullâh Han Özbek, 209
Abdullah Salâhî-i Uâkî, 617
Abdullatîf Mîrzâ, 179
Abdullatîf Muvaffaküddîn Ebû
Muhammed b. Yûsuf b.
Muhammed b. Alî elBagdâdî bn Samhun, 350
Abdulmecid ibni eyh Nasuh,
722
Abdulvâsi‘-i Cebelî, 154, 180
Abdulvehhâb, 176, 410, 498, 501
Abdurrahhîm-i Karahisârî, 572
Abdurrahim Utizemini, 577
Abdurrahmân Gubârî, 572
Abdurrahmân Zâhidî-i Konevî,
617
Abdurrahmân-ı Aksarayî, 368
Abdurrahmân-ı Câmî, 156, 187,
193, 194, 203, 561, 753
Abdurresul Hayyâmpûr, 57
Abdurrezzâk, 118
Abdü’l-mü’min, 180
Abdülazîz b. Muhmûd elsfehânî, 554
Abdülbâkî Ârif Efendi, 571, 617
Abdülbaki Gölpınarlı, 127, 307,
308, 510, 511, 645, 685,
701, 762, 774, 780, 785
Abdülmecid bni eyh Nasuh,
615
Abdülmecid-i Herevî, 351
Abdülmelik b. Mervân, 14
Abdülvasi Çelebi, 367, 552, 558,
625, 642, 656
Abdülvâsi’-i Cebelî, 80
Abdülvehhab bin Yûsuf bin
Ahmed el-Mardanî, 367
Abdünnâfi Efendi, 432
Âb-ı Hayât, 627
Acâ’ibü’l-mahlûkat, 367
Acem, 38, 46, 49, 50, 54, 55, 71,
72, 73, 79, 82, 83, 89, 91,
97, 101, 113, 121, 139, 152,
157, 160, 251, 303, 356,
365, 384, 394, 399, 401,
402, 404, 408, 409, 420,
421, 424, 426
Açık isti’âre, 448, 458, 461
Âdâb-ı Bahs-i Mes‘ûdî, 161, 426
Adanalı ffet bin Mehmed, 432
Adem Kasidesi, 679
Âdilî, 208
Adlî, 466, 561
Adli Hasan Efendi, 633
Adnan Karaismailolu, 139
Âfâk, 182
Afganistan, 32, 218, 290
Afîfüddîn-i Tilemsanî, 328
Afrika, 28, 99, 328, 349, 392
Âftâbî, 561
Agâh Sırrı Levend, 144, 324,
363, 397, 424, 619, 642,
651, 653, 662, 668, 673,
678, 681, 701, 740, 753,
761, 763, 775, 787
Âgâz u Encâm, 263
Ahdarî, 173
Ahdî, 212, 215, 216, 407, 419,
420, 743
Âhî, 398, 403, 405, 411, 472,
562, 576, 614, 675, 764, 769
Ahi Evren, 257, 263, 309, 336,
341, 351, 750, 751
Ahkâm-ı Sâl-i Türkân, 343
Ahlâk-ı Muhsinî, 721
Ahlat, 343, 347, 350
Ahmed, 7, 33, 35, 36, 37, 44, 46,
49, 50, 52, 53, 77, 92, 106,
107, 117, 126, 130, 132,
133, 134, 135, 137, 147,
151, 154, 169, 176, 177,
179, 182, 195, 208, 209,
255, 256, 257, 259, 260,
263, 264, 267, 268, 269,
275, 278, 280, 282, 286,
288, 299, 302, 308, 309,
310, 311, 312, 315, 316,
318, 324, 326, 333, 335,
339, 340, 345, 350, 352,
358, 359, 360, 361, 364,
367, 368, 371, 372, 373,
382, 395, 397, 398, 403,
404, 406, 407, 410, 411,
412, 413, 414, 415, 416,
419, 427, 429, 430, 432,
433, 438, 439, 455, 464,
465, 470, 471, 475, 492,
497, 499, 501, 503, 508,
538, 547, 557, 569, 571,
572, 573, 574, 575, 576,
577, 578, 580, 583, 589,
595, 599, 610, 611, 612,
613, 614, 617, 618, 619,
622, 631, 632, 634, 635,
637, 638, 640, 641, 642,
644, 645, 648, 649, 650,
651, 654, 656, 658, 663,
671, 675, 676, 677, 680,
682, 683, 685, 686, 687,
688, 689, 698, 743, 744,
799
798
745, 747, 748, 749, 752,
755, 758, 759, 760, 765,
768, 769, 770, 771, 772,
773, 774, 775, 776, 777,
778, 780, 781, 783, 784,
786, 789
Ahmed Avni Konuk, 573
Ahmed b. Hasan-ı Meymendî, 36
Ahmed b. Sâd b. Mehdî-i
Erzincanî, 263
Ahmed b. Yûsuf et-Tıfâî, 372
Ahmed Big Muerref, 209
Ahmed bin Alî Zünbülîü’lmahallîü’r-remmâl, 395
Ahmed Câm-ı Jendefîl, 576
Ahmed Cevdet Paa, 433, 439,
455
Ahmed Fakîh, 286, 288, 309,
310, 311, 770
Ahmed Hâcî Big, 147, 151, 154,
177
Ahmed Halef, 33, 117
Ahmed Müridî, 571, 576, 632,
658, 663, 755
Ahmed Paa, 126, 302, 324, 326,
398, 410, 429, 438, 471,
492, 611, 682, 688, 755,
783, 789
Ahmed Resmî b. brâhîm-i
Girîdî, 617
Ahmed Rızâ Trabzonî, 618, 648
Ahmed Usmânî, 352
Ahmedî, 301, 302, 313, 314, 315,
318, 360, 362, 367, 454,
465, 470, 476, 479, 480,
549, 550, 554, 555, 556,
568, 571, 574, 575, 577,
580, 608, 612, 613, 625,
629, 633, 637, 647, 649,
651, 653, 655, 659, 660,
666, 680, 681, 683, 686,
693, 744, 750, 758, 769,
771, 781, 784, 786
Ahmed-i Bîcân, 369, 374, 676
Ahmed-i Dâ’î, 52, 316, 318, 360,
361, 367, 573, 574, 610,
637, 641, 648, 654, 688,
743, 759, 769, 776, 777, 783
Ahmed-i Eflâkî, 373, 547
Ahmed-i Hânî, 654
Ahmed-i Mısrî, 371
Ahmed-i Rıdvân, 572, 574, 575,
576, 578, 580, 583, 611,
612, 613, 619, 649, 687, 786
Ahmed-i Yesevî, 44, 107, 130,
299, 308, 335, 382, 637, 745
Ahmediyye, 571, 589, 639, 642,
649, 663, 755, 783
Ahmet Ate, 132, 316, 605
Ahmet Atillâ entürk, 1, 114,
387, 405, 417, 607, 608,
610, 617, 620
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Ahmet Bican Atmaca, 503, 504,
505, 510
Ahmet Bican Ercilasun, 130, 687,
788
Ahmet Kartal, 52, 53, 404, 606,
608, 610, 617, 618, 620,
624, 782
Ahtal, 17
Ahvâl u Âsâr-ı Ho-nuvîsân, 425,
751
Ahvâl-i Fâtıma, 310
Ahvâl-i Kıyâmet, 309, 665, 757
Akâid-i Ehl-i Sünnet, 343, 344
Akamenid, 118
Akamenidler, 14
Âkif Mevlidi, 654
Akkoyunlular, 412
Akrâbâdîn Tercümesi, 359
Aksungur, 30
Akemseddin, 369, 502, 524,
691, 722, 727, 770
Akemseddin Hamdullah Hamdi,
722
Alâ’ulmülk, 182
Alâeddîn b. el-Kehhâl Alî b.
Abdülkerîm b. Turhan esSafedî, 350
Alâeddîn Dâvud ah, 350
Alâeddîn Keykubâd, 352, 355
Alâuddevle Atsız, 80
Alâüddin Mehmed, 395
Ali, 7, 8, 44, 47, 53, 74, 79, 87,
90, 92, 96, 99, 113, 126,
132, 133, 134, 136, 144,
145, 152, 153, 161, 166,
167, 195, 203, 205, 207,
208, 209, 211, 218, 255,
259, 264, 275, 277, 283,
285, 301, 305, 321, 336,
339, 341, 345, 349, 368,
382, 384, 392, 395, 396,
397, 399, 400, 401, 403,
408, 409, 413, 414, 415,
416, 417, 422, 424, 425,
427, 428, 430, 433, 436,
438, 447, 448, 449, 450,
456, 466, 492, 500, 528,
531, 549, 552, 563, 571,
572, 574, 576, 607, 611,
612, 613, 614, 616, 617,
618, 620, 622, 623, 624,
625, 626, 627, 628, 629,
630, 631, 633, 634, 635,
636, 637, 639, 640, 642,
643, 644, 645, 646, 648,
649, 650, 651, 652, 653,
656, 658, 660, 661, 662,
663, 667, 668, 669, 670,
671, 672, 673, 675, 679,
683, 684, 686, 688, 689,
692, 693, 694, 695, 722,
732, 745, 746, 751, 752,
754, 755, 756, 757, 759,
760, 763, 765, 766, 771,
772, 774, 777, 778, 780,
783, 784, 785, 786, 787, 789
Âlî, 52, 111, 183, 409, 422, 423,
424, 513, 553, 554, 572,
577, 578, 579, 580, 586,
587, 614, 615, 618, 623,
633, 637, 646, 647, 656,
681, 682, 745
Ali Asgar Hikmet, 144, 152, 195,
425
Ali b. Abdurrahmân, 341
Ali b. Hüseyin el-Farâbî, 132
Alî b. Hüseyin Hüsâmeddîn
Amasî, 432
Ali Bey, 395, 397, 424, 428, 563,
613, 644, 653, 772
Alî bin Abdülazîz, 577, 614
Âl-i Büveyh, 28, 78, 94
Ali Cemâli Efendi, 395
Ali Çelebi, 161, 425
Alî Efendi, 403
Âl-i Efrâsiyâb, 33
Ali Ekrem (Bolayır), 433
Ali Emîrî, 400
Alî Han Mîrzâ, 209
Alî Kermâl, 174
Ali Kuçu, 396
Âl-i Nâsıruddîn, 117
Ali Nihad (Tarlan), 433, 436
Ali Nihad Tarlan, 7, 99, 384, 399,
401, 430, 436, 438, 456,
683, 684, 760, 783
Alî îr Nevâî, 52, 57, 126, 143,
144, 145, 146, 147, 148,
149, 150, 151, 152, 153,
154, 155, 162, 163, 164,
165, 166, 183, 185, 186,
187, 190, 193, 194, 195,
196, 197, 289, 404, 406,
407, 408, 416, 417, 422,
423, 425, 426, 427, 575,
619, 646
Alî îr Nevâyî, 2, 45, 150, 156,
186, 188, 189, 190, 191,
192, 193, 198, 202, 381,
559, 561, 576, 587, 639, 758
Ali Unsâbâdî, 264, 275
Alî-i Bâyenzî, 33
Alî-i Satrancî, 33
Alî-i Sipihrî, 33
Allâme Efendi, 616
Allâme Mahmûd-ı îrâvî, 366
Alp Arslan, 35, 42, 81, 249, 339,
770, 771, 785
Alp Er Tonga, 83
Alparslan, 35, 38, 81, 86, 88,
317, 333, 355, 637, 656, 746
Altınordu, 135
Am’ak-ı Buhârî, 26, 33, 35, 37
Amasya, 255, 256, 258, 259, 277,
286, 287, 305, 313, 333,
339, 348, 357, 362, 395,
398, 408, 409, 410, 414,
416, 420, 502, 697, 788
Amîd-i Kemâlî, 33
Ammâr, 561
Ammâre, 154
Amrü’l-leys, 616, 643
Amû, 63
800
799
Anadolu, 1, 3, 5, 6, 7, 9, 14, 35,
39, 48, 49, 51, 52, 53, 55,
56, 58, 73, 74, 84, 100, 104,
105, 107, 108, 112, 115,
123, 126, 128, 135, 144,
149, 152, 158, 159, 160,
161, 162, 166, 211, 212,
217, 218, 219, 249, 250,
251, 252, 253, 254, 255,
256, 257, 258, 259, 260,
261, 262, 264, 265, 266,
267, 268, 269, 271, 272,
274, 275, 278, 279, 280,
281, 282, 283, 284, 285,
286, 287, 288, 289, 290,
291, 295, 296, 298, 299,
300, 301, 302, 303, 305,
306, 308, 309, 310, 312,
313, 314, 316, 317, 318,
319, 322, 323, 324, 326,
327, 328, 329, 330, 331,
332, 333, 334, 335, 337,
339, 340, 341, 342, 343,
344, 345, 346, 347, 348,
350, 351, 352, 353, 354,
355, 356, 359, 360, 362,
364, 367, 369, 370, 371,
372, 374, 375, 382, 383,
384, 385, 386, 391, 392,
394, 395, 398, 399, 400,
404, 405, 406, 408, 409,
412, 413, 414, 416, 417,
422, 423, 424, 426, 427,
430, 465, 491, 492, 494,
497, 499, 502, 530, 532,
534, 586, 607, 609, 612,
619, 620, 622, 623, 633,
647, 649, 651, 652, 660,
665, 682, 685, 687, 688,
692, 694, 695, 722, 727,
743, 748, 749, 750, 751,
752, 753, 754, 760, 763,
764, 765, 766, 767, 770,
771, 773, 776, 777, 779,
782, 784, 785, 786, 787,
788, 789
Anadolu Selçuklu Devleti, 6, 35,
55, 84, 105, 251, 253, 254,
255, 259, 262, 265, 283,
326, 329, 335, 337, 340,
342, 347, 351, 355, 356,
371, 383
Anâsır-ı Erba’a, 664
Andelîbî, 561
Ankara, 115, 129, 130, 131, 133,
134, 135, 136, 141, 150,
183, 259, 264, 272, 274,
318, 326, 337, 362, 375,
389, 392, 393, 395, 396,
397, 402, 403, 405, 406,
408, 412, 414, 415, 416,
417, 418, 421, 424, 499,
502, 617, 619, 620, 622,
623, 624, 625, 626, 627,
628, 629, 630, 631, 633,
635, 636, 637, 638, 639,
640, 641, 642, 643, 644,
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
645, 646, 647, 648, 649,
651, 653, 654, 655, 656,
657, 658, 660, 661, 662,
663, 664, 665, 666, 670,
671, 672, 673, 674, 675,
676, 677, 678, 679, 681,
682, 683, 684, 685, 686,
687, 689, 690, 691, 692,
693, 694, 695, 696, 697,
698, 743, 744, 745, 746,
747, 748, 749, 750, 751,
752, 753, 754, 755, 756,
757, 758, 759, 760, 761,
762, 763, 764, 765, 766,
767, 768, 769, 770, 771,
772, 773, 774, 775, 776,
777, 778, 779, 780, 781,
782, 783, 784, 785, 786,
787, 788, 789
Antakya, 81, 426
Antakyalı Münîf, 617
Antakyalı eyh Ahmed, 617
Antalya, 349, 353, 509, 622, 680,
748, 785
Anter, 70
Arap, 1, 3, 10, 13, 14, 15, 16, 17,
19, 21, 22, 23, 24, 25, 26,
28, 29, 34, 39, 40, 43, 45,
46, 47, 49, 50, 54, 61, 62,
94, 98, 100, 102, 103, 104,
106, 107, 108, 109, 112,
113, 118, 124, 130, 137,
138, 160, 283, 293, 303,
356, 360, 371, 379, 381,
384, 385, 388, 391, 392,
399, 401, 409, 419, 426,
431, 436, 460, 547, 575,
586, 602, 605, 607, 612,
619, 627, 632, 644, 650,
651, 672, 752, 755, 763,
768, 772, 778, 786
Arap dili, 19, 45, 46
Arap edebiyatı, 16
Arapça, 3, 4, 5, 6, 14, 15, 16, 17,
19, 21, 32, 43, 45, 46, 49,
55, 56, 58, 78, 85, 103, 106,
107, 108, 110, 124, 130,
131, 135, 137, 139, 143,
146, 148, 210, 253, 254,
255, 261, 262, 264, 266,
273, 277, 282, 283, 286,
288, 293, 297, 298, 299,
305, 307, 315, 317, 319,
323, 326, 337, 349, 352,
355, 356, 357, 359, 361,
362, 363, 365, 366, 367,
368, 369, 371, 373, 374,
381, 383, 384, 387, 395,
405, 408, 410, 411, 414,
415, 421, 422, 428, 432,
433, 492, 500, 509, 517,
529, 534, 537, 540, 542,
543, 547, 549, 553, 554,
568, 584, 589, 603, 605,
622, 623, 637, 663, 667,
690, 721, 748, 755, 756
Ârif, 49, 52, 177, 320, 368, 384,
537, 538, 543, 571, 572,
576, 614, 617, 629, 630,
634, 635, 656, 685, 770, 787
Ârif Çelebi, 49, 52, 320, 384,
576, 614, 787
Ârif-i Ferketî, 177
Ârifî Fethullâh Çelebi, 53
Âriflerin Menkıbeleri, 547, 744
Aristo, 23, 331, 721
Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî,
468, 469, 476, 478, 771
Arslan Han Muhammed, 37, 133
Arî, 209
Artuk Oulları, 350
aruz, 6, 57, 123, 131, 134, 223,
271, 274, 284, 292, 296,
304, 307, 308, 317, 319,
356, 374, 383, 421, 432,
491, 543, 608, 733
Âruzzâde, 57
Âsaf, 479, 753
Âsafî, 667, 685
Âsaf-nâme, 397, 626, 668
Ascedî, 26, 33, 37, 90, 117
Astarâbâd, 205
Astiyak, 83
astroloji, 313, 342, 343, 359, 361,
362, 395, 574, 606
astronomi, 86, 259, 260, 261,
270, 313, 315, 342, 343,
344, 345, 346, 352, 359,
361, 362, 395
Asya, 5, 10, 13, 98, 100, 101,
102, 114, 124, 135, 138,
249, 254, 266, 283, 284,
285, 296, 299, 302, 379,
392, 427, 750, 752, 763,
771, 778, 787
Âık Ahmed, 555, 560, 562, 565,
569, 573, 585, 613, 629,
652, 663, 748, 755
Âık Çelebi, 124, 311, 392, 394,
395, 402, 403, 404, 405,
406, 407, 408, 409, 410,
411, 412, 413, 414, 416,
417, 418, 419, 420, 421,
422, 423, 424, 425, 426,
427, 428, 429, 430, 486, 784
Âık Paa, 50, 290, 305, 306,
307, 321, 357, 358, 384,
559, 561, 568, 569, 572,
580, 608, 619, 626, 627,
630, 631, 634, 637, 641,
642, 650, 651, 656, 668,
669, 671, 677, 683, 686,
687, 692, 693, 695, 697,
746, 748, 756, 761, 771,
772, 776, 783, 787, 788
Âık Veysel, 478
Akî, 578, 583, 612, 676, 771
Ak-nâme, 53, 617, 618, 626, 647
Atâ, 169, 353, 403, 404, 412,
419, 420, 500, 515, 555,
569, 579, 587, 616, 632,
635, 637, 644, 656, 745,
751, 785
801
800
Ata Melik Cüveynî, 62
Atabat, 205
Atabeg Nureddin, 348
Atabetü’l-hakâyık, 130
Âte-gede, 618
Attâr, 38, 44, 56, 68, 108, 125,
290, 304, 324, 363, 364,
369, 370, 374, 382, 561,
565, 572, 573, 587, 614,
639, 640, 658, 660, 674,
677, 690, 693, 694, 733,
734, 749, 758, 766, 767, 773
Attâr-ı Nîâbûrî, 38, 44, 382, 749
Âvâz-i Per-i Cibrîl, 261
Avesta, 14
Avfî, 16, 17, 18, 29, 30, 37, 47,
68, 72, 75, 77, 90
Avnî, 473, 475, 477, 561, 662
Avrupa, 6, 14, 42, 44, 87, 98, 99,
102, 108, 112, 113, 114,
270, 284, 350, 357, 380,
383, 391, 654, 660, 662, 779
Avar, 205, 418
Ayalı Türk Hayrî, 618
Âyât-ı Uâk, 584, 588
Âyât-i Mesnevî, 640
Aydınolu sa Bey, 313, 322, 365
Aydınolu Mehmed Bey, 364
Aydınolu Umur Bey, 324, 350,
363
Aydınoulları Beylii, 322, 363,
365, 366
Âyîne-i Hûbân, 617
Âyînü’l-memleke, 131
Aynî, 52, 173, 574, 618, 638,
657, 747
Aynü’l-fûyûz, 616
Aynü'l-hayât, 188, 203
Azerbaycan, 26, 28, 57, 59, 143,
147, 205, 210, 224, 346,
408, 641, 660, 676, 680, 778
Azerbaycan Edebiyat Tarihi, 210
Âzerî brâhîm Çelebi, 552, 554,
556, 572, 579
Azferî, 57
Azîz Mahmûd-ı Hudâyî, 464,
572, 616
Azîzî, 615, 665
Azmî Efendi, 614
Azmî Pîr Mehmed, 577, 614
Azmî-zâde Hâletî, 616, 673
Azrâ, 21, 60, 577, 658
Baba Abdullâh Çeme, 180
Baba Figânî, 108
Baba lyâs-ı Horasanî, 263, 335,
666
Baba Kemâl-i Hocendî, 332
Baba Sevdâ’î, 162, 167
Baba ûrîde, 174
Baba Tâhir Uryân, 38
Baba Tâhir-i Hemedânî, 44, 382
Baba Yûsuf, 497, 498, 499, 500,
501, 502, 503, 504, 505,
506, 507, 508, 509, 510,
511, 512, 513, 514, 515,
516, 517, 519, 520, 521,
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
522, 523, 524, 722, 727,
728, 754, 784, 786
Baba Yûsuf b. eyh Halîl
Seferihisârî, 497
Babil, 64
Babinger, 397, 412, 413, 414,
423, 424, 428, 638, 659
Bâbür, 57, 58, 145, 157, 179,
614, 639, 645
Bâbür Mîrzâ, 179, 645
Bâbür ah, 614
Bâbür-nâme, 57, 145
Bâg-ı Behit, 568, 614, 631, 789
Bâg-ı Sefîd, 149
Badad, 19, 28, 41, 205, 212,
340, 413
Badadlı Abdülcelil Zihnî, 616
Badadlı Zihnî Abdülcelîl, 576
Badat ehr-âûb’u, 578, 579,
659, 749
Bahaeddîn Kâni’î, 35
Bahâeddîn ang-ı Müneccim,
344
Bahâeddîn Zekeriyyâ Multânî,
279
Bahâeddîn-i Veled, 262, 273,
290, 329, 332
Bahârî, 562, 615
Bahâristân, 35, 144, 145, 154,
189, 202, 208, 753
Bahâriye, 618
Bahâüddîn-i Nakbend, 369
Bâh-nâme, 367
Bahrî, 572
Bahrü’l-ebrâr, 188, 189
Bahrü’l-hakâyık, 302, 555, 556,
641, 648, 679, 759, 785
Bahrü’l-hüdâ, 614
Bahrü’l-irfân, 630
Bahrü’l-kemâl, 550, 557, 559,
560, 563, 565, 584, 586,
588, 616, 645, 763
Bahrü’l-ma’ârif, 432, 781
Bahtî, 464, 572
Bahtiyâr-nâme, 326, 608, 609
Bâkî, 126, 205, 210, 211, 212,
213, 214, 294, 417, 437,
471, 472, 477, 562, 771
Bâkî Çelebi, 210, 213
Bakü, 492, 637, 660
Balasagun, 63, 65, 67, 129, 607
Balasagunlu Yûsuf, 32, 138, 251,
607
Bâlizâde Mustafa Efendi, 722
Bârbud, 23
Barcınlı Mehmedolu Mahmud,
366
Barka, 349
Barthold, 39, 88, 92, 93, 138
Basîrî, 52, 161, 404, 754, 766,
779
Bâtınî, 86, 119
Batlamyus, 345
Battal Gazi, 283, 613, 693, 769
Battal-nâme, 628
Bâverd, 163
Bayburtlu radi Baba, 637
Bayburtlu Zihnî, 579, 618
Bâyezîd-i Bistâmî, 329
Bâyezîd-i Rûmî, 614, 632
Bâyezîd-i Velî, 51
Baykara Mîrzâ, 179
Baysungur Mîrzâ, 162, 163, 179
Bâz-nâme, 366
Bedâyi’ü’l-vasat, 186
Bedâyi'ü'l-efkâr fî Sanâyi'i'le'âr, 432
Bedî‘u’z-zamân Mîrzâ, 209
Bediî, 614
Bedî'-i Belhî, 44, 382
Bedir Han, 205
Bedîuzzamân el-Hemedânî, 78
Bedîüzzaman Mîrzâ, 394
Bedreddin bn Harîrî, 349
Bedreddîn Lu’lu, 350
Bedr-i Câcurmî, 19
Bedr-i Dilâd, 374, 567, 574,
639, 660, 682
Bedri Dilâd bin Muhammed
Oruc, 722
Begpazarlı Maazolu Hasan, 574,
673, 768
Behcetü’l-fehyâ, 617, 688
Behcetü't-tevârîh, 374
Behitî, 123, 477, 576, 578, 614,
626, 629, 649, 664, 751
Behrâm Mîrzâ, 209
Behram ah Mes’ûd, 78
Behrâm-ı Gûr, 16, 252, 562, 578,
583, 612, 615, 670
Behrâmî, 33, 117
Behrâmâh, 70, 139, 251, 252,
268
Behruz Han, 57
Behzâd, 205
Bekâî, 210, 561, 577, 611, 612,
617
Bektaîlik, 335, 337
belâgat, 106, 201, 274, 408, 431,
432, 433, 436, 451
Belâgat-i Osmâniye, 433
Belgrat ehrengizi, 615, 662
Belh, 15, 164, 250, 290, 564
Belî, 406, 411, 416, 419, 425,
426, 570, 578, 617, 654, 743
Beng ü Bâde, 559, 578, 615, 632,
644, 673, 760
Ben-i Ümeyye, 23
Benli Hasan, 403, 764
Berber-nâme, 616
Berdaa, 408
Bergama, 333
Berîdü’s-sa’âde, 262, 275, 352
Berkyaruk, 261, 274
Berna Moran, 110
Besîm, 126
besmele, 549, 550, 551, 552, 553,
555, 602, 605, 699
Bessâm, 16
Beâirü’n-nezâ’ir, 264, 352
Beâret-nâme, 636
Beâr b. Bürd, 15
Beârd Bord, 17
beyân, 434, 435, 447
802
801
Beyân-ı Meakkat-i Sefer, 578,
613
Beyânî, 178, 403, 404, 405, 406,
407, 408, 409, 410, 411,
413, 414, 416, 417, 418,
419, 420, 421, 422, 423,
424, 425, 426, 427, 428, 430
Beyânu’n-nücûm, 261, 345
Beyânü’s-sınâ’at, 350
Beyhakî, 28, 46, 137, 139, 751
Bezmî, 561
Bi’set-nâme, 571, 617, 665, 757
Bîbî Müneccime, 343
Bicaya, 349
Bîce Müneccime, 180
Bidâye-i Kelâm, 529
Bîdil, 4
Big Kulı, 177
Big Melekî, 177
Bihitî Ahmed Sinan Çelebi, 613
Bihitî Ramazan Efendi, 629, 757
Bihitî Sinan, 577
Birgivî Muhammed Efendi, 633
Bîrûnî, 40, 92, 784, 785
Borges, 110
Bostan, 56, 300, 573, 620, 672,
673, 766, 775
Bostân-ı Hayâl, 150
Boyacıolu, 664
Browne, 144, 749, 756
Budizm, 135
Bura Han, 32, 131, 134, 251,
660
Buhara, 15, 16, 60, 63, 66, 83,
114, 161, 505
Buhturî, 106
Bukrat, 721
Burhâneddîn-i Tirmizî, 329, 332
Burhân-ı Emîrü’l-mü’minîn, 81
Burhânî, 33, 35
Bursa, 54, 161, 364, 403, 405,
410, 413, 414, 415, 418,
425, 427, 428, 430, 499,
505, 513, 578, 625, 637,
638, 639, 644, 646, 654,
655, 670, 678, 680, 688,
689, 690, 691, 692, 693,
694, 695, 696, 697, 698,
743, 744, 757, 764, 772, 788
Bursa ehrengizi, 413, 415, 578,
615, 644, 654, 655, 670,
688, 743, 744, 764
Bursalı Ali Rıza, 571
Bursalı Ali Rızâ, 617
Bursalı Celîlî, 578, 615
Bursalı Hevâî Mustafa, 577
Bursalı Hevâyî Mustafa, 616
Bursalı Lâmi‘î Çelebi, 615
Bursalı Mehmed Tâhir, 368, 527,
639
Bursalı Rahmî, 572, 577, 580,
614, 627, 629, 659, 666,
749, 752, 759
Bustân’ı Nesâyıh, 632
Bûstânu’l-kulûb, 261
Bülbüliyye, 572, 616, 649, 777
Bülbül-nâme, 572, 612, 689
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
Büyük Selçuklu Devleti, 96, 105,
254
Büyük Selçuklular, 255, 262,
272, 278, 282, 352
Büyük Türk Klasikleri, 310, 500,
785
Büzürcmihr-i Kâyinî, 33, 117
C. A. Storey, 144
Ca’fer-i Hemedânî, 33
Ca’fer-i Sâdık, 482
Câbir-i Magribî, 482, 483
Cacaolu Nureddin Hamza Bey,
367
Cafer Çelebi, 397, 398, 404, 413,
421, 424, 464, 609, 610,
626, 647, 682, 748, 761, 781
Câhî, 209
Câhiz, 85, 431, 752
Câlinus, 721
Câmâsb-nâme, 316, 361, 371
Câmî, 9, 35, 101, 109, 110, 111,
124, 144, 145, 146, 151,
153, 154, 160, 167, 168,
170, 185, 188, 189, 190,
193, 194, 195, 196, 197,
201, 202, 203, 208, 386,
404, 415, 561, 573, 579,
580, 619, 620, 631, 672,
745, 752, 766
Câmi‘u’l-envâr
alâ-Tefsîri’lihlâs, 614
Câmi‘u’n-nesâyih, 421, 614
Câmi’î, 577, 781
Câmi’u’l-ahbâr, 555, 560, 562,
565, 585
Câmi’u’l-buhûr
Der-Mecâlis-i
Sûr, 566, 615
Câmi’u’n-nezâ’ir, 302
Câmii Müfredât el-Adviye ve’lagdiye, 350
Câmiu't-tevârih, 371
Cân u Cânân, 554, 557, 562, 565,
573, 586, 595, 618, 646,
649, 687, 778
Candaroulları, 321, 355, 366
Celâleddîn Devvânî, 152, 396,
425
Celaleddîn âh Bâyezîd, 321
Celâleddîn-i Humâî, 14, 15
Celâleddîn-i Verkânî, 277
Celâlî, 561, 667
Celâlüddîn
Ebu'l-ma'âlî
Muhammed
bin
Abdurrahmân bin Ömer bin
Ahmed bin Muhammed ElKazvînî, 432
Celâlüddin Hızır, 363, 777
Celâlüddîn âh Bâyezîd, 366
Celâlüddîn-i Atîkî, 180
Celâl-zâde Niancı Koca Mustafa
Çelebi, 397
Celîlî, 405, 406, 553, 562, 563,
566, 568, 576, 577, 587,
614, 615, 619, 631, 658,
659, 674, 745, 749, 753,
759, 773
Cem, 7, 50, 52, 76, 81, 83, 84,
457, 469, 552, 557, 558,
559, 560, 561, 564, 574,
577, 584, 588, 593, 612,
616, 628, 638, 640, 642,
645, 651, 665, 667, 678,
679, 757, 759, 776, 777, 784
Cem Sultan, 52, 552, 557, 558,
559, 560, 564, 574, 577,
584, 588, 593, 628, 642,
645, 651, 678, 679, 776, 777
Cem’î Mehmed, 616
Cemâleddîn, 279, 340, 345, 349,
501, 701
Cemâleddîn Said b. Muhammed
b. Musaddık el-Türkistanî,
345
Cemâleddîn-i Vâsıtî, 340
Cemâlî, 319, 370, 513, 571, 577,
578, 612, 613, 631, 640,
656, 670, 691, 695, 753,
763, 771
Cemâlüddîn-i Restak, 180
Cemîlî, 562
Cemâh u Alemâh, 562, 568,
684, 696
Cemâh ve Âlemâh, 578, 629,
757
Cemîd Han, 209
Cemîd ü Hurîd, 315, 362, 367,
549, 552, 555, 557, 558,
559, 560, 564, 565, 568,
577, 588, 593, 595, 612,
628, 637, 642, 653, 664,
670, 676, 678, 679, 744,
753, 756, 764, 776, 777, 786
Cenâbî, 406
Cenâdil Kal’ası Gazavatnamesi,
673, 768
Cerîr, 17, 19, 106
Cerrah Vasil, 350
Cevâb-nâme, 559, 561, 585, 596,
616
Cevâhir-nâme, 676
Cevâhirü’l-acâyib, 150
Cevâhirü’l-esdâf, 366
Cevberî, 347, 777
Cevherî, 33
Cevrî, 571, 616, 639, 667, 753
Ceyhun, 63, 70, 77, 83, 90, 636
Cezayir, 349
Cihâd-nâme, 263
Cihan Okuyucu, 324, 363, 763
Cihânî, 406
Cihânâh Mîrzâ, 179
Cilâü’l-kulûb, 614
Cinânî, 552, 556, 561, 572, 574,
579, 614, 616, 634, 646,
678, 754, 776, 777, 781
Cinânü’l-cinân, 58
Cizreli Ebu’l-izz smâ’îl b. erRezzâz, 351
corafya, 352, 367, 395
Cüneyd-i Bagdâdî, 329
Çâç, 63
Çaatay Edebiyatı, 136, 143
803
802
Çaatay Türkçesi, 51, 57, 135,
143, 144, 206, 208, 211,
400, 491, 492
Çaatayca, 7, 58, 135, 629, 665,
674
Çâkerî Sinan, 576, 611
Çamçak Mehmed Efendi, 406
Çay-nâme, 618
Çehâr Makâle, 33, 34, 105, 133,
251, 780
Çelebi Mehmed, 50, 316, 318,
362, 367, 482
Çemikezekli Nasûh Efendi, 618
Çengi-nâme, 640
Çeng-nâme, 316, 573, 610, 651,
660, 683, 764
Çerh-nâme, 286, 309, 310, 311
Çetin Derdiyok, 301, 417, 753
Çigil, 63
çihâr-yâr-i güzîn, 559, 560, 602
Çihil Hadîs, 186
Çin, 1, 31, 42, 63, 66, 67, 70, 71,
78, 80, 81, 96, 100, 114,
122, 131, 132, 139, 312,
315, 362, 364, 371, 396, 678
Çoban Mustafa Paa, 398
Çobanolu Beylii, 343
Çorlulu Zarîfî, 577
Çorum, 256, 307, 641
Dâfi’u’l-hüzn, 589
Dakâyiku’l-hakâyık, 264, 352
Dakîkî, 43, 118, 154, 180
Dâni, 339, 618
Dânimend Ali Taylu, 255, 339
Dânimend Gazi, 255, 339, 744,
777
Dânimendân-i Âzerbaycan, 225,
425, 784
Danimendliler, 259
Dânimendliler, 5, 49, 255, 256,
257, 339, 340, 341, 345,
383, 777, 788
Dânimend-nâme, 256, 368, 613
Dârâ, 81
Darîr-i Pârsî, 17
Dâsitân-ı Adn der-Hikâyet-i
Hasan ve Hüseyn, 571, 775
Dâsitân-ı Ejderhâ, 321, 608
Dâsitân-ı Geyik, 310
Dâsitân-ı Hamâme, 321, 608,
685
Dâsitân-ı smâîl, 609
Dâsitân-ı Maktel-i Hüseyn, 571
Dâstân-ı Geyik, 321, 608
Dâstân-ı blîs-i Aleyhi’l-la’ne,
325
Dâstân-ı Sultân Mahmûd, 309
Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i
Osmân, 314
Dâstân-ı Varka ve Gülâh, 665,
757
Dâstân-ı Vefât-ı brâhim, 322
Dâstân-ı Yigit, 608
Dâvud-ı Halvetî, 666
Dâvud-ı Kayserî, 330
Dede Garkın, 335
Dede Korkut, 256, 306, 371
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Dede Ömer Rûenî, 411, 572,
573, 636, 649, 685, 694, 756
Defter-i Ak, 617, 640, 675
Def'u metâ'ini's-sûfiyye, 369
Deh Murg-ı emsî, 643
Dehhânî, 1, 6, 53, 266, 284, 288,
301, 302, 303, 318, 764
Deh-murg, 426, 563, 566, 572,
601, 631, 655, 671, 765
Delhi, 492
Della Litteratura de’ Turchi, 100
Demirî, 396
Der-Aksâm-ı Ezhâr, 667
Der-Beyân-ı Aded-i Menâzil-i
Hicâz, 572
Der-Beyân-ı ehâdet-i Nakî
Mustafa, 618
Derdî, 210
Dere-nâme, 616
Derfurûz-i Fahrî, 33
Dergeh-nâme, 617
Dert-nâme, 613
Dervî Abdullâh, 177
Dervi Abdurrahman Mirek, 722
Dervî Big, 170
Dervî Haydar-ı Tunyânî, 182
Dervî Hüsâmî, 170
Dervî Kâsımî, 181
Dervî Mansûr, 168
Dervî Nâzikî, 169
Dervî Niyâzî, 52
Dervî emsî, 398, 631, 655, 765
Deryâ-yı Ebrâr, 188, 189, 190,
421, 426
Destûr-i âhî, 361
Det-i Kıpçak, 161, 565
Devir-nâme, 657
Devletolu Yûsuf, 368, 570, 625,
626, 672, 747, 777
Devletâh, 35, 37, 87, 144, 185,
188, 189, 193, 194, 195,
196, 197, 207, 208
Devletâh Tezkiresi, 144, 207
Deylemîler, 87, 95
Dımık, 343, 348, 699
Dicle, 75, 120, 625
Dîku’l-cin, 17
Dirâyetü’l-eflâk, 345
Dîvân, 44, 56, 128, 130, 133,
144, 160, 187, 199, 207,
215, 266, 290, 291, 292,
293, 297, 299, 314, 316,
319, 320, 362, 382, 399,
404, 405, 413, 414, 418,
423, 426, 430, 508, 509,
625, 628, 641, 647, 746,
751, 752, 755, 758, 759,
760, 761, 762, 763, 764,
765, 767, 768, 769, 771,
774, 775, 776, 778, 779,
780, 781, 782, 784, 785,
786, 787, 789
Dîvâne-i Belhî, 181
Dîvâne-i Niâbûrî, 182
Dîvân-ı Gazeliyyât-ı Pârsiy u
Turkî, 207
Dîvân-ı Hikmet, 44, 130, 382
Dîvân-ı Kebîr, 128, 266, 290,
291, 292, 293, 299, 746,
761, 774
Dîvân-ı Türkî-i Sultân Veled, 320,
781
Dîvânü Lûgati’t-türk, 42, 130,
138, 767
Diyarbakır, 160, 346, 406, 411,
412, 428, 429
Diyarbakırlı Bardahî, 432
Diyarbakırlı Sa'îd Paa, 433
Diyarbakırlı
Seyyid
Ahmed
Mürid Efendi, 617
Diyarbakırlı erîfî, 37, 575, 615
Diyâr-ı Rûm, 260, 343
Dou Anadolu, 333, 353, 391
Donato, 100
Dost Hüseyn, 183
Dost Muhammed, 172
Duhânî, 406
Duhânî-zâde Velî, 570
Dukakin-zâde Ahmet Paa, 398
Durmu Han, 151
Dür Big, 576, 611
Dürr-i Meknûn, 614
Dürrü’n-nizâm, 618
Düstûr-nâme, 569, 613, 633, 645,
646, 649, 758
Düstûrü’l-amel ve Tashîhü’lcedvel, 396
Düvâzdeh mam, 616
Ebâ Bekr Mîrzâ, 178
Eberkûh, 205
Ebî Tâlibi’l-Ensârî ed-Dımıkî,
721
Ebû Abdullah-ı Hafîf, 43, 382
Ebû Ali, 86, 345
Ebû Alî-i Belhî, 118
Ebû Alî-i Dekkâk, 43, 382
Ebû Alî-i Serahsî, 43, 382
Ebû Bekir bin Abdullah el-Vâsıtî,
361
Ebu Bekir bin Zekî-i Konevî, 282
Ebû Bekir Zekeriyâ Râzî, 347
Ebû Bekr Abdü'l-kahiri'l-cürcânî,
431
Ebû Bekr-i Tihrânî, 128
Ebû Cehil le Güre Tuttuudur,
608
Ebû Firâs, 16, 106
Ebû Hafs ihâbeddîn Ömer-i
Sühreverdî, 332
Ebû Hanîfe Abdülkerîm bin
Ebûbekr, 274
Ebû Mansûr el-Muammerî, 118
Ebû Mansûr Mehmed bin
Abdurrezzak-ı Tûsî, 118
Ebû Müslim-i Mervezî, 16
Ebû Nuaym Hâfız-ı sfahânî, 372
Ebû Nüvâs, 15, 19, 106
Ebû Sa’îd-i Ebu’l-hayr, 44, 382
Ebû Serrâka Abdurrahmân b.
Ahmed el-Belhî, 77
Ebû Suleyk-i Gurgânî, 16
Ebû uayb, 17
Ebû uca, 81
Ebû Zer Cumhur, 25
804
803
Ebu’l-Abbâs Ahmed bni Es’ad,
350
Ebu’l-alâ el-Ma’arrî, 270
Ebu’l-bereke, 177
Ebu'l-fazl-ı Defterî, 126
Ebu’l-fazl-ı Kirmânî, 96
Ebu’l-feth Bustî, 18
Ebu’l-feth
Rükneddîn
Süleymânâh, 275
Ebu’l-feth Tâhir, 190
Ebu’l-hasan Ali b. Muhammed
el-Hannânî, 87
Ebu’l-hasan Ali bin Osman elHucvîrî, 44, 382
Ebu'l-hasan el-sferâyînî, 46, 137
Ebu’l-hasan-ı Bustî, 43, 382
Ebu’l-hasan-ı Harakânî, 43, 382
Ebu'l-hilâlü'l-askerî, 431
Ebu’l-kâsım Abdulkerim ibni
Havazım Kueyrî, 721
Ebu'l-kâsım Ahmed Meymendî,
46, 137
Ebu’l-kâsım-ı Gûrgânî, 43, 382
Ebu'l-leys es-Semerkandî, 368
Ebu’l-ma’âlî-i Râzî, 33
Ebu’l-müeyyed-i Belhî, 118
Ebu’l-ulâ-i Gencei, 180
Ebu’l-vefâ el-Bûzcânî, 345
Ebu’n-nasr Mîrzâ, 151
Edâî, 53, 397, 406
Edebî San'atlara Dair, 433
Edebiyat, 10, 42, 45, 101, 135,
136, 186, 210, 311, 326,
386, 389, 395, 397, 405,
406, 408, 413, 415, 430,
433, 446, 456, 457, 459,
512, 535, 554, 555, 556,
605, 619, 620, 622, 623,
624, 639, 641, 642, 643,
644, 645, 648, 650, 652,
653, 654, 655, 656, 657,
658, 659, 662, 663, 665,
666, 667, 670, 671, 672,
674, 675, 676, 679, 680,
681, 682, 684, 685, 687,
688, 690, 691, 692, 693,
695, 697, 722, 744, 746,
749, 750, 751, 752, 755,
756, 757, 758, 759, 760,
762, 763, 764, 767, 768,
769, 770, 771, 774, 776,
777, 778, 779, 780, 781,
782, 783, 784, 785, 786,
787, 788
Edebiyat Bilgi ve Teorileri I,
Belâgat, 433
Edebiyat Lügati, 457, 782
Edebiyat Meseleleri, 456, 783
Edebu’t-tabîb, 350
Edebü’l-mülûk, 131
Edhem ü Hümâ, 577, 616, 628,
632, 643, 649, 660, 681, 779
Edhemî, 177, 671
Edhemî-i brâhîm, 177
Edhem-nâme, 617, 627, 775
Edîb Sâbir, 154
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
Edirne, 54, 161, 313, 318, 362,
393, 405, 407, 409, 410,
414, 417, 420, 423, 425,
429, 528, 532, 615, 616,
690, 692, 751, 753, 788, 789
Edirne ehrengizi, 615, 616
Edirneli Abdülkerim Efendi, 614
Edirneli Güftî, 571, 616, 631,
684, 688, 784
Edirneli Nâtık, 656, 690
Edirneli Nazmî, 402, 418, 419,
429, 573, 614, 630, 638,
749, 769
Edirneli Örf, 669, 692
Edward Said, 98, 99
Efdaluddîn-i Herevî, 154, 179
Eflâkî, 35, 269, 277, 278, 309,
310, 320, 333, 344, 373,
547, 786
Eflâtûn, 23, 24
Efrâsiyâb, 29, 69, 70, 119
Eridir, 258, 341, 353
Eridirli Hacı Kemâl, 302, 305,
310
Ehâdis-i Mesnevî, 641
Ehlî-i îrâzî, 67, 181
Ekber âh, 57
El Evamirü’l-ala’iye fi’l-umuri’lala’iye, 264, 352
El-Aleb b. Cûem el-clî, 548,
605
el-ahkâm el-Nebeviyye, 350
el-Bâhü'-âhiyye, 373
el-Bidâye ve’n-nihâye, 371
el-Câmi’ Beyne’l-ilm ve’l-amel,
351
el-Evâmiru'l-alâiyye, 371
el-Fütûhatü’l-mekkiyye, 263, 270,
523, 721, 722
Elif-nâme, 307, 756
el-htiyârât
min-Mecma’i’rrubâ’iyyât, 264, 274
el-kmâl, 256, 340
el-râf alâ Gavâmiz el-hukumât,
351
el-Kâmil, 349
Elkâs Mîrzâ, 209
el-Kındî, 721
el-Makalat el-Müride fî-Derc elEdviye fî-Diryâk el-Farûkî,
348
el-Mansurî, 721
el-Medhal ilâ lm el-Aritmatikî
(Introductio Arithmaticae),
346
el-Miftâh, 432
el-Muhtâr fi’t-tıbb el-Cemâlî, 350
el-Muhtâr fî-Kefi’l-esrâr ve
Hetki’l-estâr, 347
el-Muhtasar, 305
el-Mukaddemât, 330
el-Munkız mine’d-dallâl, 344
el-Musul
el-akliyye
elEflâtûniyye, 331
el-Mutavvel, 432
el-Tuhfetü’l-âhiyye
fî-lmi’lhey’e, 344
El-umde, 431
Elvân Çelebi, 313, 321, 549
Elvân-ı îrâzî, 369, 550, 561,
573, 620, 636, 637, 673,
767, 786
el-Veledü’-efîk, 334
el-Zîcü’-ifâ, 345
Emânî, 209, 211, 215
Emâre-i Mervezî, 180
Emînî, 154, 162, 182
Emînî-i Semerkandî, 162
Emîr Ahmed Kânî-i Tûsî, 52, 53
Emîr Ali Böri-Tigin, 47, 132
Emîr Bedreddîn Yahyâ, 263
Emîr Big, 210
Emîr Devletâh, 145, 146, 147,
151, 153, 176, 756
Emîr Efdal, 179
Emîr Halifet Gazi, 357
Emîr Han, 205
Emîr Hüsrev, 4, 48, 124, 179,
188, 217, 579, 587
Emîr brâhîm-i Kânûnî, 179
Emîr slâm Gazâlî, 166
Emîr smâ’îl b. Sebüktegin, 48
Emîr Karatekin, 340
Emîr Kâsım, 146, 151, 153, 157,
166, 179
Emîr Kâsım Envâr, 146, 151,
153, 166
Emîr Kemâleddîn-i Kâmyâr, 277
Emîr Levend, 172
Emîr Mahmûd Barlas, 177
Emîr Maksûd Gulâm, 183
Emîr Mu’izzî, 25, 33, 775
Emîr Muhammed, 36, 183
Emîr Muhammed Yûsuf, 183
Emîr Nûru’llâh-i ûterî, 209
Emîr Rüstem Alî, 157, 183
Emîr Sebüktegin, 48
Emîr Seyfeddîn, 132
Emîr Seyyid erîf, 179
Emîr Sultân Velî, 152, 183
Emîr Süheylî, 193, 203
Emîr Süleymân, 50, 314, 315,
316, 323, 361, 368, 512
Emîr âhî, 151, 153, 167
Emîr erîfî, 179
Emîr eyhim Süheylî, 170
Emîr Tâhir bin el-Fazl, 18
Emîr Unsûrü'l-meâlî Keykâvus,
372
Emîrhân Big, 210
Emîrî, 50, 51, 52, 150, 167, 210,
397, 400, 407, 492, 573,
614, 617, 628, 779
emîrü’-uarâ, 35
Emre, 107, 255, 266, 267, 284,
288, 299, 300, 308, 464,
499, 510, 560, 564, 565,
573, 597, 606, 614, 639,
640, 641, 642, 643, 646,
647, 648, 660, 683, 684,
691, 695, 754, 761, 778,
783, 784, 787, 788
Enderunlu Fâzıl, 617, 640
Endülüs, 15, 107, 328, 329, 761
805
804
Enfüsü’l-âfâk, 628
Enîsî, 169, 210
Enîsü’l-ârifîn, 405
Enîsü’l-guzât, 615
Enîsü’l-kulûb, 53, 266, 272, 281,
755
Enîsü’s-selâtîn
ve
Celîsü’lhavâkîn, 419
en-Nef'ü'l-mu'avvel fî Tercemeti'ttelhîs ve'l-mutavvel, 432
Enûirvân, 74, 77, 79
Envârü'l-âıkîn, 358, 369
Enverî, 16, 38, 72, 97, 124, 170,
185, 190, 218, 463, 569,
575, 594, 613, 633, 645,
646, 649, 758, 777
Erbaûn Subh ve'l-mesâ, 371
Ercasb, 118
Erdeîr, 74, 146, 149, 151, 153,
170
Erdeir-i Bâbekân, 118
Erguvan Hatun, 279
Erivan, 324
Ermen, 252, 256, 340
Ermenice, 5, 254, 255, 305, 356,
383, 428
Ermeniler, 254
Erzincan, 252, 259, 261, 268,
276, 348, 350
Erzurumlu Darîr, 550, 554, 556,
575, 643, 650
Erzurumlu brâhîm Hakkı, 574,
617, 722
Es’ad Sûr-nâmesi, 618
Esedî, 19, 37, 43, 117, 382
Esed-i Tûsî, 20
Esedî-i Tûsî, 37, 117
Esîreddîn-i Ebherî, 345
Esîrî, 53, 578, 676
Esîrüddîn, 179, 344, 752
Esîrüddîn-i Fergânî, 179
Esîrüddîn-i Umânî, 179
Eski Türkçe, 6, 134, 135
Eskiehir, 394, 397, 497, 499,
505, 528, 641, 643, 722,
727, 749, 754, 761, 763,
766, 771, 777
Esmâ’ü’l-hüsnâ, 625, 744
Esmâ-i Hüsnâ, 570, 579, 593,
644, 649, 771
Esmâ-i Hüsnâ erhi, 570, 593,
644, 771
Esrâr-nâme, 56, 559, 562, 572,
594, 596, 601, 614, 630,
638, 690, 783
Esrârü'l-belâga fi'l-me'ânî ve'lbeyân, 431
Ekânîler, 117
Ekâniyân, 14
Eref Feyzî, 617
Erefolu Rumî, 531
et-Tedbirâtü lâhiyye fî slâhi’lmemleketi’l-insâniyye, 721
et-Telvîhât, 261
Etvâru Selâtini’l-müslimîn, 721
Evhadî-i Merâgai, 180
Evhadiye, 265, 333, 334, 340
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Evhaduddîn, 5
Eyyûb, 210
Eyyûbî, 508, 556, 575, 615, 637
Ez-Deryâ be-Deryâ, 639
Ezrakî, 34, 154
Ezrakî-i Herevî, 154
Fâ’izî, 413, 420, 576
Fahreddin Mübarekâh, 252
Fahreddîn-i Irâkî, 52, 53, 263,
266, 279, 280, 369
Fahreddin-i Râzî, 721
Fahrî, 30, 57, 112, 143, 144, 150,
151, 155, 172, 175, 264,
275, 320, 322, 365, 366,
501, 554, 576, 582, 608,
609, 620, 672, 692, 760, 766
Fahrî Baba, 501
Fahr-i Cürcânî, 154
Fahr-i Gurgânî, 180
Fahrî-i Herâtî, 57, 143, 144, 150,
151, 155
Fahruddîn
Ya’kûb
b.
Muhammed, 322
Fahruddîn-i Râzî, 179
Fakr-nâme, 307, 572, 651, 677,
772
Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultân, 667,
678, 776
fâl-nâme, 128
Fâl-nâme-i Kur’ân-ı ‘Azîm, 574,
682, 781
Fânî, 177, 178, 182, 187, 199,
201, 722, 775
Fânî-i Kûr, 182
Fârisi-yi slâmî, 15
Fârisi-yi Tâze, 15
Fars, 2, 3, 4, 5, 7, 9, 10, 13, 14,
15, 17, 26, 27, 30, 31, 32,
34, 36, 37, 38, 40, 42, 44,
45, 47, 58, 59, 60, 62, 65,
69, 70, 83, 91, 97, 98, 100,
101, 102, 103, 105, 107,
108, 110, 112, 115, 117,
118, 119, 122, 124, 138,
144, 149, 159, 186, 208,
219, 254, 262, 281, 313,
316, 368, 370, 372, 379,
381, 385, 386, 388, 409,
419, 431, 436, 587, 619,
627, 631, 644, 650, 651,
672, 681, 747, 755, 756,
766, 767, 772, 778
Fars dili, 2, 9, 14, 36, 37, 44, 45,
47, 100, 117, 118, 124, 138,
381, 385
Fars edebiyatı, 13, 379
Fars iiri, 4, 26, 37, 38, 45, 98,
117, 380
Farsça, 3, 4, 5, 6, 7, 9, 13, 14, 15,
16, 27, 28, 29, 30, 31, 32,
36, 37, 38, 39, 41, 42, 43,
45, 46, 47, 48, 49, 50, 51,
52, 53, 55, 56, 57, 58, 60,
61, 69, 82, 84, 85, 98, 100,
102, 103, 104, 107, 108,
110, 115, 118, 123, 125,
126, 128, 130, 131, 132,
133, 134, 137, 138, 140,
141, 143, 144, 147, 148,
149, 150, 153, 155, 156,
157, 160, 161, 183, 185,
187, 191, 192, 193, 194,
195, 196, 197, 198, 201,
203, 207, 208, 210, 211,
217, 218, 219, 220, 224,
253, 254, 255, 257, 261,
262, 264, 266, 269, 271,
272, 273, 274, 275, 277,
278, 280, 281, 282, 283,
284, 286, 288, 289, 290,
292, 293, 294, 295, 296,
297, 298, 299, 301, 303,
304, 305, 307, 313, 315,
316, 317, 320, 323, 325,
326, 337, 340, 345, 350,
352, 355, 356, 357, 359,
360, 362, 363, 365, 366,
367, 368, 370, 371, 372,
373, 374, 379, 381, 383,
384, 385, 386, 387, 399,
400, 403, 404, 405, 406,
408, 410, 411, 412, 414,
416, 419, 420, 422, 423,
425, 426, 428, 429, 430,
433, 469, 492, 506, 509,
510, 517, 529, 534, 537,
540, 542, 568, 584, 597,
603, 605, 608, 616, 618,
619, 620, 621, 622, 623,
624, 629, 631, 633, 643,
644, 657, 658, 667, 675,
684, 722, 744, 747, 748,
749, 751, 759, 760, 766,
772, 776, 778, 779, 782, 784
Farsça Dîvân, 144, 187, 316, 404
Farsça Sâkî-nâme, 618, 675
Farsça iir, 4, 9, 13, 16, 28, 36,
37, 39, 41, 45, 47, 49, 50,
51, 53, 55, 56, 57, 84, 104,
107, 124, 143, 149, 157,
271, 275, 278, 281, 379,
385, 399, 400, 401, 426
Fas, 349
Fasl-ı Ferhâd, 640
Faslü'l-hitâb, 369
Fâtih, 7, 50, 52, 55, 331, 373,
409, 410, 412, 422, 500,
561, 657, 687, 745, 746,
747, 756, 757, 763
Fâtih Sultân Mehmed, 7, 50, 55,
331, 373, 422, 500, 745
Fâtiha Sûresi Tefsiri, 336
Fatma Bacı, 334, 351, 750
Fazîlet-i Savm, 617, 662
Fazîlet-i Savm-ı ehr-i Ramazân,
617
Fazîlet-nâme, 615, 648
Fazlî, 173, 478, 561, 577, 615,
646, 650, 679, 760, 777, 789
Fedâî Dede, 572
Fedâyî, 174, 574, 616, 682, 781
Fehîm-i Kadîm, 616
Fehmî, 208, 395, 398, 407, 427,
643, 765
806
805
Felek-nâme, 53, 305, 572, 644,
689, 701, 768
Fenârî ems, 427
Fenâyî, 172, 187, 561
Fennî, 617, 679, 683
Fenn-i Bedî', 456, 774
Fenniye-i E’âr, 687
Ferah-nâme, 326, 553, 570, 579,
608, 609, 633, 634, 652,
678, 682, 762, 781
Ferâlâvî, 16
Ferâmurz, 76
Ferhâd u îrîn, 186, 415, 576,
611, 629, 658, 660, 667,
759, 772
Ferhâd-nâme, 415, 614
Ferheng-i Amîd, 30, 747
Ferheng-i Fârsî, 30, 774
Ferheng-i Ziyâ, 30, 782
Ferheng-nâme-i Sa'dî, 311, 312,
364, 552, 555, 562, 573,
585, 620, 643, 652, 670,
673, 682, 767, 768, 770
Ferheng-nâme-i i’rî, 59
Ferîdî, 407, 561
Feridun, 75, 77, 79, 82, 83, 120,
122, 298, 562, 697, 760
Ferîdûn Hüseyin Mîrzâ, 179
Ferîdüddîn-i Attâr, 304, 324, 369,
561
Ferruhî, 4, 5, 9, 26, 33, 35, 36,
37, 38, 43, 48, 63, 64, 66,
67, 68, 71, 73, 74, 76, 77,
79, 82, 84, 89, 90, 117, 120,
121, 124, 154, 162, 180,
182, 382
Ferruhî-i Gürgânî, 33
Ferruhî-i Sîstânî, 37, 117
Ferûdûn b. Ahmed, 263
Feth-i nebahtı ve Moton, 613
Feth-i Kal’a-i Selâsil, 673
Feth-i Mısır, 396
Fethu Miftâhi’l-Gayb, 531
Fethu’l-fettâh, 615
Fethullah-i Kâtib, 395
Fethullâh-i Kâtib, 407
Fetih-nâme-i Abbâs-ı Nâmdâr,
207
Fetih-nâme-i Sefer-i Sigetvar.,
615
Fetih-nâme-i Sultân Mehmed,
613
Fevâ’idü’l-kiber, 186
Feyzî, 173, 181, 209, 554, 559,
561, 564, 571, 573, 577,
585, 586, 596, 616, 626,
631, 639, 648, 652, 681,
684, 780, 783
Feyzî Çelebi, 577, 648, 652, 684,
783
Fezâ’ilü’l-etrâk, 85
Figânî, 173, 174, 178, 182, 615
Figârî, 209
Fîhi Mâ Fîh, 263, 290, 761, 769
Filibe, 403
Firâset-nâme, 722
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
Firdevsî, 31, 37, 39, 43, 56, 63,
70, 75, 81, 82, 84, 87, 117,
118, 119, 121, 122, 154,
180, 218, 251, 276, 303,
319, 322, 365, 366, 427,
587, 612, 613, 615, 657,
658, 695, 747, 748, 760, 779
Firdevsî-i Rumî, 613, 722
Firdevsî-i Tûsî, 31, 37, 56, 117,
320
Firkat-nâme, 405, 560, 573, 635,
762
Fîrûz-i Marıkî, 16
Firûznâme, 666
Fîrûz-nâme, 617
Franklar, 254
Fransızca, 42, 433, 434, 758
Fuad Köprülü, 102, 136, 139,
286, 301, 302, 309, 408,
531, 750, 782
Fustâtü’l-adâle
fî-Kavâidi’ssaltana, 263
Fusûl-i Erba’a, 191
Fusûsü’l-hikem ve Husûsü’lkilem, 263
Fuzûlî, 28, 51, 52, 109, 126, 128,
210, 220, 388, 438, 440,
441, 465, 467, 474, 475,
476, 478, 479, 485, 486,
487, 489, 490, 491, 492,
494, 495, 559, 561, 565,
568, 576, 578, 587, 595,
596, 615, 619, 620, 621,
628, 632, 638, 639, 640,
641, 643, 644, 645, 649,
650, 653, 654, 655, 658,
659, 662, 666, 667, 671,
673, 674, 677, 679, 682,
683, 686, 687, 688, 689,
690, 695, 696, 744, 745,
751, 755, 757, 760, 765,
773, 776
Fuzûlî Dîvânı, 128, 744
Fükûk, 263
Fürkat-nâme, 308, 610, 613, 669,
676, 694
Fürûî, 182
Fütûhât-ı Selîm Han, 615
Fütûhatü’s-Selîmiyye, 615
Fütûhî Hüseyin Çelebi, 615, 626
Fütüvvetnâme, 53, 298, 305
Fütüvvet-nâme, 266
Fütüvvet-nâme, 572
Fütüvvet-nâme, 617
Fütüvvet-nâme, 639
Fütüvvet-nâme, 698
Fütüvvet-nâme, 702
Fütüvvet-nâme, 759
Fütüvvet-nâme-i Esrâr, 566
Füzûnî, 665
Gabor Bethlen, 369
Galata, 413, 418, 420
Gam-nâme, 616
Gamze vü Dil, 554, 573, 616
Ganî-zâde Nâdirî, 571, 632
Garâ’ibü’s-sıgar, 186
Garâ'ibü's-sıgar, 126
Garîbî, 407
Garîb-nâme, 290, 298, 306, 307,
559, 568, 572, 580, 599,
608, 626, 627, 630, 631,
634, 649, 662, 669, 674,
678, 682, 686, 692, 693,
697, 748
Gavriye, 570, 630, 636, 786
Gayret-nâme, 614, 688
Gayyûrî, 209
Gazâirî, 19, 20, 34, 117
Gazâlî, 210, 273, 352, 408, 646
Gazâlî-i Mehedî, 210
Gazan Han, 280, 305, 345
Gazâ-nâme-i Çehrin, 616, 642,
787
Gazâ-nâme-i Rûm, 613
Gazavât-ı
‘Aremrem
bin
Musallat, 673
Gazavât-ı Resulullah, 321
Gazavât-ı Resûlullah, 608
Gazavât-ı Seyyid Battal Gazi,
617
Gazavât-ı Sultân Murâd, 565,
613, 789
Gazavât-ı Sultân Murâd bni
Muhammed, 565, 789
Gazavât-ı Sultan Murad bni
Muhammed Han, 663, 755
Gazavât-nâme, 397, 424, 554,
613, 772
Gazâvâtü’n-nebî, 614
Gazâyirî, 36
Gazi Giray Han, 209
Gazne, 32, 34, 39, 40, 48, 81, 92,
121, 139, 313, 365, 770
Gazneli Mahmûd, 2, 28, 34, 36,
37, 39, 40, 44, 46, 47, 85,
87, 88, 89, 91, 92, 93, 94,
117, 118, 119, 125, 133,
137, 139, 140, 141, 281,
309, 382, 602, 774
Gazneli Sultân Mahmûd, 44, 381
Gazneliler, 2, 3, 5, 27, 28, 35, 37,
38, 42, 43, 44, 45, 66, 70,
79, 88, 92, 93, 94, 115, 117,
119, 121, 124, 132, 137,
139, 140, 141, 251, 278,
282, 381, 382, 755, 767,
776, 777, 778, 787
Gazneyn, 64
Gazzâlî, 331, 396
Gelibolu ehr-engîz, 584
Gelibolu ehrengizi, 615, 616,
656, 745
Gelibolulu Âlî, 126, 550, 553,
554, 577, 578, 580, 584,
587, 597, 614, 615, 638,
656, 745
Gelibolulu Muhyiddîn, 289
Gelibolulu Mustafa Surûrî, 432
Gelibolulu Sun’î, 111
Gelibolulu Sun'î, 475, 478, 787
Gelibolulu Vecihî, 616
Gelibolulu Za’îfî, 613, 634
Genceli Nizâmî, 31
807
806
Genc-i Esrâr-ı Ma’nî, 551, 572,
649, 788
Genc-i Leâl, 617
Gencîne-i ’câz, 571, 627, 751
Gencîne-i Râz, 552, 557, 579,
614, 634
Gerdizî, 88
Germiyan Beyi II. Ya’kûb, 315,
361
Germiyan Beyi Süleymân âh,
313, 323, 360
Germiyan Beylii, 311, 323
Germiyanoulları, 318, 355, 360,
361, 362, 787
Gerâsb-nâme, 20
Gevrekzâde Hâfız Hasan, 722
Gıyâseddîn I. Keyhüsrev, 340
Gıyâseddîn Keyhüsrev, 258, 264,
272, 281, 340, 341, 352
Gıyâsuddîn-i Sabbâg, 181
Gıyâsüddîn Muhammed, 192
Gibb, 9, 101, 102, 103, 114, 267,
296, 317, 386, 403, 405,
414, 417, 421, 486, 623
Gîlân, 205
Gîlânah, 361
Giritli Salacıolu Mustafa, 618,
648
Göktürk, 1, 134, 135
Gubârî, 52, 53, 172, 562, 572,
576, 614, 615, 625, 627,
666, 671
Gubârî Abdurrahmân, 576, 614
Gulâbî, 33
Gulâmhuseyn-i Yûsufî, 84
Gunyetü’l-fukahâ, 263
Gunyetü’l-kâtib ve Münyetü’ttâlib, 263, 759
Gurbetî, 571
Gurlular, 95
Gûy u Çevgân, 415, 578, 635,
648, 651, 652, 684, 761,
771, 784
Guz, 70, 140, 141
Guzîde-i Dâstânhâ-yi Mesnevî,
643
Güftî, 568, 571, 574, 577, 579,
636, 649, 788
Güftî Alî, 577, 579
Güher-rîz, 618
gül, 25, 29, 30, 31, 61, 65, 108,
113, 133, 163, 164, 212,
214, 222, 225, 228, 234,
236, 237, 238, 239, 241,
302, 306, 358, 421, 449,
450, 463, 464, 465, 466,
467, 468, 469, 470, 471,
472, 473, 474, 475, 476,
477, 478, 479, 480, 481,
482, 483, 492, 593, 594, 602
Gül ü Bülbül, 577, 615, 625, 630,
637, 642, 646, 650, 679,
689, 743, 751, 760, 777, 789
Gül ü Bülbül-i Fazlî, 642
Gül ü Hüsrev, 324, 363, 577, 609,
612, 637, 679, 694, 772,
776, 788
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Gül ü Nevrûz, 578, 612, 615, 628,
639, 664, 670, 764
Gülhanî, 177, 182
Gül-i Sad-berg, 405, 417, 565,
570, 580, 602, 614, 617,
629, 656, 659, 665, 666,
749, 752, 759
Gül-i Sad-berg-i bî-Hâr, 405
Gülistân, 56, 123, 128, 159, 304,
372, 375, 414, 422, 573,
599, 620, 627, 630, 672,
673, 734, 761, 766, 767,
777, 789
Gülistan Tercümesi, 372
Gülistân’ın Manzum ve lâveli
Tercümesi, 372
Gülistân-ı emâil, 630, 761
Gülehrî, 49, 53, 285, 304, 305,
313, 361, 374, 384, 557,
562, 572, 573, 608, 619,
628, 642, 643, 644, 647,
649, 651, 662, 670, 681,
688, 689, 690, 691, 693,
697, 700, 702, 733, 734,
735, 736, 737, 738, 739,
742, 754, 767, 768, 772,
774, 777, 780, 782, 788
Gülen-âbâd, 572, 614, 637, 655,
690, 781
Gülen-i Ak, 573, 618, 643, 673,
695, 768, 779
Gülen-i Dâni, 618
Gülen-i Ebrâr, 628
Gülen-i Efkâr, 573, 616, 781
Gülen-i Envâr, 472, 552, 555,
556, 557, 558, 580, 586,
614, 629, 631, 757, 787
Gülen-i Esrâr, 53, 614, 634, 782
Gülen-i Hurremî, 566, 578, 618
Gülen-i Niyâz, 616, 627, 640,
643, 692
Gülen-i Râz Tercümesi, 369,
620, 636, 673, 758, 767, 786
Gülen-i Saruhânî, 52, 53
Gülen-i Sî-murg, 572, 614, 625
Gülen-i Tevhîd, 614, 642, 647,
666, 781
Gülen-i uâk, 565
Gülen-i Vahdet, 554, 572, 614,
628, 644, 650, 781
Gülen-nâme, 304, 374, 649, 788
Gülzâr-ı Ak, 648, 696
Gülzâr-ı Ma’nevî, 630, 632, 643
Gümü-Tigin Ahmed Gazi, 269
Gümütigin Melik Ahmed Gazi,
345
Günay Kut, 144, 301, 303, 423,
513, 650, 662, 668, 669,
673, 675, 680
Güvâhî, 398, 408, 559, 562, 573,
578, 614, 629, 642, 679, 777
Habîb, 106, 161, 171, 408
Habîbî-i Berguâdî, 408
Hâbiyye, 552, 556, 561, 650, 789
Hâce Abdullah-i Ensârî, 44, 382
Hâce Bahâuddîn-i Nakibendî,
561
Hâce mam Burhan, 96
Hâce mam Fahreddîn-i Kûff, 96
Hâce Tabîb Buharî, 58
Hacı Bayram-ı Velî, 318, 362,
369, 499, 502
Hacı Bekta’ın Nasihatleri, 336
Hacı Bekta-ı Velî, 263, 290,
302, 335, 762
Hacı Mustafaoglu, 571
Hacı Paa, 363, 777
Hâcû-yi Kirmânî, 370, 371, 579,
587
Hadâiku's-sihr, 432, 433, 453,
787
Hadâiku's-sihr fî Dakâ'iki'-i'r,
432
Hâdî, 659
Hadîdî, 549, 615, 646
Hadikatü's-süeda, 637
Hadîs-i Erba’în, 632, 762
Hâfız, 4, 8, 21, 22, 23, 24, 25, 28,
51, 56, 60, 61, 62, 63, 66,
69, 70, 123, 124, 125, 126,
127, 128, 152, 154, 166,
168, 174, 175, 180, 181,
193, 195, 198, 199, 200,
201, 203, 206, 218, 318,
372, 380, 399, 408, 574,
585, 613, 617, 640, 722,
745, 758, 759, 762, 767,
773, 775, 778, 788
Hâfız Abdullâh b. Halîl b. Alî,
617
Hâfız Alî, 168, 180
Hâfız Alî-i Câmî, 168
Hâfız Celâlüddîn-i Mahmûd, 175
Hâfız Dîvânı, 123, 126, 127, 128
Hâfız Dîvanı erhi, 127
Hâfız Halîl, 613
Hâfız Muhammed Sultân âh,
175
Hâfız Penâhî, 152, 180
Hâfız Sa’d, 166
Hâfız Sultân Alî-i Obahî, 180
Hâfız Yârî, 168
Hâfız-ı Acem, 408, 745, 759
Hâfız-ı erbetî, 174
Hâfız-ı îrâzî, 193, 195
Hafî, 635, 652
Hafîzüddîn
Muhammed
elBezzâzî, 373
Hakan-ı Sa‘îd âhruh Mîrzâ, 178
Hakanî, 3, 4, 5, 21, 30, 36, 38,
43, 48, 61, 124, 129, 154,
190, 191, 382, 407, 552,
559, 570, 571, 579, 614,
632, 642, 644, 652, 676,
688, 762, 768
Hakanî Türkçesi, 3, 129
Hakanî-i îrvânî, 21, 124
Hakaniye Türkçesi, 283
Hakî Efendi, 615
Hâkî Mustafa Üsküdârî, 617
Hakîm, 37, 57, 117, 143, 154,
156, 179, 180, 209, 760, 780
Hakîm Enverî, 179
Hakîm Erzakî, 154, 179
808
807
Hakîm Esîrüddîn-i Ebherî, 179
Hakîm âh Muhammed bin
Mubârek-i Kazvînî, 57, 143
Hakîm-i Senâ’î, 37, 117
Hakîrî, 173, 178, 576, 619
Hâlât-ı Pehlevân Muhammed,
186
Hâlât-ı Seyyid Hasan-ı Erdîr,
186
Halîfe, 513, 576, 614, 619, 676,
772
Halife Hiâm bin Abdülmelik, 14
Halîl Sultân, 179
Halîlî, 405, 559, 560, 569, 573,
610, 613, 635, 647
Halîl-nâme, 367, 559, 613
Halim Baki Kunter, 501
Halîmî, 399, 409, 561
Halimî Çelebi, 397
Halkî-i Buhârî, 181
Hallâc-ı Mansûr, 329, 336, 440
Halluh, 64, 68
Hallü Mükilât, 369
Halûk pekten, 144, 210, 211,
394, 395, 398, 399, 413,
655, 658, 673, 744
Hamdî, 110, 111, 161, 422, 426,
501, 552, 553, 555, 556,
557, 558, 559, 562, 564,
565, 575, 576, 581, 582,
583, 585, 587, 591, 593,
611, 612, 619, 620, 627,
628, 633, 645, 646, 663,
668, 672, 677, 679, 681,
682, 683, 689, 766, 772, 777
Hamdî Baba, 501
Hamdullâh Hamdî, 109, 110,
111, 551, 556, 571, 574,
591, 593, 628, 659, 749, 755
Hamid Baba, 501
Hâmidî, 52, 53, 405, 576, 631,
641, 659, 674, 749, 753, 759
Hamse, 31, 160, 421, 619, 626,
638, 644, 645, 654, 657,
659, 661, 665, 675, 683,
685, 769, 775
Hamsetü’l-mütehayyirîn, 186
Hamû-nâme, 325
Hâmû-nâme, 53, 609, 651, 667,
759
Han Ahmed Pâdiâh, 209
Han Mîrzâ, 209
Hanefî mezhebi, 529
Hanzala-i Bâdgîsi, 16
Haraççı Hüsâm, 407
Harezm, 40, 42, 135, 317, 329,
784
Harezm Türkçesi, 135, 784
Hârezmî, 609
Hârezmahlar, 28, 332
Harîmî, 156, 168, 171, 561, 576,
611, 614
Harîmî-i Kalender, 156, 168
Harizmah, 80
Har-nâme, 319, 362, 654, 663,
675, 684, 755, 770, 773
Harput, 343, 348
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
Harran, 347, 625, 632, 635, 744
Hasan Alî, 172, 176
Hasan Aynî, 618
Hasan b. Abdü’l-mü’min-i Hoyî,
263
Hasan Big ükroglı, 210
Hasan Bura Han, 37, 132
Hasan Can, 393, 398
Hasan Çelebi, 361, 403, 404, 405,
406, 407, 408, 409, 410,
411, 412, 413, 414, 416,
417, 418, 419, 420, 421,
422, 423, 424, 425, 426,
427, 428, 429, 430
Hasan Dâni Be, 669
Hasan Nâdir Efendi, 629
Hasan Rızâyî, 617
Hasan Ziyâ'î, 481, 669, 762
Hasan-ı Dihlevî, 154, 193, 197,
203
Hasanü'l-ükrî, 666
Hasb-ı Hâl, 633
Hasbıhal, 579
Hasbihal-i Safi, 638, 650, 651
Hasbihâl-nâme, 53
Hasîb, 617
Hasibe Mazıolu, 7, 384, 651,
654, 655, 665, 670, 671,
673, 743, 764, 768
Hassân, 367, 407, 609, 612, 753
Hâimî, 166, 171, 182, 211, 409,
561, 577, 614, 629
Hâimî-i Acem, 409
Hatâ, 64, 65
Hatâî, 52, 220, 400, 576, 614
Hatâyî-i Tebrizî, 629
Hâtem, 23, 74, 159, 423, 699
Hâtemî, 178, 409
Hâtem-i Tâyî, 159, 423, 699
Hatîb-i Dımıkî, 432
Hatîbolu, 302, 367, 555, 556
Hâtifî, 170, 614, 670
hâtime, 155, 281, 584, 585, 586,
587, 588, 602, 603
Hâverî, 162, 163, 169, 403
Hay b. Yakzan, 331
Hayâl u Yâr, 638
Hayâlî, 166, 394, 395, 397, 410,
411, 441, 469, 471, 572,
611, 612, 627, 644, 769, 783
Hayâlî Abdulvehhâb Çelebi, 398
Hayâl-i Behcet-âbâd, 617, 627
Hayâlî Bey, 441, 469, 471
Hayâlî Çelebi, 394, 395
Hayâtî, 561, 576, 677
Hayâtü’l-hayvân, 396
Hayber, 74, 75, 120, 559
Haydar, 8, 168, 176, 182, 205,
210, 447, 528, 620, 630,
656, 660, 666, 669, 672,
675, 757
Haydar Kelîc, 210
Haydar Tilbe, 630
Haydarîlik, 335
Haydariye, 327
Hayr-âbâd, 112, 578, 616, 636,
775
Hayret Mehmed Efendi, 618, 633
Hayretî, 128, 181, 468, 561, 615,
662
Hayretî Dîvânı, 128
Hayretü 'l-ukalâ, 315
Hayretü’l-ebrâr, 186, 561
Hayrî-nâme, 660, 661, 665, 676
Hayriyye-i Nâbî, 550, 562, 643,
645, 677, 775
Hayrü’l-lügat, 618
Hayyâm, 29, 743
Hazer, 70, 520
Hazînî, 172, 210, 570, 579
Hecr-nâme, 405, 553, 577, 578,
615, 659, 749
Heft-hvân, 554, 557, 558, 565,
578, 585, 587, 588, 590,
643, 775
Heft-manzar, 615
Heft-peyker, 578, 583, 612, 615,
664, 669, 676, 751, 765, 771
Heft-Peyker, 57, 629
Heftrengî, 181
Heft-seyyâre, 617
Hekîm Bereket, 357
Hekim Mahmûd-ı Engüriyeî, 264
Hekim ah Kazvînî, 396
Hemedan, 205
Hemedanlı Fâ’izî, 206
Herat, 15, 44, 57, 64, 121, 143,
144, 147, 159, 201, 319,
382, 423, 427
Hersek-zâde Ahmet Paa, 398
Het-Behit, 144, 412, 423, 614,
627, 780
Hevâî Abdürrahman, 576
Hevâî Mustafa, 576, 614
Hevâyî, 169, 537, 614, 616
Heves-nâme, 405, 556, 578, 589,
595, 610, 613, 626, 647,
682, 694, 748, 781
Heyâkilü’n-nûr, 261
Hıtâ, 64, 70, 139
Hızâne-i Âmire, 218
Hızır Bey, 367
Hızır bin brâhîm Han, 34, 133
Hızır Han bin brâhîm, 35, 37
Hızrî, 126, 173, 410, 627
Hicaz, 28, 55, 68, 95, 288, 401
Hicret-nâme, 571, 775
Hicretü’n-nebî, 568, 617, 663,
755
Hidâye ve Vikâye Tercümesi, 368
Hikâye, 307, 322, 362, 608, 627,
641, 642, 648, 658, 660,
669, 677, 686, 688, 772
Hikâye-i Delletü’l-Muhtel, 608
Hikâye-i Leylâ vü Mecnûn, 641
Hikâye-i Manzûme-i âh u Gedâ,
648
Hikâyet-i Ahmed ü Mahmûd, 430
Hikâyet-i Ebû Derdâ ve Hatun,
667
Hikmet, 52, 107, 130, 161, 190,
210, 211, 301, 303, 316,
370, 426, 626, 633, 634,
809
808
641, 650, 651, 663, 665,
667, 670, 692, 693, 743,
746, 759, 763, 777, 788
Hikmet laydın, 301, 303
Hikmet-nâme, 626, 634, 692, 763
Hikmetü’l-irâk, 261, 331
Hilâlî, 72, 149, 171, 411, 615
Hilmî, 267, 550, 557, 559, 560,
563, 565, 584, 586, 588,
616, 645, 690
Hilye-i Aere-i Mübeere, 571,
616, 757
Hilye-i Çâryâr-i Güzîn, 639, 753
Hilye-i Çihâr-yâr-ı Güzîn, 616
Hilye-i Çihâr-yâr-i Güzîn, 571,
753
Hilye-i Enbiyâ, 571, 616, 631,
645, 671, 682, 775
Hilye-i Fahr-i Âlem, 641
Hilye-i
Hasaneyni’l-ahseneyn,
571, 617, 786
Hilye-i Hazret-i Mevlânâ, 617,
668, 752
Hilye-i Mevlânâ, 666
Hilye-i Sa’âdet, 614
Hilye-i Saadet, 552, 559, 646,
762
Hilyetü’l-envâr, 617
Himmetzâde Abdî, 571, 627, 751
Hind, 14, 28, 34, 40, 45, 48, 55,
94, 141, 217, 223, 244, 371,
396, 401, 744
Hindistan, 29, 34, 36, 40, 58, 67,
76, 79, 80, 86, 88, 91, 92,
93, 96, 104, 114, 141, 197,
217, 218, 278, 279, 281,
330, 347, 406, 743, 751,
752, 753, 776, 777
Hint, 1, 29, 66
History of Ottoman Poetry, 101
Hoca Dehhânî, 303, 313, 361,
770
Hoca Mes'ûd, 311, 312, 313, 361,
364, 365, 552, 555, 573,
620, 644, 652, 767, 770
Hoca Sadettin Efendi, 51, 394,
397, 399, 400, 405, 412,
497, 502, 504, 505, 507,
528, 529, 530
Hodaynamek, 118
Hodgson, 39, 85
Horasan, 2, 4, 6, 14, 15, 17, 32,
34, 42, 44, 54, 57, 64, 72,
78, 79, 87, 95, 96, 104, 114,
143, 147, 151, 153, 157,
161, 201, 249, 278, 284,
290, 301, 302, 332, 335,
336, 344, 345, 357, 381,
383, 393, 401, 426
Ho-edâ, 617
Ho-tab‘ Bâlî, 210
Hûbân-nâme, 617, 640
Hubbî Aye Kadın, 615
Hubey b. brâhîm et-Tiflisî, 367,
482
Hubey b. brâhîm-i Tiflisî, 345,
349
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Hubey-i Tiflisî, 344
Hulâsa der-lm-i Tıb, 287, 357
Hulâsatu’lahvâl der Letâfet-i
Mevâ’iz-i Sahîhu’l-hâl, 615
Hulviyyât-ı âhî, 367
Hun, 1, 26
Hurîd ü Ferahâd, 323, 360, 608,
609, 638, 659
Hurîd-nâme, 323, 360, 512, 513,
556, 557, 559, 564, 577,
583, 584, 596, 599, 609,
626, 638, 653, 659, 749
Husâmî-i Vâ‘iz, 180
Huten, 63, 64, 70, 71, 139, 140
Huteybe, 17
Huzûrî, 209, 411, 572, 614
Hülâsatu’t-tıb, 366
Hümâ vü Hümâyûn, 370, 512,
577, 612, 670, 676, 763
Hümâî-i Semerkandî, 181
Hümâm, 180
Hümâyûn Mîrzâ, 152, 183
Hümâyûn Pâdiâh, 209
Hünkâr-nâme, 53, 613, 657, 747
Hür-zâd ile Peri-nejâd, 49, 264
Hür-zâd u Peri-nejâd, 53
Hüsâmeddîn, 35, 253, 269, 272,
278, 432, 754
Hüsameddîn Sâlâr, 252, 267
Hüsamettin Erdem, 329
Hüseyin Alî-i Celâyir, 176
Hüseyin bin Ahmed, 118
Hüseyin Hilâtî, 347
Hüseyin evket, 399
Hüseyin Vassâf, 642, 648, 696
Hüseynî, 319, 562, 570
Hüseyn-i Baykara, 193, 196, 199,
203, 758
Hüseyn-i Kefevî, 128
Hüsn ü Ak, 112, 554, 555, 557,
558, 561, 562, 565, 573,
586, 617, 619, 621, 628,
633, 636, 640, 641, 644,
645, 647, 650, 651, 652,
655, 656, 659, 664, 665,
666, 668, 669, 674, 675,
687, 690, 696, 698, 757,
782, 788
Hüsn ü Dil, 403, 415, 416, 551,
557, 559, 560, 578, 585,
587, 615, 644, 675, 680,
769, 788
Hüsrev ü îrîn, 56, 69, 109, 111,
112, 319, 322, 323, 362,
365, 366, 370, 403, 405,
430, 513, 528, 549, 554,
555, 561, 563, 564, 565,
566, 568, 569, 575, 576,
581, 582, 585, 594, 608,
609, 611, 614, 616, 620,
628, 631, 642, 651, 652,
659, 663, 665, 667, 669,
672, 673, 675, 676, 679,
681, 684, 695, 753, 757,
759, 760, 762, 766, 767, 769
Hüsrev-i Dihlevî, 9, 62, 141, 154,
160, 188, 189, 193, 194,
195, 201, 203, 561, 579,
619, 774, 785
Hüsrev-nâme, 324, 363
Hvâce ‘mâd, 177
Hvâce Abdullâh-ı Sadr, 176
Hvâce Ahmed-i Mücellid, 169
Hvâce Alâüddîn, 177
Hvâce Behâ’üddîn, 180
Hvâce Ebû shâk, 168
Hvâce Ebû Nasr, 176
Hvâce Ebû Sa‘îd, 176
Hvâce Ebû Tâhir, 176
Hvâce Ebu’l-kâsım, 180
Hvâce Efdal, 177, 209
Hvâce Efdal-i Terke, 209
Hvâce Evhad-i Müstevfî, 167
Hvâce Eyyûb, 180, 181
Hvâce Fazlullâh, 167, 177
Hvâce Fazlullâh Ebu’l-leysî, 167
Hvâce Habîbu’llâh-i Terke, 209
Hvâce Habîbullâh, 151
Hvâce Hâfız Ahmed, 181
Hvâce Hâfız Mîr, 180
Hvâce Hâfızî, 181
Hvâce Hasan Hızır âh, 168
Hvâce Hâim, 181
Hvâce Hâimî, 180
Hvâce Hord, 150, 177
Hvâce Huseyn-i Senâ’î, 210
Hvâce Hüseyin-i Kîrengî, 176
Hvâce Hüsrev, 177
Hvâce Hvâvend, 177
Hvâce smet, 166
Hvâce smetullâh, 166
Hvâce Kelân-ı Bezzâz, 173
Hvâce Kemâlüddîn-i Hüseyin,
176
Hvâce Kemâlüddîn-i Ûdî, 174
Hvâce Kutbuddîn, 176
Hvâce Kutbuddîn Ahmed, 176
Hvâce Mahmûd, 176
Hvâce Maksûd-ı Kâzerûnî, 178
Hvâce Mansûr, 173
Hvâce Mes‘ûd, 168, 178
Hvâce Mes‘ûd-ı Kûmî, 168
Hvâce Mîrek, 152, 183
Hvâce Muhammed-i Ketf, 181
Hvâce Mûsâ, 171
Hvâce Muzaffer-i Mi‘mâr, 178
Hvâce Mü’eyyed Dîvâne, 168
810
809
Hvâce Mü’eyyed Mehne, 168
Hvâce Müseyyeb, 169
Hvâce Nasîruddîn-i Tûsî, 179
Hvâce Sultân Muhammed, 175
Hvâce Tâhir Muhammed, 181
Hvâce Yahyâ, 176
Hvâce Yûsuf Burhân, 169
Hvâce Yûsuf-ı Mehne, 176
Hvâcû Kirmân, 154
Hvâcû Kirmânî, 180
Hz. Âdem, 86, 501
Hz. Aie, 87
Hz. Ali, 159, 286, 321, 336, 416,
498, 559, 574, 607, 612,
623, 755
Hz. Alî, 558, 559, 560
Hz. Ebû Bekir, 420, 558, 559,
612
Hz. Hamza, 559, 560, 602, 605
Hz. Hasan, 559, 560, 602, 605
Hz. Hüseyin, 559, 560
Hz. sa, 336
Hz. Mariye, 322
Hz. Muhammed, 86, 270, 322,
409, 522, 557, 558, 559,
560, 562, 571, 574, 607,
611, 612
Hz. Nuh, 83
Hz. Osmân, 558
Hz. Ömer, 558, 559, 612
Hz. Peygamber, 91, 92, 111, 270,
275, 281, 321, 322, 325,
351, 371, 426, 463, 464,
465, 466, 492, 498, 505,
528, 543, 556, 557, 558,
559, 560, 608, 674, 699,
727, 728, 729, 785
I. Alâeddîn Keykubâd, 49, 332,
333, 341, 343, 370
I. Bâyezîd, 323
I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, 49,
252, 257, 264, 271, 333,
340, 341
I. zzeddîn Keykâvus, 253, 254,
257, 264, 275, 276, 278,
281, 341, 348
I. Süleymân Paa, 366
II. Bâyezîd, 7, 395, 396, 397,
404, 406, 407, 408, 409,
412, 414, 418, 420, 422,
429, 501, 502, 503, 504,
513, 561, 722, 727, 751
II. Gıyâseddîn Keyhüsrev, 258,
278, 341
II. zzeddîn Keykâvus, 258, 278,
367
II. Keykâvus, 276, 277
II. Kılıç Arslan, 261
II. Murâd, 50, 304, 317, 318, 332,
362, 367, 368, 369, 370,
371, 372, 373, 374, 561,
619, 685
II. Rükneddîn Süleymân, 49, 271
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
III. Murâd, 52, 56, 359, 395, 562
III. Murat, 385
Irak, 2, 5, 14, 44, 48, 55, 64, 72,
78, 86, 95, 96, 159, 201,
205, 280, 288, 381, 383,
391, 401
Irakeyn, 95, 391, 407
Istılâhât-ı Edebiye, 454
Istılâhâtü'-i'riyye, 432, 784
Ik-nâme, 323, 565, 577, 585, 608,
609, 614, 649, 652, 654,
679, 689, 789
bn Arabî, 263, 282, 300, 330
bn Bîbî, 35, 49, 53, 85, 251, 252,
253, 254, 259, 264, 268,
269, 271, 272, 273, 274,
275, 276, 277, 278, 282,
331, 343, 348, 352, 355,
356, 371
bn Fellûs, 346
bn Hâim, 347
bn Haldun, 105
bn Hallikân, 88, 345
bn Makula, 256, 340
bn Mukaffâ, 118
bn Tagribirdî, 400, 414
bn Tufeyl, 331
bn-i Arabî, 266, 273, 328, 329
bni Baytar, 363
bn-i Hatîb-i Gencei, 180
bn-i Îsî-i Saruhanî, 570
bn-i Kemâl, 398, 785
bn-i La‘lî, 168
bn-i Lablab, 350
bni Muhnef Lutolu, 366
bn-i Sinâ, 721
bn-i Sînâ, 187, 347, 775, 779
bn-i Sirin, 482
bnü Reîku'l-kayravânî, 431
bnü’l-baytar, 349
bnü’l-Baytar, 350
bnü’l-cevzî, 341
bnü’l-esîr, 88, 257, 341, 343
bnü’l-Esîr, 259, 260
bnü’l-Kemâl, 260, 269, 340, 351
bnü'l-mu'tezz, 431
brâhîm, 34, 52, 53, 130, 132,
133, 162, 174, 177, 179,
209, 261, 269, 322, 336,
345, 347, 349, 350, 366,
367, 370, 411, 412, 419,
470, 482, 501, 509, 512,
532, 552, 554, 556, 571,
572, 574, 579, 600, 601,
607, 608, 614, 615, 617,
630, 634, 639, 644, 647,
664, 674, 722, 749, 753,
763, 764, 769, 782
brâhîm b. Abdullah, 347
brahim b. Edhem Kıssası, 639
brâhîm Beg, 572, 630, 763
brâhîm Bey, 366, 370
brahim bin Bâlî, 574
brâhîm Gülenî, 53, 411
brâhîm Han, 130
brahim bn-i Bâlî, 626, 634, 692
brâhîm Muhammed Halîl, 177
brâhîm Paa, 162, 419, 470, 532
brâhîm Tennûrî, 630
brâhîm-i Gülenî, 52, 614
brâhîm-i Sânî, 336
branice, 305
bret-nümâ, 415, 560, 614, 628,
629, 691, 781
btidâ-nâme, 53, 266, 296, 641,
677, 761, 781
dris Bey, 576
dris Hoca, 336
drîs-i Bidlîsî, 53, 397, 412
htiyârât
min-Mecma’i’rrubâ’iyyât, 264, 274
htiyarât-ı Muzafferî, 343
hyâ-yı Dil, 671
kbâl-nâme, 612
ladus, 721
lâhî, 8, 52, 412, 476, 507, 517,
572, 599, 609, 759
lâhî Bey, 412
lâhî-nâme, 572
lek, 65, 70
lhâme-i Miftâh, 4, 104
lig, 70
lmî, 161, 180, 255, 402, 404,
506, 617, 650, 651, 654,
656, 658, 659, 660, 664,
665, 666, 668, 669, 674,
679, 681, 685, 687, 751,
760, 765, 766, 777, 779,
782, 787, 789
lyas b. Ahmed, 345, 750
lyas Bey, 366
lyas ibni sa-yı Saruhâni, 722
lyâsiyye, 366
mâdeddîn Yahya b. Ahmed elKâî, 345
mâduddîn-i Lor, 180
mâd-zâde Velî b. Yûsuf-ı mâdî,
615
mâm Ahmed-i Gazâlî, 179
mâm Ali Hayem, 264
mâm Alî Hayem, 275
mâm Ebû Yûsuf, 561
mâm Hanbel, 560
mâm Hüsam-ı Buharî, 96
mâm Mâlik, 560
mâm Muhammed, 561
mam Mûsâ Kâzım, 336
mâm Nâsıruddîn brâhîm, 190
mâm âfî, 560
mam âfiî, 721
mâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, 373
mam-ı Ebû Hanîfe, 560
mâm-ı Gazâlî, 344
mâmî-i Herevî, 179
mâmkulı Big Füsûnî, 210
mâmzâde Ahmed, 576
mâm-zâde Ahmed, 614
mru’l-kays, 16, 26
nce Bedreddîn, 369
nisi Hüseynî, 176
intak, 451
ntihâb-ı Süleymânî, 366
ntihâ-nâme, 53, 266, 298
psalalı Ebu’l-hayr, 571, 761
811
810
ran, 1, 3, 4, 5, 7, 10, 13, 14, 15,
16, 19, 21, 22, 23, 25, 26,
27, 29, 30, 32, 34, 37, 38,
40, 41, 42, 43, 44, 45, 47,
48, 50, 51, 54, 55, 57, 58,
59, 61, 69, 72, 73, 79, 80,
83, 84, 95, 99, 100, 101,
102, 103, 104, 105, 107,
109, 112, 114, 115, 117,
118, 119, 122, 124, 125,
126, 131, 137, 138, 141,
143, 144, 158, 187, 195,
196, 205, 207, 209, 210,
212, 217, 218, 224, 257,
258, 264, 267, 273, 278,
282, 283, 288, 293, 294,
302, 312, 313, 314, 318,
322, 323, 330, 331, 339,
340, 341, 360, 362, 363,
364, 366, 367, 379, 380,
381, 383, 384, 385, 386,
391, 395, 396, 398, 399,
400, 401, 403, 406, 412,
414, 418, 424, 429, 432,
492, 547, 561, 562, 572,
573, 575, 579, 586, 587,
602, 608, 609, 611, 612,
613, 622, 624, 634, 657,
661, 685, 745, 747, 748,
751, 752, 753, 754, 756,
765, 766, 770, 774, 778,
779, 782, 783
ran iiri, 9, 16, 99, 101, 386
ran’ın En Güzel Söz Sanatı, 99
ristay Kuçkartayev, 144
râd, 346, 570, 595, 601, 658,
748
râd el-Hussâb fî el-Meftûh min
lm el-Hisâb, 346
râdü'l-mürîd ile'l-murâd fîTerceme-i Mirsâdü'l-ibâd,
370
Îsâ Tarhan, 150
sfahan, 35, 55, 72, 121, 205,
207, 211, 217, 262, 272,
280, 352, 401
sfahan Selçukluları, 262, 272,
352
sfendiyar, 79, 80, 366
sfendiyar Bey, 366
shak Çelebi, 397, 398, 412, 413,
424, 578, 615, 634, 655,
661, 680, 744, 778, 779
skender, 24, 31, 57, 77, 79, 80,
81, 82, 90, 91, 138, 178,
205, 252, 276, 314, 361,
363, 367, 423, 550, 556,
562, 575, 580, 585, 608,
612, 613, 615, 625, 630,
636, 637, 646, 649, 664,
676, 677, 680, 686, 693,
743, 744, 762, 768, 777, 786
skender bin Hacı Paa, 367
skender Han Afar, 205
skender-i Kebîr, 24
skender-nâme, 57, 314, 363,
550, 556, 580, 585, 608,
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
612, 613, 615, 625, 630,
637, 649, 676, 677, 680,
686, 693, 743, 744, 786
slâm, 2, 3, 4, 10, 13, 14, 15, 27,
28, 39, 40, 41, 42, 43, 45,
47, 50, 77, 84, 85, 87, 88,
89, 92, 93, 94, 95, 99, 104,
107, 112, 114, 119, 123,
129, 131, 134, 137, 138,
152, 166, 180, 187, 191,
192, 202, 203, 249, 256,
260, 270, 273, 278, 281,
290, 327, 328, 329, 330,
331, 335, 340, 344, 345,
346, 347, 348, 349, 353,
354, 356, 369, 379, 381,
382, 392, 394, 395, 396,
432, 492, 498, 502, 503,
506, 507, 513, 514, 524,
527, 528, 529, 532, 533,
561, 607, 609, 611, 612,
615, 635, 636, 637, 638,
643, 654, 667, 686, 723,
726, 727, 743, 744, 749,
750, 751, 752, 756, 761,
763, 765, 766, 767, 773,
776, 777, 779, 780, 781,
783, 784, 785, 786, 788
slamî, 4, 43, 314, 322
slâmiyet, 2, 14, 16, 27, 73, 101,
104, 106, 129, 138, 140,
612, 737
smâ’îl bin Hasan el-Cürcânî, 373
smâ’îl-i Erdebilî, 426
smâ’îl-i E’as, 482
smâ’îl-i Safevî, 51, 52
smail Hikmet Ertaylan, 210,
211, 316, 743, 788
smail Ünver, 570, 606, 618, 637
smâîl-i Safevî, 400
smailîler, 86
smet Cemilolu, 364
smet Settârzâde, 127
smet-i Buhârî, 193, 196, 203
spanya, 99, 349
spehbûd Merzbân b. Rüstem,
275, 351
stanbul, 7, 10, 50, 51, 52, 53, 54,
55, 80, 100, 115, 129, 135,
136, 152, 153, 159, 160,
162, 211, 245, 302, 311,
324, 363, 391, 392, 393,
394, 395, 396, 397, 398,
399, 401, 402, 403, 404,
405, 406, 407, 408, 409,
410, 411, 412, 413, 414,
415, 416, 417, 418, 419,
420, 421, 422, 423, 425,
426, 427, 428, 430, 433,
449, 464, 470, 492, 500,
502, 503, 504, 507, 508,
537, 578, 605, 607, 610,
615, 616, 619, 620, 621,
622, 623, 624, 625, 626,
627, 628, 629, 630, 631,
633, 634, 635, 636, 637,
638, 639, 640, 641, 642,
643, 644, 645, 646, 647,
648, 649, 650, 651, 652,
653, 654, 655, 656, 657,
658, 659, 660, 661, 662,
663, 664, 665, 666, 667,
669, 670, 671, 672, 673,
674, 675, 676, 678, 679,
680, 681, 682, 683, 684,
685, 687, 688, 689, 690,
691, 692, 693, 694, 695,
696, 697, 698, 722, 727,
743, 744, 745, 746, 747,
748, 749, 750, 751, 752,
753, 754, 755, 756, 757,
758, 759, 760, 761, 762,
763, 764, 765, 766, 767,
768, 769, 770, 771, 772,
773, 774, 775, 776, 777,
778, 779, 780, 781, 782,
783, 784, 785, 786, 787,
788, 789
stanbul ehrengîzi, 405, 615,
616, 654
isti’âre, 434, 447, 448, 449, 450,
451, 453, 454, 455, 456,
457, 458, 460, 461
stilâhât-i ‘rfâni-yi ‘râkî, 263,
782
rakîlik, 331
rakiye, 271
ret-nâme, 421, 578, 615, 625,
628, 661, 678, 745, 755, 773
tikad-nâme, 614
vaz Gazi, 209
zâh, 529, 534
zmir, 333, 406, 410, 498, 619,
620, 633, 643, 644, 646,
647, 652, 654, 668, 673,
675, 685, 687, 744, 749,
765, 767, 768, 769, 777,
782, 785, 786, 787
zzeddîn I. Keykâvus, 340
zzeddîn bn Hubel-i Musulî, 350
zzeddîn Keykâvus, 49, 252, 253,
258, 267, 272, 274, 275,
278, 281, 332
zzet Efendi, 640, 679, 758
zzet Molla, 618, 632, 646, 675,
769
zzetolu, 321, 608
zzüddîn Keykâvus, 85
Janos Hazi, 369
Johanson, 6, 47, 108, 284, 293,
295, 356, 383
Josef von Hammer-Purgstall, 99
Jul Verne, 58
Ka'be-nâme, 627, 634
Kabilî, 413
Kabûlî, 52, 169, 171, 178, 179,
182, 759
Kâbûs-nâme, 59, 273, 368, 372,
735, 737, 768
Kâbûs-nâme Tercümesi, 372
Kaçgar, 65
Kadı Abdurrahman, 395
Kadı Burhâneddîn, 266, 272, 281,
317, 492
812
811
Kadı Burhaneddin-i Anevî, 53
Kadı Darîr, 325, 609
Kâdı Han, 161
Kadı Mahmûd, 372
Kadı Sa'îd, 87
Kadıncık Ana, 336
Kadır Han, 46, 86, 137
Kâdı-yı Nûrî, 210
Kâdî Abdu’llâh-i Râzî, 209
Kâdî
Abdullâh-i
Gîlânî-i
Lâhîcânî, 181
Kâdî Atâu’llâh, 209
Kâdî Esîrî-i Râzî, 210
Kâdî Îsâ, 177
Kâdî Muhammed mâmî, 167
Kâdî Nûrullâh, 180, 181
Kâdî Nûrullâh-i Sâveî, 181
Kâdî Osmân-ı Mâkî, 180
Kâdî Selâmullâh, 182
Kâdî eyh-i Kebîr, 182
Kâdî Yahyâ, 180
Kadîmî, 167, 576, 611, 619, 676,
772
Kâdîzâde, 173
Kâfzâde Fâizî, 568
Kâhî-i Kâbilî, 193, 196, 203
Kâimmakam Seyyid Süleymân
Hüsnî, 433
Kalkandeleli Mu’îdî, 577
Kalkandelenli Fakîrî, 578
Kalkandelenli Muîdî, 614
Kâmî, 170, 576, 614, 617, 666,
688
Kâmî Mehmed, 576, 614, 666
Kâmî Mehmed Efendi, 666
Kâmil, 542, 572, 635, 696, 752,
758, 775
Kâmilü’t-ta’bîr, 261, 345, 367,
758
Kandahâr-nâme, 218
Kandehar, 73, 97, 217
Kân-ı Ma’ânî, 617
Kânî, 52, 53, 278, 472, 561, 617
Kâni-i Tûsî, 266, 278
Kansu Gavri, 393, 421, 425
Kânûn, 344, 348
Kanûn fi’d-dünyâ, 395
Kânûn erhi, 349
Kânûnî Sultân Süleymân, 51, 55,
162, 211, 393, 396, 399,
411, 422, 425, 602
Kânûnî ahmeran, 395
Kânûnu’l-edeb, 261
kapalı isti’âre, 449, 451, 453, 458
Kara Çelebi-zade Abdülaziz, 627
Kara Kitap, 109
Kara Mecmua, 59
Kara Osman, 371
Karaca Bey, 369
Karaca Paa, 413
Karaçelebi-zâde
Abdülaziz
Efendi, 616
Karaçi, 58
Karaferye, 403
Karahanlı, 3, 4, 5, 32, 36, 38, 40,
46, 47, 48, 94, 115, 124,
129, 132, 133, 134, 135,
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
136, 137, 251, 268, 380,
382, 607, 766, 783
Karahanlıca, 6, 135
Karahanlılar, 3, 28, 29, 33, 35,
37, 40, 45, 89, 129, 130,
132, 134, 138, 139, 767, 778
Karaman, 53, 295, 301, 303, 310,
318, 362, 420, 687, 758,
771, 778
Karaman Oulları âh-nâmesi,
303
Karamanlı Aynî, 464, 481, 774
Karamanlı Figânî, 615
Karamanolu Mehmed Be, 355
Karârî, 209
Karluk, 64, 71, 140
Karmatîler, 88
Kârnâmek, 118
Kasâid ve Müneât ve Müraselât,
412
Kasantina, 349
Kasım b. Mahmûd-ı Karahisarî,
370
Kâsım b. Mahmûd-ı Karahisarî,
332
Kasım Bey, 366
Kâsım Big, 209, 210
Kâsım Veledî, 183
kaside, 5, 51, 140, 150, 160, 162,
187, 188, 190, 191, 192,
203, 264, 266, 272, 276,
277, 279, 280, 297, 302,
305, 308, 311, 314, 316,
319, 321, 399, 406, 407,
408, 417, 420, 421, 427,
432, 508, 539, 548, 555,
557, 560, 563, 581, 584,
602, 605
Kasîde-i Masnû’a, 192, 756
Kaside-i Mimiyye, 19
Kasîde-i Rûhiye, 264, 282
Kasîde-i Sarsarî erhi, 315
Kassâr-ı Ümmî, 33, 117
Kastamonu, 256, 259, 340, 343,
348, 366, 409, 694, 781
Kastamonulu Abdülahad Nûrî,
618, 675
Kastamonulu Latîfî, 614
Kastamonulu Ömer bin Ahmed,
366
Kastamonulu ânî, 614
Kastamonulu âzî, 321, 366, 571,
608, 630
Kâânî, 73, 722
Kagar, 2, 65, 66, 70, 71, 129,
139, 607, 779, 781
Kagarlı Mahmûd, 47, 130, 138,
283
Kagarlı Mecdüddîn Mehmed,
130
Kâifî, 613
Kâtib Çelebi, 144, 152, 403, 404,
405, 406, 410, 411, 412,
413, 414, 416, 417, 418,
419, 420, 421, 423, 424,
428, 429, 430, 510, 527,
531, 623
Kâtibî, 166, 196, 403
Kâtibî-i Tarîzî, 196
Katrân-ı Tebrizî, 63
Katrân-ı Tebrîzî, 48
Kavâ’id-i Teysîr-i Kur’ân, 631
Kavâ’idü’r-resâ’il ve Ferâ’idü’lfezâ’il, 263
Kaya Bilgegil, 112, 433, 457,
620, 657, 675
Kaygusuz Abdal, 510, 573, 689,
691
Kayrevân, 80
Kays, 109, 441
Kayseri, 255, 256, 259, 260, 261,
269, 271, 272, 277, 288,
324, 332, 333, 339, 340,
344, 348, 350, 351, 352,
353, 363, 392, 397, 428,
500, 528, 623, 638, 640,
643, 645, 648, 649, 669,
674, 678, 679, 685, 692,
695, 747, 748, 750, 754,
755, 757, 763, 765, 769,
774, 776, 779, 780, 781,
783, 785, 787, 788, 789
Kayserili Gencî Pîr Mehmed, 617
Kaysunîzâde Mehmed, 574
Kaysunîzâde Mehmed Bedreddîn,
574
Kazvin, 78, 152, 205, 425
Kazvînî, 152, 153, 154, 155, 157,
158, 159, 161, 162, 163,
164, 165, 166, 407, 408,
416, 422, 432, 439, 453,
746, 762, 780
Kazvinli Hâfız Sâbûnî, 206
Keçecizâde zzet Molla, 573,
579, 639, 643, 652, 695,
753, 779
Kefeli Hüseyin, 127, 745
Kelâmî, 679
Kelbî-i zü’l-kadr, 210
Kelîle ve Dimne, 53, 262, 266,
278, 304, 313, 326, 361,
365, 375, 554, 566, 684,
685, 734, 765, 784
Kelîle ve Dimne Tercümesi, 266
Kemâl, 31, 49, 149, 154, 160,
168, 169, 180, 193, 197,
203, 270, 318, 332, 392,
395, 397, 414, 468, 520,
539, 555, 573, 585, 598,
613, 614, 635, 640, 644,
646, 664, 687, 756, 759,
760, 762, 769
Kemâl smâîl, 154
Kemal Paa-zâde, 303, 392, 400,
403, 414, 755, 785
Kemâl Paa-zâde emseddîn
Ahmed, 395
Kemal Ümmî, 570
Kemâl Ümmî Menâkıb-nâmesi,
613
Kemâleddîn
Ebû
Bekr
b.
Sâ’idü’r-râdî, 352
Kemâleddîn el-Hasan b. Ali elFârisî, 345
813
812
Kemâleddîn Hubey bin brâhîmi Tiflisî, 269
Kemâleddîn bn Yûnus, 345
Kemâleddîn-i Kâmyâr, 343
Kemâl-i Hocendî, 193, 197, 203,
318
Kemâl-i Kâmyâr, 49
Kemalolu smâ’îl, 553, 571, 609
Kemâluddîn smâ‘îl-i sfahânî,
180
Kemâlüddîn Hüseyn bin Aliyi'lvâ'iz-i Kâifî, 432
Kemâlüddîn smâ’îl Bey, 366
Kenzü’l-bedâyi’, 364, 408
Kenzü’l-cevâhir, 412
Kenzü’l-küberâ, 302, 361, 787
Kenzü'l-küberâ ve Mehekkü'l-ulemâ,
305, 311, 361, 787
Kerâmât-ı Ahi Evran, 305, 573,
600, 647, 673, 699, 701,
719, 767
Kerbelâ, 205, 336, 560, 754
Kerîmî, 570, 611, 658, 748, 762
Kerîmüddîn-i Nîâburî, 282
Kerküklü Muhammed Nevrûzî,
576
Kerküklü air Nevrûzî, 648, 786
Kerrâmîler, 87
Kesik Ba, 310
Kesikba Destanı, 322, 607, 609,
638, 747
Kesikbaın ntikamı, 643
Kesir, 106
Kefî, 52, 397, 614, 697, 780
Kefu’l-ebyât-i Mesnevî, 639, 647
Kefu’l-mahcûb
li-Erbâbi’lkulûb, 44, 382
Kefu’z-zunûn, 510
Kefü’l-akabe, 256, 260, 261,
269, 340, 344, 345, 351, 750
Kefü’l-me’ânî, 325, 609
Kemir, 58, 66
Kevkebî-i Mervizî, 20
Keyânbîler, 117
Keyhüsrev, 33, 69, 77, 81, 82, 83,
84, 95, 122, 133, 257, 258,
262, 267, 271, 272, 275,
278, 281, 342, 352
Keyhüsrev b. Kılıç Arslan, 33,
133
Keykâvus, 59, 257, 268, 272,
276, 283, 287, 361, 368,
372, 735, 768, 785
Keykubâd, 49, 77, 82, 122, 254,
257, 261, 262, 263, 264,
265, 266, 272, 273, 275,
276, 277, 278, 284, 286,
301, 303, 341, 342, 344, 352
Keyümers, 83
Kıdem-nâme, 614
Kılıc Big, 210
Kılıç Tamgaç Han, 47, 132
Kınalı-zâde Ali Efendi, 396
Kıpçak Türkçesi, 135, 136
Kıpçakça, 7
Kırgız, 70, 71, 139
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Kırım
Hanlıı
Kadıasker
Defterleri, 374
Kırımlı Abdülmecd, 576
Kırk Armaan, 570
Kırk Hadis Tercümesi, 644, 647,
672, 675, 780
Kırehir, 259, 304, 305, 353, 642,
689, 690, 691, 692, 693,
695, 697, 698, 699, 701,
719, 733, 742, 767, 769, 770
Kıssa-ı Ummân, 321
Kıssa-i brâhîm Edhem, 630
Kıssa-i Leyli Birle Mecnun, 627,
780
Kıssa-i Mukaffa, 321, 608, 785
Kıssa-i
eyh
Abdürrezzak
Mesnevîsi, 669
Kıssa-i Ummân Cengi, 568
Kıssa-i Yûsuf, 325, 550, 562, 643,
650, 672
Kıtay, 139
Kıvâmî, 613, 630, 635, 638, 687
Kıyâfet-nâme, 522, 565, 672,
722, 726, 787
Kıyâfetü’l-nsâniyye fî-emâili’lOsmâniyye, 722
Kıyâsî, 552, 555, 577, 614, 635,
657, 747
Kız Destanı, 641
Kiçi Mîrzâde Seyyid Yahya, 577
Kiçik Mîrzâ, 179
Kiçkine Bahi, 144, 185
Kifâyetü’l-Firâse, 722
Kifâyetü’t-tıbb, 261, 349
kimya, 347
Kimyâ Risâlesi, 307
Kîmyâ-yı Sa’âdet, 273, 352
Kira Hatun, 333
Kirdeci Ali, 574, 608, 638, 658,
685, 747
Kirman, 86, 288
Kirmânî, 162, 182, 257, 265, 266,
282, 286, 288, 289, 328,
329, 333, 334, 340, 341,
351, 482, 483, 529, 670,
750, 751, 754, 760, 763,
765, 774
Kirvan, 73
Kisâî, 19
Kitâb el-Câmi’ fi’l-adviye elmüfrede, 349
Kitâb el-Celâle ve Huve Kelimât
Allah, 263
Kitâb el-Letâif el-alâiyye fî elFedâil el-Seniyye, 352
Kitâb el-Mugnî fi’l-adviye elMüfrede, 350
Kitâb el-evâhid, 263
Kitâb Hilyet el-Abdâl, 263
Kitâb Hutbe fî-Keyfiyet Tertîb elÂlem ve eklih, 263
Kitâb dâd el-srâr fî-Esrâr elA’dâd, 346
Kitâb-ı Bostân-ı Nasayih, 555,
789
Kitâb-ı Diyarbekriyye, 128, 757
Kitâb-ı Edvâr, 374
Kitâb-ı Mahbûbiyye, 511, 512,
681
Kitâb-ı Maktel-i Âl-i Resûl, 626
Kitâb-ı Manzûme, 368
Kitâb-ı Manzûme-i Feyznâme-i
lâhî, 635
Kitâb-ı Mebde'-i Nûr, 669
Kitâb-ı Nigâristân ve Hadîka-i
Sebzistân, 614
Kitâb-ı Usûl, 565, 568, 580, 626,
783
Kitâbu
Arâisi’l-mecâlis
fî
Kasasi’l-enbiyâ, 364
Kitâbu Evsafı Mesâcidi'-erîfe, 310
Kitâbu
Miftâhu’n-nûr
ve
Hazâinü’s-sürûr, 366
Kitâbu Tercümâni'l-belâga, 431
Kitâbu’l-muhtâri’l-lugat fi’t-tıb,
349
Kitâbu’l-teshîl
fî’t-tıbb ve’lhikme, 349
Kitâbu’s-Salât, 531
Kitâbu’s-Siyâse
fî
tedbîri’rRiyâse, 721
Kitâbu’-emsiyye, 559, 563, 565,
585, 635, 788
Kitâbu’-ifâ
fî
Ehâdisi’lMustafâ, 372
Kitâbu'l-bedî', 431
Kitâbu'l-beyân ve't-tebyîn, 431
Kitâbu'l-mu'cem
fî
maayiri
E'âri'l-acem, 431
Kitâbü’l-beyân, 368
Kitâbü’l-câmii
fi’l-edviyeti’lmüfrede, 363
Kitâbü’l-fevâ’id, 336
Kitâbü’l-Firâset, 721
Kitâbü’l-letâifü’l-alâiyye
fi’lfezâili’s-seniyye, 263
Kitâbü’l-mevâzi’i’l-mülûk ve’sselâtîn, 349
Kitâbü’l-müntehab fi’t-tıb, 367
Kitâbü's-sınâ'ateyn, 431
Kitâbü't-tabîh, 373
Klasik Türk edebiyatı, 485, 608
Klasik Türk iiri, 98, 114
Koca Mustafa Paa, 398
Koca Râgıb Paa, 219
Koçhisarlı
mâdüddîn
Muhammed, 348
Konya, 33, 53, 55, 133, 160, 217,
259, 264, 267, 271, 272,
278, 280, 281, 286, 288,
290, 309, 310, 329, 332,
333, 334, 341, 344, 347,
348, 349, 352, 353, 355,
402, 420, 500, 522, 588,
592, 622, 639, 640, 641,
643, 646, 647, 649, 654,
662, 671, 674, 685, 687,
688, 690, 691, 694, 695,
697, 723, 728, 743, 744,
746, 748, 749, 750, 751,
752, 754, 761, 765, 766,
768, 771, 774, 775, 779,
780, 781, 782, 784, 786
Konyalı Nâlî, 616
814
813
Konyalı Zeynülmüneccim b.
Süleymân, 343
Korkud, 7, 50, 315, 362, 623
Kosica, 369
kozmoloji, 345
Köprülüzâde Es’ad Paa, 576
Kuburî-zâde
Abdurrahman
Rahîmî, 577
Kûçek Big, 178
Kudsî, 167, 578, 583, 612
Kudurî, 305
Kudûrî Tercümesi, 305, 607
Kûh-ı Sâf, 164
Kûr Latîf, 182
Kur’ân, 24, 95, 109, 130, 260,
264, 298, 325, 344, 345,
352, 366, 431, 500, 502,
506, 510, 518, 559, 569,
574, 575, 682, 727, 781
Kur’ân-ı Kerîm, 109, 130, 325,
344, 366, 431, 506, 510, 559
Kura, 83
Kur, 159
Kûs-nâme, 405
Kutadgu Bilig, 1, 32, 33, 85, 119,
129, 130, 131, 132, 134,
140, 251, 285, 306, 361,
552, 559, 591, 607, 618,
625, 638, 640, 642, 643,
644, 647, 648, 649, 650,
651, 652, 653, 657, 660,
661, 662, 663, 664, 665,
666, 667, 669, 671, 672,
674, 677, 678, 679, 680,
682, 684, 685, 686, 687,
688, 691, 692, 695, 696,
747, 756
Kutalmı, 260, 343
Kutb, 564, 569, 576, 609, 613,
642, 644, 645, 650, 652,
653, 666, 667, 675, 680,
698, 699, 759, 764, 789
Kutbeddîn Haydar, 335
Kutbeddîn Melikâh, 271
Kutbeddîn-i îrâzî, 331, 343,
345, 349
Kutb-nâme, 613, 644, 645, 650
Kutbuddin znikî, 527, 528, 529,
531, 532
Kutbuddin eyh Muhammed b.
Muhammed el-znikî, 528
Kutlu Melek Hatun, 353
Kuzey Mezopotamya, 256, 340
Kübrevîlik, 332, 333
Küçek Ahmed-i Rifaî, 333
Küçek Seyyid Ahmed-i Rifaî,
333
Külliyât fi’t-tıbb, 350
Külliyât-ı Kânûn, 349
Kümmiyet, 17
Kütahya, 259, 318, 353, 360,
642, 691, 693, 695
Kütahyalı Rahîmî, 474, 774
Ladikli Mehmed bin Âık
Selman, 609
Ladikli Mehmed bin Âık
Selmân, 325
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
Lahican, 205
Lahor, 44, 382
lâle, 31, 64, 108, 113, 199, 468,
470, 471, 472, 473, 474,
475, 476, 478, 480
Lâmi’î Çelebi, 398, 414, 415,
416, 553, 563, 570, 571,
576, 577, 578, 583, 602,
614, 615, 626, 629, 631,
637, 658, 684, 749, 765,
772, 784, 786, 788
Lâmiî-i Gürgânî-i Dehistânî, 81
Lârendeli Hamdî, 576, 614, 619,
677, 689, 772
Latîfî, 169, 361, 403, 404, 405,
406, 407, 408, 409, 410,
411, 412, 413, 414, 416,
417, 418, 419, 420, 421,
422, 423, 424, 426, 427,
428, 429, 430, 513, 528,
570, 579, 753, 772, 784
Lebîd, 17
Lemeât, 263, 279, 369, 375, 734
Leningrad, 145, 646
Letâ’if-nâme, 57, 143, 415
Letâ’ifü’l-hikme, 264, 352
Letâif, 150, 151, 155, 156, 166,
352, 404
Letâ'if-i Gaybiye, 128
Letâif-nâme-i Fahrî, 150
Letâyif-nâme, 570
Leylâ, 21, 22, 56, 109, 306, 362,
405, 410, 474, 478, 486,
487, 494, 551, 552, 555,
556, 561, 565, 568, 576,
582, 583, 587, 589, 591,
593, 595, 606, 611, 614,
616, 618, 619, 620, 621,
626, 627, 628, 630, 632,
635, 636, 638, 639, 640,
641, 643, 644, 645, 646,
649, 650, 651, 653, 654,
655, 656, 658, 659, 662,
665, 668, 669, 671, 672,
674, 675, 676, 677, 679,
683, 686, 688, 689, 691,
695, 696, 746, 749, 751,
753, 755, 757, 760, 762,
765, 768, 769, 772, 781, 783
Leylâ vü Mecnûn, 56, 109, 306,
362, 405, 410, 474, 478,
486, 494, 551, 552, 555,
556, 561, 565, 568, 576,
582, 583, 587, 589, 591,
593, 595, 606, 616, 618,
620, 621, 626, 630, 632,
635, 638, 641, 643, 654,
655, 659, 662, 665, 672,
674, 679, 683, 749, 751,
753, 757, 760, 762, 765, 781
Leylî u Mecnûn, 625
Leylî vü Mecnûn, 186, 639, 641,
654, 746, 751
Likâî, 576, 614
Likâyî, 416
Lisânu’t-tayr, 186
Lisânü’t-tayr, 549, 559, 561, 572,
746
Litteratura Turchesca, 100
Livâî, 630
Lokman bin Hüseyn, 722
Lokman bin Seyyid Hüseyin, 577
Lokmanî Dede, 573, 615, 641
Lubâbu’l-elbâb, 17, 18, 47, 749
Lugat-i Furs, 43, 382
Lugat-i Müselles, 58
Lugat-nâme, 30, 756
Lutfî Muhammed Efendi, 668
Lutfî Paa, 397
Lutfî-i Sânî, 172
Lutfiyye, 554, 573, 586, 617, 639,
647, 650, 670, 679, 691,
751, 764, 787
Lutfiyye-i Vehbî, 617, 647, 670,
764
Lü’lü’î, 33
Lüccetü’l-esrâr, 188
Lügat-i Abdülkerim, 615
Lügat-i Feyzî, 617
Lügat-i Manzûme, 615
Lügat-i Nâcî, 218, 774
Lülü Paa, 361
Lütfî Mehmed Dede, 666
Lütfî Paa, 416
Lütfullah b. Fazlullah, 367, 482
M. Fatih Köksal, 303, 308, 318,
402, 403, 418, 434, 620,
656, 665, 672, 675, 690,
692, 693, 697, 698, 701,
742, 744, 766, 767, 769, 788
Ma’âlî, 53
Ma’ârif, 263, 515, 516, 760, 780
Ma’lûmât, 399
Ma’nevî, 53, 412, 658, 685, 748
Macaristan, 369
Mâcerâ-yi Mâh, 566, 578, 615
Maçin, 70, 131, 132
Mahbûb-ı Mahbûb, 511, 588
Mahbûbu’l-kulûb, 186
Mahmûd b. Ebî Bekr b. Ahmed-i
Urmevî, 264, 352
Mahmûd b. Kâdî-i Manyâs, 372,
777
Mahmûd Big Sâlim, 210
Mahmûd bin Muhammed, 37
Mahmûd ibn Mehmed, 396, 571
Mahmûd u Ayâz, 218
Mahmûd Varrâk-ı Herevî, 16
Mahmûd-ı ebüsterî, 369, 643
Mahmûd-ı îrvânî, 366, 373, 374
Mahmûdiyye, 571
Mahmûd-nâme, 76
Mahremî, 157, 174, 183, 615,
626, 638
Mahrûse-i stanbul Fetih-nâmesi,
405
Mahvî, 170, 210, 561, 576, 614,
762
Mahzenü’l-ebrâr, 53
Mahzenü’l-esrâr, 57, 96, 251,
268, 561, 579, 580, 589,
655, 656, 745
Mahzenü'l-esrâr, 373, 625, 630
815
814
Makâlât, 263, 336, 762, 781
Mâkâlât u Hikâyât, 207
Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı
Ayniyye, 263, 336, 762
Makâmâtü’l-ârifîn, 331
Maksûd, 173, 178, 181, 183, 210,
395
Maksûd Alî, 210
Maktel-i Hüseyn, 321, 325, 366,
608, 630, 651, 767
Malaka, 349
Mâlân, 180
Malatya, 255, 256, 257, 259, 269,
288, 333, 339, 340, 341,
344, 353, 430, 639, 643,
661, 693, 747, 748, 752,
755, 770, 781, 785, 788, 789
Malatyalı Muhammed Gazi, 257,
340
Malatyalı eyh Mecdüddîn shak,
257, 340
Malazgirt, 249, 254, 256, 339,
355, 773, 786
Mâlik el-Mes’ûd, 347
Manastır, 403
Manastırlı Kadı Sinan, 576, 614
Manastırlı Mehmed Rifat, 433
Mânî, 27, 162, 170, 182, 561
Manisalı Cami, 629
Manisalı Câmi, 614
Mansûr Bey, 395
Mansûr-nâme, 549, 554, 555,
557, 562, 573, 601, 613,
628, 648, 666, 775
Mantık-ı Esrâr, 572, 616, 634,
760
Mantıku’t-tayr, 56, 290, 374,
557, 562, 572, 584, 608,
628, 642, 649, 665, 685,
697, 700, 701, 702, 733,
754, 757, 761, 767, 772,
785, 788
Manzum Avâmil, 657
Manzum Elfiyye Tercümesi, 633
Manzum Esmâ’ü’l-hüsnâ erhi,
625, 744
Manzum Farsça-Türkçe Sözlük,
643
Manzum Fıkıh, 368
Manzum Mesnevî Tercümesi,
617, 638
Manzum Ouznâme, 666
Manzum
Türkçe-Fransızca
Sözlük, 640
Manzum Vasiyet-nâme, 633
Manzûme, 207, 572, 615, 617,
618, 626, 633, 635, 647,
648, 686
Manzûme fî-menâsiki’l-hac, 572
Manzûme-i
Kânunu’s-suveri
Nakkâî, 207
Manzûme-i Keskîn, 617
Manzûme-i Keydânî, 633
Manzûme-i Mi'râc, 647
Manzûme-i Sivastopol, 618, 648,
686
Manzûme-i Tıb, 626
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Mardin, 348, 350, 406, 412
Mardinli smâ’îl, 346
Mardinli Sibt el-Mardinî, 347
Marzubân-nâme, 262, 359, 769
Marzuban-nâme Tercümesi, 361,
769
matematik, 259, 315, 342, 344,
346, 359, 362
Maveraünnehir, 4, 6, 15, 27, 37,
42, 54, 104, 140, 284, 329,
357, 381, 383, 401, 402
Mâyilî, 159, 171, 416
Me’âhiz-i Kasas ve Temsîlât-i
Mesnevî, 641
Mebâni'l-inâ, 433
Mecâlis-i Seb‘a, 263, 784
Mecâlisü’n-nefâis, 57, 143, 144,
145, 146, 147, 149, 150,
151, 152, 153, 154, 155,
156, 157, 158, 159, 162,
166, 187, 190, 208, 425,
746, 766
Mecâlisü’n-nefâis
Tercümesi,
152, 153, 154, 157, 162, 190
Mecâmi'ü'l-edeb, 433
mecaz, 62, 337, 436, 447, 452,
458, 459, 487, 609
Mecduddîn Ebîbekr, 276
Mecdûdü’s-senâ’î, 33, 117
Mecdut Mansurolu, 293, 301,
302
Mecelletü’n-nisâb, 510
Meclisî, 181, 684
Mecma’u’l-fusahâ, 19
Mecma’u’l-fusehâ, 218
Mecma’u’l-havâs, 37, 57, 143,
205, 207, 212, 216, 766
Mecma’ü’l-envâr, 571, 600
Mecma'u'n-nezâ'ir, 314, 418, 419
Mecmû’a-i Müneât u Mekâtibât,
207
Mecmû’atü’n-nezâ’ir, 302, 753
Mecnûn, 21, 22, 109, 159, 171,
222, 294, 416, 441, 479,
486, 487, 488, 583, 589,
596, 611, 614, 616, 619,
620, 621, 627, 628, 636,
640, 641, 644, 645, 646,
649, 650, 651, 654, 655,
658, 659, 660, 665, 667,
668, 669, 671, 672, 674,
675, 676, 677, 679, 682,
683, 686, 688, 689, 691,
695, 696, 751, 755, 757,
768, 769, 772, 776, 783
Mecusî, 14, 121
Medh, Dâg-i Neng ber-Sîmâ-yi
Edeb-i Fârsî, 92
Medhî, 416, 670
Medine, 58, 152, 311, 406, 413,
419, 425, 700
Megâribü'z-zamân
li-Gurûbi'leyâ fi'l-ayni ve'l-iyân, 369,
374
Mehdî, 59, 172, 263, 751
Mehdîkulı Sultân, 209
Mehek-nâme, 405, 406, 659, 749
Mehmed, 39, 50, 53, 55, 106,
118, 127, 136, 139, 140,
261, 286, 287, 301, 302,
307, 308, 309, 315, 318,
323, 325, 355, 360, 361,
362, 363, 366, 367, 368,
370, 373, 392, 393, 395,
398, 399, 403, 404, 405,
406, 407, 408, 409, 410,
411, 412, 413, 414, 416,
417, 418, 419, 420, 421,
422, 423, 424, 425, 426,
427, 428, 429, 430, 433,
455, 497, 502, 503, 507,
508, 510, 527, 530, 531,
532, 537, 552, 558, 561,
567, 573, 574, 607, 608,
609, 615, 616, 618, 624,
633, 634, 635, 636, 637,
638, 639, 642, 644, 648,
649, 650, 651, 652, 660,
661, 662, 664, 666, 667,
675, 679, 686, 688, 697,
754, 755, 761, 762, 765,
773, 778, 785, 786, 787, 789
Mehmed Bey, 55, 287, 360, 363,
366, 424, 642, 644, 652,
688, 762
Mehmed bin Ömer el-Halebî, 373
Mehmed Celâl, 433, 455, 624
Mehmed Fevzî Efendi, 649
Mehmed zzet Paa, 618
Mehmed Süreyyâ, 361, 403, 404,
405, 406, 407, 408, 409,
410, 411, 412, 413, 414,
416, 417, 418, 419, 420,
421, 422, 423, 424, 425,
426, 427, 428, 429, 430,
497, 502, 508
Mehmed Vehbî, 127
Mehsetî, 180
Mekke, 58, 159, 161, 162, 217,
278, 311, 325, 336, 392,
406, 413, 498, 700
Mekke-i Mükerreme, 159
Mektûbât, 263, 295, 774, 780
Melhame, 616, 635, 788
Melîhî, 561
Melik Ahmed, 255, 256, 339, 340
Melik Ahmed Gazi, 255, 256,
259, 260, 339
Melik el-Sâlih Necmeddîn, 349
Melik Mes’ûd bin Mahmûd, 72
Melik Muhyiddîn, 274
Melik Muiziddîn, 182
Melik Sâkî Big, 153, 177
Melikâh, 35, 42, 81, 96, 97, 121,
261, 765
melikü’-u’arâ, 18, 35, 217, 268,
278, 408
Mem u Zin, 654, 682
Memluk Devleti, 7, 661
Menâhic-i Seyfî, 263
Menâhicü’l-‘ibâd
ile’l-me’âd,
263
Menâkıb-ı Gîlânî, 573, 613
816
815
Menâkıb-ı Hacı Bekta-ı Velî,
329, 613
Menâkıb-ı Hz. Yûsuf (a.s.) ve
Zelîhâ, 648
Menâkıb-ı mâm-ı Azam, 615,
629
Menâkıb-ı Mevlânâ, 573, 615,
641
Menâkıb-ı Sultân Süleymân, 556,
615
Menâkıb-ı eyh Bedreddîn, 613
Menâkıb-ı
eyh
Evhaduddîn-i
Kirmânî, 309
Menâkıbu'l-ârifîn, 309, 320, 373
Menâkıbu'l-kudsiyye
fî
Menâsıbi’l-ünsıyye, 321
Menâkibu’l-kudsiyye
fîMenâsibi’l-ünsiyye,
573,
645, 758
Menâsik-i Hac, 572, 616, 761
Menâzimü’l-cevâhir, 617
Menemenli-zâde Tâhir, 433
Mengücek Oulları, 350
Menkıbe-i Mevlid-i Fahru’lkâ’inât, 571
Menkıbe-i Mevlid-i Fahru'l-enâm
Tarz-ı Cedîd smiyle Oldı
Be-nâm, 679
Menûrî, 33, 117
Menteeoulları, 355, 366
Menûçihrî, 4, 5, 16, 17, 21, 23,
26, 33, 37, 43, 48, 71, 77,
79, 91, 106, 117, 124, 139,
140, 382
Menûçihrî-i Dâmgânî, 16, 23, 37,
106, 117
Merâhî, 615
Mercidabık, 391, 430
Mercimek Ahmed, 368, 372
Merdümî, 209, 554, 556, 570,
614, 647, 780
Merv, 15, 44, 63, 382
Mervân b. Ebî Hafsa, 15
Mervezî, 139
Merzbân-nâme, 275, 351
Mes’ûd, 33, 65, 72, 88, 91, 95,
117, 274, 278, 282, 352,
554, 566, 577, 643, 645,
652, 684, 757, 762, 768,
770, 774, 784
Mes’ûd bin Ahmed, 554, 577,
652, 757, 770
Mes’ûdî, 16, 33, 96, 117
Mes’ûd-i Sa’d-i Selmân, 33, 65,
117
Mes’ûdî-i Mervezî, 16
Meserret Diriöz, 29, 224, 620,
656, 672, 757
Meshi-i Tebrizi, 631
Mesîhî, 167, 209, 387, 416, 417,
472, 561, 578, 678, 750,
756, 758, 773
mesnevî, 5, 16, 52, 53, 54, 111,
148, 160, 161, 264, 266,
287, 290, 296, 299, 357,
360, 364, 366, 370, 371,
374, 406, 412, 543, 547,
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
548, 550, 555, 557, 559,
560, 561, 563, 564, 568,
578, 579, 584, 586, 587,
597, 602, 603, 605, 606,
607, 608, 610, 612, 616,
617, 733
Mesnevî erhi, 627
Mesnevî-i Ma‘neviyye, 53
Mesnevî-i Ma’nevî, 54, 57, 266,
485, 547
Mesnevî-i Murâdiyye, 358, 568,
572, 649, 787
Mesnevî-i Penâhî, 641
Mesnevî-i Sa‘d u Sa‘îd, 207
Mesnevi-yi Veledî, 631, 647, 781
Mestî, 561
Mes'ûd b. Ahmed, 311, 645, 774
Mes'ûdî-i Mervezî, 118
Merebî-i Toklu, 210
Metâli’u’l-envâr, 259, 264, 352
Metâli’ü’l-îmân, 263, 750
Mevâlî-i Türkmân, 210
Mevhûb-ı Mahbûb, 497, 498,
500, 501, 507, 511, 515,
516, 517, 522, 556, 559,
562, 564, 571, 588, 597,
598, 643, 728, 766
Mevlânâ, 6, 9, 54, 57, 68, 69,
107, 108, 123, 208, 217,
250, 255, 257, 263, 266,
277, 278, 279, 289, 290,
291, 292, 293, 294, 295,
296, 297, 298, 299, 302,
304, 309, 310, 316, 320,
324, 325, 329, 332, 333,
334, 335, 341, 369, 412,
485, 547, 561, 571, 572,
587, 606, 627, 635, 645,
646, 649, 662, 663, 664,
666, 669, 674, 682, 683,
689, 690
Mevlânâ ‘Ayî, 182
Mevlânâ ‘lmî, 180
Mevlânâ ‘mâd-i Kâtib, 181
Mevlânâ Abdulcelîl, 181
Mevlânâ Abdulhak, 170, 171
Mevlânâ Abdullâh, 170, 181
Mevlânâ Abdulvâsi‘, 175
Mevlânâ Abdulvehhâb, 169
Mevlânâ Abdurrezzâk, 176
Mevlânâ Abdü’l-vehhâb, 167
Mevlânâ Abdülkahhâr, 168
Mevlânâ Abdürrezzâk, 168
Mevlânâ Adîmî, 172
Mevlânâ Âfetî, 171
Mevlânâ Âgehî, 178, 180
Mevlânâ Alî, 167, 168, 175
Mevlânâ Alî Âhî, 167
Mevlânâ Alî Der-düzd, 167
Mevlânâ Alî ihâb, 167
Mevlânâ Âlim, 170
Mevlânâ Ârifî, 167
Mevlânâ Âsafî, 170
Mevlânâ Âsımî, 173
Mevlânâ Asîlî, 171
Mevlânâ Akî, 169
Mevlânâ Atâyî, 169
Mevlânâ Âteî, 181
Mevlânâ Ayânî, 172, 174
Mevlânâ Ayâzî, 169
Mevlânâ Aynî, 173
Mevlânâ Basirî-i Acemî, 181
Mevlânâ Bâtınî, 173, 178
Mevlânâ Bâyezîd, 167
Mevlânâ Bedahî, 167
Mevlânâ Bedî‘î, 169
Mevlânâ Behâ’, 181
Mevlânâ Behâuddîn Alî, 160, 180
Mevlânâ Behlûl, 175
Mevlânâ Bekâî, 181
Mevlânâ Bekâyî, 171, 177
Mevlânâ Bennâyî, 170
Mevlânâ Beyânî, 178
Mevlânâ Beyâzî, 178
Mevlânâ Beyzâyî, 178
Mevlânâ Bihitî, 173, 174
Mevlânâ Bilâl, 169
Mevlânâ Bisâtî, 166
Mevlânâ Bû-Alî, 173
Mevlânâ Burhâneddîn, 150, 174
Mevlânâ Burûcî, 169
Mevlânâ Burunduk, 167
Mevlânâ Cânî, 171
Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî, 52,
53
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, 288,
290, 295, 346, 361, 373,
547, 561
Mevlânâ Celâluddîn-i Devvânî,
161
Mevlânâ Celâlüddîn, 52, 124,
171, 178, 217, 780
Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî, 52,
124, 217, 780
Mevlânâ Cemâlüddîn, 176
Mevlânâ Cemîd, 171
Mevlânâ Cennetî, 170
Mevlânâ Cevherî, 169, 182
Mevlânâ Cezevî, 178
Mevlânâ Cünûnî, 167
Mevlânâ Dâ‘î, 171, 174
Mevlânâ Dellâl, 178
Mevlânâ Dervî, 149, 156, 170,
172, 173, 177
Mevlânâ Dervî Alî, 173
Mevlânâ Dervî-i Dihegî, 177
Mevlânâ Dervî-i Mehedî, 149,
170
Mevlânâ Dost, 172
Mevlânâ Ebû Tâhir, 171
Mevlânâ Ebû Tâlib, 171
Mevlânâ Ehlî, 173, 177
Mevlânâ Emînî, 172
Mevlânâ Enîsî, 169, 178
Mevlânâ Enverî, 170
Mevlânâ Erd, 182
Mevlânâ Esîrî, 173
Mevlânâ Esîrüddîn, 172
Mevlânâ Eref, 166
Mevlânâ Fahr, 161, 181, 182
Mevlânâ Fahrî, 172, 175
Mevlânâ Fahr-i Halhâlî, 161, 181
Mevlânâ Fahruddîn, 173
Mevlânâ Fânî, 177, 178
817
816
Mevlânâ Fârigî, 171
Mevlânâ Fasîh-i Rûmî, 168
Mevlânâ Fasîhuddîn, 147, 150,
176
Mevlânâ Fazlî, 173
Mevlânâ Fazlullâh, 177
Mevlânâ Fedâî, 178
Mevlânâ Fedâyî, 174
Mevlânâ Fenâyî, 172
Mevlânâ Ferruhî, 162, 182
Mevlânâ Fethî, 178
Mevlânâ Fethullâh, 162, 172, 181
Mevlânâ Fethullâh-i Kâtib, 162,
181
Mevlânâ Feyzî, 173
Mevlânâ Figânî, 173, 174, 178
Mevlânâ Firâkî, 210
Mevlânâ Fuzûlî, 210
Mevlânâ Garkî, 178
Mevlânâ Gedâyî, 173
Mevlânâ Gıyâsuddîn, 172, 175
Mevlânâ Gıyâsuddîn Alî, 175,
181
Mevlânâ Gubârî, 172
Mevlânâ Gülhanî, 182
Mevlânâ Habîb, 161, 171, 181,
182
Mevlânâ Habîb-i Kâtib, 182
Mevlânâ Hâcî, 167, 168, 169,
175, 176
Mevlânâ Hâcî Ebu’l-hasan, 167
Mevlânâ Hâcî Muhammed, 175
Mevlânâ Hâcî Nücûmî, 168
Mevlânâ Hâkî, 169
Mevlânâ Hakîrî, 173, 178
Mevlânâ Halef, 170
Mevlânâ Hâlidî, 177
Mevlânâ Halîl, 172
Mevlânâ Halvâî, 181
Mevlânâ Halvâyî, 169
Mevlânâ Hamîd, 170, 174
Mevlânâ Hamîd-i Gül, 174
Mevlânâ Hamîdüddîn, 174
Mevlânâ Harîmî, 168, 171
Mevlânâ Hasan Paa, 528
Mevlânâ Hasan âh, 170
Mevlânâ Hâimî, 171, 182
Mevlânâ Hâtemî, 169, 178
Mevlânâ Hâverî, 169
Mevlânâ Hayâlî, 166
Mevlânâ Haydar Ali, 205
Mevlânâ Haydar Kulûçeî, 181
Mevlânâ Hayrânî, 178
Mevlânâ Hayretî, 181, 210
Mevlânâ Hayrî, 177
Mevlânâ Hazânî, 161, 181
Mevlânâ Helâkî, 172, 178
Mevlânâ Hemdemî, 172
Mevlânâ Herâtî, 173
Mevlânâ Hevâyî, 169
Mevlânâ Heybetî, 172
Mevlânâ Hızrî, 173
Mevlânâ Hicrî, 171
Mevlânâ Hilâlî, 169, 171
Mevlânâ Hulkî, 173
Mevlânâ Hurremî, 170, 178, 182
Mevlânâ Hûî-i Horâsânî, 182
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Mevlânâ Hümâyî, 177
Mevlânâ Hüseyin âh, 170
Mevlânâ Hüseyin Vâ‘iz, 174
Mevlânâ Hüseyn-i Hvârizmî, 166
Mevlânâ Hüsrevî, 168
Mevlânâ Hüznî, 210
Mevlânâ Hvând Mîr, 174
Mevlânâ Kâbilî, 170
Mevlânâ Kabûlî, 147, 149, 157,
169, 170, 171, 178, 179,
182, 759
Mevlânâ Kadîmî, 167
Mevlânâ Kalender, 171
Mevlânâ Kallâî, 173
Mevlânâ Kâmî, 170, 209
Mevlânâ Kanberî, 168, 172
Mevlânâ Kâni‘î, 173
Mevlânâ Kâsım, 175
Mevlânâ Kâî, 173
Mevlânâ Kâtibî, 166
Mevlânâ Kavsî, 171
Mevlânâ Kemâlî, 164, 169
Mevlânâ Kevkebî, 173, 177
Mevlânâ Kevserî, 169, 171
Mevlânâ Kırânî, 171
Mevlânâ Kudsî, 167
Mevlânâ Kurâza, 170
Mevlânâ Kutbî, 167
Mevlâna Kutbî Çelebi, 528
Mevlânâ Kutbuddîn, 181, 532
Mevlânâ Latîf, 182
Mevlânâ Latîfî, 169
Mevlânâ Lisânî, 210
Mevlânâ Lutfî, 147, 157, 169,
179, 182
Mevlânâ Mahmûd Ârifî, 167
Mevlânâ Mahmûd-ı Kâtib, 180
Mevlânâ Mahremî, 174
Mevlânâ Mahvî, 170
Mevlânâ Maksûd, 173
Mevlânâ Mânî, 170
Mevlânâ Marıkî, 169
Mevlânâ Mâyilî, 171
Mevlânâ Mecdüddîn-i Kâî, 182
Mevlânâ Meclisî, 181
Mevlânâ Mecnûn, 171
Mevlânâ Mecnûnî, 172
Mevlânâ Medîhî, 178
Mevlânâ Mehdî, 172
Mevlânâ Mektebî, 181
Mevlânâ Melik, 171
Mevlânâ Merevî, 182
Mevlânâ Mes‘ûd, 149, 168, 174
Mevlânâ Mesîhî, 167
Mevlânâ Merebî, 171
Mevlânâ Mihnetî, 173
Mevlânâ Mîr Alî, 174, 210
Mevlânâ Mîr Argun, 169
Mevlânâ Mîr Karî, 169
Mevlânâ Mîr Seyyid, 169, 170
Mevlânâ Mîrek, 175, 177
Mevlânâ Misâlî, 182
Mevlânâ Mu‘în, 174, 177
Mevlânâ Mu‘în Vâ‘iz, 174
Mevlânâ Mu‘înî, 173, 180
Mevlânâ Mu’min Huseyn, 209
Mevlânâ Muhammed, 149, 161,
162, 167, 168, 169, 172,
175, 176, 182, 209, 426
Mevlânâ Muhammed Âlim, 167
Mevlânâ Muhammed Berda‘î,
161
Mevlânâ Muhammed Emîn, 169
Mevlânâ Muhammed Mezheb-i
Kirmânî, 162
Mevlânâ
Muhammed
Mu‘ammâyî, 149
Mevlânâ Muhammed Nâmenî,
175
Mevlânâ Muhammed Tâlib, 167
Mevlânâ Muhammed-i Arab, 168
Mevlânâ Muhammed-i Bedahî,
175
Mevlânâ Muhammed-i Câmî, 167
Mevlânâ Muhammed-i Horasânî,
176
Mevlânâ Muhammed-i ârkî, 209
Mevlânâ Muhteem, 210, 214
Mevlânâ Muhyî, 146, 167
Mevlânâ Muhyiddîn, 182
Mevlânâ Mukbilî, 170
Mevlânâ Mukîmî, 169, 170
Mevlânâ Mukîm-i Kâzerûnî, 181
Mevlânâ Mutahhar, 170
Mevlânâ Mü’minî, 177
Mevlânâ Mürifî, 171
Mevlânâ Müterî, 167
Mevlânâ Na’îmî, 167
Mevlânâ Nâdirî, 172
Mevlânâ Nakîbî, 169, 171
Mevlânâ Nâmî, 175
Mevlânâ Nâsıruddîn, 177
Mevlânâ Nasîbî, 178, 182
Mevlânâ Nasîbî-i Gîlânî, 182
Mevlânâ Nâsihî, 172
Mevlânâ Nasîr-i Leng, 181
Mevlânâ Nâyî, 175
Mevlânâ Nâyibî, 172
Mevlânâ Nâzenînî-i Sebzvârî,
168
Mevlânâ Nâzırî, 174
Mevlânâ Nazîrüddîn, 172
Mevlânâ Nergis, 170
Mevlânâ Nergisî, 173, 181
Mevlânâ Nisârî, 210
Mevlânâ Nizâm, 169, 174
Mevlânâ Nizâmüddîn, 152, 180
Mevlânâ Nûr, 175
Mevlânâ Nûre’ddîn Muhammed,
209
Mevlânâ
Nûreddîn
Abdurrahmân-ı Câmî, 146,
151, 153
Mevlânâ Nûrî, 171, 173, 182
Mevlânâ Nûrullâh, 182
Mevlânâ Pertevî, 182
Mevlânâ Râzî-i Bagdâdî, 181
Mevlânâ Refîkî, 178, 181
Mevlânâ Reîd-i Kâzerûnî, 181
Mevlânâ Rıfkî, 182
Mevlânâ Riyâzî, 169, 172
Mevlânâ Rûhî, 167, 178
Mevlânâ Rûhî Yârzî, 167
818
817
Mevlânâ Rüknî, 172
Mevlânâ Sa‘d, 173
Mevlânâ Sa‘dî, 169
Mevlânâ Sa‘îd, 173
Mevlânâ Sa‘îdî, 169
Mevlânâ Sâ’ilî, 159, 170, 177
Mevlânâ Sabûhî, 181
Mevlânâ Sadr-ı Dîvâne, 181
Mevlânâ Sadr-ı Kâtib, 169
Mevlânâ Safâ’î, 173
Mevlânâ Safâyî, 169
Mevlânâ Safî, 175
Mevlânâ Sâfî, 173, 181
Mevlânâ Sâfî-i Tûzpû, 181
Mevlânâ Sâgarî, 168
Mevlânâ Sâhib-i Belhî, 167
Mevlânâ Sâlihî, 177
Mevlânâ Sâlimî, 170
Mevlânâ Sâni‘î, 169
Mevlânâ Sâyilî, 170, 177
Mevlânâ Sedîd-i Tabîb, 181
Mevlânâ Sedîd-i Tabîb-i Gîlânî,
181
Mevlânâ Sekkâkî, 165, 169
Mevlânâ Selâmî, 170, 178, 181
Mevlânâ Servî, 181
Mevlânâ Seyfî, 170, 182
Mevlânâ Sıfâtî, 172, 178
Mevlânâ Sırrî, 170
Mevlânâ Sigâlî, 169
Mevlânâ Sîmî, 167
Mevlânâ Subhî, 171
Mevlânâ Sûfî, 174, 181
Mevlânâ Sultân Alî, 175, 181
Mevlânâ Sultân Alî-i Kâyinî, 175
Mevlânâ Sûsenî, 172
Mevlânâ Süleymânî, 156, 167
Mevlânâ âdî, 171
Mevlânâ âh Alî, 173, 175
Mevlânâ âh Mahmûd, 181
Mevlânâ âh Muhammed, 182
Mevlânâ âmî, 170
Mevlânâ ânî, 210
Mevlânâ ebâbî, 172
Mevlânâ efîkî, 178
Mevlânâ ehîdî, 158, 177
Mevlânâ emsî, 177, 178
Mevlânâ emsüddîn-i Berda‘î,
180
Mevlânâ erârî, 174
Mevlânâ erbetî, 176
Mevlânâ eref-i Hıyâbânî, 166
Mevlânâ erefuddîn Alî-i Yezdî,
146, 149, 151
Mevlânâ erîf-i Bâg-ı ehrî, 175
Mevlânâ erîf-i Tebrîzî, 210
Mevlânâ evkî, 170
Mevlânâ eyhî, 167, 173
Mevlânâ ihâb, 170, 171, 175,
181
Mevlânâ îr Alî, 175
Mevlânâ ucâ‘, 210
Mevlânâ ûhî, 173
Mevlânâ ükrî, 173
Mevlânâ Tâhirî, 172, 173, 178
Mevlânâ Tâli’î, 167
Mevlânâ Tâlibî, 181
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
Mevlânâ Tâlib-i Câcermî, 167
Mevlânâ Tarhânî, 169
Mevlânâ Tâyifî, 172
Mevlânâ Tâyirî, 172
Mevlânâ Tûsî, 167
Mevlânâ Tûtî, 168, 178
Mevlânâ Ulâ-i âî, 149, 167
Mevlânâ Ümîdî, 182
Mevlânâ Vahdetî, 172
Mevlânâ Vâhidî, 173
Mevlânâ Vahî-i Bâfkî, 210
Mevlânâ Vâlihî, 168, 174
Mevlânâ Vaslî, 175
Mevlânâ Vedâ‘î, 171
Mevlânâ Vefâ‘î, 178
Mevlânâ Vefâyî, 171
Mevlânâ Velî, 168, 210
Mevlânâ Veysî, 168
Mevlânâ Visâlî-i Kâî, 181
Mevlânâ Yahyâ Sibek, 166
Mevlânâ Yahyâ-yı Semerkandî,
161
Mevlânâ Yakînî, 169
Mevlânâ Yârî, 150, 169, 174,
177, 181, 182
Mevlânâ Yûsuf, 168, 169, 181,
182
Mevlânâ Yûsuf Çâkerî, 182
Mevlânâ Yûsuf âh, 168
Mevlânâ Zâhidî, 167
Mevlânâ Zâhir, 172
Mevlânâ Zâhirî, 173
Mevlânâ Zamânî, 172
Mevlânâ Zamîrî-i sfahânî, 210
Mevlânâ Zârî, 174
Mevlânâ Zarîfî, 182
Mevlânâ Zâtî, 151, 174
Mevlânâ Zâyirî, 173
Mevlânâ Zeyn, 167
Mevlânâ Zeynî, 168
Mevlânâ Zîbâ’î, 173
Mevlânâ Zîrekî, 172
Mevlânâ Ziyâ, 170
Mevlânâ Ziyâyî, 173
Mevlânâ Zülâlî, 171
Mevlevîlik, 320, 373, 502, 761
Mevlevî-nâme, 642
Mevlid, 306, 314, 403, 407, 430,
568, 571, 611, 617, 618,
625, 627, 628, 633, 634,
635, 637, 638, 639, 642,
644, 646, 648, 650, 651,
655, 657, 658, 660, 664,
677, 679, 686, 688, 689,
690, 691, 692, 693, 694,
695, 696, 697, 698, 748,
761, 773, 778, 781, 782,
783, 784, 786
Mevlid erhi, 648, 696
Mevlid-i Cenâb-ı Alî, 657
Mevlid-i Nebî, 571, 782
Mevlid-i erîf, 639, 646
Mevlidü’n-nebî, 571
Mısır, 7, 22, 28, 55, 81, 93, 95,
111, 135, 152, 280, 288,
305, 313, 316, 323, 345,
346, 349, 362, 391, 392,
393, 394, 395, 396, 397,
398, 400, 401, 407, 408,
409, 411, 412, 413, 414,
418, 419, 420, 421, 424,
425, 428, 464, 649, 661,
744, 756
mi’râc, 557, 558, 602, 605
Mi’râc, 557, 558, 586, 616, 637,
661, 744, 747
Mi’râciye, 571
Mi’râciyye, 617, 743, 760, 781,
782
Mi’râcü’l-beyân, 552, 616, 648,
781
Mi’râcü’n-nebî, 617
Michael Hilmann, 102
Miftâh-ı Heft-kân, 616
Miftâh-ı Lisân, 640
Miftâhu’l-cenne, 361
Miftâhu’l-ferec, 571, 640, 688,
695, 753
Miftâhu’l-gayb, 263
Miftâhu'l-ulûm, 432
Mihal olu Ali Bey, 424
Mihalolu Ali Bey’in Gazavâtnâmesi, 644
Mihnet-keân, 584, 618, 643,
646, 652, 681, 768
Mihr u Mâh, 552, 555, 559, 565,
657, 747
Mihr ü Mâh, 562, 577, 612, 614,
616, 629, 633, 635, 657,
681, 745, 789
Mihr ü Müterî, 367, 565, 577,
612, 614, 625, 627, 631,
633, 635, 658, 748, 775
Mihr ü Vefâ, 561, 577, 612, 614,
626, 656, 666, 694, 747, 762
Mikail Bayram, 6, 255, 309, 334,
356, 383
Mine Mengi, 100, 385, 417
Minhâcü’n-necât, 190, 203
Mîr ‘Ayânî, 181
Mîr Abdülbâkî, 152, 179, 181
Mîr Ahadullâh, 173
Mîr Ali Ekber, 209
Mir Ali Rıza stolçevî, 618
Mîr Alî îr, 154, 160, 180, 576
Mîr Alî-i Dost, 177
Mîr Atâullâh, 174
Mîr Ayânî-i îrâzî, 417
Mîr Bezmî-i Hemedânî, 210
Mîr Ca‘ferî, 210
Mîr Cezmî, 210
Mîr Ebû Turâb Mahrûm-ı Râzî,
210
Mîr Ebû Turâb-i Ulvî, 210
Mîr Ebu’l-bekâ, 210
Mîr Emînî, 210
Mîr Esedullâh, 173, 175
Mîr Ekî, 209
Mîr Fenâî, 178
Mîr Firîbî, 210
Mîr Gâzî, 326
Mîr Gıyâsuddîn Azîz, 174
Mîr Habîbullâh, 177
Mîr Hâc, 170
819
818
Mîr Hâim, 152, 179
Mîr Hâimî, 171
Mîr Haydar, 168, 176, 210
Mîr Haydar-ı Kâî, 210
Mîr Haydar-ı Meczûb, 168
Mîr Hazînî-i Yezdî, 210
Mîr Huzûrî-i Kumî, 209
Mîr Hümâyûn, 178, 179
Mîr Hüseyin, 173, 175
Mîr Hüseyin-i Bâverdî, 175
Mîr Hüseyin-i Mu‘ammâyî, 175
Mîr Hvând, 174
Mîr Ikî, 177
Mîr brâhîm, 176, 177, 210
Mîr htiyârüddîn, 175
Mîr mâd-i Mehedî, 168
Mîr slâm Gazâlî, 166
Mîr Kalender, 172
Mîr Kemâlüddîn-i Hüseyin, 174
Mîr Kudsî, 210
Mîr Kurbî, 210
Mîr Mahdûm, 166
Mîr Mu‘izü’’d-dîn, 210
Mîr Mugîs, 210
Mîr Muhammed, 170, 177, 179,
209, 210
Mîr Muhammed vaglı, 210
Mîr
Muhammed
Mu’min-i
Esterâbâdî, 209
Mîr Muhammed-i Keskenî, 210
Mîr Murtâz, 174
Mîr Müflisî, 168
Mîr Münhî, 210
Mîr Necdî, 210
Mîr Nevâyî, 154
Mîr Sa‘îd, 169, 170, 173
Mîr Sadru’d-dîn Muhammed, 210
Mîr Sedîd-i Zârî, 210
Mîr Seyyid Alî Musavver, 210
Mîr Sultân brâhîm Sadr, 179
Mîr Sun‘î, 209
Mîr Sun’î, 206
Mîr âh Murtazâ, 210
Mîr âhî, 167
Mîr emsu’d-dîn Muhammed,
209
Mîr Tebîhî, 210
Mîr Vâlihî-i Kumî, 210
Mîr Ya‘kûbî-i Hayât, 210
Mîr Yâdigâr Big, 168
Mîr Yûsuf, 179
Mir’ât-ı Âlem-nümâ, 617
Mir’ât-ı Cünûn, 618, 662
Mir’âtü’l-ahlâk ve Mirkâtü’levâk, 625, 745
Mir’âtü’l-Âikîn ve Mikâtü’sSâdikîn, 510
Mir'âtü'l-ebrâr, 628
Mîrek Cengi, 161, 426
Mîrek Hüseyin, 175
Mîrem Siyâh, 183
Mîrî, 658, 748
Mîr-i Alem, 667
Mîrim Çelebi, 396
Mirkatü’l-cihâd, 625
Mirkatü'l-edeb, 315, 362
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Mirsâdü’l-ibâd, 48, 332, 351, 361
Mirsâdü’l-ibâd
mine’l-mebde’
ile’l-me’âd, 263
Mîr-Ser-bürehne, 174
Mîrzâ Abdulbâkî erîf-i Radavî,
57, 143
Mirza Abdürrahim Hanhânan, 57
Mîrzâ Alî-i Halac, 182
Mîrzâ Asgar, 179
Mîrzâ Big, 170
Mîrzâ Hâcî Sodî, 169
Mîrzâ Halîl, 210
Mîrzâ Hesâbî-i Netanzî, 210
Mîrzâ brâhîm, 209
Mîrzâ Kâsım, 152, 157, 183, 210
Mirza Kelân, 57
Mirzâ Kelân, 57
Mîrzâ Kiçik, 159, 179
Mîrzâ Kulı Meylî, 210
Mîrzâ Mahdûm, 52, 209, 215
Mirzâ Mehdî Astrabâdî, 59
Mîrzâ Muhammed b. Mîrzâ
Abdurrahîm Sâ’ib, 217
Mîrzâ Muhammed-i Münî, 209
Mîrzâ Mukîm Keyhüsrevî, 152,
183
Mîrzâ Nizâmu’l-mülk, 209
Mîrzâ Râstî, 209
Mîrzâ Sâdık, 210
Mîrzâ Süleymân, 209
Mîrzâ eref-i Cihân, 209
Misâlî, 182, 635
Miskînlik-nâme, 573
Mîyârü’l-ahyâr ve’l-erâr, 367
Miyârü'l-edeb, 315
Mîzânu’l-evzân, 186, 746
Mîzânü’l-adâlet, 573
Mîzânü'l-edeb, 315, 433
Mogol Abdulvehhâb, 157, 183
Mool, 6, 27, 49, 57, 254, 256,
258, 259, 262, 265, 273,
278, 280, 281, 284, 285,
290, 303, 327, 332, 336,
342, 355, 356, 371, 384,
750, 752
Moollar, 28, 114, 262, 265, 332,
342, 355
Mollâ ‘Ârif, 181
Mollâ Abdî-i Kalender, 180
Mollâ Abdulkerim, 182
Mollâ Abdullâh, 182
Mollâ Abdussamed, 152, 180
Molla Abdülazîz, 368
Mollâ Ahmed-i Serrâc, 182
Mollâ Alî Feyzî, 152, 180
Mollâ Alî-i Buhârî, 181
Mollâ Babacan, 182
Mollâ Belâ’î, 181
Mollâ Besmeçi, 182
Mollâ Bîdîlîleng, 181
Mollâ Bîhûdî, 182
Molla Câmî, 330, 647
Mollâ Câmî, 145, 186, 188, 196,
201, 202, 203, 415, 587, 629
Mollâ Cârûbî, 157, 182
Mollâ Cemîd-i Müneccim, 180
Mollâ Cezvî, 181
Mollâ Cürmî, 181
Mollâ Dervî, 173, 181, 182
Mollâ Dervî Muhammed, 181
Mollâ Dost, 181
Mollâ Ebu’l-ma’âlî, 182
Mollâ Efserî, 182
Mollâ Emânü’llâh, 152, 180
Mollâ Fakîrî, 182
Molla Fenârî, 330, 528, 748
Mollâ Ferhâdî, 181
Mollâ Fethî, 181
Mollâ Feyzî-i Kâredger, 181
Mollâ Firâkî, 182
Mollâ Gıyâsuddîn Alî, 181
Mollâ Gıyâsuddîn Muhammed,
180
Mollâ Gıyâsüddîn Muhammed,
180
Mollâ Hâcî, 180, 181, 182
Mollâ Hâcî Alî, 180
Mollâ Hâcî Muhammed, 181
Mollâ Hâcî Muhammed-i Fûtaî,
181
Mollâ Hasan Alî, 152, 180
Mollâ Hasanalî, 183
Mollâ Hâsî, 182
Mollâ Hayretî, 181
Mollâ Hicrî, 181, 182
Mollâ Hicrî-i Endicânî, 181
Mollâ Hvâce Hıyâbânî, 182
Mollâ smî, 181
Mollâ retî, 157, 182
Mollâ Kâsım Âsım, 182
Mollâ Kâsım Gamze, 152, 183
Mollâ Kavsî, 182
Mollâ Kelân-i Mu‘ammâ’î, 180
Mollâ Kevkebî, 181
Mollâ Likâ’î, 180, 181
Mollâ Lisânî, 182
Mollâ Mahremî Mîr ikâr, 157,
183
Mollâ Maksûd-ı Tîrger, 181
Mollâ Mânî-i Türbetî, 182
Molla Maî-zâde Fikrî Dervî,
614
Mollâ Mâizâde Fikrî Dervî, 577
Mollâ Meylî, 181
Mollâ Mîr, 157, 180
Mollâ Mîr Alî, 157, 180
Mollâ Muhammed Ali, 182
Mollâ Muizzîleng, 181
Mollâ Mukîmî, 181
Mollâ Mücrimî, 183
Mollâ Nâdirî, 182
Mollâ Nesîmî, 180
Mollâ Nevâî, 182
Mollâ Nizâm-ı Bedr, 180
Mollâ Peyâmî, 181
Mollâ Re’îs, 181
Mollâ Rehâ’î, 181
Mollâ Rûhî-i Buhârî, 181
Mollâ Sâdıkî, 181
Mollâ Sadr, 181
Molla Sadra, 330
Mollâ Safâî-i Kirmânî, 181
Mollâ Sâkî, 182
820
819
Mollâ Sâkinî, 180
Mollâ Serkâ-yi Buhârî, 181
Mollâ Servî, 181
Mollâ Sevdâyî, 182
Mollâ Seyrî, 182
Mollâ Sıdkî, 181
Mollâ Sıfâtî, 173
Mollâ
Sultân
Muhammed
Handân, 152
Mollâ âh Hüseyn, 182
Mollâ âh Muhammed, 181
Mollâ ihâb, 171, 181
Mollâ Tâbi’î, 182
Mollâ Tufeylî, 181
Mollâ Vâlihî-i Semerkandî, 181
Mollâ Vasfî, 182
Mollâ Veysî, 182
Mollâ Yakînî, 181
Mollâ Yûsufî, 181
Mollâ Za’îfileng, 182
Mollâ Zeynüddîn Ali, 182
Mollâ Zihnî, 182
Mollâ Zülâlî, 180
Mollâzâde-i Mollâ Abdulgaffâr,
180
Moltan, 75, 120
Mostarlı Ziyâî, 614
Mu’âlî, 613, 657, 747
Mu’bed, 23
mu’cizât, 557, 558, 559, 602, 605
Mu’cizât-ı Resûl Aleyhi’s-selâm,
571
mu’cize, 8, 558
Mu’cize-i Muhammed Mustafâ,
608
Mu’îdî, 576, 577, 611
Mu’înî, 370, 568, 572, 589, 636,
649, 787
Mu’înü’l-mürîd, 609
Mu’izzî, 4, 18, 35, 38, 48, 79, 80,
81, 82, 84, 96, 121, 124
Mu’tezile, 260
Muallim Nâcî, 218, 403, 410,
416, 430, 433, 454
Muamma Risalesi, 417
Muammâyî, 398, 417
Mu'cize-i Muhammed Mustafâ,
321
Muhabbet-nâme, 552, 553, 591,
598, 631, 645, 647, 662,
681, 780
Muhaddis
Ebu’l-hasan Alî-i
skenderânî, 340
Muhâkemetü’l-lugateyn, 45, 186,
381, 746
Muhammed ‘Assâr, 154
Muhammed Alî, 167, 170, 176,
177, 782
Muhammed Ali Terbiyet, 207,
211, 218
Muhammed Alî-i Celâyir, 177
Muhammed Alî-i ugânî, 167
Muhammed b. Ebû Bekr-i
Tebrizî, 340
Muhammed b. el-Hüseyn elMu’înî, 264, 352
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
Muhammed b. Muhammed b.
Mahmûd-ı Hatîb, 263
Muhammed b. Muhammed elznikî, 527
Muhammed Bahâr, 42, 381
Muhammed Big, 209, 210, 211,
215
Muhammed Big Mezâkî, 209
Muhammed
bin
Bedreddin
Münî, 58
Muhammed
bin
Gâzî-i
Malatyavî, 275, 351
Muhammed bin Hasan bin
Muhammed el-Kerîm elKâtib el-Bagdâdî, 373
Muhammed bin Muhalled, 16
Muhammed bin Muhammed elDarabî, 128
Muhammed
bin
Ömerü'rrâdüyânî, 431
Muhammed bin Vâsıf, 16
Muhammed bin Vasîf-i Sigzî, 16
Muhammed Ca‘fer, 177
Muhammed Emîn, 104, 169, 209,
778
Muhammed Emîn Riyâhî, 104
Muhammed Gulâm Rızâî, 28
Muhammed Hanefî Cengi, 310,
321, 608, 648, 785
Muhammed Hâim, 209
Muhammed Hüseyin Mîrzâ, 179
Muhammed ibn-i Zekeriyya Râzî,
721
Muhammed Kahraman, 218, 224,
243
Muhammed Kalı Hisârî-i Mool
Bakı, 57
Muhammed Mansûr-ı Serahsî, 96
Muhammed Mihrî, 456
Muhammed Mîrek Sâlihî, 209
Muhammed Mu’min Big, 209
Muhammed Mümin Mîrzâ, 183
Muhammed Nâsır, 33, 117
Muhammed Nazmî-i Halvetî, 638
Muhammed Pârsâ, 369
Muhammed Paa, 209
Muhammed Sâlih, 177, 209, 629,
636
Muhammed Sâlih Big, 209
Muhammed Sâlih Mîrzâ, 209
Muhammed Ussâr, 180
Muhammed-i Hamedânî, 411
Muhammedî Han Gord, 209
Muhammed-i Kazvînî, 144, 152,
190, 289
Muhammed-i Lekerî, 118
Muhammed-i Mu‘în, 144
Muhammed-i Mustevfî, 38
Muhammediyye, 374, 556, 571,
589, 645, 663, 680, 696
Muhâsibî, 329
Muhibbî, 52, 56, 182, 209, 211,
212, 479, 561, 614, 665, 744
Muhibbî-i Niâbûrî, 182
Muhtarat bn-i Hübel, 350
Muhtasar fî-lmi’l-hey’e, 345
Muhtasar-ı Muhît, 529, 534
Muhtasaru'l-ma'ânî, 432
Muhyevî-i Engüriyeî, 264, 274
Muhyî, 146, 167, 397
Muhyiddîn, 35, 182, 264, 271,
274, 280, 328, 332, 334,
353, 425, 528, 624
Muhyiddîn Ebu’l-fezâ’il, 35
Muhyiddîn ibni Kutbuddîn-i
znikî, 528
Muhyiddin ibnü’l-Arabî, 288,
721
Muhyiddin Kâdirî, 616
Muhyiddîn Mes’ûd, 264, 271,
274
Muhyiddîn Mes’ûd âh, 271, 274
Muhyiddîn-i Arabî, 328, 332,
334, 353
Muîniddîn Pervâne, 344, 348
Mu'înüddîn bin Mustafa, 358
Mukaddime, 105, 144, 149, 150,
151, 152, 154, 155, 166,
208, 527, 529, 531, 532,
535, 580, 647, 752, 753,
762, 763, 764, 767, 774,
775, 778, 779, 780, 781, 782
Mukaddime-i Kutbuddîn, 529,
531
Mukbil-zâde Mü'min, 373
Mukîmî, 169, 210
Mûnisu’l-uâk, 261
Mûnisü’l-avârif, 266
Murâd Big, 209
Murâdî, 52, 368, 614, 697, 747,
786
Murâd-nâme, 368, 374, 554, 563,
564, 567, 574, 590, 660,
662, 673, 674, 682, 722
Mursiye, 329
Mûsâ Abdî, 371
Mûsâ bin Mes'ûd, 373
Mûsâ-yı znîkî, 369
Muslihüddîn Vahyî-i abanî,
552, 572
Mustafa Akî, 618
Mustafa bin Yûsuf el-Mar’aî,
570
Mustafa Çelebi, 419, 614
Mustafa Emînî, 577
Mustafa ibn-i Evranos, 722
Mustafa lmî b. brâhîm, 617
Mustafa Keskin b. Osmân, 617
Musul, 268, 272, 331, 345, 391,
412
Mutâyebât, 316, 769
Mutezile, 86, 87
Muvaffak-ı Kayserî, 345
Mûyî, 615, 666
Muzaffereddîn Yavlak Arslan,
343
Muzafferî, 33, 117
Mübârek-nâme-i Esrâr, 617
Mübeyyen, 614, 645
Mücîr, 81, 97
Müeyyedüddîn-i Cendî, 330
Müeyyed-zâde, 395, 397, 402,
408, 409, 410, 420
821
820
Müeyyed-zâde
Abdurrahman
Çelebi, 395
Müeyyidü’l-mülk Ebû Bekr, 48
Müfîd u Muhtasar, 567
Müfredât-ı bn Baytar, 349
Müfredât-ı
bni
Baytar
Tercümesi, 363
Mühezzebüddîn Ebu’l-hasan Alî
b. Ahmed bn-i Hübel-i
Bagdâdî, 350
Mülahhas
fî-Sınâ’ati’l-mecistî,
345
Mümin bin Mukbil, 366
münâcât, 521, 552, 554, 555,
556, 585, 586, 602, 603, 605
Münâcât, 186, 555, 556, 585
Münazara (Telli Sazlar Atıması),
666, 758
Münâzara-i Tûtî vü Zâg, 554,
573, 587
Münîrî, 52, 577, 614, 625, 775
Münîrî Ahmed Çelebi, 577
Müne’ât, 187, 263
Müne’ât-ı Bedreddin Yahyâ, 263
Müneât, 207, 405, 412
Müntahab-ı ifâ, 363, 777
Münteceb olu Bedî’-i Engüriyeî,
264
Müntecebolu Bedî’-i Engüriyeî,
274
Münyetü’l-musallî, 529
Münyetü’l-müftî, 263
Mürîdî, 643, 674
Mürid-i Müteehhilîn, 527, 528,
529, 531
Müridü’l-kifâye, 263
Müridü’l-ubbâd, 572, 591
Müselles-nâme-i âkir, 618
Müstakim-zâde, 432, 510
Mütenebbî, 19, 20, 25
Müzekkü'n-nüfûs, 369
N. Sami Banarlı, 315, 362
na’t, 199, 521, 556, 557, 558,
559, 560, 562, 584, 602, 605
Na’tî, 577, 612, 617, 627, 775
Na’tî Mustafa Bey, 617
Nâbî, 52, 58, 112, 126, 128, 219,
469, 550, 557, 562, 564,
573, 578, 584, 616, 627,
636, 644, 645, 646, 660,
661, 671, 676, 686, 693,
695, 754, 775, 777
Nâbî Dîvânı, 128
Nâdirî, 172, 440, 441, 571, 575,
676, 760, 783
Nahîfî, 568, 571, 572, 617, 628,
639, 661, 662, 663, 755, 775
Naîmüddin Temivârî, 617
Nâkâm, 576, 591, 618, 619
Nakîbolu, 571
Nakbendî, 369
Nakbendiyye, 369
Nak-ı Hayâl, 552, 554, 556, 557,
563, 579, 580, 614, 627,
678, 750
Nakî Alî-i Akkirmânî, 570
Nâlân u Handân, 615, 640, 666
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Nâlî, 550, 552, 558, 560, 567,
570, 616, 634, 643, 671,
765, 775
Nâmî-nâme, 618
Nâmiyye, 618
Nâsır Li-Dinillah, 281, 332, 334
Nâsır-ı Hüsrev, 38, 91, 154, 180
Nâsır-ı Tûsî, 361
Nâsırî, 6, 266, 288, 298
Nasîb, 17
Nasîhat-nâme, 616, 617, 633,
671, 758, 768, 778
Nasîhat-nâme-i Müridî, 617
Nasihî, 96
Nasireddîn Berkyaruk, 49, 261,
262, 264, 274, 331, 352
Nasîreddîn Berkyaruk, 274
Nâsireddîn Sicistanî-i Sivasî, 282
Nasireddîn-i Sicistânî, 266, 352
Nasîreddîn-i Tûsî, 317, 344, 373
Nasîrî-i Sivasî, 53
Nasîrüddîn Berkyaruk, 53
Nasîrüddîn-i Tûsî, 359, 361, 371
Nasrâbâdî, 195, 196, 205, 206,
217, 775
Nasrullah, 262, 278, 279, 313,
365, 458, 633, 762
Nasrullah b. Muhammed b.
Hamîd, 262
Nasûhî, 417, 429, 751
Natıfî, 96
Nâyî Osman Dede, 628, 654, 680
Nâyî eyh Murâd, 395
Nazari ve’l-Firâse, 721
nazım, 1, 18, 57, 102, 111, 118,
131, 134, 138, 160, 187,
201, 202, 203, 223, 264,
266, 271, 272, 284, 290,
291, 292, 296, 298, 300,
304, 305, 307, 308, 311,
315, 316, 317, 321, 323,
324, 337, 360, 392, 397,
404, 511, 518, 540, 543,
547, 554, 555, 557, 559,
560, 563, 568, 580, 586,
602, 605, 609, 618, 733
Nazîm, 463
Nâzimü’l-cevâhir, 617
Nazm-ı Girîdî, 617
Nazm-ı Niyâz, 616
Nazm-ı Siyer-i Nebî, 570, 780
Nazmu’l-cevâhir, 186, 615, 618
Nazmu’l-esâmî, 615
Nazmu’l-le’âlî, 633
Nazmu’l-ulûm, 616, 633
Nazükî, 616
Necâtî Be, 471, 492, 782
Necâtî Bey, 211, 423, 440, 448,
449, 450, 452, 461, 465,
611, 612, 754
Necâtî-i Rûmî, 210, 212
Necâtü’l-garîk, 572, 616, 763
Necâtü’l-garîk fi’l-cem’i ve’ttefrîk, 616
Neccâr-ı Sagarci, 33
Necef, 205, 336
Necîb Efendi, 571
Necîbî-i Fergânî, 33
Necmeddîn Ebûbekr Muhammed
b. Alî b. Süleymân-i
Râvendî, 280
Necmeddîn-i Dâye, 263, 273
Necmeddîn-i Kübrâ, 290, 329,
332
Necmeddîn-i Râzî, 273, 282, 329,
332
Necm-i Râzî, 48
Necmî-i Rûmî, 418
Nedîm, 126, 474, 773
Nefahâtü’l-üns, 415
Nefhatü’l-ezhâr, 565, 579, 616
Nef'î, 52, 113, 124, 126, 744
Nehârî, 418, 422
Nesâyimü’l-mahabbe
minemâyimi’l-fütüvve,
186,
746
Nesîmî, 49, 52, 294, 319, 384,
492, 630, 722, 761
Nesîmî Mehmed, 630
Nesîmü’l-huld, 190, 191, 203
Neâtî, 114, 115, 379, 477, 571,
616, 631, 645, 671, 682,
765, 775, 786
Neâtî Ahmed Dede, 571, 645,
775
Ne'et Süleyman Efendi, 626
Nerî, 418
Nev’î-zâde Atâyî, 552, 554, 558,
565, 573, 578, 579, 580,
583, 585, 587, 588, 590,
591, 619, 643, 644, 688,
769, 788
Nevâdirü’-ebâb, 156, 186
Nevâî, 126, 144, 145, 146, 147,
149, 150, 151, 153, 155,
156, 157, 158, 160, 185,
186, 187, 188, 189, 190,
191, 192, 193, 194, 195,
196, 197, 198, 199, 200,
201, 202, 203, 208, 220,
575, 611, 612, 614, 640,
644, 645, 656, 660, 668,
669, 670, 671, 746, 751,
758, 766, 771
Nevâyî, 150, 208, 425, 426, 492,
549, 552, 559, 561, 572,
576, 638, 639, 652, 658,
685, 754, 758, 771
, 463, 468, 475, 478, 479,
480, 481, 552, 554, 557,
558, 565, 572, 573, 578,
579, 580, 583, 585, 587,
588, 590, 591, 616, 619,
626, 633, 643, 644, 649,
669, 688, 761, 769, 785, 788
Nevrûz-nâme, 29
Neylî, 467, 475, 768
Ney-nâme, 561, 573, 649, 756
Neyzen mamkulu, 395
Neyzen Mehmed Kasım, 407
Nicomachos, 346
Nidâî, 52, 572, 649, 788
Nidâyî, 626
Nigârî, 52, 618, 635, 657
822
821
Nigâristân, 414, 594, 614, 627,
755
Nigâr-nâme, 615, 618, 635
Nideli Kadı Ahmed, 334
Nideli Muhibbî, 628, 664
Nideli Visâlî, 616, 636, 722,
788
Nihâlî, 398, 413, 418
Nihânî, 216, 419, 561
Nihâyetü’l-idrâk
fî-Dirâyeti’leflâk, 344
Niksar, 256, 274, 340, 426
Nilgün Açık, 54
Nimetullâh, 576, 614
Nisâb el-Habr fî-Hisâb el-Cebr,
346
Nisârî, 126
Niaburlu Kâtibî, 421
Niyâzî, 52, 209, 427, 549, 554,
555, 557, 562, 573, 601,
628, 648
Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ, 578,
615
Nizâm âh, 209
Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincanî,
35, 264, 269, 275
Nizâmeddîn Ahmed-i Erzincânî,
49
Nizâmeddîn el-Arac el-Nîâbûrî,
345
Nizâmeddîn Hurîd, 277
Nizâmî, 4, 9, 20, 33, 38, 48, 56,
63, 69, 96, 109, 112, 117,
124, 126, 154, 160, 217,
251, 252, 253, 268, 304,
314, 319, 322, 362, 363,
365, 366, 370, 380, 561,
572, 579, 582, 583, 587,
619, 620, 658, 660, 665,
667, 672, 673, 687, 760,
766, 767, 780
Nizâmî-i Arûzî, 33, 38, 117
Nizâmî-i Gencevî, 4, 380, 561
Nizâmü’l-mülk, 41, 48, 273, 352
Nufûz-i Zebân u Edebiyyât-i
Fârisî der-Turkiye Dovre-i
Âl-i Osmân, 678, 775
Nuhbe-i Vehbî, 617
Nukûdü'z-zevâhir
ve
Cuhûdü'lcevâhir, 317
Nûr Sa‘îd Big, 169
Nusret-nâme, 613, 618, 686
Nusret-nâme-i Osmân, 613, 686
Nusretuddîn Kılıç Arslan, 47, 132
Nusus, 263
Nuvîdi-yi îrâzî, 647
Nücûmü’l-zâhire, 400, 414
Nüsha-i Âlem, 634
Nüzhet-nâme-i Abdî, 615
Nüzhetü’l-küttâb ve Tuhfetü’lelbâb, 263
Nüzhetü’l-mecâlis, 269, 277, 282
O. Kemal Tavukçu, 308
Odgurmı, 33
Olanlar eyhi brâhîm, 549,
556, 567, 569
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
Ouz, 6, 70, 100, 135, 140, 141,
249, 283, 284, 285, 295,
299, 317, 339, 356, 371,
383, 386, 411, 647
Ouz Türkçesi, 283, 284, 285,
295
Ouz-nâme, 647
Orhan Keskin, 499
Orhan Pamuk, 109, 757
Orhon Abideleri, 306
Orta Farsça, 14
Osman, 41, 44, 83, 129, 135, 136,
254, 310, 311, 355, 382,
383, 414, 510, 559, 617,
618, 628, 631, 633, 638,
639, 642, 643, 649, 651,
652, 653, 654, 660, 661,
662, 669, 670, 673, 680,
681, 682, 686, 688, 694,
744, 750, 753, 761, 763,
766, 768, 780, 785, 788
Osmân b. Hüseyn-i Bosnevî, 615
Osmân âkir b. Mustafa-yı
Bozokî, 617
Osman ems Efendi, 682
Osman Turan, 41, 254, 383
Osmân-ı Muhtârî, 33, 117
Osmanlı Devleti, 3, 7, 47, 49, 50,
53, 55, 99, 103, 105, 138,
211, 253, 296, 304, 314,
318, 360, 362, 379, 384,
391, 392, 393, 395, 396,
401, 402, 440, 561, 687,
690, 766, 777, 782
Osmanlı Edebiyâtı, 102, 314,
433, 455, 624, 773, 782
Osmanlı Edebiyâtı Numuneleri,
433
Osmanlı Edebiyâtı Nümûneleri,
455, 773
Osmanlı Müellifleri, 421, 505,
507, 513, 527, 528, 531,
532, 752
Osmanlı Türkçesi, 51, 52, 206,
208, 211, 400
Ögdülmi, 33, 251, 662
Ögüt-nâme, 617
Ömer b. Mezîd, 302
Ömer b. Muhammed b. Ali, 260,
343, 344
Ömer bin el-Fâriz, 107
Ömer Fânî Efendi, 722
Ömer Faruk Akün, 301, 513
Ömer Ferit Kam, 128, 755
Ömer Fu’âdî, 552, 556, 561, 650,
789
Ömer Hayyâm, 49, 62, 180, 273
Ömerolu, 608
Ön Asya, 249, 327, 339
Örfî, 124, 576, 619, 669, 676
Örfî Mahmud Aa, 669
Özkend, 66
P. Horn, 27
Pakistan, 66
Paris, 145, 324, 363, 423, 535,
623, 639, 678, 773
Paa Aa bin Hoca Paa, 361
Paul Pelliot, 27
Pehlevân Big Kumrî, 209
Pehlevân Dervî Muhammed,
176
Pehlevân Hüseyin, 169
Pehlevân Kâtib, 147, 153, 174
Pehlevân Muhammed Ketîgîr,
147, 150, 151
Pehlevân Sultân Alî-i Kütigîr,
176
Pehlevî, 14, 15, 781
Pehlevî dili, 14, 15
Penâhî, 420
Pencabi, 58
Pend-i Attâr Tercümesi, 614
Pend-i Müridî, 617
Pend-i Ricâl, 643, 674
Pend-nâme, 44, 56, 382, 408,
559, 560, 562, 565, 573,
585, 614, 617, 620, 629,
638, 640, 642, 673, 679,
688, 694, 750, 757, 758,
762, 767, 777
Pend-nâme-i Attâr Tercümesi,
640, 758
Pend-nâme-i Enûirvân, 44, 382
Pendnâme-i mülûk, 131
Pend-nâme-i Naîmüddîn, 617
Pers, 83
Persian-English Dictionary, 30
Pertev-nâme, 259, 261, 274, 331
Pîr Kulı Big, 210
Pîr Mahmûd, 326, 608
Pîr Mehmed b. Evrenos b.
Nûreddin Za’îfî, 648
Pîrî Big, 210
Pîrî Mehmed Paa, 398, 785
Pîrî Paa, 397, 419, 420, 424
Pîrî Reis, 396, 498, 744
Piser-i Dergû, 33
Piser-i Tîe, 33
Pîdâdîler, 117
Platon, 331, 678
Pritine, 416, 672
Pûl-ı Mâlân, 149
Pür Tigin, 37
Râfi’, 58
Râfizî, 86, 119
Râhatu’l-Kulûb, 529, 531, 532
Râhatü’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr,
33, 251
Râkım, 58, 219, 220
Râid, 538, 617, 623, 787
Râidî, 33, 117
Râvendî, 28, 33, 48, 80, 81, 95,
97, 133, 134, 251, 252, 262,
264, 272, 280, 352, 371, 778
Ravzatu’l-ukûl, 275, 351
Ravzatü’l-îmân, 570, 647
Ravzatü’l-küttâb, 263
Ravzatü’l-menâzır li’l-meliki’nnâsır, 262, 352
Ravzatü’l-ukûl, 262
Ravzatü’s-selâtîn, 57, 143
Ravzatü’t-tevhîd, 572, 614, 630
Ravzatü'l-i'câz
fi'l-Mu'cizâti'lmümtâz, 628
823
822
Râzî, 174, 332, 561
Raziyuddîn Baba, 160, 180
Râz-nâme, 53, 128, 614, 629,
745, 759
Re’fet Efendi, 571
Rebâb, 21, 53, 266, 296, 298,
660, 678, 680
Rebâb-nâme, 53, 266, 296, 298,
660, 678, 680
Recâî, 209, 436
Recaizade Mahmud Ekrem, 433
Refî’, 562, 573, 586
Refi’î, 636
Refî’uddîn-i Bekrânî, 180
Refîkî, 178, 181, 420
Remzî, 397, 420, 672
Resmî, 283, 303, 617, 785
Reîd, 433, 455, 467
Reîdeddîn, 371
Reîdî, 28, 33, 34, 37, 133
Reîdî-i Semerkandî, 33, 37
Reîdüddîn Vatvât, 80, 154, 317,
432
Reîdüddîn-i Vatvat, 180
Revânî, 108, 398, 420, 421, 424,
466, 467, 468, 469, 473,
561, 578, 615, 625, 628,
661, 745, 755
Rey, 66, 72, 73, 78, 86
Rezî, 106
Rıdvân âh Hikâyesi, 670
Rıf’atî Abdülhay, 576
Rızâî, 28, 616
Ridaniye, 391
Rif’at, 364, 555, 562, 564, 573,
578, 618, 643
Rif’at Sûr-nâmesi, 618
Rif’atî, 616
Rifaîlik, 333
Risâle fî Beyâni's-semâ, 307
Risâle fi’l-usturlâb, 345
Risâle fî-Rub’ü’l-mucîb, 396
Risâle-i Akl-ı Sorh, 261
Risâle-i Arûz, 418
Risâle-i Lügat-i Mûrân, 261
Risâle-i Mu’ammâ, 186
Risâle-i Münciyye, 366
Risâle-i Sefîr-i Sîmurg, 261
Risâle-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-i
Hazret-i Hudâvendigâr, 263
Risâle-i Ta’rîfât, 615, 759
Risâle-i Ta'rîfât, 688
Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi,
614, 639
Risâlet’ün fi’l-Firâse, 721
Risâletü’l-bedriyye, 628
Risâletü’l-câmi’a, 396
Risâletü’l-fethiyye erhi, 396
Risâletü’l-gufrân, 270
Risâletü’l-mukantarat, 396
Risâletü’l-vücûd, 263
Risâletü’n- Nûriye, 509
Risâletü’n-nushiyye, 266, 607,
642, 648, 668, 669, 761,
783, 788
Risâletün
mine'l-arûz
ve
Istılâhi'-i'r, 432
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Riyâzî, 169, 172, 404, 405, 410,
411, 416, 417, 419, 422,
423, 513, 614, 616, 625, 654
Riyâzu’l-cinân, 552, 557, 562
Riyâzü’s-sâlikîn, 553, 554, 580,
586, 597, 638, 760
Rodos enrengizi, 659
Roger Delaudrière, 329
Roma, 1, 99, 102, 670
Rûbe-i Accâc, 17
Rûdekî, 16, 35, 60, 154, 180, 218
Rûdeki-i Çengzen, 17
Rûhu’l-kuds, 24, 187, 188, 203
Rûhu’l-kulûb, 367
Rum, 74, 78, 80, 89, 96, 111,
213, 252, 256, 264, 268,
272, 277, 315, 324, 336,
340, 362, 363, 392, 492,
503, 530
Rumca, 5, 141, 254, 255, 272,
273, 293, 297, 298, 352,
356, 383
Rumeli, 52, 400, 416, 417, 613,
693
Rumlar, 254
Rusûmu’r-resâil, 348
Rûenî, 411, 561, 572, 573
Rûzbeh, 182
Rûzî bâ Cemâ’at-i Sûfiyân, 261
Rükneddîn Ahmed, 367
Rükneddîn Hümâyûnferruh, 187,
192, 203
Rükneddîn Süleymân âh, 252,
341, 351, 353
Rüstem, 40, 74, 76, 77, 79, 80,
81, 82, 83, 84, 118, 119,
120, 121, 122, 157, 183,
209, 252, 718
Rüstem Big, 209
Rüstem-i Zal, 40
Rüsûmü’r-resâ’il ve Nücûmü’lfezâ’il, 263, 759
Rüdî, 616
S. Nüzhet Ergun, 308
Sa‘d behâ, 180
Sa‘düddîn Mes‘ûdu’l-emîn, 180
Sa’deddîn Ebû Bekr-i Erdebilî,
348
Sa’deddîn-i Fergânî, 330
Sa’deddîn-i Hamavî, 332
Sa’dî bin Abdü’l-müte’âl, 397
Sa’dî Çelebi, 421
Sa’dî-i îrâzî, 56, 193, 195, 201,
203, 364, 573, 672, 766, 775
Sa’düddîn Köpek, 342
Sâ’ib, 4, 48, 58, 124, 217, 218,
219, 220, 221, 222, 223,
224, 243, 244, 245, 747,
765, 766, 779
Sâ’ib-i Tebrîzî, 48, 217
Sâ’ilî, 159, 422
Sa’lebî, 363
Sa’yî, 418, 422
Sabâyî, 421, 626, 627, 658, 681
Sâbir, 154, 180, 578, 670, 764
Sabir Parsa, 639
Sabit, 554, 557
Sabrî-i Rûzbehân, 210
Sabr-nâme, 614
Sabûhî, 181, 616, 681
Sabûhî Dede, 616
Sa'deddîn et-Taftazânî, 432
Sâdık, 205, 209, 412, 482, 483,
781
Sâdıkî, 57, 143, 205, 206, 207,
208, 210, 211, 216, 760
Sâdıkî-i Kitâbdâr, 57, 143, 205,
206, 210, 216
Sadi Bayram, 333
Sadr Feridüddin Muhammed-i
Cacermî, 349
Sadrazam Hersek-zâde Ahmed
Paa, 397, 427
Sadreddîn, 263, 273, 279, 321,
330, 332, 335, 341, 344,
353, 561, 608
Sadreddîn-i Konevî, 263, 273,
279, 330, 332, 335, 341,
344, 353, 561
Sadruddîn-i Konevî, 282
Safâ-nâme, 617
Safâyî, 169, 613
Safevîler, 28, 42, 58, 59, 217
Saffârîler, 16, 95
Sâfî, 53, 173, 614, 615, 750
Safiyyüddîn-i Urmevî, 374
Sâgarî, 168, 398, 422
Sâhib-i Belhî, 167, 193, 195, 203
Sâib bin bâd, 20
Sâib-i Tebrizî, 9
Saka, 83
Sâkıb Dede, 320
Sâkî, 61, 147, 151, 153, 177, 565,
568, 616, 618, 625, 654,
657, 662, 663, 664, 672,
673, 675, 678, 681
Sâkî-nâme, 565, 568, 616, 618,
625, 654, 657, 662, 663,
664, 675, 678, 681
Salâmân u Absâl, 415, 578, 615,
636, 647, 786
Sâlih, 177, 209, 349, 574, 576,
614, 619, 632, 753
Sâlim, 576, 681
Salsal-nâme, 668
Sâm Mîrzâ, 57, 143, 149, 185,
190, 195, 208, 209, 408
Sâmânî, 3, 32, 38, 46, 137
Sâmânî Devleti, 137
Sâmânîler, 15, 16, 32, 37, 85, 95
Samanoulları, 27, 35, 78
Samsun-Ladik, 333
San'at-ı Tahrîr ve Edebiyât, 781
Sânî, 407, 659
Sâni’î, 562
Sanskritçe, 27
Saray ehrengizi, 659
Saruhanlı eyh lyas, 625, 744
Saruhanoulları, 355, 367
Sâsânî, 14, 39
Sâsânîler, 27, 117
Sâsâniyân, 14
Sâve, 78
Sayram, 130
824
823
Se Zebân, 617
Seâlibî, 15
Seb’a-i Seyyâre, 186, 612, 671,
765
Seb’iyyât, 411
sebeb-i te’lîf, 112, 254, 563, 564,
567, 568, 606
Sebük Tigin, 32
Sedd-i skenderî, 186, 575, 612,
648, 685, 746
Sedîd Tabîb-i Kazvînî, 423
Sedidüddîn b. Rakîka Ebu’ssenâ’î Mahmûd b. Ömer eleybânî, 350
Sehî Bey, 144, 361, 403, 404,
405, 406, 407, 408, 409,
410, 411, 412, 413, 414,
416, 417, 418, 419, 420,
421, 422, 423, 424, 425,
426, 427, 428, 429, 430,
513, 528
Sehî Tezkiresi, 144
Selâmî, 170, 178, 181, 618
Selanik, 410, 417
Selanikli Es’ad, 616
Selâtîn-nâme, 613, 646
Selçuklu Devleti, 4, 6, 27, 35, 40,
41, 43, 48, 49, 55, 84, 105,
249, 253, 254, 255, 259,
283, 303, 329, 337, 340,
342, 347, 351, 355, 356,
371, 381, 384, 766
Selçuklu eh-nâmesi, 266
Selçuklu üslubu, 2
Selçuklular, 2, 3, 4, 5, 28, 35, 38,
39, 41, 42, 43, 44, 45, 49,
53, 79, 88, 94, 95, 121, 124,
249, 251, 257, 281, 284,
285, 339, 340, 341, 351,
355, 381, 383, 760, 770,
773, 774, 775, 776, 785, 787
Selçuk-nâme, 53, 278, 371
Selîm âh-nâme, 397, 412
Selîmî, 52, 55, 401, 402, 561
Selîm-nâme, 53, 397, 419, 424,
428, 550, 552, 555, 557,
559, 560, 563, 598, 616,
638, 648, 747, 785
Selmâ, 21
Selmân-ı Sâvecî, 23, 154, 180,
192, 193, 195, 203, 315,
318, 362
Semerkand, 15, 16, 57, 60, 66,
133, 143, 144, 149, 160,
165, 166, 427
Sempad, 343
Senâ’î, 38, 43, 61, 62, 70, 78,
107, 108, 125, 139, 180,
289, 290, 382
Senâ’î-i Gaznevî, 38, 43, 70, 78,
107, 125, 139, 382
Senâî, 71, 73, 78, 139, 780
Sencer, 35, 48, 80, 96
Senglâh, 59
Serahs, 15
Sergüzet-i stolçevî, 618, 668
Sergüzet-i Za’îfî, 615, 789
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
Sergüzet-nâme, 618, 654, 689,
743, 750
Sergüzetnâme-i
Fakir
beAzîmet-i Tokat, 578
Sermed, 618
Sevâhil-nâme, 617
Sevânihu'n-nevâdir fî-Ma'rifeti'lanâsır, 617, 638
Sevdâ’î, 162, 163, 164, 167, 576,
614, 627, 634, 660, 780, 781
Seyfeddîn
Ebu’l-mahâmid
Muhammed-i Ferganî, 280
Seyfeddîn-i Bâherzî, 332
Seyfî, 132, 170, 182, 193, 203,
613
Seyf-i Fergânî, 52, 266, 280, 780
Seyf-i Zûyezen, 17
Seyfî-i Türk, 193, 203
Seyfu’d-dîn Mahmûd, 209
Seyfü'l-mülûk, 684
Seyhun, 90
Seyyid ‘imâd, 178
Seyyid Abdulhak, 169
Seyyid Abdullatîf, 172
Seyyid Ahmed Mirza, 644, 770
Seyyid Ahmed Mîrzâ, 179
Seyyid Ahmed-i Kebîr el-Rifaî,
333
Seyyid Ali Hâimî, 166
Seyyid Ali Hemedânî, 722
Seyyid Ârif, 172
Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-i
Tirmizî, 263
Seyyid Ca‘fer, 175
Seyyid Cemâlüddîn-i Kâî, 180
Seyyid Esedullâh, 175
Seyyid Eref, 80, 264, 275
Seyyid Gıyâsuddîn, 175
Seyyid Hakîmî, 179
Seyyid Hançer Çiçek, 174
Seyyid Hasan-ı Gaznevî, 180
Seyyid Hâimî, 166
Seyyid Hazînî, 172
Seyyid Kâzımî, 168
Seyyid Kemâl Keçkûl, 168
Seyyid Kutub Lekedenk, 170
Seyyid Mahmûd, 336, 397
Seyyid Mahmûd-ı Hayranî, 336
Seyyid Müslimî, 169
Seyyid Nakîbî, 169, 171
Seyyid Nûreddîn Velî el-Rifaî,
333
Seyyid erîf, 181, 215
Seyyid Tâceddîn Rifaî, 333
Seyyid Zergâr, 573
Seyyidzâde-i Münî, 172
Sıfâtu’l-haremeyn, 554, 560, 563,
572, 584, 640, 756
Sıfâtu’n-nebî, 53
Sıfâtü’l-âıkîn, 411
Sıhhat-âbâd, 617
Sıhhatü’l-ebdân, 261
Sırr-ı Cânân, 614, 632
Sî Fasl, 359
Sicill-i Osmânî, 425, 508, 773
Silk-i Cevâhir, 617
Silkü’l-le’âl-i Âl-i Osmân, 617
Silvan, 350
Simavna Kadısı eyh Bedrüddin,
529
Simkezâde, 554, 559, 561, 564,
571, 573, 585, 586, 596,
639, 780
Sîmurg-nâme, 614
simya, 347
Sî-nâme-i Hümâmî, 626
Sinanolı, 570
Sinbâdnâme, 371
Sind, 58, 76, 79, 93, 755
Sinoplu Beyânî, 577
Sinoplu Safâyî, 613
Sipehsâlâr, 263, 780
Sipihrî, 209
Sirâceddîn-i Urmevî, 282
Sirâcî, 180
Sirâc-i Kumrî, 180
Sirâcu’l-kulûb, 263
Sirâcü’l-müslimîn, 186
Sirâcüddîn Ebî Ya'kûb Yûsuf bin
Ebî Bekri's-sekkâkî, 432
Sirâcüddîn-i Urmevî, 353
Sirozlu Hüseynî, 614
Sivrihisar, 497, 498, 499, 501,
503, 505, 598, 722, 723,
727, 729, 749, 777
Sivrihisarlı eyh Baba Yûsuf,
497
Siyâset-nâme, 41, 86, 273, 352,
686
Siyer-i Nebî, 430, 696
Siyerü’l-mülûk, 273, 352
Sofi Baba, 501
Sogdî, 33
Sohbet-nâme, 614
Sohbetü’l-ebkâr, 552, 557, 565,
573, 579, 595, 616, 649, 788
Sohbetü’l-esmâr, 614, 615
Sokrat, 23
Su’âd, 21
Subhatü’l-uâk, 570, 579, 614
Subhî-zâde Azîz, 467, 473, 474,
758
Subhî-zâde Feyzî, 617, 626, 638
Sûdî, 69, 126, 127, 763
Sûdî Efendi, 127
Sûfî Pîr-i Si-sad Sâle, 175
Sula Fakih, 308, 310
Sulhî, 572
Sultân Ahmed Mîrzâ, 179
Sultân Alâeddîn Keykubâd, 351
Sultân Alî Mîrzâ, 147, 179
Sultân Alparslan, 81
Sultân Arslan, 81, 97
Sultân Bâyezîd-i Velî, 391
Sultân Bedî‘u’z-zamân Mîrzâ,
179
Sultân Bedîuzzamân, 159, 423
Sultân Behrâmâh, 78
Sultân Celâleddîn, 343
Sultân Çelebi Mehmed, 313, 362
Sultân Gazneli Mahmûd, 44, 382
Sultân Hasan Mîrzâ, 209
Sultân Hüseyin, 176, 179, 202
Sultân Hüseyn Mîrzâ, 154, 179
825
824
Sultân I. Ahmed, 464
Sultân I. Bâyezîd Han, 528
Sultân I. Murâd, 315, 361
Sultân II. Bâyezîd, 152, 331, 425,
502, 513, 521
Sultân II. Murâd, 315, 318, 319,
358, 367, 368, 372, 613,
687, 787
Sultân II. Murâd’ın Futûhâtına
Dair Mesnevî, 613
Sultan II. Selîm, 561
Sultan III. Murâd, 561
Sultân brâhîm Mîrzâ, 209
Sultân brâhîm-i Müa‘a‘, 174
Sultân skender-i îrâzî, 178
Sultân Kansuh el-Gavrî, 391
Sultân Mahmûd, 5, 25, 34, 35,
43, 71, 73, 74, 75, 76, 77,
79, 82, 84, 86, 87, 88, 89,
90, 92, 94, 119, 120, 124,
152, 157, 173, 183, 209, 382
Sultân Mahmûd Han, 209
Sultân Mahmûd Mîrzâ, 152, 157,
183
Sultân Melikâh, 41, 48, 79, 81,
121
Sultân Mes‘ûd Mîrzâ, 157, 179,
183
Sultân Mes’ûd, 2, 44, 71, 77, 84,
91, 381
Sultân Muhammed Hudâbende,
208
Sultân Mustafâ Mîrzâ, 209
Sultân Osman, 427
Sultân Selîm, 52, 152, 160, 161,
180, 391, 394, 409, 412,
413, 414, 421, 425, 427,
430, 507
Sultân Selîm âh, 154, 160, 180
Sultân Sencer, 18, 37, 48, 80, 96,
97
Sultân Süleymân, 48, 162, 209,
212, 415, 602, 623
Sultân Süleymân b. Sultân
Muhammed es-Selçûkî, 48
Sultân Süleymân Hvând-gâr, 209,
212
Sultân Süleymân âh es-Selçûkî,
48
Sultân Turul, 34
Sultân Veled, 6, 52, 53, 54, 266,
295, 297, 320, 335, 561
Sûmenât, 89, 90
Sun’î, 423, 428, 615
Sun’î-i Malatyavî, 615
Suriye, 5, 48, 135, 256, 259, 261,
288, 340, 349, 383, 391,
498, 612
Sûr-nâme, 584, 616, 618
Surûrî, 127, 432
Sûsenî Big, 210
Suyima Ganieva, 145, 150, 746
Sûzenî, 29, 30, 37, 133, 154, 180
Sûzenî-i Semerkandî, 37, 133
Sûzî Çelebi, 554, 609, 613
Sübhatü’l-ebrâr, 573, 580
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Sücûdî, 397, 398, 421, 424, 428,
755
Sühâyî, 407
Süheyl ü Nev-bahâr, 311, 312, 313,
323, 364, 365, 554, 559,
562, 577, 612, 630, 640,
652, 653, 685, 757, 768, 770
Süheylî, 170, 195, 397, 776
Sührâb, 118
Sühreverdî, 259, 261, 274, 277,
282, 329, 330, 331, 332, 787
Sühreverdî-i Maktûl, 330
Sühreverdîlik, 333
Süleymân Celâleddîn, 618, 657
Süleymân Çelebi, 306, 403, 561,
568, 569, 570, 611, 635,
637, 638, 639, 640, 642,
644, 646, 650, 651, 652,
655, 658, 660, 664, 665,
670, 678, 680, 687, 688,
689, 690, 691, 692, 693,
694, 695, 696, 697, 698,
778, 781, 784
Süleymân Dürrî, 618
Süleymân Fehmî, 433, 455
Süleymân Hayri, 618
Süleymân Nahîfî, 571, 631, 765
Süleymân âh, 318, 323, 341,
343, 351, 360, 362
Süleymân-ı Kırehrî, 305
Süleymân-ı Türkmân, 182
Süleymâniyye, 614, 637, 655
Süleymân-nâme, 53, 427, 615,
625
Süli Fakîh, 310
Sünbül-zâde Vehbî, 554, 617,
668, 751
Sünnî, 5, 43, 85, 86, 88, 91, 94,
97, 124, 281, 290, 381
Sürûrî, 424, 561, 627, 781
Sürûri-i Acem, 424
Süryanî, 257, 340
Süryanice, 6, 255, 356, 383
Süryaniler, 254
âbân-ı Sivrihisârî, 722
âh ‘nâyetullâh, 178
âh Alî bin Abdulali, 57, 143
âh Çelebi, 425
âh Garîb Mîrzâ, 179
âh I. Abbâs, 217
âh II. Abbâs, 217
âh smâ’îl, 151, 159, 162, 205,
206, 207, 208, 391, 393,
394, 401, 407, 408, 412,
419, 423, 424
âh smâ’îl bin Haydar, 151
âh smâ’îl-i Sânî, 208
ah Kasım, 398
âh Kasım, 425
âh Kulı Uygur, 177
ah Kulu, 395, 407
âh Mahmûd Cân, 178
âh Mazharî, 178
âh Mehmed, 425
âh Muhammed Kurçî, 157, 182
ah Muhammed-i Kazvînî, 398
âh Süleymân, 217
âh Tahmasb, 150, 208
âh Tahmasb-ı Hüseynî, 208
âh u Dervî, 577, 615, 616, 631
âh u Gedâ, 565, 577, 614, 620,
626, 627, 675, 752, 783
âh Veled Big, 183
âh Velî Ayıntâbî, 628
âh-Cihân, 217
âhek, 183
âh-ı Arman, 350
âh-ı Bedahân, 168
âhî, 52, 157, 167, 193, 196, 203,
426
âhidî, 52, 126, 537, 540, 554,
555, 568, 572, 576, 589,
592, 611, 614, 615, 619,
628, 634, 644, 647, 650,
674, 768, 781, 782
âhidî brâhîm Dede, 615, 634,
782
âhî-i Sebzvârî, 193, 196, 203
âhkulı Big, 210, 214
âh-nâme, 53, 56, 75, 76, 82, 84,
118, 119, 120, 121, 122,
131, 575, 615, 657, 658,
661, 747, 748, 760
âh-nâme-i Gotasb, 118
âh-nâme-i Türkî, 131
âhvirdi, 209
akâik-ı Nu’mâniye, 497
âkir Ahmed Paa, 685
ânî, 573, 576, 616
ânî Mehmed Efendi, 573, 616
arkiyatçılık, 98, 99, 779
âtıbî tercümesi, 325
ebistân-ı Hayâl, 53, 614
efaat-nâme, 608
ehâbeddîn Süleymân, 770
ehâdet el-Tevhîd ve vasf Tevhîd
el-Mûkınî, 263
ehâyî, 33
ehdî, 53, 426, 613
ehîdî, 60, 158, 177, 426
ehîd-i Belhî, 16
eh-nâme, 37, 38, 53, 76, 81, 82,
83, 84, 117, 121, 122, 160,
251, 301, 303, 320, 322,
365, 406, 551, 557, 559,
568, 602, 615, 624, 626,
676, 760
ehnâme Çevirisi, 644, 676, 771,
782
eh-nâme Tercümesi, 37, 551,
557, 559, 568, 602
ehnâme-i Âl-i Osmân, 53
eh-nâme-i Selîmhânî, 406
ehrengîz, 53, 415, 417, 615
ehrengîz-i Bursa, 615
ehrengîz-i stanbul, 53
ehrî, 175, 219
ehzâde Ahmed, 395, 420
ehzâde Cem Sultân, 561
ehzade Emîr Süleymân, 313,
362
ehzâde Korkud, 561
ehzâde Mes’ûd, 34
ekîbî, 210
826
825
elçuklu âh-nâme, 53, 303
em’ u Pervâne, 53, 415, 430,
577, 614, 626, 656, 746,
747, 789
em’-i Encümen, 218
em'î, 127, 561
emseddîn, 49, 150, 276, 278,
280, 282, 352, 353, 395,
399, 414, 499, 560, 563,
572, 574, 614, 615, 625,
627, 628, 655, 691, 745
emseddîn Hamza-i Tugrâî, 49
emseddîn
Muhammed-i
Isfahânî, 49
emseddîn Sâmî, 150
emseddîn-i Sivasî, 560, 572,
614, 615, 628, 691
emsî, 177, 178, 210, 426, 561,
571, 572, 614, 617, 655,
690, 765
emsî Ahmed Paa, 614
ems-i Tebrizî, 257, 263, 292,
328, 332, 334, 341
emsuddîn-i Berda‘î, 161, 426
emsüddîn
Muhammed
bin
Kaysi'r-râzî, 431
emsüddîn Muhammed-i Latîfî,
182
erefeddîn Sabuncuolu, 359
erefeddîn Ya’kûb, 348
eref-nâme, 612
erefü’l-insân, 415
erefüddîn-i sfahânî, 180
erh-i Besmele, 263, 336, 762
erh-i Cezîre-i Mesnevî, 626, 643
erh-i Hidâye, 161, 426
erh-i Ìsâgocî, 161, 426
erh-i Kasîde-i Tâ’iye-i bn-i
Fâriz, 263
erh-i Sûdî ber-Hâfız, 127
erh-i âfî, 570, 771
erhu'l-mesnevî, 626
erhü’l-hadîsi Erba’în, 350
erhü'l-âdem, 634
erîfî, 181, 195, 477, 556, 568,
575, 576, 586, 594, 602,
614, 644, 676, 771
erîfî-i îrâzî, 181
evk-engîz, 617, 647, 681, 696
evket-i Buhârî, 9
evkî, 170, 427
evk-nâme, 614
eybânî Han, 157, 614
eybânî-nâme, 629, 636
eyh Abdulahad Efendi, 561
eyh Abdullâh, 53, 160, 161,
176, 180, 427, 501
eyh Abdullâh-ı ebusterî, 53,
160, 161, 180, 427
eyh Abdülvehhâb, 499
eyh Alî Nakî, 210
eyh Âzerî, 147, 166
eyh Baba Halîl, 497, 501
eyh Baba Yûsuf, 497, 499, 501,
508, 510, 525, 571, 574,
588, 598, 643, 672, 673,
726, 727, 728, 732, 766
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
eyh Baba Yûsuf Sivrihisârî,
525, 672, 766
eyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisârî,
598
eyh Behâ’u’d-dîn Muhammed,
209
eyh Celâlüddîn Behâü’l-veled,
160, 179
eyh Cemâlüddîn-i Gîlânî, 179
eyh Ebû Tâhir Ahmed-i
sfahanî, 340
eyh Ebu’l-feyz, 209
eyh Ebu’l-hasan Alî-i Gaznevî,
44, 382
eyh Ebu’l-vecd, 181
eyh Eref b. Ahmed, 573, 633,
639, 778
eyh Evhaduddîn-i Kirmânî, 160,
179
eyh Fethullâh, 161, 181
eyh Gâlib, 8, 112, 126, 388,
438, 481, 554, 555, 558,
561, 573, 586, 617, 621,
628, 643, 647, 655, 686,
690, 693, 696, 757
eyh Hacı Bayram, 499
eyh Hamdullah, 398
eyh Hasan Onar, 340
eyh brahim Tennurî, 632, 643
eyh mâmuddîn-i Râfi‘î, 179
eyh mâmü’l-hâfız Cemâleddîn
Ebu’l-ferec Abdurrahmân b.
Ali b. Muhammed-i Cevzî,
349
eyh smâ’îl Hakkî-i Bursevî,
571, 617
eyh zzeddîn Ebu’l-kâsım-ı
Hammuî, 340
eyh Kâmil, 395
eyh Kemâl-i Hucendî, 154, 180
eyh Kemâl-i Türbetî, 168
eyh Mecdûd bin Âdem, 179
eyh Mecduddîn-i Bagdâdekî,
179
eyh Mecdüddîn shak, 264, 272,
340
eyh Muhammed-i Tebrîzî, 182
eyh Muhyiddîn, 179
eyh Müridüddîn, 181
eyh Nasireddîn Mahmûd-ı Hoyî,
334, 351
eyh Nasîruddîn Mahmûd, 309,
340, 341
eyh
Nasîruddîn
Mahmûd,
Sadruddîn-i Konevî, 309
eyh Necm, 177
eyh Necmüddîn-i Dâye, 351
eyh Necmüddîn-i Kübrâ, 179
eyh Nizâmî, 154, 180
eyh Osmân, 305
eyh Sa‘dî-i îrâzî, 154
eyh Sadruddîn-i Revâsî, 149,
168
eyh Safiyüddîn-i Erdebilî, 59
eyh San’ân Kıssası, 674
eyh Seyfüddîn-i Bâharzî, 179
eyh ihâbuddîn, 179
eyh Vefâ Hazretleri, 421
eyh Ziyâüddîn, 179
eyhî, 109, 111, 112, 126, 173,
316, 318, 319, 360, 362,
367, 370, 474, 492, 513,
549, 554, 555, 556, 561,
574, 575, 576, 581, 582,
587, 611, 617, 620, 628,
642, 645, 648, 650, 651,
654, 663, 664, 667, 671,
672, 673, 674, 679, 682,
684, 685, 695, 755, 760,
764, 767, 776, 783, 784
eyh-i Ekmel bn-i Arâbî, 523,
722
eyholu Mustafâ, 302, 305, 323,
358, 359, 360, 513, 576,
583, 609, 653, 659, 749, 769
eyhülharem-zâde
eyh
Abdulkerîm-zâde, 615
eyhülislâm Bahâyî, 616
eyhülislâm Hoca Sadeddîn
Efendi, 393, 397
eyhülislam bn-i Ahmed, 48
eyhülislâm shâk, 472
eyhül-islâm shak Efendi, 571
eyhülislâm Yahyâ, 476, 664
eyh-zâde, 57, 143, 175, 176,
181, 182
eyh-zâde Fâyiz-i Nî-merdânî,
57, 143
eyh-zâde(-i) Pûrânî, 175
eyh-zâde-i Ensârî, 176
eyh-zâde-i Lâhîcî, 181
eyyâd Hamza, 288, 301, 308,
325, 552, 569, 575, 600,
633, 640, 649, 654, 661,
683, 687, 744, 752, 757,
770, 773, 788
eyyâd Îsâ, 570
ia, 86
iblî-i Nu’mânî, 34, 59, 218, 776
ihâbeddîn-i Sühreverdî, 257,
261, 264, 282, 330, 332, 341
ikârî, 576, 614
îr Ali Bey, 397
iraz, 123, 160, 406
îrem, 177
îrî, 427, 575, 782
îrîn ü Pervîz, 403, 679
irvanlı Mahmûd, 371
urûtü’s-salât, 614
urûtü’s-salât Tercümesi, 614
ükrî, 173, 392, 394, 397, 398,
427, 428, 550, 552, 555,
575, 598, 615, 626, 638,
648, 657, 686, 747, 785
ükrî-i Bidlisî, 392
ükrullah, 374
ütür u Hücre, 421
Ta’rîfât, 423, 578
Ta’rîf-i Adem, 679
Ta’rîf-nâme, 779
Taauk-nâme, 563, 564, 696
Ta'auk-nâme, 632, 647, 675
Tabakatü’l-memâlik
fîDerecâti’l-mesâlik, 419
827
826
Taberî, 57, 83, 143, 205, 206,
211, 275, 281, 351, 361,
412, 425
Taberî Tarihi Tercümesi, 361
Tabîat-nâme, 324, 357, 363, 609
Tabsıratu’l-mübtedî
ve
Tezkiretü’l-müntehî, 263
Tabsıratü’l-mübtedî
ve
Tezkiretü’l-müntehî, 263
Tâc el-Terâcim fî-ârât el-lm ve
Letâ’if el-fehm, 263
Tacik, 41, 70, 138
Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi, 405,
410, 556, 578, 589, 613, 759
Tâci-zâde Cafer Çelebi, 470
Tâcî-zâde Sa’dî Çelebi, 398
Tâcu’l-futûh, 75, 120
Tâcü’-erîa Mahmûd b. Ahmed
b. Ubeydullah el-Mahbûbî,
368
Tâhirîler, 95
Tâhirü'l-mevlevî, 447, 457, 647,
674
Tahmâsb Kulı Big, 209
tahmîd, 549, 553, 554, 602
Tahsin, 501, 503, 505, 618, 627,
654, 744, 750, 758, 777,
780, 788
Takiyüddîn
Tabîb-i
Reanil
Safiyüddevle Nasranî, 350
Takiyyüddin Evhadî, 205
Takrîru’l-menâsib, 268
Talas, 67
Tâli’î, 167, 398, 424, 428, 562
Ta'lîm-i Edebiyat, 433
Tamgaç Muhammed Han, 133
Taraz, 67
Târîh-i Âl-i Selçuk, 371
Târîh-i Cihân-güâ, 28, 62
Târîh-i Enbiyâ vü Hükemâ, 186
Târîh-i Guzîde, 94, 775
Târîh-i Güzîde Tercümesi, 34,
787
Târîh-i bni Kesîr Tercümesi, 372
Târîh-i Mülûk-i Acem, 186
Târîh-i Sultân Cem, 613
Târîh-i Türkistân ve Hıtây, 130
Târîh-i Vassâf, 399
Tarîkat-nâme, 370, 667, 759
Takent, 63, 145, 146, 149, 150,
166, 492, 641, 645, 647, 746
Talıcalı Yahyâ, 552, 568, 586,
620, 626, 631, 634, 644,
648, 673, 675
Tatar, 66, 67, 70, 71, 101, 139,
153, 565, 654
Tavus Mucizesi, 321, 608
Tawgaç Bura Han, 129, 607
Tayboaolu bn el-Mecdî, 347
Tebriz, 67, 159, 162, 205, 207,
217, 243, 281, 345, 393,
394, 395, 407, 411, 412,
423, 500, 641, 779, 780
Tebrizli Ahmedî, 559, 562, 572,
575, 594, 596, 601, 611, 638
Tecnîsât, 403
Teferrüc-nâme, 613
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
tefsir, 39, 95, 412, 425, 507, 517,
528, 529
Tefsîr-i Kâdî, 161, 426
Tefsîr-i Kutbuddîn, 531
Teksin, 63
Telhîsu'l-miftâh, 432, 439
Telhîsü'l-miftâh, 432, 453
telmîh, 21, 22, 23, 301, 302, 421,
434, 439, 440, 441, 445
Tengî, 67
Tenhâyî Big, 210
Terceme-i Hâl-i Nâzım-ı Mevlid-i
Nebevî e-eyh Süleymân
Çelebi Rahmetu’llah, 639
Terceme-i ehnâme, 406
Tercüme ve Nazm-ı Hadîs-i
Erba’în, 53, 412
Tercüme-i el-Bâhü'-âhiyye ve'tterkîbâtü's-sultâniyye, 373
Tercüme-i Esrâr-nâme, 632
Tercüme-i Ekâl-i Nâsır-ı Tûsî,
361
Tercüme-i Hadîs-i Erba’în, 614,
626
Tercüme-i Pend-i Atâr, 614
Tercüme-i Pend-nâme-i Atâr, 757
Tercüme-i erh-i Dü Beyt-i
Mesnevî, 626
Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî, 372
Tergibat, 633
Tertîb-i Nefs, 685
Tervîhu'l-ervâh, 315, 574, 633, 744
tebih, 8, 317, 435, 448, 450,
454, 456, 457, 458, 459,
466, 481, 482
tehis, 319, 451
Terîfâtü’-u’arâ, 568, 574, 616,
761, 788
Tevârih-i Âl-i Osmân, 53
Tevârîh-i Âl-i Osmân, 393, 414,
418, 549, 613, 615, 646
Tevfiye, 617
tevhîd, 554, 555, 584, 585, 602,
603, 605
tezâd, 434, 436, 437, 438, 443
Tezkire-i lâhî, 150
Tezkiret-i bn Baytar, 350
Tezkiretü’l-evliyâ, 56, 364, 766,
788
Tezkiretü’-u’arâ, 145, 207,
753, 756, 772
Tezkiretü'l-evliyâ, 369
Th. Houtsman, 27
Tıbb-ı Nebevî, 350
Tıflî, 616, 663
tıp, 152, 195, 259, 265, 281, 286,
313, 315, 318, 344, 347,
349, 353, 357, 359, 362,
363, 367, 373, 425, 606
Tırâ-nâme, 53
Tıraz, 63, 67, 89
Tibet, 67, 68
Tiflisî, 264, 269, 282
Timur-ı Gürgân, 147, 151, 178
Timurta Paa, 305, 369
Timurta Paa olu Umur Bey,
369
Timurta Paazade Umur Bey, 50
Tirmizli Seyyid Burhâneddîn,
334
Toderini, 100
Toanah, 34
Tokat, 135, 255, 256, 257, 258,
259, 260, 261, 280, 283,
339, 340, 341, 348, 353,
414, 654, 689, 693, 743
Tokatlı Hacı Ivaz Paa, 50
Tokatlı shâk Efendi, 633
Tokuzlu Köyü, 318, 362
Trablus, 349, 407, 423
Trablusam, 325
Trabzon, 396, 397, 399, 409, 410,
413, 420, 426, 427
Turul b. Arslan, 48
Turul bin Arslan, 280
Tuhfe, 57, 143, 149, 190, 207,
208, 286, 287, 323, 357,
368, 481, 537, 567, 609,
615, 617, 618, 642, 643,
644, 646, 672, 687, 747,
756, 768, 775, 779
Tuhfe-i Mübârizî, 286, 287, 357,
756, 768
Tuhfe-i Nushî, 618
Tuhfe-i Remzî, 643, 672
Tuhfe-i Rûmî, 642
Tuhfe-i Sâmî, 57, 143, 149, 190,
207, 208, 779
Tuhfe-i âhidî, 537, 615, 646,
687
Tuhfe-i Vehbî, 617
Tuhfe-i Zîbâ, 618
Tuhfe-nâme, 323, 609
Tuhfetu’l-ceyb, 150
Tuhfetü’l-efkâr, 188, 189, 191,
203
Tuhfetü’l-emsâl, 552, 558, 559,
560, 563, 567, 643, 765, 775
Tuhfetü’l-envâr, 579
Tuhfetü’l-Fakîr, 722
Tuhfetü’l-hâfız, 617
Tuhfetü’l-harameyn, 58, 754
Tuhfetü’l-ihvân ve Hediyyetü’ssibyân, 617
Tuhfetü’l-islâm, 554, 556, 560,
570, 647, 780
Tuhfetü’l-slâm, 614
Tuhfetü’l-ma’nâ, 618
Tuhfetü’l-mecâlis, 626
Tuhfetü’l-mü’min, 628
Tuhfetü’l-uâk, 404, 554, 555,
564, 569, 579, 587, 590,
595, 612, 614, 635, 637,
647, 668, 681, 682, 745, 785
Tuhfetü’z-zevrâ, 617
Tumanbay, 391
Tuna, 100, 417, 661
Tunus, 349, 624
Turan, 35, 41, 62, 65, 69, 72, 73,
83, 84, 119, 125, 139, 140,
249, 254, 261, 269, 272,
273, 279, 282, 287, 348,
374, 420, 483, 576, 635,
828
827
656, 661, 672, 673, 686,
691, 692, 693, 697, 766
Turanlılar, 131
Turkî-i Keî-i lâkî, 37
Tursun Fakı, 574, 608, 648
Tursun Fakîh, 321, 568, 669
Tus, 15, 83, 118, 122
Tutmacı, 323, 324, 363, 577, 609,
637, 677, 679, 694, 772,
776, 788
Türâbî, 468, 480, 562, 628, 776
Türk, XI, 1, 2, 3, 4, 7, 9, 10, 13,
26, 27, 29, 30, 32, 35, 36,
37, 38, 39, 40, 41, 42, 43,
45, 46, 47, 48, 49, 50, 51,
52, 53, 54, 56, 57, 58, 59,
60, 61, 62, 63, 65, 70, 71,
72, 73, 79, 82, 84, 86, 87,
88, 92, 94, 97, 98, 99, 100,
101, 102, 103, 104, 106,
107, 108, 110, 112, 113,
114, 115, 117, 118, 119,
121, 122, 123, 125, 126,
128, 129, 130, 131, 132,
133, 134, 135, 136, 137,
138, 139, 140, 141, 143,
144, 147, 148, 149, 150,
156, 157, 158, 160, 166,
185, 187, 191, 192, 195,
202, 203, 207, 208, 209,
210, 211, 216, 217, 220,
224, 245, 249, 251, 254,
256, 257, 258, 260, 265,
267, 279, 281, 283, 284,
285, 286, 287, 288, 291,
293, 294, 295, 296, 299,
300, 302, 303, 304, 306,
307, 308, 310, 311, 312,
313, 314, 315, 317, 319,
322, 324, 330, 334, 335,
337, 339, 340, 341, 343,
345, 346, 354, 355, 356,
358, 359, 360, 362, 364,
366, 367, 369, 371, 374,
379, 381, 382, 384, 385,
386, 387, 388, 389, 391,
392, 393, 394, 395, 399,
400, 401, 402, 403, 404,
405, 406, 408, 413, 415,
421, 424, 430, 431, 433,
446, 457, 463, 483, 485,
487, 489, 491, 492, 494,
495, 499, 500, 513, 514,
527, 531, 544, 547, 555,
556, 561, 565, 572, 579,
587, 602, 605, 607, 608,
609, 610, 611, 612, 613,
617, 618, 619, 620, 621,
622, 623, 624, 625, 627,
628, 629, 630, 631, 632,
633, 634, 635, 636, 637,
638, 639, 640, 641, 642,
643, 644, 645, 646, 647,
648, 649, 650, 651, 652,
653, 654, 655, 656, 657,
658, 659, 660, 661, 662,
663, 664, 665, 666, 667,
ŞİRAZ’DANDZN
İSTANBUL’A
668, 669, 670, 671, 672,
673, 674, 675, 676, 677,
678, 679, 680, 681, 682,
683, 684, 685, 686, 687,
688, 689, 690, 691, 692,
693, 694, 695, 696, 697,
698, 722, 733, 743, 744,
745, 747, 748, 749, 750,
751, 752, 753, 754, 755,
756, 757, 758, 759, 760,
761, 762, 763, 764, 765,
766, 767, 768, 769, 770,
771, 772, 773, 774, 776,
777, 778, 779, 781, 782,
783, 784, 785, 786, 787,
788, 789
Türk dili, 2, 3, 7, 27, 46, 47, 49,
138, 207, 265, 303, 356,
360, 384
Türk edebiyatı, 1, 9, 107, 485
Türk airleri, 308, 623, 758
Türk iiri, 7, 100, 113, 115, 134,
140, 379, 385, 386
Türkçe, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 9, 13, 27,
28, 29, 30, 31, 32, 41, 42,
43, 46, 49, 51, 52, 54, 55,
56, 57, 58, 85, 100, 102,
103, 107, 108, 110, 115,
124, 126, 127, 128, 130,
131, 132, 133, 134, 135,
137, 138, 139, 140, 141,
143, 144, 146, 147, 148,
151, 155, 156, 157, 158,
160, 161, 164, 166, 185,
186, 187, 198, 199, 208,
210, 211, 217, 218, 219,
220, 223, 224, 225, 243,
245, 254, 255, 256, 262,
264, 265, 266, 282, 283,
284, 285, 286, 287, 288,
289, 293, 294, 295, 296,
297, 298, 299, 301, 303,
304, 305, 306, 307, 309,
313, 314, 315, 316, 317,
318, 319, 320, 323, 324,
325, 326, 334, 337, 355,
356, 357, 358, 359, 360,
362, 363, 365, 366, 368,
369, 370, 372, 373, 374,
380, 381, 383, 384, 385,
386, 395, 396, 399, 400,
402, 403, 404, 405, 408,
410, 411, 412, 413, 414,
416, 417, 418, 419, 420,
421, 422, 423, 425, 426,
428, 429, 432, 434, 439,
491, 492, 499, 527, 529,
534, 537, 538, 539, 540,
542, 544, 547, 549, 552,
553, 564, 584, 603, 605,
606, 608, 618, 619, 622,
623, 624, 625, 630, 631,
633, 635, 637, 640, 643,
644, 645, 646, 647, 648,
653, 656, 658, 661, 665,
672, 679, 681, 682, 685,
687, 688, 691, 694, 697,
699, 721, 722, 734, 743,
747, 748, 750, 751, 753,
756, 757, 758, 760, 761,
762, 764, 765, 766, 770,
772, 773, 774, 776, 777,
778, 782, 783, 784, 785, 787
Türkçe Dîvân, 54, 314, 316, 319,
362, 414, 423, 787
Türkei, 17
Türkî-gûy, 147, 148
Türkische
und
Mongolische
Elemente im Neupersischen,
29
Türkistan, 2, 7, 9, 11, 28, 32, 39,
40, 46, 48, 49, 50, 54, 62,
63, 65, 67, 68, 69, 80, 89,
107, 125, 129, 131, 132,
135, 138, 158, 249, 285,
313, 327, 330, 339, 383,
384, 676, 678, 750
Türkistan üslubu, 2
Türkistanlı Kagarlı Mahmûd,
130
Türkler, 1, 3, 5, 26, 27, 30, 38,
40, 41, 45, 46, 48, 61, 62,
66, 69, 85, 86, 87, 88, 93,
94, 100, 101, 102, 103, 104,
114, 115, 118, 123, 126,
128, 130, 134, 137, 138,
139, 140, 149, 249, 254,
256, 266, 267, 283, 286,
293, 312, 339, 340, 355,
358, 364, 382, 386, 432,
617, 623, 655, 661, 662,
671, 689, 745, 762, 764,
765, 766, 776, 785
Türkmân, 68
Türkmen, 49, 62, 68, 70, 101,
135, 195, 249, 257, 258,
284, 290, 303, 327, 334,
341, 351, 352, 355, 356,
384, 404, 428, 564, 569,
587, 595, 635, 648, 744, 784
Türkmenler, 41, 259, 327, 328,
334
Ubeyd Han Özbek, 209
Ubeydullâh Hân, 183, 614
Ûdî, 566, 578, 615, 644, 662, 771
Uhuvvet, 728
Ukûdü'l-cevâhir, 317
Ulu Ârif Çelebi, 320
Ulug Big Mîrzâ, 179
Ulvî, 428, 578, 583, 612
Umdetü'l-islâm, 368
Umur Bey, 363, 368, 373
Umuriyye, 25
Unsurî, 5, 17, 19, 26, 33, 34, 35,
36, 37, 43, 66, 70, 71, 72,
74, 79, 117, 119, 120, 121,
124, 133, 154, 180, 382
Unsurî-i Belhî, 37
Unsurü’l-ma’âlî Keykâvus bin
skender bin Kabus, 361
Urdu Beluci, 58
Urfa, 412, 700
Urfalı shak b. Alî, 350
Urfî, 210
829
828
Usûlî, 578, 584, 615, 670, 764
Usûlü’l-melâhim, 261
Uâkî Abdullâh-ı Salâhî, 571
Uâk-nâme, 53, 266, 280, 404,
635, 647, 764, 782, 785
Utbî, 46, 137, 140
Uygur, 1, 130, 131, 134, 135,
139, 141, 144, 177, 185,
636, 767
Uzun Firdevsî, 329, 613
Üçüncü El-Mütevekkil al-Allah,
394
Ümmî Îsâ, 577
Ümmî Sinân, 476, 477, 751
Ümmülveled-zâde, 614
Üngürüs Fetih-nâmesi, 615
Üsküblü shâk Çelebi, 474
Üsküdar, 321, 398, 572, 679,
697, 767
Üsküdar’dan
am’a
Kadar
Konaklar, 572
Üsküdarlı Sâfî, 573, 697
Üsküdarlı Sırrî, 473, 474
Üsküp, 402, 403, 412, 416, 424,
615, 661
Üsküp ehrengizi, 615
Üstâd Kul Muhammed, 176
Üstâd Muhammed–i Obahî, 173
Üveysü’l-karânî, 421
Va’d, 21
Vahdet-i Vücûd, 328, 329, 748,
758
Vahdet-nâme, 572, 618, 632
Vâhid, 617
Vahîdî, 182
Vahid-i Tebrîzî, 418
Vahyî, 429, 552, 572, 616, 648,
694, 781
Vak’a-nüvis Es’ad Efendi, 657
Vakfiyye, 150, 187
Vâkı’ât-ı Sultân Selîm Han, 396
Vambery, 44, 380, 649, 681
Vâmık u Azrâ, 362, 415, 577,
602, 612, 614, 616, 631,
638, 655, 658, 749, 772
Vardarlı Fazlî, 589, 656, 745
Varka ve Gülah, 568, 577, 609,
644, 647, 780, 789
Varka ve Gülâh, 325, 590, 591,
614, 650, 693
Varvarlı Ali Paa, 616
Vasf-ı Hâl, 307, 572, 651, 677,
772
Vasfî, 182
Vasfi Mahir Kocatürk, 293, 301,
485
Vasiyyet-i Nûirevân-ı Âdil bePüsere Hürmüz-i Tâcdâr, 317
Ve’l-Akdü’s-Semîn Ve’l-Akdü’lYemîn, 531
Vefaiyye, 327
Vefâiyye, 335
Vefât-ı Hazret-i Resûl, 629, 630
Vefâtü’n-nebî, 571, 747
Vefâyî, 171, 193, 197, 203
Vehhâb-i Velî, 104
Vekâyi’-nâme-i Bihitî, 613
RAZ’DAN
STANBUL’A
AHMET KARTAL
Veled Çelebi, 320, 642, 643, 670,
744, 768, 781
Velî-i Kalender, 168
Vercû, 205
Vesîletü’l-irfân, 616, 636, 788
Vesîletü’l-rfân, 722
Vesîletü’l-mülûk li Ehli Sülûk,
361
Vesîletü’n-necât, 638, 642, 646,
655, 674, 691, 692, 694,
695, 696, 698, 778, 784
Veyse vü Râmîn, 631
Veysel Karanî Hikâyesi, 666
Vezînpûr, 74, 90, 91, 139
Vezir Cemâleddîn Cevâd, 350
Vikâye, 368, 563, 625, 672
Vikâye Tercümesi, 368, 563, 570,
625, 672
Vikâye-nâme, 368
Vikâyetü’r-rivâye fî mesâ’ili’lhidâye, 368
Vilâyet-nâme, 336
Vîs ü Râmin, 415, 577, 612, 772
Visâlî, 429, 574, 614, 686, 774
Visâlî Ali Çelebi, 614, 686
Viyana, 100, 145, 649
Vizeli Bihitî, 562, 568
Vuslatî Ali Bey, 466, 616, 642
Vücudî, 638
Vücûdiye, 329
Walter Andrews, 102
Ya‘kûb Mîrzâ, 179
Ya’kûb Bey, 360, 361, 367
Yâdâthâ-yı Bâbür, 57
Yâdgâr Big, 209
Yâdigâr-ı Zeriran, 118
Yagmâ, 31, 64, 68, 70, 71, 129,
139
Yagmâ Türkleri, 129
Yahyâ b. Halîl, 305, 702
Yahya Bey, 472, 552, 555, 556,
557, 558, 572, 573, 576,
578, 580, 586, 629, 631,
637, 654, 662, 754, 757
Yahya Kemal, 32, 397, 439, 782
Yahya Kemal Beyatlı, 439
Yakubiler, 254
Yakup Paa, 34
Yamgurçi Big, 177
Yâr Muhammed Rahne, 183
Yârcânî, 49, 53, 303, 384
Yavuz Selîm, 391, 392, 393, 396,
398, 399, 401, 402, 403,
404, 405, 406, 407, 408,
410, 416, 417, 418, 419,
420, 421, 422, 423, 424,
425, 426, 427, 428, 429,
430, 507
Yavuz Sultân Selîm, 51, 52, 55,
152, 154, 158, 159, 160,
161, 162, 391, 392, 393,
396, 399, 400, 401, 402,
405, 406, 411, 412, 413,
415, 416, 418, 425, 426,
430, 508
Yavuz Sultân Selîm Han, 154,
158, 508
Yazıcı Sâlih, 367, 559, 563, 565,
574, 585, 616, 627, 635, 788
Yazıcıolu Ahmed Bican, 358
Yazıcıolu Ali, 371
Yazıcıolu Mehmed, 369, 589,
611, 639, 663, 755
Yazıcızâde Muhammed, 561
Yemek, 68, 691, 771
Yemen, 28, 42, 68, 78, 312, 321,
364
Yemînî, 615, 632, 635, 648, 754
Yeni Edebiyât, 774
Yeni Farsça, 14, 15, 16
Yenice ehr-engîzi, 584, 615,
617, 670, 764
Yenipazarlı Vâlî, 403, 551, 557,
559, 560, 578, 585, 587,
615, 644, 675, 769, 788
Yeniehir ehrengizi, 662
Yeniehirli Avnî, 618, 662, 683
Yesi, 130
Yetîmetü’d-dehr, 15, 17
Yezd, 149, 205
Yezdân-inaht, 263
Yıldırım Bâyezîd, 7, 313, 315,
323, 360, 361, 362, 367,
512, 513, 528
Yuhanna ibnü’l-Bıtrık, 721
Yûnus bin Halîl bin Mehmed,
367
Yûnus Emre, 6, 107, 267, 279,
288, 290, 299, 308, 320,
438, 466, 499, 500, 510,
573, 607, 669, 761, 771, 783
Yûnus Paa, 398, 420
Yûsuf (A.S.), 22
Yûsuf b. Ebî Said Ahmed-i
Sicistânî, 263
Yusuf bin Ömer, 14
Yusuf Hakikî Baba, 556, 574,
639, 754
Yûsuf Has Hâcib, 32, 85, 130,
131, 132, 134, 138, 598
Yûsuf Meddâh, 53
Yûsuf u Zelîhâ, 568, 586, 640,
649, 664, 676, 756, 782, 788
Yûsuf u Züleyhâ, 43, 82, 109,
110, 121, 306, 310, 315,
325, 406, 414, 441, 552,
554, 555, 556, 558, 559,
562, 564, 565, 569, 575,
576, 581, 582, 585, 591,
600, 601, 606, 608, 609,
611, 616, 618, 620, 625,
628, 629, 640, 643, 644,
650, 654, 659, 669, 672,
677, 678, 689, 746, 749,
755, 756, 761, 762, 765,
766, 770, 772, 783
Yûsuf-ı Hemedânî, 44, 382
Yûsuf-ı Meddâh, 324, 361, 568,
577, 608, 609, 644, 663, 689
830
829
Za’îfî, 555, 558, 559, 560, 561,
562, 568, 572, 573, 575,
578, 594, 599, 614, 615,
627, 674, 789
Zâdü’l-Meâd
fi’l-Fürû
ve’lAhlâk, 531
Zâdü'l-me'âd, 635
Zafer-nâme, 554, 557, 616, 617,
618, 636, 643, 779
Zahhâk, 83
Zâhid bin Ârif, 373
Zâhid bin Muhammed, 127
Zahîr, 17, 185, 407
Zahîreddîn-i Faryâbî, 252, 253,
268
Zahîre-i Harzamâhî, 373
Zahîruddîn-i Fâryâbî, 34, 38, 154,
180
Zahîrüddîn Muhammed Bâbür
Pâdiâh, 183
Zâl Olu Rüstem, 76, 120
Zamânî, 172, 429
Zarîfî, 182, 577, 585, 617, 635,
638, 747, 789
Zâtî, 174, 398, 417, 429, 430,
473, 474, 480, 561, 577,
578, 614, 615, 617, 626,
638, 675, 744, 746, 747,
755, 783, 789
Zâtî Süleymân Efendi, 617, 638
Zâve Kadısı, 173
Zebîhullah Safâ, 4, 43, 86, 381,
780
Zehr-nû Yûsuf Balı olu Bekta
Çelebi, 337
Zekeriya bin Mehmed-i Kazvinî,
367
Zeki Velidi Togan, 149
Zeliha, 22, 308, 629, 633, 640,
659, 675, 680, 750, 757,
768, 777
Zelle-nâme, 616
Zemaherî, 62
Zembilli Ali Efendi, 395
Zenân-nâme, 617, 640, 683
Zengibar, 64
Zerdüt, 14, 23, 43, 104, 118
Zeynel Paa, 397, 427, 430
Zeynüddîn Sadaka, 334
Zeynüddîn-i Hafî, 333
Zileli Hamdî, 655
Zînetî, 33, 34, 77, 117
Zînetü’l-ümerâ, 131
Ziya Paa, 574, 641
Ziyâeddîn Mevdûd, 97
Ziyâî Yûsuf, 576, 614
Zuhrü’l-âhire, 662
Zulkarneyn, 24
Zübdetü’l-akâid, 570
Zübdetü’l-hey’e, 345
Zübdetü’l-kelâm, 207
Zübdetü’t-tevârîh, 186
Züfer, 561
Zürrime, 106