Academia.eduAcademia.edu

Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı

2023, Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı

Bölümü'nün açıldığını ve buraya araştırma görevlisi alınacağını duydu ve açılan kadroya müracatta bulundu. Yapılan sınavı kazanarak 1984 yılında üniversiteye intisap etti. Her daim saygı ve sevgiyle andığı, Türkolojinin bayraktarlarından Osman Nedim TUNA ile yolları burada kesişti ve kendisinden dil alanında doktora yapmaya karar verdi.

Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Editörler: Caner KERİMOĞLU • İbrahim ŞAHİN • Ekrem AYAN Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Editörler: Caner KERİMOĞLU İbrahim ŞAHİN Ekrem AYAN Editörler: Prof. Dr. Caner KERİMOĞLU - Prof. Dr. İbrahim ŞAHİN - Prof. Dr. Ekrem AYAN PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ ARMAĞANI ISBN 978-625-6764-10-1 Kitap içeriğinin tüm sorumluluğu yazarlarına aittir. © 2023, PEGEM AKADEMİ Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Pegem Akademi Yay. Eğt. Dan. Hizm. Tic. AŞ'ye aittir. Anılan kuruluşun izni alınmadan kitabın tümü ya da bölümleri, kapak tasarımı; mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt ya da başka yöntemlerle çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Bu kitap, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı bandrolü ile satılmaktadır. Okuyucularımızın bandrolü olmayan kitaplar hakkında yayınevimize bilgi vermesini ve bandrolsüz yayınları satın almamasını diliyoruz. Pegem Akademi Yayıncılık, 1998 yılından bugüne uluslararası düzeyde düzenli faaliyet yürüten uluslararası akademik bir yayınevidir. Yayımladığı kitaplar; Yükseköğretim Kurulunca tanınan yükseköğretim kurumlarının kataloglarında yer almaktadır. Dünyadaki en büyük çevrimiçi kamu erişim kataloğu olan WorldCat ve ayrıca Türkiye’de kurulan Turcademy.com tarafından yayınları taranmaktadır, indekslenmektedir. Aynı alanda farklı yazarlara ait 1000’in üzerinde yayını bulunmaktadır. Pegem Akademi Yayınları ile ilgili detaylı bilgilere http://pegem.net adresinden ulaşılabilmektedir. 1. Baskı: Ekim 2023, Ankara Yayın-Proje: Şehriban Türlüdür Dizgi-Grafik Tasarım: Tuğba Kaplan Kapak Tasarımı: Pegem Akademi Baskı: Ay-bay Kırtasiye İnşaat Gıda Pazarlama ve Ticaret Ltd. Şti. Çetin Emeç Bulvarı 1314. Cadde No: 37A-B Çankaya/ANKARA Tel: (0312) 472 58 55 Yayıncı Sertifika No: 51818 Matbaa Sertifika No: 46661 İletişim Macun Mah. 204. Cad. No: 141/A-33 Yenimahalle/ANKARA Yayınevi: 0312 430 67 50 Dağıtım: 0312 434 54 24 Hazırlık Kursları: 0312 419 05 60 İnternet: www.pegem.net E-ileti: [email protected] WhatsApp Hattı: 0538 594 92 40 SUNUŞ Türkiye Türkolojisinin seçkin isimlerinden biri olan ve öğrencisi olmaktan onur duyduğumuz Prof. Dr. Zeki Kaymaz için hazırlanan bu kitapta Zeki Hoca ile farklı şekillerde yolu kesişen akademisyenlerin yazıları bulunuyor. Elbette bir armağan kitap olarak Zeki Hocanın hayatı ve çalışmaları ile ilgili değerli bilgileri de içeriyor. Zeki Kaymaz, Türk dili ve edebiyatının çeşitli konularında yayımlanmış birçok çalışmaya imza atmıştır. Araştırmaları, Türk edebiyatının farklı dönemlerini, yazarlarını ve eserlerini içerirken derin bir bilgi birikimi ve kavrayış sergiler. Bu çalışmalarıyla, Türk dili ve edebiyatı alanında yeni perspektifler sunmuş ve akademik camiaya önemli katkılarda bulunmuştur. Bu armağanda yayınlarını ortaya koyan yazılar, meslektaşlarından anılar ve kendisiyle yapılan bir söyleşi de yer almaktadır. Armağanı hazırlarken bizi zor durumda bırakan bir durumdan da söz etmemiz gerekir. Kitap hacmini de düşünerek açık bir davet yazısı yerine sınırlı sayıda isme davet gönderebildik. Binlerce öğrenci ve meslektaş arasında böyle bir kısıtlamaya gitmek bizleri de üzdü ancak bu durumun anlayışla karşılanacağını umuyoruz. Armağan kitapları elbette akademik hayatın “sonu” olarak algılanmamalı. Her akademisyenin bildiği üzere akademiden emekli olunmaz. Bilgiye ulaşma arzusu zaman ve mekân tanımaz. Zeki Kaymaz da kariyeri boyunca edindiği bilgi ve deneyimleriyle Türk dili ve edebiyatına olan sevgisini her zaman korumuş, bizim gibi nice öğrenciye ilham vermiştir. Emeklilikle birlikte, yeni nesillere yol göstermeye devam edeceği bir döneme girerken, Türk dili ve edebiyatı alanındaki derin bilgisi ve tutkusuyla alanımıza aktif bir şekilde katkı sağlamaya devam edecektir. Öğrencileri ve meslektaşları, onun akademik birikiminden yararlanacak ve Türk kültürünü zenginleştireceklerdir. Caner Kerimoğlu - İbrahim Şahin - Ekrem Ayan İÇİNDEKİLER Prof. Dr. Zeki Kaymaz ve Türk Dili ...................................................................................1 İbrahim ŞAHİN Türkolojide Bir Ömür Prof. Dr. Zeki Kaymaz ile Söyleşi ...........................................15 Şengül AYGÜMÜŞ HATIRALAR Paylaşılamayan Ders...........................................................................................................27 Cahit BAŞDAŞ Zeki Kaymaz… Ağır Abi… ...............................................................................................29 Şerif Ali BOZKAPLAN İşıqlı Bir Alim Ömrünün Tarixçəsi Zeki Kaymaz ........................................................31 Galibe HACIYEVA Akademide Büyük Bir Ciddiyet ve Nezaket Örneği ....................................................35 Alimcan İNAYET Ağabeyim, Arkadaşım, Dostum ve Hocam Prof. Dr. Zeki Kaymaz .........................37 Osman YILDIZ YAZILAR Çağdaş Türk Lehçeleri Sözlüklerinde Kişi Adlarının Leksik-Semantik Sınıflandırılması..................................................................................................................41 Gülnara ALİYEVA-KOŞKUN Ahıskalı İlk Kadın Eğitimci, Gazeteci, Yazar ve Kadın Haklarının Savunucusu Şefika Efendizade .........................................................................................55 Minara ALİYEVA ÇINAR vi Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Dilde Sadeleşme Hareketlerinde Türk-Macar İlişkilerine Bir Örnek: Gyula Germanus’un “Türk Derneği” (1909) Yazısı......................................................67 Hüsnü Çağdaş ARSLAN Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesinde “El” ile Başlayan Deyimlerin Anlam Bakımından Karşılaştırılması.............................................................................81 Fatma AYAN Türkmen Türkçesinde ‘Yok’ Sözcüğünün Gramerleşmesi ve Olumsuzluk Üzerine........................................................................................................ 115 Cahit BAŞDAŞ Gottlob Frege’nin Anlam Kuramına Bir Bakış .......................................................... 127 Erdoğan BOZ Salah Birsel’in Unutulan Kelimeleri ............................................................................ 135 Şerif Ali BOZKAPLAN Gereklilik Çekimi Üzerine ............................................................................................. 149 Hacı İbrahim DELİCE Eşitlik mi Aşırılık mı? Gibi ve Kadar Edatlarının Derece Yükseltmedeki Rolü Üzerine ..................................................................................................................... 167 Aslıhan DİNÇER Tarihsel Diyalektoloji ve Codex Cumanıcus .............................................................. 177 Serpil ERSÖZ Başkurt Türkçesinde +GAy /+Ay Yapım Eki ve Ekin İşlevi ..................................... 201 Fatma ERTÜRK Фразеологизмдер Семантикасындағы Образдың Рөлі ..................................... 215 Mağripa ESKEYEVA Asiye KOLPENOVA İçindekiler vii Çuvaşça {+(ç)çen} Sınırlama Biçim Biriminde Yeni İşlev Kazanımı ..................... 227 Sinan GÜZEL Sayı veya Sayısal Çokluk İçeren Yer Adları ................................................................. 237 Reyhan HABİBLİ Şərq Dilçiliyi Tarixində Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Hacı Əli Hüseyn Əl Səfəvinın Tarixi Leksikoqrafik Əsəri “Səngilax”In Yeri ..................................... 247 Galibe HACIYEVA Yeni Uygur Türkçesinde Çokluk ................................................................................... 257 Neşe H. ERENOĞLU Kutadgu Bilig’de Geçen Yang Sözcüğünün Semantiği Üzerine .............................. 283 Prof. Dr. Alimcan İNAYET Sistemli İşlevsel Dil Bilimi ve Metin Dil Bilimi Yaklaşımları Temelinde Ayşe İlker’in “Oyuncu” Hikâyesinin Söylem Analizi ............................................... 293 Ferhat KARABULUT Tolga ELBİRLİK Irak Arapçasında (Çocuk ve Kıraathane Oyunlarında) Türkçe Unsurlar............ 325 Savaş KARAGÖZLÜ Uygur Halk Meselleri ...................................................................................................... 339 Ahmet KARAMAN Gen Araştırmaları ve Dil Aileleri ................................................................................. 349 Caner KERİMOĞLU Sibirya Türk Destanlarında Dede Korkutvari Veciz Sözler..................................... 365 M. Fatih KİRİŞÇİOĞLU viii Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Çağdaş Arap Diyalektlerinde Têta Sözcüğü Üzerine Bir İnceleme........................ 371 Ragıp MUHAMMED İlk Defa İşittiğim/Okuduğum Bazı Kişi Adları ......................................................... 377 Saim SAKAOĞLU Öz Oğul’un Tutgug ~ Tutug “Rehin” Verilmesi Hakkında Bilinmeyen Bir Hukuk Belgesi ............................................................................................................ 385 Osman FİKRİ SERTKAYA ‘Uygur’dan ‘Uygar’a: Uygur Sivil Belgeleri Temelinde Uygar Sözcüğü ................. 397 Hatice ŞİRİN Ali Şir Nevâyî’de Burçlar ve Gezegenler ...................................................................... 405 Funda TOPRAK Dede Korkut Hikayelerinde Kahramanların Epitetlerle İlişkisi ............................ 431 Sultan TULU Türk Eğitim ve Bilim Tarihi’nde Ali Şir Nevâyî ......................................................... 441 Vahit TÜRK Tuñuquq Yazıtlarındaki ...] Süŋg(Ü)N (A)Çd(I)M(I)Z (1 K4 = 28) Cümlesi Üzerine ............................................................................................................... 451 Erdem UÇAR Kırgız Türkçesinde Kadın ile İlgili Söz Varlığı Üzerine Bir Tasnif ........................ 461 Gülsine UZUN Kılınmak ve Törümek Fiilleri Üzerine Düşünce ve Tespitler .................................. 483 Dursun YILDIRIM Mahtumkulu’nun Dilinde Hayvan Adları................................................................... 489 Osman YILDIZ Prof. Dr. Zeki Kaymaz Fotoğraf Albümü.................................................................... 503 PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ VE TÜRK DİLİ Prof. Dr. İbrahim ŞAHİN, Ege Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-0167-2568 Prof. Dr. Zeki Kaymaz, kökleri Konya’nın Meram ilçesine mensup Nevzat Bey ve Fatma Hanım’ın ikinci evladı olarak Meram’da dünyaya geldi. Babasının Ankara Belediyesi’ndeki memuriyeti dolayısıyla, 7 günlükken Ankara’ya gelir ve nüfusa da Ankara doğumlu olarak kaydedilir. İlk okulu Ankara’nın Yenidoğan semtinde bulunan Yenidoğan İlkokulu’nda; orta okulu Çinçin mahallesinde bulunan Çalışkanlar Ortaokulu’nda ve liseyi de Dışkapı mahallesinde bulunan Yıldırım Beyazit Lisesi’nde tamamladı. Liseden mezun olduğu yıl (1974), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Türk Dili Kürsüsü’ne girdi. Bu kürsüde 1978 yılında lisansını, 1981 yılında Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu’nun danışmanlığında “Hüseyin Cahit Yalçın ve Gramerciliği” konu başlıklı yüksek lisansını tamamladı. Çok sevdiği kıymetli eşi, hayat arkadaşı Necla Hanım’la 1984 yılında tanıştı ve evlendi. Öğretmen olarak atanmayı beklediği dönemde (1980-1982), Sosyal Sigortalar Kurumu’nda (Ankara) bir süre memur olarak çalıştı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın atamasıyla, 1982’den 1984 yılına kadar Batman Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak görev yaptı. Batman’da öğretmenlik yaptığı sırada, Malatya’da bulunan İnönü Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nün açıldığını ve buraya araştırma görevlisi alınacağını duydu ve açılan kadroya müracatta bulundu. Yapılan sınavı kazanarak 1984 yılında üniversiteye intisap etti. Her daim saygı ve sevgiyle andığı, Türkolojinin bayraktarlarından Osman Nedim TUNA ile yolları burada kesişti ve kendisinden dil alanında doktora yapmaya karar verdi. 1989’da Prof. Dr. Osman Nedim Tuna danışmanlığında İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Âşık Paşa, Garib-nâme (Dil Özellikleri-Kısmi Transkripsiyon- Söz Dizini), Malatya 1989, VII+507 s.” adlı tezini hazırladı ve başarıyla savundu. Aynı yıl, İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’nde Yardımcı Doçent kadrosuna atandı. 1992 yılında Türkçe Okutmanı olarak Fas’a gitti ve Rabat Muhammed V Üniversitesi, İnsanî İlimler ve Edebiyatları Fakültesi’nde 2 yıl görev yaptı ve Türkçe öğretti. 1994 yılı sonunda tekrar İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne döndü. 1997’de “doçent” unvanını aldı. 1998 yılında Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’ne geçiş yaptı. Burada Türk Dili ve Lehçeleri Anabilim Dalı’nın açılışını sağladı. 2003’te Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Leh- 2 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı çeleri Ana Bilim Dalı’nda Profesör oldu ve Enstitü’nün Müdür Yardımcılığı görevinde bulundu. 2012-2014 yılları arasında, Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü görevinde bulundu. 2014 yılında bu görevden istifa ederek anabilim dalında ders okutmaya devam etti. Halen aynı anabilim dalında çalışmaya devam etmektedir. Porf. Dr. Zeki Kaymaz’ın ilk bilimsel yayınını 1987 yılında yaptığı dikkate alındığında, araştırmacının kesintisiz 36 yıldır, araştırma ve yayın faaliyetleri içinde olduğu görülmektedir. Klasik Türkoloji uzmanlık alanları itibariyle değerlendirildiğinde, araştırmacının yoğun olarak Eski Anadolu Türkçesi alanında yayınlar yaptığı; bunun dışında Orta Türkçenin diğer lehçeleri, Eski Türkçe ve Çağdaş Türk Lehçeleri sahasında da eserler verdiği görülmektedir. Çağdaş dilbilim alanlarına göre bir değerlendirme yapıldığında ise, araştırmaların sıklet merkezinin metindilbilim çerçevesinde olup Türkçenin tarihi metinlerinin okunmasına ve anlamlandırılmasına yönelik olduğu söylenebilir. Yine bu çerçevede değerlendirdiğimizde, araştırmacının zaman zaman Türkçenin çeşitli dönemlerine ve lehçelerine yönelik gramer, morfoloji, leksikoloji sorunlarına yönelik araştırmalara, yine Türkçeden Arapçaya geçen söz varlığına yönelik toplumbilim ve Türkçenin tarihi ve çağdaş lehçelerindeki deyim ve atasözlerini derleme ve anlamlandırma gibi kültürdilbilim konularında araştırmalar, yayınlar yaptığı da görülmektedir. Türk dilinin tarihi görünüşünü (aspektini) çalışan bir Türk filoloğu olan Zeki Kaymaz’ın yayınlarını, araştırmaların niteliğini daha iyi göstereceği düşüncesiyle, modern dilbilim alanları esasında, şu şekilde tasnif etmenin mümkün olabileceğini düşünüyoruz: DİL İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR Türkçenin, dolayısıyla Türk milletinin tarih boyunca başka dil ve medeniyetlerle olan ilişkisini tespitte önemli bir veri olarak değerlendirebileceğimiz, Türkçenin başka dillerdeki verinti sözlerinin derlenmesi ve çeşitli açılardan incelenmesi meselesi, Z. Kaymaz’ın akademik hayatının merkezinde yer alan araştırma konularından biridir. Özellikle farklı coğrafyalarda kullanılan Arap lehçelerine giren Türkçe söz varlığını konu edinen yayınlarının önemli bir toplam oluşturduğu görülmektedir. Araştırmacının Türkiye’de bazı etnik gruplarca kullanılan ve “gizli diller” olarak adlandırılan alt dillere de ilgi duyduğu, bu çerçevede “Türkiye’deki Gizli Diller Üzerine Bir Araştırma, İzmir 2003, VII+157 s.” isimli eserinin bu alandaki kaynak kitaplardan biri haline geldiği görülmektedir. Araştırmacının dil ilişkilerini merkeze alan diğer yayınlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 3 Birincil Yayınlar 2021 “Cezayir Arapçasındaki Türkçe Kelimeler Hakkında Yapılan Çalışmalar Üzerine Bir Değerlendirme ve Bu Kelimelere Bazı Eklemeler”, Dr. Himmet Biray Armağanı Ahde Vefa 25. Yıl, Ed. Dr. Nergis Biray-Dr. Sema Eynel, Kesit Yayınları, İstanbul 2021, s. 499-509. 2020 “Arapça-Türkçe Dil İlişkileri Bağlamında Türkçenin Arapçaya Etkileri Üzerine”, Prof. Dr. Vahit Türk Armağanı, Editörler: Prof. Dr. Ali İhsan Öbek, Prof. Dr. Yüksel Topaloğlu, Dr. Öğr. Üyesi Nursel Dinler, Dr. Çağrı Özdarendeli, Arş. Gör. Dr. Seda Çetin, Kesit Yayınları, İstanbul 2020, s. 153-159. 2019 “Türkçedeki Moğolca Söz varlığı Hakkında Türkiye’de Yapılan Çalışmalar Üzerine Genel Bir Değerlendirme ve Bunlara Bir Katkı: Tona”, Türk Moğol Dil Tarih Kültür Araştırmaları, Ed. Prof. Dr. Şaban DOĞAN, Kesit Yayınları, İstanbul 2019, s.259-270. 2019 “Sudan Arapçasındaki Türkçe Söz Varlığı Üzerine”, Umay Ana’dan Umay Hoca’ya Prof. Dr. Umay Günay Türkeş’e Armağan, Editörler: İsmet Çetin-Bülent Gül, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 2019, s. 439-456. 2016 “Suriye Arapçasında Yaşayan Türkçe”, Türk Kültürü, Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, 2016/2, s.13-22. 2013 “Türk Dünyası ve Ortak İletişim Dili”, Yeni Türkiye, Kasım-Aralık 2013, Yıl 9, S. 55, s.580-584. 2002 “Tarihi Şahsiyetler Hakkında Yaratılan Halk Bilgisi Ürünleri Üzerine Bir Durum İncelemesi: Âşık Paşa Örneği”, Milli Folklor, Yıl: 14, S.54, Yaz 2002, s.111-118. 1998 “Almancadaki Türkçe Kelimeler Üzerine”, Türk Kültürü, S. 304, Yıl: XXVI, Ağustos 1998, s. 491-498. 2007 “Arapçaya Giren Türkçe Kelimelerin Arapça Kurallarla Çokluk Şekilleri Üzerine”, Turkish Studies, Türkoloji Araştırmaları, Vol. 2/2 Spring 2007, p. 404-409. 1997 “Darende’de Konuşulan Gizli Dil: Hazeynce”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 109, Ağustos, 1997 s. 131-165. 1995 “Fransızcadaki Türkçe Kelimeler Hakkında Notlar”, İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 2, 1995, s. 198-215. İkincil Yayınlar 2017 “Türkçenin Başka Dillerle Olan İlişkisi: Türkçenin Arapçaya Verdikleri”, Türk Dili Konuşan Ülkeler Kurultayı”, 13-16 Kasım 2017 Ankara, Yeni Türkiye Türk Dili Özel Sayısı II, Mart-Nisan 2018, Yıl 24, Sayı 100, s.183-191. 2017 “Suriye Arapçasında Yaşayan Türkçe”, Uluslararası Yaşayan Türkçe Bilgi Şöleni Bildirileri, Vefatının 30. Yılında Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş Hatırasına, İstanbul, 30 Mayıs-1 Haziran 2012, TDK. Yay., Ankara 2017, s.343-351. 2017 “Yemen Arapçasındaki Türkçe Kelimeler”, XII. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri, İhsan Doğramacıya Armağan, 25-28 Eylül 2017, Bükreş-Romanya. Ankara, 2017, s. 219-225. 2016 “Sudan Arapçasındaki Türkçe Söz Varlığı Üzerine”, Turkish-Sudanese Relations From Past to Present and Opportunities For The Future, 08-11 Şubat 2016 Hartum-Sudan. 2016 “Kuveyt Arapçasındaki Türkçe Unsurlar Üzerine”, XI. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, Budapeşte-Macaristan. 26-27 Eylül 2016, İ. D. Bilkent Üniversitesi, Ankara 2016, s.161-170. 4 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 2016 “Cezayir Arapçasındaki Türkçe Kelimeler Hakkında Yapılan Çalışmalar Üzerine Bir Değerlendirme ve Bu Kelimelere Bazı Eklemeler”, Uluslararası Fethinin 500. Yılında Cezayir, Barbaros Hayrettin Paşa ve Osmanlı Denizciliği Sempozyumu, 1-3 Aralık 2016, Manisa. 2015 “Câmi‘atü’l-Hediyye Fi-Halli’l-Elfâzi’t-Türkiyye’deki Ortak Türkçe”, VIII. Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, 15-17 Ekim 2015, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi/Çanakkale. 2010 “Yûnus Emre’nin Şiirlerinde Moğolca Kaynaklı Kelimeler”, X. Uluslararası Yûnus Emre Sevgi Bilgi Şöleni Bildirileri, 6-8 Mayıs 2010, Hazırlayan: Prof. Dr. Erdoğan Boz, Eskişehir 2011, s.569-574. 2009 “Türkçenin Arapçaya Etkileri Üzerine Bazı Tespitler”, II. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi, 9-11 Aralık 2009 Kıbrıs [Turkish Studies,Vol.6/1, Winter 2011, p.69-73. KÜLTÜRDİLBİLİM BAĞLAMINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR Z. Kaymaz’ın en çok yayın yaptığı alanlarından biri bu alandır. Dört yazarlı olarak kaleme alınan “Zeki KAYMAZ, M. YARDIMCI, İ. DOĞAN, H. ŞAHİN, Malatya Mutfak Kültürü, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, X+201 s.” adlı eser, onun Malatya İnönü üniversitesinde çalıştığı yıllarda, bölümdeki arkadaşlarıyla birlikte yaptıkları bir yayındır. Neredeyse tüm yayınlarında Türkçenin tarihi görünüşünü (aspektini) konu alan araştırmacının, bu çalışmada Türkçenin çağdaş görünüşünü konu aldığı, bu açıdan söz konusu çalışmanın istisna teşkil ettiği söylenebilir. Kültürdilbilim çerçevesinde sayabileceğimiz diğer çalışmaları şunlardır: Birincil Yayınlar 2021 Э.Н. Дүнгeнбай , Ж.К. Отаpбeкова , З. Каймаз, “Аманат Пeн Қиянат Концeптıлepı Оппозиция Peтıндe”, Қазақ Ұлттық Қыздар Педагогикалық Университетінің Хабаршысы, Қыздар университеті, Алматы 2021, s. 147-156. 2021 “Yunus Emre Bize Ne Söylüyor?”, Vefatının 700. Yılında Yunus Emre Hatıra Kitabı, Ed. Prof. Dr. Yüksel TOPALOĞLU, Dr. Öğr. Üyesi Levent DOĞAN, Arş. Gör. Dr. Ayşe Nur ÖZDEMİR, Öğr. Gör. Müge ATAKAN, Trakya Üniversitesi Yayınları, Edirne 2021, s. 249-255. 2019 “Divan-ı Hikmet’te Atasözleri ve Kullanılış Özellikleri”, Turkologiya No:2, 2019, s.103115. 2016 “Eski Anadolu Türkçesi Bağlamında Yȗnus Emre’nin Eserlerindeki Atasözlerine Bir Bakış”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S.40, Güz 2015, Ankara 2016, s.101-119. 2013 “Ali Şir Nevayi’nin Eserlerindeki Atasözleri ve Bunların Kullanılışı Üzerine Bir Değerlendirme”, Prof. Dr. Leyla Karahan Armağanı, Akçağ Yay., Ankara 2013, s. 709-718. 2013 “Ermeni Harfli Bir Türkçe Atasözleri Kitabı”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, C.XIII/1, (Yaz,2013), s. 173-212. 2009 “Babur’dan Günümüze Aşık Oyunundan Bir Ad: Çik”, Turkish Studies, Vol. 4/8, Fall 2009, p. 79-82. 2002 “Türklerde Sayı Sistemleri”, Türkler Ansiklopedisi, C.3, Ankara 2002, s.419-426. (Şu kongrede sunulmuştur: “Türkçede Sayı Bildiren Kelimelerin Kullanılışı ve Sistematiği”, IX. Millî Türkoloji Kongresi, 15-19 Eylül 1997, İstanbul.) 1997 “Kumuk Atasözleri”, Kardeş Ağızlar, S. 2, Nisan-Mayıs-Haziran 1997, s. 5-11. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 5 1994 “Garib-nâme’de Aile ve Aile İçi İlişkiler”, Türk Yurdu, C. 14, S. 87, Kasım 1994, s. 22-28. 1991 “İrsal-i Mesel ve Atasözleri”, Kırkambar”, S. 2, Yıl: 1, Ocak-Şubat 1991, s. 21-23. İkincil Yayınlar 2022 Adem Bulut, “Et-Tuhfetü’z-Zekiyye Fi’l-Lugati’t-Türkiyye’de Deyimler”, 14. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı, 20-22 Ekim 2022, Alanya Alaattin Keykubat Ü. Yayınları, Alanya/Antalya 2022, s.1602-1609. Genel ağ: dunyadiliturkce.alanya. edu.tr 2020 “Çağatay Türkçesi Metinlerindeki Atasözleri Varlığı”, VII. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, 24-28 Eylül 2012, II. Cilt, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2020, s. 2363-2396. [e-kitap] 2018 “Memlȗk Kıpçak Türkçesi Eserlerindeki Atasözleri Varlığı”, XIII. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, 25-28 Eylül 2018, Varşova-Polonya, Ankara 2018, s. 495-500. 2018 “Eski Anadolu Türkçesi Metinlerinde Atasözleri Varlığı: ‘Işk-nâme Örneği”, X. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı, Ed. Prof. Dr. Ferruh Ağca-Doç. Dr. Adem Koç, Mart 2019, Eskişehir, s. 1021-1033. Elektronik Yayın Adresi: dunyadiliturkce2018.ogu.edu.tr (17-18 Ekim 2018 Eskişehir) 2016 “Divân-ı Hikmet’te Atasözleri ve Kullanılış Özellikleri”, Hoca Ahmet Yesevi ve Günümüzdeki İzleri Uluslararası Sempozyumu, 03-04 Kasım 2016, Türkistan-Kazakistan. 2012 “Çağatay Türkçesi Metinlerindeki Atasözleri Varlığı”, VII. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, 24-28 Eylül 2012, Ankara. 2008 “Gizli Dillerin Anadolu Ağızlarıyla İlgisi Üzerine”, Türkiye Türkçesi Ağız Araştırmaları Çalıştayı, 25-29 Mart 2008, Şanlıurfa, Ankara 2009, s.453-457. 2003 “Afyonkarahisar Atasözleri Üzerine Bir İnceleme”, VI. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, 10-11 Ekim 2002, Afyonkarahisar 2003, s.185-206. 2001 “Kazirgi Türki Tilderinde Sandardın Koldanıluvı Jäne Jüyenelüvi”, Bilim Salasında Halkaralık Katınastar Men Sırtkı Baylanıstı Nigaytuv Attı Gılimi Praktikalık Konferentsiyanın Enbekteri, 23-24 Mayıs Şimkent-Kazakistan, 2001, s. 143-148. 2001 “Türik Tilinde Sandı Bildiretin Sözderdin Koldanuluvı Jäne Olardın Jüyelenüvi”, Türkitanuv Meseleler: Bügüni men Bolaşagı, 15 Mayıs 2001 Almatı-Kazakistan, s. 64-69. LEKSİKOLOJİ ALANIDAKİ ÇALIŞMALARI Araştırmacı Türk dilinin çeşitli dönemlerine ilişkin söz varlığı (başta renk, sayı ve ölçü birimleri olmak üzere) konularında da araştırmalar yapmıştır: Birincil Yayınlar 2021 “Aḫı Edatı Üzerine Bir Tespit ve Bir Değerlendirme”, Hamza Zülfikar Armağanı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2021, s. 403-410. 2021 “Kadı Burhaneddin Divanı’nın Söz Varlığı Üzerine Bazı Tespitler”, Prof. Dr. Sadettin Özçelik Armağanı, Ed. Prof. Dr. Erdoğan Boz, Prof. Dr. Fevzi Karademir, Gazi Kitabevi, Ankara 2021, s.413-427. 2000 “Türkiye Türkçesi Ağızlarında Renk Bildiren Kelimelerin Kullanılışı ve Sistematiği”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1997, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2000, s.251-341. 6 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 1998 “Anadolu Ağızlarında Ölçü Bildiren Kelimeler”, BİR, S. 5-10, 1998, s. 393-407. 1997 “Eski Anadolu Türkçesinde Renk Bildiren Kelimeler ve Teşkilleri”, Mehmet Önder Armağanı, Ankara 1997, s. 169-178. 1991 “Eski Anadolu Türkçesinde Sayı Adları ve Kullanılışları”, Türk Dili Araştırmaları YıllığıBelleten, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1991, s. 9-17. İkincil Yayınlar 2017 “İbni Mühennâ Lügati ve Codex Cumanicus’taki Ortaklaşan Kelimeler”, IV. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu, Niğde 26-28 Nisan 2017, Bildiriler Kitabı, Cilt 2, Niğde 2017, s. 419-429. 2014 “İbni mühenna lügati’ndeki kıpçakça belirtiler”, Türki Dünyesi: Ruxani Mura Jäne Bugingi Madeniyet, Xalıkaralık Simpozium Materialdarı, 30 Ekim 2014, Astana/KAZAKİSTAN s. 31-36. 2009 “Türkiye Türkçesi Ağızlarındaki “Ger” Sözü Üzerine”, II. Uluslararası Türkiye Türkçesi Ağız Araştırmaları Çalıştayı, 21-23 Mayıs 2009 Kars. 2004 “Çağatay Türkçesindeki Oğuzca Unsurlar Üzerine”, C. Amanjolov Okuvları Attı Halkaralık Gılımi–Praktikalık Konferentsiyanın Materialdarı, Öskemen 2004, s. 204-210. 2001 “Uşak’ta Ölçü Adları”, 21. Yüzyılın Eşiğinde Uşak Sempozyumu, C. 1, İstanbul 2001, s. 79-82. 2000 “Balıkesir ve Yöresi Ağızları Sözlüğü’ne Katkılar”, II. Balıkesir Kültür Araştırmaları Sempozyumu, 31 Mayıs-02 Haziran 2000, Balıkesir. 2000 “Afyonkarahisar Ağzındaki Ölçü Kelimeleri”, V. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, 13-14 Nisan 2000, Afyonkarahisar, s. 297-301. METİNDİLBİLİM ALANIYLA İLİŞKİLİ ÇALIŞMALARI Birincil Yayınlar Türkçenin farklı tarihi dönemlerine ait eslerin okunması, onlara yönelik yeni okuma ve anlamlandırma önerileri gibi “metindilbilim” kapsamında değerlendirebileceğimiz araştırmalar ve yayınlar, Z. Kaymaz’ın akademik yayın hayatının merkezinde olan konulardandır. Bu satırların yazarıyla birlikte hazırlamış olduğu “Türk Yurtlarında (Aldar) Köse, TÜRKSOY Yay., Ankara, 2022, 372 s.” isimli kitap Aldar Köse’nin sanıldığı gibi yalnız Kazak ve Kırgız Türklerinin değil, aksine tüm Türk halklarının ortak bir değeri olduğunu vurgulayan ve Türk halklarının coğrafyasını kuşatacak şekilde farklı Türk lehçelerinden Aldar Köse anlatılarını (orijinal lehçede ve Türkiye Türkçesinde tercümelerini) ihtiva eden bir çalışmadır. Araştırmacının “metindilbilim” kapsamında sayılabilecek diğer çalışmaları şunlardır: 2021 “Tıpkıbasımının Yeniden Yayınlanması Münasebetiyle Kadı Burhaneddin Divanı’nda Yeni Okuyuşlar”, Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, Prof. Dr. Metin Akar’a Armağan (Cilt/Volume: 5, Sayı/Issue: 4, Aralık/December 2021, s.1633-1645. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 7 2021 “El-İdrak Haşiyesi’nin Yazarı Dîvânu Lugâti’t-Türk’ten Ne Kadar Yararlanmıştır?”, Journal of Turkish Studies/Türklük Bilgisi Araştırmaları (Ed. Cemal Kafadar-Gönül Alpay Tekin/Guest Ed. Irina Nevskaya-Hatice Şirin-Ferruh Ağca), Ayagka Tegimlig Bahşı: Festschrift in Honor of Marcel Erdal, Harvard University 2021, s.259-271. 2021 “Kadı Burhaneddin Divanı’ndaki Bir Gazel Üzerine”, Aydın Türklük Bilgisi Dergisi, Yıl 7, Sayı 12, Bahar/2021, s.141-150. 2014 “Bir Süryani Kilisesinde Uygur Harfleri İle Yazılmış Türkçe Bir Dua”, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3, 2014, s.157-162. 2013 “İbni Mühennâ Lügati’ndeki Bazı Kelimeler Hakkında”, Turkic Academy, Altaistics and Turkology, İnternational Scientific-Cultural Journal for Philological, Historical and Art Studies, Astana- Kazakstan, 3,2013, p.6-29. 2007 “Divanü Lugati’t-Türk’teki Diyaloglar Üzerine”, Kazak Til Bilimi men Türkitanuv Mäseleleri, Kazakistan Respublikası Bilim Jäne Gılım Ministrliği A. Baytursınulı Atındağı Til Bilimi İnstitutı, Almatı –Jiibek Jolı- 2007, s.152-154. [Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi VIII/1, Yaz 2008, s.153-156.] 2004 “Yenisey Yazıtlarındaki Bir Kelime Üzerine”, Zeynep Korkmaz Armağanı, Ankara 2004, s.249-252. [Habarşı, Al-Farabi Atındağı Kazak Ulttık Üniversiteti, Filologiya Seriyası, No 6 (78), Almatı 2004, s.65-66.] İkincil Yayınlar 2019 “Bazı Tarihi Metinlerde Çift Hareke ve Harfle Yazma Geleneği Üzerine Bir Değerlendirme”, Yazılışının 950. Yılı Anısına Uluslararası Kutadgu Bilig ve Türk Dünyası Sempozyumu ( 3-5 Ekim 2019, ANKARA/TÜRKİYE) Sempozyum Bildiri Kitabı. (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Web Tabanlı Elektronik Yayın), Editör: Prof. Dr. M. Fatih KİRİŞÇİOĞLU, Editör Yardımcıları: Arş. Gör. Bekir Yavuz PEKACAR, Arş. Gör. Gökçen BİLGİN AKSOY, Arş. Gör. Bahar TÜRKYILMAZ, s. 585-592. 2019 “Kitȃbu’l-İdrȃk Örneğinde Eşseslilik ve Eşyazımlılıktan Doğan Sorunlar Üzerine”, XI. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 16-18 Ekim 2019, Samsun 2019, s. 2284-2288. Editörler: Prof. Dr. Serkan Şen,- Dr. Öğr. Üyesi Mediha Mangır, ISBN:978-605-61301-1-3, Genel Ağ Adresi: https://dunyadiliturkce2019.omu.edu.tr 2015 “Kitabu’l-İdrak Li-Lisani’l-Etrak’e Eklemeler”, X. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri, 28 Eylül-1 Ekim 2105, Saraybosna, Ankara 2015, s.242-246. 2010 “Âşık Paşa’nın Şiirleri Üzerine”, Türkçenin Yükseliş Çağında Bursa’da Dil – Kültür ve Edebiyat Şöleni, 4-5 Haziran 2010, Bildiriler, Bursa 2010, s.127-131. 2013 “Kutadgu Bilig’de Geçen çergüçi, çergüle- ve çiçe Sözleri Hakkında” , VI. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Bursa 04-07 Aralık 2013, II. Cilt, Editörler: Prof. Dr. Hatice ŞAHİN-Arş. Gör. İbrahim KARAHANCI, Bursa 2014, s.1599-1603. 2001 “Âşık Paşa’nın Yayımlanmamış Bir Şiiri Üzerine”, II. Âşık Paşa Bilgi Şöleni, 07-09 Haziran 2001, Kırşehir, Ed.: Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen- Yrd. Doç. Dr. Aygün Ülgen, Beşir Kitabevi, İstanbul 2008, s.145-154. 8 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı MORFOLOJİ ALANIDAKİ ÇALIŞMALARI Araştırmacının bu alandaki sınırlı sayıdaki çalışmaları şunlardır: Birincil Yayınlar 2013 “İbni Mühennâ’da –yUK Eki”, Yalım Kaya Bitigi Osman Fikri Sertkaya Armağanı, Editörler: Hatice Şirin User- Bülent Gül, TKAE. Yay., Ankara 2013, s.405-408 İkincil Yayınlar 2017 “-Gan + İyelik Yok/Bar Yapısı Üzerine Bazı Tespitler”, IX. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı, 02-04 Kasım 2017, İnönü Üniversitesi-Malatya. Editörler: Doç. Dr. İlhan Erdem-Öğr. Gör. Ersin Aycan, e-kitap: dunyadiliturkce2017.inonu.edu.tr Basım tarihi: Aralık 2018, s. 1083-1088. 2012 “-GIR Eki Hakkında”, VI. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2012, s. 2753-2760. 2004 “Kazak Türkçesi ve Türkiye Türkçesindeki Fiil Yapım Ekleri Üzerine Bazı Tespitler”, C. Amanjolov Okuvları Attı Halkaralık Gılimi–Praktikalık Konferentsiyanın Materialdarı, Öskemen 2004, s. 210-212. FONETİK ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI Fonetik alanı, Z. Kaymaz’ın akademik araştırmalarının merkezinde yer alan dilbilim konularından biri olmasa da, onun “Nikolaus Poppe, Altay Dillerinin Karşılaştırmalı Grameri, I. Kısım: Karşılaştırmalı Ses Bilgisi (Çeviren: Zeki KAYMAZ), İstanbul, 1994, V + 295 s.” isimli kitap tercümesi, hocasının (O. N. Tuna’nın) da hocalığını yapan bir alime gösterilen güzel bir vefa örneği dışında, Altayistik alanının önde gelen araştırmacılarından olan N. Pope’nin baş yapıtlarından birini Türkiye Türkçesine kazandırılması açısından kıymetli bir çalışma olmuştur. Diğer yandan bu çalışmayı, akademik hayatta, tercüme yayının önemini gösteren örnek bir çalışma olarak da değerlendirmek mümkündür. Araştırmacının bunun dışında fonetik alanında yaptığı bir diğer yayını da şudur: 1996 “Bazı Eski Anadolu Türkçesi Metinlerinde K Sesinin Temsili”, III. Uluslararası Türk Dili Kurultayı-1996, (23 - 27 Eylül 1996 Ankara), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1999, s.659-664. DİALEKTOLOJİ ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI Akadamik araştırmalarının merkezinde olmasa da, araştırmacının zaman zaman eski metinlerdeki tarihi diyalektik hususlar konusunda da araştırmalar yaptığı görülmektedir. Bunlar şunlardır: Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 9 Birincil Yayınlar 2022 “Memluk Kıpçak Sözlük ve Gramerlerinde Türkmence” Dil Araştırmaları, 2022(31), s.285-293 (Tanıtma-Tenkit). 2021 “Kitâbu’l İdrâk’te Türkmence (Oğuzca)”, Oğuz Bitig Modern ve Tarihsel Oğuzca Üzerine Araştırmalar, Ed. Kenan Azılı, İbrahim Kekevi, Hüseyin Gökçe, Bilge Kültür-Sanat Yay., İstanbul 2021, s.97-124. 2002 “Hoca Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerindeki Oğuz Türkçesi Unsurları”, Türk Dünyası Araştırmaları, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna Hatıra Sayısı, S. 139, Temmuz-Ağustos 2002, s. 155-162. İkincil Yayınlar 2022 “Oğuznâme’nin Senglah’taki İzleri Üzerine”, “I. Uluslararası Türk Kültürü Sempozyumu “Merkezi Asya’dan Avrupa’ya Türk Kültürü”, 3-5 Ekim 2022, Ankara. GRAMER VE GRAMERLEŞME ALANINDAKİ ÇALIŞMALAR Araştırmacının gramer ve gramerleşme alanına ilişkin de bazı makale ve bildirileri bulunmaktadır: Birincil Yayınlar 1999 “Kumuk Türkçesinde İsim Hal Ekleri”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi III, İzmir 1999, s. 113-120. 1997 “Kumuklar ve Kumuk Türkçesi”, Yeni Türkiye 97/16, 1997, s. 2067-2071. 1988 “Yakut Dili”, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 1988, S. 2, s. 243-251. (Nikolaus Poppe’den Çeviri). İkincil Yayınlar 2013 “Arapçadan Türkçeye Geçen Bazı Edatların Anlam ve Kullanılış Özellikleri”, VIII. Milletlerarası Türkoloji Kongresi, 30 Eylül-04 Ekim 2013, İstanbul, Bildiri Kitabı II, Yayına Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa ÖZKAN, Doç. Dr. Enfel DOĞAN, İstanbul 2014, s.107-115. 2007 “Çağatay Türkçesindeki İsim Hal Eklerinin Birbiri Yerine Kullanımı”, II. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı (İhsan Doğramacı’ya Armağan), 25-30 Eylül 2007 Bişkek, Ankara 2007, s. 350-354. 2000 “Türkçede Soru Yapma Şekilleri ve Anlam Özellikleri”, IV. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II, 25-29 Eylül 2000, Çeşme-İzmir, Ankara 2007, s.1025-1048. 1995 “Kumuk Türkleri ve Kumuk Türkçesi”, I. Milli Kafkasya Sempozyumu ve Aşıklar Şöleni, 25-31 Ekim 1995, Kars. LİTERATÜR TARİHİ VE DEĞERLENDİRMESİ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR Araştırmacının en çok mesai harcadığı konulardan biri de, akademik hayatın denetimi, takibi ve kalitesinin arttırılması açısından önem atfettiğimiz eski metinlerin tanıtımı, onlar üzerine yapılan yayınların eleştirel bir gözle değerlendirilmesi, vb. konulardır: 10 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Birincil Yayınlar 2016 “Oğuzname [Kazan Nüshası] Prof. Dr. Necati Demir-Yrd. Doç. Dr. Özkan Aydoğdu (2015), Oğuzname [Kazan Nüshası] (İnceleme-Metin-Dizin-Tıpkıbasım), Kesit Yayınları, İstanbul, 590 s. ISBN:978-605-9100-47-2. Dil Araştırmaları, Bahar 2016/18:275-277. (Tanıtma-Tenkit) 2015 “Tevârih-i Âl-i Selçuk [Selçuklu Tarihi], Bakır, Abdullah (2009), Yazıcızâde Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk [Selçuklu Tarihi], Çamlıca Basım Yayın, İstanbul, LXXXVIII+988 s”., Dil Araştırmaları, Güz 2015/17, s.253-265. (Tanıtma-Tenkit) 2016 “Kitâbu’l-İdrak li-Lisâni’l-Etrâk Hakkında Bazı Notlar”, Türklük Biliminde Bir Ömür Prof. Dr. Tofiq Hacıyev Kitabı, Editörler: Prof. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ-Yrd. Doç. Dr. Nazım Muradov, Akçağ Yayınları, Ankara 2016, s.323-326. 2016 “Et-Tuhfetü’z-Zekiyye Fi’l-Lûgati’t-Türkiyye Hakkinda Bazi Açıklamalar“. Türkbilig, 2016/32: 1-20. (Raghed MOHAMMAD ile) 2016 “Kitab-ı Beylik Nasıl bir Eserdi?”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), 55, Erzurum 2016, s.149-157. 2016 “Kutadgu Bilig Araştırmaları Üzerine Bazı Düşünceler”, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, 2016/7, s. 106-109. 2010 “Dukakinzade Ahmet Bey’in Çağatay Türkçesi ile Üç Gazeli”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 2007/1, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2010, s. 83-86. 2009 “Kutadgu Bilig Hakkında Türkiye’de Yapılan Yayınlar Üzerine Bir Deneme”, Turkish Studies, Prof. Dr. Hamza Zülfikar Armağanı, Vol. 4/3, Spring 2009, p.1408-1422. 2005 “Sarı Uygurca Araştırmalarına Genel Bir Bakış”, Prof. Dr. Fikret Türkmen’e Armağan, İzmir 2005, s.451-456. 1997 “Gelibolulu Mustafa Âlî, Câmi’ul-Buhûr”, Bilge 1997/Yaz 13, s.58-64 (Tanıtma - Tenkit). 1996 “Âşık Paşa’nın Elif-nâme’si”, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 2, S. 2,1996, s. 302-332. İkincil Yayınlar 2017 “Китаб Əл-Идрак Ли-Лисан Əл-Атрак кітабының Каир нұсқасы туралы Ескертпелер”,Türki-Slavyan Filologiyasının Kazirgi Zamangı Maseleleri Attı Gılımi Praktikalık Simpozium, 12-15 Mamır 2017, Astana/Kazakhstan, Kazguu Universiteti, Xabarşı, No:2 (34)/2017, Astana, s.21-25. 2014 “İbni Mühennâ Lügati Nerede Yazılmıştır?”, XI. Milli Türkoloji Kongresi Bildirileri,11-13 Kasım 2014, Cilt 1, İstanbul 2015, s.855-860. 2012 “Araplara Türkçe Öğretimi Tarihine Genel Bir Bakış: Eş-Şüzurü’z-Zehebiyye Örneği”, 5. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, 19-22 Aralık 2012, Denizli. 2012 “Bir Kına Risalesi: Terceme-i Bih Çini veya Çup Çini”, 2. Uluslararası Türk Tıp Tarihi Kongresi, 10-13 Aralık 2012, İstanbul. 1999 “Ahmed-i Dâî’nin Bilinmeyen Bir Eseri: Cevâhirü’l Ma’ânî”, VII. Milletler Arası Türkoloji Kongresi, 8-12 Kasım 1999, İstanbul. 1987 “Varka ve Gülşah Mesnevîsi’nin Malatya’daki Bir Nüshası Üzerine”, II. Battal Gazi ve Malatya Çevresi Halk Kültürü Sempozyumu, Tebliğler, Malatya 19-21 Ekim 1987 (Eylül 1998 İstanbul), s. 163-166. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 11 İLMİ BİYOGRAFİK ÇALIŞMALARI Türk diline hizmet etmiş önemli bilim insanlarının ilmi biyografisine ilişkin yaptığı çalışmalar da bulunmaktadır: Bunlar şunlardır: Birincil Yayınlar 2017 “İbni Mühennâ Hangi Kökendendi?”. TDAY-Belleten, 2017, 65-2, s. 313-322 (G. Doerfer’den çeviri) 2015 “Ebû Hayyân ve Etimolojileri”, Alkış Bitiği. Kemal Eraslan Armağanı (Ed. Bülent Gül), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 2015, s.115-124. 2012 “Zeki Velidi Togan’ın Türk Diline Bakışı: Buruşask Dili - Türk Dili İlişkisi Örneği”, Türk Moğol Araştırmaları, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy Armağanı, Ed. Bülent Gül, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 2012, s. 245-249. 2012 “Osman Nedim Tuna”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün 50. Yılına Armağan, 50 Yıl Sempozyumu Bildirileri, Hazırlayan: Bülent GÜL, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 2012, s.37-49. 2005 “Prof. Dr. Tuncer Gülensoy ve Altayistik”, Erciyes, Yıl:28, S. 331, Temmuz 2005 s. 27. 2002 “Prof. Dr. Osman Nedim Tuna (1923-2001)”, Türk Dünyası Araştırmaları, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna Hatıra Sayısı, S. 139, Temmuz-Ağustos 2002, s.3-6. 1992 “Atsız ve Edebiyat Tarihi”, Türk Yurdu, C. 12, S. 59, Temmuz 1992, s. 26-29. 1989 “Mirza Elekber Sabir ve Hophopname’si”, Türk Kültürü, S. 313, Yıl: XXVII, Mayıs 1989, s. 307-312 İkincil Yayınlar 2017 “Gerhard Doerfer, İbni Mühenna Hangi Kökendendi?” (Çeviren: Zeki Kaymaz), Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 2017/2, s.313-322. 2007 “Ahmet Baytursınulı’nın Eserindeki Atasözleri ve Deyimler Üzerine”, Ortak türk keçmişinden ortak türk geleceyine, V. Uluslararası Folklor Konfransının Materialları, Bakı2007, s.699-700. 2006 “İsa Yusuf Alptekin ve Yeni Uygur Türkçesi”, I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı (9-15 Nisan 2006), Çeşme-İzmir. 2006 “İsa Yusuf Alptekin ve Yeni Uygur Türkçesi”, I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı (9-15 Nisan 2006), Çeşme-İzmir. LEKSİKOGRAFİ ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI Başta tarihî sözükler olmak üzere Türk dilinin çeşitli dönemine ilişkin sözlüklerin okunması, onların terkibi ve içeriği gibi sözlükbilim konularında yaptığı araştırmalar da şunlardır: Birincil Yayınlar 2014 “İbni Mühenna Lügati’nde Kaç Kelime Var?”, Türk Kültürü, Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, 2014/2, s.31-46. 2005 “Cumhuriyet Dönemindeki Sözlük Çalışmalarına Genel Bir Bakış”, Karaman DilKültür ve Sanat Dergisi, 45. Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre’yi Anma Etkinlikleri, 1-3 Mayıs 2005, Ankara 2005, s.73-76. 12 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı İkincil Yayınlar 2021 Adem Bulut, “Bazı Memlȗk Türkçesi Sözlüklerindeki Gölge Kelimeler Üzerine”, IX. Uluslararası Türkoloji Kongresi Bildiri Kitabı, 20-22 Ekim 2021 Türkistan, s. 463-479. 2018 “El-İdrâk Haşiyesi’nden Yeteri Kadar Yararlanabiliyor Muyuz?”, Köktürk Yazısının Okunuşunun 125.Yılında Orhun’dan Anadolu’ya Uluslararası Türkoloji Sempozyumu, 1-7 Haziran 2018, Ulanbator-Moğolistan, Bildiriler Kitabı 2. Cilt, Ed. Doç. Dr. Şaban Doğan, Arş. Gör. Melis Sezen Güneş, Kesit Yayınları, İstanbul 2018, s.1059-1067. 2014 “İbni Mühennâ’nın Sözlükçülük Anlayışı Hakkında Bir İnceleme: Arapça Dışındaki Kelimelerle Düzenlenen Madde Başları Örneği”, I. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu, (18-21 Mart 2014) Bildirileri Kitabı, C.II,Yayıma Hazırlayanlar: Prof. Dr. Abdureşit Jelil Karluk-Doç. Dr. Hikmet Koraş, Niğde 2014, s.1543-1549. 2014 “Türkçenin Öğretimi Açısından İbni Mühenna Lügati’nin Yeri”, VII. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildirileri, Fırat Üniversitesi/Elazığ,16-18 Ekim 2014, I. Cilt, Elazığ 2015, s.241-248. 2004 “Derleme Sözlüğündeki Bazı Kelimelerin Kaynağı Hakkında”, V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II, 20-26 Eylül 2004 Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2004, s. 1747-1752. ADBİLİM ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI Araştırmacı bu alanda tek bir çalışmaya imza atmıştır: İkincil Yayınlar 2021 “Aldar Köse Adı Hakkında”, I. Uluslararası Adbilim Sempozyumu Kitabı, Ed. Prof. Dr. Zeki Kaymaz, Doç. Dr. İbrahim Şahin, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir 2021, s. 634-640. Yetiştirdiği Doktora Öğrencileri: Bir araştırmacının yaptığı ve yayınladığı araştırmaları kadar önemli olan bir diğer etkinliği de şüphesiz ilgili bilim dalının geleceği olan genç bilim adamlarının eğitilmesidir. Şu ana hazırlattığı ve başarıyla savunmaya çıkardığı 20 doktora ve 16 yüksek lisans teziyle Z. Kaymaz’ın bu alanda da önemli bir hizmette bulunduğu görülmektedir. Bir kısmı artık çoktan profesörlüğünü almış olan bu araştırmacıların isimleri ve savunma yaptıkları yıllar aşağıdaki gibidir: Cahit Başdaş (1996), Cemil Gülseren (1997), Minara Aliyeva Esen (2005), Caner Kerimoğlu (2006), Gülsine Uzun (2007), Sevi Özışık (2007), Ekrem Ayan (2008), Gulnar Kokybassova (2009), Erdem Uçar (2009), Selma Gülsevin (2010), Ahmet Karaman (2011), Kuanışbek Kenzhalin (2012), Neşe Erenoğlu (2013), Kutluay Erk (2015), Fatma Ertürk (2016), Sawash Muslihedin Abdulmajeed Al-Jasimi (2016), Raghed Mohammad (2018). Avazkhan Umarov (2022), Oğuz Kısa (2023), Ayşe Erkal (2023). Yetiştirdiği Yüksek Lisans Öğrencileri: Cahit Başdaş (1992), İlhan Erdem (1996), Said Begeç (1998), Caner Kerimoğlu (2001), Kuanışbek Kenzhalın (2002), Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 13 Gulnar Kokybassova (2003), Erdem Uçar (2003), Davut Şahin (2005), Türkan Hüseynova (2011), Şima Doğan (2013), Raghed Mohammad (2013), Guzel Sabitova (2015), Şengül Aygümüş (2018), Alisher Khalmetov (2019), Emine Neslihan Bezircioğlu (2020), Gözde Aydın (2022). Sonuç: Bilimsel yayın sürecine 1987’de başlayan Prof. Dr. Zeki Kaymaz, geçen 36 yıllık zaman diliminde, aralıksız araştırma ve yayın faaliyetlerinde bulunmuş; bugüne kadar 1’i tercüme 4 kitaba, 16 kitap bölümüne, 46 ulusal ve uluslararası makaleye imza atmıştır. Araştırmacının bunun dışında ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılarda sunulmuş ve bildiri kitaplarında yayınlanmış 57 adet de bildirisi bulunmaktadır. Yayınların içeriği dikkate alınarak bir değerlendirme yapıldığında, araştırmacının dil ilişkileri, kültürdilbilim, literatür tarihi ve literatür değerlendirmesi, metindilbilim konularında yoğun mesai harcadığı görülmektedir. Söz konusu yayınların her birinin belli bir sorunu çözmeye adanmış yayınlar olduğu dikkate alındığında, 125 civarındaki bu yayın miktarının önemli bir başarı olduğu değerlendirilebilir. Araştırmacı, yayın faaliyetleri dışında, danışmanlığını yaptığı 16 yüksek lisans ve 20 doktora teziyle Türkolojinin yarınlarını inşa edecek araştırmacı yetiştirme faaliyetlerine de büyük katkıda bulunmuştur. Türkolojiyi geçimin bir aracı değil, Türklüğün namusu ve şerefi olarak gören bir anlayıştan gelen Sayın Zeki Kaymaz için emekliliğin hukuksal bir süreç olduğunu; Allah izin verdiği sürece, akademik faaliyetlerin onun hayatının merkezinde yer alacağını söylemek mümkündür. Kendisine emek verdiği tüm öğrencileri adına sonsuz teşekkürler sunar; sağlıklı, mutlu, yayınlarla dolu uzun bir ömür dilerim. TÜRKOLOJİDE BİR ÖMÜR PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ İLE SÖYLEŞİ Arş. Gör. Şengül AYGÜMÜŞ, Ege Üniversitesi ORCID No: 0000-0001-9993-1275 • Sayın hocam, ilk olarak aileniz ile başlayalım. Nerede doğdunuz, hangi okullarda okudunuz, çocukluğunuzun geçtiği dönem ve yerler ile ilgili neler söylersiniz? Doğum tarihi açısından çok net bir bilgi veremeyeceğim. Fakat resmî kayıtlarda doğum tarihim Şubat 1957 olarak geçmektedir. Annem ve babama devamlı sorduğumda bu tarihin böyle olmadığını söylediler ama kesin bir tarih de veremediler. Annem doğum tarihimle ilgili şunu söylerdi: “Oğlum, biz Konya’dan seni yedi günlükken Ankara’ya getirdik” yani aslen Konyalıyım fakat nüfusta doğum yeri olarak Ankara yazılı. Doğum tarihimle ilgili olarak da güzün doğduğumu söylerdi. Tabii, güzün dediğimiz üç aylık bir dönem. O yüzden doğum tarihimin ayı ve günü belli değildir. Kaldı ki nüfusa da 1957 yazılmıştır fakat bu tarih de doğru değildir çünkü ağabeyimle aynı okula gidebilmem için yaşım büyütülerek 1958’den 1957 olarak değiştirilmiştir. Bu şekilde okula başlayabilmişim. Ailem aslen dediğim gibi Konya, Meramlıyız. Biz Meram’da ailecek Kaymazlar olarak biliniriz. Orada bizim Kaymazlar Sokağı vardır. Hâlâ da orada amca ve teyze çocuklarım oturur. Babam devlet memuruydu; Ankara belediyesinde çalışan, ortaokul mezunu, orta düzey bir devlet memuruydu. Annem ise ilkokul mezunu ve ev hanımıydı. Bizi ellerinden geldiğince yetiştirmeye çalıştılar. Biz üç kardeşiz, bir ağabeyim ve bir kız kardeşim vardı. Kız kardeşimi maalesef kaybettik. Çocukluğumuz Ankara’da geçti. Ankara’nın Yenidoğan Semti’nde oturuyorduk. İlköğretimi Yenidoğan İlkokulu’nda, ortaokulu ise Altındağ’ın dış kapının ilerisinde olan Çinçin Mahallesi’ndeki Çalışkanlar Ortaokulu’nda okudum. 1970-1972 yıllarında idi, tabii o zamanlar üç yıldı ortaokul. 1972-1974 yılları arasında Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde okudum. Lise eğitimim orada geçti. 1974-1978 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde lisans eğitimimi, 1978-1980 yılları arasında ise yine aynı yerde Türk Dili Kürsüsü’nde yüksek lisansımı bitirdim. Çocukluğuma tekrar dönecek olursak o yıllarda dediğim gibi memleketimiz Konya, Meram olunca biz yazları muhakkak Meram’a giderdik kardeşlerimle birlikte. Orada dayı ve teyze çocukları ile birlikte geçerdi günlerimiz. O zamanlar bağlık, bahçelikti Meram. Oralarda ağaçların içinde, hayvanlarla, ekinlerle, mey- 16 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı ve toplamakla, daha çok da oynamakla geçerdi günlerimiz. O günler gerçekten farklıydı bizim için. Orada yaşarken hem hayatı öğreniyorsunuz hem de günlük ihtiyaçların nasıl karşılandığını görüyorsunuz. Dedemler Konya’nın merkezinde, şehirde yaşıyorlardı. Yazın ise Meram’a geçerlerdi. Meram’da hangi eşyayı kullanacaksak hepsini at arabasına yükleyip o şekilde geçerlerdi. Orada bizim tabirimizle tarla tapanla uğraşılırdı. Orada hayvan olurdu: inek, keçi, koyun vesaire. Böylelikle çocukluğumuz toprakla haşir neşir geçti, diyebiliriz. Çocukluğum böyle geçti. Tabii Ankara yılları bizim için özellikle benim için önemlidir. Dediğim gibi 7 günlükken Ankara’ya getirilmişim ve doğum yerim Ankara görülür. • Sayın hocam, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü seçme nedeniniz nedir? Açıkçası bu bir yönlendirme değildi olağan bir akıştı. Çünkü lise eğitimimi Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde Edebiyat Kolu’nda tamamladım. Doğrudan doğruya benim bir mühendislik veya fen alanından bir alan seçme imkânım zaten yoktu. O bakımdan ben siyasal, hukuk, tarih ve dil tercihlerinde bulundum. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili Kürsüsü tercihlerimden dört veya beşinci sıradaydı hatırladığım kadarıyla. Sınava girdiğimde doğrudan burayı kazandım. O günkü şartlar gereği belki de bu böyle oldu. Sevdiğim bir alan olduğunu düşünüyordum. Bu alanlar benim uğraşmak istediğim alanlardı. Burada bir diğer durum da şuydu: Ankara’da okumak zorundaydım. Evimizin Ankara’da olmasının yanı sıra babam: “Oğlum, başka bir şehre giderseniz benim sizi okutma imkânım olmaz” dediği için Ankara üniversitesini tercih ettim. • Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki lisans yıllarınızdan bahsedebilir misiniz? Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kızılay’a yakın merkezdeydi. Ulaşımı benim için kolaydı. O zamanlar Türk Dili Kürsüsü adını taşıyordu. Sonradan bölüm adı Türk Dili ve Edebiyatı olarak değiştirildi. Genel olarak üniversitelerde bu değişikliğe gidildi. Ben doğrudan doğruya Türk Dili Kürsüsü mezunuyum. Fakat burada elde ettiğim kazanımlar muhakkak bizim üniversite okumamız veya ders çalışmamızdan kaynaklı değildi. Buradaki kazanımlarımız üniversitedeki hocalarımızdan kaynaklanıyor. O dönemki hocalarımız: Hasan EREN, Ahmet TEMİR, Kenan AKYÜZ, Olcay ÖNERTOY, İsmail PARLATIR, Tuncer GÜLENSOY, Zeynep KORKMAZ, ayrıca Semih TEZCAN’dı. Bu hocalarımız bizim için çok değerli. Şu an değerini daha çok anladığımız hocalarımız kendileri. Bizler için bu hocalarımızla karşılaşmak ve onlardan ders almak şahsen benim için her zaman övünç meselesi olmuştur. Onlardan çok şey kazandığımı, öğrendiğimi her zaman dile getirim. Kendilerinden Allah razı olsun. Zaman içe- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 17 risinde Türk Dili ile ilgili temel bilgileri onlardan öğrendiğimi söylemem gerekir. Böyle bir kadro ile karşı karşıya geldik ve bizim dönemizde okuyup şu an akademisyen olarak çalışan çok fazla öğretim üyesi bulunmaktadır. Bu da o dönemdeki güçlü hocaların bize verdiği eğitim sayesindedir. • Akademik hayatınızda sizi en çok etkileyen hocalarınız kimlerdi? Bu hocaların akademik hayatınızda yetişmenizde ne gibi katkıları oldu? Şöyle söyleyeyim biz Türk Dili Kürsüsü’ne girdiğimizde. Tuncer GÜLENSOY ve İsmail PARLATIR Hocalarımız Asistan Doktordular, onlarla daha çok arkadaşça ilişkilerimiz oldu. Onun dışında akademik olarak geriye dönük insan çok şeyi ayıklayamıyor. Özellikle Hamza ZÜLFİKAR Hocamız da Asistan Doktordu ama bize çok katkı sağladı. Bilemediğimiz, yapamadığımız çok şeyde bize yardımcı olurdu. Zeynep KORKMAZ Hocamızın dersleri çok verimli geçerdi. Özellikle Orta Türkçe derslerini kendilerinden aldık. Onun kadar etkili olan bir diğer diğer hocamız da Semih TEZCAN Hocamızdı. Kendisi Eski Uygurca derslerimize girerdi. Onun verdiği bilgiler bizim için paha biçilmezdi. Bir diğer değerli Hocamız Mustafa CANPOLAT’tı. Üzerimde etkili olan hocalarımdan biriydi. Yine dört yıllık lisans eğitimimin sonunda o dönemde emekliliği yaklaşmak üzere olan Rahmetli Vecihe HATİPOĞLU Hocamızla yüksek lisans tezimi tamamladım. Bu hocalarımız, ders anlatma tarzları ve bilgileri ile bizim bu günlere gelmemizi sağlayan değerli hocalarımızdır. • Lisansüstü eğitime devam etmeye nasıl karar verdiniz? Sizi akademik olarak ilerlemeye kimler teşvik etti? Lisanstan sonra benim hayatımda farklı bir çizgi oldu. Ankara’da devlet memuru olarak çalıştım. Üniversiteyi bitirir bitirmez öğretmenlik yaş itibarı ile benim için biraz güç olur diye düşündüm ki Sosyal Sigortalar Kurumu’nun memuriyetine müracaat ettim ve memur olarak Ankara’da çalışmaya başladım. 1980 yılında Sosyal Sigortalar Kurumu’nun İhtiyarlık Sigortası Birimi’nde çalışmaya başladım. Orada üç yıl kadar çalıştım, daha sonra dört ay kadar askere gidip geldim. Özellikle ihtilâl döneminden önce Türkiye çok karışıktı. Bizim gençlik yıllarımız çok sıkıntılı geçti. Öğrenci olaylarının ve anarşi hadiselerinin çok sık yaşandığı bir dönemdi o yıllar. O yüzden bizler için zordu. Ondan sonra memurluğun benim alanımla pek bağdaşmadığını anladım. Çünkü sigortadan emekli olanlara maaş bağlıyordum. Yüksek lisansımı da memuriyete geçmeden önce tamamlamıştım. Daha sonra öğretmenliğe geçmeye karar verdim. Çünkü edindiğimiz bilgi bir yerde işe yaramalıdır diye düşündüğüm için Milli Eğitim’e müracaat ettim ve Batman Lisesi’ne Edebiyat Öğretmeni olarak atandım. 1982 yılında Batman Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni olarak çalışmaya başladım ve orada çok iyi arka- 18 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı daşlarla tanıştım. Çok kaliteli bir öğretmen kadrosu vardı. Şartlar çok iyi olmasa da öğretmenliği burada öğrendim. Çok farklı derslere girdim: edebiyat derslerinin yanı sıra sosyoloji, psikoloji derslerine dahi girdim. Bu kadar çok ve farklı derse girmemde yüksek lisans dereceli öğretmen olmamın da bir etkisi olmuştur muhakkak. Batman Lisesi’nde 1982-1984 yılları arasında yaklaşık iki buçuk yıl kadar çalışmış oldum. Yine şu noktaya geldim memurlukta kendi birikiminizin üstüne bir şey koyma imkânınız olmuyor. Öğretmenlik aslında çok güzel fakat öğretmenlik de bir müddet sonra sizi tatmin etmemeye başlıyor çünkü belli bir müfredat çerçevesinde ve belirli kitaplarla ilerlemeniz gerekiyor. O da bana yeterli gelmediğinden yeni bir arayışa başladım. Arayışımın sonucunda İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin ilan ettiği Araştırma Görevlisi sınavına girdim ve bu sınavdan başarılı oldum. Benimle birlikte başarılı olan iki kişi daha vardı. Bunlar şimdi arkadaşlarımız olan Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN ve Prof. Dr. Şerif Ali BOZKAPLAN’dı. Oradaki bölümün kurucusu olan ve bu sınavı açıp araştırma görevlisi talebinde bulunan Osman Nedim TUNA Hocamızdı. Akademik hayatımız böylelikle 1984’te İnönü Üniversitesi’nde başlamış oldu. Batman Lisesi’nden İnönü Üniversitesi’ne naklen geçtim ve bu şekilde akademik hayatımız da Osman Nedim Tuna Hocamızın yanında başlamış oldu. • Sayın hocam, bize doktora ve doçentlik tezleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz? O dönemde Osman Nedim TUNA Hocamız doktora programı açınca buraya başvurmamızı istedi. O zamanlar Osman Nedim TUNA Hocamızın yanında Rahmetli Prof. Dr. Halide Dolu Hocamız vardı. Onu da rahmetle anıyorum. Doktora ders dönemi bittikten sonra tez gündeme geldi. Osman Nedim TUNA Hocamız bir metin çalışmanın daha iyi olacağını ve bizi yetiştireceğini söyledi. Ben Garipnâme üzerinde çalıştım. Garipnâme’nin bir kısmını işledim, gramerini yazdım ve sözlüğünü hazırladım. Böylelikle bir metin çalışması olarak doktora tezimi 1989’da tamamlamış oldum. Akabinde İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’ne Yardımcı Doçent olarak atanıp bir öğretim üyesi olarak akademik hayatımı sürdürmeye başladım. Her zaman söylerim İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü kurucusu olan Prof. Dr. Osman Nedim TUNA Hocamızın üzerimizde emeği çoktur. Benimle birlikte diğer arkadaşlarıma da hem yol gösterici olmuş hem tezlerimizde hem de akademik hayatımızda bizlerin elinden tutmuş ve bizi yönlendirmiştir. Her zaman kendisini minnet ve saygı ile anıyorum. Onun dışında akademik çalışmalara devam ettik ve sempozyumlarda, çeşitli bilimsel toplantılarda birtakım bildiriler sunduk, yayınlar yaptık. Bizim dönemimizde doçentlik çalışması kitabı hazırlama geleneği yoktu. Sadece doçentlik çalışması şeklinde matbu olmayan bir öneriyi de sunabiliyordunuz. Ben orada yine bir Eski Anadolu Türkçesi metni olan Cevahirül Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 19 Ma’ani adlı bir eser üzerinde çalıştım. Bunu takdim tezi olarak sunup bununla gerekli şartları sağlamış oldum ve müracaatta bulundum. 1997 yılında Yeni Türk Dili Bilim Dalı’nda doçent unvanını aldım. O tarihten bir yıl sonra da Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’ndeki doçentlik kadrosuna müracaat ettim. • Akademik hayatınızda görev aldığınız üniversiteler hangileridir ve sizde bıraktıkları izlenimleri nelerdir? Bu görevlerinizden özellikle Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’ne gelişinizden bahseder misiniz? Akademik hayatımda İnönü Üniversitesi’nin yeri büyük. Orada Araştırma Görevlisi olarak başladım ve Yrd. Doç. olarak devam ettim. Öğrenci karşısına çıkmamda, ders hazırlamamda İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi önemli bir yer tutar bende. Özellikle belirtmek isterim Osman Nedim TUNA’nın açmış olduğu çığırdan yetişen ve bugün pek çok üniversitede görev alan öğretim üyesi arkadaşlarımız var. O dönemde uyum içerisinde çalıştık ve bu bizim akademik hayatımızda kazandığımız en verimli unsur olmuştur. Daha sonra Doçent unvanını aldıktan sonra özellikle Türk Dünyası’yla ilgili olan bir yeri düşünmeye başlamıştım. 1998’den önce o zamanlar Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN bir toplantı vesilesiyle Malatya’ya gelmişti. Bana Enstitü’ye gelip gelemeyeceğimi sormuştu. Ben de ancak doçent olduktan sonra gelebileceğimi söylemiştim. Doçent olur olmaz Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN beni aradı ve talebini yeniledi. Ben de bunun üzerine buraya müracaatımı yaptım ve Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Lehçeleri Anabilim Dalı’na 1998 yılında atandım. Burası benim için Türk Dünyası’na açılan bir kapı oldu. Daha önce dolaylı olarak ilgilendiğim lehçelerle karşı karşıya geldim. Bu lehçelere ait dersler verdik, bu lehçelerin konuşulduğu yerlere gittik. Dediğim gibi bu Enstitü’yü Türk Dünyası’na açılan bir kapı olarak gördüm, tanıdım ve bundan çok da memnun oldum. Benim de istediğim ve beklediğim bir alandı. Ayrıca Eylül 2012- Ocak 2014 yılları arasında Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde müdür yardımcılığı görevini yürüttüm. Bu görevimden akademisyenden bozma iş adamı müsveddelerini protesto için istifa ettim. Böyle de bir maceram oldu burada. • Türkiye’deki tarihî ve modern Türk lehçeleri çalışmalarının bugünkü durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Karşılaştırmalı Türk lehçeleri çalışmalarının öneminden bahseder misiniz? Genel olarak Türk lehçeleri olarak konuyu sınırlandırmak istemiyorum. Çünkü benim burada bulunduğum Anabilim Dalı Türk Dili ve Lehçeleri’dir. Yani ben bu duruma sadece Türk lehçeleri olarak bakmıyorum; aynı zamanda Türk dili olarak da bakıyorum. O bakımdan değerlendirdiğimizde Türk dilinin lehçe ile bir 20 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı bütün olması esastır. Ben hepsine bir bütün olarak bakıyorum, tarihî dönemleri ile birlikte. Eğer siz Türk dili alanında bir şey yapmaya çalışıyorsanız öncelikle tarihî dönemleri çok iyi bilmeniz gerekiyor. Çünkü hakikaten bir karşılaştırma yapmak istiyorsanız karşılaştırma ancak tarihî dönemlerin bilinmesiyle yapılabilir. Türkiye’de Türk lehçeleri üzerine yapılan çalışmaların iyi bir mertebeye ulaştığını düşünüyorum. Çünkü yeni bölümlerin açılması ve yeni araştırmacıların alana katılmasıyla önceden sadece adını duyduğunuz lehçelerin direkt çalışıldığını ve araştırmacıların bu lehçelerin konuşulduğu bölgelere gidip öğrenip ilk elden kaynaklara ulaşıp yayınlar yaptığını görüyorum. Bu çalışmaları alana katkı sağlayan ve alanı ilerleten çalışmalar olarak değerlendirmek gerekir. Lehçeler ile uğraşmaya başladığımda şunu fark ettim: lehçe bilmek iyi bir şey fakat bunu karşılaştırmalı olarak yaptığınızda çok daha faydalı olur. Bu alanda da Türkiye’deki çalışmalara bakıldığında önemli bir yol katedildi. Uzun yıllar boyu biz Ahmet Cevat EMRE’nin 1949’da yazdığı Türk Lehçelerinin Mukayeseli Grameri ve buna ek olarak da Philologiae Turcicae Fundamenta’daki lehçeleri tanıtan bölümler üzerinden lehçe çalışmalarını yapıyorduk. Tabii ki bu eserler bizim için çok değerli. Fakat bu çalışmalar muhakkak aşılmalıydı. Şu an bunlar aşıldı, çok daha fazla çalışmalar yapıldı ve yapılıyor. Dediğim gibi bu çalışmalar yapılacaksa karşılaştırmalı çalışma temelinde yapılmasının çok daha yol açıcı ve ufuk gösterici olacağını düşünüyorum. • Sayın hocam, yurt dışında Fas Mohammed V Üniversitesi’ne gidişinizin ve buradaki araştırmalarınızın akademik çalışmalarınıza olan katkıları nelerdir? 1992 - 1994 yılları arasında iki yıl Fas Mohammed V Üniversitesi Rabat’taki bir üniversiteye görevlendirildim. Milli Eğitim kapsamında Türkçe okutmanı olarak görevlendirildim. Bu yerin bana şu şekilde katkısı oldu: Daha önce belirttiğim gibi gençliğim Ankara’da geçti, memuriyet hayatına burada başladım. Bu dönemde Ankara’da belli kültür merkezleri vardı. Örneğin: Libya Kültür Merkezi, Irak Kültür Merkezi gibi. Ben orada Arapça derslerine giderdim. Temel düzeyde bir Arapça bilgim vardı. Fakat özellikle Fas’a gitmem Arapça ile daha fazla haşır neşir olmamı sağladı. Özellikle konuşmada daha ileri bir seviyeye gelmemi sağladı. (Orada birazcık da Fransızca ile haşır neşir oldum). Bunlar bana aslında çok fazla şeyler kattı. Nasıl diyeceksiniz? Yayınlarıma baktığınızda bunlarla ilgili ipuçlarını göreceksiniz. Mesela: Yemen Arapçasında Türkçe kelimeler ve Sudan Arapçasında Türkçe Kelimeler diye bir seri yayınla özellikle Arap lehçelerine geçmiş olan Türkçe kelimeler üzerinde bayağı mesai harcadım. Tabii bunun yanı sıra Fas görülmeye değer, tabiatıyla zengin olan ve Türkleri de çok seven bir ülke. Bende oranın çok izi kaldı. Ailemle birlikte gittim. Ülkeyi çok güzel gezdik. Dostlarımız oldu. Unutamayacağım hatıraları kalan bir dönemdir Fas maceramız. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı • 21 Akademik hayatınızda ilgi duyduğunuz konulardan ve nedenlerinden bahsedebilir misiniz? Çalışmayı isteyip de çalışmadığınız konular var mıdır? Şimdi tabii bu aslında zor bir soru. Neden derseniz, yani siz de biliyorsunuz. Türklük bilimi, yani Türkoloji dediğimiz alan derya deniz. Yani bunun içinde tarih var, coğrafya var, folklor var, etnografya var, diller var. Değil mi? Öyle olunca bir Türkoloğun yani bir Türklük araştırmacısının aklına pek çok şey geliyor. Çalışabileceği o kadar çok alan var ki. Bu alanlardan beni en çok alakadar edenler daha çok Türkçenin başka dillerle ilişkisi üzerine oldu. Çalışmalarım o alanda yoğunlaştı diyebilirim. Yine aynı şekilde tarihî dönemler de benim için ilgi çekici olmuştur. Çünkü Eski Anadolu metinlerini okuyarak akademik hayata başladığım için gerek Orta Türkçe dönemi olsun, gerek Eski Anadolu, gerekse Çağatay vesaire Türkçenin diğer alanları benim için hep ilgi alanı oldu. Fakat Türkolojiyle ilgili başka dilleri de bilip o alanda çalışmayı isterdim. Mesela Japonca bilip Japoncayı iyi bir şekilde öğrenip bu alanda da bir şeyler yapmayı arzu ederdim. Bunu hep düşünmüşümdür ama tabii bu mümkün olmadı. Bunun gibi başka çalışmak istediğim alanlar da muhakkak olmuştur. • TDK Bilim Kurulu Üyesi olarak hangi çalışmalarda yer aldınız? 2018 yılı itibarıyla Türk Dil Kurumu Bilim Kurulu’na seçildim. Bu noktada bizi Bilim Kurulu’na seçen Türk Dil Kurumu’nun değerli yöneticilerine ben teşekkürlerimi arz ediyorum. Burada birkaç çalışma alanında bulundum. Bunlardan kısaca bahsedeyim. Birincisi özellikle Etimolojik Sözlük Komisyonu’nda görev yaptım ve orada bu komisyonun yürütücülerinden biri olarak çalıştım. Ayrıca Çağdaş Türk Yazı Dilleri Bilim ve Uygulama Kolu’nda kol faaliyeti olarak ayrıca söylüyorum. Burada faal olarak çalıştım. Özellikle konuşma kılavuzları hazırlanmış ve Çağdaş Türk Lehçeleri şairlerinin şiirlerinden seçkiler yapılmıştı. Bu kolda çalışarak bu alanda bazı yayınlar hazırladık. Onun dışında Yazıt Bilimi, Bilim ve Uygulama Kolu’nda görev aldım ama burada pek bir faaliyetim olmadı. Ayrıca yine Türk Dil Kurumu üyeliğim esnasında Türk Dil Kurumu’nun dergilerinde de görev yaptım. Türk Dil Kurumu’nun Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi’nin Yazı Kurulu’nda bulundum. Geçen yıl itibarıyla da o kuruldan ayrılıp Türk Dili Araştırma Yıllığı Belleten’in Yazı Kurulu’nda görev yapmaya başladım. • Türk dilinin bugünkü durumu hakkında düşünceleriniz nelerdir? Yani tabii genel bir soru bu. Türk dilinin durumuyla ilgili olarak bakıldığında söz edilecek bazı noktalar var. Türk diliyle uğraşan bir insan olarak şunu söyleyebilirim. Türk dilinin geleceği parlak. Çünkü Türk Dünyası’nın durumu ortada. Yani geleceğin en önemli dillerinden biri olmaya aday Türkçe. Çünkü biliyorsunuz 22 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı arkasında büyük bir Türk Dünyası coğrafyası var ve onların her biri Türk diliyle uğraşıyorlar. Türk dilini gündeme getirmeye çalışıyorlar. Türk dilini önceliyorlar. Bu bakımdan Türk dilinin bundan sonra daha fazla serpileceğini, büyüyeceğini, üzerindeki çalışmaların çok daha geniş alana yayılacağını düşünüyorum. Türkçenin özellikle Türkiye Türkçesinin içinde bulunduğu durumla ilgili muhakkak birtakım çekincelerimiz var. Dilin kullanımı, dilin üzerinde yapılan çalışmaların niteliği hakkında ama bunlar daha çok akademik meseleler. • Türk Dili ve Lehçeleri alanına ilgi duyan genç bilim adamlarına tavsiyeleriniz var mı? Türk Dili ve lehçeleri olarak baktığımızda bunu bir önceki sorunuzla bağdaştırabiliriz. Bizim Türkolojiye yani Türklük bilimine başladığımız yıllarda özellikle Orta Asya’ya gitmek, Sovyet coğrafyasını görmek mümkün değildi. Bu bakımdan baktığımızda genç araştırmacıların önünde büyük bir imkân var. Anlıyorum şu an belki maddi problemlerden dolayı gitmek zorlaşsa bile imkân bulunduğu takdirde orası bu alanda çalışacaklara büyük bir imkân, kaynak sağlar diye düşünüyorum. Ayrıca dediğim gibi Türkoloji sadece Türk dili değil, Türk dilinin yayıldığı bütün bir coğrafya. Bu aynı zamanda tarih demektir, coğrafya bilgisi, kültür demektir. Bu bakımdan bakıldığında araştırmacılar sadece dil değil de dille birlikte kültür, folklor ve tarihi de kapsayan araştırmalar yapabilirlerse eğer çok daha faydalı çalışmaların doğacağını düşünüyorum. Hatta bu şekilde kapsayıcı çalışmalar yapmalarını tavsiye ediyorum. • Hocam hayatınızdaki dönüm noktalarından biri de şüphesiz evliliğinizdir. Nasıl bir hikâyesi var? Çocuklarınızın doğumu, torun sahibi olmanız. Bunların hayatınıza etkilerinden bahseder misiniz? Tabii hayatın yani getirdiği güzellikler kadar insanın hayatında muhakkak sıkıntı çektiği, acı duyduğu anlar da olabilir. Fakat özellikle evlilik, çocuklar hayatın belki de bambaşka bir yönü ve insan orada kendini buluyor. Ben şöyle anlatayım: Eşim Nejla KAYMAZ’la evlenme hikâyem çok ilginç bir hikâye değil. Aslında tamamen ailelerimizin uygun görmesiyle yapılan bir evliliktir. Ben Batman’dayken eşim de Siirt Kız Meslek Lisesi’nde öğretmendi. O yüzden bizim nişanlılık dönemimiz Batman, Siirt dönemlerine denk geldi. Ben Batman’daydım o da dediğim gibi Siirt’te Kız Meslek Lisesi’nde Ev Ekonomisi Beslenme Öğretmeniydi. Orada geçen bir nişanlılık döneminden sonra Ankara’da 25 Nisan 1984 Çarşamba günü nikâhımız kıyıldı. 1984 yılının 29 Eylülü’nde de Ankara’da düğünümüz yapıldı ve akabinde de Malatya’ya geçtik ve orada evli olarak hayatımıza devam ettik. Çocuklarım, iki oğlum var; onların doğum yeri Malatya’dır. Yani onlar kendilerini Malatyalı olarak görürler. Malatya’nın bizim hayatımızda hakikaten önemli yeri Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 23 vardı. Çok güzel dostluklarımız olmuştur. O yüzden sık sık Malatya’dan bahsederiz. O yüzden olsa gerek ki etrafımızdaki pek çok insan “Hocam siz Malatyalı mısınız” diye sorarlar. “Hayır, aslen biz Konyalıyız” derim. Onlar da “Biz sizi Malatyalı olarak biliyorduk” derler. Böyle bir hoş durumu da vardır bizde. Eşim Nejla KAYMAZ ile evliliğimizden iki oğlumuz oldu: Yunus KAYMAZ ve Burak KAYMAZ. Yunus KAYMAZ 1986 doğumlu, Burak KAYMAZ 1991 doğumludur. Büyük oğlum evli ve ondan iki torunum var. Rengin Ece ve Peyker Eda adında iki kız torunum var. Tabii ki onların sevgileri bambaşka benim için. Hani tarif edilemez derler ya öyle bir şey işte. • Hocam sizin sanat müziği ile yakından ilgilendiğinizi biliyoruz. Hobileriniz neler? Sevdiğiniz filmler, şarkılar, sanatçılar hakkında bilgi verebilir misiniz? Kısaca anlatayım. Aslında bir müzik aleti vesaire çalmayı çok isteyen bir insanım ama buna bir türlü fırsat olmadı. Özellikle İzmir’e geldikten sonra konservatuvardaki arkadaşlardan bu konuda yardım gördüm ve öğretim üyeliğine devam ederken konservatuvardaki Türk Sanat Musikisi Korosu’na katıldım. Bu aslında amatörceydi. Üç dört yıl kadar sürdü. Şu an gidemiyorum imkânsızlıklardan dolayı veya belki de zaman bulamıyoruz, öyle diyelim. Bu koro çalışmaları esnasında da iki konsere katıldım. Koro şefimiz Halil İbrahim Bey’di. Burada kendisini şimdi sevgiyle anıyorum. Tabii oranın havası bambaşkaydı. Sanatla uğraşmak insana başka bir haz veriyor. Ben Türk halk müziğini de seviyorum ama Türk sanat müziği benim için biraz daha öncelikli. Koro çalışması şeklinde biz bunları yürüttük ama dediğim gibi konserler de verdik. Özellikle bazı makamlar benim dikkatimi çekiyor veya seviyorum diyebilirim. Bir de şöyle bir şey var, şarkı söylerken sizin sesiniz her türlü şarkıya gitmiyor. Bu da burada öğrendiğim bir şeydi. Bu makamlar içerisinden özellikle segâh makamındaki şarkılar benim daha çok hoşuma gidiyor. Yani eğer koro çalışmaları esnasında segâh makamında şarkılar çok olursa ben daha çok seviniyorum ve daha başarılı oluyorum öyle söyleyeyim. Ondan sonra segâhın dışında biraz hicaz şarkılar, biraz da nihavend makamında olan şarkılar tercih ettiklerimdi. Benim için bu çalışmalar dediğim gibi hayatımda güzel bir renk oldu diyebilirim. Halil İbrahim Yüksel oradaki öğretim görevlisi arkadaşımız. Onun da sesi hakikaten çok güzel. Kendisi tambur ustası, onu da bu vesileyle sevgi ile anmış olalım. Tekrar teşekkür ederim. 24 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı • Akademiden sonraki hayatınızda planlarınız nelerdir, bize biraz bahseder misiniz? Şimdi bu tabii kolay bir soru değil. Öncelikle Allah’tan sağlık dilemek lazım. İnşallah sağlık olduğu sürece önceliğimiz muhakkak Türk dili. Yani biz dilin hatta Hasan EREN Hocanın diliyle Türkçenin erleriyiz. Türk dili ile ilgili çalışmalarımızı sürdüreceğimi düşünüyorum ama şu an şunu yapabilirim, şunu planlıyorum diye bir şey söyleyemeyeceğim. Kısmet diyelim. • Sayın hocam, değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Şu an için eklemek istediğim bir şey yok. Teşekkür ediyorum sizlere katkılarınız için. HATIRALAR PAYLAŞILAMAYAN DERS Cahit BAŞDAŞ, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-8555-6096 Yıl 1996, Malatya. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümündeki ilk yılımdı. Kurallara bağlılığı ve disiplini nedeniyle öğrenciler tarafından “Bürokrat Hoca” olarak değerlendirilen Zeki Kaymaz, Bölüm Başkanıydı. Bir gün Bölüm Kurulu, Zeki Hoca başkanlığında toplandı. Ben de öğretim görevlisi olarak kurula katıldım. Kısa bir takdim ve değerlendirmeden sonra gündem maddelerinin görüşülmesine başlandı. Gündemin birinci maddesi ders dağılımı idi. Derslerin çoğu uzmanlık alanlarına göre sorunsuz dağıtıldı. Bana da Türkiye Türkçesi ve Medeniyet Tarihi dersleri teklif edildi. Kurul üyelerinin bir bölümü, Medeniyet Tarihi dersinin bana verilmesine itiraz etti. Aynı zamanda danışmanım olan Zeki Hoca, öğretmenlik tecrübem olduğu için bu dersi verebileceğimi ve iyi yetişmek için bu tür farklı derslere girmek gerektiğini belirterek kibarca kurulu sakinleştirmeye çalıştı. Türkiye Türkçesi, bildiğim bir dersti ancak Medeniyet Tarihi dersinin içeriği ve kapsamı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ayrıca tezimi bitirmek üzere olduğum için alanım dışında herhangi bir derse girmek istemiyordum. Ancak Hocama olan saygımdan dolayı teklifi kabul ettim. Bu arada genç bir arkadaşımız söz alarak şöyle dedi: – Hocam, amacınız öğrenci yetiştirmek mi yoksa hoca yetiştirmek mi? Zeki Hoca: – Arkadaşım, hoca yetiştirmezsek nasıl öğrenci yetiştireceğiz? Hoca da yetiştireceğiz, öğrenci de, diye cevap verdi. İsteksizliğime ve itirazlara rağmen teklif kabul edildi. Toplantı biter bitmez Medeniyet Tarihi dersinin içeriğini araştırmaya başladım. Dersin kapsamını öğrendikten sonra ulaşabildiğim kaynaklardan yararlanarak iyi bir hazırlık yaptım. Dersler başlayıncaya kadar zamanımın çoğunu Medeniyet Tarihi araştırmalarına ayırdım. Dersler başladı, eğitim öğretim sorunsuz devam ediyordu. Bir gün Hoca beni odasına çağırdı, gittim. Canı sıkkındı. Kendisinden beklemediğim sert bir tonda: – Cahit Bey, siz sınıfta ders dışı konularda konuşuyormuşsunuz. Derste üzerinize vazife olmayan konularda konuşmayın, dersinizi anlatın, çıkın, dedi. Türkiye Türkçesi dersinde bunları anlattığımı düşünen Hoca, “Tarih Bölüm Başkanı sizin 28 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı ders esnasında Türklerin İslamiyet’ten önceki inançları ve yaşam biçimleri hakkında konuştuğunuzu söylüyor. Bizim işimiz gramerdir, dil bilgisidir” dedi. Ben de bunların Medeniyet Tarihi’nin konuları olduğunu ve ders kapsamında anlattığımı söyledim. Ayrıca derste anlattıklarımı kendisinin sorgulayabileceğini ancak başka bölümden birinin bana hesap soramayacağını ifade ettim. Bunun üzerine Hoca, bu tarihçinin her işe burnunu soktuğunu, onu dikkate almadan işimize bildiğimiz gibi devam etmemiz gerektiğini söyleyerek tavsiyelerde bulundu. Ben de dersime kaldığım yerden devam ettim. Sonradan öğrendiğime göre Halk Edebiyatı alanında çalışan arkadaşlar ve tarihçiler, Medeniyet Tarihi’nin kendi uzmanlık alanları olduğunu, bu nedenle dersin kendileri tarafından verilmesi gerektiğini iddia ediyorlarmış. Zeki Hoca, paylaşılamayan bu dersi bana vererek sorunu çözmek istemişti. Bir de hoca / öğrenci yetiştirmek... İkisi de gerçekleşti. ZEKİ KAYMAZ… AĞIR ABİ… Şerif Ali BOZKAPLAN, Dokuz Eylül Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-3375-4293 7 Eylül 1983 tarihinde İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü için açılmış olan “araştırma görevliliği” sınavının kontenjanı, 5 kişi Türk edebiyatı, 5 kişi Türk dili olmak üzere toplam 10 kişiydi. O sınavı, 3 aday kazanmıştı. Bunlardan biri de Zeki Kaymaz idi. Diğer iki kazanan 25 Ekim 1983 tarihinde araştırma görevliliğine başladı. Zeki Kaymaz ise Anadolu’nun doğusunda bir lisede öğretmenlik yaptığı için ancak 1984 yılının yaz aylarında göreve başlayabilmişti. Sanırım Hocamız hatta yegâne hocamız yaz tatili için ailesinin yanına ABD’ye gitmişti. Diğer araştırma görevlisi arkadaşımız Gürer Gülsevin de askerlik hizmeti için görevinden ayrılmıştı. Netice olarak Zeki Bey’i bölümde mecburen bendeniz karşılamıştım. Kibar, nazik bir beyefendi idi. Yazın iki kişilik bölümde teşrik-i mesai eyledik. Uyumlu bir arkadaş idi. Nihayet 1984-85 eğitim ve öğretim yılında lisansın 1. sınıfına öğrenci aldık. Hocamız da ABD’den dönmüştü. Zeki Bey ile ben lisans 1. Sınıf derslerine girip en arka sıraya otururduk. Hocamızın dilbilgisi ve diğer derslerini dinlerdik. Ara sıra öğrencilere sorular soran Hocamız onlar soruları bilemeyince bize de sorardı. Siz söyler misiniz Şerif Ali bey? Derdi. Ben “bilmiyorum Hocam” deyince, “Siz söyler misiniz Zeki Bey” diye sorardı. Zeki Bey de bazen bilemezdi sorulanı. Sorulardan da anladığınız üzere fevkalade kibar hocaydı Osman Nedim Tuna. Zeki Bey, yüksek lisansını DTCF’de tamamladığı için hem yaşça hem de bilgi bakımından bizlerden ileriydi. Bizlere bir nevi ağabeylik yapardı. Yüksek lisans derslerini tek başıma tamamladığım için bendenize çokça rehberlik etmiştir. Osman Nedim Bey’in imtihanları uzun soluklu olduğu için öğleden önce başlayan imtihan öğlen yemeğinden sonraya sarkabiliyordu. Bu durumda sınavı olduğu gibi bırakıp üç kişi, Hocamız, bendeniz ve Zeki Bey, Lokanta lokantası’na öğlen yemeğine giderdik. Yeri gelmişken söyleyeyim. Zeki Bey’in gayet güzel sofra adabı vardır. Yani yemeğini ressamın resim yaparkenki tavırları gibi her davranışı estetik dolu bir eda ile yer. Çoğu kez yemekte Onu seyrederken bulurdum kendimi. Zeki Bey’in ağır başlı, sakin, kendinden emin, kurallara uygun vaziyette ve sünnete de riayet ederek yemek yemesinde eşi hanımefendinin etkisi büyüktür, zannederim. 30 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Bizlerden birimiz hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde muhakkak diğer iki kişiden de söz açmak gerekiyor. Yani Zeki Bey’den bahsederken bendeniz ve Gürer Bey’den de söz etmeden olmuyor. Çünkü bizler, araştırma görevliliği ile başlayan akademik hayatımızı bir süre adeta birlikte yaşadık. Aynı günlerde doktoraya başladık. Aynı gün– 1989 yılının Temmuz ayında – yardımcı doçentliğe atandık. Aynı günde idarî görevlere başladık: Gürer Bey, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Böl. başkan yardımcılığına, Zeki Bey Türk Dili Anabilim Dalı başkanlığına ve bendeniz de Rektörlüğe bağlı Türk Dili Bölüm başkanlığına… İkinci vatandan ilk ayrılan Gürer Bey oldu. İkinci olarak bendeniz, son olarak da sanırım 1997’de Zeki Bey. Kaderin cilvesi olarak üçümüz de İzmir’de tekrar bir araya geldik. Zeki bey, hayat disiplini olan biridir. Kibar bir beyefendidir de. “siz” hitabını çoklukla elden bırakmaz. Belki de hocası Prof. Dr. Osman Nedim beyden mülhemdir. Herkese elinden gelen yardımı ederdi. Eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bölümümüzün Hocamızdan sonra en tecrübelisiydi. Yaş itibarıyla da bizlerin ağabeyi olduğu için gerek eğitim ve öğretim gerekse idari konularda bizlerin yardımcısıydı Zeki bey. Öğretmeyi severdi, öğrenmeyi de. İçinden çıkamadığım(ız) konularda imdadım(ız)a hemen yetişirdi. Sessiz ve sakindi. Adeta Konyalı bir derviş sabrı ve sükûnetine sahipti. 1984 yılının yaz aylarında başlayan gerek meslekî gerekse şahsî arkadaşlık ve dostluğumuz, neredeyse kırk yıldır hiç kesintiye uğramadan devam etmiştir. Kendi adıma bu arkadaşlık ve dostluktan çok memnun kaldım. Daha nice yıllar bu güçlü bağın artarak devam etmesini isterim. Zeki bey ağabeyime hayatının bundan sonraki kısmında da sağlık, huzur ve afiyetler dilerim. İŞIQLI BİR ALİM ÖMRÜNÜN TARİXÇƏSİ ZEKİ KAYMAZ Doç. Dr. Galibe Hacıyeva, Nahçıvan Devlet Üniversitesi ORCID No: 0000-0001-2345-6789 Bu gün tanınmış böyük Türk ziyalıları arasında yer almaq, elmin daşlı-kəssəkli yollarında onlarla birgə addımlamaq şərəfinə nail olmaq mənim taleyimin uğurlu qismətidir. Qədim Hunlardan başlayaraq, tarixdə böyük iz qoymuş Səfəvi və Osmanlı Türk dövlətləri yarandığı gündən, dünyada Türkün güclü səsi sadəcə hərb savaşlarında deyil, həm də Türkün fəth etdiyi ıssız torpaqlara gətirdiyi barışla birgə, dünyanın hər guşəsində yaratmış olduğu böyük elm, ürfan və mədəniyyət də dünyanı heyrətləndirib lərzəyə saldı. Bu gün qədim Türk tarixini yaşadan, Türk milli kimliyinin vətəndaşlıq pasportu sayılan Orxon-Yenisey kitabələri, “Oğuznamə”lər, “Kitabi Dədə Qorqud”, “Gilqamış”, “İqor polku” adı ilə ruslaşdırılmış qədim Türk dastanı “Uğur dastanı” kimi anadilli folklorumuzun digər saysız ədəbi sənət nümunələri olan atalar sözləri, əmək nəğmələri, halovarlar, bayatı və ağılar, gənclərimizin milli-mənəvi dəyərlərini hələ beşikdə ikən körpələrimizin qulağına şirin dadlı bir səsələ fısıldayan laylalar, nağıllar, əfsanələr və dastanlarımızı gənc nəslə çatdırmaqla, Türk dilini və ədəbiyyatını sevdirən fədakar alimlərimiz Türk dilinin və mədəniyyətini dünya irticasından qoruyan və xilas edən bir günəş kimi qaranlıqları yarıb dünyanı aydınlatan ən böyük işıq, nur savaşçıları və dünyanı qanlı savaşlardan qoruyan barış elçiləridir. Qədim Türk dilinin qaranlıqlarında gizlənmiş tarixi inciləri böyük bir zəhmətlə gün işığına çıxaran belə elm fədailərimizdən biri də Ege Universiteti Türk Dünyası Araşdırmaları İnstitutu Türk dili və ləhcələri bölməsinın professoru Zeki Kaymazdır. Ömrünü Türk dilinin tarixi mənbələri üzərində tədqiqatlara həsr etmiş Zeki Kaymaz bir elm fədaisi kimi yorulmadan bu günə qədər “Divân-ı Hikmet’te Atasözleri ve Kullanılış Özellikleri”, “Et-Tuhfetü’z-Zekiyye Fi’l-Lugati’-t Türkiyye Hakkında Bazı Açıklamalar”, “ Eski Anadolu Türkçesi Bağlamında Ynus Emrenin Eserlerindeki Atasözlerine Bir Bakış”, “Kutadgu Bilig Araştırmaları Üzerine Bazı Düşünceler”, “Suriye Arapçasında Yaşayan Türkçe”, “Kitabı Beylik Nasıl Bir Eserdi”, “Tevârihi Âli Selçuk Selçuklu Tarihi Bakır Abdullah”, “Türkiye Türkçesi Ağızlarında Renk Bildiren Kelimelerin Kullanılışı ve Sistematiği”, “Hoca Ahmet Yesevinin Hikmetlerindeki Oğuz Türkçesi Unsurları”, “Türklük Biliminde Bir Ömür Prof. Dr.Tofiq 32 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Hacıyev Kitabı”, “Türk Moğol Araştırmaları Prof.Dr.Tuncer Gülensoy Armağanı”, “Türkçenin Çağdaş Sorunları”,“Türkiye’deki Gizli Diller Üzerine Bir Araştırma”, “Türkçenin Başka Dillerle Olan İlişkisi: Türkçenin Arapçaya Verdikleri”, “Bazı Tarihi Metinlerde Çift Hareke ve Harfle Yazma Geleneği Üzerine Bir Değerlendirme”, “Yemen Arapçasındaki Türkçe Kelimeler”, “İbni Mühenna Lügati ve Codex Cumanicus’taki Ortaklaşan Kelimeler”, “Suriye Arapçasında Yaşayan Türkçe”, “Cezayir Arapçasındaki Türkçe Kelimeler Hakkında Yapılan Çalışmalar Üzerine Bir Değerlendirme ve Bu Kelimelere Bazı Eklemeler”, “Kuveyt Arapçasındaki Türkçe Unsurlar Üzerine”, “Sudan Arapçasındaki Türkçe Söz Varlığı Üzerine” kimi çoxsaylı dəyərli elmi tədqiqatları ilə ümumtürkoloji dilçilik tarixində öz imzasını qoymuşdur. Bu araşdırmalar sırasında yer alan “Türkiye’deki Gizli Diller Üzerine Bir Araştırma” (2003) adlı kitabı isə onun elmi yaradıcılığında müstəsna yeri olan maraqlı tədqiqatlardan biridir. Fədakar alim kimi ədəbiyyatımızı, tariximizi, xalq yaradıcılığımızı bir dilçi kimi araşdırmaqdan usanmayan bu fədakar alim milli mədəni sərvətimizin tarixi baxımdan öyrənilməsi yolunda bu gün də əlindən gələni əsirgəmir. Zeki Kaymazın dilimizi, milli mədəniyyətimizin müxtəlif sahələrini, ədəbi dilimizin tarixi qatlarını ehtiva edən araşdırmalarının, xüsusilə son illərdə Türkiyədə bu günə qədər bir qədər kölgədə qalmış onomastikanın inkişafı üçün fədakarcasına göstərdiyi fəaliyyəti xüsusi olaraq qeyd etmək lazımdır. Prof. Zeki Kaymazın elmi-pedaqoji fəaliyyəti və yaradıcılığı onun bilikli bir alim olmaqla bərabər, həm də onun insani duyğularının, yüksək mənəvi keyfiyyətlərinin də göstəricisi kimi meydana çıxır. Zeki Kaymazı 2006-cı illərdən, İzmirdə keçirilən I Türkoloji Qurultaydan tanıyıram. Əlbəttə, kiçik bir yazı ilə böyük bir alimin keçdiyi böyük, keçməkeşli yolu təhlil etmək, hər hansı bir elmi dəyərləndirmə aparmaq çox çətindir. Lakin Zeki Kaymazın Türkiyə dilçiliyində böyük xidmətlərinin bir qismi haqqında düşüncələrimi oxucularımızla bölüşmək məndə böyük iftixar hissi oyadır. Zeki Kaymaz sadəcə elmi yaradıcılıqla məşğul olmur, o həm də elmimizin inkişafında mühüm rol oynayacaq gənc alimlərin yetişdirilməsində də yaxından iştirak edir. Elmi rəhbər kimi yetişdirdiyi bir çox gənc alimlər Türkiyə dilçiliyində Zeki Kaymaz adlı yeni bir məktəbin əsasını qoymuş oldu. Gördüyüm və şahidi olduğum məqamlar, Zeki Kaymazın gənclərə, öyrəncilərə təmənnasız sevgisi, xeyirxah münasibəti onun haqqında çox mətləbləri söyləməyə imkan verir. Zeki Kaymaz həm də təbiəti sevən, ona cani-könüldən aşiq olan bir insandır. Təbiətlə iç-içə yaşamaq, ağacların, güllərin nəfəsini duymaq, hər sabah təbiətə, günəşə salam vermək Zeki Kaymazın yüksək insani dəyərinin göstəricisidir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 33 Zeki Kaymaz həm də qayğıkeş bir insandır. Bu dəyərli alim elmin bütün sirlərini dərinliklərində hifz edən bir okean kimi sakit, təmkinli duruşu, səbri ilə bu günkü gəncliyə bir örnəkdir. Onun adını eşidəndə insanın üzündə bir təbəssüm, ruhunda qəribə bir rahatlıq yaranır, elmin qaranlıq yollarında addımlamaq istədiyimizdə o sakit, təmkinli duruşu ilə bizə qaranlıq görünən bu yolda aydın düşüncələri ilə bir çıraq kimi yanır, elmin çətin sınaqlarından çıxmaq üçün səbirli və cəsarətli olmağı öyrədir. Zeki Kaymaz həm də Türk dünyasını özündə birləşdirən bir elm ocağıdır. Zaman-zaman düşmənlərimizin əli ilə Quzey və Güney Azərbaycan, Türkiyə, Tatarıstan, Qazaxstan, Qırğızıstan kimi müxtəlif etnik və ya coğrafi adlarla parçalanmış böyük Türk uluslarından gəlib Zeki Kaymazın elm ocağının çevrəsinə toplanan öyrəncilər bu müqəddəs elm ocağının ətrafında TURAN adlı birliyimizə gedən yollarımızı aydınlatan Türk-Turan birliyinin simvollarına çevrilmişlər. Zeki Kaymazın gənc kadr kimi yetişdirdiyi M.Əliyeva, T.Hüseynova, S.Gülsevin, E.Ayan, S.Muslihedin, F.Ertürk, K.Erk, G.Sabitova, N.Erenoğlu, S.Ersöz, R.Mohammad, Ş.Doğan, K.Kenzhalin, A.Karaman, E.Uçar, G.Kokybassova, S.Özişık, C.Kerimoğlu, G.Uzun, İ.Erdem, C.Gülseren, C.Başdaş kimi gənc alimlərin bir çoxu artıq türkoloji dilçilik tarixində öz sözünü qətiyyətlə deyən alimlər sırasına daxil olmuşdur. Bu alimlərin sırasında Minarə Əliyeva, Selma Gülsevin, Cahit Başdaşın adını xüsusi olaraq qeyd etmək istərdim. Bu gənc alimlərin hər biri Zeki Kaymazın rəhbərliyi və tövsiyələri sayəsində öz orjinal tədqiqatları ilə Türkiyə dilçiliyində gənc alim kimi öz imzasını qoyaraq, böyük elmi nüfuz qazanmışlar. Zeki Kaymazın elm və irfan dünyasını yaxından tanımaq, Türk tarixinin və mədəniyyətinin açılmamış sirlərinə vaqif olmaq üçün Zeki Kaymazın öyrəncisi deyil, səmimi dostu, məsləkdaşı da olmaq yetərlidir. Uzun illər Zeki Kaymaz Hocamla sempozyumlarda bir arada olmaq, onunla elmi mübahisələrə qatılmaq sonradan elmi əlaqələrimizi daha da möhkəmləndirdi. Bu əlaqə bizim elmi yaradıcılığımıza da öz güclü təsirini göstərmiş oldu. Bir zamanlar tədqiqatlarımla əlaqədar olaraq Güney Azərbaycanda topladığım və əldə etdiyim materiallar arasında qədim dövrün lüğətləri də ayrıca yer alırdı. Bu qəymətli mənbələr sırasında xüsusi həssaslıqla yanaşdığım tarixi leksikoqrafik əsərlərdən biri də XVIII əsrdə Mirzə Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Hacı Əli Hüseyn əl Səfəvi tərəfindən yazılmış “Səngilax” adlı lüğət idi. Bu əsərlə ilk dəfə Güney Azərbaycanda Azərbaycanın böyük ziyalılarından biri olan Həsən Umudoğlunun şəxsi kitabxanasında tanış oldum. Güney Azərbaycanda olduğum müddətdə Azərbaycan dilçiliyində hələ də yetərincə tanınmayan bu möhtəşəm tarixi leksikoqrafik əsər üzərində işlədik və əsərin bir nüsxəsini də özümlə Naxçıvana gətirdim. Lakin uzun illər Naxçıvanda antitürk mövqeli hakimiyyət or- 34 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı qanlarının elmi fəaliyyətimi dayandırmaq və qarşısını kəsmək üçün yaşadığım mənzillə birgə qiymətli tarixi əsərlərlə zəngin olan şəxsi arxivim və kitabxanam da tamamilə dağıdılıb məhv edildi. Məhv edilən qiymətli tədqiqat əsərlərim və bəzən kitabxanalarda belə tapılmayan nadir kitablarımın sırasında yer alan XVIII əsrin möhtəşəm leksikoqrafik əsəri Mirzə Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Hacı Əli Hüseyn əl Səfəvi tərəfindən yazılmış “Səngilax” oldu. Lakin illər sonra Türkiyə Cümhuriyyəti Ege Üniversitetində təşkil edilən bir beynəlxalq simpoziumda Zeki Kaymaz Hocamla görüşmək fürsəti məni “Səngilax”la yenidən qarşılaşdırdı. İllər öncə diqqətimi cəlb edən bu tarixi leksikoqrafik əsərlə yenidən Zeki Kaymaz Hocanın sayəsində görüşmək imkanı əldə etdim. Bu kitabı yenidən görəndən sonra, illərlə ürəyimdə qalan nisgili və açını bir az da olsa xəfiflətmək üçün Azərbaycan-Türk dilinin bu möhtəşəm tarixi abidəsi haqqında qısa şəkildə olsa da bir tanıtım məqaləsi yazdım. Lakin illərdir ki, bir çox tədqiqatlarım kimi bu məqaləni də çap etdirmədim. Görünür, bu məqalənin işıq üzü görməsi üçün daha doğru bir zamanı gözləmək lazım idi. Bu məqalənin yazılması üçün məndə yenidən ümid işığını yandıran Zeki Kaymaz Hocama öz dərin minnətdarlığımı bildirirəm. Məqalənin “Zeki Kaymaz Armağanı” adlı bu dəyərli kitabın səhifələrində yer almasının mənim üçün böyük qürur və iftixar hissi oyatdığını bildirərək, Zeki Kaymaz Hocama bundan sonrakı həyat yolunda da uğurlar arzu edirəm. Zeki Hocam, nə yaxşı ki, varsınız, nə yaxşı ki, Sizin kimi dəyərli, nurlu bir elm xadiminin işığından mən də nur almışam. Tanrı Sizi qorusun! Yollarınız hər zaman aydınlıq olsun!!! AKADEMİDE BÜYÜK BİR CİDDİYET VE NEZAKET ÖRNEĞİ Prof. Dr. Alimcan İnayet, Ege Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-8841-4157 Prof. Dr. Zeki Kaymaz meslek hayatındaki bilimsel ciddiyet, titizlik, kişisel hayatındaki nezaketiyle beni derinden etkileyen bilim adamlarından birisidir. Birlikte çalıştığım 25 yılı aşkın zaman zarfındaki gözlemlerime dayanarak, ayrıca hocamla yan yana odalarda çalışan biri olarak söylüyorum bunu. Önce giyinmeye gösterdiği özenden etkilenmiştim hocamın. Her zaman her ortamda şık giyinmesiyle dikkatimi çekmişti. Bu özeni akademik çalışmalarında da görmek mümkündür. Makalelerini büyük bir titizlilikle hazırlar, en ufak noktayı bile es geçmezdi. Bazen dil ile ilgili makalelerimi kontrol etmesini isterdim, kontrol ederken gösterdiği hassasiyet beni hayretler içinde bırakırdı. Makalemi okur, virgülü noktasına kadar işaretleyip düzeltirdi. Hocamın üzerimdeki etkilerinden birisi sosyal ilişkilerdeki nezaketiydi. Bugüne kadar kendisiyle en ufak bir dargınlık, rahatsızlık ve sorun yaşadığımı hatırlamıyorum. Kendisiyle yurt içi ve yurt dışında düzenlenen pek çok etkinliğe katılmıştım. Saray Bosna’da, Romanya’da, Moğolistan’da beraberdik. Moğolistan’da, Orhun nehrinin kıyısında aynı çadırı paylaşmıştık. 36 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Hocamın diğer bir özelliği de bilim için gösterdiği özveridir. Hocam eski Uygurca ve yeni Uygur Türkçesi üzerinde de çalışırdı. Bir gün Doğu Türkistan’a gitmek istediğini söyledi. Herhalde şakadır diye düşündüm. Tek başına oraya nasıl gidebilirdi? Çinlilerin kontrolündeki bir bölgeye gitmek cesaret gerektirirdi. Ama hocam gerçekten de gitti. Urumçi, Turfan, Kaşgar’da tek başına dolaştı. Turfan’da Ashab-ı Kehf ’in bulunduğu Tuyuk köyüne, Kaşgar’da Kaşgarlı Mahmut’un türbesinin bulunduğu Opal köyüne kadar gitti, alan araştırması yaptı, kaynak topladı. Ve bunu kendi bütçesiyle gerçekleştirdi. Hocamın meslekteki bu azmi ve fedakarlığı da beni derinden etkilemişti. 2014 yılında kendisi müdürken, beni müdür yardımcısı olarak atamıştı, hocamla idari işlerde de gayet uyumlu bir çalışma ortamı bulmuştum. Hocamın bana olan itimadı benim için onur ve değerliydi. Kısacası 25 yıl, yani çeyrek asır, hocamla yan yana bitişik odalarda çalıştım. Bu uzun süreçte çayımızı, kahvemizi paylaştık; birlikte sevindik, birlikte üzüldük; kitaplarımızı, kaynaklarımızı ortaklaşa kullandık. Zaman öyle hızlı akıp gitti ki, hocamın emekliliği geldi çattı. Hocamın en verimli çağında emekliliğe ayrılıyor olması akademi için büyük bir kayıptır. Hocamın enstitüdeki yokluğuna alışmak kolay olmayacaktır. Ancak elden ne gelir ki. Şu anda bana düşen Prof. Dr. Zeki Kaymaz hocama sağlıklı, huzurlu, keyifli ve mutlu bir emeklilik hayatı dilemektir. AĞABEYİM, ARKADAŞIM, DOSTUM VE HOCAM PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ Prof. Dr. Osman YILDIZ, Süleyman Demirel Üniversitesi ORCID No: 0000-0003-2250-0260 Zeki KAYMAZ’la hukukumuz akademik hayatıma başladığım 1987 yılından beri devam etmektedir. O yıl ben İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü kadrosunda Araştırma Görevlisi olduğumda Zeki ağabey de aynı üniversitenin Eğitim Fakültesi kadrosunda Araştırma Görevlisiydi. Her ikimizin danışman hocası da rahmetli Prof. Dr. Osman Nedim TUNA’ydı. 1989 yılında ben doktora programı ikinci dönem ders aşamasında iken Osman Nedim Bey emekli oldu. Akabinde, o tarihte Yardımcı Doçent Doktor olan Zeki ağabey, danışmanlığımı üstlendi; ancak kendisi kısa bir süre sonra Fas’a Türkçe Okutmanı olarak gitti. Zeki ağabey, 1994 yılında İnönü Üniversitesine döndüğünde ben Isparta Süleyman Demirel Üniversitesine Yardımcı Doçent Doktor unvanıyla intisap etmiştim. Zeki ağabey de 1998 yılında İnönü Üniversitesinden Ege Üniversitesine geçiş yaptı. Zeki ağabeyle irtibatımız hiç kesilmedi. Ne zaman başım sıkışsa, ne zaman özel veya akademik bir sorunla karşılaşsam mutlaka kendisini arar görüşünü sorarım. Bilimsel etkinlik düzenlediğimde Zeki ağabeyi mutlaka davet etmişimdir, doktora yeterlilik ve tez savunması için jüri heyeti oluşturduğumda kendisini mutlaka çağırmışımdır. Sağ olsun, kendisi de hiçbir zaman bu davetlerime olumsuz cevap vermemiştir. Aynı şekilde Zeki ağabey de geçen yıllar zarfında lisansüstü imtihanlarına jüri üyesi olarak beni davet etmiştir, ben de her zaman koşa koşa gitmişimdir. Zeki ağabeyle 1987’den 2023’e, demektir ki tastamam otuz altı yıllık bir tanışıklığımız var. Titiz bir bilim adamı olmasının yanında nahif ve dürüst kişiliğiyle tanıdığım Zeki KAYMAZ, bu geçen zaman içinde benim için hep iyi bir ağabey, iyi bir arkadaş, iyi bir dost ve iyi bir hoca olmuştur. Tanıdığım Zeki KAYMAZ, vatanını ve milletini çok seven iyi bir Türk milliyetçisidir. Ağabeyim, arkadaşım, dostum ve hocam Prof. Dr. Zeki KAYMAZ’a, yaptığı çalışmalarla Türklük bilimine sunduğu katkılar için teşekkür eder mutluluklar dilerim. Yüce Allah ömrünü bereketli kılsın. YAZILAR ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ SÖZLÜKLERİNDE KİŞİ ADLARININ LEKSİK-SEMANTİK SINIFLANDIRILMASI Gülnara ALİYEVA-KOŞKUN, Bakü Slavyan Üniversitesi ORCID No: 0000-0001-8777-1411 Giriş Onomastik birimlerin ana işlevi bir nesneyi işaretlemektir. Bir dilde her kelimenin ve her ifadenin bir anlamı vardır. Bu nedenle, kelimeler ve adlar yakından ilişkilidir, ayrılmazlar. Türk halklarında belirli anlamlara sahip isimler hakimdir. Edebi dilde, bu kelimeler aynı zamanda üslup özelliklerine sahiptir ve genellikle belirli bir yönü daha doğru bir şekilde yansıtabilir. Bir veya başka türden olan apelyatif leksika, onomastik birimlerin oluşumunda önemli bir rol oynar. Apelyatif leksikanın onomastik leksikaya ve onomastik leksikanın apelyatif leksikaya geçiş süreci süreklidir, bu nedenle belirli bir zamanda bu veya diğerinin hacmini daha kesin olarak belirlemek imkansızdır (Taiç, 1970, s. 318). Onomastik birimler, dilin ve halkın kimliğini, ulusal geleneklerini yansıtan dil birimleridir. Çağdaş Türk lehçelerinin onomastiğinde meydana gelen süreçlerin incelenmesi, adverme ve addeğişme sürecindeki ilkelerin kesin olarak tanımlanması, onomastik sözlüklerin teorik ve pratik karakteristiği, çeşitli açıklamalı, çeviri ve d. sözlüklerde onomastik birimlerin sözlükbilimsel açıklaması büyük önem taşımaktadır. Gerek XX. yüzyılda gerekse XXI. yüzyılda Türk lehçelerinde onomastik sözlüklerin derlenmesi alanında pek çok çalışma yapılmıştır. Elbette bu çalışmaların çoğu pratiktir, ancak sonuç olarak onomastik sözlüklerin sayısı artmış ve malzeme kapsamı genişlemiştir. Bu anlamda bu sözlüklerin uygulamalı olarak derlenmesinde teorik kavramların da yer almasına büyük ihtiyaç vardır. Diğer bir deyişle, onomastik sözlükbilim kendi sözlükbilimsel teorisini geliştirmelidir. Antroponimik sözlükler, yeni doğanlara isim vermeye, kişi adlarının anlamlarını belirlemeye ve kişinin kendi isminin ve diğer insanların isimlerinin kökenini anlamaya yardımcı olur. Çalışmamızın temel amaçlarından biri, farklı kültürlerin Türk adverme geleneği üzerindeki etkisi, Antroponimik sözlüklerdeki kişi adlarının sözlüksel-anlamsal sınıflandırması, diğer dillerden Türkçe’ye geçen kişi adları, dini adlar, diğer dillerin yanı sıra Türk lehçelerinin etkileşimi sonucunda alınan kişi adlarının antroponimik sözlükbilimde nasıl tezahür etmesidir. Diğer taraftan, kişi adları başka dillere çevrilmediği için fonetik yapıları değiştirilmeden orijinal 42 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı halleriyle muhafaza edilmektedir. Bu özelliğe göre eski kişi adlarının incelenmesi sırasında içlerinde bulunan kadim Türkçe unsurları da tespit etmek mümkündür. Halk düşüncesinin ürünü olan kişi adları, insanları karşılaştırma ihtiyacından yaranmış ve belirli tarihsel gelişim sürecine dayanarak çağdaş Türk ad sistemini oluşturmuştur. Tarihi ve toplumsal yapı değişip yenilendikçe kişi adları ve adverme geleneği de değişmiştir. Türk lehçelerinin kişi adları sistemindeki bu zenginlik ve çeşitlilik, onomastik sözlüklerin derlenmesine de yansımıştır. Türk kültüründe kişi adlarının insan kaderiyle ilgili olması nedeniyle ad seçimine her zaman özel önem verilmiş, çocuklara ad koyma geleneği eski zamanlardan başlamış ve bu güne kadar bazı değişikliklere uğramıştır. Eskiden adlandırma, sadece insanları birbirinden ayırmak ve ya ayırt etmek için kullanılırken, zamanla sıradan adlandırmanın ötesine geçerek zenginleştirilmiş ve önemli bir kültür unsuru haline gelmiştir. Aslında her ad milli ruhu, dini inançları, toplumsal olayları, cesareti, kahramanlığı, güzelliği, sadakati, saygıyı, sevgiyi, inceliği, kültürü, zamanı, geleneği vb. yansıtır. Sözlü ve yazılı Türkçe metinlerde pek çok adlandırma örneği vardır. İlk yazılı kaynaklarda, destanlarda Türklerin ad verme veya ad almasına dair bazı gelenekler görmekteyiz. Bütün Türklerde adlandırma, adverme için ortak olan üç unsur vardır: bir çocuğa ad verilmesi, önemli bir iş yaptıktan sonra kişiye ad verilmesi, çocuğa ad verirken tören yapılması ve bir yaşlı, saygın bir kişinin çocuğa isim vermesidir. “Kişi adları, Türk kültür tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Dede Korkut Destanî Hikâyelerinden Dirse Han Oğlu Boğaç Han, Kam Büre Beğ Oğlu Bamsı Beyrek destanlarında anlatıldığı gibi “bir çocuğun ad alması için, önemli bir iş yapması veya bir kahramanlık göstermesi gerektiği anlatılmaktadır” (Calp, 2014, s. 30). Onomastik araştırmalar, farklı halkların eski yerleşim yerlerini, dil ve kültürel ilişkilerini, dillerin eski durumunu, dillerin ağızlarla ilişkisini belirlemeye yardımcı olur. Her dilde özel adları öğrenmek, iletmek ve korumak önemlidir. Azerbaycan dilbiliminde onomoloji alanında onlarca önemli araştırma dikkat çekmektedir. A.M.Demirçizade, A.M.Gurbanov, A.A.Ahundov, G.İ.Meşediyev, R.H.Eyvazova, Ş.M.Sediyev, A.H.Hasanov, T.İ.Hacıyev, S.M.Mollazade, T.M.Ahmedov, M.N.Çobanov, M.İ.Adilov, N.M.Hudiyev, Z.N.Verdiyeva, F.R.Xalıgov, R.Z.Aliyeva, A.Paşayev, A.Bağırov, A.Tanrıverdi, A.N.Mikayılova ve diğer araştırmacıların eserleri, onomastik birimlerin bilimsel ilkeler ve bilimsel yöntemler temelinde incelenmesi için geniş fırsatlar yaratmıştır. Türk dilbiliminde onomastik konuları, onomastik birimlerin araştırma ve incelemelerinde Ahmet Caferoğlu, Faruk Sümer, Doğan Aksan, Besim Atalay, Hasan Eren, Tuncer Gülensoy, İbrahim Kaferoğlu, Saim Sakaoğlu, Abdulkadir İnan, Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 43 Tuncer Baykara, Mecit Doğru, Mehmet Eröz, Fevziye Abdullah Tansel, Z. Fahri Fındıkoğlu, Hüseyin Namık Orkun, M. Fahrettin Kırzıoğlu, Mahmut Ragıp Gazimihal, Ali Esad Bozyiğit ve diğer bilim adamlarının eserleri önem arzetmektedir. Antroponimik Sözlükler Azerbaycan dilbiliminde antroponiminin teorik, bilişsel, üslup ve d. açılardan öğrenilmesi, bu yönlerin gelişimi antroponimi sözlüklerin hazırlanmasında da büyük önem taşımaktadır. Bu süreç 1980’lerde başlamış ve bağımsızlık yıllarında antroponimik sözlüklerin derlenmesi yaygınlaşmıştır. Birçok araştırmacı bilim adamı, Azerbaycan şahıs adları, Azerbaycan takma adları sözlüklerinin hazırlanması ve yayınlanmasında Azerbaycan sözlükbilimi ve onomoloji sistemine değerli katkılarda bulunmuştur. M.N.Çobanov’un “Azerbaycan Şahıs Adları” (1981), Behruz Abdullayev’in “Azerbaycan Şahıs Adlarının Açıklamalı Sözlüğü” (1985), O.Mirzayev’in “Adlarımız” (1986), M.Şiraliyev, B.Abdullayev ve Ş.Sadiyev’in “Azerbaycan şahıs adları” (1987), Meded Çobanov’un “Azerbaycan şahıs adlarının anlam bilgisi ve yazılışı” (1990) sözlükleri bu alandaki ilk adım olarak kabul edilebilir. Ayrıca Afad Gurbanov’un “Çocuğa isim nasıl seçilir” (1993), Nadir Memmedli’nin “Adını ben verdim, yaşını Allah versin” (1995), M.N.Çobanov, M.M.Çobanlı’nın “Azerbaycan Şahıs Adları” (1995), Aydın Paşayev’in “Azerbaycan Şahıs Adları” (1996), Afad Gurbanov’un “Dünyadaki Türk adları” (2000), Aydın Abi Aydın’ın “Şahıs Adları Sözlüğü” (2002), Hesret Hasanov’un “Azerbaycan Şahıs Adlarının Açıklamalı-Etimolojik Sözlüğü” (2002), Aydın Paşayev ve Alime Beşirova’nın “Azerbaycan Şahıs Adlarının Açıklamalı Sözlüğü” (2003), Elmira Hamzayeva’nın “Türk Kökenli Azerbaycan Şahıs Adları Sözlüğü” (2004), Aydın Abi Aydın’ın “Şahıs Adları Sözlüğü” (2006) ve “Türk Şahıs Adları Sözlüğü” (2007), Afad Gurbanov’un “Azerbaycanlı Şahıs Adları ansiklopedisi” (2007), Mehrali Guliyev’in “Arapça ve Farsça Kökenli Azerbaycan Şahıs Adlarının Açıklamalı Sözlüğü” (2009), Aydın Abi Aydın’ın “Kökenine Göre Şahıs Adları Sözlüğü” (2010), A. Paşayev’in “Hemse” de kullanılan Özel Adların Açıklamalı Sözlüğü” (2013) ve Azerbaycan Takma Adlarının Açıklamalı Sözlüğü” (2015), Fidan Gurbanova’nın “Azerbaycan Şahıs Adları. Açıklamalı Sözlük” (2019) ve diğer sözlükler, antroponimik sözlükbilim alanında özellikle şahıs adlarının toplanmasına, açıklanmasına, etimolojik olarak analiz edilmesine, incelenmesine ve diğer Türk dilleriyle karşılaştırılmasına izin verir. Türk Dilbiliminde Kemal Zeki Gençosman’ın “Ansiklopedik Türk İsimleri Sözlüğü, A’dan Z’ye Kadar Türk Adları ve Soyadları” (1975), Arif Hikmet Par’ın 44 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı “A’dan Z’ye Ansiklopedik Türk Adları/ Ansiklopedik Türk Adları ve Soyadları Sözlüğü” (1981), Adviye Aysan ve Selma Tuncay’ın, “Türk Adları Sözlüğü” (1987), M. Kemal Çalık’ın “Türk Ad ve Soyadı Sözlüğü” (1989), Adviye Aysan ve Selma Tuncay’ın “Türkiye’de Kadın-Erkek Adları Sözlüğü” (1992), Abdurrahman Dilipak, Asiye Dilipak, N.Meriç’in “Ansiklopedik İsim Sözlüğü” (1993), Gökdal Okay’ın “Adlar Sözlüğü” (1995), Serkan Pehlivan’ın “Kız ve Erkek İsimleri Sözlüğü” (1997), İlhan Yardımcı’nın “Açıklamalı Ansiklopedik İsim ve Soyadları Sözlüğü” (1998), M. Türker Acaroğlu’nun “Bulgarların Aldığı Türkçe Adlar ve Soyadlar Sözlüğü” (1999), Faruk Sümer’in “Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları” (1999), Metin Civelek ve Hülya Civelek’in “Çağdaş İsimler Sözlüğü” (2002), Aydil Erol’un “Adlarımız” (2010), Cem Dilçin’in “Adlar Sözlüğü” (2014), Tuncer Gülensoy ve Paki Küçüker’in “Eski Türk-Moğol Kişi Adları Sözlüğü” (2015), Hayat Batur Baysaling’in “Anatolia (Anadolu) İsimler Sözlüğü” (2018) bu alanda yazılmış değerli eserler olarak kabul edilmektedir. Kişi adları sözlüklerinin sayısı elbette yeterli değildir. İncelediğimiz diğer sözlüklerin hemen hemen tamamında “Çocuk İsimleri Sözlüğü” ve “Çocuk İsimleri Adları” adları terimleri kullanılmıştır. Diğer Türk lehçelerinde “Kırgız Adam Attarınıñ Sözdügü” (1979); G. H. Sattarov`un “Tatar İsimneri Süzligi” (1981); “Türkmen Diliniñ Adam Atlarınıñ Spravoçnigi” /Türkmen Dilinin Kişi Adları Rehberi (1989); S.Ataniyazov`un “Türkmen Adam Atlarınıñ Düşündirişli Sözlügi” / Türkmen Kişi Adlarının İzahlı Sözlüğü (1992); G. Kıyasova, vd. “Türkmen Diliniň Düşündirişli Sözlügi” (2016) ve d. sözlükler dikkat çekmektedir. Türk dili araştırmacıları kişi adlarını farklı terimler altında incelemişlerdir. Farklı yıllardaki antroponim araştırmacıları aynı kavramı farklı terimlerle tanıtmışlardır. Böylece Türkçede Ahmet Caferoğlu, Leyla Karahan, Ercan Alkaya, Cemal Altan, Sami Akalın, İbrahim Şahin, Ahmet Aydın, Emel Soyubol, Mehrali Calp “kişi adları”; Besim Atalay, Sabahattin Çağın, M. Cavit, O.Saffet, Emin Refik Kırış, Selma Tuncay, Adviye Aysan “Türk adları”; Faruk Sümer, Mehdi İlhan, Nejla Saraç “şahıs adları”; Ahmet Halaçoğlu, Salih Akyel, Can Şen “şahıs isimleri”; Mete Uygur, Mustafa Oğuz, Ali Rıza Önder “insan isimleri”; Recai Ünal ve İlhan Başgöz “insan adları” tabirlerini kullanıyor. Bazı dilbilimciler bu noktada ilginç farklı duruş sergilemekteler. Şöyle ki, Tuncer Gülensoy, Yılmaz Kurt, Alparslan Demir’in araştırmalarında antroponimlerin başlıca türü olan şahıs adları, bazen kişi adları, bazen şahıs adları terimleri altında sunulmuştur. Azerbaycan dilbiliminde “şexs adları”, Türkmen, Kırgız ve Kazak onomastiğinde “adam attarı” terimleri kullanılmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 45 Sözlüklerdeki Kişi Adlarının Leksik-Semantik Sınıflandırılması Halk düşüncesinin ürünü olan kişi adları, insanları karşılaştırma ihtiyacından yaranmış ve belirli tarihsel gelişim sürecine dayanarak çağdaş Türk ad sistemini oluşturmuştur. İnsan adları, insanların manevi zenginliği, hayata bakışı, güzel görünümü, milli gelenekleri, mitolojik düşüncesi, hayatın gelişim kanunlarına yaklaşımları ve tarihi mirasın nesilden nesile aktarılmasıdır. Türk lehçelerinde kişi adları ve adverme geleneği tarihsel bir süreçle ilişkilendirilir, yani her dönemin kendi adverme geleneği vardır. Tarihi ve toplumsal yapı değişip yenilendikçe bu gelenekler de değişmekte ve yenilenmektedir. Araştırmalar, Türk lehçelerinin hem apelyatif kişi adlarının hem de özel adlardan türetilen kişi adlarının oldukça zengin ve renkli olduğunu göstermektedir. Türk lehçelerinin söz varlığındaki antroponimler, hem genel kelimeler hem de özel adlar olmak üzere çeşitli kaynaklardan türemiş ve gelişmiştir. Bu kaynaklar fitonimler, zoonimler, etnonimler, değerli eşyalarla ilgili isimler, mücevherler, farklı ünvanlarla ilgili adlar, zaman kavramı ile ilgili adlar, kavim ve kabile adları, akrabalık ifade eden adlar, dostluk kavramlarını ifade eden adlar, aşk, sevgi, barış, huzur, mücadele, kahramanlık, cesaret, arzu, sağlık, güç, haysiyet, zarafet, güzellik, incelik cömertlik, mutluluk, bilgelik ve diğer kavramları ifade eden adları içerir. Bu nitelikler göz önüne alındığında, sözlüklerde kişi adları leksik-semantik olarak aşağıdaki gibi gruplandırılabilirler: 1. Zaman kavramı ile ilgili kişi adları. Zamanla, vakitle ilgili ortaya çıkan kişi adları bütün Türk lehçelerinde gözlemlenir. Bazı adlar yılın aylarını, bazıları haftanın günlerini ve bazıları günün saatini ifade eder. Örneğin: Azerbaycan Türkçesinde: Zaman, Seher, Gündüz, Bahar, Receb, Ramazan, Şaban; Türkiye Türkçesinde: Zaman, Bahar, Recep, Oruç, Seher, Ramazan, Şaban, Nisan, Eylül, Cuma, Cumaali, Regaip; Türkmence: Bahar, Yazgeldi, Güzgeldi, Recepberdi, Recepbibi, Recepdursun, Recepgeldi, Recepgulı, Cuma, Cumadurdı, Cumadursun, Cumagül, Cumalı vb. 2. Doğal olaylarla, ateşle ilgili kişi adları. Çağdaş Türk lehçelerinde tabiat olayları ve ateşle ilgili şahıs adları yaygındır. Bu milletlerde çocuğa isim vermenin özelliklerinden biri de çocuğun doğduğu günün tabiat olayıdır. Sözlüklerde birçok örneklere rastlıyoruz. Azerbaycan Türkçesinde: Ayaz, Tufan, İldırım, Gursel, Leysan, Bulud, Boran ve d. Türkiye Türkçesinde: Volkan, Gürsel, Yıldırım, Su, Yağmur, Ateş, Tufan, Ayaz, Bora, Boran ve d. 46 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kıpçak grubu Türk lehçelerinden biri olan Kazak Türkçesinde, kar yağdığında veya yağmur yağdığında doğan çocuklar “Allah’ın nuru yağdı” anlamına gelen Nurjavar’a ‘nur yağar’ ve Nurjavgan’a ‘nur yağan’ adlarını verir. Ayrıca kar fırtınasında doğan çocuklara kış mevsimine bağlı olarak Boragan ve Boramis gibi adlar verilir. Bir çocuğun doğumu dolunaya denk geliyorsa, dolunay ya da ay kadar güzel ve dolu olması için Tolay, Tolganay, Aytoldi, Aytugan, Aytolis şeklindeki şahıs adları tercih edilir (Cangabilova vd. 2013, s. 60). Kazak Türkçesinde Ay ve Güneş isimleri ile ilgili şahıs adları tabiat olayları ile bağlantılı olarak tasnif edilirken, Türk lehçelerinde bu adlar gök cisimlerinin adları ile ilgili şahıs adları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. 3. Renk ifade eden kelimelerden türetilen kişi adları. “Renklerin ifade ettiği anlamlar az veya çok insandan insana değişmekle birlikte, bu konuda kültür ve medeniyet ekseninde genel bir bakış açısı oluşmuştur. Bakış açılarının oluşumunda ırk, coğrafya, iklim şartları, yaşam tarzları, ekonomik şartlar, siyaset, düşünce ve inanç gibi pek çok faktörün etkisi vardır” (Eren, 2008: 32). Türk lehçelerinin antroponimik sisteminde de renk adlarının kullanım sıklığını gözlemliyoruz. Kişi adlarında en sık kullanılan renk adları ağ, kara ve gök renk adlarıdır. Türkçede kişi adının oluşumunda kırmızı ve siyah dışında tüm renk adları kullanılmıştır. Bu çeşitlilik, diğer onomastik birimlerin yanı sıra, ad koymanın tarihsel bir geçmişin yanı sıra Türk geçmişinin gelişiminden de etkilendiğini göstermektedir. Yer, dağ ve su adlarının tarihi kökenleri ile sık sık değişmesi ihtimali azdır. Dil için yeni renk kavramları ve bu adların Türk kültüründe kişi adlarında kullanılması, özellikle de renk adlarının çok kullanıldığı bir dilde, şaşırtıcı olmamalıdır. Dolayısıyla kişi adlarındaki bu farklılığı diğer onomastik birimlerden farklı olarak dilin gelişmesine ve zenginleşmesine bağlarken yanılmış olmayız: Gara, Garakişi, Garaş, Sarı, Alagöz, Sarıtel Garatel, Garabala, Qaragöz, Ağca, Garaqaş (Azerbaycanca), Akcan, Akdil, Akgül, Akman, Aknur, Kara, Karademir, Karan, Karayağız, Karayel, Gökay, Gökçe, Göksel, Gökçin, Göker, Gökbey, Göksu, Sarıgül, Sarıalp, Balsarı, Yaşıl, Yeşil, Moray, Morgül (Türkiye Türkçesi), Akqül, Akmaral, Aknabat, Akpara, Kara, Karabay, Karabala, Karabaş, Karaş, Karakaş, Karagöz, Karakız, Karaçaç (Kırgızca); Akbala, Akaişa, Akbota, Akqız, Akmaral Karaman, Karasay, Karatay, Karaqöz (Kazakça) ve d. Türkçe renk adları açısından oldukça zengin bir dildir. Ancak bu zenginliğe rağmen, renk adlarının dilsel işlevselliği ve adlandırmadaki yeri üzerine yapılan araştırmalar nispeten yenidir. Bu noktadan hareketle renk adlarının onomastikteki yerinin belirlenmesi, renk adlarının Türk lehçelerinde kişi adları üzerindeki Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 47 etkisini ve isimlendirmedeki işlevlerini ortaya koymak oldukça önemlidir. “Özel ad yapımında 17 farklı renk adının kullanıldığı tespit edilmiştir. Bunlar alfabetik sıra ile ak, al, ala, beyaz, boz, çakır, gök, kara, kır, kırmızı, kızıl, mavi, mor, pembe, sarı, siyah, yeşil renk adlarıdır” (Bayraktar, 2013, s. 97). Çağdaş Türk lehçelerinde siyah, beyaz, mavi ve sarı gibi eski renk adları daha çok tercih edilmektedir. Bu renk adları, o zamandan beri kullanıldıklarından daha geniş bir konsepte sahiptir. Kişi adları, daha yeni renk adlarının eski renk adlarına tercih edildiği dinamik bir alan olarak görülür. 4. Gök cisimlerinin adlarıyla ilgili kişi adları. Gök cisimlerinden ilk kez gezegenler adlandırılmış ve onlara tanrıların isimleri verilmiştir. Bunu transonimleşmenin bir örneği olarak kaydetmeliyiz. Burç ve yıldız adlarının eski insanların kozmoloji hayalleriyle sıkı ilişkisi vardır. Burçların adlarında eski insanların evren hakkındaki düşünceleri, bilgileri, evreni ve âlemi idrak etme sürecinin niteliği yansıtılmaktadır. Burçların adlandırılmasının temelini sadece biçim ve nicelik, yıldızların adlandırılmasının temelini ise tüm bunların yanı sıra bir sıra nesnel özellikler oluşturmaktadır. Bunlar: renk, semada görünme zamanı, hareket özellikleri, parlaklığı ve diğerleridir. (Habibli, 2009, s. 37). Halkımızın kişi adı yaratma tecrübesi tarihinde özellikle ilgi çekici olan, gök cisimlerinin adlarına atıfta bulunulmasıdır. Dilimizde onlarca kişi adı gök cisimlerinin adları temelinde meydana çıkmıştır: Zöhre, Hilal, Ülker, Aftab, Kövkeb, Hurşud, Gemer, Ulduz ve d. Bunlardan Hurşud adından Hurşude, Ulduzdan Ulduze adları yaranmış ve kullanılmıştır. Böylece Gemer adından Gemerüz, Gemeriyye, Gemernaz, Gemergül, Gemernur, Gemerzar ve d. adlar derlenmiştir (Gurbanov, 2019, s. 21). Çağdaş Türk lehçelerinde gök cisimlerinin adlarıyla ilgili kişi adlarında Ay bileşeni olan kişi adlarının özel bir yeri vardır. Bu kişi adlarında kadın adları kullanım sıklığına sahiptir. Bu adlara Aytekin, Ayten, Aygül, Aygün, Aynur, Aysel, Aycan, Aydan, Ayla, Ayşen, Günay (Türkiye Türkçesi), Aysefa, Aynel, Aycamal, Aybeniz, Aypara (Azerbaycan Türkçesi), Ayış, Aybaksın, Aybaktı, Aybars, Aybaş, Aybike, Aybikeç, Aydak, Aydar, Aydaş, Ayyoldız, Aykay, Aykap, Aykön, Aylı, Aysar, Aytaş, Aytimir, Aytirek, Aytuar, Aytugan, Aytugay, Aytulı, Ayçura, Altınay, Buztanay, Sarmanay, Tanay, Tuganay (Tatar Türkçesi) ve diğerleri örnek gösterilebilir. Azerbaycan Türkçesinden farklı olarak Türkiye Türkçesinde Aytekin kadın adı olarak değil, erkek ismi olarak kullanılmaktadır. Bu özellik diğer Türk lehçelerinin antroponimlerinde de görülmektedir. Bolşevik devriminden sonra Tatar şahıs adları arasında tamamen yeni isimler ortaya 48 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı çıktı. İki farklı kelimenin bir araya gelmesiyle oluşan kişi adları çok yaygındır. Ay, al, göl, il, nur, tan, fen gibi kelimeler tek bir ismin oluşmasında önemli rol oynar. Aygöl, Ayzat, Aynur, Alsu, Gölzirek, Gölgine, Gölşat, İlgiz, İlsur, İldus, Nurlan, Nursine, Tangöl, Tannur, Fendus, Fenzaman, Fenzile gibi kişi adları bu dönemden sonra oluşturulmuştur (Alkaya, 2001, s. 5). 5. Fitonimlerden türetilen kişi adları. Daha çok kadın adlarının türetilmesine rağmen, az da olsa erkek adlarına da rastlanıyor. a) Çiçek isimleri ile ilgili kişi adları. Çağdaş Azerbaycan Türkçesinde Benövşe, Gerenfil, Yasemen, Lale, Lilpar, Reyhan, Gülçiçek, Çiyelek, Nane, Çemen, Nergiz, Gülcan, Çiçek, Sünbül, Darçın, Güller, Semengül, Süsen, Gülzae, Gülnar, Gülare, Günare, Lalezar, Gülsade, Zanbag, Gızılgül, Gönçe, Türkiye Türkçesinde Gül, Lale, Nergiz, Reyhan, Çiçek, Erguvan, Lâle, Gonca, Karanfil, Mine, Menekşe, Nergis, Orkide, Ortanca, Sümbül, Reyhan, Yasemin, Baak, Çiğdem, Yaprak vb., Türkmence Akcagül, Akgül, Almagül, Ayıtgül, Bahargül, Bibigül, Bikegül, Cumagül, Çemen, Ecegül, Ecekegül, Erikgül, Gızılgül, Gunça, Gül, Gülay, Gülbagt, Gülbahar, Gülbatır, Gülbibi, Gülşen, Gülüstan, Gülzar, Gülbike, Gülcemal, Gülçeçek, Güldesse, Gülälek, Güli, Gülnar, Gülnur, Gülsoltan, Läle, Mamagül, Nargül, Nergis, Novruzgül, Ogulgül, Pamıkgül, Sarıgül, Sazakgül, Soltangül, Sümbül, Täzegül, Servigül gibi çiçek adlarından meydana gelen kişi adları daha yaygındır. Azerbaycan Türkçesinde çiçek adlarıyla ilişkili birçok erkek adları vardır: Gülahmed, Gülhüseyn, Gülağa, Gülali, Ağagül, Gülmurad, Gülniyaz, Gülpaşa, Güloğlan, Gülbaba, Gülbala, Gülhesen, Gülhan ve d. Bir şeyi belirtmemiz gerekir ki, burada gül kelimesinin anlamı Türkiye Türkçesinden farklı olarak, çiçek anlamını ifade eder. Türkiye Türkçesinde “Gülbay, Gülbek / Gülbey, Gülbeyi adları ile Gülşahin, Gülel, Gülkan adlarının erkek adı olduğu; Ergül, Güldoğan, Gülergin, Gülhan, Gülsoy, Gültan, Öngül, Şengül adlarının ise hem kadın hem de erkek adı olabildiği görülmektedir. Örneklemde yer alan bu adlar dışındaki bütün kişi adlarının kadın adı olarak kullanıldığı görülmektedir” (Öğretmen, 2018, s. 90) . Aynı zamanda Azerbaycan Türkçesinde “çiçek” kelimesini içeren bir takım kadın adları de görülmektedir. Örneğin: Çiçek, Banuçiçek, Gülçiçek, Ayçiçek, Zerçiçek Yaxşıçiçek, Yazçiçek, Çiçekhanim, Gızçiçek vb. Bu adlardan sadece Çiçek ismi Türkiye Türkçesinde rastlanmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 49 b) Meyve adları, ağaçlar vb. adlarla ilgili kişi adları. Meyve adları ve ağaç adlarının kişi adları olarak verilmesinin nedenleri çok önemli faktördür. Bu, meyvelerin renk, koku, tat, şekil gibi çeşitli özelliklerinin güzellik unsuru olarak algılanması ve çocuklarda bu güzellikleri görme isteğidir. Türk lehçelerinde Palıd, Budag, Çınar, Defne, Fidan, Selvi gibi kişi adları ağaç türleri ve parçaları ile ilgili olarak meydana çıkmıştır. Bazı çalışmalarda meyve adlarının kişi adları olarak verildiğine dair bazı bilgiler bulunmaktadır. Türk erkek ve kız çocukları için adverme sistemini geliştiren bilim adamı Laszlo Rasoni, doğum sonrası görülen ilk hayvan ve bitki adlarının (“Karga”, “Kabak” gibi) çocuklara verildiğini söyledikten sonra kadın adlarına (Almakay ve Almaca) dikkat çekiyor. (Rasony, 1963, s. 83). 6. Zoonimlerle ilgili kişi adları. Eski çağlardan beri hayvan adlarının insan adı olarak kullanılması, öncelikle hayvan korkusu, kutsallık, kişinin adının verildiği hayvanın özelliklerini alma ve onlar kadar güçlü olma arzusuna dayanmaktadır. Bazı hayvan adlarının kişi adı olarak kullanılması Türk kültüründe eski bir gelenektir. Türk lehçelerinin çeşitli kişi adları sözlüklerinde kişi adları korunarak günümüzde de kullanılmaktadır. Erkek adları: Bercin, Berkan, Çelgin, Dündar, Aslan, Erkaslan, İlasan, Ergun, Hamza, Kaplan, Karabörü, Mehib, Sargan, Çağatay, Erboğa, Gazanfer, Yunus, Yürük, Kadın adları: Ceren, Ceylan, Ahu, Asena, Bedran, Bugra, Delfin, Erdan, Evren, Gözen (Türkiye Türkçesi); Aslan, Şirali, Şiraslan, Bebir, Cavanshir, Şiraga, Maral, Ceyran vb. (Azerbaycan Türkçesi); Arslan, Babır, Goçgeldi, Gurt, Şirberdi, Şircan, Şirgeldi, Gurtberdi, Gurtgeldi, Tovşangül, Keyikgül, Maral, Şirmuhammet, Keyikbibi (Türkmence) veb. Hayvan adlarıyla ilgili Yağmurca, Meral, Burçin, Ejder, Gazal, Hamza, Özsu gibi kişi adları hem erkek hem de kadın adı olarak geçmektedir. İlginçtir ki, Türkiye Türkçesinin aksine Azerbaycan Türkçesinde Maral ismi bir kadın adı, Hamza ve Ajdar isimleri ise erkek adlarıdır. Azerbaycan Türkçesi kişi adları sözlüklerinde genel olarak zikredilen diğer adlara rastlanmamaktadır. Türk lehçelerinde zoonimik adlardan oluşan kişi adları arasında en yaygın isimlerden biri olarak Aslan kişi adını gösterebiliriz. Bu antroponim tüm Türk lehçelerinde erkek adı olarak görülmektedir. Bunun temel nedenlerinden biri, hayvanların kralı olan Aslan’ın korkusuzluğu, çevikliği, gücü ve kudreti ifade etmesidir. Unutulmamalıdır ki, bazen atasözleri mecazi anlamda aslana da atıfta bulunur. Örneğin: Aslanın erkeği, dişisi olmaz; Aslan kükrerse atın ayağı kösteklenir; 50 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Aslan kükrerse beygir titrer; Aslan yattığı yerden belli olur; Aslandan aslan doğar! Bu tür atasözlerine çoğu Türk lehçelerinde rastlanmaktadır. Aslan veya Arslan antroponimi eski Türk yazılı anıtlarında kişi adı olarak kullanılmıştır. “Orhun-Yenisey anıtları”nda Arslan Kulug Tirig, “Kitabi Dede Korkut”ta Gadası Aslan olarak geliştirildi. Bu metamorfik ad, Türk halklarının antroponimisinde çeşitli fonetik varyantlarda kullanılmaktadır. Örneğin, Kazakça’da Aristan, Arisbek, Kırgızca’da Arslan, Arıstan, Özbekçe’de, Arslanbek vb. Rus tarihi kaynaklarında kelimenin folklorda Ruslan, Eruslan, Oslam olarak kullanılması dikkat çekmektedir (Tanrıverdi, 2012, s. 46-47). Türk lehçelerinde Şahin, Durna, Simurg, Keklik, Tovuz, Turaç, Humay, Tutu, Guguş, Gumru, Laçın, Göyerçin, Tarlan, Sona, Gartal gibi yabani kuşların adlarıyla bağlantılı olarak kadın ve erkek adları kullanılmaktadır. Bürke, Aksuna, Alçin, Çalıkuşu, Kösem, Suna, Sülün (kadın adları); Doğan, Gökdoğan, Kartal, Keklik, Turgay, Tuğrul, Turaç, Toygar, Torgay, Terlan, Şahin, Sahan, Sarduç, Bülbül, Çağan, Çağar, Çaylak, Çaylak, Darcan (erkek adları) Türkiye Türkçesinde kuş isimleriyle bağlantılı olarak ortaya çıkan kişi adlarıdır. 7. Akrabalık, arkadaşlık, cinsiyet kavramları ile ilgili kişi adları. Türk halkları güçlü ve gelişmiş akrabalık bağlarına sahip bir toplumdur. Dolayısıyla Türkçe akrabalık ifade eden kelimeler açısından dünyanın en zengin lehçelerinden biridir. Evlilik, çocuk doğurma ve kan bağına ek olarak, akrabalık diğer ilişki biçimlerini de kapsar. Türk lehçelerindeki bu akrabalık ve dostluk biçimleri de kişi adlarını etkilemekte ve bu sözcükler kişi adlarına ya da kişi adlarının bir parçası haline gelmektedir. Türk lehçelerinde kişi adlarını içeren sözlüklerde akrabalık ilişkilerini gösteren bazı sözcük birimlerine de rastlanmaktadır. aba, ata, bacı, dayı, dede, gelin, torun, oğul, yeğen, bebek, efe, er, velet, kız, uşak, ene, mama, ece, eceke, bibi, aga gibi leksemler kişi adları oluşturan akrabalık kelimeleri sırasındadır. Bu kelimelerin bazıları birleşeni olmadan da kişi adı olarak kullanılmaktadır. Örneğin: Ata, Atamoğlan, Atabala, Atahan, Atakişi, Baba, Balaemi, Baloğlan, Anagız, Anahanım, Dadaş (ağabey), Dadaşbala, Ağabacı, Nenebacı, Nenegız, Gızlar, Babakişi, Dedehan, Dostu, Dostuhanım, Eldostu, Şahdostu (Azerbaycan Türkçesi); Atadan, Ataol, Kızhanım, Soydaş (Türkiye Türkçesi); Agabacı, Agakişi, Atadurdı, Babadurdı, Atahan, Babagulı, Dädegeldi, Atageldi, Babageldi, Kakageldi, Yegenbike, Ecegız, Mamabibi (Türkmence) ve diğer antroponimler buna örnektir. Bu adların çoğu, birçok sözlükte yaygın olarak rastlanmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 8. 51 Mücevher adları ile ilgili kişi adları. Değerli taşların farklı anlamlar kazanması, doğal olarak Türk lehçelerinin onomastik sistemine dahil edilmelerine de yol açmıştır. Toplumda farklı inanışlara konu olan bu değerli taş isimleri çağdaş Türk lehçelerinde kişi adlarının oluşmasında önemli rol oynamaktadır. Dikkate değer noktalardan biri de bu kişi adlarının Türk lehçelerinde sadece kadın adları olarak geçmesidir: Türkiye Türkçesinde Altın, Elmas, Gümüş, Firuze, İnci, Miyase, Mücevher, Topaz, Yakut, Zumrut, Azerbaycan Türkçesinde Gövher, Gümüş, Yaqut Gövhertac, Almaz, Brilyant, Firuze, Mercan, İnci, Zümrüd, Mirvari vb kadın adları olarak kullanılmaktadır. Kanaatimizce değerli taşların da âşığın güzellik unsurlarının ve âşığın durumunun belirlenmesinde etkili bir role sahip olması, onların daha kadın adları olarak oluşmasını sağlamıştır. Gurbanov, istisna olarak Azerbaycan Türkçesinde Almaz kişi adının hem kız hem de erkek adı olarak kullanıldığını belirtmektedir (Gurbanov, II, 2019, s. 48). Türkiye Türkçesinde Almaz kişi adının karşılığı olan Elmas sadece kadın adı olarak görülmektedir. Almaz adı 20. yüzyıla kadar Azerbaycan’da bir erkek ismi olarak kullanılırdı. Azerbaycan Türkçesinde soyadların sadece erkek isimlerinden oluştuğunu dikkate alırsak, dilimizde yeterince Almazov, Almaszade, Almazlı soyadlarının bulunması bunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Bundan başka, ünlü Azerbaycan şairi Almas Yıldırım’ın adı da bunun açık kanıtıdır. 20. yüzyıldan başlayarak Hüseyin Cavid’in “Topal Teymur” eserindeki Almaz karakterinin, Cafer Cabbarlı’nın “Almaz” eserinin ana karakteri Almaz’ın kadın oluşu sonraki dönemlerde Almaz adının sadece kadın adı olarak kullanılmasında çok etkili olmuştur diye düşünüyoruz. 9. Dini adlarla ifade edilen kişi adları. Bunlar, Allah’ın adıyla ilgili kişi adları, peygamberlerin adları, halifelerin, imamların ve diğer dini liderlerin adlarını ve din adamlarının adlarını, kutsal sayılan yerlerin adlarını içerir. Türk lehçelerinin kişi adları sözlüklerinde dini adlarla ifade edilen kişi adlarının sayısı fazladır: Rahim, Rehim, Kerim, Rehman, Mebud, Fettah, Samed, Mehemmed, İsa, Musa, İbrahim, İsrail, Yaqub, Süleyman, Yusif, Ebubekir, Ömer, Osman, Henife, Harun, Reşid, Fatma, Zehra, Ayşe, Zübeyde, Ali, Heyder, Mürteza, Merdan, Hasan, Mücteba, Hüseyn, Abbas, Meryem, Zeynal, Abidin, Seccad, Bağır, Cefer, Sadig, Musa, Kazım, Tağı, Nağı, Mikayıl, Cebrayıl, İsrafil, Necef, Necefgulu, Meşedi, Meşedeli vb. bu tür kişi adları, İslam dinini kabul etmiş hemen hemen tüm Türkçe konuşan halklarda görülmektedir. Türk lehçelerinin antroponimik sisteminde, Allah kelimesinin yer aldığı birçok kişi adları vardır. Örneğin: Allahgulu, Allahkerim, Allahyar, Allahşükür, Allah- 52 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı verdi, Allahveren (Azerbaycanca), Allaşükür, Allayar, Allaberdi, Alladurdı, Allacan, Allahan, Allaberen, Allagulı, Allalı, Allanazar, Allanur, Allap, Allat, Allaş (Türkmence) vb. Diğer Türk lehçelerinin kişi adları sistemi de dini kişi adlarının yoğunluğunu göstermektedir. Kırgızcanın kişi adları üzerine yapılan araştırmalardan biri de şöyle vurgulanıyor: “İslâm peygamberinin adlarından birisi olan “Muhammed”in imlası da Maamatcan, Maat-kerim, Magamat-ibirail, Mamad-ali, Mamat, Mambet, Mambet-alı, Mamd-ali, Mamed, Mamet, Mamud, Mamıt, Mahamat-ali, Mahammat-ali, Mahamst, Mahmed, Mkuambet, Muanbet, Mukambet, Mukamediy, Mukanbediy, Mukanbet, Muhambet, Muhameg-ali, Muhamed, Muhamet-ali, Muhammad, Muhammat, Muhammed, Muhammmed-ali, Muhanbet, Nurmuhambet, Urmambet olarak 33 farklı şekildedir” (Muhittin, 2015, s. 3217). 10. Etnonimlerle ifade edilen kişi adları. Türk lehçelerinde bazı kişi adları boy, tire, kabile, tayfa, millet adlarıyla ifade edilir. Bu adların büyük çoğunluğu Türkçe konuşan milletlerle ilgilidir. Azerbaycan Türkçesinde: Oğuz, Türkan, Gajar, Özbek, Afgan, Afşar, Tatar; Türkçe: Arap, Göktürk, Oğuz, Türkan, Gürcü, Türkmence: Avşar, Çakır, Salar, Sarı, Sarık, Çovdur, Yılgay, Nohur, Sayat, Sayathan, Teke, Tekedurdı, Tekemuhammet, Teketay vb. Coğrafi adlarla ifade edilen kişi adları. Yer adlarından oluşan kişi adları: Azerbaycan Türkçesinde: Muğan, Şirvan, Tebriz, Tehran, Misir, Asiya, Afina, Bağdad, Medine, Gafgaz, Altay, Zirve, Goşgar, Savalan, Kazbek, Elbrus, Araz, Derya, Deniz, Dalğa, Arazhan, Denizhan, Hazar, Türkiye Türkçesinde Bayezid, Karaman, Bulgar, Canikî, Karahisarî, Sivasî, Türkmence Aşgabat, Balkan, Hazar, Saragt, Saragtgeldi, Medine vb. kişi adlarından da anlaşılacağı gibi Türk Lehçelerinde yer adlarından oluşan kişi adları birbirinden tamamen farklıdır. Azerbaycan Türkçesinde yer adları terimlerinden oluşan kişi adları da vardır: Serhed, Orman, Memleket, Hürriyyet, Diyar, Çemen, Dağlar, Hezan, Aran, Üfüg, Şelale, Menzere, Menbe, Sehra, Mülayim, Qaya, Sahil, Sahile vb. 11. Tarihi devlet başkanlarının, şair ve yazarların adlarının kullanılması. Tarihte Türk büyüklerinin isimleri, siyasi şahsiyetlerin ve diğer önde gelen şahsiyetlerin adları halen Türk lehçelerinde kişi adı olarak yaygın olarak kullanılmaktadır. Mete, Atilla, Ayberk, Oğuz Kağan, Mevlana, Çağatay, Sencer Han, Osman Gazi, Ertuğrul, Fatih Mehmet, Yavuz Selim, Seyid Burhaneddin, Mustafa Kemal, Ahmet Haşim, Recep Tayyip ve diğer kişi adları bu türden kabul edilir. Bu kişi adla- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 53 rı Türkiye Türkçesinde kalıplaşmış çift adlar şeklinde geçtiğine dikkat edilmelidir. Ayrıca Azerbaycan Türkçesinde Babek, Cavanşir, Cavidan, Köroğlu adları da örnek olarak gösterilebilir. Ünlülerin adları. Özel adlardan oluşan kişi adlarının karakteristik özelliklerinden biri de Türk halklarının ünlü bilim adamları, şairleri ve klassiklerinin adı ile isimlendirilmiştir. Azerbaycan Türkçesinde: Fuzuli, Mehseti, Nizami, Hatai, Nigar, Nesimi, Hagani, Natavan ve diğerleri. Türkiye Türkçesinde: Yunus Emre, Mehmet Akif, Namık Kemal ve diğerleri. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Türk lehçelerindeki kişi adları sözlüklerinde kullanılan antroponimlerin analizi, apelyatif leksika ile onomastik leksika arasında güçlü bir bağlantı olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda kişi adları kendi gelişim evrelerine göre tarihsel bir kategori olarak kabul edilmektedir. Eski Türk halklarının eski yazılı anıtları, Orta Çağ yazılı edebiyatı kişi adları bakımından zengin olduğu için, bu adların büyük çoğunluğu günümüzde de Türk lehçelerinde kullanılmaktadır. Bunu sözlük tabanlı araştırmamız, örnekler ve karşılatırmalı dil materyalleri de kanıtlamaktadır. Kaynakça Alkaya, E. (2001). Tatar Türklerinin Kullandığı Türkçe Kişi Adları Üzerine Bir Değerlendirme. Sosyal Bilimler dergisi. Cilt 11/ 1, s. 115-136. Bayraktar, N. (2013). Türkçede Renk Adlarıyla Özel Ad Yapımı. Journal of Language and Linguistic Studies, 9(2), s. 95-114. Calp Mehrali. (2014). “Kişi Adları Üzerinde Dilbilimsel Bir Çalışma (Ağrı İli Örneği)”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, s. 28-49. Cangabilova, Zaure. Hamitova, Elmira. (2013). Türk ve Kazak Lehçelerinde Fiil Kökenli Antroponimlerin Leksik-Semantik Özelliği. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi . Sayı:34/1 s. 50-62. Eren, A. (2008). “Baki Divanı’nda Kırmızı Renk”. AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum: 37., s. 31-68. Habibli, R. (2009) Ad Bilimsel Birimler ve Sosyal Etmenler. Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, 28. Sayı, s.33-38. Gurbanov, A. (2019). Seçilmiş eserleri. Azerbaycanlı şexs adları ensiklopediyası. Bakı: AMEA. Gurbanov, A. (2019). Azerbaycan onomalogiyasının esasları. II cild. Bakı: AMEA. Öğretmen, Y.T. (2018). Türkiye Türkçesinde Kişi Adi Olarak “Gül” Ve Birleşenler. TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi 2018, Yıl:6, Sayı:13 Rasony, L. (1963). Türklükte Kadın Adları. TDAY Belleten, Ankara. Tanrıverdi, A. (2012). Türk menşeli Azerbaycan şexs adlarının tarihi-lingvistik tedgigi. Bakı. Таич, Р.У. (1970) Опыт антропонимического словаря писателя. Антропонимика. Москва: Наука, с.314-319. Tuş Muhittin. Kırgızlarda şahıs adları, s. 3203-3220. https://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/TU%c5%9e-Muhittin-KIRGIZLARDA-%c5%9eAHIS-ADLARI.pdf erişim tarihi: 07.08.2021. AHISKALI İLK KADIN EĞİTİMCİ, GAZETECİ, YAZAR VE KADIN HAKLARI SAVUNUCUSU ŞEFİKA EFENDİZADE Doç. Dr. Minara ALİYEVA ÇINAR, Bursa Uludağ Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-7339-0260 “Her bir rezaletin başlıca sebebi cehalettir. Cehaletten kurtulmanın dermanı ise ilimdir, maariftir.” (Ş. Efendizade) Giriş Rusya’da yaşayan Müslüman-Türk dünyasında genç aydınların öncülüğünde 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında reform hareketleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu reform hareketleri, 19. yüzyılın sonunda Türk dünyasının önemli düşünürü, eğitimci, yazar ve yayıncı olan Gaspıralı İsmail Bey tarafından başlatılan Ceditçilik (Yenileşme) hareketine dayanmaktadır. Bu hareket, genel anlamda eğitim alanında yenileşme ile başlamış, zamanla da toplumların sosyal hayatının her alanına etki etmiştir. Ceditçilik hareketi, Türk milletinin iyi bir hayat yaşamasını ön gören bir harekettir. Bu hareket, ilk önce kültürel bir yenileşme hareketi olarak ortaya çıkmış, daha sonra da Müslüman-Türk dünyasının siyasi yönünü kapsayan bir hareket haline dönüşmüştür. 20. yüzyılın başlarında, bu hareketin öncüleri, Türk dünyasının aydınları halkı aydınlatmak ve gençleri yetiştirmek için yeni okullar açmaya başlamış ve eğitimin yeni yöntemlerle verilmesi için mücadele etmişlerdir. Bu uğurda mücadele eden Ceditçilerin asıl amacı da, ülkelerini çağdaş değerlere kavuşturmak, halkın gelişen toplumsal düzenden geri kalmışlığını önlemek için sosyal ve kültürel alanlarda yeni yollar açmak, Rusya’nın baskılarına karşı mücadele etmek, yerlilerin siyasi hâkimiyetini kazandırmak ve eğitimsiz bir toplumu cehalet uykusundan uyandırmak olmuştur. Ceditçilik hareketinin temelinde çağdaş eğitim reformu yer almaktadır. İdil-Ural bölgesinde ortaya çıkan, Türkistan ve Kafkasya’da yayılan Ceditçilik hareketinin ilk hedefi, eğitim-öğretimin Avrupa tarzında yapılacağı çağdaş eğitim kurumlarının açılmasıydı. İsmail Gaspıralı, bunun “Türk dünyasının ıslah çalışmalarının eğitim ve öğretimde yapılacak reformlarla başlayacağı kanaatindeydi” 56 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı ve bu düşünceyle de eğitim reformunun ilk basamağı olan Usul-i Cedit mekteplerinin açılmasını önermiştir. Bu okulların açılması ve Türk dünyasında yayılması için Rus makamlarına yaptığı ilk başvurular olumlu bir sonuç vermediyse de daha sonra sınırlı sayıda olsa da okullar açılmaya başlanmıştır. 1894-1905 yılları arasında dokuz Usul-i Cedit okulu açılmışken I. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılında sayıları 5.000’i bulmuştur (Bozkurt, 2020, s. 54, 55). 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında Müslüman-Türk kesiminin yaşadığı bölgelerde görüldüğü gibi Azerbaycan’da da eğitim-öğretim alanındaki asıl hedefler, laik okulların planlanması, eğitim-öğretim yöntemlerinin modernleştirilmesi, okul çağına gelmiş çocukların zorunlu ve parasız eğitime tabi tutulması, kadınların eğitiminin temellerinin atılması, yeni programların ve ders kitaplarının hazırlanması, kütüphanelerin ve okuma evlerinin açılması, matbaalarda çalışmaların planlanması, öğretmen kadrolarının yetiştirilmesi ve anadilde öğretime geçilmesi, mevcut olan pedagojik uygulama temelinde pedagojik ve metodolojik talimatların hazırlanması, millî eğitimin uygulanmasında yeni yolların aranması ve farklı alanlarda eğitimcilerin yetiştirilmesi olarak belirlenmiştir. Bu dönemde halkı cehaletten kurtarmak adına çağdaş okulların açılması sorununun yanı sıra toplumların gelişmesi ve yükselmesi için ele alınması gereken bir diğer sorun da kadınların eğitilmesi sorunuydu. Bu dönemde aynı zamanda kadınların sömürü ve baskıdan kurtulması, onlara eğitim hakkı, medeni ve siyasi haklarının kazandırılması için mücadele başlamıştır. Kadınların okuma yazma bilmemesi, sosyal ve siyasi hayattan soyutlanması, millî bilincin olmaması sadece kendi yaşamlarında değil tüm toplumun hayatında olumsuzluklara yol açacağı düşünülmekteydi. Azerbaycan devlet ve siyaset adamı Mehmet Emin Resulzade’nin bu konudaki düşüncesi bunu destekler niteliktedir: “Eğer yarın milletimizin başına bir kötülük gelirse, bunun sebebi kadın olur. Kadınların eğitimsizliği. Eğer Türk soylu biri yarın terakki ve kültür yoluna girerse, bunun sebebi yine kadın olur.” (Abdullayeva, Rostovskaya ve Rostovskaya, 2019, s. 75). Hablemitoğlu’na (2020, s. 107) göre Çarlık Rusya’sındaki Türk kadın hareketi, doğuşunu ve gelişimini, Azerbaycan’ın yetiştirdiği ünlü gazeteci, eğitimci ve reformcu Hasan Bey Melikzade Zerdabi ve Türk dünyasında kültürel ve siyasî anlamda Türklük bilincinin önderliğini yapan, reformcu, siyaset adamı Gaspıralı İsmail Bey’e borçludur. Rus şovenizmi ve emperyalizmine karşı gelen her ikisi de Türklük bilincinin ve dayanışmasının yaygınlaşması, gericiliğin ortadan kalkması, eğitim kalitesinin yükseltilmesi için mücadele etmiştir. Bu önemli iki düşünürün fikirlerini benimseyen, kadınların özgür ve okuryazar olmasını destekleyen, kızların zorla evlendirmelerine karşı çıkan, kadınların yasal ve sosyal statülerinin Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 57 düşüklüğünü eleştiren ve en önemlisi kadınların eğitimine yönelik kurumların açılmasını talep eden aydın kişiler de öne çıkmıştır. Şüphesiz ki bu yenilikçi düşüncenin yaygınlaşmasında yayın hayatının önemli bir rolü vardır. Bunun en önemli girişimi İsmail Gaspıralı’ya aittir. O, “Dilde, Fikirde, İşte Birlik!” sloganıyla Rusya’da yaşayan Müslüman Türklere ulaşmak amacıyla onları aydınlatmak, ideallerini ve görüşlerini halka sunmak için 1883 yılında “Tercüman” gazetesini çıkarmaya başlamıştır. “‘Tercüman’ gazetesi, Kırım’da yayınlanan ilk Tatar gazetesi olmasının yanında, Çarlık döneminde yayınlanan Türk gazeteleri arasında en uzun (35 yıl) süre yayınlanması, etkisi, öncülüğü, ciddiyeti ve Usul-i Cedid’e yaptığı hizmetler yönünden de en önemli gazetelerden biri olmuştur” (Çetin, 2020, s. 81). Bu gazetenin dışında Müslüman Türklerin yaşadığı ülkelerde gerek eğitim meselesini gerek Türklük bilincinin ve dayanışmanın yaygınlaşmasını gerek kadınların aydınlanması gerekse diğer meseleleri konu edinen yazıların yayınlandığı gazete ve dergiler de vardır. O dönemde aydın kesimin yetiştirildiği, çağdaş okulların açıldığı, yayın organlarının faaliyet gösterdiği, kadın eğitimcilerin yetiştirildiği ülkelerden biri de Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ydi. 1. 19. Yüzyılın Sonu - 20. Yüzyılın Başında Azerbaycan’da Kadın Aydınlanması İsmail Gaspıralı’nın eğitim ve öğretimde yenileşmenin gerekliliği düşüncesini Azerbaycan’ın genç aydınları da benimsemişlerdir. Özellikle kadınların eğitimli olmasını öne süren toplumun ileri gelenleri, kadınlar özgür ve okuryazar olmadıkları müddetçe o toplumun meselelerinin çözülemeyeceğini düşünmekteydiler. Bundan dolayı kadınların eğitilmesi konusunda çağdaş eğitim anlayışıyla yeni kurumlar açılmış ve kadınların eğitim almaları için fırsatlar sunulmuştur (Abdullayeva, Rostovskaya ve Rostovskaya, 2019, s. 75). 1874 yılında Bakü’de Azerbaycan tarihinde “Mari Kız Koleji” adıyla ilk kadın koleji açılmıştır. Bu kolej, 1897 yılında ortaokula dönüştürülmüştür. 1899 tarihinde Gence’de aynı adı taşıyan ilkokula bağlı olarak kız koleji açılmıştır. Bu kolej daha sonra 1902 yılında düz bir kolej olarak eğitim faaliyetlerine devam etmiştir. 19. yüzyılın sonunda kız kolejlerinde okuyan öğrenci sayısı 1283’e ulaşmıştır. Ancak Avrupa modelindeki çağdaş eğitim kurumları 20. yüzyılın başında açılmaya başlamıştır. G.B. Zerdabi’nin teklifi ve maddi desteğiyle 7 Ekim 1901 tarihinde G.Z. Tagiyev adını taşıyan ilk Müslüman kız okulu açılmıştır. Okulun ilk müdiresi de Zerdabi’nin eşi Hanife Hanım Melikova olmuştur. Bu okula Güney Kafkasya’nın tüm bölgelerinden Müslüman kökenli kızlar kaydedilirdi. Bu okul ilk etapta dört yıllık, daha sonra beş ve bir müddet sonra da altı yıllık bir okul haline gelmiştir. 58 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Okula ilk sene 58 öğrenci alınmıştır. Bu sayıdan 35’i eğitim harcından muaf tutulmuştur. Bu okul 1916 yılında yüksekokul statüsündeydi, daha sonra ruhban okuluna dönüşmüştür. Okulun açılışında Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin o zamanki Dışişleri Bakanı olan A. Topçubaşov şunları dile getirmiştir: “Geleceğin tarihçileri bu olayı, diğer tüm milletlerde olduğu gibi, aile ocağını ayakta tutan güzel bir varlık olan Müslüman kadının yükselişinin başlangıcı olarak kaydedeceklerdir.” Zerdabi’nin maddi desteğiyle açılan bu kız okulundan sonra, buna benzer eğitim kurumları başka yerlerde de açılmıştır. O dönemde açılan okullar arasında 1914 tarihinde kızlar için 3158 öğrencisini barındıran yedi kız koleji bulunmaktadır (Azerbaycan Millî Ansiklopedisi). 20. yüzyılın başında eğitim öğretim alanında yaşanan en önemli sorunlardan biri de eğitmenlerin yetersizliğiydi. 1906 ve 1907 yılında düzenlenen Birinci ve İkinci Öğretmen Kongrelerinde bu mesele geniş bir şekilde ele alınmıştır, ancak bu kadar kısa zamanda bu meselenin çözülmesi pek mümkün görünmemekteydi. Öğretmen yetiştiren okullar ancak 1914 tarihinde Gence’de, 1916 tarihinde ise Bakü’de açılmıştır. Millî kadroların yetiştirilmesi için Eylül 1918’de Gence’de Azerbaycan dilinde eğitim verecek öğretmenler için kurslar açılmıştı. Aynı kurslar daha sonra Nuha, Zakatala ve Şuşa’da faaliyete geçmiştir. 1919 yılında da Gazah, Nuha, Şuşa, Kuba, Zakatala, Salyan, Bakü ve Gence’de iki aylık kurslar verilmiştir (Dulayeva, 2013, s. 62-63; Nezerli, 2010, s. 352, akt. Minara Aliyeva Çınar, 2019, s. 54). Bu dönemde Azerbaycan’da kadın aydınlanması ve genç cumhuriyetin bekası için fedakârlık yapan pek çok kadın öne çıkmıştır. Bunların arasında Zehra Ağayeva, Garib Sultan Melikova, Zerri Şahtahtinskaya, Seriyya Ahmedova, Masma Mammedova, Feride Ağayeva, Şefika Gaspıralı ve daha niceleri elinden geleni yapmaya çalışmıştır (İbrahimova, 2018, s. 281, Aliyeva Çınar, 2018). O dönemde Azerbaycan aydınlarından bir kısmı Rusya’da okumuş liberal görüşlü kişilerdir. Aralarında iki Azerbaycanlı kadının da yer alması Azerbaycan kadın hareketinin tarihi için büyük önem taşımaktadır. Bunlar H. Z. Tagiyev’in burs desteğiyle eğitim görmüş Hanife Hanım Melikova ve Şefika Hanım Efendizade’dir (Mirzazade, 2023, s. 2). Bu çalışmada da Ahıskalı kadın aydınlardan Şefika Hanım Efendizade üzerinde durulmuştur. Efendizade, 20. yüzyılın başlarında Azerbaycan kadınları arasında eğitim ve aydınlanmanın yaygınlaşması için özveriyle çalışan kadın eğitimcilerden biriydi. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin tarih sayfalarında Azerbaycanlı olarak yerini alsa da o, Ahıska Türklerinin yetiştirdiği ilk kadın gazeteci, bir eğitimci ve siyaset kadınıdır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 59 2. Şefika Şeyhzade-Efendizade 2.1. Hayatı, Eğitimi ve Eğiticiliği Şefika Efendizade, 19 Mart 1882 yılında Ahıska Türklerinin tarihî memleketleri olan Ahıska’nın Azgur köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Hacı Hafız Muhammed Emin Efendi Şeyhzade, dönemin tanınmış modern ve ileri görüşlü bir aydın ve eğitimci kişilerindendir. Basın organlarında aktif faaliyet gösteren Muhammed Emin Efendizade, Azerbaycan’da Usul-i Cedit okullarının açılmasında, halkın eğitilmesinde ve eğitim konusunda bilinçlendirilmesinde önemli rol oynamış aydınlardan biriydi (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2021, s. 13). O, şartları gereği okulda kızlar için okuma imkânı verilemeyen dönemde, çocuklarının eğitimiyle bizzat kendisi ilgilenirdi. Şefika ve küçük kız kardeşi Saide de ilk eğitimlerini babalarından almışlar. Babasından okuma yazma öğrenen Şefika Hanım bununla da yetinmez, modern bilimin sırlarını da babasından öğrenmeye gayret etmiştir. Resim: Öğretmen Şefika Efendizade Müslüman Kız Okulunda öğrencileriyle birlikte (1907-1908) (Kaynak: Azerbaycan Millî Ansiklopedisi http://ensiklopediya.gov.az/az/terms/20300/cild/12 Erişim tarihi: 1.04.2023) Şefika Hanım, 1896 yılında, henüz daha on dört yaşındayken Nuha (şimdiki Şeki) şehrine gider ve orada babasının açtığı ve kendisinin de öğretmenlik yaptığı “Dârüssüeda” okuluna bağlı kızlar için açılan özel bir okulda gayri resmî olarak 60 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Azerbaycan dili öğretmenliği yapmaya başlar. Bu, Şefika Hanım’ın öğretmenlik hayatına attığı ilk adımdır. Ancak buradaki eğitim faaliyeti uzun sürmez (Abdullayeva, 2017, s. 3). O dönemde Bakü’de açılan ilk kız okulunda eğitim verecek eğitmenlerin yetersizliğinden dolayı dönemin tanınmış siyasetçilerinden Neriman Nerimanov, Şefika Hanım’ın Bakü’ye gelip o okulda öğretmenlik yapması için babasına mektup yazar. Babası ise mektuba cevaben kızının devlet okulunda okumadığından dolayı öğretmenlik yapmasının uygun olamayacağını bildirir (Veliyev, 2020). Bu durum karşısında Şefika Hanım Tiflis’e gider ve orada Güney Kafkasya Müslüman Ruhani İdaresinde girdiği sınavı başarıyla geçerek 11 Aralık 1900 yılında Tatar (Azerbaycan) dili öğretmeni sertifikasını (N1499) alır ve mesleğini icra etmesi için kendisine III. Aleksandriyskiy Erkek Lisesinden (Gimnaziya) öğretmenlik diploması verilir (Abdullayeva, 2017, s. 3). Tiflis’ten Bakü’ye giden Şefika Hanım, H.Z. Tagiyev’in açmış olduğu Aleksandriyskiy Rus-Müslüman Kız Okulunda Azerbaycan dili öğretmeni olarak göreve başlar. 1906 yılında da Bakü’de toplanan Birinci Muallimler Kongresine katılır. Şefika Hanım, kendisi gibi bir eğitimci Alaaddin Efendizade ile evlenir. 1907 yılında çocuğu dünyaya gelir. İlk evladı olan Aydın’la ilgilenmek için izne ayrılır. 1909 yılının şubat ayında ikinci çocuğu olan Fuad dünyaya gelir. Aynı yıl içinde Şefika Efendizade mesleğine dönmeye karar verir ve 13 Ekim 1909 tarihinde Bakü Mektep Komisyonu Başkanlığına müracaat ederek Tatar (Azerbaycan) dili öğretmenliğine tayin edilmesini arz eder. O, Komisyonun 19 Ekim tarihli oturumunda aldığı kararla I. Rus-Tatar Kız Okuluna Azerbaycan dili öğretmeni olarak tayin edilir. 1911 yılında ise Şefika Hanım’ın özel isteğiyle II. Rus-Tatar Kız Okuluna geçirilir. Efendizade, bu okulda 20 Eylül 1911 tarihinden 1918 yılına kadar öğretmenlik mesleğine devam eder (Abdullayeva, 2017, s. 7). Bu dönemde kızların eğitim almaları için diğer fedakâr aydın kadınlar gibi Şefika Efendizade de kızlara sadece edebî eserleri okutmakla ve ders vermekle kalmaz, o aynı zamanda kızların özgürce ve edebî bir şekilde düşüncelerini kaleme almaları, eğitimlerine yükseköğretimde devam etmeleri için de mücadele eder. Arkadaşı Sakine Ahundzade, Hanife Melik, Sara Vezir ile birlikte bir drama kulübü kurarak kızlara tiyatro kültürü, oyunculuk sanatı hakkında bilgiler ve dönemin basın hayatıyla ilgili demeçler verir (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 14; Azimova, 2016). Şefika Hanım, cehaletin hüküm sürdüğü bu dönemde öğrencilere millî-kültürel bir ruhla verdiği eğitim sayesinde onların Azerbaycan edebiyatına karşı ilgilerini uyandırır. Fars, Arap ve Rus dillerini, klasik Doğu Edebiyatını derinlemesine inceleyen genç eğitimci, aynı zamanda bir Kız Pedagoji Okulunda da öğretmenlik dersleri verir (Veliyev, 2020). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 61 1918 yılında Azerbaycan’da yaşanan siyasi olaylar ve Rusya’nın baskılarından dolayı Bakü’de yaşayan aydınlar ülkelerini terk etmek zorunda kalarak kimisi İran’a kimisi Rusya’ya kimisi Türkiye’ye kaçmak zorunda kalır. Bu kaos içinde Şefika Hanım da ailesiyle birlikte bir müddet Bakü’de kalır, ancak daha sonra memleketi Ahıska’ya, doğduğu köye, Azgur’a gitmeye karar verir. Fakat Ahıska’ya geldiğinde eşi Alaaddin Efendizade yakalandığı kolera hastalığından dolayı vefat eder. Azgur’da iki ay kaldıktan sonra yaşanan siyasi olaylardan dolayı İstanbul’a gider. İstanbul’da kaldığı süre zarfında da faaliyetlerini sürdürür. O, “Cemiyet-i Nisvân”daki faaliyetlerine katılarak kadın hareketinde de aktif rol oynar. Ne yazık ki İstanbul’da da kız kardeşi Saida Hanım vefat eder (Abdullayeva, 2017, s. 8). Şefika Hanım, 1919 yılında Bakü’ye döner. Öğretmenlik mesleğine devam etmek için Bakü Mektep Komisyonu İdaresine başvursa da komisyonun cevabı olumsuz olur. Öğretmenlik mesleğine devam edemeyince Azerbaycan’ın ilk parlamentosunda başkâtip yardımcılığı görevine atanır (Abdullayeva, 2017, s. 20). Ancak sevdiği öğretmenlik mesleğinden de vazgeçemez. 1920’li yılında Bakü’deki Dârülmuallimat’ta ve Bakü’de okuryazarlığı yayma kurslarında ders vermeye devam eder (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 15). Efendizade 1932 yılına kadar öğretmenlik, eğitimcilik faaliyetlerini sürdürür, 1903 yılında yayımlattığı ilk yazısıyla adımını attığı gazetecilik ve yazarlık faaliyetlerini de ömrünün sonuna kadar sürdürür. 2.2. Gazeteciliği ve Yazarlığı Ahıskalı ilk kadın eğitimci olan Şefika Efendizade, Azerbaycan millî mücadele tarihinde “Usul-i Cedit”çilerin izinden yürüyen Ahıskalı ilk kadın gazeteci unvanıyla da bilinmektedir. On dört yaşında öğretmenlik mesleğine attığı ilk adımıyla birlikte Azerbaycan’daki kızların eğitim almaları konusunda mücadele faaliyetlerine giren Şefika Hanım, güçlü kalemiyle kadınların haklarını savunmak, kızları eğitim almaları konusunda bilinçlendirmek, kadınların sorunlarını dile getirmek amacıyla gazete ve dergilerde yazılar yazmaya başlar. Azerbaycan’da “iyi-kötü”, “tembel-çalışkan”, “güzel-çirkin” olarak vasıflandırılan kadın kategorisine karşılık Şefika Efendizade kadınları “eğitimli aydın kadınlar ve eğitimsiz cahil kadınlar” olmak üzere ikiye ayırır (Aliyeva, 2022, s. 8). Şefika Efendizade, gazetecilik faaliyetine 1903 tarihinde başlar. 1903 yılında Tiflis’te yayın hayatına giren “Şark-i Rus” gazetesinin 16 Nisan 1903 tarihli 7. sayısında yayımlattığı “Maarifpərvər rüfətli Məhəmməd Ağa Şaxtaxtinski hüzurialilərinə” adlı yazısıyla da Azerbaycan’da ve genel anlamda Türk dünyasında ilk kadın gazetecilerden biri olarak tanınmaya başlar. Daha sonra Bakü’de “Hayat”, “İrşad”, “İqbal”, “Yeni İqbal”, “Açıq Söz”, “Azerbaycan” gazeteleri, “Dabistan”, “Diri- 62 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı lik”, “Məktəb”, “Füqəra füyuzatı”, “Mədəniyyət” dergilerinde siyasi ve edebî yazıları yayımlatmaya devam eder. Ancak bir gazeteci olarak tanınması, 1911-1912 yılları arasında yayımlanmış Azerbaycan’da ilk kadın matbuatı olan “Işık” gazetesindeki faaliyetleriyle ilgilidir (Abdullayeva, 2017, s. 9-10; Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 15). Efendizade’nin yazıları genel itibarıyla millî konular, kadınların toplumdaki yeri, hakları ve eğitim meseleleri üzerinedir. “Dabistan” dergisinde yayınlanan yazılarında geleneksel olarak kadınların okuma yazma bilmemesine karşı çıkar. Kız çocuklarının eğitim almasının önemine vurgu yapar. “Dabistan” ve “Maktab” dergilerinde çocukların hayatlarıyla ilgili de “İki qızın söhbәti”, “Şәkәr alması”, “İlk mәhәbbәt”, “Röya”, “Müәllim nәdir”, “Mükafat” gibi ilk hikâyelerini yayınlar. Hikâyelerde kaleme aldığı eğitim konularını sanatsal bir şekilde anlatır (Tahirkızı, 2014). Devletin bağımsızlığının kadınların bağımsızlığına bağlı olduğuna inanan Şefika Hanım’a göre kadınlar toplum içinde hak ettiği yeri almalı, devletin bekası için çalışmalı ve idari makamlarda bulunmalıdır. O, Azerbaycan gazetesinde yer alan yazılarında kadının toplumdaki rolünün önemini de daima dile getirirdi. Bu yazılardan bazıları şöyledir: “Təşkilatın qadınlara təsiri”, “Səçqi və qadınlar”, “Millî bayram ve qadınlarımız”, “Vətən bizim anamızdır”, “Analar! Qızlarınızı oxudunuz!” vd. (Şeymen, 2018). Şefika Hanım, “Səçqi və qadınlar” adlı makalesinde devletin bağımsızlığı ve geleceğinde kadınların önemini şöyle dile getirmektedir: “Hayatı sevmek, onu daha da güzelleştirmek lazımdır. İnkişaf, kadınlık ve kadınlığın diriliğindedir. Kızların, kadınların gayreti olmaksızın vatanın, halkın yükselişi gayri-mümkündür. Başka halkların kadınları içtimaî-siyasî hayatta erkeklerle beraber faaliyet göstererek öz/kendi milletinin terakkisi için çalıştığı zaman Türk kadınları bu işten kenarda kalmaz.” (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 16). Ancak kadın meselesini her fırsatta kaleme almaya çalışan Şefika Hanım, taassupçu kesimin tehditlerine maruz kalır. Bu tehditlerden dolayı yazı yazmaya ara verir. Fakat bir süre sonra yeniden gazetecilik faaliyetlerine döner ve 1923 yılında yayın hayatına giren “Şərq qadını” dergisinde hem editörlük yapmaya hem de yazılarını yayınlatmaya devam eder. Bu dergide kaleme aldığı “Qız ile anası arasında mühavirə”, “Bəhirədən Münirəyə”, “Al qırmızı kofta”, “İki sima”, “Rəna”, “Evlənmək” gibi hikâyeleriyle Azerbaycan kadınlarının hayatını konu edinir ve kadınları cehaletten kurtulmaya davet eder (Abdullayeva, 2017, s. 11-12). Şefika Hanım, vatanın bu zor günlerinde millî davaya katılan erkeklerle birlikte kadınların da katılmasının önemini şu sözleriyle tasdikler: “Erkekler vatanın saadeti ve selameti için ellerinden gelen her çaba ve gayretten geri durmuyorlar. Ancak biz kadınlar, bu felaketin sebebi olduğumuz halde bunu hiç düşünmek bile istemiyoruz. Bu bizim hatamız, bizim günahımızdır.” (Aslan, 2018). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 63 Efendizade, edebiyat alanında da eserleriyle tanınmaktadır. Çocuk hayatını konu edinen hikâyeleriyle birlikte onun 1914 yılında “İki Yetim yahut Kerim’in Himmeti” adlı kitabı da yayımlanır. Yazar bu eserinde çocuklarda dostluk, hayırseverlik, insanî duyguların terbiyesini öne çıkarır (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 16). 2.3. Sosyal ve Siyasî Hayatı Bu dönemde Şefika Gaspıralı, Sakine Ahunzadeh, Aynülhayat Yusufbeyli, Şefika Efendizade gibi güçlü kalemiyle toplumu aydınlatan, sanatsal yaratıcılıkla uğraşan, eğitime gönlünü veren Azerbaycan kadınları, millî mücadelenin ön saflarında da yerini alırlar. Şefika Efendizade, eğitimden uzak kalan kadınları, kızları aydınlatmak için kaleme aldığı eserlerin yanı sıra dönemin siyasî, millî ve sosyal meselelerini konu edinen yazılara da imza atar. Sadece yazı yazmakla da kalmaz Kafkaslarda ve Moskova’da düzenlenen konferans ve kongrelerine de iştirak eder. 1906 yılında Azerbaycan Muallimler Kurultayına, 1917 yılına Bakü’de Güney Kafkasya Müslümanları Kurultayına, Kazan’da ve Moskova’da geçirilen Tüm Rusya Müslümanları Kurultaylarına, 1921 yılında Azerbaycan’ın Tarafsız Kadınların Birinci Kongresine katılır (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 13; Abdullayeva, 2017, s. 16; İmanova, 2020, s. 33). Bakü’de 1917 yılında “İsmailiyye” binasında geçirilen kurultay, Şefika Hanım’ın katılımı ve konuşmalarıyla dikkat çeken bir girişimi olur. Bu kurultayı daha önce geçirilen diğer kurultaylardan ayıran en önemli özellik, kadınların da iştirak etmesiydi. Aslında kurultayda temsilen kadınların meselelerini dile getirecek olan İbrahim Bey Haydarov seçilir. Ancak Kadın Cemiyeti üyeleri bunu öğrenince tepki göstererek kurultay komisyonuna müracaatta bulunur ve komisyonun sınırlı sayıda kadınların katılabileceği cevabına istinaden Bakü’den delege olarak Sara Vezirova ve Şefika Efendizade seçilir. Şefika Hanım’ın kurultayda kadınların eğitimi için yeni okulların ve tiyatroların açılmasının gerekliliği üzerine yaptığı konuşması salonda bulunan muhafazakârlar arasında büyük tepkiye neden olur. Kurultayda kadınların eğitilmesi konusunu destekleyenler ile karşı çıkanlar arasında da kavga çıkar (Tahirkızı, 2014). 21 Mayıs 1917 yılında geçirilen Gıda Komiteleri seçimleri Azerbaycan kadınları için tarihî bir önem taşır. O dönemde Azerbaycan kadını seçme ve seçilme hakkını elde eder. İlk kez Azerbaycan kadını devlet idaresinde göreve başlar. Şefika Hanım’ın da toplumsal ve siyasî olaylarda faaliyet göstermesi Azerbaycan kadınları için bir yenilik olur. Şefika Hanım’ı bir model olarak gören, izinden yürüyen pek çok kadın çıkar. O, 1917 yılında belediye seçimlerine kadınlara önder- 64 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı lik yapması için Şamahı’ya gönderilir. Seçimlerle ilgili düşüncelerini de “Açıq söz” gazetesinde “Şamaxıda qadınlar seçkisi” adlı makalesinde dile getirir (Quluyeva; Agezova, Mussa, 2023, s. 28). Şefika Hanım, 1918 yılında Azerbaycan Halk Cumhuriyeti parlamentosunda başkâtip yardımcısı görevine seçilir. Söz konusu olan kâtiplik bürosunda çalışan yetmişin üzerindeki memur kadrosundaki sekiz kadından biri olur (Abdullayeva, 2017, s. 20; İbrahimova, 2018, s. 268). 1923 yılında ise Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde en yüksek yasama ve yürütme organı olan Azerbaycan Merkez Yürütme Komitesine üye seçilir. Sovyetler Birliği döneminde Bakü’de, Tiflis’te, Moskova’da düzenlenmiş olan kadın kurultay ve konferanslara delege olarak katılır. 1932 yılına kadar öğretmenlik mesleğini ve eğitimcilik faaliyetlerini yürütür, ömrünün sonuna kadar da kendisini gazetecilik ve yazarlığa adar. 29 Temmuz 1959 tarihinde Bakü’de hayatına veda eder (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 14). Sonuç Şefika Efendizade, “Şarq qadını” dergisinin 1924 yılında yayımlanan 1. Sayısında şöyle tanımlanmıştır: “Şefika Hanım, sadece Azerbaycan’da değil tüm Doğu İslam dünyasında tanınan ilk kadın gazeteci ve öğretmenlerden biridir.” Hem Azerbaycan’da hem de yurtdışındaki sosyal ve siyasi faaliyetlerde bulunmuş, İstanbul’da bulunduğu zamanda da “Cemiyet-i Nisvân” kadın derneğinin çalışmalarına katılmıştır. O, ömrünün sonuna kadar gerek sözlü gerekse yazılı olarak hep kadınların sorunlarını dile getirmiştir. Azerbaycan kadınlarını Rusya, Türkiye ve diğer ülkelerdeki kadınlarla karşılaştırarak kadının toplumdaki rolünü, devletin istikbâli için önemini ortaya koymaya çalışmıştır. Ahıskalı Şefika Efendizade, Güney Kafkasya’da ilk Azerbaycan dili öğretmeni, ilk gazeteci ve yazar olarak tanınmıştır. Azerbaycan’da kamuoyunun gelişmesine ve kadınların eğitimine değerli katkıları olmuş, kadınların millî şuurunun güçlenmesinde önemli rol oynamıştır. Toplumu cehaletten uyandırmaya çalışan, kadın-erkek eşitliğini savunan, adaletsizliğe göz yummayan bu aydın kadın, tıpkı Zehra Ağayeva, Sultan Melikova, Zerri Şahtahtinskaya, Seriya Ahmedova, Mesme Mammedova, Feride Ağayeva, Şefika Gaspıralı, Aynülhayat Usubbekova ve onlarca diğer kadın gibi doğmakta olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin geleceği için tüm zorluklara rağmen mücadele etmiş, Azerbaycan kadınlarına bir model olmuştur. Azerbeycanlı kadınların zeki ve özgür olmalarını, toplum içinde hak ettiği yeri almalarını arzu eden Şefika Efendizade’nin yürüdüğü yoldan yüzlerce kadın yürümüş ve millî mücadelede aktif rol oynamışlardır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 65 Kaynakça Abdullayeva, Ş. (2017). Şefika Efendizade, seçilmiş eserler (1903-1925). Elm ve Tahsil. Abdullayeva, Ş. A., Rsotovskaya, T.K ve Rostovskaya, N.A (2019). Jenskiy vopros v Azerbaydjane v periodiçeskoy peçati 1903-1913 gg., Jenşina v Rossiyskom Obşestve, 2, 74-86. DOI: 10.21064/WinRS.2019.2.7 Agezova, S., Mussa, M. (2023). Tarihten sayfalar: bir kadın bir ömür. Aliyeva Çınar, M. (2018). Mektuplar Nesip Yusufbeyli’den Şefika Gaspıralı’ya. Ötüken Neşriyat. Aliyeva Çınar, M. (2019). Azerbaycan eğitim sisteminin kuruluşunda Nesip Yusufbeyli’nin rolü, Türk Yurdu Dergisi, Ağustos 2019, Yıl 108, Sayı 384, 50-56. Aliyeva, S. (2022). Voploşeniye jenskogo voprosa v kul’turnıh modelyah, Kulturologiya: Poznaniye, Sayı 4, Nisan 2022, 6-11. Aslan, A. (2018). Fedakar maarifperver kadın – Şefika hanım Efendizade, (https://sherg.az/arxiv/42988 Erişim tarihi: 2.04.2023). Azerbaycan Millî Ansiklopedisi. (http://ensiklopediya.gov.az/az/terms/20300/cild/12 Erişim tarihi: 2.04.2023). Azimova, A. (2016). Cenubi Kafkazın ilk kadın jurnalisti, (http://journalism.bsu.edu.az/az/ news/cnubi_qafqazn_ilk_qadn_jurnalisti, Erişim tarihi: 29.03.2023). Bozkurt, C. (2020). İsmail Bey Gaspıralı’nın düşünce dünyası. İçinde Haz. Alev Sınar Uğurlu Gaspıralı İsmail Bey’in İslam dünyasını uyandırma çabaları. (ss. 53-62). Türk Ocakları Derneği Bursa Şubesi Yayınları. Çetin, A. (2020). İsmail Bey Gaspıralı’nın düşünce dünyası. İçinde Haz. Alev Sınar Uğurlu Gaspıralı İsmail Bey ve basın. (ss. 79-86). Türk Ocakları Derneği Bursa Şubesi Yayınları. Dulayeva, Z. (2013). Nәsib bәy Yusifbәyli – milli istiqlal ve dövlәtçilik mücahidi. İçinde Red. Firdovsiyyә Əhmedova. Nasib-bek usubbekov i narodnoye prosveşeniye. (ss. 51-73). Ziya. Hablemitoğlu, Ş. (2020). İsmail Bey Gaspıralı’nın düşünce dünyası. İçinde Haz. Alev Sınar Uğurlu İsmail Bey Gaspıralı ve kadın hareketi. (ss. 105-122). Türk Ocakları Derneği Bursa Şubesi Yayınları. İbrahimova, G. (2018). Azerbaycan Halk Cumhuriyeti devrinde kadın hukukları, The Journal of International Civilization Studies, Wolum III/ ISsue I, 262-286. DOİ: 10.26899/inciss.164. İmanova, A.M. (2020). Uçastiye Azerbaydjanskoy intellegentsii vo Vserossiyskih syezdah musul’man, Gumanitarnıye nauki: Nauçnıye izvestiya, S. 20, 25-35. Memmedli, Ş. ve Gocayeva-Memmedova, G. (2012). Ahıskalı ilk eğitimci: Şefika ŞeyhzadeEfendizade, Bizim Ahıska dergisi, Yıl 8, Sayı 27, Yaz-2012, 13-16. Mirzazade, R. (2023). Cumhuriyyet dövründe gender siyasetine gelen yol, Azerbaycan Milli Elmler Akademiyası Haber Bülteni, (https://science.gov.az/az/news/open/24282, Erişim tarihi: 3.04.2023). Tahirkızı, Ü. (2014). Cehaletden çıhmağın dermanı elmdir, maarifdir, (https://www.xalqcebhesi.az/news/project/5178.html Erişim tarihi: 2.04.2023). Veliyev, E. (2020). Azerbaycan Cumhuriyyeti Parlamentonun ilk kadın emekdaşı, (https://stm. az/en/news/322/ Erişim tarihi: 28.03.2023). Şeymen (2018). Azerbaycanin ilk peşeker kadın jurnalisti, https://sherg.az/arxiv/52894 (Erişim tarihi: 28.03.2023). Quluyeva, S. (2023). Mübariz qadın Şefika Efendizade, Azerbaycan Respublikası Prezidentinin İşler İdaresi İçtinai-Siyasi Senedler Arhivi. (http://presarxiv.gov.az/ Erişim tarihi: 3.04.2023). DİLDE SADELEŞME HAREKETLERİNDE TÜRK-MACAR İLİŞKİLERİNE BİR ÖRNEK: GYULA GERMANUS’UN “TÜRK DERNEĞİ” (1909) YAZISI Dr. Öğr. Üyesi Hüsnü Çağdaş ARSLAN, İzmir Demokrasi Üniversitesi ORCID No: 0000-0003-4618-2105 Giriş1 X. yüzyılda Karahanlılar Devri’nden başlayarak Türklerin topluluklar hâlinde İslâmiyeti benimsemesiyle, bilhassa XIII. yüzyıldan itibaren önce Doğu ve Batı Türkçesinin; ardından Osmanlı, Azerbaycan ve Çağatay sahası edebî yazı dillerinin ortaya çıkmasıyla birlikte Türkçenin sadeliğini kaybetmesi günden güne hızlanmıştır. Girilen yeni inanç çevresinin etkisiyle İslâm medeniyetine bağlanmış Türk halkları için o zamanın anlayışıyla din dili olarak kabul edilen Arapçadan ve edebiyat dili sayılan Farsçadan Türkçeye pek çok sözcük ve cümle yapısı geçmiştir. Bu ödünçlemelerin bir bölümü İslâmi ilimler ile zaruri olarak öğrenilen dinî terminolojiye ait sözcük ve deyimler olduğundan dilimize geçmeleri kaçınılmaz olmuştur. Ancak alıntıların çoğu “yüksek sınıfın” özentiliği, ulusal özelliklerini kaybetmiş olması veya pek çok farklı ulustan kimseleri içinde bulundurması sonucu dilde yer edinmiş, zorunlu olmayan ve Türkçede karşılığı bulunan sözcüklerdir. Hatta tarihî süreç içerisinde bir dönem Türkçe devlet dili olmaktan çıkarılıp Farsça resmî dil olarak kullanılmışsa da bu hatalı tutum ve tehlikeli durum çok uzun sürmemiştir. Dilimize, Arapça ve Farsça dışında farklı dönemlerde siyasi, sosyal veya ticari ilişkiler sonucu Çince, Sanskritçe, Soğdca, Rumca ve Ermenice gibi dillerden sözcükler alınmışsa da bunların miktarı ve etkisi oldukça az olmuştur. Böylece Osmanlıca başta olmak üzere hem Azerbaycan hem de Çağatay sahası edebî dilleri halkın konuştuğu dilden uzak, yüksek sınıfa özgü bir “zümre yazı dili” biçiminde ilerlemiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise özellikle Tanzimat Dönemi’nden sonra, Türkiye Türkçesine çoğu Fransızcadan olmak üzere Batı dillerinden birçok sözcük girmiştir (Timurtaş, 1997, s. 279). 1 Julius Germanus’un “Turk Darnay (‫ ”)ىكنرد كرت‬adlı yazısı, Keleti Szemle = Revue Orientale (Doğu Araştırmaları) dergisinin Budapeşte’de, 1909’da yayımlanan 10. cildinde 341344. sayfalar arasında bulunmaktadır. Makalenin tam künyesi: Julius Germanus, “Turk Darnay (‫”)ىكنرد كرت‬, Keleti Szemle = Revue Orientale, (1909), C X, s. 341-344. 68 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı F. Kadri Timurtaş’ın tespitlerinden yola çıkarsak hem Tanzimat Dönemi’nde hem de Servetifünun Edebiyatı Dönemi’nde sade Türkçeyi savunan Ahmed Midhat Efendi ve Şemseddin Sami ile 1893’te yayımlanmaya başlanan İkdam gazetesi çevresinde dili sadeleştirme düşüncesiyle toplanan, “Türkçü-Türkçeci” safta yer alan Necib Âsım, Veled Çelebi ve Fuad Kösearif gibi aydınlar, genel olarak eğer karşılığı bulunuyorsa yabancı sözcükler yerine Türkçelerinin kullanıldığı ve Arapça ile Farsçanın dil kurallarının atıldığı terkipsiz ve sade Türkçenin hâkim olduğu bir yazı dilinin meydana getirilmesi görüşünü savunmuşlardır (Timurtaş, 1997, s. 293-295). Osmanlı Devleti’nde İkinci Meşrutiyet Dönemi’nden sonra yazı dilinde sadeleşmeyi isteyenler artmaya, Türkçecilik girişimi de güçlenmeye başlar. Bu dönemin edebî topluluklarından olan ve kısa sürede dağılan Fecriâti’nin sanat anlayışına bağlı olan şahsiyetler çoğunlukla Türkçecilik düşüncesine eğilim göstermek yerine 1895-1901 yılları arasında Servetifünun dergisi etrafında yeni bir edebî anlayışla bir araya gelen Edebiyatıcedîdecilerin dilini örnek almışlardır. Ancak bu topluluğun görüşlerine uyan Refik Hâlid, bu topluluğa bağlı olmayan Mehmet Âkif, Halide Edip ve daha sonra Yakup Kadri gibi isimler ise eserlerini sade Türkçeyle halkın anlayabileceği biçimde yazmaya çalışmışlardır. Bu dönemde Hâlid Ziya’nın ve Süleyman Nazif ’in dilin sadeleşmesine karşı olan görüşlerine Celâl Sahir ve Ayaz İshakî Türkçecilik cephesinden karşılık verirler (Timurtaş, 1997, s. 293-295). El-Hâc Abdülkerim Gyula (Julius) Germanus Kimdir? Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin 14. cildinin 31. sayfasında “GERMANUS, Julius” başlığının hemen altındaki “el-Hâc Abdülkerîm Julius (Gyula) Germanus (1884-1979) Mühtedi Macar Şarkiyatçısı.” (Durmuş, 1996, s. 31-32) ifadeleri okurların dikkatini çekmekle kalmaz, ayrıca kişiye addedilen “mühtedi” unvanının hikâyesi de merak uyandırır. Ancak burada mühtedi sözünün tek başına ilgiyi çektiğini söylemek “Macar Şarkiyatçısı” unvanına haksızlık olacaktır. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de Yahudi kökenli bir ailenin çocuğu olarak 6 Kasım 1884’te (Mestyan, 2017, s. 217-239; Káldy-Nagy, 1974, s. 7-10) dünyaya gelen Macar Türkolog ve Arabist Gyula (Julius) Germanus’un yaşamı ve eserleri üzerine farklı dillerde ve ülkelerde yayımlanmış birçok araştırma yazısı ve ansiklopedi maddesi bulunmaktadır. Akadémiai Kiadó (Akademik Yayınevi) tarafından 1994 yılına kadar dört cilt hâlinde, toplamda dört binden fazla yoğun sayfada, yaklaşık yirmi bin madde başını içeren bir koleksiyon olarak Macar tarihi, kültürü ve biliminin şimdi yaşamayan ünlü şahsiyetlerini sunan bir sözlük olan Macar Biyografik Sözlüğü’nün2 çevrimiçi versiyonuna bakıldığında, öncelikle 2 Magyar Életrajzi Lexikon için verilen Macarca bilgi: “A Magyar Életrajzi Lexikon a magyar Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 69 sırayla Germanus’un asıl adı, sonradan aldığı Arapça adı, doğum yerinin kısaltması, doğum ve ölüm tarihleri görülmekte, ardından “oryantalist, yazar, edebiyat araştırmaları doktoru (1958)”3 unvanları verilmektedir. Dil öğrenme yeteneği üst düzeyde olan Germanus, ana dili Macarcanın ve lise çağında öğrendiği Almanca ve Fransızcanın yanı sıra üniversite yıllarında ve sonrasında Arapça, Çerkezce, Farsça, İngilizce, İtalyanca, Latince, Tatarca, Türkçe ve Urduca gibi birbiriyle bağlantılı birçok dili öğrenmiş, yabancı dil bilgisini sık sık yurtdışına seyahatlere çıkarak desteklemiş ve derinleştirmiştir (Akdoğan, 1996, s. 46; Durmuş, 1996, s. 31). Gyula’nın tarihe ve Doğu’ya ilgisi çocukluk yıllarında, henüz orta okul çağındayken oluşup gelişmeye başlamış (Akdoğan, 1996, s. 46-47), özellikle AvusturyaMacaristan Monarşisi’nin Osmanlı İmparatorluğu’na komşu olması ve bu toprakları ziyaretleri sırasında farklı uluslardan Müslümanlarla ve Türklerle tanışması bu derin bağ üzerinde etkili olmuştur. Tarih ve Latince bölümlerinde eğitim almak üzere Budapeşte Bilimler Üniversitesi, Felsefî Bilimler Fakültesine kaydolan Gyula Germanus İstanbul, Leipzig ve Viyana üniversitelerindeki konferansları takip etmiştir; Viyana Üniversitesinde Alman edebiyatı, Arapça, arkeoloji, Balkanoloji, devlet ve hukuk tarihi derslerine katılmıştır; aynı zamanda çocukluktan gelen ilgisinin sonucu olarak Türkçe öğrenmeye başlamış ve Balkanlara yaptığı bir yaz gezisinden sonra kendi geleceğiyle ilgili planları şekillenmiştir (Akdoğan, 1996, s. 46). Onun bu ilgisiyle ilgili Durmuş (1996) TDV İslâm Ansiklopedisi’nde şunları yazmıştır: “Bu ilgi, daha sonra gittiği Budapeşte Üniversitesi’nde kendilerinden Arapça ve Türkçe dersleri aldığı ünlü Macar şarkiyatçıları Arminius Vámbéry ile lgnáz Goldziher’in teşvikleriyle daha da arttı. Germanus’un şarkiyat araştırmaları alanında bağlı olduğu anlayış, Avrupa’da İslâm araştırmalarının kurucusu Goldziher’den ziyade onun da hocası olan, özellikle Orta Asya seyahatleriyle tanınan Vámbéry’den gelmektedir. Sadece Germanus’u değil bütün öğrencilerini ve çağdaş şarkiyatçıları etkilemiş olan Vámbéry’nin bu yönteminde, gezip görerek ilk elden sağlanan bilgilere, gözlem ve tecrübelere dayanan, tenkitçi, felsefî ve filolojik yaklaşım hâkimdir. Germanus’un Türk ve Arap medeniyetlerine dair kaleme aldığı eser ve yazılarında bu 3 történelem, kultúra és tudomány nevezetes - ma már nem élő - alakjait bemutató lexikon, 1994-ig négy kötetben, összesen több mint négyezer sűrű oldalon jelent meg az Akadémiai Kiadónál. A gyűjtemény mintegy 20 ezer szócikket tartalmaz.” (Türkçesi: “Macar tarihi, kültürü ve biliminin dikkate değer - artık yaşamayan - şahsiyetlerini sunan bir sözlük olan Magyar Biyografik Sözlüğü, Akadémiai Kiadó tarafından 1994 yılına kadar dört cilt ve toplamda dört binden fazla yoğun (çift sütunlu) sayfa hâlinde yayınlandı. Derlem, yaklaşık 20.000 makaleyi içeriyor.”). Bkz. https://mek.oszk.hu/00300/00355/# (Erişim tarihi: 28.10.2021). Türkçe ifadenin Macarca aslı kaynakta şu şekilde geçmektedir: “orientalista, író, az irodalomtudományok doktora (1958)”, kaynak için bkz. https://mek.oszk.hu/00300/00355/ html/index.html (Erişim tarihi: 28.10.2021). 70 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı tesirin izlerini açıkça görmek mümkündür. Nitekim bu amaçla Mısır, Arabistan, Türkiye, Hindistan, Suriye, Irak, Fas gibi İslâm dünyasının önemli merkezlerine uzun seyahatler yapmış; bunların sonucunda İslâm dini, İslâm milletleri, kültür, medeniyet ve edebiyatlarına dair elde ettiği engin birikimini aktardığı kitap, makale ve konferansları, sadece İslâm dünyasında değil Macaristan’da ve bütün Avrupa’da geniş kitlelerde ilgi uyandırmıştır […]” (Durmuş, 1996, s. 31). Germanus, 1907 yılında Evlija Czelebi a XVII. századbeli törökországi czéhekröl (Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ne göre XVII. yüzyılda Türkiye’deki esnaf loncaları) adlı teziyle doktor unvanını almıştır. Bu çalışması sayesinde 1908 yılında bir ödül kazanan araştırmacı, ödülden elde ettiği para ile Londra’ya giderek 1909-1911 yılları arasında British Museum’un Doğu Araştırmaları Bölümünde çalışmalar yapma fırsatını bulmuştur (Durmuş, 1996, s. 31). Macaristan’a döndükten sonra 1912 yılında Budapeşte Üniversitesine bağlı Doğu Araştırmaları Akademisinde Doğu dilleri (Arapça, Türkçe, Farsça), İslâm kültür ve medeniyeti tarihi, İslâm milletleri tarihi, İslâm düşünce tarihi dersleri vermek üzere öğretim üyeliğine atanmıştır. Bu görevi 1921 yılına kadar devam etmiştir. Bu sırada Balkanlar’a ve Türkiye’ye birçok araştırma gezisi yapan Germanus 1921’de, Budapeşte’de yeni kurulan İktisat Fakültesine bağlı Doğu Araştırmaları Enstitüsünde ders vermeye başlamıştır (Durmuş, 1996, s. 31; Dávid vd. 2022, s. 80). 1915’te Türk Kızılay’ına yardım delegasyonuna seçilerek Çanakkale Savaşı’nda Türklerin tarafında yer almıştır ve İngilizlere esir düşmüştür, ancak bir süre sonra serbest bırakılmıştır (Akdoğan, 1996, s. 46; Çolak, 2007, s. 133-140; Çolak, 2016, s. 95-98). Macaristan’daki Pen Kulübü’nün başkanlığını yapmasının yanı sıra 1928’de Bulgaristan’da ve 1934’te Mısır’da da bu kulübün şubelerinin kurulmasında rol oynamıştır (Akdoğan, 1996, s. 46). Sándor Körösi Csoma (Tibetolojinin kurucusu), Ármin Vámbéry ve Stein Aurél gibi kendinden önce ün yapmış Doğu bilimcileri örnek alan Germanus, masa başında olmak yerine tıpkı izinden yürüdüğü söz konusu şahsiyetler gibi gezip görerek ve keşfederek her şeyi yerinde öğrenmeye çalışmıştır (Akdoğan, 1996, s. 46). Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, ünlü şair Rabindranath Tagore’dan aldığı davet üzerine 1929’da gittiği Hindistan’da yeni kurulan Bengal Santiniketan Üniversitesinde İslâm tarihi dersleri vermeye başlamıştır. 1933 yılına kadar Yeni Delhi, Lahor ve Haydarâbâd üniversiteleri gibi Hindistan’ın birçok önemli merkezinde derslerini ve konferanslarını vermeye devam eden Germanus, bu süreçte Türk edebiyatı ve İslâm kültürü üzerine Lecture on Popular Turkish Literature (Lahore 1931), The Role of Turks in Islam, Turku-i Islam Khidmāt (Aurangâbâd 1932), Mo- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 71 dern Movements in Islam (Kalküta 1932) gibi eserlerini tamamlamıştır (Durmuş, 1996, s. 31-32; Dávid vd. 2022, s. 80). Ayrıca bu dönemde, yaşamının kırılma noktasını deneyimleyen Germanus, kendi ifadesine göre Hz. Peygamber’i rüyasında görmüştür. Bunun üzerine Yeni Delhi Ulu Camii’nde İslâmı kabul ederek Müslüman olmuştur ve Abdülkerim adını almıştır. 1934’te İslâm dinini öz kaynaklarından öğrenmek amacıyla Kahire’ye giderek Ezher Üniversitesinde aldığı derslerle Arap dili ve İslâmiyet hakkındaki bilgilerini burada genişletmiş ve derinleştirmiştir. Germanus, ertesi yıl hacca gitmiştir. 1939’da tekrar Mısır’a, oradan da hac için Mekke’ye geçmiştir. Ardından birkaç kez daha hacca giden Germanus, el-Hac Abdülkerim adıyla tanınmaya başlamıştır. Daha sonra her yıl kış mevsimlerinde gittiği Kahire’de Mecmau’l-lugati’l-Arabiyye’nin4 oturumlarına katılmıştır. Hac yolculukları ve çeşitli İslâm ülkelerine yaptığı araştırma gezileriyle İslâm dünyası üzerine tespitlerini zenginleştiren Germanus, seyahatlerinin canlı ve ilginç sonuçlarına Allah Akbar, A Félhold fakó fényében (Hilâlin Solgun Işığında) ve Kelet fénye féle (Doğu’nun Işığına Doğru) gibi eserlerinde yer vermiştir (Durmuş, 1996, s. 3132). 1939-1941 yıllarında Mısır ve Suudi Arabistan’da yaptığı bilimsel araştırmalarının sonuçlarını da “Unknown Masterpieces of Arabic Literature” (Germanus, 1952, s. 91-112) ve “Studies in Arabic Lexicography” (Germanus, 1954, s. 12-28) başlıklı yazılarında duyurmuştur (Durmuş, 1996, s. 32). 1941’de aldığı bir davet üzerine Macaristan’a giden Germanus, Budapeşte Üniversitesi İktisat Fakültesine bağlı Doğu Bilimleri Enstitüsü Başkanlığına atanmıştır. Gyula Germanus, 1945’te profesör olduktan birkaç yıl sonra, 1948’de, yeni kurulan Edebiyat Fakültesinin Arap Dili ve Kültürü Bölüm Başkanlığına getirilmiştir ve 1964 yılında emekli olmuştur (Durmuş, 1996, s. 32; Dávid vd. 2022, s. 80). Arap dili ve edebiyatı, İslâm medeniyeti ve İslâm tarihiyle ilgili özel derslerini hayatının sonuna kadar sürdürmüştür. 1950’li yıllarda bir dizi konferans veren Germanus, 1955’te çağdaş Arap düşüncesi ve edebiyatı ile Macar edebiyatından örnekler hakkında Arapça konferanslar vermek üzere resmî davetlerle Kahire, İskenderiye ve Şam’a gitmiştir. Aynı şekilde Germanus’un 1958 yılında Hindistan’ın Bombay, Agra, Aligarh, Leknev, Kalküta, Santiniketan, Haydarâbâd ve Yeni Delhi üniversitelerinde İslâm kültürü ve medeniyeti üzerine verdiği konferanslar dizisi büyük ilgi görmüştür (Durmuş, 1996, s. 32). 1958-1966 yılları arasında Macaristan’da milletvekilliği de yapan Germanus, Avrupa’da ve İslâm dünyasında birçok bilimsel kuruluşun aslî, muhabir veya şeref üyesi olmuştur (Durmuş, 1996, s. 32). İki kez evlenmiş olan Germanus’un Bengálí tüz (Bengal Ateşi) adlı eserini birlikte yazdığı ilk eşi Rózsa G. Hajnóczy’den ve kendisi gibi Müslüman olan ikinci eşi 4 Kahire’de Arap dili ve edebiyatına dair ilmî çalışmalar yapan kurum. Bkz. Muhammed Harb, “Mecmau’l-lugati’l-Arabiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 28 (2003), s. 260. 72 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Doğu bilimci Kató Kajári Ayşe’den (Aisha) çocuğu olmamıştır. Abdülkerim Gyula Germanus, 9 Kasım 1979’da Budapeşte’de hayata veda etmiştir (Durmuş, 1996, s. 32). 2007’de yayımlanan makalesinde Necmi Uyanık, “…J. Germanus’la ilgili Türkiye’de en azından bir Yüksek Lisans tezinin yapılması bilim adına en büyük beklentimizdir.” (Uyanık, 2007, s. 102) şeklinde hâlen giderilmemiş olan bir eksikliğe dikkatleri çekmiştir ve katılmamanın elde olmadığı bir beklentisini ifade etmiştir. Türk Derneği (‫ )ترك درنكى‬ve Derneğin Macar Şubesi Török Irodalmi Társaság (Türk Edebiyatı Derneği / Osmanlı Edebiyat Cemiyeti) Genel Türk tarihinde milliyetçilik duygusunun ve Türklük bilincinin kendisini dil sahasında birçok kez gösterdiği görülür. “Dil”, ulusal kültürün ve toplumsal birliğin ana ögelerinden biridir. İlk Türkçü ve Türkçeciler olarak tanınan tarihî şahsiyetlerin önde gelenleri Kâşgarî (Kâşgarlı)-Barskanî Mahmud, Karamanoğlu Mehmed Beg ve Ali Şir Nevâî de yaşamlarında bu dil bilincine bağlı karakterler ortaya koymuşlardır. 5 Ocak 1909 tarihinde (Polat, 2020, s. 16) Necib Âsım’ın başkanlığında kurulan, üyeleri arasında görüş ayrılığı olduğu için bir süre sonra dağılan Türk Derneği ve derneğin üyeleri tarafından aynı adla 1909’da yayımlanan dergi, XX. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nde dili sadeleştirme düşüncesinin ve iradesinin “Derneğin yazacağı eserlerde kullanacağı lisan en sâde Osmanlı Türkçesi olacaktır.” şeklinde ifade edildiği bir beyannâme ile ilk sayıdan itibaren dile getirildiği ve Türkçülük hareketinin yazın hayatına yansımalarının açıkça görüldüğü dikkate değer bir merkez olmuştur (Timurtaş, 1997, s. 294-295). Kuruluşu ve faaliyetleri Türklük bilimi ve araştırmaları tarihi bakımından çok önemli olmasına rağmen çok kısa ömürlü olan Türk Derneği ve dergisi üzerine, Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat’ın değerlendirmelerini içeren şu satırlar dikkate değer ve oldukça önemlidir: “Toplam 7 sayılık bir derginin çıkış tarihleri “önemli mi?” diye sorulabilir. Evet, önemlidir çünkü Türk Derneği, tarihimizde ilk Türklük bilimi kuruluşudur. Bugünkü Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun görevlerini kendisi için varlık sebebi saymış bir dernektir. Dergisi de Türklük bilimi alanının ilk bilim dergisidir.” (…) “Türk Derneğinin ve dergisinin halefi, Türk Bilgi Derneği ve Ekim 1913-Haziran 1914 tarihleri arasında 7 sayı olarak çıkarabildiği Bilgi Mecmuası’dır.” Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 73 “II. Meşrutiyet’le birlikte parlayıp Mütareke’nin karanlık günlerinde küllenen Türklük bilimi çalışmalarını daha ilmî disiplin içinde ve daha geniş kadrolarla sürdürmek üzere Atatürk tarafından kurulan Türk Dil Kurumu (Türk Tarih Kurumuyla birlikte), Türk Derneğinin yenilenmiş hâlidir. Bu itibarla Türk Dil Kurumunun elinizdeki Türk Dili dergisinin büyük atası Türk Derneği dergisidir. Dolayısıyla Türklük bilimi çalışmalarında tarih sıralamasına her ihtiyaç duyulduğunda, Türk Derneği’ndeki malzemenin yayım tarihi önemlidir.” (Polat, 2020, s. 22). Füsun Üstel, Türk Ocakları (1912-1931) adlı eserinde, Türk Derneğinin kuruluş tarihini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymak amacıyla bu meseleye geniş yer vermiştir ve konuyla ilgili bilgilerin bir derlemini ve değerlendirmesini sunmuştur (Üstel, 2017, s. 15-16). Ancak Üstel’in eserinde kesin bir tarih görülmemektedir. Bu konuya tereddüte yer bırakmayacak şekilde noktayı koyan ise Prof. Dr. Nâzım H. Polat’ın, Türk Dili dergisinin 2020 yılı Haziran sayısında “Türk Dil Kurumunun Büyük Atası Türk Derneği ve Dergisi Hakkında Notlar” başlığıyla yayımlanan makalesi olmuştur (Polat, 2020, s. 16). Konuyla ilgili araştırmamız esnasında ulaşabildiğimiz kaynaklarda, Türk Derneğinin (‫ )ترك درنكى‬Macar şubesi Török Irodalmi Társaság üzerine Gyula Germanus’un söz konusu yazısı dışında, daha ayrıntılı bir bilginin olduğu Türkçe veya Macarca bir çalışmaya rastlamadık. İçeriği bakımından tarihî değere sahip olan ilgili yazıda, Gyula Germanus’un vermiş olduğu bilgilerin Türkçe çevirisi şöyledir: “Macaristan’ın zalim kardeşlerini sınır dışı etmesinden bu yana, Macarlar ve Türkler arasında sık sık övülen ve çokça suistimal edilen kardeşlik duygusu nedeniyle, Türk Derneği Başkanlığı Macar Türkologların iş birliğini istedi. Dr. Ignatius Kunos, önde gelen Türk bilim adamlarının isteğine uyarak, Türk Derneğinin bir Macar Şubesini kurmak için Doğu bilimi öğrenimine ilgi gösteren ve yeteneklerini kanıtlamış olan herkesi toplantıya çağırdı. Çok sayıda yanıt verilmiş ve bölüm kendisini Osmanlı Edebiyat Cemiyeti (Török Irodalmi Társaság) adıyla Dr. Kunos’un başkanlığında oluşturmuştur. Türkologların Nestoru (bilge kişisi) Profesör Vámbéry’den onur başkanlığını kabul etmesi istenmiştir.” (Germanus, 1909, s. 343).5 5 Asıl metin şöyledir: “Owing to the often extolled, and much abused feeling of fraternity which has been fomented among Magyars and Turks since the time when Hungary expulsed her brotherly oppressors, the presidency of Turk Darnay asked for the collaboration of Hungarian Turcologists. Complying with the wish of leading Turkish scholars Dr. Ignatius Kunos convoked all those who had shown interest in Oriental learning and had proved their capacity therein, in order to found a Hungarian Section of the Turk Darnay. Numerous responses were given and the section constituted itself under the presidency of Dr. Kunos by the name of Ottoman Literary Society (Török Irodalmi Társaság). Professor Vámbéry, Nestor of Turcologists was requested to accept the presidency of honour.” (Germanus, 1909, s. 343). 74 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı (…) “Cemiyet tarafından yapılan çalışmaların kayıtları, Türk Derneğinin meslektaş Necib Asım yönetiminde aylık olarak İstanbul’da çıkardığı ilgili dergilerinde ve Keleti Szemle (Revue Orientale) Budapeşte’de bulunacaktır.” (Germanus, 1909, s. 344).6 Germanus’un “Turk Darnay (‫ ”)ترك درنكى‬Başlıklı Yazısının Türkçe Çevirisi Osmanlı Devleti’nin tebaasını, merhum Sultan tarafından üzerlerine konan siyasi boyunduruktan kurtarmış gibi görünen Türkiye’deki kansız devrim, bir başka mucizeyi daha getirdi: Türklerin dilini ve edebiyatını yeniden canlandırma düşüncesi. Türk dili, özünde Tatarca bir lehçeyken, Arap inancının ve Arabo-Fars kültürünün benimsenmesi nedeniyle, tüm yerli unsurların aşamalı olarak bozulduğu ve yüksek derecede verimli olmuş, ancak daha az zor ve (daha az) karmaşık olmayan bir dile dönüşmüştür. Arapça ve Farsça eğitimi ile bir bozkır vahşisinin, İranlıların ve Arapların kültürlü ırkına duyduğu hayranlık, Osmanlıları şiirde İran’ı ve genel olarak nesirde Arabistan’ı [tüm Arapça konuşan, Arap-İslâm coğrafyasını] taklit etmeye yöneltti. Osmanlılar, kişinin klasik dillere ilişkin az veya çok bilgisine göre daha “edebî” ya da başka türlü biçimlenen bir dil konuşmuş ve yazmışlardır. Türk dilinin saflık dereceleri her zaman var olmuştur. En iyi şekli, kesinlikle, kişinin düşüncelerini açıkça ifade etmek için kaçınılmaz olan bir miktar yabancı kelimeyi kullanmasıydı; en kötüsü, yazarın bilgisini yansıtmayı amaçlayan ve cümlelerini yarım yamalak kelime ve ifadelerle dolduran ve Türkçe bir cümlenin net akışını Arapçanın bozuk evrelerine zorlayan şeydi. Türk nesrinin başlangıcında, Osmanlıların ilk tarihçileri, Arapça ve Farsça unsurların serbestçe ve ölçüsüz bir şekilde kabul edilmesi yoluyla kendi yerel lehçelerinden bir ifade tarzı oluşturmak için çok uğraştılar. Na’ima, Peçevî, Solakzâde, Evliya Çelebi, her biri bir Türk üslubu ekolünü temsil ediyor, birbirinden bağımsız ama aynı amaca, bir nesir üslubu geliştirmeye çalışıyorlardı. Bu mütevazı çabalarda, Türk dilinin billurlaşmaya doğru ilerlediğini görüyoruz. Hangi yabancı ifadelerin Osmanlı dilinin bir parçası hâline geleceğine ve hangilerinden dikkatle kaçınılması gerektiğine karar verilmesi gerekiyordu. Türkçenin böyle karma bir “edebî” lehçeye (ifade tarzına) dönüşmesiyle, dil, Turanca özelliğini neredeyse yitirmiş ve Arapça ile ifade zenginliği açısından yarışan ve belki de tüm canlı ve ölü dilleri, diksiyonun inceliği bakımından ge6 Asıl metin şöyledir: “The record of work done by the society will be found in the respective journals of the Turk Darnay, appearing monthly in Constantinople under the direction of Col. Nedjeeb Ásim, and in Keleti Szemle (Revue Orientale) Budapest.” (Germanus, 1909, s. 344). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 75 ride bırakan bir dil hâline gelmiştir. Beslenebileceği kaynaklar tükenmezdi. Fars edebî dilinin zengin birikimi, çok sayıda Arapça kök ve geçici olarak araya giren Turanca kelimeler, edebî Türkçeyi en esnek, etkili ve güzel edebiyat ortamı hâline getirdi. Faydaları büyüktü. Farslar ve Araplar bunu çabuk öğrendiler ve incelikleri kolaylıkla anladılar. Her türden bilgiyi yayma aracı olarak Doğu’da eşsizdi. Ancak Osmanlı olmayanlara sunduğu bu avantajlar için ciddi bir dezavantajı vardı; yani onun en çok kendilerini ilgilendirdiğini düşünen insanlar için anlaşılmazdı. Sıradan bir Türk, yazarlarının ve şairlerinin düşüncelerini ifade ettikleri, gazetede kendisine günlük haberlerin duyurulduğu ve bir mektubun yazılmasının gerektiği bu asil lehçenin tek kelimesini anlamıyordu. Edebî dil ve halk (basit) dili sorununa karar vermenin iki yolu vardır: Ya kültür ve tarih açısından Osmanlılar için önemli olan bu dillerde (Arapça-Farsça) eğitim yoluyla halkı yükseltmek ya da 600 yıllık bir edebiyatın mecrası olan ve Türklerle ana vatanları Doğu arasındaki en güçlü bağ olan lehçeyi tamamen terk etmek. Siyasette yeni bir çağın şafağı, Türk dil bilimcilerinin gözlerini açtı ve yukarıda bahsedilen soru karara bağlandı. Çok geçmeden bir grup bilgili adam toplandı, sıradan olmayan edebî ve dilsel anlam tartışmaları yaptı; ancak ulusal politika hayallerine yol açan öğrenme alanının ötesindeki spekülasyonlarla, bunu, dili yabancı maddelerden arındırmayı, dil bilimsel ve etnografik araştırmaları teşvik etmeyi amaçlayan bir topluluğun kurulması izledi. Şahsen ben topluluğun tüm niyet ve görüşlerine katılmıyorum. Türk edebiyatının her döneminde dili arındırma çabaları olmuştur. Dili halkın seviyesine indirmeye yönelik dürüst çabalar, mutlak başarısızlıklarla karşılaşmıştır. Bunlar (başarısızlıklar), en temel kısımlarını oluşturan sıradan sınıflar tarafından bilinmemekle birlikte, Türkçe unsurları yeniden ortaya çıkarmaya çalışanlara, bu deneylerin sonuçsuz kalacağını öğretmeleri gerekirdi. Modernleşmeyi isteyen dilin tekniği değil, ruhudur. En iyi hâliyle İngilizce, bir Devon varmerine ne kadar yabancıysa Yörük için edebî Türkçe de odur. Eğitim, İngiltere ve Amerika’da başardığını ancak Türkiye’de başarabilir. İngiliz dili, yeryüzünün tüm dillerine ait köklerden oluşur ve hâlâ İngilizcedir. Ruhu, her Latin kökünün erişilebilirliğine rağmen İngilizce olarak kaldı. Namık Kemal’inki veya bazı Jön Türk haber bültenlerininki gibi üst sınıflara yönelik asil ve esnek bir Türk üslubu bulunur ve büyük yazarların örneklerinde kristalize edilirse, Orta Asya bozkırlarının Türk lehçeleri üzerinde araştırmalara gerek kalmayacaktır ki bu lehçelerin temsilcilerinin uygarlıkları ne kadar fakir olursa olsun, 600 yıldır büyük edebî eserlerde denenmiş yaşayan bir dilin iyi tahrif edilmiş ve çoğu zaman kanıtlanmış ifadelerinin yerini alamaz. Avrupa’nın sınırlarına giren bir ulusun düşünceleri, vahşi Asyalıların lehçelerinden kitap kurdu dil bilimcilerin elinde yorumlanacak bir dilde ifade edilemez. 76 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Topluluğun (kendisine Türk Derneği adıyla hitap eden, dil açısından tam olarak doğru olmayan ve Arapça eş değerinden daha genel olarak bilinmeyen bir isimdir) etnografik ve dil bilimsel çalışmaları teşvik etme niyetleri, Doğu’ya ilgi duyan herkes tarafından yürekten karşılandı ve desteklendi. Macaristan’ın zalim kardeşlerini sınır dışı etmesinden bu yana, Macarlar ve Türkler arasında sık sık övülen ve çokça suistimal edilen kardeşlik duygusu nedeniyle, Türk Derneği Başkanlığı Macar Türkologların iş birliğini istedi. Dr. Ignatius Kunos, önde gelen Türk bilim adamlarının isteğine uyarak, Türk Derneği’nin bir Macar Şubesini kurmak için Doğu bilimi öğrenimine ilgi gösteren ve yeteneklerini kanıtlamış olan herkesi toplantıya çağırdı. Çok sayıda yanıt verilmiş ve bölüm kendisini Osmanlı Edebiyat Cemiyeti (Török Irodalmi Társaság) adıyla Dr. Kunos’un başkanlığında oluşturmuştur. Türkologların Nestoru (bilge kişisi) Profesör Vámbéry’den onur başkanlığını kabul etmesi istenmiştir. Cemiyet, Doğu’ya özgü (Oryantal) ve özellikle Türkçe kitap ve gazetelerden oluşan zengin bir kütüphane kuracak; genç akademisyenlerin Türkiye’de araştırma yapmalarına yardımcı olacak ve Macar Türk ilişkileri ile ilgili araştırmalarda Türk akademisyenleri destekleyecektir. Halka açık konferanslar aracılığıyla Türk edebiyatı, tarihi ve folkloru bilgilerini yaygınlaştıracaktır. Cemiyet tarafından yapılan çalışmaların kayıtları, Türk Derneği’nin meslektaş Necib Asım yönetiminde aylık olarak İstanbul’da çıkardığı ilgili dergilerinde ve Keleti Szemle (Revue Orientale) Budapeşte’de bulunacaktır. Amaçlarımızın ve çabalarımızın, Doğu bilimi öğreniminin tüm gerçek dostları tarafından takdir edileceğini ve değerlendirileceğini umuyoruz. “Turk Darnay (‫ ”)ترك درنكى‬Yazısında Geçen “Tatarca” ve “Turan” Terimlerine Dair Bilindiği gibi Ural-Altay dil birliği üzerine ilk tasnif, XVIII. yüzyılın ilk yarısında savaş esiri olarak Rusya tarafından Sibirya’ya sürülen İsveçli subay Philipp Johann von Strahlenberg (1676-1747) tarafından Das nord und östliche Theil von Europa und Asia (Stockholm) [= Avrupa ve Asya’nın Kuzeyi ve Doğusu] (Strahlenberg, 1730) adlı eserde yapılmıştır. Strahlenberg, sürgünde geçirdiği on üç yıl boyunca bu bölgede gözlemlediği halkların dilleri ve kültürleriyle ilgili bilgiler edinmiş ve malzemeler toplamış, ülkesine döndükten sonra bir araya getirdiği bu malzemeyi 1730’da söz konusu eserde yayımlayarak burada öne sürdüğü düşüncelerle Ural ve Altay dillerinin akrabalığı konusunun başlatıcısı olmuştur (Caferoğlu, 1984, s. 10-12). Strahlenberg, bu bölgede konuşulan dilleri altı gruba ayırmıştır: 1. Fin-Ugor (Macarlar, Finler, Vogullar, Çeremisler, Permyaklar, Votyaklar, Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 77 Ostyaklar); 2. Türk-Tatar (Tatarlar, Yakutlar, Çuvaşlar); 3. Samoyedler; 4. Moğollar ve Mançular (Kalmuklar, Mançular, Tangutlar); 5. Tunguzlar (Tunguzlar, Kamasinler, Arinler, Koryaklar, Kuriller); 6. Karadeniz ile Hazar denizi arasında kalan halklar (Caferoğlu, 1984, s. 10-12; Yüce, 1988, s. 446a). Ayrıca İdil (Volga) ve Sibirya arasındaki bölgeyi “Büyük Tataristan” ve “Küçük Tataristan” olarak ikiye ayırıp buralarda konuşulan dillere de “Tatar dilleri” adını vermiştir (Caferoğlu, 1984, s. 11). Strahlenberg’in bugün yanlış olduğu bilinen tasnifinden sonra, Fransız Sinolog Jean Pierre Abel Rémusat (1788-1832) Recherches sur les Langues Tartares (Paris) [= Tatar Dilleri Üzerine Araştırma] (Rémusat, 1820) adlı eserinde, ardından Alman Doğu bilimci Wilhelm Schott (1802-1889) Versuch über die Tatarischen Sprachen (Berlin) [= Tatar Dilleri Üzerine Deneme] (Schott, 1836) adlı eserinde daha dikkatli görüşler ortaya atmış ve bu bölgedeki diller için çalışmalarında Tatar dilleri terimini kullanmışlardır (Yüce, 1988, s. 446a). Schott, kendisinden öncekilerden farklı olarak, bu diller hakkındaki değerlendirmelerini dillerin fonetik ve morfolojik özelliklerine dayanarak, karşılaştırmalı yapmayı uygun görmüş ve Ural-Altay dillerini Çud (Fin-Ugor) dilleri ve Tatar (Türk, Moğol, Tunguz) dilleri diye iki gruba ayırmıştır. Schott, çalışmalarını daha sonra “Tatar grubu” üzerinde yoğunlaştırmıştır. “Tatar” adını verdiği grubun benzerliklerini, akrabalık bağlarını, kelime ve ekler arasındaki ilişkileri irdeleyerek ortaya koymuştur. Sonuç olarak Schott, Çuvaşça r ve l’nin Genel Türkçede z ve ş’ye denk düştüğünü keşfetmiştir (Yüce, 1988, s. 446a-447a). Bu arada, uzun süreden beri kökeni bir türlü anlaşılamayan Çuvaşçanın da Türk lehçelerinden biri olduğunu keşfetmiştir (Akar, 2016, s. 28). “Turk Darnay (‫ ”)ترك درنكى‬makalesinin ikinci paragrafında geçen “Tatarca” ifadesi, okuyuculara Ural ve Altay dillerinin akrabalığı tartışmasını hatırlatmaktadır. Germanus’un “Türk dili, özünde Tatarca bir lehçeyken…” ifadesinde karşılaştığımız bu kullanımın, yukarıda çok kısa bahsedildiği gibi bir tarihsel süreçte ortaya çıktığı görülmektediir. Gyula Germanus’un burada konu edilen makalesinde, genel Türkçenin yapısal ve leksikolojik özelliklerini ifade ederken “Turanian (Turanca)” terimini kullanması da yine ilgi çekicidir (Germanus, 1909, s. 342). 3 Kasım 1910 tarihinde Macaristan’da kurulan Turáni Társaság’ın [Turán Cemiyeti] merkezî yapılanması içerisinde yer alan bilim adamlarından biri de Germanus idi (Çapraz vd. 2019, ss. 12-15). Yazar, bu yazısından çok daha sonra, 1917’de kaleme alacağı bir yazısında Turancı fikirleri kendi eleştiri süzgecinden geçirirken, bir yandan da “mantıklı” olan bir biçimini desteklediğini ima edecek; aynı zamanda Turancılığın ırka dayalı olmaktan çok, coğrafî bir birliği simgelediğini ifade edecektir (Germanus, 1917, s. 380-384; Çapraz vd. 2019, s. 24). 78 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Sonuç Bir dilin kendi öz kaynaklarından beslenerek akmasını, yaşamını sürdürmesini ve gelişmesini sağlayan en hayatî destek, arkasına aldığı ve beslendiği “siyasi güç”tür. Tarih boyunca yeryüzünde herhangi bir siyasi otoritenin desteğinden yoksun bir dilin, “uygarlık, eğitim veya bilim dili” hâline geldiğini bildiren herhangi bir kaynak ile karşılaşılmamıştır. Germanus’a göre, Türkiye’deki kansız devrimin (Jön Türk Devrimi ve II. Meşrutiyet’in ilanı, 1908) yarattığı mucize, işte bu desteğin yeniden “Türkçe”ye verilmesi için hem bir “umut ışığı” hem de “ilk adım” olmuştur. Germanus’un kullandığı “Tatarca” tabiri, akla hemen Ural ve Altay dillerinin akrabalığı meselesini getirir. İşte, Germanus’un “Türk dili, özünde Tatarca bir lehçeyken…” ifadesinde karşılaştığımız kullanım, bir önceki başlıkta çok kısa özetlenen tarihsel süreçte ortaya çıkmış ve terim olarak XX. yüzyılın başında söz konusu yazar tarafından kaleme alınmış bu yazıda bulunması da alanyazında yayılmasından kaynaklanmıştır. Aynı zamanda bu ifade, günümüzde artık bilimsel kaynaklarda bırakılmış olan eski adlandırmanın, o dönemde hâlâ bilim adamlarının belleklerinde korunduğunu ve pratikte kullanıldığını göstermektedir. Germanus, Türk dilinin Anadolu’daki tarihî sürecini özetler mahiyette, Osmanlılar döneminde oluşan edebî dilin hem güçlü özelliklerini hem de halk ve Türkçe için olumsuz yönlerini vurgulamaktadır. Türklerin, Arap inancı olarak ifade edilen İslâmiyet’i ve Araplaşmış Fars kültürünü benimsemesiyle, ayrıca bundan dolayı Arapça ve Farsça eğitimin yüksek zümrede yaygınlaşmasıyla, İranlıların ve Arapların İslâm kültürüyle şekillenmiş medeniyetlerine duyulan hayranlığın artmasının sonucu olarak, Türkçedeki tüm yerli unsurların aşamalı olarak bozulduğu ve yüksek derecede verimli olmuş bir edebî dil yaratılsa dahi bu unsurların, Türkçe konuşan halk tabakası için zamanla daha zor ve karmaşık bir dili (Osmanlıca/ Osmanlı Türkçesi) meydana getirdiği düşüncesini ifade etmektedir. Bu hayranlık, Osmanlıları şiirde İran’ı ve nesirde çoğunlukla Arap edebiyatını taklit etmeye yöneltmiştir. Bu hayranlık aynı zamanda, “kişinin bilgisinin/yüksek değerinin ispatı olduğu yanılsamasıyla” birleşerek, bir noktada Osmanlıların yüksek zümresinde sanatlı, süslü ve eylemler dışında Türkçenin neredeyse kullanılmadığı “gösterişli, karma bir edebî dil yapısı”nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu durum, geçen yüzyıllar içerisinde saray ve çevresindeki yüksek zümre ile halk arasındaki kopukluğu başka bir boyuta taşımıştır. “Turk Darnay (‫ ”)ترك درنكى‬makalesinde merak uyandıran bir başka özellik ise Germanus’un “Turanian (Turanca)” terimini kullanmış olmasıdır. Gerçekte yazar bize göre burada, Türkçenin geniş bir alanda kullanılmış olma özelliğini, yani Osmanlı edebî dilinin ve aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun yüzyıllarca süren Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 79 egemenliğinin sınırlarının yalnızca Batı Türkçesini değil, Kuzey ve Doğu Türkçelerini de kapsadığını bu terimle vurgulamak istemiştir. Son olarak, tarihçi Prof. Dr. Melek Çolak’ın birçok çalışmasına rağmen hâlâ alanda Gyula Germanus üzerine bütüncül bir çalışmanın eksik olduğu gerçeği, geçen on beş yıla rağmen tıpkı 2007’de yayımlanan makalesinde N. Uyanık’ın dile getirdiği durumla benzer şekilde, hâlen gün gibi ortadadır ve birçok araştırmacının beklentisi bu önemli şahsiyetin Türk okuruna en kısa zamanda daha ayrıntılı ve gerektiği değeri görerek tanıtılabilmesidir. Kaynakça Akar, Ali. (2016). Türk Dili Tarihi. (11. Basım). Ötüken Neşriyat. Akdoğan, İsmail. (1996). Gyula Germanus. Tarih ve Toplum, 146, Şubat, s. 46. Caferoğlu, Ahmet. (1984). Türk Dili Tarihi I-II. (3. Baskı). Enderun Kitabevi. Çapraz, H. Ş. Çağatay – Bülent Bayram. (2019). Macar Turán Cemiyeti ve Turán Dergisi (İnceleme-Bibliyografya). Paradigma Akademi. Çolak, Melek (2007). Macar Gyula Germanus’un Çanakkale Savaşı ile İlgili Anıları. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XXIII (67-68-69), ss. 133-144. Çolak, Melek. (2016). ‘Olaylar ve Tanıklar’ın Işığında Macar Oryantalist Gyula Germanus ile Abdülmecid Efendi. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 11 (1), ss. 95-104. Dávid, Géza – Fodor, Gábor. (2022). Germanus, Gyula. Macar Türkologlar Küçük Biyografik Ansiklopedi. Gábor Fodor (Yay.). Ankara: Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY), ss. 80-81. Durmuş, İsmail. (1996). Germanus, Julius. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C XIV, ss. 31-32. Germanus, Julius. (1909). Turk Darnay (‫)ىكنرد كرت‬. Keleti Szemle = Revue Orientale, C X, ss. 341-344. Germanus, Julius. (1917). Turanismus és a Történelem. Történeti Szemle, VI, 3-4, ss. 380-384. Germanus, Julius. (1952). Unknown Masterpieces of Arabic Literature. Islamic Culture, XXVI / 1, ss. 91-112. Germanus, Julius. (1954). Studies in Arabic Lexicography. Islamic Quarterly, I, 1954, ss. 12-28. Harb, Muhammed. (2003). “Mecmau’l-lugati’l-Arabiyye.” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 28, ss. 260. Káldy-Nagy, Gyula (Ed.). (1974). Julius Germanus. The Muslim East: Studies in Honour of Julius Germanus, Loránd Eötvös University, Budapest, ss. 7-10. Mestyan, Adam. (2017). I Have To Disguise Myself: Orientalism, Gyula Germanus, and Pilgrimage as Cultural Capital, 1935–1965. The Hajj and Europe in the Age of Empire. (Ed.) Umar Ryad. Leiden, Boston: Brill, s. 217-239. Polat, Nâzım Hikmet. (2020). Türk Dil Kurumunun Büyük Atası Türk Derneği ve Dergisi Hakkında Notlar. Türk Dili, Yıl: 69, Sayı: 822, Haziran, ss. 10-23. Rémusat, Jean Pierre Abel. (1820). Recherches sur les Langues Tartares, Paris. Schott, Wilhelm. (1836). Versuch über die Tatarischen Sprachen, Berlin. Strahlenberg, Philipp Johann von. (1730). Das nord und östliche Theil von Europa und Asia, Stockholm. 80 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Timurtaş, Faruk Kadri. (1997). Dil Davası ve Ziya Gökalp. Makaleler (Dil ve Edebiyat İncelemeleri). (Haz.) Mustafa Özkan. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, ss. 278-304. Uyanık, Necmi. (2007). Dr. Jules (Gyula) Germanus ve Türk İnkılâbına Dair Risalesi. Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, Sayı: 18, ss. 97-123. Üstel, Füsun. (2017). İmparatorluktan Ulus-Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk Ocakları (19121931). (4. Baskı). İletişim Yayınları, İstanbul, ss. 15-16 (Dipnot: 2). Yüce, Nuri. (1988). Türk Dilinin Ural-Altay Dilleri Arasındaki Yeri. İslâm Ansiklopedisi, 12/2. Cilt, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, ss. 445-456. AZERBAYCAN TÜRKÇESİ VE TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE “EL” İLE BAŞLAYAN DEYİMLERİN ANLAM BAKIMINDAN KARŞILAŞTIRILMASI Öğr. Gör. Fatma AYAN, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ORCID No: 0000-0001-6731-9559 Organ adları, dillerin temel söz varlıkları içinde bulunan unsurlardır. Bu nedenle çoğu zaman ait oldukları dil hakkında önemli bilgileri içermektedir. Türkiye Türkçesinde ve Azerbaycan Türkçesindeki “el sözü” ile başlayan deyimlerin çokluğu dikkati çekmektedir. El, tarih öncesi çağlardan beri resmedilmiş, bolluk ve bereket, şifayla ilişkilendirilmiştir. İnsanların yeme, içme, barınma gibi temel ihtiyaçları karşılayan el toplumların yaşam biçimlerini yansıtan deyimlerde de kendini göstermektedir. Temel söz varlığı deyince akla ilk gelen unsurlar, organ isimleri başta olmak üzere insanların temel ihtiyaçlarını karşılayan hareketleri, akrabalık ilişkilerini, sayıları ve bunlarla doğrudan ilgili olan diğer kavramları yansıtan kelimelerdir (Aksan, 1995, s. 26) Bir dilin söz varlığını içerisinde sadece kelimeler bulunmaz. Atasözleri, deyimler ikilemeler, kalıp sözler o dilin söz hazinesini oluşturan zenginlikleridir. Deyimlerin içerisinde organ isimleriyle kurulanlar önemli bir yer tutmaktadır. Hem Azerbaycan Türkçesinde hem de Türkiye Türkçesinde el, baş, göz, yürek, yüz ile gibi organ adlarıyla kurulan deyimler geniş yer tutmaktadır. Deyimler anlatım gücü, zenginliği bakımından çok önemli söz öbekleridir. Deyim Türkçe sözlükte şu şekilde tanımlanmaktadır: “Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği” (TS, 2005, s. 17). Araştırmacılar da deyimle ilgili birçok farklı tanım yapmıştır. Onlardan bazıları şu şekildedir: “Deyimler, düşünce, kavram, nesne ve kişilerin durumlarını, özelliklerini yansıtmak için kullanılan ve gerçek anlamın dışına çıkmış özel anlam/anlatım boyutuyla kalıplaşmış söz öbekleridir” (Akyalçın, 2011, s. 122). “Belli bir kavramı, belli bir duyguyu ya da durumu dile getirmek için birden çok sözcüğün bir arada, seyrek olarak da tek bir sözcüğün yan anlamında kullanılması ile oluşan sözdür” (Aksan, 1982, s. 37). 82 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı “Gerçek anlamından farklı bir anlam taşıyan ve çekici bir anlatım özelliğine sahip olan kelime öbeği” (Korkmaz, 1992, s. 43). “Azerbaycan Türkçesi’nde, deyimbilim karşılığı frazeologiya / sabit söz birleşmesi olarak geçmektedir.Diğer Türk lehçelerinde; Gagauz Türkçesi, bölünmez laf birleşmesi/ frazeologizma; Başkurt Türkçesi, frazeologizm; Kazak Türkçesi, turaktı tirkes/ frazeologizm/ ayşıktı söz uramı/ beyneli söz tirkesi; Kırgız Türkçesi, turuktü söz aykaşı/ frazeologizm/ körköm süylöm; Özbek Türkçesi, ibara/ frazeologik birlik; Tatar Türkçesi, frazeologizm/ obrazlı tağbir; Türkmen Türkçesi, frazeologizm/ durnuklı söz düzümleri; Uygur Türkçesi, turaklık ibare/ frazeologizm/ idiom şeklindedir” (Sinan, 2008, s. 92). Azerbaycan Türkçesinde kelime grupları “söz birleşmesi” terimi ile ifade edilmektedir. Söz birleşmeleri “serbest söz birleşmeleri” ve “sabit söz birleşmeleri” olarak ikiye ayrılmaktadır. Azerbaycan dilciliğinde sabit söz birleşmeleri dilin leksikoloji bölümünde, serbest söz birleşmeleri ise söz dizimi (sentaks) kısmında incelenmektedir. Türkiye Türkçesinde “kalıplaşmış dil birimleri” içerisinde yer alan atasözleri, deyimler, ikilemeler, birleşik sözcükler Azerbaycan Türkçesinde “sabit söz birleşmeleri” başlığı altında idiomlar, ibareler, hikmetli sözler, atalar sözleri ve zerb-i meselleri kapsamaktadır. Türkiye Türkçesindeki “deyim”in karşılığı Azerbaycan Türkçesinde” idiom” dur. Seyidov söz birleşmelerini serbest söz birleşmeleri ve sabit söz birleşmeleri olarak ikiye ayırmaktadır. Bu türlerin birbirlerinden farkına Seyidov çalışmasında değinmektedir. Ona göre; serbest birleşmeleri meydana getiren kelimeler asıl manalarından uzaklaşmazlar ve birleşmenin leksik-semantik değil de leksik-gramatik unsurları olurlar. Örnek: yaxşı əsər, hündür bina, kitabın cildi. Sabit birleşmeler ise dilin tarihi sürecinde oluşur ve sabitleşir, dilde onlar hazır bir şekilde bulunurlar. Bütün birleşmeleri meydana getiren sözler önceki anlamlarından çoğunlukla uzaklaşır ve bu sözler birleşmenin leksik-semantik unsurlara çevrilmiş olur. Bu sözler birleştikten sonra tek bir anlam ifade eder. Örnek: başına hava gəlmək, dilotu yemək, pərdə asmaq, sözündən dönmək (Seyidov vd., 2007, s. 43). Mirzǝliyeva da çalışmasında sabit söz birleşmeleri ve serbest söz birleşmeleri arasındaki farka şu şekilde değinmektedir: Serbest birleşmeler sadece gramer karakteri taşır, söz diziminin ana nesnesidir. Bu birleşmeleri meydana getiren sözler gerçek anlamlarını yitirmezler. Bu birleşmeler sabit birleşmelerden farklı olarak dilde hazır şekilde bulunmazlar. Sabit birleşmeler ise dilin tarihi gelişme süreci içerisinde yaratılır ve sabitleşir. Onlar birleşme esnasında gerçek anlamlarını kaybeder ve başka anlamlara gelirler. Sabit birleşmeler cümle tahlili yaparken ayrılamazlar ve tek bir cümle ögesi olarak kabul edilirler, şeklinde ifade etmektedir (Mirzǝliyeva, 2009, s. 39 40). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 83 Cǝfǝrov sabit söz birleşmeleri için Azerbaycan dilciliğinde frazeoloji vahidler, frazeoloji birleşmeler, terkip hisselerine bölünmeyen söz birleşmeleri, değişmez söz birleşmeleri, idiomatik ifadeler, leksik söz birleşmeleri, idiomlar, frazemler gibi birçok terim kullanıldığından bahsetmektedir (Cǝfǝrov, 2007, s. 88). Demirdağ çalışmasında Sabit söz birleşmeleri dilde var olan hazır birleşmelerdir. Örnek: baş eğmek, dile düşmek, ağız açmak. Sabit söz birleşmelerinin sırasını değişmek, sözleri birbirinden ayırmak, birini diğeriyle değiştirmek, aralarına başka kelime dâhil etmek mümkün değildir. Sabit söz birleşmelerinin diğer adı frazeoloji söz birleşmelerdir. Bu bağlamda sabit söz birleşmeleri dilciliğin frazeologiya bölümünde öğrenilmektedir, demektedir (Demirdağ, 2018, s. 147-148). Selim Cǝfǝrov frazeologiya başlığı altında verdiği sabit söz birleşmelerinin içine idiomlar, ibareler, hikmetli sözler, atalar sözleri ve zerb-i meseleleri dahil etmektedir. (Cǝfǝrov, 2007, s. 89), Bulutxan Xǝlilov (2008, s. 272) Mǝhǝebbǝt Mirzǝliyeva (2009) idiom terimi yerine frazeoloji vahid terimini kullanarak atalar sözleri, zerb-i meseller, yazarların yarattıkları masalvari ifadeler, aforizmler, rivayetli ifadeler, hikmetli sözler ve klişe ifadeleri buraya dahil etmektedir. Cǝfǝrov çalışmasında idiomlardan şu şekilde bahseder: Gerçek anlamı olan kelimelerin eşdeğerini, mecazi anlam olarak bildiren sabit söz birleşmelerine deyim denir. Deyimler, yapılarına ve anlamlarına göre kurulan sabit söz birleşmeleridir. İdiomlar aynı zamanda edebi, ayrıca sözlü dilde çok akıcı olan bir grup oluşturur. İdiomlar, kavuşma idiomlar, birleşme idiomlar ve uyuşma idiomlar olarak kendi arasında üçe ayrılır. Kavuşma idiomlar bileşimindeki kelimelerin tamamının mecazi anlamda kullanılmasıyla türlerinden farklıdır. Birleşme idiomlar birçok yönden kavuşma idiomlarına benzese de onlardan farklıdır. Kavuşma idiomlarında birleşen sözlerden birincisi değişmediği halde birleşme idiomlarındaki sözlerden birincisi iyelik eki alarak değişmektedir: Kǝllǝmi yǝrǝ atdım, kǝllǝsini yǝrǝ attı, ǝlim boşa çıxdı, dilimǝ getirdim, dilinǝ gǝtirdi gibi. Birleşme idiomlarında kelimelerin sadece birincisi iyelik eki aldığı halde uyuşma idiomlarında kelimelerin hem birincisi iyelik eki alır hem de bunlar arasına başka kelimeler dahil edilebilir. Örneğin; baş girlǝmek idiomu başını girlǝmǝk, başımı girlǝmǝk şeklinde veya başını bir tǝhǝr girlǝmǝk, başını çox girlǝmǝk şeklinde ifade edilebilir (Cǝfǝrov,2007, s. 89-94). Cǝfǝrov’un burada bahsettiği idiomlar Türkiye Türkçesinde kalıplaşmış dil birimleri içinde yer alan deyimlerdir. Oruçov Azerbaycan Türkçesinin izahlı lügati adlı sözlüğünde idiomu şu şekilde tanımlamış ve örnekler vermiştir: “Yalnız belirli bir dile has olan ve birleşmeden önceki anlamını yitiren, tek tek anlamları ile ilgisi olmayan, parçalanmayan söz birleşmesi; ifade, ibare, tabir; baş sındırmaq gözü doymamaq, gözünün odunu almaq” (Oruçov, 2006-II, s. 504). 84 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Xǝlilov çalışmasında idiom terimi yerine “frazeoloji vahid” terimini kullanmaktadır. Birleşmeyi meydana getiren bütün sözlerin gerçek anlamlarından ayrılarak bölünmez söz birleşmelerine dönüşmelerine qovuşma denir. Gözü su içmǝmǝk, topa tutmak bel bağlamaq gibi örnekler vererek bu tip frazeoloji vahidlerine dilcilikte “idiom” denir şeklinde idiomu tanımlamaktadır. Ceferov gibi idiomu anlam ve gramer özelliklerine göre frazeoloji qovuşma, frazeolojii birleşme (uyuşma) frazeoloji birlik olmak üzere üçe ayırmaktadır (Xǝlilov, 2008, s. 269270). Her ne kadar aynı dil gurubuna ait olsalar da Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesi’ndeki bazı deyimlerde, benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır. Bunun sebebi ise deyimlerin ait oldukları toplumun kültürel özelliklerinin, dünyaya bakış açılarının birbirinden farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu farklılıkların yanında özellikle Türkiye Türkçesinde organ adlarıyla kurulan deyimler Azerbaycan Türkçesinde de aynı olduğu gibi kullanılmaktadır. Oruçov’un “Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti” (2006) ve Altaylı’nın “Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü” (2005) taranarak çıkarılan “el” sözüyle kurulan 581 deyim incelemeye alınıp anlam bakımından Türkiye Türkçesinde “el” sözü ile başlayan deyimlerle karşılaştırılmıştır. Türkçe deyimler için Yusuf Çotuksöken’in “Türkçe Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü” (2004), Ömer Asım Aksoy’un “Atasözü ve Deyimler Sözlüğü” (1993), Ertuğrul Saraçbaşı’nın “Örnekleriyle Büyük Deyimler Sözlüğü” (2010) ve İsmail Parlatır’ın “Deyimlerimiz” (2007) adlı sözlükleri taranmıştır. Çalışmamız “Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde el ile başlayan ortak deyimler”, “Türkiye Türkçesinde olup Azerbaycan Türkçesinde olmayan el ile başlayan deyimler” ve “Azerbaycan Türkçesinde olup Türkiye Türkçesinde olmayan el ile başlayan deyimler” şeklinde üç başlık altında değerlendirilmiştir. Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde El ile Başlayan Ortak Deyimler: Çalışmamızda yer alan deyimler sadece kaynakça kısmında yer alan sözlükler kapsamında değerlendirilmelidir. Çünkü bir araştırmacının deyim olarak kabul ettiğini diğer araştırmacı söz öbeği olarak kabul etmektedir. Örneğin Azerbaycan Türkçesinde “ellerinden öper! əlini öpür! …”bekliyor!...yapabilirsin! deyimi deyimler sözlüğünde yer almaktadır. Fakat bu çalışmada bahsi geçen sözlüklerde deyim olarak alınmamıştır. “Ellerinden öper” söz öbeği Türkiye Türkçesinde mecazi anlamda “bu iş senin sen yaparsın” anlamında kullanılmaktadır. Deyimler hakkında yapılan çalışmalar incelendiğinde araştırmacıların bazı görüş ayrılıkları içerisinde olduğu görülmüştür. Araştırmacıların deyim tanımları Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 85 için çizdikleri sınırların farklı olduğu görülmektedir. Bazı araştırmacıların deyim olarak kabul ettiğini bazı araştırmacılar deyim olarak kabul etmemiş ve sözlüğünde yer vermemiştir. Akyalçın çalışmasında “Deyim diyebilmemiz için söz öbeğini oluşturan sözcüklerde öbeğin tamamı gerçek anlam boyutundan ayrılmış ve tamamen farklı bir anlam boyutuna geçmiş, değişmece/mecaz anlam kazanmalıdır. Bir anlam değişimi ve dönüşümü geçirmediği sürece bir söz öbeğinin deyim olması mümkün değildir” demektedir. Bu nedenle Türkçe Deyimler Sözlüklerine alınan birçok yapının deyim olmadığı ve bir söz öbeği, kalıp yapının deyim olabilmesi için taşıması gereken nitelikler olduğunu çalışmasında anlatmaktadır (Akyalçın, 2011, s. 122). Azerbaycan Türkçesinde “əl öpmək” 1. birisinin hürmeten elini öpmek. 2. yaltaklanmak, eğilmek. 3. yalvarmak, anlamlarında deyimler sözlüğünde yer almaktadır. Fakat Türkiye Türkçesinde yaptığımız dört sözlük taramasında sadece İsmail Parlatır deyim olarak sözlüğünde yer vermiştir. Azerbaycan Türkçesinde “əl ayağını topla! (yığışdır!)” kendine gel! uyarı ifadesi kullanılan deyim Türkiye Türkçesinde deyim olarak kullanılmaz.Fakat aynı anlamda bir söz öbeği olarak kullanılır. “ələ xına qoymaq” 1. ellerine kına yakmak. 2. ortaklı bir şeyde arkadaşını saf dışı bırakarak menfaati kendine almak. “ələ xına qoymaq” Azerbaycan Türkçesinde deyim olarak sözlüklere alınmışken Türkiye Türkçesi deyimler sözlüğünde yoktur. Azerbaycan Türkçesinde “əli gicişmək” 1. vurmak istemek, vurmak için bahane aramak. 2. eline para geçme ihtimali olmak, avucu kaşınmak, anlamlarına gelen deyim Türkiye Türkçesinde “avucunun içi kaşınmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Fakat çalışmamızda “el” sözü ile başlayan ortak deyimler sınıflandırımasına alınmamıştır. Azerbaycan Türkçesinde “əlində (əllərində) oynatmaq” kendine tâbi etmek, parmağında oynatmak, oyuncağı olmak, anlamlarına gelen deyim Türkiye Türkçesinde “parmağında oynatmak” şeklinde aynı anlamda, “əlini başına yığmaq” kendine gelmek, düşüncesini bir yere teksif etmek, toplamak, anlamlarına gelen deyim Türkiye Türkçesinde “aklını başına toplamak” şeklinde aynı anlamda, “əlini (əllərini) tərpədəbilməmək” ellerini bile kımıldatamamak, hiçbir şey yapamamak, anlamındaki deyim Türkiye Türkçesinde “kılını bile kıpırdatmamak” şeklinde aynı anlamda, “əlinin içi kimi bilmək (tanımaq)” çok iyi bilmek, en ince detayına kadar bilgi sahibi olmak, anlamlarına gelen deyim “avucunun içi gibi bilmek” şeklinde aynı anlamda, “əlini gözünün üstünə qoymaq” bu hareketle kendinden istenen bir işi memnuniyetle yapacağına söz verdiğini, yapmaya hazır olduğunu bildirmek, anlamlarında kullanılan deyim Türkiye Türkçesinde” başım gözüm üstüne” 86 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı şeklinde aynı anlamda kullanılmasına rağmen el sözü ile başlayan ortak deyimler sınıflandırılmasına gösterilmemiştir. Azerbaycan Türkçesinde “el” sözü ile başlayıp Türkiye Türkçesinde farklı bir deyim olarak aynı anlamlara gelen deyimlerin örneklerini çoğaltmak mümkündür. Çalışmamızda sadece “el” sözü ile başlayan deyimlere yer verilmiştir. əl açmaq:1. zor kullanmak, vurmaya kalkışmak, el kaldırmak, vuracak olmak. 2. müracaat etmek, başvurmak, istemek. 3. el açmak, yalvarıp rica etmek, dilenmek. el açmak: dilenerek, başkasından para ve yardım ister duruma düşmek; avuç açmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl açmak” deyiminin üçüncü anlamı Türkiye Türkçesinde “el açmak” şeklinde kullanılmaktadır. əl altdan vermək: gizlice vermek. əl altınca (altından): gizlice, gizli bir şekilde, kimseye bildirmeden. el altından: gizlice, kimsenin haberi olmadan. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl altdan vermək”, “əl altınca (altından)” deyimleri Türkiye Türkçesinde “el atından” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl altında: 1. hazır, amade. 2. yanında, önderliği altında. el altında: istenildiğinde kolayca alınabilecek, bulunabilecek yerde, hazırda. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl altında” deyimi Türkiye Türkçesinde de “el altında” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl aparmaq: el uzatmak, el atmak. əl atmak:1. teşebbüs etmek, girişmek. 2. yararlanmak, tatbik etmek, müracaat etmek, başvurmak. 3. elini uzatmak. 4. sataşmak, taciz etmek, tecavüz etmek istemek. el atmak (bir şeye): 1. yeni bir işe başlamak. 2. birisinin işine karışmak; müdahale etmek. 3. birine sarkıntılık etmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl aparmaq” ve “əl atmak” deyimleri Türkiye Türkçesinde “el atmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ayağa qalmaq: başkasının yardımına muhtaç duruma gelmek, fiziki gücü kaybolmak. əl ayaq götürmək: 1. yaşlılık, hastalık vs.’den dolayı artık herhangi bir iş yapamaz olmak. 2. tamamen vazgeçmek, peşini bırakmak. əl ayaqdan düşmək: 1. çok yorulmak, takati kalmamak. 2. ihtiyarlamak. əldə ayaqda qalmaq: yardıma muhtaç duruma düşmek, herhangi bir sebepten dolayı fiziki gücü veya aklî Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 87 dengesini yitirmek, hastalanmak, yatalak hâle düşmek vs. əldən düşmək: 1. çok yorulmak, takati kesilmek. 2. faydasız hâle gelmek, yıpranmak, kullanılmaz hâle gelmek, eskimek. 3. zayıflamak, gücünü yitirmek, hâlsizleşmek. əli ayağı tutmamaq: eli ayağı tutmamak, gücü kuvveti yerinde olmamak. əlindən ağacı düşmək: 1. ihtiyarlamak. 2. iş yapamaz hâle gelmek. əldən dildən düşmək: 1. zayıflamak, takatten düşmek, hâlsizleşmek. 2. yoksullaşmak. 3. yıpranmak, eskimek, kullanılmaz hâle gelmek. elden ayaktan düşmek: yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez duruma gelmek Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağa qalmaq” “əl ayaqdan düşmək” deyiminin birinci anlamı “əl ayaq götürmək”, “əldə ayaqda qalmaq”ve “əldən düşmək “, “əli ayağı tutmamaq”, “əlindən ağacı düşmək” deyimleri ve “əldən dildən düşmək” deyiminin birinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elden ayaktan düşmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ayağı bağlı olmaq: eli kolu bağlı olmak, bir iş yapamamak, çaresiz olmak. əlində girinc olmaq: 1. birinin iradesine tâbi olmak, karşısında hiçbir şey yapamamak, ona muhtaç duruma düşmek. 2. eli kolu bağlı olmak. əli qolu bağlı durmaq (dayanmaq): eli kolu bağlı durmak, herhangi bir sebepten dolayı hiçbir şey yapamamak, müdahale edememek, beklemek mecburiyetinde kalmak. əl ayağını kəsmək: hiçbir iş yapmasına müsaade etmemek, engel olmak. eli ayağı bağlı olmak: yapmak istediği bir şeyi, bir engel nedeniyle yapamaz durumda olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı bağlı olmaq”, “əlində girinc olmaq”, “əli qolu bağlı durmaq” “əl ayağını kəsmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli ayağı bağlı olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ayağı buza dönmək: 1. el ve ayaklarında can kalmamak. 2. elleri ve ayakları soğumak, soğuktan donmak. əli ayağı buz kəsilmək (tutmamaq): 1. çok üşümek, soğuktan elleri bir şey yapamayacak hâle gelmek. 2. çaresiz, dermansız olmak. eli ayağı buz tutmak: çok üşümek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı buza dönmək”, “əli ayağı buz kəsilmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli ayağı buz tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ayağı düz:1. normal, güzel olan kız veya çocuk. 2. doğru, dürüst kimse, terbiyeli, ahlâklı, namuslu. əli ayağı düzgün: eli ayağı düzgün, vücudunda herhangi bir sakatlığı veya kusuru bulunmayan. 88 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı eli yüzü düzgün: güzelce, çirkin olmayan. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ayağı düz” “əli ayağı düzgün” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli yüzü düzgün” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ayağı əsmək: (korkudan): eli ayağı titremek, çok korkmak. əlindən zağ zağ əsmək: birinden çok korkmak, karşısında tir tir titremek əli ayağı titremek: çok korkmak. eli ayağı titremek: korku, sinir, üzüntü vb. sebeplerle heyecanlanmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı əsmək”, “əlindən zağ zağ əsmək”, “əli ayağı titremek” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli ayağı titremek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ayağı tutmaq: iş yapacak durumda olmak, gücü kuvveti henüz yerinde olmak. eli ayağı tutmak: İş yapabilecek güçte olmak, bedeni gücü var olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı tutmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli ayağı tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ayağı yerdən üzülmək: 1. ümidi her taraftan kesilmek. 2. hayretler içinde kalmak, hayretten donup kalmak. əl ayağı yerə yapışmaq: hayret etmek. əlini dizinə çırpmaq (vurmaq): hayret etmek, şaşırmak, üzülmek. əlini başına çırpmaq (vurmaq): hayret etmek, üzülmek, yaptığına, ettiğine pişman olmak. əli üzündə qalmaq: hayret etmek. eli ağzında kalmak: çok şaşırmak, şaşırıp kalmak. eli ayagı(na) dolaşmak: telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşırmak, saçma sapan işler yapmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı yerdən üzülmək” ve “əl ayağı yerə yapışmaq”, “əlini dizinə çırpmaq”, “əlini başına çırpmaq”, “əli üzündə qalmaq” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli ağzında kalmak” ve “eli ayağı(na) dolaşmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ayağını it yeyib? elin yok mu? neden böyle beceriksizsin? əlimdə qatıq çalınmayıb ki: bizim elimiz armut toplamıyor, tehdide karşı verilen cevap. eli armut mu devşiriyor? (eli armut devşirmiyor ya?): “Bir kimse bir iş yapıyorsa, öteki de boş durmaz, aynı işi yapabilir.” anlamında. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağını it yeyib?” “əlimdə qatıq çalınmayıb ki” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli armut mu devşiriyor?” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 89 əl ayaq çəkiləndə (yığılan vaxt): ortalık sâkinleştiği zaman, kimse kalmadığı zaman, sessizlik oluştuğunda. əl ayaq çəkilmək (kəsilmək, yığılmaq, yığışılmaq, yığışmaq): gidiş geliş, hareket durmak, herkes evine gitmek, kimse kalmamak, ortalık sakinleşmek. el ayak çekilmek: ortada kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayaq çəkiləndə” ve “əl ayaq çəkilmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “el ayak çekilmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ayaq kəsilmək: 1. geliş gidiş olmamak. 2. çaresiz kalmak, ümidi kırılmak. əlini ayağını çəkmək: elini ayağını kesmek (çekmek), bir yere artık gidip gelmemek, alâkasını, ilişkisini kesmek. əl çəkmək:1. bırakmak, vazgeçmek, alâkasını kesmek. 2. alışkanlık edindiği bir şeyi bırakmak, terk etmek, vazgeçmek. 3. düşüncesinden, fikrinden vs. dönmek. 4. önemsemeden vazgeçmek, geçmek, hiçe saymak. 5. yüz çevirmek, artık kendinden saymamak, ilişkisini kesmek. 6. rahat bırakmak, yakasını birakmak. 7. bir şeyden çok korkmuş birinin başını okşayıp dua okuyarak yapılan merasim. elini ayağını çekmek (biri, bir yerden): Oraya uğramaz olmak, artık oraya gitmemek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayaq kəsilmək” “əlini ayağını çəkmək” deyimleri ve “əl çəkmək” deyimi yedinci anlamı dışında Türkiye Türkçesinde “elini ayağını çekmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl basmaq: yemin etmek. el basmak (bir şeye): Ekmek ya da kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak ant içmek, yemin etmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl basmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “el basmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl boyda: çok küçük, küçücük, ufacık, el büyüklükte. el kadar: çok küçük. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl boyda” deyimi Türkiye Türkçesinde “el kadar” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl çalmaq: 1. alkış çalmak, alkışlamak. 2. sevinmek. əl çırpmaq: el çırpmak, alkışlamak, alkış çalmak. el çırpmak :1. Alkışlamak, tempo tutmak. 2. birini çağırmak için ellerini birbirine vurmak. 90 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl çalmaq” ve “əl çırpmaq” deyimleri Türkiye Türkçesinde “el çırpmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl çirki (kiri): paraya önem vermediğini belli etmek için söylenen söz, paraya tiksinti ve iğrenme duygusuyla verilen ad. el kiri: hiçbir değeri olmayan, geçici (özellikle para için söylenir) Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl çirki” deyimi Türkiye Türkçesinde “el kiri” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl dəymək: el değmek, el dokunmak, temas etmek. elini sürmek (bir şeye, birine): birine herhangi bir kötülük yapmak; dövrnek, tecavüz etmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl dəymək” deyimi Türkiye Türkçesinde “elini sürmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl dəyməmiş: hiç kullanılmamış, saflığı bozulmamış. el değmemiş: hiç dokunulmamış, kullanılmamış. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl dəyməmiş” deyimi Türkiye Türkçesinde “el değmemiş” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl əl baş çıxmaq: kârsız ve zararsız işi kapatmak, zoraki durumu kurtarmak. əl əl baş başa çatmaq: denk gelmek, fazla eksik olmamak, zoraki yetmek, kifayet etmek. əl əldə, baş başda: el elde baş başta, elde olan her şeyin bitip tükendiğini bildirir. el elde baş başta: hiçbir şeysiz, hiçkimsesiz, yapayalnız. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl əl baş çıxmaq”, “əl əl baş başa çatmaq”, “əl əldə, baş başda” deyimleri Türkiye Türkçesinde “el elde baş başta” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl əl gəzdirmək: elden ele dolaştırmak, her tarafı dolaştırmak. əl əl gəzmək: 1. bakmak veya okunmak için birbirine verilmek (çok beğenilen şey). 2. meşhur olmak, değerli olmak. əldən ələ gəzmək (keçmək): 1. elden ele dolaşmak. 2. çok sevilmek, el üstünde tutulmak. elden ele dolaşmak: pek çok kişi tarafından kullanılmak, birçok sahip eline geçmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl əl gəzdirmək”deyimi, “əl əl gəzmək” deyiminin birinci anlamı ve “ələ gəzmək (keçmək)” deyiminin birinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elden ele dolaşmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 91 əl əl üstə oturmaq: hiçbir iş yapmamak. el el üstünde oturmak: herhangi bir iş yapmadan boş oturmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl əl üstə oturmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “el el üstünde oturmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl əldən üstündür: el elden üstündür, senden de güçlü insanlar vardır. əl üstündə əl var: her şahıstan güçlü bir şahıs var anlamında. el elden üstündür : her şeyin daha iyisi bulunmaktadır, anlamında. Azerbaycan Türkçesinde “əl əldən üstündür” ve “əl üstündə əl var” deyim olarak kullanılırken Türkiye Türkçesinde “el elden üstündür”şeklinde atasözü olarak kullanılmaktadır. əl ələ tutmaq: el ele vermek, birbirine yardım etmek, yardımlaşmak, birlikte çalışmak. əl ələ vermək: 1. birbirinin elini tutmak. 2. beraber bir yerde çalışmak, beraber bir iş yapmak, elbir olmak. el ele vermek: 1. güçleri birleştirip iş birliği yapmak, yardımlaşmak. Azerbaycan Türkçesinde “əl ələ tutmaq” ve “əl ələ vermək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “el ele vermek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl eləmək (etmək): 1. seslemek, çağırmak için elini sallamak, el işareti ile seslemek. 2. vedalaşma ifadesi olarak elini sallamak. el etmek: bir kimseyi el işaretiyle çağırmak. Azerbaycan Türkçesinde “əl eləmək (etmək)” deyimi Türkiye Türkçesinde “el etmek”şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ətək çəkilmək: el ayak çekilmek, kalmamak. əlini ətəyini çəkmək: elini eteğini kesmek, herhangi bir şeyle ilişkisini, bağını kesmek. elini eteğini çekmek: uğraştığı şeyle artık uğraşmaz olmak. Azerbaycan Türkçesinde “əl ətək çəkilmək”, “əlini ətəyini çəkmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elini eteğini çekmek”şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ətək eləmək: yalvarmak, rica etmek. əl ətək olmaq: yalvarmak, yalvararak herhangi bir konuda yardım istemek. əl mənim, ətək sənin: bir yalvarış, rica ifadesi. əlinə ayağına düşmək: eline ayağına düşmek, yalvarıp yakarmak, çok yalvarmak. əlim ətəyinə: bir yalvarış ifadesi, “senden başka ümidim yoktur”. elini ayağını öpeyim: “Çok yalvarıyorum.” anlamında bir şeyin yapılmasını isterken söylenir. el etek öpmek: bir işi yaptırmak için çok yalvarmak. 92 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Azerbaycan Türkçesinde “əl ətək eləmək”, “əl ətək olmaq”ve “əl mənim, ətək sənin” “əlim ətəyinə”, “əlinə ayağına düşmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elini ayağını öpeyim” ve “el etek öpmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl qaldırmaq (qalxızmaq): 1. el kaldırmak, vurmaya teşebbüs etmek. 2. seçim zamanı elini kaldırarak biri lehinde oyunu kullanmak. 3. el kaldırmak, elini kaldırarak bir şeyin lehinde veya aleyhinde oy kullanmak. 4. el kaldırmak, teslim veya tâbi olduğunu bildirme işareti olarak elini veya ellerini kaldırmak. 5. dua etmek. 6. elini kaldırarak söz istemek. el kaldırmak: 1. söz istemek ya da oy verdigini belirtmek için elini havaya kaldrmak. 2. kendisinden büyüğe vuracakmış gibi davranmak. Azerbaycan Türkçesinde “əl qaldırmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “el kaldırmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl qoymaq: 1. razı olmak, rıza gösterdiğini bildirmek. 2. herhangi birinin bir rahatsızlığından dolayı veya çok korkmasından ötürü başını okşayarak dua etmek. 3. el koymak, bir şeye sahiplenmek; bir işe başlamak. el koymak: bir yolsuzluğu ortaya çıkarmak, incelemek, vaziyet etmek. 2. yetkili organ bir malı veya bir kuruluşu kendi yönetimine almak.3. üstüne konmak. Azerbaycan Türkçesinde “əl qoymaq” deyiminin ikinci anlamı dışında Türkiye Türkçesinde “el koymak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl ovuşdurmaq: pişman olmak, şaşırmak, çaresiz kalmak. el ovuşturmak: 1. Birinin karşısında ezilip büzülmek. 2. birinin kötü duruma düşmesine içten içe sevinmek. Azerbaycan Türkçesinde “əl ovuşdurmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “el ovuşturmak” deyiminin birinci anlamıyla aynı anlamda kullanılmaktadır. əl sıxmaq: el sıkmak, tokalaşmak, el ele vererek selamlaşmak. əl tutmaq: 1. ellerini tokalaştırarak selamlaşmak, merhabalaşmak. 2. anlaşmak, anlaşma işareti olarak birbirinin elini sıkmak. 3. yardım etmek, maddi yardım etmek, borç vermek. əl tutuşmaq: el sıkışmak, tokalaşmak. əl verib görüşmək: tokalaşmak. el sıkmak: tokalaşmak, selamlaşmak için birinin elini tutmak. Azerbaycan Türkçesinde “əl sıxmaq”, “əl verib görüşmək” , “əl tutuşmaq” deyimleri ve “əl tutmaq”deyiminin üçüncü anlamı dışında Türkiye Türkçesinde “el sıkmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl sürtməmək: 1. dokunmamak. 2. bir işi yapmamak. el sürmemek: 1. Dokunmamak, hiç değmemek. 2. yapımına başlamamak. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 93 Azerbaycan Türkçesinde “əl sürtməmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “el sürmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl üstündə aparmaq: özen göstermek, itinayla taşımak. əl üstündə saxlamaq (tutmaq): el üstünde tutmak, itina göstermek, çok değer vermek. əldə gəzdirmək: el üstünde tutmak, çok nazlı büyütmek, ihtimamla büyütmek, üzerine fazla titremek. əldən ələ gəzmək (keçmək): 1. elden ele dolaşmak. 2. çok sevilmek, el üstünde tutulmak. el üstünde tutmak: bir kimseye çok sevgi ve saygı göstermek. Azerbaycan Türkçesinde “əl üstündə aparmaq” “əldə gəzdirmək” ve “əl üstündə saxlamaq” deyimler ve “əldən ələ gəzmək (keçmək)” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “el üstünde tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl vurmaq: 1. dokunmak, temas etmek. 2. karışmak, girişmek, dokunmak, müdahâle etmek. 3. alkış çalmak, alkışlamak. 4. yemin etmek. el sürmek: değmek, ilişmek, almak. Azerbaycan Türkçesinde “əl vurmaq” deyiminin bir ve ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “el sürmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldə qalmaq: elde kalmak, elinde kalmak, satılmamak. elinde kalmak: 1. bir şeyi istediği halde satamamak, elinden çıkaramamak.2. bir kişinin zarar görmesi, bir eşyanın kullanılamaz duruma düşmesi. Azerbaycan Türkçesinde “əldə qalmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinde kalmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldə olmaq: elde olmak, hazır olmak, elde bulunmak. elinde olmak: 1. istediğinde o işi yapabilmek. 2. o şeye sahip bulunmak. 3. bakımı, gözetimi altında olmak. Azerbaycan Türkçesinde “əldə olmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinde olmak” deyiminin ikinci anlamıyla örtüşmektedir. əldə ovucda bir şey qalmamaq: elde avuçta bir şey kalmamak, elindekilerin tamamını yitirmek, hiçbir şeyi kalmamak. elde avuçta bir şey kalmamak: parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldə ovucda bir şey qalmamaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elde avuçta bir şey kalmamak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. 94 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı əldə ovucda nə varsa: elde avuçta ne varsa, ne varsa tamamı, hepsi. elde avuçta ne varsa: elindeki bütün mal, mülk, para. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldə ovucda nə varsa” deyimi Türkiye Türkçesinde “elde avuçta ne varsa” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldən buraxmaq: 1. fırsatı kaçırmak, bırakmak. 2. vazgeçmek, uğraşmamak. 3. kaçırmak, kaçmasına fırsat vermek. əldən qaçırmaq: 1. fırsatı kaçırmak, bırakmak. 2. vazgeçmek, uğraşmak. 3. elden kaçırmak, kaçmasına fırsat vermek. əldən getmək: 1. üzerine titremek. 2. birini çok sevmek, arzulamak, âşık olmak, aşkından deliye dönmek. 3. elden gitmek, bir şeyi elden kaçırmak. 4. ölmek, kaybolmak, yitip gitmek. əldən qoymaq: elden bırakmak, elden kaçırmak. elden kaçırmak: elde edilebilecek bir şeyden türlü sebeplerle yararlanamamak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən buraxmaq”, “əldən qaçırmaq”, “əldən qoymaq” deyimleri ve “əldən getmək “deyiminin üçüncü anlamı Türkiye Türkçesinde “elden kaçırmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldən çıxarmaq (çıxartmaq): 1. elden çıkarmak, satmak. 2. elden kaçırmak, kaybetmek, yitirmek. 3. herhangi bir işi tamamlamak, bitirmek. elden çıkarmak (bir şeyi): o şeyi satmak, başkasına devretmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən çıxarmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elden çıkarmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldən gəl! 1. arg. ver! bayıl! uçlan! 2. bir şeyi kutlama ifadesi, “kutlayalım”. elden gel: . 1. “Seni kutlarım.” “Paramı hemen ver.” anlamında. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən gəl” deyimi Türkiye Türkçesinde “elden gel” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldən gəlmək: mümkün olmak, yapılmak, yapmak, becermek, becerilmek. elinden gelmek: yapabilmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən gəlmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden gelmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldən qurtarmaq: kurtulmak, canını kurtarmak. elinden kurtulmak: birinden kaçmayı başarmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən qurtarmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden kurtulmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldən nə gələr? çaresi yok, ne yapılabilir, yapılacak bir şey yok anlamında. elden ne gelir: “Ne yapılabilir?” anlamında çaresizlik bildirir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 95 Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən nə gələr?” deyimi Türkiye Türkçesinde “elden ne gelir” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldən salmamaq: elden düşürmemek, bir şeyle uzun müddet ilgilenmek. elinden düşürmemek: kitap, tespih gibi, elde kullanılan bazı eşyayı ara vermeden kullanmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən salmamaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden düşürmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əldən tutmaq: yardım etmek. əldən yapışmaq: yardım etmek. əlindən tutmaq (yapışmaq): elinden tutmak, birine maddî yönden yardım etmek, yardım elini uzatmak. əl ayaq vərmək: yardım etmek. əl yetirmək: yardım etmek. əlini tutmaq: 1. birine engel olmak. 2. birine yardım etmek. elinden tutmak: destek olmak, ilerlemesi için yardımda bulunmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən tutmaq”, “əldən yapışmaq”, “əlindən tutmaq”, “əl ayaq vərmək”, “əl yetirmək” deyimleri ve “əlini tutmaq” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elinden tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl uzatmaq: 1. almaya, ele geçirmeğe, elde etmeğe teşebbüs etmek. 2. almak için ellerini uzatmak. 3. sataşmak, tecavüz etmek istemek, eliyle sarkıntılık etmek. 4. yardım istemek, yardım dilemek, yardım için birine başvurmak. 5. yardım etmek, yardım eli uzatmak. elini uzatmak (birine): ona yardım etmek, destek olmak. Azerbaycan Türkçesinde “əl uzatmaq” deyiminin dört ve beşinci anlamı Türkiye Türkçesindeki “elini uzatmak” deyimi ile aynı anlamda kullanılmaktadır. ələ almaq: l. ele almak, bir şeye başlamak. 2. kandırmak, tatlı dille kendini inandırmak, kontrolünü eline geçirmek, kendine tâbi etmek. ele almak (bir şeyi): 1. bir şey üzerinde çalışmaya başlamak. 2. bir şeyi inceleyip araştırmak, eleştirmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ələ almaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “ele almak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. ələ baxmaq: 1. muhtaç durumda olmak, birilerinin vereceği maddi yardımda gözü olmak. 2. başkasının hâkimiyetinde olmak. əlinə baxmaq: eline bakmak, birine muhtaç olmak, birinin yardımıyla geçinmek. 96 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı eline kalmak (birinin): kendisine yardım edecek ya da bakacak ondan başka kimsesi kalmamak. eline bakmak (birinin): bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ələ baxmaq”, “əlinə baxmaq” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eline kalmak” ve “eline bakmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. ələ keçirilmək: ele geçirilmek, yakalanmak, tutulmak. ələ keçirmək: 1. bulmak, elde etmek. 2. ele geçirmek, yakalamak. 3. hâkimiyetine almak, sahip olmak, benimsemek ələ keçmək: 1. bulunmak, ele geçmek. 2. yakalanmak, ele geçmek, tuzağa düşmek. əlinə almaq: 1. ele geçirmek, sahip olmak, sahiplenmek, hâkimiyeti altına almak. 2. kendi hâkimiyetine almak, kendi tarafına çekmek. əldə etmək (eləmək): elde etmek, bir şeye sahip olmak, ele geçirmek, bulmak, kazanmak. əlinə düşmək: eline düşmek, pençesine düşmek, egemenliğine girmek. əlinə keçmək: eline geçmek, pençesine düşmek.əlinə salmaq: elde etmek, bulmak, ele geçirmek.ələ düşmək (girmək): 1. ele geçmek, yakalanmak. 2. bulunmak, elde edilmek. 3. yıpranmak, kullanılmayacak hâle gelmek. 4. kötü yola düşmek. ələ gətirmək: 1. elde etmek, ele geçirmek, sahip olmak. 2. tavlamak, kendine tâbi etmek. 3. yakalamak. ələ salmaq: 1. ele geçirmek, elde etmek, bulmak. 2. kandırmak, maskara etmek, dalga geçmek, maskaraya çevirip oynatmak. eline düşmek (bir şey birinin) (biri birinin): 1. o şey (yer vb.) onun egemenliği, buyruğu altına girmek. 2. ona yakalanmak. 3. kendisine hıncı bulunan bir kimseye muhtaç duruma gelmek. eline geçmek (bir şey) (birisi): 1. kazanmak, elde etmek. 2. bulmak. 3. yakalamak. elde etmek (bir şey) (birini): 1. bir şeye sahip olmak, onu edinmek. 2. bir şey meydana getirmek, üretrnek. 3. bir kimseyi kendi yanına çekmek. 4. bir kimseyi kendi hizmetine almak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ələ keçirilmək”, “ələ keçirmək”, “ələ keçmək” “əlinə almaq”, “əldə etmək”, “əlinə düşmək”, “əlinə keçmək”, “əlinə salmaq” deyimleri “ələ düşmək (girmək”) deyiminin bir ve ikinci anlamı “ələ gətirmək” deyiminin bir ve üçüncü anlamı, “ələ salmaq”deyiminin birinci anlamı Türkiye Türkçesinde “eline düşmek”, “eline geçmek”,” elde etmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. ələ vermək: ele vermek, teslim etmek; haber vermek, yakalatmak, yakalanmasına sebep olmak, ihbar etmek. ele vermek (birini): 1. suçlu bir kişiyi güvenlik kuvvetlerine haber verip yakalatmak. 2. aynı suçu işlemiş bir kişinin suç arkadaşlarını, kendisi yakalanınca baskı ya da çözülme sonucu güvenlik kuvvetlerine yakalatmak. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 97 Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ələ vermək” deyimi Türkiye Türkçesinde “ele vermek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli açıq olmaq: eli açık olmak, yardımsever olmak, elinde olanları başkalarından esirgememek. eli açık: cömert, çok para harcayan, sakınmadan para verebilen. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli açıq olmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli açık” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli ağır olmaq: 1. bir kimse bir şeyi bir mağazadan vs. satın aldıktan sonra o mağazanın müşterisi az olmak. 2. kuvvetli, güçlü olmak, darbesi etkili olmak. eli ağır: 1. yavaş iş yapan (kimse). 2. eliyle vurduğunda acıtan kimse. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ağır olmaq” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “eli ağır” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli altında olmaq: yakında hazır bir şekilde olmak, her an kullanıma hazır olmak, beklemek, istediği anda kullanabilecek durumda olmak. əlinin altında: elinin altında. kontrolünde, hâkimiyetinde. 2. yakınında, elinin ulaştığı yerde. elinin altında olmak: 1. her zaman kolayca alınıp yararlanılabilecek yerde ve yakınlıkta olmak. 2. hazırda bulundurmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli altında olmaq”, “əlinin altında” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinin altında olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli ayağı bir birinə dolanmaq (dolaşmaq): eli ayağı birbirine dolaşmak, şaşırıp kalmak, telâşa düşmek, ne yapacağını bilmemek. eli ayağı(na) dolaşmak: Telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşırmak, saçma sapan işler yapmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ayağı bir birinə dolanmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli ayağı(na) dolaşmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli ayağı olmaq: eli ayağı olmak, yardımcısi olmak, her işine yaramak. eli ayağı olmak: başka bir kimse için en ideal şekilde yardımda bulunarak onun sorumluluğunda olan işleri yapmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ayağı olmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli ayağı olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli boşa çıxmaq:1. işi, meşguliyeti bitmek. 2. boş olmak, hiç olmak, boşuna heder olup gitmek, hiçbir sonuç çıkmamak. 3. eli boş çıkmak, arzusuna ulaşama- 98 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı mak, istediği olmamak, hayal kırıklığına uğramak, neticesiz kalmak, hiçbir şey elde edememek, umduğunu alamamak. əliboş qalmaq: işsiz güçsüz kalmak. eli boş çıkmak: umduğunu alamamak, başarısızlığa uğramak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli boşa çıxmaq” deyiminin üçüncü anlamı ve “əliboş qalmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli boş çıkmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əliboş qayıtmaq: eli boş dönmek. eli boş dönmek (bir yerden): istediğini elde edemeden dönmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əliboş qayıtmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli boş dönmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli böyründə (qoynunda) qalmaq: eli böğründe kalmak, çaresiz kalmak, ne yapacağını bilememek. əli (əlləri) döşündə (sinəsində) dayanmaq: bir durum karşısında acze düşüldüğünü anlatan bir ifade, ne yapacağını bilemeyen bir kimsenin durumunu sergiler. əlləri qoynunda qalmaq: 1. çok zavallı, üzgün duruma düşmek. 2. işini yapacak şeyleri kaybederek çaresiz durumda kalmak, ne yapacağını bilmemek. əli qoltuğunda (qoltuqda) qalmaq: 1. yoksullaşmak, fakirleşmek. 2. kendisi için çok önemli olan bir şeyini kaybetmek ve bundan dolayı üzüntüye kapılmak. 3. çaresiz durumda kalmak, ne yapacağını bilememek. eli böğründe (koynunda) kalmak: başarısızlığa uğramak, bir iş yapamaz duruma düşmek; umutsuz, çaresiz duruma düşmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli böyründə (qoynunda) qalmaq” “əli (əlləri) döşündə (sinəsində) dayanmaq”, “əlləri qoynunda qalmaq” deyimleri ve “əli qoltuğunda (qoltuqda) qalmaq” deyiminin iki ve üçüncü anlamları Türkiye Türkçesinde “eli böğründe (koynunda) kalmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli çörəyə çatmaq: eli ekmek tutmak, bir işe, göreve başlamak, para kazanmaya başlamak. eli ekmek tutmak: geçimini sağlayacak duruma gelmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli çörəyə çatmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli ekmek tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli darda olmaq (qalmaq): maddî sıkıntıda olmak. eli darda: para sıkıntısı içinde. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli darda olmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli darda” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 99 əli dursa ayağı tərpənər: eli dursa ayağı durmaz, çok hareketli kimse. əli dinc durmamaq: rahat durmamak, her şeye dokunmak, hareketli olmak. əli dinc oturmamaq: 1. devamlı olarak bir şeyle meşgul olmak. 2. hiç gerek olmadan dokunmak, el vurmak, dokunarak, kurcalayarak bozmak, harap etmek. eli dursa ayağı durmaz: kıpırdak, hareketli kimse Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli dursa ayağı tərpənər”, “əli dinc durmamaq”, “əli dinc oturmamaq”deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli dursa ayağı durmaz” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli getməmək: yapmak istememek, yapamamak, bir şeyi yapmaya eli varmamak. eli gitmemek: bir işi yapmaya istekli olmamak, gönlü razı olmamak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli getməmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli gitmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli (hər yerdən, hər tərəfdən) üzülmək: ümidi kesilmek, çaresiz kalmak, mahrum olmak, elinden kaçırmak. əlindən getmək l. elinde tutamamak, elinden kaçırmak. 2. kaybetmek, yitirmek, yok olmak, ölmek. əlindən qaçırmaq (vermək) :1. bir şeyi elinden kaçırmak, fırsatı kaçırmak. 2. bir şeyi kaybetmek. əlindən vermək: elinde tutamamak, elinden kaçırmak. əlindən getmək: l. elinde tutamamak, elinden kaçırmak. 2. kaybetmek, yitirmek, yok olmak, ölmek. elden (elinden) kaçırmak (bir şeyi): Onu elde etmek fırsatını yitirmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli (hər yerdən, hər tərəfdən) üzülmək”, “əlindən getmək”, “əlindən qaçırmaq”, “əlindən vermək”, “əlindən getmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elden (elinden) kaçırmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli ilə qoymaq: bir şeyin nerede olduğunu çok iyi bilmek, eli ile koymuş gibi bilmek. eliyle koymuş gibi bulmak: aradığı şeyi söylenen yerde çok kolay bulmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ilə qoymaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eliyle koymuş gibi bulmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli iş tutmaq:1. çocukluktan veya bir hastalıktan kurtulmadan vs. dolayı iş yapmaya başlamak. 2. bir işi becermek, eli iş yapmaya yatkın olmak. əli işdə olmaq: çalışmak, bir işle meşgul olmak. eli ekmek tutmak: geçmini sağlayacak duruma gelmek. 100 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli iş tutmaq”, “əli işdə olmaq” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli ekmek tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli işə yatmaq: eli işe yatmak, becerikli olmak, eli işe yatkın olmak. əli yatqın: eli yatkın, eli bir işe alışık olan. əli yatmaq: l. eli yatmak, bir işi yapabilme becerisi olmak, yapabilmek. 2. arzuladığı, istediği şekilde olmak. eli yatmak (bir işe): bir işi yapabilecek el becerisi edinmiş olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli işə yatmaq”, “əli yatqın” deyimleri ve “əli yatmaq” deyiminin birinci anlamı Türkiye Türkçesinde “eli yatmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli qalxmaq: kendinden yaşça büyük, çok sevilen birini, çocuğu, kadını, kardeşi vs. dövmek, vurmak veya böyle bir düşünceyi aklından geçirmek (genelde karşıt anlamda kullanılır). el kaldırmak: kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli qalxmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “el kaldırmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli qələm tutan: eli kalem tutan, bilgili, okumuş yazmış, kültürlü. eli kalem tutmak: l. yazı yazmayı bilmek. 2. bir konu hakkında başarılı bir biçimde yazı yazma yeteneğine sahip olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli qələm tutan” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli kalem tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli öyrəşmək: eli alışmak, becermek, ustalaşmak. eli alışmak (bir şeye): 1. bir işte ustalık kazanmak. 2. herhangi bir davranışı alışkanlık haline getirmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli öyrəşmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli alışmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli pul görmək: eli para görmek, eline para geçmek. eli para görmek: eline para geçmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli pul görmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli para görmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli qulağındadır: 1. bir şeyin olma arefesinde olması, yapılma vaktinin yaklaşmasını bildirir, yakın zamanda, çok yakında anlamında. 2. süratle bir işi yapma, yapıp bitirme. 3. şimdi. 4. çabucak, hemen. eli kulağında: olması ya da gerçekleşmesi çok yakın. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 101 Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli qulağındadır” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli kulağında” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. ǝli (əlin) qurusun! elin kurusun, elin tutmaz olsun, elin bir iş yapmaz olsun. eli kurusun: eli tutmaz olsun, eli bir iş göremez olsun! anlamında kullanılan bir ilenme sözü. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ǝli (əlin) qurusun” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli kurusun” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli silah tutan: eli silah tutan, silah kullanabilen, savaşabilen. eli silah tutmak: silah kullanıp savaşabilecek durumda olmak Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli silah tutan” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli silah tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əliəyri olmaq: eli uzun olmak, hırsız olmak. əli uzun: eli uzun, fırsat düştüğünde bir şeyler aşıran, çalan kimse. əliuzunluq etmək (eləmək):başkasının malına, parasına vs. göz dikip, onu eline geçirmeye çalışmak. eli uzun: fırsatını bulunca eline geçirdiklerini aşıran, hırsız. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əliəyri olmaq”, “əli uzun”, “əliuzunluq etmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli uzun” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlim qırıldı: 1. çok yoruldum. 2. meyus olma, arzusuna ulaşmama ifadesi. 3. istediğini elde edememe ifadesi. eli kırılmak: eli, işe yatkın bir duruma gelmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlim qırıldı” deyiminin birinci anlamı Türkiye Türkçesinde “eli kırılmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. ǝlim yaxanda olsun: öbür dünyada bana olan borcunu ödersin anlamında (iki) elim yakanda : ahirette, hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını istemek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ǝlim yaxanda olsun” deyimi Türkiye Türkçesinde “(iki) elim yakanda” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlimi üzdüm (yudum): artık sana inanmıyorum, senden ümidimi kestim. elini yumak: o şeyi artık yitirmiş olmak, o şeyi bir daha göremez, yapamaz vb. duruma düşmek ya da o şeyden artık umudunu kesmek, onunla ilgilenmekten, uğraşmaktan vazgeçmek. 102 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlimi üzdüm” deyimi Türkiye Türkçesinde “elini yumak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlin cibində olsun! sende biraz para harca! əlini cibinə salmaq: 1. elini cebine atmak. 2. cebinden bir şey çalmak. 3. para harcamak. elini cebine atmak: para çıkarmaya davranmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlin cibində olsun”deyimi ve “əlini cibinə salmaq” deyiminin bir ve üçüncü anlamı Türkiye Türkçesinde “elini cebine atmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlin sınsın! elin kırılsın! yapılan bir işten duyulan hoşnutsuzluğu bildirir. elin kurusun: eli kurusun: “Elin tutmaz, bir iş görmez olsun.” anlamında ilenç. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlin sınsın!” deyimi Türkiye Türkçesinde “elin kurusun” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlində tutmaq: 1. bir şeyi veya malı satmamak. 2. bir şeye hâkim olmak, kimseye bırakmamak. elde (elinde) tutmak (bir şeyi): bir duruma ya da işe hakim olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlində tutmaq” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elde (elinde) tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlində qalmaq: 1. bağlı olmak, tâbi olmak, bir şeyden kurtulamamak. 2. bir şeyi satamamak, elinden çıkaramamak. 3. birinden kurtulamamak, yakasını kurtaramamak, onun hâkimiyetinde kalmak. elinde kalmak (bir şey, mal): o şeyi, malı satamamak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlində qalmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinde kalmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlində olmaq: 1. imkânı, kudreti, becerisi dahilinde olmak. 2. birinin veya kendi hâkimiyetinde, emrinde, idaresinde, hukukunda olmak. 3. parası olmak, zengin olmak. 4. bir şeye sahip olmak. əlindən gəlib getmək: elinde olmak, uhdesinde, hâkimiyetinde olmak. elinde olmak (bir şey): o şeyi yapabilecek durumda olmak, o şey onun yetkisi, becerisi içinde olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlində olmaq”, “əlindən gəlib getmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinde olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 103 əlindən almaq: 1. birini bir şeyden mahrum etmek, yoksun bırakmak. 2. zaptetmek, zorla almak. 3. başkasının malına, sahip olduğu bir şeye vs’ye zorla veya başka bir yolla sahip olmak. 4. mahrum etmek, yoksun bırakmak. elinden almak (bir şeyi, birisi): birini sahip olduğu bir şeyden, bir kimseden yoksun bırakmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən almaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden almak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən bir iş gəlməmək: elinden bir iş gelmemek, bir şey yapamamak, çaresizlik veya yeteneksizlikten dolayı öylece kalakalmak. elinden bir iş gelmemek: hiçbir iş yapamamak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən bir iş gəlməmək”deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden bir iş gelmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən düşməmək: her zaman elinde olmak, yere bırakmamak, hiçbir zaman ondan ayrılmamak, ayrı kalamamak. elinden düşürmemek (bir şeyi): sürekli onunla ilgilenmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən düşməmək”deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden düşürmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən (əlinizdən) gələni beş (min) qaba çək (çəkin): elinden geleni ardına koyma, her ne yapabiliyorsan yap, hiçbir şeyden korkum yoktur. elinden geleni ardına koymamak: elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən (əlinizdən) gələni beş (min) qaba çək (çəkin)” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden geleni ardına koymamak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən gələni etmək (eləmək): 1. mümkün olan her şeyi yapmak, yapabildiği her şeyi yapmak. 2. ne beceriyorsa, ne kadar kötülük varsa yapmak, gücünün yettiğini yapmak. əlindən gələni əsirgəməmək: elinden geleni esirgememek, mümkün olan her şeyi yapmak. əlinə düşəni: ne varsa, azdan çoktan ne varsa. elinden geleni yapmak: bir işi bilgisinin ve gücünün yettiği kadarıyla yapmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən gələni etmək” deyiminin birinci anlamı ve “əlindən gələni əsirgəməmək”, “əlinə düşəni” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinden geleni yapmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən gələr: beklenir, yapar (menfi anlamda). əlindən gəlmək: elinden gelmek, becermek, gücü yetmek, imkânı dahilinde olmak. elinden gelmek: söz konusu şeyi yapma becerisi olmak. 104 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən gələr”, “əlindən gəlmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinden gelmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən iş çıxmamaq: elinden iş çıkmamak, hiçbir iş becerememek. əlindən iş gəlməmək: elinden iş gelmemek, becermemek, hiçbir şey yapamamak, gücü yetmemek, aciz olmak. elinden iş çıkmamak: elindeki işi zamanında bitirememek; elindeki işi sürüncemede bırakmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən iş çıxmamaq”, “əlindən iş gəlməmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinden iş çıkmamak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən qaçmaq: yakasını kurtarmak, canini kurtarmaya çalışmak. əlindən qurtarmaq (qurtulmaq): 1. felâketten, eziyetten, ölümden kurtulmak. 2. canını, yakasını kurtarmak. əlindən yaxa qurtarmaq: kurtulmak, yakasını kurtarmak. elinden kurtulmak: birinden kaçmayı başarmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən qaçmaq”, “əlindən qurtarmaq”, “əlindən yaxa qurtarmaq” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinden kurtulmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən su içmək: … ‘e benzemek, …’nın huyunu, suyunu kapmak, birinin terbiyesi ile yetişmek, ona benzemek. elinden su içmek: herhangi bir işi iyi yapan bir kişiden onu öğrenebilmek ya da onun kadar iyi yapabilmek Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən su içmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden su içmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlinə dov düşmək: eline firsat geçmek. əlinə fürsət düşmək (keçmək): eline firsat düşmek, imkân bulmak. eline fırsat geçmek: imkan bulmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlinə dov düşmək” ,“əlinə fürsət düşmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eline fırsat geçmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlinə kişi əli dəyməmək (dəyməmiş olmaq): eline erkek eli değmemek, temiz olmak, pak olmak. eline erkek eli değmemiş olmak: kız, namuslu olmak. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 105 Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlinə kişi əli dəyməmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “eline erkek eli değmemiş olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlini isti sudan soyuq suya vurmamaq: 1. bir iş yapmamak, rahatını bozmamak, sıkıntı çekmemek, kendini rahatsız edecek işleri yapmamak, rahatı yerinde olmak. 2. maddi durumu iyi olmak, kendi yerine hizmetçi çalıştırmak. elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: evde hiçbir işe el sürmemek, çok nazlı olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini isti sudan soyuq suya vurmamaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlinə su tökəbilməz (tökməyə yaramaz): iki kişiyi kıyaslarken birinin diğerinden çok üstün olduğunu bildirir. eline su dökemez: “Bu kirnse, adı geçen kimsenin tırnağı bile olamaz, onunla aynı değerde değildir.” anlamında. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlinə su tökəbilməz” deyimi Türkiye Türkçesinde “eline su dökemez” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlini (ürəyinə) döşünə qoyaraq: emin bir şekilde, güvenerek. elini kalbine koymak: doğru, yansız, adil davranmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini (ürəyinə) döşünə qoyaraq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elini kalbine koymak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlini əlinə vurmamaq: 1. iş yapmamak, çalışmamak. 2. (kız veya kadına) dokunmamak. eli eline değmemek: herhangi bir yakınlaşma olmamak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini əlinə vurmamaq” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “eli eline değmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlini qana batırmaq: elini kana bulamak, birini öldürmek. elini kana bulamak: bir kimseyi yaralamak ya da öldürmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini qana batırmaq” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elini kana bulamak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. 106 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı əlini qolunu tovlaya tovlaya gəlmək: elini kolunu sallaya sallaya gelmek, gelirken hiçbir şey getirmemek. elini kolunu sallaya sallaya gelmek: bir yere eli boş olarak, hiçbir armağan almadan gitmek. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini qolunu tovlaya tovlaya gəlmək” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elini kolunu sallaya sallaya gelmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əllərin ağrımasın! “elin kolun var olsun anlamında yapılan bir işten dolayı duyulan memnuniyeti bildiren bir temenni ifadesi. eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık “Yaptığın iş iyi olmuş teşekkür ederim. “ anlamında. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əllərin ağrımasın” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əliynən qoymuş kimi tapmaq: eliyle koymuş gibi bulmak, bir şeyi hiç aramadan hemen, kolayca bulmak. eliyle koymuş gibi (bulmak) (bir şeyi, birini): aradığını hemen, kolayca (bulmak). Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əliynən qoymuş kimi tapmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eliyle koymuş gibi (bulmak)” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əllər yuxarı! “ellerini kaldırarak teslim ol” anlamında bir emir ifadesi. eller yukarı: “Ellerini yukan kaldır ve teslim ol!” anlamında uyarı sözü. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əllər yuxarı” deyimi Türkiye Türkçesinde “eller yukarı” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əllərin dərd görməsin: ellerin dert görmesin, Allah razı olsun anlamında iyi dilek sözü. ellerin dert görmesin :”Ellerine sağlık.” anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əllərin dərd görməsin” deyimi Türkiye Türkçesinde “ellerin dert görmesin” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl əməyi (zəhməti): elle görülen iş. el emeği: 1. elde yapılan iş, ürün. 2. elle yapılan çalışmanın karşılığı ücreti. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 107 Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl əməyi ” deyimi Türkiye Türkçesinde “el emeği” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əllərim yanıma düşsün! ellerim yanıma gelsin! Allah canımı alsın doğru söylüyorum! ellerim yanıma gelsin: “Allah canımı alsın ki doğru söylüyorum.” anlamında kullanılan bir söz. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əllərim yanıma düşsün” deyimi Türkiye Türkçesinde “ellerim yanıma gelsin” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlli ayaqlı adam: becerikli kimse. elli ayaklı: çalışkan, eli ayağı tutan, hünerli, işgüzar, gösterişli. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlli ayaqlı adam” deyimi Türkiye Türkçesinde “elli ayaklı” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əliylə verib ayaqlarıyla axtarmaq (dalınca getmək): ödünç verdiyi şeyin geri getirilmemesi sebebiyle peşine gitmek. elinle ver, ayağınla ara: ödünç aldığı şeyi geri vermeyi geciktirenler için söylenir. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əliylə verib ayaqlarıyla axtarmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinle ver, ayağınla ara” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən su dammaz: çok cimri kimseler için kullanılır. eli sıkı: cimri, kolay para harcamayan (kimse). Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən su dammaz” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli sıkı” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əlindən çıxmaq: 1. hazırlamak, yapmak, meydana getirmek. 2. birinin önderliği altında hazırlanmak, yetişmek, öğrenmek. 3. kaybetmek, yitirmek, mahrum olmak. 4. kendisi yapmış olmak. (usta) elinden çıkmak: işinin ehli olan bir kimse tarafından yapılmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən çıxmaq” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “(usta) elinden çıkmak” deyimi ile aynı anlamda kullanılmaktadır. əldən düşmə:1. kullanılmış, eski. 2. tesadüfen ucuza alınan mal. elden düşme: az kullanılmış ya da sahibinden ucuza alınmış (mal). 108 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən düşmə” deyimi Türkiye Türkçesinde “elden düşme” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əl üstü: acele ile. El çabukluğu. əldən (əli) iti: eli çok çabuk, hızlı el çabukluğu: 1. bir işi çabuk biçimde yapma ustalığı. 2. bir şeyi sezdirmeden yapma. el çabukluğuna getirmek (bir şeyi): bir işi, hilesini sezdirmeden çabucak yapmak. eli (eline) çabuk: çabuk iş yapan (kimse). Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl üstü” ,“əldən (əli) iti” deyimi Türkiye Türkçesinde “el çabukluğu”, “el çabukluğuna getirmek”, “eli (eline) çabuk” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. əli qalınlaşmaq: eline çokça para gelmek, paralanmak. eli bollaşmak: para yönünden rahatlamak. eli genişlemek: eline bol para geçmek, harcama olanağı olmak. Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli qalınlaşmaq deyimi Türkiye Türkçesinde “eli bollaşmak”, “eli genişlemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır. Türkiye Türkçesinde Olup Azerbaycan Türkçesinde Olmayan El ile Başlayan Deyimler el ağzıyla çorba içmek: başkalarının sözlerini benimsemek, düşüncelerini savunmak. el almak (birinden): bir sanat öğrenen çırak, ustasından kendi başına iş yapabilme iznini almak. el bebek, gül bebek: çok sevilen ve nazlı büyütülen, şımarık çocuk için söylenir. el beğenmezse yel (yer) beğensin: “insanı beğenecek kişiler olmazsa, şerefsiz yaşayacağına ölmesi daha iyidir.” anlamında. elde bir: kesinlikle gerçekleşecek şey. el değiştirmek: bir şeyin sahipliği ya da kullanımı birinden bir başkasına geçmek. ele alınmaz: çok kötü şeyler için söylenir. ele avuca sığmamak: söz dinlememek, şımarık ve taşkın davranışlarda bulunmak. ele gelmek: 1. bir şey elle tutunabilir duruma gelmek. 2. bebek kucağa alınacak kadar büyümek. el ense çekmek: güreşte, rakibin ensesine elini atıp çekmek. eli açık: cömert, para harcamaktan çekinmeyen kimse. eli hafif: acıtmadan iş gören (dişçi, iğneci). eli işte (aşta), gözü oynaşta: iş yapar görünen, fakat aklı başka şeylerde olan havai (kimse). eli mahkum: “bu işi yapmak zorunda.” anlamında. eli maşalı: şirret, edepsiz, kavgacı (kadın). elinden bir kaza (sakatlık) çıkmak: istemeyerek birisini yaralamak ya da öldürmek. elinden hiçbir şey kurtulmamak: her şeyi becerebilecek yetenekte olmak. eline doğmak (biri): onu çocukluğundan beri yakından tanımak. eline vur, ekmeğini (ağzından) al: sessiz; pısırık (kimse). elinin hamuruyla erkek işine karışmak: bilmediği, yapamayacağı bir işe girişmek.elini oynatmak: 1. bir işi yaparken hızlanmak. 2. gereken durumlarda parayı esirgemek. elini veren kolunu alamaz: Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 109 “çıkarcı bir kimsedir. Senin cömert, yardımsever biri olduğunu anlarsa, elinden zor kurtulursun.” anlamında. eli olmak (bir şeyde): 1. bir işe herhangi bir biçimde katkıda bulunmak. 2. bir işle gizli bir ilişkisi olmak. eli sopalı: zorba, sert, baskıcı (kimse, yönetim). eli şakağında: düşünceli, tasalı, kimse. elle tutulacak tarafı olmamak: değerli, güvenilir bir yönü bulunmamak. elle tutulur gözle görülür: çok belirgin, çok açık olan. el yordamıyla: görmeden, elle yoklayarak. Azerbaycan Türkçesinde Olup Türkiye Türkçesinde Olmayan El ile Başlayan Deyimler əl ataşa düşmək: ne yapacağını şaşırmak, ne yapacağını bilememek. əl ayağa gəlmək: bir işi hemen yapıp bitirmek. əl ayağa salmaq: 1. heyecanlandırmak, ortalığı velveleye vermek, herkesi ayaklandırmak. 2. yalvartmak. əl ayağı bir yerə yığılmaq: 1. evlenmek. 2. toparlan. mak. əl ayağı kol kosa vermək: kendini helâk etmek, çok çaba sarf etmek. əl (əli) ayağı qurumaq (sustalmaq): 1. zayıflamak, takatten düşmek. 2. ölüm anı yaklaşmak, hevesi kaçmak. 3. kol kanadı kırılmak, bir şeyi yapma meyli, ilgisi azalmak. əl ayağı soyumaq: 1. hevesi kırılmak, artık üzerinde çalıştığı şeyi yapmak istememek, çalışmak istememek. 2. bir şeyi yapacak morali kalmamak. 3. ölümü yaklaşmak, ölmek. əl ayağı üzülmək: ümidi kesilmek, çaresiz kalmak, mahrum olmak, elinden kaçırmak, kaybetmek. əl ayağını bir yerə yığmaq: 1. evlendirmek. 2. (insanları) bir araya getirmek, bir yere toplamak. 3. işi düzene sokmak, rayına oturtmak. əl ayağını dağıtmaq: acele etmek. əl ayağını itirmək: 1. kendini kaybetmek, ne yapacağını bilmemek. 2. korkuya kapilmak, korkudan ne yapacağını şaşırmak. əl ayağını qayırmaq: hazırlamak, hazırlık yapmak. əl ayağını ölçmək: bağırıp çağırmak; el kol hareketi yapmak. əl ayağını sazlamaq: hazırlanmak, hazırlık görmek. əl ayağını yığışdırmaq: 1. bir işi bitirmek, sona erdirmek. 2. düzenlemek, tanzim etmek. 3. uyarılma sonucunda hareketlerini kontrol etmek. 4. bir yere gidip gelmekten vazgeçmek. əl ayağını yığmaq: 1. toparlamak. 2vazgeçmek, ilgilenmemek. 3. tâbi olmaya, hâkimiyetini kabul etmeğe mecbur etmek, önüne geçmek, istediği gibi hareket etmeğe müsaade etmemek, belirli bir sınır içinden dışarı çıkmasına müsaade etmemek. 4. haddini bildirmek. əl ayaq açmaq: 1. hareketlenmek, istediği gibi hareket etmek, serbest hareket etmek. 2. önündeki engeller kalkmak. 3. imkân, güç elde etmek. əl ayaq altında qalmaq: l. ayak altında ezilmek, ayak altında kalmak. 2. nüfuzu zedelenmek, itibarı ayaklar altına düşmek. əl ayaq atmaq: çabalamak, çırpınmak. əl ayaq çalmaq: 1. çabalamak, hareket etmek. 2. ölüm anında olmak. əl ayaq çatmamaq (yetişməmək): çok uzakta olmak, görüşmek mümkün olmamak. əl ayaq eləmək (etmək): 1. çabalamak, çaba sarf etmek, hareket etmek, gecikmemek, çabuk hareket etmek. 2. bulmak, elde etmek. 3. bir işi vaktinden önce veya vaktinde bitirmek gayesiyle bir şeyi 110 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı yapmak maksadıyla süratle ve var güçle çalışmak. əl ayaq qoymaq: özellikle çok korkmuş birinin başını sıvazlayarak dua okumak. əl ayaq oynatmaq: 1. çabalamak. 2. korkutmak, tehdit etmek. əl ayaq tərpətmək: süratli çalışmak, hareket etmek, acele etmek, çaba sarf etmek. əl ayaqda olmaq: 1. bir işin bitmesi için çaba sarf etmek, çalışıp çabalamak. 2. bir işin yapılması için hazırlık görmek. 3. uyanık olmak, bir şeye hazır olmak, hazırlık yapmak, tebdir almak. əl bağlamağına dəyməz: değersiz, kıymetsiz, gereksiz, faydasız, hiçbir fayda beklenmeyen şey konusunda. əl çalıb gülmək: alay etmek, dalga geçmek. əl duaya götürmək: dua etmek. əl əl üstə dayanmaq (durmaq): hazır, emre amade bir şekilde beklemek. əl asası: tutunacak, yaslanacak şey, destek, dayanak. əl gəzdirmək: 1. bir şeyi bozmak veya karıştırmak. 2. araştırmak, ellemek. 3. üzerinde biraz çalışmak, düzene koymak, düzeltmek. 4. çalmak, soymak, hırsızlamak. 5. tamir etmek, onarmak. əl götürmək: 1. yakasını bırakmak, vazgeçmek 2. ilişkisini kesmek. əl ilişdirmək: bir işle meşgul olmaya başlamak. əl kəsmək: kötülük etmek, namertlik etmek. əl qatmaq: 1. karışmak, meşgul olmak, işe, olaya karışmak. 2. yapışmak. al qol açmaq: 1. büyük imkânlara sahip olmak, geniş bir alanda faaliyet göstermeğe imkân bulmak, engelleri aşmak. 2. çabalamak, kımıldanmak. əl qol atmaq:1. çabalamak. 2. heyecanla, hiddetli bir şekilde konuşmak, elini kolunu sallayarak konuşmak, hiddetten köpürmek. əl qol ölçmək: el kol hareketi yapmak, elini kolunu hareket ettirmek. əl qolunu ölçə ölçə: 1. sinirli hareketler yaparak. 2. başkasını tehdit ederek. əl qolunu ölçələmək (ölçmək): konuşurken elleriyle hareketler yapmak, el kol hareketi yapmak. əl qolunu yığışdırmaq: hareket imkânı bırakmamak. əl saxlamaq: devam etmemek, yaptığı işi durdurmak. əl suya yetirmək: abdest bozmak, tuvalet ihtiyacını gidermek. əl tapmaq: üstün olmak, galip gelmek, yenmek. əl tərpətmək: 1. işi geciktirmemek için acele etmek, daha seri çalışmaya başlamak. 2. vurmak için hazırlık yapmak, vurmak istemek, vurmak için elini kaldırmak. əl ulağı: her işe koşturulan kimse. əl uzatsan, çatar: çok yakın yer için kullanılır. əl üzmək: ümidini kesmek, artık beklememek. əl varaq eləmək: bir kitabı veya defteri çok karıştırmak. əldə qoymaq: 1. yarım bırakmak. 2. el atında bulunacak yerde saklamak. əldən ayaqdan diri (iti): çevik, hareketli. əldən dildən getmək: kendini paralamak, çok çaba sarf etmek. əldən dildən iti (zirək): çevik, hareketli kimse. əldən dildən salmaq: 1. çok yormak, eziyet etmek, takatten düşürmek. 2. perişan etmek. əldən gedəni həzrət abbas malı eləmək:1. kaybedilen bir şey için üzülmemek. 2. kendine ait bir şeyi hayrat, hayır niyetiyle birilerine hediye etmek, vermek. 3. kendine ait bir şeyi güç kullanarak alan kimselere söylenen beddua ifadesi. əldən ələ qapmaq: kapış kapış etmek. ələ alanda qavaldır, götə soxanda zurna: işe yaramaz şey, faydasız şey. ələ dağ basmaq: tövbe etmek, bir şeyi bir daha yapmamak üzere bırakmak. ələ daş vermək: bir şeyle kandırmak. ələ dolamaq: aldatmak, oyuncak gibi oynatmak, kandırmak. ələ düdük vermək: bahane edeceği şeyi vermek. ələ düşməz: Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 111 böyle iyisi, güzeli, lezzetlisi yoktur anlamında. əli ağzına çatmaq (yetmək): kimseye muhtaç olmadan yaşamak; kendi kendine yetmek. əli ağzındadır: yemekten başka bir şey düşünmüyor. əli ağzında qalmaq: hayret etmek, şaşırmak. əli bala batmaq: mutluluğa kavuşmak, bahtiyarlığa ermek. əli aşağı düşmək: yoksullaşmak, fakirleşmek. əli boğazına ilişmək: yemek içmekle meşgul olmak. ǝli böyüklər ətəyində olmaq: 1. büyük şahsiyetler tarafından desteklenmek, yukarılarda adamı olmak. 2. babasından, annesinden, büyüklerinden maddî yardım almak. əli çıraqlı axtarmaq: mumla aramak. əli əldən üzülmək: yardımsız ve desteksiz tek başına kalmak, yardımcısı kalmamak, çaresiz duruma düşmek. əli əllərdə qalmaq: başkalarına muhtaç duruma gelmek. əli əllərdə olmaq: yukarılarda dayısı olmak. əli ərindən üzülmək: kocasından ayrılmak durumunda kalmak. əli (əlləri) ətəyinden uzun gəlmək: bir işi yapmak için gitmek ve yapamadan geri dönmek, başarısız olmak. əli (əlləri) ətəyinden uzun olmaq: bir yere birşeyler yapmaya gitmek, lâkin herhangi bir şey yapamadan dönmek. əli əyri olmaq: hırsız olmak, sürekli olarak bir şeyleri yürütmek. əli gödək: maddî sıkıntıda olan, yoksul. əli gödək olmaq: 1. bir şeye gücü yetmemek, yapamamak. 2. maddî gücü az olmak. Maddi imkânı yetmemek, parası olmamak. əli ilə bel vermək: 1. bir şeye sebep olmak. 2. kendi başını belâya sokmak. əli işdən soyumaq: herhangi bir sebepten dolayı çalışmak istememek, çalışma isteğini yitirmek. əli qolu soyumaq: hevesi gitmek. əli kəsilmək: bir şeyden mahrum olmak, yoksun kalmak. əli keşkə atmaq: elinin derisi kabuklanmak. əli qurğuşun: darbesi ağır kimseler için kullanılır. əli qurşağını bağlasın: birine duyulan memnuniyeti bildiren alkış ifadesi. əli pulla oynamaq: parayla oynamak, kazancı iyi olmak, parası çok olmak. əli soyumaq: hevesi kaçmak, morali bozulmak, eli soğumak. əli (əlləri) sustalmaq: hevesi kaçmak, morali. bozulmak, ümidi kırılmak, ümitsizliğe kapılmak. əli şahlar ətəyində olmaq: yüksek seviyeli kimseler tarafından kollanmak, hamisi olmak. əli təmiz olmaq: işinde doğru olmak, emanet edilen şeye ihanet etmemek. əli üstə qalxmaq: 1. yerinden fırlamak. 2. şaha kalkmak. əli yağa batmaq: şansı yaver gitmek, durumu iyileşmek. əli yaxasından üzülmək: en son şansını da yitirmek. əli yağa bulaşmaq: çok para kazanmak. əli yandımda axtarmaq: fıldir fıldır aramak. əli yanmaq: l. istediğini yapamamak, istediğini elde edememek, yanılmak, bir şeyde başarısızlığa uğramak. 2. pişman olmak. əli yerdən göydən üzülmək: ümidi kaybolmak, ümit ettiği kapıların hepsi kapanmak. əlim yandı ilə: heyecanlı, aceleci ve ısrarlı bir şekilde. əli yüngül: katılmasıyla uğur, başarı, mutluluk getiren adam. əliçıraqlı axtarmaq: mumla aramak, haddinden fazla gerekli olmak, hava ve su gibi gerekli olmak, büyük bir dikkatle aramak ve seçmek. əlimin içindən (ortasından) gəlir: iyi ediyorum, keyfim böyle istiyor anlamında (bir harekete karşı yapılan itiraza verilen cevap). əlimin duzu yoxdur: kime iyilik ediyorsam kötülük görüyorum. əlimizə iş verdi: 112 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı bizi sıkıntıya soktu. əlimyandıya düşmək: şaşırmak, ne yapacağını bilememek, zor duruma düşmek, çıkılmaz vaziyette kalmak. əlin götünə yetişməsin! sakat olasın! mizahî bir ilenme ifadesi. əlin yağlıdır öz başına çək: o kadar beceriklisin kendine bir çul doku. əlində aciz qalmaq: çok zor durumda kalmak, çaresiz kalmak. əlində yağı (yağın) daşsa da! acilen! acele olarak! əlində.. var: elinde vardır, elinde .. bulundurur. əlində tutumu olmamaq: sakar olmak. əlindən bezar olmaq: gırtlağa çıkmak, canına tak etmek, bıkmak, usanmak. əlindən boğaza yığılmaq: canına tak etmek. əlində ovucunda qalsın: ölmesin, çok yaşasın. əlindəki toyuğu uçan qazla dəyişməmək: peşini bırakıp veresiye ardınca gitmemek. əlindən dada (tenga, zara, zinhara) gəlmək: bizar olmak, bıkmak, usanmak, illallah etmek, yakasını kurtaramamak, tahammülü kalmamak, gırtlağa dayanmak. əlindən düşsün! kargıma, beddua ifadesi. əlindən xata çıxmaq: istemeden birini öldürmek. əlindən qaçaq düşmək:belirli sebepler yüzünden evinden, işinden, yurdundan ayrılmak zorunda kalmak. əlindən zəncir çeynəmək: birine çok sinirlenmek, hiddetlenmek. əlinə bel vermək: tahrik etmek, fitlemek. əlinə cız basmaq: yapılan bir şeyden ağzı yandığından dolayı bir daha onu yapmamak üzere kendi kendine söz vermek. əlinə çöp (çöpü cüt cüt, cütləyib) verər: aldatır, kandırır, başından savar. əlinə çöp vərmək: 1. aldatıp başından savmak, kandırmak. 2. elinde nesi var nesi yoksa kumarda hepsini almak, ütmek. əlinə düdük vermək: aldatmak, kandırmakbir şey vaat ederek kandırmak. əlinə göz dikmək: maddi yardım beklemek, maddi yönden ona muhtaç olmak. əlinə qab almaq: ayak yoluna gitmek, tuvalet ihtiyacını gidermek. əlinə zurna vermək:yalan vaatlerde bulunmak, yalan vaatlerle kandırmak. əlinə zurna veriblər çala çala gedib: yalan vaatlerle kandırıp yollamışlar. əlini bənd etmək: bir iş yapmaya başlamak. əlinə su tökmək :1. soyup soğana çevirmek. 2. elindeki şeyi çok ucuza kapmak. əlini çör çöpə atmaq: çaresiz kalıp küçük şeylerden yapışmak. əlini daldan bağlayıb: bu ondan da kötü bir insandır. əlini əlinə vermək: kavuşturmak, görüştürmek, birleştirmek, kavuşmalarını sağlamak. əlini hara ucadı ora qoy: istediğin yere şikâyet et. əlini özündə saxla! “ilişme, sataşma, el hareketi yapma, yaparsan cevabını alırsın” anlamında. əlini özündə saxlamaq: vurmak için kaldırdığı eline hâkim olmak, darbe vurmamak. əlini işə salmaq 1. iş yapmaya başlamak. 2. sohbet ederken el şakası yapmak. əlini tuşlamaq: eli ile bir şeyi veya bir tarafi göstermek, elini uzatmak. əlini kəsmək: 1. bir şeyden mahrum etmek, bir kimsenin bir şeye karışmasına, parmak uzatmasına son vermek. 2. ümidini kesmek, vazgeçmek. əlini kol kosa atmaq:çaresizlikten dolayı her şeye yönelmek, her şeyden medet ummak. əlini qabağa vermək: 1. engel olmak. 2. problem çıkarmak, karşı gelmek. əlini üzmək: 1. meyus olmak, artık beklememek. 2. unutmak, vazgeçmek. əlini qulağının dibinə qoymaq: belirli bir ahenkle şarkı, türkü söylemek. əlinin barını yeməmək: elinin emeğini, kazancını yememek. əlini oxumaq :karşı tarafın niyetini anlamak, sırrını bilmek. əlinin dalı qabağını tanımır: Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 113 beceriksizin, unutkanın biridir. əlinin dalını yerə qoymaq: 1. teslim olmak, yenildiğini itiraf etmek. 2. kendine tâbi etmek, yenmek. əlini özgə cibində qızdırmaq: yankesicilik etmek, birinin parasını yürütmek. əlinin duzu yoxdur: emeği, liyakati gereği gibi değerlendirilmeyen kimseler için kullanılır. əlinin duzunu dadmaq: yeteneğini, becerisini anlamak. əlinin qabağına əl qoymaq: öne geçmek, üstün olmak. əlinin suyu olmamaq: hiçbir iş yapamamak, beceriksiz olmak. əlinin suyunu dadmaq (içmək): 1. birinden faydalanmak. 2. tokadını yemek. əlivi (əlini) daşa atasan qızıla dönə! tuttuğun altın olsun! bir temenni. əlləri dalında: 1. ellerini arkasında kenetlemiş, hâlde. 2. kasınarak, böbürlenerek. 3. kendinden emin bir şekilde. əllərini görmək olmamaq: çok süratli, hızlı çalışmak. əlləri qızıldır: mahir bir usta ve sanatkar için kullanılır. əllərini yana salmaq: ayakta sessizce hareketsiz durmak, kımıldamamak. əlləri ürəklərində (ürəklərinin üstündə) qalmaq: endişeli olmak, bir şey hakkında endişelenmek. əlləri yanına sallanmaq: mahzunlaşmak, ümitsizliğe kapılmak, morali bozulmak. əllərini Allah dərgahına qaldırmaq (qalxızmaq): Allah’a yüz çevirerek ellerini göklere kaldırıp ona yalvarmak, bir şey dilemek. əllərini ölçmək: ellerini hareket ettirerek konuşmak, konuşurken ellerini oynatmak, el kol hareketi yapmak. əlli ayaqlı getmək: izsiz tozsuz kaybolmak. əlli ayaqlı itirmək: temelli yok etmek, öldürmek. əlli ayaqlı itmək (yox olmaq): kaybolmak, yok olmak. əlli ayaqlı razı olmaq: tamamen razı olmak, kabul etmek. əlli dilli itmək: hiçbir haber alınamamak, kaybolup gitmek. Sonuç Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesi aynı dil grubunda yer almaktadır. Aralarında ses bilgisi, şekil bilgisi, anlam bilgisi bakımından farklılıklar bulunmasına rağmen Azerbaycan Türkçesi Türkiye Türkçesine en yakın lehçedir. Yaptığımız çalışmada Azerbaycan Türkçesinde “el” ile başlayan deyimlerin çoğunluğunun ortak olduğu tespit edilmiştir. Oruçov’un “Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti” (2006) ve Altaylı’nın “Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü” (2005) taranarak “el” sözüyle kurulan 581 deyim incelemeye anlam bakımından incelemeye alınmıştır. Türkiye Türkçesinde “el” sözü ile başlayan deyimler için Yusuf Çotuksöken’in “Türkçe Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü” (2004), Ömer Asım Aksoy’un “Atasözü ve Deyimler Sözlüğü” (1993), Ertuğrul Saraçbaşı’nın “Örnekleriyle Büyük Deyimler Sözlüğü” (2010) ve İsmail Parlatır’ın “Deyimlerimiz” (2007) adlı sözlükler taranarak karşılaştırma yapılmıştır. Türkiye Türkçesinde “el” ile başlayan deyimlerle karşılaştırılmıştır. İncelememiz sonucunda Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde el ile başlayan ortak deyimlerin sayısı 199, Türkiye Türkçesinde olup Azerbaycan Türkçesinde olmayan el ile başlayan deyimlerin sayısı 27, Azerbaycan Türkçesinde olup Türkiye Türk- 114 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı çesinde olmayan el ile başlayan deyimlerin sayısı ise 170 olarak tespit edilmiştir. Sayısal anlamda her iki lehçede ortak olan deyimleri sayısı fazla çıkmaktadır. Azerbaycan Türkçesinde olup Türkiye Türkçesinde olmayan deyimlerin sayısı ise azımsanmayacak derecededir. Deyimler ait oldukları toplumun kültürünü dile yansıtmaları bakımından başvurulabilecek en doğru dil hazinelerinden biridir. Azerbaycan Türkçesi dil bakımından en çok ortaklığın bulunduğu dil olmasının yanı sıra düşünce yapısı, davranış tarzları, hayata bakış açıları bakımından da Türk toplumuyla benzerlikler göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinin ortak deyim varlığı açısından çok zengin olduğunu görüyoruz. Görüldüğü gibi, Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesi’nde “el” sözü ile başlayan deyimlerin bazıları aynı anlamları taşımaktadır, ancak bazı deyimlerde anlamlar farklılık gösterebilir. Her iki lehçe, kendi kültürel ve sosyal yapılarına göre dildeki deyimleri şekillendirmiştir. Buna bağlı olarak, ortak deyimlerin bazılarında anlam farklılıkları bulunmaktadır ve bu farklılık yerel dil ve kültürel bağlamla ilişkilidir. Kaynakça Aksan, D. (1995). Türkçenin sözvarlığı. Engin Yayınevi. Aksan, D. (1982). Her yönüyle dil ana çizgileriyle dilbilim. Türk Dil Kurumu. Aksoy, Ö. A. (1993). Atasözleri Ve Deyimler Sözlüğü. İnkılap. Akyalçın, N. (2011). “Türkçe Deyimler Sözlüklerine Alınmış, Deyim Olmayan Kimi Söz Öbeklerine İlişkin Bir Değerlendirme” Folklor/Edebiyat, 17/68 (4), 121-142. Altaylı, S. (2005). Azerbaycan Türkçesi deyimler sözlüğü. Prestij Matbaası. Cəfərov S. (2007). Müasir Azərbaycan dili II, Leksika. Şərq-Qərb. Çotuksöken, Y. (2004). Türkçe atasözleri ve deyimler sözlüğü. Toroslu Kitaplığı. Demirdağ, E. A. (2018) “Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde kelime gruplarının tasnifi üzerine” TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, 6/15, 139-149. Xəlilov, B. (2008). Müasir Azərbaycan dilinin leksikologiyası. Nurlan. Korkmaz, Z. (1992). Gramer terimleri sözlüğü. Türk Dil Kurumu. Mirzəliyeva, M. (2009). Türk Dıllərının Frаzеоlоgıyаsı I. Nurlаn. Orucov, Ə. (2006). Azerbaycan dilinin izahlı lüğeti. C I-II, Şərq-Qərb. Parlatır, İ. (2007). Deyimlerimiz. Yargı Yayınevi. Saraçbaşı, E. (2010). Örnekleriyle büyük deyimler sözlüğü. Yapı Kredi. Seyidov, Y., Abdullayəv Ə., Ağamalı, H. (2007). Müasir Azərbaycan dili IV, Sintaksis. Şərq-Qərb. Sinan, A. T. (2008). Deyim kavramı üzerine notlar. I. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 18/ 2, 91-98. Türkçe sözlük (2005). Türk Dil Kurumu. TÜRKMEN TÜRKÇESİNDE ‘YOK’ SÖZCÜĞÜNÜN GRAMERLEŞMESİ VE OLUMSUZLUK ÜZERİNE Doç. Dr. Cahit BAŞDAŞ, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-8555-6096 Bitişken diller arasında yer alan Türkçe, oldukça geniş ve düzenli bir ek sistemine sahiptir. Bilinen en eski metinlerde kullanılan bazı ekler herhangi bir değişikliğe uğramadan varlığını sürdürürken bazı eklerin şekil ve / veya işlev bakımından kısmen ya da tamamen değiştiği gözlenmektedir. Tarihî süreçte değişen, kalıplaşan veya belirli lehçelerde artık kullanılmayan eklerin yerini yenileri almıştır [ör. Gelecek zaman ekleri: (-DAçI, -GAy, -(I)sAr, -AcAk]. En eski metinlerde bulunmayan bazı ekler ise dilin gelişme sürecinde yeni durum ve ihtiyaçları karşılamak üzere sonradan ortaya çıkmıştır (ör. Şimdiki zaman ekleri: (-A turur > -AdUr; -A yorır > (I)yor, vb.). Kelime türetme ve çekim / işletim gibi önemli görevler üstlenen bu dil birimlerinin şekil ve işlevleri gibi nasıl ortaya çıktıkları da merak konusudur. Eklerin kökeni (morfoetimoloji) konusunda farklı görüşler ileri sürülmüş; bunlardan özellikle bitişim ve kaynaşma teorileri genel kabul görmüştür. Kaynaşma (fusion) teorisine göre ekler, tek sesten oluşan küçük birimlerin birleşip kaynaşması sonucu oluşmuştur (Kuznetsov, 1997, s. 194; Serebrennikov - Gadjieva, 2011, s. 102). Bazı eklerin birleşip kaynaşarak zamanla yeni eklere dönüştüğü bilinmektedir. Ancak bu birleşik ekleri oluşturan küçük dil birimlerinin ya da eklerin nasıl ortaya çıktığı izaha muhtaçtır. 18. yüzyılın ortalarında (1746) Fransız filozofu É. B. Condillac tarafından ileri sürülen ve 19. yüzyılın ilk yarısında özellikle F. Bopp ve W. Von Humboldt tarafından sağlam temellere dayandırılan bitişim (agglutination) teorisine göre eklerin kaynağı bağımsız dil birimleridir. (Kuznetsov, 1997, s. 194; Gökçe, 2013, s. 21). Bağımsız dil birimleri, tarihî süreçte anlam ve ses kaybına uğrayarak bağımlı birimlere dönüşmüştür. Geçen yüzyılın başında (1912) Fransız dil bilimci Antoine Meillet’in literatüre kazandırdığı grammaticalization (gramerleşme / dilbilgiselleşme) terimi ile ifade edilen bu sürecin ilk aşamasında sözlüksel değer taşıyan bağımsız sözcüklerin anlamında kayıplar olur ve çok anlamlı kararsız yapılar ortaya çıkar (Demirci, 2008, s. 452; Lehmann, 2015, s. 1). İkinci aşamada büyük kategoriler (isimler, fiiller), kademeli olarak küçük kategorilere (edatlar, yardımcı fiiller) 116 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı dönüşür. Üçüncü aşamada gramerleşmeye uğrayan dil biriminin kullanılış sıklığı artar ve ses kayıpları görülür (Gökçe, 2013 s. 30). Böylece bağımsız sözlüksel birimler, kademeli olarak bağımlı birimlere dönüşür ve gramerleşme süreci ideal olarak sıfırla sonuçlanır (Gökçe, 2013, s. 30; Can, 2017, s. 40). Morfoetimoloji çalışmaları, Türkçedeki pek çok ekin gramerleşme (dilbilgiselleşme / ekleşme) sonucu ortaya çıktığını göstermiştir. Türkçede ‘garamerleşme’ örnekleri ilk defa Kâşgarlı Mahmut tarafından tespit edilmiştir. Kâşgarlı daha 11. yüzyılda isimden fiil yapan +sA- ekinin ‘sa-’ fiilinden, +Ar- ekinin ise ‘er-’ fiilinden çıktığını belirtir (Ercilasun, 2022, s. 15). A. Cevat [Emre] (1931, s. 5), şahıs eklerinin şahıs zamirlerinden geliştiğini, -yor ekinin de yürü- / yörü- / yürü- fiilinden geldiğini, bu gelişmenin tarihî metotla izah edilebileceğini ifade etmiştir. Besim Atalay’a (1941, s. 8) göre ekler de kökler gibi ayrı ve başlı başına birer kelime iken git gide özelliğini kaybederek ek haline gelmiştir. A. M. Şçerbak, (1994, s. 318-319), Z. Korkmaz (1995, s. 76), ve P. İ. Kuznetsov (1997, s. 206) gibi bilim adamları da genel olarak eklerin kelime kaynaklı olduğu fikrini benimsemiştir. V. Hatiboğlu (1974, s. 331) M. Ergin (1985, s. 119), A. Buran (1996, s. 208), N. İlhan (2019, s. 252), ve M. Öner (2016, s. 12) ise Türkçedeki eklerin bir bölümünün kökenini bağımsız dil birimlerine dayandırmıştır. Türkçedeki eklerin önemli bir bölümünün bilinen en eski yazılı belgelerden itibaren kullanıldığı bilinmektedir. Ne zaman ve nasıl ortaya çıktıkları yazılı belgelerden takip edilemeyen bu eklerin kökenini tespit etmek ve gramerleşme süreçlerini takip etmek oldukça güçtür. Ancak sonradan ortaya çıkan eklerin gramerleşme süreçleri, tarihî metinlerde takip edilebilmektedir. Tarihî süreçte gramerleşerek eklere dönüşen bağımsız dil birimleri, aynı zamanda ayrı ve bağımsız bir birim olarak varlığını sürdürebilir. Ör. tur- fiili, bir taraftan tur-ur > -DUr > Ø (edgü tur-ur > iyi-dir > iyi) biçiminde gramerleşme sürecini tamamlamışken diğer taraftan tur- / dur- biçimiyle bağımsız bir fiil olarak kullanılmaya devam etmektedir. Gramerleşme süreci bütün lehçe ve ağızlarda aynı anda başlamayabilir ya da her lehçede farklı seyredebilir. Ayrıca belirli lehçe ve ağızlarda ekleşen bir kelime, diğer lehçe ve ağızlarda gramerleşme sürecine girmeyebilir. Ör. ‘ile’ edatı Türkiye Türkçesinde gramerleşerek vasıta hâli ekine dönüştüğü hâlde Türkmen Türkçesinde benzer işlev ve yapıdaki ‘bilen’ edatı, ekleşmeyip ayrı bir birim olarak kullanılmaya devam etmektedir. Farsçadan kopyalanan ve pek çok Türk lehçesinde herhangi bir ses kaybına uğramadan kullanılan ‘hem’ edatı ise Türkmen Türkçesinde gramerleşerek -am / -em biçiminde ekleşmiştir (Salan, 2011 s. 1740). Coğrafî konumu ve tarihî ilişkileri bakımından Harezm - Çağatay yazı dili geleneğinin izlerini taşıyan ve aynı zamanda Oğuzcanın doğu kolunu temsil eden Türkmen Türkçesinde Oğuz ve Kıpçak lehçelerinin özelliklerini bir arada bulmak Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 117 mümkündür. Bu bakımdan farklı lehçelerdeki gramerleşme örnekleri Türkmen Türkçesinde de görülür. Ayrıca diğer lehçelerde ayrı ve bağımsız birer birim olarak kullanılan hem, soñ gibi bazı sözcükler, Türkmen Türkçesinde gramerleşerek (hem > -am / -em; soñ > -soñ) bağımlı birimlere dönüşmüştür (Salan, 2014, s. 112). Türkçede yokluk bildiren ve genellikle ‘var’ sözcüğünün karşıtı olarak kullanılan ‘yok’ sözcüğü de Türkmen Türkçesinde aynı şekilde ses kaybına uğrayarak ekleşmiş ve fiil çekim morfolojisinin bir parçası hâline gelmiştir. Hemen bütün Türk lehçe ve ağızlarında sıkça kullanılan yok (Kaz. jok, Krg. cok, Yak. suox) sözcüğünün yog (cenaze merasimi), yodun (yok olan) ve yodug (yok olan, kaybolan) sözcükleriyle aynı kökten (*yo-: ‘yok olmak’) türetildiği düşünülmektedir (Clauson, 1972, s. 895). Söz dizgesi içinde genellikle isim ve sıfat olarak kullanılan bu sözcük, Eski Türkçeden itibaren gramerleşme sürecine girmiş ve isim cümlelerinde ‘yokluk işaretleyicisi’ görevi üstlenmiştir (Çakmak, 2013, s. 466; Ağca, 2015, s. 95). Bugün olduğu gibi tarihî metinlerde de sıklıkla bir gramer ulamı olarak kullanılan ve bazı çalışmalarda ‘kopula (koşaç)’ olarak da değerlendirilen ‘yok’, tarihî süreçte herhangi bir ses kaybına uğramamıştır (Erdal, 2004, s. 324; Çiçekdağı, 2016, s. 139). Klasik Türkmen edebiyatının ilk temsilcilerinden Türkmen millî şairi Mahtumkulu Firakî’nin Divanı üzerine yapılan bir çalışmada tespit edilen 1699 olumsuz cümlenin 130’u (%7,65) ‘yok’ sözcüğü ile kurulmuştur (Sis - Türk, 2019, s. 11). Çağatay yazı dili geleneğinin hâkim olduğu dönemde (18. yy.) kaleme alınan Mahtumkulu Divanında ‘yok’un kullanılış biçimi, diğer tarihî metinlerdeki kullanılışından pek farklı değildir. Görüň, dostlar, bu sözlemde ýalan ýok, Bir garybam, nesihatym alan ýok, Magtymguly, meniň derdim bilen ýok, Derdimiň dermany dile myhmandyr. Magtymguly aýdar, tiken ýok, gül ýok, Ýigit ýok, garry ýok, hoja ýok, gul ýok Dilegçi dermanda, baý ýok, ýoksul ýok, Barçasy ýer goýnun guçup baradyr. (MD 193) Lehçe özelliklerinin iyice belirginleştiği Çağatay Türkçesinin son döneminde Türkmen sahasında yazılan metinlerinde ‘yok’, daha sık kullanılmış ve gramerleşme sürecinde yeni bir aşamaya geçmiştir. 19. yüzyıl Türkmen edebiyatının önemli temsilcilerinden Mollanepes’in meşhur “Zöhre - Tahır Dessanı” adlı eserinden alınan aşağıdaki dörtlüklerde ‘yok’, artık fiil çekiminin bir parçası görünümündedir: 118 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Matluby-köňül sen-sen, gaýryga nazarym ýok, Yşkynda kadam goýdum, köýüňde güzarym ýok, Her mehweşiň waspyny destanda ýazarym ýok, Gel öltür, gel tirgüz, jan senden azarym ýok (ZT 81) “Gönül isteği sensin sen, başkasına bakışım yok / bakmam Aşkına adım attım, köyünden geçişim (çıkışım) yok /çıkmam Her ay yüzlünün vasfını destanda yazmam Gel öldür, gel dirilt, can senden şaşmam.” Özellikle son iki mısrada ‘yok’, sıfat-fiilin yokluğundan ziyade olumsuzluk eki {-mA-} gibi davranarak fiilin bildirdiği hareketin gerçekleşmediğini / gerçekleşmeyeceğini bildirmektedir. 19. yüzyıl Türkmen edebiyatının başlıca eserleri arasında sayılan Zelilî Divanı’nda ‘yok’un gramerleşme sürecinde geldiği aşama daha açık biçimde görülmektedir. Divanda tespit edilen aşağıdaki örneklerde sıfat-fiil (-An) ekinden sonra gelen yok, olumsuzluk (-mA-) ekine benzer bir görev üstlenerek fiilin bildirdiği hareket ya da oluşun gerçekleşmediğini göstermektedir. Ancak H. Yıldırım (2008) tarafından doktora tezi olarak hazırlanan eserde, sözcüğün bu yeni işlevi tam olarak anlaşılmamış, dolayısıyla bazı mısraların dil içi çevirisi hatalı yapılmıştır: Süñgüm lāḥta-lāḥta ayrılmış etdin, Henüz cānım bu cefādın dınan yoḳ. (ZD 466) H. Yıldırım’ın (2008, s. 467) dil içi çevirisi: “Kemiğim parça parça ayrılmış etten, Henüz canım bu cefadan bıkan yok.” H. Yıldırım tarafından “bıkan yok” biçiminde Türkiye Türkçesine aktarılan ikinci mısradaki ‘dınan yoḳ’ ifadesi, yalancı eşdeğerdir. Burada yok sözcüğü, bilinen işleviyle kendisinden önceki sıfat-fiilin (dınan) yokluğunu değil, sıfat-fiil ekiyle birlikte (-An yok) fiilin olumsuz şimdiki zamanını bildirmektedir. Bir önceki mısra da dikkate alındığında, “Kemiği etten ayrıldığı hâlde henüz cefası dinmeyen / cefadan kurtulmayan”ın şairin ‘can’ı (kendisi) olduğu anlaşılmaktadır: “Kemiğim parça parça ayrılmış etten, Henüz canım bu cefadan kurtulmuyor.” Diğer örnekler: Döze bilmǟn yürekdeki közime, Müdām yanar pinhān, hiç bir sönen yoḳ (ZD 466). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 119 Yazarın çevirisi (Yıldırım, 2008, s. 467): “Dayanamam yürekteki közüne, Daima yanar gizli, hiçbir sönen yok.” Son mısra, “Daima yanar gizli, hiç sönmüyor” olmalı. Nevmı̇d̄ olup, nāzlı yārdın el üzip, Men dönerin, ammā köñlüm dönen yoḳ (ZD 468). “Ümitsiz olup, nazlı yârden el çekip, Ben dönerim, fakat gönlümün döndüğü yok.” (Yıldırım, 2008, s. 469). Son mısra, “Ben dönerim ama gönlüm dönmüyor” olmalı. Görmezlik etmeyen, her vaḳt göryen men, Görmek bilen bu gözlerim ḳanan yoḳ (ZD 468). “Görmezlik etmeyip, her vakit görürüm, Görmek ile bu gözlerimin kandığı yok.” (Yıldırım, 2008, s. 469). Son mısra, “Görmekle bu gözlerim kanmıyor” olmalı. Zelilî Divanı’ndan (19. yy.) seçilen yukarıdaki mısralarda ‘yok’ sözcüğü, sıfatfiil ekiyle birlikte şimdiki zamanın olumsuz biçimini oluşturmuştur. Kuruluşunda zamir ya da iyelik ekleri yer almadığı için sadece üçüncü şahıslarda kullanılan bu birleşik yapının bir parçası olan ‘yok’, burada henüz herhangi bir ses kaybına uğramamıştır. Tarihî Türkmen edebî metinlerinde kullanılış sıklığı artan ve kademeli olarak fiil çekiminin bir parçası hâline gelen ‘yok’, 20. yüzyıldan itibaren Türkmen yazı dilinde ses kaybına uğrayarak {-ok} ekine dönüşmüştür. Böylece gramerleşme sürecini önemli ölçüde tamamlamlayan ‘yok’ (>-ok), sıfat-fiil eki ve iyelik ekleriyle birleşip kaynaşarak (-An+iyelik eki+ok > -Anok) fiil çekim morfolojisinin bir parçasına dönüşmüştür. Ogly onuň ýanynda ýaşanok. (ÖZ 53) “Oğlu onun yanında yaşamıyor.” Onda näme üçin hiç bir ses eşidilenok? – diýip sorapdyr. (E 123) “O zaman niçin hiçbir ses duyulmuyor, diye sormuş.” -Men seni tanamok, tanasymam gelenok. Öz ýoluňyza gidiberiň - diýip, olar bilen gepleşmegem islänok. (P 163) “Ben seni tanımıyorum, tanımak da istemiyorum. Kendi yolunuza gidiverin, deyip onlarla konuşmak da istemiyor.” 120 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Şolaryň biri megerem Ýuliýanyň özi bolsa gerek. Ýöne, men ony tanamok. (ÖZ 51) “Onların biri meğer Yuliya’nın kendisi olsa gerek. Ama ben onu tanımıyorum.” Ýok, bizi hiç kim talanok, zadymyzy elimizden alanok. (GB 68) “Hayır, bizi hiç kimse yağmalamıyor, eşyamızı elimizden almıyor.” Türkmen Türkçesinde şimdiki zaman, -yAr, -yA, -yAn(dIr) eklerinin yanı sıra sıklıkla -p yör, -p dur, -p yatır, -p otır gibi tasvirî fiillerle ifade edilmektedir. Bunlardan sadece -yAr ve -yA ekli şimdiki zamanın olumsuz çekimi standart olumsuzluk eki (-mA-) ile yapılmaktadır. Pek işlek olmayan {-yAn} ekli şimdiki zamanın olumsuz çekiminde, gelecek zaman (-cAk), istek (-mAkçI) ve gereklilik (-mAlI) kiplerinde olduğu gibi dӓl (<değil) kullanılmaktadır (Söӱegow, 1999, s. 270; Başdaş, 2015, s. 64). Çeşitli lehçe ve ağızlarda değişken şekilleri kullanılan henüz gramerleşme sürecini tamamlamamış /-p/ + yardımcı fiil kuruluşundaki analitik yapıların ise olumsuzluk eki {-mA-} ile yapılan olumsuz şekilleri Türkmen Türkçesinde yoktur (Ercilasun vd., 2006, s. 272). Şimdiki zamanı ifade etmek üzere sıkça kullanılan bu tasvirî fiillerin olumsuz şekilleri yerine ‘yok’ (>-ok) ile olumsuzlaştırılan sıfat-fiil (-An) ekli yapılar tercih edilmiştir. Sıfat-fiil eki (-An) + iyelik eki + ok (<yok) biçiminde oluşturulan birleşik {-Amok / -Añok / -Anok / -Amzok / -Añzok / -Anoklar} yapıları kullanılmaktadır (İlker, 1997, s. 109; Clark, 1998, s. 231; Aslan Demir, 2016, s. 108). Kısalıp ekleşen ‘yok’un (>-ok) doğrudan olumsuzluk işlevi üstlendiği bu birleşik yapılar, Çağdaş Türkmen yazı dilinde oldukça işlektir (Kara, 2012, s. 128; Yıldırım, 2020, s. 311). 1. Teklik şahıs: -Amok (<-An+Im+yok) -Ýok, Uýajygym, bilemok! Men asla, hiç ýere uçamok! Hiç ýere, gidemok! (ÖZ 60) “-Hayır Uyacığım, bilmiyorum. Ben asla hiçbir yere uçmuyorum. Hiçbir yere gitmiyorum.” Men onuň ölümindenem gorkamok. (P 157) “Ben onun ölümünden de korkmuyorum.” Aý, dost, men çydamok, häzir aşak gaýdýan - diýýär. (THE 41) “Ey dost, ben dayanamıyorum, şimdi aşağı iniyorum, dedi.” -Men tersine münemok, belki, atyň özi tersine durandyr. (E 36) “-Ben binmiyorum, belki at ters durmuştur.” Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 121 2. Teklik şahıs: -Aňok (<-An+Iň+yok) -Garry batyr, meniň gapyma pata ýerine geleňok. Tur, ýok bol, nirede aglasaň, şonda agla - diýip gygyrdy. (P 287) “-İhtiyar delikanlı, benim kapıma taziye yerine gelmiyorsun. Kalk, defol, nerede istersen orada ağla, deyip bağırdı.” Sen garaýan şerigatyň hakynda hiç zat bileňok, ýa bilseňem bilmezlige salýarsyň. (E 80) “Sen uygulanan şeriat / yasa hakkında hiçbir şey bilmiyorsun veya bilsen de bilmezlikten geliyorsun.” Sen ol ýigrenjini tanaňok. (AH 93) “Sen o iğrenci tanımıyorsun.” Sen aw awlamany başaraňok, biziň bilen tirkeşmäňi goý, … (THE 103) “Sen av avlamayı başaramıyorsun, bizimle dolaşmayı bırak, …” 3. Teklik şahıs: -Anok (<-An+I+yok) Oruslar biziň ýaly därini sokuda döwenok ýa-da tüpeňi çekiçläp ýasanok (P 444) “Ruslar bizim gibi deriyi havanda dövmüyor ya da tüfeği çekiçle yapmıyorlar.” Entek gylam gymyldanok. Hökmüni ýitirenok. Güýjüni gaçyranok. (ÖZ 38) “Henüz kıl bile kıpırdamıyor. Hükmünü yitiriyor. Gücünü kaybediyor.” Geleni-gidenem bilenok, asyl gözi ýer görenok munuň. (P 539) “Geleni gideni de bilmiyor, aslında bunun gözleri yeri görmüyor.” Menden başga hiç kim bu ýere gelenok. (THE 45) “Benden başka hiç kimse buraya gelmiyor.” Özüňem atam bize syryny açanok diýýäň (GB 50) “Kendin de atam bize sırrını açmıyor, diyorsun.” 1. Çokluk şahıs: -Amzok (<-An+ImIz yok) -Ýok, bilemzok- diýipdirler. (E 5) “-Hayır, bilmiyoruz, demişler.” 122 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Akgaýa, Çyrlak, eşidiň, biz hiç ýerik gidemzok. (AH 101) Akgaya, Çırlak, dinleyin; biz hiçbir yere gitmiyoruz.” … biz ol şerigatyňyzy şu çaka çenli tanamandyk, henizem tanamzok. (P 434) “… biz o yasanızı şu ana kadar tanımadık, hâlâ da tanımıyoruz.” Biz bularyň haýsy birine-de ynanjagymyzy bilemzok. (P 516) “Biz bunların hangi birine inanacağımızı da bilmiyoruz.” -Gorkma, biz häzir bile ýaşamzok. (ÖZ 47) “-Korkma, biz şimdi birlikte yaşamıyoruz.” 2. Çokluk şahıs: -Aňzok (<-An+IňIz yok) Diýmek, siz bu agajyň haýsy agaçdygyny bileňizok (E 5) “Demek siz bu ağacın hangi ağaç olduğunu bilmiyorsunuz.” Dagda gezip ýören çöl haýwanlary biri-birine rehim edýär, siz edeňzok. (P 538) “Dağda gezen çöl hayvanları biri birine merhamet ediyor, siz etmiyorsunuz” ‘Siz örän gowy adam, obadaşyňyzy gözden salaňzok’ diýipdir. (GB 120) “Siz çok iyi adamsınız, obadaşınızı gözden çıkarmıyorsunuz, demiş.” Bir naçaryň arkasyna bukulmaga utanaňzokmy?.(AH 51) “Bir naçarın (kadının) arkasına saklanmaya utanmıyor musunuz?” 3. Çokluk şahıs: -Anoklar (<-An+I yok+lAr) Olar bir adam görseler ýakasyndan tutup, zat alman goýberenoklar. (E 50) “Onlar bir adam görünce yakasından tutup bir şey almadan bırakmıyorlar.” Indi adamlar Hudaýdanam gorkanoklar, bendedenem utananoklar. (GB 52) “Şimdi insanlar Allah’tan da korkmuyor, kuldan da utanmıyorlar.” Ogullary onuň sözünden çykanoklar. (AH 133) “Oğulları onun sözünden çıkmıyor(lar).” Asyl hana ünsem berenoklar, seredenoklaram. (AH 171) “Asıl Han’a hem dikkat etmiyorlar hem de bakmıyorlar.” Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 123 Tablo 1. İkinci Tip Olumsuz Şimdiki Zaman Çekimi 1. Tkl. şh. 2. Tkl. şh. 3. Tkl. şh. 1. Çok. şh. 2. Çok. şh. 3. Çok. şh. -Amok -Aňok -Anok -Amzok -Aňzok -Anoklar gelemok geleňok gelenok gelemzok geleňzok gelenoklar gel-en-im yok gel-en-iň yok gel-en-i yok gel-en-imiz yok gel-en-iňiz yok gel-en-i yok-lar gelmiyorum gelmiyorsun gelmiyor gelmiyoruz gelmiyorsunuz gelmiyorlar Türkmen Türkçesinde şimdiki zaman kavramı taşıyan tasvirî fiillerin olumsuz şekillerinin kullanılmadığı, yukarıda belirtilmişti. Olumsuz çekimde işlek olarak kullanılan {-Anok} yapısının ise şimdiki zamanı karşılayan olumlu (yok / > -ok’suz) şekli kullanılmamaktadır. Aslında bir geçmiş zaman sıfat-fiili olan {-An} (<-GAn), Çağatay Türkçesi ve Kıpçak lehçelerinde olduğu gibi Türkmen Türkçesinde de {-An(dIr)} (<-GAn turur) biçimiyle anlatılan geçmiş zamanı ifade etmektedir (Aslan Demir, 2016, s.112). Olumlu (-AndIr) şekli pek kullanılmayan bu yapının olumsuz {-mAndIr} (<-mA-AndIr) biçimi Türkmen Türkçesinde oldukça işlektir (Başdaş, 2015, s. 64). Bu gyza enesi hiç zat öwretmändir, diýerler. (AH 114) “Bu kıza annesi hiçbir şey öğretmemiş, derler.” Türkmen Türkçesinde sözcüğün işlek olan bağımsız (yok) ve ekleşmiş (-ok) şekillerinin yanında yoklamak, yokluk, yoksul yoksuz, yoksuzluk gibi türevleri de kullanılmaktadır. Ýoksuzny baýlara eýledi mätäç (MD 243) “Yoksulu zenginlere eyledi muhtaç” Ýoksuzlyk bir ýaman ýoldur (MD 360) “Yoksulluk bir yaman yoldur” Ancak sesteş görünümlü ‘yok-’ fiili ile yokluk / olumsuzluk bildiren‘yok’ arasında köken ya da anlam ilişkisi bulunmamaktadır. Sözüm ýokar Hak dostuna (MD 409) “Sözüm yarar Hak dostuna” Asly aga gara sürtseňem ýokmaz. (P 780) “Aslı Ağa, kara sürsen de bulaşmaz / etkilemez.” “Yapışmak, bulaşmak, yaramak, etkilemek” anlamlarında kullanılan ‘yok-’ fiilinin ünlüsü normal sürelidir. “Yok olmak” anlamındaki *yo:- kökünden türe- 124 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı tildiği kabul edilen ve olumsuzluk / yokluk bildiren ‘yo:k’ sözcüğünün ünlüsü ise uzundur. Sözcüğün türevleri ve ekleşmiş {-o:k} biçimi de aynı şekilde uzun ünlülüdür. Türkmen Türkçesinde uzun ünlülerin korunduğu bilinmektedir. Ancak uzunluklar yazıda gösterilmediği için aralarında anlam ve köken ilişkisi bulunmayan iki sözcüğün yazımı aynıdır (yok / yok-). Eski Türkçeden itibaren hemen bütün lehçe ve ağızlarda isim, sıfat ve bir gramer ulamı olarak kullanılan ve olumsuzluk / yokluk bildiren ‘yok’ 20. yüzyıldan itibaren Türkmen Türkçesinde ses kaybına uğrayarak gramerleşme sürecini tamamlamıştır. Böylece fiil çekim morfolojisinin bir parçasına dönüşerek {-ok} biçimiyle şimdiki zaman çekiminde olumsuzluk görevi üstlenen sözcük, aynı zamanda bağımsız bir birim olarak kullanılmaya devam etmektedir. Taranan Eserler ve Kısaltmalar: AH Altynjan Hatyn I (O. Ödäyew, Türkmen Döwlet Neşiryat Gullugy, Aşgabat 2012). E Ependi (Çapa taýýarlan: Amangül Durdyýewa, Aşgabat Myras 2006). GB Gırmızı Bägüller (J. Hudaýguly, Aşkabat 2015). GG Gökdepe Galası (N. Hojageldiyew, Çäç Döredijilik, Aşgabat 1991). MD Magtymguly Pyragynyň Kämil Diwany (O. Ekäýew-Baharly, Medeniyet Merkezi, Aşkabat 2014). ÖZ Ömürzaýa (J. Hudaýguly, Aşkabat 2016). P Perman (A. Gowşudow, Türkmenistan Neşirýaty, Aşgabat 1989). THE Türkmen Halk Ertekileri (Çapa Taýýarlan: N. Seýidow, Türkmenistanyn Ylymlar Akademiýası, Milli Golýazmalar İnstituty, Aşgabat 2012). ZD Zelilî Divanı - Metin – Aktarma - Gramer İncelemesi (Haz. H. Yıldırım, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sos. Bil. Enstitüsü, Ankara 2008). ZT Mollanepes, Zöhre - Tahyr Dessanı (Çapa taýýarlanlar: N. Aşyrow, B. Garryýew, A. Kekılow), TSSR Ylymlar Akademıýasynyň Neşırýaty, Aşgabat 1963. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 125 Kaynakça Ağca, F. (2015). Eski Türkçede varlık ve yokluk işaretleyicilerinin (ba:r, yo:k) gramerleşme süreçleri. Dil Araştırmaları, 16, 83-101. Aslan Demir, S. (2016). Görünüş kategorisi - Türkmence örneği. Grafiker Yayınları. Atalay, B. (1941). Türk Dilinde ekler ve kökler üzerine bir deneme. Türk Dil Kurumu Yayınları. Başdaş, C. (2015). Türkmen Türkçesinde olumsuzluk ve yokluk. Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi / Journal of Turkology Research (TÜBAR), 37, s. 61-72. Beşen Delice, T. (2010). Türkmen Türkçesinde Fiil. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi. Buran, A. (1999), Türkçede kelimelerin ekleşmesi ve eklerin kökeni. 3. Uluslararası Türk Dil Kurultayı 1996, 207-214. Türk Dil Kurumu Yayınları. Can, M. (2017). Dilbilgiselleşme ve edat kavramı. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi (HÜTAD), 26, 37-67. Clark, L. (1998). Turkmen reference grammar. Turcologica 34. Harrassowitz Verlag. Clauson, G. (1972), An Etymological dictionary of pre-thirteenth-century Turkish. Oxford University Press. Çakmak, S. (2013). Var ve yok sözcüklerinin morfolojik kimliği. Turkish Studies 8(4), 463-471. Çiçekdağı, Caner (2016), Kopula üzerine. Kaygı - Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 26, 131-141. Demirci, K. (2008). Dilbilgiselleşme üzerine bir inceleme. Bilig, 45, 131-146. [Emre], A. C. (1931). Yeni bir gramer metodu hakkında layiha, Maarif Vekâleti Yayınları. Ercilasun, A. B. vd. (2006). Karşılaştırmalı Türk lehçeleri grameri I -Fiil- Basit çekim, Türk Dil Kurumu Yayınları. Ercilasun, A. B. (2022). Türk Dilinde çekirdek ekler. Türk Dil Kurumu Yayınları. Erdal, M. (2004). A Grammar of Old Turkic. Brill Handbook of Oriental Studies. Ergin, M. (1985), Türk dil bilgisi. Boğaziçi Yayınları. Hatiboğlu, V. (1974). Türkçedeki eklerin kökeni. Türk Dili, XXIX (268), 331-340. İlhan, N. (2019). Türkçede kelimelerin ekleşmesiyle ortaya çıkan ekler. Jass Studies- The Journal of Academic Social Science Studies, 75, 149-162. İlker, A. (1997). Batı grubu Türk yazı dillerinde fiil, Türk Dil Kurumu Yayınları. Kara, M. (2012). Türkmen Türkçesi grameri. Etkileşim Yayınları. Korkmaz, Z. (1995). Türk gramerinin sorunları toplantısı (s. 76). Türk Dil Kurumu Yayınları. Kuznetsov, P. İ. (1997). Türkiye Türkçesinin morfoetimolojisine dair. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1995, 193-262. Türk Dil Kurumu Yayınları. Lehmann, C. (2015). Thougts on grammaticalization (3rd edition). Language Science Press. Öner, M. (2016). Genel Türkçede ekleşen yardımcı fiiller (gramerleşme üzerine tarihîkarşılaştırmalı bir inceleme). XI. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı. (ss. 9-14) Bilkent Üniversitesi. Salan, E. (2011). Türkmen Türkçesinde ve Türkiye Türkçesinde hem sözcüğünün işlev bakımından karşılaştırılması, Turkish Studies, 6(1), 1727-1743. Salan, E. (2014). Türkçede bir gramerleşme örneği: -soñ < son. Dil Araştırmaları, 14, 97-117. Sis, N. - TÜRK, E. (2019). Mahtumkulu divanı’nda olumsuz cümleler. USBAD Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi - International Journal Of Social Sciences Academy. 1(1), 5- 12. 126 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Söÿegow, M. (1999). Türkmen Diliniñ Grammatikasy-Morfologiӱa. Ruh Neşirӱaty. Serebrennikov, B. A. - GADJİEVA, N. Z. (2011). Türk yazı dillerinin karşılaştırmalı tarihî grameri (çev. T. Hacıyev - M. Öner). Türk Dil Kurumu Yayınları. Şçerbak A. M. (1994). Türkçe morfoloji tarihini inceleme meselesine dair. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1989, 317-321. Türk Dil Kurumu Yayınları. Tekin, T. vd. (1995). Türkmence - Türkçe sözlük. Simurg Yayınları. Yıldırım, H. (2020), Türkmen Türkçesi Grameri (Ses ve Şekil Bilgisi). Türk Dil Kurumu Yayınları. GOTTLOB FREGE’NİN ANLAM KURAMINA BİR BAKIŞ Prof. Dr. Erdoğan BOZ, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-2883-4221 Giriş Sistematik dil felsefesinin kurucusu olarak gösterilen Frege, felsefede kapsamlı anlam kuramını geliştirmiş ilk filozoftur. Frege’nin dil felsefesinin ortaya çıkışı, matematiğin temelleri araştırmasına dayanır. Mantıksalcılık olarak adlandırılan bu kurama göre aritmetik mantığa indirginebilir: “i. Tüm aritmetik nesneler, aslında mantıksal nesnelerdir. ii. Tüm aritmetik doğrular, aslında mantıksal doğrulardır.” Frege’ye göre kısacası aritmetik aslında mantıktır. Frege’nin bu kuramı savunmak için oluşturduğu mantık dili, günümüzde yüklemler mantığı denen yeni bir bilim alanının doğmasına neden olmuştur. İşte aritmetiğin temeli olan mantık, aynı zamanda bütün doğal dillerin temelinde de bulunmaktadır. Ör. “özne+yüklem” yapısındaki bir tümcenin çözümlemesi, aritmetikte nasılsa doğal dillerde de o şekilde olmaktadır. Bu durumda mantık hem doğal hem de biçimsel (formel) dillerin temelini oluşturur. Bu görüşlerden yola çıkan Frege, daha sonraki çalışmalarını dil üzerine yöneltip 1892’de Anlam ve Gönderme “Über Sinn und Bedeutung” adlı meşhur makalesini yayımlayarak anlam kuramını bilim dünyasına duyurmuş oldu (İnan, 2012:39). Rızatepe (1989:51), dil felsefesinde Frege’nin önemini şöyle özetler; “Frege’den önce anlam konusuna değinenler -örneğin Locke- ifadelerin anlamlarının imlemlerinden ibaret olduğunu düşündüren şeyler yazmışlardı. Anlamlılığın imlemden başka bir boyutu daha olduğunu ilk kez Frege ortaya çıkarmıştır.” Özdemir (2019:12), Frege’nin dil felsefesine dair yazdığı toplam altı makalenin çevirisini yaptığı kitabın girişinde Reichardt’tan şunları aktarır; “Frege, 1891 ve 1892 yıllarında “Fonksiyon ve Kavram”, “Duyum ve Gönderim Üzerine” ve “Kavram ve Nesne Üzerine” adlı denemeleriyle dil felsefesine en büyük katkıyı yapmıştır.” Salerno’nun (2011:11) Frege’ye dair şu sözleri onun felsefedeki yeri bakımından dikkat çekicidir: “Kendisi, dilsel anlamların ne fiziksel ne de psikolojik ögeler olduklarını ama bunun yerine nesnel ve zihinden bağımsız bir üçüncü gerçeklik âleminde ikamet eden kendine has türden varlıklar oldukları gibi bir fikri savunmuş olmasıyla tanınmıştır” . 128 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Aşağıda, Frege’nin dil felsefesine dair görüşlerine dört madde hâlinde temas edilecektir. 1. Özdeşlik İlişkisi, anlam ve bilgi içeriği Frege’nin anlam kuramının temel kavramlarından biri özdeşliktir. Yukarıda sözü edilen makalesine “Özdeşlik neyle ne arasındaki bir ilişkidir?” sorusuyla başlayan Frege’nin ilk cevabı “özdeşlik ilişkisi nesnelerin adları arasındaki ilişkidir.” şeklinde olur ve bunu şöyle açıklar: “Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” dendiğinde yüklemin sonuna eklenen +dır ekiyle iki şeyin özdeş olduğu söylenmiş olur. Burada geçen “Akşam Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı” özel adları Venüs gezegenine verilmiş eski adlardır ve aynı gezegeni belirtirler. Tıpkı “5+7=12” dendiğinde hem “5+7” hem de “12” aritmetik işaretlerin, aynı sayıyı ifade etmiş olmaları gibi. Frege, açıklamasına şöyle devam eder; eğer özdeşlik ilişkisi nesnelerin kendileri arasındaki bir ilişki olsaydı, özdeşlik yargısının nasıl öğretici olduğu açıklanamazdı. “Sabah Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” dendiğinde öğretici bir şey söylenmiş olmuyor, aksine “Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” dendiğinde öğretici bir şey söyleniyor. Özdeşlik ilişkisi nesneler arası bir ilişki ise, bu durumda doğru özdeşlik yargısı ancak bir nesne ile kendisi arasındaki ilişki olabilir. “Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” yargısında tek bir nesne vardır ve o da Venüs gezegenidir. Bu durumda “a=a” ile “a=b” şeklinde özdeşlik belirten tümceler arasındaki farkı açıklamak imkânsızdır. Frege, bu açıklamalardan yola çıkarak özdeşlik ilişkisinin nesneler arasında nesnelerin adları arasında bir ilişki olduğunu söyler (İnan, 2012:39-40). Frege’nin yukarıdaki soruya verdiği ikinci cevap “özdeşlik ilişkisi nesnelerin kendileriyle arasındaki ilişkidir.” şeklinde olur ve bunu şöyle açıklar: “Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” tümcesindeki özdeşlik ilişkisi, nesnelerin adları arasındaki biri ilişki olduğu kabul edilirse bu tümce gökyüzüne (dış gerçekliğe) değil dile (adlara) dair bir yargı belirtmiş olur. Oysa bu tümce dile değil, gökyüzüne dair bir yargı ifade eder. Frege’ye göre hangi nesneye ne ad verileceği çoğu kez rastgeledir, dolayısıyla “Akşam Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı”nın aynı nesne olması dilsel seçimlere bağlı bir olgu değildir. Böylelikle Frege, “özdeşlik ilişkisi nesnelerin kendileriyle arasındaki ilişkidir.” görüşüne dayanan yargıların nasıl öğretici olduğunu açıklamak için “Anlam ve Gönderme Kuramı”nı geliştirir. Bu kuramda adların anlamları ile göndergeleri arasında bir ayrım yapar. Buna göre “Akşam Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı”nın göndergeleri (Venüs) aynıdır ancak her ikisi de Venüs yıldızını farklı biçimlerde temsil ederler. Frege bu farklı temsil biçimlerini anlam olarak kabul eder (İnan, 2012:40-41). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 129 Denkel’in (1989:33) burada yaptığı şu açıklama da konuya açıklık getirmektedir: “Venüs gezegenini ele aldığımızda, bunun adlarından ikisinin “Sabah Yıldızı” ve “Akşam Yıldızı” olduğunu ve her bir ada bağlı olarak da farklı birer bilgi içeriği bulunduğunu söyleyebiliyoruz. Bu içerikler örneğin “sabahın erken saatlerinde ufkun şu ve şu noktalarında gözlemlenen gök cismi” ve “akşamın ilk saatlerinde ufkun şu ve şu noktalarında gözlemlenen gök cismi” biçimlerini alacaklardır” 2. Anlam (Duyum), gönderge ve ide Konunun ayrıntısına girmeden önce, Frege’nin “Sinn” terimi hakkındaki bir açıklamayı vermek gerekiyor. Dereko (2011:7-8), Joseph Salerno’dan çevirdiği Ferege’ye Dair kitabının önsözünde, Frege’nin Almanca “Sinn” sözcüğünün İngilizceye önce “meaning” olarak çevrildiğini ancak yaşanan kimi tartışmalardan sonra “sense” üzerinde uzlaşma sağlandığını belirtir. Dereko’ya göre Frege’nin kuramında Almanca “Sinn” “anlam” değil bir “anlam ulamı”dır ve sözcüğün Türkçe için en uygun karşılığı “duyum”dur. Frege, Kant’ın “Dış dünyanın nesneleri bize kendilerini sunarlar.” düşüncesini kendi anlam kuramına temel oluşturur. Ona göre dış dünyanın nesneleri (gönderge) kendilerini bize sonsuz kere sunabilirler. Ör. Venüs gezegeninin, günbatımından sonra kendi sunma biçimine “Akşam Yıldızı”, aynı şekilde gündoğumundan hemen önce sunma biçimine “Sabah Yıldızı” diyoruz. Frege, dış dünyanın nesnelerinin kendilerini farklı sunuş biçimlerine sinn (anlam) der. Bu durumda anlam ve gönderge arasındaki ayrım şöyle açıklanabilir: “Akşam Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı” adlarının göndergeleri Venüs gezegenidir, anlamları ise Venüs gezegeninin kendini sunuş biçimlerine bağlı olarak farklıdır. Frege’nin kuramında dil ile dünya arasındaki ilişki doğrudan bir ilişki değildir. Ancak anlamlar aracılığı ile nesnelerden söz edilebilir ve onlara gönderme yapılabilir. Frege’nin kuramında anlamın üç temel işlevi vardır: i. Anlam sayesinde bir nesneyi zihnimizde temsil edip onu adlandırıyoruz. ii. Bir adın anlamı, o adın göndergesi olan nesneyi belirliyor. iii. Anlamlar bir araya gelerek “düşünce” (ya da günümüz dil felsefesi terminolojisinde “önerme”) oluşturuyorlar (İnan, 2012:41). Frege’ye göre anlamı, göndergenin zihinde oluşan soyut imgesinden (ide) ayırt etmek gerekir. Bu soyut imge duyulara dayalıdır ve doğal olarak öznel bir 130 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı karakter taşır. Eğer anlam, zihindeki soyut imgeye dair bir şey olsaydı kişilerin herhangi bir sözden aynı şeyi anlamaları beklenemezdi. Bununla birlikte kişilerin zihnindeki soyut imgelerin içeriğini bilmek ve aynı sözden aynı şeyi anlayıp anlamadıklarını test etmek mümkün değildir. Bu durumda anlam nesnel buna karşılık zihindeki soyut imge özneldir (Denkel, 1989:32). Frege, anlamın nesnel olduğunu ıspatlamak için teleskop örneğini verir: Teleskop ile aya bakan bir kişi aslında direkt olarak ayı değil, ayın teleskopun lensi üzerine yansıyan imgesini görür. Bu durumda hem ay hem de lens üzerindeki imge nesnel gerçekliği yansıtır. Ancak teleskopa bakan kişinin algıladığı imge ise özneldir yani kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Frege buradan şu sonucu çıkartır; i. Sözcüğün göndergesi (dış dünyadaki nesne) “nesnel” ii. Sözcüğün anlamı (nesnenin kendini sunuş biçimi) “nesnel” iii. Sözcüğün anlamının biri tarafından kavranması “öznel” Ve bunu şöyle örneklendirir; “Venüs” sözcüğü bir gezegene gönderme yapar, o gezegen Venüs sözcüğünün göndergesidir ve bizden bağımsız olarak dış dünyanın nesnel bir ögesidir. Bir sözcüğe yüklenen anlam da nesneldir. Anlamlar kişilerden bağımsız olarak dış dünyanın bir parçasıdır ancak fiziksel bir öge değil soyuttur. Bir sözcüğün anlamının biri tarafından kavranması, -burada Venüs sözcüğünün herhangi bir kişi tarafından kavranması- özneldir. Bu kavrama; zihinde farklı çağrışımların veya imgelerin oluşması olarak görülür. Frege, zihindeki bu soyut imgeleri Locke’ta olduğu gibi “ide” olarak adlandırır. Locke’tan farkı bu idelerin öznel olup kişiden kişiye farklılık göstermesidir. Kişiler bu ideler sayesinde anlamı kavrar ve yine anlamlar sayesinde dış dünyanın nesnelerini zihinlerinde temsil edebilir (İnan, 2012:42-43). Denkel (1989:34), Frege’nin göndergesi olmayan sözcükler hakkındaki görüşünü şöyle aktarır: “Boş yönletimli kimi sözcükler yine de anlam taşırlar. Bunların anlamını oluşturan içerik bir kurgu ürünü olabildiği gibi, bir yanılgının sonucu da olabilir. Ancak bu tür sözcükler anlaşılabildiklerine ve bunlarla anlamlı tümceler kurulabildiğine göre, yönletimleri olmasa da anlamlı olmalıdırlar” Frege anlamın özneden bağımsız olduğunu ve ayrıca anlamın ideden de ayrıldığını savunur. Anlam dış dünyadaki gönderge ile insan zihnindeki tasarımı olan ide arasında bir üçüncü bölgededir. Anlam zihinlerdeki ide olsaydı insanların iletişimi mümkün olamazdı çünkü her insanın zihnindeki ide bir diğerinden farklıdır. Frege İskender’in atı Bucephalus’u örnek göstererek bir ressam, bir at binicisi ve bir hayvanbilimcinin “Bucephalus” adını farklı idelere bağlayacağını söyler (Çelebi, 2016:72). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 131 1. Özel ad, yüklem ve nesne, kavram Frege’ye göre sözcükler belli mantıksal ulamlar içinde anlam kazanırlar. Bu ulamlar özne ve yüklemdir. Özne tekil bir terimdir ve tek bir nesneye gönderme yapar oysa yüklem birden çok nesneye uygulanabilir. Ör. “Sokrates akıllıdır.” tümcesinde “Sokrates” özne, tümcenin geri kalan kısmı “… akıllıdır” yüklemdir, yükleme öznenin boşluğunu da kapsar. Özne ve yüklem birer terim olarak anlam taşırlar ve anlamları aracılığı ile gönderme yaparlar. Frege, öznenin göndergesine “nesne” der. Özne konumundaki bütün terimler tek bir nesneye gönderme yaparlar ve Frege bu terimlere özel ad1 der (İnan, 2012:43). Frege’ye göre özne ve yüklem karşıtlık içinde kavranır diyen Denkel, özel ad konusunda şöyle bir açıklama getirir: “Frege’ye göre, “Tunca keldir” ve “kan kırmızıdır”daki “Tunca” ve “kan” birer özel addırlar ve birer “nesneye” yönletirler. Eğer “Güzellik geçicidir” veya “Frege’nin etkisi büyük olmuştur” demiş olsaydık, “güzellik” ve “Frege’nin etkisi” birer nesneye yönleten özel ad olmuş olacaklardı. (1989:26) Ancak “özel ad” yerine “tekil terim” daha yaygın kullanılmaktadır. Tekil terimler boşlukları olmadıkları için doymuş terimlerdir. Doymuş terim tek bir nesneye gönderme yapar ve bu nesne de doymuştur. Diğer yandan yüklemler, boşluğu olan doymamış terimlerdir ve göndergeleri de doymamıştır. Ör. “Dünya yuvarlaktır.” tümcesinde özne olan “Dünya” sözcüğü (tekil terim) doymuş bir terim olarak bir nesneye (dünya) gönderme yaparken yüklem konumundaki “… yuvarlaktır” ise doymamış bir terim olarak bir nesneye değil bir kavrama gönderme yapar (İnan, 2012:43). Denkel, farklı terimler kullanarak bu konuyu şöyle pekiştirir, “Özel adlarla kavram-terimlerinin en önemli farkları, öncekilerin boşluksuz ve kendi içlerinde tamamlanmış şeyler oluşlarına karşılık, sonrakilerin boşluklu ve tamamlanmamış şeyler oluşları” (1989:26). 2. Tümcenin kurulumu ve göndergesi Denkel, Frege’ye göre tümcelerin nasıl kurulduğunu şöyle açıklar: “Kavram-terimleri nasıl boşluklu ve tamamlanmamış dilsel ögelerseler, onların yönlettikleri kavramlar da boşluklu ve tamamlanmamış gerçek ilkelerdir. Tümceyi oluşturan iki öğenin bir araya geldiklerinde birbirlerini doldurarak bir bütün oluşturmaları, bir başka deyişle, bir arada durabilmelerinin nedeni özellikle anlamsaldır; terimlerin bir arada durarak tümceyi oluşturmaları, onların yönlettikleri nesne ve kavramın birbirleri içine girerek tamamlanmış ya da doygun bir ilke oluşturmalarından dolayıdır” (1989:26-27) 1 Ayrıntılı bilgi için bkz. (Boz, 2020:36-46) 132 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Frege’ye göre sonlu sayıdaki sözcükten sonsuz sayıda tümce türetebilmemiz yüklemlerin doymamış olan boşluklu yapısından kaynaklanmaktadır. O, yüklemleri bir tür fonksiyon olarak kabul eder. Matematikteki “y=2x” fonksiyonunda nasıl her bir x değeri için ayrı bir y değeri elde edilirse aynı durum yüklemler için de geçerlidir. Buna göre “… bir insandır.” yüklemi bir tür fonksiyondur ve her özneyi farklı bir tümceyle eşler. Yüklem, öznelerden tümcelere giden bir fonksiyondur denebilir (İnan, 2012:43-45). Denkel’in bu konuyu açıklaması daha ayrıntılıdır. “Kavramı fonksiyona karşılık olarak, nesneyi de argümana karşılık olarak düşünüyor. Fonksiyonun değerine karşılık olaraksa, dilde, doğruluk-değerini öngörüyor. Matematik ile dili böylece aynı yapı içinde kavrıyor. Birinde fonksiyonlar “matematiksel” olurken, öbüründe “önermesel” oluyorlar” (1989:27). Frege’ye göre tümceler sayesinde düşünür ve dünya ile ilişki kurarız. Ör. “Dünya yuvarlaktır.” tümcesinde özne olan “Dünya” sözcüğü ve “… yuvarlaktır” yüklemi tek başına bir düşünce ifade etmez. Ancak iki terim bir araya geldiğinde; “Dünya yuvarlaktır.”, bir düşünce ifade eder ve dünyaya dair bir şey söyler (İnan, 2012:43-45). Denkel, konuya şöyle bir açıklık getirir; “Frege’ye göre tümceler özel adlarla, her ikisi de tamamlanmış şeyler olmaları dolayısıyla benzeşiyorlar. Frege tümcelerin de (kendilerine özgü) nesnelere yönlettiğini öne sürüyor.” (1989:26). Frege’nin birleşik terim olarak adlandırdığı tümcelerin göndergeleri “doğruluk değeri”dir. İki doğruluk değeri vardır; doğru veya yanlış. Frege bunu şöyle test eder; bir tümcedeki bir terimin yerine eşgöndergeli başka bir terim konulduğunda tümcelerin anlamları farklı olsa da göndergeleri aynı kalır. Bu iki tümce arasında değişmeyen tek şey doğruluk değeridir, ilk tümce doğruysa ikinci tümce de doğrudur veya tam tersi. Ör. “Dünya yuvarlaktır.” tümcesindeki “Dünya” terimi yerine eşgöndergeli “güneşe uzaklığı açısından üçüncü gezegen” terimi konduğunda yeni kurulan “Güneşe uzaklığı açısından üçüncü gezegen yuvarlaktır.” tümcesinin anlamı ilk tümceye göre farklı olsa da göndergeleri ve doğruluk değerleri aynıdır (İnan, 2012:43-45). Frege’ye göre bir önermenin anlamı onun doğruluk değerinde bulunmaktadır. Daha açıkçası doğruluk değeri doğru veya yanlış olabilen önermeler, dil dışı dünyadaki gerçek nesne veya olgulara gönderimde bulunabilen önermelerdir Çelebi (2016:70). Denkel de şöyle bir ekleme yapar “Frege, tümcelerin yönlettikleri şeyleri de “nesne” olarak değerlendirmiştir. Tümcelerin yönlettikleri nesneler ona göre doğruluk-değerleridir: Frege’ye göre, tümce ya Doğru›ya ya da Yanlış’a yönletim yapar” (1989:27). Denkel, Frege’nin gerçekçilik anlayışından yola çıkarak kuramındaki tümcelerin göndergesi olan “doğru ve yanlış” nesnesini ayrıntılı olarak açıklar: “Frege’nin kuvvetli bir gerçekçi olduğunu belirtmiştik. Onun açısından yönletilen her şey tam anlamıyla nesnel ve gerçektir. Dolayısıyla gerçekliği oluşturan öğeler, nesneler, kavramlar, (ve yine birer nesne olarak) Doğru ve Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 133 Yanlış’tan oluşur. Gerçeklikteki bir nesnenin ille de somut ve fiziksel bir şey olma zorunluluğu yoktur. Somut olmaması, bir nesnenin gerçekliğini eksiltmez. Kavram da aynı anlamda gerçektir ve anlıktan bağımsız bir ilkedir. Buna göre Doğru ve Yanlış’ın öznel ilkeler olamayacakları anlaşılıyor. Ancak Frege için her bir tümcenin (anlamı farklı olsa da) kendine özgü farklı bir Doğru›su veya Yanlış’ı olduğu da söylenemez. Doğru ve Yanlış çoğul gerçeklikler değildirler. Tüm doğru tümceler aynı Doğru’ya, tüm yanlış tümceler de aynı Yanlış’a yönletirler” (1989:27). Denkel’e göre geleneksel tümce çözümlemelerinde Ör. “Cem Can’a vurdu” ve “Sezar Kleopatra’yı seviyor” “Cem” ve “Sezar” özne konumunda bir özel ad iken, tümcenin geri kalan kısmı yüklemdir. Ancak Fregeci yaklaşımın sunduğu imkânlarla aynı tümcedeki “Can” ile “Kleopatra” terimleri bir nesneye gönderimde bulunan özel ad olarak alınabilir ve “… …’a vurdu” ve “… …’yı seviyor” ise kavram-terim yani yüklem olur. Benzer çözümleme “Tunca keldir.” tümcesinde yapılamaz çünkü bu tümcedeki yüklem tek boşlukludur. Oysa yukarıdaki iki tümcedeki yüklemler iki boşlukludur. Bu yüzden “… …’a vurdu” ve “… …’yı seviyor” yüklemlerinin boşlukları başka adlarla doldurularak farklı tümceler elde edilebilir ve bunların doğruluk değerleri de farklı olur. İki boşluklu bu tür tümcelerde nitelik, özellik yüklemesi yoktur, nesneler arası ilişki söz konusudur (1989:27-28). Denkel bir konuya daha dikkat çeker; “Frege “Karaburun bir kedidir” ve “Karaburun Karaburundur” tümceleri arasında büyük farklar görüyor. Öncekinin kavram-terimi (“... bir kedidir”) bir nesneyi bir türün kapsamı altına sokarken, sonrakininki (“... ..”dur) iki nesne arasında bulunan özdeşlik ilişkisine yönletiyor” Denkel, Frege’nin doğruluk değerleri olmayan tümcelere ilişkin görüşlerini şöyle ifade eder: “Yönletimleri, doğruluk değerleri olmayan önermelerden oluşan bir ürün, Frege’ye göre, bir sanat yapıtıdır; dünyaya ilişkin değildir. Bildirim yapılmadığı, yani tümcenin doğruya ya da yanlışa yönletmediği yerlerde ciddi olarak konuşmamakta, söylediğimizi uydurmakta, bir kurgu oluşturmakta veya bir oyun oynamaktayızdır” (1989:35). Sonuç Frege’nin anlam kuramına dair dört başlık hâlinde vermeye çalıştığımız bilgiler, aslında bir özet niteliğindedir. Bu görüşler günümüzde yerini başka başka görüşlere bırakmış olsa da klasik olma özelliğini baştan beri korumaktadır. Bu nedenle dil felsefesine yeni başlayanlar için Frege’nin görüşleri vazgeçilmez bir ders niteliğindedir. Bununla birlikte Frege’den sonra gelen hemen her dil filozofu, onun görüşlerini temas etmeden yeni bir anlam kuramı oluşturmamıştır denebilir. 134 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kaynakça Boz, E. (2020) “Dil Felsefecilerine Göre Özel Adların Anlamsal Görünümü”, Türk Dili, S. 821, s.36-46. Çelebi, V. (2016) “Çağdaş Mantıkçı Anlam Kuramında Dil-Dünya İlişkisi ve Metafiziğin Yadsınması” Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, S.26, s.69-84. Denkel, A. (1989). “Frege’nin Dil Felsefesi: Ana Çizgiler.” Felsefe Tartışmaları (5. Kitap): 24-46. İnan, İ. (2012) Dil Felsefesi, Açık Öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir. Rızatepe, H. (1989). “İmleme Yolları.” Felsefe Tartışmaları (5. Kitap): 47-64. Salerno, J. (2011) Frege’ye Dair, (Çev. Ayhan Dereko), Birleşik Dağıtım, Ankara. Frege, G. (2019) Fonksiyon ve Kavram, (Çev. Mustafa Özdemir), Külliyat Yayınları, İstanbul. SALAH BİRSEL’İN UNUTULAN KELİMELERİ Prof. Dr. Şerif Ali BOZKAPLAN, Dokuz Eylül Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-3375-4293 Salâh Birsel, söz hazinesi, benzetmeleri, üslubu başka olan bir kalem erbabıdır. Sıradan bir olayı dahi sıra dışı veya farklı bir üslupla başka bir hale dönüştürebilir. Dolayısıyla anlattığı ya da aktardığı hadiseleri naklederken kullandığı kimi söz ve söz grupları da çok hususîdir. Nedir, Salah Birsel, bu çok başka söz ve söz gruplarına nereden ulaşmıştır. Ne okumuş ya da neyi seyrederek bu söz varlığını edinmiştir? Bu yolda bir soruyu yıllar önce hakkında lisans tezi hazırlarken sormuştum. Yani nasıl elde ettiniz bu derece farklı bir üslubu ve söz varlığını? Diye. Biraz alaysı bir eda ile “müfredat kitabı okuyarak” şeklinde cevaplamıştı. Tabii ki o kadar basit değildi sorunun cevabı. Nitekim Birsel’in metinleri hem söz varlığı hem de muhteva bakımından oldukça doludur. Birkaç kaynaktan beslenerek oluşturulabilecek bir kompozisyon değildir Onun metinleri. Yazdıklarından okuduğuma göre adeta durmadan çalışmıştır, denebilir. Nitekim neredeyse odaların çoğunda çalışması için şartlar hazırdır. Yazmaktan yorulursa salona geçip okumaya koyuluyormuş. Bendeniz de kendisiyle röportaja gittiğimde çalışma odasını görmek fırsatını yakalamıştım: Yerden tavana kitap. Hem edebiyatımıza hem de Batı edebiyatına özellikle de Fransız edebiyata vakıf olan Salâh Birsel, Batılı kaynakların Fransızca olanlarını orijinallerinden okumuştur. Dolayısıyla birinci derece kaynaklardan edinmiştir malumatı. Denebilir ki Onun en belirgin üslup hususiyeti “alay, ince alay” yani kendi deyimiyle “bıyıkaltıcılığı”dır. Hakikaten O, ölümü bile başka türlü anlatmıştır. Ölümü de bıyıkaltıcı bir üslupla dile getirmiştir: ölüm Onun için “ömür dersini bütünlemektir, kalıbını dinlendirmektir, beden rasathanesi yıkılmaktır, sahneden çekilmektir, sabahı tutturamamaktır, vb. Peki, Salâh Birsel’in söz hazinesinde neler var? Neler yok ki… En başta argo tabii ki… Türk argo sözlüğüne hatırı sayılır bir katkısı söz konusudur. Onlardan burada söz etmeyeceğim elbette. Bu bildirinin çerçevesi kimi unutulan söz ve söz kalıpları… Bazıları Batı dillerinden bazıları da Doğu dillerinden Türkçeye girmiş dolayısıyla Birsel’in de lügatinde yer bulmuş kelimeler... Öte yandan Arapça tamlama kurallarına göre kendi kurduğu tamlamalar da vardır Onun söz varllığında: acibülheykel, ekl-ül-bel etmek, fenâ fil ney, vb. Farsça kaynaklı tamlamalar da lengerendaz olmuştur onda: âferin-bâd toplamak, şütürgürbe, vb. Öte yandan 136 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Türkçenin ek ve kök sistemine uygun olarak kendinin ürettiği kelimelere de yer vermiştir eserlerinde: benbence, vb. Dil ve edebiyatla uğraşan birinin bile kolay kolay karşılaşamayacağı kimi yapılar da Birsel’in akıl tasındadır: bağdaten, vb. Batı dillerinden özellikle de Fransızcadan dilimize girmiş tamlamalar da Onun diline peleseng olmuştur: ala garson, vb. Öte yandan Salâh Birsel’in söz dağarcığında mahallî sözler de mevcut. Bu bildiri metninde iki adet örnek mevcuttur: laleş kalmak, şevedeci…Ne yazık ki Türkçenin işletilmesine katkı sağlayan bu tür söz ve söz kalıpları, zamanla Türkçenin kullanılma dairesinden çıkmıştır. Dolayısıyla Salâh Birsel’in yıllar önce eserlerinde yer verdiği bu değerli dil unsurları, unutulanlar kervanına katılmıştır. Kimi sözlüklerimizde madde başı olmakla beraber bizim zihinlerimizdeki yerleri boşalmış hatta doğrusunu ifade etmek gerekirse kimimizin zihninde hiç yer edinememişlerdir. İşte bunlardan bazıları: 1. acibülheykel Muallim Naci bir yazısında Hacı’nın dükkânından sepetlenen bir saz şairinin öyküsünü şöyle anlatır: “En tuhafı şudur ki, geçen akşam Hacı Reşit’e sazı omzunda acibülheykel bir şair çıkageldi. Kapıdan girince şöyle bir etrafına bakındı. Kendine benzer kimseyi göremedi. Dönmek istedi, dönemedi. Utandı mı ne oldu? Geçti bir köşeye oturdu. Şairde gözlerin parlayışını bir görmeliydiniz. Hele dehşetli ağzına hiç bakmağa gelmezdi. Adamın yüzde yüz güleceği gelirdi. Kah Ki., s. 108 Arapça tamlama oluşturma kuralına göre tanzim edilmiş, her ikisi de Arapça olan iki kelimelik bir yapıdır. Böyle bir tamlama sözlüklerde tespit edilemedi. Heykelin acayibi, heykelin şaşılası, garip bir adam. Fiziği garip veya anormal olan, menfi manada dikkat çeken bir kimse. 2. âferin-bâd toplamak Şennur ile Özdemir’in şiirleri çok aferin-bad topladı. Nez. Kar., s. 42 “Âferin” sözü, Farsçada tahsin ve sitayiş yani beğenme ve öğme ifade eden bir kelimedir. “Bâd” ise bûden “olmak” mastarının emri gaibi mevkiinde kullanılarak temenni ve duayı ifade eder (Şükün 1984: 64). “Yapılan iş, işlem ya da ortaya konan ürün veya nesne beğenildi, takdir edildi, övgüye değer bulundu, alkışlandı, takdir edildi.” Demektir. Aferin, hâlâ dilimize dolaşıyor ama sondaki takı unutulmuş, nadiren de olsa bazı yapıların sonunda yer alıyor. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 137 3. alagarson Edip yaşamı bir yaz mevsimi de sayar. Evet, yaşam giysiler, şapkalar, eldivenler, mayolar, deniz toplarıdır. Camgöbeği bir bluz giymiş, saçları alagarson, esmer bir kızdır. Ke., s. 46 alagarson: Fr. a la garçonne. 1. kısa kesilmiş saç, 2. Oğlan saçı biçiminde kısa kesilmiş kadın saçı. 3. 1918’den sonra moda olmuştur (TDK 2005:64; Ayverdi 2011: 36). 4. alay-ı vâlâ ile Bir kez Laleli’deki bir turşuca da buradan alayı vala ile kovulmuştur. Kah. Ki., s. 118 Alay kelimesinin Farsça söyleyişe uydurulan ve divan edebiyatında kullanılan şekli. Divan şairleri “alay” sözünü Farsî eda ile söylemekten hoşlanırdı. Gösterişli, debdebeli bir şekilde Ayverdi 2011: 37). Aslında bazı hallerimiz alay-ı vâlâ ile tarif edilse daha yerinde ve yakışır olacaktır. İşte bu yüzden kimi yapıları dilin ahengi ve ifade gücü dolayısıyla unutmamak / unutturmamak gerekir, kanaatindeyim. 5. alifaka Evet, insanı tor eden, zar eden, her yanını bağlayan laf ustaları, laf ebeleri, alifakalar, başı yıldız ormanı yiğitler artık ortalarda pek görünmüyor. Nez. Kar., s. 33 Alifaka sözü, Ar. ali ile fakih kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Fakih kelimesinin Türkçede birtakım ses olayları neticesinde fakı halini aldığı bilinmektedir. Ali fakih birleşik yapısının da başkalaşma ile alifaka şeklini alması gayet olağandır: alifakı > alifaka. Çok bilmiş, her şeyi bildiğini sanan kimse. Kelime sözlüklerde yer almamaktadır. 6. amazon Halide Edip 1912 yılında Nakiye Elgün’ün – o da gerçek bir amazondur – Fatih’deki evinde Teali-i Nisvan’ın yardım ve hastabakıcı kolunu da yürürlüğe sokacaktır. İs. Pa., s. 12 amazon: 1. Savaşa katılan kadınlara eski çağların Amazonlarına benzetilerek verilen san. 2. Ata binen kadın (TDK 2005: 87). Burada bir savaş söz konusu 138 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı değildir. Geçen asırda Osmanlı toplumundaki kadının dört duvar arasından çıkıp cemiyet hayatına katılması, erkek ile bir ve beraber hayat mücadelesi vermesi hususlarında kalemiyle yani sanat gücüyle mücadele eden kadınları nitelemek için kullanılmıştır amazon kelimesi. 7. arayıcı fişeği Bunlar kadınlara hayvanca, hemen hemen vahşice davranırlar. Dilin ve kalemin anlatmaktan utanacağı sarkıntılıklarda bulunurlar. Gövdeleri yoklamak için ellerini arayıcı fişeği gibi uzatırlar. İleri, geri bir parmak kaçacak yer olmadığı için de bu ellerin kıskaçları arasında kalanlar, kalınca bağırmak gereğini duyarlar. Kah. Ki.., s. 84 arayıcı fişeği: 1. Yakıldığı zaman son süratle ve ses çıkarak etrafı dolaşan, sağa sola sıçrayan donanma fişeği. 2. mec. Çok dolaşıp her şeyi araştırıp öğrenmek isteyen meraklı kişi (TDK 2005: 64). 8. bagdaten Meydanda birikmiş tulumbacılar, görevliler ve de ahali üzerine bağdaten yani apansız olarak yıkılan duvar, 45 kişinin ölümüne yol açmıştır. Nez. Kar., s. 9 bagte, Arapça bir sözdür. Ansızın karşısına çıkma sözünün tenvinli halidir. Birden bire, ansızın, beklenmedik bir anda anlamlarındadır (TDK 2005: 105). Birsel, belki de kelimenin sözlüklerde bile zor bulunabileceğini tahmin ederek sözün anlamını kendisi “ apansız” olarak vermiştir. 9. bat pazarı Tuzladı aşçı dilile yüreğim yaresini // Ciğerim paresi gel ver ciğerin paresini // Ben demem aşçıya bir şey, dilerim Mevlâ’dan // Bat barzarında mezad eyliye ızgaresini Kah. Ki., s. 107 Şemsettin Sami’ye göre bu tabirin aslı bitpazarı olup eski yazarlar bit kelimesini kullanmaktan çekindikleri için bat pazarı demişlerdir ancak Arapça bât kelimesinin böyle bir anlamı yoktur. Bazı dilcilere göre ise bunu aslı bat pazarı olup bât Arapçada “kesin” demektir; buralarda kesin pazarlıkla satış yapıldığından bu adı almıştır. Bu tabiri Arapça bâ’it “bayat” kelimesine dayandıranlar da vardır. Fakat bitpazarı şekli daha doğru gibi görünmektedir. Eski eşyaların alınıp satıldığı yer, bat pazarı (TDK 2005: 157). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 139 Bitpazarı tabii ki doğru şekil olmalıdır. Yani eski eşyaların satıldığı yer. Tabiatıyla eski olanda bit de vardır pire de. Dolayısıyla bitpazarı. Lâkin “bit” sözü her yerde, her zaman söylenebilecek bir kelime olmadığı için örtmece ya da güzel adlandırma ile bat pazarı denmiştir. Kelimenin (bat) menşeinin hangi dilden olduğunun bir ehemmiyeti olmaksızın. 10. beberuhi İnsan diye alkış tutulan beberuhi budur. Nez. Kar., s. 38 beberuhi: Karagöz oyununda boyunun kısalığından dolayı “altı kulaç Beberuhi” de denilen ve oyunda önemli bir yeri olan oyunculardan biri. Çok kısa boylu erkek (TDK 2005: 126). Alkışa değmeyecek kadar gösterişsiz, boyu posu olmayan öte yandan hayatta önemli bir yer işgal eden kimse: beberuhi. 11. bedehşan yâkutu Üçüncü setin adı da “Sonsuz Uyum”. İlk bölüm tam bir Bedehşan yakutu, ilk dizede şair yırtılmış bir tenis topu olduğunu açıklıyor, son iki dizedeyse kendini bir sürü bilyeden oluşmuş büyük bir bilyeye benzetiyor. Daha sonraki bölümler yine payandalık görevinde. Ke. s. 44 Bedahşan yakutu: Far. (Bedahş- bedahşân) Afganistan’daki Bedahşan eyaletinin adından. Bedahşan şehrinde işlenen çok değerli yakut, la’l-i Bedahşan (TDK 2005: 126). Birsel, bu bölümde Edip Cansever’in Oteller Kenti adlı şiir kitabını incelemiştir. Şiirleri bölüm bölüm ele almıştır. Bölümlerin bazılarını asıl bölüme payanda olarak değerlendirmiştir. Dolayısıyla şiirin ya da kitabın en güzel bölümü, en can alıcı kısmı, en değerli olarak değerlendirilmiş ve o bölüm, en değerli taş olan Bedahşan yâkutu yani la’l-i bedahşah olarak algılanmış ve adlandırılmıştır. 12. benbence Napolyon pek benbence, pek kibirli biriydi. Bize bile elini uzattığı zaman işaret parmağını uzatırdı. İs. Pa., s. 47 Birsel’in türettiği sözlerdendir. Bazıları yerinde ve uygun iken bazıları da kuru ve yavandır. Benbence belki de benbenci şeklinde olsaydı tutunma ihtimali olabilirdi. 1 1 “Umurlamak” da bunlardan biridir. Hoş o günlerde bu işleri umurlayan da yoktur. İst. Paris, s. 59 140 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 13. dağıdar etmek Onun ardından Fransız şairi Rimbaud pervaz etti. O da Markiye uzaktan taktaka etmiş biridir. Herkesin kalbini şiirleriyle dağıdar ettikten sonra o da mostrasını Fransızlardan kaçırmak için kapağı Habeşistan ağaçlarının altına atmıştır. Ke., s. 41 dağdar: (Far. dâğ “yanık yarası” ve dâr “sahip olan” ile dâğdâr) Çok üzgün, kederli, elem ve ızdırapla kavrulmuş, yanık (Ayverdi 2011: 246). Eski edebiyat ve daha sonraki edebî hayatımızda da kullanılmış olan bu Farsça söz, bir hece eklenmek suretiyle Birsel’in kaleminden de yazıya dökülmüştür. Hatta birleşik bir yapı haline gelmiştir: dağıdar etmek. Çok üzmek. 14. ekl-ül-bel etmek Oburlukta kimi padişahlar da kullarından geri kalmaz. Sultan Aziz kollarını sıvadı mı, sıvamadı mı, bir kuzuyu büyük bir iştahla ekl-ül bel eder. III. Ahmet, onun gibi önüne geleni ekl-ül bel etmez yani silip süpürmez ama o da havalı yerlerde, ince kıyım odalarda yemek atıştırmaya bayılır. Bo. Şın. Mın., s. 90 Arapçada “ekele” yemek yedi, “bele’a” da yuttu anlamındadır (Parlatır ve Haridy 2014: 49-61). Bu iki mastarın Türkçedeki anlamı, ortaya konan yiyeceği silip süpürmek demektir Zaten Birsel de cümlenin devamında bu tabiri “silip süpürmek” şeklinde anlamlandırmıştır. İlgi çekici bir yapı olduğunu belirtmek gerekir. Yani Arapça tamlama kuralına göre iki mastarı bir araya getirmek, o dili konuşanların da Arap dili gramercilerinin de oluşturacağı bir teşkil değildir. 15. eşkıya-küş Osmanlı tahtına tüner tünemez celaliküş, eşkıyaküş, askerküş, dört dörtlük bir kan dökücü padişah kesilen Murat, burada oturduğu vakit Topkapı Sarayı’na gidiş geliş Ahırkapı’dan olur. Bo. Şın. Mın. Mın., s. 44 küş: Sonuna geldiği kelimelere “öldüren, öldürücü” anlamı katarak Farsça usulüyle birleşik sıfatlar yapar: Düşmen-küş: düşmanı öldüren. Merdüm-küş: Adam öldüren (Ayverdi 2011: 729). Salah Birsel, birkaç örneğe dayanarak “celaliküş, askerküş” gibi yeni türevler oluşturmuştur. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 141 16. fenâ fil ney Neyzen Tevfik sanki bunu anlamış gibi paltosunun iç cebinden bir şahney çıkardı. Başpâre’ye dudaklarını yaklaştırırken öyle bir egemence gerdan kırışı vardı ki onun fenâ fil ney mertebesine eriştiğini anlatıyor gibiydi. İlkin bir dem tuttu. Nefesin sonu gelmiyordu. Bu tanrısal feryattan sonra taksime girişti. Arada sevimli başını eğerek çalıyordu. Makamları dolaştı. Bir kamış parçasından başka bir şey olmadığı sanılan bu sazı uzun uzun inletti, ağlattı. Kah. Ki., s. 111 Salah Birsel’in kendince ürettiği yapılardandır. Dip notta “ney’in varlığı için yok olma” şeklinde de açıklama yapmıştır. Aslında Arapça tamlama kuralları gereğince “fenâ fi’n-ney” olmalıydı. 17. fermanferma Beş gündür imbat. Poyraz cenapları, zaman zaman, dağların arkasından başını çıkarıp “höött” diyorsa da her sabah, kuşluk vaktine değin Ayvalık’tan Ören denizine doğru uygun adımlarla ilerleyen beyaz kuşaklar da ha bire İmbat imparatorluğunun fermenfermalığını muştuluyor. Nez. Kar., s. 48 fermanferma: Hükmeden, hükmünü yürüten, verdiği emir yerine getirilen, hükmü geçen (Ayverdi 2011: 377). Ferman-ferma da tarihin sisli ve bulanık dünyasında istirahate çekilmiş durumdadır. O da dünya sergüzeştini tamamlamış, dingin bir hayatın yolunu tutmuştur. 18. gılaptan İmdi, yeniden yazarımızın okumalarına kılıç üşürüp onun Çin gılaptanlarını, Jaune Royal vazolarını biraz daha kurcalayalım. Ke., s. 19 gülabdan: (Far. Gülâb “gül suyu” ve dân ekiyle) gülsuyu serpmek için kullanılan, karın kısmı şişkin, uzun boyunlu, ağzı delikli, camdan veya madenden ufak kap (Ayverdi 2011: 443). Gülsuyu artık bazı dinî törenlerde, (mevlit, vb.) ikram edilen bir maî olduğu için saklandığı vazomsu kabın adı da unutulmaya yüz tutmuştur. Zaten ilk adım olarak “gülabdanlık” denmek suretiyle manası sonra da kullanımı sınırlandırılarak kendi derya-yı nisyana gark olmuştur. 142 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 19. ibadullah Nedir, bunlar ikinci gradodan olsalar da selam kavislerini büyük sanatçı üstünde tutarlar. Çünkü onları sallasırt edecek üçüncü sınıf büyük eleştirmenler de ibadullahtır. Nez. Kar.., s. 93 ibadullah: 1. Allah’ın kulları. 2. Mec. Halk ağzı. Pek çok (Ayverdi 2011: 532). Allahın kulları tabiri, ister halk ağzında olsun, isterse standart dilde çok da müsbet bir mesaj içermez. Nitekim allahlık sözü de etkisiz, kendi halinde, hatta zavallı manalarını içerir. Dolayısıyla ibadullah olan eleştirmenler Birsel’in tabiriyle gradosu düşük üçüncü sınıf eleştirmenlerdir. 20. ipipillah Malaparte, bu kez 1933’te Mauriac’ın Alberto Moravia ve daha başkaları önünde söylediği çok dinsel, çok katolik çok ipipillah bir sözü gündeme getirir: -Eğer İsa dirilmemiş olsaydı, Katoliklik bana vız gelir, tırıs giderdi. Nez. Kar., s. 37 ipipillah: (Ar. billâh “Allah ile’den) Elinde avucunda bir şey kalmamış, parasız, mahrum ve züğürt kimseler için kullanılan “ipipullah sivri külah” deyiminde geçer (Ayverdi 2011: 568). Billah kelimesindeki b sesi ötümsüz patlayıcı p’ye dönüşmüş sonra da pekiştirme ile ve protez ( başta türeme) ile ipipullah şeklini almıştır: billah > pillah > ipillah > ipipullah. Ya da illah > ipillah > ipipillah. Yani, aykırı, farklı, bağlama uymayan anlamında bir söz. 21. keylüse meylüse kulak asmamak Hem yeni kalabalıkların gelmesini önlemek için sokakları kesmişler, hem de Richer Sokağı’ndaki kalabalığı dağıtmak için keylüse meylüse kulak asmamışlardır. İs. Pa., s. 63 Arapçadan Türkçeye geçmiş olan keylüs sözü Redhouse sözlüğünde “yarı sindirilmiş yiyecek” anlamında yer almaktadır. (s. 648) Türkçe sözlükte ise “sindirim sırasında salgılanan sıvı, ak kan” olarak verilmiştir. ( s. 1182) keylüs, meylüs ile beraber bir ikileme oluşturmuştur. Misalli Büyük Türkçe sözlükte ise “keylüs vakti” hakkında “ Hazmın bitip besinlerin emilmeye başlandığı zaman bilgisi vardır. (s. 664) Bu manalardan hareket ederek deyimin anlamı şöyle verilebilir: o ne der? bu ne der? endişesinden uzak, cesurca davranmak. Birilerini dikkate alarak hareket etmemek. Hatta yasa ve yönetmeliğe uymamak. Durumun gereğince davranmak. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 143 22. kılıç artığı Şöyle biline ki, Muallim Naci, 1883 – 1885 yıllarında, tam 30 ay Tercümanı Hakikat gazetesinin edebiyat bölümünü yönettiğinde kılıç artığı denilen eskiye bağlı ozanlar, şipşak gazetenin Ebussuut Caddesi’ndeki yerini doldurmaya başlamışlardır. Kah. Ki., s. 131 kılıç artığı: 1. Savaş sonrası sağ kalanlar, bir savaşta ölümden kurtulanlar, bakıyye-i suyuf. Kılıç artığı erler, balta artığı söğüt.( Behçet K. Çağlar) 2. Eskiden müslümanlar tarafından ele geçirilen bir ülkede hayatları bağışlanan ve belli bir yere yerleştirilen, kendi gelenek ve göreneklerine göre yaşamalarına izin verilen azınlık (Ayverdi 2011: 666). Bir hadiseden veya bir yaşantıdan arta kalanlar için kullanılmış çok anlamlı bir söz takımı. Aynı zamanda “balta artığı söğüt” ibaresi de yapının genişleyebilir hususiyetine işaret eder gibi… 23. laleş kalmak Lafın kurdelasını kısa tutmak gerekirse, dinleyenler yazarımızın sözlerini onaylamazlar. Zaten sözlerini de doğru dürüst duyamamışlardır. Çaresiz ve laleş kalan Mishima sözlerine şöyle son vermek zorunda kalır: “Anayasayı protesto etmek adına kendimi öldüreceğim.” Ke., s. 40 laleş kalmak: İş yapamaz duruma gelmek, çaresiz kalmak (TDK 1977: 3061). 24. lâtilokum Gelin görün ki, Anna adındaki bu latilokum, Dede Rıfkı’nın sevgilisi gibi, kendisine yâr olmamıştır. Nez. Kar., s. 17 latilokum: Ar. rahatu’l-hulkum “boğaza hoş gelen şey” in Türkçeye geçmiş şekli rahat-i lokum’dan, lokum (TDK 1977: 737). Çok güzel (kadın) (TDK 2005: 1314). Güzel kadın anlamındaki bu yapı, birtakım ses olayları neticesinde Türkçeleşmiştir. Bence güzel bir adlandırmaymış. Keşke hem söz varlığımızdan hem de lügatlerimizden kaybolmasaydı. 25. lengerendaz olmak Klara, ailenin içine gelip lengerendaz olduğu vakit Zekiye Hanım’ın oğlu Ali Fuat - Cebesoy Paşa- ile Zekiye Hanım’ın öbür kız kardeşi Hayriye Hanım’ın kızı Nimet bir buçuk yaşındadır. İs. Pa., s. 34 144 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı lengerendaz: Demir atmış (gemi) (Ayverdi 2011: 741).Lengerendaz olmak ise yerleşmek demek. Tıpkı limana yanaşan geminin limanda bir süre sabit kalmak için demir zincirinin ya da zincir ucundaki çapanın suya bırakılması gibi… 26. perendebaz Gelin görün, kimi ozanlar, kimi perendebazlar, kimi kör kadılar, şiirleri yaratılış anındaki doğallığında bırakmak istemez. Onları tapatap tapatap koştururlar. Ahmet Rasim’in demesine göre geçen yüzyılın şairlerinden Ali Ruhi, top patlatır gibi seslendirirmiş şiirlerini. Nez. Kar., s. 104 perendebaz: (Far. perende ve bâz “oynayan” ile perende-bâz) 1.Takla atarak hüner gösteren kimse, cambaz, akrobat. 2. Mec. Karşısındakine oyun ede, fırıldak çevirip aldatan kimse (Ayverdi 2011: 988). Şiirin manası, musikisi ve ahengi şairin iç dünyasının yansımasıdır adeta. Dolayısıyla başkasının o şiiri hangi ruh haliyle okuduğu çok önemlidir. O yüzden mana da musiki de şairin dünyasındadır. Yani el- manâ fi batnı’ş-şâir’dir. Mana, şairin karnındadır. 27. şakkı şefe Fatma Aliye Hanım, Georges Ohnet’in Volonte adlı yapıtını “Meram”adıyla çevirdiği zaman, çevrenin şakkı şefe’sini hesaba katarak onu “Bir Kadın” adıyla yayınlayacaktır. İs. Pa. , s. 7 şakk-ı şefe: ağız açma, dudakları birbirinden ayırma (Parlatır 2009: 1554). Salah Birsel’in kastettiği mana ise bir ileri öğedir: dedikodu. Malum olduğu üzere Arapça şakk “yarılma, ortadan ikiye ayrılma”dır. Şakkı-ı kamer de Peygamberimizin bir mucizesi olarak ayın ikiye ayrılmasıdır. 28. şataraban peşrev Perde aralarında da seyirciler operanın başoyuncusu Sultan Aziz’miş gibi dur durak dinlemeden “vive le Sultan” sesleriyle Zat-ı Şahane’ye pohpoh çekmişlerdir. Bu da ilk önce operaya gizli kapaklı gelmek isteyen Padişanın yüreğinde bir şataraban peşrev kaldırmış hele iki ressamın hemen orda resmini çiziştirip kendisine imzalatmaya kalkışması, bunu gören halkın da yeniden dakikalarca alkışa geçmesi padişahsal memnunluğunu bütün bütün arttırmıştır. İs. Pa., s. 48 şedaraban/ şeddaraban/ şeddiaraban: (Ar.( şedd ve arabân ile şedd-i arabân) Musikimizde zengûle makamının yegâh perdesine göçürülmüş olan ve yegâh per- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 145 desinde karar kılan en az beş yüz yıllık bir şed makam. (Halk ağzında şataraban şeklinde de kullanılır.)(Ayverdi 2011: 1159; Red House 1986: 1052). Birsel, “şataraban peşrev kaldırmak” deyimini mutlu olmak, hoşlanmak anlamlarında kullanmıştır. Nitekim önceki cümlede bahsedildiği gibi seyirciler, “Yaşa Sultan” tezahüratı ile Sultan Aziz’e alkış tutmuşlardır. Bu tezahürat da Sultan Aziz’i ziyadesiyle mutlu etmiş ve sevindirmiştir. Dolayısıyla gönlünde adeta sevdiği bir müzik parçasını dinlemiş kadar hoşluk uyandırmıştır. 29. şevedeci Onun gerçek dehası diz çökmelerinde de ortaya çıkar. Burada dikkat isterim. Bu diz çökmeler- sonradan birtakım şevedeciler onda direnmişse de – gerçeküstücülere kendisini aforoz etmemeleri yolunda yalvarmak için değildir. Tam tersi, Hitler saplantısının kendi kaçıklığından, kendi büyüklenmesinden ileri geldiğini Breton’a anlatmak, politika ile bir girdisi çıktısı bulunmadığını açığa vurmak içindir. Ke., s.31 şevede: dedikodu (TDK 1978: 3764). şev: şîb>şeb>şev. 1. İnişli yer, bayır. 2. Meyilli yer. Duvar şevi, pencere şevi, mazgal şevi, siper şevi 3. Doğranaların birbiri üstüne bindirme şeklinde geçme yapmasını sağlayan çıkıntı veya girinti. 4. Eğik, meyilli: şev duvar (Ayverdi 2011: 1167). Kelimenin menşei net değildir. Derleme sözlüğündeki “dedikodu” anlamı uygunluk gösteriyor. Kelime, “boş boğaz, çok konuşan, geveze” gibi manalar da içeriyor gibi. 30. şütürgürbe Şiiri karşılıklı sayfalar halinde okuyun. Kimi zaman aynı dize solda başlayıp sağda devam edebilir. Kimi zaman, bir bölümünün bir dizesi solda yer alabilir. Karşılıkla sayfalar bir bütün oluşturuyor. Bu uyarı bile insanın ne şütürgürbe, ne karışık iş karşısında bulunduğunu göstermeye yeter. Nez. Kar., s. 109 şütürgürbe: “Deve ile kedi.” Mec. Birbirine uymayan, münasebetsiz, karışık. iyi ile kötü (Parlatır 2009: 1591). Asla geri dönemeyecek kadar uzaklara gitmiş görünüyor Farsça bu yapı. 146 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 31. tavukpazarı Burada saz şairleri ötmez. Ötse de dinleyen olmaz. Buraya gelenler hep kalem şairleridir Anladın mı kuzum! Burası Tavukpazarı değildir. Ka. Ki., s. 108 Tavuk pazarı tabiri, Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik Lügati’nin müteşâ’ir maddesinin izahında geçer: Şairlik taslayan, tavuk pazarı şairi (Devellioğlu 2005: 783). Şair olmayıp da şair geçinen, şairlik taslayan kimselere denir. Tavuğun horoz karşısındaki durumu ile müteşairin şair karşısındaki durumu eşleştirilmiştir sanki. Aynı zamanda saz şairlerinin divan şairleri karşındaki durumuna da bir gönderme söz konusudur. Yani tavuk pazarı şairi gerçek sair değildir. Salah Birsel’in deyimiyle kalem şairleri asıl şairlerdir. Sonuç Salah Birsel, duygularını farklı söz kalıplarıyla sunar okuyucusuna. Bunun için hem kendi hafızasını ve mantığını zorlar hem de okuyucununkini. Bir karışıklığı anlatabilmek için Farsça şütürgürbe birleşik yapısından imdat bekler mesela. Hâlbuki “münasebetsiz, birbirine zıt” diyebilirdi. Ama onun maksadı söylenmemiş bir yapı, düşünülmemiş bir münasebet, kurulmamış bir hayaldir. Ekl ü bel etmek, nemenem bir tamlamadır? Ekele yemek, bele’a da yutmaktır Arapçada. Ama bu iki mastarı bir araya getirip de “her şeyi yemek, silip süpürmek” şeklinde bir anlam ile yüklemek Birsel’in akıl tasının marifetidir. Sıra dışı kullanımlar, sıra dışı teşbihler, sıra dışı hayaller, sıra dışı tefekkürler… Hepsi Salâh Birsel’in kendi tabiriyle - eline geçirdiğini - okuyan, hep okuyan kimliğinin ürünüdür. Sözler onda havada uçuşur. Müsta’mel olsun olmasın Onun zihnine düşmüşlerse muhakkak bir cümlede boy gösterirler. Birsel, konu ile sözü buluşturmakta da mahirdir, ustadır, üstattır. Keylüs… Besin sindirme maddesi veya zamanı... Keylüs bir de meylüs… Sonra da sokaktaki huzuru ve nizamı sağlamak için görevlilerin davranışını bu çok aykırı söz grubuyla eşleştirmesi ve ifadelendirmesi… İşte bunun için Salâh Birsel… Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 147 Kısaltmalar Bo. Şın. Mın. : Boğaziçi Şıngır Mıngır İs. Pa. : İstanbul - Paris Ke. : Kediler Kah. Ki. : Kahveler Kitabı Nez. Kar. : Nezleli Karga KAYNAKÇA Ayverdi, İ. (2011). Misalli Büyük Türkçe Sözlük. Birsel, S. ( 2013). Nezleli Karga. İstanbul: Sel Yay. ______ (2014a). Kahveler Kitabı. İstanbul: Sel Yay. ______ (2014b). Boğaziçi Şıngır Mıngır. İstanbul: Sel Yay. ______ (2016). İstanbul-Paris. İstanbul: Sel Yay. ______ (2019). Kediler. İstanbul: Sel Yay. Devellioğlu, F. (2005). Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lügat. Parlatır, İ.; Haridy, M. (2014). Arapça – Türkçe, Türkçe – Arapça Sözlük. Ankara: Yargı Yay. Şükün, Z. (1984). Farsça Türkçe Lügat. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. TDK (2005). Türkçe Sözlük. Ankara: TDK Yay. ______(1977). Derleme Sözlüğü. C. IX. GEREKLİLİK ÇEKİMİ ÜZERİNE Prof. Dr. Hacı İbrahim DELİCE, Afyon Kocatepe Üniversitesi ORCID No: 0000-0003-2560-0718 Giriş Gereklilik kipi için kaynaklarda “gereklik”, “gerekirlik”, “gerekmelik” ve “gereklilik” (Korkmaz, 2009, s. 693); “vücubî sigası”, siga-i vücubî (Korkmaz, 1992, s. 71) gibi değişik terimler kullanılmıştır. Gereklilik çekimi, “Fiilin gösterdiği oluş ve kılışın yapılması gerekli olduğunu bildiren ve Türkçede -mAll eki ile kurulan kip: ” (Korkmaz, 1992, s. 71-72); “Eylemin belirttiği oluşun gerçekleşmesi gerektiğini gösteren isteme kipi. Türkçe’de gereklik kipi eylem kök ya da gövdelerine -meli (-malı) ekinin getirilmesiyle oluşturulur: ” (Vardar, 1998, s. 107) şeklinde planlanan eylemin yapılmasının zorunlu olduğu merkeze alınarak ve bu işlevin [-mAlI] ekine yüklenerek ifade edildiği belirtilerek tanımlanmaktadır. Jean Deny, “gerekirlik” olarak terimleştirdiği gereklilik çekimini “beşinci teme” başlığı altında “şimdilik gerekirlik (nécessitatif présent, vücûbî)” şeklinde ele alır ve “sevmeliyim” çekimini “sevmem gerek, sevmek zorundayım” açımlamasıyla çekimin yapısal çerçevesini genişletir ve işlevlerini “zorlanış (Hangisini almalıyım?)” ve “ihtimalî oluş, belkileniş (Hasta olmalı.)” şeklinde izah eder. İkinci işlev için “gibi” kelimesinin ilave edilebileceğini (yazmalı gibi) ve gerekirlik sıygasında iki fiil bir uymaca bağlaç olan “de” ile birleştirilmiş ise inşâî (optatif) bir mana verebileceği (Ahmet gelmeli de gitmeliyiz.) hususlarını belirtir (1941, s. 384-385). Tahsin Banguoğlu, “gereklilik çekimi” için “gereklik” terimini kullanıp tanımını “Gereklik kipi ile eyden kimse bir kılış ve oluşu açıkça gerekli gösterir (Bugün dinlenmelisiniz. = dinlenmeniz gerek). Bunun birleşik kipleri de aynı anlatımı taşırlar.” şeklinde yapar (1974, s. 471). Muharrem Ergin, [-mAlI] ekinin Eski Anadolu Türkçesi sonlarında teşekkül etmeye başladığını ve Osmanlı Türkçesi içinde yaygın kullanılış sahasına çıktığını belirtir. Ekinin etimolojisini de [-mA] fiilden isim yapma eki ile [-lI] sıfat ekinin birleşmesinden oluştuğunu ve Osmanlıcada bir müddet ekin [-mAlU] şeklinde kullanılıyor olmasının da etimolojik çözümlemeyi kanıtladığını belirtmektedir. Ayrıca, Azerbaycan sahasında partisip olarak kullanımının yoğun olmasına rağ- 150 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı men Türkçede olduğu gibi gereklilik eki işleviyle kullanımının yok denecek kadar az olduğunu da vurgular (2009, s. 313). Mehmet Özmen, “Gerek, Gerekmek ve Gereklilik Çekimi” başlıklı makalesinde “gerek-gereklilik ilişkisi” başlığı altında Eski Anadolu Türkçesine kadar gereklilik için bir ek bulunmadığı için bu kipin aktardığı anlamın Eski Türkçe döneminde “kergek” ve “kerek”; Eski Anadolu Türkçesi döneminde ise “gerek” kelimesinin değişik ilişkiler içerisine girdiğini söyler ve çeşitli araştırmalardan hareketle dönem dönem hangi yapıların kullanıldığının tespitini yapar. Buna göre, Eski Türkçe döneminde gereklilik ifadesi için “-mIş kergek”, -gU kergek”, “kergek bol-“ ve kergek er-” (Clauson, 1972, s. 742), “-gü kergek” (Gabain, 1988, s. 83), “-miş krgek”, “-gü krgek”, “-gülük ermiş” (Tekin, 1976a, s. 170); Uygur metinlerinde “-mIş kergek (Tekin, 1976b, s. 407; Kaya, 1994, s. 61/3-2, 63/8-14, 70/24-24 vb.), “-gU kergek” (Barutçu Özönder, 1998, s. 153-154); Karahanlı Türkçesinde “-gU” eki yanında “-gU kerek” ve “kerek …-sA” (Ercilasun, 1984, s. 148-151), “-gU kerek” ve “kerek …-sA” (Hacıeminoğlu, 1996, s. 193-194); Harezm Türkçesinde “-gU şahıs zamiri” (Eckmann, 1979, s. 218), “-mAk kerek” (Ata 1997 ve 1998; Eckmann ve NF’de ilgili yaprak ve satırlar.), “-mAkIñ kerek (Ata 1998, Eckmann ve NF’de ilgili yaprak ve satırlar.), “-sA kerek” (Ata, 1997, s. 11v17, Eckmann ve NF’de ilgili yaprak ve satırlar.), “kerek, … -sA” (Ata, 1997, s. 127v21; Ata, 1998, s. 176-14, 382-8, Eckmann ve NF’de ilgili yaprak ve satırlar.); Kıpçak Türkçesinde “kerek” (Grönbech, 1992, s. 98), “-sA gerek” (Sevortyan 1980, 26); Çağatay Türkçesinde “gerek”, “lazım” (Eckmann, 1988, s. 123); Eski Anadolu Türkçesinde “-sA gerek”, “-mAk gerek” (Ergin, 1963, s. 465), “dilek şart kipi + gerek” (Timurtaş, 1977, s. 132), “-mAlI”, “-sA yeri var”, “-acak” (Tarama Sözlüğü VII Ekler), “-A şahıs eki gerek / gerekdür” (Korkmaz, 1973, s. 171-172), “-sa/-se şart, -mak/-mek isim-fiil, -up/üp zarf-fiil + gerek”, “gerek” (Özmen, 2001, s. 339-340), “-A gerek”, “-sA gerek”, “-mIş gerek”, “-mAk gerek” (Akkuş, 2000)” ek ve yapılarının kullanılmış olduğunu aktarır (Özmen, 2003, s. 179-181). Hikmet Koraş, “Türkiye Türkçesinde Gereklilik” başlıklı yazısında gereklilik kipi ve çekimlerini Eski Türkçe için “-gU ol-“, “gU gerek”, “-gUkA”, “-gUlUk”, “-sIk kergek”, “-sig iş” yapılarını; Karahanlı Türkçesi için “-gU kerek”, “kerek fiil + sA” yapılarını ele alır. Eski Anadolu Türkçesi için Gürer Gülsevin’in “Eski Anadolu Türkçesinde Ekler” adlı çalışmasından hareketle gereklilik çekimi için ayrı bir ek veya bir yapının bulunmadığını “-sAm gerek”, “-sAvuz gerek” “-sA gerek”, “-sAlAr gerek” yapılarının gelecek zamanla ilgili olması gerektiğini belirtip (1997, s. 110) bunu Karaatlı’dan yaptığı “Gerçekten de Eski Anadolu Türkçesi döneminde gereklilik çekimi için kullanılan ayrı bir ek yoktur. Eserlerdeki gereklilik çekimi, mastar eki, şart çekimi, emir ve istek çekimi üzerine gerek kelimesi eklenmek suretiyle Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 151 yapılmaktadır.” (Karaatlı, 1999, s. 65) alıntısıyla destekler. Çağatay Türkçesi için Eckmann’dan alınan “fiil + gu/gü + şahıs eki”, “-miş bol-”, -p bol-”, “-gay(lar) i(r)” (1988, s. 211-245); Eraslan’dan alınan “-mAk kirek”, “-sA kirek” (1999, s. 81); Yücel’den alınan “-sA kirek” (1995, s. 90); Yıldırım’dan alıntılanan “-mAk kirek”, “-sA kirek” ve nadiren “-mAlI” ek ve yapılarını değerlendirir. Türkiye Türkçesi için [-mAlI] eki yanında “-mAk gerek + şekil ve zaman eki”, “-mAk lâzım + şekil ve zaman eki”, “-mAk isim-fiil ekiyle iyelik kökenli şahıs ekleri ve gerek veya lâzım”, “fiil + -mAk zorunda + (i-) + şekil ve zaman eki + şahıs eki”, “fiil + -mak/mek mecburiyetinde + (i-)şahıs eki”, “Fiil + -mak/-mek zorunda kal- + şekil ve zaman eki + şahıs eki”, “fiil + -mak/-mek + mecburiyetinde kal- + şekil ve zaman eki + şahıs eki”, “fiil + -ma/-me + iyelik eki + icap ed- + şekil ve zaman eki”, “fiil + -ma/-me + iyelik eki + farz; fiil + -ma/-me + iyelik eki + şart, gibi gerek kelimesinin eşanlamlısı sayılabilecek kelimeler” yapılarını listeler (2005, s. 138-153). Necati Demir, “Türkçede Gereklilik Kipleri ve İşlevdeşleri” başlıklı makalesinde “F.-mA + iyelik eki + gerek”, “F.-sA (şart eki) + şahıs eki + gerek”, “F.-mA + iyelik eki + lazım”, “F.-mAk + zorunda + şahıs ekleri”, “F.-mA + şahıs eki + icap etmek + zaman eki”, “F.-mA + şahıs eki + lazım gel- + zaman eki”, “F.-mA + iyelik eki + lüzumlu”, “F.-mA + iyelik eki + şart”, “F.-mAk + gerek” (2006, s. 14-21) yapılarını örneklendirir. Ahmet Demirtaş, “Dede Korkut Hikâyelerinde Gerek Kelimesi” başlıklı makalesinde Dede Korkut Hikâyelerindeki gereklilik yapılarını tespit eder. Buna göre “-mAk gerek” ile mutlak / kesin gereklilik; “-sA gerek”, “-mAk gerek”, “-A gerek”, “-Up gerek”, “-mIş gerek” şekillerini gelecek zaman; “gerekise” yapısıyla şarta bağlı gereklilik; “gerek ol-“ yapısıyla ihtimal / tahmin niteliğinde gereklilik; “gerek i-” yapısıyla istek niteliğinde gereklilik; doğrudan “gerek” kelimesiyle uyarı niteliğinde gereklilik ve telkin niteliğinde gereklilik işlevlerindeki kullanımlarını listeler ve “gerek” kelimesinin “gerek … gerek …” şeklinde bağlama edatı görevini da ilave eder (2008, s. 16-19). Birsel Oruç Arslan, “Türkçede Gereklilik Kipi” başlıklı bildirisinde “-mA + iyelik gerek (isim cümlesi)”, “-mA + iyelik gerekiyor (fiil cümlesi)” şeklinde bir isim ve fiil cümlesi ayırımı yaptıktan sonra –malla / -mele şeklinde Çuvaşçada da görüldüğünü (2011, s. 1255-1256) belirttiği [-mAlI] gereklilik ekinin eşdeğer yapılarını listeler. Buna göre, bir asıl fiile eklenen “-mem gerek”, “-mem lazım”, “-mek zorundayım”, “-mem icap ediyor”, “-mem şart” ve “-meğe mecburum” yapılarını “Bugün okula erken gitmem gerek.” ve “Bugün okula gitmem şart.” cümleleriyle değiştirerek örneklendirir (2011, s. 1257). 152 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Ahmed Oktay, “ -mAlI Ekinin Morfosentaksı Bilgisayar Derlem Bazlı Araştırma” isimli makalesinde gereklilik kipini [-mAlI] ekini esas alarak tasarlar; ancak, “/-AcAk/ olmalı” (2014, s. 20); “/-mİş/ olmalı” (2014, s. 20-21); “/-r/ olmalı” (2014, s. 21); “/-yor/ olmalı” (2014, s. 20-21-22) yapılarını da bu çekimin bir parçası olarak ele alıp “Bunların arasında “/-mİş/ olmalı” ve “/-yor/ olmalı” yapıları fiile “tahmin” ve “ihtimal” görevi, “/-mİş/ olmalı ki” yapısında “ki” bağlacı ise “/-mİş/ olmalı” yapısında bu “tahmin” ve “ihtimal”e kesinlik kazandırmıştır.” (2014, s. 24) ifadelerine yer verir. Gereklilik kipinin kip hüviyeti kazandığı Osmanlı Türkçesi öncesinde gereklilik ifadesi yerine kullanılan yapıları incelediği makalesinde Şahap Bulak, tarihi dönemlerde gereklilik kipinin yerine kullanılan yapıları şu şekilde özetler: “Köktürk Türkçesine ait yazıt ve metinlerde gereklilik ifade eden örnekler tespit edilememiştir. Eski Uygur Türkçesinde gerekliliğin çok çeşitli yapılarla ifade edildiği dikkate alınırsa gereklilik ifadesinin Köktürk Türkçesinde de bulunduğu ancak ele geçen sınırlı sayıdaki yazılı kaynaklarında kullanılmadığı söylenebilir. Eski Uygur Türkçesinde gereklilik, “…-mIş kergek” yapısı, “-gU(lUk ol) yapısı, “kergek” kelimesi, “…-gU kergek” yapısı ve “…-mAk kergek” yapısı ile olmak üzere beş farklı şekilde; Karahanlı Türkçesinde “-gU” eki, “…-gU kerek” yapısı ve “kerek ... -sA” yapısı olmak üzere üç farklı şekilde; Harezm Türkçesinde “-gU(lUk ol) yapısı, “…-gU kerek” yapısı, “…-mIş kerek” yapısı, “…-sA kerek” yapısı ve “…-mAk kerek” yapısı ile olmak üzere beş farklı şekilde; Kıpçak Türkçesinde “…-mAk kerek” yapısı, “…-sA kerek” yapısı, “…-Ar kerek” yapısı, “-mAlI” eki, “kerek …-GAy + kişi unsuru” yapısı ve “… + GA tiyer /tiyesidir /tiyişlidir” yapısı ile olmak üzere altı farklı şekilde; Çağatay Türkçesinde “kėrek (turur)” yapıları, “…-mAk kėrek” yapısı, “…-sA kėrek/-kėrek …sA” yapısı, “-mAlI” eki ve “GU, -GUlUK” ekleri olmak üzere beş farklı şekilde; Eski Anadolu Türkçesinde “…-sA + kişi unsuru gerek” yapısı, “…-mAk/-mAḫ gerek” yapısı, “gerek (kim) …-A” yapısı, “…-mIş gerek” yapısı, “kerek” kelimesi, “-Up gerek” ve “gerek …-IsAr” ile olmak üzere yedi farklı şekilde ifade edilmiştir.” (2017, s. 349). Lıra Maırambek Kyzy, “Rus Türkologlarına Göre Güneybatı (Oğuz) Türk Lehçelerinde Tasarlama Kipleri” başlıklı makalesinde “gereklilik kipi”ni tamamen alıntılardan oluşan şu paragrafla şöyle açıklar: “Baskakov’a göre, Oğuz grubu Türk lehçelerindeki -malı biçiminde görülen gereklilik kipi, -ma yapım ekiyle -lı/-lık sahiplik ekinin birleşmesinden oluşmaktadır. Benzing (Benzing, 1942, s. 466-467) ise ekin ikinci unsurunu -layu/-leyü yapısına dayandırmaktadır. Burada -la isimden fiil yapım eki, -yu/-yü ise zarf fiil ekidir. Ramstedt’e göre, bu yapı 3 unsurdan oluşmaktadır: 1. -m fiilden isim yapım eki; 2. -a sıfat yapım eki; 3. -lı/-li ya da –lıq/-lik sahiplik eki (Baskakov, 1988, s. 356-358). Baskakov -ası/-esi ekini de gereklilik kipi başlığı Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 153 altında değerlendirerek ekin Türkiye, Azerbaycan, Başkurt ve Yakut Türkçelerinde kullanıldığı söylemektedir (Baskakov, 1988, s. 358)” (2022, s. 439). Duygu Kamacı Gencer, “Toplum Dilbilimsel Kategoriler Olarak Türkçede Gereklilik ve Zorunluluk” isimli çalışmasında tezini ortaya koymak için temel aldığı Şahap Bulak’ın makalesini şu şekilde tablolaştırır (2022, s. 801-802): Dönem İşaretleyiciler Eski Türkçe kergek Eski Uygur Türkçesi kergek, -mIş kergek, -gUlUk ol-, -gU, -gU kergek, -mAk kergek Karahanlı Türkçesi -gU, -gU kerek, kerek … -sA Harezm Türkçesi -gUlUk ol-, -gU, -gU kerek, -sA kerek, -mAk kerek Kıpçak Türkçesi -mAk kerek, -sA kerek, -Ar kerek, -mAlI, kerek…GAy + kişi eki, …. + GA tiyer/tiyesidir/tiyişlidir Çağatay Türkçesi kėrek (turur), -mAk kėrek, -sA kėrek, kėrek…-sA, -mAlI, -GU, GulUK Eski Anadolu Türkçesi …-sA + kişi eki + gerek, gerek (kim)….-A, gerek … -A, -mAk/mAh gerek, gerek, -Up gerek, -mIş gerek, gerek….-IsAr Osmanlı ve Türkiye Türkçesi -mAlI Değerlendirme Fiillere genellikle “gereklilik, zorunluluk, ve yükümlülük” anlamlarını yüklemek için Eski Türkçeden beri Türkçede sabit bir yapıya kavuşmuş gereklilik çekimi olmadığı ve Türkçenin yazı ile takip edilebilen aydınlık döneminde değişik lehçe ve şivelerde bu yapı için bir arayışa gidildiği anlaşılmaktadır. Bu konu üzerine ortaya konan çalışmalarda çok değişik yapıların inceleniyor olması bu arayışın bir sonucudur. Dilde üst dil birimlerinin değişimi ve gelişimi sonrasında alt dil birimlerinin oluştuğunu varsayan “bitişme kuramı” “Bu kurama inananlar, Çinceden, başka öbür dillerde de buna benzer bir olayın meydana gelmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Buna göre, yan yana gelen kelimelerden bazısı arasında zamanla bir ilgi kurulmuş, örneğin fiille zamir veya iki isim, yahut isimle bir edat arasında anlamın tamamlanması veya iki anlam arasında bir bağ kurulması için bir araç; kullanılmıştır. Bu şekilde yanyana gelen bazı kelimeler, hele zamirlerle bazı isimler, sık sık hep aynı şekilde ve klişe gibi kullanıldığından, yavaş yavaş aşınmış, kırpılmış, bağımsızlıklarını ve vurgularını kaybetmiş, asılları tanınmayacak kadar değişmiş birer kırpıntı durumuna gelerek, kendilerinden önce veya sonra gelen «özerk kelimelere sığınmış (“başa sığınık, “sona sığınık” çeşitleri) ve böylece ekler (“ön-ek”, “iç-ek”, “son-ek”) ve çekim” 154 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı denilen şey meydana çıkmıştır.” (Dilaçar, 1968, s. 9) doğrultusunda bakıldığında bu sorunun nasıl çözümlenmesi gerektiği biraz daha aydınlık kazanmaktadır. Bitişme kuramının varsayımı doğrultusunda düşünüldüğünde Türkiye Türkçesi bağlamıyla ekleşmenin tam olarak gerçekleşmiş olduğu görülür. Bu bağlamda, Türkiye Türkçesi için yazılan gramer çalışmalarında (Deny 1941; Banguoğlu 1974; Ergin 2009) gereklilik çekimi, [-mAlI] eki ile ele alınmıştır. Bir fiile gereklilik anlamı yüklemek sadece bir asıl fiil ile sınırlandırılıp fiil çekimi bağlamıyla düşünüldüğünde bu doğrudur; ancak, gereklilik anlamı fiilin sınırını aşacak şekilde cümleler, cümle ve cümle ögeleri ile birlikte verildiğinde bu sınırın dışına taşan gereklilik yüklemeleri de fiil çekimi başlığı altında incelenebilmektedir; ki, bu Türkçenin tipolojisine aykırı bir yaklaşım olur. Bu konuyu ele alan kaynaklarda geçen Türkiye Türkçesindeki gereklilik çekimi ile ilgili -[-mAlI] birleşik çekim ve kip eki hariç- şu yapılar ortaya çıkmaktadır: 1. [gerek] Demirtaş “gerek” kelimesini “Uyarı Niteliğinde Gereklilik” “... Bayındır Hânuñ katında saña kazab ola. Böyle ogul neñe gerek? Öldürseñe! dediler. (s.40)” ve “Telkin Niteliğinde Gereklilik” “Çalma ozan, eytme ozan! / Karaluca men kızuñ nesine gerek, ozan? ... (s.85-86)” başlıkları altındaki işlevler için örneklendirerek temel almaktadır (2008, s. 19). “Gerek” kelimesinin hem isim hem fiil tabanı olduğuyla ilgili “Gerek’in birlikte kullanıldığı unsurlar: Kergek > kerek> gerek gelişimini gösteren gerek kelimesi, Eski Türkçe döneminden beri, hem tek başına ve yaygın bir biçimde “gerek, lâzım, gerekli, muktezi” anlamlarıyla isim cümlelerinde yüklem ismi oluşturmuş hem de bazı fiil işletme ve çekim ekleriyle birlikte kullanılarak “gereklilik” kipi işlevinde kullanılmıştır.” (Özmen, 2003, s. 181) şeklindeki görüşün doğruluğu kabul edildiğinde -ki, kanaatimce doğrudur.- isim tabanı olarak yüklemlik yardımcı fiillerin (Delice, 2022, s. 462-463) çekimli hâllerinden birini alarak isim cümlesi veya yan cümlenin yüklemini -yüklemsi- oluşturmak için yüklemleşmesi ve fiil öbeği yapısıyla bir kip anlamı ifade etmesi gerekir. Yani, “Bugün okula erken gitmem gerek.” (Oruç, 2011, s. 1257) cümlesi “isim cümlesi” sayılamaz; çünkü, isimler ancak “Mahsullerinin ekserisi din ve tasarruf karanlığının, derebeylik zihniyetinin tesirleri ile dopdoludur.” (Ali, 2016, s. 37) cümlesinde olduğu gibi yüklemlik yardımcı fiillerden (Delice, 2022, s. 462-463) biri ile yüklemleşebilir. Örnek verilen bu cümlede ise fiil tabanı olarak kullanılmıştır; ancak, üzerindeki kip eki eksiltilmiştir. “Gerek” kelimesinin fiil tabanı olarak kullanılması durumunda ise -bu kelimenin taban anlamına uygun işlevli [-mAlI] eki de dahil olmak üzere- “Bugün okula erken gitmem gerekir.” Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 155 (Oruç, 2011, s. 1257); “Öğrencilerin çok erken saatte okula gitmeleri gerekmemeli.” cümlelerinde olduğu gibi bir kip ve kişi ekiyle çekime girmesi gerekir ve hangi çekimi oluşturduğu da aldığı eke göre belirlenir. Özetle, “gerek” kelimesi cümlede yüklem olduğunda gereklilik anlamı “cümle” ögesi yapısıyla ifade ediliyor demektir. Bu tür cümlelerde [-mAlI] eki ile çekime girmediği müddetçe yapı fiil kipi bağlamıyla gereklilik kipini oluşturmaz. 2. [gerekise], [gerek ol-], [gerek i-] Demirtaş’ın “Şarta Bağlı Gereklilik” “Karşu yatan kara tagum gerekise / Söyle gelsün, Azrâyîlüñ yaylası olsun! (s.119)” (2008, s. 18); “İhtimal / Tahmin Niteliğinde Gereklilik” “Eydür: «Akıncılaruñ terkisi bagı, üzengüsi kayışı üzilür, dikmege gerek olur.» dedi. (s.132)”; (2008, s. 18) ve “İstek Niteliğinde Gereklilik” “Bizüm elde gerek idüñ agaç, (s.109)” (2008, s. 19) yapılarında gereklilik anlamı yine “gerek” kelimesi ile verilmektedir. “Şarta Bağlı Gereklilik” yapısı için örnek verilen “gerekise”nin cümleye artzamanlı bakıldığında “gerekir erse” şeklinde “gerek-” fiilinin üzerine gelmiş ve asıl fiillere şart anlamı yüklemek için kullanılan “-(a/I)r er-” yardımcı fiilinin kaynaşmasıyla ortaya çıktığı görülür. Yani, bu yapıda da gereklilik anlamı cümle yapısıyla elde edilmektedir ve bu yapı da bir fiil çekimi değildir. “İhtimal / Tahmin Niteliğinde Gereklilik” yapısı için örnek verilen “gerek” ve “ol-”un aralarında kelime öbeği bağlamıyla bir anlam bütünlüğü yoktur. Bu yapıda “gerek” isim tabanı olarak kullanılmış; “ol-” fiil tabanı ise yardımcı fiil değil; asıl fiil anlamıyla kullanılmıştır. Bu işlev için verilen örneklerde “ol-” tek başına yüklemdir; gereklilik anlamı ise bugün “gerekli” şeklinde kullanılan ve bağımsız cümle ögesi olan “gerek” kelimesinin kendisiyle cümleye yüklenmiştir. Yani, bu yapıda ise gereklilik anlamı cümleye cümle ögesi yoluyla yüklenmiştir. “İstek Niteliğinde Gereklilik” yapısı için örnek verilen “gerek i-”nin ise “gerekli idin” şeklinde isim tabanı olan “gerek” üzerine gelmiş yüklem fiillik yardımcı fiil (Delice, 2022, s. 462463) göreviyle kullanılan “ermek” yapısında mı; yoksa, “gerek[ir] idin” şeklinde asıl fiil tabanı olan “gerek” üzerine gelmiş kiplik yardımcı fiil (Delice, 2022, s. 462463) göreviyle kullanılan “-(a/I) er-” yapısında mı olduğu çok net anlaşılmamaktadır; ancak, hangi yapı olursa olsun gereklilik anlamının cümleye fiil çekimiyle değil; fiil öbeği yapısıyla yüklendiği rahatlıkla söylenebilir. Özetle bu üç yapıda da gereklilik anlamı bulunmasına rağmen gereklilik çekimi mevcut değildir. 156 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 3. [-mA + iyelik farz; fiil + -mA + iyelik + şart] Koraş’ın “II.B.8. fiil + -ma/-me + iyelik eki + farz; fiil + -ma/-me + iyelik eki + şart, gibi gerek kelimesinin eşanlamlısı sayılabilecek kelimelerle de gereklilik kipi çekimi yapılmaktadır.” şeklinde ifade ettiği ve “…öğretmenin yaratıcı ve kabiliyetli olması şarttır (Dünden Bugünden, s. 68).” (2005, s. 152) gibi örneklerle açıkladığı yapı da cümleye gereklilik anlamı yüklemektedir; ancak, fiil çekimi yoluyla değil; de, cümle yapısıyla yüklenmektedir; çünkü, üzerine aldığı ek ve yardımcı fiiller ile “farz” ve “şart” kelimeleri doğrudan yüklemi oluşturmaktadır. [-mA] ve iyelik ekleri ise içinde bulundukları kelime öbeği yapısıyla bir bütün hâlinde cümle kurmak için yüklemi tamamlayan nesne -mevcut gramer bilgilerine göre özne- ögesinin içinde bulunmaktadır. Belirtili isim tamlaması içinde ilgi ve iyelik ekleri ayrı ayrı kullanılmasına rağmen ikisi birlikte bir gramer işlevi yerine getirmektedir. Bu kullanımıyla “birlikte bir kurucu ek” mahiyetindedir. Belirtili isim tamlaması ise yüklemlik yardımcı fiil ile birlikte isim cümlelerinin yüklemini oluşturabilir; ama, hiçbir zaman bir fiil çekiminin bir parçası olamaz. Yani, bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye yüklemi oluşturan “farz” ve “şart” isimleriyle yüklenmektedir. Bu tür bir yükleme de fiil çekimi sayılamaz. 4. [-mA + iyelik gerek] Demir, gereklilik çekimini “1.a. Basit çekimi: Çekimi, F.- mA + iyelik eki + gerek ekler ve kelime grubuyla yapılmaktadır. Yazmam gerek “yazmalıyım”, yazman gerek, yazması gerek, yazmamız gerek, yazmaları gerek. Olumsuzu: yazmamam gerek, yazmamam gerek değil.” (2006, s. 14-15) şeklinde ele almıştır. Oruç Aslan da “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır. Bugün okula erken gitmem gerek. (gerek İsim) İsim cümlesi. Bugün okula erken gitmem gerekiyor.(-du, -sa, -muş) (gerek- Fiil) Fiil cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde benzer bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu yapıda da iyelik eki kullanılmaktadır ve iyelik ekinin işlev yönü geriye dönüktür ve yine işlev yönü geriye dönük olan ilgi eki ile birlikte isim tamlaması oluşturan bir özelliğe sahiptir. Çekimli fiillerden veya yine fiil görevinde kullanılan kiplik yardımcı fiillerle kip anlamı yüklenmiş fiil öbeği yapılarından oluşan fiil cümlelerinin içinde Türkçede asla ilgi ve iyelik ekleri bulunamaz. Bulunması veya bulunabildiğinin söylenmesi Türkçenin tipolojisine aykırı düşer. Şöyle ki, örnek olarak verilen “Bugün okula erken gitmem gerekiyor.” (Oruç Aslan, 2011, s. 1257) cümlesinde “git-” fiilini belirtili isim tamlaması şeklinde genişletebilir ve tek Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 157 başına yüklem olan “gerekiyor” yerine başka bir yüklemin getirilebilmesi mümkündür. Dizisel değiştirilebilirlik ilkesi bağlamıyla bakıldığında bu cümle şöyle de kurgulanabilir: “Belirtili izim tamlamasından nesne -özne-: [Uyumayı çok seven ve yataktan kalkmayı hiç istemeyen biri olan benim / bugün okula erken gitmem] yüklem: gerekiyor. 5. [-mA + iyelik icap et- + şekil ve zaman] Bu yapıyı, Koraş “II.B.7. fiil + -ma/-me + iyelik eki + icap ed- + şekil ve zaman eki ile yapılan çekim, az kullanılan ve örneği en az tespit edilen çekim şeklidir. … tahsisat ayrılması icap eder. (Kültür ve Dil, s. 245).” (2005, s. 151) şeklinde ve Oruç Aslan “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır. Bugün okula erken gitmem icap ediyor. (et- fiilinin emir. istek hariç hemen bütün zaman ve kip/erdeki çekimleriyle kullanılabilir.) Fiil cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde gereklilik çekimi olarak almışlardır. Bu yapı da 3. başlıkta izah edildiği üzere isim-fiil ve iyelik eki barındıran kelime, bir isim grubunun üyesidir ve fiil cümlesinin yüklemi içinde asla bulunamaz. Bu yapıdaki cümlelerin çözümünde de “icap et-” fiil öbeği “yüklem” olarak gösterilir ve bu doğrultuda “Bugün okula erken gitmem icap ediyor. (Oruç Aslan, 2011, s. 1257) cümlesi şu şekilde çözümlenir: Nesne (/özne): [benim] / bugün okula erken gitmem: Belirtili isim tamlaması, isim, nesne (/özne) bugün okula erken gitme[m]: İsim-fiil öbeği= yan cümle, isim YCZT YCDT YCZT YCY (YCZT: yan cümlenin zarf tümleci; YCDT: yan cümlenin dolaylı tümleci; YCY: yan cümlenin yüklemi) Yüklem: icap / ediyor: Fiil öbeği, asıl fiil, yüklem (fiil cümlesi) Sonuç olarak cümleye hâkim olan gereklilik anlamı, fiil çekimiyle verilmemiştir. Bu anlam, “et-” yardımcı fiiliyle hem fiilleştirilip hem de yüklemleştirilerek fiil cümlesinin yüklemi yapılmış olan “icap” kelimesinin kavram alanı ile yüklenmiştir. Yani, cümle ögesi yoluyla cümleye yüklenen bir gereklilik anlamı mevcuttur; fiil çekimi olarak asla düşünülemez. 158 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 6. [-mA + iyelik lâzım] Bu yapıyı da Demir, “3.a. Şimdiki ve geniş zaman: Çekimi, F. –mA + iyelik eki + lâzım kalıbıyla yapılmaktadır ve kurallıdır. Geleceğe yönelik bir niyeti ifade ettiği için gelecek zaman anlamı da taşımaktadır: yazmam lâzım “yazmalıyım”, yazman lâzım, yazmamız lâzım, yazmaları lâzım. Olumsuzu: yazmamam lâzım “yazmamalıyım”.” (2006, s. 17) şeklinde ve Oruç Aslan “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır. Bugün okula erken gitmem lazım. (lazım İsim) İsim cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde gereklilik çekimi olarak almışlardır. Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile yüklenmemektedir. 5. başlıkta yapılan açıklamalar bu başlık için de geçerlidir. 7. [-mA + iyelik lüzumlu] Bu yapıyı, Demir “7.a. Şimdiki ve geniş zaman: Fiillere, F. –mA + iyelik eki + lüzumlu kalıbından oluşan bir dil birliği getirilerek yapılmaktadır: yazmam lüzumlu “yazmalıyım”, yazman lüzumlu, yazmamız lüzumlu, yazmaları lüzumlu. Olumsuzu: yazmamam lüzumlu değil yazmamam lüzumlu.” (2005, s. 20) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda, eksiltilmiş ek-fiil ile yükleme dönüştürülmüş olan ve tek başına isim cümlesinin yüklemini oluşturan “lüzumlu” yüklemi ile cümleye yüklenmiş bir gereklilik anlamı mevcuttur. Bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez. 8. [-mA + iyelik şart] Bu yapıyı da Demir, “8.a. Şimdiki ve geniş zaman: Fiil kök veya gövdelerine –mA + iyelik eki + şart ek ve kelimelerinden meydana gelen dil birliğinin gelmesiyle mana kazanmaktadır. Kurallı çekimlerdendir: yazmam şart “yazmalıyım”, yazman şart, yazmamız şart, yazmaları şart. Olumsuzu: yazmamam şart, yazmam şart değil.” (2006, s. 20) şeklinde ve Oruç Aslan “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır. Bugün okula gitmem şart. (şart isim) İsim cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde gereklilik çekimi olarak almışlardır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 159 Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile yüklenmemektedir. 5. başlıkta yapılan açıklamalar bu başlık için de geçerlidir. Gereklilik anlamı cümlenin yüklemi olan “şart” kelimesi ile yüklenmiştir. 9. [-mA + şahıs gerek] Bu yapıyı, Koraş, “II.B.1. Gerek Kelimesi Yardımıyla Yapılan Şahıslara Bağlı Çekim Bu çekimde yardımcı fiil gibi kullanılan gerek kelimesi kendisinden sonra şekil ve zaman eklerinden birini alarak aldığı şekil ve zaman ekiyle ilgili zamanda gerekliliği ifade edebilmektedir. Gerek kelimesinden sonra gelen zamanın hikâye, rivayet ve şartlı birleşik çekimleri de mümkün olmaktadır. II.B.1.a. Öğrenilen Geçmiş Zaman …gitmem gerekmiş (<gerek imiş) (metin dışı örnek)” (2005, s. 144) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda, eksiltilmiş geniş zaman kip eki ile yükleme dönüştürülmüş olan ve tek başına fiil cümlesinin yüklemini oluşturan “gerek” yüklemi ile cümleye yüklenmiş bir gereklilik anlamı mevcuttur. Bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez. 10. [-mA + şahıs icap et- + zaman eki] Bu yapıyı, Demir, “5.a. Geniş zaman: Çekimi, F. –mA + şahıs eki + icap eder kalıbıyla yapılmaktadır: yazmam icap eder “yazmalıyım”, yazman icap eder, yazmamız icap eder, yazmaları icap eder. Olumsuzu: yazmamam icap eder, yazmam icap etmez.” (2006, s. 18) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda, cümleye yüklenen gereklilik anlamı, tek başına fiil cümlesinin yüklemini oluşturan ve fiil öbeğinden oluşan “icap etmek” yüklemiyle sağlanmıştır. Bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez. 11. [-mA + şahıs lâzım gel- zaman eki] Bu yapıyı, Demir, “6.a. Şimdiki ve geniş zaman: Kurallı bir biçimde fiiller, F. –mA + şahıs eki + lâzım gel- + zaman eki (-mektedir) dil birliklerini yanına alarak bu işlevi sağlarlar: yazmam lâzım gelmektedir “yazmalıyım”, yazman lâzım gelmektedir, yazmamız lâzım gelmektedir, yazmaları lâzım gelmektedir. Olumsuzu: yazmamam lâzım gelmektedir, yazmam lâzım gelmemektedir.” (2006, s. 19) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda, cümleye yüklenen gereklilik anlamı, tek başına fiil cümlesinin yüklemini oluşturan ve mecaz anlamlı asıl fiillerle kurulan fiil öbeğinden oluşan 160 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı “lazım gelmek” yüklemi ile sağlanmıştır. Bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez. 12. [-mA + şahıs lâzım] Bu yapıyı, Koraş, “II.B.2. Lâzım Kelimesi Yardımıyla Yapılan Şahıslara Bağlı Çekim Lâzım kelimesi yardımıyla yapılan çekimin öğrenilen, görülen, geniş zaman ve şart çekimleri vardır. Bunların hikâye, rivayet ve şartlı birleşik çekimleri olabiliyor gözükse de yalnızca şartlı birleşik çekimleri nadiren kullanılmaktadır. Taradığımız metinlerde de bunların örneğine rastlayamadık. II.B.2.a. Öğrenilen Geçmiş Zaman …gelmem lâzımmış <gerek imiş) (metin dışı örnek)” (2005, s. 147) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; tek başına cümlenin yüklemi olan “lâzım” kelimesi ile yüklenmiştir. Burada da bu yapı bir fiil çekimine işaret etmez. 13. [-mAğA mecbur] Bu yapıyı, Oruç Aslan, “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır. Bugün okula gitmeğe mecburum. (mecbur isim) İsim cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; tek başına cümlenin yüklemi olan “mecbur” kelimesi ile yüklenmiştir. 14. [-mAk gerek + şekil ve zaman] Bu yapıyı, Koraş, “II.A.1.a. Öğrenilen Geçmiş Zamanda Gereklilik …gelmek gerekmiş (<gerek imiş)” (2005, s. 141) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda, eksiltilmiş geniş zaman kip eki ile yükleme dönüştürülmüş olan ve tek başına fiil cümlesinin yüklemini oluşturan “gerek” yüklemi ile cümleye yüklenmiş bir gereklilik anlamı mevcuttur. Fiilimsi ekleri, fiil cümlelerinin yüklemini oluşturan yapı içinde bulunamayacağı için bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 161 15. [-mAk gerek] Demir, “9. –mAk + gerek Sadece teklik üçüncü şahıslarda kullanılır: yazmak gerek/gerekir “yazmalı, yazılmalı”, okumak gerek/gerekir “okumalı, okunmalı”, görmek gerek/gerekir “görmeli, görünmeli” (2006, s. 20-21) şeklinde; Demirtaş, “Bu tür cümlelerin bir kısmı, şahıssız genel kullanımlardır. Bu cümleler, gereklilik kipinin üçüncü teklik kişi kullanımındaki öznesiz genel kullanımı karşılamaktadır (Korkmaz, s. 1973, 170- 171), (Özmen, s. 2003,182-183). Dede Korkut hikâyelerinde bu duruma örnek teşkil eden cümleler şunlardır: - Kız eydür: “Çün böyle oldı, hemân emdi ilerü turmak gerek, beg oglı” dedi. (s. 73)” (2008, s. 16) şeklinde bu yapıyı, gereklilik çekimi olarak almışlardır. Bu yapıda, eksiltilmiş geniş zaman kip eki ile yükleme dönüştürülmüş olan ve tek başına fiil cümlesinin yüklemini oluşturan “gerek” yüklemi ile cümleye yüklenmiş bir gereklilik anlamı mevcuttur. Fiilimsi ekleri fiil cümlelerinin yüklemini oluşturan yapı içinde bulunamayacağı için bu yapı da bir fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez. 16. [-mAk lâzım + şekil ve zaman] Bu yapıyı, Koraş, “II.A.2.c. Geniş Zaman Zamanda Yapılan Çekim Bunu görebilmek için o beyitlere bir minyatür gibi bakmak lâzımdır (Kültür ve Dil, s. 15).” (2005, s. 143) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; tek başına cümlenin yüklemi olan ve [-DIr] ek-fiiliyle isim cümlesinin yüklemi olmuş olan “lâzım” kelimesi ile yüklenmiştir. Burada da bu yapı bir fiil çekimine işaret etmez. 17. [-mAk mecburiyetinde + (i-) şahıs] Bu yapıyı, Koraş, “II.B.4. fiil + -mak/-mek mecburiyetinde + (i-)şahıs eki ile Yapılan Gereklilik Çekimi …kimse mülk edinmek veya evlenmek mecburiyetinde değildir (Dünden Bugünden, s. 78). ” (2005, s. 150) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; yüklemlik yardımcı fiillerden (i-, dur-, ol-) biri ile yüklemleşmiş olan belirtisiz isim tamlaması ile yüklenmiştir. Yüklemlik yardımcı fiiller sadece isimleri yüklemleştirmez; aynı zamanda, isim görevinde kullanılan kelime öbeklerini de yüklemleştirir. Burada da bu yapı bir fiil çekimine işaret etmez. 162 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 18. [-mAk mecburiyetinde kal- + şekil ve zaman + şahıs] Bu yapıyı, Koraş, “II.B.6. fiil + -mak/-mek + mecburiyetinde kal- + şekil ve zaman eki + şahıs eki şeklinde çekimlenen gereklilik şeklinin yine haber kipleriyle ve tasarlama kiplerinden şartla çekimleri mevcuttur; bunların da hikâye, rivayet ve şartlı birleşik çekimleri vardır. Metinlerden tespit edebildiğimiz örnekler mahdut olduğu için ayrı ayrı başlıklarda vermeyi uygun görmüyorum. Tespit edilen örnekler: … donanmanın ateşinden geri çekilmek mecburiyetinde kaldık (Çanakkale Mahşeri, s.214).” (2005, s. 151) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; tek başına cümlenin yüklemi olan ve mecaz anlam içeren “kalmak” fiilinin yüklem yapısı ile yüklenmiştir. Burada da bu yapı bir fiil çekimine işaret etmez. 19. [-mAk zorunda + (i-) + şekil ve zaman + şahıs] Bu yapıyı, Koraş, “II.B.3. fiil + -mak/-mek zorunda + (i-) + şekil ve zaman eki + şahıs eki ile yapılan gereklilik çekimi: II.B.3.a. Öğrenilen Geçmiş Zaman gelmek zorundaymışım (<zorunda imişim) (metin dışı örnek)” (2005, s. 148-149) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda da 17. başlık ile benzer bir durum söz konusudur. Burada da bu yapı bir fiil çekimine işaret etmez. 20. [-mAk zorunda + şahıs] Demir “4.a. Şimdiki ve geniş zaman çekimi: Çekimi, F.- mAk + zorunda + şahıs eki kalıbıyla yapılmaktadır. Gelecek zaman ifadesi de bulunmaktadır: Yazmak zorandayım “yazmalıyım”, yazmak zorundasın, yazmak zorunda, yazmak zorundayız, yazmak zorundasınız, yazmak zorundalar. Olumsuzu: yazmamak zorundayım ve yazmak zorunda değilim olarak karşımıza çıkmaktadır.” (2006, s. 17) şeklinde ve Oruç Aslan “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır. Bugün okula erken gitmem gerek. (gerek İsim) İsim cümlesi. Bugün okula erken gitmek zorundayım. (zorundayım İsim) İsim cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde bu yapıyı gereklilik çekimi olarak almışlardır. Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; yüklemlik yardımcı fiil ile (i-, dur-, ol-) yüklemleşmiş olan belirtisiz isim tamlaması ile yüklenmiştir. Bu yapı, burada da bir fiil çekimine işaret etmez. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 163 21. [-mAk zorunda kal- + şekil ve zaman + şahıs] Bu yapıyı, Koraş, “II.B.5. Fiil + -mak/-mek zorunda kal- + şekil ve zaman eki + şahıs eki II.B.5.a. Öğrenilen Geçmiş Zaman …hukuk meselesini kısa yoldan çözmek zorunda kalmışlardır. (İslâmın Bugünkü Meseleleri, s. 89).” (2005, s. 150) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır. Bu yapıda da 18. başlık ile benzer bir durum söz konusudur; bir fiil çekimine işaret etmez. 22. [-sA + [şahıs] gerek] Bu yapıyı, Koraş “Gerek ve lâzım kelimelerinin yardımıyla yapılan bir üçüncü çekim daha vardır. Bu çekim Türkçenin tarihi devirlerinde Çağatay Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi ve bazı Türk lehçelerinde olduğu gibi şart ekiyle çekimlenmiş şart çekimi + gerek kelimesi ile yapılır. Kullanım sıklığı seyrek olmasına rağmen kullanılıyor olması önemlidir. Taradığımız eserlerde örneğini tespit edemediğimiz kullanış için örnek: gelsem gerek, gelsen gerek, gelse gerek, gelsek gerek, gelseniz gerek” (2005, s. 152) şeklinde; Demir “2.a. Basit çekim: Çekimi, F. -sA (şart eki) + şahıs eki + gerek ek ve kelimesiyle yapılmaktadır. Gelecek zaman ifadesi de taşımaktadır: yazsam gerek “yazmalıyım”, yazsan gerek, yazsa gerek, yazsak gerek, yazsanız gerek, yazsalar gerek. Olumsuzu: yazmasam gerek biçimindedir.” (2006, s. 17) şeklinde; Demirtaş “Muharrem Ergin, “Dede Korkut Kitabı”nda “-sA gerek”li yapıları da diğer gereklilik örnekleriyle birlikte “gereklik şekli” başlığı altında, gereklilik örnekleri içerisinde gösterir (Ergin, s. 1997b, 465). Dede Korkut hikâyelerinde “-sA” şart eki ve “gerek” kelimesi ile “-sA gerek” şeklinde bir yapı ile kurulan cümlelerin hepsi de, gereklilik ifadesiyle birlikte bir “gelecek zaman” ifadesi taşımaktadır: - Şu kaçan haber verse gerek? (s.55)” (2008, s. 17) şeklinde gereklilik çekimi olarak almışlardır. Bu yapı, fiil cümlesinin yüklemini oluşturan fiillere öncül kiplik ekli yardımcı fiillerle kip anlamı yükleyen bir yapıdır. [-sA] eki “kuvvetli istek” bildirdiğinde “Keşke, derslerine de bu kadar çalışsa!” örnek cümlesinde olduğu gibi tek başına fiili çekimler. Yine [-sA] eki “şart” anlamı bildirdiğinde “Derslerine çok çalışırsa başarır / Derslerine çok çalışırsan başarırsın.” örnek cümlelerinde olduğu gibi tek başına fiili çekimleyemediği için eklendiği fiili zarfa dönüştüren şart-fiil eki olarak kullanılır. Yine, Türkçede daha çok kip ve fiilimsi ekleri olarak kullanılan ekler, asıl fiillere bağlı olarak ama bağlandıkları asıl fiillerden önce gelerek de kullanılabilir. Bu üçüncü işlev, kendilerinden sonra gelen asıl fiilleri onlara herhangi bir kip anlamı yüklemek için kullanılma işlevidir. Bu eklerin kip eki veya fiilimsi eki olarak 164 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı adlandırılması doğru değildir; çünkü kip eki dendiğinde fiili çekimlememekte; fiilimsi eki dendiğinde de fiilleri isim, sıfat, zarf veya zamire dönüştürmemektedir. Bu işlevde kullanılan ekler öncül kiplik ekleridir. Yani [-sA (kişi) gerek], asıl fiillere değişik kip anlamları yükleyen [-iver-], [-tı dur-], [-Ip dur-], [-AcAk gibi ol-] yardımcı fiilleriyle aynı kategoride bir kiplik yardımcı fiildir. [-sA] eki, her üç işlevde de üzerine kişi ekleri alabilmektedir. Yani, bu yapı, cümleye fiil öbeği yoluyla gereklilik anlamı yükleyen bir yapıdır; ama, bir fiil çekimi değildir. Türkçede fiili yardımcı fiiller değil; sadece ekler çekimlemektedir. Sonuç Türkiye Türkçesinde “gereklilik çekimi” sadece [-mAlI] eki ile yapılmaktadır. Başka yapılar yoluyla cümleye yüklenen gereklilik anlamlarını fiil çekimi saymak, Türk dili gramerinin tipolojisine uymaz. [-mAlI] ekinin öncesinde kullanılan [-mIş ol-], [-r ol-], [-AcAk ol-] gibi yardımcı fiiller, asıl fiile gereklilik kipinin dışında başka kip anlamları yüklemeye yarar. Bunları gereklilik bağlamıyla düşünmek de doğru olmaz. Asıl fiile çekimleme koşulu olmaksızın -yani, çekimsiz fiillere- gereklilik kip anlamı yüklemek için bütün fiiller için geçerli olduğu gibi [asıl fiil / (öncül kiplik eki + asıl fiil = yardımcı fiil)] yapısındaki fiil öbeği bağlamıyla [-sA gerek] yardımcı fiili kullanılarak yüklenmektedir. Asıl fiilin gereklilik çekimi ve asıl fiile öncül kiplik ekli bir yardımcı fiil yoluyla gereklilik kip anlamı yüklemenin dışında gereklilik ifade edebilen cümleler vardır. Bunlar, başta “gerek” kelimesi olmak üzere “gereklilik” anlamı ifade eden kelimelerin cümle içinde değişik yapılarda kullanımlarıyla -yani, cümle veya cümle ögesi yapısıyla- yüklenmektedir. Gereklilik çekimi üzerine yapılan çalışmalardan cümleye gereklilik anlamı yüklemek ile asıl fiile gereklilik anlamı yüklemenin birbirine karıştırıldığı anlaşılmaktadır. Gerek kelimesinin hem isim hem fiil tabanı olarak kullanılması ve yakın anlamlı pek çok kelimeyle yer değiştirebiliyor olması da bu karışıklığın oluşumunda önemli rol oynamıştır. Bu çalışma, Türkçenin fiil çekimi hususunun sorunlu alanlarından biri olan gereklilik çekimine katkı sunmayı ve Türkçede asıl fiil çekimi ve asıl fiillere kip anlamı yükleme özelliklerinin daha anlaşılır bir zemine oturması gerektiğinin bu çalışmayla daha net bir şekilde anlaşılır hâle gelmiş olması amaçlanmıştır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 165 KAYNAKÇA Ali, S. (2016). Markopaşa Yazıları ve Ötekiler Bütün Yapıtları Yazılar. Sönmez, S. (Ed.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 13. Baskı. Banguoğlu, T. (1974). Türkçenin Grameri. İstanbul: Baha Yayınları. Bulak, Ş. (2017). Türkçede Gereklilik İfadesinin Kip Hüviyeti Kazanmadan Önceki Gelişim Süreci. EKEV Akademi Dergisi, 0 (72) , 337-355. Delice H. İ. (2022). Ek-fiil ve Yardımcı Fiil Farklı Kategori Oluşturabilir mi?, “Prof. Dr. Kerime Üstünova Armağanı”, Dr. Öğr. Üyesi Hasene Aydın, Öğr. Gör. Dr. İbrahim Karahancı, Editör, İstanbul: Efeakademi Yayınları, ss.455-464. Demir, N. (2006). Türkçede Gereklilik Kipleri ve İşlevdeşleri. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 51 (20031), 11-22 . Demirtaş, A. (2008). Dede Korkut Hikâyelerinde Gerek Kelimesi. Turkish Studies. International Periodical For the Languages, Literature, and History of Turkish or Turkic, Volume 31 Winter. Deny, J. (1941). Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi). Elöve, A. U. (Çev.), İstanbul: Maarif Matbaası. Dilaçar, A. (1968). Dil, Diller ve Dilcilik. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ergin, M. (2009). Türk Dil Bilgisi. İstanbul: Bayrak Yayınları. Kamacı Gencer, D. (2022). Toplum Dilbilimsel Kategoriler Olarak Türkçede Gereklilik ve Zorunluluk. Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (9) , 796-806 . Koraş, H. (2005). Türkiye Türkçesinde Gereklilik. Türklük Bilimi Araştırmaları, TÜBAR-XVII, Bahar, 135-154. Korkmaz, Z. (1992). Gramer Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Korkmaz, Z. (2009). Türkiye Türkçesi Grameri Şekil Bilgisi. 3. Baskı, Ankara: TDK Yayınları. Maırambek Kyzy, L. (2022). Rus Türkologlarına Göre Güneybatı (Oğuz) Türk Lehçelerinde Tasarlama Kipleri. Uluslararası Türk Lehçe Araştırmaları Dergisi (TÜRKLAD) . 6 (2), 429-445. Oktay, A. (2014). -mAlI Ekinin Morfosentaksı Bilgisayar Derlem Bazlı Araştırma. Hikmet, XII, Sayı 24, 2. Oruç Aslan, B. (2011). “Türkçede Gereklilik Kipi”. ICANAS 38 (Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi), 1245-1261. Özmen, M. (2003). Gerek, Gerekmek ve Gereklilik Çekimi. Mustafa Canpolat Armağanı. Ata, A., Ölmez, M. Ankara. Vardar, B. (1998). Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü. İstanbul: ABC Yayınları. EŞİTLİK Mİ AŞIRILIK MI? GİBİ VE KADAR EDATLARININ DERECE YÜKSELTMEDEKİ ROLÜ ÜZERİNE1 Doç. Dr. Aslıhan DİNÇER, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-2055-1809 1 Türkçede sıfatların derecelendirilmesi eşitlik, üstünlük, aşırılık ve en üstünlük olmak üzere dört alt türde ele alınır. Bunlardan eşitlik derecesi, en az iki öge arasındaki nitelik veya niceliğin eşit ölçüde olduğunu göstermek üzere başvurulan karşılaştırma yolunu bildirir. Ancak karşılaştırma ögeleri, her zaman birbiriyle tamamen örtüşmek zorunda değildir. İki öge bazı açılardan, yani kısmî kimlikte de örtüşüyorsa eşitlikten söz edilebilir. Örneğin iki kişinin boyca eşit olduğuna yapılan bir atıf, tamamen aynı ölçüye gönderme yapmayabilir. Çünkü o sınırın çevresinde olmak da eşitlik bildirebilir. Buna göre söz gelimi taraflardan birinin 175, diğerinin 180 cm. olması, ikisi arasında bir eşitlik olduğunu var saymaya engel olmaz.2 Gibi ve kadar edatları, Türkçede eşitlik derecesini kurmanın en yaygın belirleyicileri arasında bulunur ve gibi edatı daha çok benzerlik, kadar edatı ise ölçü/ miktar3 temelli karşılaştırmalar oluşturur. Örneğin, 1a. Şu ev de bu ev kadar küçük. 1b. Benim kardeşim de senin gibi iyi bir yüzücü. Bu iki karşılaştırma, gerçek dünya bilgisine dayalı iki olası karşılaştırmaya atıf yapmaktadır. 1a’ da iki evin küçüklüğü, 1b’ de ise iki kişinin yüzücülük becerisi, eşitlik derecesinde birbiriyle ilişkilendirilmiştir. 1 2 3 Bu yazı, I. Uluslararası Türk Kültürü Sempozyumunda sunulan; ancak yayımlanmamış olan sözlü bildiriden genişletilmiştir. Örneğin Sen de kardeşin kadar uzunsun diyen bir kişi, ikisinin boyunu bir ölçü aletiyle ölçmeden veya bu konuda bir ön bilgiye sahip olmadan, yaklaşık olarak aynı uzunluğu gördüğü için de bu cümleyi kurabilir. Kadar’ın nicelikçe karşılaştırmalar yaptığına dair bir hükme varmak için doğalarında ölçü bulunan büyük, küçük, iri, ufak, dar, geniş gibi BOYUT sıfatlarının veya az, çok ile bunların yakın anlamlılarından oluşan MİKTAR sıfatlarının eşdizim profillerine bakmak bir ölçüde fikir verebilir. Örneğin küçük sıfatına bu açıdan bakıldığında daha çok kadar edatıyla eşdizim oluşturduğu görülmektedir: avuç içi kadar, bacak kadar, bit kadar, el kadar, kaşık kadar, mercimek kadar, parmak kadar, tırnak kadar, yüksük kadar, zerre kadar (bk. TS). 168 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Ancak metaforik ve benzetmeli karşılaştırmalar söz konusu olduğunda durum her zaman bu kadar açık değildir; çünkü bunların gerçek karşılaştırmalardan farklı bir doğası vardır. Yorumlanmaları, bir tür gizli kavrama yeteneği gerektirir. Bu nedenle de bunlar gerçek karşılaştırmalardan farklı olarak derece değiştirmede dolaylı davranırlar. Örneğin, 2a. Bakışların güneş kadar sıcak. 2b. Annemi ikna etmek, tereyağından kıl çeker gibi kolay oldu. Bu iki cümle, öncekiler gibi iki açık karşılaştırma örneği sunmamaktadır. Çünkü eşitlik formunda kurulmuş olmalarına rağmen bu cümlelerin ikisi de gerçekte eşitliğe değil, aşırılık derecesine işaret etmektedir. 2a’da bakışın sıcaklığı, güneşin sıcaklık derecesine yaklaştırılmakta; böylece güneşin yüksek sıcaklığı bakışa uyarlanarak çıkarımsal ve örtük bir yolla bakışın da çok sıcak olduğu ima edilmektedir. Oysa gerçekte bakışın güneş kadar sıcak olması mümkün değildir. Aynı şekilde 2b’de de anneyi ikna etme işinin kolaylık derecesi, “tereyağından kıl çekmek” biçiminde kurgulanan zahmetsiz, basit, hızlı bir eylemin derecesi ile özdeşleştirilmekte ve böylece “çok kolay”, “aşırı kolay” demek yerine derecelendirme, “tereyağından kıl çeker gibi” benzetmesi ile yapılmaktadır. Ancak gerçekte anneyi ikna etme işinin de tereyağından kıl çekme işiyle örtüşen hiçbir tarafı yoktur. Her iki cümlede de esas olan ortak yön, karşılaştırma parametresinde aşağıda olan iki ögenin, bulundukları noktadan çok daha uç derecelere yükseltilmesidir. Bu durum da eşitlikle çelişen bir durumdur. Çünkü eşitlik derecesinde herhangi iki öge, bir karşılaştırma parametresinin eş ya da göreceli olarak eş sayılabilecek iki noktasında konumlanır. Yani bu tür derecelendirmelerde karşılaştırmaya konu olan A kutbu ile B kutbu, üzerinde yer aldıkları anlamsal boyutun denk noktalarını işgal ederler. Bu açıdan ilgili cümlelere tekrar bakılırsa 2a’daki parametrenin “sıcaklık” olduğu ve “bakışlar”daki sıcaklık derecesinin “güneş”tekine yaklaştırıldığı veya onun derecesine benzetildiği görülmektedir. Ancak “güneş” kutbu, gerçek anlamda sıcaklık ölçeğinde aşırı bir noktayı temsil ederken “bakış”ın gerçek anlamda bir ısısı bile yoktur ve zaten tek başına bu gerçek durum ilgisinden hareketle de iki kutbun birbirine eşit olmadığını söylemek mümkündür. 2b cümlesindeki karşılaştırma parametresini ise “kolaylık” oluşturmakta ve burada da “anneyi ikna etme” eyleminin kolaylığı, “tereyağından kıl çekme” eyleminin kolaylık derecesine yaklaştırılmaktadır. Ancak ölçüşen bu işler içinden “tereyağından kıl çekmek”, kültürel bir arka plana da bağlı olarak kolaylıkta uç bir noktaya gönderme yapmaktadır ve konuşur, burada da esasen bir şeyi içsel anlamında aşırılık bulunan başka bir şeyin derecesi ile eşitlememektedir. Çünkü benzetileni temsil eden bu kutbun da derece ölçeğindeki yeri uçta bir noktadır ve aslında yapılan şey, derecesi Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 169 aşağıda olan veya somut olarak hiç derecesi bulunmayan bir kutbu bu uç noktaya yükseltmektir. Yani zayıfın derecesini güçlüye yaklaştırmaktır. Dolayısıyla bu cümlelerin her ikisi de göründüklerinin aksine eşitlik değil, aşırılık bildirmektedir. Bu da temel olarak anlamı yoğunlaştırma isteğinden veya abartma eğiliminden kaynaklanmaktadır. Konunun bu yönü göz ardı edildiği için ilgili yayınlarda da gerçek durumu ortaya koyan tanıkların sunulmadığı; yalnızca söz dizimsel kuruluşlara bakılarak örtük anlamların dikkatten kaçırıldığı; dolayısıyla da benzetmeli yapıların veya gerçek dışı karşılaştırmaların farklı bir bakış açısıyla değerlendirilmediği görülmektedir. Örneğin Korkmaz’ın (2009, s. 371) “eşitlik derecesi” bahsinde verdiği ateş gibi sıcak, balık gibi kaypak, buz gibi soğuk, odun gibi kaba, taş gibi sert, çocuklar gibi şen, pırlanta gibi pırıltılı; kuş kadar hafif, cinayet kadar kırmızı, ateş kadar yakıcı tanıklarıyla sıfat unsurları düşürülmüş olan Sure-i Fetih gibi, dev gibi, saray gibi, nar gibi4 tanıkları, konuyu destekleyen veriler değildir. Çünkü sıfat unsurunu derecelendiren gibi veya kadar edatlı bu öbeklerin tamamı, kısaca çok zarfının yerine kullanılan, yani “çok sıcak”, “çok kaypak”, “çok soğuk”, “çok kaba”, “çok sert” vs. anlamına karşılık gelen, dolayısıyla da eşitlik değil; aşırılık bildirmek için başvurulan ve olası seçenekleri neredeyse sınırsız olan benzetmelerdir. Banguoğlu (1974, s. 346) da eşitlik derecesinde kadar edatının miktar, gibi edatının nitelikçe karşılaştırmalar yaptığını belirttikten sonra konuyu açıklamak için Yurdumuz cennet kadar güzeldir ve Yurdumuz cennet gibi güzeldir örneklerini tanık göstermektedir. Ancak birisi cennet miktarınca, diğeri cennet niteliğince güzellik ölçüsü bildirmesine rağmen bu kuruluşların her ikisi de gerçekte eşitlik değil, aşırılık bildirmektedir. Zira her iki bağlamda da kastedilen anlam “çok güzel” derecesidir. Gencan (1979, s. 429) da Banguoğlu’nun kullandığı bu örneği aynıyla kullanmakta ve buna melek kadar uslu, Türk kadar güçlü, tüy kadar hafif örneklerini de 4 Sıfatların derecelendirilmesi bahsinde yer almasına rağmen bu dört örnek, bir sıfatın derecesini değiştirecek bağlamlarda değil, bir ismin önünde kullanılmıştır: Sure-i Fetih gibi kadın, dev gibi bir ordu, saray gibi bir konak, nar gibi mangal. Bu tür tanıklar, derecelendirilen sözcük türünün isim olduğu yanılgısına neden olmaktadır. Bu nedenle de ilgili örneklerin aslında Sure-i Fetih gibi (güzel) kadın, dev gibi (büyük/kalabalık) bir ordu, saray gibi (büyük/ihtişamlı/güzel) bir konak, nar gibi (sıcak) mangal biçiminden kısaldıkları veya eksildiklerini vurgulamak gerekir. Zira isimlerin gerçekte derecelenip derecelenemedikleri de ilgili literatürde çok tartışılmaktadır. Örneğin konuyla ilgili önemli birçok çalışması bulunan Méndez-Naya (2008) tipik olarak ancak sıfatların, zarfların ve fiillerin derecelerinin değiştirilebileceğine vurgu yapmaktadır. Doetjes (2008), tersine görüşler de belirtmekle beraber söz gelimi çok fazla çorba ifadesine bakılarak bunun “yüksek derecede çorba” anlamında yorumlanamayacağını, yalnızca miktara bir gönderme olduğunu hatırlatmaktadır. 170 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı eklemektedir. Ancak bunlar da sırasıyla “çok uslu”, “çok güçlü”, “çok hafif ” anlamlarına gelen kuruluşlardır. Ediskun (1999, s. 281) ise konuyu “eşitlik zarfları” alt başlığında ele alarak eşitlik bildirmeyen minare kadar uzun (kavak), sirke gibi ekşi (erik), Türk gibi kuvvetli (pehlivan), fil gibi iri örneklerini vermektedir. Bu veriler de gerçekte çok uzun kavak, çok ekşi erik, çok kuvvetli pehlivan, çok iri demenin alternatif yolları arasında bulunmaktadır. Benzer örneklere başka çalışmalarda da sıklıkla rastlanmaktadır; ancak burada bunların sayısını artırmanın ayrı bir önemi yoktur. Daha önce de ifade edildiği gibi bu tür yapıların ortak noktalarından birisi, kendisine benzetilen unsurun (veya kaynak alanın), ilgili derece ölçeğinin uç noktasında yerleşik olmasıdır. İkinci bir ortak nokta ise bunların anlamsal ögeler olmakla birlikte esasında işlevsel birer öge görevi görmeleri, yani gramatikal bir rol üstlenmeleridir. Sözü edilen bu işlev ya da gramatikal rol, kurulan benzetmelerin derece zarfı olarak hareket etmeleridir. Örneğin sıcak sıfatı basitçe çok, pek, aşırı, fazla(sıyla), büyük ölçüde, inanılmaz, korkunç5 sözcükleri ile de hamam gibi, fırın gibi, cehennem gibi, ateş gibi benzetmeleriyle de aşırılık derecesine getirilebilir. Hatta bu, gibi ve kadar edatlarından vazgeçilerek de yapılabilir. Örneğin aşağıdaki kullanımların her ikisi de sıcaklık ölçeğinde aşırılık bildirmek üzere seçilebilir: 3a. İçerisi hamam gibi. 3b. İçerisi hamam. Bu iki cümle arasındaki temel fark, birinin iddiasının diğerinden daha güçlü olmasıdır. Çünkü 3a’daki gibi edatı, benzerlik vurgusunu ortadan kaldırmazken 3b cümlesi, birebir örtüşme görünümü taşımaktadır. Yani gibi edatının varlığı her açıdan değil, bazı açılardan benzerlik ya da yaklaşıklık anlamına gelirken gibi kullanılmadığında benzeyen (içeri) ile benzetilen (hamam) konumunun üyeleri, bütün özellikleriyle özdeş sayılmaktadır. Zaten metaforların yaptığı şey de tam olarak bir şeyin başka bir şeyin “yerine geçme”sidir. Ancak söz konusu özdeşlik veya diğerinin yerine geçme, bu ve benzeri bağlamlarda yine de eşitlik derecesine karşılık gelmez. Çünkü bu kullanımların her ikisi de anlamı yoğunlaştırma işlevi taşımaktadır; dolayısıyla her ikisi de kendi anlamlarıyla değil, gramatikal anlamlarıyla hareket etmektedir. Bu nedenle içerisinin hamam gibi olduğunu söylemek de hamam olduğunu söylemek de çok sıcak olduğu sonucunu değiştirmemektedir. Buradaki kilit nokta, hamamın sıcaklık açısından beraberinde getirdiği aşırılık anlamıdır. Yani “çok sıcak” olma, hamam kavram alanının içsel bir özelliğidir; bu anlam, herhangi bir görevli öge ile sağlanıyor değildir. Bu nedenle de ister gibi 5 Aşırılık bildiren bir sıfatın derece zarfı olarak kullanılması hakkında bk. Dinçer 2022. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 171 ve kadar edatlarıyla, ister eşitlik derecesinin başka bir işaretleyicisiyle kombine edilsin sözlüksel aşırılığı baskın geldiği için bu kavram, eşitlik derecesine yaklaşmamakta; başka bir ifadeyle derecelendirmedeki rolü geçersiz hâle gelmektedir. Hatta eşitlik kategorisinin tetikleyici ögeleri arasında sayılabilecek tıpkı, tıpatıp, aynı, resmen sözcükleri ile kullanılsa da durum değişmemektedir. Örneğin aşağıdaki cümleler bu yönüyle birbirinden farklı karakterler sergilemektedir: 4a. İçerisi tıpkı hamam gibi sıcaktı. 4b. Ben de tıpkı senin bu yaşadığın gibi kötü bir kaza geçirmiştim. 4a’da tıpkı hamam gibi öbeğinin derece zarfı olarak karşılığı yine “çok”tur. Ancak 4b’de tıpkı senin bu yaşadığın gibi öbeğinin “çok” derecesine karşılık geldiği kolayca iddia edilemez. Çünkü burada sıcaklık ölçeğinde konumlanan “hamam” benzetmesi gibi açık bir aşırılık veya abartı anlamı dikkati çekmemektedir. Bu cümlede sezdirimsel olarak var olan “benim yaşadığım kaza” ile “senin yaşadığın kaza”, “kötülük” ölçeğinde birbirine yakın veya eşdeğer görülmektedir. Benzetilen kutbun beraberinde getirdiği içsel aşırılık anlamı, yukarıda ifade edildiği gibi başka eşitlik yolları söz konusu olduğunda da değişmemektedir. Örneğin yine Korkmaz (1992, s. 56) tarafından +CA eki ile sağlanan eşitlik derecesine yazıtlar bağlamından tanık gösterilen kanıŋ subça yügürti süŋüküŋ tagça yatdı (KT D 24): “Kanın su (göl) gibi aktı, kemiklerin dağ gibi yığıldı” cümlesi de bu açıdan eleştiriye açıktır. Çünkü bu iki benzetmenin amacı da eşitlik bildirmek değil; anlamı yoğunlaştırmak, etkiyi artırmaktır. Nitekim su gibi akış, eğer kan söz konusuysa; dağ gibi bir yığın da eğer kemik söz konusuysa olağandan fazlaya gönderme yapmaktadır. Bu nedenle de ilgili cümle dizisinin örtük anlamı, “Kanın çok aktı, kemiğin çok yığıldı”dır. Ayrıca bu iki bağlamda söz konusu olan da esasında derecelendirme değil, miktardır ve sıfat değil, fiil tanımlanmıştır. Bu bakımdan seçilen tanık, her şeyden önce konu için doğru bir açıklayıcı da sayılamaz. Aksoy, yerinde bir saptamayla gibi edatlı bazı yapıların deyim veya atasözü olarak kabul edilmemesi gerektiğini bildirmiş; hatta bunların “çok” + “sıfat” anlamına karşılık geldiğini de fark etmiştir. Ancak bunun nedeni üzerinde durmamış; bu benzetmelerin derece bildirmedeki rolüne veya birer derece zarfı olarak işlev gördüklerine hiç değinmemiştir: “Kimi kavramları daha iyi belirtmek için birtakım basmakalıp ‘benzetme’lere başvururuz. Buz gibi, ateş gibi, kömür gibi…deriz ki çok soğuk, çok sıcak, çok siyah demektir. Atasözlerini ve deyimleri derleyen kitaplarda bu basmakalıp benzetmeler de yer almaktadır. Bilindiği üzere benzetme ilgeci olan ‘gibi’, benzetmedeki iki ‘yan’ın güçlü olmasından sonra gelir. Bunun arkasından ‘benzetme yönü’nü belirtecek olan ön ad söylenmezse ‘…gibi’ takımı, bu ön adın yerini tutar. Yani buz gibi 172 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı sözü kendisinden sonra soğuk sıfatı kullanılmasa bile ‘çok soğuk’ anlamına gelir. Dilin her zaman tuttuğu bu yolu özel bir kuruluş ve anlatış yolu sayıp bu gibi ‘benzetme’leri deyimler ya da atasözleri arasında göstermeyi biz uygun görmüyoruz.” (1988, s. 46). Aksoy’un “basmakalıp benzetmeler” olarak nitelediği bu türden ögeler, aslında sözlüksel birim hâline gelmiş ögelerdir. Bunlardan yalnız Türkçe Sözlük’te yer alan ve doğrudan doğruya “çok X” karşılığı verilen gibili benzetmelerin sayısı hiç de az değildir. Üstelik bu verilerin doğrudan doğruya “çok X” olarak tanımlanmaları da zaten aşırılık derecesinde yorumlandıklarının bir göstergesidir: ada gibi “pek büyük”, ateş gibi “çok sıcak”, bal gibi “pek tatlı”, banka gibi “çok zengin kimse”, bebek gibi “çok güzel kadın”, biber gibi “çok acı”, boğa gibi “çok güçlü görünen, vücudu iyi gelişmiş delikanlı”, buz gibi “çok soğuk”, abanoz gibi “çok sert”, ahu gibi “çok güzel, çekici”, balyoz gibi “çok ağır, ezici kol veya yumruk”, beton gibi “çok sağlam, dayanıklı, sert”, billur gibi “çok duru, çok temiz su”, “çok beyaz ve pürüzsüz kol, gerdan, göğüs”, bora gibi “çok sert, öfkeli, şiddetli”, dağ (dağlar) gibi “çok büyük, çok iri, çok güçlü”, demir gibi ”çok sağlam”, “çok güçlü, çok kuvvetli”, faraş gibi (kadar) “çok büyük veya çok geniş açılan ağız”, fırın gibi “çok sıcak yer”, fıstık gibi “çok güzel”, fil gibi “çok yemek yiyen kimse”, “çok şişman kimse”, gülle gibi “çok ağır”, hamam gibi “pek sıcak”, han gibi “gereğinden çok geniş olan yer”, hoşaf gibi “çok yorgun”, huri gibi “çok güzel, genç kadın”, ilah gibi “çok yakışıklı erkek”, iskelet gibi “çok zayıf ”, jilet gibi “çok keskin”, kale gibi “çok büyük, çok sağlam yapı”, kaya gibi “çok sağlam”, cehennem gibi “çok sıcak”, cübbe gibi “çok geniş ve uzun giysi”, çırpı gibi “çok ince, çok zayıf kol ve bacak”, çivi gibi “çok sağlam ve çevik kimse”, “çok soğuk”, çöp gibi “çok ince, zayıf ”, derya gibi “çok bilgili”, “pek çok”, duba gibi “çok şişman”, düdük gibi “çok dar, daracık giysi”, elmas gibi “çok iyi, çok değerli”, fıçı gibi “kısa boylu ve çok şişman”, fitil gibi “çok sarhoş, gül gibi “çok iyi, çok güzel”, halvet gibi “çok sıcak yer, oda”, hangar gibi “çok büyük ve geniş yer”, hamur gibi “çok pişmiş, bulamaç durumuna gelen yiyecek”, heykel gibi “çok güzel, kadın”, ilik gibi “çok lezzetli, genellikle et için iyi pişmiş”, “çok güzel, istek uyandıran kadın veya kız”, ipek gibi “çok ince, parlak ve yumuşak”, izbandut gibi “çok iri, cüsseli”, kadana gibi “iri yarı kadın”, kerpiç gibi “çok sert ve kuru”, kına gibi “çok ince toz durumundaki şey”, kız gibi “çok güzel ve yeni”, kinin gibi “çok acı”, köpek gibi “çok yaltaklanan”, kuş gibi “çok hafif ”, kuyu gibi “çok derin yer”, kuzgun gibi “çok kara, çok koyu”, kuzu gibi “çok uysal”, kütük gibi “çok şişmiş”, “çok sarhoş”, leş gibi “çok pis yer”, makine gibi “çok çabuk, art arda, aynı biçimde olan veya yapılan”, manda gibi “çok iri ve hantal”, minare gibi “çok uzun”, mumya gibi “çok zayıf ve renksiz kimse”, muşamba gibi “çok kirlenmiş çamaşır, kumaş, örtü vb.”, pamuk gibi “çok yumuşak”, pelte gibi “çok gevşek”, “çok yorgun”, peri gibi “çok güzel”, pırlanta Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 173 gibi “çok iyi nitelikleri olan, değerli, saf, temiz”, pire gibi “çevik, çok hareketli, yerinde duramayan”, pufla gibi “çok yumuşak ve kabarık”, sakız gibi “çok temiz, çok beyaz”, salapurya gibi “çok büyük olan veya ayağa büyük gelen ayakkabı”, sap gibi “çok ince”, sülük gibi “çok sırnaşık, yapışkan kimse”, süt gibi “çok beyaz, çok temiz”, şalvar gibi “çok bol pantolon”, şeker gibi “çok sevimli, güzel”, şeytan gibi “çok zeki ve kurnaz”, şimşek gibi “çok hızlı”, tas gibi “çok düz, açık”, tasvir gibi “çok güzel kimse”, taş gibi “çok sert, çok katı”, “çok sağlam”, tazı gibi “çok zayıf ve ince kemikli kimse”, “çok hızlı kimse”, tüy gibi “çok hafif ”, yay gibi “çok gergin”, zar gibi “çok ince, saydam”, zehir gibi “çok acı”, “çok soğuk hava”, “çok becerikli, usta”, zift gibi “çok acı” Ancak derece yükseltmek amacıyla kullanılan benzetmeler sözlükselleşmiş, işlevsel olarak kullanıldığında ise gramerleşmiş olan yukarıdaki basmakalıp ögelerden ibaret değildir. Hatta belki daha büyük bir kısmı öyle değildir. Çünkü benzetmelerin ihtiyaca göre anlık olarak neredeyse sınırsız oranda üretilebilecek bir doğası da bulunmaktadır. Dolayısıyla da bu dinamik yapıları gereği aynı görevi görmek üzere oluşturulan benzetmeler içinde basmakalıp olmayan çok sayıda tanığa da rastlanmaktadır. Örneğin aşağıdaki cümlelerde geçen derece ifadelerinin basmakalıp benzetmelerden oluştuğu söylenemez: 5a. Günler bir olimpiyat maratoncusu gibi hızlı geçiyor. 5b. Annem o gün durgun bir göl kadar sakindi. 5a’da bir olimpiyat maratoncusunun hızlı koştuğu ile ilgili genel dünya bilgisinden yola çıkılarak yapılan benzetme, hızlı sıfatının aşırılık derecesinde kodlanmasına imkân tanımaktadır. 5b’de ise durgun bir göldeki sakinlik tablosunun insan tabiatındaki sakinliğe uyarlanması, aşırılık anlamını vermek için uygun bir eşleşme sağlamaktadır. Böylece bir olimpiyat maratoncusu gibi hızlı öbeği “çok hızlı”, durgun bir göl kadar sakin öbeği ise “çok sakin” anlamını verebilmektedir. Derece bildirme rolü üstlenen “basmakalıp benzetmelerin” bir özelliği de bunların eşdizim profillerinin geniş olmasıdır. Örneğin kömür gibi benzetmesi, “çok siyah, simsiyah” anlamıyla göze, saça, yemeğe, hatta somut bir kavram olmamasına rağmen vicdana da uyarlanabilmektedir: kömür gibi göz, kömür gibi saç, kömür gibi pide, kömür gibi vicdan. Daha önce de ifade edildiği gibi aşırılığı sözlüksel anlamından gelen benzetme unsurları içinde gibi veya başka bir işlevsel ögenin, derece bildirmek açısından belirleyici bir rolü yoktur. Bu nedenle kömür göz denilse de kömür gibi göz denilse de kastedilen siyah rengin yoğunluğu, her iki durumda da “çok siyah”tır. Ancak kadar edatı, bu bağlamda gibi’den farklı bir karakter sergileyerek derecelendirmede bazen çok belirleyici roller üstlenebilmektedir. Çünkü onun sağladığı aşırılık, çoğu durumda da sınır bildiren anlamından gelmektedir. Örneğin, 174 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 6a. İçinden çıkılması zor soruları anında cevaplayacak kadar hazırcevap bir çocuktu. 6b. Yemek yemeye bile fırsat bulamayacak kadar meşgul biriyim. 6c. Kendisinden hiç görmediğim kadar sıcak bir karşılama ile beni ağırladı. Bu cümlelerdeki aşırılıklar, nitelenen sıfatların kritik bir sınırına değinmekten kaynaklanmaktadır. 6a’da hazırcevap sıfatının, içinden çıkılması zor soruları anında cevaplayacak kadar sınırında tanımlanması, “çok hazırcevap” demek yerine bir alternatif olarak kullanılmıştır. 6b’de yemek yemeye bile fırsat bulamayacak kadar sınırına taşınan meşguliyet, en temel ihtiyaçlardan vazgeçmenin yarattığı olağan dışılık açısından “çok meşgul” anlamına karşılık gelmiştir. 6c’de ise bütün zamanların karşılaştırılmasına dayanan duygusal bir sıcaklık derecesi, gelinen noktada en son sınırda görüldüğü için “aşırı sıcak bir karşılama” anlamı, kendisinden hiç görmediğim kadar sıcak öbeği ile sağlanmıştır. Kadar edatının son sınıra vurgu yapmaktan kaynaklanan bu aşırılık anlamının sözlükselleşen bazı kullanımları da bulunmaktadır. Örneğin ağzına kadar, boğazına kadar, dibine kadar, gırtlağına kadar, iliğine/iliklerine kadar, sapına kadar, dünyalar kadar, yerden göğe kadar kalıp ifadeleri, doğrudan doğruya “çok” anlamında kullanılmaktadır. Ancak kadar edatının mekânda, zamanda, kişide, nesnede veya kavramda son sınıra vurgu yapması; her zaman aşırılık derecesine gönderme yapmayabilir. Çünkü kadar, bazı durumlarda üstünlük veya en üstünlük derecesini de ima edebilir ve bu durumlarda gibi edatı da aynı rolü üstlenebilir: 7a. Senin kadar deli birini görmedim. 7b. Senin gibi deli birini görmedim. Bu iki cümle, potansiyel olarak “Senden daha deli birini görmedim”, “En delisi sensin” anlamlarını da içermektedir. Çünkü sen, konuşurun bakış açısından deli vasfında son nokta olarak görülmektedir. Kadar edatının en üstünlük derecesine yaptığı bir gönderme de -mAk kadar birleşik yapısında dikkati çekmektedir. En üstünlüğün bu görünümünü müstakil olarak ele alan Sebzecioğlu ve Aksakallı (2017, s. 769), isabetli bir bakışla bu kullanımın bağlam bağımlı olduğu ve gerçek dünyayı değil; konuşurun öznel tutumunu yansıttığı saptamasında bulunmaktadır. Örneğin, 8a. Dünyada bu evi temizlemek kadar zor bir iş yoktur. 8b. İstanbul’da büyümek kadar büyük bir nimet olamaz (Sebzecioğlu; Aksakallı, 2017, s. 773) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 175 cümlelerinden ilki, dünyadaki en zor işin bu evi temizlemek olduğunu iddia ederek zor sıfatının derecesini en üstünlüğe çıkarmaktadır. Ancak bu hükmün, gerçek dünyada karşılığı yoktur. Söz konusu sınırı çizen, konuşurun kişisel bakış açısıdır. Aynı şekilde İstanbul’da büyümenin en büyük nimet olarak görülmesi de yine konuşura ait bakış açısı ile yapılan bir derecelendirmedir ve yine her iki durumda da söz konusu olan eşitlik derecesi değildir. Dolayısıyla gibi, kadar veya başka bir edatın derece bildirmedeki rolünü doğru belirlemek için yalnız görünen anlamları değil, kastedilen örtük anlamları da dikkate almak önemlidir. Sonuç Türkiye Türkçesinde sıfatların eşitlik derecesi, genellikle gibi ve kadar edatlarıyla; zaman zaman da bunların anlamdaş türevleriyle kurulmaktadır. Doğal olarak konunun çerçevesi de bu edatları içeren tanıklarla çizilmektedir. Ancak gerçek karşılaştırmalarla gerçek dışı olanlar veya abartma niyetiyle yapılan benzetmeler arasında bir fark gözetilmediği için ilgili literatürde çoğunlukla yanlış belirlemelerde bulunulduğu görülmektedir. Örneğin bu bağlamda dikkati çeken ateş gibi sıcak, buz gibi soğuk, taş gibi sert, mercimek kadar küçük, Karun kadar zengin gibi karşılaştırma esaslı benzetmelerin çoğu, aslında eşitlik derecesine atıf yapmamaktadır. Çünkü bu yolla yapılan şey, nitelik veya nicelik açısından bir şeyi bir şeye benzeterek anlamı yoğunlaştırmaktır. Buna göre de sıfat unsurunun bazen gerçek dünya bilgisine, bazen konuşurun öznel tutumuna bağlı bir aşırı uç kutup elemanı ile karşı karşıya getirilmesi, iki düzeyi birbiriyle sadece görünüşte eşitlemektedir. Gerçekte ise sıfat ve ona bağlı olan isim unsurları, aşırı bir kutba yaklaştırılmaktadır. Örneğin güzel için yapılan bebek gibi, peri gibi, çiçek gibi, keklik gibi, fıstık gibi, manken gibi, huri gibi, ahu gibi, tasvir gibi, bir içim su gibi, ay parçası gibi nitelemeleri, ölçüye konu olan ismin güzellik derecesini yükseltmek için kullanılmaktadır. Bu bakımdan Senin kadar zengin ile Karun kadar zengin arasında; Şu sekreter gibi hızlı konuşuyorsun ile Makineli tüfek gibi (hızlı) konuşuyorsun arasında farklı dereceler olduğunu belirtmek gerekir. Zira iki kişinin zenginlik derecesi ve konuşma hızı, her ayrıntısıyla olmasa da birbiriyle eşit düzeyde olabilir. Ancak abartmaya dayalı bir benzetme olan Karun, “zenginlik” ölçeğinin; makineli tüfek ise “hız” ölçeğinin aşırı kutbunda yerleşik olan ögelerdir. Bu nedenle de ilki “çok zengin”, diğeri “çok hızlı” anlamına karşılık gelen benzetmelerdendir. Buna göre de konuşur, bir şeyi içsel anlamında aşırılık bulunan bir başka şeye benzetirken aslında onun derecesini eşitlemiş değil, yükseltmiş olmaktadır. Zaten konuşur daha çok anlamı güçlendirmek, yoğunlaştırmak isteğiyle bu tür ifadelere başvurmaktadır. Dolayısıyla da konunun ele alınışında bağlamsal faktörlerin ve örtük anlamların mutlaka göz önünde bulundurulması gerekmektedir. 176 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kaynaklar Aksoy, Ö. A. (1998). Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1. İnkılap Kitabevi. Banguoğlu, T. (1974). Türkçenin Grameri. Baha Matbaası. Dinçer, A. (2021). Karşıtlık. Nedir Ne Değildir. Grafiker Yayınları. Doetjes, J. (2008). “Adjectives and degree modification”. Adjectives and adverbs: Syntax, Semantics, and Discourse (ed. L. McNally and C. Kennedy). Oxford University Press. Ediskun, H. (1999). Türk Dilbilgisi. Remzi Kitabevi. Gencan, T. N. (1979). Dilbilgisi. Türk Dil Kurumu Yayınları. Korkmaz, Z. (1992). Gramer Terimleri Sözlüğü. Türk Dil Kurumu Yayınları. Korkmaz, Z. (2009). Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi). Türk Dil Kurumu Yayınları. Méndez-Naya, B. (2008). “On the History of downright”. English Language and Linguistics 12/ 2: 267-287. Sebzecioğlu, T.; Aksakallı, M. (2017). “{-mAk kadar} Ulacının En Üstünlük Derecesi Bakımından İşlevi”. İJLET. 5/3: 768-776. TS: Türk Dil Kurumu (1998). Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu Yayınları. TARİHSEL DİYALEKTOLOJİ VE CODEX CUMANICUS1 Doç. Dr. Serpil ERSÖZ, Manisa Celal Bayar Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-9700-3747 Giriş1 Bu araştırma tarihsel diyalektoloji alanı ile ilgilidir. Tarihsel diyalektoloji, herhangi bir dilin tarihî dönemlerine ait diyalektoloji bilgisini keşfetmeyi ve diyalektolojik yapıyı açıklamayı amaçlayan bir alandır. Bunu da yalnızca yazılı belgeler üzerinden yapar (Fleischman, 2000, s.34). Tarihî eserlerdeki diyalektolojik unsurlar ses bilgisi, şekil bilgisi, sözvarlığı veya cümle düzeylerinde tespit edilebilir. Bu bağlamda elinizdeki çalışmada, Codex Cumanicus’un dilindeki diyalektoloji malzemesinin ortaya çıkarılması hedeflenmiştir. Kumanların El Kitabı anlamına gelen Codex Cumanicus (=CC), 14. yy’da Kıpçak Türkçesiyle yazılmış bir eserdir. Kıpçak Türkçesiyle yazılmış olmasına rağmen, içinde pek çok Oğuzca unsur barındırdığı da bilinmektedir. Çalışmanın temel amacı bu eserdeki Oğuz ve Kıpçak gibi gruplardaki diyalektolojik göstergelerin belirlenmesidir. Diğer bir amaç da CC dilindeki diyalektolojik unsurların bugünkü Türk lehçelerindeki dağılım düzenini ortaya koymaktır. Ancak tüm bunlar yalnızca sözvarlığı düzeyi ile sınırlandırılmıştır. Anılan eserdeki sözvarlığı malzemesi hem art zamanlı hem de eş zamanlı bir yöntemle karşılaştırmalı olarak incelenmiş ve eldeki verilerin hangi ağız gruplarına ait olabileceği tahmin edilmiştir. Araştırma kapsamında öncelikle CC’deki diyalektolojik unsur olma ihtimali bulunan sözcükler tespit edilmiştir. Bu ihtimaller ise şöyle belirlenmiştir: CC içerisindeki sözler, eserin yazılış amacına uygun olarak, Latince, Farsça ya da Almanca karşılıkları ile verilmiştir. Ancak bazen Latince, Farsça veya Almanca sözcüklerin karşılığında iki ya da daha fazla Türkçe kelime yazılmıştır. Burada farklı Türkçe kelimelerin yer alması ancak iki farklı şekilde açıklanabilir: 1) Latince, Farsça veya Almanca kelimelerin karşılığını daha iyi açıklama çabasıyla Türkçe eş ya da yakın anlamlı kelimeler birlikte verilmiş olabilir. Yahut da aynı kavram alanına giren ve birbirini açıklayan sözcükler bir arada sıralanmış olabilir. Örneğin bir yerde yaşamak için “yerleşmek” eylemi tur- ve kal- gibi yakın anlamlı iki kelimeyle açıklanmış olabilir. 1 Bu çalışma Manisa Celal Bayar Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje Numarası: 2019-128. 178 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 2) Belirtilen Latince, Farsça veya Almanca kelimelerin karşılığında farklı ağızlara ait farklı kelimelerin var olduğu bilgisi bu ağızlara ait kelimelerin de sözlüğe girmesine sebep olmuş olabilir: okşa- : benze- gibi. Bu iki durumda yalnızca ikinci maddeye dahil olan sözcükler diyalektolojik unsur olarak değerlendirilmiştir. Listeye böylece dahil edilen maddelerin gerçek birer diyalektolojik gösterge olup olmadıkları, tarihî ve günümüz Türk lehçe sözlüklerinin yardımıyla belirlenmeye çalışılmıştır. CC’de diyalektolojik gösterge olduğu düşünülen sözcükler, önce diğer tarihî dönemler içerisinde, sonra da modern lehçelerde araştırılmıştır. Modern lehçelerdeki veriler, tarihî dönemlerdeki verileri desteklediği zaman ilgili unsur gerçek bir diyalektolojik gösterge olarak alınmıştır. Ancak modern lehçelerle desteklenemedikleri durumlar da olmuştur. Bu durumda, araştırma kapsamına alınan sözcükler tamamen silinmemiş, onun yerine ispatlanamamış olan bu sözcükler, “Codex Cumanicus’ta Muhtemel Diyalektolojik Unsurlar” başlığıyla çalışmanın sonunda listelenmiştir. Böylelikle, olası yanlış değerlendirmelerin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Ayrıca bu liste, konuyla ilgili yapılacak sonraki çalışmalar için de faydalı olabilecek niteliktedir. Bu çalışma, CC’nin daha önce tarihsel diyalektoloji bağlamında ele alınmamış olması bakımından özgün bir nitelik taşımaktadır. Eserin bu bağlamda ele alınması aynı zamanda o dönemde var olan diyalektler ve diyalekt ilişkileri ile ilgili bilgi verme potansiyeli bakımından da önemlidir. Kıpçak sahasında yazılan CC’nin yoğun bir şekilde Oğuzca özellikler barındırması, bu eserin tarihsel diyalektoloji bağlamında ele alınmasını daha da çekici hâle getirmektedir. Tarihî eserler üzerine yapılan yayınların büyük bir kısmını transkripsiyon ve gramer çalışmaları oluşturmaktadır. Tarihî dönemlerle ilgili diyalektoloji araştırmaları ise başlamış olmakla birlikte henüz yeteri kadar ilerlemiş değildir. Bu bağlamda Orhun ve Eski Uygur Türkçesi dönemindeki ağızların araştırıldığı Radloff ve Malov (Korkmaz 1975), A.v. Gabain (1988), K. Röhborn (1983), Ş. Tekin (1992), H. Şirin (2009), E. Aydın (2016) … gibi araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalar; Karahanlı, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçelerindeki lehçe ayrılıklarının ele alındığı O. N. Tuna (1968), Z. Kaymaz (2002), G. Gülsevin (2007), A. Karahan (2013), F. M. Erdem Uçar (2016) … gibi araştırmacılar tarafından yapılan yayınlar, alanla ilgili örnek çalışmalar olarak sunulabilir. Tarihsel diyalektoloji araştırmalarının yazılı belgelere dayanılarak yapılabildiğinden bahsedilmişti. Peki bu belgeler hangi dilde yazılmıştır? 1) Araştırmaya kaynaklık eden yazılı belgeler ilgili dilde kaleme alınmış olabilir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 179 Edebî ve tarihî metinler, dinî kitaplar, hukuk vesikaları, ticarî veya bireysel mektuplar … vb. gibi resmî olan ve olmayan her türlü belge ve metin bu grup için kaynak eser olarak kullanılabilir. Bir dilin standart varyantının henüz oluşmadığı veya oluşsa bile sair sebeplerle ortak yazı dilinin kullanılmadığı durumlarla karşılaşılabilmektedir. Bunun sebepleri arasında dinî, edebî ya da ticarî kaygılar yahut da sosyal veya bireysel sebepler, standart dil dışında başka varyantların da eserlerin diline girmesine neden olabilir. Dolayısıyla tarihî metinlerin dilinde yazarın ağız özelliklerinin yani yazıcı ağzının izlerine rastlamak mümkündür. Böyle durumlarda yazıcı ağzı ve okurun ağzı yani hedef kitle ağzı aynı ya da farklı olabilir. Ancak yazıcı ağzı ve hedef kitle ağzı aynı bile olsa, eserlerin farklı coğrafyalarda farklı yazıcılar tarafından çoğaltıldığı hesaba katıldığında kopya nüshalarda birden fazla ağız katmanının olabileceği gerçeği ile karşılaşılır. Eserlerin hedef kitlesi, yazıcının tercih edeceği dilsel varyant konusunda etkilidir. Yazıcı köken olarak farklı bir ağız bölgesinden geliyor ancak yazdığı eser farklı bir ağız grubundaki kitleye hitap ediyor olabilir. Bu durumda daha birinci yazıcı elinden çıkan eserde bile en az iki ağız grubu olabilir: 1) Yazıcı ağzı, 2) Hedef kitle ağzı. Üstelik böyle eserler farklı coğraflarda farklı yazıcılar tarafından çoğaltılmış olabilir. Çoğaltma işinde ikinci yazıcı, eseri her ne kadar bire bir kopya etmeye çalışsa da hedef kitle, anlaşılma kaygısı, eserin yazılma amacı ya da anlık küçük bir dalgınlık gibi farklı sebeplerle yeni kopya nüshaya farklı ağız özelliklerini ilave edebilir.2 Dolayısıyla böyle eserlerde iki veya daha fazla ağız katmanı ihtimalinden söz edilebilir: 1) Birinci yazıcı ağzı, 2) Birinci hedef kitle ağzı, 3) İkinci yazıcı ağzı, 4) İkinci hedef kitle ağzı. Tüm bu gerçekler dikkate alındığında tek bir kaynak esere ait olsa bile bir her bir nüshanın ayrı ayrı incelenmesi gerekliliği ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla farklı nüshaların bir araya getirilmesiyle oluşturulan yani tamir edilen nüshalar, tarihsel diyalektoloji için bir anlam ifade etmezler. Ancak çok nüshalı eserler üzerinde yapılan edisyon kritik çalışmaları tarihsel diyalektoloji için kaynak olabilecek türden çalışmalardır. Tarihî metinler üzerinde yapılan denk çift araştırmaları da tarihsel diyalektoloji alanına dahildir. Denk çift ya da eş değer, tek bir lehçede görülen iki farklı ağız ya da lehçenin kullandığı, yazılışı farklı olan fakat kavram alanında birbirini karşılayan kelime çiftlerine denmektedir. Bu bağlamda Gülsevin’in (2007) ve Karahan’ın (2013) çalışmaları örnek gösterilebilir. 2 Çeşitli kopyalama stratejileri için bk. Angus McIntosh (1973), Williomson (2021). 180 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Bir milleti oluşturan boyların ya da kabilelerin geçmişteki ağız özelliklerini belirleme üzerine odaklanan çalışmalar da tarihsel diyalektoloji alanına girer. Bu bağlamda tarihî metinler üzerinde yapılan Oğuzca, Kıpçakça gibi etnik yapıyla bağlantılı ağız çalışmaları (Korkmaz 1975; Gülsevin 1998, Kaymaz 2002, Kaymaz 2021, Ağca 2021 … vb.) örnek olarak gösterilebilir. 2) Araştırmaya kaynaklık eden yazılı belgeler ilgili dil dışında başka bir dilde kaleme alınmış olabilir. Bu alandaki çalışmaların, incelemenin yapıldığı dile ait yazılı belgeler üzerinden yürütüldüğü düşünülebilir. Ancak kimi durumlarda, bir dile ait veriler başka dillerdeki yazılı kaynaklar arasından da çıkabilir. Diller arası karşılaştırmaların ve açıklamaların yapıldığı sözlük veya gramer kitabı türünden eserler, tarihî kayıtlar, seyahatnameler … vb. bu gruptaki kaynaklar arasında değerlendirilebilir. Türkçenin ilk yazılı döneminden hemen önceki dönem olan farazî İlk Türkçe Dönemi’nde varlık gösteren örneğin Hunların diline ait dil malzemeleri, Çin tarihleri arasından çıkarılmıştır (Tekin, 1993, s.9). Türkçe dışındaki dillerden toplanan dil malzemesi ile İlk Türkçe döneminde Eski Batı Türkçesi (LİR) ve Eski Doğu Türkçesi (ŞAZ) şeklinde iki lehçe olduğu ortaya konmuştur. Yine benzer şekilde, Bizans kaynaklarındaki Bulgar Türkçesi etnik adları, Tuna Bulgarlarına ait dil malzemeleri arasındadır (Ercilasun 2004: 207). Y. Kartallıoğlu tarafından incelenen Carbognano’nun Gramatica Turca adlı eseri Osmanlı dönemi yazı dili ve konuşma dili ile ilgili önemli bilgiler vermektedir (Kartallıoğlu 2015). Bu örnekler daha da arttırılabilir. Tarihsel Diyalektoloji Bağlamında Codex Cumanicus Codex Cumanicus’ta; ses bilgisi, şekil bilgisi, sözcük bilgisi ve cümle bilgisi olmak üzere dilin tüm düzeylerinde diyalektolojik gösterge olduğu düşünülen unsurlara rastlanmış ve bunlar yalnızca bir liste olarak daha önce yayınlanmıştı (Ersöz-Daşdan, 2021). Bu yazıda ise, anılan yayında belirlenen sözvarlığı unsurları, öncelikle yeniden gözden geçirilmiş, düzenlenmiş ve sonrasında bunlar üzerinde hem art zamanlı hem de eş zamanlı yöntemle karşılaştırmalı olarak detaylı bir inceleme yapılmıştır. İsimler Abuşka : kart [(Lat. Senes, Far. Pir) : İhtiyar, yaşlı, kart.] Bu iki sözcüğün tarihî lehçelerdeki dağılımları aşağıdaki tabloda verilmiştir. Bu tabloda abuşka ve kart sözcüklerinin dağılımları oldukça düzenli bir görünüm Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 181 arz eder. Eski Anadolu ve Osmanlı Türkçesinde abuşka sözcüğünün varlığı, bu sözcüğün Oğuzca olabileceği yönünde önemli bir göstergedir. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe abuşka, abuşga, abuçka, abışga, avıçga, avuçga kart Köktürkçe - _ Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) - Karahanlı Türkçesi X (KB 1638) X (DLT 1, 342/15) X (KE 69v/20) X (KE 174r/1) X (KTS) X (KTS) X (ŞSL) X (ŞSL) Tarihî Kuzey- Harezm Türkçesi Doğu Türkçesi Kıpçak Türkçesi Çağatay Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Eski Anadolu Türkçesi X (TETTL) - Osmanlı Türkçesi - X (OTS) Aşağıdaki tabloda ise günümüz lehçelerinde durumun biraz daha çeşitli olduğu görünmektedir. Aynı anlamda bugün abuşka ve kart temelli sözcüklerle beraber yaşlı ve eski ile başka kelimelerin de kullanıldığı tespit edilmiştir. Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Kıpçak Grubu Türkiye Türkçesi Yaşlı (KTLS) Gagauz Türkçesi Yaşlı (GTS) Azerbaycan Türkçesi Yaşlı (KTLS) Türkmen Türkçesi Garrı (KTLS) Başkurt Türkçesi Kart (KTLS) Sal (KTLS) Abışka (BTS) İski (KTLS) Kırgız Türkçesi Karı (KTLS) Kart (KTLS) Kazak Türkçesi Käri (KTLS) Kart (TKS) Tatar Türkçesi Kart (KTLS) Çal (KTLS) İski (KTLS) Karluk Grubu Özbek Türkçesi Kari (KTLS) Çal (KTLS) Moysefid (KTLS) Uygur Türkçesi Keri (KTLS) 182 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Tarihî Oğuz grubundaki abuşka sözcüğünün, modern lehçelerde yerini yaşlı kelimesine bıraktığı görülmektedir. Diğer modern lehçeler arasında Kıpçak grubu üyelerinden Başkurt Türkçesinde “dul adam, yaşlı adam” manasıyla yer alır (BTS). Kart ve karı sözcükleri ise yine modern lehçeler tablosuna göre Kıpçak ve Karluk grubunda koyulaşmıştır. Oğuz grubunda ise buna karşılık yaşlı sözcüğü yerleşmiştir. Dolayısıyla modern lehçeler için karı/kart : yaşlı sözcükleri denk çift olarak işaretlenebilir. Karı ve kart sözcüklerinin de kendi aralarında lehçeler arasında nispeten düzenli bir dağılım sergilediği söylenebilir. Karı ve varyantları daha çok Karluk, kart sözcüğü ise daha çok Kıpçak grubu lehçeleri arasında yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla tabloya göre Karluk ve Kıpçak arasında karı:kart denkliği kurulabilir. Artum: Köp [Artum (Lat. Nimis; Far. Gat pisyar) : köp (Lat. Multum, nimis, satis, valde; Far. Bisyar, gat pisyar, saht): Fazla, çok fazla.] Artum ve köp sözcüklerinin tarihî lehçelerdeki dağılımında yalnızca Köktürkçe ve Osmanlı Türkçesi döneminde bir farklılık olduğu görülür. Osmanlı Türkçesi, Batı Türkçesini temsilen tek bir tarihî dönem olmasına rağmen oldukça önemli bir tarihî lehçe durumundadır. Bu sebeple Osmanlı Türkçesi içerisinde köp sözcüğünün olmaması, dikkat çekmesi gereken bir durumdur. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi artum/artuk köp Köktürkçe X (KT D 33) - Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) X (EUTS) Karahanlı Türkçesi X (KB 629) X (KB 430) Harezm Türkçesi X (NF 430/11) X (NF 11/13) Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (ŞSL) X (ŞSL) Eski Anadolu Türkçesi X (DK I, 75-2) X (SN 2096) Osmanlı Türkçesi X (OTS) - Köp sözcüğünün Osmanlı Türkçesinde tespit edilmemiş olması, aşağıdaki tabloyla daha da anlamlı hâle gelmektedir. Burada görüleceği üzere modern lehçeler arasında Türkmence hariç diğer Oğuz grubu üyelerinde köp ve varyantları yer almaz. Köp’ün Türkmencedeki varlığı ise bu lehçedeki Kıpçakça tesiri ile açıklanabilir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 183 Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Türkiye Türkçesi Çok (KTLS) Gagauz Türkçesi Çok (GTS) Doğu Oğuzcası Azerbaycan Türkçesi Çok (KTLS) Artık (ATS I) Türkmen Türkçesi Köp (KTLS) Artık (TTS) Kıpçak Grubu Başkurt Türkçesi Artık (BTS) Küp (KTLS) Kırgız Türkçesi Artık (KS I) Kazak Türkçesi Artık (KTS) Köp (KTLS) Köp (KTLS) Tatar Türkçesi Artık Küp (KTLS) Karluk Grubu Özbek Türkçesi Artık (ÖTTT) Uygur Türkçesi Artuk (YUTS) Köp (KTLS) Köp (KTLS) Cik (KTLS) Köp ve varyantlarına modern lehçeler arasında Kıpçak ve Karluk grubu üyelerinde rastlanmaktadır. Dolayısıyla bu dağılım, köp ve artık/fazla çiftinin Oğuzca ile Kıpçak-Karluk grubu arasında bir eşdeğer olduğu şeklinde yorumlanabilir. Bu çalışma kapsamında modern lehçeler için tespit edilen denk çiftlerin tarihî lehçeler için de geçerli olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple tarihî lehçelerde köp ve artuk/artum sözcüklerinin birer denk çift olduğu düşünülmektedir. Bakşı : Bitikçi [Bakşı (Lat. Scriba, Far. Nuwisanda): Bitikçi (Lat. Scriba, scriptura Far. Nuwisanda, nuwisenda) : Katip, hattat] Bakşı ve bitikçi kelimeleri, CC’de katip olarak açıklanmıştır. Bu anlamda tarihî Oğuzcayı temsil eden Eski Anadolu ve Osmanlı Türkçesi dönemlerinde bakşı sözcüğüne rastlanmamıştır. Onun yerine bu lehçelerde bitikçi kelimesi kaydedilmiştir. Bakşı ve bitikçi kelimelerinin, tarihî lehçeler arasında nispeten düzenli bir dağılım göstermesi bakımından bakşı:bitikçi kelimelerinin denk çift olduğu söylenebilir. 184 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Bahşı/Bakşı/Bahşi Bitikçi/Bitigçi Köktürkçe - X (biti-, KT G 13) Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) X (bitigüçi, bitkeçi, EUTS) Karahanlı Türkçesi _-_ X (KB 273) Harezm Türkçesi X (K I/54) X (KHŞ 2777) Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (ŞSL) X (MÜN) Eski Anadolu Türkçesi -_ X (TS I) Osmanlı Türkçesi X (OTS) - Bahşı sözcüğünün modern Kıpçak ve Karluk grubunda anlam değiştirerek devam ettiği tespit edilmiştir. Bu grupta sözcüğün yeni anlamı “büyücü; divane, kaçık; hekim; aşık, ozan; meraklı, hevesli”dir (örn. KS I, BTS, YUTS). Bu lehçeler arasında yalnızca Yeni Uygur Türkçesinde “yazıcı” anlamı devam etmektedir (YUTS). Oğuz grubunda ise bakşı sözcüğüne hiç rastlanmamıştır. Tarihî Oğuz lehçelerinde görülen bitikçi sözcüğü, modern Oğuz grubunda yerini alıntı kökenli katip sözcüğüne bırakmıştır. Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Kıpçak Grubu Türkiye Türkçesi Katip (KTLS) Gagauz Türkçesi - Azerbaycan Türkçesi Katip (KTLS) Türkmen Türkçesi Sekretar (KTLS) Başkurt Türkçesi Serketip (KTLS) Sekretar (KTLS) Kırgız Türkçesi Katçı (KTLS) Kazak Türkçesi Hatşı (KTLS) Tatar Türkçesi Sekretar (KTLS) Serkatıyp(KTLS) Karluk Grubu Özbek Türkçesi Katib (ÖTTT) Bahşi (ÖTTT) Uygur Türkçesi Katip (KTLS) Baxşi (YUTS) Hem tarihî, hem de Modern Oğuz dillerinde bahşı/bakşı sözünün olmaması anlamlıdır. Başka bir deyişle bahşı/bakşı sözcüğünün Oğuzcaya ait olmadığı anlaşıyor. Tarihî dönemlerden gelen bakşı kelimesi, tabloya göre aynı anlamla günümüzde yalnızca Karluk grubunda devam etmektedir. Dolayısıyla tarihî Oğuzca ve Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 185 Karluk-Kıpçak grupları arasında bitikçi ile bahşı kelimelerinin denk çift olduğu söylenebilir. Benzer : Oşkar [(Lat. Similat Far. Homânâ mêkunät): Nitelik, görünüş ve yapı bakımından bir başkasına benzeyen veya ona eş olan, benzer] Bu denklik daha önce Gürer Gülsevin (2007) tarafından ifade edilmiştir. Aşağıdaki tablolarda benzer ve varyantları ile okşar ve varyantlarının tarihî ve modern lehçelerdeki dağılımları görülebilir. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Benzer/Menzer/Benzeş/ Meŋzeg/Meŋzeş/Menzeşig Oşkar/Oḫşaş Köktürkçe - - Eski Uygur Türkçesi X (meŋzet-, EUTS) X (okşa-, EUTS) Karahanlı Türkçesi X (SAKT 45r/4) X (SAKT 141v/7) Harezm Türkçesi X (HKT 145a77) X (ME 34/7) Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (TEH) - Eski Anadolu Türkçesi X (HüŞ 1902) - Osmanlı Türkçesi X (OTS) X (OTS) Aşağıdaki tabloda ise modern lehçelerdeki dağılımları görünmektedir: Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Türkiye Türkçesi Benzer (KTLS) Gagauz Türkçesi Benze- (GTS) Azerbaycan Türkçesi Benzer (KTLS) Oḫşar (KTLS) Kıpçak Grubu Karluk Grubu Türkmen Türkçesi Meŋzeş (KTLS) Başkurt Türkçesi Okşaş (KTLS) Kırgız Türkçesi Oksoş (KTLS) Kazak Türkçesi Uksas (KTLS) Tatar Türkçesi Oḫşaş (KTLS) Özbek Türkçesi Oḫşaş (TSUY II) Uygur Türkçesi Oḫşaş (KTLS) Her iki tablo da açık bir şekilde hem tarihî hem de modern lehçeler arasında Oğuz ile Karluk/Kıpçak grupları için (tüm varyantları ile beraber) beŋzer:oḫşaş ikilisi denk çift olarak tanımlanabilir. 186 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Bıçkı : Kıptı (Lat. incisorie, Far. mikraz): Makas. Bıçkı sözcüğü tarihî lehçelerin pek çoğunda tespit edilmiştir. Kıptı sözcüğüne ise yalnızca Karahanlı ve Kıpçak Türkçelerinde rastlanmıştır. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Bıçkı/Bıçgu/Biçkü Kıptı/Kıftu Köktürkçe - - Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) _ Karahanlı Türkçesi X (DLT 2, 69/27) X (DLT 1, 416/12) Harezm Türkçesi X (NF11/6) Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (ŞSL) _ Eski Anadolu Türkçesi - - Osmanlı Türkçesi X (OTS) _ Yukarıdaki tabloda elde edilen verilerin modern lehçelerle desteklenmesi gerekmektedir. Ancak aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere kıptı sözcüğü modern lehçelerde bulunamamış, onun yerine Moğolca kökenli kayçı ve varyantlarına rastlanmıştır. Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Türkiye Türkçesi Makas (KTLS) Gagauz Türkçesi Makaz (GTS) Bıçkı (GTS) Doğu Oğuzcası Azerbaycan Türkçesi Gayçı (KTLS) Türkmen Türkçesi Gayçı (KTLS) Bıçgı (ATTTBS) Kıçgı (TTS) Kıpçak Grubu Karluk Grubu Başkurt Türkçesi Kaysı (KTLS) Kırgız Türkçesi Kayçı (KTLS) Kazak Türkçesi Kayşı (KTLS) Tatar Türkçesi Kayçı (KTLS) Özbek Türkçesi Kayçi (KTLS) Uygur Türkçesi Kayçi (KTLS) Modern Oğuz grubu lehçelerinde bıçkı az da olsa korunmakla birlikte yerini makas’a bırakmıştır. Buna karşılık Kıpçak ve Karluk grubu lehçelerinde ise kayçı ve varyantları hakimdir. Dolayısıyla modern Oğuz ile Kıpçak-Karluk lehçeleri arasında bugün için makas:kayçı şeklinde bir denklik olduğu söylenebilir. Tarihî lehçelerde ise bıçkı:kıptı şeklinde bir denklik var gibi görünse de, modern lehçelerle desteklenemediği için, bu denkliği ancak bir soru işareti ile bırakmak gerektiği Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 187 düşünülebilir. Ancak tam da bu noktada Kaşgarlı Mahmut tarafından ifade edilen makas anlamındaki kıftu kelimesinin Çiğilce olduğu bilgisi (DLT I, 416), Çiğilce ve diğer lehçeler arasında kıptı:bıçgı ikilisinin denk çift olarak değerlendirilmesini mümkün kılar. Bogaz : Tamak [(Lat. Gutur; Far. Galü): Boğaz.] CC’de aynı Latince ve Farsça açıklamayla verilen “boğaz” anlamındaki bogaz ve tamak sözcüklerinin tarihî lehçeler arasındaki arasındaki dağılımı, onların bir denk çift olup olmadığı konusunda açık bir fikir vermemektedir. Bu yüzden ilgili sözcüklerin günümüzdeki durumlarını da incelemek gerekmektedir. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Bogaz/Boguz Tamak Köktürkçe - - Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) X (EUTS) Karahanlı Türkçesi X (DLT 1, 364/28) X (DLT 1, 33/17) Harezm Türkçesi X (ME 37/4) X (KHŞ 4170) Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (ŞSL) X (ŞSL) Eski Anadolu Türkçesi X (KD 2a-1) X (TS 5, 3709) Osmanlı Türkçesi X (OTS) - Aşağıdaki tabloya bakıldığında, bogaz ve tamak sözcükleri arasında günümüzde daha net bir dağılım olduğu anlaşılmaktadır. Oğuz lehçeleri bogaz sözcüğünü tercih ederken, Kıpçak lehçelerinde aynı anlamda tamak kelimesinin hakim olduğu tespit edilmiştir. Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Kıpçak Grubu Türkiye Türkçesi Boğaz (KTLS) Gagauz Türkçesi Buaz (GTS) Azerbaycan Türkçesi Boğaz (KTLS) Türkmen Türkçesi Boğaz (KTLS) Başkurt Türkçesi Tamak (KTLS) Boğaz (KTLS) Kırgız Türkçesi Tamak (KTLS) Kazak Türkçesi Tamak (KTLS) Tatar Türkçesi Tamak (KTLS) Buğaz (KTLS) Karluk Grubu Özbek Türkçesi Tomok (KTLS) Uygur Türkçesi Boğaz (KTLS) Tamak (KTLS) 188 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Günümüz lehçeleri de dikkate alındığında, CC’de önce şüpheyle karşılanan bogaz:tamak çiftinin bir eşdeğer olarak yorumlanabileceği düşünülmektedir. El : Kol [(Lat. manus, Far. dast): El.] Gülsevin (2007) tarafından daha önce el:kol çiftinin eşdeğer olduğu belirtilmişti. “El” anlamında Oğuz grubunda el, diğerlerinde ise kol sözcüğü kullanılmaktadır. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi El/Elig Kol Köktürkçe X (KT D 32) - Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) - Karahanlı Türkçesi X (KB 850) X (KB 766) Harezm Türkçesi X (KE 117v/18) X (NF 33/15) Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (AL) X (ŞSL) Eski Anadolu Türkçesi X (HüŞ 33a/917) - Osmanlı Türkçesi X (OTS) - Söz konusu sözcüklerin modern lehçelerdeki durumları ise şöyledir: Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Kıpçak Grubu Karluk Grubu Türkiye Türkçesi El (KTLS) Gagauz Türkçesi El (GTS) Azerbaycan Türkçesi Äl (KTLS) Türkmen Türkçesi El (KTLS) Başkurt Türkçesi Kul (KTLS) Kırgız Türkçesi Kol (KTLS) Kazak Türkçesi Kol (KTLS) Tatar Türkçesi Kul (KTLS) Özbek Türkçesi Kol (KTLS) Uygur Türkçesi Äl (KTLS) Kol (KTLS) Her iki tablodan hareketle, hem tarihî hem de modern lehçeler için Oğuz grubunda el, Kıpçak ve Karluk gruplarında ise aynı anlamda kol sözcüğünün kullanılması, el:kol ikilisinin Oğuz:Kıpçak/Karluk grupları arasında bir denk çift olduğunu göstermektedir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 189 Keçe : Tün [Keçe (Lat. nox, sero Far.şaw) : Tün (Lat.nox, punçtus Far.şaw, nokta): Gece.] CC’de tespit edilen bu denk çift daha önce Kutadgu Bilig’in dilinde Gülsevin (2007) tarafından tespit edilmişti. Bu sebeple aşağıda yalnızca ilgili tabloların verilmesiyle yetinilmiştir. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Keçe/Gėce/Gice Tün/Dün Köktürkçe - X (KT D 27) Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) X (EUTS) Karahanlı Türkçesi X (DLT 3, 219/11) X (KB 1840) Harezm Türkçesi X (MM 234/2) X (NF 5/12) Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (ŞT) X (ŞSL) Eski Anadolu Türkçesi X (HüŞ 9b-227) X (HüŞ 30b-843) Osmanlı Türkçesi X (OTS) X (OTS) İlgili sözcüklerin modern lehçelerdeki dağılımları şöyledir: Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Kıpçak Grubu Karluk Grubu Türkiye Türkçesi Gece (KTLS) Gagauz Türkçesi Gece (GTS) Azerbaycan Türkçesi Gecä (KTLS) Türkmen Türkçesi Gįce (KTLS) Başkurt Türkçesi Tön (KTLS) Kırgız Türkçesi Tün (KTLS) Kazak Türkçesi Tün (KTLS) Tatar Türkçesi Tön (KTLS) Özbek Türkçesi Keçä (KTLS) Tün (KTLS) Uygur Türkçesi Keçä (KTLS) Tün (KTLS) Her iki tablodan hareketle Oğuz grubu ve Kıpçak, Karluk grupları arasında gece:tün ikilisi bir denk çift olarak işaretlenmiştir. Kesertke/Kesertki : Sarınçka [Kesertke (Alm. Hoysrekke) : Sarınçka (Alm. Hoysrekke): Çekirge.] Tarihî lehçelerde kesertke ve sarıçka sözcüklerinin dağılımı aşağıdaki tabloda verilmiştir. Kesertge yalnızca Kıpçak, sarıçga ise Karahanlı ve Kıpçak Türkçelerinde kaydedilmiştir. Ayrıca buradaki tabloda (CC’de geçmediği için) görünme- 190 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı yen fakat tarihî metinlerde bulunan bir de çekürge sözcüğünün varlığını da ifade etmek gerekir. Çekürge’nin Oğuzca olduğu bilgisi DLT tarafından verilmektedir (DLT I, 490). Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Kesertke/Kesertki Sarıçka Köktürkçe - - Eski Uygur Türkçesi - - Karahanlı Türkçesi - X (DLT 1, 489) Harezm Türkçesi - - Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi - - Eski Anadolu Türkçesi - - Osmanlı Türkçesi - - Çekirge anlamı için modern lehçelerde kesertge sözcüğü tespit edilememiştir. Tarihî süreç içerisinde kesertge’nin giderek silindiği, çekirge sözcüğünün ise tüm lehçeleri kapsayacak şekilde koyulaştığı anlaşılmaktadır. Hasan Eren’e göre “Kıpçakça sarınçka Rusçaya sarança olarak geçmiştir.” (Eren 1999: 83). Rusça sarança varyantının yalnızca Kıpçak grubu lehçelerinde yer aldığı görülmektedir. Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Kıpçak Grubu Türkiye Türkçesi Çekirge (KTLS) Gagauz Türkçesi Çekirge (GTS) Azerbaycan Türkçesi Çäyirtkä (KTLS) Türkmen Türkçesi Çekirtğe (KTLS) Başkurt Türkçesi Sarança (KTLS) Siŋirtkä (KTLS) Kırgız Türkçesi Çegirtge (KTLS) Kazak Türkçesi Şegirtke (KTLS) Tatar Türkçesi Sarança (KTLS) Çikirtkä (KTLS) Sikirtke (KTLS) Karluk Grubu Özbek Türkçesi Çigirtkä (KTLS) Uygur Türkçesi Çekätkä (KTLS) Hasan Eren’den alınan bilgiye göre, Clauson Orta Türkçedeki çekürge’nin *çekür- fiilinden geldiğini düşünmektedir. Modern lehçelerde çekirge yanında sekirtke biçimi de yer almaktadır. Eren (1999:83), sekirtge şeklinin sekirt-~segirt- kökün- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 191 den geldiğini düşünür. Yine ona göre “sekirtke biçiminin çekirge ile birleştirilmesi ses bakımından olanaksızdır” (Eren 1999: 83). Dolayısıyla modern lehçeler için çekirge:sarança ve çekirge:sinirtge şeklinde iki farklı denk çift; tarihî lehçeler için de kesertki3:sarıçga şeklinde bir denk çift belirlenebilir. Kur : Bel bagı [(Lat. Corıgia, Far. Kamar)] Kuşak tarihî lehçelerin tümünde yaygın olarak kullanılırken, bel bagı ve varyantları Eski Uygur Türkçesi ile Kıpçak ve Çağatay Türkçelerinde kaydedilmiştir. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Kur / Kurşak / Kuşak Bel bagı / Bilbāg Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) X (EUTS) Karahanlı Türkçesi X (DLT 2, 249/17) - Harezm Türkçesi X (NF 82/11) - Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (ŞSL) X (ŞSL) Köktürkçe Eski Anadolu Türkçesi X (HüŞ 2304) - Osmanlı Türkçesi X (OTS) - Kuşak sözcüğü modern lehçeler arasında en çok Oğuz grubunda, daha az olmak üzere de Kıpçak grubunda tespit edilmiştir. Karluk grubunda ise bulunamamıştır. Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Kıpçak Grubu Türkiye Türkçesi Kuşak (KTLS) Gagauz Türkçesi Kuşak (GTS) Azerbaycan Türkçesi Gurşag (KTLS) Türkmen Türkçesi Guşak (KTLS) Başkurt Türkçesi Kuşak (KTLS) Bilbau (KTLS) Kırgız Türkçesi Bel bō (KTLS) Kazak Türkçesi Belbev (KTS) Tatar Türkçesi Kuşak (KTLS) Bilbav (KTLS) Karluk Grubu 3 Özbek Türkçesi Belbağ (KTLS) Uygur Türkçesi Bälvağ (KTLS) Sözlüklerde kesertke/kesertki biçiminin etimolojisine rastlanmamıştır. Belki de kesertke/ kesertki, Hasan Eren’in bahsettiği sekirtge şeklinin metatezli biçimidir (?). 192 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Dolayısıyla kuşak ve bel bağı sözcükleri Oğuz ve Karluk grupları arasında daha kesin bir ayrım olarak görünüyor. Kıpçak grubunda ise kuşaktan ziyade bel bağı daha yaygındır. Sonuç olarak kuşak ve türevleri ile bel bağı ve türevlerinin Oğuz ile Kıpçak-Karluk arasında bir denk çift olduğu belirtilebilir. Bu sebeple aynı denk çiftlik durumunun, tarihî lehçeler için de geçerli olduğu düşünülebilir. Münüş : Buluŋ [(Lat. Angulus): Köşe, yön, taraf.] Köşe anlamındaki münüş ve buluŋ kelimelerinin tarihî lehçeler arasındaki dağılımı aşağıdaki gibidir. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Müŋüş Buluŋ Köktürkçe - X (KT D 2) Eski Uygur Türkçesi - X (EUTS) Karahanlı Türkçesi - X (DLT 2, 367/8) Harezm Türkçesi X (NF 135/17) - Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (GT) - Eski Anadolu Türkçesi - - Osmanlı Türkçesi - - Tarihî lehçeler arasındaki münüş ve buluŋ kelimelerinden ilkinin Başkurt, ikincinin de Uygur Türkçesinde devam ettiği görülür. Kelimelerin bugünkü temsillerine göre, Başkurt Türkçesinde görülen münüş’ün Kıpçak, Uygur Türkçesinde görülen buluŋ’un ise Karluk unsuru olma ihtimalinden bahsedilebilir. Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Türkiye Türkçesi Köşe (KTLS) Gagauz Türkçesi Köşe (GTS) Azerbaycan Türkçesi Köşä (KTLS) Türkmen Türkçesi Burç (KTLS) Çüŋk (KTLS) Kıpçak Grubu Başkurt Türkçesi Möyöş (KTLS) Kırgız Türkçesi Burç (KTLS) Kazak Türkçesi Burış (KTLS) Tatar Türkçesi Poçmak (KTLS) Çat (KTLS) Karluk Grubu Özbek Türkçesi Bürçek (KTLS) Uygur Türkçesi Buluŋ (KTLS) Bücäk (KTLS) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 193 Modern lehçeler arasındaki dağılımlarından da faydalanılarak, tarihî Kıpçak ve Karluk lehçeleri arasında münüş : buluŋ ikilisi bir denklik olarak işaretlenebilir. Tėz : Tėrk [(Lat. Prestur, Far. Tēz, cald) : (Lat. Cito, prestur, Far. Zū, tēz): Tez, Çabuk.] Çabuk anlamına gelen tez ve terk kelimelerinin tarihî lehçelerdeki dağılımları aşağıdaki tabloda sunulmuştur. Eski Batı Türkçesinde yalnızca tez/tiz sözcüğünün görülmesi, terk kelimesine hiç rastlanmaması; buna karşın diğer lehçelerde terk sözcüğünün yer alması, hiç şüphe bırakmayacak şekilde bu ikilinin tarihî süreçte bir denk çift olduğunu ispatlamaktadır. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Tėrk Tėz / Tiz Köktürkçe - - Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) - Karahanlı Türkçesi X (KB 1810) - Harezm Türkçesi X (KE 20v/8) X (NF 189/14) Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi - - Eski Anadolu Türkçesi - X (YZ 459) Osmanlı Türkçesi - X (OTS) Aynı sözcüklerin modern lehçelerdeki durumları tarihî dönemlerden farklıdır. Modern lehçelerde artık terk sözü silinmiş, onun yerine tez sözcüğü koyulaşmıştır. Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Kıpçak Grubu Karluk Grubu Türkiye Türkçesi Tez (KTLS) Gagauz Türkçesi Tez (KTLS) Azerbaycan Türkçesi Tez (KTLS) Türkmen Türkçesi Tiz (KTLS) Başkurt Türkçesi Tiz (KTLS) Kırgız Türkçesi Tez (KTLS) Kazak Türkçesi Tez (KTLS) Tatar Türkçesi Tiz (KTLS) Özbek Türkçesi Tez (KTLS) Uygur Türkçesi Tez (KTLS) Sonuç olarak terk : tez eşdeğerliği yalnızca tarihî lehçeler için geçerli iken, modern lehçelerde böyle bir denklik görünmemektedir. 194 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Ėygi: Yakşı [(Lat. Nominatiuo bonus, Far. Nêk) : İyi.] Ėygi ve yakşı sözcüklerinin, varyantları ile birlikte tarihî lehçeler arasındaki dağılımı aşağıdaki gibidir. Tarihî lehçelerin her birinde hem ėygi hem de yakşı sözcüklerinin, varyantları ile birlikte yer aldığı görülür: Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Edgü / Eygü / Eyü/İyü/ İyi Köktürkçe X (KT G 6) - Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) X (EUTS) Karahanlı Türkçesi X (AH 333) X (KB 1048) Tarihî Kuzey- Harezm Türkçesi Doğu Türkçesi Kıpçak Türkçesi Çağatay Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Yakşı / Yaḫşı / Yaḫşi X (K VII/47) X (NF 22/2) X (KTS) X (KTS) X (GT) X (GT) Eski Anadolu Türkçesi X (DK I, 138-3) X (DK I, 8-4) Osmanlı Türkçesi X (OTS) X (OTS) İlgili sözcüklerin yukarıdaki dağılımı, onların birer denk çift olup olmadığı ile konusunda bir fikir vermemektedir. Bu nokta modern lehçeler arasındaki dağılımlarına bakmak gerekmektedir: Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Kıpçak Grubu Karluk Grubu Türkiye Türkçesi İyi (KTLS) Gagauz Türkçesi İi (GTS) Azerbaycan Türkçesi yaḫşı (KTLS) Türkmen Türkçesi Yağşı (KTLS) Başkurt Türkçesi Yaksı (KTLS) Kırgız Türkçesi Cakşı (KTLS) Kazak Türkçesi Jaksı (KTLS) Tatar Türkçesi Yaḫşı (KTLS) Özbek Türkçesi Yaḫşi (KTLS) Uygur Türkçesi Yaḫşi (KTLS) Varyantları ile birlikte iyi ve yakşı sözcükleri modern lehçeler arasında dil gruplarına göre oldukça düzenli bir dağılım göstermektedir. İyi ve varyantları Oğuz, yakşı ve varyantları ise Kıpçak, Karluk grupları arasında koyulaşmıştır. Dolayısıyla Oğuz ve Kıpçak/Karluk grupları arasında iyi ve yakşı sözcüklerinin bir denk çift olduğu kolaylıkla söylenebilir. Bugünkü durumun temelinde tarihî lehçeler olduğu için, aynı denk çiftlik durumunun tarihî lehçeler için de geçerli olduğu söylenebilir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 195 Fiiller Sıla- : Sıpa- [(Alm. Freychelt): Sıvazlamak, okşamak.] Sıvazlamak anlamındaki sıla- ve sıpa- fiillerinin tarihî lehçelerdeki dağılımları aşağıdaki gibidir. Bu hâliyle kelimelerin denk çift olup olmadıkları hakkında yorum yapabilmek için modern lehçelerdeki dağılımlarını da incelemek gerekmektedir. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Sıla- Sıpa- Eski Uygur Türkçesi - - Karahanlı Türkçesi - - Köktürkçe Harezm Türkçesi X (İML 111) - Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (AL) X (AL) Eski Anadolu Türkçesi - - Osmanlı Türkçesi Fiillerin modern lehçelerdeki dağılımları, yukarıdakine göre daha anlamlı durmaktadır. Aşağıdaki tabloya göre, sıpa- fiilinin varyantları modern Kıpçak, sıla- fiilinin varyantları ise modern Karluk grubunda koyulaşmıştır. Buna karşılık Oğuz grubunda sıvazla- ve varyantları hakimdir. Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Türkiye Türkçesi Sıvazla- (KTLS) Gagauz Türkçesi Suazla- (GTS) Azerbaycan Türkçesi Sığalla- (KTLS) Türkmen Türkçesi Sīpa- (KTLS) Sīpala- (KTLS) Kıpçak Grubu Karluk Grubu Başkurt Türkçesi Hıypa- (KTLS) Kırgız Türkçesi Sıla- (KS II) Kazak Türkçesi Sıypa- (KTLS) Tatar Türkçesi Sıypa- (KTLS) Özbek Türkçesi Sile- (KTLS) Uygur Türkçesi Sili- (KTLS) Sipi- (KTLS) Modern lehçelerdeki düzenli dağılım, sıla- fiilinin Karluk, sıpa- fiilinin Kıpçak ve sıvazla- şeklinin ise Oğuz unsuru olduğu şeklindeki yoruma sebep olmak- 196 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı tadır. Bu nedenle, tarihî lehçelerdeki sıla- : sıpa- çifti Karluk ile Kıpçak arasında bir denk çift olarak değerlendirilebilir. Yaşur- : Kizle- [(Lat. Absconditus)] Bu denklik daha önce Gürer Gülsevin tarafından tespit edilmiştir (Gülsevin 2007). Ancak yine de gizle- ve yaşur- fiillerinin tarihî lehçeler arasındaki dağılımları aşağıdaki tabloda sunulmuştur. Tarihî Lehçeler Eski Türkçe Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi Tarihî Batı Türkçesi Kizle-/Gizle- Yaşur- Köktürkçe - - Eski Uygur Türkçesi X (EUTS) X (EUTS) Karahanlı Türkçesi X (AH 169) X (DLT 3, 68/12) Harezm Türkçesi X (NF 281/8) X (NF 165/5) Kıpçak Türkçesi X (KTS) X (KTS) Çağatay Türkçesi X (ŞSL) X (AL) Eski Anadolu Türkçesi X (DK I, 34-13) X (SN 1584) Osmanlı Türkçesi X (OTS) X (OTS) İlgili fiillerin modern lehçeler arasındaki dağılımları oldukça düzenlidir: Modern Lehçeler Batı Oğuzcası Doğu Oğuzcası Türkiye Türkçesi Gizle- (KTLS) Gagauz Türkçesi - Azerbaycan Türkçesi Gizlä- (KTLS) Türkmen Türkçesi Gizle- (KTLS) Yaşır- (KTLS) Kıpçak Grubu Karluk Grubu Başkurt Türkçesi Yäşir- (KTLS) Kırgız Türkçesi Caşır- (KTLS) Kazak Türkçesi Jasır- (KTLS) Tatar Türkçesi Yäşir- (KTLS) Özbek Türkçesi Yäşir- (KTLS) Uygur Türkçesi Yoşur- (KTLS) Tablodan da anlaşılacağı üzere gizle- fiili Oğuz grubunda, yaşur- fiili ve varyantları ise Kıpçak ile Karluk grubunda hakimdir. Dolayısıyla gizle- ve yaşur- fiilleri Oğuz ve Kıpçak, Karluk arasında bir denk çift olarak işaretlenebilir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 197 Codex Cumanicus’ta Muhtemel Diyalektolojik Unsurlar Araştırma kapsamında diyalektolojik unsur olma ihtimali bulunan ancak tarihî veya modern dönemlere ait mevcut sözlüklerle bunun ispatlanamadığı örnekler aşağıda listelenmiştir: birle:bile (Lat.cum, Far.wa) “ile, birlikte” (CC1 30a/21:CC1 30a/21). evet:alay (Lat.i<n>ta, Far. ârê) “evet, öyle” (CC1 31a/12: CC1 31a/12). Iymış:sasımış (Lat.putridus, Far. gandîda) “kokmuş, pis kokmuş” (CC1 38b/24: CC1 38b/24). içek-suçuh (Lat.budellum, Far.şikam rûda) “iç organlar, bağırsaklar” (CC1 48a/15: CC1 48a/15). il- : as- (ilgil:askıl, Lat.pepende, Far. beâwîz) “tutturmak, asmak, ilmek” (CC1 20b/27: CC1 20b/27). kolan:ayl (Lat. cinge, Far. kustûband) “semer bağı, kolan” (CC1 6a/26: CC1 6a/26). sövün-:biyen- (sövündüm:biyendim, Lat.gauissus sun, Far.şâdî kerdem) “sevinmek” (CC1 14a/3: CC1 14a/3). tın:can (Lat. anima) “ruh, can” (CC2 65b/19: CC2 65b/19). togru:könü (Lat.rectus, Far.rûbâlâ) “doğru, düz” (CC1 37b/8: CC1 37b/8). tur-:kop- (turgıl:kopgıl, Lat. surge, Far.war ḫêz) “ayağa kalmak” (CC1 26b/21). tüş-:yıkıl- (tüş:yıkıl, Lat.cade, Far. beuf) “düşmek, yıkılmak” (CC1 6a/10: CC1 6a/10). utru:sarı (Lat. versus, Far.bait) “karşı” (CC1 33a/20: CC1 33a/20). Sonuç Bu çalışmada CC’nin yazıldığı döneme ait Kıpçak, Karluk ve Oğuz gruplarına ait olduğu düşünülen sözcükler, modern lehçelerdeki verilerle karşılaştırılarak belirlenmeye çalışılmıştır. Tarihsel diyalektoloji alanında yapılacak her türlü çalışma, hem eserlerin daha iyi anlaşılması hem de eserlerin sahip olduğu ağız özelliklerinin aydınlatılması konusunda önemli veriler sunacaktır. 198 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kaynakça Ağca, F. (2021). Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanında Oğuzca Unsurlar. Oğuz Bitig, Modern ve Tarihsel Oğuzca Üzerine Araştırmalar İçinde, ss. 20-32, Bilge Kültür Sanat Yayınları. AH: Arat, R.R. (1992). Edip Ahmed b. Mahmud Yükneki Atebetü’l-Hakayık. TDK Yayınları. AL: Atalay, B. (1970). Abuşka Lugati veya Çağatay Sözlüğü. Ayyıldız Matbaası. ATS I - II: Altaylı, S. (1994). Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü I-II. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. ATTTBS: Akdoğan, Y. (1999). Azerbaycan Türkçesi’nden Türkiye Türkçesi’ne Büyük Sözlük. Beşir Yayınevi. Aydın, E. (2016). Dialectal Elements In The Vocabulary Of The Uyghur Khanate Inscriptions. Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hung. 69 (3), ss.285 – 300. BTS: Özşahin, M. (2017). Başkurt Türkçesi Sözlüğü. TDK Yayınları. Demir, N. (1997). Bir Tuva Masalının Türkiye Türkçesine Aktarılması. Sibirya Araştırmaları. Simurg Yayınları, ss. 379-389. DK I-II: Ergin, M. (1997). Dede Korkut Kitabı I – II. TDK Yayınları. Ercilasun, A.B. (2004). Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi. Akçağ Yayınları. Erdem Uçar, F. M. (2016). Nehcü’l-Ferâdis’te İkili Kullanımlar. Iternational Journal of Languages Education and Teaching. 4/2, Ağustos, ss.74-101. Eren, H. (1999). Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. TDK Yayınları. Ersöz, S. – Daşdan, S. (2021). Codex Cumanicus’ta Denk Çiftler Üzerine Bir İnceleme. IX. Uluslararası Türkoloji Kongresi Türk Kültür ve Medeniyetinin Sürekliliği 20-22 Ekim 2021 Türkistan Bildiri Kitabı. Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Yayınları, s. 481-490. EUTS: Caferoğlu, A. (1968). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü. TDK Yayınları. Fleischman, S. (2000). Methodologies and ideologies in historical linguistics: on working with older languages. (Ed. Herring, S. C. – Reneen, P. – Schosler, L). Textual Parameters in Older Languages. s. 33–58. John Benjamins. Gabain, A.V. (1988). Eski Türkçenin Grameri. Türk Dil Kurumu Yayınları. GT: Berbercan, M. T. (2011). Çağatayca Gülistan Tercümesi (Gramer-Metin-Dizin). Basılmamış Doktora Tezi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. GTS: Gaydarci, G.A.- Koltsa, E.K. - Pokrovskaya, L.A. – Tukan, B.P. (1991). Gagauz Türkçesinin Sözlüğü. (Akt.: Kaynak, İ. - Doğru, A. M.). Kültür Bakanlığı Yayınları. Gül, H. (2011). Eski Uygur Türkçesinde Ağızlar. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Gülsevin, G. (1998). Köktürk Bengü Taşlarındaki Oğuzca Özellikler. Kardeş Ağızlar Türk Lehçe ve Şiveleri Dergisi. VII, ss.12-18. Gülsevin, G. (2007). Kutadgu Bilig’in Dilinde Lehçelerin Özellikleri: ‘denk çiftler’. Turkish Studies Türkoloji Araştırmaları. 2/2, ss.276-299. HüŞ: Tülübaş, T. (2017). Hüsrev ü Şîrin (Metin-Dil Özellikleri-Gramatikal Dizin). Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İML: Taymas, A. B. (1988). İbn-i Mühennâ Lûgati. 2. Baskı. TDK Yayınları. Karahan, A. (2013). Divanu Lugati’-Türk’e Göre XI. Yüzyıl Türk Lehçe Bilgisi. TDK Yayınları. Kartallıoğlu, Y. (2015). Carbognano’ya Göre Osmanlı Türkçesi Yazı ve Konuşma Dili İlkeleri. Dil Araştırmaları, 16, ss.7-27. Kaymaz, Z. (2002). Hoca Ahmet Yesevî’nin Hikmetlerindeki Oğuz Türkçesi Unsurları. Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi Prof.Dr. Osman Nedim Tuna Hatıra Sayısı. 139, ss.155-162. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 199 Kaymaz, Z. (2021). Kitâbu’l-İdrâk’te Türkmence (Oğuzca). Oğuz Bitig, Modern ve Tarihsel Oğuzca Üzerine Araştırmalar İçinde, ss. 97-124, Bilge Kültür Sanat Yayınları. KB : Arat, R. R. (1979). Kutadgu Bilig. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları. KD: Eşit, S. (2010). Kelile ve Dimne Çevirisi Türk Dil Kurumu Nüshası. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. KE: Ata, A. (1997). Nâsırü’d-dîn Bin Burhânü’d-dîn Rabguzî Kısasü’l-Enbiyâ (Peygamber Kıssaları) I Giriş-Metin-Tıpkıbasım, II-Dizin, TDK Yayınları. KHŞ: Hacıeminoğlu, N. (2000). Kutb’un Husrev ü Şirin’i. TDK Yayınları. Korkmaz, Z. (1975). Eski Türkçedeki Oğuzca Belirtiler. Birinci Türk Dili Bilimsel Kurultayı 1972, ss.433-446. KS I- II: Yuhadin, K.K. (1998). Kırgız Sözlüğü I-II. (Çev.: Taymas, A.), TDK Yayınları. KTLS: Ercilasun, A.B. vd. (1991). Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I. Kültür Bakanlığı Yayınları. KTS: Oraltay, H. – Yüce, N. – Pınar, S. (1984). Kazak Türkçesi Sözlüğü. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını. ME: Yüce, N. (1988). Mukaddimetü’l-Edeb Giriş-Dil Özellikleri-Metin-İndeks. TDK Yayınları. MM: Toparlı, R. – Argunşah, M. (2008). Mu’înü’l-Mürîd. TDK Yayınları. MÜN: Abik, A. D. (1993). ‘Ali Şîr Nevâyî’nin Risaleleri Târîh-i Enbiyâ ve Hükemâ, Târih-i Mülûk-ı Acem, Münşeât. Basılmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. NF: Eckmann, Janos (1995). Nefcü’l-Ferâdîs, Yayınlayanlar: Semih Tezcan – Hamza Zülfikar, TDK Yayınları, Ankara. OTS: Parlatır, İ. (2014). Osmanlı Türkçesi Sözlüğü. Yargı Yayınevi. ÖTTT: Yaman, E. – Mahmud, N. (1998). Özbek Türkçesi-Türkiye Türkçesi ve Türkiye TürkçesiÖzbek Türkçesi Karşılıklar Kılavuzu. TDK Yayınları. Resulov, A. (1995). Akraba Diller ve Yalancı Eş Değerler Sorunu. Türk Dili, 524, 916-924. Röhborn, K.(2004). Eski Türkçede Diyalektleri Belirleyen Bir Ses Değişimi Üzerine (1983), (Çev. Gürcün, S.), Türk Dilleri Araştırmaları. 14, ss.133-139. SAKT: Kök, A. (2004). Karahanlı Türkçesi Satır Altı Kuran Tercümesi (TİEM 73, 1v/235v/2). Basılmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. SN: Dilçin, C. (1991). Mes’ûd Bin Ahmed Süheyl ü Nevbahâr İnceleme-Metin-Sözlük. Atatürk Kültür Merkezi Yayınları. Şirin User, H. (2009). Runik Harfli Türk Yazıtlarında Ağız (Diyalektoloji) Ögeleri. Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi. 16-17. ss.255-269. ŞSL: Durgut, H. (1995). Şeyh Süleyman Efendî-i Buhârî Lügat-i Çağatay ve Türkî-i Osmânî (Cild-i Evvel). Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. ŞT: Kargı, Z. (1988). Şecere-i Terâkime (Metin-Gramer-Dizin). Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. TDDS: Türkmen Diliniŋ Düşündirişli Sözlügi I. (2016). Ilım. Tekin, Ş. (1992). Eski Türkçe. Türk Dünyası El Kitabı, II. Cilt. 2. Baskı. TKAE Yayınları. ss. 69119. TETTL I : Tietze, A. (2002). Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lügati, C.1:A-E. Simurg Yayınları. TKS: Bayniyazov, A. – Bayniyazova, C. (2007). Türikşe-Kazakşa Sözdik. (Ed.: Kenan Koç), Almatı. 200 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı TS I : XIII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkiye Türkçesiyle Yazılmış Kitaplardan Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü V (1995). 3. Baskı, TDK Yayınları. TS V: XIII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkiye Türkçesiyle Yazılmış Kitaplardan Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü V (1996). 2. Baskı, TDK Yayınları. TSUY: Akabirov, S.F. vd. (1981). Tolkovıy Slovar Uzbekskogo Yazıka I-II, (Ed.: Magrufova, Z. M.), Russkiy Yazık. TTS: Tekin, T. - Ölmez, M. - Ceylan, E. - Ölmez, Z. - Eker, S. (1995). Türkmence-Türkçe Sözlük. Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi. Tuna, O. N. (1968). Studies on Nahju’l-Faradis: A Method for Turkic Historical Dialectology. Doktora Tezi. Washington Üniversitesi. Yıldırım, H. (2005). Türkmen Türkçesindeki Aldatıcı Kelimeler. Gazi Üniversitesi I. Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri (11-13 Mayıs 2005-Ankara), ss.765-792. YUTS: Necipoviç Necip, E. (1995). Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü. (Çev.: Kurban, İ.). TDK Yayınları. YZ: Taş, İ. (2017). Yûsuf ve Zelîhâ. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. BAŞKURT TÜRKÇESİNDE +GAy /+Ay YAPIM EKİ VE EKİN İŞLEVLERİ Dr. Öğr. Üyesi Fatma ERTÜRK, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-5292-8033 78 Giriş Biçimbilimde yapım ekleri işlek şekilde kullanıldığı gibi zamanla kullanımı zayıflayan veya sadece izi kalan yapım ekleri de mevcuttur. Eski Türkçede, +GAy /+Ay isimden isim yapım eki de Türkiye Türkçesinde birkaç biçimde izi kalan eklerdendir. Bu çalışmada, Türkiye Türkçesinde işlek bir biçimde kullanılmayan fakat Başkurt Türkçesinde pek çok örneğini tespit ettiğimiz +GAy /+Ay yapım ekinin işlevleri ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Ekin öncelikle tarihsel yapısı ele alınacak, ardından +GAy /+Ay ekleri iki farklı yapım eki kategorisinde değerlendirilecektir. Bu sınıflandırmayı yaparken ek hakkında mevcut çalışmalardan yola çıkarak Başkurt Türkçesindeki +GAy /+Ay yapım ekli sözcüklerin kullanım alanları ve işlevleri belirlenecektir. Bu çalışmayla, Kıpçak grubu içerisinde yer alan Başkurt Türkçesinde +GAy /+Ay ekinin yeni sözcük türleri elde etmede çokça kullanıldığını ve sözcüklerde anlam değişmesine ve/veya genişlemesine de etki ettiğini göstermek amaçlanmıştır. Çalışmada 10 ciltlik Başkurt Dilinin Akademik Sözlüğü “Başḳort Tělěněñ Akademik Hüźlěgě” (BTAH) adlı eser taranarak örnekler derlenmiştir. Kişi adları edebî metinden örneklerle gösterilmiştir. Örneklerin yanında parantez içerisinde hangi sözlük veya eserden alındığına dair kısaltma ve sayfa numarası belirtilmiştir. Kökü bulunamayan veya kökten emin olunamayan sözcükler tek olarak verilmiştir. Örneğin: öbörlökey “beyaz nilüferin tomurcuğu” (VI, 785). Ekin, akrabalık bildiren isimlere veya özel isimlere eklendiği durumlardaki kullanımları da belirtilmiştir. 1. +GAy /+Ay İsimden İsim Yapım Ekinin Tarihçesi +Ay ekinin Türkçenin işlek olmayan eklerinden biri olduğu ve gün-ey, ḳuz-ay örneklerinde bulunduğu (Ergin, 2009, s. 177); bir yön gösterme eki olarak Azerbaycan Türkçesi, Türkmen Türkçesi ve Türkiye Türkçesinde var olduğu (Korkmaz, 2007, 35) görüşlerini savunanların yanı sıra M. Erdal “+gAy ekinin Uygurcada insanın özelliklerini ortaya koyan yokay ve ilgäy sözcüğünün muhite uygun olarak kalıcı şekilde kullanıldığını ve Karahanlı döneminde ek sınırlı kullanım alanına 202 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı sahip olduğu için öz+gäy “sadakat” sözcüğünün iki kez, küç+gäy “şiddetli” sözcüğünün dokuz kez kullanıldığını ve kaybolduğunu söyler. Ayrıca Moğolca degere “üzerine, üstünde” sözcüğünden gelen degerükei “mağrur, kibirli” sözcüğü ile yokay sözcüğü semantik olarak karşılaştırıldığında Moğolcada yaygın olarak kullanılan +KAi yapım ekinin isim, sıfat ve tanımlayıcı şekillere eklenerek kullanıldığını” (1991, s.165) ifade eder. Mukaddimetu’l Edeb’te bos+gay (Sertkaya, 2012, s. 54; Erdal, 1991, s. 165) sözcüğü tespit edilmiştir. Sertkaya, +gay/+gey eki ile +ay/+ey ekinin ayrı ekler olduğu görüşündedir. Bununla birlikte, Eski Türkçe devresinin devamı olan Orta Türkçe devresinde ekin başındaki -ġ-/-g- ünsüzünün düşmesi için bir sebep olmadığını, ayrıca Orta Türkçede +ay/+ey ekli kelimeler yanında +gay/+gey ekli kelimelerin de kullanıldığını belirtir (2012, s. 54). Ragıp Muhammed (2021, s. 43), Memlûk Türkçesinde +Ay ekinin eklendiği kelimelerden ilgi ifadesi veren adlar türettiğini; Eski Türkçede +GAy/+Ay şeklinde geçen bu ekin, Memlûk Türkçesinde sadece +ay/+ey şeklinde görüldüğünü bildirir. iley “ön, yan” (TZ 76a, İM 156a, KE 9a) küçey “güç, zor” (KE 12b), ṣolaġay ~ ṣolġay “solak” (TZ 4a, MG 22b) örneklerini verir. A. Tietze (2009, s. 385), iley “ön” sözcüğünü Eski Osmanlıca olarak belirtir. Clauson kuz madde başında sözcüğün yanına soru işareti koyarak güneş gören dağın kuzey yamacı açıklamasını yapar. Azerbaycan ğuzey; Osmanlıca kuzay/ kuzey; Türkmence ğuzay ‘kuzey, kuzeybatı’. Türkü vııı T 7 (çoğay): Hakas ‘bir dağın gölgeli tarafı’ kuz ta:ğ olarak adlandırılır bu da ufuk çizgisini geçinceye kadar ulaşmadığı tarafa denir ve bu güneşin soluna gelir; burada buz ve karın olduğu bölgedir. Kuzda: ka:r egsü:mes ‘bir dağın gölgeli tarafında kar eksilmez’. Kaşgari I 325; kuz: ta:ğ aynı çeviri III 124: Kutadgu Bilig 5372 (kotuz): Kıpçak xıv kuz ‘güneş doğduğunda ulaşamadığı yer’, Osmanlıca kuz ‘güneşin ulaşmadığı yer’; Rumi’nin Senglah 287r.22’de kuz ‘gölge’ (1962, s. 680) olarak geçer. Clauson -ğay/ -gey isimden isim yapım ekinin işlevinin belirsiz olduğunu, muhtemelen eklendiği sözcükleri sıfatlaştırarak kendine kullanım alanı yarattığını ve küç “güç, kuvvet”> küçgey “şiddetli, kuvvetli” örneğini vererek ender, işlek olmayan ek ve aynı zamanda fiil çekim eki olduğunu belirtir (1962, s. 149). Adilhan Adiloğlu ise ekin Orhun Türkçesi metinlerinde görülmediğini, tarihî Türk lehçelerindeki şekillerini ve Karaçay-Malkar Türkçesindeki kullanımlarını örneklerle göstermiştir (2019, s.13). Han-Woo Choi çalışmasında, N. Poppe’nin makalesinde Moğolca organ isimlerine gelen yapım eklerini incelediğini ve bunlardan bazılarını Mançu-Tunguzca ile karşılaştırdığını aktarır. Bu eklerden isim yapım eki: *-kai ~ -gai: Moğolca. -qai ~-kei, -gai~ -gei / Tunguzca -kī <*-kai/ Türkçe küçültme eki -kay ~ -key (2010, s.192). Éva Csáki karagay ‘karaçam’<Orta Moğolca. Yazı Moğolcası qaragai sözcüğü ile ilgili açıklamalarında qara köküne eklenen +gai ekinin Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 203 Moğolcada isimden isim yapım eki olduğunu, bitki ve hayvan ismi yapmada kullanıldığını (2006, s.117) ifade eder. Başkurt morfolojisinde, isimlerin leksik-semantik grupları: duygusal (öznel) değer bildiren gruplar başlığı altında +ḳay + key, + ḳas, + kes, +ḳına, +kéne, +ġına, +géne, +saḳ, +sek, +sıḳ, +sék, +soḳ, +sök, +sa, +se, +ḳaş, +keş eklerinin incelendiğini; +ḳay + key ekinin genellikle akrabalık bildiren isimlere ve yer, su isimlerine eklenerek şefkat, saygı duygularını bildirdiğini ifade eder ve şu örnekleri verir: ata+ḳay, ese+key, bala+ḳay, Aġiźél+key, Ural+ḳay, mal+kay vb. +ḳay + key, + ḳas, + kes ekleri, kişi isimlerine eklenerek saygı ve sevgi göstermeyi bildirirler: Selimekey, Eminekey, Bibiyamal — Bibikes, Miŋlébike — Miŋkes, Ömökamal — Emekes. Bu tipteki isimler sıkça iyelik ekleri ile kullanılırlar: ulıḳay+ım, kilénkey+ém (Zeynullin, 2005, s. 14). Zeynullin’in bahsettiği ekler, Başḳort Tělě Grammatikahı Morfoloji (BTGM) adlı eserde de gösterilmiş ve bu eklerin hepsinin aynı anlamda olduğu, bununla birlikte akrabalık bildiren isimlere eklendiğinde duygunun belirginleştiği, özel isimlere gelerek şımartma işlevi yaptığı, ayrıca yer isimlerine, hayvan isimlerine de geldiği (2018, s.18-21) ifade edilmiştir. 2. +GAy /+Ay İsimden İsim Yapım Ekinin Başkurt Türkçesindeki İşlevleri: 2.1. Huy, karakter ve alışkanlıklarla ilgili olumsuz anlam taşıyan soyut isim ve sıfatlar teşkil eder: yělt “çabuk, hızlı” (III, 522) > yěltěkey “yeleme, basit karakterli kişi” (III, 523) yomoḳ “kapalı, açık olmayan, kötü görünen, sır tutan, ketum” > yomoḳay “içine kapanık kimse” (IV, 85) ḳapaḳ “umacı, ağzı büyük, uygun” > ḳapaḳay “geveze, çok konuşan” (V, 208) ḳırt “ani, keskin” (V, 777) > ḳıltım “kırılgan” (V, 725) > ḳıltıḳay “çabuk öfkelenen” (V, 725) titaḳ “topal, aksak” > titaḳay “asabi, çabuk öfkelenen” (VIII, 337) yırtıv “yırtmak, parçalara ayırmak, aniden ve hızlı bir şekilde sessizliği, karanlığı vb. bozmak, ucu keskin şeyle delmek” (IV, 237, 238) > yırtıḳ “yırtılmış” > yırtıḳay “yırtık; cilveli” (IV, 237) 204 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı sösö “tuzsuz, tuz veya diğer tatların yokluğu ya da eksikliği, mayasız, çok acı olmayan, yapmacık hisli” (VII, 615) > sösökey “tatlı” (VII, 616) > süstěkey “tatlı, yaltakça, yapmacık ağızla konuşan” (VII, 703) tırtıḳ “çok zayıf ” > tırtıḳay “kırılgan” (VIII, 707) ḳupşı “çok şık” > ḳupşıḳay “moda düşkünü” (V, 593) yalan “alan, yalın, çözgü ipliği tek sıra olan; her zaman, daima, tarla” (X, 448) > yalanḳay “hafif, düşüncesizce davranan” (X, 450) huźmaḳay “yavaş davranan” (IX, 603) şım “suskun, sinsi, sır” (IX, 895) > şımaḳay “kurnaz, züppe” (IX, 896) ~ şımıḳay “suskun” (IX, 900) ıvaḳ “ufak, gereksiz şeylere itibar eden”> ıvaḳay “dırdır; gönülsüz, gereksiz konuşan; gereksiz şeylere itibar eden” (X, 107) leb “dudak” (VI,126) > lepěy “geveze” (VI, 132) mıjıḳ “kaprisli” > mıjıḳay “salak, tembel, gayretsiz” (VI, 430) mevěş “salak, yumuşak tabiatlı, yeteneksiz” (VI, 496) >> mevkey “salak, yumuşak tabiatlı, yeteneksiz” (VI, 497) 2.2. Bu ek aile ve akrabalık isimlerine eklenmek suretiyle sevgi, hürmet, şefkat ve sevimlilik ifadesini taşıyan isimler yapar: Ersoy, aile ve akrabalık isimlerinde kullanılan -y biçimbirimin saygı-hitap pekiştiricisi olduğunu ve bu kanaatinin akrabalık isimlerinin üçüncü şahıs iyelik çekimine girdiklerinde, daha çok -y almamış biçimlerin tercih edilmesiyle güçlendiğini (2011, s.109) ifade eder. apa “abla” > apay “abla, yaşça kendinden büyük olan kardeş kadın, kız; kendisinden büyük, anne babasından küçük olan her kadın, kız; kadın öğretmenlere öğrencilerin hürmet amacıyla seslenme sözü; üvey anne” > apaḳay “ablacım” (I, 290) ine “anne” (III, 757) > inekey “annem, anneciğim” (III, 758) bala “çocuk, yaşı küçük kız veya erkek çocuk, kişinin kızı veya oğlu, hayvanların yeni doğan yavruları, kökeni bir yerden ya da bir şeyden kaynaklanan” (II, 102,103) > balaḳay “çocuğum, küçüğüm, yavrum” (II, 105) ḳıź “kız, evlenmemiş genç kız” (V, 648) > ḳıźıḳay “kızcağız, kıza şefkat göstermek ya da sevecenlik göstermek için söylenen söz, yabancı kız” (V, 663) ḳeyne “kaynana” > ḳeynekey “kaynanacığım” (V, 855) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 205 tuġan “akraba; yakın arkadaş, dost, erkek ya da kız kardeş” (VIII, 511) > tuġanḳay “kardeşim, kan kardeşe ya da akrabaya (erkek ya da kız kardeşe) seslenilen sevgi sözü, kendinden küçük ya da tecrübesiz kişiye seslenme sözü” (VIII, 512) eněy ~ esey “erkek veya kadının annesi” > enkey “anne” (X, 302) ine “anne” (III, 757) > inekey “annem, anneciğim” (III, 758) abıźenkey “teyze, baba veya anneden büyük kadına seslenme sözü” (I, 120) abıźeběkey “nine”~ abızebkey “nine”~ abızetkey “büyük anne, büyük baba” (I, 121) olata “kabile reisi” > olatay “dede” (VI, 666) eběy “ihtiyar kadın” (X, 245) > eběkey “büyükanne” (X, 247) > ebzeñkey “büyükanne” (X, 248) abıy “ağabey, babanın ya da annenin ağabeyi; erkek öğrencilere seslenme sözü” (I, 121) ir “erkek, koca, erkek çocuk, kahraman” (III, 769) > irěkey “tanımadık bir erkek, yabancı erkek” (III, 775) bise “karı” > bisekey “kadın” (II, 288) baba ~ babay “ihtiyar” (II, 54, 55) > babaḳay “dede” (II, 56) ~ babḳay “dede” ~ babıḳay “dede” (II, 58) ~ aḳbabay “amca” (I, 201) bebey ~ bepes ~ bebekey “küçük çocuk, bebek, yavru” (II, 486) bekey ~ belekey “küçük, bebek, biraz, çeyrek” (II, 504, 510, 511) kěsě “küçük, yaşça en küçük, mevki, derece bakımından düşük” (IV, 424) > kěskey “küçükler, küçük çocuklar” (IV, 427) ḳeyněş “kayınbirader” (V, 854) > kinjekey “kayınbirader” (IV, 469) ḳartiney “büyükanne, nine” ~ ḳart ḳartiney (V, 301) ~ ḳartney ~ ḳart neney (V, 302) ~ ḳart eney “anneanne” (V, 303) ḳartay (V, 299) ḳartatay “büyükbaba, dede” ~ ḳart ḳartay ~ ḳart ḳartatay ~ ḳart ḳartetey (V, 301) ~ ḳart olatay “büyük dede” (V, 302) tutay “abla, teyze, kardeş, erkeğin kız kardeşi” (VIII, 614) > tutaḳay “abla, yaşta kendinden büyük olan kız kardeş” (VIII, 615) teñey “bebek, yaşça küçük kardeş, çocuk yaştaki erkek ve kız, küçük yaştaki kişilere seslenme sözü, kaynana” > teñekey “kız kardeş” (VIII, 760) 206 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı ḳalaḳ “kaşık, bu alet ile anlatılan ölçek miktarı, ayakkabı çekeceği, hayvanın derisini soymak için kullanılan alet; burunsalık” > ḳalaḳay “yeni yürümeye başlayan çocuğu yürütmek için kullanılan söz” (V, 135) 2.3. Bu ekle bilhassa taşıdığı birtakım vasıfları belirginleştiren hayvan isimleri teşkil edildiği görülmektedir: sıpḳay “bir cins bataklık ördeği; karabatak” (VII, 748) ilavḳay “küçük balık” (III, 697) asaḳay “kulağakaçan” ~ asaġoyroḳ (I, 340) horḳa “kahverengi at” > horḳay “kahverengi at” (IX, 559) şöşlö “turnabalığı yavrusu” > şöşlökey “turnabalığı yavrusu” (IX, 847) bıźavḳay ~ bězevkey “buzağı” (II, 203) ḳupşıḳay “saka kuşu” (V, 593), tipěy “tavuk” > tipěkey “tavuk” (VIII, 319) lepek “küçük çift kanatlı böcek (VI, 133) > ḳan hurġıs lepekeyźer “bir tür sinek” (V, 198) sěběn- sěrekey “böcekler” (VII, 462) şegürekey “kanat uçları siyah, gerisi açık sarı renkteki ötücü bir orman kuşu; sarıkuş” (IX, 925) süregey “çıkrıkçın” (VII, 701) 2.4. Durum bildiren sıfat ve miktar zarfı teşkil eder: ala “alaca, kadar, vitiligo” (I, 221,222) > alaḳay “alaca” (I, 224) tiběşkek “tepişen” (VIII, 293) > tibekey “tepişen, tepme” (VIII, 294) ěş “iş” (X, 232) > ěşmekey “çalışkan, hamarat, işçi” (X, 241) yelt “çevik, hızlı, süratli” > yeltekey “aklı zayıf, anlayışı kıt” (IV, 280) baḫır “zavallı” > baḫırḳay “zavallı” (II, 172) möştöm “acınacak” > möştökey “acınacak” (VI, 402) neni “küçük” (VI, 615) > neney “küçük, ufak” (VI, 616) yen “can” (288) > yenkey “canım” (295) ~ yanḳay (X, 484) lavlı “gürültü” > lavlıy “gürültülü” (VI, 83) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 207 öyeme “ağzına kadar” (VI, 832) > öyme “yığın” (VI, 815) > öymekey “dopdolu” (VI, 832) oslo “sivri, incecik” (VI, 739) > osloḳay “yerinde durmaz” (VI, 740) ostoḳ “küçük bir parça, küçük çocuk” > ostoḳay “uçan, bir dalda durmayan” (VI, 757) töpöş “bodur, kısa boylu” (VIII, 449) > tapaḳay “bodur, kısa boylu” (VIII, 142) torna “turna” (VIII, 387) > tornaḳay “uzun ayaklı kimse” (VIII, 388) huyḳay “eğik, yatay” (IX, 606) huyḳay “engin yer, çevresine göre alçakta bulunan” (IX, 606) yul “yol, defa, kez” (X, 381-383) > yolaḳay “geçerken, arada” (X, 384) yamaḳ “çirkin” > yamaḳay “çirkin” (X, 471) vaḳ “ufak, kuruş, kırıntı” > vaḳay “alçak” (III, 63) ḳıźıv “sıcak, kızgın” (V, 682) > ḳıźmaḳay “sıcak” (V, 660) sěmer “oyma desen; düz ahşap, demir veya diğer materyaller üzerinde oyulmuş desen” > sěmekey “süslü” (VII, 492) taḳa “hiç” > taḳay-toḳay “biraz” (VIII, 95) ḳara “kara, maviye yakın kara renk, çok erken veya çok geç, kar olmayan, açık yer, karsız, kir, leke, güçlü, kültürsüz, endişeli, mutsuz, kötü” (V, 228, 229) > ḳaraḳay “esmer, siyahımsı, koyu” (V, 251) ḳolaḳ “kulak, çeşitli şeyleri tutmak için iki yanda kullanılan kulp” (V, 421) > ḳolaḳay “sağır” (V, 425) ḳoro “kuru, nemli olmayan, yağsız, boş, katı yürekli, duygusuz, sert, sadece, kuraklık” (V, 473, 474, 475, 476) > ḳoroḳay “çocuğu olmayan, kısır” (V, 477) yün “yarar, insanın fiziksel gücü, ruh hâlinden kaynaklı sıfatı, iş yapma yeterliği, gerekli düzen, tertipli; uygun, yerinde iş, fayda, imkân, araç, fırsat, iyi” (IV, 175) > yünekey “değersiz” (IV, 178) ěl “rüzgâr” (III, 503) > ělegey “serin, az rüzgârlı” (III, 524) kiñ “geniş, bol, eni boyu geniş, engin, geniş yer kaplayan” (IV, 475) kiñkey “büyük, geniş” (IV, 476) yılı “ısı, ılık, sıcak” > yılıḳay “sıcak, sıcacık” (IV, 221) maźa “sükûnet, endişe, kendir” (VI, 149,150) > maźaḳay “mühim olmayan, önemsiz” (VI, 150) 208 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı maźaḳay “kötü” (VI, 150) naźlı “nazlı, yumuşak, alımlı, nefis” > naźlıḳay “nazenin; nazlılık, nazlı, insana has sıfat, alımlılık, mülayimlik, yumuşaklık” (VI, 513) şırpı “kibrit; çırpı; süsleme işinde kullanılan çeşitli teller, sırmalı tel” > şırpıḳay “züppe, göze hoş gelen, iyi giyinen” (IX, 912) ḳır “kenar, çevre; cephe; herhangi bir nesnenin dışı, dış kısmı; insan tarafından yetiştirilmeyen meyve, sebze için söylenir; yabani; bozkır; ekin ekilen yer” > ḳıraġay “vahşi, yabani” (V, 746) ḳuşa “beraber, arkadaş, aile dostu, ahiretlik” > ḳuşaġay “candan bağlı, sadık; sözünün eri” (V, 629) şeptě “becerikli, yetenekli, iyi, faydalı, güzel, öndeki, verimli” > şeptěkey “becerikli, verimli” (IX, 938) 2.5. Beden veya fizikî görünüşle ilgili organ, uzuv, parça, uzantı anlamlarını taşıyan somut isim ve sıfatlar teşkil eder: aḳ “ak, beyaz; süt, kâğıt, akçıl gözbebeği, iyilik simgesi” (I, 199, 200)> aḳay “patlak gözlü” (I, 200) söregey (VII, 614) ~ setekey “serçe parmak” (VII, 842) tümhe “tümsek, kasık kemiği” > tümhekey “kasık kemiği” (VIII, 638) böyör “böbrek” (356) > böyrekey “böbrek” II, 357) şeptě “becerikli, yetenekli, iyi, faydalı, güzel, öndeki, verimli” > şeptěkey “becerikli, verimli” (IX, 938) 2.6. Bitki isimleri teşkil eder: ballı “ballı, balı olan, bal eklenmiş, tatlı” (II, 118) > ballıḳay “sütleğen” (II, 119) temlě “tatlı” > temlěkey “meyan kökü (VIII, 753); yaprak bitlerinin çıkardığı şekerli sıvı; arıların toplayıp bala çevirdiği sıvı, yaprak balı” (Zeynullina, 2001, 76) şürěkey “baldıran” (IX, 872) maylı “yağlı” (VI, 164) > maylıḳay “yağ çanağı, tatlı salgı çıkaran, böcekleri avlayan bitki” (VI, 165) yeběşkek “yapışık, yavşak, kar fırtınası” > yeběşkek börmekey “tırmanıcı yoğurtotu, yapışkan otu” (IV, 259) ḳupşıḳay “noel ağacı” (V, 593) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 209 sěběrtke “huş ağacı gövdesinde oluşan yumru, el ve ayaktaki küçük yara, sürgün, filiz (VII, 463) > sěběrtkey “yumru” (VII, 462) tarbaḳ “filiz” > tarbaḳay “biçimsiz şekilde açılmış, budak” (VIII, 161) hötlökey “sütleğen” (IX, 596) ~ aḳ hötlökey “sütleğen” (I, 214) öbörlökey “beyaz nilüferin tomurcuğu” (VI, 785) 2.7. Somut isimler teşkil eder: hul “sol, sol taraf; sol görüş” > hulaḳay “solak, sol taraf, sol kol ile iş yapan” (IX, 613) zat “soy, kardeş, nesil; değerli, pahalı şey” (III, 603) > zatıḳay “çocuk” (III, 605) mal “hayvan, mal ve mülk, zenginlik, para” (VI, 180) > malḳay “hayvan, mal ve mülk, zenginlik, para” (VI, 184) kěnděk “göbek, cıvata” > kěnděkey “ebe, doğumda yardımcı olan, göbek bağını kesen kadın” (IV, 414) mirěkey “epilepsi” (VI, 305) neme “şey, görünüş” > nemekey “şey” (VI, 615) neźěk “ince, dar, semiz olmayan, iştahsız” (VI, 608) > neźěkey “ince, yemek borusu sıkışması” (VI, 609) kinye “küçük, ailenin en küçük çocuğu, yaşça küçük, son” (IV, 469) > kinyekey “ailede en küçük çocuk” (IV, 470) malay “oğlan, küçük yaştaki erkek çocuk, erkekler arasındaki dostça seslenme sözü, hoppala!” (VI, 181) > malaḳay “delikanlı” (VI, 182) öşe “bazlama, çörek” (VI, 911) > öşekey “kalaç, asma kilit biçiminde pişirilmiş küçük ekmek” (VI, 912) hürmekey “eski, unutulmuş yol” (IX, 633) ḳatlı “katmerli, birkaç kattan oluşan” > ḳatlıḳay “katlama; açılan hamurun üstüne yağ, yumurta sürüp, uzun uzun kestikten sonra yuvarlayarak pişirilen ufak ekmek” (V, 340) ḳalas “kalaç, asma kilit biçiminde pişirilmiş küçük ekmek” (V, 137) > ḳalas epekey “ kalaç, asma kilit biçiminde pişirilmiş küçük ekmek” (V,137) 210 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı ḳaḳ “çıplak, çorak, kel, güneş, rüzgâr alan yerlere asılıp kurutulan, pestil, kazların sesi” > ḳaḳay “kazların sesi” > ḳaḳay “pis, kir, leke” (V, 125,126) ~ ḳıḳay (V, 714) yeş “genç, küçük, yaş, insan hayatının olumlu anlama sahip olduğu an” (IV, 329) > yeşěkey “mezar” (IV, 331) kěye “arı kovanı deliği, ceza, bakım, gözetim, özen” > kěyekey “giyecek, giysi” (IV, 402) kěşě “kişi, halk, adam, insan” (IV, 432) > kěşěkey “biri” (IV, 434) yök “yük, dölüt, cenin” (IV, 141) > yökey “yumurcak, yerinde duramayan” (IV, 145) běźěnkey “büyükayı takımyıldızı” (II, 201) běźek “bezek” (II, 256) > bizekey “bezek” (II, 260) ḳazıḳ “kazık, direk, temel, sap” > ḳazıḳay torov “çocuğun ilk defa ayakları üzerinde durması” (V, 92) 2.8. Alet ve eşya isimleri teşkil eder: işme “bilezik, gümüşle kaplanmış bilezik” > işmekey “bezek, oyularak yapılmış süs” (III, 863) töp “dip, iç, şap” (VIII, 443-444) > töptökey “huş ağacı kabuğundan yapılan sepet, kova” (VIII, 450) yılt “ani hareketi bildiren kelime” (IV, 126) > yıltıḳay “kandil” (IV, 217) ḳuldav “deri kap, yılkının ön ayak derisinden yapılan dar ağızlı kımız kabı” > ḳuldıḳay “ahşap badya” (V, 566) ḳunaḳay “oyun için kullanılan kemik” (V, 581) talḳı “kendir lifleme aleti” (VIII, 107) > talpıkay “kendir lifleme aleti” (VIII, 109) şeptěr “paspas” > şeptěrkey “paspas” (IX, 938) hıźġıraḳay “düdük” (IX, 644) murtay “tulum, tütsülenmiş hayvan dersinden yapılmış dar ağızlı, yassı dikilmiş kap” (VI, 420) > murtaḳay “tulum” (VI, 421) ḳılḳay “kazan” (V, 720) > ḳıldıḳay “saplı küçük kazan” (V, 719) ḳolaḳ “kulak, çeşitli şeyleri tutmak için iki yanda kullanılan kulp” (V, 421) > ḳolaḳay “tencere, iki yanında tutaç olan kap” (V, 425) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 211 ḳolaḳ “kulak, çeşitli şeyleri tutmak için iki yanda kullanılan kulp” (V, 421) > ḳolaḳtıḳay “leğen, ağaç leğen, tekne” (V, 431) 2.9. İsim ve sıfatlara eklendiğinde hitap, sevgi, şefkat sözcükleri teşkil eder: hılıv “güzel” > hılıvḳay “güzelim” (IX, 666) matur “güzel” (VI, 231) > maturḳay “dilber, şefkat gösterilene söylenen söz” (VI, 233) göl “gül” (III, 198) > gölkey “çiçek, kadınlara söylenen sevgi, şefkat sözü” (III, 201) duš “dost” > dušḳay “dostum, eş dosta söylenen sevgi sözü” (III, 452-453) yörek “yürek” (IV, 160) > yörekkey(ěm) “değerli görülen yakın kişiye sıcak davranma, sevgi sözcüğü” (IV, 161) ḳolan “açık sarı, kulan, alan” (V, 432) > ḳolḳay (V, 438) ~ ḳoloḳay “tay, kulan” ~ ḳoloḳayım “çocuğu severken kullanılan sözcük” (V, 439) siber “güzel, yakışıklı” > siberkey “güzel, bir erkeğin kadına seslenme sözü” (VII, 512) yıraḳ “uzak” > yıraġebey “anneanne” > yıraḳay “anneanne, anneannem” (IV, 229) 2.10. Kişi isimlerine eklendiğinde sevgi ve şımartmayı bildirir: Ekin sevgi, şımartma işlevi cümle içerisindeki bağlamdan ortaya çıktığı için burada, cümle içerisinde kullanımı örnek olarak verilmiştir. “Konuşma dilinde kişi adlarının kısaltmasında kullanılır: Ḫelkey- Ḫeliulla, Şamḳay- Şamil, YomaḳayYomabike, Ürěkey- İrina” (BTGM, 2008, s.20). — Ey, atahı, bögön Sıvaḳay yěñgem kilgeyně elě. ‘‘Ey, kocacığım bugün Sıvakay yengem gelmişti.” (K, 4) Biběkey źe bıġa künde. “Bibikey de buna razı oldu.” (K, 30) Şundan Ḫammat onu, bala şikěllě irkelep, köröš artınan küterěp aldı… Tubıġına ultırttı… Selimekeyěm, hılıvım!... “Böylece Hammat, onu çocuk gibi sevip tezgâhın arkasından kaldırdı. Dizine oturttu. “Selimeciğim, güzelim!” (OĚB, 27) Bibi > Bibikay (II, 552), Bulya > Bulyakay (II, 552), Bura > Buraḳay (II, 551), Buźı > Buźıḳay (II, 551), Göl > Gölkey (III, 857), Höyer > Höyerkey (IX, 975), Miñlĕ 212 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı > Miñlĕkey (VI, 936), Aźnaḳay (I, 422), Batırkay (II, 550), Bayraḳay (II, 549), Ġelikey (III, 852), İlcĕkey (III, 855), İlkey (III, 854), İrkey (III, 855), İsekey/İšekey (III, 855), İşkey (III, 856), İşmekey (III, 856), İźĕvkey (III, 854), Tĕlevkey (VIII, 825), Tenekey (VIII, 826), Timĕrkey (VIII, 826), Ülyekey (IX, 969) 2.11. Nehir ve göl isimlerine getirilir: Alaḳay kül “Alakay gölü” (I, 417), Aźnaḳay külĕ (I, 416), Bılaġay (II, 545), Bitlĕkey (II, 544), Bitlikay reka (II, 544), Bulagay reka (II, 545), Bülekey (II, 545), Düsekey kül (III, 846), Merzekey (VI, 923), Mesĕkey (VI, 923), Mişerkey kül (VI, 922), Öpĕkey (VI, 925), Sĕbĕkey (VII, 856), Sekey (VII, 858), Sĕrekey (VII, 856), Serkey (VII, 858), Söymekey (VII, 857), Sürekey (VII, 847), Şemekey (IX, 963), Şönkey (IX, 963), Tĕlekey (VIII, 816), Tĕlevkey (VIII, 816), Tevkey (VIII, 819), Timĕrkey (VIII, 816) 2.12. Dağ, şehir ve köy isimlerine getirilir: Aḳsaḳay tav (I, 420), Ballıḳay (II, 546), Bayraḳay (II, 546), Belekeytav (II, 548), Bıźavḳay (II, 548), Bişkükey tav (II, 547), Bülekey tavı (II, 548), Dinĕkey (III, 849), Dürtkaragay (III, 848), Meskey tavı (VI, 928), Ömekey tav (VI, 930), Sĕbĕkey (VII, 860), Sĕrekey (VII, 860), Sĕyekey (VII, 860), Sibekey (VII, 860), Sirükey (VII, 860), Sömekey (VII, 860), Süsekey (VII, 861), Şelĕmkey tavı (IX, 968), Tĕlekey (VIII, 821), Tevkey (VIII, 824), Ütekey tavı (IX, 965); Ayźaḳay (I, 414), Baḳay (II, 540), Bĕykey (II, 541), Buźıḳay (II, 542), Bülekey (II, 542), Ḫelĕkey (IX, 956), Hergey (IX, 956), İlsĕkey (III, 843), İsekey (III, 844), İškĕ İlĕkey (III, 844), İškĕ İtĕkey (III, 844), Ḳandra-Tömekey (V, 868), Ḳañnı-Törkey (V, 868), Resmekey (VII, 853), Sörökey (VII, 854), Tĕlekey (VIII, 813), Tirekey (VIII, 813), Törkey (VIII, 813), Tübengĕ Yerkey (VIII, 814), Ürgĕ Yerkey (IX, 955), Ürmekey (IX, 955), Yañı dürtĕkey (X, 568), Yañı itĕkey (X, 568) 2.13. Uyarı ve şaşkınlık ifadesi veren isimler teşkil eder: bına “işte; öndeki veya çok yakındaki kişiyi veya nesneyi göstermek için kullanılır; anlamı güçlendirmek için kullanılır, kimi ifadeleri açıklarken cümlenin başına getirilir.” (II, 458) > bınaġay “yapma!, beklenmedik bir durum karşısında şaşkınlık için söylenir.” (II, 459) Sonuç ve Değerlendirme Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 213 Bu çalışmada, +GAy/+Ay ekinin Türkçede sınırlı sözcükte kullanılan bir ek iken, Başkurt Türkçesinde kullanım alanının oldukça geniş olduğu örneklerle gösterilmiştir. Başkurt Türkçesi Rusça, Moğolca, Çince, Arapça, Farsça, Almanca, Fransızca gibi dillerden ödünçleme sözcük alarak kendi leksikolojisi içerisinde kimi zaman anlamını koruyan kimi zaman da anlam değişimine uğrayan sözcükler barındırmaktadır. “Başkurt Türkçesinde süregey ‘çıkrıkçın’ (VII, 701) sözcüğü Modern Moğolcada, Yazı Moğolcasında ćörägei ‘dalgıçkuşu’ sözcüğünden ödünçlemedir. Kelime başında s- bulundurması, bu sözcüğün alıntı olduğunu gösteren açık bir göstergedir. Son sözcükteki -äy diftongu için de durum aynıdır. Moğolcada sözcük sonundaki -a/-e ile -ai/-ei’nin eş değerliği tipiktir. Volga Kıpçakçası dillerinde -ay/-ey onun yansımasıdır” (Csáki, 2006, 87). Tutay “abla, teyze, kardeş, erkeğin kız kardeşi” (VIII, 614) sözcüğünün Rusça veya başka bir Slav dilinden geçmiş olduğu (Li, 1999, s. 145) ifade edilir. Mevcut çalışmalarda, ekin akrabalık isimlerine ve özel isimlere gelerek eklendiği sözcüğe şımartma, sevgi, hürmet işlevi kattığını; hayvan isimlerine ve yer adlarına da gelebildiğine değinilse de tanıklanan örneklerde bundan daha fazla işleve sahip olduğunu ve bazı sözcüklerin anlamını değiştirirken bazı sözcüklerde sadece pekiştirme unsuru veya çekim eki gibi sözcüğün anlamını koruduğu gözlemlenmiştir. Moğolcadaki +qai ~+kei, +gai~ +gei isimden isim yapma ekinin Başkurt Türkçesinde +ġay/+gey; +ḳay/+key şeklinde görülmesini O.F. Sertkaya gibi Moğolcadan bulaşma olarak görmekteyiz. İncelediğimiz örneklerde, ekin işlevsel olarak en sık 44 taneyle dağ, şehir, köy ismi ve 36 taneyle durum bildiren sıfat ve zarf yapmada kullanıldığı görülmektedir. Daha sonra 25’er taneyle kişi ismi, nehir, göl isimleri, aile ve akrabalık isimleri, 21 taneyle somut isim, 16 taneyle huy, karakter ve alışkanlık ilgili olumsuz anlam taşıyan soyut isim ve sıfat, 12 taneyle alet ve eşya ismi, 11 taneyle bitki ismi, 8 taneyle isim ve sıfatlara eklendiğinde hitap, sevgi, şefkat sözcüğü, 4 taneyle beden veya fizikî görünüşle ilgili organ, uzuv, parça, uzantı anlamlarını taşıyan somut isim ve sıfat, 1 tane de uyarı ve şaşkınlık ifadesi veren isim yapmada kullanıldığı tespit edilmiştir. Örneklerin Alındığı Eserler: K: Biişeva, Z. (1990). Kěmhětělgender. Başḳortostan Kitap Neşrietě. OĚB: Biişeva, Z. (1990). Olo Ěyěk Buyında. Başḳortostan Kitap Neşrietě. Kısaltmalar BTAH : Başḳort Tělěněñ Akademik Hüźlěgě 214 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı İM : İrşādü’l Mülūk ve’s-Selātin K : Kěmhětělgender KE : Kitâbü’l – Ef ’âl TZ : Et-Tuhfetü’z -Zekiyye fi’l- Luġati’t-Türkiyye Kaynakça Adiloğlu, A. (2019). Karaçay-Malkar Türkçesinde isimden isim yapım eklerinin gelişimi–I. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.12, S.68, 5-35. Başḳort tělě grammatikahı: 3 tomda. t. II. morfologiya (2018). Haz. M. V. Zeynullin, G. R. Abdullina, Ḫ. V. Soltanbayeva, G. A. İšenġolova. (yavaplı möḫerrire: Ḫ. V. Soltanbayeva). Kitap. BTAH (2011). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: I. tom A. Kitap. BTAH (2011). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: II. tom B. Kitap. BTAH (2012). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: III. tom V-İ. Kitap. BTAH (2012). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: IV. tom Y-K. Kitap. BTAH (2013). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: V. tom Ḳ. Kitap. BTAH (2014). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: VI. tom L-Ö. Kitap. BTAH (2015). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: VII. tom P-S. Kitap. BTAH (2016). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: VIII. tom T harfi. Kitap. BTAH (2017). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: IX tom U-ŞÇ. Kitap. BTAH (2018). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: X. tom I- Ya harfi. Kitap. Choi, H. W. (2010). Türkçe, Korece, Moğolca ve Mançu- Tunguzcanın karşılaştırmalı ses ve biçim bilgisi. Türk Dil Kurumu Yayınları. Clauson, S. G. (1962). Turkish and Mongolian studies. London: The Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland. Csáki, E. (2006). Middle Mongolian loan words in Volga Kipchak languages. Turkologica 67. Harrassowitz Verlag. Erdal, Marcel (1991). Old Turkic word formation: a functional approach to the lexicon. Vol.1. Wiesbaden: Otto Harrassowitz. Ergin, M. (2009). Türk dil bilgisi. Bayrak Yayınları. Korkmaz, Z. (2007). Türkiye Türkçesi grameri (şekil bilgisi). Türk Dil Kurumu Yayınları. Li, Y. S. (1999). Türk Dillerinde Akrabalık Adları. Simurg. Muhammed, R. (2021). Memlûk Türkçesinde ekler ve işlevleri. Türk Dil Kurumu Yayınları. Sertkaya, O. F. (2012). Etimoloji nedir- ne değildir ve isimden isim yapan +ay /+ey eki üzerine. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, 19, 1, 43-72. Tietze, A. (2009). Tarihi ve etimolojik Türkiye Türkçesi lügati c. 2 F-J. Verlag der Österreichischen Akademie der Wissenschaften. Yazıcı Ersoy, H. (2011). Başkurt Türkçesinde aile ve akrabalık isimlerinde kullanılan -y biçimbirimi. Türkbilig, 21:87-112. Zeynullin, M. V. (2005). Ḫeźěrgě Başḳort eźebi tělě morfologiya. Kitap. Zeynullina, G. D. (2001). Urıšsa-Başḳortsa- Başḳortsa-Urıšsa umartasılıḳ hüźlěgě. Kitap. ФРАЗЕОЛОГИЗМДЕР СЕМАНТИКАСЫНДАҒЫ ОБРАЗДЫҢ РӨЛІ Mağripa ESKEYEVA, LN Gumilyov Avrasya Ulusal Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-7647-817X Asiye KOLPENOVA, Bursa Uludağ Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-7147-1024 Фразеологизмдер – белгілі бір ұғымды бейнелі, ойды ерекше әсерлі етіп жеткізу мақсатынан туған тіл бірліктері. Бұл бейнелілік, әсерлілік фразеологиялық мағынаға уәж болған образ арқылы жүзеге асады. Мысалы: қаз. жыланның аяғын көрген ‘жылпос, қу, пысық’, жұмыртқадан жүн қырыққан ‘жоқ жерден үнем тапқан’, бит ішіне қан құйған ‘өзгенің білмегенін білетін айлакер’ немесе түр. şeytanın art ayağı ‘өте қу’, eliyle koynunun arası kırk yıllık yol ‘өте сараң’ фразеологизмдері беретін ұғымды жеке сөздермен де беруге болады, алайда жыланның аяғын көру, жұмыртқадан жүн қырқу, бит ішіне қан құю, шайтанның артқы аяғы, қолы мен кеудесінің арасы қырық жылдық жол образдары, нақтырақ айтсақ, образ-ситуациялар фразеологиялық мағынаға ұйтқы болып, фразеологизмдерді басқа тіл бірліктерінен ажырататын өзгеше сипат, мән беріп тұр. “Сол себепті көптеген тілшілер образдылықты фраземалардың (фразеологизмдердің) маңызды белгілерінің бірі ретінде санайды” (Алефиренко, 2009, 45-б). Образдылықтың фразеологизмнің басты белгісі болуы заңдылық: “образ – фразеологизмнің ішкі формасы. Ішкі формасыз фразеологизм мағынасы жоқ, мағына болмаса, фразеологизмнің өзі де жоқ. Ішкі формасыз фразеологизмдер өзінің коммуникативтік қызметін атқара алмайды” (Зимин, 2016, 32-б). Фразеологизмдерді әр түрлі аспектіде зерттеген ғалым Г. Смағұлова фразеологиялық ішкі формаға мынадай анықтама береді: “Фразеологизмнің ішкі формасы – фразеологизм мағынасының уәжділігінде жатқан бейне, белгілі бір жағдаят, “гештальт”, “сурет”, фразеологизм сипаттап отырған жағдаяттың бейнелі көрінісі” (Смағұлова, 2020, 75-б). Бұдан шығатын тұжырым: фразеологизмді тілдік таңба ретінде айқындайтын негізгі элемент – образ. Мақалада осы тұжырым фразеологизмдер семантикасындағы образдың рөлін саралау, талдау арқылы дәлелденеді. 216 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Фразеологизмдер семантикасы – күрделі құбылыс: онда объективті дүниенің тіл иесі тарапынан анықталған қасиет, белгілері жатады, сонымен бірге тіл иесінің осы объективті дүниеге қатысты бағасы мен бағамы, эмоциясы орын алады. Сондықтан В.Н. Телия “фразеологиялық семантика құрылымын бір типті ақпарат беретін, қасиеттердің “шоғыры” болып табылатын макрокомпоненттердің реттелген тізбегі құрайтынын айтады» (Телия, 1990, 34-б). Фразеологизмдер семантикасындағы образдың рөлін саралау осы компоненттердің мәнін айқындаумен өзектеледі. Тіл иесінің ақиқат дүниені тану және қабылдау тәжірибесінің негізінде пайда болатын образ өзі уәж болған фразеологиялық мағынаға ауыспалы мән жүктейді. Фразеологиялық ауыспалы мағынаның жасалу тәсілдері А.Т. Синан еңбегінде былайша сараланған: “Ad aktarması, Mecaz-ı Mürsel / metonümia (göze girmek, başında torbası eksik); deyim aktarması / metaphor (eleğini eleyip duvara asmak, ayaklı kütüphane); teşbih-benzetme (acem bahçesi gibi, tığ gibi delikanlı); kinaye (ağır başlı, yüzü ak); telmih (derdini Marko Paşaya anlatmak); abartma-mübalağa (iğne atsan yere düşmes, yumurtaya kulp takmak)” (Синан, 2015, 75-б). Аталған тәсілдердің барлығының негізінде образ жатыр. “Фразеологизмдер құрамындағы сөздердің мағынасымен емес, образбен уәжделеді” (Зимин, 2016, 39-б). Осы негізде фразеологиялық образдың бірінші рөлі айқындалады: образ фразеологизмнің шынайы мағынасын уәждейді. “Фразеологизмдердің мақсаты − белгілі бір ұғымды ерекше қалып ішінде, әсерлі, өзгеше мағынада білдіру” (Аксой, 2021 [1965], 39-б) болғандықтан, фразеологизмге уәж болған образ ұғым-түсінікке бағалауыштық, эмоционалды-экспрессивті реңк үстейді, яғни фразеологиялық мағынадағы бағалауыштық, эмотивтілік компоненттер образ арқылы анықталады. Осы арада эмоционалдылық пен эмотивтіліктің ара жігін ажырату қажеттілігі туындайды: эмоционалдылық – адам психикасына қатысты ұғым, ал эмотивтілік − осы эмоцияны сипаттайтын тіл бірліктеріне тән құбылыс. Фразеологиялық образдың екінші рөлі бағалау мен эмотивтілікті білдіру болып табылады. Мәселен, түрік тілі фразеологизмдері мен мақалмәтелдеріндегі метафоралардың тіларалық анализін жасаған Е. Ериш, Е. Улушахин ақ түс арқау болған метафоралық образдың “оң бағамда тазалықтың, пәктіктің, жақсылықтың символы болса, теріс мағынада қорқынышты, қиыншылықты, суықты да бейнелейтінін мысал етеді” (Ериш, т.б., 2021, 16-б). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 217 Фразеологиялық мағына − еркін тіркестің ауыспалы мәнге ие болуы арқылы жасалған екінші мағына. Академик Ə. Қайдар тұрақты тіркестердегі образды-фондық негіз – халықтың әлеуметтік-экономикалық тұрмыстіршілігін, рухани әлемі мен материалдық мәдениетін, әдеті мен әдебін, діни-мифологиялық сенімі мен нанымын сипаттайтын фактор екендігін айтады (Қайдар, 1998, 214-б) және фразеологиялық екінші мағынаны “этнолингвистикалық мағына” деп атайды (Қайдар, 1998, 21-б). Г. Смағұлова: “Бейнелілік − тілдік жүйеде фразеологизмнің құрылымдықсемантикалық ерекшелігін жинақтаған лексика-семантикалық категория және ол экстралингвистикалық факторлардың бірігуінен пайда болады” (Смағұлова, 2020, 79-б), − деген ой тұжырымдайды. Экстралингвистикалық факторлар негізінде пайда болған этнолингвистикалық мағына мәдени ақпарат арқалап жатады. Осы этномәдени ақпарат образда тұрақталады десек, фразеологиялық образдың тағы бір рөлі айқындалады: образ мәдени коннотацияның тасымалдаушысы болып табылады. Қазақ фразеологизмдері мен перифраздарын зерттеген Ө. Айтбайұлы фразеологиялық тіркестердің негізгі қасиеті стилистикалық ажарында екендігін, “ажардың” образ арқылы берілетінін түйіндейді, “осыған қарағанда фразеология негізінде стилистиканың зерттейтін объектісі тəрізді” (Айтбайұлы, 2013, 67-б), − деген ой топшылайды. Г. Сағидолда тұрақты тіркес арқалаған образ неғұрлым айқын болған сайын, тіркестің идеялық мағынасының айқындылығы, айшықтылығы, эмоционалды-экспрессиялық күшінің артатынын айтады (Сағидолда, 2011, 286-б). Р. Авакова ішкі форма мен фразеологиялық бейненің (образдың) арақатынасын анықтай келе, “бейнелі фразема өзінің ішкі формасы негізінде семантика-стилистикалық және экспрессивтік қасиеттерімен байитынын тұжырымдайды” (Авакова, 2013, 56-б). Берілген түйін-тұжырымдардан шығатын қорытынды: фразеологиялық образ фразеологизмнің стильдік ерекшелігін айқындайды. Жинақтай келгенде, фразеологизмнің коммуникативтік, эстетикалық, кумулятивтік функциясын анықтайтын фразеологиялық образдың рөлі мыналар: образ фразеологизмнің мағынасын уәждейді; образ фразеологиялық мағынадағы бағалау мен эмотивтілікті танытады; образ мәдени коннотацияның тасымалдаушысы болып табылады; образ фразеологизмдердің стильдік ерекшеліктерін айқындайды. 218 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Мақалада фразеологиялық образдың аталған функциялары қазақ және түрік тілдеріндегі адамның мінез-құлқын сипаттайтын фразеологизмдер арқылы зерделеніп, сараланды. Бұған екі тілде де, әсіресе, түрік тілінде адамның мінез-құлқын сипаттайтын фразеологизмдердің айрықша көптігі және біршама фразеологизмдердің Түркияның белгілі бір бөлігінде ғана халық аузында қолданылатын ерекшелігі себеп болды. Мысалы: түр. kırk gün kaynatsan bir damla balı çıkmaz ‘жаман адам’ фразеологизмі Алания, Антеп, ağzının içi yumuş dolu ‘тек бұйрық беруді ғана білетін адам’ Газиантеп, bir yüzü insan, bir yüzü köpek ‘екі жүзді адам’ Чанкыры жерінде мәшһүр екен (Bölge ağızlarında atasözleri ve deyimler, 2019, 240, 276, 370-б). Материал көзі ретінде фразеологиялық сөздіктер: түрік тілінде Ө.А. Аксойдың, М. Хенгирменнің, А. Пүскүллүоғлының фразеологиялық сөздіктері, “Bölge ağızlarında atasözleri ve deyimler” сөздігі, қазақ тілінде І. Кеңесбаевтың “Фразеологиялық сөздігі”, Г. Смағұлованың “Қазақ тілінің фразеологиялық сөздігі” және “Мағыналас фразеологизмдер сөздігі” алынды. Образ фразеологизмнің мағынасын уəждейді Шындық болмыстағы объективті заттар мен құбылыстар, олардың адам тарапынан танылған қасиеті мен белгілері образдалып, осы образ фразеологизмдердің қалыптасуына ұйтқы болатынын жоғарыда айттық. Қазақ және түрік тілдеріндегі сапа семантикалы фразеологизмдерді жинастыру, топтастыру фактілері адамның мінез-құлқын сипаттайтын фразеологизмдерге көп жағдайда соматикалық, зооморфтық атаулар тірек болған образдардың мотив болғанын көрсетті. Мысалы: қаз. ақылы алқымынан аспаған ‘өзінен өзгеге ақылы артылмаған, өзгені танырлық ақыл бітпеген адам’, түр. aklı başından bir karış yukarı ‘ойына келгенді ойланбастан жасайтын’, қаз. аузы ауыр ‘өсек айтпайтын, сыр сақтағыш, әңгімеге құмарлығы жоқ’, түр. ağzı killitli ‘сыр сақтаған’, қаз. аузы жаман ‘не болса соны айта беретін бейпіл ауыз’, түрік тілінде бұл мағына ağzı kalabalık фразеологизмі арқылы беріледі. Калабалык сөзі түрік тілінде “адамдардың тобы, керексіз, ретсіз заттар жинағы, өте көп” деген мағынаны білдіреді, осы образ ağzı kalabalık фразеологизміне арқау болып, ‘мағыналы, мағынасыз, ретсіз көп сөйлейтін’ мағынасын береді. Сол сияқты түрік тіліндегі ağzının perhizi yok ‘ақылына не келсе, соны сөйлейтін’ адам сипатын береді. Қаз. аузынан сөзі, қойнынан бөзі түскен ‘екі ауыз сөздің басын құрай алмайтын ебедейсіз кісі’, аузын ашса, жүрегі көрінеді ‘ақкөңіл, аңқылдаған’, түр. eli bay- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 219 raklı ‘әдепсіз, дау-дамайшы’, gök gözlü ‘ынсапсыз, зәлім’ фразеологизмдерінде ауыз, жүрек, қол, алқым, кеуде, көз атаулары тірек болған образ орын алған. Сонымен қатар екі тілде де жан-жануар, құс атауларымен байланысты образ фразеологиялық мағынаға уәж болғанын көреміз: түр. gemi aslanı ‘өзін күшті санайтын, бірақ ешбір іске ебі жоқ адам’ фразеологизмінің мағынасына қанша күшті көрінсе де, ештеңе жасай алмайтын кеме арыстанының сипаты уәж болған, яғни түз жыртқышы − арыстан кемеде болса, қамауда болғаны деп топшылаймыз. Аslan yürekli ‘нағыз жігіт, ешнәрседен қорықпайтын’, бұл фразеологизм қазақ тілінде де бар, осы мағынада жұмсалады: арыстан жүректі ‘қаймықпайтын, тайсалмайтын, өжет’. Түр. haymana öküzü ‘жалқау’ түрік тілінде хаймана – жануарлар еркін жайылатын шалғын, яғни жалқау адам сипатын ішіп-жеуді ғана білетін, жайылып жүрген өгіз образы берсе, cеnnet öküzü ‘жүрегі таза, бірақ ақымақ дейтіндей аңғал’ мағынасын білдіреді. Түр. it dişi domuz derisi ‘арамы адам’, yüzü eşek derisi ‘ұяты, ары жоқ’, қазақ тілінде бұл мағына бетін тілсең, қан шықпайды, беті қалың фразеологизмдері арқылы беріледі. Түр. horoz akıllı ‘ақылсыз, бейінсіз, ақымақ’, қазақ тілінде бұл мағынаны тауықтың миындай миы жоқ фразеологизмі береді. Қазақ тілінде: қой аузынан шөп алмас, шөккен түйеге міне алмас, қойдан қоңыр, жылқыдан торы ‘момын, жуас’, мұрнын тескен тайлақтай ‘көнгіш, ырыққа ергіш, жуас’, қолынан қой жарысы келмейді ‘сылбыр’, қуды мініп, құланды құрықтаған ‘өте епшіл, әбжіл адам’ фразеологизмдері актив қолданылады. Халықтың тіршілігі мен тәжірибесінен орын алатын төрт түлік малға қатысты түйгені мен түсінігі фразеологизмдер мағынасынан орын алғанын көреміз, өйткені фразеологизм мағынасына уәж болып отырған − шындық болмыстың образдалған фрагменті (ситуациясы). Проф. К.Аханов кейбір тұрақты тіркестердің жасалуына түрлі аңыздардың да негіз болатынын айтады (Аханов, 1993, 182-б) яғни фразеологизмдердің мағынасын уәждейтін образ белгілі бір оқиғадан тууы да мүмкін. Мысалы: Ғ.Мұсабаевтың тіл тарихына қатысты еңбектерінде жүрек жұтқан, елден шыққан ала аяқ фразеологизмдері туралы мынадай деректер кездеседі: “Батыр, батыл адамды “жүрек жұтқан” дейміз. Жас жігіт қолдың санатына қосылу үшін жорықта алғашқы соққан жауының ең алдымен қанын ұрттап, кейін жүрегін жылыдай жұтады. Құлағын кесіп, өлтірілген адамның санын есептеуге пайдаланады. Қан ішер, жүрек жұтқан, бастан құлақ садаға тіркестері осыдан шыққан” (Мұсабаев, 1963, 152-б). “Сол сияқты елден шыққан ала аяқ дейтінімізді ертедегі хун тайпаларының дәстүрімен салыстырсақ қана түсінікті болмақ. Сол кезде қылмыстың ауыры тұсаулы атты ұрлау екен де, жазаның ауыры елден шығару екен. Ел жиналып, 220 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı айыпкердің бетін тіліп, екі аяғына екі түсті аяқ киім кигізіп, “елден шық” деп қоя береді екен. “Елден шыққан ала аяқ” деп, міне, осыны айтқан” (Мұсабаев, 1965, 150-б). Сол сияқты kös dinlemiş deve gibi ‘суыққанды’ фразеологизмінің мағынасын образға арқау болған “көстің” не екенін білетін түрік халқы түсінеді. Бұл фразеологизмнің пайда болуының мынадай оқиғасы да бар екен: “Көс – даусы қатты, үлкен дауылпаз. Ол бір жерден екінші жерге атпен немесе түйемен тасылатын болған. Ұзақ жылдар Османлы ордасында осы көсті тасыған бір түйені әбден қартайғанда мойнына “бұл түйеге тиіскен адам жазаланады” деген жарлық іліп, қоя беріпті. Ол түйе бір күні бір адамның бақшасына кіріп кетеді, бақша иесі де оған қатты тиісуге қорқып, ыдыс қақпақтарын бір-біріне соғып, оны алыстан үркітіп, қумақ болады, алайда түйе бұл дауысқа міз бақпайды. Сонда әлгі адамның көршісі: − Босқа әуре болма, оған ыдыс қақпағының даусы түк емес, қанша жыл көс тыңдаған”, − деген екен” (Иүксел, 2015, 81-б). Фразеологизм мағынасын уәждеуші образ әр кез анық болмауы да мүмкін. Оған қарап “фразеологизмді ішкі формасы жоқ деп айтуға болмайды, фразеологизмнің қалыптасуына негіз болған образ жойылуы, нақтырақ айтсақ, түсініксіз болуы мүмкін, оны этимологиялық талдау арқылы анықтауға болады” (Чой Юн Хи, 2001, 40-б). Фразеологиялық синхронды немесе диахронды образ фразеологизм семантикасын уәждеп қана қоймайды, оның бағалаушылық және эмотивтілік сипатын танытады. Образ фразеологиялық мағынадағы бағалау мен эмотивтілікті танытады Фразеологизмнің семантикалық құрылымының компоненттері − сөйлеуші тарапынан “жақсы-жаман” диапазонында берілген баға, субъектінің сезімдік қатынасымен сәйкес келетін, “құптау-құптамау” өлшемімен анықталатын эмотивтілік те образ арқылы анықталады. Фразеологизмдер мағынасында шындық болмыстың образдалған фрагменті ғана жатпайды, сонымен бірге сөйлеушінің осы фрагментке, ситуацияға қатысты оң немесе теріс пікірі, яғни бағасы жатады. “Идиомалар таңбалық функциясын атқару үшін оларға бағалау тән” (Телия, 1996, 84-б). “Бағалау − идиоманың денотативті мазмұнында бейнеленгеннің құндылығын білдіретін ақпарат” (Зимин, 2016, 40-б). Бағалау пікір білдіру контексінде жүзеге асады. Мысалы: қаз. азуын айға білеген ‘мейлінше айбарлы, батыл’, Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 221 ішкі сарайы ашық ‘ешкімге жамандық ойламайды, ақжарқын’ немесе қаз. тас бауыр, түр. bağrı taş ‘мейірімсіз, ешкімге жаны ашымас’, шық бермес Шығайбай, шық татырмас, түр. taştan yağ çıkar, ondan çıkmaz, yumurtadan yonga soymak, cebinde akrep var ‘өте сараң’, шар айнасы шалқасынан екен ‘кесірлі, кесапат адам’ фразеологизмдерінде адамның жақсы-жаман мінезі бағаланып тұр. Оң немесе теріс бағаның берілуі тіл иесінің дүниетанымына байланысты. Мысалы: қазақ тіліндегі қоян жүрек ‘қорқақ, ынжық’ мағынасын уәждейтін образға қоянның қорқақтығы негіз болып тұрса, ‘үркек, өте қорқақ’ мағынасын түрік тілінде deve yürekli фразеологизмі береді, бұл арада түйе малының үркектігі денотат болғанға ұқсайды, өйткені қазақ тілінде де үріккен түйе көзденді ‘екі көзі шатынап шықты, ежірейді’ фразеологизмі кездеседі. Сол сияқты түрік тілінде gözü dar ‘біреуге бірдеңе бермейтін, сараң’ фразеологизмі бар, қазақ тілінде “көзі тар” деп айтылмайды, іші тар фразеологизмі ‘өзгелерді көре алмайтын, қызғаншақ’ мағынасын береді. Фразеологиялық мағына құрылымының бір компоненті – эмотивтілік субъектінің сезімдік қарым-қатынасын білдіреді. “Эмотивтілік “құптауқұптамау” шкаласымен өлшенеді. Құптау және құптамау − шкаланың шеткі нүктелері, олардың арасында жек көру, менсінбеу, сөгу, кекесін сияқты сипаттар жатады” (Зимин, 2016, 43-б). Мысалы: қаз. мұрнын // танауын көкке көтеру, үзеңгі бауы алты қабат екен, түр. burnu yere düşse almaz, burnu kaf dağında, bıyığı yelli фразеологизмдері адамның тәкаппар, өркөкірек, менмен мінезін сипаттайды. Бұл фразеологизмдер мағынасынан эмотивтілікті білдіретін кекесін мәнін, қаз. ұя бөріктеу кісі ‘тартыншақ, именшек’ дегенде менсінбеушілікті, түр. dünya yıkılsa umurunda değil ‘жауапкершіліксіз, уайымсыз’ дегенде сөгу мәнін, түр. cehennem kütüğü ‘тозақта жануға лайық адам’, yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır ‘өте арсыз, бетсіз’ мағыналарынан сөйлеуші тарапынан қатты жек көрушілікті аңғарамыз. Екі тілде де теріс бағаға ие, құптамаушылықты білдіретін фразеологизмдер көптеп кездеседі. Жалпы тілдердің қай-қайсысында болмасын теріс мәнге ие фразеологизмдердің көп болуын А.М. Эмирова адам миының ерекшеліктерімен байланыстырады: “мидың оң жақ жарты шары образды ойлап, образды елестетуге, сол жақ сөйлеу мен логикалық ойлауға жауап береді. Мидың сол жақ жарты шарында оң эмоциялар, оң жағында теріс эмоциялар орын алады. Фразеологизмдердің қалыптасуында “образды ойлайтын” оң жақ шарты шардың негізгі рөлге ие болуымен теріс мәнді фразеологизмдердің сандық басымдығының себебі түсіндіріледі» 222 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı (Эмирова, 2020, 140-б). Бұл факті де фразеологизмдердің образды ойлаудың нәтижесі екендігін дәйектей түседі. Фразеологизм мағынасындағы образ арқылы берілетін бағалау мен эмотивтілік этностың дүниені тану және қабылдау тәжірибесін, мәдениетін танытады. Сондықтан образ мәдени коннотацияның тасымалдаушысы болып табылады. Образ − мəдени коннотацияның тасымалдаушысы Коннотация – лат. con “бірге”, notatio “таңбалау” − қосалқы, қосымша, толықтыратын деген мағынаны білдіреді. “Мәдени коннотация дегеніміз – образды уәжделген мағынаны мәдени категорияларда интерпретациялау” (Телия, 1996, 214-б). “Фразеологизмдердің образдылығында мәдени ақпар беретін ішкі құрылым бар” (Смағұлова, 1998, 157-б). Осы ішкі құрылым − этномәдени сипатқа ие коннотациялық мазмұн фразеологиялық мағына құрылымындағы қосалқы мән үстеуші емес, міндетті және негізгі элемент болып табылады, өйткені фразеологизмдердің образды негізі ұлттықмәдени дүниетаным негізінде қалыптасады. Мысалы: қаз. жеті атасын мал өлтірген ‘дүниеқор, дүниеқоңыз’, көн көңілді ‘тас бауыр, селт етіп, шіміркенер сезімі жоқ, қатыгез адам’, қу бастан қуырдақ ет алады ‘екі басынан ұстап, ортасынан тістейтін сараң’, құнанын құдайындай, тайын тәңіріндей көрген ‘өте сараң’, қулығына найза бойламайды ‘қулығы күшті адам’, күбідей ісінген ‘мақтаншақ’, қамшысынан қан сорғалаған ‘қаныпезер, зұлым’ фразеологизмдеріндегі мотив-образдар қазақ халқына тән мәдени коннотациялық мазмұнға ие. Түрік халқының тұрмыс-тіршілігіндегі өзіндік бір ерекшелік − тағам түрінің көптігі, осыған орай мінез-құлыққа қатысты фразеологиялық образға тағам, сусын атауларының негіз болғанын көреміз: ağzı açık ayran delisi ‘ақымақтау адам’, bağrı yufka ‘мейірімді’, her köfteye maydanoz olmak ‘әр іске мұрнын тығып, әр нәрсеге араласқан’, ağzına ayran durmaz, ağızında bakla islanmamak ‘сыр сақтай алмайтын’, akıllısı değirmende yoğurt öğütüyor ‘бәрі ақымақ’, süt anamın yoğurt oğlu ‘таза, текті ананың адал ұлы’, suyuna pirinç salınmaz ‘сенуге болмайтын адам’ тұрақты тіркестерінде коннотациялық мазмұн ұлттық тағам, сусын атауларымен беріліп, фразеологизмдерді ұлттық-мәдени бояумен әрлендіріп тұр. Халықтың ең маңызды мәдени ерекшеліктерінің бірі – әдет ғұрпы, салтдәстүрлері мен ұлттық рәсімдері фразеологизмдерде көрініс тапқан. Мысалы түрік тілінде elinin kınası, yüzünün karası ‘лас, жалқау’ мағынасын беретін Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 223 фразеологизмге қыздың қолына жағылған қына негізгі мотив болған, яғни бұл тіркес алғашқыда жас келіннің жалқау болып шыққанын білдірген, кейін жалпы лас, жалқау адам сипатын берген. Жалпы “қына жағу” дәстүрі түрік халқында маңызды дәстүрлердің бірінен саналады. Қызды ұзатарда міндетті түрде “қына кеші” ұйымдастырылып, қыздың қолына қына жағылған, осы кеште қыз анасымен, әпке-сіңлілері, құрбыларымен қоштасып, жиналғандар қызға сыйлық берген. “Ескіден түркілер танымында жер, топырақ қашан да құтты, осы жерден шыққан қына да қасиетті болып есептелген. Сол себепті ұзатылатын қызға, әскерге аттанар ұлға “пәле-жаладан қорғасын” деген ниетпен қына жағылған. Қайтыс болған адамды жуындырып, арулаған соң қына себелеу де әлі күнге дейін сақталған, бұл да “о дүниеде қиындық көрмесін, тозақ отына түспесін” деген сенімнен туған” (Дурак, 2021, ауызша). Халықтың наным-сенімінен туған салт-дәстүрлердің осылайша тілдік бірліктер арқылы сақталуы және синхронды, диахронды зерттеулерге нысан болуы өз кезегінде ұлттық менталитет пен мәдениетті адамзатқа кеңінен таныстыруға мүмкіндік береді. Тұрақты тіркестер мағынасында сақталған тағы бір ақпар көздері адамзаттың мифологиялық нанымы, діни сенімімен байланысты. Қаз. шайтан кісі ‘мінезі тұрақсыз, берекесіз’; ‘біреудің жынын қағып алатын өткір’, түр. şeytana papucu ters giydirir, şeytanın yattığı yeri bilen ‘өте қу’, şeytan tüyü bulunmak ‘өзгелердің тілін тапқыш’, cin fikirli ‘өте қу’, cehennem kütüğü ‘тозақта жануға тұрарлық адам’ фразеологизмдерінде шайтан, жын, тозақ сынды мифологемалар образға негіз болып, коннотациялық ерекшелікті айқындай түскен. Образ фразеологизмдердің стильдік ерекшеліктерін айқындайды “Фразеологизмдердің жалпы тіл жүйесіндегі орнын сөз еткенде, ең алдымен, олардың стилистикалық қызметі көзге түседі. Тиянақты тіркестің өн бойы тілдегі, сөйлеудегі өз еншісіне тиер меншік қасиеті – стильдік ерекшелік” (Кеңесбаев, 1977, 601-б). “Фразеологизмнің кітабилігі немесе ауызекі тілде қолданылу қарапайымдылығы, тіпті әдептілік шегінен шығатын өрескелдігі стилистикалық маңызды мәнге ие” (Телия, 1995, 14-б). Фразеологиялық мағынада стилистикалық макрокомпонент орын алады. Стилистикалық макрокомпонент дегеніміз, қарапайым түсіндіргенде, белгілі бір фразеологизмді тілдік қарым-қатынаста қолданудың орынды / орынсыздығы туралы белгі. Бұл белгі де образды-уәждеуші негіз арқылы анықталады. Осыған байланысты фразеологизмдер тілдік қарым- 224 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı қатынастың белгілі бір саласына қарай жұмсалады: кейбір фразеологизмдер әдеби тілге телулі болса, кейбірі ауызекі тілге тән. Мысалы: қаз. басқан ізіне шөп шықпайды, түр. baştığı yerde ot bitmez ‘қу, арам, зәлім кісі’ фразеологизмі мен түр. burnunun bokunu yemiş немесе kapısı kuş bokuyla sıvanmış фразеологизмдерінің өзіндік қолданылу ортасы бар. Сөйлеушінің тыңдаушыға әсер ету үшін ойды бейнелі жеткізу функциясын атқаратын тіл бірліктері – фразеологизмдер белгілі бір әлеуметтік ортаға қарай қолданылуымен де ерекшеленеді. Түрік тілінде көптеген фразеологизмдер халық аузында қолданылу сипатына ие және осы сипатына қарай мақал-мәтелдер сияқты фольклор мұрасына жатқызылады. Түрік тіліндегі фразеологизмдердің тағы бір стилистикалық ерекшелігі – белгілі бір аймаққа тиесілі болуы, соған орай “Bölge ağızlarında Atasözleri ve Deyimler” атты фразеологиялық сөздік жарық көрген. Қорыта келгенде, фразеологизм қалыптастырушы негізгі компонент – образ немесе ішкі форма. Образсыз фразеологизм болмайды. Кейбір фразеологизмдердің образ-уәжі синхрондық тұрғыда анық болмауы немесе тіпті, белгісіз болуы да мүмкін, алайда оны этимологиялық жолмен табуға болады. Фразеологизмдер ойды нақты да нақышты, бейнелі де бедерлі әрі әсерлі жеткізу мақсатынан туған бірліктер болғандықтан, образ – фразеологизмнің негізгі функциясын айқындайтын компонент болып табылады. Образ фразеологизм мағынасын уәждейді: тілдік таңба ретіндегі сипатын айқындайды. Образ арқылы коммуникативтіліктің әлеуеті мықты болады, фразеологизмді басқа тіл бірліктерінен ерекшелейтін образды айшықтаулар арқылы тілдің эстетикалық сипаты басымдық алады, этносқа тән эмикалық шындықты бойына сақтаған образ кумулятивтік қызмет атқарады. Фразеологиялық мағынадағы “жақсы-жаман”, “құптау-құптамау” диапазонындағы бағалаушылық және эмотивтілік компоненттерінің мәні образбен айқындалады. Образ – мәдени коннотацияның тасымалдаушысы, өйткені халықтың, біздің талдауымызда қазақ және түрік халқының болмысын айғақтайтын экстралингвистикалық шындық образға арқау болады. Фразеологизмдердің стильдік бояуы да образбен түрленеді. Образ арқылы фразеологиялық мағына қалыптасады және осы мағынаны интерпретациялау үдерісі де образ арқылы жүзеге асады. Мағынаны интерпретациялау үдерісі фраземосемиозис мәселелерін ортаға шығарады және алдағы уақытта түркітану ғылымында осы мәселелерді қарастыру міндеттерін жолға қояды. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 225 Əдебиеттер тізімі 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. Авакова, Р. (2013). Фразеосемантика. Алматы: Қазақ университеті. Айтбайұлы, Ө. (2013). Қазақ фразеологизмдері мен перифраздары. Алматы: Абзал-ай. Аксой, Ө. [Aksoy Ö.A.] (2021). Atasözleri ve Deyimler sözlüğü-1. İstanbul: İnkilap. Алефиренко, Н.Ф. (2009). Фразеология. В. кн. Фразеология и паремиология. (с. 12-235). Москва: Флинта. Аханов, К. (1993). Тіл білімінің негіздері. Алматы: Санат. Bölge ağızlarında atasözleri ve deyimler. (2019). Türk Dil Kurumu Yayinları. Ериш, Е., & Улушахин, Е. [Eriş E., Uluşahin E.] (2021). Metaforik dil-Atasözü ve deyimlerde metaforaların dillerarası analizi. Ankara: Nobel Bilimsel Eserler. Зимин, В.И. (2016). Основные роли образа в семантической структуре фразеологизма. В кн. отв.ред. А.П.Василенко. Современная фразеология: тенденции и инновации. (с. 32-51). Москва: Новый проект. Иүксел, Ф. [Yüksel F.] (2015). Deyimler ve ilginç hikayeleri. Ankara: Egemen Yayinları. Кеңесбаев, І. (1977). Қазақ тілінің фразеологиялық сөздігі. Алматы: Ғылым. Қайдар, Ə. (1998). Қазақ тілінің өзекті мәселелері. Алматы: Ана тілі. Мұсабаев, Ғ. (1963). Бір сөздің тарихы. Жұлдыз, 11, 153-154. Мұсабаев, Ғ. (1965). Жұмбақ сан – жұмбақ тіркестер. Жұлдыз, 11, 149-152. Пүскүллүоғлу, А. [Püsküllüoğlu A.] (2006). Türkçe deyimler sözlüğü. Ankara: Arkadaş Yayınları. Сағидолда, Г.С. (2011). Түркі-моңғол тілдік байланысы: топонимия және фразеология. Астана: Кантана Пресс. Синан, А.Т. [Sinan A.T.] (2015). Türkçenin deyim varlığı. İstanbul: Kesit Yayınları. Смағұлова, Г. (1998). Мағыналас фразеологизмдердің ұлттық-мәдени аспектілері. Алматы: Ғылым. Смағұлова, Г. (2020). Қазақ фразеологиясы лингвистикалық парадигмаларда. Алматы: Елтаным. Телия, В.Н. (1990). Семантика идиом в функционально-параметрическом отображении. Москва: Наука. Телия, В.Н. (Ред.). (1995). Словарь образных выражений русского языка. Москва: Отечество. Телия, В.Н. (1996). Русская фразеология. Семантический, прагматический и лингвокультурологический аспекты. Москва: Языки русской культуры. Хенгирмен, М. [Hengirmen M.](2017). Deyimler sözlüğü. Ankara: Engin Yayınları. Чой Юн Хи. (2001). Проблемы сопоставления внутренней формы фразеологизмов. В сб. статей Язык, сознание, коммуникация. (с. 37-49). Москва: Макс Пресс. Эмирова, А.М. (2020). Русская фразеология в коммуникативно-прагматическом освещении.Симферополь: Научный мир. ÇUVAŞÇA {+(ç)çen} SINIRLAMA BİÇİM BİRİMİNDE YENİ İŞLEV KAZANIMI Doç. Dr. Sinan GÜZEL, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-5508-1106 0. Giriş Türk dilinde adlar; kelime grubu ve cümle içinde diğer sözcüklerle bağlantılarını, çeşitli durumları işaretleyen biçim birimleri ile gerçekleştirirler. Ad ve eylem bağlantısında zaman ve mekâna bağlı ortaya çıkan sınır bildiriminde de diğer ad durum çekimlerinde olduğu gibi, ilgili durumu işaretleyen bir biçim birime gereksinim duyulur. Türk dilinde adlarda sınırlama durumu, büyük ölçüde sontakılar olmak üzere birtakım biçim birimleri ile de gerçekleştirilebilmektedir. Örneğin Eski Türkçede teg ve tegi sontakılarının yanında {+çA} biçim biriminden de zaman ve mekânda sınırlama bildirimi için yararlanılır: {+çA}: (1) bel-čä boguz-ča suv-da yorï- bel-sın boğaz-sın su-buld yürü- “bele kadar, boğaza kadar suda yürü-” (Erdal, 2004, s. 376)1 teg: (2) tabışğan yıl tavşan yıl beş-inç ay-ķa teg… beş-ss ay-yd gibi/sın “tavşan yılı beşinci aya kadar…” (MÇY2, 20-21) tegi: (3) ilg(ä)rü: şantuŋ y(a)zıka Doğuya Şantun ova-yd t(ä)gi: sül(ä)d(i)m gibi/sın s evk et-bgz.t1k “Doğuya, Şantun ovasına kadar ordu sevk ettim.”. (KT-G3 3) 1 2 3 Satır altı analizde karışıklığa yol açmaması için örnek cümlelerin alıntılandığı eserleri gösteren kısaltmalar aktarmalardan sonra verilmiştir. MÇY: Moyun Çor Yazıtı, bk. DTS, s. 546 KT-G: Köl Tigin Güney, bk. Şirin User, 2009, s. 203. 228 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Sınırlama durumu, Türkçe değişkelerde de büyük ölçüde sontakılarla sağlanır (bk. Öner, 2011a, s. 39-47; Karaağaç, 2012, s. 353-254): Ttü., Krm.-Tat., Gag. kadar; Özb. ķadar; Tat., Nog. ķader, ķaderlě; Az. ġeder; Tat. tiklě, Bşk. tiklěm; Az. din; Kry. deyin; Türkm. çen; Türkm çenli, Kkalp. çelli; Tat. çaklı, Bşk. saklı, Kmk. çakı; Krç-Blk. çaklı; Tat. hetlě vb. Ancak az sayıda Türkçe değişkede sınırlama bildirimi, sontakılar dışında biçim birimleri ile de gerçekleştirilebilmektedir: Azerbaycan Türkçesi {+cAn}, Yeni Uygur Türkçesi{+Kiçe}/{+Giçe} (Öztürk, 1994, s. 53), Çuvaşça {+çen}/{+ççen} vb. Yukarıdaki biçim birimlerinden Çuvaşça {+çen}/{+ççen}’in tek ve temel işlevi, ediş ve oluşun zaman içinde vardığı noktayı ve eylemin bitmeden önceki zamanını göstererek eylemin bitiş noktasını sınırlandırmaktır. Ancak Çuvaşçada söz konusu biçimin ‘-A kadar; -A değin; -A dek’ şeklinde belirlenen işlev alanından saparak ‘-den önce’ anlamıyla eylemin başlangıç noktasını sınırlandıracak biçimde kullanıldığına da tanık olunur. Öyle ki, bu ikinci durum, {+çen} biçim biriminin Çuvaşçadaki anılan temel işlevini tamamen silikleştiren, {+sĬr} (krş. +sIz) biçim birimi ile koşutluk gösterdiği bir süreci de beraberinde getirmektedir. Bu çalışmada, {+çen} biçim biriminin son derece sınırlı örnekte tanıklanan söz konusu alışılmadık kullanımının olası neden(ler)inin tartışılması; {+çen}’in bu yeni işlevi ile farklı bir çekim sistemine dâhil edilip edilemeyeceği sorusunun cevaplanılması amaçlanmaktadır. Araştırmanın ilerleyen kısımlarında benimsenecek bakış açısının anlaşılırlığına katkı sağlayacağı düşüncesiyle öncelikle Çuvaşçada sınırlama kategorisi hakkında bilgi verilecektir. 1. Çuvaşçada Sınırlama Durumu İlk kez 1769 tarihli altı dizelik Çuvaş şiirinde халчень “şimdiye dek” sözünde (bk. Durmuş, 2009a, s. 1113; 2014, s. 118) tanıklanan sınırlama durumu, yukarıda belirtildiği üzere ünlü uyumu dışında kalan {+çen} ve {+ççen} biçim birimleri ile gerçekleştirilir. Söz konusu biçimler, yalnızca zamanda sınırlamayı göstermekte, mekânda sınırlama ise taran, taranççen, (Ersoy, 2017, s. 415-416), şiti, şitiyeh, şitiççen ‘kadar, dek’ gibi sontakılarla sağlanmaktadır (bk. Pavlov, 1965, s. 321). (4) Vĭl ka starik O gece ihtiyar ir-ççen te ku hup-ma-r. sabah-sın da göz kapa-olm.bgz.t3k “O gece ihtiyar sabaha kadar gözünü yummadı.”. (Turhan, 1994) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 229 (5) phü-pe Samar huşş-i-n-çi çugun ul-a Ufa-vd Samara ara-iye.t3k-zn-buld demir yol-byd Belebey-e iti tĭsat-nĭ. Belbey-byd kadar/sın uzat-pst.ç3k “Ufa ile Samara arasındaki demiryolunu Belebey’e kadar uzatmışlar.”. (Osipov, 1977). İlgili biçim birimlerinden {+çen} /ç/, /f/, /h/, /k/, /p/, /s/, /ş/, //, /t/ ünsüzlerinden, {+ççen} ise ünlüler ve geri kalan ünsüzlerden sonra zaman bildiren adlara eklenir: ka-çen ‘akşama kadar’, hal’-ççen ‘şimdiye dek’, ıran-ççen ‘yarına dek’, irççen ‘sabaha kadar’ vb. Kendisinden sonra {±Ah} kuvvetlendirme biçim birimini alabilen {+(ç)çen}; {+hi} aitlik ve [+e] belirtme-yaklaşma biçim birimleri ile kullanıldığında sınırlama bildirimi pekiştirilir: taran-ççen-eh ‘-e kadar, -e değin’; un-ççen-hi ‘o ana kadarki’; hĭan-ççen-e ‘ne zaman kadar’ vb. Ekin çeşitli sözlerde kalıplaşması ile beliren yeni dilbilgisel yapılar da {+(ç)çen}’in bitiş sınırı bildiren işlevi ile koşut kullanımlara sahiptir: taran-ççeneh ‘-e kadar, -e değin’; taran-ççen ‘-e kadar, -e değin’ vb. Başlangıç noktasının sınırlandığı bir anlamsal içeriğin izlendiği temnççen ‘bir süredir’ ve numay-ççen ‘çoktandır’ sözlerinde ise {+(ç)çen} biçim birimi aktif değildir. Söz konusu örnekler, artık yarı gramatikal / yarı leksikal tutum gösteren birer zarf durumundadırlar. * {+(ç)çen} biçim biriminin kökenine ilişkin açıklamalar da, temel işlevi olan bitiş sınırı bildirimine ışık tutmaktadır. Fedotov (1996, s. 187) ve Räsänen’in (1957, s. 72) Az. {+çAn} ‘-e kadar’ ve Türkm. çenli ‘-e kadar’; Baskakov vd.nin Türkm. çen ‘kadar’ (1970, s. 414); Levitskaya’nın Kırg. çeyin ve Kzk. şeyin ‘-e kadar’ (1976, s. 119) karşılaştırmaları oldukça dikkat çekicidir. M. Öner’in (2011b, s. 61-65) Dede Korkut Kitabı’nda tespit ettiği {+dAn} sınırlandırma eki ile bu eke kaynaklık eden değin sontakısının Genel Türkçe biçimi olan tegin’in kaynaklık ettiği bir Çuvaşça sınırlama biçim birimi düşüncesi ise en akla yatkın ve tutarlı seçenek olarak belirmektedir: tegi-n > +ten* > (GT /t-/ ∼ Çuv. /ç-/) {+çen}. Benzing’in konuya ilişkin değin referansı da bu çıkarımı makul kılmaktadır (1959, s. 733). Tüm bu köken açıklamaları bütünlüklü biçimde ele alındığında, eylemin bitiş noktasını belirleyen dilbilgisel bir ögeye işaret edildiği görülür. Kısacası {+(ç)çen} biçim biriminde ‘-dan önce’ anlamına kapı açacak art zamanlı bir gelişimin izine 230 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı rastlanılmaz. Bu da, tanıkları izlenen böylesi kullanımların {+(ç)çen}’de ikincil ve sonradan gelişmiş olabileceğini ortaya koyar. Dahası Çuvaşçada eylemin zamanını başlangıç noktası bakımından sınırlayan müstakil bir durum biçim birimi de bulunmaktadır. {+tAnpA} ve {+rAnpA} biçimindeki bu ekler (bk. Durmuş 2009b, s. 102) ‘-dAn beri’ anlamıyla yüklemle bağlantı kurar. 2. {+(ç)çen} Biçim Biriminde Yeni İşlev Kazanımı Çuvaşçada eylemin bitiş sınırını göstermesi nedeni ile terminative (bk. Savalyev, 2020, s. 453) ve terminalis (bk. Benzing 1942, s. 468) terimleri ile tanımlanan {+(ç)çen} biçim biriminin, temel işlevinden uzaklaştığı kullanımlarına ilk olarak V. A. Andreyev dikkat çeker (2000, s. 118-119). Araştırmacı, Çuvaşça {+sĬr} [krş. {+sIz}] biçim birimini değerlendirdiği satırlarda, ilgili biçimin işlevlerini örneklerken bir yerde {+(ç)çen} biçim birimine göndermede bulunur. Andreyev, {+sĬr} biçim biriminin zamanından önce ve erken gerçekleşen eylemi göstermek için de kullanılabildiğini bildirdikten sonra aşağıdaki örneği verir (2000, s. 118): ırĭv- pirki-y-eh atte Ah, Vaşli mektup-iye.t3k dolayı-ys-kuv baba vĭhĭt-sĭr vil-ç, eppin? vakit-yok öl-bgz.t3k demek? (6) Ah, Vali “Ah, Vaşli’nin mektubu nedeniyle baba(m) erken/ vakinden önce öldü, demek ki?”. Çuvaşça satırların Rusça tercümesini “Ах, значит, отец умер преждевременно (до времени) из-за письма Василия?” şeklinde yapan araştırmacı, biçim birimin anlamsal bildirimini ise tıpkı Türkiye Türkçesi koşutu olan {+sIz}’da da tanıklanabilen4 ‘erken’ (krş. Rus. преждевременно) ‘vaktinden önce’ (krş. Rus. до времени) zarfları ile belirler. Ardından Andreyev, {+sIr} biçim biriminin, eylemin başlangıç sınırını gösteren söz konusu kullanımlarının Çuvaşçada eylemin bitiş sınırını gösteren {+(ç)çen} biçiminde de tanıklandığını ifade ederek aşağıdaki örneğe dikkat çeker (2000, s. 119): 4 krş. Türkiye Türkçesi: Karısı vaktisiz toprağa girdi. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 231 (7) Arĭm- Karı- iye.t3k te vĭhĭt-çen-eh r-e k-ç de vakit-sın-kuv yer-byd gir-bgz.t3k “Karısı da erken / vaktinden önce toprağa girdi (öldü).”. Görüldüğü üzere yukarıdaki örnekte, {+(ç)çen} biçim biriminin eylemin bitiş sınırını bildirmek olan temel işlevi izlenememektedir. {+(ç)çen}’in söz konusu kullanımının kaynağı hakkında herhangi bir açıklamada bulunmayan araştırmacı, yalnızca bunun Çuvaşçadaki kullanımının sınırlı olduğunu ifade etmekle yetinir. Peki, {+(ç)çen} biçim biriminin bitiş sınırı bildirimi ile taban tabana zıt olan söz konusu kullanımın kaynağı ne olabilir? Bu sorunun cevabını dil içi ve dil dışı işlev kazanımı ya da kod transferi ile açıklamak mümkün olabilir. Dil içi kod transferi ile burada kastedilen Çuvaşçanın kendi gramerlik dil malzemesi içinde gerçekleşen işlev aktarımlarıdır. Kimi zaman bazı biçimbirimleri arasında biçimsel, işlevsel ve isteme dayalı analojiler gerçekleşebilmektedir. Ancak {+(ç)çen}’in burada gözlemlenen durumunda Çuvaşçanın bir başka biçim biriminden kod transferi gerçekleşmesi olası görünmemektedir. Zira Çuvaşçada eylemin başlangıç sınırını gösteren {+tAnpA} ve {+rAnpA} durum biçim birimi yanında çok sayıda sontakı (ör. umn ‘önce’, pulasa ‘itibaren’, vara ‘sonra’ vb.) da bulunmaktadır. Dolayısıyla böyle bir işlev aktarımına gereksinim bulunmamaktadır. +A kadar’ > ‘+dAn önce’ gelişiminde olası bir dil içi işlev kazanımından söz etmek daha akla yatkındır. İhtiyat kaydıyla, ‘-A kadar’ anlamının eylemin bitiş sınırı gösterirken, sınırlanan zamandan öncesini de kapsaması nedeniyle biçim birimin işlevinde böylesi bir genişlemenin yaşanmış olabileceği düşünülebilir. Daha önce anılan temnççen ‘bir süredir’ ve numay-ççen ‘çoktandır’ örneklerinde yer alan temn ‘(belirsiz) şey’ ve numay ‘çok’ sözleri bitiş sınırı bildirimine uygun anlamsal içeriğe sahip değildirler. Bu nedenle bu sözler, {+(ç)çen} biçim birimini almaları durumunda Çuvaşçada ‘şeye kadar’* ve ‘çoka kadar’* gibi anlamlar ortaya çıkmaz. Bu yönüyle yarı gramatikal / yarı leksikal tutum gösteren bu zarfların biçimlenmesinde ifade edildiği şekilde bir işlev kazanımının gerçekleşmiş olması daha olasıdır. Dil dışı kod transferi ve işlev kazanımı ile kastedilen ise komşu bir dildeki herhangi bir dilsel kodun Çuvaşçaya transferidir. Bu çalışma odağında bakıldığında ise, yabancı bir dilde bulunan işlevsel açıdan denk bir biçimbirimde tanıklanan bir özelliğin {+(ç)çen}’e aktarımı olarak açıklanabilir. Bilhassa iki dillilik ortamında yaşamlarını sürdüren toplumlarda oldukça sık tanıklanan bu durumun çok sayıda örneği bulunmaktadır. Çuvaşça ve Rusça arasında da, Rusça > Çuvaşça 232 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı yönünde devam etmekte olan tek taraflı bir kod transferi söz konusudur. Yalnızca söz varlığı düzeyinde açıklanamayacak bu dil aktarımının, Çuvaşçanın biçim, dizim vb. alanlarında tanıklarını görmek mümkündür. Çuvaşça {+(ç)çen} biçim biriminin eylemin başlangıç noktasını sınırlandırma işlevini kazanımı Rusça до edatı ile ilgili olmalıdır. Rusça-Çuvaşça iki dilli gramerlerde, Çuvaşça {+(ç)çen}’e denk tek biçim olarak kaydedilen до edatı, (bk. Rezyukov, 1959, s. 178) Rusçada yalnızca başlangıç noktasını değil bitiş sınırını da bildirebilmektedir. Aşağıdaki örneklerde ilgili edatının her iki zaman sınırını da işaretleyebildiği görülmektedir: (8) Подожди Bekle-em. до выборов. kadar seçim-ild “Seçimlere kadar bekle.”. (9) Ребенок Çocuk родился до времени doğ-bgz.t3k önce zaman-ild “Çocuk zamanından önce doğdu.”. Dil ilişkilerinde hiçbir şeyin gerçekten ödünç alınmış olmayacağını, bu terim yerine kopyalama teriminin kullanılmasının daha uygun olacağını belirten L. Johanson’un (2007, s. 28-29) kod kopyalama modeline göre, bilindiği üzere A işareti temel kod görevindeki sosyal açıdan zayıf dili, B ise kodu kopya edilen sosyal açıdan baskın dili göstermektedir. Burada, Rusçadan (B) Çuvaşçaya (A) işlevsel düzeyde bir kod transferi söz konusudur. Bu durumda Çuvaşça {+(ç)çen}’de (7) numaralı örnekte belirlenen başlangıç sınırı bildirme işlevi, Rusça до edatından örnek alınan seçilmiş bir kopyadır. {+(ç)çen} biçim biriminin aktif bir şekilde başlangıç sınırı bildiriminde bulunduğu (7) numaralı örnekte yer alan vĭhĭtçen sözü odağa alındığında ise dikkat çekici bir başka koşutlukla karşılaşılmaktadır. vĭhĭtçen ‘zamanından önce / zamansız’ biçimi, aslında Rusça до времени ifadesinin birebir çevirisidir. Bu açıdan bakıldığında, ilgili kod aktarımının Rusça до > Çuvaşça {+(ç)çen} şeklinde biçim birimler arasında değil; Rus. до времени > vĭhĭtçen şeklinde, çekimli birimler arasında gerçekleşmiş olması daha olasıdır. Zira (7) numaralı örnekte belirlenen başlangıç sınırı bildirimi, {+(ç)çen} biçim biriminin kullanıldığı farklı sözlerde tanıklanamamaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 233 3. Sonuç ve Tartışma i. Müstakil bir sınırlama durum biçim birimine sahip olan Çuvaşçada; diğer Türkçe değişkelerden farklı olarak {+(ç)çen} sınırlandırma eki, yalnızca zamanda sınırlama yapabilmekte, mekanda sınırlama ise birtakım sontakılarla gerçekleştirilebilmektedir. ii. {+(ç)çen} sınırlandırma durum biçim biriminin Çuvaşçadaki tek ve temel işlevi eylemin bitiş sınırını göstermektir. Eylemin başlangıç sınırı bildirimi ise Çuvaşçada başka biçim birimi ve sontakılarla gerçekleştirilir. iii. Çuvaşçanın sınırlandırma durum biçim birimi {+(ç)çen} için olağan dışı olan başlangıç sınırı bildirme işlevinin, tarafımızca Rusçada hem başlangıç hem de bitiş sınırı bildirebilen до edatından kopyalandığını düşünülmektedir. Ayrıca {+(ç)çen}’in aktif şekilde çekimlendiği belirlenen tek örneğin vĭhĭt ‘vakit’ sözünün olması; vĭhĭtçen örneğindeki başlangıç sınırı bildiriminin Rusça до времени ifadesinin birebir çevirisi yapılarak kopyalandığını da düşündürmektedir. Bu nedenle de {+(ç)çen}’in Rusça до aracılığıyla edindiği başlangıç sınırı bildirimi kullanıldığı bağlamla sınırlı kalmış, yaygınlaşamamıştır. iv. {+(ç)çen}’de belirlenen başlangıç sınırı bildirimi, ekin nadir tanıklanan bir özelliği olarak belirtilmeli; {+(ç)çen} biçim biriminin temel işlevinin bitiş sınırı bildirimi olduğu gözden kaçırılmamalıdır. v. {+sĬr} ve {+(ç)çen} biçim birimlerin arasındaki koşutluğa dikkat çeken V. A. Andreyev; {+(ç)çen}’in {+sĬr} ile benzer işlevle kullanıldığını ifade ettiği örneklerin sınırlı sayıda olması nedeniyle iki biçim birimin aynı çekim sistemine dahil edilemeyeceğini bildirmektedir (2000, s. 119). Oysa {+sĬr} ve {+(ç)çen} biçim birimleri arasındaki var olduğu düşünülen koşutluk işlevsel değil, bağlamla ortaya çıkan anlamsal bir koşutluktur. Bu nedenle {+(ç)çen} ve {+sĬr} biçim birimleri arasında bu tür işleve dayalı ortak bir kategori oluşturma düşüncesi baştan hatalıdır. {+(ç)çen};{+sĬr} ile ortaklaştığı ifade edilen sınırlı kullanımları nedeniyle değil, müstakil bir durum biçim birimi olması nedeniyle {+sĬr} biçim birimi ile temsil edilen yokluk durumuna [лишительного падежа] dâhil edilemez. Zira {+(ç) çen}’in anılan yeni işlevi, sınırlama durum biçim birimi olma özelliği nedeniyle Rusçadan kopyalanarak edinilmiştir. 234 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kısaltmalar bgz Bitmiş Geçmiş Zaman buld Bulunma Durum Biçim Birimi byd Belirtme-Yönelme Durum Biçim Birimi ç3k Çokluk 3. Kişi [Biçim Birimi] em Emir Çekimi ild İlgi Durum Biçim Birimi iye İyelik Biçim Birimi kuv Kuvvetlendirme Biçim Birimi olm Olumsuzluk pst Postterminal / Sınır Sonrası sın Sınırlama Durum Biçim Birimi ss Sıra Sayı Sıfatı Biçim Birimi t1k Teklik 2. Kişi [Biçim Birimi] t2k Teklik 2. Kişi [Biçim Birimi] t3k Teklik 3. Kişi [Biçim Birimi] vd Vasıta Durum Biçim Birimi yd Yönelme Durum Biçim Birimi yok Yokluk Biçim Birimi ys Yardımcı Ses zn Zamir n’si [] Alt biçim birimlerin gösterilmesinde kullanılır. {} Üst biçim birimlerin gösterilmesinde kullanılır. + Adlara gelen eklerin önünde kullanılır. ∼ Denklik gösterir. > -a gider Az. Azerbaycan Türkçesi Bşk. Başkurt Türkçesi Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 235 Çuv. Çuvaş Türkçesi Gag. Gagavuz Türkçesi Kkalp. Karakalpak Türkçesi Kmk. Kumuk Türkçesi Krç-Blk. Karaçay-Balkar Türkçesi Krm.-Tat. Kırım-Tatar Türkçesi Kry. Karay Türkçesi Nog. Nogay Türkçesi Özb. Özbek Türkçesi Rus. Rusça Tat. Tatar Türkçesi Ttü. Türkiye Türkçesi Türkm. Türkmen Türkçesi Kaynaklar Andreyev, V. A. (2000). Oçerki po funktsional’noy grammatike çuvaşskogo yazıka: Kategoriya skloneniya imeni suşçstvitel’nogo. Çeboksarı. Baskakov, N.A.; Hamzaev, M.Y.; Çarıyarov, B. (1970). Grammatika turkmenskogo yazıka, Çast I, Fonetika i morfologiya. Ilım. Benzing, J. (1942). Tschuwaschische Forschungen (IV). ZMDG 96, 421-470. Benzing, J. (1959). Das Tschuwaschische. İçinde Philologiae Turcicae Fundamenta. (ss. 695751). Steiner. Durmuş, O. (2009a), Yeni Bulgar Türkçesi döneminin kaynakları II, Edebî kaynaklar: 1769 tarihli altı dize ya da ilk Çuvaş şiiri. Turkish Studies, Ahmet Buran Armağanı, S. 4/8, 11131127. Durmuş, O. (2009b). Çuvaşçanın şekil bilgisi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Durmuş, O. (2014). 18. yüzyıl Çuvaşçasının söz varlığı. Paradigma Akademi. Erdal, M. (2004). A grammar of Old Turkic. Brill. Ersoy, F. (2017). Çuvaş Türkçesi grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Fedotov, M. R. (1996). Çuvaşskiy yazık, istoki otnoşeniye k altayskim i finno-ugorskim yazıkam, istoriçeskaya grammatika. İzdatel’stvo Çuvaşskogo Universiteta. Johanson, L. (2007). Türkçe dil ilişkilerinde yapısal etkenler (Çev. Prof. Dr. Nurettin Demir). Türk Dil Kurumu Yayınları. Karaağaç, G. (2012). Türkçenin dil bilgisi. Akçağ. Levitskaya, L. S. (1978). İstoriçeskaya morfologiya Çuvaşskogo yazıka. Akademiya Nauk SSSR İnstitut Yazıkoznaniya. Nadeyev, V. M.; Nasilov, D. M.; Tenişev, E. R.; Şçerbak, A. M. (1969). Drevnetyurkskiy slovar’. İzdatel´stvo Nauka Leningradskoye Otdeleniye (=DTS). 236 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Osipov, P. (1977). Piççşpe şĭll: roman. Çĭvaş kneke izdatel’stvi. Öner, M. (2011a). Türkçede edatlı (sentaktik) isim çekimi. İçinde Türkçe yazıları. (ss. 31-38). Kesit Yayınları. Öner, M. (2011b). Türkçede dan/den edatı. İçinde Türkçe Yazıları. (ss. 61-65). Kesit Yayınları. Öztürk, R. (1994). Yeni Uygur Türkçesi grameri. Türk Dil Kurumu Yayınları. Pavlov, İ. P. (1965). Hal’hi çĭvaş literaturĭ çlhi – Morfologi. Çĭvaş ASSR Kneke İzdatel’stvi. Räsänen, M. (1957). Materialien zur morphologie der Türkischen sprachen. Studia Orientalia XXI. Rezyukov, N. A. (1959). Sopostavitel’naya grammatika russkogo i çuvaşskogo yazıkov. Gosudarstvennoye İzdatel’stvo Çuvaşskoy ASSR. Savalyev, A. (2020). Chuvash and Bulgharic languages. İçinde The Oxford guide to the Transeurasian Languages (Ed. Martine Robbeets and Alexander Savelyev). (ss. 446-464). Oxford University Press. Şirin User, H. (2009). Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı yazıtları söz varlığı incelemesi. Kömen Yayınları. Turhan, K. S. (1994). Sve Atĭla yuhsa kret: istori roman. Çĭvaş kneke izdatel’stvi. SAYI VEYA SAYISAL ÇOKLUK İÇEREN YER ADLARI Reyhan HABİBLİ, Azerbaycan, Bakü Devlet Üniversitesi ORCID No: 0000-0003-3236-0644 Giriş1 Toponimi, bilimin güncel ve önemli alanlarından biri olarak hızla gelişmekte, çeşitli sorunları kapsamlı araştırmalarla ilgilenmektedir. Bu çalışmalar sırasında coğrafi adlar halkın tarihi, etnogenezi, dili, coğrafyası vb. ilgili sorunların çözümü için gerekli ve önemli bir faktör rolünü oynamaktadır. Yer adları, dilin eski katmanlarına ait birimlerdir ve bölgenin coğrafi manzarasını, halkın zengin tarihini, maddi ve manevi kültürünü ve dilin leksik özelliklerini yansıtıyor. Yer adları için coğrafi durum çok önemlidir. V. A. Nikonov ayrıca, yer adları araştırmalarını ulusların sosyo-politik ve ekonomik tarihlerini incelemek için güvenilir bir kaynak olarak görmektedir. Yazar yer adlarının onları verenlerin dili hakkında bilgi verdiğini kaydediyor. Onlar belirli bir bölgede kurulduklarından, bu isimler esasında belirli arazide eski dili restore etmek ve onun yayılma sınırlarını belirlemek mümkündür (bkz: Аскеров, 1984). Karabağ toponimlerinin incelenmesi bu açıdan çok önemlidir. Araştırmada Karabağ arazisindeki sayı ve sayısal çokluk içeren yer adları ele alınmaktadır. Bu yer adları ilk bakışta basit göründükleri için ilginçtir. Ancak derinlemesine incelendiğinde, terimlerdeki nicel göstergelerin her zaman coğrafi gerçeklerle örtüşmediği ortaya çıkıyor. Bunun için yer adlarındaki sayıların anlamını netleştirmek, sayılardan oluşan birleşik adların bileşenlerinin kökenini belirlemek gerekiyor. Toponimide sayı sıfatları Sayılar, dilin en eski leksik birimleri arasındadır. “Türk dillerinde maddi dünya ile doğrudan ilgili olan sayılar, çok eski çağlardan beri kullanılmaktadır ve uzun bir gelişme ve tekamül sürecinden geçmiştir. Sayıların benzersiz yönlerinden biri, her ulus tarafından kullanılan temel sayıların başka bir dilden ödünç alınmamış, kendisine ait olmasıdır” (Kazımov, 2019, s. 121). Sayılar insan düşüncesinin gelişimini gösteriyor. “Çağdaş Türk lehçelerinde kullanılan sayılar, Eski Türkçede 1 Bu makale Bakü’de düzenlenen “Azerbaycan filoloji fikrinde Qarabağ mevzusu” adlı konferansta sunulan bildirinin genişletilmiş şeklidir. 238 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı kullanılan orijinal kelime - biçimiyle doğrudan ilişkilidir” (Qıpçaq, 2000, s. 66). Zeki Kaymazʼın da kaydettiği üzere, “Türkçede kullanılan sayıları ilk olarak GökTürk karakterli metinlerimizde görüyoruz. Köktürk işaretli Yenisey metinlerinde sayı bildiren kelimelerin kullanılışı Köktürkçeden farklı değildir. Köktürkçeden farklı olarak, Yenisey Yazıtlarında bir üst onludan alma sistemine göre on birden seksene kadar olan sayıları örnekleriyle takip edebilmekteyiz. Türkiye Türkçesindeki sayıların bugün kullandığımız şekilleri Eski Anadolu Türkçesine dayanmaktadır. 1’den 10’a kadar sayılar bütün Türk lehçelerinde söyleyiş farklılıkları dışında aynıdır. Aynı durum birleşik sayılarda 11’den 19’a kadar istisnaları olmakla birlikte geçerlidir” (Kaymaz, 1991; 2002). Bir yandan sayıların eski kelimeler olarak kabul edilmesi soyut kavramları ifade etmeleri ile ilgilidir. “Kemiyet kategorisi, hem somutluğun hem de soyutlamanın olduğu ikili bir doğaya sahip soyut bir kategoridir. Gerçek olarak sayılabilecek somut şeyleri ve somut olmayan sayılamayan kemiyeti içeriyor. Bu kategori, genellemeler sonucunda en çeşitli kelimeleri birleştiriyor. Kemiyet kavramı, belirli riyazi sayılarla ifade edildiğinde somut bir karaktere sahiptir” (Amanəliyeva, 2020, s. 12). Her dilin kendi sayı sistemleri vardır. Bununla birlikte, sayı kavramı doğası gereği beşeriyete aittir, zaman, mekan, miktar yalnızca bu anlayışla ifadesini buluyor. Coğrafi adların oluşumlarına sayıların katılımı ilginç gerçekleri ortaya koymaktadır. “Türk mitolojisi başta olmak üzere Türk kültüründe yer alan özellikle bir, iki üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, kırk, yüz, bin gibi sayılar Türk dünyası içerisinde ortak birer sayı motifidir ve her birinin bu kültüre haiz kişilerce anlamı bilinmektedir” (Hirik, 2017, s. 225). Belli olduğu üzere bazı sayılar kutsal olaraq bilinmektedir. Örneğin, dört rakamının kutsal sayılması varlığın dört unsurdan (hava, su, ateş, toprak) ibaret olması, Hurufiliğin temelini oluşturan harflerin genel sayısının alınmasında “dört”ün kullanılmasıyla ilgilidir. Yer adlarının çoğu kutsal sayılan rakamlarla ifade ediliyor. Zaman zaman insanlar sayılara anlam yüklemiş, onları bazı gelenek ve göreneklerde önemli kılmıştır. Karabağʼın yer adlarında sayılar yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlar, temel sayılarla türemiş ve birbirine yakın konumlanmış aynı türden nesnelerin sayısını gösteren coğrafi adlardır. Sayıları içeren yer adlarının çoğu, iki veya daha fazla sözcükten oluşan birleşik birimlerdir. Sayılar, birleşik toponimlerin ilk bileşeni olarak işlev yapıyor. Toponimlerin diğer kısmı çeşitli biçimde oluyorlar: sayı sözcüğü + coğrafi terim (Yedigedik), sayı sözcüğü + iki coğrafi terim (Dokuzdere Köberi), sayı sözcüğü + genel isim + coğrafi terim (Üçarmut tepesi) vb. Yer adlarında coğrafi terimlerin önemli rol oynadığı bilinmektedir. Coğrafi terimler, hem yer adının türünü belirtmeye hizmet ediyor hem de adın anlamını gösteren tanımlayıcı kısımlardır. Bu terimler, ulusal dilin kelime oluşturma araçlarından ibaret- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 239 tir ve dilbilgisi kurallarına göre oluşturuluyor. Karabağ toponimlerinde bulunan coğrafi terimler, yer adlarının teşekkülünde büyük önem taşımaktadır. Örneklere dayanarak bu tür adları ele alalım: 1) Sayı + coğrafi terim. Bu yapı üzere oluşan yer isimleri iki tür oluyor. Bunların bir kısmı sayı sözcüğü ile coğrafi terimin doğrudan birleşmesinden ibarettir ve bileşenleri birlikte yazılıyor: Elliark (Əlliarx) – Berde ilçesinde ark (arık) ismidir. “Hidronim elli sayısına ark coğrafi terimi eklenmekle oluşmuştur, nehir kollarının sayısının çokluğunu gösteriyor” (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, I c., s. 182). Üçtepe – Cebrayil ilçesinin Dağ Tumas köyü arazisindeki bu oronimide (oronimi – dağ adı) “tepenin sayısının üç olması göz önünde bulunduruluyor” (bkz: Tapdıgoğlu, 2013, s. 384). Karabağ silsilesinin merkez hissesinde, Hocalı ve Laçın ilçeleri sınırında yerleşen dağın adı da böyledir. Dağın zirvesinin üç tepeden ibaret olduğunu gösteriyor (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, II c., s. 258). Bazı toponimlerde ise coğrafi terim sayıdan ayrı yazılıyor. Yedi tepe - Sayıları içeren isimlerden biridir. Bu isim Ağdam ilinin Boyehmedli köyü arazisinde tescil edilmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yedi kelimesi bir sayıyı, tepe kelimesi ise coğrafi bir terimdir. “Azerbaycanʼda tepe terimi ile ilişkili olarak kayıtlı 3.500 orografik nesne var. Yedi tepenin coğrafi adları Ağsu, Bilesuvar, Gebele, Oğuz, Tatar, Fuzuli bölgelerinin topraklarında bulunuyor” (Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 152). 2) Sayı +iki coğrafi terim. Bu model temelinde oluşan toponimlere dikkat edildiğinde belli oluyor ki, bu yer isminin içerisinde sayının coğrafi terimle birleşmesinden başka, nesnenin türünü yansıtan coğrafi terim de kullanılıyor. Üçbulak dağı – Yukarı Karabağʼda, Hocavent ilçesinin arazisinde kayda alınan orografik nesnelerden biridir. Oronim üç, bulak (çeşme) ve dağ kelimelerinden ibarettir. Coğrafi adın içeriğindeki -ı eki iyelik ekidir. Dağ coğrafi terimi olumlu rölyef şeklini bildiriyor. Dağ, çevresinde mevcut olan üç gözlü çeşmenin (Üçbulak) ismiyle ilgili böyle adlandırılmıştır (Tapdıqoğlu, 2009). Dörttepe dağı - bu oronim, Cevahirli köyü yakınlarındaki Ağdam bölgesi topraklarında tescil edilmiştir. Bu oronim, dört ve tepe kelimelerinden oluşmuştur. “Dört kelimesi sayı anlamına geliyor, tepe kelimesi ise olumlu rölyef şekli ifade eden coğrafi terimdir. Dağ, onu kapsayan tepelerin sayısına göre Dörttepe adlandırılmıştır” (Tapdıqoğlu vd. 2006). 240 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı N.Memmedov toponimlerin bir türü olan oronimilerde sayı bildiren kelimelerin özellikle yaygın kullanıldığını bildiriyor. “Bir kural olarak sayı bildiren kelimeler oronimlerin ilk kısmı yerinde kullanılıyor. Üçarmut tepesi (Fuzuli ilçesi Serdarlı köyü); Üçocak yalı (Fuzuli ilçesi, Karahanbeyli köyü); Üçtepe (Ağdam ilçesi, Gülablı köyü); Üçtepeler (Terter ilçesi, Seyidimli köyü); Dörtçinar güneyi (Fuzuli ilçesi, Horadiz köyü); Yedi kardeş dağı (Fuzuli ilçesi, Karakollu köyü); Yeditepe (Terter ilçesi, Sarıçala köyü); Yedibala tepe (Yevlah ilçesi, Malbinesi köyü); Dokuzdere (Fuzuli ilçesi Saraclı köyü)” (Məmmədov, 1993, s. 64). 3) Sayı + genel isim + coğrafi terim. Bu yapıdan oluşan toponimler sayı sözcüğü ile genel ismin birleşmesinden başka, nesnenin türünü gösteren coğrafi terimden ibarettir. Üçoğlan köyü - Ağdam ilçesine ait yerlerden biridir. Karabağ ovasında yer almaktadır. 16. yüzyılda Karabağʼda yaşayan Otuzikiler aşiretinin Üçoğlan adında bir yerleşim yeri vardı. Üçoğlan oykonimi (oykonim - orunadı) üç ve oğlan kelimelerinden ibarettir. Yer adındaki üç kelimesi sayı ifade ediyor. “Eski Türkçede kullanılan “oğlan” kelimesi “askerî grup”, “prens, şehzade” anlamlarına gelmektedir. Üçoğlan yer adı “üç askeri birlik” anlamına geliyor. Oğlan terimi, “emire ait askerî birlik”, “koruma (askerî birlik)” anlamını ifade ediyor (Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 234). Üçağaç dağı – Cebrayıl ilçesi arazisinde rastlanan bu oronim de sayısına göre ad verilen coğrafi nesneyi yansıtıyor. Üçağaç dağı özel ismi dağda üç ağacın olmasını ifade ediyor (Tapdıqoğlu, 2013, s. 384). Üçparmak tepesi - Cebrayıl ilçesine bağlı Tulus köyünde bulunan bu nesnenin adı üç parmak şeklindeki tepenin görünümü ile alakalıdır (Tapdıqoğlu, 2013, s. 384). Üçtık dağı - A. Karabağlı, Hocalı topraklarındaki bu dağın adının Üçtaq - üç tağ kelimesinin tahrif edildiğini belirtiyor. Dağ, coğrafi konumu nedeniyle bu şekilde adlandırılmıştır (bkz: Qarabağlı, 2008, s. 362). Üçoçak tepesi - Fuzuli ilçesinde bulunan orografik nesnedir. Toponimin içeriğindeki “ocak” kelimesi, bir zamanlar burada yakılan “ocak” ve “ateş”le ilgilidir (Tapdıqoğlu, 2006, s. 288). Kaydetmek gerekir ki, üç sayısına Karabağ toponimlerinde sık rastlanılmaktadır. Bellidir ki, mitoloji düşüncede sayılar belirli anlam taşımaktadır. Firudin Ağasıoğlu’nun kanaatince “mito-poetik anlamı açısından sayıların en önemlisi üç sayısıdır, çünkü onun üzerine dört sayısı geldikte (3+4) alınan 7 ve üçer (3x3), dörder (3x4) tekrarından alınan 9 ve 12 sayıları birçok halkların mitolojisinde ak- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 241 tif kullanılmakta ve kutsal rakam olarak bilinmektedir” (Ağasıoğlu, 2019, s. 64). İlk sayı sistemini oluşturan 3 sayısı aynı zamanda “mutlak bütünlük (dünyanın maddi tarafı üçle hazır olur), üstünlük (Yaratıcı üçlüğü), zeka-olgunluk (insanda akıl, güç ve görünüş)” (Qafarov, 2010, s. 21) olarak da açıklanıyor. Bunun yanı sıra ayların mevsimler üzere üçer sınıflandırılması, masal ve destanlarda padişahın üç oğlu veya üç kızının olması, “gökten üç elma düştü” cümlesinin kullanılması vb. üç sayısının konumunu doğrulamaktadır. Bazı sayılar toponimlerde genel olara çokluk ifade ediyor. Örneğin, “oronimlerde kırk kelimesi yalnızca çokluk anlamına geliyor” (Məmmədov, 1993, s. 65). Hakikaten de örneğin, Yedibulak veya Kırkbulak, çoğunlukla çeşmelerin yedi veya kırk olduğunu değil, onların sayıca çokluğunu bildiriyor (Əhmədov, 1991, s. 232). Kırkkız dağı - Hocalı, Laçın, Kelbecer bölgelerinin arazilerini kapsayan bu nesnenin adı kırk ve kız bileşenlerinden oluşmuştur. Kelimenin etimolojik anlamı kırk sığınak, kırk gizli yer, kırk siper, kırk hisar demektir. Sözcüğün ikinci ögesi olan gız/kız/kuz sözcüğü Türkçe kökenli sözcük birimi olarak şu anlamlara gelmektedir: “nadir”, “sevgili”, “kıymetli”, “koruma yeri”, “barınak”, “hendek”, “gizli yer”, “kale” vb. “Kırk, hem Azerbaycan Türkçesinde hem de diğer Türk dillerinde kutsal olduğundan Türkçe konuşan halkların söz varlığında sıkça kullanılıyor” (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, II c., s. 54-55). Ramazan Gafarlıʼnın fikrince “40ʼın olduğu yerde, dünya modelinin bir katmanından diğerine geçişi içeren bir ritüel vardır: “40 gün düğün, 40 gün yas, 40 gün lohusa süreci vb. “Kırk düğmeli elbise”, “kırk oda”, “kırk deve yükü” deyince ilk bakışta kutsallık duyulmamaktadır. Ama sonunda düğmeler açılıp tekrar kapandığında bu sayının arkasında gizemli bir dünyanın saklı olduğu ortaya çıkıyor” (bkz: Qaliboğlu). Dünyanın 7 günde yaratılması göğün,yedi katmandan ibaret olması, halk arasında yaygın olan yedi ev, yedi kabir, yedi renk vb. bu gibi ifadeler, dört (hava, su, toprak, ateş) ve göğe ait üç (güneş, ay, yıldız) en esas unsurun birleşerek (4+3=7) yedi sayısını oluşturması, dünyanın vahdet (birlik) modeli olması yedi sayısının kutsallığını doğruluyor. Bu bakımdan coğrafi adlarda da yedi sayısının belirli konumu ve önemli rolü vardır. Yediharman dağı - Ağdam bölgesi topraklarında, Hızırlı köyü yakınlarında bulunan nesnenin adıdır. Oronimin bileşenleri: sayıyı ifade eden yedi kelimesi, harman (Az.T.-xırman) kelimesi ve olumlu rölyef bildiren dağ coğrafi terimi. “Harman, tahılın harmanlanması, temizlenmesi ve kurutulması için bir yerdir, harman yerleri genellikle ekim alanının yakınında bulunur. Haçın nehri üzerinde yedi adet su değirmeni bulunduğu için dağa bu ad koyulmuştur” (bkz: Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 153). 242 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Yediharman yamacı – “Yamaç” terimi “Dağın veya tepenin herhangi bir yanı” anlamına geliyor. “Yamaç olumlu rölfey şekli bildiren coğrafi terimiyle dilimizde 1.200’e kadar orografik nesne kaydedilmiştir” (bkz: Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 153). Yediharman güneyi – oronimdeki güney terimi, “dağ veya tepenin güneye, güneydoğuya bakan kısmı” anlamına geliyor. Güney teriminin katılımıyla 2700’den fazla oronim vardır (bkz: Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 153). Yediharman deresi – burada dere coğrafi terimi olumsuz rölyef şeklini ifade ediyor. “Dere rölfeyin dar ve çökek şekli demektir” (bkz: Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 153). Yer adlarının içeriğinde sayısal çokluk içeren kelimelere de rastlayabiliriz: qoşa (çift), əkiz (ikiz), yalqız (yalnız), yarım. Goşabulak köyü - Cebrayıl ilçesinin köylerinden biridir. Geyen ovasındadır. “Goşabulak köyü, adını kendi arazisindeki Goşabulak hidroniminden almıştır. Yer adı, goşa (çift) ve bulak (çeşme) sözcüklerinden ibarettir” (bkz: Tapdıqoğlu vd. 2013, s. 296). Goşagirme dağı - nesnenin adı goşa ve girme (dar, daralmış, sıkı) kelimelerinden ibarettir. Muhtemelen dağın sarp kayalıkları birbirine yakın olduğu için böyle bir isim ortaya çıkmıştır (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, s. 66). Goşakehriz – Fuzuli ilçesine ait coğrafi addır. Bu nesne Horadiz köyünde bulunmaktadır. “Burada zamanında basamaklı bir kuyu olmuş ve insanlar oradan su almak için basamaklardan aşağı inerlermiş” (Tapdıqoğlu, s. 226). Goşatepe - Ağcabedi ilçesine ait olan bu oronim, goşa ve tepe kelimelerinden ibarettir. Nesne, bölgede birbirine bitişik iki tepe olduğu için böyle adlandırılmıştır. Goşatepe tarihî anıtı, ilk Tunç Çağıʼnın eski bir yerleşim meskeni olarak kabul edilir. Boyat köyünde de ayrıca Goşatepe adında bir kurgan vardır (Tapdıqoğlu, 2007, s. 334). İkiztepe – orografik nesne Ağdam ilçesine aittir. Bu arazide iki benzer tepe olduğundan nesne böyle adlandırılmıştır. Tepe coğrafi terimi olumlu rölyef şeklini bildiriyor (Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 100). Yarımaca köyü – Terter ilçesine ait arazidir. Oykonim “köyün yarısı” anlamına geliyor (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, II, c., s. 272). Karabağ toponimlerinin arasında Beşdeller, Otuzikiler gibi ilginç yer adları da vardır: Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 243 Beşdeller - Hocalı ilçesine ait bir köyün adıdır. “Halk etimolojisine göre “Beş deli” yorumu vardır. “Deli” eski Oğuz - Türk dillerinde “cesur, yiğit” anlamlarına gelmektedir (Qarabağlı, 2008, s. 340). Otuzikiler – Berde ilçesine ait köy ismidir. Oykonim Karabağʼda yerleşmiş otuzikiler soyunun adından türemiştir (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, II, c., s. 147). Yer adlarında sayıların kullanılma nedenleri farklıdır, onları çeşitli işlevler yerine getirirler. Örneğin, bazı yer isimlerinde sayılar numerik farklılaşma gerçekleştiriyor: örneğin, İkinci Mahmudlu köyü. Yapısal açıdan numerik olarak farklılaştırılmış yer adları “karşılaştırılan coğrafi adların her birine sayı şeklinde alametin eklenmesiyle oluşturuluyor” (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, I. c., s. 449). Birinci Karademirci – Berde ilçesinde köydür. Oykonimin ilk bileşeni onu aynı ismi taşıyan ikinci mekȃnın adından ayırmaya hizmet ediyor. İkinci bileşen ise burada yerleşmiş karademirçi topluluğunun adındandır. Etno-toponimdir (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, I. c., s. 101). Birinci Mahmudlu – Fuzuli ilçesine ait etno-toponimdir. Üç köyden ibaret olan benzer isimli arazini birbirinden ayrımak için toponimde “birinci” sayısı kullanılmıştır (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, I. c., s. 101). Birinci Yüzbaşılı köyü – Ağdam ilçesinde köydür. Köyün eski ismi Yüzbaşılı olmuştur. “XIX. yüzyılda buradan başka bir yerleşim yeri (İkinci Yüzbaşılı köyü) oluşturulunca bu yerleşime Birinci Yüzbaşılı köyü adı verilmiştir. Toponim “yüzbaşıya ait köy” anlamına geliyor. Yüzbaşılı oykonimi bir zamanlar Mil-Karabağ ovasında yaşamış olan kılıçlı aşiretinin yüzbaşılı tiresinin burada yerleşmesinden dolayı böyle adlandırılmıştır” (Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 70). Numerik (sayısal) farklılaşma, iki yer adını birbirinden ayırmaya hizmet ediyor ve karşılaştırılan yer adlarının her birine birinci, ikinci gibi temel sayılar biçiminde bileşenler veya göstergeler eklenmesiyle oluşturuluyor. Bu, dünyanın birçok yer adlarında (özellikle şehir adlarında) görülmektedir. Örneğin, bazı şehirlerde sokakların, caddelerin numaralarla işaretlendiği bilinmektedir. Numaralandırma, şehire ait topo-objenin ortaya çıkma sırasını gösteriyor. Yerleşimlerin karşıt adaylığı, ikili karşıtlığa dayanmaktadır. Nesnenin sayısına bağlı olarak, bileşenler değişebiliyor: Dördüncü Barak – Ağcebedi ilçesine ait köyün adıdır. Barak “ahşaptan yapılmış geçici, hafif konut binası” demektir (Azərbaycan Dilinin İzahlı Lüğəti, 2006, I 244 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı c., s. 220). “Sovyetler Birliğinde yaranmış Kırmızı Budka tipli oykonimlerdendir” (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, I. c., s. 170). Sonuç Karabağʼın sayı ve sayısal çokluk içeren yer adlarının analizi şunu gösteriyor ki, sayılar nesnenin yalnızca belirli sayısını değil, aynı zamanda çokluğunu da gösteriyor. Toponimlerin içerisinde rakamların yanı sıra sayısal çokluk içeren goşa (çift), yarım, ikiz, yarımca vb. kelimeler de kullanılmaktadır. Örnekler esasında söyleyebiliriz ki, bölgenin toponimlerinin içerisinde üç, yedi sayılarına daha sık rastlanılmaktadır, numerik farklılaşma da yaygındır. Konunun incelenmesi toponimide coğrafi, etno-kültürel ve tarihî medeni apelyatiflerin öğrenilmesi zamanı faydalı olabilir, aynı zamanda arazinin Türkçe kökenli adlarının yayılma coğrafyasının araştırılmasında da kullanılabilir. Say bileşenli yer adları Türk halklarının eski geleneklerini, dinî ve dünyevi görüşlerini yansıtıyor. Kaynakça Ağasıoğlu, F. (2019). İslamöncəsi Türk tarixi. (Doqquz Bitik). V Bitik: Mifologiyada tarix: [Elektron resurs]. İstanbul. 62-67. URL: https://bextiyartuncay.files.wordpress.com/2019/05/vbitik-mifologiyada-tarix..pdf . Amanəliyeva, A. (2020). Azərbaycan və ingilis dillərinin linqvistikasinda kəmiyyət məzmunlu vahidlər ümumi qrammatik kateqoriyanin bir növü kimi: [Elektron resurs]. Elmi İş, 12-18. URL: https://aem.az/uploads/files/2021-02/1612794249_-pespublka-konfrans_001.pdf Аскеров, М. (1984). Структура и семантика иранского пласта топонимии Азербайджана: [Электронный ресурс]: /дисс. … кандидата филологических наук/ – Баку, 180 с. URL: https://www.dissercat.com/content/struktura-i-semantika-iranskogo-plasta-toponimiiazerbaidzhana. Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti (2006). I c. Bakı: Şərq-Qərb. Azərbaycan toponimlərinin ensiklopedik lüğəti (2007). I c. Bakı: Şərq-Qərb. Azərbaycan toponimlərinin ensiklopedik lüğəti (2007). II c. Bakı: Şərq-Qərb. Əhmədov, T. (1991). Azərbaycan toponimikasının əsasları. Bakı: Bakı Universiteti. Hirik, E. (2017). Türk Dünyası Atasözlerinde Sayılar ve Anlam Alanları. International Journal of Languages’ Education and Teaching. Volume 5, Issue 1, 223-241 Kaymaz, Z. (1991). Eski Anadolu Türkçesinde Sayı Adları ve Kullanılışları. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten, cilt 39, 5-17. URL: https://tdkbelleten.gov.tr/tam-metin-pdf/464/tur Kaymaz, Z. (2002). Türklerde Sayı Sistemleri. Türkler, c.3. Ankara, 419-426. URL: https://www.academia.edu/11025210/T%C3%BCrklerde_Say%C4%B1_Sistemleri_T%C3%BCrkler_C_3_ Ankara_2002_s_419_426 Kazımov, İ. (2019). Türk dillərinin müqayisəli morfologiyası. III c. Bakı: Elm. Qafarov, R. (2010). Azərbaycan türklərinin mifologiyası (qaynaqları, təsnifatı, obrazları, genezisi, evolyusiyası və poetikası) Filologiya elmləri doktoru alimlik dərəcəsi almaq üçün təqdim edilmiş dissertasiyanın avtoreferatı. Bakı. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 245 Qaliboğlu, S. Saylarımızın mifikliyi haqqında nə bilirik? https://www.medeniyyet.az/page/ news/41499/.html Qarabağlı, A. (2008). Qarabağ, onun qədim tayfaları və toponimləri. Bakı: Mütərcim. Qıpçaq, M. (2000). Kəmiyyət anlayışının ifadəsi. Bakı: Elm. Məmmədov, N. (1993). Azərbaycanın yer adları. Bakı: Azərbaycan Dövlət Nəşriyyatı. Щербак, А.С. (2020). Дифференциальный модус: его проявление в топонимике: [Электронный ресурс]. Неофилология, 23, Т. 6, 448–455. URL: DOI 10.20310/25876953-2020- 6-23-448-455 (Şerbak, A.S. (2020). Differençialnıy Modus: Ego Proyavleniye v Toponimike: [Elektronnıy resurs]: Neofilologiya, 23, Т. 6, 448–455. URL: DOI 10.20310/2587-6953-2020- 6-23-448-455). Tapdıqoğlu, N. (2007). Ağcabədi ensiklopediyası. Bakı: Təhsil. Tapdıqoğlu, N. (2013). Cəbrayıl ensiklopediyası. Bakı: Təknur. Tapdıqoğlu, N. – Əliyev, A. (2006). Ağdam rayonu və onun toponimiyası (Ensiklopedik dərgi). Bakı: Təhsil. Tapdıqoğlu, N. (2009). Xocavənd ensiklopediyası. Bakı: Zərdabi LTD MMC. Tapdıqoğlu (Vəlişov), N. (2006 ). Füzuli rayonu və onun toponimiyası (Ensiklopedik dərgi). Bakı. ŞƏRQ DİLÇİLİYİ TARİXİNDƏ MEHDİ NİZAMƏDDİN MƏHƏMMƏD HACI ƏLİ HÜSEYN ƏL SƏFƏVİNIN TARİXİ LEKSİKOQRAFİK ƏSƏRİ “SƏNGİLAX”IN YERİ Doç. Dr. Galibe Hacıyeva, Nahçıvan Devlet Üniversitesi ORCID No: 0000-0001-2345-6789 Giriş Hər bir xalqın dilinin lüğət tərkibi onun milli varlığının və mədəniyyətinin əsas göstəricisidir. Bu mədəniyyətin maddi sübutu isə ən qədim dövrlərdən bu günə qədər dilin lüğət tərkibindəki sözlərin sistemləşdirilmiş şəkildə yazıya köçürülməsidir. Hər bir xalqın mədəniyyət tarixində leksikoqrafik əsərlərin mühüm rolu olduğu kimi, türk leksikoqrafiyası tarixində də dilçiliyin müxtəlif sahələrinə həsr edilmiş çox zəngin və rəngarəng lüğətlərin böyük rolu olmuşdur. Müəyyən tarixi dövrlərdə tərtib edilmiş, cəmiyyətin bilik səviyyəsini əks etdirən bu lüğətlər xalqın dilini, keçmiş həyat tərzi, adət və ənənələrini öyrənmək, dilin leksikasını araşdırmaq baxımından çox böyük əhəmiyyəti kəsb edir. Lüğətlərdə verilmiş hər bir sözün arxasında tarixin gizli qalmış səhifələrini aydınlatan böyük bir tarix durur. Tarixi lüğətlər vasitəsilə sözlərin ilkin semantik yükü açılır, ədəbi dil tarixinin, həm də tarixi qrammatikanın elmi şəkildə tədqiqinə imkan yaranır. B.Vahabzadənin söylədiyi kimi “Hər ifadə tarixin bir səhifəsidir. Böyük bir kitabın, arxeoloji qazıntının verə bilmədiyi, axtardığı tarixi həqiqəti bir kəlmə söz, bir ifadə öz bağrında qoruyur” [Hacıyeva: 2008, s.4]. Cəmiyyətin bütün sahələri ilə qırılmaz surətdə bağlı olan dil xalqın tarixi ilə sıx əlaqədardır. Dilə olan təsir ilk növbədə lüğət tərkibində öz əksini tapır. Lüğətlərdə dilin müxtəlif sahələri ilə bağlı leksik materiallar yazıya alınaraq əsrlərdən əsrlərə keçir və dilin inkişaf səviyyəsini müəyyənləşdirmək imkan yaradır. Lüğətlər bütövlükdə dilin leksik mənzərəsini geniş şəkildə əks etdirir, hətta ədəbi dilin mövcud zaman üçün arxaikləşmiş sözlərini siyahıya alır. Lüğətlərin köməyi ilə dövrün dili, mədəniyyəti, elmi, hüquqi dövlətçiliyi, təsərrüfatı, məişəti ilə bağlı bütün bilikləri əldə etmək mümükündür. “Lüğətlər dilin lüğət tərkibindəki sözlərin siyahısını saxlayan bir kitabdır, lüğət xalqın bütün birliyini lazımi şəkildə əks etdirən bir reyestr olmalıdır” (D.Didro) [Mahmudova: 2016, 248 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı s.8]. A.M.Qurbanovun qeyd etdiyi kimi “Lüğətlər xalqın mədəni inkişafı və tələbatı əsasında meydana çıxmışdır. Belə ki, xalqın mədəniyyəti, dünyagörüşü artdıqca onun tələblərini ödəmək üçün müəyyən vasitəyə ehtiyac duyulur” [Qurbanov: 1962, s.3]. Dilçiliyin ən qədim tarixi sahəsəi olan leksikoqrafiya bütövlükdə dilin tarixi müstəvidə tədqiqi üçün böyük əhəmiyyətə malik bir sahəsi olduğu kimi, müxtəlif dillərin qarşılıqlı əlaqələrinin araşdırılmasında, eyni zamanda tarixi dialektoloji tədqiqatların aparılması üçün də faktik dil materialı olaraq mühüm əhəmiyyət kəsb edir. Şərq dilçiliyində leksikoqrafiyanın çox qədim tarixi var. Şərq dilçilik tarixinin mühüm bir parçası olan Azərbaycan dilçiliyinin ən qədim sahələrindən biri olan leksikoqrafiyanın tarixindən aydın olur ki, müxtəlif tarixi dövrlərdə Azərbaycan alimlərinin hazırladığı lüğətlər çox funksiyalı mahiyyət daşımışdır. Əlimizdə olan tarixi mənbələrdən aydın olur ki, ümumtürkoloji dilçilikdə XI Əsrdə M.Kaşğarlının “Divanü Lugat-it Türk” əsərindən sonra, Şərq dilçiliyində XIII əsrdən başlayaraq Azərbaycan alimləri ərəb, fars, türk dillərinin materalları əsasında çox sayda leksikoqrafik əsərlər yazmışlar. Bu əsərlərin bir qismi araşdırılıb tədqiq olunsa da, təəssüflə qeyd etmək lazımdır ki, hələ də bir çox qədim lüğətlər tədqiqatlardan kənarda qalmışdır. Azərbaycan dilinin tədqiqatlardan kənarda qalmış qədim leksikoqrafik əsərlərindən biri də XVIII əsrə aid “Səngilax”dır. Mirzə Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Hacı Əli Hüseyn əl Səfəvi tərəfindən yazılmış bu əsər son illərdə ortaya çıxmış olasa da, elm aləminə lazımi səviyyədə tanıdılmamışdır. Azərbaycan leksikoqrafiyasının tarixi mənbələri haqqında Dünyanın bir çox dilləri kimi, qədim oğuz-qıpçaq dilinin varisi müasir Azərbaycan dili dünyanın ən qədim dillərindən biri kimi zəngin tarixi lüğət tərkibinə malikdir. Ən qədim tarixi dövrlərin, xüsusilə şumer mədəniyyətinin izlərini söz varlığında əks etdirən və çox qədim tarixə malik olan müasir Azərbaycan dili əsrlər boyunca öz milli orijinallığını qoruyub saxlamış, tarixi ənənələrə söykənərək böyük bir inkişaf səviyyəsinə çatmışdır. Türk dilləri ailəsinin oğuzsəlcuq yarımqrupuna aid olan müasir Azərbaycan dilinin zəngin söz varlığı ilə dünya dilləri sırasındakı özünəməxsus yer tutduğunu müxtəlif dövrlərdə yazılmış qədim tarixə malik leksikoqrafik əsərlərin dili təsdiq edir. Bütün Şərq dilçiliyində olduğu kimi, Azərbaycanda da leksikoqrafiya artıq kifayət qədər təcrübəyə malik olub, nəzərə çargacaq dərəcədə inkişaf etməkdədir. Son illər Azərbaycan-türk dilçiliyində leksikoqrafiyanın inkişafı bu dillərdə hazırlanın müxtəlif tipli lüğətlərin yaranması ilə müşahidə olunur. XX əsrin Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 249 əvvəllərindən başlayaraq bu günə kimi Azərbaycanda hazırlanan iri həcmli ensiklopedik lüğətlərlə (10 cildlik Azərbaycan Sovet Ensiklopediyası, Uşaq Ensiklopediyası və s.) yanaşı, müxtəlif dillərin qarşılıqlı əlaqəsini göstərən çox saylı tərçümə lüğətləri (C.V.Qənizadənin 1922-ci ildə nəşr olunmuş “Rusca-türkcə lüğət”i; 19281929-cu illərdə Ruhulla Axundovun redaktəsi ilə tərtib edilən 2 cildlik “türkcərusca lüğət”i; “Azərbaycanca-rusca lüğət” (1941); “Rusca-azərbaycanca lüğət” (1940-1946); 1956-1959-cu illərdə nəşr olunan 4 cildlik “Rusca-azərbaycanca lüğət”; 1944-cü ildə “Rusca-farsca-azərbaycanca”, 1945-ci ildə isə “Müxtəsər farsca-rusca-azərbaycanca”; 1956-cı ildə Z.S.İbrahimovun “İngiliscə-azərbaycanca məktəb lüğəti”; 2006-cı ildə isə Bakı Slavyan Universitetinin hazırladığı 4 cildlik “Azərbaycanca-rusca lüğət”i ilə yanaşı, Azərbaycanda ərəb, fars, ingilis, fransız, alaman və s. dillərin də tərcümə lüğətləri çap olunmuşdur. Bu tərcümə lüğətləri ilə yanaşı, Azərbaycan leksikoqrafiyası tarixində müxtəlif illərdə nəşr olunan birdilli filoloji lüğətlər, orfoqrafiya lüğəti, alınma sözlər lüğəti, izahlı lüğətlər, dialektoloji lüğətlər, omonim, antonim və sinonimlər lüğəti, frazeoloji lüğətlər, terminoloji və onomastik lüğətlər də xüsusi yer tutur. Müasir Azərbaycan dilçiliyində müxtəlif tipli çoxsaylı lüğətlərin hazırlanması müasir leksikoqrafiyanın səviyyəsini açıq şəkildə göstərdiyi kimi, Azərbaycan dilinə məxsus qədim lüğətlərin də mövcud olması bu dilin tarixi leksikoqrafiyası haqqında informasiya əldə etmək üçün böyük imkan yaradır. Məhz bu baxımdan Azərbaycan leksikoqrafiyası tarixinə səyahət etmək və bizə məlum olan bir çox tarixi lüğətlərlə yanaşı, tədqiqatlardan kənarda qalmış lüğətlər haqqında da araştırmalara böyük ehtiyac vardır. Azərbaycan leksikoqrafiyası tarixində XI-XX əsrlər xüsusi bir tarixi mərhələ təşkil edir. Müasir Azərbaycan dili türk sistemli dillərə aid olduğundan müasir Azərbaycan leksikoqrafiyasının tarixi də məhz XI əsrdən Mahmud Kaşğarlının “Divanü lüğat-it Türk” əsərindən başlayır. XI əsrin etnolinqvistik mənzərəsini sözlər və onların fonovariantları vasitəsi ilə canlandıran bu lüğət bütövlükdə türk dillərinin ilkin tarixi mənbəyi kimi, qədim oğuz və qıpçaq dillərinin varisi olan müasir Azərbaycan dilinin də ən qədim tarixi abidəsi sayılır. Orta türk dövrünün ilkin və möhtəşəm abidələrindən biri olan “Divanü lüğat-it Türk” ün min il bundan əvvəlki dili, ədəbiyyatı, mədəniyyəti, tarixi, coğrafiyası, milli-mənəvi dəyərləri, adət və ənənələrini sözlər vasitəsi ilə çox möhtəşəm şəkildə əks etdirmişdir. “Divanü Lüğət-it türk”dəki mövcud sözlərin bütövlükdə cəmiyyətin sosial-mədəni həyatının bütün sahələrini əks etdirməsi, eyni zamanda bu sözlərin struktur – semantik tipləri və linqvistik xüsusiyyətlərinin şərhi müasir dilin tarixi aspektdən, eyni zamanda müxtəlif dillərin tarixi əlaqələrinin öyrənilməsi baxımından olduqca böyük əhəmiyyət kəsb edir. 9000-ə qədər türk 250 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı sözünün ərəbcə qarşılığını verən “Divanü lüğat-it Türk” XI əsr türk dilinin qrammatik əsəri olmaqla, həm də etnoqrafik, onomastik və dialektoloji mənbə kimi də olduqca qiymətli bir əsərdir [Kaşğarlı: 2018, s. XXVII]. Böyük ensiklopedik lüğət funksiyasını daşıyan “Divanü lüğat-it Türk” milli-tarixi onomastik vahidləri, etnoqrafik çizgiləri əks etdirən sözləri, frazeoloji vahidləri, etnik dil faktlarını, bütövlükdə xalqın dil tarixini əks etdirən qiymətli bir mənbədir və müasir linqvistik tədqiqatlarda tarixi leksikanın tədqiqi üçün zəngin material verir. Bu cəhətdən Azərbaycan dilcilik tarixində lüğətçiliyin tərtib və inkişaf tarixini izləmək çox maraqlıdır. Müasir Azərbaycan dilinin tarixi leksik qatının tədqiqi üçün XI əsrdən Mahmud Kaşğarlının “Divanü lüğat-it-türk” əsərindən başlayaraq, bu günə kimi müxtəlif dövrlərdə yazılmış çoxsaylı tarixi lüğətlərə Qətran Təbrizinin “Fərhənge Qətran” və ya “Lüğəte Qətran” (XI),“Fərhənge Fordovsi” (XI ), Asadi Tusinin “Lüğəti furs” (fars lüğəti) (1065; XI), Cərullah Mahmud əl-Zəməxşərinin “Kitabe lüğəte müqəddəmeye ədəb Zəməkşəri” “Müqəddimat al-adab” (XIII), XIII əsrdə Misir Məmlukləri zamanı yazılmış “Kitab əl qəvanin əl külliyyə Lidabti əl lüğət ətTürkiyə”, Elxanilər dövründə Cəmaləddin ibn Mühənna tərəfindən yazılmış “Kitab haliyətül- insan və halyətül-lisan” (XIII-XIV), Hissaməddin Həsən Əbdülmömin oğlunun “Töhfeyi-hissam” (XIII), Bədrəddin İbrahimin “Fərhəngi zəfərquya və cahannuya” (XIV əsr), Hinduşah Naxçıvaninin “Əs-Sihah əl- əcəmiyyə” (XIII-XIV), Əhməd Vəfiq Paşanın “Ləhceyi-Osmanlı” (XIV), Məhəmməd Səbahinin “Qamusi-Osmanlı” (XV), Məhəmməd Naxçıvaninin “Sihah əl-furs” (XIV), “Kodeks Kumanikus” (qıpcaq məcmuəsi) (XIV), Mövlana Fəxrəddin Mubarak Qəznəvi Kəvvasın “Fərhəngi Fəxri Kəvvas”( 1301; XIV), Ərəb müəllifi Muhammed İbn Yusuf bin Əli ibn Yusuf bin Həyyan əl-Qərnatinin “Kitabül idraki-lisani əl-ətrak” (“Türk Dilini anlamaq barəsində kitab”) (XIV əsr), Şəmsi Fərxi İsfahannin “Miyari Cəmali” (1343; XIV əsr), Anonim Dastur al-afazil (1343; XIV), Məhəmməd İbn Kəvvas Bəlxinin “Baxr al-fəzail” (1393; XIV əsr), müəllifi bəlli olmayan “Kitabi bəlağət əl müştaq fi lüğət türk əl qıpçaq” (XV), Nemətulla ibn Əhməd ibn Mübarək ər-Ruminin “Lüğəte-Nemətullah” (1539; XVI), Nasir Kazi Qunbazinin “Risaleyi Nasiri Əhməd” (1419; XV), Anonim “Adat al-Fuzala” (1419; XV), Məhəmməd İbn Kəvvas Bəlxinin “Bəxr al-fəzail” (1434; XV), Təvanəddin Faruxinin “ Fərhəngi İbrahim” (1474; XV əsr (Hindistan), İbn Firiştənin “Ərəbcə-türkcə mənzum lüğəti” (XV), Əlişir Nəvainin “Mühakimətül-Lüğəteyn” (XV),1945-ci ildə türk alimi Besim Atalayın ərəbcədən türk tilinə tərcümə etdiyi müəllifi bilinməyən “Ettahafet uz Zekiyye fil lügat-it Türkiyye” (bu lüğətin müəllifi və yazıldığı barədə dəqiq məlumat olmasa da, Azərbaycan dilcisi A. Bağırov bu lüğətin XV əsrin birinci yarısında Cəmaləddin ət-Türki adında bir ərəb müəllifi tərəfindən tərtib olun- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 251 duğunu göstərir [Bağırov :1996, s.44], Mövlanə Mahmud İbn Şeyx Zeynalabdin Muhəmmədin “Toxfat as-saadat” (1510; XVI), Muhəmməd ad-Dəxləvinin “Muayyad al-Fuzala” (1519; XVI), Məhəmməd Tusi Ələvinin “Lüğəti Şaxname” (1544; XVI), “Fəraid əl- fəvaiz” (1576; XVI), “Mədar al-əfazil” (1593), Mövlanə Mahmud İbn Şeyx Zeynalabdin Muhəmmədin “Toxfat as-saadat” (1510; XVI), müəllifi bilinməyən “Lüğəti əbu şəka” (XVI), Anonim Fərid al Favaid (XV-XVI), Nəvai “Mühakimat əllühəteyn” (XVI), Məhəmməd Bin Qeys “Kitabi Tubyan əllucət ət türk ala lisani qanıqlı” (XVI əsr), “Kəşf əl-lüğət” (XVI), Məhəmməd Bin Qeysin “Lüğəti-türki Xarəzmi” (XVI), “Ketabe lüğəte Məhəmməd Bin Qeys” (XVI), Hindistanda yazılmış “Lüğəti Fəzlullah xan” (XVII), Məhəmməd Qasim Sururi Kaşaninin “Məcmə əl-furs” (1600; XVII), Fəxrəddin Həsən Şirazinin “Fərhəngi Cahangiri” (1608; XVII), Məhəmməd Təbrizinin “Burhani kati” (1652; XVII), “Şərhi Gülüstan” (1662; XVII), “Bədai əl lüğət” (1705; XVIII), XVII əsrdə Yaqub Cəngi tərəfindən Hindistanda yazılmış “Kitabe zəbani türki”, Anonim “Əl Tamğaye Nasiri” (farsça-cığatayca lüğət) (XVII), Məhəmmədtağı bəy Qaraqoyunlunun “Fərhəngi-türki” (XVII), Təbrizli Hüseyn ibn Xələf Təbrizinin “Bürhane-qate” (XVIII əsr), Mirzə Əli Mustafa oğlu Bakuinin “Təcrid-ül-lüğat” (XIX), Şəmsəddin Sami bəyin “Qamusül-əlam” və “Qamusi-Türki” (XIX), “Anonim ərəbcə-türkcə mənzum lüğət” (XIX əsr), Sultan Məcid Qənizadənin “Lüğəti-rusi və Türki” (XIX), Qarabəy Qarabəyovun “Qamusi-rusi” və “Türkcədən ruscaya lüğət” (XIX) kimi müxtəlif tipli lüğtləri nümunə olaraq göstərmək olar. R.Mahmudova, E.Piriyev və R.F Kazıminin tədqiqatlarında bu tarixi lüğətlərin bir çoxu haqqında məlumat verilmiş olsa da, təəssüflə qeyd etmək lazımdır ki, Azərbaycan-türk dilində yazılmış qədim lüğətlərin bir qismi hələ də araşdırılmamış və elm dünyasına lazımi səviyyədə təqdim olunmamışdır. Tədqiqatlardan aydın olur ki, Azərbaycan-türk dilçiliyində araşdırılmamış belə tarixi lüğətlər də az deyil. Tarixi leksikoqrafik tədqiqatlar Azərbaycan dilçiliyində lüğətçiliyin birdənbirə meydana gəlmədiyini, uzun keşməkeşli bir inkişaf yolu keçdiyini göstərir. Vaxtı ilə Azərbaycan mədrəsələrində ərəb və fars dillərinin tədrisi burada təhsil alanlar üçün bir qədər çətinlik yaratdığından, şagirdlər dili öyrənmək üçün kiçik yaddaş lüğətçələri hazırlamışlar. Bu yaddaş lüğətçələr ilk “lüğət nümunələri” olmaqla, daha sönra böyük leksikoqrafik əsərlərə çevrlimişdir. Məhz bu baxımdan Azərbaycan dilinin lüğətçilik tarixinin öyrənilməsinin həm elmi, həm də praktik əhəmiyyəti vardır. Qeyd etmək lazımdır ki, qədim dövrlərdə o dövrün tələbinə uyğun olaraq, türk dilində əsərlər az yazılırdı və yazılan əsərlərin böyük bir qismi isə müxtəlif səbəblərdən bizə gəlib çatmırdı. Bir çox Şərq əlyazmalarının taleyi kimi, qədim dövrlərdə yaranan lüğətlər də vaxtında 252 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı aşkar edilməmiş və yaxud adı, müəllifi bilinməmişdir. Bəzən də bu lüğətlərin bir qisminin dəfələrlə üzü köçürülmüş və hər katib lüğətdə başa düşülməyən sözləri özünə daha yaxın və yeni sözlərlə əvəz etmişdir. Mirzə Məhəmməd Mehdi xanın “Səngilax” əsəri Müasir Azərbaycan leksikoqrafiyası tarixində tədqiqatlardan kənarda qalmış belə qədim lüğətlərdən biri də elmi və siyasi fəaliyyəti ilə Azərbaycan mədəniyyət tarixində müstəsna rol oynamış görkəmli dövlət xadimlərindən biri XVIII əsrin tarixçi və siyasi xadimi Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Haci əli Hüseyn əl Səfəvinin “Səngilax” adlı lüğəti olmuşdur. Lakin təəssüflə qeyd etməliyik ki, XVIII əsr Azərbaycanın beynəlxalq siyasi tarixində mühüm rolu olan, elmi və diplomatik fəaliyyəti ilə tarixi siyasi xadim kimi tarixdə yer alan Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Haci əli Hüseyn əl Səfəvinin nə siyasi, nə də elmi fəaliyyəti lazımi səviyyədə araşdırılmamışdır. Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Hacı əli Hüseyn əl-Səfəvinin adı bəzi qaynaqlarda Mirzə Məhəmməd Mehdi ibn Məhəmməd-e Nəsir-e əstarabadi şəklində qeyd olunur [əstarabadi. 1374, s.5]. Mənbələrin verdiyi məlumata görə, Mirzə Məhəmməd Mehdi Əstərabadda (Gürgan//Kurqan) anadan olmuşdur. Dövrünün ən görkəmli tarixi-ədəbi şəxsiyyətlərindən olan Mirzə Məhəmməd Mehdi xan Kokəb (ulduz) təxəllüsü ilə şeirlər yazmış, elmi və ədəbi fəaliyyəti ilə yanaşı, dövrünün böyük siyasi xadimlərindən biri olaraq Nadir şahın sarayında yaşamış və onun müşaviri olmuşdur. Nadir şah dövründə dövlət siyasətində mühüm rol oynayan Mirzə Məhəmməd Mehdi xan diplomatik fəaliyyəti ilə yanaşı, həm də bir tarixçi kimi fəaliyyət göstərmiş, dövrünün bütün hadisələrinin səlnaməsini, eyni zamanda dövlətin bütün rəsmi məktublarını yazmış, xarici diplomatik əlaqələrin yaranmasında böyük işlər görmüşdür. 1736 – cı ildə Nadir şah taxta çıxarkən şah tərəfindən tarixçi rütbəsi ilə təltif olunan Mirzə Məhəmməd Mehdi xan dövlət işlərində fəal xidmətlərinə görə yenidən 1738 – ci ildə Nadir şah tərəfindən xan titulu ilə təltif olunmuşdur. Tədqiqatlardan aydın olur ki, Rusiya və Osmanlı arxivində saxlanan Nadir şah dövrünə aid bütün əlyazma məktub və müraciətlər Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Haci Əli Hüseyn əl Səfəvinin qələminin məhsuludur, eyni zamanda Nadir şahın bütün fərmanları da onun dəsti-xətti ilə yazılmışdır. Rusiya arxivlərində olan İran – rus məktub və sənədlərində rus nümayəndələri Mirzə Məhəmməd Mehdi xanı İranın baş vəziri kimi qeydə almışdır. Mustafa xan Şamlu ilə birlikdə Nadir şah tərəfindən sülh müqaviləsi üçün Osmanlı dövlətinə göndərilən Mirzə Məhəmməd Mehdi xan Nadir şahın ölüm xəbərini eşidir və Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 253 müqaviləni bağlamadan İrana qayıdır. Nadir şahın hakimiyyətindən sonra dövlət işlərindən, siyasi fəaliyyətindən tamamilə uzaqlaşan Mirzə Məhəmməd Mehdi xan saraydan ayrıldıqdan sonra bir müddət elmi fəaliyyətini davam etdirir və qısa bir zamanda vəfat edir. Saraydan ayrıldıqdan sonra elmi və ədəbi fəaliyyətin davam etdirən Mirzə Məhəmməd Mehdi xan ilkin olaraq “Tarix-e cahanquşa-ye Nadiri” (“Fateh Nadir şahın tarixi”) əsərini yazır. Nadir şah dövrünün bütün tarixi hadisələrini, Nadir şahın müharibələri haqqında sənədli tarixi faktlar əsasında yazılmış və tarixçilər tərəfindən çox yüksək qiymətləndirilən bu tarixi əsər əvəzsiz tarixi mənbə kimi uzun müddət Avropa universitetlərində tədris vəsaiti olaraq ən mötəbər qaynaq kimi istifadə edilir. Avropa tədqiqatçılarının böyük marağına səbəb olan və dünyanın müxtəlif dillərinə - ingilis, fransız və alman dilinə tərcümə edilərək Avropa universitetlərində ən mükəmməl tarixi qaynaq olaraq tədris vəsaiti kimi istifadə olunan bu əsər dəfələrlə Tehran, Təbriz və Bombeydə (Hindistanda) də nəşr olunmuşdur. Mirzə Məhəmməd Mehdi xanın Nadir şaha həsr olunmuş ikinci əsəri “Dürreyi Nadir” (“Nadirin incisi”) adlanır ki, bu əsər birincidən xeyli fərqlənir. Mirzə Məhəmməd Mehdi xanın klassik üslubda yazmış olduğu bu əsəri də yüksək dil və tarixi xüsusiyyətlərinə görə dəfələrlə Tehran, Təbriz, Bombey, Kəlküttə ilə yanaşı, Avropada nəşr olunaraq müxtəlif ölkələrin ali təhsil ocaqlarında dərs vəsaiti kimi istifadə olunub. Uzun müddət ali təhsil məktəblərində tədris vəsaiti kimi istifadə olunan bu əsər sonradan ciddi tədqiqat obyektinə çevrilmişdir. 1962-ci ildə (1341 şəmsi ilində) doktor Seyyid Cəfər Şəhidi əsər üzərində tədqiqat apararaq dissertasiya müdafiə etmişdir. Mirzə Məhəmməd Mehdi xanın üçüncü əsəri “Munşəat” (“İnamnamə”) əsəridir ki, bu əsərin adı bəzi qaynaqlarda “İname Mehdi xan” adı ilə qeyd olunur. Əsasən risalə və diplomatik məktublar toplusundan ibarət olan bu əsər Nadır şahın müxtəlif dövlətlərə, həmçinin Osmanlı imperiyasına və Rusiyaya ünvanlanmış məktublarına həsr olunmuş tarixi sənədlər toplusu kimi qiymətli mənbələrdən biridir. Nadir şahın oğlu İmamqulu Mirzəyə ithaf olunan əsərin giriş hissəsinin dili olduqca ağırdır. Dəfələrlə Tehranda çap olunan bu əsərin bir hissəsi isə “İnşaed dürler” (“Dürlər inşası”) adı ilə Bombeydə nəşr olunmuşdur. Tədqiqatlardan aydın olur ki, Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Haci Əli Hüseyn əl Səfəvinin elmi fəaliyyəti çoxşaxəli olmuşdur. Ə.Dehxudanın verdiyi məlumata görə Mirzə Mehdi xan tərcüməçiliklə də məşğul olmuş, “Bibliya” və “İncil”i xristianların köməyi ilə farscaya çevirmişdir. Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Haci Əli Hüseyn əl Səfəvinin elmi ədəbi yaradıcılığının ən yüksək 254 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı zirvəsi sayıla biləcək əsərlərdən biri Azərbaycan, eləcə də ümumtürkoloji leksikoqrafiya tarixində mühüm yer tutan “Sənglax”adlı lüğətidir. 6000-ə qədər sözdən ibarət bu əsəri yazarkən bir çox tarixi ədəbi əsərlərə, həmçinin müxtəlif lüğətlərə müraciət edən Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Haci Əli Hüseyn əl Səfəvi Azərbaycan-türk leksikoqrafiyası tarixində çox möhtəşəm bir dil abidəsi yaratmışdır. Əsər haqqında müxtəlif mənbələrdə tədqiqatçıların söylədiyi fikirlər türk dilini öyrənməkdə əsərin nə qədər əhəmiyyətli olduğunu təsdiq edir. Mənbələrin verdiyi məlumata görə, Mirzə Mehdi xan “Məbən əl-lüğət” (“Sözlərin əsası”) başqa bir lüğət də yazmışdır. “Məbən əl-lüğət” (“Sözlərin əsası”) və “Sənglax” (“Daşlıq”) adlı bu əsərləri Mirzə Mehdi xan ömrünün sonlarında, təxminən 1760-cı ildə bitirmişdir. İran filosofu və ədəbiyyatşünası doktor Zəbihullahe Səfa lüğət haqqında fikirlərini belə açıqlayır: “Fərhənge Sənglax” (“Səngilax lüğəti”) əsəri həmin o məşhur kitabdır ki, türk dilindən bilgi əldə etmək üçün, farsların “Burhane qate” (“Kəskin sənəd”) əsəri qədər dəyərlidir. Mirzə Məhəmməd Mehdixan yazır: “Məndən qabaq Herəvi, Fəraği, Nurəvi, Mirzə Əbdülxəliq Nəsiri və bir sıra lüğətçilər Nəvainin əsərlərindən kiçik müxtəsər sözlük hazırlamışlar. Mən isə bu işi daha dolğun və geniş vermək üçün bunu işlədim. Bu iş çox ağır və çətin olduğundan bu əsərə “Səngilax” adı verdim, yəni “Daşlıq, çınqıllıq” adını verdim. Bu sözlüyü hazırlamaq üçün Əlişir Nəvainin 12 cilddən ibarət nəzm və nəsr əsərlərini oxuyub onların lüğətini hazırladım. Mirzə Mehdi xanın özünün söylədikləri də onun əsər üzərində nə qədər ciddi, məsuliyyətlə çalışdığını və “Səngilax”ın hazırlanmasında zəngin ədəbiyyatdan istifadə etdiyini göstərir. Əsərin həcmi, eyni zamanda məzmunu müəllifin “Səngilax”ın hazırlanmasında nə qədər gərgin çalışdığını və böyük zəhmət bahasına bu lüğəti ərsəyə gətirdiyini bir daha təsdiq edir. Mirzə Mehdi xan “Səngilax”ı hazırlarkən mütaliə etdiyi “Fəraye bossoğər”, “Həvadero əş şəbab”, “Bədaye ülvəsət”, “Fəvayedal Kobər”, “Heyrətol əbrar”, “Fərhado Şirin”, “Leyli və Məcnun”, “Səbeye səyyarə”, “Sədde İsgəndəri”, “Lisanü teyr” (Quşların dili), “Ərbəine mənzum”, “Nəzmal cəvahir”, “Məhbubol Qlub” (“Könlümün sevimlisi”), “Mizanol ovzan”, “Nəsayülül məhəbbət”, “Tarixe ənbiya”, “Tarixe mulke əcəm”, “Məcalüsün nəfayes”, “Vəqfnamə”, “Mədrəseyi İxlasiyyə” kimi müxtəlif səpkili əsərlərdən qaynaqlanmışdır. Lüğətin hazırlanmasında ərəb və fars dilində olan qaynaqlardan yetərincə istifadə edən Mirzə Mehdi xan “Səngilax”da türk dilinin zənginliyindən bəhs edərək türk dilinin orfoqrafik qaydaları haqqında yazır: “Türk lüğətində müəyyənləşdirilmiş qayda-qanun nə fars, nə də ərəb dilinin qaydaları ilə müqayisə Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 255 oluna bilməz. Çünki türk dili çox yüksək üsluba malik bir dildir” [Mirzə Mehdi xan Əstrabadi, s.187]. Onu da qeyd etmək lazımdır ki, Mirzə Mehdi xanın ölümündən sonra müxtəlif tədqiqatçıların diqqətini cəlb etmiş bu lüğət bir neçə dəfə nəşr olunmuşdur. Əsərin bir nüsxəsi də tədqiqatçı Rövşən Xiyavi tərəfindən tədqiqata cəlb edilərək İranda (Güney Azərbaycanda) nəşr olunmuşdur. “Səngilax”ı çapa hazırlarkən müəllif fikrini belə açıqlamışdır: “Mən bunu yazarkən adını “Məbatiül lüğət”adı verdim ki, bu da ayrılıqda başqa bir kitab ola bilər” [Rövşən Xiyavi, 1374]. Zəbuhillah Səfa tərəfindən xüsusi tədqiq obyektinə çevrilən bu əsər müəllif tərəfindən kiçik bir ensiklopediya adlandıraraq çox yüksək dəyərləndirilmişdir. Onun verdiyi məlumata görə, Mirzə Mehdi xan “Məbən əl-lüğət” (“Sözlərin əsası”) və “Sənglax” (“Daşlıq”) adlı əsərlərini ömrünün sonlarında, təxminən 1760-cı ildə bitirmişdir. Təəsüflə qeyd tmək lazımdır ki, bu günə qədər XVIII əsr Azərbaycan dilçilik tarxində tarixi leksikoqrafik əsərlərdən söz açarkən bu lüğətdən bəhs edilməmişdir. Lüğətin dili üzərində aparılan tədqiqatlar göstərir ki, dilimizin tarixi leksik sistemini əks etdirən bu əsər sadəcə leksikoqrafik bir mənbə olaraq dəyərləndilirilməməli, eyni zamanda dil və dilçiliyiyin müxtəlif sahələrini əks etdirən faktik dil materiallarına görə müxtəlif aspektdən tədqiq olunmalıdır. Bu kimi bir çox məziyyətlərinə görə “Səngilax” haqqında aşağıdakıları xülasə etmək olar: 1. Əsərdə sözlərin farsca qarşılığından əlavə ərəb və hind, yunan qarşılığı haqqında da məlumat verilir ki, bu da dillərarası tarixi inteqrasiya məsələlərinin və müxtəlif dillərin müqayisəli tədqiqi üçün imkan yaradır. 2. “Səngilax”da müxtəlif etnoslar və onların yaşam tərzi, etnoqrafiyası, adət-ənənələri haqqında məlumat verilməklə yanaşı, həmçinin onomastik vahidlər, Asiya qitəsinin çayları, dağlarından bəhs edilir ki, bu da əsərin tarixi coğrafi, həmçinin linqvistik baxımdan nə qədər əhəmiyyətli və dəyərli bir əsər olduğunu təsdiq etməklə, tarixi onomastik tədqiqatlar üçün mühüm qaynaq rolunu oynayır. 3. Bütünlükdə dünya tarixi haqqında geniş tarixi məlumatlar, Azərbaycanda mövcud xanlıqlar, dövrünün tanınmış tarixi şəxsiyyətləri, eyni zamanda İran və Türk tarixi haqqında da dolğun tarixi informasiya verilir. Əsərdə eyni zamanda müxtəlif elmlər, astronomiya, tibb, əczaçılıq, dərman bitkiləri, zooonimlər, qədim türk mətbəxi haqqında da geniş məlumat almaq olar. 256 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 4. Əsərin müxtəlif bölmələri dilçilik baxımından mübahisələr doğursa da, dil tarixi leksikologiya, etimologiya haqqında verilən məlumatlar dilçilik və dil tarixi ilə bağlı məsələlərin də tədqiqi üçün olduqca əhəmiyyətlidir. 5. Müəllifin canlı danışıq dilində mövcud faktik dil materiallarından istifadə etməsi əsərin dialektoloji baxımdan da əhəmiyyətli bir əsər olduğunu göstərir. 6. Altı minə yaxın sözü əhatə edən “Səngilax” dilimizin tarixi leksikasının öyrənilməsi üçün əvəzsiz zəngin leksikoqrafik mənbələrdən biridir. Tədqiqatlar göstərir ki, əsərin sonrakı nəşrində və tərtibatında bəzi nöqsanlara yol verilmişdir ki, bunlaradn birincisi lüğət əlifba sistemi ilə tərtib olunmamış, bir çox hallarda sözlərin latın qrafikasındakı transkripsiyası düzgün verilməmişdir. Lakin buna baxmayaraq, müxtəlif tədqiqatlarda əsər haqqında verilən məlumatlardan aydın olur ki, əsərin əlyazma nüsxəsində olan bir çox hissələr, xüsusilə fellər, atalar sözü və zərbü məsəllər sonrakı nəşrlərdə ixtisarlaşdırılıb. Lakin buna baxmayaraq, bu günə qədər sadəcə Azərbaycan dilçilik tarixində deyil, bütövlükdə dünya leksikoqrafiyası tarixində çox az tanınan bu ensiklopedik lüğət müasir dilçiliyimiz üçün tarixi dəyəri və elmi əhəmiyyəti olan qaynaqlardan biridir. Qeyd etmək lazımdır ki, dövrünə görə xalqın mənəvi, siyasi ehtiyaclarını müəyyən dərəcədə ödəyən bu lüğətlər sonradan nəşr olunan lüğətlər üçün bir özül olmuşdur. Qədim tarixi lüğətlər üzərində aparılan araşdırmalar hər bir dilin lüğət tərkibi o dilin tarixinin mədəni-mənəvi sərvətini özündə əks etdirdiyini göstərir. Məhz buna görə də dilin bu mənəvi xəzinəsinin, sərvətini özündə əks etdirən qaədim lüğətlərin üzə çıxarılması dil mədəniyyəti baxımından mühüm hadisədir. QAYNAQLAR Hacıyeva, Q. (2008). Dilimiz, tariximiz, yaddaşımız. Bakı: “Elm”. Mahmudova, P. (2016). Azərbaycan dilinin lüğətçilik tarixi. (XI-XIX əsrlər). Bakı: AMEA Dİ. Qurbanov, A. (1962). Azərbaycan lüğətçiliyinə dair. Bakı: “Azərnəşr”. Kazımi, F.P. (2010). Türk xalqlarının kitab və kitabxana mədəniyyətində lüğətçilik ənənələr. Bakı: “Kitabxanaşünaslıq və informasiya” jurnalı, № 2. Piriyev, E. (2011). Azərbaycan dili tarixinin öyrənilməsində lüğətlər. Bakı: “Mütərcim”. Ercilasun, A. B. – Akkoyunlu, Z. (2013). Dîvânu lugâti’t- Türk. Türk Dil Kurumu Yayınları. Rövşən, Xiyavi. (1374). “Fərhəng-e Səngilax”. Tehran. Mirzə Mehdi Əstarabadi. (1374). Səngilax. Farsca-türkcə lüğət. Tehran. Zəbihullah Səfa. (1339). Tarix-e ədəbiyyat-e İran. Tehran. YENİ UYGUR TÜRKÇESİNDE ÇOKLUK Doç. Dr. Neşe ERENOĞLU, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi ORCID No: 0000-0003-0807-4592 Yeni Uygur Türkçesinde çokluk için pek çok gösterge mevcuttur. Çokluk anlamı ekler, kelimeler ve kelime grupları ile sağlanabildiği gibi söz sanatlarından ad aktarması ile de sağlanabilmektedir. Yeni Uygur Türkçesi, teklik-çokluk bağlamında incelendiğinde lehçede teklik görünümüne rağmen çokluk, çokluk görünümüne rağmen teklik bildiren yapıların ve çoklukla ilişkili nezaket, saygı ve kabalık göstergelerinin olduğu görülür. Kerimoğlu (2008, s. 152-153), gramerlerde çokluk kategorisinin genellikle isim ve fiil çekimi bölümlerinde tek bir şekilden yola çıkarak işlendiğini, yalnızca şekil bilgisi ilişkisi değil, söz dizimi ilişkilerinin de göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtir. Bu çalışmada çokluk sadece ek ve kelime düzeyinde değil, kelime grupları ve söz sanatları düzeyinde de ele alınmış, yabancı dilden Yeni Uygur Türkçesine alınan çokluk yapıları üzerinde durulup çokluk bağlamında nezaket, saygı ve kabalık göstergeleri verilmeye çalışılmıştır. 1. Söz Sanatlarıyla Çokluk Söz sanatlarından ad aktarmasıyla teklik olan bir kelimeyi, çokluk yapmak mümkündür. Ad aktarması, sözcüğün benzetme amacı güdülmeden bir başka sözcük yerine kullanılmasıdır. Ad aktarmasıyla çokluk anlamının verilmesi için yer-toplum, yön-toplum gibi ilgilerin bulunması gerekir. Aşağıdaki cümlelerde Ḳumul “Kumul”, Turpan “Turfan”, Kuçar “Kuçar”, Bay “Bay”, Aḳsu “Aksu”, Ḫoten “Hoten”, Ḳeşḳer “Kaşgar” kelimeleri yer-toplum ilgisiyle, cenub “güney” kelimesi yön-toplum ilgisiyle orada yaşayan insanlar için kullanılmış; bu kelimeler, teklik görünümüne rağmen ad aktarmasıyla çokluğu bildirir olmuştur. • U, Şameḫsutniñ baliliri içide bir talla oġul bolup, kiçigidinla şundaḳ erke, beñvaş idiki, uniñ derdidin pütün Ḳumul dat deytti. “O, Şahmaksut’un çocukları içinde tek erkek olduğu için küçüklüğünden beri öyle şımarık, öyle asi büyümüştü ki onun derdinden bütün Kumul, illallah etmişti.” (İZ 65-66) 258 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı • Ata-bovimiz buniñdin neççe yüz yil burun Musulman boluşḳa razi bolmay, Kuçadin Turpanġa ḳéçip kélip, Turpan İslamġa ötkendin kéyin Ḳumulġa ketkeniken. “Atalarımız bundan kaç yüzyıl önce Müslüman olmaya razı olmadığı için Kuça’dan Turfan’a kaçıp, Turfan İslam’a geçtikten sonra Kumul’a gitmiş.” (MAH 126) • Rast tirişip işligende beş-alte ay,/Avaz ḳoşti bu ḳurumġa Kuçar hem Bay. “Çok çabalayıp çalıştığında beş altı ay,/Destek verdi bu kuruma Kuçar ve Bay.” (N 258-259) • Ey Kuçar, Aḳsu, Ḫoten, Ḳeşḳer tola ḳan yiġlima!/Düşminiñdin zarlinip, otluḳ yürekni tilġima! “Ey Kuçar, Aksu, Hoten, Kaşgar yeter kan ağlama!/ Düşmanından dert yanıp, ateşli yüreği parçalama!” (N 302-303) • Şundaḳ künlerniñ biride, Ciñ Şuréndin “Turpan ḳozġilip ketti, Ḳumulni taşlap, derhal Turpanġa leşker tartiñ!” dégen mezmunda ciddiy buyruḳ kélip ḳaldi. “Böyle bir günde Cing Şuren’den ‘Turfan ayaklandı, Kumul’u bırakıp, derhal Turfan’a asker çıkarın!’ diye acil emir geldi.” (OZB 397) • Adem adem öltüridu,/Adem hem öltürülidu./Biraḳ, cenub oḫşimaydu,/U ġuva çiray bilen méhmanlarni kütüvélip,/Andin uzitip ḳoyidu. “İnsan insan öldürür,/İnsan da öldürülür./Ama Güney öyle değil,/Soluk bir yüzle misafirlerini karşılayıp,/Sonra onları uğurlar.” (AB 58) 2. Eklerle Çokluk 2.1. Yapım Ekleriyle Çokluk 2.1.1. -(I)z Türk dilinde -(I)z, arkaik bir çokluk eki kabul edilir (Gülsevin, 1997, s. 11). Bazı araştırmacılar ikiz, üçüz, dördüz gibi sözcüklerin üzerindeki -(I)z ekinin eski bir çokluk eki olduğunu söylerken bazı araştırmacılar göz, ağız, omuz, diz, göğüs sözcüklerindeki bu ekin çokluk değil, ikilik bildirdiğini ifade eder (Uzun, 2004, s. 127). Yeni Uygur Türkçesinde -(I)z ekinin geldiği köz “göz” ve tiz “diz” kelimeleri aşağıdaki cümlelerde tek bir göz ve tek bir diz için kullanılmayıp, iki gözü ve iki dizi işaret etmektedir. • Lékin közüm yerde, aşu toñ tézek, çavar-çatḳal, ġazañ-tiken, topa-tuman arilaşḳan şéġilliḳ yolda idi. “Fakat gözüm yerde, o donmuş tezek, çalı çırpı, dökülmüş yaprak ve diken, toz duman karışmış çakıllı yoldaydı.” (ÇUHS 278-279) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 259 • Hetta men maşina mañalmay piyade tizġiçe suyuḳ topini kéçip, çatḳallarni ḳayrip méñivatḳanliḳimiznimu sezmey méñiptimen. “Hatta ben aracın ilerleyemeyip, dize kadar yumuşak toprağa batarak, çalılıkları itip yaya gittiğimizin farkına bile varmamışım.” (ÇUHS 332-333) 2.1.2. -lIK -lIK eki, nesnenin bulunduğu yeri bildirmenin yanı sıra çokluğunu da bildirmektedir. Ḳomuşluḳ “kamışlık, kamışı çok olan yer”, sazliḳ “sazlık, sazı çok olan yer”, dereḫlik “ağaçlık, ağacı çok olan yer”, ḳoġunluḳ “kavunluk, kavunu çok olan yer” anlamlarıyla nesnenin çokluğuna işaret eder. • Şundin étibaren kişiler ḳomuşluḳ terepke yolimaydiġan, baliliri yiġlisa “Ḳomuşluḳtiki çişi divige bérivétimen” dep ḳorḳitidiġan boluptu. “O günden itibaren insanlar kamışlık tarafına geçmez, çocukları ağlayınca ‘Kamışlıktaki dişi deveye vereceğim.’ diye korkuturmuş.” (K 9) • Dert-elemniñ köplikige başta çaç azliḳ ḳilar,/Gül-gülistan baġlirimni bir lehzide sazliḳ ḳilar… “Derdin, elemin fazlalığından başta saç azıcık kalır,/Çiçekli bağlarımı bir anda sazlık eder…” (N 336-337) • Oñ yotisi téñip taşlanġan Macuñyiñ héliḳi köl boyidiki dereḫlikte sayidap, udulida zoñziyip olturġan Ḫociniyaz Haciniñ çirayiġimu ḳarimay, öziniñ tuñçisiġa mundaḳ dédi. “Sağ kalçası sarılan Macungying göl kıyısındaki ağaçlıkta uzanıp, karşısında çömelerek oturan Hocaniyaz Hacı’nın yüzüne bile bakmadan, kendi tercümanına şöyle dedi.” (OZB 310-311) • Şamaldin ḳilçe eser yoḳ, ḳomuşluḳ ḳizip ketkenidi, ḫuddi tonurdek. “Rüzgârdan zerre eser yok, kamışlık çok sıcak, sanki tandır gibi.” (S 322) • Bir küni çüşlüki Namet öyige ḳaytip, tamiḳini yep, çüşlük uyḳusini obdan uḫlap, ḳoġunluḳḳa ḳarap kétivatsa, yiraḳtinla naḫşa avazi añliniptu. “Bir gün öğle vakti Namet evine gidip, yemeğini yiyip, öğle uykusunu iyice aldıktan sonra kavunluğa doğru giderken uzaktan şarkı sesi işitmiş.” (TA 147) • Ömer bir tilim ḳoġunni uniñġa sundi, bu eceb tatliḳ ḳoġun iken, kimniñ ḳoġunluḳidin aldiñ? “Ömer bir dilim kavunu ona uzattı, bu ne kadar tatlı kavunmuş, kimin kavunluğundan aldın?” (TAC 25) 260 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 2.1.3. -(I)şÇokluk bildiren eklerden bir diğeri de -(I)ş- ekidir1. • Ḳérilar Amanḳul bilen ésenlişivétip, attin çüşüvatḳan ḳizġa heyran bolġandek ḳaraşti. “İhtiyarlar, Amankul ile hâl hatır sorup, attan inen kıza şaşırmış gibi baktılar.” (İZ 15) • Elçiler yene bir kün méhman boluşti… Mehellilerni kézip öylerge patihe oḳuşti, yaş-ḳéri digidek nurġun kişiler bilen parañlaşti. “Elçiler yine bir gün misafir oldular... Mahalleleri gezip evlerde dua okudular, genç yaşlı birçok kişi ile sohbet ettiler.” (İZ 359) • Hay, Turdi Aḫun, Patmiḫan! -dep tovlidi u hoyliġa çiḳip. Er-ḫotun ikkisi hayal ötimey kélişti. “Hey, Turdi Ahun, Fatmihan, diye seslendi o avluya çıkıp. Karı koca ikisi çok geçmeden geldiler.” (SA 17) • Gülsereniñ bu sözige kénizekler ḳaḳahlap külüşti. “Gülseren’in bu sözüne cariyeler kahkahayı bastılar.” (SA 472) • –Ular keldimu? -dep soridu Ḫan ana Gülleylidin. –Kélişti, öyde sizni kütmekte, - cavab berdi Gülleyli. “–Onlar geldi mi, diye sordu Han ana Gülleyli’ye. –Geldiler, evde sizi bekliyorlar, cevap verdi Gülleyli.” (SB 173) 2.2. Çekim Ekleriyle Çokluk 2.2.1. -lAr Ekiyle Çokluk2 Cümledeki diğer sözcükler ile arasında bağlantı kuramayıp yalnızca eklendiği sözcük ya da sözcük grubunu etkileyen -lAr3 eki, mensubiyet, grup, saygı, kuvvetlendirme, o ve onun ile bağı olan kişiler, o ve onun yanındakiler gibi anlamları bildirmekle birlikte genellikle belirli ya da belirsiz sayıda çokluk, topluluk anlamlarını karşılamaktadır4/5. 1 2 3 4 5 Daha ayrıntılı bilgi için bk. Cahit Başdaş (2006). Türk Lehçelerinde İşteşlik Eki (-ş-) ve Çokluk. I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı 9-15 Nisan. -lAr ekiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi için bk. (Harbalioğlu, 2017, s. 173-186). Poppe (2008, s. 93), Türk dillerinde tek yaşayan çokluk ekinin -lAr olduğunu ifade ederek, Çuvaşcada -sem<*sagun şekline dikkat çeker. Öztürk (2018, s. 27), -lAr ekinin ve bağlacı işleviyle de kullanıldığını ifade eder. Arslan (2015, s. 173), Türkçede çokluk kategorisini karşılamak üzere asıl olarak -lAr ekinin kullanıldığını kaydeder. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 261 • Balilar üçünmu, men üçünmu siz nahayiti obdan turuşiñiz kérek… “Çocuklar için de, benim için de sizin oldukça iyi olmanız gerek.” (SA 493) • Hecerḫanniñ yénida olturup ḳaçilarni yuyuşḳa tutundi. “Hacerhan’ın yanında oturup kâseleri yıkamaya başladı.” (SA 408) • Koçilardin nemhuş şepnem puriḳi kéletti. “Caddelerden nemli çiy kokusu geliyordu.” (AHB 2) • U heḳiḳetenmu mektepni, oḳutḳuçilarni tañ ḳaldurup oḳuvatatti… “O gerçekten de okulu, öğretmenleri şaşırtıp okuyordu.” (KKŞ 45) • Némişḳidur kişiler uniñdin özini ḳaçuruvatḳandek, oḳuġuçilarmu cimiġurlişip, uniñ közige ḳaraştin ḳorḳup yürüşkendek ḳilatti. “Nedense insanlar ondan uzaklaşıyor, öğrencilerin de sesleri çıkmayıp, onun gözüne bakmaktan korkuyor gibiydi.” (K 66) • Ḳiş-yaz démey béġiñda/Birdek éçilsa güller. “Yaz kış demeden bağında,/ Aynı şekilde açılsa güller.” (ÇUHS 208-209) 2.2.2. İyelik Ekleriyle Çokluk Yeni Uygur Türkçesinde çokluk bildiren iyelik ekleri -(I)miz, -(I)ñlar, -(s) i şeklindedir (Öztürk, 1994, s. 49-50). -(s)i eki, tekliğin bildirilmesinin yanı sıra çokluğun bildirilmesinde de kullanılır. Ekin teklik mi çokluk mu bildirdiği bağlamdan anlaşılır. • Bizniñ turmuş mizanimiz, hayat yolimiz mana muşu. “Bizim yaşam düzenimiz, hayat yolumuz işte bu.” (ÇUHS 370-371) • Aşu çaġda dadañlarni néme bilen ḫuşal ḳilisilerkin? “O günler gelince babanızı neyle sevindireceksiniz bakalım?” (ÇUHS 132-133) • Ularniñ öyide bu hékayini añliġudek balilarniñ yoḳliḳidin dérek bérip turatti. “Onların evinde bu hikâyeyi dinleyecek çocukların yokluğunun ifadesiydi.” (ÇUHS 406-407) • Diliñġa esla nuḳsan yetmisun türlük gumanlardin/Gülüñni soldirmisun hergiz ularniñ pitne-iġvasi. “Gönlüne asla korku düşmesin türlü şüphelerden,/Gülünü soldurmasın asla onların fitne fesadı.” (N 222-223) 2.2.3. İsimlerdeki Bildirme Ekleriyle Çokluk İsim çekiminin geniş zaman, görülen geçmiş zaman, duyulan geçmiş zaman ve şart olmak üzere dört kipi bulunmaktadır. İsim çekiminin olumsuzu emes ile yapılır. 262 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Geniş zamanın çokluk çekimleri -miz, -siler, dur6/Ø şeklindedir. • Sultanniñ adaliti bizniñ saaditimiz. “Sultanın adaleti bizim saadetimiz.” (SA 542) • Déhḳan akilar, yaḫşimusiler? “Çiftçi ağabeyler, iyi misiniz?” (K 134) • Biliñ bu işlar inḳilabniñ mivisidur… “Bilin bu işler inkılabın meyvesidir...” (N 202-203) • Batur baturniñ ḳayaşiØ. Uruḳta men ḫan oġli bolsammu, baturluḳta siler bilen dost boluşni ḫalaymen… “Kahraman kahramanın dostu. Aslen ben han oğlu olsam da kahramanlıkta sizler ile dost olmayı istiyorum.” (SB 41) Görülen geçmiş zamanın çokluk çekimleri iduḳ, idiñlar, idiØ şeklindedir. • Ḫiyaliy dunyayimda peḳet ikkimizla mevcut iduḳ... “Hayal dünyamda sadece ikimiz var idik…” (SE 13) • Çünki, siler tevekkül deryasidiki bir cüp kéme idiñlar. “Çünkü siz tevekkül nehrindeki bir çift gemi idiniz.” (S 300) • Tetil vaḳti bolġaçḳa mektep oḳutuş rayoniniñ içide ademler şalañ idiØ. “Tatil vakti olduğu için okul bölgesinin içinde insanlar az idi.” (L 268) Öğrenilen geçmiş zamanın çokluk çekimleri ikenmiz, ikensiler, ikenØ şeklindedir. • Bügün aḫşam ikkilimiz erkin ikenmiz, men sizni bir yerge aparsam baramsiz? “Bugün akşam ikimiz boşmuşuz, ben sizi bir yere götürsem gelir misiniz?” (K 362) • Silerni boş ḳildim, -dédi ünini kötürüp -batur ikensiler, erkin yaşañlar. “Sizi azat ettim, dedi sesini yükselterek, kahraman imişsiniz, özgürce yaşayın.” (SB 40) • Bügün bu yerde şair Mira Muhemmet bilen Şahsenuber hazir ikenØ. “Bugün burada şair Mira Muhammet ile Şahsenuber hazır imiş.” (LK 212) Şart çekimi özellikle kalıp ifadelerde ve üçüncü şahıs çekimlerinde görülür (Yazıcı Ersoy, 2007, s. 378-379). 6 Abdulvahit Kaşgarlı (2022, s. 263), isim bildirme eklerinden -dursen şeklinin Lutpulla Mutellip’in eserlerinde bulunduğunu kaydeder. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 263 2.2.4. Şahıs Ekleriyle Çokluk Şahıs ekleri iyelik kaynaklı şahıs ekleri, zamir kaynaklı şahıs ekleri ve emiristek kipindeki şahıs ekleri olmak üzere üç şekilde karşımıza çıkmaktadır. Çokluk bildiren iyelik kaynaklı şahıs ekleri -(I)K, -(I)ñlar, Ø şeklindedir. • Biz ikkimizla aka-ukilardek oḳuş püttürgiçe beş yil canciger dostlardin bolup bille oḳuduḳ. “Biz ikimiz ağabey kardeş gibi okulu bitirene kadar beş yıl canciğer dost olup birlikte okuduk.” (SE 179) • Burut ḳoyup taraḳşip kétivédiñlar. “Bıyık bırakıp hava atıyordunuz.” (ÇUHS 234-235) • Ular Ruḳiye bilen salamlişip ḳoyup aldirap çiḳip kettiØ. “Onlar, Rukiye ile selamlaşıp aceleyle çıkıp gitti.” (SE 70) Çokluk bildiren zamir kaynaklı şahıs ekleri -miz, -siler, Ø şeklindedir. • Biz sizni öltürmeymiz. “Biz sizi öldürmeyeceğiz.” (SB 150) • İkkiñlar yiraḳlarġa ḳéçip ketmeydiġansiler? “İkiniz uzaklara kaçıp gitmeyeceksiniz?” (ŞD 46) • Ular paltisini kötürüp, dadisiniñ orniġa otun térip kéliş üçün çiḳip ketkenØ. “Onlar baltasını alarak babasının yerine odun toplamaya çıkmış.” (ÇUHS 148-149) -(A)yli, (I)ñlar, sunØ emir-istek kipindeki şahıs ekleri çokluk bildirmektedir7. • Biz Ürümçidin kétişniñ yolini tapḳiçe, yurtḳa birer adem evetip turayli. “Biz Urumçi’den gitmenin yolunu bulana kadar, memlekete bir adam gönderelim.” (İZ 384) • Ḳizlar, yürüñlar. “Kızlar, yürüyün.” (SA 393) • Ular buni alġaç ketsunØ. “Onlar bunu götürsün.” (İZ 293) 3. Kelimelerle Çokluk 3.1. Genel Anlamda Kullanılan İsimlerle Çokluk Bazı tür isimleri, kendi türünün tamamını ifade ettiğinde genelleme yoluyla çokluk bildirmektedir. Aşağıdaki cümlelerde adem “insan”, bala “çocuk”, padişah “padişah”, boş taġar “boş çuval”, dost “dost”, düşmen “düşman” kelimeleri bütün 7 Selahittin Tolkun (2011, s. 1731), Özbekçede eski Uygur döneminden beri ikinci çokluk şahıs emir-istek ekini pekiştirmek ya da nezaket anlamını vermek için bilingiz, bilingizlär, bilinglär ‘biliniz’ örneklerindeki gibi hem -z hem de -lAr çokluk ekinden bazen de her ikisinden yararlanıldığını belirtir. 264 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı insanları, çocukları, padişahları, boş çuvalları, dostları ve düşmanları karşılayarak genelleme yoluyla çokluk bildirir8. • Adem sözidin biliner. “İnsan sözünden belli olur.” (UAD 75) • Adem dunyaġa ikki kelmeydu. “İnsan dünyaya iki kere gelmez.” (UA 32) • Adem körginige işinidu, hayvan yéginige (işinidu). “İnsan gördüğüne, hayvan yediğine inanır.” (UA 33) • Bala, padişahtinmu ḳudretlik. “Çocuk, padişahtan da kudretli.” (UA 89) • Bala yiglimigiçe, ana emçek salmas. “Çocuk ağlamayınca, anne meme vermez.” (UA 89) • Dost keyniñde maḫtar, düşmen aldiñda. “Dost arkandan över, düşman önünde.” (UA 179) 3.2. Organ İsimleriyle Çokluk Organ isimleri metin bağlamına göre kimi zaman çokluk bildirir. Aşağıdaki cümlelerde put, ḳol kelimeleri tek bir ayağı ve eli değil, iki ayağı ve eli karşılayarak çokluk ifadesi taşımaktadır. 8 9 • U bir nerse tiñşavatḳan ademdek boynini égip cim bolup ḳaldi, men tonurdin putumni tartivélip, asmanġa ḳaridim. “O bir şey dinleyen insan gibi boynunu eğip sustu, ben tandırdan ayaklarımı çekip göğe baktım.” (ÇUHS 38-39) • Madaḫan ḳilinġan aldi oçuḳ köñlikimniñ hemme izmilirini şéşip ettim, béşimda ḳirlanġan aḳ maliḫay, putumda pes paşna meskap ötük, tam şoriliridin atlap çüşüp cañgalliḳ baġlarda örük tallap yep yürgenidim. “Desenli, önü açık gömleğimin bütün ilmeklerini ilikledim, başımda yana basıp giyilen ak kalpak, ayaklarımda alçak topuklu deri çizme vardı, duvar geçitlerinden atlayıp, inip çalılık bağlarda kayısıları seçe seçe yiyordum.” (ÇUHS 40-41) • Ḫamanġa bizniñ ortaḳçi ḫocayin keldi. U ḳorsiḳini aldiġa çiḳirip, ḳolini9 keynige tutḳan halda maña ḳarimayla uḫlavatḳan ademniñ yéniġa kélip toḫtidi. “Harmana bizim ortakçı patron geldi. O göbeğini önüne çıkarıp ellerini arkadan bağlamış şekilde bana bakmadan uyumakta olan adamın yanına geldi.” (ÇUHS 30-31) Grönbech (1995, s. 52), Köktürkçe döneminde çokluk algısının günümüzden farklı olarak cins şeklinde olduğunu, buradan hareketle at kelimesinin birinci derecede bir atı ya da birçok atı değil, at türünü, bütün atları gösterdiğini ileri sürmektedir. Ercan Alkaya ve Süleyman Kaan Yalçın (2022, s. 23) kol, el, bel, kıl, dal, bal gibi kelimelerdeki *l ekinin sayısal ve kavramsal çokluk ifade ettiğini belirtir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 265 • Dukandin neççe ḳétim yügürüp çiḳip ḳiziñizġa köñlekni öz ḳolum bilen kiydürüp ḳoymaḳçi boldum. “Mağazadan kaç kere koşarak çıkıp kızınıza elbiseyi kendi ellerimle giydirmek istedim.” (ÇUHS 362-363) • On neççe çérik teñla yügürüp çiḳip, miltiḳlirini Tömür Ḫelpilerge teñlep “Köter ḳoluñni!” dep vaḳiraşti. “On kadar asker aynı anda koşup, tüfeklerini Timur Halifelere doğrultarak ‘Kaldır elini!’ diye bağırdı.” (İZ 390) 3.3. Topluluk İsimleriyle Çokluk Aile “aile”, deste “deste”, millet “millet”, ḫelḳ “halk”, top “sürü” gibi kelimeler topluluk yoluyla çokluk bildirir. • Menġu bu işlarni muşu aile üçün ḳilivatimen emesmu?! “Ben bu işleri, bu aile için yapıyorum değil mi?” (ŞD 457) • Şu çaġda ḳesir işikidin bir deste gül kötürüp Abdureşidḫan kirdi. “O zaman saray kapısından bir deste çiçekle Abdureşidhan girdi.” (SA 561) • Silerni at üstide yaşaydiġan millet dep añliġanidim. “Sizleri at üstünde yaşayan millet olarak duymuştum.” (OZB 299) • Meydandiki ḫelḳ hürmet héssiyati bilen tuġḳa ḳarişatti. “Meydandaki halk saygıyla bayrağa bakıyordu.” (SB 169) • Kepter topi kök asmanda pervaz eylep, ḳuşlar dunyasiniñ sérkçiliridek mollaḳ salidu. “Güvercin sürüsü mavi gökyüzünde uçuşup kuşlar âleminin sirk oyuncuları gibi taklalar atıyordu.” (ÇUHS 256-257) 3.4. Sıfatlarla Çokluk Bazı sayı sıfatları ve belirsizlik sıfatları çokluk bildirmektedir. • Hazir beş balam bar. “Şimdi beş evladım var.” (SA 118) • Hénipem töt oġulniñ keynidin tuġulġan ḳizi Hilalbüvini némidindur birnémidin ensirigendek baġriġa çiñ basti. “Henipem, dört oğlandan sonra doğan kızı Hilalbüvi’yi nedense bir şeyden kaygılanmış gibi bağrına sıkıca bastı.” (L 36) • Mana men şeher aylinip yürgili taḳ alte kün boptu. “İşte ben şehri dolaşalı tam altı gün oldu.” (KKŞ 353) • Hey Abdulbasit, Abdulbasit, u téḫi emdi on yette yaşḳa kirdi. “Hey Abdulbasit, Abdulbasit, o daha şimdi on yedi yaşına girdi.” (KKŞ 178) 266 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı • Biz ottuz toḳḳuz ḳérindişimiz üçün ḳanġa ḳan canġa can almaḳçi. “Biz otuz dokuz kardeşimiz için kana kan, cana can almak istiyoruz.” (KKŞ 334) • Abdureşidḫanniñ emri bilen on miñ mergen ular üstige miltiḳtin yamġurdek oḳ yaġdurdi. “Abdureşidhan’ın emri ile on bin nişancı onların üstüne tüfekten yağmur gibi kurşun yağdırdı.” (SA 231) Sıfatlar çeşitli yapım eklerini alarak birliktelik, topluluk, aşırılık, yaklaşıklık yoluyla çokluğu pekiştirir. Sıfatlara gelerek birliktelik anlatan eklerden biri -(e)ylen ekidir. Bu ek, içinde geçtiği cümledeki şahsa uygun iyelik ekleriyle birlikte anlam ifade etmektedir (Yazıcı Ersoy, 2007, s. 369). • Ana-bala ikkiylen gep-sözsizla héliḳi ḳara pikapḳa solandi. “Anne çocuk ikisi hiçbir konuşma olmadan deminki siyah arabaya hapsedildi.” (HK 147) • Üçeylen maşininiñ yéniġa keldi. “Üçü arabanın yanına geldi.” (HK 212) • Şundaḳ ḳilip, bu üçeylen çay-pay içkeç birer saettin buyan parañlişip olturatti. “Yani bu üçü, çay may içip bir saatten beri sohbet ediyor.” (OZB 12) -lAp eki, topluluk ve aşırılık ifade eden sayı sıfatları yapar (Yazıcı Ersoy, 2007, s. 370). On “on”, miñ “bin”, yüz “yüz” sıfatlarına eklenen bu ek, topluluk ve aşırılık ifadesiyle çokluğu pekiştirmektedir. • Ḳoġunliri her terepke pélek tartip, her pélekte onlap soyma çüşüp tazimu oḫşaptu. “Kavunları her tarafa sürgün verip, her sürgünde onlarca kelek çıkıp daha da olgunlaşmış.” (TA 147) • Her yili miñlap somluḳ alma satatti. “Her yıl binlerce liralık elma satıyordu.” (TA 216) • Yürer iken haman muhit süyin izlep,/Boran-çapḳun tosar iken uni yüzlep. “Hep muhit suyunu arayarak yürürmüş,/Onu yüzlerce kez fırtına, tipi engellermiş.” (N 290-291) -liGan eki de çokluk ifade eden sayı isimleri yapar (Yazıcı Ersoy, 2007, s. 370; Doğan, 2016, s. 54). Onliġan, miñliġan, yüz miñliġan kelimeleri çokluk ifade etmekte olan on, miñ, yüz miñ kelimelerine eklenerek yaklaşıklık bildirmektedir. • Şuniñ bilen Şameḫsut onliġan orda ḳulliriniñ içidin Seperḳulni azat ḳilip, öz yurti Nérinkirġa ḳayturġan idi. “Bu nedenle Şahmaksut onlarca saray kölelerinin arasından Seferkul’u azat edip, kendi memleketi Nerinkir’e gönderdi.” (İZ 13) • Ḳisḳisi, ular şirnige çaplaşḳan miñliġan çümülilerge oḫşaytti. “Kısacası onlar reçele yapışan binlerce karıncaya benziyordu.” (AAİ 936) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 267 • Yüz miñliġan ḫelḳ, istek soraḳ yoḳ,/Zalim pelekniñ ḳurbani bolġan. “Yüz binlerce halk, sorgusuz sualsiz,/Zalim feleğin kurbanı olmuş.” (N 270271) Talay “çok”, köp “çok”, tola “dolu”, ciḳ “çok” gibi belirsizlik sıfatları belirsiz çokluğu işaret etmektedir. • U şunçe köp cesetni körüp çiḳḳan bolsimu, Yüsüpni tapalmidi. “O, bu kadar çok cesedi görmüş olsa da Yusuf ’u bulamadı.” (TAC 140) • İne, tola gep sorap méhmanniñ közige kirivalmay, aval bizge çay berseñçu! “Ana, çok soru sorup misafiri bunaltmadan, önce bize çay versene!” (İZ 16) • Bu işḳa ciḳ ademniñ haciti yoḳ. “Bu iş için birçok adama gerek yok.” (İZ 203) • Undaḳ özüñni taşlivetme, hökümet özi terbiyilep yétiştürgen kadirlirini mundaḳla taşlivetmeydu, veziyet çoḳum oñşilip ziyaliylarniñ ḳeddi ruslinidiġan çaġlar çoḳum kélidu, ümid bilen yaşa, dep talay nesihet ḳildimġu saña… “Öyle kendini bırakma, hükümet eğitip yetiştirdiği personeli böyle bırakmaz, durum iyileşip aydınların refaha çıktığı zamanlar kesinlikle gelecek, ümitvar ol, diye çok nasihat ettim ya sana…” (KKŞ 47) 3.5. Zamirlerle Çokluk Bazı şahıs zamirleri, işaret zamirleri ve belirsizlik zamirleri çokluk bildirmektedir. Yeni Uygur Türkçesindeki şahıs zamirlerinden biz, siler, ular çokluğu işaret ederken siz zamiri çokluğu karşılamaz10. 10 • Biz uniñ bilen ceñ ḳilmaymiz, -dédi Mensurḫan ġezep bilen. “Biz onunla savaşmayacağız, dedi Mansurhan öfke ile.” (SA 95) • Azadliḳ!.. dep biz şéhitlik namin alġan,/Veten, helḳ üçün ḳanġa ġerḳ boyalġan… “Özgürlük, diyerek biz şehit adını aldık,/Vatan, halk için kana battık...” (N 276-277) • Siler iza tartmastin kiyimniñ ġelvisini ḳilivatisiler téḫi! “Siz utanmadan kıyafetin kavgasını yapıyorsunuz!” (ÇUHS 148-149) • Silerge ov ovlap silerge baġlinip yaşiġuçe silerge baġlaḳḳa çüşüptin burunḳidek özi ḫaliġançe ḳorsiḳi açḳanda ov ovlap yep, bolmisa muşu toġraḳliḳ arisida burunḳi esliy pediside yaşisa bolmamdu? “Size avlanacağına, size bağlı yaşayacağına, size esir düşmeden önceki hayatı gibi acık- Türkçede biz, siz şahıs zamirlerindeki -(I)z, arkaik bir çokluk ekidir (Gülsevin, 1997, s. 11). 268 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı tığında keyfince avlanıp bu çalılıklar arasında özgürce yaşasa daha iyi değil mi?” (ÇUHS 346-347) • Ular Rabigül bilen ḫoşlişip talaġa çiḳti. “Onlar, Rabigül ile vedalaşıp dışarı çıktı.” (Ö 263) • Ular 18-19 yaşlardiki üç oġul bala idi. “Onlar, 18-19 yaşlarındaki üç delikanlı idi.” (K 219) Bu, şu, mavu, muşu, munu zamirlerine -lAr ekinin gelmesiyle oluşan bular, şular, mavular, muşular, munular gibi işaret zamirleri çokluk bildirir (Kaşgarlı, 1992, s. 137-138; İlhan, 2009, s. 159). • Bular bu yerde turmaydu, kéyin şeherde işlep kadir bolidu. “Bunlar burada durmaz, sonra şehirde çalışıp memur olur.” (K 231) • Bu yerniñ tiltumarliri, ziniḫ-meñziliri, hösnige hösn ḳoşḳan ḳipḳizil ḫalliri eslide şular iken de! “Buranın tılsımları, gamzeli yanakları, güzelliğine güzellik katan kıpkırmızı benleri aslında onlar imiş ya!” (TAC 67) • Andin Şameḫsut munularni cakalidi. “Sonra Şahmaksut şunları duyurdu.” (İZ 119) • Men héliḳi geplirige işengen bolay, emise mavularni obdan razi ḳilsila, men hazirçe başḳa işlarni sürüştürmey turay. “Ben deminki sözlerinize inanmış olayım, öyleyse şunları iyice memnun edin, ben şimdilik başka işleri sorgulamayayım.” (ŞD 501) • Ayperi muşularni oyliġinida dostiġa ḳilġan ḫiyaniti, yüzsizliki üçün azablinatti. “Ayperi, bunları düşündüğünde dostuna ettiği ihaneti, yüzsüzlüğü için üzüldü.” (KKŞ 406) Çokluk bildiren zamirler arasında herkim “herkes”, bari “hepsi”, hemme “hepsi” gibi belirsizlik zamirleri de bulunmaktadır. • Herkimniñ söyer yari,/Şunda ayrila boldi. “Herkesin sevdiği yâri,/Orada ayrılır oldu.” (N 170-171) • Ḫelḳ topi ḳan içide ḳélip, herkim öz béşini ḳoġdaşḳa aldiridi. “Halk kan içinde kalıp, herkes kendini korumaya çalıştı.” (İZ 39) • Musulmanlarda méyitni ḳevristanliḳḳa tavut bilen élip bériş hemmige melum bir adet. “Müslümanlarda ölüyü kabristanlığa tabut ile götürmek herkesin bildiği bir âdet.” (İZ 77) • U arida, bir aḫşimi Niyaz Dorġidin elçi kélip, hemminiñ aramini buzdi. “O arada, bir akşam Niyaz Dorga’dan elçi gelip, hepsinin huzurunu bozdu.” (İZ 26) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 269 • Bari bir tiyin uniñ aldida/Hemme ḫizmiti ḳalġan daldida. “Hepsi bir kuruş onun önünde,/Bütün hizmeti kalmış gölgede.” (N 236-237) • Nérini köp sözlimeyli elliginçi yilliri,/Bari atmiş miñ idi, at, kala, ḳoy, topaḳ, ḳolun. “Öncesini çok konuşmayalım ellinci yılları,/Hepsi altmış bindi at, inek, koyun, buzağı, tay.” (N 498-499) 3.6. Zarflarla Çokluk Tola “çok”, ḫéli “hayli”, ciḳ “çok”, köp “çok”, bek “pek”, nahayiti “çok”, nurġun “çok” gibi miktar bildiren zarflar çokluk bildirir. • Tola yiġlap, közimizniñ yéşimu ḳurup kétey didi, bizniñ erz ḫetlirimiz orda begliriniñ yançuġidila titilip tügeydu… “Çok ağlayıp gözümüzün yaşı da tükenmek üzere, bizim arz mektuplarımız saray beylerinin cebinde yırtılıp gidiyor…” (İZ 37) • Dégenliriñ toġra, -dédi Şahsenuber içide ḫéli uzun mulahize ḳilivalġandin kéyin... “Dediklerin doğru, dedi Şahsenuber içinden hayli uzun düşündükten sonra…” (LK 8) • Siz Uyġurçe gepni ciḳ añliġanséri, yaḫşi çüşinip kétivatḳansiz. “Siz Uygurca kelimeyi çok duyarsanız, iyi anlarsınız.” (SU 316) • Bu cehette men köp oylandim. “Bu konuda ben çok düşündüm.” (ŞD 513) • Rast, her ḫil zuvanda sözlişidiġanlar bek köp deydu. “Doğru her çeşit dilde konuşanlar pek çok diyor.” (ŞD 325) • Nahayiti yaḫşi boptu, Melikem. “Çok güzel olmuş, Melikem.” (SA 431) • Nurġun yaḫşi pursetler bilen öre turġan zéminda kişilerni yaşaşḳa ilham béretti. “Çok güzel fırsatlar ile dolu yerde insanlara yaşamak için ilham veriyordu.” (Ö 516) 4. Kelime Gruplarıyla Çokluk 4.1. Sıfat Tamlamasıyla Çokluk Belirtenin belirsizlik sıfatı ya da sayı sıfatı olduğu bazı sıfat tamlamaları çokluk bildirmektedir. • U çaġlarda bu medrisede aran ottuz hucra, yette dersḫana bar idi. “O zamanlar bu medresede sadece otuz oda, yedi sınıf var idi.” (SA 185) • Üç yil bir sinipta oḳup, uniñ çirayliḳ ikenlikini hés ḳilmiġan ikenmen. “Üç yıl aynı sınıfta okuyup, onun güzel olduğunu fark etmemişim.” (SE 2) 270 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı • Ḫuda maña yette oġul bergen. “Allah bana yedi oğul verdi.” (İZ 129) • U beş baliniñ zori bilen kañġa çiḳti-de, sunaylinip yatti. “O beş çocuğunun zorlamasıyla kerpiçten yapılmış sedire çıktı ve uzandı.” (ÇUHS 114-115) • Beştügmende on toḳḳuz ademni tömür miḫ bilen ücmige miḫlap öltürgenlerniñ ḳandaḳ belgisi bar idi? “Beştügmen’deki on dokuz kişiyi demir çiviyle dut ağacına çivileyerek öldürenlerin nasıl simgesi vardı?” (ÇUHS 192-193) • Cemmiy toḳsan beş nevrem, yigirme töt çevrem bar. “Toplamda doksan beş torunum, yirmi dört torun çocuğu var.” (SA 241) • Vañġa ḳaraşliḳ beş yüzmiñ ḳoy, yigirme miñ yilḳi, ottuz miñ kala, sekkiz miñ tögini heḳsiz béḳip bériş ularniñ mecburiyiti idi. “Valiye ait beş yüz bin koyun, yirmi bin yılkı, otuz bin inek, sekiz bin deveye ücretsiz olarak bakmak onlar için zorunlu idi.” (İZ 34) 4.2. İkilemeyle Çokluk Bazı ikilemeler çokluk bildirmektedir. Aşağıdaki cümlelerde şeher-şeher, öyöy ikilemeleri sırasıyla şehirleri ve evleri karşılayarak çokluk ifade eder. • Pul bolsa cañgalda şorpa, yigit béşim aman bolsa şeher-şeherde méniñ yarim deptiken. “Para olsa ormanda çorba, delikanlı başım sağlam olsa bütün şehirlerde benim yârim, demiş.” (İZ 305) • Öy-öyde orġaḳ-paltilarniñ ḳumtaşḳa sürkilivatḳan avazliri añlinişḳa başlidi. “Evlerden orak ve baltaların bileyleme sesleri işitilmeye başladı.” (OZB 180) • Öy-öydin yügürüşüp çiḳḳan ademlerniñ vañ-çuñliri bilen mele içini ensizçilik ḳaplap ketti. “Evlerden koşarak çıkan insanların sesleriyle mahallenin içini bir endişe kaplayıp gitti.” (İZ 243) • Öziniñ géliġa aran-aran yétidiġanliḳini, hazirla şundaḳ emes, ezel-ezeldin her yili muşu ḫilda öy-öydin yiġilġan aşliḳni ötne-lapḳut ḳilinġan tögilerge artip Ḳumuldin un tartip çiḳidiġanliḳini çériklerge çüşendürmekçidi. “Kendi boğazına zar zor yettiğini, şimdi böyle olmadığını, ezelden beri her yıl bu şekilde evlerden toplanan tahılı ödünç alınan develere yükleyip Kumul’dan un almak için yola çıktığını askerlere anlatmak istiyordu.” (OZB 157) • Ceñde ḫizmet körsetken mergenler üçün öy-öyde ḳoy soyulup, ularġa taġliḳlar yaḫşi köridiġan pétir yapma dégen bir ḫil tamaḳ tartilmaḳta idi. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 271 “Savaşta hizmet eden nişancılar için evlerde koyunlar kesilip, onlara dağlıların çok sevdiği petir diye bir yemek yapılmaktaydı.” (OZB 223) 4.3. Bağlama Grubuyla Çokluk Çokluğu ifade etmenin yollarından biri de bağlama grubudur (Harbalioğlu, 2020, s. 293). Bağlama edatlarıyla bağlanan aşağıdaki kelime grupları çokluğu işaret etmektedir. • —Men hem siz. (…) • —Öyge kireyli, Toḫtiḫan -dédim men, -bu yerde turuversek bolmas, şuña… • “—Ben ve siz. (…) • —Eve girelim, Tohtihan, dedim ben, burada durmak olmaz, bu yüzden…” (ŞD 290) • Gepniñ piltisi Yarmuhemmet bilen Perhatta, ular bolmisa yataḳ cimip ḳalidu... “Sözün fitili Yarmuhammet ile Ferhat’ta, onlar olmasa oda sessiz kalacak…” (KKŞ 362) • Ayperi bilen Abdusalam mana muşu mektepni çörgilep kételeydiġan, aḫiri almiliḳ baġlarġa tutişidiġan bu çiġir yollarda talay mañġanidi. “Ayperi ile Abduselam işte bu okulu çevreleyen, sonu elma bağlarına bağlanan bu patikada çok yürümüştü.” (KKŞ 370) • Gülbostan bilen Ayperi yoşurun köz uruşup uniñ keynidin pisiññide külüp ḳoyuşatti. “Gülbostan ile Ayperi gizlice bakışıp onun arkasından sessizce gülüyordu.” (KKŞ 380) • Sultan tonumaydiġan Mir Enver ve Molla Mehmud isimlik ikki neper péşḳedem palvanni dervişçe yasap yolġa saldi. “Sultanın tanımadığı Mir Enver ve Molla Mahmut isimli iki kişi deneyimli pehlivanı derviş gibi yapmak için harekete geçti.” (MAH 469) • Bu ceñge Heḳ Nezerḫan özi baş serdar bolup kelgen bolup İmin Dorġa ve Muhemmet Beg ḳatarliḳ leşker başliḳlirini işḳa sélip yuḳiri tereptiki keñ zeykeşlikke kelgende Abduréşitḫanniñ eskerliri ḳorşap yoḳitiş toġrisida aldin cezm ḳilişḳanidi. “Bu savaşta Hak Nezerhan kendisi başkomutan olup İmin Dorga ve Muhammet Bey gibi komutanları işe koşarak, yukarı taraftaki geniş bataklıklara geldiğinde öncelikle Abdureşithan’ın askerlerinin kuşatılıp öldürülmesi hakkında karar verdiler.” (MAH 304) • U kişi felekiyat ilmidin başḳa Aristotél, Ebu Nesir Farabi ve Ömer Heyyam pelsepiliridin ders bergenidi. “O kişi astronomi ilminin dışında Aris- 272 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı totales, Ebu Nasr Farabi ve Ömer Hayyam felsefelerinden ders vermişti.” (MAH 30) 4.4. Edat Grubuyla Çokluk Beraberlik, birliktelik ifade eden edat grupları çokluk bildirir. Bilen edatının birge zarfı ile kullanıldığı örneklere de rastlanmaktadır. • Tebiiyki bu köçüşte Sutuḳnimu anisi bilen birge élip ketti. “Elbette bu göçte Sutuk’u da annesi ile birlikte alıp gitti.” (SB 19) Bu cümlede o öznesi, Sutuk ve annesi ile birlikte bir grup oluşturarak çokluk bildirir. • Büzükvar Sultanniñ köñlini ḳayturalmay orda şeyḫulislami boluşḳa maḳul boldi ve Sultan bilen birge Yarkentke ḳarap yolġa çiḳti. “Büzükvar Sultan caymadan saray şeyhülislamı olmayı kabul etti ve Sultan ile birlikte Yarkent’e doğru yola çıktı.” (MAH 424) Bu cümlede o öznesi, Sultan ile birlikte bir grup oluşturarak çokluk bildirir. • İkki reket namazdin kéyin Mensurḫan uni mubareklep zerbap ton yapti hemde iger-cabduḳluḳ ḳaşḳa attin birni hediye ḳilip Ḳédirḫan bilen birge yolġa saldi. “İki rekât namazdan sonra Mansurhan onu tebrik edip altın sırmalı bir giysi giydirdi, bir de koşumlu iyi attan birini hediye edip Kadirhan ile birlikte yola koydu.” (MAH 133) Bu cümlede o öznesi ve Kadirhan bir grup oluşturarak çokluk bildirir. • Sépil dervazisiniñ téşidiki yol üstide-dédi Ezimetḫan ornidin ḳozġilivétip, Eli Baturmu ornidin turdi-de Ezimetḫan bilen birge ḫendekniñ boyidiki topilañ yol bilen méñip ketti. “Kale kapısının dışındaki yol üstünde, dedi Ezimethan yerinden kalkıp, Eli Batur da yerinden kalktı, Ezimethan ile birlikte hendeğin kenarındaki toprak yoldan yürüyüp gitti.” (MAH 295) Bu cümlede Ezimethan, Eli Batur ile birlikte bir grup oluşturmaktadır. • Men ḳaziḫaniġa Ḳurban bilen birge bérip, ularniñ gumpisini bir görüp baḳay... “Ben mahkemeye Kurban ile birlikte gidip, onların ne yapacağına bir bakayım…” (LK 65) Bu cümlede ben öznesi, Kurban ile birlikte bir grup oluşturmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 273 5. Yabancı Dilden Alınan Çokluk Göstergeleri Yeni Uygur Türkçesinde Arapçadaki at11 ekiyle ya da bükünleme yoluyla yapılan çokluk göstergelerine alınma kelimelerde rastlanmıştır. Arapçadan alınan bu kelimelerin bazılarında çokluk anlamı korunurken bazıları Yeni Uygur Türkçesinde teklik bildirir olmuştur. Arapçada bükünlemeye uğramış olan ölima, ehval, enbiya, evliya kelimeleri, Yeni Uygur Türkçesinin söz varlığına girmiştir. Uyġur Tiliniñ İzahliḳ Luġiti’nde ölima kelimesi “İslamiyet’in kurallarını bildiren, dinî açıdan üst düzey bilgiye sahip kişi, din adamı olarak” açıklanır (Yakub vd. 1995, s. 853). Ehval kelimesi, Uyġur Tiliniñ İzahliḳ Luġiti’nde “1. Mevcut olan ya da meydana gelen durum, vaziyet; 2. Hayat şartları” olarak verilmektedir (Yakub vd. 1990, s. 315). Enbiya kelimesi, Uyġur Tiliniñ İzahliḳ Luġiti’nde “peygamberler” olarak verilmektedir (Yakub vd. 1990, s. 309). Evliya kelimesi, Uyġur Tiliniñ İzahliḳ Luġiti’nde “1. Keramet sahibi, mucizeler yaratan ermiş kişi; 2. Olayların derinliğine erişen bilgili, yüce kişi” olarak tanımlanır (Yakub vd. 1990, s. 319). Bu açıklamalardan hareketle söz konusu alınma kelimelerden bazılarının çokluk, bazılarının teklik bildirdiği görülür. 11 • Lékin uniñ bir yurtniñ ḳazisi, elniñ hörmitige ige ölima ikenlikini ésige élip, özini tutuvaldi… “Lakin onun bir yurdun kadısı, halkın saygısını kazanmış bir ulema olduğunu hatırlayıp, kendini tuttu…” (ŞD 502) • İlidiki her millet ḫelḳi bilen yuḳuri katlam kişiliri, mesilen Ḫuyzu ölimaliridin Malinşav, Uyġurlardin Hékim Beg Teyci, Hösenbaylar, yene birmunçe Moñġul ve Ḳazaḳ çoñlirimu İli ḳozġiliñiġa maddi ve menivi yardemler bergen. “İli’deki her milletten halk ile üst düzey kişiler, örneğin Döngen ulemalarından Malinşav, Uygurlardan Hekim Bey Teyci, Hösenbaylar, yine birçok Moğol ve Kazak büyüğü de İli isyanına maddi ve manevi yardımlar yapmış.” (İZ 112) • Özgürüş bar, hörmetlik komandir, –dep bolġan ehvalni sözlep berdim ve olcilarni tapşurdum. “Vukuat var sayın komutanım, diyerek olayı anlattım ve ganimetleri teslim ettim.” (ÇUHS 294-295) • Amanḳul birneççe ay burun Nérinkirda bolġan ehvallarni derhal ésige aldi… “Amankul, birkaç ay önce Nerinkir’de olan olayları hemen hatırladı…” (İZ 233) • Sen karamet igisi evliya emes, aldamçi. “Sen keramet sahibi evliya değilsin, hilekâr.” (SA 528) -at Arapça çokluk eki, Türkiye Türkçesinde gelirat, erat, gelişat, gidişat, buluşat, deyişat örneklerindeki gibi Türkçe kökenli isimlerin üzerine gelerek çokluk yapabilir (Kaymaz, 2007, s. 404). 274 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı • Dadamniñ ölükini ve pütün evliyalarniñ ervahini şipe keltürdüm. “Babamın ölüsü ve bütün evliyaların yüzü suyu hürmetine yalvardım.” (ÇUHS 52-53) • Cemiiy enbiya-evliya ve mazarilarniñ ervahliriġa dua ḳildi. “Bütün enbiya-evliya ve salih kişilerin ruhlarına dua etti.” (AHB 5) Yeni Uygur Türkçesine Arapçadan at12 çokluk ekli kelimeler de alınmıştır13: • Men hazir Reḫim Ependi heḳḳide izahat bérimen… “Ben şimdi Rehim Efendi hakkında izahat vereceğim…” (L 227) • Ruḳiyedin izahat telep ḳilişni biep kördum. “Rukiye’den izahat istemeyi uygun bulmadım.” (S 29) • Tillaḫanniñ kallisiġa kelgen birinci müşkülat bu işni Abdusalamġa zadi ḳandaḳ çüşendürüş mesilisi idi. “Tillahan’ın aklına gelen birinci müşkülat bu işi Abdusalam’a gerçekten nasıl açıklayacağı meselesi idi.” (KKŞ 45) • Şuña ilim-pen bilen şuġullanġuçi adem adettiki müşkülatlarni köz aldimizġa keltürüpla ḳalmay, ölüm ḫevpinimu köz aldimizġa keltürüp ḳoyuşimiz lazimdur. “Bu yüzden bilim ile uğraşan kişinin sadece sıradan müşkülatları değil, ölüm tehlikesini de göz önünde bulundurması gerekir.” (MAH 164) 6. Yeni Uygur Türkçesinde Çokluk Bağlamında Nezaket, Saygı ve Kabalık Göstergeleri Yeni Uygur Türkçesinde çokluk bağlamında bazı nezaket, saygı ve kabalık göstergeleri bulunmaktadır. Uygurlar arasında nezaket, saygı ve kabalık ifadelerinde kullanılan zamirler, iyelik ekleri ve şahıs ekleri değişkenlik göstermektedir. Yeni Uygur Türkçesinde siz, sili ve özliri14 zamirleri ikinci teklik şahıs için, sizler ve herḳaysiliri ikinci çokluk şahıs için nezaket, saygı durumlarında kullanılan şekildir. Senler ise ikinci çokluk şahıs için kullanılan, içinde hakaret, öfke ya da nefret ifadesi barındıran kaba şekildir. İkinci çokluk şahıs zamiri olan siler göstergesi, ikinci teklik şahıs için de kullanılmaktadır. Uygur gramerlerinde (Tömür, 1993, s. 159; Tehur vd. 2010, s. 1518), siz ikinci teklik şahıs nezaket; sili ve 12 13 14 Hamza Zülfikar (2019, s. 57-59), teşkilat, mahlûkat, malumat, tahkikat kelimelerinin sonundaki -at ekinden dolayı bu kelimelerin çokluk ifade ettiğini, ancak bunları kullanan kişilerin teklik-çokluk kaygılarının olmaması sebebiyle -at ekli kelimelerden sonra -lAr ekinin kullanılabildiğini ifade eder. -at çokluk eki, Özbek Türkçesinde kalıplaşmış hâlde élät “kabile, millet, ülke ya da millet mensubu”, tümänät “onbinlerce” gibi bazı kelimelerde bulunur. bk. (Tolkun, 2002, s. 344). Uygurlar günlük hayatta siz ve özliri dedikleri kişilere şiir dilinde sen diye hitap edebilmektedir. Daha ayrıntılı bilgi için bk. (Tolkun, 2015, s. 154). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 275 özliri ikinci teklik şahıs saygı; sizler ikinci çokluk şahıs nezaket; herḳaysiliri ikinci çokluk şahıs saygı; senler ise ikinci çokluk şahıs kaba şekil olarak verilmektedir. Ancak saygı şekli olarak verilen göstergelerin bazen nezaket için de kullanıldığı görülmektedir. • Siz heḳiḳiy melike. “Siz gerçek bir prensessiniz.” (SA 367) • Sili barmisila, men baray, Barat Dada, -dédi Ġéni ornidin turup. “Siz gitmezseniz ben gideyim Barat Baba, dedi Geni yerinden kalkıp.” (ŞD 283) • Burun tuġulġini açiliri emes, del özliri ikenla, kindik ana bir kéçe-kündüz kirpik ḳaḳmay tevellut üstide turġanliḳi üçün uyḳusizliḳ içide gañgirap ḳélip, ikkilirini almaşturup ḳoyġaniken. “Aslında ilk doğan, ablanız değil sizdiniz. Ebe anne bütün gece doğumu takip ettiği için uykusuzluktan şaşırmış ve sizi karıştırmış.” (ÇUHS 214-215) • Üç-töt ay yamanliḳ ḳilġinimġa dozaḫḳa kirip ketsemmu meyli. Piçaḳ söñekke yetti şuci. Men silerge yalvurġili kelmidim, dep ḳoyġili keldim. “Üç dört aylık kötülüğüm için cehenneme gitmeye bile razıyım. Bıçak kemiğe dayandı, başkan! Ben size yalvarmaya gelmedim, haber vermeye geldim.” (ÇUHS 158-159) • Herḳaysiliri bizdin obdan bilişila, bizniñ bu yerde yermu, sumu az. “Hepiniz bizden daha iyi biliyorsunuz, burada toprağımız da suyumuz da az.” (K 338) • Hey ḳanḫorlar, senlerniñ méni némişḳa ḳiynavatḳiniñlarni obdan çüşinivatimen… “Hey kan içenler, sizin bana niçin işkence ettiğinizi iyice anlıyorum…” (OZ 29) Yeni Uygur Türkçesindeki iyelik eklerinden -(i)ñiz ikinci teklik şahıs için kullanılan nezaket şekliyken -(i)ñizlar ikinci çokluk şahıs için kullanılan nezaket şeklidir. -liri ikinci şahıs için kullanılan nezaket, saygı şekli olarak karşımıza çıkar. Tömür’ün (1993, s. 48) Hazirḳi Zaman Uyġur Tili Grammatikisi adlı eserinde iyelik eklerinden -(i)ñiz ikinci teklik şahıs nezaket şekli, -liri ikinci çokluk şahıs saygı şekli olarak verilmektedir. Tömür’ün (2003, s. 52) Anne Lee tarafından İngilizceye çevirisi yapılan Modern Uyghur Grammar adlı eserinde -liri ikinci çokluk şahıs saygı şeklinin yanı sıra ikinci teklik şahıs saygı şekli olarak gösterilmiştir. Tehur, Rahman ve Ebeydulla’ya göre (2010, s. 1387) iyelik eklerinden -(i)ñiz ikinci teklik şahıs nezaket şekli, -(i)ñizlar ikinci çokluk şahıs nezaket şekli, -liri ikinci çokluk şahıs saygı şeklidir. Saygı şekli olarak verilen -liri göstergesinin tespit edilen örneklerde bazen nezaket için de kullanıldığı görülmektedir. • Men sizge atiñiz ornida ata, bu momay aniñiz ornida sizge ana. Tapiniñizġa kirgen tiken bizniñ közimizge kirsun. “Ben size babanızın ye- 276 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı rine baba, bu yaşlı kadın annenizin yerine ana. Topuğunuza batan diken bizim gözümüze batsın.” (İZ 24) • Hoy, aġiniler, bir ḳiziḳ iştin ḫeviriñizlar barmu? “Hey arkadaşlar, ilginç bir işten haberiniz var mı?” (TA 67) • Ḳiz bala yéniġa barsa, “Bir obdan çoñ bolup ḳaptila, dadiliri hazir ḫelpem boldi.” “Kız yanına gidince ‘Zaman geçtikçe büyümüşsünüz, babanız şimdi halifem oldu.’ ” (İZ 251) • Ḳandaḳ vaḳitta hacetliri çüşse, tartinmay deversile, ḳizim. “Ne zaman ihtiyacınız olursa, çekinmeden söyleyin kızım?” (SA 439) • İ evci saadet ve mahtabi burçi şarapet, i cahan sehifeside yegane-taḳ Hezriti Ḫoce Afaḳ, bizler silerniñ izneliri birle Yarkend ezmi üçün Sancuġa ḳedem keltürduḳ. “Ey saadetin zirvesi ve asaletin aydınlığı, ey dünyada eşi benzeri olmayan Hazreti Afak Hoca, bizler sizin izniniz ile Yarkent’in refahı için Sancu’ya geldik.” (AHB 203) İsim bildirme eklerinden -siz ikinci teklik şahıs nezaket, -sizler ikinci çokluk şahıs nezaket şeklidir. • ‒Yaḫşimusiz! ‒Yaḫşimusizler! Avu bizniñ balilirimiz. “‒İyi misiniz? ‒İyi misiniz? İşte bizim çocuklarımız.” (SU 114) İyelik kaynaklı şahıs eklerinin çokluk bağlamında nezaket, saygı ve kabalık göstergeleri şöyledir: Zaman eki/kip eki-ñiz ve zaman eki/kip eki-lA göstergesi ikinci teklik şahısta nezaket, saygı için kullanılırken, zaman eki/kip eki-ñizlar ve -ş-zaman eki/kip eki-lA göstergesi ikinci çokluk şahısta nezaket, saygı için kullanılır. -ş-zaman/kip eki-ñ göstergesi ikinci çokluk şahıs için hakaret, öfke ya da nefret durumunda kullanılır. • Rehmet sizge, canimni ayudan ḳutḳarip ḳaldiñiz! “Teşekkür ederim, beni ayıdan kurtardınız!” (İZ 11) • Hélimu sili ikkila ḫaniş bilen ḳanaet tépip keldile. “Şimdi siz sadece iki kraliçe ile yetindiniz.” (SA 313) • Bügün sizler deryaniñ yaḳisiġa yétip keldiñizlar. “Bugün sizler nehrin kenarına geldiniz.” (AHB 54) • Ḳéni öyge kirili, dervaza tüvide turup ḳéliştila. “Haydi, eve girelim, kapıda kaldınız.” (AAİ 882) • Yüziñlar ḳiziramdu, yoḳ dep ḳoyidiġan boġaltir ḫuddi ḳoḳastiki ḳomaçtek paraslap mudir bilen ikkimizni ḳilçe közige ilmay tillaşḳa başlidi: Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 277 ‒Boġaltir bolupla biriñ öyüñge toşuġaḳ, biriñ ḫotuniñni yasiġaḳ, yene biriñ işçilarni tilliġaḳ çiḳiştiñ. “Bazen yüzünüz kızarır mı kızarmaz mı, diyen muhasebeci ateşteki darı gibi patlayıp müdürle ikimizi zerre kadar önemsemeden küfretmeye başladı: ‒Muhasebeci olur olmaz biriniz evinize taşıyan, biriniz karısını süsleyen, bir diğeriniz ise işçilere söven oluverdiniz.” (HT 213) • Dadañ ve sen özüñlarniñ osal micezliriñ tüpeylidin yurt-aymaḳlardin ḳoġlandi ḳiliniştiñ! “Baban ve sen sizin kötü kişiliğiniz yüzünden yerinizden yurdunuzdan kovuldunuz!” (AH 86) Zamir kaynaklı şahıs eklerinde nezaket, saygı ve kabalık göstergeleri şöyledir: Zaman eki/kip eki-siz ve zaman eki/kip eki-lA göstergesi ikinci teklik şahıs nezaket, saygı şeklidir. Zaman eki/kip eki-sizler göstergesi ikinci teklik şahıs nezaket şeklidir. İkinci çokluk şahıs için öfke, hakaret ya da nefret durumunda -ş-zaman/kip eki-sen göstergesinden yararlanılır. • Hazir ḳaysi orunda işlevatisiz? “Şimdi nerede çalışıyorsunuz?” (OZ 216) • Hay Seperḳul aka, didi elçi, -nime devatila? “E, Seferkul ağabey, dedi elçi, ne diyorsunuz?” (İZ 27) • Derstin ḳaysi vaḳitta çüşisizler? “Dersten ne zaman çıkıyorsunuz?” (SU 229) • Yene ikkiñ birlişip néme suyiḳest pilanlişivatisen? “Yine ikiniz bir araya gelip ne suikast planlıyorsunuz?” (KKŞ 437) Emir-istek kipindeki şahıs eklerinden -ñ ve -silA ikinci teklik şahısta nezaket, saygı şekli, -ñizlar ve -ş-silA ikinci çokluk şahıs nezaket, saygı şeklidir. Öfke, hakaret ya da nefret durumunda ikinci çokluk şahıs için -ş-Ø göstergesi kullanılır. • Çünki veten sizge miras işleñ bügün/İş yürmise tes bolidu ete-ögün. “Çünkü vatan size miras çalışın bu gün,/İş yolunda gitmezse zor olur yarın öbür gün.” (N 230-231) • Maña işensile, ezbirayi Ḫuda, Yañ Cañcuñġimu işensile. “Bana inanın, Allah aşkına, Yang General’e de inanın.” (İZ 369) • Ḳéni, hemmiliri méniñ keynimdin ménişsila, Seperḳulniñkige bérip, şeriet hökmini béca keltürgeymiz! “Haydi, hepiniz benim arkamdan yürüyün, Seferkul’unkine gidip, şeriat hükmünü yerine getirelim!” (İZ 61) • Elvette, kiriñizlar! “Elbette, giriniz!” (SU 207) 278 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı • U çaġda ḳomuş ülgümey, iş aḳsap ḳalidiġan bolsize herḳaysiñġa körgülüküñni körsitimen! Şuña, obdan işleşØ! Añlaştiñmu, hoy yaġaç ḳulaḳ küçükler?! “O zaman kamış yetişmeyerek iş aksarsa, her birinize gününü göstereceğim! O yüzden iyice çalışın! Duydunuz mu, hey kalın kafalı itler!” (S 323) Aliliri, canapliri, hazretleri kelimeleri saygı duyulan kişiler için kullanılır. • Yasin Damolla Hacim hezretliri aḫiretke seper ḳilġandin kéyin (yatḳan yéri cennettin bolġay, ilaha amin) arimiz buzuldi. “Yasin Damolla Hacı hazretleri ahirete intikal ettikten sonra (Mekânı cennet olsun, âmin!) aramız bozuldu.” (ÇUHS 208-209) • Çiñ Vañ aliliri Ürümçige mergenlerdin taşḳiri uruş ḫiraciti üçün pul evetişni ésidin çiḳirip ḳoymiġay! “Han hazretleri Urumçi’ye nişancıların haricinde savaş masrafı için para göndermeyi unutmasın!” (İZ 114) • Bizniñ Cañcuñ canapliri namidin evetken soġatlirimizni ḳobul ḳilġaysiz. “Bizim General hazretleri adına göndermiş olduğumuz hediyeleri kabul ediniz.” (İZ 345) Sonuç Çokluk için Yeni Uygur Türkçesinde pek çok gösterge bulunmaktadır. Çokluk anlamı ekler, kelimeler ve kelime grupları ile sağlanabildiği gibi söz sanatlarından ad aktarması ile de sağlanabilmektedir. Ad aktarması ile çokluk anlamının verilebilmesi için yer-toplum, yön-toplum gibi ilgilerin bulunması gerekir. Ek düzeyindeki çokluk göstergeleri arasında -(I)z, -lIK, -(I)ş- gibi yapım ekleri ve -lAr, iyelik ekleri, bildirme ekleri, şahıs ekleri gibi çekim ekleri bulunmaktadır. Kelime düzeyindeki çokluk göstergeleri arasında genel anlamda kullanılan isimler, organ isimleri, topluluk isimleri, sıfatlar, zamirler ve zarflar vardır. Topluluk isimleri topluluk yoluyla çokluk, tür isimleri kendi türünün tamamını ifade ettiğinde genelleme yoluyla çokluk bildirir. Yine organ isimleri metin bağlamına göre tek bir organı değil, iki organı karşıladığında çokluğa işaret eder. Kelime grubu düzeyindeki çokluk göstergeleri arasında sıfat tamlaması, ikileme, bağlama grubu ve edat grubu bulunmaktadır. Belirtenin belirsizlik ya da sayı sıfatı olduğu sıfat tamlamaları, bazı ikilemeler, bağlama edatlarıyla bağlanan bağlama grupları ve birliktelik ifade eden edat grupları çokluk bildirir. Yeni Uygur Türkçesinde, Arapçadaki at ekiyle ya da bükünleme yoluyla oluşturulan çokluk göstergelerine alınma kelimelerde rastlanır. Arapçadan alınan bu Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 279 kelimelerin bazılarında çokluk anlamı korunurken, bazı kelimeler teklik bildirmektedir. Yeni Uygur Türkçesinde çokluk bağlamında bazı nezaket, saygı ve kabalık göstergeleri vardır. Uygurlar bazı zamirleri, iyelik eklerini ve şahıs eklerini nezaket ve saygı göstergesi olarak kullanırken bazılarını da kabalık göstergesi olarak kullanmaktadırlar. Taranan Eserler ve Kısaltmaları AAİ Behram, C. (2006). Amet ve Apet 2. Şincan Halk Neşriyatı. AB Hamut, T. (2016). Ariliḳ ve başḳilar. Milletler Ün-Sin Neşriyatı. AHB Eli, A. (2000). Apaḳ Ḫoca 1. Şincan Halk Neşriyatı. ÇUHS Abdulvahit Kaşgarlı, R. (2016). Çağdaş Uygur hikâyelerinden seçmeler. Gazi Kitabevi. HK Kadir, A. (2013). Ḫan koçisi. Şincan Halk Neşriyatı. HT Behram, C. (2006). Hékayilerdin tallanma. Şincan Halk Neşriyatı. İB Sabir, Z. (2009). İzdiniş 1. Şincan Halk Neşriyatı. İZ Ötkür, A. (1986). İz. Şincan Halk Neşriyatı. K İsrail, H. (2010). Halide İsrail eserleri 1-keçmiş. Kaşgar Uygur Neşriyatı. KKŞ Talip, A. (2009). Keç küzdiki şivirġan. Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı. L İmin, T. (2012). Lale. Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı. LK Talip, A. (1997). Lale-Ḳurban. Milletler Neşriyatı. MAH Yunus, T. (1996). Melike Amannisa Ḫanim. Şincan Halk Neşriyatı. N Harbalioğlu, N. (2019). Uygur şair Nimşehit ve şiirleri. Kimlik Yayınları. OZB Ötkür, A. (1995). Oyġanġan zémin 1. Şincan Halk Neşriyatı. Ö Asim, G. (2014). Ökünüş. Şincan Halk Neşriyatı. S Çopani, M. E. (2007). Semender. Şincan Halk Neşriyatı. SA Kerimiy, H. M. (2015). Sultan Abdureşidḫan. Şincan Halk Neşriyatı. SB Ezizi, S. (1987). Sutuḳ Buġraḫan. Milletler Neşriyatı. SE Niyaz, Y. (2006). Seskiniş. Milletler Neşriyatı. SU Hahn, R. F. (1991). Spoken Uyghur. University of Washington Press. ŞD Obulkasım, M. (2014). Şérin dorġa. Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı. 280 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı TA Hoşur, M. (2015). Tolun ay. Şincan Yaşlar Ösmürler Neşriyatı. TAC Behram, C. (2012). Taġ cudunliri. Şincan Halk Neşriyatı. UA Doğan, L. (2011). Uygur atasözleri-Uyġur maḳalliri. Sembol Grup Baskı Yayın. UAD Öztopçu, K. (1992). Uygur atasözleri ve deyimleri. Doğu Türkistan Vakfı Yayınları. UTİLA Yakub, A. – Geyurani, G. (1990). Uyġur tiliniñ izahliḳ luġiti A-P. Milletler Neşriyatı. UTİLM Yakub, A. – Geyurani, G. (1995). Uyġur tiliniñ izahliḳ luġiti M-Ü. Milletler Neşriyatı. Kaynakça Abdulvahit Kaşgarlı, R. (2022). Lutpulla Mutellip şéirliriniñ til alahidiliki heḳḳide. İçinde ed. R. A. Kaşgarlı, A. M. Kumtur, N. Harbalioğlu Uyġur Tili ve Edebiyati (İlmiy Maḳaliler Toplimi). Dünya Uygur Yazarlar Birliği. Alkaya, E. – Yalçın, S. K. (2002). Türk dilinde *l çokluk eki. Dil Araştırmaları, (31), 17-24. Arslan, M. (2015). Türkçe ve Boşnakça isimlerde çokluğun kullanımı ve bunların Türkçe öğretimine etkileri. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 5(9), 169-187. Başdaş, C. (2006). Türk lehçelerinde işteşlik eki (-ş-) ve çokluk. I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı 9-15 Nisan. Doğan, L. (2016). Uygur Türkçesi grameri. Paradigma Akademi. Grönbech, K. (1995). Türkçenin yapısı (çev. M. Akalın). Türk Dil Kurumu Yayınları. Gülsevin, G. (1997). Eski Anadolu Türkçesinde ekler. Türk Dil Kurumu Yayınları. Harbalioğlu, N. (2017). Yeni Uygur Türkçesindeki +lAr ekine bir bakış. Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, (44), 173-186. Harbalioğlu, N. (2020). Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde çokluk bildiren yapılar. Sonsuza Uzanan Ses: Ömer Seyfettin (haz. H. Argunşah, A. Şengül, M. Gür). (s. 282-298). Dergâh Yayınları. İlhan, N. (2009). Türk dilinde çokluk. Manas Yayınları. Kaşgarlı, S. M. (1992). Modern Uygur Türkçesi grameri. Orkun Yayınevi. Kaymaz, Z. (2007). Arapçaya giren Türkçe kelimelerin Arapça kurallarla çokluk şekilleri üzerine. Turkish Studies, (2/2), 404-409. Kerimoğlu, C. (2008). Türkiye Türkçesi gramerciliğinde çokluk ve istek kategorileri. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 5(3), 140-155. Öztürk, R. (1994). Yeni Uygur Türkçesi grameri. Türk Dil Kurumu Yayınları. Öztürk, R. (2018). Yeni Uygur Türkçesinde “+lAr” ekinin farklı bir işlevi üzerine. SUTAD, (43), 25-32. Poppe, N. (2008). Altay dillerinde çokluk ekleri (çev. C. Kerimoğlu). Dil Araştırmaları Dergisi, (2), 93-110. Tehur, A. A. – Rahman, A. – Ebeydulla, Y. (2010). Hazirḳi zaman Uyġur tili (2). Şincan Halk Neşriyatı. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 281 Tolkun, S. (2002). Özbek Türkçesinde yeni kelime türetmede kullanılan yabancı unsurlar. Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, (14), 337-365. Tolkun, S. (2011). Fiil çekiminde görülen istisnaî hâller. 38. ICANAS (10-15 Eylül 2007). (s. 1725-1735). Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu. Tolkun, S. (2015). Doğu Türkçesi metinlerinde başlangıcından günümüze saygı ve nezaket ifadesi sorunu. Dil Araştırmaları, 9(17), 135-157. Tömür, H. (1993). Hazirḳi zaman Uyġur tili (morfologiye). Milletler Neşriyatı. Tömür, H. (2003). Modern Uyghur grammar (morphology) (çev. A. Lee). Yıldız Dil ve Edebiyat. Uzun, N. E. (2004). Dünya dillerinden örnekleriyle dilbilgisinin temel kavramları Türkçe üzerine tartışmalar. Kebikeç Yayınları. Yakub, A. – Geyurani, G. (1990). Uyġur tiliniñ izahliḳ luġiti A-P. Milletler Neşriyatı. Yakub, A. – Geyurani, G. (1995). Uyġur tiliniñ izahliḳ luġiti M-Ü. Milletler Neşriyatı. Yazıcı Ersoy, H. (2007). Yeni Uygur Türkçesi. İçinde ed. A. B. Ercilasun Türk Lehçeleri Grameri. (s. 355-428). Akçağ Yayınları. Zülfikar, H. (2019). Türkçedeki çokluk ekleri üzerine. Türk Dili, 56-63. KUTADGU BİLİG’DE GEÇEN YANG SÖZCÜĞÜNÜN SEMANTİĞİ ÜZERİNE Prof. Dr. Alimcan İNAYET, Ege Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-8841-4157 Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eseri Türk-İslam tefekkür ve düşünce tarihinin en önemli eserlerinden birisidir. 1017/1019 Balasagun doğumlu Yusuf ’un 1068’de yazmaya başlayıp 1070 yılında Kaşgar’da tamamladığı bu eser İslamiyet öncesi ve sonrasına ait geleneksel kültür ve medeniyet unsurlarını, Türk’ün Tanrı ve alem tasavvurunu, dinî tecrübe ve düşünsel birikimlerini yansıtması bakımından hem din ve felsefe hem de dil ve edebiyat çalışmaları için temel kaynaklardan birisini teşkil etmektedir. Amédée Jaubert’in 1825 yılında Journal Asiatique’de yayımlanan tanıtım yazısından bu yana, Kutadgu Bilig, farklı sahaların uzmanları tarafından çeşitli yön ve boyutlarıyla araştırılmıştır. Ancak buna rağmen eserde hâlâ üzerinde durulması gereken birçok husus bulunmaktadır ki, bunlardan birisi eserin kelime hazinesindeki sözcüklerin köken ve bağlamsal anlamlarıdır. Kutadgu Bilig’de geçen “yang” sözcüğü bunun için çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. Sözcüğün sözlük anlamı ile bağlamsal anlamları arasındaki farklılıklar bize konunun yeniden değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu makalede “yang” sözcüğünün sözlük ve bağlamsal anlamları ele alınacaktır. Kutadgu Bilig’de “yang” sözcüğü birçok yerde geçmektedir. R. R. Arat, Kutadgu Bilig’in dizininde bu sözcüğün “merkez, âdet, kaide, tarz” anlamlarını vermiştir (Yusuf 2008: 1270). Ancak söz konusu sözcüğün bağlamsal anlamları çok daha zengindir. Örneğin; 1.“bu şekilde, bu biçimde, böylece, böyle” Bu ay toldı ança yorıdı bu yang Ġarıblıķ saķınçı sarıġ ķıldı eng (KB, 498) “Ay-toldı bir süre böyle vakit geçirdi Gariplik içinde düşüne düşüne yüzü sarardı.” Yime keçti ödler bir ança bu yang Bu ay toldı tapġun ķızıl ķıldı eng ( KB, 954) “Böylece bir süre geçti; Ay-Toldı hizmetiyle herkesi memnun etti.” 284 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Ķılınçı ongay bolsa ķodķı köngül Budunķa sevitür özin bu yang ol (KB, 2294) “Kumandanın doğası iyi ve alçak gönüllü olmalı Böylece kendini halka sevdirir.” Tirildi bir ança yorıdı bu yang Böri toķlı birle ķozı boldı teng (KB, 3096) “Bir süre böyle yaşadı ve böyle davrandı, Kurt ile kuzu denk oldu.” 2.“huy” nerek neng kişike kerek eḑgü yang kerek bolsa bulġay ķamuġ edgü, neng (KB, 1307) “İnsana mal neye gerek, gereken iyi huydur Böyle olan insan gerekirse bütün iyi şeyleri bulur.” 3.“âdet” İkinçi aķılıķ kerek birse neng Saranķa yumıtmaz kişi alġu yang (KB, 2325) “İkincisi cömert olmalı ve ihsanlarda bulunmalı; Bir şeyler almayı âdet edinen hiç kimse cimrinin etrafında toplanmaz.” 4.“imkan” bitip ķodmasa erdi bilge bitig saķışķa negü erdi al yang itig (KB, 2226) “Bilgeler kitap yazıp bırakmamış olsalardı, Hesap yapmaya nasıl bir çare ve imkan bulunurdu.” 5.“anane, gelenek” isig söz küler yüz bile birgü neng bu üç neng kişike bolur eḑgü yang (KB, 2405) “Tatlı söz ve güler yüz ile onlara mal vermelidir, bu üç şey insan için iyi bir anane olur.” Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 285 6. “usül” negü tir eşitgil ıla sır tengi iḑi eḑgü yang bu bitig söz yangı (KB, 2696) “Ila katibi ne der, dinle; Yazılı söz usulü mükemmel bir usuldür.” 7.“ahlak” Bayat arturu birsü ilig sanga Bu eḑgü ķılķlar bu eḑgü yanga (KB, 5082) “Ey hükümdar, Tanrı senin bu iyi hareketlerini ve iyi ahlakını daim etsin ve artırsın.” 8.“yol” Du’a ķıl ay oḑġurmuş emdi manga Bayat birsü tevfiķ kör eḑgü yanga (KB, 5401) “Ey Odgurmuş, şimdi bana dua et, Tanrı iyilik yolunda bana tevfikini refik et.” 9. “benzer” Yıparlı biligli tengi bir yangı tutup kizlese bolmaz özde öngi (KB, 311) “Misk ve bilgi birbirine benzer, Bilgiyi saklarsan, dili ayarlamasından belli olur.” Kutadgu Bilig’de yang sözcüğü bazı beyitlerde ķılķ sözcüğüyle birlikte kullanılmıştır. Bu iki sözcük anlam bakımından da birbirine yakındır, hatta bazen ikisi tek anlamda birleştirilmiştir. 1.”terbiye” Ata emgeki bolsa oġlı öze Ol oġlı bilir ötrü ķılķ yang tüze (KB, 1218) “Baba oğlunun yetişmesi için emek sarf ederse, Oğlu o terbiyeyle iyi yetişebilir.” 286 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 2.“örf, adet” bu beglik işin barça begler bilir törü örigdi ķılķ yang olardın kelir (KB, 1931) “Bu beylik işini hep beyler bilir Kanun ve düzen, örf ve âdet onlardan gelir.” 3.“hal, hareket, tavır” Bolu birmez evren başı tezginür anıng birle ķılķı yangı tezginür (KB, 344) “Felek ona yar olmaz, avare olur; Bununla birlikte hal ve hareketinde istikrar olmaz.” Oġul ķız isiz bolsa ķılķı yangı Ol isiz ata ķıldı ıḑtı ongı (1225), “Çocukların tavrı, hareketi kötüyse, o kötülüğü baba yapmıştır; Çocuğu iyi olmaktan mahrum eden odur.” hacịb kördi ay toldı ķılķı yangı erende aḑınsıġ kişide öngi (KB, 562) “Hacib Ay-Toldı’nın başkalarından farklı olduğunu Başka bir hal ve tavra sahip olduğunu gördü.” Kimi beg törütmek tilese bayat Birür aşnu ķılķ yang uķuş yüg ķanat (KB, 1934) “Tanrı kimi bey olarak yaratmak isterse, ona önce Uygun tavır ve hareket, akıl ve kol kanat verir.” 4.“ahval, durum” yana saçlur andın tirilmiş nengi Söki teg bolur yandru ķılķı yangı (KB, 738) “Topladığı malı tekrar saçılır, Onun ahvali yine eskisi gibi olur.” 5.“nitelik” ilig aydı eḑgü bu ķılķı yangı Tusulur bolur halķķa asġı öngi (KB, 856) “Hükümdar dedi ki: iyinin niteliği faydalı olmaktır, Onun halka çok faydası dokunur.” Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 287 Bununla beraber eserde bu sözcük benzer ya da yakın anlamlı sözcüklerle ikileme oluşturmakta ve anlamı daha da belirginleşmektedir. Örneğin kılk yaŋ “hali tavıri huy, örf adet (Karaman 2022: 208), yaŋ kip “görünüş, biçim, tarz”, yaŋ osug “yöntem, usul”, yaŋzag teŋ yaŋ “usul, yöntem, kılk kılınç yaŋ “hal, hareket, tavır” (Karaman 2022: 385). Görüldüğü gibi, Kutadgu Bilig’de yang bağlama göre, “bu şekilde, bu biçimde, böylece, böyle”, “huy”, “imkan”, “tavır, hareket”, “âdet, anane, gelenek”, “usul”, “ahlak”, “yol”, “benzemek”, “terbiye”, “ahval, durum”, “nitelik” gibi anlamlara gelmektedir. Bu anlamlar Arat’ın verdiği “merkez, âdet, kaide, tarz” gibi anlamlardan daha zengindir. Bu durum sözcüklerin bağlamsal anlamlarının tespitinin ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Kutadgu Bilig dışında Turfan metinlerinde, Divanü Lugati’t-Türk’te ve diğer Çağatayca eserlerde, çağdaş Türk lehçelerinde karşılaştığımız yañ sözcüğü yang, yaŋ, jaη, jaң gibi biçimlerde kaydedilmiştir. Türk ve Moğol lehçelerinde zaŋ, naŋ, čaŋ, saŋ biçimleri de görülür (Rasänän 1969: 186). Kaşgarlı yang sözcüğünün “merkez, kalıp” anlamına geldiğini belirtir (Atalay, 1999: 361). Vambery bu sözcüğü “çeşit, usul, tür, yol, kullanım, âdet, gelenek, inanç, kanun, yasa” şeklinde açıklar (Vambery 1878: 118). Radlov ise “1. ruh, huy, düşünce, 2. Çeşit, usul, tür, yol, 3. âdet, gelenek, alışkanlık, 4. İnanç, 5. salgın, hastalık” şeklinde açıklamıştır. Fil anlamındaki yang sözcüğünü ise ayrı madde olarak almıştır (Radlov 1893: 57-58). Rasänän sözcüğün “tür, usul, karakter, tabiat, aydınlık ilke, ılık, sıcak, ruh, âdet, gelenek, alışkanlık, inanç, yol, benzer, inanmak” anlamlarını vermiştir (Rasänän 1969: 186). Caferoğlu Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü adlı kitabında bu sözcüğün “örf ”, “gelenek”, “usul”, “nizam”, “ölçü”, “miktar”, “hacim”, “parlaklık”, “fil” anlamlarına geldiğini kaydeder (Caferoğlu 1993: 184). Jens Wilkens yaŋ sözcüğünün “metot, yöntem, tarz, suret”; “model, örnek, numune, şablon, klişe, kalıp”; “örf, âdet, kullanılış”; “ritüel, ritüel uygulaması, ritüel kuralı”; “mukayese, karşılaştırma, benzetme” anlamlarını verir (Wilkens 2021:862). Clauson ise bu sözcüğü “kalıp, model, tür, yol, tarz” şeklinde açıklar (Clauson 1972: 940). Çağdaş Türk lehçelerinde yang sözcüğü ; YUyg. yaŋza “1. çeşit, tür, örnek, model” (Shaw 2014: 302), Özb. yaŋlıg “gibi”, Tuv. çaŋ “huy, alışkanlık”, Alt. caŋ “gelenek, kanun” (Ayazlı 2016:273), Kırg. zanğ “örf, âdet, kanun” (Yudahin 1988: 803) şeklinde kullanılır. Türkologlar bu sözcüğün kökenini genellikle Çince yang 样 sözcüğüne bağlamaktadırlar. Rasänän sözcüğün kökenini Çince jaŋ(-czb) olarak göstermiştir (Rasänän 1969: 186). Clauson da bu sözcüğün yang sözcüğünden alıntı olduğunu belirtmiştir (Clauson 1972: 940). Wilkens sözcüğün Çince kökenli olduğunu ifade etmiştir (Wilkens 2021:862). Ayazlı ve Gulcalı da sözcüğü Çince 樣 “biçim, şekil, görünüm, tarz, duruş” kökenli gösteriyor (Ayazlı 2012:360; Gulcalı 2021: 296, 288 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 549). Uygur Dilinin Açıklamalı Sözlüğü’nde de yangza “tür, tarz, şekil” sözcüğü Çince kökenli gösterilmektedir (UTİL 1999: 1384). Ancak Çincede yang 样 sözcüğünün anlamları bu kadar geniş değildir. Çince yang 样 sözcüğü sözlüklerde: “1. Şekil, yapı. 2. Numune, kalıp, model. 3. Örnek, nüsha. 4. Tashih nüshası. 5. Tür, çeşit.” Bu sözcükten türetilen yangzi 样子 sözcüğü ise “1. Tarz, form, şekil, model. 2. Görünüş, görünüm, ifade. 3. Örnek almak, numune kılmak” şeklinde açıklanmıştır (HUÇL 2006: 2537; XHC 1986: 1339). Giles sözlüğünde yang 樣 sözcüğü için “kalıp, örnek, tür, tarz” şeklinde açıklama yapar (Giles 1912: 1596). Mathews de yang 樣 sözcüğüne benzer anlamlar vermiştir. Ona göre bu karakter “tür, yol, tarz, cins, model, örnek” anlamlarına gelir (Mathews 1931 : 1085). Schuessler “ABC Eski Çincenin Etimolojik Sözlüğü” adlı kitabında yang 樣 karakterinin Tang döneminde “görünüş, benzemek, tür” anlamına geldiğini ve geç döneme ait bir sözcük olduğunu kaydeder (Schuessler 2007: 535 ). Görüldüğü gibi, Çince yang 樣 sözcüğünün merkez, kanun, yasa, örf âdet, gelenek, inanç, ritüel, karakter / nitelik, fil, parlaklık, uygulamak gibi anlamları bulunmamaktadır. O hâlde sözcüğün bu anlamları nereden kaynaklanmaktadır? Biz Türkçe metinlerde geçen yang sözcüğünün Çince kökenli olmakla birlikte sadece yang 樣 sözcüğüne dayandırmanın doğru olmadığını düşünmekteyiz. Erken, Orta ve geç dönem Çincesinde sjaŋ, shiaŋ, ziaŋ şeklinde telaffuz edilen (Pulleyblank 1991: 339) xiang 象 sözcüğünün “fil, fil dişi, sembol, kanun, prensip, kural, taklit etmek, tasavvur etmek, kanunu uygulamak” gibi anlamları bulunmaktadır (HUÇL 2006: 2373). Yine Erken, Orta ve geç dönem Çincesinde sjaŋ, shiaŋ, ziaŋ şeklinde telaffuz edilen (Pulleyblank 1991: 338) xiang 像 sözcüğünün “heykel, suret, görünüş, tasvir, karakter, şekil, kanun, kural, benzemek, … gibi durmak, benzeşmek, taklit etmek, takip etmek, benzer” gibi anlamları bulunmaktadır (HUÇL 2006: 23742375). Ayrıca xiang 象 sözcüğünün “benzemek, gibi gözükmek”, 像 sözcüğünün “benzemek, andırmak” anlamı bulunmaktadır. 像象 sözcüğü ise “şekil, görüntü, sanem, tasvir etmek, taslağını çizmek, görünüş, sembol” anlamlarına gelmektedir (Schuessler 2007: 535 ). Yang sözcüğünün “fil”, “sembol”, “kanun”, “kural”, “inanç”, “ritüel” anlamlarının xiang 像 ve xiang 象 sözcüğünden kaynaklandığı anlaşılıyor. Schuessler’e göre, Çinli yorumcular da bu sözcüğün xiang 像象 sözcüğü ile aynı olduğunu ima etmektedirler. Schuessler ayrıca xiang 象 sözcüğünün Tibet yazılı dilinde “taklit, taklit etmek, tanrılar, tanrı sureti, resim, suret, ruh” anlamlarına gelen Sino-Tibetçe *la kökünden gelmiş olabileceğini belirtmektedir (Schuessler 2007: 535 ). Eski Çincedeki *z, *s-l- / *s-j fonetik değişim durumu göz önüne alındığında bu görüşün de dikkate alınması gerekir. Fil Hinduizm’de Tanrılarla Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 289 ilişkilendirilir, beyaz fil ise Budizm’de saflığın ve kutsallığın işaretidir. Buda’nın varlığını simgeler. Yang sözcüğünün “merkez” anlamı ise “merkezi, merkez, orta” anlamına gelen yang 央 sözcüğü (HUÇL 2006: 2526)nden, “parlak”, “aydınlık”, “ılık” anlamı ise Çincede “güneş doğmak”, “güneş”, “parlak” anlamına gelen yang 暘 sözcüğü ya da benzer anlama gelen yang 陽 sözcüğü (Mathews 1945: 1086; HUÇL 2006: 2532; (Schuessler 2007: 558) nden kaynaklanmış olmalıdır. Çincede yang 暘 ve yang 陽 sözcüğü eşseslidir ve anlamları da birbirine yakındır (Wang 2015: 382). Bunların Hüseyin Namık Orkun’un pek emin olmamakla birlikte güneş diye anlamlandırdığı yañı (Orkun 1986: 883) sözcüğüyle ilişkisinin olup olmadığı da sorgulanabilir. Dememiz o ki, yang 样 sözcüğünün anlam katmanları bu sözcüğün tek kaynaklı olmadığını ve eşsesli farklı sözcüklerin kaynaştırılması sonucunda ortaya çıktığını göstermektedir. Bütün bunlarla birlikte, yang sözcüğünün Türkçe kökenli olma ihtimali de vardır. Kutadgu Bilig’de geçen yangzaġ sözcüğü “benzeyiş, kıyas, örnek” anlamına gelmekte (Taş 2015: 90) ve bağlamda “karşılaştırma”, “misal”, “uygulanmak”, “uygunluk” gibi anlamlarında kullanılmıştır. Yorımaz ne yatmaz udımaz odug Ne mengzeg ne yangzag kötürmez bodug Yürümez ve yatmaz, uyumaz, uyanıktır Ne benzer ne karşılaştırılır ne de tasavvur götürür(KB, 17) Yimüş yigü ni’met çiçekinde kör Kamuğ nengke yangzaġ munı bilgü teng Meyveyi, yiyecek nimetleri, çiçekteyken görmeli; Her işte misal olarak bunu örnek tutmalı (KB, 1651) İsiz edgü birle ķatılmaz ķaçar Ķamuġ nengke yangzaġ bu bir yangnı kör Kötü iyiye katılmaz, kaçar; Her şeye uygulanabilen bu kurala dikkat et (KB, 2255) ķamug işke yangzaġ tengi ol yangı ķamug neng tengi birle boldı esen her şeyin bir uygunluğu, usulü ve adabı vardır; her şey uygunlukla selamete kavuşur (KB, 4985) 290 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Bu örnekteki yangzaġ sözcüğünün yaŋza-, yaŋzat- “çınlamak, yansılamak, benzetmek, yakıştırmak” sözcüğünden, bunun da yaŋız “yansıma” sözcüğünden, yaŋızın da yaŋ “yansıma”sözcüğünden geldiği belirtilmiştir (Taş, 84, 90). yaŋku < yaŋ-ku, yaŋra < yaŋ-ra sözcükleri de yansıma anlamındaki yaŋ sözcüğünden türetilmiştir. Irk Bitig’de yangra- fiili “mırıldanmak, söylenmek” anlamında kullanılmıştır Tekin 2013: 65). “Günümüzde de bu sözcüğün yaŋgı, yaŋu, yaŋsılamak (Dilçin 2013: 245-246), yaŋrak, yaŋrımak (UTİL 1999: 1384) biçimleri kullanılmaktadır. Vambery sözcüğün uig. jangsak, jangsatmak, alt. jangda “âdet, gelenek, inanç, yol, usul, kullanım”, ćag. janglık, jañliķ jañluķ “benzer, aynı”, kaz. źangliķ, źanglamak “birbirine benzemek”, tkm.jalı “benzer”, osm. jañsılamak “aynısını yapmak, taklit etmek” biçimlerini göstermiştir (Vambery 1878: 118-119). Wilkens sözcüğün yaŋça “..suretle”, yaŋgarig / yaŋgarık “mukayese, karşılaştırma, benzetme”, yaŋgrarınčsız “eşsiz, emsalsız”, yaŋgarmak “karşılaştırma”, yaŋlag / yaŋlıg “..benzer, …gibi, …usullü, …prensipli, bu şekilde olan, …nın şeklinden, …nın türünde”, yaŋtselıg “…stil, ..stilli, …modelli” gibi biçimlerini verir (Wilkens 2021:862-864). Gülensoy yang “örf, gelenek, usul, nizam” sözcüğünü yanıl- fiilinin kökeni olarak göstermiştir (Gülensoy 2007: 1058). Kutadgu Bilig’de de yang sözcüğünden türetilmiş yanglıġ 96 beyitte geçer ve “böyle”, “benzer”, “gibi” anlamlarda kullanılmıştır. Örneğin; Bu yanğlıġ melikni budunlar sever Yüzini köyer tip adınlar iver “Böyle bir melikni halk sever Yüzünü göreyim diye herkes ona koşar” (KB, 47) Bu yanğlıġ tapuġķa itindi ajun Yaġı boynı egdi kötürdi özün “Dünya kulluk için böyle hazırlandı Düşman boyun eğdi, ortadan kayboldu” (KB, 101) Sözcüğün yang ve yanglıġ biçimi Çağatay metinlerinde de rastlar. Ol ay yanğım cefā ḳılsa, vefā irmiş, bu kün bildim İlāhī, bāḳī tut dāyim anınğ tig mihr-bānımnı (Eraslan1999: 244) Çıḳıban sicn-i ḥüsnidin çemen mıṣrında gül şāhı Yūsuf yanğlıġ cemālınġa ḳılur şeydā Zelīḥā’nı (Eraslan 1999:156) Ehl-i ma’nā ṣūretinğninğ ḥüsnine ḥayrān ḳalur Mıṣr ilininğ közi yanğlıġ yūsuf-ı ken›ān sarı (Karaağaç1997: 199) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 291 Görüldüğü gibi, bu örnekler yang sözcüğünün Türkçe kökenli bir sözcük olduğuna işaret etmektedir. Schuessler’in yang 樣 karakterinin Tang döneminde “görünüş, benzemek, tür” anlamına geldiğini ve geç döneme ait bir sözcük olduğunu kaydetmesi bu bağlamda dikkate değerdir. Ancak sözcüğün anlam katmanlarının nasıl oluştuğu sorusuna cevap vermek için kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Sonuç Kutadgu Bilig, Turfan metinleri, Divanü Lugati’t-Türk ve Çağatayca metinlerinde karşılaştığımız yang sözcüğünün çok farklı anlam katmanları bulunmaktadır. Bunları şöyle göstermek mümkündür: örf / âdet, anane / gelenek, ahlak / terbiye, gibi / benzemek, fil, hacim / ölçü / miktar, hal / durum, hareket / tavır, huy / karakter / nitelik, imkan, inanç, kaide / kalıp / kanun / yasa / nizam / klişe / şablon, karşılaştırma, kullanılış, merkez, metot / yöntem / usul / yol, şekil / tarz, tür / çeşit, örnek / misal / model / numune, parlaklık, ritüel, suret, uygulanmak / uygunluk, düşünce, salgın Türkologlar bu sözcüğün kökenini Çince yang 样 sözcüğüne bağlamaktadır. Ancak Çince yang 样 sözcüğünün anlam kapsamı çok geniş değildir. Bu durum sözcüğün tek kaynaklı olmadığını, değişik kaynakları olduğunu göstermektedir. Bize göre, yang 样 sözcüğün kökeninde Çince xiang 象 / xiang, 像, yang 央, yang 暘 ve yang 陽 sözcükleri bulunmakta ve bu sözcüklerin anlamları yang 样 sözcüğünde kaynaşmıştır. Bununla birlikte, yang sözcüğünün Türkçe kökenli olma ihtimali de bulunmaktadır. 292 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kısaltma ve Kaynaklar Atalay, Besim (1999): Divanüğ Lugat-it-Türk Tercümesi. Çeviren: Besim Atalaya, 4. baskı, Cilt III, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Ayazlı, Özlem (2012). Altun Yaruk Sudur VI. Kitap Karşılaştırmalı Metin Yayını. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Ayazlı, Özlem (2016). Eski Uygurca Din Dışı Metinlerin Karşılaştırmalı Söz Varlığı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Caferoğlu, Ahmet (1993). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü. 3. Baskı, İstanbul: Enderun Kitabevi ÇTİL: Çağatay Tiliniñ İzahliķ Luġiti (2002), Hazırlayanlar: Muhemmetursun Bahavudun, Genizat Geyurani, İsmail Kadir, Ablimit Ehet, Ürümçi: Şincang Helk Neşriyatı. Dilçin, Cem (2013). Yeni Tarama Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Eraslan, Kemal (1999). Mevlana Sekkaki Divanı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Giles, Herbert A. (1912). A CHINESE-ENGLISH DICTIONARY. Published in Shanghai, China and London. Gulcalı, Zemire (2021). Altun Yaruk Sudur X. Kitap. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Gülensoy, Tuncer (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları HUÇL: Henzuçe-Uyğurçe Çong Luğet (2006). Ürümçi: Şincang Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı. Karaağaç, Günay (1997). Lutfi Divanı Giriş-Metin-Dizin-Tıpkıbasım. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Karaman, Ahmet (2022). Eski Türkçede İkilemeler. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Mathews, R. H. (1931). A CHINESE-ENLISH DICTIONARY. Shanghai China İnland Mission and Presbyterian Misson Press. Orkun, Hüseyin Namık (1986). Eski Türk Yazıtları. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Pulleyblank, Edwin G. (1991). LEXICON OF RECONSTRUCTED PRONUNCIATION in Early Middle Chinese, Late Middle Chinese, and Early Mandarin, Vancouver: UBC Press The University of British Columbia. Rasänän, Marttı (1969). VERSUCH EINES ETYMOLOGISCHEN WÖRTERBUCHS DER TÜRKSPRACHEN. Helsinki 1969 SUOMALAIS-UGRILAINEN SEURA Schuessler, Axel (2007). ABC ETYMOLOGICAL DICTIONARY OF OLD CHINESE. University of Hawaii Press. Shaw, Robert Barkley (2014). Kâşgar ve Yarkend Ağzı Sözlüğü. Çeviren: Fikret Yıldırım. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Taş, İbrahim (2015). Kutdagu Bilig’de Söz Yapımı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları Tekin, Talat (2013). Irk Bitig. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları UTİL: Uyğur Tilining İzahlık Luğıtı (1999). Ürümçi: Şincang Helk Neşriyatı. V.V.Radlov, V.V. Opıt Slovarya Tyurkskih Nareçiy, Tom III, çast’ 1, İmperatorskiy Akademii Nauk, Sankt Peterburg, 1893 Vambery, Hermann (1878). ETYMOLOGISCHES WÖRTERBUCH DER TURKO-TATARISCHEN SPRACHEN, EIN VERSUCH, Leipzig, F. A. Brockhaus Wang Li (2015), Kökteş Sözler Sözlüğü / 同源字典. Beijing: Zhonghua Shuju 中华书局. Wilkens, Jens (2021). Handwörterbuch des Altuigurischen (Altuigurisch – Deutsch – Türkisch) / Eski Uygurcanın El Sözlüğü (Eski Uygurca – Almanca – Türkçe), Göttingen: Akademie der Wissenschaften zu Göttingen XHC: XIANDAI HANYU CIDIAN (1986). Pekin: Shangwu Yinshu Guan Chubanshe. Yudahin, K.K. (1988). Kırgız Sözlüğü. Türkçeye çeviren: Abdullah Taymas, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Yusuf (2008). Kutadgu Bilig. Çeviren: Reşid Rahmeti Arat. İstanbul: Kabalcı Yayınevi SİSTEMLİ İŞLEVSEL DİL BİLİMİ VE METİN DİL BİLİMİ YAKLAŞIMLARI TEMELİNDE AYŞE İLKER’İN “OYUNCU” HİKÂYESİNİN SÖYLEM ANALİZİ Doç. Dr. Ferhat KARABULUT, Manisa Celal Bayar Üniversitesi ORCID No: 0000-0001-5039-9580 Dr. Tolga ELBİRLİK, Millî Eğitim Bakanlığı ORCID No: 000-0001-72416855 Giriş Bugün artık söylem analizinin, bir metinde ya da sözcede dil kullanımlarının cümle ötesi birimler temelinde çözümlenmesi olduğu açık bir şekilde bilinmektedir. Çünkü dil semiyotik bir evrendir. Bir dil kullanımının anlaşılması için metin içi ve metin dışı tüm unsurların, bağlaşıklık durumunun ve atıf/gönderim ilişkilerinin ortaya konması gerekmektedir. Bu çalışmada Ayşe İlker’in Def ve Mendil (2022) hikaye kitabındaki “Oyuncu” hikayesinin mikro yapısını, Sistemli İşlevsel Dil Bilimi (Systemic Functional Linguistics) ve Metin Dil Bilimi (Text Linguistics) kuramlarında hareketle çözümledik. Bu çözümlemede hikâyede geçen bağlaşıklık (cohesion) unsurlarını ortaya çıkarmayı özellikle hedefledik. Bu çalışmanın bir diğer amacı ise, dil bilgisi çalışmalarında pek üzerinde durulmayan cümle ötesi birimlerin bağıntı ögelerini (cohesive divices) görünür kılmak olmuştur. Metin analizi, söylem analizinin önemli bir bölümüdür fakat söylem analizi sadece metnin bilimsel analiz değildir. Metin analizinin edebi varoluşu içinde referans noktası Sistemli İşlevsel Dil Bilimi (SİD). Bu tür bir analiz, dil bilim teorisi ve özellikle Micheal Halliday kaynaklı analitik metotlarla bağlantılıdır (Halliday 1978, 1994). Chomskyci geleneğin aksine, SİD; dil, diğer öğeler ve sosyal hayatın pek çok yönü arasındaki ilişki ile derinlemesine ilgilendi. Kuram, metinlerin toplumsal özelliklerine odaklanarak onların dil bilimsel analizi ile uğraşan bir yaklaşım olarak dil bilimi alanında yer edinmiştir (Halliday and Hasan 1976, 1989, Halliday 1994, Hasan 1996, Martin 1992, Van Leeuwen 1993, 1995, 1996). Bu yaklaşım, SİD’yi eleştirel söylem analizi için değerli bir kaynak yapar. Gerçekte Eleştirel Söylem Analizi’ne (ESA) en büyük katkı SİD’nin dışında gelişti (Fowler v.d. 1979, Hodge and Kress 1988, 1993, Kress 1985, Kress and Van Leeuwen 2001, Lemke 1995, Thibault 1991) (bk. Fairclough, 2003, 6). 294 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı SİD, diğer söylem analizleri arasında daha çok dil ve dilin kullanımıyla ilgilenir. Onların terminolojisinde metin ve söylem bir arada görülmez. Pek çok bilim insanının ileri sürdüğü gibi her iki terim de cümleden daha büyük bir birimi ifade eder. Bir söylem ya da metin konuşulabilir (Chafe, 1992, s 356); Stubb 1996, s. 4). SİD teorileriyle birlikte dikkate alındığında iki terim (söylem-metin) birbirinden farklıdır: Söylem, dinamik ve çok boyutlu bir süreçtir. Metin, bu sürecin statik ürünüdür (Halliday, 1994; Brown ve Yule, 1983). SİD kuramları dili toplumsal bir semiyotik olarak görmeye meyillidir. Dil, diğer bir ifadeyle belirli bir bağlamda kesin bir anlamı ileten ve toplumsal bir kültürden kaynaklanan semiyotik bir sistemdir. İşte tam bu noktada SİD, dil ve bağlamsal öğeler üzerine oturmuş olur. Merkezi konum, konuşur ve kip (Field, Tenor ve Mode) potansiyel bir önem ile donatılan çok işlevli semantik bir sistemdir. Dil kullanıcıları, semantik bir sonucu canlandırmak/somutlaştırmak için bağlamsal ögelere riayet ederek gramatikal ve leksik seviyelerde seçim yaparlar; kelimeler, gramer daha sonra fonetik bir seviye ile temsil edilirler. Bu şekilde karşılıklı simgeleme/temsil etme ilişkileri metinde gösterilebilir. Yukarıda sözü edilen teorik çerçeve altında işlevsel dil bilimci bir anlamsal birim olarak metni deşifre eder (Halliday, 1978). Olası anlamların görünen biçimleri ve bir metnin sözlü ya da yazılı biçimleri, bazı bağlamlara/ sınırlandırılmalara hapsedilmiştir. Bağlamdan gelmek/ kültür ve durum bağlamı (Hailing From Context) dolayısıyla bir metin güncellenmiş bir iletişim biçimidir. İşlevsel dil bilimcilerin hedefi, dilin üç meta-işlevini teorik temelde analiz etmektir. Bu üç işlev şunlardır: 1. Tecrübî İşlev: (Ses) geçişlilik (transitivity), kutupluluk (polarity) gibi alt sistemler. 2. Kişilerarası İşlev: (duygu) durum/kip (mood) ,kip(tarz/usul (modality) ve şifre (key) 3. Metinsel işlev: Tema, bilgi, bağlaşıklık (cohesion) Bu meta işlev, diğer alt sistemler arasında iletişimde çok önemli dil bilimsel bir etki gösterir. SİD’in anahtar noktası: dil kullanımıdır (Yang ve Sun, 2010, 129). Birçok kez belirttiğimiz gibi söylem analizinin büyük bir kısmı özellikle cümle ötesi birimlerinin incelenmesi, sınıflandırılması ve metinlerde bunların gösterilmesiyle gerçekleştirilir. Özellikle sözce kavramından hareketle belli bir iletişim ortamında üretilmiş bir metnin gramerinin ortaya konması sorunlarıyla ilgilenen dil bilimi, metin dilbilimi diye tanımlanır. Metin dil bilimi çalışmalarını, antropolog B. Malinowsky (1923) ve J. R. Firth’ün (1969) söylem analizinde “mutlak bağlam” kavramıyla metni yorumlarken, durum bağlamı (context of situation) kavramını türetmeleri ve geliştirmeleri ile başlatabiliriz. Bu kuramda metnin bü- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 295 tüncül olarak anlaşılması için, iletişim ortamına özellikle de metin içi ve dışı durum bağlamına vurgu yapılır. Sistemli işlevsel dil biliminin kuramcıları Halliday ve Hassan (1976), Beaugrande ve Dressler (1981) ve J.R. Martin (2001), yazdıkları makalelerde bağlaşıklık (cohesion) ve metinsellik (texture) kavramlarını açıklarlar. Özellikle Van Dijk editörlüğünde hazırlanan “Handbook of Dicourse Analysis”adlı çalışmada (1985) yer alan makalelerde söylem analizi için geniş bir çerçeve içinde yer alan bağlaşıklık kavramını metin organizasyonu içinde modüler bir yaklaşım olarak ele alırlar. Bağdaşıklık, metin organizasyonunun diğer bakış açıları ile bağlaşıklık etkileşimi olarak düşünülen metinsellik (metni metin yapan bileşenlerin oluşturduğu bütündür) çalışmalarının bir parçası olarak tanımlanır. Bu gelenekte söylem analizinin hedefi toplumsal bağlamlarda metinlerin yer aldığı bir model inşa etmektir (Martin, 2001: 35). 20. yüzyıl içinde dil biliminin kuramsal gelişimine şöyle bir göz atıldığında temel olarak Chomsky ve takipçilerinin ortaya koyduğu tümce merkezli bakış açısından,70’li yılların başından itibaren yavaş yavaş bir ölçüde metni ya da söylemi dikkate alan yaklaşıma geçiş yapıldığı görülür. Bu geçişin temel nedenlerinden biri, yalnızca tümceye yönelik çalışmanın dil bilim çalışmasını kapsamı açısından çok sınırlıyor oluşudur. Oysa dil bilimi çalışması, dilin doğal bağlamlarında ortaya çıkan bütün görünümlerin açıklanması için de çok kullanışlı bir kuramsal ve uygulamalı altyapı oluşturabilecek niteliktedir. Metin dil bilimi (MD), bu düşünceyi savunan dilbilimcilerin ilk somut ürünlerini ortaya koydukları dil bilimi alanlarından biri olarak karşımıza çakar. Metin dil bilimi çalışması, “metin nedir” ve “metni metin yapan özellikler nelerdir” sorularına yanıt arayan bir dil bilim çalışması türüdür (Uzun, 2011: 153). Burada metinsellik ölçütlerini açıklamak uygun olacaktır. Dressler (1981) metni iletişimsel bir olay olarak yedi ölçütte açıklar: 1. Bağlaşıklık (Cohesion), söz dizimi ve metin arasındaki ilişkiyle yapılmak durumunda olan olgu; bağlaçlar, eksiltme, anafor, katafor veya tekrar bağlaşıklık için temel kavramalardır. 2. Bağdaşıklık/Tutarlılık (Coherence), metnin anlamını gerçekleştirir. Burada bilgi ögelerine ya da dil bilimsel gerçekleştirmeye sahip olmayan bilişsel yapılara gönderimde bulunabiliriz, fakat bağdaşıklık dil kullanımı olarak ima edilir ve böylece etkileme, mesajın muhatap tarafından alındığına atıfta bulunur. 3. Niyetlilik (Intentionality), konuşan ve yazanın amacıyla ilgilenir. 296 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 4. Kabul edilebilirlik (Acceptability), belirli bir metnin faydalılığı ya da bağlantıyı kurmaya çalışan okuyucu ve dinleyicinin hazır bulunurluğu üzerine yoğunlaşır. 5. Bilgisellik (Informativity), önceden kabul edilen ya da yeni bilginin nitelik ve niceliğine gönderme yapar. 6. Durumsallık (Situationality), gerçekte mesajın alımı ve üretiminde önemli bir rol oynar ve üretilen metindeki durumu ifade eder. 7. Metinlerarasılık (Intertextuality), iki ana gerçeğe gönderimde bulunur a) Bir metin eş zamanlı veya önce gerçekleşmiş bazı söylemlerle her zaman ilişkilidir. b) Metin her zaman gruplanmış kısmi metin çeşitleri ya da üslupla biçimsel bir ölçüt temelinde bağlantılıdır( tahkiyeli, önermeli, betimleyici vb.) (Juez, 2005, s. 6). Konunun daha doğru anlaşılması için söylem analizi (SA) ve metin dil bilimi (MD) arasındaki benzerlik ve farkların öncelikle ortaya konması gerekir. Araştırmacılar, söylem analizi yaparken bilişçilik, işlevsel gramer, toplumsal dil bilimi ya da pragmatikle aynı anda iştigal edebilirler, çünkü bütün bu alanlar birbirleriyle ilintili ve ortak kurallara sahiptir. MD’den SA’ya doğru ilerleyici bir entegrasyon olduğu söylenebilir. Süreç boyunca dil araştırmasının dönüşümü gözlemlenebilirse, pek çok bilim insanın düşüncelerinin ve inançlarının doğal akışın bir olarak MD’den SA’ya doğru hareket ettiği fark edilecektir. 2002’deki biyografik makalesinde Van Dijk, kendi çalışmalarının Metin Dil bilim’den Eleştirel Söylem Analizi’ne doğru nasıl geliştiğini belirtir. Dijk’ın 1970’lerdeki analizlerinin temel amacı metnin gramer yapısının açık bir şekilde gösterilmesiydi. Bunu yapmanın kolay yolu ise, cümleler arası ilişkilere yoğunlaşan açıklamalar getirmek olmuştur. Bu safhada metin grameri için çok önemli bir çaba da makro yapı nosyonunun tanıtımı idi (van Dijk, 1980). Metin dil bilimi ve söylem analizi arasında önemli bir örtüşme (bağlaşıklık kavramıyla ilgili olarak) olmasına rağmen yukarıdaki kriterler ayrım yapmada bize yardımcı olabilir. Tischer (2000) öncelikle iki kriter açıklar: bağlaşıklık ve bağdaşıklık. Bunlar, metin içilik ve metin dışılık olarak da ifade edilebilir. Geleneksel söylem analizi, iletişimde çok önemli bir rol üstlendiği için metin dışı (text-external) etkilere daha çok dikkat ederken metin dil bilimi, metnin iç (text-internal) yapısına daha çok önem verir. Halliday gibi bir kısım bilim insanı, tikel olarak metnin anlamlı olan her parçasının metin olarak devam eden semantik seçim süreci ile ilgili (1978, s. 137) olduğuna inanır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 297 Metin dil bilimsel yaklaşımlarda bilişsel kurgu olarak metin, bilişsel süreçlerin kısmen ya da çok açık yan tesirleri olarak görülür (Tischer et al. 2000, s. 29) ve bağlam ikincil bir rol oynar. Metnin dış elementleri bağlamda teşekkül ederken, metnin iç elementleri ise metinde meydana gelir. Schiffrin’in bir sözcenin bildirişime bağlı içeriğine katkıda bulunan bilginin iki çeşidi olarak bağlam ve metni göstermesi, söylem analizi içindeki bütün yaklaşımlara da yol gösterdi. “Sözce” teriminden sonra “metin” terimi de böylece dil bilimsel bir içerik haline geldi. Bu anlayışa göre esas olan ifadelerin, cümlelerin ve kelimelerin sabit semantik anlamları değil; kullanılan cümlelerin, ifadelerin ve kelimelerin bağlamlarına dayanan dinleyicilere uygun çıkarımlardır. Bağlam, böylece sözceleme üreten insanlarla doldurulan bir dünyadır: kültürel, toplumsal, kişisel kimlikler; bilgi, inançlar, çeşitli kültürel ve toplumsal olaylarda; diğerleriyle etkileşim içinde olan diğer sosyal ve kültürel ifade edilmiş durumlarla ilgili olan şeydir (1994, s. 363). Schiffrin’e göre söylem analizi, bağlam ve metinin her ikisinin de çalışmalarını içerir. Metin çalışmaları sadece metin çalışması iken söylem çalışmaları hem metin hem de bağlam çalışmalarıdır. Buna rağmen (Beaugrande gibi) metnin çeşitli tanımlamaları vardır ki bunlar çok geniş ve özellikle her iki unsuru (metin ve bağlam) içine alır. Beaugrande’ın (2002), “gerçek dil kullanımı çalışması olarak” metin dil bilimini işaret etmesi, Schiffrin tarafından tanıtlanan işlevsel yaklaşıma dayanan SA’nın pek çok tanımlamalarıyla farklılık göstermez. Söylem analizi mutlak bir dil kullanımı analizidir. Bunun gibi o, insan ilişkilerine hizmet etmek için tasarlanmış biçimlerin işlevleri ya da amaçlarının bağımsız dil bilimsel formlarının açıklanmasıyla sınırlandırılamaz (Brown ve Yule, 1983, s. 1). Söylem, toplumsal bir konumlandırma süreci olarak dil kullanımına gönderimde bulunur (Candlin, 1997, s. ix). Böylece söylem ve metin terimlerinin bazen aynı anlamda kullanıldığı gibi MD ve SA’nın da pek çok yönüyle aynı anlama geldiği sonucuna varılabilir. SA, daha çok işlevsel yaklaşıma meyilli iken MD, daha çok uygulamalı ve biçimsel (formalist) yaklaşıma meyillidir diyebiliriz. Biçimciler dili bilişsel bir fenomen olarak görmeye yatkınken, işlevselciler dili toplumsal bir olgu olarak görmeye yatkındırlar. Schiffrin gibi dil bilimcilerin SA’da biçimci ve işlevci bakış açılarını birleştirdiği görülür. Sonuç olarak söylem analizi, metin dil bilimi ve diğer yaklaşımları da içine alan kuşatıcı bir terim olarak görülür (Juez, 2005, s. 7). Genelde söylem analizinin küçük yapısında ele alınan öncül kavram, bağlaşıklık (cohesion) kavramıdır. Bu kavramın kapsamına bağıntı ögeleri (cohesive device) girer. Söz dizimi ve metin arasındaki ilişkiyle açıklanmak durumunda olan bağlaşıklık için temel kavramalar; işaretleyiciler, bağlaçlar, eksiltme, anafor, katafor veya tekrar ve çıkarımdır. 298 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Dijk, metnin gönderimsel görünümlerinin yani onun ne hakkında olduğunun da kavranması gerektiğini vurgulamaktadır (1985a: 35). Çünkü Dijk’a göre konuşucu, yalnızca kendisinin ya da metnin anlaşılmasını değil, aynı zamanda dinleyicinin metindeki bilgiye göre dünya hakkındaki bilgisini ve mümkünse düşüncelerini ya da davranışlarını değiştirmesini istemektedir. Öte yandan yine konuşucunun metindeki bilgiye göre dinleyicinin bazı eylem (action) planları başlatmasını amaçlaması söz konusudur (1985a, s. 35). Metinde bu yedi ölçütten herhangi birinin olmaması halinde metnin iletişimsel olmayacağına, dikkat çeken araştırmacılar, bu durumun önemini iletişim değeri olmayan bir metnin, metin olmadığının altını çizerek ortaya koymaktadırlar (1981:3). Söz konusu metinsellik ölçütlerinden ilki yüzey metnin (surface text) bileşenleri ile ilgili olan bağlaşıklıktır(1981: 4). Brown ve Yule (1983, s. 27) söylem analizinde analizci, konuşur ve yazar tarafından icra edilen bağlamdaki dil kullanımını incelemektedir. Söylemi inceleyecek kişi belirli bir kullanım durumu üzerinde daha çok konuşucu ve sözceleme arasında, cümlelerin diğer cümlelerle ilişkisiyle ilgilenir. Burada analiz için kullanımda belirlenmiş birtakım terimler vardır. Bu terimler; atıf (reference), ön varsayım (presupposition), ima (implicature) ve çıkarım (inference) gibi terimlerdir. Guy Cook ise (1989, s. 14-21) söylemin bağıntılarıyla ilgili biçimsel ve bağlamsal olmak üzere iki bağıntıdan söz eder. Bazı durmalarda dilin belirli bir uzanımının (diğer kelimeler ya da söylem ile) nasıl bir araya geldiği ve nasıl bir bütün oluşturduğunun görünümüyle ilgilenir, fakat bu durum bu uzanımda bir cümlenin dahi kabul edilebilirliği için bir açıklama getirmez. Ona göre söylemi açıklamak için dilin dışındaki (durum gibi, insanların ne biliyor ve ne yapıyor olduklarını da hesaba katma gibi) özelliklere de bakmak gerekir. Bu gerçeklikler, bir bütün olarak bir anlamlılığa sahip olan söylemi yani bir dil uzanımı inşa etmenin olanağını sağlar. Bununla birlikte bir söylemde cümlelerin doğru ya da yanlış olduğunu fark etmeyi dil dışı gerçekliklere bakmaksızın gramer bilgimizle yaparız. Dil yanlışlarını ilk olarak bağlamsal yani dilin dışındaki gerçekliklere gönderme yaparak ya da ikinci olarak biçimsel yani dilin içindeki gerçekliklere gönderme yaparak iki yöntemle tanımlayabiliriz. Cook da yancümleler ya da cümleler arası biçimsel bağıntılara bağıntı ögeleri (cohesive device) der, onları yedi kategoride inceler: Fiil biçimi (verb form), aynilik (parallelisim), atıf ifadeleri (referring expressions): önceye atıf (anaphora), sonraya atıf (cataphora); tekrar ve kelime zincirler (repetition and lexical chains); değiştirim (substitution); eksiltme (ellipsis); bağlaç (conjunction). Cook burada yaptığı bu ayrımla bağlamı sadece dış fiziksel bağlam olarak algılamıştır. Metin içi bağlam kavramı yerine biçimsel bağıntı (formal links) kavramını kullanmıştır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 299 McCarty (1991, s.35) gramatikal bağdaşıklık ve metinselliği tanımlarken sözlü ve yazılı söylemlerdeki sözcelemeler, cümleler ve yan cümleler arasındaki dil bilgisel bağlantıyı sınırlandırarak üç ana bölüme ayırır: (i) Atıf (reference) ya da eşgönderim (coreference) (bk. Brown and Yule 1983, s. 192), (ii) Eksiltme (ellipsis)/ değiştirim (substitutions), (iii) Bağlaçlar (conjunctions). Buradaki temel soruyu Gee (2011a, s. 19) sorar: “Birbiriyle bağıntılı ya da bağıntısız olan dilin bu parçaları nasıl oluşturulur ya da bir şeyi diğer şeyle ilişkili ya da ilişkisiz yapma, nasıl gerçekleştirilir?” Gee (2011, s.128-129) söylem dil bilgisinin ön hazırlık, ön başlığında bağdaşıklık kavramını açar: Bu kavram temel cümlelere katkı sağlayan yan cümlelerin metodolojisi hakkındadır fakat konuşur ve yazarlar cümleler içinde pek çok bağlantılı yan cümleler inşa etmek zorundadır. Onlar yazılı ve sözlü olan tüm metinler arasında cümleler birbiriyle irtibatlandırılmalıdırlar. Bağıntı ögeleri (cohesive device) olarak isimlendirilen bu bağıntılar (connections), okuyucu ve dinleyici için bir iletişimde cümleler arasındaki ilişkilere işaret eder. Onlar yazılı ve sözlü iletişimi gerçekleştiren onu bir arada tutan (hangs together) şeylerdir (coheres). Gee’ye göre altı ana bağıntı ögesi vardır: 1. Zamirler (Pronouns), 2. Zarflar ve miktar zarfları (Determiners and Quantifiers,) 3. Değiştirim (Substitution), 4. Eksiltme (Ellipsis), 5. Kelime bağdaşıklığı (Lexical cohesion), 6. Bağlaçlar (Conjunctions, adjunctive adverbs, and other conjunction-like links). Söylem analizinin en önemli kavramlarından biri atıf/gönderim (reference)’dir. Atıf, söylem analizinin cümleler arası biçimsel incelemesinin ana meselesidir. Genellikle zamirlerle ilgilidir. Gösteren olarak olmayan fakat gösterilen olarak var olan boş/görünmez atıflar (zero anaphora) da vardır. Bilindiği gibi bağlantının olmadığı yerde anlam yoktur, iletişim yoktur. Atıf cümleler arası bağlantıyı sağlayan iç, dış; görünür, görünmez; önceli, sonralı ilişkileri, biçimsel, dizimsel hem de anlam özellikleri olan cümle ötesi birimlerdir. Kendi gerçeklikleri içinde anlam bilimsel olarak yorumlanabilir olanın yerine geçen ögeler, imaları için başka bir şeye işaret ederler. Bu ögeler; bireysel (personal), işaretleyici zamir/sıfat (demonstrative) ve derecelendirici/karşılaştırıcı (comparative)’ ögelerdir. Gönderim ilişkisinde, bu iki ilişkiyi sağlayan gönderim ögelerinin (reference items) metinle ilgili salt kendilerine ait bir anlamsal yorumlamaları yoktur. Gönderim ögeleri, anlamsal yorumlarını bir diğer ögeyle kurdukları gönderim ilişkisiyle kazanır (Uzun, 1995, s. 36). Söylem analizi bir bakıma işaretleyici temelli bir yaklaşım benimser. Bu nedenle göstericiler/işaretleyiciler sözcelem veya metin analizlerinde çok önemlidir. Bağlamdan belirlenmesi gereken tüm atıf kelimeleri göstericidir. Bilinen insanlarla 300 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı ilgili göstericiler: (ben/beni/bana, sen/seni/sana, o/onu/ona, biz/bizi/bize; siz/sizi/ size, bunlar/onları/onlara); mekânla ilgili göstericiler: (bura+da/şura+da/ora+da, bu/ şu); zamanla ilgili göstericiler (şimdi/sonra “yarın, bugün”). Bu kelimeler değiştiriciler (shifters) olarak isimlendirilir. Örneğin; “Ali çikolata ve kek sever” ifadesine bir bakalım. Bu cümlede geçen Ali, çikolata ve kek kelimelerini dinleyici bilecektir, çünkü dinleyici Ali’yi tanıyordur ve çikolata ve kek nedir biliyordur. İfade “o onu sever” şeklinde değiştirilirse, “o” kişi zamirinin kime gönderme yaptığı ya da “onu” işaret zamirinin neye gönderme yaptığı sözceleme ortamından ya da metin önceden takip edilmemişse yapıdan tam olarak bilinemez. İşaretleyiciler, yazma ve konuşmada bağlam için bağıntılardır. Eğer dinleyiciler bağlamsal bilgiyi kullanarak işaretleyicilerin neye gönderimde bulunduğunu doğru bir şekilde keşfedemezlerse onun ne anlama geldiğini bilemez ya da onu yanlış anlarlar. Başka bir deyişle konuşurlar, işaretleyicilerin/gösterenlerin dinleyiciler için ne anlama geldiklerini bildiklerini farz ederek kullanmış olurlar. Meselenin biraz daha anlaşılması için iki örnek daha verilebilir. Örnekleri ve açıklamayı Gee’den takip edelim. “John içiyordu, bu yüzden onu eve götürdüm.” ve “John çok hızlı içiyordu ve içkiyi tişörtünün her yerine damlattı.” Birinci örnekte her bağlamda pek çok kişi onun içtiği şeyin alkol olduğunu anlayacaktır, fakat ikinci örnekte lekeler herhangi bir içecek kaynaklı olarak algılanabilir. Bu sebeple gizli göstericinin/işaretleticinin (non-deictic) belirgin bir şekilde ne anlama geldiği bağlam kullanımının diğer unsurlarına bağlıdır (Gee, 2011a, s. 9 ). Yani, sarhoş olan bir kişinin nasıl bir davranış sergilediği herkesçe malum olduğu için, içkili birini görenler onun sarhoş olduğunu anlayabilir. Buna karşın içtiği içeceği üzerine döken birini o anda gözü ile görmeyen biri tam olarak olay anında neler olduğunu bilemez. Bir modelleme daha yapmak mümkündür. “Kahve döküldü, paspas al!” diyen biri, kahve ve bir sıvı (döküldüğü için) hakkında bilgi vermiştir. “Kahve döküldü, süpürgeyi getir!” diyen biri, sıvı olmayan kahve zerrelerinin halıya döküldüğü bilgisini vermiştir, çünkü dinleyici sıvının süpürülmediğini ancak tozun süpürüldüğünü bilir. Burada paspas veya süpürge kelimeleri bağlam olarak hizmet eder ve kahvenin ne anlama geldiğini bize anlatırlar. “OYUNCU” ADLI HİKÂYEDE KÜÇÜK YAPININ SÖYLEM ANALİZİ Buraya kadar sistemli işlevsel dil bilimi, söylem analizi ve metin dil biliminin benzer ve farklı tarafları üzerinde durduk. Genel ilkeler ve ortaya atılan fikirleri ana hatları ile ortaya koyduk. Bu bölümde sistemli işlevsel dil bilimi temelinde Ayşe İlker’in yazmış olduğu “Oyuncu” hikâyesindeki gösterici/işaretleyici görünümleri üzerinde duracağız. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 301 1. Gösterici / İşaretleyici (Deixis): Dil biliminde deiksis (göterici/işaretleyici) genel sözcüklerin ve ifadelerin bağlam içinde belirli bir zamana, yere veya kişiye atıfta bulunmak için kullanılmasıdır: Örneğin “dün”, “bura” ve “siz” sözcükleri. Sözcükler; anlamsal anlamları sabit ise, ancak gösterilen anlamları zamana ve/veya yere bağlı olarak değişiyorsa göstericidir/işaretleyicidir. Tam olarak anlaşılması için bağlamsal bilgi gerektiren sözcükler ya da ifadeler (zamirler, yer tamlayıcıları gibi) göstericidir. Göstericiler/ işaretleyiciler, art gönderim (anaphora) ile yakından ilişkilidir. Müdür de zaten yenilikçi bir adamdı, [onun] memurlarına sahip çıkan, onlara değer verip [onları] gözeten bir idareciydi. Öyle görünüyordu ve kanaati de buydu. Ondan kötü bir düşünce sadır olma ihtimali hiç [onun] aklına gelmemişti. (O:24) Burada “ondan” zamiri cümlenin başındaki “müdür”e gönderim yapan insanlarla ilgili göstericidir. Ayrıca “onlara” zamiri kendisinden önce gelen, yan cümledeki “memur”larına gönderim yapan insan göstericisidir. Bunun yannda “memur+ları+n+a” kelimesindeki iyelik eki “+ları” da kendinden önce metinde olmayan gösterici [onun] zamirine gönderimde bulunmaktadır. Bu “onun” zamiri, olmayan gösterici olarak yine “müdür” ismine gönderim yapan insan göstericisidir. Dahası “akl+ı+n+a” sözcüğündeki +ı iyelik eki kendisinden önce bulunması gereken olmayan gösterici [onun] zamiriyle tahkiyenin öznesi oyuncuya gönderim yapmaktadır. Son olarak “Öyle” ve “bu” göstericileri de müdürün yenilikçi bir adam, memurlarına sahip çıkan, onlara değer veren, gözeten bir idareci olması söz edimlerinin bütününe gönderim yapmaktadır. (...) Önce afalladı. Oyun yazılımını pazarlamak düşüncesi hiç aklından geçmemişti. (...) Çocuklarının hep yabancı kaynaklı oyunlarla bilgisayar başından kalkmadıklarını önceleri çok kınıyordu. Ama sonra üzerinde çok çalışıldığını, her türlü bilginin bunlar üzerinden aktarıldığını görünce, içinde ukde olarak kalan “yaratıcı mühendis adam” rolünü, postane teknisyeni olarak denedi. Çocukları olmasaydı bu oyunları nereden bilebilir ve ucundan kıyısından bir şeyler bulma arzusuna nereden ulaşabilirdi. (O:23) Oyuncu adlı hikâyede zaman göstericisi olarak önce ve ama sonra’dır. Bilineceği gibi önce ve sonra zaman belirteçleri bir zaman çizgisinde gösterdiği zamanın konumuna göre zamanı göreceli olarak gösterebilir. Burada anlatı zamanı içinde tahkiye öznesinin hal dönüşümünü zıtlık bağlaçı yardımıyla da göstermektedir. Önce ve önceleri zaman belirteçleri hayatının geçmiş zamanındaki belirsiz bir za- 302 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı man dilimine gönderimde bulunurken ama sonra zaman belirteci yine bu zaman noktasından daha ileri belirsiz bir öte zamana gönderim yapmaktadır. Ayrıca “Çocukları olmasaydı bu oyunları nereden bilebilir ve ucundan kıyısından bir şeyler bulma arzusuna nereden ulaşabilirdi.” cümlesindeki “bu oyunları” sıfat tamlamasının geçtiği cümleyi kendinden önce gelen paragraftaki sözcelemeyi okumadan hüküm verecek olan bir okuyucu “oyunları” kelimesini bir bilgisayar oyunu olmadığını, bir çocuk oyuncağı olduğunu düşünebilirdi. Atıf, müşterek olarak oluşturulan metnin (co-text) gramatik ve anlamsal bir bütünlük içinde nasıl meydana getirildiğini gösterir. En temel olarak atıfı iç ve dış atıf olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Dış atıfta (exephoric reference) anlamlandırma metnin dışındaki bağlama dayanır. İç atıflarsa (endophoric refereance) daha çok zamirlerle ve onların anlamlarını işaret ettikleri metindeki diğer ögelere gönderimde bulunulur. İç atıf iki tipte karşımıza çıkar. Eğer bir metinde önceden ifade edilmiş yer, zaman, kişi ve nesneleri temsil eden kelimelere gönderimde bulunan “onlar”, “bu” vb. zamirlere önceye atıf/ art gönderim (anaphora) denir. Diğer iç atıf türü ise bunun zıttı olan sonraya atıf/ön gönderim (cataphora) dir. Önceye atıf (anaphora) geriye gönderimde bulunurken sonraya atıf (cataphora) ileriye gönderimde bulunur. Özellikle şunu belirtmeliyiz ki sonraya atıf işlevsel ya da stratejik olarak okuyucuyu meraklandırmak için kullanılmış stilistik bir seçimdir. Ayrıca çağrışımsal iç atıftan (associative endophora) söz edebiliriz. Cümleler arası ad öbeklerinin birbirleriyle çağrışım ilişkisi içinde bulunmasına verilen bir addır. Örneğin bir paragraftaki cümlelerde geçen ön varsayımsal havuz (presuppositional pool) olarak da tanımlanan isim öbekleri vardır. Örneğin öğrenci, öğretmen, sıra, akıllı tahta, kitaplar, kütüphane vd. Cümleler arası bu çağrışımsal iç atıf ilişkisi hem iç atıf hem de dış atıfla ilişkilidir. Çünkü o kısmen metnin içinde önce ve sonra gönderilen bilgi ile ilgili olmakla beraber metnin dışında kısmen everenselliklerle ilgili olan durumlarda kişiler arası bağlam ya da kültürel bilginin artalanına dayanır (bk. Cutting, 2002: 11). 2. Önceye Atıf/ Art Gönderim (Anaphora) Art gönderim (Fr. anaphora) kavramı; gönderge, metinsel bağdaşıklık (Fr. cohesion textuelle) ve izleksel gelişme (Fr. progression thématique) kavramları ile ilgilidir. Yine artgönderimsel ilişkilerin incelenmesi metin dilbilgisi ve söylem çözümlemesinin temel konuları arasında yer alır (Günay, 2000, s. 76). Önceye atıf gramerin bir nevi genişlemesinin göstergesidir. Bir metnin içinde cümlelerin birbiriyle nasıl bir anlam/temsil ilişkisi içinde olduğunu gösteren önemli bir cümle ötesi biçimsel bağıntı birimidir. Bu ilişki yukarıda da belirttiği- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 303 miz gibi daha çok zamirlerle gerçekleştirilir. Ben ve sen bir ve ikinci tekil, biz ve siz bir ve ikinci tekil - çoğul zamirleri katılanların etkileşimine gönderimde bulunurken üçüncü tekil o zamiri çoğu zaman bir metindeki kişi ve nesnelere, aktarım cümlelerindeki dolaylı anlatımlara gönderimde bulunur. Bazen de ifade edilen bir cümleye, bir paragrafa, bütün bir konuya göndermede bulunabilir.1 Bunların dışına işaret sıfatları, ilgi, iyelik, çokluk ve belirtme durum ekleriyle de önceye atıfta bulunulabilir. Dolayısıyla önceye atıfla kendisinden önce söz edilen yer, zaman, kişi, nesne ve konu ve olaylara gönderimde bulunur. “Oyuncu” Adlı Metinde Önceye Atıf/ Art Gönderim (Anaphora) Görünümleri Üniversite sınavlarına hazırlanan birer buçuk yaş aralı iki kızıyla test sorularının zorluğunu kolaylığını konuştu. Onları mühendislik alanlarına heveslendirmeye çalıştı. (O:22) Burada önceye atıf (anafor), altı çizili sözcüklerde görüleceği üzere “onları” zamiri ile kendinden önceki cümlede geçen “iki kız” söz öbeğine gönderim yaparak iki cümle arasındaki bağlaşıklığı sağlamaktadır. Görünmeyen, milyonda bir bakışla sezilebilecek bir girdabın içine düşmüştü oysa. Derin, ince burgularla burulan ve içinin her yerine dağılan bir girdabın. Ne anlatılabilecek ne de yorumlanabilecek bir şeydi bu.(O:22) Buradaki önceye atıf (anafor), işaret zamiri “bu” ile üç cümlede anlatılan konuya, tahkiye öznesinin içinde yaşadığı girdaba, gönderimde bulunmaktadır. Ayrıca bu üç cümle de geçen “girdap, içine düşmek, derin, iç, burgu, burulan, dağılan” kelimeleri ve söz öbekleri arasında çağrışımsal iç atıftan (associative endophora) söz edebiliriz ya da diğer özel bir adıyla bunlara ön varsayımsal havuz (presuppositional pool) diyebiliriz. 1 Aktarım cümlelerindeki önceye atıfa örnek: “Masada Orkun’dan bir not vardı.” “O, yarın Manisa’dan ayrılıyorum” diye yazmıştı. Bu cümlede “o” zamiri aktarım cümlesinin sahibi olan Orkun’a gönderimde bulunmaktadır. Yukarıda önceye yapılan bir gönderimde gönderim yapılan bütün bir konu olabilir demiştik. Örneğin: “i. Cemil her zamanki gibi içkiliydi. ii. Yine arabasını kullanıyordu. iii. O, bir ağaca çarptı ve iki bacağını kırdı. iv. O, benim için hiç de sürpriz değildi. Burada kullanılan üçüncü cümledeki “O” zamiri Cemil’e gönderimde bulunurken dördüncü cümledeki o zamiri burada anlatılan konuya (içkili bir şekilde araba kullanılarak gerçekleştirilen kazaya) gönderimde bulunmaktadır. 304 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 3. Sonraya Atıf/ Ön Gönderim (Cataphora/ Cataphoric Reference) Sonraya atıf, kavramı; kapsamı henüz ifade edilmemiş sözcük, cümle ve cümle ötesi birimlere gönderimde bulunan atıf türüdür. Zamirli, sıfatlı ya da gizli/sıfır [ø] atıftan sonra ikinci ya da devam eden cümlelerde kimliğinden, özelliklerinden ya da kendi isminden söz edilirse bu tür atıf sonraya atıftır. Nerede kastedilen bir kavram, bir nesne (referent/gönderge) saklanmış, alıkoyulmuş ise orada sonraya atıftan (cataphora) söz edebiliriz. Bu okuyucunun dikkatini çekmek için klasik bir ögedir. Göstergeler (referents) metnin oldukça uzun bir şekilde yayılımı için alıkoyulabilir (McCarty, 1991: 36). Önceye atıfa metinlerde sıkça rastlanırken doğası gereği sonraya atıfa metinlerde nadiren rastlanır. Sonraya atıf devam eden metni gösterir (pintin to ‘the following text’) (de Beaugrande, 2002, s. 392). Önceye atfın işlevi bir metinde önce gelen ifadelerden kopya edilerek özelliklerin geriye dönük olarak çalıştığını söylemek içindir. Sonraya atıf ögeleri ise ön biçimler olarak ileriye dönük olarak çalışır (Widdowson, 2007, s. 47). İster önceye atıf olsun ister sonraya atıf olsun bu birimlerin her biri metini bir arada tutan geriye ya da ileriye dönük cümle ötesi anlam birimsel parçalardır. “Oyuncu” Adlı Metinde Sonraya Atıf/ Ön Gönderim (Cataphora ) Görünümleri “[Ø]Yemeden içmeden kesilmedi. [Ø’nun]Uykuları dağılmadı. [Ø] Akşam yattı, [Ø] sabah uyandı. [Ø’nun] Konuşmaları, [Ø’nun] sohbetleri, günlük hayatın “Al-ver, gel-git, dur-kalk”ları da devam etti. (...) [Ø’nun] Arkadaşları, [Ø’nun] ailesi, [Ø’nun] çalıştığı postanedeki memurlar... Hiçbiri onda tuhaf bir hal sezmedi. (...) [Ø] Hepsine güler yüzle, hatır sorarak mukabele etti. (...) [Ø] İşten eve döndüğünde [Ø’nun] karısına her zamanki gibi sordu.” (O2:21) Oyuncu adlı hikâyeden alınan yukarıdaki kesit, hikâyenin baş kısmıdır. Yazar, hikâyenin öznesini başta tanıtmamış, gizli öznelerle saklayarak gizem oluşturmaya çalışmıştır. [Ø] imi ile temsil ettirdiğimiz O zamiri ve -ları, -leri, -ı, -sı iyelik eklerinin kendinden önce gelmesi gereken düşmüş tamlayanları [Ø’nun] olmayan göstericilerdir (non-deictics). Burada “olmayan göstericiler” ve “onda” zamiri sonraya atıf örnekleridir. Hep aynı tahkiye öznesi (oyuncu ya da postacıya) gönderme yapmaktadır. Cümleler ötesi bağlaşıklığı sağlamaktadırlar. 2 Burada “Oyuncu” adlı hikâye, “O” kısaltması ile verilmiştir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 305 4. Eksiltme (Ellipsis) Eksiltme, söylem gramerinin önemli bir unsuru ya da diğer bir ifadeyle metnin diğer bir bağlaşıklık öğesidir. Bir metinde, bir konuşma anında eksiltme niçin gerçekleştirilir? Daha önce kendisinden söz edilmiş olan herhangi bir kelime, kelime öbeği tekrarının lüzumsuz olması ya da metnin/söylemin üretiminde katılanların dâhil olduğu dil dışı bağlamın bütün yönleriyle dile getirilmesinin gereksiz olması ve dilin yapısındaki en az çaba yasası gibi sebepler eksiltmenin yapılması için yeterli nedenlerdir. Ama bunlara ideolojik tercihlerden kaynaklanan nedenleri de ekleyebiliriz. Burada öncelikle şunu da belirtmeliyiz ki Türkçenin cümle ötesi birimlerdeki eksiltme yapısı doğal olarak diğer dillere benzer olmasının yanında farklı özellikler de sergilemektedir. Özellikle Türkçenin sondan eklemeli yapısı onu daha özne eksilten bir dil olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu özneler, daha çok isim ve isim soylu kelime ve kelime gruplarıdır. Ayrıca bir takım hal ekleri, zamir n’si ve iyelik ekleri eksiltilen kelimeler yerine aynı gönderme işlevini bulundukları cümlelerde bu görevi yerine getirmektedirler. Ör: “Pakize bu kitabı yazdı. Daha sonra şunu yazdı.” Sözceleme anında elinde tuttuğu ya da işaret ettiği diğer kitabı göstereceğinden özellikle şu+n+u zamir n’si ve yükleme durum ekini alan sözcükten sonra kitabı kelimesi sıfırla nöbetleşmiş, cümleden çıkartılmıştır. Türkçede fiil eksiltmesine de örnek gösterilebilir: A: “Yüzüyor musun?” B: “Evet,” Yüzen kişi B’nin verdiği cevapta muktezayı hal yaşandığı ya da gerek duyulmadığı için “evet” kelimesinden sonra bir daha “yüzüyorum” çekimli fiili kullanılmamıştır. Görüleceği üzere söylemde ya da metindeki bu gramatik bağlaşıklık birimi eksiltme, gerekli olmayanı çıkarma girişimidir. Bir metinde önceden söz edilen kelimelerin sonraki cümledeki farz edilen elementlerinin çıkartılmasıdır. Kimi zaman henüz söylenmiş olan bir yan cümleciğin ya da bir kelimenin değiştirimini sağlamak için herhangi bir gereksinim duymayız ve biliriz ki eksik bırakılan kısım başarılı bir şekilde tekrar üretilebilir (Cook, s. 6). Gee (1999, s. 192) ise önceden gelen cümleye dayalı olarak tahmin edilebilir olan bilginin (o bir anlaşmanın işaretidir) bulunduğu yeri hiçbir işaretle göstermeyecek şekilde çıkartarak oluşturulan boşluk eksiltmedir, diye tanımlar. Çünkü ona göre biz önceki cümleden düşünce yoluyla çıkarttığımız bilgiyi tekrar kullanırız, bu yönüyle eksiltme bir bağlantı aletidir. Fairclough (1992, s. 176) bu bağlantı aletini metnin diğer bir bölümünden keşfedilir bir biçimde çıkartılan materyaller olarak ya da onu metnin iki bölümü arasında bağlaşıklık linki oluşturan değiştirim kelimeleri ile tekrar yer alma olarak 306 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı tanımlar: “spades” eksilmesine “Why didn’t you lead a spade?’ - ‘I hadn’t got any” ikinci sözcede “spade” kelimesi eksiltilmiştir. Eksiltme, varsayılabilir bağlamlarda gruplar, yan cümlelerin bir kısmı ya da bir yan cümleyi çıkarmak üzere bir takım kaynaklara gönderimde bulunur. İngilizcedeki karşılıklı konuşmalarda cevaplar genellikle bu şekilde eksiltmelere dayanır: “ -Did they win? – Yes they did.” İngilizcenin de dâhil olduğu bazı dillerde bir eksiltiye gönderimde bulunan yer tutucuları dizisi bulunur (Martin, 2001, s. 36). Ama yine de burada şunu da yeniden hatırlatmak gerekir ki bizi ilgilendiren şey, sözcük öbeklerindeki eksiltmeler değil; bu eksilmelerin cümle ötesi birimlerdeki etkileri, işlevleri ve iletişime sağladıkları katkılarıdır. “Oyuncu” Adlı Metinde Eksiltme (Ellipsis) Görünümleri “[Ø]1 Çocuklarının birer birer avluya döküldüğü [Ø]2 okul dönüşlerinde, [Ø]3 ellerinden çantalarını aldı, sırtlarından ceketlerini. [Ø]4” (O.21) Burada [Ø] imi ile gösterdiğimiz yerlerde iyelik eki ve zamir n’si almış tamlananlardan önce tamlayanların eksikliği açıkça görülmektedir. [Ø]1’deki eksilteme ile “kendi çocuklarının/onun çocuklarının” kendi ya da onun zamirlerine dolayısıyla tahkiye öznesine gönderim yapılmaktadır. [Ø]2 ve [Ø]3’te “onların okul dönüşlerinde ve onların ellerinde” eksiltmeleriyle tahkiye öznesinin çocuklarına gönderme yapılmıştır. Biz cümle ötesi bu anlamları iyelik ekleri ve zamir n’lerinden çıkartıyoruz. Ayrıca birden fazla fiilimsisi ve yüklemi olan bu sıralı cümle de bir de fiil eksiltmesi görüyoruz. [Ø]4 ile işaretlediğimiz yerde bir önceki sıralı cümlenin yüklemi “aldı” eksiltilmiştir: aslında şöyle olmalıydı: “sırtlarından ceketlerini aldı.” Dilin en az çaba yasasından yararlanarak yazar burada tekrara da düşmemek için ikinci “aldı” çekimli fiilini eksiltmiştir. “Müdür, onun bu yazılımını çok beğenmiş ve [Ø]1 kendi bilgisayarının belleğine de kaydetmişti. Ama asla ve asla [Ø]2 bir şirkete satma veya [Ø]3 pazarlama sözü etmemişlerdi.” (O. 23) Burada bir araya sıfat alan isim tamlaması eksiltilmiştir: onun bu yazılımını. [Ø]1’de belleğine kaydettiği şey “onun bu yazılımı”dır.[Ø]2 ve [Ø]3’te satma ve pazarlama sözü ettiği şey yine “onun bu yazılımı”dır. “İçini daraltan [Ø]1 ve sıkıntılarını sıkıntı burgularını çoğaltan diğer bir mesele ise yazılımın kendisine ait olduğunu ispat edemeyecek oluşuydu.” (O. 24) Bilindiği üzere sıfat fiilli yapıların önlerinde isim ya da isim öbekleri bulunmak durumundadır. Yukarıdaki birleşik cümledeki “daraltan ve çoğaltan” fiilimsileri “diğer bir mesele” sıfat tamlamasına bağlanmaktadır. Dil iktisadı amacıyla [Ø]1’de bir eksiltme yapılmıştır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 307 “Sanki kendisini yöneten iki insan vardı beynin içinde. Biri,[Ø]1 sürekli olarak zekasını ve emeğini kullanan adama karşı duyduğu öfkeyle kabaran [Ø]2 ve öfkenin gereği gereğini yapma yollarını arayan delikanlı bir adam; öbürü [Ø]3 dünyada bugüne kadar ne haksızlıklar yapıldı, kimlerin emekleri sömürülmedi ki benim sömürülmesin diye gevşeyip yere serilen [Ø]4 adam. (O. 25) Yukarıdaki metinde ise hem önceye atıflı hem de eksiltme yapan bağıntı ögeleri mevcut. Bir sıfat fiilli yan cümle, ortak bir sıfat tamlaması öbeğine bağlanmıştır. Ayrıca cümlelerin olumlu veya olumsuz anlam akışlarıyla ilgili tek bir ideolojik eksiltme yapılmıştır. Şimdi bunları açmaya çalışalım. Öncelikle biri ve öbürü kelimeleri ilk cümledeki iki insan ile bağlantılı ve o iki insanı açıklamaktadırlar fakat görüleceği üzere [Ø]1 ve [Ø]3’te bulunması gereken “insan” kelimeleri eksiltilmiştir. [Ø]2’de işaretlediğimiz “kabaran” sıfat fiilinden sonra da “delikanlı bir adam” eksiltmesi yapılmıştır. Yine dil iktisadı amacıyla her iki sıfat fiilli yan cümleler için “kabaran ve arayan” ortak kullanılmıştır. Bir de [Ø]4’de yapılan eksiltme “delikanlı” kelimesidir. Yukarıda söz ettiğimiz gibi bu eksiltme ideolojiktir. Yazarın bir seçimidir. Çünkü buradaki cümle bağlamında mücadele etmeyip vazgeçen adam, yazarın zihin yapısında delikanlı değildir. 5. Değiştirim (Substitution) Söylem bize bir menü sunar ve biz o an ki toplumsal ve kültürel şartlara, otoriteye uyum veya başkaldırı durumlarına göre aynı anlam alanından olan kelimelerden seçim yaparız. Muktezayı hale mutabık söz üretimi yaparız. İşte tam bu noktada cümleler arası başka bir bağdaşıklık terimi değiştirim ortaya çıkar. Değiştirim aslında söylemde bir nevi manevra aygıtıdır. Muhatabın algılayış yaşı, eğitim seviyesi, ideolojisi, ruh hali vb değişkenlere göre kullanılır. Bu aygıt umumiyetle ideolojik olarak kullanılır. Fairclough, ifadelerin cümlelerde aynı pozisyon, aynı gramatikal yapılar ve diğer cümlelerle aynı şekilde değiştirim ilişkileri içinde olduğunu söyler. Dolayısıyla ifadeler yoğun değiştirim ilişkileri içindedir. Örneğin “militanlar” ve “yıkıcılar” diğer cümlelerde birbirleriyle ilişkilidir. “Endüstrilerimizi bozmak isteyen militanları görmeliyiz.” “Kurumlarımızı ortadan kaldırmak isteyen yıkıcılara karşı milletimiz kendini korumalı”. İfadeler bir metinde değiştirim ilişkileri içinde oldukları zaman onlar arasında semantik ilişkiler kurulur. A, B’yi işaret eder. B de A’yı işaret eder. Ya da A, B’yi işaret eder, fakat B, A’yı işaret etmez. Burada yöntem, politik ve toplumsal öneme göre yapılacak seçimde şifre sözcüklere odaklanır (1992, s. 32). 308 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Şu ana kadar söylemin küçük yapısının analizi yani bağlaşıklık analizi hakkında söylediklerimizi toparlayıcı özellikte tanımlamalar için Halliday’e başvuracağız. Halliday’e göre atıf (reference), anlam elementleri arasında bir link oluşturarak bir bağlaşıklık (cohesion) oluşturur. Göndergenin (referent) aynı zamanda kelime düzeyinde bir işletim olanağı vardır. Bu iki biçimde karşımıza çıkar: eksiltme ve değiştirim. Değiştirim bir “sistemli varyant” olarak yorumlanmaktadır. Eksiltme bir metinde daha önce geçen bir şeyi varsayabildiğimiz zaman, bir yapının parçalarının olası bir şekilde çıkarılmasıyla yapılır. Verici ve alıcıya birbiriyle karşılaştırılabilen herhangi bir şey üzerine odaklanma imkânı tanıyan bir sürekliliği gösterir. Bağlaçlar, atıf, değiştirim ve eksiltme leksik öğelerinin seçimi boyunca başarılan ve kelime hazinesi içindeki leksik bağlaşıklık işletimi, kelime dil bilgisi alanı içindeki tutarlılık kaynaklarıdır (2004,s. 535). Yine ona göre atıf, anlamda bir tür ilişkidir. Atıf aygıtı, önceye atıfta bulunduğunda (anophoric) o önceki metinde kendisinden söz edilen bir şeyle ilişki kurar. Bu, atıf aygıtına yorumlanmak için olanak tanır. Ya atıf ile özdeşlik ilişkisi içinde ya da ondan farklılık gösterir. Metinde diğer bir önceye atıf (anophoric) seçim biçimi de bizim bir yerde anlamı çıkartılmış bir şeyin anlamını ön varsaydığımız bu eksiltme tarafından gerçekleştirilir. Eksiltme gibi bütün bağlaşıklık birimleri söylemin semantik yapısına katkı sağlar. Fakat eksiltme semantik ilişkiden çok bir leksiko-gramatik bir ilişki kurar. Eksiltme, kesin bir gramer yapısı içinde devam eden bilginin metinsel durumunu işaret eder. Yapının eksiltilmesi, elementleri devam eden bilginin çevresinde karşılaştırmalı olarak olgunun durumu verilmiştir (2004, s. 562). Değiştirim fonolojik olarak dikkat çekmeyen ve herhangi bir şeyin atlanmış bir şekilde yer tutuğunu gösteren bir cihaz olarak hizmet eder. Eksiltme ve değiştirim aynı bağlaşıklık tipinin varyantlarıdır. Sadece eksiltme ile mümkün olan birtakım gramatik bir çevrenin yanında sadece değiştirim ile mümkün olan gramatik çevre de vardır. Halliday İngilizcede eksiltme ve değiştirimin üçü ana bağlamı olduğundan söz eder: i cümle/ yan cümle öbeği, ii fiil öbeği, iii isim öbeği (2004, s. 563). “Oyuncu” Adlı Metinde Değiştirim (Substitution) Görünümleri “Arkadaşları, ailesi, çalıştığı postanedeki memurlar... Hiçbirii onda tuhaf bir hal sezmedi. (...) Hepsinei güler yüzle, hal hatır sorarak mukabele etti.”(O:21) Burada “hiçbiri” sözcüğü ile “hepsi” sözcüğü yer değiştirmiştir. Çünkü bilineceği üzere cümlelerde özne yüklem uyumu vardır. Olumsuz cümleler öznede hiçbir öznesini isterken olumlu cümleler hepsi öznesini ister. Bu yüzden ikici cümlenin özenesi “mukabele etti” olumlu olduğu için cümle ötesi birimlerde aynı Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 309 anlam taşıyıcısı olan bu iki belgisiz zamir: hiçbiri/hepsi (Arkadaşları, ailesi, çalıştığı postanedeki memurlar...) aynı zamanda önceye atıf işlevi de görmektedirler. “Karısınai, pişirdiği yemekler için iltifatlar, teşekkürler etti. Yemekten sonra, ikiz oğlanlarla al tekke ver külah güreştiler oturma odasındaki yün halının üstünde. Ne eşii ne de çocukları onun şefkatli, sıcak evcimen tavırlarından bir milim azalmışlık hissedebildiler” (O:22) Yukarıdaki altı çizili kelimelerde görüleceği üzere “karısına” ↔ “eşi” kelimeleri arasında bir isim değiştirim tipi olarak bağdaşık söz konusudur. Hikâyenin değer nesnesi olan hikayenin birçok yerinede geçen oyun yazılımı başka şu şekillerde değiştirme uğratılmıştır: “oyun yazılımı ↔ yazılımı ↔ bu yazılım ↔ bir yazılım ↔ yazılımının ↔ oyun ↔ bu oyunları- on yıllık emeğim (O:22-23-25-26) “Müdüri de zaten yenilikçi bir adam, memurlarına sahip çıkan, onlara değer verip gözeten bir idareciydii.” (O:24) Burada belirttiğimiz üzere birinci cümlenin öznesi “müdür” sonraki cümlenin yüklemi “idareci” ile değiştirim ilişkisi içindedir. “İçini daraltani ve sıkıntı burgularını çoğaltani diğer bir mesele ise yazılımın kendisine ait olduğunu ispat edemeyecek oluşuydu.”(O:24) “Kafasınınj ve yüreğinin içindekij sarsıntılar devam etti.” (O:25) Üzüldükçe derinleşti içndeki burgu izleri;” (O:25)Bir paragraf sonra “ Sanki kendisini yöneten iki insan vardı beyninin içindej .” (O:25) Aslına bakılacak olursa aralarında neredeyse iki sayfalık mesafe bununan bu cümleler arasında bağlaşıklık ilişkisi değiştirim aygıtıyla sağlanmaktadır: “İçini daraltani ↔ sıkıntı burgularını çoğaltani ↔ kafasının içindeki sarsıntılarj ↔ beyninin içindeki burgu izleri”. Bunlar neredeyse birbirinin anlamınınn yerini tutacak değiştirimlerdir. Özellikle de en temelde “kafa ve beyin” kelimeleri yer değiştirmiştir. Bu hikayenin en can alıcı noktalarından biri de yazarın tahkiyenin sonunu da bağladığı değiştirimdir. “Söz ambarındakii bütün kelimeleri talan ettij. (...) Yoktu, uygun bir kelime bulamıyordu müdürünün kendine yaptığına. ihanetk, istismark, fırsatçılıkk, fikri mülkiyet gaspık...” (O.26) Bedenini tatlı bir yorgunluk sararken, kafasındai aradığıj o kelime grubu da düşmüştü sallanmakta olduğu dallardan: “İnsafsız Oyuncul”” (O:29) Bağlantının olmadığı yerde anlam yoktur. Aralarındanki gönderimsel mesafe dört sayfa da olsa zihin bağlantıları tamamlıyor. Buradaki değiştirim aygıtı ilkinde meaforik olarak kullanılan ikincisinde gerçek anlamıyla kullanılan şu kelime- 310 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı lerdir: “Söz ambarındakii” ↔ kafasındai” . Bunun dışında fiil olan söz grupları ve sözcükler arasında da değiştirim vardır: “talan ettij. ↔ aradığıj”. Bir de yazarın zihin haritasında, dilinin seçme ekseninde birbirinin yerine geçebilecek olumsuz çağrışımlı kelimeler de şunlardır: “ihanetk, istismark, fırsatçılıkk, fikri mülkiyet gaspı”. Son olarak yapılan en zekice değiştirim hikaye ana kahramanı “oyuncu” ile çatıştığı karakter müdürün sıfatının değiştirimidir: “İnsafsız Oyuncu”. Anlaşılacağı üzere buradaki oyuncu anlamı yazılımcı anlamda değil. İtibar suikastı anlamındaki oyuncudur. 6. Bağlaçlı Bağlaşıklık Bağlantının olmadığı yerde hiçbir şeyden söz edilemez. Bu bağlantı en temel anlamda anlamsal bağlantı ve gramer bağıntısı olarak ikiye ayrılır. Bir metni oluşturan cümle organizasyonu düzenleyen aygıtlardan biri de bağlaçlardır. Bu söylem aygıtı daha çok kelime dil bilgisi (lexicogrammer) ile ilgilidir. Tabii ki öncelikle belirttiğimiz gibi bu bağlantı semantiktir. Cümleler, önermeler, söz aktları, dile getirmeler kullanımlarındaki koşullarına (yer, zaman, katılanlar ve sebeplilik) göre birbiriyle fikir ilişkisi içindedirler. Leyla S. Uzun (1995, s. 62) cümle ötesi birimler olarak kullanılan bağlaçlar için şu görüşlere yer vermektedir: Geleneksel dilbilgisinde bağlaç olarak tanınan öğeler, bağdaşıklığın kurulmasına biçimsel ve sözlüksel açıdan katkıda bulunan dil bilgisel öğelerdir. Halliday ve Hassan, bağlaçların belirgin anlamları ile bağdaşıklığı kurduklarını belirterek sözlüksel yönlerine işaret ederler (1976, s. 226). Araştırmacılara göre, bağlama yalnızca dil bilgisinin zorunlu kurallarıyla işleyen bir yapıyı değil, aynı zamanda iletişimsel etkileşimde, konuşucu/dinleyicinin bağlamda kullandığı her türlü söz dizimsel biçimleri de içerir. Bağlama öğesinin işlevini, metin üreticiye, metin dünyasının düzenlenmesi ve sunulması aşamalarında yardımcı olunması açısından değerlendiren Beuagrande ve Dressler, ayrıca bağlayıcının bir metin etkinliğinin algılanmasındaki kolaylaştırıcı rolünü de vurgulamaktadır (1981, s. 74-5). Böylece metin çözümlemesinde bağlamanın ve dolayısıyla bağlacın salt dil bilgisel kurucu olarak görülmesine de karşı çıkmaktadır. Bağlaçlar ise bu geniş alan içinde, BD’nin belirlediği dört ana bağlama türünden biridir.” Bu bağlaçlar (Conjoinings), genel olarak kullanıldıkları yerlere ve işlevlerine göre (i) Salt Ekleme İşlevli Bağlaçlar, (Additive Conjoining), (ii) Zıtlık Bağlaçları, (Adversative Conjoining), (iii) Neden -Etki Bağlaçları (Causal Conjoining), (iv) Zaman Bağlaçları (Temporal Conjoining) olarak tasnif edilmektedir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 311 Korkmaz (2003: 1124) Cümle bağlayıcısı niteliğindeki bağlaçları işlevleri açısından baskın olarak (i) “açıklama”, (ii) “sonuç bildirme” ve (iii) “üsteleme” bağlaçları olarak belirtir. Van Dijk (1980: 53) geleneksel gramere göre bağlaçların anlamsal özelliklerine göre sekiz sınıfa ayrıldığını belirtir. Ayrıca bu tasnif, Banguoğlu (1976:390) tasnifine çok yakındır. Bunlar: a: birleştirme (conjunction); b: ayrıştırma (disjunction); değişim (alternation); c: zıtlık, karşılaştırma (contrast); d: ayırma, seçenek sunma (concession); e: şart (condition); f: nedensellik, sebeplilik (causality, reason); g: sonuç belirtme (finality); h: durumla ilgili (circumstantial); zaman, yer, tavır (time, place, manner)’dır. İşsever (1996, s. 84-85), Halliday (1978, s. 48)’den yaptığı alıntılamayla cümlelerin üretimiyle ilgili işlevleri düşünsel işlev, yani en azından ifadelerin içeriğiyle ilgi bir cümle de yargıda bulunmak; bireyler arası işlev, konuşanın kendisini bağlama katması ve son olarak metinsel işlev, cümlelerin kendisinden önceki ve sonraki yargılara yapıca bağlanmasını bağlaçlara uygulamıştır. Bu üç işlevi: düşünce işlevini içerik işlevi ile kişiler arası işlevi katılım işlevi ile metinsel işlevi ise bağıntı (relevance) işlevi ile eşleştirdikten sonra bağlaçları bu üç işlev kategorisi altında tasnif etmiştir. İşsever (1996, s. 85) bağlantı ögelerinin üç işlevinden söz eder. Bunlar yapısal işlevler, metnin iç birimlerinin birbirine bağlanmasına katkı sağlayan yapı unsurları olarak bağlantı öğeleri işlevleridir. Anlamsal işlevler, metnin içindeki unsurların hangi anlamsal ilişkilerde nasıl birbirine bağlanması ile ilgili bağlantı ögeleri işlevleridir. Kullanımsal işlevler, konuşucunun metinsel birimler arasındaki amaçlılık ve niyetliliğine yönelik özelliklerin baskın olduğu bağlantı öğeleri işlevleridir. Dolayısıyla dilin cümle ötesi birimlerinde de bağdaşıklık ögelerinden biri olan bağlaçlar, hem metnin yüzey ve hem de derin yapısında tutarlılığı sağlarlar. Bağlaçlar, metin dışı bağlamın ve kişilerarası kullanım özelliklerinin ortaya çıkarılması bakımından da önemlidir. “Oyuncu” Adlı Metinde Bağlaçlı Bağlaşıklık Görünümleri Bu incelememizde cümle ötesi işlev gören bağlaçları -iki cümleyi, iki yargıyı hatta varsa iki paragrafı bağlama işlevi olan bağlaçları- tasnif ediyoruz. Cümle içinde isim ve fiilleri ve fiilimsileri bağlayan küçük leksik yapıdaki bağlaçları tasnif dışı bırakacağız. Eklemeli/Birleştirmeli/Ulamalı Bağlaçlar (Conjunction Copulative): Bu hikayede “ve, de ne... ne, ne... ne de,” eklemeli bağlaçları cümle ötesi birimleri bağlamıştır. 312 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı “Ne anlatılabilecek ne de yorumlanabilecek şeydi bu” (O.22) Metinsel ve anlamsal işlevde her iki yargıyı olumsuz hale getirerek iki yargıya da eşit değerlendirme ile bakıp onları birleştiren bir bağlaç olarak kullanılmıştır. “Biz, ablamların önerisine uyarak ne olur ne olmaz dedik ve kaynak kodunu değiştirdik.” (O.28) Metin içi olmakla birlikte bir diyalogun içinde kişilerarası işlevde kullanılan ne... ne bağlacı insanın algılama otomatiğini bozmayan kült/tip bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca buradaki ne.. ne bağlacı yüklemlerin, olur/olmaz, anlamını olumsuza çevirmemiştir. Dahası “ve” bağlacı metinsel işlevde cümleleri eşit ölçüde birleştirmektedir. “Müdür onun bu yazılımını çok beğenmiş Ø ve kendi bilgisayarına, belleğine de kaydetmişti.” (O.23) Burada da eklemeli ve bağlacı cümleleri birleştirmekte ve birinci cümleden önce -idi ek filini eksiltmiştir. Son cümledeki -ti ek fiili iki yüklem için ortak kullanılmıştır. “Yapılmış aramaları tek tek gözden geçirdi ve bir ay önceki o konuşmanın tarihini ve saatini hatırlayarak numarayı, not defterine yazdı.” (O.26) “Hepsiyle selamlaştı, içeriye girdi ve orta bölümdeki ana bilgisayarı açtı” (O.26) “Eve gitmeli, ailesinin sabah telaşına isteksizce katılmalı ve biraz uzanmalıydı.” (O.28) Yazarın genellikle üç cümleli birleştirimlerinde birinci cümleyi virgülle sıralı hale getirdikten sonra ikinci ve üçüçüncü cümleyi ve eklemeli bağlacıyla birleştirdiği görülmektedir. “Al-ver, gel-git, dur-kalkları da devam etti. Gökyüzünün maviliğine, toprağın açıktan koyuya değişen kahve bejine de bir halel gelmemişti.” (O.21) Buradaki de/da bağlacı metinsel işlevde cümle ötesi işlev görmese de düşünsel işlevde cümle içinde bulunmayan birçok ön görüyü (presuposition) akla getirmeye yardımcı olmakta, karşılaştırma yapmakta, kendisinden önce belirtilen sözcüklerin dışındakileri kavram haritamızda canlandırmaktadır. Zıtlıkları kullanmayı çok seven yazar, burada “da” bağlacını kullanarak bir memurun postanede yapacağı zıt edimlerin zihnimizde çoğalmasına yardımcı olmaktadır: koyçıkart, konuş-dinle, paketle-aç... İkinci cümlede yazar, zıtlığı sevdiğini gökyüzü ve toprağı (yeryüzü) değiştirerek kullanmıştır. Böylece kahve ve bej renkleri sayılmakla birlikte yeryüzü ve gökyüzüne ait diğer renkleri de aklımıza getirmektedir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 313 Hikâyenin başından alınan bu cümlelerde yazar bize hikâyenin gidişatı ve sonu ile ilgili gizli mesajlar vermektedir. O da şudur: “Henüz dünya yozlaşmadı, halen temiz.” Hem onlara farklı bakış açıları gösteriyor hem de kendisi ne yapabilir, bunu anlamaya çalışıyordu. (O.23) Burada hem hem de bağlacı kahramanın düşünsel edimlerini ayırmıyor, onları birleştiriyor. Ayrıştırma Bağlaçları (Conjunction Disjunction): “veya, ya, yahut, ya da, ya...ya, mi... mi, ister...ister” Bu hikayede metinsel işlevde cümle ötesi birimler için ayrıştırma bağlacı olarak “veya, ya, yahut, ya da, ya...ya, mi... mi, ister...ister” gibi bağlaçlara tesadüf edilmemiştir. Zıtlık Bağlaçları (Conjunction Contrast): “ama, oysa” (...) Önce afalladı. Oyun yazılımını pazarlamak düşüncesi hiç aklından geçmemişti. (...) Çocuklarının hep yabancı kaynaklı oyunlarla bilgisayar başından kalkmadıklarını önceleri çok kınıyordu. Ama sonra oyunlar üzerinde çok çalışıldığını, her türlü bilginin bunlar üzerinden aktarıldığını görünce, içinde ukde olarak kalan “yaratıcı mühendis adam” rolünü, postane teknisyeni olarak denedi. (O.23) Bilindiği üzere zıtlık bağlaçları için kendisinden önce gelen cümle olumluysa kendisinden sonra gelen cümle ve cümleler olumsuz olmakta ya da bu tanımın zıttı olmaktadır. Burada metinsel ve düşünsel işlevde kullanılan “ama” bağlacı kendisinden önce gelen olumsuz anlamlı cümlelerin: “... afalladı/.... hiç aklından geçmemişti/... kınıyordu” zıt anlamlarını kullanıldıktan olumluya çevirmiştir: “... oyunlar üzerine çalıştı, -posta memuruna göre daha olumlu bir kimlik sunumu olan- mühendis adam rolünü denedi.” Görüleceği üzere ama zıtlık bağlacının buradaki metinsel işlevi ve cümleler arası mesafe etkisi iki cümlenin ötesindedir. “Demeye dili varmıyordu ama alçaklıktan öte bir şeydi bu” (O.26) Burada yine ama zıtlık bağlacı metinsel ve düşünsel işlevde kullanılarak iki cümlenin semantik yapısını karşıt yönde değiştirmiştir. Önce söylemediği ama sonra ifade ettiği kötü sözü belirtmek için kullanılmıştır. En yakınında, en güvenilir insanlar, müdürün bile olsa; bir an geliyor, bu emek ve enerji üzerine taht kuruveriyordu. Olan buydu. Oysa yalnızca ikiz oğlanlarının başından kalkmadığı bilgisayar oyunları için bir yerlilik ve yenilik arayışı, onu başarılı bir yazılıma sürüklemişti. (O.24) 314 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı “Oysa” zıtlık bağlacı, burada cümlelerin anlam yönünü olumsuzdan olumluya doğru değiştirmek için kullanılarak metinsel ve düşünsel işlevde bir bağlaşıklık sağlamıştır. Açıklama Bağlaçları (Conjunction Description): “Demek” ve Ayırma, Seçenek Sunma Bağlacı (Conjunction Concession): “Halbuki, Ayrıca” “Telefonu cebinden çıkarıp kayıtlı olmayan bir numara görünce merakla bastı açma tuşuna1. Bu postane müdürünün sesiydi2. Halbuki müdürün numarasını çok önceleri kaydetmişti3.Hep bu numaradan aranmıştı.4 Demek şimdi farklı bir servis sağlayıcısına geçmişti.” (O.22) Öncelikle “demek” açıklama bağlacı kendinden önceki dört cümleyle de gerekçe açıklama ilişkisi içindedir. Bunun yanın da “halbuki” seçenek sunma/ayırma bağlacı burada zihnindeki doğrulama ayırt etme mekanizmasına yardımcı olmaktadır. Çünkü tahkiye kahramanı burada iç monolog ile zihninde çıkarım yapmakta daha önceden kaydettiği müdürünün numarasının kayıtlı olarak çıkmamasına şaşırmakta ve bunun neticesinde metinsel ve düşünsel işlevde kullanılmış “halbuki” bağlacıyla zihinsel bir fark edişi açıklamaktadır. Bu da “halbuki” bağlacının cümle ötesi işlevde kendinden önceki iki cümle ve kendinden sonraki bir cümleyle anlamsal bağının kopmadığını göstermektedir. “Günlerce uyanık kalıp yeniden, yeniden seyretmek istiyordu yaşadıklarını. Ayrıca bir ay boyunca sorduğu soruları da bir misbaha dizmek...” (O.29) Burada yine metinsel ve düşünsel işlevde kullanılan ayırma, bir seçenek sunma bağlacı “ayrıca”; kendinden önce gelen cümledeki fikirdekinden farklı olarak bir seçenek sunan cümleyi bağlamaya yardımcı olmuştur. Sonuç Belirtme Bağlacı (Conjunction Finality): “O halde, Artık” “Gözleri dikkatle taradı bilgileri, zaman yirmi dakika işlediğinde, aradığı bilgi geldi karşısına. Müdürünün kendisini aradığı numara, yabancı bir yazılım şirketinin Türkiye temsilciliğine kayıtlıydı; dokuz hanesi aynı, son ve sondan bir önceki rakamları birden dokuza kadar değişen yirmiden fazla telefon numarası vardı şirketin üstünde. O halde, müdür bu yazılım şirketiyle temas halindeydi; yok, kendisine bir telefon ve hat etmişlerdi; hayır hayır, müdür onların elemanıydı devlet kuruluşunun içinde!” (O.27) Metinsel ve düşünsel işlevde kullanılan sonuç belirtme bağlacı “o halde” burada kendisinden önce verilerin gerekçelerinden yola çıkarak bir çıkarımda bulunma, sonuca varma anlamlarına hizmet etmektedir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 315 “O an, emeği ve zekâsının istismar edilmesiyle içine sağlanan ağrılardan edilmesiyle içine sağlanan ağrılardan; insafsız bir karakterin ruhunda yarattığı ezikliklerden kurtuluverdi. Artık, hiçbir şey yiyip içmek istemiyordu, bir doygunluk vardı ağzından boğazına kadar. Metinsel ve düşünsel anlamda kullanılan “artık” sonuç belirtme bağlacı, burada hem bir nihayeti hem de bir zamanı belirterek [bundan sonra] cümle ötesi bağlaşıklığı sağlamaktadır. Nedensellik, Sebeplilik Bağlacı (Conjunction Causality, Reason): “çünkü” “Mutfak masasında yenilip içildiğine dair bir emare yoktu çünkü ekmek kırınsı, dibinde çay kalıntısı bir bardak...” (O.28) Burada cümle ötesi metinsel ve düşünsel işlevde kullanılan nedensellik bağlacı “çünkü”, kendisinden önce sonucu verilmiş bir sebebi belirtmek için kullanılmıştır. Ayrıca üç nokta bulunun kısımda “yoktu” kelimesi eksiltilmiştir. Yazarın bu eksiltmeyi yapmasının sebebi de aynı kelime “yoktu”nun çünkü bağlacından önce kullanmasıdır. Üsteleme Bağlacı: “Hele hele” “Ondan kötü bir düşünce sadır olma ihtimali hiç aklına gelmemiş, Ø saklamamıştı yazılımı. Hele hele tamamen bir heves ve merakla ürettiği bu yazılım üzerinden kendisine bir oyun edeceğini aklının en ücra köşesinden bile geçirmemişti.” (O.24) “Helel hele” pekiştirme bağlacı, kendisinden önce gelen cümlelede ifade edilen, akla gelmeyen olumsuz durumu, ikinci cümledeki anlamsal etkiyi arttırma ve pekiştirme amaçlı metinsel işlevde kullanılmıştır. Ayrıca burada Ø iminin bulunduğu yerde “bu yüzden/ bundan dolayı” gibi bir sonuç bağlacı eksiltilmiştir. Böylece cümle ötesi birimlerde sıfırla nöbetleşen bağlaç (Ziro Conjunction Causality) bir bağlaşıklık aygıtının da Türkçede mevcudiyetini kanıtlamış olduk. Yazar, hikâyesinde cümle ötesi birimlerde çok fazla bağlaç kullanmasa da Van Dijk’ın tasnif ettiği bağlaçların tamamına yakınını ustaca kullanmıştır. 7. Leksik Bağlaşıklık (Lexical Cohesion) Cook (1989, s. 15-17) söylemin cümleler ve yan cümleler arasındaki biçimsel bağlantılarından söz ederken bunların bağlaşıklık aygıtları (cohesive devices) olduğundan söz eder. Bu aygıtlar söylem bağdaşıklığını sağlayan leksik bağdaşıklık aygıtlarıdır: fiil biçimleri (verb form), paralelizm (parallelisim), tekrar ve leksik zincir (repetition and lexical chains). McCarty (1991, s. 65) leksik bağdaşıklığın tutarlı 316 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı bir söylemin karakteristiği ve bir metinde sözlük öğeleri arasındaki ilişki olduğunu belirtmiş. En başta Halliday ve Hassan’ın leksik bağdaşıklık için iki modelinin [i. tekrar (reiteration) ve ii. kalıplaşmış eş dizimli ifade (collocation)] olduğundan söz etmiştir. Martin (2001, s. 37), leksik bağdaşıklığı açık sistem öğelerini içeren gramatikal bağdaşıklığın tamlayıcıları olarak tanımlar. Burada leksik bağdaşıklık sözcük öğelerinin tekrarı (repetition), eş anlamlılık (synonymy) ya da yakın eş anlamlılık (near-synonymy), alt anlamlılık (hyponymy), kalıplaşmış söz öbeklerini (collacation) içerir. “Oyuncu” Adlı Hikayede Fiil Biçimleri Bir metnin cümlelerindeki fiil biçimleri sınırlandırılmış olabilir. Seçilen konuya, hakkındalığa ve konunun bilgi yapısına göre fiiller de şekillenir. Örneğin konu savaş ise fiiller (savaşma, barışma, anlaşma yapma ateşkes yapma, vurma, vurulma, öl, öldürme, esir alma, alınma, yaralanma, şehit olma, gazi olma vb.) süreçle ilgili olay ve aksiyonlarla ilgili olacaktır. Ve bu fiiller arasında bir dereceye kadar biçimsel ve anlamsal bir bağlantı bulunacaktır. Biz de hikâyedeki olay örgüsü, konu ve niyet akışına; iktidar, yönlendirme, çatışma ve psişik ilişkilerine göre fiilleri aşağıdaki gibi tasnif etik. Kahramanın Günlük Rutinini İçeren Edim Sözler: Sabah uyanmak, günlük hayat devam etmek, tuhaflık sezmemek, gökyüzüne ve toprağa halel gelmemek, telefon çalmak, arkadaşını aramak, tuşa basmak, numarasını kaydetmek, farklı bir servis sağlayıcısına geçmek, kayıtlı olmayan bir numaradan aramak, taşra zamanlarını geçirmenin yoluna bakmak, çalışmak, her işi yapmak, güler yüzle mukabele etmek, kahve ısmarlamak, eve dönmek, karısına alınabilecek bir şey var mı diye sormak, ağaçları sulamak, çocuklarının çantalarını almak, oğullarıyla şakalaşmak, kızlarıyla okuldan konuşmak, mühendisliğe heveslendirmek, iltifat ve teşekkür etmek, oğlanlarıyla güreşmek, günlerce işe gidip gelmek, sekizden önce işe gitmek, selamlaşmak, içeri girmek, bilgisayarını açmak, programı kapatmak, bir fincan çay almak, bahçeye çıkmak, güne başlamak, hafızayı alıştırmak, Kahraman İçin Kullanılan Melankolik Fiiller: Yeme içmeden kesilmemek, uykuları dağılmamak, girdabın içine düşmek, derin derin burgularla burulmak, içinin her yerine dağılan burgularla burulmak, sıkıntı hissetmek, tuhaflık sezmemek, gökyüzüne ve toprağa halel gelmemek, zihnini meşgul ededurmak, günlük hayatın işleyişini aksatmayacak bir bir sıkıntı hissetmek, içinde ukde kalmak, aklının en ücra köşelerinden geçirmemek, yüreğine Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 317 dokunmak, yüreğine saplanmak, içinin en derinindeki umutlarla evini, işini, çocuklarını yüzdürmek, içini daraltmak, sıkıntı burgularını çoğaltmak, günler boyu düşünceleri dizmek -bozmak, yapmak-yıkmak, yemeden, içmeden uykudan kesilmek, kafasının ve yüreğinin içindeki sıkıntılar devam etmek, eşine ve çocuklarına bir şeyden bahsetmemek, düşündükçe beynindeki elektrik dalgaları şimşeklenmek, dilim dilim düşünceleri incelmek, yüreği kıyım kıyım ufalanmak, beyninin içinde iki insan olmak, içindeki yangından ser verip sır vermemek, düşünceleri allak bullak olmak, kahvaltı etmediği halde açlık hissetmemek, çayın sıcağından midesinin ortası yanmak, karar verememek, ailesinin sabah telaşına isteksizce katılmak, uzanmak, her şeyi anlatmak, yüzünün bir hafta aç susuz kalmış gibi incelmiş olmak, Çatışılan Kişi, İktidar Sahibi, Ezen Müdür Hakkında Kullanılan Fiiler: Bir yere yetişecek insanlar gibi hızlı nefes nefese konuşmak, çeviri yapılmasını söylemek, yazılımı beğenmek, belleğe kaydetmek, şirkete satmaktan söz etmemek, ekranının dibine dikilmek, memurlarına sahip çıkmak, memurlara değer verip onları gözetmek, kötü bir düşünce sadır olmak, kendine oyun etmek, kendisinden izin istemeden şirkete pazarlamak, emeğini hiç yerine koymak, kendi yapmış gibi göstermek, bir damlacık renk vermemek, emek ve enerji üzerine taht kurmak, emeğine ve zekâsına sahiplenmek, istismara yeltenmek, hemen tutanak tutturmak, işten attırmak, ihbarda bulunmak, bir itirafçının sözlerine inanılmak, emeğini kullanmak, bayağılaşmak, alçaklıktan öte bir şey olmak, fikri mülkiyet gaspı (yapmak), emeğini kullanmak, Kahramanın Mağduriyet ve Eziklik, Zayıflık Bildiren Fiilleri: Afallamak, aklından geçmemek, müdürüne bilgi vermek, yaratıcı mühendis rolünü denemek, yazılımı saklamamak, saf saf müdürünü selamlamak, çok güvenmek, yazılımın kendisine ait olduğunu ispat edememek, müdürünün istismara yelteneceğine ihtimal vermemiş olmak, cümleleri zihninde tekrarlamak, diyemediğine yanmak, müdürün karşısına çıkamamak, hakkını arayamadığına içlenmek, gümbür gümbür çökertilmek, arkadaşlarıyla bir günde el olmak, yıllarca çalıştığın binalara uzaktan bakmak, ortada selamsız sabahsız kalmak, üzülmek, öfkeyle kabarmak, gevşeyip yere serilen adam olmak, uzaktan iç geçirerek bakmak, dili söylemeye varmamak, uygun bir kelime bulamamak, on yıllık emeğim diyememek, aklındaki soruları cevaplamadan kalmak, eli ayağı bağlanmak, çektiği sıkıntılar kuru bir kozalak gibi kafasının dibine düşmek, yeni başlayan sıkıntı tomurlarına yer açmak, kalbi oturmayı kaldıramamak, çocukların esprilerine alışamamak, izine saplanan ağrılardan ve ezikliklerden kurtulmak, sevinmek, hiçbir şey yiyip 318 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı içmek istememek, günlerce uyanık kalmak, yaşadıklarını yeniden seyretmek istemek. Kahramanın Gücünü Bildiren Fiiller (yapmak, yapabilme/ yapmayı bilme): Deneye yanıla üretmek, çocuklarıyla istişare yapmak, üstünde çalışmak, eğitim amaçlı kullanılır hale getirmek, kınamak, kıllı kırk yararak, inceden inceye işleyerek meydana getirmek, farklı bir gözle bakmayı öğrenmek, açık yüreklilikle üstünde çalışmak, başarılı olmak, bütün samimiyetiyle anlatmak, kendi emeğiyle meydana getirmek, işine dört elle sarılmak, başarılı bir yazılıma sürüklemek, öfkenin gereğini yapan delikanlı adam olmak, kafasındaki bulutları dağıtmak, Söz ambarındaki bütün kelimeleri talan etmek, diplerdeki noktaya inmek, on yıl emek harcamak, aramaları tek tek gözden geçirmek, konuşmanın tarihini saatini hatırlamak, not defterine yazmak, sekizden önce işe gitmek, birisine püf noktasını çözerken yardım etmek, ekibe dahil olmak, gözleri bilgileri dikkatle taramak, aradığı bilgi karşısına gelmek, numaraları bulma programına girmek, bakışları çelik keskinliğinde dönüş çizmek, bir ay boyunca sorduğu soruları misbaha dizmek, bıkkınlık, bezginlik ve çaresizlikle savrulan duyguları mantarlı ortamdan söküp atmak, oyunun piyasadaki tırmanışını izlemek. Kahramanın Karısı Hakkında Mental Edim Fiilleri: Fark etmek, yorumlamak, düşünmek, ikizlerin çantalarını hazırlamak, kontrol etmek, giyecekleri gömleğin rengine karar vermek, Kahramanın Çocuklarlıya İlgili İktidar Fiilleri: Oyunların başından kalkmamak, yeterlilik ve yenilik aramak, giyecekleri gömleğin rengine karar vermek, gülüşmek, espriler yapmak, koridora koşmak, hayretle bakmak, gözleri sormak, kafasındaki soruyu yöneltmek, atik davranmak, kollarını babasının omzuna doğru atmak, babasının boynunda sıçramaya başlamak, müjdemi isterim diye bağırmak, yazılımda habersiz değişiklik yapmak, yenilik eklemek, “Yeni İcat ve Keşifler Kurumuna” göndermek, birinci olmak, ablamların önerisine uymak, ne olur ne olmaz demek, kaynak kodunu değiştirmek, İngilizce çevirisini de yaptırmak, sürpriz yapmak. “Oyuncu” adlı hikâyede bağlaşıklık aygıtları (cohesive devices) fiil biçimleri (verb form); güç/iktidar unsurunu [amir x memur, ezen x ezilen] ve bu güç unsurunun kötüye kullanılmasını [oyunun yazılımının sahibinden izinsiz pazarlanması/emeğin sömürülmesi x kahramanın bunu kabullenişini [buna karşı hiçbir şey yapamayan hikâye kahramanı yazılımcının psişik iç halleri ve acılarını] ihtiva Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 319 eden fiillerdir. Ayrıca kahramanın çocuklarının kaynak kodunu önceden değiştirerek bu durumu sonradan babalarına bildirmeleriyle tahkiyenin hal dönüşümüne uğraması ve kahramanın bu noktadan sonra olumlu ve sağlıklı ruh halini yansıtan fiillerini kapsamaktadır. Bunun dışında ses akışını destekleyen, cümle içi diğer kelimelerle uyum sağlayan kelimeler seçilmiştir. Güç ve iktidar ilişkilerine göre semantik boyutta tasnif ettiğimiz fiillerin büyük bir çoğunluğu gramatik boyutta isim ve sıfatların tamlamalı öbekler oluşturarak günlük rutine uygun, dönemin yozlaşmış sosyo-iktidar ortamını yansıtan ve muktezayı hale uygun, metaforik bağlamlı, söz sanatlı fiillerdir. Sonuç Söylem, bir bildirişimde gün yüzüne çıkmış olan görülen ve duyulan biçimler ağıdır. Söylem, gramatikal açıdan salt cümle ötesi birim, sosyolojik olarak toplumsal pratik ve uzlaşmaya bağlı etki söz grubudur. Diğer bir anlamda felsefi, modern ve yorum bilimsel (hermenötik) perspektifle üreticisinden (yazar/özne) tecrit edilmiş, genellikle gizli bir ereğe ulaşmak için örtülmüş sadece okuyucusuyla anlamlandırılabilen masum olmayan bir yorumdur. Belli bir yerde, belli bir zaman diliminde belli koşullar altında üretilmiş, öncelik/sonralık, neden/etki zincirine bağlı art zamanlı bir tarihselliktir (historical). Katılanların topolojisine bağlı tahkiyeli (narrative) bir olaydır. İktidarı/gücü elde etmek, bilinçleri yönlendirmek için kullanılan edim söz(dür)/episteme(dir). Bireyin artalanını gösteren, bireyi taşıyan ruhun bastırılmış itkileri sonucu ortaya çıkan bilinçdışı ifadeler, dile getirmeler olgusudur. En nihai anlamında ise iddia ve hüküm içeren önermeler bütünüdür. İncelediğimiz hikayede söylem analizinin güncel metodolojileri olan sistemli işlevsel dil bilimsel (SİD) ve metin dil bilimin aygıtlarından olan küçük yapıyı (microstructures) yedi kategoride analiz ederek görünür kılmaya çalıştık. Büyük yapıyı çözümlemeye makalenin oylumu yetmeyeceği için onu başka bir çalışmamızda yapacağız. Burada metnin bağlaşıklık analizi çeşitli metin birimlerine göre incelenmiştir. Bir söylemin bağlaşıklığı onun atıf linklerinin gösterilmesi ile doğrulanır. Hikâyedeki bulgulara dayanarak metinlerin bağlaşıklığı ile ilgili şu değerlendirmeler yapılmıştır: 1. Bir metnin gönderimsel havuzu içinde göstericiler (deictics) önemli bir yer tutar. Bu göstericiler metinde insanlar, nesneler, zaman ve mekân ile ilgi atıf bağlarını sağlamlaştırmaktadır. Cümle ötesi işlev gören bu birimler metnin anlamlılığına katkı sağlamaktadır. Oyuncu adlı hikâyede bu 320 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı göstericiler, zamirler, işaret sıfatları, iyelik ekleri ve öncelik ve sonralık bildiren sözcüklerle sağlanmıştır. 2. Bu atıf aygıtlarından biri de sözcelemin önceye atıf ögesidir. Metin daha çok işaret zamirleri ile önceye atıfta bulunmaktadır. Yani atıf düzeyi leksik birimin bir alt birimi olan morfo-semantik düzeyde de gerçekleşmektedir. Ayrıca bir kelime sadece önceye atıf olarak sadece bir kelimeye gönderimde bulunmaz, aynı zamanda bir kelime grubuna, yan cümleye bütün bir cümleye, uzun cümlelere ve bütün bir konuya gönderimde bulunabilir. 3. Söylemde bağlaşıklığı sağlayan diğer metin bilimsel birim de sonraya atıftır. Doğası gereği nadir rastlanan sonraya atıf “Oyuncu” adlı hikâyenin başat kısmında merak unsurunu tetiklemek için seyrek olarak gözlemlenmiştir. Hikâyenin ilk paragrafında tahkiye öznesinin adı gizlenmiş, daha çok iyelik eklerinin yardımıyla daha sonra kendinden söz edilecek özneye sonraya atıf yapılmıştır. 4. Söylemin küçük yapısını ortaya koyan başka bir bağlaşıklık birimi de eksiltmedir. Hikâyede yapılmış olan eksiltmelere bakıldığında Türkçenin özne ve tamlayan eksilten bir yapısının bulunması ve dolayısıyla bu eksiltmelerin pek çoğu dilin en az çaba yasasına göre maksadın yeterli bir özetini ifade etmek için, anlatımı en hızlı ve en etkili kılmak için kullanılmış olan daha çok kelime eksiltmeleridir. Ayrıca hikâyede yapılan bir eksiltme de yazarın değer yargılarına göre yapılmış ideolojik bir eksiltmedir. 5. Söylem ya da metin analizinde bağlaşıklığı sağlayan diğer bir aygıt da değiştirimdir. Değiştirimin eksiltmeye göre daha sistemli bir varyanttır. Değiştirim daha çok dil bilgisel kelime bağlaşıklığını sağlamaktadır. Birbirinin yerine geçebilen zihnen birbiriyle karşılaştırılan herhangi bir şey için ayrıca tutarlılık kaynağı oluşturmaktadır. Bunun yanında ideolojik bir aygıt olarak da kullanılmaktadır. Oyuncu adlı hikâyede bir tane gramatik değiştirim yapılmıştır. O da Türkçenin özne-yüklem (olumluluk/ olumsuzluk) uyumuna binaen yapılan değiştirimdir. En işlek değiştirim, hikâyenin değer nesnesi “yazılım” ile ilgili yapılan değiştirimlerdir. Kimi zaman tek kelimeli kimi zaman öbekli değiştirimler yapılmıştır. Değiştirim ögelerinin gönderim mesafesi bu hikâyede neredeyse iki sayfaya kadar uzamaktadır. Bu da metinde değiştirim ögesinin kullanım sağlamlığını göstermektedir. Bir de hikâyenin çözüm bölümünde yapılan değiştirim, yazarın gelişme bölümünde “kafasında sallanmakta olan Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 321 dallardan düşen kelime grubu : “insafsız oyuncu” değiştirimidir. Söylem aygıtları içerisinde yazar, en etkili aygıt olarak bu ögeyi kullanmıştır. 6. Bağlaçlı bağdaşıklık da bir önceki cümlelerle sonraki cümleler arasında yani cümle ötesi birimler arasındaki iletişime katkı sağlayan unsurlardandır. Analizde de belirttiğimiz gibi yazar bağlaçlı bağlaşıklığın neredeyse tüm ögelerini cümle ötesi birimlerde Van Dijk’ın verdiği ölçülere çok yakın düzeyde ustaca kullanmıştır. 7. Söz dizimsel bağlaşıklık değerlendirmelerimizde özellikle Halliday ve Hasan (1978), Cook (1989), McCarty (1991), Martin (2001), Uzun (2011)’un kitaplarındaki leksik bağlaşıklığın tanımlamaları ve açıklamaları bize rehber oldu. Fiil biçimlerini gönderenlerine ve ideolojik ilişkilerine göre tasnifledik. Sonuç olarak bize bu tasnifler, iktidar alanları, çatışmaları ve öznelerin rutinleri, eziklik-güçlülük durumları, öznelerin ruh hallerine göre kullandıkları fiiller ağında zihinsel bir harita, bir külliyat (corpus) sunmaktadır. Sadece fiilleri bile takip ederek bir metnin semantik dokusunu görünür kılabilmekteyiz. Yaptığımız bu analizle hikâyenin söylemsel ayrıntılarına girmiş olduk. Hikâyenin cümle ötesi birimlerindeki birçok bağlaşıklık aygıtını birer birer sayarak adını koyduk ve eserden bulguları gösterdik. Sonuç olarak dokuz sayfalık kısa ama akıcı öyküde Ayşe İlker, SİD ve MD metodolojisinin küçük yapı unsurlarına gösterge olabilecek aygıtları, onları tanıtlayabilecek bir bulgu malzemesini bizlere vermiştir. Bu yönüyle bu hikâyenin küçük yapı unsurları SİD ve MD metodolojisine göre bağlaşıktır diyebiliriz. KAYNAKÇA Agnes, Weiyun He (2003). Discourse Analysis. The Handbook of Linguistics. (Eds) Mark Aronoff and Janie Rees-Miller Printed and bound in Great Britain by T. J. International Ltd, Padstow, Cornwall. Banguoğlu, Tahsin, (1995). Türkçenin Grameri. Ankara: TDK Yayınları (s. 391-393). Bhatia, Vijay, K. Jones Rodney H. Flowerdew John (2008). Advances in Discourse Studies. Routledge 2, Park Square, Milton Park, Abingdon, Oxon OX14 4RN. Beaugrande, Robert. & W. Dressler (1981/1994). Introduction to Text Linguistics. London: Longman. Beaugrande, Robert (1992). Topicality and Emotion in the Economy and Agenda of Discourse. Linguistics, 30, 1(317), 243-265. [[[Topics] [Emotions] [Discourse Analysis]]] Brown, G. & G. Yule (1983), 1989, Discourse Analysis, Cambridge: CUP Chafe, W. (1987). Cognitive constraints on information flow. in R. Tomlin (eds)Coherence and Grounding in Discourse. Amsterdam: John Benjamins. (pp. 21-51). 322 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Cook, Guy (1994). Discourse and Literature: the interplay of form and mind. Oxford: Oxford University Press. _________, Guy (1989). Discourse. Language Teaching: A Scheme for Teacher Education. Oxford: Oxford University Press. _________,Guy (2003). Applied Linguistics. Oxford: Oxford Unv. Press. Cutting, Joan (2002). Pragmatics and Discourse. London:Routledge. Çelik, H. & Ekşi, H. (2008). Söylem Analizi. Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi. Sayı 27. Cilt I, İstanbul (Ss 99-117). Fairclough, Norman (1989). Language and Power, London: Longman. _________, N. (1994). Language and Power, London: Longman. _________, Norman (1992). Discourse and Social Change, Cambridge: Polity Press. _________, N. (2003). Analysing Discourse, London: Routledge. Gee, J.P. (1999). An Introduction to Discourse Analysis. London: Routledge. ________, J.P. (2011). How to do Discourse Analysis. A Toolkit, London, New York: Routledge. Günay, V. Doğan (2001, 2003, 2007, 2013). Metin Bilgisi. İstanbul: Multilingual Yayınları. _________, V. Doğan (2013). Söylem Çözümlemesi, İstanbul: Papatya Yayıncılık. Halliday, M.A.K. & R. Hassan (1976), Cohesion in English, London: Longman. _________, M.A.K. ve Matthissen Christian (2004). An Introduction to Functional Grammar. London: The Hodder Headlıne Group. _________, M.A.K (2003). On Language and Linguistics. (Eds) Jonathan Webster, London ve New York: Continuum. _________, M.A.K (2007). Language and Education. (Eds) Jonathan Webster, London ve New York: Continuum. İlker, Ayşe (2022). Oyuncu. Def ve Mendil. İstanbul, Ötüken Yayınları, Ss 21-29 İşsever, S. (1996). Kullanımsal İşlevleri Açısından Türkçedeki Bağlaçlar. (içinde) X. Ulusal Dilbilim Kurultayı, İzmir: Ege Universitesi Yayınları (Ss. 83-94). Jues, Laura Alba (2005). Perspectives on Discourse Analysis: Theory and Practice. Madrid: UNED Korkmaz, Zeynep (2003). Türkiye Türkçesi Grameri. Ankara: TDK Yayınları. Labov, W. & D. Fanshel (1977). Therapeutic Discourse. New York: Academic Press. Martin, J. R. (2009). Discourse Studies. Continuum Companion to Systemic Functional Linguistics, New York. (Ss. 154 -164). Mccarthy, M. (1991). Discourse Analysis for a Language Teacher. Cambridge: CUP. Schiffrin, Deborah (1992). Conditionals as Topics in Discourse. Linguistics, V.30. (Ss.165-197). ________, Deborah (1994). Approaches to Discourse. Oxford: Blackwell. Titscher, S., Meyer, M., Wodak, R. & Vetter, E., (2000). Methods of Text and Discourse Analysis. London: Sage Publications. Publikation: Buch, Herausgeberschaft, Bericht › Buch (Monographie) Uzun, Leyla Subaşı (1995). Orhun Yazıtlarının Metiindilbilimsel Yapısı. Ankara: Simurg Yayınları. _________, (2011). Genel Dilbilim II. Metindilbilim: Temel İlke ve Kavramlar 7. ve 8. Ünite, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınevi. Van Dijk, T.A. (1977). Text and Context. London: Longman. _________,T.A. (1985). (Ed.)Handbook of Discourse Analysis (C3), (C.3.), Vol. 1. (pp. 1-10). _________,T.A. (1997). (Eds)Discourse As Structure And Process. The Study of Discourse, London: Sage Publication. (pp.1-35). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 323 _________,T.A. (2003).The Discourse-Knowledge Interface. In Gilbert Weiss &Ruth Wodak (Eds) Critical Discourse Analysis. Theory and Interdisciplinarity. Houndsmills, UK: Palgrave-MacMillan. (pp. 85-109). Widdowson H.G. (2007). Discourse Analysis. Oxford: Oxford University Press. Yang, Wenxing & Sun Ying (2010). Interpretation of ‘Discourse’ from Different Perspectives: A Tentative Reclassification and Exploration of Discourse Analysis. The International Journal - Language Society and Culture (20/12/2022) https://www.researchgate.net/profile/Wenxing-Yang-4/publication/267369234_Interpretation_of_’Discourse’_from_Different_Perspectives_A_Tentative_Reclassification_and_Exploration_of_Discourse_Analysis/links/54be06970cf27c8f2814da22/ Interpretation-of-Discourse-from-Different-Perspectives-A-Tentative-Reclassificationand-Exploration-of-Discourse-Analysis.pdf S.127-138 IRAK ARAPÇASINDA (ÇOCUK VE KIRAATHANE OYUNLARINDA) TÜRKÇE UNSURLAR Dr. Öğr. Üyesi Savaş KARAGÖZLÜ, Bartın Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-5986-8758 Giriş Coğrafi yakınlık, din, siyasi ilişkiler, savaşlar, ticaret, müzik vb. yollarla gerçekleşen milletler arası ilişkiler ve dolayısıyla dil ilişkileri, günümüze kadar birçok araştırmacının dikkatini çeken konulardan biri olmuştur. Bu konuyla ilgili çok sayıda çalışmalar yapılmıştır. Dil ilişkileri, sadece sözcük alışverişleriyle sınırlı kalmayıp gelenek-görenekler, sözlü edebiyat ürünleri ve eğlence unsurları gibi halk bilgisi ürünlerinin alışverişine de neden olmuştur. Türkçede yabancı kökenli sözcüklerin ve başka dillerde Türkçe sözcüklerin bulunması Türklerin tarih boyunca diğer kavimlerle olan ilişkilerinden dolayıdır. Arapça da bu çerçevede değerlendirilebilecek önemli dillerden birisidir. Uzun bir tarihî süreci içine alan Türklerin Araplarla olan ilişkileri sonucunda Türkçeye Arapçadan çok sayıda sözcükler girmiştir. Diğer taraftan Arapçanın sözcük hazinelerine Türkçe sözcükler eklenmiştir. Türkçe sözcüklerin sayısı fasih Arapçada az olsa da Arap lehçelerinde yüzlerce sözcük bulunmaktadır. Türklerin Mezopotamya’da Araplarla aynı bölgeyi paylaşması, Irak Arapçasına çok sayıda sözcüklerin geçmesinin bir nedeni sayılmaktadır. Türkler, sadece Türkçe kökenli sözcükleri değil başka dillerden aldıkları sözcüklerin de Arapçaya geçmesine vesile olmuşlardır. Bu konuyu ele alan çok sayıda çalışma ortaya konulmuştur. Bu çalışmaların bir kısmında alıntı sözcükler genel olarak incelenirken bazılarında ise özgül bir başlık altında değerlendirilmiştir. Bu tür çalışmalarda tespit edilen sözcükler; bir kısmı günlük hayatta kullanımları devam etmektedir, bazıları halk şiirlerinde, atasözlerinde, deyimlerde vb. alanlarda yaşamaktadır, bazıları ise ya sadece yaşlılar tarafından kullanılmaktadır ya da kullanımdan tamamen kalkmış durumdadır. Çocuk ve kıraathane oyunları Türkçeden geçen sözcükleri bulunduran alanlardan birisidir. Bütün milletlerde olduğu gibi Irak Arap çocuk oyunlarının da birçoğu, teknolojik gelişme başta olmak üzere bazı sebeplerden dolayı sınırlı bir şekilde oynanmaktadır veya ortadan kalkmış durumdadır. Yeni nesil çocukları bu oyunların bazılarının isimlerini dahi bilmemektedirler. Bu oyunların bir kısmı araştırmacılar tarafından kaydedilmiştir, ancak kayda geçmeyen bazı oyunlar da mevcuttur. Irak 326 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Arap çocuk ve kıraathane oyunlarında da Türkçe sözcükler bulunduğundan ve bu oyunların bir kısmı unutulmak üzere olduklarından bu sözcükleri bir çatı altında toplanmasına gayret gösterdik. Bu çalışmada, Irak Arapçasında çocuk oyunları, tekerlemeler, kıraathane oyunları gibi eğlence unsurlarında Türkçeden Irak Arapçasına geçen sözcükler incelenecektir. Bu sözcüklerin çoğu yazılı kaynaklarda tespit edilmiştir. Yazılı kaynaklarda kaydedilmeyen sözcükler ise kaynak kişilerden derlenmiştir. İncelememizde, sözcüklerin kullanıldığı oyunlardaki yerleri belirtilerek sözcüklerin etimolojik ve kavramsal anlamları açıklanmaya çalışılmıştır. Oyunlarda Kullanılan Türkçeden Geçen Sözcükler Oyun, özgürce razı olunan, ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekân sınırları içinde gerçekleştirilen, bizatihi bir amaca sahip olan, bir gerilim ve sevinç duygusu ile “alışılmış hayat”tan “başka türlü olmak” bilincinin eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyettir (Huizinga, 2006, s. 50). İnsanlar, dünyanın her yerinde eğlenceli bir vakit geçirmek için oyunlar oynamışlar ve oynamaktadırlar. Oyun oynama küçük yaşlardan başlayıp insanın vefatına kadar her yaşta icra edilebilen etkinliklerden birisidir. Kültürün bir parçası olan bu oyunlar, yaşa, bölgeye, zamana vb. etmenlere göre değişkenlik göstermektedirler. Her bölgenin veya her milletin kendine has farklı yaş gruplarına hitap eden oyunları mevcuttur; bu oyunlar aynı coğrafyada yaşayan komşu milletlere kısmî veya küllî bir şekilde intikal edilebilir yahut o milletlerden oyunlar alınabilir. Bu çalışmada, Türkçeden Arapçaya geçen sözcükler oyunlar özelinde değerlendirilecektir. Sözcüklerin hepsinin kökenleri Türkçe olmasa da Arapçaya Türkçeden geçtiklerinden incelememize dâhil edilmiştir. Tespit edilen sözcükler şunlardır: carabāne ‫( عربانه‬El-Karagulli, 2017, s. 59) < araba ‘tekerlekli motorlu veya mo- torsuz kara taşıtı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 110): ‫ عربه‬araba ‘kağnı; fayton’ sözcüğü fasih Arapçada kullanılan sözcüklerdendir (Mescûd, 1992, s. 545). Sözcüğün ‫عربانه‬ carabāne şekli ise, isimden sıfat yapan Farsça +āne ekiyle türetilip Irak Arapçasında günlük hayatta ‘el arabası’ anlamında kullanılmaktadır. Bununla birlikte çocukların sokaklarda icra ettiği bir oyuna ad olarak verilmiştir. Oyun telden yapılmış yuvarlak bir teker ve bu tekeri itmek için kullanılan bir çubuktan oluşmaktadır (El-Karagulli, 2017, s. 59). Aynı sözcük (carabāne), Farsçada ‘vagon’ anlamındadır (cAmid,2010 , s. 756). bāşe ̴ pāşe ‫( باشه‬El-Karagulli, 2017, s. 73) < paşa ‘Osmanlı Devleti zamanında yüksek sivil memurlara ve albaydan üstün rütbede bulunan askerlere verilen unvan’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1552): Arap kız çocuklarının söylediği ‫ِط ْل َعت‬ ‫ ال ُش ّميسه‬Tilcat Eş-şummeyse ‘güneşçik doğdu’ adlı tekerlemenin ‫ عيشه بنت الباشه‬ceşe Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 327 bi(n)tti’l-bāşe ‘paşa kız Ayşe’ ibaresinde geçmektedir (El-Karagulli, 2017, s. 73). Tekerleme dışında, bu sözcük Arapça konuşan neredeyse tüm ülkelerde olduğu gibi Irak Arapçasında da günlük hayatta ‘bey’ anlamında aktif olarak kullanılmaktadır. Çoğulu da başewāt şeklindedir. Genel Arapçada zaknu’l-bāşe1 ‘Siris ağacı’ bitki adında da görülmektedir. (https://www.almaany.com/ar/dict/ ar-ar/%D8%A8%D8%A7%D8%B4%D8%A7/). Ayrıca, ‫ أمه عيّاشه وعامل باشا‬ummu cayyāşe ve cāmil başa atasözünde de geçtiği tespit edilmiştir (Mohammad, 2015, s. 200) becaġ ‫( بجغ‬https://azamil.com/?p=31643) < bacak ‘oyun kâğıtlarında genç erkek resimli kâğıt, oğlan, vale’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 173): İskambil oyunlarında vale kartına verilen ad olup ‫ ولد‬veled ‘oğlan’ sözcüğünün eş anlamlısıdır (https:// azamil.com/?p=31643). Daha çok yaşlılar tarafından kullanılan sözcüklerdendir (Al-Ta’i). ber ̴ per ‫( بير‬Al-Ta’i) < per < Fr. paire ‘bazı iskambil oyunlarında farklı renklerden iki benzer kartın bir arada bulunma durumu’ (https://sozluk.gov.tr/): Türkçeden Arapçaya geçen bu sözcük, genelde kıraathane gibi yerlerde icra edilen bazı iskambil oyunlarında farklı renklerden olup aynı değerde olan veya aynı türden olup art arda sıralanan en az üç kâğıttan oluşan kâğıt grubuna verilen addır. Söz konusu sözcükten perāt ̴ berāt ve pyūre ̴ byūre şeklinde çoğul yapılmaktadır (AlTa’i). berk ‫( برك‬El-Samerrā’i, 1965, s. 19) < berk ‘sert, katı; sağlam’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 247): Bu sözcük ‫ چعاب‬Çicāb ‘Aşık oyunu’nda kullanılan aşık kemiğinin sert tarafına verilen addır (El-Samerrā’i, 1965, s. 19). beş ‫( بيش‬Al-TAİ) < beş ‘dörtten sonra gelen sayının adı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 250): Bu sözcük, zar ile oynanan bütün oyunlarda ve domino oyunlarında kullanılmaktadır. Oyuncular, diğer rakamları (1-6 arası) Farsça söylerken beş sayısını Türkçe kullanmaktadırlar (Al-TAİ). cift ̴ çift ‫( چفت‬El-Karagulli, 2017, s. 15, 65) < çift < Far. cuft ‘Birbirini tamamlayan iki tekten oluşan (nesneler)’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 443): Sözcük, çocuklar arasında kura yapılırken kullanılmaktadır. Çocukların biri, eline bir miktar ceviz veya fındık alarak hasmına ‫ تك َمنا جفت‬tek menā cift ‘tek mi çift mi’ şeklinde bir soru yöneltir. Hasmın cevabına göre kazanan taraf belli olacaktır (El-Karagulli, 2017, s. 15, 65). Bu cümledeki ‫ َمنا‬menā sözcüğü de Türkçe soru eki mi ile Farsça ‘hayır; olumsuzluk eki’ anlamında olan nā’nın kaynaşmasıyla meydana gelmiş olabilir. 1 ‘Paşa sakalı’. 328 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı çāli ‫( چالي‬El-Sudāni, 1965, s. 15) < çal ‘taşlık yer; çıplak tepe’ (Derleme III, 1993, s. 1146): Türkçeden Irak Arapçasına geçen bu sözcük, Irak’ın güneyinde bulunan Amâre şehrinin çocukları tarafından icra edilen ‫امشي على چالي وانهدم بيه‬ ‫ اوطاح‬emşi cele çāli ve inhidem biyye ū ṭāḥ ‘çal üstünde yürürken (çal) yıkılıp düştü’ adlı oyunda geçmektedir. Sözcük, ‘nehir, ırmak ve kanal kenarlarında oluşan yükseklik’ anlamında kullanılmaktadır (El-Sudāni, 1965, s. 15). çāl sözcüğü Farsçada ‘kır; at renklerinden; toy kuşu; bir çeşit keklik; dağ geçidi, vadi’ anlamındadır (Steingass, 1963, s. 386). Tietze, sözcüğün Farsçadan Türkçeye geçtiğini göstererek Doerfer’in tespit ettiği Moğolcadan Farsçaya geçen çamçal ‘müstahkem dağ geçidi’ ve ḳabçal ‘dar geçit, yar’ sözcükleriyle ilgisi olduğunu belirtmiştir (Tietze, 2002, s. 467). Aynı sözcük (çal) Hakasçada ‘sıradağ’ anlamında kullanıldığı saptanmıştır (Arıkoğlu, 2005, s. 75). çelebi (Salman) < çelebi ‘Bektaşi ve Mevlevi pirlerinin en büyüklerine verilen unvan’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 411): “çelebi” (T. çalap + Ar. i) sözcüğü Irak Arapçasında aile ismi ve bir tür güvercin adı olarak kullanımı devam etmektedir (Karagözlü, 2018, s. 162). Bununla birlikte çocukların söylediği Van tu tree elebi tekerlemesinde ‫ سميرة بنت الچلبي‬Semire binti’ç-çelebi ‘Çelebi kızı Semire’ cümlesinde geçtiği tespit edilmiştir (Salman). Aynı zamanda çelebi sözcüğü, Irak’ın Bedir Şakir EsSeyyāb adlı ünlü şairine ait olan ‫ شناشيل ابنة الجلبي‬Şenaşil İbnetu’ç-Çelibi adlı şiirinde ve ‫ يا مطر يا حلبي عبر بنات الجلبي‬yā maṭar ya ḥelebi cabbir benātu’ç-Çelebi beytinde geçtiği tespit edilmiştir. Şiirin bu beyti yağmur yağsın diye çocuklar tarafından tekerleme olarak söylenmektedir (https://www.alqasidah.com/poem.php?ip=7668). çitāye ‫( چتايه‬El-Samerrā’i, 1965, s. 40) < çit ‘pamuktan dokunmuş basma’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 440): Bu sözcük, çit sözcüğünün Arap lehçelerine has küçültme ve müenneslik yapısı ile çitāye olmuştur. Irak’ın Samerra şehrinde ‘kızların başörtüsü olarak kullandığı geniş bir mendil’ anlamında kullanılmaktadır. Aynı sözcük, kız çocuklar tarafından oynanan ‫ ضميمه الچتايه‬Ḍmeeme iç-çitāye ‘mendili saklama’ oyununun adında geçtiği tespit edilmiştir (El-Samerrā’i, 1965, s. 40). çōl ‫ ̴ چول‬çōle ‫( چوله‬El-Samerrā’i, 1965, s. 50) < çöl ‘kumluk, susuz ve ıssız geniş arazi, sahra, badiye’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 450): “eç-çōl ̴ çōl” sözcüğü Samerra şehrinin erkek çocukları tarafından oynanan ‫ غراب الچول‬Ġrābı’ç-çōl ‘çöl kargası’ adlı oyunun terkipli adının ikinci unsurudur (El-Samerrā’i, 1965, s. 50). Bununla birlikte Türkçe çöl ve Arapça ‫ ـة‬müenneslik ekinden oluşan çōle sözcüğü, çoğunlukla kız çocukları tarafından oynan Tūki ‘seksek’ oyununda kullanıldığı tespit edilmiştir; çocuklar oyunda kullanılan taşı çizilen son bölümün dışına çıkardıklarında (çōle ‘oyun dışına çıktı’) söylerler. Ayrıca çōl ve çōle sözcüğü, Irak Arapçasında günlük hayatta ‘sahra, çöl’ anlamında kullanıldığı görülmektedir. (El-Karagulli, 2017, s. 18). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 329 dād ‫( داد‬El-Karagulli, 2017, s. 36) < Osm. dād < Far. dād ‘feryat’: Osmanlı Türkçesinde ‘feryat’ (Devellioğlu, 2008, s. 159) anlamında kullanılan bu sözcük Irak Arap çocuklarının sokaklarda icra ettiği ‫ قرة جاك‬Ḳare cāk oyununda geçmektedir. Çocuklar, başkanlarına seslenmek için ‘yetiş, kurtar’ anlamında ‫داد‬...‫ داد‬dād… dād şeklinde kullandıkları bir tabirdir (El-Karagulli, 2017, s. 36). dāş ‫( داش‬El-Karagulli, 2017, s. 62) < taş ‘Kimyasal veya fiziksel durumu değişiklikler gösteren, rengini içindeki maden, tuz ve oksitlerden alan sert ve katı madde’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1931): Irak’ın genelinde bu oyun ‫ صگله‬Ṣagla adıyla bilinmektedir (El-Samerrā’i, 1965, s. 39). Bununla birlikte ‫ الداش‬Ed-dāş (Ar. el+ T. taş) ve ‫ قايات‬Ḳayāt isimleri de bu oyunun adı olarak kullanılmaktadır. Oyun beş adet taş ile oynanır; iki ve üzeri çocuk arasında icra edilmektedir (El-Karagulli, 2017, s. 62). Aynı oyun, Türk çocuk oyunlarında ve Irak Türkmen çocuk oyunlarında beştaş2 adıyla bilinmektedir (Özdemir, 2006, s. 41; Abdülmecit, 2011, s. 108). dugme ‫( دگمة‬El-Samerrā’i, 1965, s. 52) < düğme ‘Giyecek, yorgan vb.nin bazı yerlerine ilikleyici veya süs olarak dikilen kemik, metal, sedef gibi sert maddelerden yapılmış küçük tutturma aracı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 583): dugme sözcüğü, Irak Arapçasında günlük hayatta ‘düğme’ anlamında kullanımı devam etmektedir. Bunun yanı sıra çocuklar, ‫ فرّارة‬Farrāre3̴ ‫ فِنّانه‬Finnāne adlı oyunda kullandıkları düğmeye de dugme ‫ دكمة‬demektedirler (Muhsin, 2017, s. 78; El-Samerrā’i, 1965, s. 52). eleç ‫( ألچ‬Al-Ta’i) < alçı4 ‘aşık kemiğinin dikine bir yüzü’ (Derleme I, 1993, s. 209): Bilindiği üzere aşık oyunu Orta Asya’da oynan eski oyunlardan biridir. Irak’ta da folklorik çocuk oyunları arasında yer alan oyunlardan biri olup Türk, Arap, Kürt olmak üzere bütün halkların arasında bilinen oyunlardandır. Irak Türkmen Türkçesinde oyunun adı aşuğ ~ aşşığ ~ aşşuğ (Hürmüzlü, 2013, s. 63) iken Irak Arapçasında ‫ لعبة چعاب‬licbet çicāb ‘tabanlar oyunu’ şeklindedir. Irak Arapçasında sadece oyunun adı (‫ چعب‬çeceb < Ar. ‫ كعب‬keceb ‘taban’) Arapça kökenlidir; kemiğin neredeyse bütün yüzlerinin adları Türkçeden geçmiştir. Bu sözcüklerden biri eleç ‘aşık kemiğinin kulağa benzer yüzü’ sözcüğü olup bununla beraber oyunun icrasında aynı sözcükten türetilen ‫ ألّچ‬elleç, ‫ يألِّچ‬yi’elliç ‘kemik dik durdu, duracak’ şeklinde terimler de kullanılmaktadır (Al-Ta’i). Anadolu ağızlarında alçı ‘aşık kemiğinin dikine bir yüzü’ ve ‘aşığın dik duruşu’ (https://sozluk.gov.tr/) anlamında kullanıldığı görülmektedir. gōg ‫( گوگ‬El-Sudāni, 1965, s. 3) < gök ‘mavi veya yeşile çalan mavi’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 772): Irak Arapçasında gōg sözcüğü bir tür mavi güvercin adı olarak kullanılmaktadır (Karagözlü, 2018, s. 163). Bununla birlikte Irak’ın Amâre 2 3 4 Beş taşla oynanan bir çocuk oyunu. İp arasında düğme çevirme. Aşık kemiğinin yüzlerinin adları hakkında detaylı bilgi için bk. R. Alimov 2019: 159-165. 330 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı şehrinde icra edilen İbrezci5 oyununda da kullanıldığı tespit edilmiştir. Oyunda, çocukların biri ‫ يا بريزجي‬ya (i)brezci ‘ey bahri kuşu’ dediğinde ikinci çocuk ‫يبرز‬ ‫ گوگ‬yibriz gōg ‘gök, mavi olarak görünür’ diye cevap verir (El-Sudāni, 1965, s. 3). ḥammālbāşi ‫( َح ّمالباشي‬Al-Ta’i).< Ar. ḥammāl + T. baş+i ‘hamallara başlık eden kimse’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 838): Bu birleşik sözcük, çocukların birbirini taşıyarak oynadıkları oyunun adıdır. Bununla beraber bazı oyunlarda, oyunu kaybeden çocuk galip gelen çocuğu sırtında taşıması cezasına da ḥammālbāşi ‘sırtta taşıma’ denilmektedir (Al-Ta’i). ḫaşūge ‫( خاشوگه‬El-Sudāni, 1965, s. 18) < ḳaşuḳ ‘kaşık’ (Clauson, 1972, s. 671): Sözcük Türkçe ḳaşuḳ ve Arapça müenneslik ‫ ـه‬h ekinden oluşmaktadır. Irak Arapçasında yaygın sözcüklerden biri olan ḫaşūge ‘kaşık’ (Hasan, 2013, s. 144) sözcüğü çocuklar tarafından söylenen tekerlemelerde de kullanıldığı görülmektedir. Söz konusu sözcük Amâre şehrinde kız çocuklar tarafından geceleyin oynanan ‫ بيت المال طبخو ِشلّه‬beti’l-mulle ṭıbḫav şille ‘molla evi Şille yemeği yaptılar’ oyununda söylenen tekerlemede ‫ جيت اضوگه بالخاشوگه‬ceet aḍūge bil-ḫaşūge ‘kaşıkla tadına bakmaya geldim’ cümlesinde geçtiği saptanmıştır (El-Sudāni, 1965, s. 18). Ayrıca, Samerra şehrinde oynana ‫ ها دحه‬Ha deḥḥe oyununda söylenen tekerlemede de ‫ ما ياكل الت ّمن اال بخاشوگه‬mā yakul it-timmen ille b-ḫaşūge ‘pirinç pilavını sadece kaşıkla yer’ cümlesinde geçtiği tespit edilmiştir (El-Samerrā’i, 1965, s. 62). Ayrıca, bu sözcük Kuveyt Arapçasında da ‫ خاشوق ̴ خاشوقه‬ḳaşūḳ ̴ ḳaşūḳe şeklinde kullanıldığı görülmektedir (Kaymaz, 2016, s. 164). ḫatūn ‫( خاتون‬El-Sudāni, 1965, s. 63) < ḫātun ‘kadın’ (Clauson, 1972, s. 602): Irak Arapçasında günlük hayatta ‫ خاتون‬ḫatūn ‘hanım, zengin kadın’ anlamında kullanılmakla beraber Amâre şehrinde çocuklar tarafından oynan ‫ اشْ بالچانون؟ محبس خاتون‬eş bi’çanūn, mḥbes ḫatūn ‘ocakta nevar? hatun yüzüğü var’ manzum bilmecede de geçtiği tespit edilmiştir (El-Sudāni, 1965, s. 63). ْ ‫( ا ْب ِر‬El-Sudāni, 1965, s. 18) < Ar. ‫ برز‬baraz + T. +CI: ibrezci ̴ brezci ibrezci ‫يزجي‬ adı Irak’ın güneyinde bahri6 kuşuna verilen addır. Söz konusu bu sözcük aynı zamanda Amâre şehrinin erkek çocukları tarafından oynanan bir oyunun adıdır (ElSudāni, 1965, s. 18). Sözcük, Arapça ‫ برز‬baraz ‘görünmek, ortaya çıkmak’ (El-Râzi, 1986, s. 20) mastarının Arapça küçültme yapısı ile isimleşerek ‫ بريز‬breez olup üzerine de Türkçe meslek mensubu veya bir işi sürekli yapan manasında adlar türeten +CI ekinin gelmesiyle oluşmuştur. 5 6 Bk. İbrezci maddesi. Uzun boyunlu, sivri gagalı, boynunun önü ve göğsü parlak beyaz olan, alçaktan ve hızlı uçan, suya bağımlı bir tür kuş (Podiceps cristatus) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 331 ibrîsem ‫سم‬ َ ‫( ا ْبري‬El-Karagulli, 2017, s. 32) < Far. ibrişim ‘kalınca bükülmüş ipek iplik’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 924): ibrîsem ~ brîsem sözcüğü Irak Arapçasında ‘ipeğimsi ip’ (Hasan, 2013, s. 47) anlamında yaşamakla birlikte erkek kişi adı olarak kullanılmaktadır (Al-Ta’i). Bunun yanı sıra Irak’ta erkek çocuklar tarafından oynan ‫سم ايش؟‬ َ ‫سم ا ْبري‬ َ ‫ ا ْبري‬ibrîsem ibrîsem eş? ‘ibrişim ibrişim ne?’ bilmece oyununun adında kullanıldığı görülmektedir (El-Karagulli, 2017, s. 32). Ayrıca, sözcük sadece Irak Arapçasında olmayıp Kuveyt Arapçasında ‫عتيق الصوف وال جديد البريسم‬ cetiki’s-ṣuf velā cididi’l-birisem ‘yünün eskisi, yeni ibrişimden iyidir’ atasözünde de tespit edildiği görülmüştür (Kaymaz, 2016, s. 162). ḳare ‫( قره‬El-Karagulli, 2017, s. 36) < kara ‘en koyu renk, siyah; kötü, uğursuz, sıkıntılı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1074): Bağdat sokaklarında erkek çocukları tarafından oynanan oyuna ‫ قره جاك‬ḳare cāk ‘kara geldi’ adını vermişlerdir. Çocuklar iki gruba ayrıldıktan sonra kovalanmakta olan çocuklar arkadaşlarını korkutmak amacıyla ‘kara geldi seni yakalayacak’ anlamında olan ‫ قره جاك‬ḳare cāk cümlesini söyleyip kaçarlar (El-Karagulli, 2017, s. 36). ḳare- ‫ < قره‬Moğ. ḳara- ‘bakmak’ (Lessing, 2003, s. 1437): Moğolca kökenli olan bu sözcük Samerra şehrinde oynanan ‫ قره قره بيت من‬ḳare ḳare beyt men? oyunun adında geçtiği tespit edilmiştir. Bu oyun, akşam vakti sokakta icra edilip çocuklar iki gruba ayrıldıktan sonra grup başkanları aralarında sokakta bulunan bir evin adını söylerler; bir grubun başkanı hasım grubun bir üyesine ḳare ḳare beyt men? ‘bak, bil bakalım kimin evini dedik’ sorusunu yöneltir. O şahıs da bahsettikleri evi tahmin etmeye çalışır; tahminin doğru olduğu durumda ikinci grubun üyelerini o eve kadar sırtlarında taşırlar. Yanlış tahmin ederse oyun yeniden başlatırlar (ElSamerrā’i, 1965, s. 53). ḳaverçi ‫( قا َو ْرچي‬El-Sudāni, 1965, s. 18) < kavur-(i)çi ‘kızartma aracı, kevgir’: Bu sözcük Türkçe kavur- ‘bir şeyi bir kabın içinde kendisinden başka bir malzeme koymadan pişirmek’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1112) fiilinden türetilip beyti’l-mulle ṭıbḫav şille ‘molla evi şille yemeği yaptılar’ oyununun icrasında söylenen tekerlemenin ‫ ِكس َروا فَچّي بالقا َورچي‬kisrav feççi, bi’l-ḳaverçi ‘çenemi kızartma aleti ile kırdılar’ cümlesinde geçmiştir (El-Sudāni, 1965, s. 18). ḳavırçe ‫( قاورچه‬EL-Huseynāvi) < ḳawurçaḳ ~ ḳaburçak ‘sandık; oyuncak; oyunca bebek; tabut; kutu’ (Clauson, 1972, s. 587): Sözcük Türkçedir ve ‘oyuncak bebek’ anlamında kullanılmaktadır (EL-Huseynāvi). Irak Türkmen Türkçesinde qâvırçağ ~ qâvurçağ ~ qâvurçax ‘oyuncak bebek’ şeklinde yaşamaktadır (Hürmüzlü, 2013, s. 205). ḳayāt ‫( قايات‬El-Samerrā’i, 1965, s. 53) < kaya ‘büyük ve sert taş kütlesi’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1113): Bu sözcük Türkçe kaya ve Arapça çoğul eki āt ile oluş- 332 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı maktadır. Semrra şehrinde beştaş oyununa ḳayāt ‘kayalar, taşlar’ denmektedir (ElSamerrā’i, 1965, s. 53). kece ‫( كجه‬El-Karagulli, 2017, s. 53) < keçe ‘yapağı veya keçi kılının dokunmadan yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaş’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1125): Erkek çocuklarının bez parçalarından yaptıkları ve sokaklarda veya boş alanlarda icra ettikleri ‫ سبت احد‬Sebit Ahed ve (‫ درك ) ُكرك‬Dirrek (kurrek) adlı oyunlarda kullandıkları topa ‫ كجه‬kece demektedirler (El-Karagulli, 2017, s. 53, 55). kidişe ‫( كديشه‬El-Samerrā’i, 1965, s. 62) < igdiş ‘evcil olarak yetiştirilen hayvan; melez’ (Clauson, 1972, s. 103): kidiş Irak Arapçasında ‘katır’ anlamında kullanılmaktadır. Aynı sözcükten türetilen ‫ ك ّدش‬keddeş ‘aptallaştı’ fiilinin de kullanımı yaygındır (Hasan, 2013, s. 357). Bununla beraber bahsi geçen ‫ ها دحه‬Ha deḥḥe oyununda söylenen tekerlemenin ‫ كديشة عمي سالم‬،‫ يطارد عالكديشه‬yiṭārid cel-kidişe, kideşet cemmi Salim ‘Salim amcanın katırı üzerine dolaşıyor’ cümlesinde ‫ كديشه‬kidişe (kidiş + Ar. müenneslik ‫ )ـه‬sözcüğü geçtiği tespit edilmiştir (El-Samerrā’i, 1965, s. 62). Ayrıca, ‫ كديش‬kidiş sözcüğü Kuveyt Arapçasında ‘asil olmayan at; yarış için uygun olmayan at; araba çekmekte kullanılan at’ ve ‫ ك ّدش‬keddeş sözcüğü de ‘bir işte yoruldu’ anlamında kullanıldığı görülmüştür (Kaymaz, 2016, s. 168). ḳitān ‫( قيطان‬El-Karagulli, 2017, s. 78) < kaytan ‘pamuk veya ipekten sicim’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1120): Sözcük, Irak Arapçasında ‘bağ, bağcık, ayakkabı bağcığı’ anlamında kullanılmakta ve Arapçaya Türkçeden geçtiği belirtilmiştir (Hasan, 2013, s. 348). Aynı zamanda çocukların oynadığı ‫ حياكة القيطان‬ḥiyāket’ilḳiṭān ‘kaytan, bağ örme’ adlı oyununda da geçtiği tespit edilmiştir (El-Karagulli, 2017, s. 78). ḳizze ~ kiz ‫( قز ~ ق ّزه‬AL-TAİ) < kız ‘dişi çocuk; üzerinde kadın resmi bulunan iskambil kâğıdı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1175): Irak’ta genel olarak kıraathanelerde oynanan iskambil oyunlarında üzerinde kız resmi olan iskambil kartına ‫ ق ّزه‬ḳizze veya ‫ قز‬kiz denilmektedir (Al-Ta’i). ḳūṭiyye ‫( قوطيه‬El-Sudāni, 1965, s. 62) < kutu ‘ince tahta, mukavva, teneke, plastik vb.nden yapılmış, genellikle kapaklı kap’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1272): Türkçeden Yemen7 ve Kuveyt8 Arapçasına geçen bu sözcük Irak Arapçasında da (‫قوطيه‬ ḳuṭiyye) ‘kutu’ anlamında kullanılmaktadır. Çoğulu da ‫ قواطى‬kuvāṭi ~ ḳavāṭi veya ‫ قوطيات‬ḳuṭiyyāt şeklindedir (Hasan, 2013, s. 347). Aynı zamanda Amâre çocuklarının icra ettikleri bilmece oyunlarında ‫ شنو بالقوطيه؟ محبس نوريه‬şinu bil-ḳuṭiyye? miḥbes Nuriyye ‘kutuda ne var? Nuriyye’nin yüzüğü var’ manzum bilmecede geçtiği saptanmıştır (El-Sudāni, 1965, s. 62). Bununla beraber özellikle erkek çocuklar 7 8 Bk. Zeki Kaymaz, Yemen Arapçasındaki Türkçe Kelimeler. Bk. Zeki Kaymaz, Kuveyt Arapçasındaki Türkçe Unsurlar. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 333 tarafından sokaklarda 3 adet metal kutu ve bir adet topla icra edilen oyuna da ‫تلث‬ ‫ قواطي‬tileṡ ḳuvāṭi ‘üç kutu’ adı verilmiştir (Al-Ta’i). Ayrıca genelde bayramlarda sokaklarda icra edilen ‫ لگو‬legav ‘zarla oynanan bir kumar türü, barbut’ oyununda kullanılan bardağa da ḳūṭiyye denilmektedir (EL-Hicciye, 1967, s. 109). orta ‫( اورطا‬Al-Ta’i) < orta ‘bir şeyin kenarlarından merkeze doğru yaklaşık olarak aynı uzaklıkta olan yer’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1511): “orta” erkek çocuklarının misketle oynadığı bir oyunun adıdır. Oyun, yerde bir üçgen çizilip üçgenin her köşesine bir misket yerleştirilerek icra edilir. Çocuklar ellerindeki misketle yerdeki misketlere vurarak üçgenin ortasına yerleştirmeye çalışırlar. Bütün misketler üçgenin içine girdiği zaman orta sözcüğünden türeyen ‫ أرَّط‬arraṭ ‘ortalandı’ terimi kullanılır (Al-Ta’i). ṣay ‫( صاي‬Hasan, 2013, s. 268) < sayı ‘sayma, ölçme, tartma vb. işlerin sonunda bulunan birimlerin kaç olduğunu bildiren söz, adet’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1714): Daha çok kıraathane ortamlarında erkekler tarafından icra edilen domino ve tavla oyununda kullanılan sözcüklerdendir. Sözcük ‘domino taşı, tavla taşı’ anlamında kullanılmaktadır (Hasan, 2013, s. 268). ṣōl ‫( صول‬El-Sudāni, 1965, s. 47) < sol ‘sağın karşıtı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1787): Bu sözcük, Mısır Arapçasında ‘polis memuru’ anlamında kullanılıp sol kolağası’nın kısaltılmış şeklidir (Spiro, 1999, s. 346). Irak Arapçasında ise erkek çocukları tarafından oynanan aşık oyunlarında atış yapılan kemiğin adıdır. Bu kemik diğer kemiklere göre daha büyüktür ve diğerlerinden daha ağır olmasını sağlamak için kemiğin boşluk kısmına kurşun madeni eritilmektedir (El-Sudāni, 1965, s. 47). Daha sonraki dönemlerde atış yapılan misket için kullanılmıştır. Bununla birlikte, sözcük ‫ مضيع صول چعابه‬mḍayyic ṣōl çcābe ‘en önemli kemiği kaybetmiş; mecazen: kendini kaybetmiş’ deyiminde de geçtiği tespit edilmiştir (Hasan, 2013, s. 280). şille ‫( شلّه‬El-Sudāni, 1965, s. 18) < Moğ. sile ‘çorba’ (Gül, 2016, s. 229): Bu sözcük Amâre’de ‫ بيت ال ُم ّال طبخوا شلّه‬beti’l-mulle ṭıbḫav şille9 ‘molla evi şille yemeği yaptılar’ oyununda geçmektedir (El-Sudāni, 1965, s. 18). Sözcük Irak’ın güneyinde bulunan şehirlerde, dinî münasebetlerde ikram edilen bir çeşit yemeğe verilen addır. Bununla birlikte söz konusu yemeğe ‫ شيالن‬şîlān veya ‫ شيالن الزهرة‬şîlāni’z-Zahre ‘Hz. Fatıma’nın şilanı (ikramlık dağıtılan yemeği)’ denilmektedir (Salman). Irak Türkmen Türkçesinde şülen ‘özellikle Muharrem ayında yapılan aşure, buğday çorbası’ anlamında kullanılmaktadır (Khairullah, 2019, s. 9). Aynı sözcük (‫شيالن‬ şilān ‘çorba’) Moğolcadan Farsçaya geçtiği tespit edilmiştir (Doerfer, 1963, s. 368). 9 Maş, mercimek ve pirinçten yapılan bir çeşit yemek. 334 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Buna ek olarak, Farsçada ‫ شله‬şile sözcüğü de ‘pirinçten yapılan bir çeşit yemek’ anlamındadır (https://abadis.ir/fatofa/%D8%B4%D9%84%D9%87/). ṭabşi ‫( طبشي‬Muhsin, 2017, s. 75) < Moğ. tebşi (Eren, 1999, s. 403): ‫ تبسي‬tepsi ~ tebsi sözcüğü Irak Arapçasında ‘içinde unlu mamulleri ve patlıcan yemeği vb. yemeklerin yapıldığı alüminyum kap’ anlamında kullanılmaktadır (Hasan, 2013, s. 73). ‫ طبشي‬ṭabşi sözcüğü ise Musul Arapçasında ‘lenger, yayvan ve kenarları geniş, büyük kap’ manasındadır (Mahmud). Bununla beraber Musul çocukların söylediği yağmur tekerlemesinde ‫صبّونا بالطبشي‬ ُ ṣubbūnne bi’ṭ-ṭabşi ‘lengerde, kapta bize (yemek vb.) koyun’ cümlesinde geçtiği tespit edilmiştir (Muhsin, 2017, s. 75). Çağatay Türkçesinde tépşi sözcüğü ‘tepsi, tabak, büyük kap’ anlamındadır (Kaman vd. 2020, s. 111). Ayrıca, Irak Türkmen Türkçesinde tëşpi ~ tepşi10 sözcüğü ‘çay tabağı’ manasında kullanıldığı saptanmıştır (Hürmüzlü, 2013, s. 299). ṭāş ‫( طاش‬https://www.folkculturebh.org/ar/index.php?issue=52&page=art icle&id=992) < taş ‘Kimyasal veya fiziksel durumu değişiklikler gösteren, rengini içindeki maden, tuz ve oksitlerden alan sert ve katı madde’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1931): Musul’da Arap kız çocukları tarafından icra edilen ‫ الجوله‬ec-cōle ‘seksek’ adlı oyununda kullanılan taşa denilmektedir (https://www.folkculturebh.org/ar/ index.php?issue=52&page=article&id=992). Bununla beraber Samerra’da kız ve erkek çocuklar tarafından oynanan ‫ طوش َحرنه‬ṭūş ḥerne ‘ḥerne11 taşları’ oyununun adında geçtiği tespit edilmiştir (El-Samerrā’i, 1965, s. 45). Buradaki ṭuş sözcüğü Türkçe taş sözcüğünün Arapça ْ‫ فُعُل‬fucul kalıplı çoğuludur. ṭāvli ‫( طاولي‬Al-Ta’i) < İt. tavola ‘Bölümlere ayrılmış iki yanlı tahta üzerinde on beşerden otuz pul ve iki zarla iki kişinin karşılıklı oynadığı oyun’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1922): Irak Arapçasında ‘tavla’ anlamında kullanılmaktadır. Oyunun icrasında kullanılan sözcüklerin birçoğunun Türkçe ile müşterek (Farsça veya Türkçe kökenli) olduklarından Araplar Türkler vesilesiyle bu oyunla tanışmış olmaları kuvvetli bir ihtimaldir. ṭāy ‫( طاي‬El-Samerrā’i, 1965, s. 19) < Moğ. tūhay ‘çocuklar tarafından oyuncak olarak kullanılan aşık kemiği’ (Lessing, 2003, s. 1307): Irak’ın Samerra bölgesinde aşık kemiğinin düz tarafına verilen addır (El-Samerrā’i, 1965, s. 19). Anadolu ağızlarında, aşık kemiğinin aynı yüzü için tava12 ‘aşık kemiğinin düz yanı’ sözcüğü kullanılmaktadır (Derleme X, 1993, s. 3845). Bu nedenle Ar. tāy sözcüğü Moğolcadan Arapçaya geçmiş olma ihtimali daha yüksektir. Bununla beraber Samerra’da aşık kemiğinin bir diğer yüzüne ‫ فرس‬faras denilmektedir. faras, Arapçada ‘kısrak’ anlamına gelmektedir (El-Samerrā’i, 1965, s. 19). Dolayısıyla ‫ طاي‬ṭāy Türkçe ‘at 10 11 12 Sözlükte yoktur. Sayma Abdulmecid adlı kişiden derlenmiştir. Anlamı tespit edilememiştir. Detaylı bilgi için bk. Alimov, Aşık Oyununda Kemik Yüzlerinin Adlarının Kökeni Üzerine Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 335 yavrusu’ anlamında olan tay sözcüğü olması muhtemeledir. Irak Türkmen Türkçesinde tay ‘at yavrusu’ manasında olmakla birlikte ‘bölüm, parça, bir çifti oluşturan iki tekten her biri; yan, taraf, yön’ anlamı da vardır (Hürmüzlü, 2013, s. 294). Bu sözcük de bir nesnenin tarafı anlamında olduğundan Irak Türkmen Türkçesinden (yan, taraf, yön anlamında) de alıntılanmış olabilir. tek ‫( تك‬Hasan, 2013, s. 81) < tek ‘eşi olmayan, biricik, yegâne’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1933): Irak Arapçasında günlük hayatta kullanılan sözcüklerden biri olup ‘tek’ anlamında kullanılmaktadır. Örneğin, çocuklar tek kale futbol oyununa ‫تك‬ ‫ گول‬tek gōl derler (Hasan, 2013, s. 81). Bununla birlikte Bağdat’ta yukarıda bahsi geçen ‫ تك َمنا جفت‬tek menā cift ‘tek mi çift mi’ oyununun adında geçmektedir (ElKaragulli, 2017, s. 15, 65). Aynı oyunun Amâre varyantı ‫ تكمه‬tek me ‘tek mi’ şeklindedir (El-Sudāni, 1965, s. 19). tirçiyye ~ tirciyye ‫( ترچيه‬Hasan, 2013, s. 77): Zeki Kaymaz, bu sözcüğün Kuveyt Arapçasına geçtiğini tespit etmiştir (Kaymaz, 2016, s. 163). Sözcük Irak, Bahreyn, Katar Birleşik Arap Emirliği ve Kuveyt gibi ülkelerde ‘küpe’ anlamında kullanılmaktadır. Bu nesne Türkiye’den bu ülkelere gittiği için ‫ تركيّه‬tirkiyye ‫ ترچيّه‬฀ tirçiyye (Türk+ Ar. iyye) adını kazanmıştır. Sözcüğün çoğulu ‫ تَراچي‬terāçi şeklindedir (https://3amyah.com/?s=%D8%AA%D8%B1%D8%AC%D9%8A%D8%A9). Bununla birlikte bu sözcük Amâre çocukları tarafından oynanan ‫اشفَوگ أو فَوگ؟‬ ‫ لمع التَراچي والطَوگ‬işfōg av fog? lemc it-terāçi ve’ṭ-ṭūg ‘ne var yukarıda? küpelerin ve taçların parlaklığı var’ manzum bilmecede geçtiği saptanmıştır (El-Sudāni, 1965, s. 61). ṭōbe ‫( طوبه‬Hasan, 2013, s. 296) < top ‘birçok spor oyununda kullanılan, türlü büyüklükte, genellikle kauçuktan yapılmış yuvarlak nesne’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1990): Türkçeden Irak Arapçasına geçen bu sözcük Türkçe top ve Arapça münneslik (‫ )ـه‬ekinden oluşmaktadır. Bu sözcük hem ‘top’ anlamında hem de özellikle erkek çocukları tarafından sokaklarda, bahçelerde ve sahalarda icra edilen ‘futbol’ anlamında kullanılmaktadır (Hasan, 2013, s. 296). tūki ‫( توكي‬Hasan, 2013, s. 88) < tek ‘eşi olmayan, biricik, yegâne’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1933): El-Karagulli, bu sözcüğün Türkçe teki sözcüğünden türediğini beyan edip herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Kız çocukları tarafından oynanan ‘seksek’ oyunu anlamında kullanılmaktadır. Oyunun bir diğer adı ‫ َحجْ ل‬ḥecl olup ‘tek ayak üzerinde durmak, zıplamak’ anlamındadır (El-Karagulli, 2017, s. 18). Sözcük Türkçe tek ve Arapça nispet i’sinden oluşmuş olabilir. ṭurra ‫( طُ َّره‬El-Karagulli, 2017, s. 14) < tura ‘metal paranın resimli yüzü’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 2008): Sözcük, çocukların metal para ile oynadıkları ‫طُرّه لو ِكتبَه‬ ṭurra lō kitbe ‘yazı mı tura mı?’ oyununda geçmektedir (El-Karagulli, 2017, s. 14). 336 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı zār ‫( زار‬EL-Hicciye, 1967, s. 109) < zar ‘tavla ve başka oyunlarda kullanılan kemik, fil dişi, plastik vb. maddelerden küp olarak yapılan ve altı yüzünde, birden altıya kadar benekler bulunan oyun aracı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 2024): Sözcük, Türkçeden Arapçaya geçip aynı anlamda kullanılmaktadır. Araplar, fasih Arapçada ‫زهر‬ ‫ النرد‬zahru’n-nerd ‘zar’ sözcüğü de Türkçe zar’dan geldiği düşüncesindedirler; Cezayir Arapçasında ‫ زهر التركيه‬zahru’t-Turkiyye ‘şans’ anlamındaki terkibi delil olarak göstermişlerdir (https://ar.mo3jam.com/term/%D8%B2%D9%87%D8%B1%20 %D8%A7%D9%84%D9%86%D8%B1%D8%AF). Sonuç Irak Arap çocuk ve kıraathane oyunlarında Türkçeden geçen 45 sözcük tespit edilmiştir. Bu sözcüklerin 38’si çocuk oyunlarında 7’si kıraathane oyunlarında kullanılmaktadır. Sözcüklere genel olarak bakıldığında bāşe, ḫaşūge, carabāne, çōl, ḳiṭān, ḳūṭiyye, tirçiyye ve ḫatūn hem günlük hayatta hem de oyunlarda kullanılan sözcükler olduğu görülmektedir. carabāne, cift, çitāye, çōl, dāş, ḥammalbaşi, ibrezci, ibrisem, ḳare, ḳara-, ḳayat, ḳiṭān, ḳavāṭi, orṭa, şille, ṭāvli, ṭōbe, tūki sözcüklerinin oyun adı veya oyunların adlarının bir unsuru olarak, dugme, ḳavırçe, kece, ṣōl, ṭāş, zār sözcüklerinin oyunlarda bir araç-gereç adı olarak, becaġ, berk, eleç, ḳiz, ṭay sözcüklerinin oyunda kullanılan araç-gereçlerin bir yönünün adı veya bir parçası olarak ve beş, çōle, dād, gōg, ḳare, ṣāy, tek sözcüklerinin oyun icrasında kullanılan terimler olarak kullanıldığı saptanmıştır. ḫatūn, ḳuṭiyye, tirçiyye sözcüklerinin manzum bilmecelerde ve bāşe, çelebi, ḫaşūge, ḳaverçi, kidîşe, ṭabşi sözcüklerinin ise tekerlemelerde geçtiği tespit edilmiştir. Türkçeden Irak Arapçasına geçen bu sözcüklerin çoğu Türkçe ve Farsça kökenlidir. Sözcüklerin biri (ḥammalbāşi), Arapça ve Türkçeden oluşan tamlama halindedir. 1 sözcük (brezci) Türkçe +CI ekiyle yapılmıştır. Moğolca kökenli 5 sözcüğün (çal, ḳara-, ṭabşi, şille, ṭay) saptanması da dikkat çekicidir. Sözcüklerin bir kısmının Irak Türkmen Türkçesinde kullanılmamaktadır; söz konusu sözcükler Irak Arapçasına eski tarihlerde geçmiştir denilebilir. Sözcüklerin 44’ü isim ve 1’i fiil niteliğinde olup bazılarından Arapçanın yapısına göre fiiller ve çoğullar türetildiği tespit edilmiştir. Son olarak Türk lehçelerinde rastlayamadığımız ḳaverçi ‘kevgir’ sözcüğü, Araplar tarafından türetilmiş bir sözcük olması kuvvetli bir ihtimaldir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 337 Kısaltmalar Ar.: Arapça Far.: Farsça Fr.: Fransızca İt.: İtalyanca Moğ.: Moğolca Osm.: Osmanlıca T.: Türkçe M.: Miladi Kaynakça cAmid, U. H. (1389: M. 2010). Ferheng-i Farisi cAmid, Rahruşd. Abdülmecit, S. M. (2011). Irak Türkmen Çocuk Oyunları, Kerkük Vakfı Yayınları. Alimov, R. (2019). Aşık Oyununda Kemik Yüzlerinin Adlarının Kökeni Üzerine, Uluslararası İdil - Ural ve Türkistan Araştırmaları Dergisi (IJVUTS), 1 (2), 158 - 176. Arıkoğlu, E. (2005). Örnekli Hakasça-Türkçe Sözlük, Akçağ Yayınları. Clauson, S. G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford: At the Clarendon Press. Devellioğlu F. (2008). Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitapevi Yayınları. Doerfer, G. (1963) Türkische Und Mongolische Elemente İm Neupersischen, Band I, Wiesbaden: Franz Steiner Verlag Gmbh. El-hicciye, Aziz Casim (1967). Bağdadiyāt, Mudiriyyet’l-Funūn ve’s-Sekāfetu’ş-Şabiyye fi Vizeretu’s-Sekāfe ve’l-İrşād. El-Karagulli, A. (2017). El-elcābu’ş-Şabiyye Lifityānu’l- cİrak, Hindawi C.I.C. Elrâzi, M. b. E. b. A. (1986). Muhtâru’-Sahhah. Mektebet Lübnan. El-Samerrā’i, Y. E. İ. (1965). El-elcābu’ş-Şabiyye Lisibyān Samerra’, Daru’-c-Cumhūriyye Li’nneşr ve’ṭ-ṭabi’. El-Sudāni, A. E. (1965). El-elcābu’ş-Şabiyye fi’l-cAmare, Matbaatu Daru’-c-Cumhūriyye. Eren, H. (1999). Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, TDK Yayınları. Gül, B. (2016). Moğolca İbni Mühennâ Lügati, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları. Hasan, L. R. (2013). El-Muccem Lil-kelimāt ve’l Mustalaḥātu’l-cİraḳiyye, Dubai. Huizinga, J. (2006). Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları. Hürmüzlü, H. (2013). Irak Türkmen Türkçesi Sözlüğü, Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı yayınları. Kaman, S. - Karagözlü, S. (2020). Nisâb-ı Türkî (Nisâb-ı Türkî Tûrân) Çağatayca-Farsça Manzum Sözlük (İncelemne-Tenkitli Metin-Sözlük-Dizin-Tıpkıbasım), Gece Kitaplığı. Karagözlü, S. (2018). Irak Arapçasına Giren Kuşçulukla İlgili Türkçe Kelimeler, Dil Araştırmaları, 22, 159-168. 338 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kaymaz, Z. (2016). Kuveyt Arapçasındaki Türkçe Unsurlar Üzerine, XI. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, (ss. 161-170), İ. D. Bilkent Üniversitesi. Kaymaz, Z. (2017). Yemen Arapçasındaki Türkçe Kelimeler, XII. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı (İhsan Doğramacı’ya Armağan), (ss. 219-225), Romanya, Bükreş. Khairullah, H. L.(2019). Irak Türkmen Türkçesinde Kullanılan Moğolca Kelimeler, Mecellet Camicet Kerkuk li’d-Dirasātu’l-İnsāniyye, 15 (2), 1-11. Lessing, F. D. (2003). Moğolca-Türkçe Sözlük 2 O-C (Z), Çev. Günay KARAAĞAÇ, TDK Yayınları. Mescûd, C. (1992). Muccem El-Rā’id, Daru’l-cilm Lil-Melāyin. Mohammad, R. (2015). Bazı Arap Lehçelerindeki Atasözlerinde Geçen Türkçe Kelimeler, Dil Araştırmaları 17, 199-213. Muhsin, A. H. (2017). Games In Baghdad Heritage. Mecelletu’t-Turāsu’l-ilmi El-carabi, 3, 61-86. Özdemir, N. (2006). Türk Çocuk Oyunları II, Akçağ yayınları. Spiro, S. (1999). An Arabic-English Dictionary Of The Colloquial Arabic Of Egypt, Lebrairie du Liban Publishers. Steingass, F. (1963). A comprehensive Persian-English dictionary. Rout-ledge & Kegan Paul Limited. Tietze, A. (2002). Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı, Birinci cilt A-E, Simurg Yayınları. Türkçe Sözlük, (2009). TDK Yayınları. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü I (1993). TDK, Ankara Üniversitesi Basımevi. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü III (1993). TDK, Ankara Üniversitesi Basımevi. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü X (1993). TDK, Ankara Üniversitesi Basımevi. https://azamil.com https://www.almaany.com/ar https://abadis.ir https://www.folkculturebh.org/ar/ https://3amyah.com/ https://ar.mo3jam.com https://www.alqasidah.com/poem.php?ip=7668 Kaynak Kişiler Necah SALMAN, 1954, Kadın, Ev hanımı, Diyala, Irak. Abdulmecid AL-TA’İ, 1956, Erkek, Emekli avukat, Diyala, Irak. Nabil Abdulkerim EL-HUSEYNĀVİ, 1952, Erkek, Emekli memur, Bağdat, Irak. Sayma ABDULMECİD, 1946, Kadın, Tuzhurtmatu, Kerkük, Irak. Mahmud Şukur MAHMUD, 1972, Erkek, Musul, Irak. UYGUR HALK MESELLERİ Doç. Dr. Ahmet KARAMAN, Afyon Kocatepe Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-7106-3522 1. Uygur Halk Meselleri ve Özellikleri Uygur Tiliniñ İzahliq Luġiti’nde mesel “Ahlaki terbiye özelliği olan ve eleştiri yönü güçlü olan nazım veya nesir türündeki küçük eser. Kişiler arasındaki olaylar hayvanlar veya bitkiler kişileştirilerk anlatılır.” (1999:1029). Uyġurçe – İngilizçe Luġet’te ise “fabl, alegori” (1997:583) karşılıkları verilmiştir. Uygurca-İngilizce sözlükte çöçek karşılığı olarak “fabl, efsane” (1997:256) açıklamaları verilmiştir. İzahlık Sözlükte çöçek “İnsanların tabiat olayları hakkındaki düşüncelerini, insanlar arasındaki sosyal ilişkileri ve her türlü sosyal olayları hayal gücüne dayalı gülünç ve ilginç olarak yansıtan sözlü hikâye” (1999: 436) olarak tanımlanmıştır. Görüldüğü gibi mesel ile çöçekler bazı yönlerden birbirlerine benzerler. Ancak Uygur meselleri ile çöçekleri birbirinden ayıran özellikler vardır: a) Uygur halk mesellerinde derin bir felsefî fikir ortaya konur (İsmayil, 1998, s. 318). Bu fikir halkın uzun yıllar edindiği tecrübeye dayanır. Bu nedenle mesellere yaşayan felsefe de denir. Hayvan çöçeklerinde ise mesellerdeki gibi hikmetli düşünceler yer almaz. Genellikle insanlar arasındaki iyilik kötülük, bilgelik cehalet, doğruluk ve sahtekârlık gibi zıt kavramlar hayvanlar aracılığıyla yansıtılır. Çöçeklerde mesellerdeki gibi derin bir felsefi düşüncenin yer alması şart değildir. b) Hayvan çöçeklerinde başkahramanlar hayvanlardan oluşurken mesellerde başkahraman hayvanlardan başka insanlar, bitkiler, böcekler hatta cansız varlıklardan oluşabilir (İsmayil, 1998, s. 319). Başkahramanı insan olan meseller eleştirel özelliklere sahip olduğu için latifelerle karıştırılabilir. Genel olarak ifade etmek gerekirse mesellerde hiciv özelliği olması mutlak özellik değildir. Ancak derin felsefî yapının olması mesellerin karakteristik özelliğidir. Latifelerde ise hiciv özelliği karakteristik olmasına rağmen derin felsefî fikirlerin yer alması karakteristik özelliklerinden değildir. c) Hayvan çöçeklerinde yapılan tasvirlerinde süreklilik esastır, değişkenlik görülmez. Örneğin korkaklık tavşanın, kahramanlık atın, kurnazlık tilkinin hikâye boyunca kalıcı özelliğidir. Bu özellikler hemen hemen bütün çöçeklerde değişmez özelliklerdir. Mesellerde ise bu özellikler kalıcı değildir. Mesellerin sonunda söylenmek istenen açık biçimde ortaya konulduğu için meselin sonunda hayvanın 340 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı hangi özelliğinin ortaya konulacağı belli olmaz. Kimi mesellerde olumsuz özellikleriyle tasvir edilen hayvanlara başka mesellerde olumlu olarak karşımıza çıkabilir. d) Biçim özellikleri yönünden değerlendirdiğimizde meseller çöçeklere göre daha küçük boyutludur. Kişi sayısı az olup belirgin özelliklere sahiptir. Meseller basit ve küçük bir olay örgüsüne sahip olmasına rağmen güçlü bir fikir olgusuna sahiptir. Çöçeklerde ise kişi sayısı daha çok olay örgüsü daha uzun, tasvirler daha çoktur. e) Oluşma dönemlerine göre değerlendirdiğimizde çöçekler mesellerden daha önce oluşmuştur. f) Meseller hem nesir hem de nazım biçiminde yazılabilir (Yasin, 2013, s. 246). 2. Uygur Halk Mesellerinin Muhtevası Halk meselleri Uygur halkının uzun yıllar edindiği tecrübeyi, ahlaki değerleri, çalışkanlığını konu almaktadır. Uygur halkının ahlak anlayışı mesellerin önemli bir konusudur. Bu tür mesellerde güçlü bir hiciv anlayışı görülür. Toplumdaki sömürü düzeni, açgözlülük, asalaklık, yalancılık şiddetle eleştirilir. Bütün bu olumsuz özellikler toplumda toprak ağası olan ezici tabakaya ait olup ezilenler de bunlara zıt olarak samimiyet, çalışkanlık, temiz kalplilik, yoksulluk özellikleriyle öne çıkarlar. Uygur halk mesellerinde maddi zenginlikten ziyade bilimin, sanatın gerçek zenginlik olduğu vurgulanır. Uygur halkının uzun tarih sürecinde edindiği tecrübeleri, hayat felsefesi Uygur mesellerinde vücut bulmuştur. 3. Uygur Halk Mesellerinin Edebî Özellikleri Mesellerin kendine has üslup özellikleriyle insan ve eşyayı tasvir ederek asıl düşünceyi ortaya koyar. Edebî olarak oldukça ilginç, anlaşılır ve ironik bir üsluba sahiptir. Gerçek hayattaki küçük bir olay aracılığıyla karakterler tasvir edilir. Ancak bu küçük olay asıl olayın özelliklerini açık biçimde yansıtır. Uygur halk mesellerinin çoğunda kişileştirilen hayvanlar aracılığıyla belirtilmek istenen düşünce ortaya konsa da bir kısmında da doğrudan insanlar aracılığıyla asıl düşünce belirtilir. Mesellerdeki karakterler ne olursa olsun ilgi çekici olurlar. Uygur halk mesellerinde karakter ve olay sayısı azdır. Karakterlerin tasviri oldukça kısa, karakterine uygun biçimde yapılır. Bireysel özelliklere sahip olan ka- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 341 rakterler yerel ağız da kullanabilir. Bu yolla karakterlerin iç dünyası oldukça açık biçimde yansıtılır. Genel olarak ifade etmek gerekirse meseller ciddi konuları işleyen, eleştiriyi ön planda tutan, gizli anlamlar taşıyan bir Uygur halk edebiyatı türüdür. Uygur halk meselleri Uygur halkının uzun yıllar boyunca edindiği tecrübeleri içermektedir. Uygur halk mesellerinde atasözleri ve deyimlerin yer alması mesellerin kültür taşıma özelliğini gösterir. Meseller sosyal bir öğretiye sahip olup uzun süre kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. 4. Uygur Halk Mesellerindeki Tipler Çalışmamızda Uygur Halk Meselleri (Ebey, 2013) adlı kitapta yer alan seksen beş meseli değerlendirdik. Mesellerde “tilki, kurt, kurbağa, tavşan, fare, kedi, keçi, eşek, aslan, turna, köpek, karınca, horoz, sığır, serçe, öküz, kirpi, kaplan, fil, deve, ayı, at, vaşak, sansar, porsuk, papağan, ördek, leopar, kuş, karga, güvercin, geyik, civciv, bülbül, baykuş” otuz altı farklı hayvanın tip olarak kullanıldığını tespit ettik. Bu tipler içinde tilki on beş, kurt yedi, kurbağa altı, tavşan beş, fare beş, kedi dört, keçi dört, eşek dört, aslan dört, turna üç, köpek üç, karınca üç, horoz üç, sığır iki, serçe: iki, öküz iki, kirpi iki, kaplan iki, fil iki, deve iki, ayı iki, at iki defa kullanılmış; diğerleri ise birer defa meselde karakter olarak kullanılmışlardır. Bu tipler bazen mesellerde yardımcı karakter olarak da kullanılmışlardır. Örneğin ‘Tilkinin Taksimatı’ başlıklı meselde ‘kaplan, kurt ve tilki’ tip olarak meselde yer alırken ‘tavşan, geyik ve sülün’ yardımcı karakter olarak kullanılmıştır: “Eski zamanlarda bir gün çok yakın dost olan kaplan, kurt ve tilki sefere çıkmışlar. Yürüye yürüye yorulmuşlar ve bir dağın yamacında dinlenmeye karar vermişler. Çok acıktıkları için ava çıkmaya karar vermişler. Kaplan dinlenirken kurt ile tilki ava çıkmışlar. Bir süre sonra bin bir sıkıntıyla bir geyik, bir tavşan ve bir sülün avlamışlar. Avladıkları hayvanları getirip ortaya koymuşlar. Kaplan avlananları bölüştürmesi için kurdu görevlendirmiş. Kurt bu teklifi uygun bulup bölüştürmeye başlamış. Kaplan iri cüsseli olduğu için onun sonra yemesini gerektiğini kendinin sülünü, tilkinin ise tavşanı yemesinin uygun olacağını söylemiş. Bu bölüştürmeyi duyan kaplan sinirlenerek kurda vurmuş. Kurdun bir gözü çıkmış. Sonra tilkiye dönerek onun bölüştürmesini istemiş. Tilki hemen şöyle bölüştürmüş: Tavşan, Cenaplarının kahvaltısı olsun, sülün öğle yemeği, geyik ise akşam yemeği olsun. Sizden kalırsa biz yiyelim kalmazsa can sağlığı olsun, demiş. Tilkinin bölüştürmesini çok beğenen kaplan, tilkiye bu bölüştürmeyi kimden öğrendiğini sormuş. Tilki acele etmeden, biraderim kurdun çıkan gözünden, diye cevap vermiş.” 342 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Bu meselde kurt yerine ve kendi gücüne göre davranmadığı için zarar gören bir ahmak tipindedir. Tilki ise tehlikeyi hemen fark edip ona göre davranan ve zarar görmeyen bir dalkavuk tipindedir. Asıl eleştirilen ise hiç hak etmediği, emek harcamadığı halde zayıfların hakkını gasp eden bir zalim tipindedir. “Geyik” başlıklı meselde ise ormanın kenarındaki ırmaktan su içmeye gelen bir geyiğin suya yansıyan boynuzlarını görüp onlarla böbürlenirken ayaklarının zayıflığını görüp onlardan iğrendiği sırada ansızın bir aslanın saldırısına uğradığı anlatılmaktadır. Beğenmediği bacakları sayesinde kaçıp kurtulan geyiğin ormana girince ağacın dalların takılan boynuzları yüzünden aslana yakalandığı anda beğenmediği bacaklarının gerçekte bir kurtarıcı, övündüğü boynuzlarının ise başına bela olduğunu anlayıp pişman olduğu anlatılmaktadır. Bu meseldeki geyik tipi gerçek değerin ne olduğunu bilmeyen sadece görünüşe ve gösterişe önem veren kişileri temsil etmektedir. Bazı meseller toplumsal uyarı niteliği taşır. Örneğin “Aslan ile Turna” meselinde balıkçıdan çaldığı balıkları aceleyle yerken balığın kılçıkları boğazına batan aslan turnadan kendisine yardım etmesini ister. Bu istek karşısında hem korkan hem de şaşıran turna ister istemez aslanın boğazına saplanan kılçıkları gagasıyla çıkarır. Boğazından kılçıklar çıktıktan sonra rahat bir nefes alan aslan turnadan iki günüdür aç olan karnını doyurmasını ister. Turna ne yaparsa yapasın aslanı bu isteğinden vazgeçiremez. Sonunda turnayı yakalayıp yiyen aslan vefaya cefayla karşılık vermiş olur. Bu meseldeki aslan tipi vefasız bir zalimi turna tipi ise yardımsever ama kime yardım edilip kime yardım edilmeyeceğini ayırt edemeyen saf kişileri temsil etmektedir. “Deve ile Keçi” meselinde boyunun uzunluğuyla övüne deve ile iyi sıçramasıyla övünen keçinin arkadaşlığı anlatılmaktadır. Bol meyveli bir bağın yanından geçen deve ile keçi bağdan meyve yemek isterler. Ancak duvar yüksek olduğu için deve duvarın üzerinden sarkan dallardan meyve yiyebilirken keçi ne kadar sıçrarsa sıçrasın duvarın üstüne çıkamaz. Deve uzun boyuyla övünürken keçi bağa girmenin yollarını aramaktadır. Bağın bir yerinden sürünerek içeri giren keçi devenin ulaşamadığı diğer meyveleri de tadarken kendi özellikleriyle övünmeye başlamıştır. Bunları duyan bir at her ikisinin de boş yere övündüğünü söyler. Kişinin eksik yanlarını görmeyip üstün yanlarıyla övünmenin yanlış olduğunu belirtir. Atın bu haklı uyarıları karşısında her ikisi de mahcup olur. Meseldeki deve ve keçi tipleri iyi dost olan iki kişiyi temsil etmektedir. Dostların birbirlerine karşı üstünlük yarışına girmelerinin dostluğa zarar vereceğini anlatmaya çalışan at meselde bilge karakteri temsil etmektedir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 343 Mesellerin özelliklerinden biri de toplumu yalancı, dolandırıcı kişilere karşı dikkatli olma konusunda uyarmasıdır. “Tilki ile Eşek” adlı meselde derin bir çukura düşen tilki bütün çabalarına rağmen çukurdan çıkamaz. O sırada su içmek için oraya gelen eşek tilkiyi görüp ne yaptığını sorar. Uyanık tilki bulunduğu yerin serin olduğunu, temiz su bulunduğunu ve dinlenmek için uygun bir yer olduğunu söyleyince eşek hemen çukura atlar. Bu fırsatı kollayan tilki hızla önce eşeğin sırtına oradan da dışarıya sıçrar. Eşek ise çukurdan çıkamaz. Meselin sonunda “Yalġançiġa işenseñ, béşiġa bala tapisen / Yalancıya inanırsan başına bela bulursun.” sözüyle kişilerin yalancılara karşı uyanık olmaları tavsiye edilmiştir. “At ile İt” başlıklı meselde birlikte yaşayan bir at ile köpeğin ilişkileri anlatılmaktadır. Köpek sezgilerinin güçlü olmasıyla övünürken atı da küçümsemektedir. Atın kuyruğunun kısalığı, dudağının biçimsizliğiyle alay etmektedir. Bir gün hiçbir şey yokken su içmeye giden atın arkasına geçip orasını burasını dişleyen köpeğin laf dinlemezliğinden usanıp onu arkaya itmiş. Gözleri fal taşı gibi açılan köpek, kıl kıpırdasa duyduğundan, eve hırsız sokmadığından bahsederek yine övünmeye başlamış. At, köpeğin bu övünüşü karşısında şaşırıp, evde herkesin kendine göre işinin olduğunu söylemiş. Köpek ise atın boş yere yer kapladığını, boş yere yediğini söyleyip başka bir işe yaramadığını söylemiş. At biraz da alaycı bir tavırla köpeğin doğru söylediğini belirtip “Ben harman tepiyorum, yiyecekleri eve taşıyorum, değirmene götürüyorum, kış günleri eve odun kömür taşıyorum bunlar iş değil mi ki? diye sormuş. Köpek bu işlerin kendisine ne faydası olduğunu sorunca at kızarak: “Tahılı değirmene götürüp un öğütmesem kepek çıkmasa sen ne yiyeceksin?” demiş. Köpek sesini çıkaramadan kuyruğunu kısıp uzaklaşmış. At ile İt meseli toplumda herkesin kendine göre bir görevi olduğunu, her görevin kendine göre bir önemi olduğunu anlatan, bu konuda kimseyi küçümsememek gerektiği dersini veren bir meseldir. Köpek tipi kendini beğenmiş, başkalarını küçük gören kibirli bir tiptir. At tipi ise olgun ama gerektiğinde had bilmezlere haddini bildiren bir tiptir. “Ahmak Avcı” başlıklı meselde çok maharetli bir doğanı olan avcının doğanın düzenine ters hareket etmesi ve bunun sonucunda zararlı çıktığı anlatılır: “Bir avcının ala doğanı varmış. Ala doğan avcıya sürekli av hayvanlarını yakalayıp getirirmiş. Bir gün avcı ala doğanın biçimini beğenmemiş. Kuyruğu gözüne çok çirkin görünmüş. Makası eline alarak kuyruğunun yarısını kesmiş. Ala doğan bu haliyle daha güzel görünmüş avcıya. Avcı bir müddet sonra ala doğanın kanatlarını beğenmemiş ve onların da yarısını kesmiş. Sonunda gagasını da çok uzun ve biçimsiz bularak gagasını da kesmiş. Bir gün ala doğanını yanına alarak ava çıkmış. Bir tilki görerek ala doğanı havaya fırlatmış. Kanat, kuyruk ve gagası kesilen ala doğan uçamayarak pat diye yere düşmüş. Avcı bu işe çok şaşırmış. O sırada oradan geç- 344 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı mekte olan bir dostu duruma şahit olmuş. Avcıya ahmakça davrandığını söyleyip dünyada her şeyi kendine göre düzeltmeye kalkarsan bozulmayan bir şey kalmaz, diyerek avcıyı uyarmış.” Bu meselde doğanın kendine has bir kanunu vardır. Bu kanunu kişi kendine göre değiştirmeye kalkarsa düzeni bozmuş olur. Bu mesel doğanın kanunlarına aykırı hareket eden insanoğlunun doğal felaketlere maruz kalacağına işaret etmesi yönüyle sosyolojik bir mesaj vermektedir. 5. Uygur Mesellerinin Dil, Kültür ve Etik Değerlere Katkısı Mesellerde toplumu ayakta tutan değerler ele alınmaktadır. Toplumun pek çok kesimi tarafından örnek alınan ve rol model diyebileceğimiz tipler mesellerde yer almaktadır. Bu tipler kötüleri cezalandırırken kötülüğün cezasız kalmayacağı düşüncesini bilinçaltına yerleştirir. Bu bilinç bireyin ‘ben’ anlayışından ‘biz’ anlayışına gelişmesinde çok etkilidir. Sözlü ve yazılı edebiyat ürünlerinin dil becerilerini geliştirdiği bir gerçektir. Meseller de dil ve kültür gelişimine de katkı sağlamaktadır. Mesellerin geçen ve Uygurcada “maqal-temsil” olarak adlandırılan atasözleri, atasözlerinden başka özlü sözler, benzetmeler, karşılaştırmalar ve diğer edebi unsurlar hem kültürün aktarımına hem de dil gelişimine önemli katkı sağlamaktadır. Uygur meselleri gelenek, görenek ve âdetleri aktararak bireylere yaşadıkları toplumun kültürel değerlerini tanımasında ve benimsemesinde önemli rol oynarlar. Masallar, çocukların duygusal ve ruhsal gelişimlerini sağlayarak onları hayata hazırlar. Çocukların duygularını besleyerek onları hayata hazırlayan masallar, aynı zamanda bireylerin gelişimlerinin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesine yardımcı olur (Gedik, 2019, s. 363). 6. Mesellerden Örnekler Mesellerde yer alan tipler hem hayvanlar hem de insanlardan olabilmektedir. Bu nedenle mesel örnekleri seçilirken tipleri farklı olan mesellerden seçilmiştir. Hurun Éşek Bir kişi ikki éşekke yük artip yolġa çiqiptu. Bir éşekniñ yüki éġirliq, yene birinin yénikrek iken. Éşekniñ biri yene biridin yardem sorap: - Aka, bolalmidim, biraz yardem qilsañçu, - deptu. - Néme karim, - deptu yene bir éşek, - men kétivérimen. Şundaq qilip, yüki éġir éşek hérip hali qalmay, axir ölüp qaptu. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 345 Éşekniñ igisi yükniñ hemmisini birla éşekke artiptu. “Hurun éşek yükni éġir kötürer” dégen temsil ene şuniñdin qalġaniken (Ebey, 2013,109). Tembel Eşek Bir kişi iki eşeğe yük yükleyip yola çıkmış. Eşeklerden birinin yükü daha ağır diğerinin yükü daha hafifmiş. Eşeğin biri diğerinden yardım isteyip: - Abi, taşıyamadım, biraz yardım etsen, demiş. - Kârım ne olacak, demiş diğer eşek ben götürüversem. Böyle yapıp yükü ağır olan eşeğin gücü iyice tükenip sonunda ölmüş. Eşeğin sahibi bütün yükü tek kalan eşeğe yüklemiş. “Tembel eşek ağır yük taşır.” diyen söz işte bundan kalmış. Aç Böre Bir aç böre yeydiġan bir nerse tapalmay, nahayiti sersan boptu. U, aldimġa duç kelgenla nersini yeymen! dep oylaptu. Birdinla uniñ aldiġa bir qoziçaq çiqip qaptu. - Vah, qandaq yaxşi – he! – deptu böre şölgeylirini éqitip, - qoziçaq, men séni yeymen. - Toxta! Şundaq quruqla yevéremsen? – dep soraptu qoziçaq. - Bolmisa, qandaq yey? – deptu böre. Egerde huzur qilimen déseñ, - deptu qoziçaq uniñġa, - yéziġa barġin, zix, piyaz, qarimuç ekelgin, kéyin göşümni zixqa ötküz – de, yaxşilap kavap qil. Piyazni qarimuç bilen ezgin ve uni kavapqa sépip yégin. Dunyada mundaq kavaptin artuq ġiza yoq. - Rast éytisen, - deptu böre ve yéziġa qarap yügürüptu, yolda qoyçilar yoluquptu. Böre: - Hey aġiniler, maña piyaz, zix, qarimuç bériñlar, qoziçaqni berre kavap qilip yeymen, huzur qilimen! – dep varqiraptu. Qoyçilar buni añlap: - Mana saña piyaz, zix, qarimuç! Qéni şu kavap yeydiġan çişliriñ?! – dep böriniñ tumşuqiġa tayaq bilen kéliştürüp rasa saptu. (Ebey, 2013,110). Aç Kurt Bir aç kurt yiyecek bir şey bulamadığı için şaşırmış. O, önüme ilk çıkan şeyi yiyeceğim, diye düşünmüş. Birdenbire onun önüne bir kuzu çıkıvermiş. - Vay, ne kadar güzel ya! demiş kurt salyalarını akıtarak, “Kuzucuk ben seni yiyeceğim.” - Dur! Böyle kuru kuru mu yiyeceksin? diye sormuş kuzu. 346 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı - Başka nasıl yiyeyim? demiş kurt. Eger keyif alarak yemek istiyorsan, demiş kuzu ona, köye git, şiş, soğan, karabiber al gel, sonra etimi şişe geçir de güzelce kebap yap. Soğanı karabiber ile ez ve onu kebaba sepele. Dünyada bu kebaptan daha güzel yemek yok. - Doğru söylüyorsun, demiş kurt ve köye doğru yürümüş, yolda koyuncularla karşılaşmış. Kurt: - Hey dostlar, bana soğan, şiş, karabiber verin, kuzucuğu kebap edip yiyeceğim, keyif alacağım! diye bağırmış. Koyuncular bunu duyup: - İşte sana soğan, şiş, karabiber! Nerede şu kebap yiyeceğin dişlerin? diye kurdun ağzına sopayla vurmuşlar. Hurun İt Bir yili qiş nahayiti qattiq keptu, qar ögze boyi yéġip, derex uçidiki qaġilar toñlap yerge çüşüptu. Daim bosuğida yétip kün ötküzidiġan itniñ küni tes boptu. İt soġuqniñ destidin tügülüp yetip béşini çiqiralmaydiġan, ornidin tursa sekildep qatraydiġan bolup qaptu. Qattiq soġuq itniñ can-cénidin ötüp ketkenliktin, laġildap titrep turup: “xep, menmu yazda taza issiq bir saray salmisam, it bolmay kétey” dep qesem içiptu. Künler ötüp, yaman soġuq tügep, bahar keptu, bara-bara künler issip kétiptu. İtmu teñla issiptu. İt oynap-külüp keç bolġan yerde yetip, qiştiki qesemni untup qaptu. Şuniñdin kéyin: “İt muzliġanda saray salidu, issiġanda untup qalidu” dégen temsil peyda bolġaniken. (Ebey, 2013,111). Tembel Köpek Bir yıl kış çok sert geçmiş, kar çatı boyu yağıp ağaçlardaki kargalar donup yere düşmüştü. Sürekli eşikte yatarak gün geçiren köpeğin işi zorlaşmış. Köpek soğuk yüzünden kıvrılıp yatarak başını çıkaramıyor, yerinden kalksa sıçrayıp koşuyormuş. Şiddetli soğuk köpeği canından bezdirdiği için titreyerek: “Çaresiz ben de yazın temiz sıcak bir saray yapmazsam bana da köpek demesinler!” diye ant içmiş. Günler geçip, soğuklar geçip bahar gelmiş, gide gide günler ısınmış. Köpek de iyice ısınmış. Köpek oynayıp gülüp nerede akşam orada sabah, kışın ettiği yemini unutmuş. Ondan sonra: “Köpek üşüdüğünde saray yapar, ısındığında unutur.” sözü doğmuş. Xam Xiyal Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 347 Bir bala cañgalġa otun alġili bérip, bir cigdiniñ tüvide zoñziyip olturġan toşqanni körüp qaptu – de, xiyalġa çöküptu: “ Hazir muşu toşqanni tutuvalsam, bazarġa apirip satsam, puliġa bir toxu alsam, toxu tuxum tuġsa, tuxumlarni kürük toxuġa basurup bersem, tuxumdin çüciler çiqsa, çüciler çoñ bolġanda, sétip bir qoy alsam, qoy ikkidin tuġsa, çoñ bolġan qozilarni sétip rasa kélişken bir at alsam, mal-varan pada-pada bolup ketse, bir qismini sétip qoru – cay alsam, yer élip déhqançilik qilsam, buġdaylirim oxşap, qoġun- tavuz, méve – çéviler pişip ketse apam bilen dadam: “Yaraysen oġlum! Yaraysen!” dep kétetti – he!” dep varqiriġaniken, toşqan ürküp qéçip kétiptu. Bala “Hessine!” éġizini tutupla qaptu. (Ebey, 2013,1125). Ham Hayal Bir çocuk ormana odun almak için giip bir iğdenin dibinde çömüp oturan tavşanı görmüş de hayale dalmış: “Şimdi şu tavşanı tutuversem, pazara götürüp satsam, parasına bir tavuk alsam, tavuk yumurtlasa, yumurtaları gurk tavuğa bassam, yumurtadan civcivler çıksa, civcivler büyüdüğünde satıp bir koyun alsam, koyun ikiz kuzulasa, büyüyen kuzuları satıp boylu poslu bir at alsam, hayvanlar sürü sürü olsa, bir kısmını satıp arazi alsam, yer alıp çiftçilik yapsam, buğdaylarım, kavun, karpuz meyve ve sebzelerim olgunlaşsa anne ile babam: “ Aferin oğlum, aferin derlerdi ya!” diye bağırırken tavşan ürküp kaçmış. Çocuk “Eyvah!” diyerek susmuş. SONUÇ Meseller Uygur sözlü edebiyatı önemli bir türüdür. Uygur sözlü edebiyatında çeşitli özellikleri yönünden birbirine benzeyen üç tür vardır. Bunlar çöçek, mesel ve latifelerdir. Bu üç tür anlatım özellikleri, tipleri ve konuları bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Meseller Uygur sözlü edebiyatının anonim bir türüdür. Ancak daha sonra yazılı edebiyatta yazarı belli olan meseller de ortaya çıkmıştır. Gerek yazılı edebiyatın gerekse Uygur sözlü edebiyatının ürünü olan mesellerin asıl işlevi toplumu eğitmektir. Bireyler arasındaki ilişkilerin sağlıklı olması, huzurlu bir toplumun oluşmasına katkı sağlamak, gelenek ve göreneklerin gelecek kuşaklara aktarılması mesellerin önemli işlevlerindendir. 348 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı KAYNAKÇA Ebey, A.- İmin, E. (2013). Uygur Xelq Meselliri, Şincañ Xelq Neşriyati, Ürümçi. Gedik, S. (2019). Masalların Eğitimsel İşlevleri, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler ve Eğitim Dergisi, 3 (1), 356-367. İsmayil, O. (1998). Xelq Éġiz Edebiyati Heqqide Omumiy Bayan, Şincañ Xelq Neşriyati, Ürümçi. Komisyon. (1999), Uyġur Tiliniñ İzahliq Luġiti (Qisqartilmiş), Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi. Sincon, D. (1997). Uyġurçe-İngilizçe Luġet, Şincañ Xelq Neşriyati, Ürümçi. Yasin, Y. (2013). Edebiyat Asasiy Bilimliri, Şincañ Xelq-Baş Neşriyati, Şincañ Xelq Sehiye Neşriyati, Ürümçi. GEN ARAŞTIRMALARI VE DİL AİLELERİ Prof. Dr. Caner KERİMOĞLU, Dokuz Eylül Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-8514-8578 Giriş İnsan biyolojik bir varlıktır. Biyolojik özelliklerinin bilişsel kapasitelerini ne oranda etkilediği, önemli bir araştırma alanıdır. Bu bilişsel özelliklerinden biri olan dilin biyolojik temelleri, doğal seçilimle evrim fikrinin iki kurucusu arasında da farklılığa yol açmıştı. Darwin, dilin de diğer biyolojik özellikler gibi doğal seçilimle evrildiğini savunurken Wallace dilin başka bir açıklaması olduğu düşüncesindeydi [Tartışmasını şu kitabımda ayrıca yapmıştım bk. (Kerimoğlu, 2021)]. Biyolojik soyoluş çizgilerini takip ederek dillerin çeşitlenmesine dair bilgilere ulaşabileceğimiz düşüncesi Darwin ve Schleicher gibi öncülere gider (Darwin, 1871; Schleicher, 1863, 1869). Bugün de evrimsel biyolojinin dillerin çeşitlenmesi için önemli veriler sunduğu genellikle kabul edilir (Levinson & Gray, 2012). Genlerin dil kapasitemizi etkilediğini biliyoruz. FOXP2 gibi bazı genleri hasarlı olan kişilerin sağlıklı bir dil kullanımına sahip olmadığı ispatlanmıştır (Enard vd., 2002; Krause vd., 2007; Mozzi vd., 2016). Bu da dil ve gen arasında bir bağ olduğunu gösterir. Daha önce bir yazımda dil ve gen ilişkisini değerlendirmiştim (Kerimoğlu, 2017), bu yazıda dil yetisini doğrudan etkileyen genleri kapsam dışına bırakıp daha başka bir ilişkiyi ele alacağım. Dil akrabalıkları ile o dilleri konuşanların akrabalıkları arasında bir paralellik var mı sorusuna bilim dünyasının verdiği cevapları değerlendireceğim.1 1 Bilimde “ırk”, “etnisite”, “soy”, “akrabalık” gibi terimlerin yanlış kullanımına yönelik önemli bir itiraz vardır [Tartışma için bk. (Olson vd., 2005; Wagner vd., 2017)]. İnsan toplulukları için “ırk” terimini kullanmanın yanlışlığı konusunda bir uzlaşı olduğunu söylemek mümkündür. İnsan türünün bugünkü farklılıklarını ırkların üstünlüğü veya geriliği gibi yanlış olduğu açık fikirleri savunmak üzere kullanan çevrelere dikkat etmek gerekir. Bu konuda aydınlatıcı bilgiler için genetikçi ve antropolog Ömer Gökçümen’in aşağıya bir bölümünü aldığım söyleşisi okunabilir: “- Yani siz bir genoma baktığınızda “İşte bu Türk” veya “Bu Çinli” diyemiyorsunuz? -Hayır, sadece “Bu genom son 200-300 senedir muhtemelen şu coğrafyadan geliyordur” diyebilirim. Irk konusunda, özellikle zaman meselesi insanlarda kafa karışıklığına yol açıyor. Modern insanın kökeni 200 bin seneye dayanıyor. Her ne kadar evrimsel olarak bu minik bir zamansa da bir tarihçi için tahayyül etmesi zor. O yüzden bir dilsel grup olarak Türkler veya daha uzun zamandır var olan Fransızca üzerinden ortaklaşan bir grup var gibi geliyor. Ama bundan 3-5 bin sene önce yaşayan Avrupalıların, şimdiki Avrupa top- 350 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Dil ve Gen Karşılaştırmaları Bize Ne Söyleyebilir? Sözcük ve yapı karşılaştırmasına dayalı dilin kökeni incelemeleri ile en fazla 10 bin yıl öncesine gidilebildiği, farklı yayınlarda hesaplanmıştır (Greenhill vd., 2010; Nichols, 1992). Evrimsel zaman diliminde bu zaman derinliği daha “dün” sayılabilir. Jeoloji, biyoloji, genetik gibi farklı bilim dallarıyla bu tarihten de eskiye gidilebilmektedir. İnsanın geçmişi yalnızca kültürel üretimler üzerinden araştırılmaz. Genlere de tarihimiz yazılmıştır. Bilim, genleri okuyarak yol ayrımlarını takip etme konusunda her geçen gün şaşırtıcı bulgulara ulaşmaktadır. Dil ve gen ilişkisi deyince iki ana araştırma alanından söz etmek mümkündür. Bunlardan ilki yukarıda değindiğim üzere insanın dili kullanmasını sağlayan genlerin belirlenmesidir. Konuşma organlarını yöneten genler nelerdir? Anlamamızı sağlayan belirli bir gen var mıdır? Sözcükleri hafızamızdan çağırmamızın genetik temeli nedir? Sözdizimini mümkün kılan gen insana özgü müdür? Bu türden sorular insan dil yetisinin altında yatan mekanizmanın işleyişini sorgular. Özellikle dil yetisinde sorunlar olan hastalar yoluyla tespit edilen genetik bozukluklar bu araştırma alanını öne çıkarmaktadır. İkinci ve bu yazıda ele alacağım araştırma alanı ise akrabalık ilişkisidir. Dil akrabalıkları özellikle 19. yüzyılda Hint-Avrupa dil ailesinin araştırılması ile güçlü bir gelenek oluşturmuştur. Dillerin akraba olduğunu ispatlamak için temel sözcük karşılaştırmaları, ses denklikleri gibi çeşitli ölçüler geliştirilmiş; bu ölçülere göre akrabalıklar araştırılmıştır. Genetik bu araştırmalara başka bir açıdan katkıda bulunur. Son yıllarda dil akrabalığı ile konuşur akrabalığının örtüşüp örtüşmediği konusuna artan bir ilgi olduğu görülüyor. Örneğin -tartışmalı da olsa- Altay dilleri teorisi, Türkçenin de aralarında bulunduğu Altay dillerinin aynı kökten gelen “kardeş diller” olduğunu iddia eder. Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguzca (Korece ve Japoncayı dâhil edenler de vardır) bu teoriye göre akrabadır. Genetik araştırmaları bu noktada işe karışır ve “Peki Türk, Moğol ve Mançu-Tunguzlar genetik olarak ortak bir geçmişe sahip midir?” sorusuna cevap arar. Dillerin akrabalığı ile o dilleri konuşanların akrabalığı paralel ise çeşitlenmenin hem kültürel hem de biyolojik çizgisi daha sağlam kurulmuş olur. Dil akrabalığı ve konuşur akrabalığı ilişkisi konusunda da iki görüş öne çıkmıştır: a. Dil akrabalıkları ve konuşur akrabalıkları uyumluluk göstermektedir: Buna göre dillerin aile ağacındaki dallanmalarla o dilleri konuşanların soy oluş luluklarından nispeten farklı bir genetik yapısı olduğunu biliyoruz antik DNA çalışmalarından. Yani etnik kimliklerle birebir bağdaşan çok eski ve korunmuş genetik işaretlerin varlığı ile ilgili hiçbir şekilde genetik bir kanıt yok.” (Gökçümen, 2013). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 351 çizgileri örtüşür. Yani insanların genetik akrabalıkları ile dillerin akrabalıkları benzerlik sergiler. Bu görüş literatürde hakimdi ve bir norma dönüşme eğilimindeydi. Dil ve gen ilişkisinin ilk önemli uzmanlarından olan L. Cavalli-Sforza ve R. Sokal gibi araştırmacılar akrabalık konusunda bu örtüşmeyi öne çıkardı (Barbujani & Sokal, 1990; Cavalli-Sforza, 2001; Cavalli-Sforza vd., 1988; Penny vd., 1993; Sokal, 1988; Sokal vd., 1992). b. Dil akrabalıkları ve konuşur akrabalıkları aynı şey değildir: Buna göre konuşurların akrabalıkları ile dillerin akrabalıkları her zaman örtüşme göstermez. Bu da dil ve konuşurların farklı soy oluş çizgilerinden gelebildiği anlamına gelir. İki nedenle bu uyumsuzluklar ortaya çıkar: 1. Genetik olarak akraba olan bir topluluk konuştuğu dili terk edip başka bir dile geçebilir. 2. Bir topluluk dilini değiştirmeden başka bir toplulukla genetik olarak karışabilir. İki durumda da dil akrabalığı ile gen akrabalığı arasında uyumsuzluk oluşur (Campbell, 2015; Pakendorf, 2014; Steele & Kandler, 2010). Aşağıda bu iki görüşün sahiplerinin hangi araştırmalara dayanarak iddiada bulunduklarını örnekler üzerinden aktarmaya çalışacağım. Güncel Araştırmaların Sonuçları Bu konunun dünyadaki en önemli araştırmacılarından biri şüphesiz Luigi Luca Cavalli-Sforza’dır (Cavalli-Sforza, 2001, 2021; Cavalli-Sforza vd., 1988, 1992, 1994). Özellikle 2001 yılında yayımladığı Genes, Peoples and Languages “Genler, Halklar ve Diller” adlı kitabı dil ve genlerin dünyadaki yayılımı konusunda ilk başvurulacak eserlerden biridir. Bu eser, Cavalli-Sforza’nın 1994 yılında P. Menozzi ve A. Piazza ile yayımladığı ve çoğu bilim insanı tarafından bir başyapıt kabul edilen The History and Geography of Human Genes “İnsan Genlerinin Tarihi ve Coğrafyası” adlı eserin popüler biçimi olarak değerlendirilebilir. Cavalli-Sforza bu eserde Darwin’in insan popülasyonlarının biyolojik soy ağacını bilirsek dillerinin akrabalıklarını da bulabiliriz şeklindeki yorumuna atıf yapar ve Darwin’in yorumunun 1988 yılına kadar hiç test edilmediğini dile getirir. Kendisinin de Darwin’in bu yorumunu bilmediğini, daha sonra bir arkadaşının uyarısıyla haberdar olduğunu üzülerek dile getirir (Cavalli-Sforza, 2001, s. 167). 1988 yılında Cavalli-Sforza’nın öncülüğünde bir ekip gen ve dil korelasyonunu test eder ve sonuçları içeren makalede insan topluluklarının genetik bağları ile dillerin akrabalıkları arasında güçlü bir korelasyon olduğunu savunur. M. Ruhlen tarafından çizilen dünya dillerinin “akrabalık ağacı” üzerinden çalışma yürüten Cavalli-Sforza ve ekibi, Etiyopyalılar, Lapplar ve Tibetliler dışında genler ve dil- 352 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı lerin uyuşum gösterdiği sonucuna ulaşır. Bu üç istisna konuşurların genleri ile dillerinin farklı gruplara ait olması nedeniyle ayrılır. Makaledeki “Dil aileleri ve genetik kümeler arasındaki uyum, benzer kökenlere sahip olduklarını gösterir” değerlendirmesi önemlidir (Cavalli-Sforza vd., 1988, s. 6005). Yazarlara göre dil aileleri belli bir genetik küme içinde yer aldıktan sonra zamanla gelişmiş olmalıdır. “Diller genlerden daha hızlı evrimleşir.” değerlendirmesiyle genetiğin izlerinin kolay silinemeyeceği vurgulanır. Bir grubun konuştuğu dili, çevresel etkenlerle görece daha kolay ve hızlı değiştirebileceği; buna karşılık genlerinin aynı hızla hareket etmeyeceği genel kabul gören bir sonuçtur. Yazarlar dil değişimlerinin yoğun olarak son 5000 yıl içinde olduğu düşüncesindedir. Ayrıca, “seçkin azınlık” modelinde olduğu üzere, yeterli siyasi ve askeri örgütlenmeye sahip saldırgan bir azınlık tarafından bir dilin imparatorluk yapısı ve askeri örgütlenme ile zorunlu hâle getirildiği durumlarda hızlı bir değişim de yaşanabilir: “Bu durumda, saldırının genetik izlerini bulmak zor olabilir. Ancak, seçkinler son zamanlarda oluşmuştur ve nadiren 5000 yılın öncesine dayanmaktadır. Bu nedenle, hızlı dil değişimi olayları son zamanlarda olmuştur ve tarihi olarak açıklanabildikleri görülür. Daha uzak geçmişte, değişim daha az görülmüştür ve dil aileleri ile genetik kümeler arasındaki bağın istikrarını gerektirir.” (Cavalli-Sforza vd., 1988, s. 6005). Cavalli-Sforza ve ekibi ilk makalelerinden sonra yeni bir düzenlemeyle görüşlerini şu dil ve popülasyon grafiğiyle sunar: Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 353 West African Bantu Nilosaharan San (Bushmen) Ethiopian Berber Southwest Asian Iranian European Sardinian Indian Southeast Indian Lapp Samoyed Mongol Tibetan Korean Japanese Ainu North Turkic Eskimo unknown Niger-Kordofanian Nilosaharan Khoisan Afro-Asiatic Indo-European Dravidian Uralic-Yukaghir Sino-Tibetan Altaic Eskimo-Aleut Chukchi South Amerind Central Amerind North Amerind Northwest Amerind South Chinese Mon Khmer Thai Indonesian Malaysian Filipino Polynesian Micronesian Melanesian New Guinean Chukchi-Kamchatkan Australian Australian (Cavalli-Sforza vd., 1992) Nostratic Mbuti Pygmy language group Eurasiatic population Na-Dene Sino-Tibetan Austroasiatic Daic Austric Austronesian Indo-Pacific 354 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Cavalli-Sforza ve ekibi bu yayınlarında da dil ve genlerin birlikte evrildiği görüşünde ısrar eder. Çizimde Avrasyatik ve Nostratik gibi dünya dillerinin tek kökenden çıktığını savunan teorilerin sonuçlarına benzer bir ilişki dikkat çeker. Cavalli-Sforza Türkçeye Kültürün Evrimi adıyla yayımlanan eserinde de gen ve kültür örtüşmesini vurgular (Cavalli-Sforza, 2021). Dünya biliminde gen ve dil çeşitliliğinin ilk araştırmasını yapan L. L. Cavalli-Sforza’ya göre genler ve dil aileleri arasında göz ardı edilemeyecek bir uyuşma vardır. Cavalli-Sforza’nın bölümünü kitabındaki şu yorumla bitiriyorum: Genler ve diller arasındaki ilişki mükemmel olamaz, çünkü büyük toprakların hızlı ele geçirilmesi yerli dillerin ilgisiz dillerle değiştirilmesine neden olabilir, bunun çokça Amerika’da olduğu görülür. Ancak bu olayların tüm ilişki izlerini silecek kadar sık olmadığı gözlenmektedir. Ayrıca, farklı komşularla uzun süreli genetik değişimler durumunda, genler değiştirilebilir. Yine de, iki kaynaktan kaynaklanan bu şaşırtıcı durumların yanı sıra, genler ve diller arasındaki ilişki pozitif ve istatistiksel olarak anlamlıdır. ... Çoğunlukla gözlemlediğimiz genetik-dilsel mozaik, sayısız genişlemenin etkilerini açıkça gösterir - bazıları tarihsel olarak ve bunların üst üste binmeleriyle ve etkileşimleriyle bilinir. Karışımlar meydana gelir, ancak çoğu durumda genler, insanlar ve diller arasındaki ilişkinin netliğini bulanıklaştırmayı başaramaza (Cavalli-Sforza, 2001, s. 167). Bu konunun öncü isimlerinden bir diğeri özellikle Hint-Avrupalıların genleri ve dillerinin çeşitliliği üzerine yayınlar yapan Robert R. Sokal’dır (Barbujani & Sokal, 1990; Sokal, 1988; Sokal vd., 1992). Sokal, dil ailelerine göre gruplandırıldığında Avrupa’daki popülasyonların arasında genetik farklılıklar olduğunu vurgular. Bu, coğrafi mesafe etkisinin sabit tutulduğu durumlarda bile geçerli olabilmektedir. Sokal dil ve genlerin korelasyonunu önemli bulur ama coğrafyanın yine de daha önemli bir etken olduğunu dile getirir: “… dil ve gen örtüşmesi her zaman anlamlı veya büyük olmayabilir. Ancak coğrafya ve gen örtüşmesinin daha büyük ve anlamlı olma olasılığı daha yüksektir, çünkü farklı alanlarda genetik farklılıklar vardır, dil ne olursa olsun. Hatta aynı dil ailesine ait nüfusların karşılaştırılması durumunda, bu alanlar uzak ise genetik olarak farklılık gösterme ihtimali yüksektir, bu da şu üç olgunun kombinasyonuyla olabilir: (i) Hint-Avrupa, Fin-Ugor ve Türk dil ailelerinin Avrupa’ya girişinden önceki coğrafi ayrışma; (ii) coğrafi olarak uzak alanların farklı dil ailelerinin şubeleri tarafından işgal edilmesi ve (iii) sonraki ayrışmalar.” (Sokal, 1988, s. 1725). Sokal makale sonunda Avrupa’da farklı dil ailelerine mensup olan insanların genetik olarak farklı olduğunu ve bu farklılığın, coğrafi farklılıkların dikkate alınmasına rağmen devam ettiğini açıkça belirtir. Coğrafi farklılığın genetik yapı üzerindeki etkisinin dil farklılığından daha büyük Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 355 olabileceği gibi bir önerme bulunduğunu ancak bu eğilimin kesin olarak doğrulanamadığını da ekler. Sokal başka bir çalışmasında yeni bir yöntem (“Wombling”) uygular ve dil ile gen örtüşmesine dair önemli bulgulara ulaşır (Barbujani & Sokal, 1990). Yöntem 63 insan alel frekansına Avrupa’da uygulanmış; keşfedilen 33 alel frekansı sınırından 31 tanesi, farklı dil ailelerine ait ve birbirine bitişik olan bölgeleri belirleyen dil sınırları ile örtüşmüştür. Kalan iki sınır (İzlanda ve Yunanistan arasında) farklı etnik ya da coğrafi kökenli olarak türediği bilinen popülasyonları ayırmaktadır, ancak modern dilsel korelasyonları yoktur. Yazarlara göre bu bulgular, Avrupa’daki popülasyonun genetik yapısının çoğunlukla gen akışı ve karışımı tarafından belirlendiğini ve çeşitli çevre koşullarına uyumun değil de, dil üyeliklerinin Avrupa popülasyonları arasındaki genetik farklılıkları korumada ve muhtemelen bunların ortaya çıkmasını sağlamada rol oynadığını destekler. Sokal ve ekibinin dikkat çeken bir başka çalışması Hint-Avrupalıların nereden gelmiş olabilecekleri ile ilgilidir (Sokal vd., 1992). Hint Avrupalıların kökenlerine ilişkin öne çıkan iki teoriyi test ederler. Bunlardan biri M. Gimbutas’ın erken Hint-Avrupalıların güneydoğu Avrupa’ya Pontus bozkırlarından (yaklaşık MÖ 4500) girip yayıldığına dayanan teorisidir. Diğeri ise C. Renfrew’in erken HintAvrupalıları Güneydoğu Avrupa’ya MÖ 7000 civarında Anadolu’dan giren ilk çiftçilerle bir tutan teorisidir. “Genetik ve dil arasındaki ilişki önemlidir.” yorumunu yapan yazarlara göre coğrafya sabit tutulduğunda, genetik ve dil arasında belirgin bir şekilde daha düşük, ancak yine de oldukça önemli bir kısmi korelasyon vardır ve bu da açıklanması gereken daha çok şey bulunduğunu gösterir. Makalede tarımın başlangıcından bu yana geçen süre, Gimbutas’ın veya Renfrew’in modelindeki kısmi korelasyon için yeterli değildir sonucuna ulaşılır. Bu nedenle, iki teori de gen ve dil korelasyonuyla ölçüldüğü şekliyle Hint-Avrupalıların kökenini açıklayamamaktadır. Genetik ve dil ilişkisinin araştırılma tarihinde anılması gereken isimlerden bir diğeri de aslen arkeolog olan Colin Renfrew’dir. Renfrew, Peter Bellwood ile birlikte insan topluluklarının göçlerinde tarım kültürünün önemini vurgulayan çalışmalar yapmış (Bellwood, 2005; Bellwood & Renfrew, 2002; Diamond & Bellwood, 2003; Renfrew, 1989, 1991, 1994.), tarım kültürünü izleyerek dil ve diğer bilişsel kapasiteler hakkında önemli verilere ulaşılacağını savunan “çiftçilik/dil yayılımı” hipotezinin önde gelenlerinden olmuştur [Bu teorinin güncel bir versiyonu için bk. (Robbeets & Savelyev, 2017)]. Burada genlerle ilgili olarak anacağım çalışması 1992 yılında yayımlanan şu makalesi: Archaeology, Genetics and Linguistic Diversity “Arkeoloji, Genetik ve Dil Çeşitliliği”. Bu makalede CavalliSforza gibi isimlerin öncülüğünde gelişen genetik ve dil yayılımı incelemelerini 356 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı değerlendiren Renfrew, bu çalışmaların geleneksel araştırmalardan daha önemli veriler sağlayabileceğini dile getirir (Renfrew, 1992, s. 471). Evliliklerden kaynaklanan genetik karışımın zorlaştırdığı durumlar vardır, bu gibi nedenlerle Renfrew, Darwin’in öngördüğü ve Cavalli-Sforza gibi isimlerin çalışmalarında savunduğu genler ve dillerin yayılımının örtüşmesi hipotezinin daha çok kanıtla desteklenmesi gerektiğini dile getirir. Bu hipotez lehine önemli göstergeler olduğunu Sokal ve Barbujani’nin çalışmalarına atıfla ifade eder. Renfrew gen çalışmalarının kendisinin tarım kültürüne dayalı yayılım teorisine destek sunduğu kanısındadır (s. 472). Ancak yine de “henüz erken” uyarısında bulunur: “O halde vardığım sonuç, şu anda elde edilebilir hâle gelen genetik verilerin gerçekten de dil çeşitliliğiyle ilgili sorularla ilgili olduğu ve bunların daha şimdiden insanın kökenine dair çok değerli içgörüler vermiş olduğudur. Ancak dilsel meseleler genetik meselelerle aynı değildir ve ikisinin bağlantılı olabileceği çıkarım süreçleri hakkında öğrenecek çok şeyimiz olduğuna inanıyorum.” (s. 473). Konuyla ilgili bu öncü çalışmalar farklı bölgelerdeki incelemelere hız kazandırmıştır. Dil ve gen yayılımlarının örtüştüğü bölgelerle örtüşmeyen bölgeler incelenmiş, özellikle örtüşme göstermeyen bölgelerde bunu yaratan etkenler belirlenmeye çalışılmıştır. Akla ilk gelen nedenlerden biri toplulukların dillerini değiştirmiş olmasıdır. Kafkaslar “dil değiştirme” hipotezi için önemli araştırma alanlarından biridir. Çünkü genetik olarak akraba olan topluluklar farklı dil ailelerinin dillerini konuşabilmektedir. 2001 yılında Kafkaslardaki dil ve gen yayılımını Ivane Nasidze ve Mark Stoneking araştırmıştır. Araştırmacılar Cavalli-Sforza ve Sokal gibi isimlerin dil ve gen yayılımının örtüştüğü yönündeki ilk değerlendirmelerine Kafkaslardan aykırı örnekler sunmuştur: “Kafkas popülasyonları arasındaki genetik ilişkiler, dilsel ilişkilerden çok coğrafi ilişkileri yansıtmaktadır. Özellikle, Hint-Avrupa dili konuşan Ermeniler ve Altay dili konuşan Azeriler, dilsel komşularıyla değil (yani diğer Hint-Avrupa veya Altay halkları); Kafkasya’daki en yakın coğrafi komşularıyla akrabadır. Bu nedenle mtDNA kanıtı, Ermeni ve Azeri dillerinin, mtDNA gen havuzu üzerinde çok az etkisi olan dil değiştirme örneklerini temsil ettiğini göstermektedir.” (Nasidze & Stoneking, 2001). Yazarlar başka bir çalışmalarında da benzer bir sonuca ulaşmış, bunu seçkin erkek gruplarının egemenliği ile açıklamıştır. Erkek Y kromozomları üzerinden yapılan incelemeler de aynı sonucu doğurmuştur: “… Kafkasya’daki tüm ana dil gruplarını temsil eden sekiz popülasyondan 389 erkekte 11 bialelik Y kromozomu işaretçisini analiz ettik. mtDNA çalışmasında olduğu gibi, Y kromozomuna dayalı olarak Ermeniler ve Azeriler, Kafkasya’daki coğrafi komşularıyla, başka yerlerdeki dilsel komşularına göre genetik olarak daha yakın akrabadırlar. Bununla birlikte, mtDNA sonuçları, Kafkas gruplarının genetik olarak Yakın Doğu gruplarından çok Avrupalılarla Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 357 daha yakından ilişkili olduğunu gösterirken, Y kromozomu ise bunun aksine, Yakın Doğu ile Avrupa’dan daha yakın bir genetik ilişki göstermektedir.”(Nasidze vd., 2003). [Kafkaslardaki durum daha sonra başka araştırmacılarca da incelenmiştir. Dil ve gen yayılımının örtüştüğünü savunan yayınlar da vardır, örn. (Balanovsky vd., 2011)]. 2005 yılında Quentin D. Atkinson ve Russell D. Gray tarihsel çerçeveyi de sunan önemli bir makale ile tartışmalara katkıda bulunurlar (Atkinson & Gray, 2005). Bu makalede biyolojik ve dilsel evrim arasındaki kavramsal paralellikler şu tablo ile sunulur: Biyolojik evrim Dilsel evrim Ayrık ögeler Sözlük, sözdizimi ve sesbilim Homolojiler Köken ortaklıkları Mutasyon Yenilik Sürüklenme Sürüklenme Doğal seçilim Sosyal seçilim Kladogenez Soy ayrımları Yatay gen transferi Ödünçlemeler Bitki melezleri Melez diller İlişkili genotipler/fenotipler İlişkili kültürel terimler Coğrafi klinler Lehçeler Fosiller Eski metinler Neslin tükenmesi Dil ölümü (Atkinson & Gray, 2005).2 Yazarlar iki alanın her durumda benzerlik gösterdiğini iddia etmezler ve bazı ortak zorlukları sıralarlar ancak vardıkları sonuç benzerlikler konusunda iyimserdir. Onlara göre bu ortak zorluklar, yalnızca biyolojik ve dilbilimsel evrim arasında var olan ilginç süreç paralelliklerinin bir yansıması değildir, aynı zamanda biyoloji ve tarihsel dilbilim araştırmaları arasındaki iki bin yılı aşkın ortak evrimi de yansıtırlar. Bu tür paralellikler ışığında, biyoloji ve dilbilimin “verimli bir şekilde bağlantılı kalması muhtemel görünmektedir.” (Atkinson & Gray, 2005). James Steele ve Anne Kandler, dil ailesi ve gen ağaçları ilişkisinin örtüştüğü görüşlerine ilk önemli itirazlardan birini yaparlar (Steele & Kandler, 2010). Britanya’da açık bir uyuşmazlık tespit ettiklerini rapor ederler. Buna göre İskoçya’nın bir bölgesinde Galce ve İngilizce konuşan topluluklarda genetik aile 2 Literatürde biyolojik ve dilsel evrim arasındaki benzerlikler farklı çalışmalarda da dile getirilir. Örneğin Soreno bunları 4 ana başlıkta toplar: Türler/diller, organizmalar/kavramlar, genler/kültürler ve hücreler/kişiler (Sereno, 1991). 358 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı ile dil ailesi farklılaşmıştır ve bu dil değiştirme ile dil ölümü dinamikleriyle açıklanabilir. Yazarlara göre seçici kültürel göç bu türden uyuşmazlıklarda önemli bir etkendir. Bir başka uyumsuzluk da Chiara Barbieri ve arkadaşlarının Latin Amerika’da yaptığı bir incelemede ortaya çıkar. Yerel dillerin kimisinde konuşurlar arasında genetik yakınlık varken Aymara dilini konuşanlarda açık bir uyumsuzluk tespit edilmiştir (Barbieri vd., 2011). C. Barbieri ve arkadaşlarının güncel bir çalışması konunun son yıllardaki en büyük projesi (GeLaTo) kapsamında yapılmıştır. GeLaTo veri seti içinde 295 dil konuşan 397 genetik popülasyonu temsil eden 4.000’den fazla kişi için genetik ve dilbilgisi özellikleri yer alır. “Tüm veri setinde, çoğu popülasyon için en yakın genetik komşularının aynı dil ailesine ait olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte, göz ardı edilemeyecek bir oran (%18), dilbilimsel olarak ilgisiz bir dile daha yakındır.” değerlendirmesi önemlidir. Büyük oranda bir örtüşme olsa da %20’ye yakın bir uyumsuzluk tespit eden araştırmacılar bunun “dil tarihinin düzenli bir sonucu olduğunu” dile getirirler (Barbieri vd., 2022). Yazarlara göre uyumsuzluklar “istisnai olaylar değil”, insanlık tarihinin düzenli sonuçlarıdır. Macaristan, Malta, Kafkasya’da Ermenistan ve Azerbaycan uyumsuzlukların öne çıkan bölgeleri olarak ele alınır. Örneğin Macarlar genetik olarak komşu HintAvrupalılarla benzerdir ancak dilleri başka bir dil ailesi (Ural dilleri) mensubudur. Bu, ata dilinin sabit kalıp konuşurların coğrafi yakınlık nedeniyle komşularla karışımına örnektir. Çalışmadaki dikkat çeken bir sonuç da şudur: “GeLaTo veri kümesine ilişkin analizlerimiz, genlerin ve dillerin, incelenen dil ailelerinin tarihleri kadar çeşitli dinamikler sergilediğini açıkça ortaya koyuyor. Şaşırtıcı bir şekilde, genler ve diller arasında en yakın eşleşmeye sahip olan aile, en kapsamlı şekilde incelenen ve gen-dil korelasyonunun erken teorileştirilmesinde merkezi olan ailedir: Hint-Avrupa. Bu ailenin bir aykırı değer mi yoksa daha yaygın bir modeli mi yansıttığı henüz belli değildir. Gen-dil çalışmalarında aşırı temsil edilen bölgelerden uzaklaşmak için diğer dil aileleri hakkında daha derinlemesine araştırmalara ihtiyaç vardır” (Barbieri vd., 2022). Dil ve genlerin birlikte evrimi görüşünü değerlendiren Brigitte Pakendorf ’a ait teorik bir yazı da dikkat çekicidir (Pakendorf, 2014). Bu yazıda Pakendorf ayrıntılı bir literatür değerlendirmesi yapar. Dil ve gen birlikte evriminin örtüştüğünü savunan grupla örtüşmenin kısmî olduğunu savunan grubun çalışmalarını yorumlar. Farklı dil aileleriyle ilgili gen incelemelerini ayrıntılı bir şekilde değerlendirdikten sonra şu sonuca ulaşır: “Burada incelenen çeşitli çalışmaların gösterdiği gibi, dillerin tarihi bazen onları konuşanların genetik tarihiyle paralel olabilir, ancak çoğu zaman paralel değildir. Bu nedenle, moleküler antropolojik araştırmalara dilbilimsel verilerden elde edilen içgörülerin eklenmesi, modern insanın Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 359 demografik tarihinde rol oynayan karmaşık süreçlere daha fazla ışık tutmaya yardımcı olacaktır.” (Pakendorf, 2014). Tarihsel dilbilim ile ilgili temel başvuru niteliğindeki eserlerin sahibi olan Lyle Campbell’ın da bu konuyla ilgili önemli değerlendirmeleri vardır. (Campbell, 2013, 2015; Campbell & Poser, 2008). Burada dillerin ve genlerin ilişkisini değerlendirdiği 2015 tarihli bir yazısına değineceğim. Campbell, öncülüğünü CavalliSfroza’nın yaptığı gen ve dil örtüşmesi iddiasına katılmaz çünkü her durumda paralel ilerlemediklerini gösteren örnekler vardır. Bu iddiayı zorlaştıran engelleri sıralar: Dil-insan genetiği karşılaştırmaları, bir kişinin hayat boyu sadece bir gen setine sahip olduğunu ve bir kişinin (veya bir popülasyonda) çok dilli olabileceğini göstermektedir. Ayrıca bireyler (ve topluluklar) bir dili bırakıp başka bir dili benimseyebilir ama “insanlar genlerini bırakmazlar veya yeni genler edinmezler. Dil değişimi yaygındır, diller ve gen havuzları arasında deterministik bir bağlantı yoktur.” (Campbell, 2015, s. 203). Buna göre genetik olarak hayatta kalan popülasyonlarda bile diller yok olur; dil değiştirme ve dil ölümü yaygındır. Campbell dil değiştirme olgusunun altını çizer. Tehlike Altındaki Diller Kataloğu içinde yer alan ölü diller ile bazı dil ailelerindeki genetik uyuşmazlıklar (Özellikle Fince konuşurlarının genetiği üzerinden Ural dil ailesini örnek olarak verir.) dil ölümü ve dil değiştirimi için kanıttır.3 Ayrıca Campbell bazı yöntem sorunlarına da değinir ve önemli bir uyarıda bulunur: Aşağıdaki durumlar insan gruplarında görülür: 1. Dilsel karışım yoktur - genetik karışım yoktur. 2. Dilsel karışım yoktur - genetik karışım vardır. 3. Dilsel karışım vardır - genetik karışım yoktur. 4. Dilsel karışım vardır - genetik karışım vardır. Dil-gen korelasyonunda yapılan çok sayıda çalışma (1) durumunu öncelikli kabul etmiştir, ancak dilbilimciler (1) durumunu en az sıklıkta beklerler ve (4) durumunun en yaygın olarak gerçekleştiğini varsayarlar. Bu, a priori olarak insan genetiği ve dilbilimsel filogenetik sınıflandırmalar arasında paralellik beklemek için yeterli değildir (s. 205). Gen ve dil yayılımının bütünüyle örtüştüğü örneklerin 1 nolu açıklamaya uygun popülasyonlarda görülmesi bu durumun tüm gruplar için genelleştirilmesini gerektirmez. Campbell bu sorunlara rağmen gen ve dil ilişkisi üzerine yapılacak 3 Campbell, Amerikan yerlilerinden Sibirya dillerine varıncaya değin farklı uyuşmazlık örnekleri verir, bk. (Babalini vd., 2009; García-Ortiz vd., 2006; Glenn Smith vd., 2000; Malhi vd., 2002, 2003; Merriwether vd., 2000; Moore, 1994; Nasidze vd., 2003; Nettle & Harriss, 2003; Pakendorf vd., 2003; Roewer vd., 2013; Rosser vd., 2000; Sims-Williams, 1998; Szathmary, 1994). 360 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı çalışmaların geleceği olduğunu, melezlenme ve dil değiştirimi gibi süreçleri göz önünde tutan, iş birliğine dayalı araştırmaların önemli ilerlemeler sağlayabileceği kanısındadır (s. 217). Göç ve dil değiştirimi gibi etkenleri göz önüne alarak dünyada popülasyonlarını genetik ve diller bakımından inceleyen Baker ve ekibi son yıllardaki en dikkat çekici araştırmalardan birini yapmıştır. Ekip 21 ata soy tespit etmiştir. Daha sonra bu 21 ata soyu bugünkü dillerle ilişkilendirmiş ve dünyadaki tüm dillerin yaklaşık %97’sini kapsayan bir dil havuzunu kullanarak ilginç bir sonuca ulaşmıştır. Bu diller 21 ata soy ile örtüşmüştür: “…dünya insanları sırasında, soylar, dil ile korelasyon elde edecek kadar uzun süre farklı kaldılar.” (Baker vd., 2017). Güney Asya, Güney Hindistan, Orta Afrika gibi 21 farklı genetik soy belirleyen yazarlar Kuzey Asya kolunu Altay dil ailesine dahil edilegelen Moğol, Türk ve Tunguz dilleriyle ilişkili bulur. Ayrıca, Kuzey Asya kökeni, Ural ailesinin Samoyed dalı, Yukaghir dilleri, Mari ve Yenisey dilleriyle ilişkilidir. Baker ve ekibi dil ve gen korelasyonunun destekleyici özelliklerini vurgular: Özet olarak, insan kökenlerinin genetik ayrılmasının büyük ölçüde Afrika dışı göçlerden sonra gerçekleştiğini bulduk. Günümüz insanlarının çoğunluğu karışık kökenlidir. ... Ayrıca, kıtaya, örneğe, ırka ve etnisiteye ait grup etiketleri, kökeni tarif etmek için kusurlu olan tariflerdir ve bu nedenle köken genomik sınıflandırıcı olarak tercih edilir. Ayrıca, kökenler ve diller arasında orta düzeyde - güçlü ilişkiler bulunmaktadır ve bu nedenle köken verileri, önerilen dilsel ilişkileri destekler veya çürütür ve dil verileri, köken verilerinde heterojenliği çözmek için olası çözümleri gösterir. Bu nedenle, köken verileri dil verilerinden daha derin bir geçmişe ışık tutarken, dil verileri köken verilerine açıklık getirir (Baker vd., 2017). Sonuç Dil ve gen araştırmalarının iş birlikli çalışmalarla önemli sonuçlar üreteceği sık tekrarlanır ancak yönteme dikkat edilmesi gerektiği ve aşılması gereken zorluklar bulunduğu da vurgulanır (McMahon, 2004; Moore, 1994; Sims-Williams, 1998; Szathmary, 1994). Ancak şu, bilimsel dikkat ve merakı çekecek bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır: Dil aileleri ile genler belirli örneklerde dikkat çekici bir şekilde örtüşmektedir. Bu örtüşmenin tüm dilleri kapsayan bir kesinlik sergilemediği de ortadadır çünkü pek çok karşı örnek de tespit edilmiştir. Burada yazının sınırlarının el verdiği ölçüde seçtiğim incelemelere4 değinmeye çalıştım. 4 Bu konuyu merak eden araştırmacılar için şu çalışmalarda da değerli veriler olduğunu belirtmek isterim: (Creanza vd., 2015; Gray vd., 2009; Holman vd., 2007; Longobardi vd., 2015; Patterson vd., 2012; Posth vd., 2018; Skirgård vd., 2022; Urban & Barbieri, 2020). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 361 Başka bir yayınımda Ural ve Altay dilleri özelinde dil ve gen örtüşmesiyle ilgili bulguları ele alacağımı belirterek bu yazıyı sonlandırıyorum. Kaynaklar Atkinson, Q. D., & Gray, R. D. (2005). Curious parallels and curious connections—Phylogenetic thinking in biology and historical linguistics. Systematic Biology, 54(4), 513–526. Babalini, C., Tarsi, T., Martínez-Labarga, C., Scano, G., Pepe, G., De Stefano, G. F., & Rickards, O. (2009). COL1A2 (type I collagen) polymorphisms in the Colorado Indians of Ecuador. http://dx.doi.org/10.1080/03014460500175355, 32(5), 666–678. Baker, J. L., Rotimi, C. N., & Shriner, D. (2017). Human ancestry correlates with language and reveals that race is not an objective genomic classifier. Scientific Reports 2017 7:1, 7(1), 1–10. Balanovsky, O., Dibirova, K., Dybo, A., Mudrak, O., Frolova, S., Pocheshkhova, E., Haber, M., Platt, D., Schurr, T., Haak, W., Kuznetsova, M., Radzhabov, M., Balaganskaya, O., Romanov, A., Zakharova, T., Soria Hernanz, D. F., Zalloua, P., Koshel, S., Ruhlen, M., … Balanovska, E. (2011). Parallel evolution of genes and languages in the Caucasus region. Molecular Biology and Evolution, 28(10), 2905–2920. Barbieri, C., Blasi, D. E., Arango-Isaza, E., Sotiropoulos, A. G., Hammarström, H., Wichmann, S., Greenhill, S. J., Gray, R. D., Forkel, R., Bickel, B., & Shimizu, K. K. (2022). A global analysis of matches and mismatches between human genetic and linguistic histories. Proceedings of the National Academy of Sciences, 119(47), e2122084119. Barbieri, C., Heggarty, P., Castrì, L., Luiselli, D., & Pettener, D. (2011). Mitochondrial DNA variability in the Titicaca basin: Matches and mismatches with linguistics and ethnohistory. American journal of human biology : the official journal of the Human Biology Council, 23(1), 89–99. Barbujani, G., & Sokal, R. R. (1990). Zones of sharp genetic change in Europe are also linguistic boundaries. Proceedings of the National Academy of Sciences, 87(5), 1816–1819. Bellwood, P. (2005). First farmers: The origins of agricultural societies. Blackwell. Bellwood, P., & Renfrew, C. (2002). Examining the farming/language dispersal hypothesis. McDonald Institute for Archaeological Research, University of Cambridge. Campbell, L. (2013). Historical linguistics: An introduction. Edinburgh University Press. Campbell, L. (2015). Do languages and genes correlate?: Some methodological issues. Language Dynamics and Change, 5(2), 202–226. Campbell, L., & Poser, W. J. (2008). Language classification. History and method. Cambridge University Press. Cavalli-Sforza, L. L. (2001). Genes, peoples and languages. Penguin Books Ltd. Cavalli-Sforza, L. L. (2021). Kültürün evrimi (çev. T. Esmer). Can Yayınları. Cavalli-Sforza, L. L., Menozzi, P., & Piazza, A. (1994). The history and geography of human genes. Princeton University Press. Cavalli-Sforza, L. L., Minch, E., & Mountain, J. L. (1992). Coevolution of genes and languages revisited. Proceedings of the National Academy of Sciences, 89(12), 5620–5624. Cavalli-Sforza, L. L., Piazza, A., Menozzi, P., & Mountain, J. (1988). Reconstruction of human evolution: bringing together genetic, archaeological, and linguistic data. Proceedings of the National Academy of Sciences, 85(16), 6002–6006. 362 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Creanza, N., Ruhlen, M., Pemberton, T. J., Rosenberg, N. A., Feldman, M. W., & Ramachandrand, S. (2015). A comparison of worldwide phonemic and genetic variation in human populations. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America, 112(5), 1265–1272. Darwin, C. (1871). The descent of man. Murray. Diamond, J., & Bellwood, P. (2003). Farmers and their languages: The first expansions. Içinde Science (C. 300, Sayı 5619, ss. 597–603). Enard, W., Przeworski, M., Fisher, S. E., Lai, C. S. L., Wiebe, V., Kitano, T., Monaco, A. P., & Pääbo, S. (2002). Molecular evolution of FOXP2, a gene involved in speech and language. Nature, 418(6900), 869–872. García-Ortiz, J. E., Sandoval-Ramírez, L., Rangel-Villalobos, H., Maldonado-Torres, H., Cox, S., García-Sepúlveda, C. A., Figuera, L. E., Marsh, S. G. E., Little, A. M., Madrigal, J. A., Moscoso, J., Arnaiz-Villena, A., & Argüello, J. R. (2006). High-resolution molecular characterization of the HLA class I and class II in the Tarahumara Amerindian population. Tissue Antigens, 68(2), 135–146. Glenn Smith, D., Lorenz, J., Rolfs, B. K., Bettinger, R. L., Green, B., Eshleman, J., Schultz, B., & Malhi, R. (2000). Implications of the distribution of Albumin Naskapi and Albumin Mexico for new world prehistory. American Journal of Physical Anthropology, 111(4), 557–572. Gökçümen, Ö. (2013). “Türklük ırk değil kültür, Ermeniler ile Türkler arasında genetik fark çıkmadı”. https://t24.com.tr/. Gray, R. D., Drummond, A. J., & Greenhill, S. J. (2009). Language phylogenies reveal expansion pulses and pauses in pacific settlement. Science, 323(5913), 479–483. Greenhill, S. J., Atkinson, Q. D., Meade, A., & Gray, R. D. (2010). The shape and tempo of language evolution. Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences, 277(1693), 2443–2450. Holman, E. W., Schulze, C., Stauffer, D., & Wichmann, S. (2007). On the relation between structural diversity and geographical distance among languages: Observations and computer simulations. Linguistic Typology, 11(2), 393–421. Kerimoğlu, C. (2017). Dilin kökeni arayışları II: FOXP2 geni. Dil Araştırmaları, 21, 35–50. Kerimoğlu, C. (2021). Chomsky Darwin’e karşı: Evrensel dilbilgisi, dilin kökeni ve evrim. Varyant Yay. Krause, J., Lalueza-Fox, C., Orlando, L., Enard, W., Green, R. E., Burbano, H. A., Hublin, J. J., Hänni, C., Fortea, J., de la Rasilla, M., Bertranpetit, J., Rosas, A., & Pääbo, S. (2007). The Derived FOXP2 Variant of Modern Humans Was Shared with Neandertals. Current Biology, 17(21), 1908–1912. Levinson, S. C., & Gray, R. D. (2012). Tools from evolutionary biology shed new light on the diversification of languages of Pages 7. Trends in Cognitive Sciences xx, 1–7. Longobardi, G., Ghirotto, S., Guardiano, C., Tassi, F., Benazzo, A., Ceolin, A., & Barbujani, G. (2015). Across language families: Genome diversity mirrors linguistic variation within Europe. American Journal of Physical Anthropology, 157(4), 630–640. Malhi, R. S., Eshleman, J. A., Greenberg, J. A., Weiss, D. A., Schultz Shook, B. A., Kaestle, F. A., Lorenz, J. G., Kemp, B. M., Johnson, J. R., & Glenn Smith, D. (2002). The structure of diversity within New World mitochondrial DNA haplogroups: implications for the prehistory of North America. American journal of human genetics, 70(4), 905–919. Malhi, R. S., Mortensen, H. M., Eshleman, J. A., Kemp, B. M., Lorenz, J. G., Kaestle, F. A., Johnson, J. R., Gorodezky, C., & Smith, D. G. (2003). Native American mtDNA prehistory in the American Southwest. American Journal of Physical Anthropology, 120(2), 108–124. McMahon, R. (2004). Genes and languages. Public Health Genomics, 7(1), 2–13. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 363 Merriwether, D. A., Kemp, B., Crews, D., & Neel, J. (2000). Gene flow and genetic variation in the Yanomama as revealed by mitochondrial DNA. Içinde C. Renfrew (Ed.), America Past, America Present: Genes and Languages in the Americas and Beyond (ss. 89–124). McDonald Institute for Archaeological Research. Moore, J. H. (1994). Putting anthropology back together again: The ethnogenetic critique of cladistic theory. American Anthropologist, 96(4), 925–948. Mozzi, A., Forni, D., Clerici, M., Pozzoli, U., Mascheretti, S., Guerini, F. R., Riva, S., Bresolin, N., Cagliani, R., & Sironi, M. (2016). The evolutionary history of genes involved in spoken and written language: Beyond FOXP2. Scientific Reports, 6(December 2015), 1–12. Nasidze, I., Sarkisian, T., Kerimov, A., & Stoneking, M. (2003). Testing hypotheses of language replacement in the Caucasus: Evidence from the Y-chromosome. Human Genetics, 112(3), 255–261. Nasidze, I., & Stoneking, M. (2001). Mitochondrial DNA variation and language replacements in the Caucasus. Proceedings of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences, 268(1472), 1197–1206. Nettle, D., & Harriss, L. (2003). Genetic and linguistic affinities between human populations in Eurasia and West Africa. Human Biology, 75(3), 331–344. Nichols, J. (1992). Linguistic diversity in space and time. University of Chicago Press. Olson, S., Berg, K., Bonham, V., Boyer, J., Brody, L., Brooks, L., Collins, F., Guttmacher, A., McEwen, J., Muenke, M., Olson, S., Wang, V. O., Rodriguez, L. L., Vydelingum, N., & Warshauer-Baker, E. (2005). The use of racial, ethnic, and ancestral categories in human genetics research. The American Journal of Human Genetics, 77(4), 519–532. Pakendorf, B. (2014). Coevolution of languages and genes. Current Opinion in Genetics & Development, 29, 39–44. Pakendorf, B., Wiebe, V., Tarskaia, L. A., Spitsyn, V. A., Soodyall, H., Rodewald, A., & Stoneking, M. (2003). Mitochondrial DNA evidence for admixed origins of central Siberian populations. American Journal of Physical Anthropology, 120(3), 211–224. Patterson, N., Moorjani, P., Luo, Y., Mallick, S., Rohland, N., Zhan, Y., Genschoreck, T., Webster, T., & Reich, D. (2012). Ancient admixture in human history. Genetics, 192(3), 1065–1093. Penny, D., Watson, E. E., & Steel, M. A. (1993). Trees from languages and genes are very similar. Systematic Biology, 42(3), 382–384. Posth, C., Nägele, K., Colleran, H., Valentin, F., Bedford, S., Kami, K. W., Shing, R., Buckley, H., Kinaston, R., Walworth, M., Clark, G. R., Reepmeyer, C., Flexner, J., Maric, T., Moser, J., Gresky, J., Kiko, L., Robson, K. J., Auckland, K., … Powell, A. (2018). Language continuity despite population replacement in Remote Oceania. Nature Ecology & Evolution 2018 2:4, 2(4), 731–740. Renfrew, C. (1989). Archaeology and language: The puzzle of Indo-European origins. Penguin Books. Renfrew, C. (1991). Before Babel: Speculations on the origins of linguistic diversity. Cambridge Archaeological Journal, 1(1), 3–23. Renfrew, C. (1992). Archaeology, genetics and linguistic diversity. Man, 27(3), 445. Renfrew, C. (1994). World linguistic diversity. Scientific American, 270(1), 116–123. Robbeets, M., & Savelyev, A. (Ed.). (2017). Language dispersal beyond farming. John Benjamins Publishing. 364 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Roewer, L., Nothnagel, M., Gusmão, L., Gomes, V., González, M., Corach, D., Sala, A., Alechine, E., Palha, T., Santos, N., Ribeiro-dos-Santos, A., Geppert, M., Willuweit, S., Nagy, M., Zweynert, S., Baeta, M., Núñez, C., Martínez-Jarreta, B., González-Andrade, F., … Krawczak, M. (2013). Continent-wide decoupling of Y-chromosomal genetic variation from language and geography in native South Americans. PLoS Genetics, 9(4), e1003460. Rosser, Z. H., Zerjal, T., Hurles, M. E., Adojaan, M., Alavantic, D., Amorim, A., Amos, W., Armenteros, M., Arroyo, E., Barbujani, G., Beckman, G., Beckman, L., Bertranpetit, J., Bosch, E., Bradley, D. G., Brede, G., Cooper, G., Côrte-Real, H. B. S. M., de Knijff, P., … Jobling, M. A. (2000). Y-chromosomal diversity in europe is clinal and influenced primarily by geography, rather than by language. American Journal of Human Genetics, 67(6), 1526–1543. Schleicher, A. (1863). Die Darwinsche Theorie und die Sprachwissenschaft. Weimar. Herman Böhlau. Schleicher, A. (1869). Darwinism tested by the Science of Language (çev. A.V.W. Bikkers). John Camden Hoten. Sereno, M. I. (1991). Four analogies between biological and cultural/linguistic evolution. Journal of Theoretical Biology, 151(4), 467–507. Sims-Williams, P. (1998). Genetics, linguistics, and prehistory: thinking big and thinking straight. Antiquity, 72(277), 505–527. Skirgård, H., Haynie, H. J., Blasi, D. E., Hammarström, H., Collins, J., Latarche, J. J., Lesage, J., Weber, T., Witzlack-Makarevich, A., Passmore, S., Chira, A., Maurits, L., Dinnage, R., Dunn, M., Reesink, G., Singer, R., Bowern, C., Epps, P. L., Hill, J., … Gray, R. D. (2022). Grambank reveals the importance of genealogical constraints on linguistic diversity and highlights the impact of language loss. SocArXiv. December 4. Sokal, R. R. (1988). Genetic, geographic, and linguistic distances in Europe. Proceedings of the National Academy of Sciences, 85(5), 1722–1726. Sokal, R. R., Oden, N. L., & Thomson, B. A. (1992). Origins of the Indo-Europeans: Genetic evidence. Proceedings of the National Academy of Sciences, 89(16), 7669–7673. Steele, J., & Kandler, A. (2010). Language trees ≠ gene trees. Theory in Biosciences 2010 129:2, 129(2), 223–233. Szathmary, E. J. (1994). Modeling ancient population relationships from modem population genetics. Içinde R. Bonnichsen & G. Steele (Ed.), Method and Theory for Investigating the Peopling of the Americas (ss. 117–130). Urban, M., & Barbieri, C. (2020). North and South in the ancient Central Andes: Contextualizing the archaeological record with evidence from linguistics and molecular anthropology. Journal of Anthropological Archaeology, 60, 101233. Wagner, J. K., Yu, J. H., Ifekwunigwe, J. O., Harrell, T. M., Bamshad, M. J., & Royal, C. D. (2017). Anthropologists’ views on race, ancestry, and genetics. American Journal of Physical Anthropology, 162(2), 318–327. SİBİRYA TÜRK DESTANLARINDA DEDE KORKUTVARİ VECİZ SÖZLER Prof. Dr. M. Fatih KİRİŞÇİOĞLU, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi ORCID No: 0000-0003-0241-6969 Destanlar, toplumların özellikle de uzun süre sözlü geleneğe ağırlık vermiş toplumların hem “milli hafızası” hem de “milli şuurunu” ihtiva eden mirasıdır. Bu mirasa sahip olan Türk boyları özellikle de sözlü edebiyattan yazılı edebiyata çok sonra geçen Sibirya Türkleri bu mirası en iyi şekilde bugüne taşımışlardır. Türüne ister destan, ister hikaye, ister boy diyelim Dede korkut’u da bu çerçevede en önce düşünmemiz gerekir. Nitekim Fuat Köprülü “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız yine Dede Korkut ağır basar.” Görüşündedir. Peki kimdir bu Korkut Ata…Eserden öğrenelim: “Korkut Ata Oğuz kavminin müşkilini hail ider idi. Her ne iş olsa Korkut Ata’ya tanışmayınca işlemezler idi. Her ne buyursa kabul iderler idi. Sözünü tutup tamam iderler idi”. Daha sonra da Korkut’un “hakim” (bilge) kişi olduğunun kanıtları mahiyetindeki “hikmet”li sözlerinden oluşan ve aynı zamanda onun bir “ozan” olduğunun ifadesi olan “soylama”sına yer veriyor. Örneğin “Allâh Allâh dimeyince işler onmaz”, “Kâdir Tanrı vade virmeyince kimse ölmez”, “Ölen kişi dirilmez”... vb. (Ergin 73 vd.) Dede Korkut, Oğuz Türklerinin sesi olarak doğruyu, iyiliği ve Tanrı’nın birliğini dile getiren bir ulu kişi olarak hikâyelerde yer edinir. İyilik imgelerini, Oğuz boyunun kendini gerçekleştirmesi yönünde ortaya koyan Dede Korkut, kahramanların iyi, güzel ve doğru gibi çeşitli değerlerden yana olması konusunda rehber olur. Hikâyenin sonunda Oğuz hanlarına Oğuzname düzerek dua eden Dede Korkut, Tanrı’nın yeryüzündeki sesi ve iyilik açılımı (Şahin, 2009) olarak değerler eğitimine de büyük katkılar sağlamaktadır. Hepinizin bildiğini düşündüğüm bir iki örnek vereyim: “Gelimli, gidimli dünya, Sonucu ölümlü dünya? Uzun yaşın ucu ölüm, sonu ayrılık.” veya “Kız anadan görmeyinçe öğüt almaz, oğul atadan görmeyinçe sofra çekmez. Oğul atanın yetürüdir, iki gözinin biridir. Devletlü oğul kopsa ocağının közidir. Oğul dahi neylesin baba ölüp mal kalmasa. Baba malından ne faide başda devlet olmasa. Allah devletsüz şerrinden saklasın hanum sizi.” (Ergin, 1964: 1) 366 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Biz de bu itibarla Sibirya lehçelerinden Saha(Yakut), Altay, Tuva ve Hakas lehçelerinden birer destan alarak bu açıdan inceledik. Saha destanlarından “Kııs Debiliye” destanı Doğan Çolak’ın benim nezaretimde yaptığı doktora tezinden alınmış olup 4669 mısra (Çolak 2022); Altay destanlarından “Er- Samır” destanı İbrahim Dilek’in çalışmasından alınmış olup 2465 mısra (Dilek 2002: 33); Hakas destanı “Altın Çüs” Ekrem Arıkoğlu’nun çalışmasından alınmış olup 3926 mısra (Arıkoğlu 2007:36) ; Tuva destanı “Mögaa Şagaan Toolay” Arıkoğlu ve Buyan Borbanaay’ın çalışmasından alınmış olup 3768 mısradır (Arıkoğlu, Borbanay 2007:40). Mısraların yanındaki parantez içindeki rakamlar mısra numaralarını belirtmektedir. Kııs Debiliye (1322) Kihilii kеpsееñ, sахаlıı sаñаrıñ, İnsanca konuşun, Sahaca konuşun (1424) Cе, ırаах dа buоllаrgın çugаhаа, Haydi, uzak da olsan yakın, Çugаs dа buоllаrgın bааr buоl!”- diеn (1780) Еtеr tılım еgеlgеtin Yakın da olsan yaşat!” deyip Söylenen sözümün anlamını İkki sеgеlgеn kulgааххıtınаn İki delik kulağınla İstе bilgеlееñ еrе! Dinleyip öğren hadi! (1808) Kulgаах ırааğı istеr, Kulak uzağı duyar, Хаrах çugаhı аñааrаr diеn Göz yakını görür diye Ölbüt öbügеlеr Ölmüş ataların Öytörün хоhооnugаr dılı, Dedikleri gibi (2199) Uоrааççı kеllеğinе, Hırsız geldiğinde, Оlоrоn biеriеххit, Hareket etmeyeceksiniz, Tаlааççı kеllеğinе, Soyguncu geldiğinde, Tаñnа sаtıаххıt, Üstünüzü giyinemeyeceksiniz, Ölörööççü öñöydöğünе, Katil uğradığında, Öydööbökkö хааlıаххıt! Anlamayacaksınız! (2457) Biir sılcıbıt ıаlcıtı mааllааbаkkа, Misafirlik için gelen kimse yemek yemedi, Biir хоmmut хоnоhоnu хоnnоrbоkkо, Gecelemek için gelen kimse gecelemedi, Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 367 (2558) Muñnаах kihi muñun tuоydаğа, Еrеydеех kihi еrеyin еttеğе, Sıkıntılı kişi herhalde sıkıntısını söyler, Biçare herhalde sorununu söyler, Cаydаах kihi cаyın sаñаrdаğа”,- diеn, (2588) Çоrооn kımıs tutuurdаах turаn, Murdar kişi herhalde pisliğini söyler”, diyerek Elinde kımız olan kadehle gelip “Dоrооbо” biеrbitiñ suоğа; Selam verdiğin yok; Kırbаs еt kıbınıılаах kеlеn, Kolunun altında bir parça et ile gelip1, Iаlcıttааbıtıñ suоğа. Misafir olduğun yok. (3749) Kııs оğоñ kıptııy kıbınııtıgаr, Kız çocuğunun makası koltuk altında, Uоl оğоñ оnоğоs tutuutugаr, Erkek çocuğunun oku elinde olduğu zaman2, (3910) Kün uluuhugаr öhögöydööх öyü öydöömö, Güneş kabilesine düşmanca düşünce besleme, Аyıı аymаğаr хаrа sаnааnı sаnааmа. Kömüskеstеех sürехtеn, Koruyucu yürekli ol, Аhınıgаs sаnааlаn! Merhametli ol! Ааn dоydugаr, Ana yurduna, Аymах cоññоr tiiyеn, Kabinenin insanlarına gidip İеrimе ciеni iççilее, Bereketli evini sahiplen, Törötör оğоnu tölkölöö Doğmuş çocuğunun kaderini tayin et, İitеr süöhünü kürüölее, Beslenen hayvanlarını çitle çevir, Ааl uоtu siriеdit! Aile ocağını hazırlat! (4668) Sırıı kihitе sılаybıtıñ buоluо, 1 2 Ayıı kabilesine kötü düşünce besleme. Seyahat eden kişi burada dinlenecek, Sınńаnаn ааhıаñ ühü, Onu dinlendirin; Suоl kihitе kuоhааbıtıñ buоluо, Yolculuk yapan kişi burada susayacak, Utахtа ihеn ааhıаñ ühü, Su ihtiyacını giderin; Sahaların cepleri olmadığı için bir yere et götürdüklerinde mecburen kuru otla eti sarıp koltuklarının altına koyuyorlardı. Burada ona gönderme yapılıyor. “Kız çocuğunun makası koltuk altında, Erkek çocuğunun oku elinde olduğu zaman” Çocuklarınız büyüdüğünde anlamında kullanılmıştır. 368 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Аyаn kihitе аmńırааbıtıñ buоluо, Seyahat eden kişi burada acıkacak, Ахtаах ilgеttеn Ona kutsal yemeklerden Аhааn ааhıаñ ühü diеn Yedirin demiş idi, Er Samır 260 “Ćaman da bolzo, uulıñ “Kötü de olsa, oğlun Ćalmajına sogorgo ćarabas” –dep Kalçasına vurmak olmaz” diye 777 Buurzabaska buurzaba Merhametsize merhamet etme Kilebeske kilebe Düşüncesizi düşünme Kıyında ćürgen kijige Eziyet eden kişiye İçiñ kanay açıbagan? İçin nasıl acımaz? Ćürümi katu kijige Hâli kötü kişiye Ćüregin kanay sısta bagan? –dep Yüreğin nasıl sızlamaz -diye Iralabastı ıralap İstenmezi isteme Iltam ćortpoy, ćıgılba –diyt Hızla gitmeyip, yığılma – dedi Sezinbesti sezinip Sezilmeyeni sezip, 1335 1473 1932 Sek bolup ćıgılba –dıyt Leş olup yığılma – dedi Ölgön kiji birle ölgön Ölen kişi bir kez ölür Bargan kiji birle bargan. Giden kişi bir kez gider Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 369 Altın Çüs 104 Çаğаzı çоx kip pоlbаs Yakasız elbise olmaz Çаrğızı çоx çоn pоlbаs Adaletsiz halk olmaz 918 Kizi tudıngаn xıl аrğаmcı İnsanın tuttuğu kıl ip, Xаcаn dаа niskе çirdеñ üzilеdir nimеs pе? Her zaman inceldiği yerden kopmaz mı? 1079 İnеlçеtkеn nimеninъ üçün Acı çeken için, İnеlеgе sаğınıp çöribistim Acı çekmeli, diye düşündüm. Xаrtığа xustı xаpsа tidir, Kartal kuşu kaparsa, derler Xаnаttıñ çügi xаlаdır, tidir. Kanadının tüyü kalır, derler 1497 Añnı püür tut salza, tidir, Avı kurt tutarsa, derler Azax-pısxağı xaladır tidir. Ayağı, pençesi kalır, derler 2919 Çastañ oray palanı Yeni doğmuş çocuğu Çattırıbızarğa çir çarabas. Öldürmek doğru değil. 3050 Alıp kiziniñ palazı Alp kişinin çocuğu Alıp polcañ poltır Alp olur imiş Adı çox kizee at mündürgen, Atı olmayanı ata bindirmiş Kibi çox kizee kip kizirgen Elbisesi olmayana elbise giydirmiş. 1493 3909 Mögö Şagaan Toolay 440 Ölürer kijiniñ sözün alır, Öldürülecek kişinin sözü dinlenmeli, Ölgen maldıñ hanın alır ujurlug çüve Ölen hayvanın kanı alınmalıdır 1309 Olut kijige çugaa, Tembel kişiye sohbet, Çoruk kijee saatdeen ışkaş Yolcu kişiye gecikme dedikleri gibi 1340 Er kiji bir sorugdaan çüvezin Er kişi bir defa niyetlendiğini Çedip albas bolza, Yerine getirmezse Töögüzü döjek çüdürer Ömür boyu yük taşıyan 3019 3259 Döngür kök buga bolur çüve deeni kay, Boynuzsuz gök boğa olur derler Er at er eezinge –daa Er at er sahibine Hayır alıg-la ıynaan, Hayırlıdır. Ölgen kiji çerle eki Ölen kişi iyi, Ölgen mal çerle süttüg bolur iyin. Ölen mal sütlü olurmuş. Sonuç olarak Türklerin gerek sözlü gerek yazılı edebiyatlarında kahramanların ve toplum önderlerinin kişileri ve toplumu gelenek ve görenek doğrultusunda daha iyiye ve daha doğruya yönlendirmek amacıyla söyledikleri veciz ve hikmetli 370 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı sözler dilin kullanıldığı zamanlardan itibaren söylenmiştir. Hatta bir kısmı zamanın imbiğinden süzülerek ilk söyleyicileri unutularak atasözü halinde toplumun değer kalıplarını oluşturmuşlardır. Bizim yukarıda verdiğimiz örneklerde de görüleceği üzere güçsüze yardım etme, misafiri iyi ağırlamak, sözünde durmak, adaletli olmak, düşünmeden iş yapmamak gibi değerler eğitimi açısından önemli olduğunu düşündüğümüz pek çok hususun destan dönemlerinden itibaren Türklerin temel hasletlerinden olduğu gözlemlenmektedir. Nitekim Dede Korkut’ta geçen pek çok hikmetli sözün bu destanlarda da geçtiğini görmekteyiz. Kaynakça Arıkoğlu, Ekrem (2007). Hakas Destanları-I, TDK. Ankara. Arıkoğlu, Ekrem, Borbanaay Buyan (2007). Tuva Destanları, TDK. Ankara. Çolak, Doğan (2022). Kııs Debiliye Destanı. Ankara: TDK Yayınları. Dilek, İbrahim (2002). Altay Destanları, TDK. Ankara. Ergin, Muharrem (1964). Dede Korkut Kitabı. Ankara: TDK Yayınları. Ergin, Muharrem (2004), Dede Korkut Kitabı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. İnan, Abdulkadir (1925) “Kitâb-ı Dede Korkut Hakkında”, Makaleler ve İncelemeler, s. 168-170; ilk defa Türkiyat Mecmuası, C. I, 1925, s. 213’de yayımlanmıştır. Özdemir, Hasan (2003). “Dede Korkut›un Kişiliği ile İlgili Efsaneler” Türkoloji Dergisi, 16 (2), s.22-33, Ankara. Şahin, V. (2009). “Dede Korkut Hikâyelerinde İyilik Kültürü”. I. Ulusal İyilik Sempozyumu, Elazığ. 23 Kasım 2011, http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/veysel_sahin_dede_korkut.pdf Tunç, Zekiye (2020). “Dede Korkut Kitabı’nda Şamanik Unsurlar”, Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi Cilt : 8 Sayı : 25 Sayfa: 142 - 163 Aralık 2020. ÇAĞDAŞ ARAP DİYALEKTLERİNDE TÊTA SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE BİR İNCELEME Dr. Ragıp MUHAMMED ORCID No: 0000-0001-5306-820X. Giriş Tarih boyunca Türkler yaşadıkları geniş coğrafyalardaki komşuları ile kültürel, askerî, dinî gibi çeşitli alanlarda temas etmişlerdir. Kültürel temas sonuncunda çeşitli dillerle ilgi kuran Türkler sözcük alışverişinde bulunmuşlardır. Türkçenin sözcük alıp verdiği en önemli dillerden birisi de Arapçadır. Türk-Arap kültür ve dil ilişkisi Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleri ile başlamıştır. Daha sonra Arap coğrafyasında hakimiyet sağlayarak İhşîdîler, Selçuklar, Memlûkler ve Osmanlı gibi Türk devletleri kurmuşlardır. Bu Türk devletlerinde Araplar ile Türkler iç içe yaşamışlar ve aralarında kültür alışverişi olmuştur. Bu alışverişe dil de dahildir. Öyle ki bugüne değin Arapçada (özellikle konuşma dilinde) Türkçenin varlığı önemli bir ölçüde hissedilebilmektedir. Muhtelif Arap diyalektlerinde (Suriye, Ürdün, Lübnan, Irak, Mısır, Cezayir, Libya, Yemen, Sudan vd.) kullanılan Türkçe unsurlar üzerine birçok inceleme yapılmıştır. Bu tür incelemelerde söz konusu diyalektlerdeki Türkçe unsurlar tespit edilerek anlamlandırılmaktadır. Ancak son dönemde karşımıza çıkan yeni incelemelerde sadece sözcük tespit ile yetinmeyip Arap kültüründeki etkisini ortaya koymaya çalışılmıştır1. Bu incelemelerde kaynakça olarak Arap diyalektleri ile ilgili hazırlanmış sözlükler, derlemeler, masallar, hikayeler, destanlar, atasözleri ve ansiklopedik eserlere başvurulmaktadır. Genellikle bu eserlerdeki yer alan Türkçe unsurların büyük bir kısmı Osmanlıcadan, cüzi bir kısmı ise Memlûk Devleti döneminde yaşamış olan Kıpçak Türklerinden Arapçaya intikal etmiştir. Mısır ve Suriye’de hüküm süren Memlûk Devleti (1250–1517) döneminde yönetici kesimin çoğu Kıpçak Türklerinden, halkın çoğu ise Araplardan oluşmaktaydı. Bu yüzden halk Türkçe öğrenmek ihtiyacı duymuş ve bu ihtiyacı karşılamak için Türkçe öğretmek amacıyla çeşitli eserler ortaya çıkmıştır. Bu şekilde Türk1 Bk. Mohammad, R. (2015), “Bazı Arap Lehçelerindeki Atasözlerinde Geçen Türkçe Kelimeler”, Dil Araştırmaları Dergisi, Güz 17, s. 199-213. Karagözlü. S. (2018), Irak Arapçasına Giren Kuşçulukla İlgili Türkçe Kelimeler, Dil Araştırmaları Dergisi, no. 22, s. 159–168. Kaymaz, Z. (2011). Türkçenin Arapçaya Etkileri Üzerine Bazı Tespitler. Turkish Studies 6/1, 69-73. 372 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı çenin Arapça üzerindeki etkisi gittikçe artmış ve özellikle günlük hayatla ilgili pek çok Türkçe unsur kullanılmaya başlanmıştır. Bu unsurların günümüze kadar Arapçada yaşamakta ve son dönemlerde yapılan çalışmalarda önemli bir kısmı tespit edilmiştir2. Peki bu unsurların tamamı tespit edilebilmiş mi? Keşfedilebilecek yeni unsurlar var mı? Bu sorulara yanıt bulabilmek amacı ile çağdaş Arap diyalektlerinde bulunan, ancak daha önce pek tespit edilemeyen bazı Türkçe unsurlar tarafımızca tespit edilmiştir. Bu unsurlardan birisi ve çalışmamızın konusu olan têta sözcüğüdür. “abla, ağabey, baba, dayı, teyze” gibi Türkçe akrabalık adları neredeyse bütün Arap diyalektlerinde yaygındır. Bu adların yanı sıra têta sözcüğü de mevcuttur. Diğer akrabalık adlarına göre daha az ve sınırlı bir bölgede kullanılmakta olan bu sözcük, Mısır’da ‫ تيته‬têta “babaanne, anneanne” (Spiro, 1999, s. 88), Şam’da ‫تيته‬ têta (sadece Şam şehrinde ve çevresindeki bölgelerde) “babaanne, anneanne, yaşlı kadınlara seslenme biçimi” (Segal vd. 1978, s. 129) şeklinde yaşamaktadır. Yüzyıllarca kullanılagelen ve Arapça ‫ جدة‬cedde sözcüğünün yerine geçen têta’nın kökeni ile ilgili Arap diyalektleri üzerine hazırlanmış çalışmalarda herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Daha önce kökeni ve kullanım alanı pek araştırılmayan bu sözcük ilgimiz çekti. Çünkü kanaatimizce bu sözcüğün kökeni Türkçedir veya daha önce bahsi geçen bölgelerde hakimiyet sağlayan Memlûk Kıpçaklarından Arapçaya geçtiğini düşünmekteyiz. Bu çalışmada sözcüğün kökeni ve Arapçaya geçişi hakkında ayrıntılı bilgi sunduktan sonra ileri sürdüğümüz savları ispatlamaya çalışılacaktır. 1. têta Sözcüğü Akrabalık adı olan têta sözcüğü, çeşitli varyantlarla ve farklı anlamlarda Türk diyalektlerinde yaşamaktadır. Üstelik bazen aynı diyalektin ağızlarında farklı anlamlarda da kullanılabilmektedir. Çağdaş Türk diyalektlerinde kadın akrabalık adı ve erkek akrabalık adı olarak yer alan têta sözcüğü, iki başlık altında ele alınacaktır. 1.1. Kadın Akrabalık Adı Bu başlığın altında çalışmamızın konusu olan têta, hangi Türk diyalektinde ‘kadın akrabalık adı’ anlamında olduğu izah edilecektir. Eğer aynı diyalektin ağızlarında farklı anlamları varsa ayrıca belirtilecektir. 2 Memlûk Devleti döneminde Arapçaya geçen Türkçe sözcükler için bk. Mohammad, R. (2018). “Memlûk Kıpçak Türkçesi Sözlüklerindeki Türkçe Alıntı Kelimeler Üzerine Bir İnceleme”, Eskişehir Üniversitesi, X. Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, s. 1126-1131. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 373 Bşk. (ağ.) tätäy “teyze (annenin küçük kardeşi); abla; birine göre anne-babasından küçük, kendisinden büyük olan kadın akraba”, tutay “abla; birine göre anne-babasından küçük, kendisinden büyük olan kadın akraba; küçük kız kardeş”, tütäy “abla; birine göre anne-babasından küçük, kendisinden büyük olan kadın akraba” (Li, 1999, s. 145-146). Krm. tata “kız kardeş, hala, teyze” (Li, 1999, s. 145). Kar. (h) tete, Kar. (t) tota “teyze” (Garkavets, 2000, s. 427). Krç-Blk. tota “hala, teyze” (Li, 1999, s. 145). Kaz. tete “yaşı büyük kadınlara saygı belirtisi olarak kullanılan hitap (edebi dilde)” (Kurmanbaiuly vd. 2022, s. 88). Nog. tetey “çocuk dilinde nine” (Yazıcı Ersoy, 2011, s. 103). Tat. tätä “hala, teyze, oyunca, çıngırdak; (mec., esk.) ahlakı bozuk bir kız, fahişe”, tütäy, tüti “hala, teyze”, Tat. (ağ.) tätä “abla, nine, nineye seslenme biçimi; halaya, teyzeye, ablaya veya yaşça büyük yabancı bir kadına seslenme biçimi”, tutış “halaya veya teyzeye seslenme biçimi”, tütäy “ablaya seslenme biçimi; komşu kadına veya köyde saygıdeğer yaşlı kadına seslenme biçimi; babanın veya annenin ablasına seslenme biçimi; görümce (kocanın ablası); elti (kocanın ağabeyinin karısı); elti”, tüti “halaya veya teyzeye seslenme biçimi; uzak kadın akraba; ablaya seslenme biçimi” (Li, 1999, s. 145-146). 1.2. Erkek Akrabalık Adı Bu başlığın altında ise ‘erkek akrabalık adı’ olarak kullanılan têta incelenecektir. Çul. tätä “baba” (Li, 1999, s. 117). Çuv. (ağ.) tete “ağabey” (Egorov, 1964, s. 243). Gag. tätü “konuşma dilinde baba” (Baskakov, 1991, s. 242). Kar. (t) tata “baba” (Garkavets, 2000, s. 427). Kaz. tete (sadece güney ağızlarında) “baba, amca, erkek kardeş” anlamındadır (Kurmanbaiuly vd. 2022, s. 88). Tat. (ağ.) tätä “baba”, tätäy “baba” (Li, 1999, s. 116-117). Yak. tǟtä “baba” (genelde küçük çocuklar tarafından kullanılan seslenme sözü) (Egorov, 1964, s. 243). Dol. (S) tǟtä, tätäi Dol. (A) tǟtä “baba” (Li, 1999, s. 116-117). Trk. (ağ.) tete “teyze, hala, babaanne” (Derleme Sözlüğü, 1993, s. 3898). 374 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 2. têta Sözcüğünün Kökeni Araştırmacılar têta sözcüğünün kökeni ile ilgili çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir: Egorov, Çuvaş ağızlarındaki tete “ağabey” sözcüğü, Tat. tütäy ve tüti “hala, teyze”, Tr. dede “dede”, Uyg. tetey “hala, teyze” sözcükleri ile bağlantılı olduğunu söylemektedir (Egorov, 1964, s. 243). Tenişev, tata “babanın küçük kardeşi, amca” sözcüğü Çinceden geçtiğini belirtmiştir (Tenişev, 1976, s. 504). Li, Türk Dillerinde Akrabalık Adları isimli çalışmasında tata “baba” ve tʹotʹa “hala, teyze, nine, abla” olmak üzere iki ayrı madde başı altında incelemiştir. Ona göre tata, çocuk diline ait bu sözcük Rusça veya başka bir Slav dillerinden Türk diyalektlerine geçmiştir. tʹotʹa “hala, teyze, nine, abla” ise yine Rusça veya Slav dillerinden Kıpçak grubundaki birkaç diyalekte girmiştir (Li, 1999, s. 116, s. 145-146). Yazıcı Ersoy, Başkurtçada tätäy “teyze, abla”, tütäy ve tütä “abla, küçük kız kardeş” sözcüklerinin Rusça tetya ‘teyze’ sözcüğünden ortaya çıkmış olduğunu açıklamıştır (Yazıcı Ersoy, 2011, s. 103). Ramazanova, tätä sözcüğünün Tatarcanın ağızlarında “baba” ve “abla; nine, nineye seslenme biçimi” iki farklı anlama geldiğini dikkat çekerek bu tür akrabalık adları zamanla karşı cins için kullanıldığını ifade etmektedir. Araştırmacıya göre tätä, ilk olarak “baba, dede” anlamındaydı, daha sonra “nine, abla” gibi karşı cinsi nitelendiren bir anlam kazanmıştır (Ramazanova, 2022: 1-2). Kurmanbaiuly ve Adilov, tete sözcüğünün kökenini Eski Türkçedeki dede sözcüğüyle ilişkilendirmektedir. İki araştırmacı, bu sözcük Kazakçada Eski Türkçede olduğu gibi “erkek akrabalık adı” olarak kullanılmıştı. Daha sonra anlam genişlemesine uğrayarak hem “erkek akrabalık adı” (güney ağızlarında) hem de “kadın akrabalık adı” (edebi dilde ve kuzey ağızlarında) şeklinde yaşamaya devam etmiştir. Ayrıca Slav dillerindeki tyatya / tyotya sözcüğü ile ilişkisi olmadığını belirtmişlerdir (Kurmanbaiuly vd. 2022, s. 97). Sonuç Arapçadaki têta sözcüğü Türk diyalektlerinde tätäy, tutay, tütäy, tata, tete, tota, tetey, tätä, tütäy, tüti, tutış, tüti, tätü, tǟtä, tätäi gibi farklı şekillerde yer almaktadır. Sözcüğünün kökeni hakkında iki farklı görüş mevcuttur. Birincisi, sözcük Türkçedir ve aslında dede sözcüğünden gelmektedir. İkincisi ise Rusça veya Slav dillerinden Türkçeye (özellikle Kıpçak grubuna) geçen bir alıntıdır. Sözcüğün Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 375 kökeni hakkında kesin bir fikir söylemek güçtür. Fakat kesin bir şey söylemek gerekirse o da Arapçadaki têta sözcüğü Türkçeden geçen bir alıntıdır. Çünkü çağdaş Arap diyalektlerinde Rusça veya Slav dillerinden geçen alıntı sözcüklere rastlamak pek mümkün değildir. Bu yüzden kanaatimizce Arap diyalektlerindeki têta, Memluk Kıpçak Devleti döneminde Mısır ve Suriye’de (Özellikle Şam şehrinde ve çevresindeki bölgelerde) yoğun bir şekilde yaşamış olan Kıpçak Türklerinden geçip yüzyıllar boyunca bu bölgelerde “babaanne, anneanne, yaşlı kadınlara seslenme biçimi” anlamlarında muhafaza edilmiştir. Kısaltmalar ağ.: Ağız bk.: bakınız Bşk.: Başkurt Türkçesi Çul.: Çulımca Tatar Türkçesi Çuv.: Çuvaş Türkçesi Dol.: Dolgan Türkçesi Gag.: Gagavuz Türkçesi Hak.: Hakas Türkçesi Kar. (h).: Karayim Türkçesi – Haliç Lehçesi Kar. (t).: Karayim Türkçesi – Troki Lehçesi Kaz.: Kazak Türkçesi Krç-Blk.: Karaçay-Balkar Türkçesi Krm.: Kırım-Tatar Türkçesi Nog.: Nogay Türkçesi Trk.: Türkiye Türkçesi Tat.: Tatar Türkçesi Uyg.: Yeni Uygur Türkçesi vd.: ve diğerleri Yak. Yakut Türkçesi 376 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kaynakça Baskakov, N. A. (1991). Gagauz Türkçesinin Sözlüğü (çev. İ. Kaynak – M. Doğru). Kültür Bakanlığı Yayınları. Egorov, V. (1964). Etimologicheski slovar chuvashskogo iazyka. Çeboksarı. Garkavets, O. (2000). Urumski Slovnik. Baur. Yazıcı Ersoy, H. (2011). Başkurt Türkçesinde Aile ve Akrabalık İsimlerinde Kullanılan -y Biçimbirimi. Türkbilig, 2011/21, 87- 112. Karagözlü, S. (2018). Irak Arapçasına Giren Kuşçulukla İlgili Türkçe Kelimeler. Dil Araştırmaları Dergisi, 22, 159–168. Kaymaz, Z. (2011). Türkçenin Arapçaya Etkileri Üzerine Bazı Tespitler. Turkish Studies 6/1, 6973. Li, S. Y. (2020). Türk Dillerinde Akrabalık Adları. Türk Dil Kurumu Yayınları. Kurmanbaiuly, Ş. – Adilov, M. (2022). Täte” Jane Özge de Tuistik Ataulardın Semantikası. Turkic Studies Journal, 3, 85-102. Mohammad, R. (2015). Bazı Arap Lehçelerindeki Atasözlerinde Geçen Türkçe Kelimeler. Dil Araştırmaları Dergisi, Güz 17, 199-213. Mohammad, R. (2018). Memlûk Kıpçak Türkçesi Sözlüklerindeki Türkçe Alıntı Kelimeler Üzerine Bir İnceleme. Ed. Ağaca, F – Koç, A. X. Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı. (ss. 1126-1131.). Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları Ramazanova, D. (2022). Protivopolojnye po polu znachenia nekotoryh terminov rodstva. http:// atlas.antat.ru/upload/ramazanova/protivopolognie.pdf Segal, V. S. – Masirani, M. (1978). Arabsko-Russkiy Slovar Siriyskogo Diyalekta. Russkiy Yazik. Spiro, S. (1999). An Arabic English Dictionary Of The Colloquial Arabic Of Egypt. Libriairie du Liban. Tenişev, E. R. (1976), Stroy Sarıg - Yugurskogo Yazıka. Moskva. Türk Dil Kurumu (1993), Derleme Sözlüğü. X. Cilt, 2. Baskı. Türk Dil Kurumu Yayınları. İLK DEFA İŞİTTİĞİM/OKUDUĞUM BAZI KİŞİ ADLARI Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU, Emekli Öğretim Üyesi ORCID No: 0000-0001-5325-1397 Ailemiz arasında ve mahallemizde çocuklarımıza konulan adlar genellikle geleneksel adlardır. Yakın çevremizdekilerin yadırgayacağı adların görülmesi pek azdır. Onlar da çok farklı sebeplere bağlı olarak konulmuştur. Peki, bu ad olayları nerede ve hangi yıllar arasında yaşanılmıştır? Aşağıda öncelikle o dar coğrafyayı hatırlatmakla yazımıza başlayalım. Mahallemiz, önceleri Konya’nın merkez ilçesi iken büyükşehir olmamızdan sonra Meram ilçesine bağlanan Fahrünnisa Mahallesi idi. Ne yazık ki geçtiğimiz yıllarda yapılan düzenleme ile bu mahallenin bir bölümü Uluırmak Mahallesi’ne bağlanırken öbür bölümü de yeni oluşturulan Çaybaşı Mahallesi’nin sınırları içine alındı. Oysa mahalle adını Hz. Mevlâna’nın hanım öğrencisi Fahrünnisa Hatun’dan almıştı. Onun adını taşıyan tarihî Fahrünnisa Camii varken, günümüzde aynı bölgede bir Fahrünnisa Hatun Kültür Merkezi ve Fahrünnisa Kız Kur’an Kursu gibi, bazıları oldukça eski tarihlere dayanan kurumlar varken mahallemizin adının kaldırılmasını anlamakta zorluk çekilmiştir. Kişi adlarıyla ilgili böyle bir yazının kaldırılan bir mahalle adıyla başlatılması tarafımızdan anlamlı bulunmuştur. Adlarımıza gelince… Bunların, daha doğrusu işitip öğrenebildiğimiz adların dışındakileri oldukça yadırgıyorduk. İlkokul yıllarımda bir Nurtop Var’ı, bir Güngör Göral’ı, Özden Kaşıkçı’yı, Kaya Narin’i, Ertuğrul Anlaş’ı, Türkan’ı, Mualla’yı; Muzaffer’i yadırgamayacaktım da ne yapacaktım ki? Ortaokula gelince, Konya’nın daha çok geleneksel yapıdaki bir semtinden kalkıp da seçkinlerin oturduğu bir semtteki okula gitmek, benim ad dünyamı da alt üst ediverdi. İşte o adlardan bazıları: Selçuk Pala, İlhan Karahıtay, Ergüven Ekener, Ender Özgören, vb. Ortaokul son sınıfa gelip de sınıflar birleştirilince karışık bir sınıfta okumaya başlamıştık. İşte yeni sınıfdaşlarımızdan bazıları: Mine ve Oya Karaman kardeşler, Perihan Biroğlu, Janset Baybaş, Sibel, Volkan (veya Verda) vb. Bu adların içinde yadırgayacağımız kaç ad kaldı ki? Belki bir Janset’i, bir de Verda’yı. Bütün bu yadırgamaların sebebi nedir? Sokağa oyun için ilk çıktığımız günlerde tanıştığımız arkadaşlarımızın ve biraz da abla ve ağabey gibi algıladığımız bazılarının adlarını da sayıverirsek yukarıda dile getirdiğimiz şaşkınlığımızın sebepleri kendiliğinden ortaya çıkacaktır. İsmail, Hakkı, Mehmet, Kadir, Refik, Hüseyin, Ali, Muammer, Mevlüt, Hasan, Mustafa, vb. Birkaç da kız çocuklarının 378 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı adlarından önek verelim: Fatma, Saadet, Emine, Kübra, Aliye, Hatice, Hacer, vb. Bu arada ilgimizi çeken şu bir iki adı da eklemeliyiz: Ayten, Müjgân, Yıllarını Türk ad bilimine ayıran bir araştırıcı olarak konuyu farklı açılardan ele almaya sürekli olarak özen gösteriyoruz. Bu yazımızda da iki ana konu ele alınacaktır. a. Çocukluk yıllarımızın sporcularının adları b. Değişik zamanların farklı alanlardaki ünlülerinin adları I. SPORCULAR Bu sporcularımızın adlarıyla tanıştığım yıllarda pek çok evde olmayan radyolardan maç nakli dinlememiz mümkün değildi. Gazeteler altı veya sekiz sayfa olup hafta arasında spor haberleri son iç sayfada bazen tek sütun olarak verilirdi. Ancak cumartesi, pazar ve pazartesi günleri spor haberlerine biraz daha fazla yer verilirdi. Aşağıda adları verilecek olan sporcular, dönemlerinde çokça tanındıkları için bizde bir yer bulabilmişlerdir. Ancak bu yer bulma işinde adlarının farklı olmasının rolü önemlidir. Onca Ahmet’ten, Mehmet’ten veya Mustafa’dan aklımızda kalanların sayısı o kadar az ki… Bir Beton Mustafa, bir Büyük Ahmet… a. Futbolcular 1. Beşiktaşlılar: Bülent Esel, Vedii Tosuncuk. 2. Fenerbahçeliler: Akgün Kaçmaz, Erdal Kocaçimen, Müjdat ? 3. Galatasaraylılar: Bülent Eken ve Reha Eken kardeşler, Gündüz Kılıç, İsfendiyar Açıksöz, Turgay Şener . b. Güreşçiler: İki güreşçimiz de 1948 Londra Olimpiyatlarına altın madalya kazanmışlardı, Gazanfer Bilge (serbest 62 kiloda bütün rakiplerini tuşla yenmişti.) Nasuh Akar (serbest 57 kiloda şampiyon olmuştu. Akar, daha sonra ağabeyimin de kurucuları arasında yer aldığı ve adı (galiba) Konya Güreş İhtisas Kulübü’nün güreşçilerini de çalıştırdığı günler de tanışmıştık.) c. Atletler: 1. Erdal Akkan (Yüksek atmamada Türkiye rekorunu kırmıştı.) 2. Ruhi Sarıalp (Londra olimpiyatlarında üç adım atlamada üçüncü olmuş ve bize bu dalda ilk madalyayı kazandırmıştı.) 3. Ferhan Devekuşuoğlu (üç adım atlayıcısı) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 379 ç. Eskrim: Nef ’i Güven (1955 Akdeniz Oyunlarında dünya şampiyonunu yenip dünya rekoru kırmıştı.) Bu, sayıları on beşi bulan sporcu adlarından yadırgadığınız, “Böyle adlar da mı varmış?” diyeceğiniz var mı acaba? Mesela, Nef ’i, Nasuh, Reha, Vedii, vb. adlarla hiç karşılaştınız mı? Açıkça söylememiz gerekirse bu adları taşıyan hiçbir büyüğümüz veya küçüğümüzle karşılaşmadık. Belki bazı adlar gazete ve dergi sayfaları ile radyo ve televizyonlarda seslendirilmiş olabilir. Not: Reha adı aynı zamanda hanımlar için de konulmaktadır. Sinema ve tiyatro oyuncusu Reha Kral ve İstanbul Belediyesi önceki başkanlarından Ahmet İsvan’ın eşi, ziraat mühendisi ve öğretmen Reha İsvan da bu arada hatırlanmalıdır. Elbette o dönemin pek çok sporcusunu da tanıyoruz ama adları ilgimizi çekecek bir farklılık göstermemektedir. II. PEK AZ GÖRÜLEN BAZI ADLAR Bu adları taşıyan kaç kişinin olduğunu belirlemek için genel ağın ilgili sayfalarına girip dolaşmamız gerekecek. Ancak biz bu adlardan bazılarını ne işittik, ne de okuduk. Üstelik bazıları da yazılı ve sözlü basında fotoğrafı, görüntüsü ve haberiyle sık sık karşımıza çıkmaktadır. Aşağıda bu adlardan bazılarını sizlerle paylaşacağız. Bendevi Palandöken, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Federasyonu’nun (TESK) Genel Başkanıdır. Sık sık gazetelerin ekonomi sayfalarında görülür. Genel ağdaki kaynaklar bu adın kız çocukları için konulduğunu, Sanskirtçe kökenli olduğunu ve “Şöyle güzel anlamı var, böyle güzel anlamı var.” diye de bildirmektedir. Diyoruz ki, acaba, bu adın, Farsçadan gelen bende kelimesinin anlamları arasında yer alan dost, yakın gibi anlamlarla bir bağı var mıdır? Bukre Muşmula, bir üniversitenin Harita Mühendisliği Bölümü/Fakültesi öğrencisi olduğu kaydedilmiştir. Ayrıca, Temizkök ve Muşmula Ailelerinin çocukları, Bukre ile İbrahim de 07 Ekim 2017’de nikâhlanmışlar. O hâlde gelin kızımızın yeni ad ve soyadı, Bukre Muşmula olarak kayıtlara geçmiş olmalıdır. Bukre’nin anlamının; sabah, sabah vakti olduğu genel ağda kayıtlıdır. Hangi dilde olduğu konusunda birkaç dil sayılmaktadır. Ayrıca, Kahraman Tazeoğlu’nun da Bukre (2019) adını taşıyan bir romanı varmış. Dumlupınar Ağıldere, 1970 yılında Konya’da yaşayan ‘Umumi Cerrahi Mütehassısı’dır. 01 Haziran 1970 tarihli Yeni Konya gazetesinde doktorların ilan sayfasında onun da bir ilanı vardı. Bu doktorun ilanın yayımlandığı tarihte en az 35-40 yaşlarında olması gerekir. Doğum tarihini de 1930’lara kadar götürebiliriz. 380 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı İşin ilgi çekici yanı ise, Türk Dil Kurumu’nun Genel Ağ’daki Ad Sözlüğü’nde bu ad yer almamaktadır. Acaba siz, bu adı taşıyan birilerini tanıdınız mı? (Biz de bu gazeteyi, özel bir sebeple saklamışız ve ancak 03 Nisan 2016 tarihinde okuyabilmişiz.) Mevlâna. Bu ad, bazen aynı kitapta bile üç farklı yazımla karşımıza çıkmaktadır: Mevlana, Mevlâna ve Mevlânâ. Bizce doğrusu ortadaki olmalıdır. Bu ad ile ilgili olarak bir de küçük yazımız yayımlanmıştı. Aradan on yıldan fazla geçmiş olmalı… Yazımızın adı, “Siz Hiç ‘Mevlâna’ İle Konuştunuz mu?” idi. Bu soruyu kendimize de sormuş, ve “Evet, biz Mevlâna ile konuştuk.” diye cevaplandırmıştık. Böylelikle biz de iki buçuk saat kadar, hayatta olan bir Mevlâna ile konuşmuş, sohbet etmiş olduk. (Merhaba/ Akademik Sayfalar, 11 (17),11 Mayıs 2011, 261-264 2007’nin Ağustosu… Birkaç yıldan beri tatillerimizi geçirmekte olduğumuz Mersin’in Erdemli ilçesinden bir işimiz için birkaç günlüğüne Konya’ya dönüyoruz. Otobüste yan koltukta oturan arkadaşımız da Mut’a kadar gidecekmiş. Neyse, ufaktan konuşmaya başladık. Konyalı olduğumuzu öğrenince hemen adını söyleyiverdi: Mevlâna… Hatta bizi inandırmak için de cebinden kimlik kartını çıkararak gösterivermişti. Aile Konyalı değilmiş ama dedesi Mevlâna’yı çok severmiş, adın konulmasında dedesinin sevgisi öne çıkmış. Yıllar sonra, bu yazılarımızı bir kitapta toplarken ikinci bir Mevlâna’yı da uzaklardan tanıyıverdik. Karar gazetesinde (05 Mayıs 2016) köşe yazarı olan Mevlâna İdris. Soyadı yoktu, İdris’in soyadı olma ihtimali çok zayıftı. Bu satırları yazarken genel ağa girdik ve gördük ki o ad gerçek bir ad imiş, soyadı ise Zengin. İşte bu Mevlâna’mız ile ilgili kısa bir bilgi: Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesinde 15 Mart 1966’da doğmuş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş, çeşitli dergilerde (Diriliş, Dergâh, Hayat Yolu, vb.) yazıları yayımlanmış ve bir hastalık sonucu 07 Haziran 2022 tarihinde Kahramanmaraş’ta vefat etmiş. Şairliğinin olduğu da kaynaklarda kayıtlıdır. Ben, adı Mevlâna olan bir Konyalı’ya rastlamadım. Olabilir. Ancak biz Konyalılar daha çok Celaleddin adını kullanırız. Meysere İyibiçer, Çukurova Üniversitesi’nde, Prof. Dr. Erman Artun’un danışmanlığı altında 2000 yılında bitirme tezi hazırlamıştır: Halk Edebiyatı Alanında Karatepe Köyü Monografi Çalışması Bu adla ilgili olarak genel ağda çok bilgi vardır. TDV’nin İslâm Ansiklopedisi’nde, kadim dostumuz merhum Prof. Dr. Asri Çubukçu’nun (1939 Bayburt-21 Mayıs 2019 Erzurum) yazdığı maddenin başlığı şöyledir: Meysere b. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 381 Mesrûk. Maddenin ilk cümlesinde şöyle denilmektedir: “Hicretin 3 veya 4. yılında (624 veya 625) Benî Abs kabilesinden Hz. Peygamber’le görüşmek üzere Medine’ye gelen dokuz (veya üç) kişilik heyette bulundu.” (C. 29. 2004, 508-509). Ayrıca İslam tarihinde adında Meysere bulunan başka kişiler de vardır. III. SANATÇILAR Bu dala girebilecek adların çokluğu hepimizce bilinmektedir. Biz öncelikle eskilerin, daha doğrusu eski kuşak temsilcisi seyircilerin hatırlayabilecekleri birkaç adı verdikten sonra da günümüzün ünlülerinden de bazılarını anıp geçeceğiz. Bu arada her birinin bir filmini, öbür oyuncusunu ve yılını da hatırlatacağız. Hümaşah Hiçan: Tiyatro ve sinema oyuncusu Hümaşah Hiçan, kendisi gibi sanatçı olan Turan Göker ile evli idi. 05 Mayıs 1925’de İstanbul’da doğdu ve 01 Şubat 1997’de yine İstanbul’da aramızdan ayrıldı. Evlatlık, 1959, Hadi Hün Mesiha Yelda: Sinema oyuncusu Yelda 1931 yılında İstanbul’da doğdu, 16 Şubat 1998 tarihinde aynı ilde vefat etti. İlk filmi, 1949 yılında Şadan Kâmil’in yönettiği Uçuruma Doğru’dur. Garibin Aşkı, 1954, Ali Ekdal Üftade Kimi: Sinema oyuncusu Kimi 1930 yılında Romanya doğumludur. 14 filmde rol almıştır. Türk sinemasının ilk sarışını olarak da bilinir. Bir kaza sonucu ağır yaralanırsa da sonuçta hayatta kalır, ancak sinemayı bırakır. Kalp krizi sonucu vefat eder. Annemi Arıyorum, 59, Belgin Doruk ve Mahir Özerdem Ve yakın zamanlardan birkaç ad: Ajda Pekkan ve kardeşi Semiramis Pekkan, Tijen Par, Hümeyra, IV. DEĞİŞİK ALANLARIN KADIN SANATÇILARI Ülkemizi değişik sanat ve kültür alanlarında temsil eden pek çok kadın sanatçımız vardır. Bunlar arasında adları ilgimizi çekenlerin olacağı da unutulmamalıdır. Aşağıda bu adlardan da birkaç örnek vereceğiz. Füreya Koral: Ülkemizin önde gelen seramik sanatçılarındandır. 02 Haziran 1910’da Büyükada’da doğmuş ve 25 Ağustos 1997’de İstanbul’da vefat etmiştir. Ülkemizdeki çağdaş seramik sanatının önde gelen adlarındandır. 382 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Genel ağda bu ad için parlak, ışıklı anlamını vermektedir. Hatta bir kaynakta da Türkçe olduğunu yazıyor. Oysa bu kelimenin birkaç açıdan kesinlikle Türkçe olmadığı anlaşılmaktadır. Buna karşılık bir sitede şöyle denilmektedir: Fürey’a bint Vehb. İsminin anlamı: “Küçük ağaç dalı” demektedir. Efendimiz’in (sas)Teyzesi. Efendimiz’in (sas) annesi Âmine ile teyzesi Fürey’a baba bir kardeştir. (Resullah.org) Maide Arel: Ülkemizin önde gelen kadın ressamlarından olup 1907-1997 yılları arasında yaşamıştır. Maide kelime anlamıyla, üzerinde yemek bulunan sofra demek olup ayrıca yemek, ziyafet anlarına da gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’in beşinci suresi Mâide adını taşımakta olup 120 âyetten oluşmaktadr. Adın konulmasında bu özelliğinin öne çıkacağı unutulmamalıdır. Neveser Kökdeş: Ülkemizin önde gelen kadın bestekârlarındandır. 1902’de Drama’da doğmuş ve 07 Temmuz 1962’de İstanbul’da vefat etmiştir. O, çok yönlü bir sanatkâr olup besteciliğinin yanında şarkı güfteleri de yazmış ve tanburiliğiyle de tanınmıştır. Kökdeş’in batı çalgılarından piyano ve gitar çaldığı da bilinmektedir. Adın nev bölümü Farsça ve eser bölümü ise Arapçadır. Kelime, Türk musikisinde bir makamın adıdır. V. POLİTİKACILAR Politika ile ilgilenmememize karşılık dönemin gazetelerinde adlarını sık sık okuduğumuz bazı büyüklerimizi de burada anmak istedim. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Ord. Prof. Dr. Şemsettin Günaltay’a kurdurduğu kabinedeki bakan adlarının hiç biri konumuzun alanına girmemektedir. Sonraki cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın Adnan Menderes’e kurdurduğu kabinelerde ise ilgimizi çeken birkaç ad vardır. Adlarını ve üstlendikleri bakanlıkları birlikte aktarıverelim. Ancak bu adların bazılarının günümüzde de kullanılması yazımızın ruhuna aykırılık oluşturmamaktadır. (Adlar alfabetik olarak verilmiştir.) Hâdi Hüsman, Gümrük ve İnhisarlar Bakanı Nedim Ökmen, Çalışma Bakanı Rüknettin Nasuhioğlu, İçişleri Bakanı Şem’i Ergin, Devlet Bakanı Yümni Üresin, Ulaştırma Bakanı Zeyyat Mandalinci, İktisat ve Ticaret Bakanı Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 383 SONUÇ Ad bilimi, adı üzerinde başlı başına bir araştırma alanıdır. Bu alanla ilgilenmemizin tarihi neredeyse 50 yıla yaklaşmaktadır. Biz bu alana çok farklı açılardan yaklaşarak araştırıcıların dikkatini çekmek istedik. Yayımlanan iki kitabımız da bu amaca yöneliktir. Gelecekte bu alana eğilecek gençlerimiz olacağına inanıyoruz. Onların alanımıza daha farklı yollardan yaklaşıp sonuçlara ulaşacaklarına inanıyoruz. Bu yazımızda bir insanın hayatının değişik aşamalarında karşılaşabileceği farklı yapılardaki adlara karşı olan ilgisini ele alınmıştır. Konuya ilgi duyan kişilerin de böyle bir yaklaşımı söz konusu olabilir. Ne var ki yeni adlarımızda görüler aşırı değişmeler yeni araştırmaların daha yorucu olacağını göstermektedir. ♣♣♣♣♣ ÖZ OĞUL’UN TUTGUG ~ TUTUG “REHİN” VERİLMESİ HAKKINDA BİLİNMEYEN BİR HUKUK BELGESİ Osman FİKRİ SERTKAYA, İstanbul Üniversitesi Öz oğulun tutġuġ ~ tutuġ yani “rehin” verilmesi hakkında bu güne kadar iki eski Uygur hukuk belgesi biliniyordu. Bu belgelerden ilki USp-51’de yayımlanan Kedire’nin oğlu Bolmış belgesi, ikincisi ise orijinali Sankt-Peterburg’da olup ilk olarak S. E. Malov1, son olarak da N. Yamada2 tarafından yayımlanan Kaytso’nun oğlu Tıtso belgesidir. Ancak konunun üçüncü bir örneğini aslı II. Dünya Savaşı sırasında Berlin koleksiyonundan kaybolan, fotokopisi ise 1930’lu yılların ortalarında İstanbul’da üzerinde çalışmak üzere Reşid Rahmeti Arat tarafından Berlin’den alınarak 12 a-b şeklinde numaralanan ikinci Bolmış belgesi teşkil etmektedir. Bu güne kadar yayımlanmayan bu yeni belgeyi lâyıkıyla değerlendirebilmek için önce ilk iki belgenin metinlerini ve çevirilerini veriyorum. 1. Satır başlarından eksik olan 12 satırlık ilk Bolmış belgesinin transkripsiyonu, satır başları eksik olarak, Nobuo Yamada yayımında verilmişti.3 Ben satır başlarındaki eksik kelimeleri 10., 11. ve 12. satırlardaki metne dayanarak tamamladım. Tamamladığım kelimeleri aşağıda siyah harflerle verdim. Birinci belge: USp 51 (Klementz-Roborovski 5) Sankt-Peterburg Filial (ph) 1 [küskü yıl ikinti ay se]kiz otuz-ḳa (.) 2 man͡ga kedire-ke yun͡glaḳ-laġ [kümüş kergek bolup öz]üm-te toġmış bolmış 3 atlaġ toyın oġulum-nı yigen ḳay-a [birle (?) tutuġ küm]üş-in͡ge samboḳdu tutun͡g4 ḳa yarım yastuḳ kümüş-ke tutuġ [birtim] (.) 5 bu tutuġ kümüş-üg <tu>tuġ birmiş kün üze m(e)n kedire biş [otuz] stır yarmaḳ kümüş sanap altım (.) m(e)n samboḳdu tutun͡g tükel birtim (.) 1 2 3 S. E. MALOV, “Uygurskie rukopisnıye dokumentı ekspeditsii S. F. Oldenburga”, Zapiski Instituta Vostokovedeniya Akademii Nauk SSSR, I, Leningrad 1932, s. 129-149 (altı levha ile). Nobuo YAMADA, Sammlung uigurischer Kontrakte, 2, Osaka, 1993, s. 123-126. Nobuo YAMADA, Sammlung uigurischer Kontrakte, 2, Osaka, 1993, s. 127-128. 386 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 6 bu [bol]mış-ḳa samboḳdu tutun͡g ’erklig bolṣun (.) m(e)n samboḳdu tutun͡g 7 8 birtke [t]utsar bolmış-ḳa ton etük adaḳ baş birmez m(e)n (.) ev teg yoġun iş [iş] 9 letser m(e)n il-nin͡g tutuġ yan͡g-ınça birür m(e)n (.) ḳalmış turuşı yan͡gı [tut]uġ yan͡gınça bolṣun (.) tanuḳ aḳbıra (.) tanuḳ ḳataḳı (.) bu tamġa m(e)n kedire-nin͡g ol (.) 10 11 [küs]kü yıl ikinti ay sekiz otuz-ḳa m(e)n kedire samboḳdu tutun͡g-ḳa [tutuġ] birmiş bolmış adl(a)ġ oġulum-nın͡g biş otuz stır kümüş-ni tükel altım (.) 12 tanuḳ [aḳbıra] (.) men ḳarımdu tutun͡g kedire-ke ayıtıp bitidim (.) bu t(a) mga m(e)n kedire-nin͡g ol (.) Belgenin Türkçe çevirisi: 1 Küskü yıl(ının) ikinci ay(ının) yirmi sekizinde, 2 bana, Kedire’ye kullanmak için gümüş lâzım olup kendimden doğan Bolmış 3 adlı rahip oğlumu, Yegen Kaya [ile (?) rehin güm]üşüne Sambokdu Tutung’a ya4 rım yastuk gümüşe rehin verdim. 5 Bu rehin gümüşü(nü) rehin verdiğim gün, ben Kedire yirmi beş stır yarmak gümüş sayarak aldım. Ben Sambokdu Tutung tamamıyla verdim. 6 Bu Bolmış’a Sambokdu Tutung hakim olsun. Ben Sambokdu Tutung vergiye 8 tutsa, Bolmış’a elbise, ayakkabı, ayak-baş vermem. Ev gibi yoğun iş yapdırsam, 9 ben il (töresinin) rehin miktarınca veririm. Kalan duruşu, miktarı rehin miktarınca olsun. 7 Tanık Akbıra. Tanık Katakı. Bu damga ben Kedire’nindir. 10 Küskü yıl(ının) ikinci ay(ının) yirmi sekizinde, ben Kedire, Sambokdu 11 Tutung’a rehin verdiğim Bolmış adlı oğlumun yirmi beş satır gümüşünü tamamıyla aldım. 12 Tanık Akbıra. Ben Karımdu Tutung Kedire’ye söyleyip yazdım. Bu damga ben Kedire’nindir. Belgenin Almanca çevirisi: ...-Jahr, ... Monat, am Achtundzwanzigsten. Da mir, Kedire, zum Verbrauch ... notwendig wurde, habe ich meinen von mir selbst geborenen Mönch-Sohn namens Bolmış dem Samboqdu Tutung, dem Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 387 ... des Yegen Qaya, für 1/2 yastuq Silber als Pfand gegeben. Dieses Pfand-Silber habe ich, Kedire, am Tag, an dem das Pfand übergeben wurde, (als) 25 stır Münzsilber abgezählt erhalten. Ich, Samboqdu Tutung, habe es vollständig gegeben. Diesen Bolmış möge Samboqdu Tutung besitzen. Ich, Samboqdu Tutung, gebe dem Bolmış, wenn er gegen birt-Steuern ... (etwas macht), überhaupt nichts an Kleidung und Stiefeln. Wenn ich ihn grobe Arbeiten wie Haus(arbeiten) machen lasse, gebe ich entsprechend dem Verpfändungsrecht der Gemeinde. Die übrigen Verhaltensweisen sollen gemäss dem Verpfändungs(recht) sein! Zeuge ist Aqbıra, Zeuge ist Qataqı. Dieses Siegel ist mein, des Kedire. Maus-Jahr, zweiter Monat, am Achtundzwanzigsten. Ich, Kedire, habe 25 stır Silber für meinen dem Samboqdu Tutung als Pfand gegebenen Sohn namens Bolmış vollständig erhalten. Zeuge ist [Aqbıra]. Ich, Qarımdu Tutung, habe es nach dem Diktat von Kedire geschrieben. Dieses Siegel ist mein, des Kedire. Belgenin kişileri: Oğlu Bolmış’ı rehin veren baba Rehin verilen oğul ... Bolmış’ı rehin alan kişi Tanık Tanık Senedi yazdıran Senedi yazan Kedire Bolmış Yigen Kaya Sambokdu Tutung Akbıra Katakı Karımdu Tutung Oğlunu rehin veren baba Kedire İkinci belge: SJ O/54 (O.6) Inv. 1952g. 4134 1 Sankt-Peterburg Filial 2 [Ön yüzü] ton͡guz yıl aram ay on yan͡gıḳa man͡ga ḳ(a)ytso tutun͡g-ḳa yun͡gl(a) 3 4 ḳ-lıḳ kümüş k(e)rgek bolup özüm-te toġmış tıtso ’atl(ı)ġ oġlum-nı çıntso şila-ḳa üç yıl-lıḳ tutġuġ birtim (.) 5 6 tutġuġ kümüş-in ınça sözleşt(i)m(i)z (.) on satır kümüş-ke tutġuġ birtim (.) 7 8 bu on satır kümüş-ni bitig ḳılmış kün üze men ḳaytso tu[tun͡g] tükel tartıp altım (.) 9 men çıntso şila yme bir egsüksüz tükel birtim (.) 10 11 bu oġul-ḳ(ı)y-a-ḳa bir yıl-ta bir üm, köközmek, bir ḳay, bir uçuḳ ç(a)ruḳ, iki 12 yıl-ta bir çekrek, üç yıl-ta bir kürk birle birür men (.) oġul-ḳ(ı)y-a çıntso şila-nın͡g 13 14 evinteki -ler birle yorıp oġrı tev ḳılsar, tutġu ḳapġu yoḳ itük ḳılsar, men çıntso 388 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 15 16 şila baş-ınga bolur (.) yalnguz yorıp oġrı tev ḳılsar, yoḳ [Arka yüzü] itük ḳılsar, 17 18 men ḳaytso tu[tun͡g] baş-ım-ḳa bolur (.) igleser, yiti künki mün aş men çıntso şila 19 birür men (.) yiti kün-tin kiçser men kaytso tu[tun͡g] igelep alıp kün ’eksükin köni 20 21 birür men (.) iglep ölser yarım t(a)varı ölür (.) yarım tavarı tirilür (.) tirilteçi t(a) 22 23 var yana men ḳaytso tu[tun͡g] üze bolup köni birür men (.) üç yıl tükemeginçe 24 öntürmez men (.) apam öntür<ür> men tiser men, bu kümüş-üg birmiş kün-tin 25 berüki asıġ-ı birle köni birür men (.) 26 tanuḳ ḳut(a)dmış ḳ(a)y-a (.) tanuḳ sengiçün (.) bu t(a)mġa men ḳay{y}tso tu[tun͡g]-nun͡g ol (.) buyan-k(ı)ya bitidim (.) 27 ton͡guz yıl aram ay on yan͡gı-ḳa 28 man͡ga ḳ(a)y{y}tso tutun͡g-ḳa yun͡glaḳ-lıḳ tavar 30 oġulum-nı çıntso şila-ḳa üç yıllıḳ tutuġ <birtim> (.) 29 kergek bolup tıtso atl(ı)ġ Belgenin Türkçe çevirisi: 1 Domuz yıl(ının) Aram ay(ının) on(uncu) gününde 2 3 bana Kaytso Tutung’a kullanmak için gümüş gerek oldu. Özümden doğmuş 4 Tıtso adlı oğlumu Çıntso Şila’ya üç yıl için rehin verdim. 5 6 Rehin gümüşünü şöyle sözleştik. On stır gümüşe rehin verdim. Bu on stır 7 8 gümüşü senet yazıldığı günde ben Kaytso Tu(tung) bütünüyle tartıp aldım. Ben 9 Çıntso Şila da bir eksiksiz bütünüyle verdim. 10 Bu oğulcuğa bir(inci) yılda bir pantalon, (bir) ceket, bir ayakkabı, bir yün 11 12 çorap, iki(nci) yılda bir yün gömlek, üç(üncü) yılda bir kürk de veririm. 13 Oğulcuk Çıntso Şila’nın evindeki ler ile yaşayıp, hırsızlık etse, kullanılacak 14 15 kap kacağı kayıp etse, ben Çıntso Şila’nın başıma olur. Yalnız yaşayıp hırsızlık 16 etse, (kap kacağı) kayıp etse, ben Kaytso-Tu(tung(un) başıma olur. 17 18 Hastalansa yedi günkü çorba yemeğini ben Çıntso Şila veririm. Yedi günü geçse, ben Kaytso19Tu(tung) ilgilenerek alıp gün eksiğini doğru tamamlarım. 20 21 Hastalanıp ölse, (rehin alınan gümüşün) yarısı yanar, yarısı ödenir. Kalan üc22 retini de ben Kaytso Tu(tung) tamamlayıp doğru veririm. 23 Üç yıl tükenmeyince rehinden almam. Şayet alırım 25 verdiği günden başlayacak faizi ile doğru olarak öderim. 26 Tanık Kutadmış Kaya, Tanık Sengiçün. Bu tamga ben Kaytso-Tutung’undur. Buyankıya yazdım. 24 desem, bu gümüşü Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 389 27Domuz yıl(ının) Aram ay(ının) on(uncu) gününde 28 29 bana Kaytso Tutung’a kullanmak için (para) gerek olduğundan Tıtso adlı 30 oğlumu Çıntso Şila’ya üç yıl için rehin (verdim). Belgenin Almanca çevirisi: Schwein Jahr, erster Monat, am Zehnten. Da mir, Qaytso Tutung, Silber(münzen) zum Verbrauch notwendig wurden, habe ich meinen von mir selbst geborenen Sohn namens Titso dem Mönch Çintso als Pfand für drei Jahre gegeben. Über die Silber(münzen) für das Pfand haben wir uns wie folgt abgesprochen. Ich habe für 10 satır Silber(münzen) (den Sohn als) Pfand gegeben. Diese 10 satır Silber(münzen) habe ich, Qaytso Tu[tung], am Tag, an dem der Kontrakt ausgefertigt wurde, vollständig abgewogen erhalten. Ich, der Mönch Çintso, habe sie auch, ohne dass eine fehlte, vollständig gegeben. Diesem Sohn gebe ich in einem Jahr 1 Hose und 1 Hemd (oder - Jacke), 1 (Paar) Schuhe, 1 (Paar) Filzstiefel, in zwei Jahren 1 Baumwollhemd (çekrek) und in drei Jahren 1 Pelz. Wenn der Sohn zusammen mit den im Haus des Mönches Çintso Seienden geht und Diebstahl und Trick begehen sollte, oder wenn er (Dinge) zum Erfassen und Ergreifen abhanden und verlustig gehen lassen sollte, kommt es mir, dem Mönch Çintso selbst zu. Wenn er allein geht und Diebstahl und Trick begehen sollte, und wenn er (Dinge) abhanden verso und verlustig gehen lassen sollte, kommt es mir, dem Qaytso Tu[tung], selbst zu. Wenn er erkrankt, gebe ich, der Mönch Çintso, ihm Suppen und Speisen für sieben Tage. Wenn (die Krankheit) sieben Tage überschreitet, bin ich, Qaytso Tu[tung] der ihn besitzt und übernimmt, und ich gebe korrekt, was ihm (jeden) Tag fehlt. Wenn er erkrankt und stirbt, stirbt eine Hälfte seiner Habe, die andere Hälfte wird belebt(?). Die belebt werdende Habe kommt dann mir, Qaytso Tu[tung], zu, ich gebe sie korrekt. Solange nicht drei Jahre vollendet sind, gebe ich (= Qaytso Tu[tung] (den Sohn) nicht heraus. Wenn ich sage: “Ich gebe (ihn) heraus”, gebe ich die Silber(münzen) korrekt zurück mit den Zinsen von dem Tag an, an dem (sie) übergeben wurden. Zeuge ist Qut(a)dmış Qaya, Zeuge ist Sängiçün. Dieses Siegel ist mein, des Qayytso Tu[tung]. (Ich), Buyan Q(a)ya, habe es geschrieben. Schwein Jahr, erster Monat, am Zehnten. Da mir, Qyytso Tutung, Güter zum Verbrauch notwendig wurden, habe ich meinen Sohn namens Titso dem Mönch Çintso als Pfand für drei Jahre gegeben. 390 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Belgenin kişileri: Oğlu Tıtso’yu rehin veren baba Rehin verilen oğul Tıtso’yu rehin alan kişi Tanık Tanık Senedi yazan Kaytso (K(a)yıtso ?) Tutung Tıtso Çıntso Şila Kutadmış K(a)y-a Sengiçün Buyank(ı)ya Üçüncü belge: 3. Baştan ve ortadan tahrip olan T III Kurutka 12a-b [= U. 9311(1-2)] numaralı 24 satırlık üçüncü belgenin transkripsiyonu ise şöyledir: 1 2 (Ön yüzü) [ .......... yıl ... .... ] ay bir yan͡gıḳa (.) man͡ga [................ yon͡gla] 3 ḳ-lıḳ yasṭuḳ kergek bolup öz-üm-te toġmış bolmış atlıġ oġlum-nı üküş buḳa ḳal-ḳa 4 5 iki yıl-lıḳ tutuġ birtim (.) tutuġ yastuḳ-ın bitig ḳılmış kün öze m(e)n kedire tükel 6 sanap altım (.) m(e)n üküş buḳa ḳal yme tükel sanap birtim (.) 7 8 ...kedire evdeki-ler birl[e] [y]orıp iş-tin t[aş-tın] [ ... ]ç boldı (.) [tutġu] [ḳap] 9 ġu yoḳ yitig [ḳılsar], m(e)n ödemez m(e)n (.) yaln͡gu[z] yorıp yoḳ yitig ḳılsar, m(e)n 10 özüm öd[er m(e)n] (.) oġrı tev ḳılsar, [m(e)nin͡g ö]z başım-ḳa bolur (.) 11 12 yigleser, yiti kün-ki [mün aş]-lıġ m(e)n üküş buḳa ḳal birür m(e)n (.) yiti 13 küntin keçip kün tolmasar, m(e)n [k]ün eksük-in birür m(e)n (.) 14 15 bir yıl-ta bir üm, kököz -mek, bir ḳay, (.) iki yıl-ta bir çekrek, bir uçuḳ [çar] uḳ, m(e)n üküş buḳa ḳal birür m(e)n (.) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 391 T III Kurutka 12a-b (= U. 9311(1-2) 392 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı T III Kurutka 12a-b (= U. 9311(1-2) 16 17 m(e)n kedire ölser m(e)n, yarım yastuḳ ma ölür (.) yarımı tirilür(.) [yas] 18 ṭuḳ-nı [ına]nç kisim iliçük oġlum bolmış [ ... k]e köni [birz]ün (.) öz işim-ke barıp 19 20 örü ḳodı [y]oḳ bar bolsar m(e)n [yarım] yasṭuḳ-nı bitig-teki ınanç ikigü kö[ni Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 393 21 birz]ün (.) ḳamuġ türlüg il işi küç[i] (Arka yüzü) k(e)lser [m(e)n] kedire bilür m(e)n (.) üküş buḳa ḳal bilmez (.) 22 23 tanuḳ al[p ... toġr]ıl (.) tanuḳ toḳuz buḳa (.) tanuḳ [o]zmış (.) [bu ta]mġa 24 biz kedire başlap üç bitig -teki kişi-ler-nin͡g ol (.) [m(e)n] beg bürt tu[tun͡g] ayıtıp bitidim (.) Sahifenin altında tutuġ[-nın͡g] bitigi yazılı. Belgenin çevirisi: 1[... yıl(ının) ...] ay(ının) ilk gününde bana ... 2kullanmak / harcamak için para gerek oldu. 3[Benden doğan Bolmış adlı oğlumu Üküş Buka Kal’a, 4iki yıl için, rehin verdim. Rehin parasını belgenin yazıldığı gün 5de ben Kedire tamamen sayarak aldım. Ben Üküş Buka Kal 6da tamamen sayarak verdim. Ben Ke]dire ev halkı ile 7yaşayıp içten dıştan [?] oldu. Tutacak 8kapacak kaybetse, ben ödemem. Yalnız 9yaşayıp kaybetse, ben kendim öderim. 10Hırsızlık yapsa, benim sorumluluğum olur. 11(Bolmış) hastalansa yedi gün çorbasını-yiyeceğini ben Üküş Buka 12Kal veririm. Yedi günden geçerek gün dolmasa ben 13gün eksiğini veririm. (Bolmış’a) bir(inci) yılda: Bir pantalon, 14(bir) ceket, bir ayakkabı (veririm.) İki(nci) yıl(da): Bir yün gömlek, bir keçe 15çorap, ben Üküş Buka Kal veririm. Ben Kedire 16ölsem, (rehin karşılığında) aldığım paranın yarısı yanar, yarısı ödenir. 17Kalan borcumu karım Inanç, oğlum İliçük Bolmış 18[...]’ye doğru olarak versin. Kendi işimle uğraşırken 19ölsem, [tutug] borcumun yarısını belgedeki Inanç 20 ikisi doğru versin. Her türlü halkın işi gücü sorumlu olmaz. 21gelse, ben Kedire kabul ederim. Üküş Buka Kal 22Tanık Alp (...) Togrıl. Tanık Tokuz Buka. Tanık Kedire(’den) başlayarak belge 24deki üç şahidindir. Ben Beg Bürt Tutung söyleyerek yazdım. 23Ozmış. Bu tamga biz 394 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Belgenin kişileri: Oğlu Bolmış’ı rehin veren baba Rehin verilen oğul Rehin alan kişi Kedire’nin eşi Kedire’nin oğlu Kedire Bolmış Üküş Buka Kal Inanç İliçük Tanık Tanık Tanık Senedi söyleyip yazan Al[p ...Togr]ıl Tokuz Buka [O]zmış Beg Bürt Tu[tung] Belgenin fazlaca tahrip olmasından dolayı kişi isimlerinin bazılarının teşhisinde zorluk olmuştur. Bunlardan ilki metinde beş kez geçen üküş buka kal adıdır. Kal kelimesi 21. satırda gayet açık okunabilmektedir. Uygur metinlerindeki benzer bir şekil ise sadece U. 5237’nin 7. satırında buka sal olarak geçiyor. İkinci isim Kedire’nin karısı ınanç’ın adıdır. 17. satırda ınanç olarak geçen kelime 19. satırda da geçiyor. Ancak imlânın kötü olmasından dolayı bu isim zorlama ile yoganç şeklinde de okunabilir. Üçüncü isim 24. satırda geçip beg bürt tutun͡g okunan isimdir. Benzer şekil Ôtani, Ryukoku 1414a’nın 1., 8., 15., 20. ve 22. satırlarında son kelimesi eksik olarak yig bürt şeklinde geçiyor. KELİMELER üm : küküzmek > köközmek: kay : < Çin. uçuk çaruk : çekrek : < Çin. pantalon (EDPT 155b) önlük, ceket / Schürze, Jacke ayakkabı / Schuh keçe çorap / Filzstiefel yün gömlek / Baumwolle Hemd, ogrı : tev : tutug : a cotton Shirt uğru, hırsız / Dieb, Diebstahl hile / List, Trick, Knift rehin, tutuk / Pfand Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 395 Baştan ve satırların önünden ve arkasından yer yer eksik olan T III B(ulayık) 100 (57) bulunma yeri işaretini taşıyan bir belge de benzer ilk üç metne benzeyen özellikleri ihtiva etmektedir. KARŞILAŞTIRMALAR VE AÇIKLAMALAR 1. Metnin 3.-6. satırları eksiktir. Eksik olan satırlar paralel metne dayanılarak aşağıdaki şekilde oluşturulabilir. 3. [öz-üm-te toġmış bolmış atlıġ oġlum-nı üküş buḳa ḳal-ḳa 4. iki yıl-lıḳ tutuġ birtim (.) tutuġ yastuḳ-ın bitig ḳılmış kün 5. öze m(e)n kedire tükel sanap altım (.) m(e)n üküş buḳa ḳal 6. yme tükel sanap birtim (.) ........ ke]dire evdeki-ler birl[e] 7 8 9 2. [tutġu] [ḳap]ġu yoḳ yitig [ḳılsar], m(e)n ödemez m(e)n (.) yalngu[z] yo10 rıp yoḳ yitig ḳılsar, m(e)n özüm öd[er m(e)n] (.) oġrı tev ḳılsar, [m(e)ning ö]z başım-ḳa bolur (.) cümleleri ikinci belgede 13 14 15 tutġu ḳapġu yoḳ itük ḳılsar, men çıntso şila baş-ınga bolur (.) yaln͡guz yo16 rıp oġrı tev ḳılsar, yoḳ itük ḳılsar, men ḳaytso [tutun͡g] baş-ım-ḳa bolur şeklindedir. 11 12 3. yigleser, yiti kün-ki [mün aş]-lıġ m(e)n üküş buḳa ḳal birür m(e)n (.) 13 yiti küntin keçip kün tolmasar, m(e)n [k]ün eksük-in birür m(e)n (.) cümlesi ikinci belgede 17 18 igleser, yiti künki mün aş men çıntso şila birür men (.) yiti kün-tin kiçser 19 men kaytso tu[tun͡g] igelep alıp kün ’eksükin köni birür men (.) şeklindedir. 13 14 4. bir yıl-ta bir üm, kököz -mek, bir ḳay (.) iki yıl-ta bir çekrek bir uçuḳ 15 [çar]uḳ m(e)n üküş buḳa ḳal birür m(e)n (.) cümlesi ikinci belgede 9 10 bu oġul-ḳ(ı)y-a-ḳa bir yıl-ta bir üm, köközmek, bir ḳay, bir uçuḳ ç(a)ruḳ, 12 iki yıl-ta bir çekrek, üç yıl-ta bir kürk birle birür men (.) şeklindedir. 16 5. m(e)n kedire ölser m(e)n, yarım yasṭuḳ ma ölür (.) yarımı tirilür (.) 17 18 [yas]ṭuḳ-nı ınanç kisim iliçük oġlum bolmış [ ... k]e köni [birz]ün (.) 11 cümlesi ikinci belgede 396 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 20 21 iglep ölser yarım t(a)varı ölür (.) yarım tavarı tirilür (.) tirilteçi t(a)var 22 yana men ḳaytso tu[tun͡g] üze bolup köni birür men (.) şeklindedir. 6. Metnin arka yüzünde yer alan 23.-24. satırlardaki [bu ta]mġa biz kedire başlap üç bitig-teki kişi-ler-ning ol cümlesinin unsurlarının doğru sıralanışı [bu ta] mġa biz kedire başlap bitig-teki üç kişi-ler-ning ol şeklinde olmalı idi. Müstensih üç kelimesini yanlışlıkla bir kelime önce yazmış olmalıdır. Cümle unsurlarının yanlış sıralanmasına benzer bir örnek de U. 5849 [T II Hassa Sch(ah)ri (333)’de kayıtlı 4 satırlık metnin 4. satırındaki bu tamġa men ḳaşan-nıng tamġaçı ol cümlesidir. Cümle unsurlarının doğru sıralanışı bu tamġa men tamġaçı ḳaşan-nıng ol “Bu damga ben damgacı Kaşan’ındır” şeklinde olmalı idi. Kaynakça S. E. MALOV, “Uygurskie rukopisnıye dokumentı ekspeditsii S. F. Oldenburga”, Zapiski Instituta Vostokovedeniya Akademii Nauk SSSR, I, Leningrad 1932, s. 129-149 (altı levha ile). Nobuo YAMADA, Sammlung uigurischer Kontrakte, 2, Osaka, 1993, s. 123-126. Nobuo YAMADA, Sammlung uigurischer Kontrakte, 2, Osaka, 1993, s. 127-128. ‘UYGUR’DAN ‘UYGAR’A: UYGUR SİVİL BELGELERİ TEMELİNDE UYGAR SÖZCÜĞÜ Prof. Dr. Hatice ŞİRİN, Ege Üniversitesi ORCID No: 0000-0003-3194-6176 1. Uygurca Belgelerin Keşfi ve Sivil Belgelerin Kısa Analizi Sir Aurel Stein, 20. yüzyıl başlarında tarihi İpek Yolu’nun en ünlü rotaları Miran ve Dunhuang ekspedisyonlarında topladığı beşyüz sandık civarında el yazmasını yüzlerce devenin sırtına yükleyip önce Hindistan’a, ardından da gemi ambarlarında British Library’ye taşıdığında, bu sandıklardan çıkan verilerin Türk Dil Devrimi’nin mimarlarına esin kaynağı olacağını tahmin edemezdi. Taklamakan çölünün kumlar altında kalan antik vaha kentlerinde aynı tarihlerde Fransız sinolog Paul Pelliot, Alman türkolog Le Coq, Rus ve Japon heyetler, çoğu Budist kültüre ait sandıklar dolusu yazmayı Paris Bibliothèque Nationale’e, Berlin-Brandenburg Akademisi’ne, Hermitage müzesine, Ryūkoku Üniversitesi’ne taşımaktaydı. Bunların yarıdan fazlası Çince ve Tibetçe, geri kalanı da Sanskritçe, Kuşanca, Orta Farsça, Toharca, Soğdca, Hotanca gibi çoğu bugün ölmüş dillere ait yazmalardı. İçlerinden Runik, Soğd, Brahmi, Tibet ve Süryani harfleriyle yazılmış binlerce Eski Türkçe fragman çıkmıştı1. Bunlar, Moğolistan’daki devletleri yıkıldıktan (MS. 840) sonra, Çin’in kuzeybatısındaki Turfan havzasına göç edip orada şehir devletleri kuran Manihaist, Budist ve Hrıstiyan Uygurlara aitti. Türkçe vesikalar; Budizm ve Manihaizme ait çeviriler, Aisopos masalları ve İncil tercümeleri, şiirler, mektuplar, astronomi ve tıp belgeleri gibi çok geniş bir konu külliyatını kapsar. İçlerindeki ayrıntılı hukuk belgeleri, bilim insanlarını hâlen şaşırtmaya devam eder. Bunlar askerî birliklere verilen yemek makbuzlarından evlat edinme vesikalarına, vasiyetlerden ipotek senetlerine, tapu belgelerinden kölelik azatnamelerine kadar uzanan geniş konuları içerir (Tezcan 1978: 290-316) ve her birinin özel adları vardır. Miras belgeleri ülüş bitig, makbuzlar yanut bitig; cevap mektupları yaŋku bitig, nezaket ve esenlik mektupları esengü bitig, kira sözleşmeleri bek bitig, kölelik azatnameleri boş bitig, şikayetnameler ötüg bitig, 1 Geniş bilgi için bk. Hopkirk 1980; Ligeti 1986; http://idp.bl.uk (The International Dunhuang Project: The Silk Road Online); https://archivesetmanuscrits.bnf.fr/ark:/12148/ cc4395j (Bibliothèque nationale de France. Pelliot (autres collections): Présentation de la collection) Erişim: 25.05.2023. 398 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı talimatnameler tutuzug bitig vd. olarak adlandırılır. (Azılı 2018: 279-295; Wilkens 2021: 122, 155, 188, 544, 766, 824, 862). İçeriklerindeki titizlik, toplumun en alt tabakasındaki kişilerin bile hak bilincine sahip olduğunu gösteren bir şikayetnamede somutlaşır: Koço şehri harabelerinde bulunan ötüg bitiglerden birinde Pintung adlı bir Türk köle, okuryazarlığını, Çinli yargıçların olduğu bir heyete, efendisini şikayet etmek için kullanır. Efendisi ona, Budist keşiş olma seviyesine ulaşacak kadar kutsal kitap okuduğunda azat edeceği sözünü verir; boş bitig’i (azatname) de hazırlar. Ancak “belgeyi kaybettim” deyip Pintung’u bir başkasına satma planları yapar. Üstelik de belgenin kaybından zavallı köleyi sorumlu tutar. Pintung, epeyce uzun olan dilekçesini beglerim buyan-layu tsurkayu yarlıkasar köngülkerü uka yarlıkazunlar “Beylerim, merhamet ederek buyurdukları takdirde (beni) yürekten anlayıp karar versinler.” diye bitirir. (Adams 1968: 63; Tekin 1989: 55-56; Oda 1992: 39-40). Tutuzug bitig’lerden birindeyse ėl ögesi bilge beg (vali?), arslan tag tutuk’un (askeri yönetici), işinde gücünde olan halka zorbalık yaptığı ihbarını almıştır (iş küç ugrıntakı bodunka küç kötki kılur ermiş sen). Talimatnamede, arslan tag tutuk’a, baskılara devam ettiği takdirde kendisine dayak atılacağı ve bulunduğu kentten sürdürüleceği bildirilir (Tuguševa 1971:176-177). Bu son örnekten bile, belgelerin, dönemin ceza sistemi kapsamında, ama çoğu bugün bile geçerliliğini koruyan hukuk ilkeleri bağlamında düzenlendiği anlaşılır. Eski Uygurca senetlerde bir yük eşeğinin on günlük kiralama bedelinin ödenmemesi veya eşeğin kaybı durumunda dahi, kiracıya uygulanacak cezai müeyyide açıktır: Kiracı, ödemeyi yapmazsa eşeğin sahibine hisseli tarlasının ekim gelirlerini vermekle yükümlüdür. Eşeğin kaybolması durumundaysa ödeme, beş yaşından büyük olmayan başka bir eşekle yapılacaktır (Yamada 1993 II: 81-82). Vesikalardaki detaylar hayrete şâyândır: Alınan borçların aylık faizleri kuruşu kuruşuna hesaplanır. Borçlunun kaçması durumunda borçtan hangi aile üyesinin sorumlu olacağı belirgindir (Ayazlı 2016: 21). Sözleşmelerin hepsi en az iki tanık (tanuk) huzurunda düzenlenir; tanıkların adları yazılıp mühürleri (tamga) basılır. Uygurlar, yerleştikleri vaha kentlerinin eski efendilerinden kalma yazılı kanunlarını bozkır töresiyle sentezleyip bunları Çin’de icat edilen ama Dunhuang’da geliştirilen kağıt sayesinde ölümsüz kılmışlardı. “Uygarlık tarihine ipekten çok daha derin etkisi olduğu için bu yola Kağıt Yolu denmesi gerekirdi” diyen Jonathan M. Bloom haksız sayılmaz (2008: 84). Çin’de dut ve bambu liflerinden yapılan şeffaf kağıdın yerini Dunhuang’da keten elyafından imal edilen daha dayanıklı bir kağıt türü almıştı (Tekin 1993: 27-28, Hakimov 2020: 445; Helman-Ważny 2020: 346). Bu kağıt İpek Yolu aracılığıyla Araplara, onlardan da Avrupa’ya taşındı. Avrupa dillerinde Eski Yunanca pápȳros (πάπυρος)’tan geçen sözcükler (İng. paper, Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 399 Alm., Fr. papier) 14. yüzyıldan beri kullanılırken (Webster, DWDS, CNRTL), 11. yüzyılda Dunhuang mağaralarına (no. 17) depolanmış Türkçe mektuplardan birinde Soğdca kegde (kâğıt) geçer. Bibliothèque Nationale’de korunan bu mektubun sahibi, daha önce defalarca yazdığı halde yanıt alamadığı yakınına ironik biçimde Şaçuda kegde yok mu “Dunhuang’da kağıt mı yok?” diye sitem etmektedir (Hamilton 1986: 30/3; Moriyasu 2019: 120-121). Mektuplardan bir başkasında ise yaşlı bir babanın kendisini ziyaret etmeyen uzaktaki “hayırsız” oğluna serzeniş dolu sözlerini görürüz: yol yer kördüŋ kelüp körüşüp barsar sen negü bolur… anta ok tursar sen yerni me karı kişini unıtmış bolgay sen aşukmaz mı köŋülüŋ? “Yol yer (dünya) gördün! Gelip görüşüp gitsen ne olur? Orada durmaya devam edersen yaşlı babanı unutacaksın! Özlemez mi gönlün?” (Tezcan-Zieme 1971: 457; Moriyasu 2019: 134). Bu türden ikiyüzden fazla mektup, Japon Türkolog Takao Moriyasu (Corpus of the Old Uighur Letters from the Eastern Silk Road, 2019) tarafından Belçika’da yayımlandı2. 2. Bozkırdan “Uygarlığa” Giden Yol Kadim Türk kağanları Çin, Bizans ve Sasanilerle olan dinamik siyasi ilişkilerin yanı sıra, 4. yüzyıldan beri kağıt ve mürekkep kullanan Soğd kültürüyle girift bir etkileşim içindeydi. Kendilerine ait bir devletleri olmayan, İpek Yolu boyunca koloniler kurup hukuk ve bürokrasi anlayışlarını, yazı ve kültürlerini bu koloniler vasıtasıyla yaygınlaştıran Soğdlara, ilk Türk kağanlığından itibaren devlet kademesinde meşru idari roller verilmişti. Étienne de la Vaissière, 907-960 arasında (Beş Hanedanlık Dönemi) Çin’e giden 53 Uygur elçisinden 19’unun Çinli, 14’ünün Soğd, 16’sının Türk olduğunu yazar (2005: 326). Çok daha önce (568’de) İstemi Kağan, Bizans İmparatorluğu’na gönderdiği diplomatik heyetin başına Maniakh adındaki Soğd elçiyi tayin etmişti (Blockley 1985: 115). Yetenekli Soğd bürokratlar hem ticaret anlaşmalarına hem de barış ortamı sağlanmasına aracılık ediyorlardı. Türk elitleri, dilleri Erken İç Asya’nın lingua franca’sı olan Soğdların alfabelerine ve inanç sistemlerine kucak açıp ilk yazıtlarını (Bugut, Hüis Tolgoi) arka plandan yansıyan Budist armoniyle Soğdca ve Brahmi harfleriyle Moğolca yazdırtacak kadar çoğulcu olmayı başarmışlardı. Böylece, içlerinden, “otlak ve su peşinde koşan tipik göçebeler” (Sinor 2000: 421) stereotipini kırıp yerleşik dünyaya hızla uyum sağlayan büyük bir kitle ortaya çıktı. Tokuz Oguzlar arasından çıkan bu kitle daha Moğolistan’daki çağlarında kent yaşamının provalarını yapan Uygurlardı. Moğolistan’daki başkentlerinin 12 büyük demir kapısıyla ve başkente giden rotadaki köylerle alışılageldik göçebe tarzının dışında kaldığını, 821’de başkent Ordu Balık’a gelip ziraat ve ticaret merkezi Bay Balık adlı bir başka kenti de betimleyen Tamīm 2 Tanıtımı için bk. Uçar 2020. 400 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı ibn Baḥr yazmıştı (Minorsky 1948: 283, 296). Sergey Kiselev’in kazılarında başkenti çevreleyen surlar, stupa duvarları, 12 metrelik bir kale kalıntısı ve değirmen taşları bulunmuştu (Hayashi 2012). Kırgızlar, onların bozkırdaki devletlerini ele geçirdiğinde Tarım Havzası’na göçüp yerleşik bir hayat kurmaya hazırlıklıydılar. Böylelikle Grek dilli Kuşanlar, Prakrit dilli Hintliler, Avrupa dilli Toharlar, Doğu İran dilli Hotanlar, İskitler, Çinliler ve Tibetlilerin yaşadığı Doğu Türkistan’a yerleştiler. Bu baş döndürücü kültür kavşağı, gelişmiş bir medeniyetin doğmasını sağlayan bütün şartlara sahipti. İpek Yolu ticaretinin gerektirdiği matematik bilgisi, tüccarlar başta olmak üzere, bu yolun akıl almaz ölçüdeki yoğun trafiğini organize eden kalabalık bir insan ordusunun pratik zekasıyla birleşmişti. Dünyanın ikinci büyük kumul çölü olan 1000 km’lik Taklamakan’ı aşıp yüklü bir gelirle geri dönebilmek gerçek bir maharet ister. Vaha kentlerindeki refah düzeyi, ipek, at, yeşim taşı, baharat, kürk vd. ürünlerden elde edilen gelirle Avrupa liman kentleriyle kıyaslanamayacak ölçüde üst düzeye erişmişti. Bunu Çinli elçi Wang Yan-de, 10. yüzyıl sonundaki üç yıllık Uygur seyahatinin raporlarında somutlaştırır: “Uygurlar yemeklerini altın ve gümüş kaplarda yiyor; samur kürkü, ipek ve keten giysiler giyiyordu. Üçüncü ayın dokuzuncu günü kutladıkları Han-shıh adlı festivalleri vardı. Geceleri kopuz çalıp piyesler sahnelerken kımız içip sarhoş oluyorlar ve yüz yaşının üstüne kadar yaşıyorlardı.” (İzgi 1989: 48, 57-58, 59, 63, 65-66). Budist tüccarlar gittikleri her yere ve döndükleri şehirlerine maldan daha önemli olan bir şey daha taşımışlardı: Bilgi. Bunun göz kamaştıran semeresi, mezkur vaha kentlerinin kumları altından ve Bin Buda diye de bilinen Dunhuang mağaralarından çıkıp modern dünyaya ulaştı. Uygurlar, Moğol hakimiyetine girdikten sonra bürokrasi başta olmak üzere tüm bilgilerini Moğol dünyasına transfer ettiler. İşe, alfabelerini Moğolcaya adapte etmekle başlayıp Çinggis ve seleflerine siyasi, kültürel ve finansal konularda müşavirlik yapan bir teknotratlar ordusu oluşturdular. İsenbike Togan, “Osmanlıların kılavuzluğunu yapan Germiyanların Osmanoğullarının yükselişindeki rolü, Uygurların Moğol Devleti’nin kurulmasındaki rolünü anımsatır.” derken (Togan 2022: 495), yeni kurulan devletlerin entelektüel zeminini inşa eden küçük beyliklerin önemine dikkat çeker. Germiyanlar Halil İnalcık’ın saptamasıyla Cenevizlilere sattıkları (kumaş rengini sabitlemede kullanılan) şaptan elde ettikleri akıl almaz gelirle kalabalık bir şair ve müellif grubuna sponsorluk (patronaj) yapıp Osmanlı klasik edebiyatını da filizlendirmişlerdi (İnalcık 2017: 94, 99, 102, 106, 112). Uygurlar da, Budist ve Manihaist bahşılar himayesindeki tercüme bürolarında ve matbaalarda İpek Yolu’nun muazzam avantajını kitabiyata aktardılar. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 401 3. Civilizasyon, medeniyet, uygurluk (> uygarlık) Batı dillerinde uygarlık kavramı, ‘barbarlık’ karşıtı olarak, kentsel örgütlenme zemininde adlandırılır. 18. yüzyılda Fransızcada türetilip dünyaya yayılan civilization sözcüğü, Latince civitas ‘kent; devlet’ (> İng. city, Fr. cité vd.) ve civil ’kentli; kibar; barbar olmayan’ ile aynı kökendendir. Modern Yunancada ‘uygarlık’ için kullanılan πολιτισμός (politismos), Yunanistan dil reformu sürecinde (19. yy.) Fransızca civilization örnek alınarak, Antik Yunanca πόλις (polis) ‘kale, şehir’den Adamantios Korais tarafından türetilir (Just 1995: 291). Özgün anlamı ‘şehir yönetme sanatı’ olan politika ile kökteştir. Arapça medeni ve medeniyet ise Medine kenti adındandır. Türkçeye Tanzimat döneminde giren bu kavram, 19. yüzyılın ilk yarısında hazırlanan Fransızca-Türkçe sözlüklerde ünsiyet, tehzîb-i ahlak (Rhasis 1828: 20), zariflenme (Handjéri 1840: 414) vd. sözcüklerle tanımlanır3. Medeniyet ise, sözlüklerde civilization karşılığında ilk defa Thomas-Xavier Bianchi’nin Dictionnaire français-turc’ünde yer (1843: 275) alır. Tanzimat dönemi metinlerinde mezkur kavram için ilk kullanılan sözcük, sanıldığı gibi medeniyet değil, Fransızca civilization’dur. Metinlerdeki en erken tanıklar Sultan II. Mahmud dönemindendir. Bunlardan en meşhuru Mustafa Reşit Paşa’nın Paris sefirliği dönemine denk gelen 19 Şaban 1250 (21.10.1834) tarihli tahrirâtıdır. Şinasi’nin “medeniyet resûlu” ve “fahr-ı cihân-ı medeniyet” olarak tanımladığı (Tanpınar 1988: 200) Mustafa Reşit Paşa, bu belgede sözcüğü Latin harfleriyle ve orijinal Fransızca imlasıyla, “terbiyye-i nâs ve icrâ-yı nizâmat” karşılığında kullanır (Kaynar 2010: 66, 69; Baykara 1992a: 7). II. Mahmud döneminin bir başka hariciyecisi Sadık Rıfat Paşa da erken bir tarihte bu sözcüğü kullanan isimlerdendir. Sefirliği dönemindeki (1837-1839) Viyana izlenimlerini konu alan bir yazısında (Evropa’nın Ahvaline Dair Risale), sivilizasyon (‫ )سيويلزاسيون‬sözcüğüne, “usûl-i me’nûsiyyet ve medeniyyet” açıklamasıyla yer verir (Seyitdanlıoğlu 1996: 119). Bu açıklamada medeniyet sözcüğü henüz civilization’un tam karşılığı olmayıp “şehirlilik” ve “temeddün (bedeviyetin zıttı)” anlamlarına daha yakındır. Usûl-i me’nûsiyyet ve medeniyyet, bu ibarede “vahşilik halinden çıkarma (bir tür sosyalleşme) ve şehirleşme yöntemi” olarak anlaşılmaya uygundur. Sadık Rıfat Paşa’nın bu açıklamasından sonra, aslen “şehirli olma” anlamı taşıyan medeniyet, Fransızca civilization’un karşılığı olarak İmparatorluk diline yerleşir. Uygarlık ise, civilization ve medeniyet’ten mülhem olmakla birlikte, Türkçe ‘şehir’ anlamlı sözcükten değil, yerleşik hayatı benimseyen en ünlü Türk topluluğu olan Uygurların adından, Dil Devrimi döneminde “icat edilip evrimleşir”. 3 Diğerleri için bk. Baykara 1992b. 402 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Avrupa bilim literatüründe 1900’lerin ilk çeyreğinden beri bilinen Uygurların yazılı kültürü, ülkemizde 1933 Üniversite Reformu’yla Berlin’den Türkiye’ye davet edilen Reşit Rahmeti Arat’ın eserleriyle tanınmıştı. Atatürk başta olmak üzere Dil Devrimi öncüleri, bu “yerleşik / şehirli” Türklerin belgelerini Türkçeleştirme sürecinin ana kaynakları arasında kullandılar. Buna dayalı olarak da, 10.06.1933 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesindeki Dil Anketi’nde uygurluk sözcüğü, Arapça temeddün karşılığında bir dizi başka kelimeyle beraber listelenir. Teklif edilen kelimeler arasında “Türk medeni demektir” notuyla Türükleşmek sözcüğü de vardır4. Ancak Türükleşmek böyle bir anlamla hiç kullanılmaz. Uygurluk ise 1940’lı yıllara kadar tek tük kullanıldıktan5 sonra da terk edilir. Uygurluk, uygarlık’a nasıl dönüştürüldü sorusunun cevabı belirsizdir6, ama uygar sözcüğü hukuk terimi olarak (uygar tözük: medeni kanun) Köseraif Paşaoğlu M. Fuad imzasıyla 19.10.1934 tarihli Akşam gazetesinde teklif edilir. 1935 tarihli kılavuzlarda medeni için soysal, medeniyet ve temeddün için soysallık (OTCK: 193, 331; TOCK: 262) önerilir, ama bu kelimeler de benimsenmez. Uygarlık sözcüğü, medeniyet ve civilization karşılığında TDK Felsefe ve Gramer Terimleri Sözlüğü’nde (1942: 143, 194) listelendikten sonra dönem gazetelerinde Hasan Ali Yücel7, Nurullah Ataç8 gibi etkili kalemlerin kullanımıyla yaygınlaşma sürecine girer. 4 5 6 7 8 Temeddün-Türülenmek, türükleşmek (Türük, Türk; medenî demektir). -Uygurluk, yurtlamak, yersinmek (Hakimiyet-i Milliye, 10.06.1933) 15 Sonkanun 1935 tarihli Ulus gazetesinde Zeki Mesud Alsan imzasıyla çıkan “Yöndem ve Teknik” başlıklı yazı bu nadir kullanımın ilk örneklerinden biridir: “Türk ekeliği ancak bugünkü dirlik ve uygurluk acununun gerekenlerine uymıyan eski bağlardan kurtulup ulu önder’in gösterdiği yeni yollarda yeni yöndemler ile ilerledikçe en yüksek verimine erişecektir.” Uygur etnonimi ile karışmasından ötürü sözcüğe dil dışı bir müdahale yapıldığı düşünülebilir. “Çünki uygarlık bütünü içinde geri kaldığımız cihetler çoktur. Alem koşarken biz âdi adımla yürüyemeyiz” (Hasan Ali Yücel, “Orta öğretim okulları dün sabah açıldı”: Ulus Gazetesi, 27.9.1945) “….şu uygarlık, medeniyet üzerinde konuşalım. Evet, Avrupa uygarlığının birtakım yavuzlukları vardır; evet, o uygarlık acunumuzu bugün yer yer yıkıntılarla kapladı…..Ağlatmak, yıkmak, öldürmek yalnız özdek uygarlığına, madde medeniyetine mi vergidir?” (Nurullah Ataç, “Söz Arasında”: Ulus Gazetesi, 4.2.1947) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 403 Kaynakça Adams, B. S. (1969): “Bir Uygur metni üzerine notlar”: Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, 1968. 53-63. Ayazlı, Özlem (2016). Eski Uygurca Din Dışı Metinlerde Karşılaştırmalı Söz Varlığı, Ankara: TDK Yay. Azılı, Kenan (2018), “Eski Türkçede Bitig Adları”, Köktürk Yazısının Okunuşunun 125. Yılında Orhun’dan Anadolu’ya Uluslararası Türkoloji Sempozyumu, 1(1): 270-299. Baykara, Tuncer (1992a). “Civilisation ve Osmanlı Devleti”: Osmanlılarda Medeniyet Kavramı ve Ondokuzuncu Yüzyıla Dair Araştırmalar, İzmir, 1-14.s. Baykara, Tuncer (1992b). “Bir Kelime-Istılah ve Zihniyet Olarak ‘Medeniyet’in Türkiye’ye Girişi”: Osmanlılarda Medeniyet Kavramı ve Ondokuzuncu Yüzyıla Dair Araştırmalar, 15-32 Blockley, R. C. (1985). The History of Menander the Guardsman. Introductory Essay, Text, Translation, and Historiographical Notes, Liverpool. Bloom, Jonathan M. (2008). “Lost In Translation: Gridded Plans And Maps Along The Silk Road” (Editors: Philippe Forêt and Andreas Kaplony): The Journey of Maps and Images on the Silk Road, Brill, 81–96. CNRTL: https://www.cnrtl.fr/etymologie/papier DWDS: https://www.dwds.de/wb/Papier Hakimov, A.A. (2020). “Arts and crafts in Transoxania and Khurasan”: History of civilizations of Central Asia, v. 4: The Age of achievement, A.D. 750 to the end of the fifteenth century, Pt. II: the achievements, 411-448. s. Hamiton, James Russel (1986). Manuscrits Ouigours de IXe-Xe Siècle de Touen-Houang, Peeters: Paris, 1986. Hayashi, Toshio (2012). “Karabalgasun. The Site”: Encyclopaedia Iranica, Vol. XV, Fasc. 5, 529533.s. (https://iranicaonline.org/articles/karabalgasun-the-site) Hopkirk, Peter (1984). Foreign Devils on the Silk Road: The Search for the Lost Cities and Treasures of Chinese Central Asia, University of Massachusetts Press. İnalcık, Halil (2017). Has-bağçede ‘ayş u tarab: Nedîmler Şâîrler Mutrîbler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. İzgi, Özkan (1989). Çin Elçisi Wang Yen-Te’nin Uygur Seyahatnamesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu. Just, Roger (1995). “Cultural certainties and private doubts”: The Pursuit of Certainty: Religious and Cultural Formulations (Edited by Wendy James), London-New York: Routledge, 285309.s. Kaynar, Reşat (2010). Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara: Türk Tarih Kurumu. Ligeti, Lajos (1984). Bilinmeyen İç Asya (çeviren: Sadrettin Karatay), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Minorsky, V. (1948). “Tamīm ibn Baḥr’s Journey to the Uyghurs”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies 12/2, 275-305. Oda, Juten (1992). “A Recent Study on the Uighur Document of Pintung’s Petition”: Türk Dilleri Araştırmaları 1992, 35-46. Seyitdanlıoğlu, Mehmet (1996). “Sadık Rıfat Paşa ve Avrupa Ahvaline Dair Risalesi”: Liberal Düşünce, 3 (Yaz), 115-124. s. Tekin, Talat (1989). Türkçe En Eski Dava Dilekçesi”: Tarih ve Toplum, sayı 69, 54-56 (Aynı yazı: Makaleler II Tarihi Türk Yazı Dilleri, Hzl. Emine Yılmaz-Nurettin Demir, Öncü Kitap 2004, 308-313.) 404 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Tezcan, Semih-Zieme, Peter (1971), “Uigurische Brieffragmente’’: Studia Turcica, Budapest 1971, 451-460. Tezcan, Semih (1978). “En Eski Türk Dili ve Yazını”: Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 271-325. Togan, İsenbike (2022). “Beylikler Devri Anadolu Tarihinde Yöntem Sorunları: Germiyandan Örnekler”: Tarih ve Kurgu, İş Bankası Yayınları, 475-497. s. Tuguševa, L. Yu. (1971). “Three Letters of Uighur Princes from the MS Collection of the Leningrad Section of the Institute of Oriental Stııdies”: Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, XXIV/2, 173-187. Uçar, Erdem (2020). “Moriyasu, T. Corpus of the Old Uighur Letters from the Eastern Silk Road, Berliner Turfantexte XLVI, Brepols Publishers, Turnhout (Belgium), 2019, 304 pp.+Plate XVII, ISBN: 978-2-503-58708-0”: Journal of Old Turkic Studies 4/2, 778-782. de la Vaissière, Étienne (2005). Sogdian traders: a history (translated by James Ward), Brill. Webster Dictionary: https://www.merriam-webster.com/dictionary/paper#h1 Wilkens, Jens (2021). Handwörterbuch des Altuigurischen Altuigurisch-Deutsch-Türkisch. Eski Uygurcanın El Sözlüğü Eski Uygurca-Almanca-Türkçe, Akademie der Wissenschaften zu Göttingen. Helman-Ważny, Agnieszka (2020). “Notes on the early history of paper in Central Asia based on material evidence”: Z Badań nad Książką i Księgozbiorami Historycznymi 2020, t. 14, z. 3 (http://www.bookhistory.uw.edu.pl/index.php/zbadannadksiazka) Yamada, Nobuo (1993). Sammlung uigurischer Kontrakte, (Hrsg. von Juten Oda, Peter Zieme, Hiroshi Umemura, Takao Moriyasu), 3 vols., Osaka University Press. ALİ ŞİR NEVÂYÎ’DE BURÇLAR VE GEZEGENLER Prof. Dr. Funda TOPRAK, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ORCID No: 0000-0001-8036-8515 İnsanlık tarihi kadar eski olduğu kabul edilen insanın gökyüzüyle olan ilişkisi ve merakı, kadim kozmoloji inançlarının doğmasına sebep olmuştur. İnsanoğlu ulaşamadığı ve gizemli gördüğü gökyüzü ve ondaki parlak cisimlere bir kutsiyet atfetmiştir. Eski Yunan, Babil, Hint, Çin ve Mısır uygarlıkları bu konuda önemli çalışmalara imza atmışlar ve çağdaş kozmoloji bilgisinin temellerini kurmuşlardır. Örneğin Batlamyus (MS. 100-170) kendisinden önceki çalışmaları topladığı Tetrabiblos (Dört Kitap) adlı eserinde gezegenlerin niteliklerinden ve etkilerinden bahsetmiş; yine onun Megale Syntaxis (Büyük Derleme) adlı eseri Arapçaya el-Mecestî, Latinceye ise Almagest olarak çevrilmiş ve İslâm kozmolojisinin de temelini oluşturmuştur. Aristotales’in fiziğini temel alarak yazdığı bu eserinde, Dünya’yı evrenin merkezi kabul etmiş ve Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn olmak üzere sekiz gezegenli bir sistem kurmuştur. “Ayrıca Kur’an tefsirlerine felsefî izahların sokulmaya başlandığı VI./XII. yüzyılın sonlarından itibaren yazılan bazı tefsir kitaplarında dünya, ay, güneş ve yıldızlara dair kevnî âyetlere getirilen izahlar arasında yer yer Batlamyus’un âlem modeline de işaret edildiği görülür (meselâ bk. Râzî, XXVI, 71-77). Müslüman astronom ve astrologlar Batlamyus’a uyarak astrolojiyi matematik (riyâzî) ilimlerinin dört ana kolundan biri olan yıldızlar ilminin (ilmu’n-nücûm) bir dalı saymışlardır. Gök cisimlerinin beşerî kader üzerindeki etkileri, kader ve talihin öğrenilmesine ilişkin astrolojik yolların denenmesi gibi inanç ve uygulamalarda da önemli ölçüde Batlamyus’un tesiri altında kalınmıştır” CENGİZ AYDIN, GÜLSEREN AYDIN, “BATLAMYUS”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/batlamyus (30.03.2023). İslam alimleri Kur’ān-ı Kerîm’de bahsedilen ve yedi katmandan oluştuğu söylenen bir felek anlayışını benimsemişlerdir. Örneğin Nuh Sûresi 15. ve 16. ayetlerde “Görmüyor musunuz Allah yedi göğü birbiriyle nasıl uyumlu yaratmıştır? Onların içinde ayı bir ışık, güneşi ışık kaynağı yapmıştır” buyrulurken yine Bakara Sûresi 29. ayette de yedi felek anlayışı ifadesini bulur. Ancak özellikle edebî metinlerde yedi felek anlayışının yanında Batlamyus’a dayanan dokuz felek anlayışının da yerleştiği görülür. “Feleğin katmanlarından biri olan burçlar katmanı Ay, Utarid, Zühre, Şems, Merih, Müşterî, Züâhal gezegenlerinin bulunduğu yedi felekten 406 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı sonra gelen, Atlas feleğinden bir önceki felektir. Bu felekte bulunan yıldızlar sabit haldedir. Bu nedenle bu yıldızlara “sabit yıldızlar”; bu feleğe de “felek-i sevâbit” de denmiştir.” (Yıldırım 2015:343) Felek-i Sevābit’te bulunduğuna inanılan 12 burç vardır, bu burçların birbirleriyle olan açıları ve dönüş sırasında aldıkları konumların insanların karakterleri üzerinde etkili olduğu fikri, eski Roma ve Hint uygarlıklarında da görülmüş; ardından İslâm alimleri tarafından da benimsenmiştir. Hatta öyle ki bazı gezegen ve yıldızlar iyi, bazıları ise kötü kabul edilmiştir. Bu gök cisimlerinin dönüş süreleri birbirinden farklıdır bu sebeple aynı yörüngeye geldikleri zamanlar için değerlendirme ve çıkarımlar yapılmış; daha iyi ve olumlu kabul edilen örneğin Müşteri ve Zühal yıldızlarının bir araya gelmelerinde dünyaya gelenlerin şanslı olacakları düşünülmüş ve bu duruma “kırân-ı sa’deyn” denilmiştir. Bu durumun ülkeyi yöneten padişahların doğumunda olması ise o padişahlara “sahip-kırân” sıfatının verilmesine yol açmış, bu hükümdarların büyük fetihler yapacağı ve ünleneceği düşünülmüştür. İslâm toplumlarında gelişen edebiyatlarda da yıldızlar, gezegenler ve onların yörüngedeki durumlarını gösteren burçlar oldukça fazla işlenmiştir. Şairler sık sık bir benzetme aracı olarak gök cisimlerini ve burçlarda var olduğuna inanılan özellikleri şiirlerine taşımışlar böylece gök ile ilgili inançların pekişmesine, öğrenilmesine de hizmet etmişlerdir. Türk Edebiyatının en kudretli şairlerinden biri olan Ali Şir Nevāyî de eserlerinde sık sık gezegen ve burçları şiirine taşır. Onun eserlerinde geçen gezegen ve burçlar, Nevāyî’nin ilm-i nücûm bilgisinin de oldukça fazla olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Örneğin onun Seb'a-yi Seyyār adlı eseri gezegen ve yıldızların alegorik hikâyelerle anlatıldığı ve özelliklerinin işlendiği hamsesi içerisinde yer alan mesnevisidir. Bu mesnevide güneş (mihr/şems/kuyaş) ikinci iklimde yer alan bir gezegendir ve sarı renk ile temsil edilir. Sarı altının rengidir, altın ise nefsi simgeleyen bir maden olup insanın en zayıf noktasıdır. Hikâyede bir altın işleyicisinin aç gözlülüğü ile başına gelenler anlatılmaktadır. Nevāyî bu mesnevisi dışında divanlarında ve diğer eserlerinde de sık sık gezegen ve burçlara atıf yapar. Bu çalışma onun genel olarak gök cisimleri ve burçlarla ilgili bakış açısını ve genel İslâm kozmolojisine olan hakimiyetini gösterebilmek için hazırlanmıştır. Nevāyî dokuz katmandan oluşan bir felek düşüncesini sık sık şiirlerinde dile getirir. Zihî cevlān-gâehiñ eflāk üze meydān-ı ev-ednā Burākıñ tokuz günbed bu tokkuz günbed-i hazrā (NİD:2/1) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 407 “Hakikatte senin dolaştığın yer göğün en aşağısıdır, bindiğin Burak’ın dokuz felektir, bu dokuz yeşil felektir.” Ötkerip tokkuz felek başıdın āhım dûdını Ol müvellehlerga anı perçem ittin ʿākıbet (FK:76/3) “Dokuz feleğin başından ahımın dumanını geçirip sonunda onu aklını kaybetmişlere perçem ettin.” Nevāyî bazen de yedi felek düşüncesiyle mısralarını yazar. ʿAdüvdür altı cihetdin maña çu yitti felek Ni sûd yaşım eger altmış u ger yitmiş (FK:254/5) “Yaşım altmış ya da yetmiş olsa ne fayda, bana altı yönden (ön, arka, yukarı, aşağı, sağ, sol) yedi felek düşmandır” Nevāyî 12 burçlu bir sistemi eserlerine taşımıştır. Burçlar, anâsır-ı erbaa yani dört esas elementin özelliklerini taşımaktadırlar. Buna göre Hamel (kuzu/koç), Esed (aslan), Kavs (yay) ateş elementinin; Sevr (boğa), Sünbüle (başak), Cedy (oğlak) toprak elementinin; Seretan (Yengeç), Akreb (Akrep), Hût (Balık) su elementinin; Cevza (İkizler), Mizān (Terazi), Delv (Kova) ise hava elementinin özelliklerini gösterirler. on ikki pāyelıg bir taḫt-ı ʿālî on iki burç aŋa gerdûn misāli (FŞ XXI/13) “On iki basamaklı bir yüce tahtta on iki burç onda gökyüzü gibidir” Bazı yıldızların gökyüzünde görünmesi uğur ve bereket sayılırken bazıları da uğursuz ve bereketsiz kabul edilmişlerdir. Örneğin aşağıdaki beyitte Nevāyî mihr, māh (güneş ve ay), müşteri (Jüpiter) ve Zühre (Venüs) gezegenlerinin uğurlu olduğunu vurgulamaktadır. Uğursuz yıldızlar ise nahs-ı ahter yani eksikli/kusurlu yıldızlar tanımıyla verilir. mihri ü māh u müşterî vü zühre çun kıldı tulûʿ hîç nahs ahter tulûʿı anda katʾā bolmasa (FK:27/3) “Güneş, Ay, Jüpiter ve Venüs doğunca orada hiçbir eksikli/kusurlu yıldız kesinlikle olmasa” Nevāyî, Hazret-i Muhammed’in Mirʿac’a çıkışını anlatırken onun göğün katmanları arasındaki seyahatini burçlar ve gezegenlerle anlatır. Hazret-i Muhammed’in ayı teşrif etmesiyle şereflenen ay, dolunaya dönerken burada Hazret-i Muhammed ise güneşe benzetilmiştir. Hazret-i Muahmmed daha sonra ikinci gökte Utarid, üçüncü gökte Zühre, dördüncü gökte yıldızların şahı Güneş, 408 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı beşinci gökte nahs-i asgar yani Merih, altıncı gökte Saʾd-ı ekber yani Jüpiter; sonra ise Satürn’e uğramış, bu sırada bütün burçlar sıraya dizilmişlerdir. Koç burcu Hazret-i Muhammed’ten güç almakta, ikizler yani Cevza onun hizmeti için kemer bağlamaktadır. Akrep bile zehrini panzehire dönüştürmüş, Cedy yani oğlak ise altından bir ahuya dönüşmüştür. Delv yani Kova burcu ondan can suyunu alırken Hût yani Balık burcu onun sözlerinden ölümsüzlük suyuna kavuşmuştur. (LT: 133-147) 1. GEZEGEN/YILDIZLAR “Kadim zamanlarda bilinen yedi gezegen şunlardır: Ay (kamer, sipihr, neyyir-i asgar, peyk-i felek), Merkür (Utârid, debîr-i felek, debîr-i âsmân, münş-i çarh, elkâtib, tîr), Venüs (Zühre, sa‘d-ı asgar, kervan kıran, çoban yıldızı, kevkeb-i seher, kevkeb-i işâ, nâhide), Güneş (şems, âftâb, hûrşîd, mihr, hûr, neyyir-i a‘zam), Mars (Merih, mirrîh, nahs-ı asgar, cellâd-ı felek, behrâm, el-ahmer), Jüpiter (Müşteri, hürmüz, erendiz, sakıt, sa‘d-ı ekber, sa‘d-ı uzmâ, bercîs), Satürn (Zühal, keyvân, pâsbân-ı felek, pâsbân-ı târûm, el-mukātil, sekendiz)” YAVUZ UNAT, “YILDIZ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/yildiz (02.04.2023). 1.1. KUYAŞ/KÜN/MİHR: GÜNEŞ“: “Güneş (Mihr, Şems Âfitâb); bütün yıldızların en ünlüsü, en parlağı olup çoğundan daha büyüktür. Ona “neyyir-i âzam” da derler. Yedi gezegenin düzenli boşluğu içinde sanki nurdan bir kandil, yukarıya ve aşağıya ışık saçmak için orta makamı kendine oturma yeri olarak seçmiştir. Tabiatı hâr (sıcak) ve yâbistir (kurudur). Pazar günü ve Perşembe gecesine hâkim olan Güneş’in vasıfları; kuvvet, şiddet, kızgınlık, ezicilik ve iffettir. Güneş’in etkisinde olanlar, zekî, kuvvetli, sanatkâr olurlar ve eğlenceyi severler. Dostları, Ay ve Müşterî; düşmanları ise Zühre ile Zühal’dir” (Akpınar, 2002, s.187). Gökyüzündeki en parlak cisim olan Güneş, edebiyatın da ana malzemesini oluşturmuştur. Eski çağlardan beri tüm toplumların güneşi yücelten inançları görüldüğü için sanatta da bu yüceliğiyle kendine yer bulmuştur. “Batlamyus astronomisine göre dünya güneşin etrafında değil güneş dünyanın etrafında döndüğünden gazel ve kasidelerde sevgili yahut memdûh övülürken Güneşin onlara aşık veya hayran olup bu yüzden çevrelerinde dolaştığı iddia edilir” (Şentürk, 1994, s.160) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 409 Alî Şîr Nevāyî, Güneşi genellikle sevgilinin benzetileni olarak ele almaktadır bu anlamda geleneksel şiiri izlediği görülür. Aşağıda örnek alınan beyitte hem ayın hem de güneşin ışığının ve parlaklığının kaynağı sevgili olarak düşünülmektedir. Rûşendurur ki mihr yüzüñdin alur safā Yoksa ni vech ile kamer andın tapar ziyā (NİD:7/1) “Güneş yüzünden mutluluk aldığı için parlaktır yoksa ayın ondan ışık alması nasıl olabilir?” Ancak Nevāyî Eski Türk inanışında yaşayan güneş ve Ay’ı ata ve ana olarak düşünme inancını mısralarında dile getirmiştir. Türk mitolojisinde Güneş dişi olarak düşünülmüş ve “kün ana” olarak göğün yedinci katında oturduğuna inanılmıştır. Ay ise “ay ata” olarak anılmış hatta bugün halk ağzında kullanılan “Ay dede” ifadesine de kaynaklık etmiştir. İnan’ın bildirdiğine göre Altaylı Şamanlar Güneş adına ant içerler ve yemin ederken “kün ana körüptür” sözünü söylerlerdi (İnan, 1986, s. 29). Ay Kün ata birle ana ferzend sin bolsañ ni tañ Kim sin semîn dürsin velîk ol ikki andak kim sadef (BV:309/2) “Ay ve Güneşin biri baba biri ana olsa sen de onların evladı olsan şaşılır mı; çünkü o ikisi gibi sedeften senin gibi değerli bir inci dünyaya gelmiştir” Kevkeb irmes pahtalar tıkmış kulagıga sipihr Ol kuyaş hecride tünler bes ki efgān iyledim (BV:423/1) “O güneşin ayrılığında gecelerce öyle feryat ettim ki (göktekiler) yıldız değil feleğin kulağına tıkadığı pamuklardır” Yukarıdaki mısralarında ise şair, sevgilisini güneşe, yıldızları ise feryadını duymamak için feleğin kulağını tıkadığı pamuklara benzeterek oldukça özgün bir benzetmeyi şiirine taşımıştır. 1.2. KAMER/ AY: AY Nevāyî şiirinde Ay da tıpkı Güneş gibi sevgilinin yüzünün yanağının benzetileni olarak alınmaktadır. Didim itkil ʻarızıñ birle közüñ vasfın didi ʻārızım devr-i kamer ser-fitne-i devrān közüm (FK:455/3) “Yanağınla gözünün vasıflarını anlat dedim, yanağım ayın dönüşü, gözüm alemde fitne kaynağıdır dedi”. 410 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Hüdhüd iltür derdlıg peygāmım ol ay kaşıga sançıban hod-reng rakam bik yañlıg başıga (NŞ:535/1) “Bey gibi başına kırmızı ibibiğinin renginde (kendi doğal renginde) yazı batırıp o ayın (ay gibi güzel sevgilinin) huzuruna dertli mektubumu Hüdhüd iletir” Nevāyî Lisanü’t Tayr’da ay için “gecenin mumu” “göğün tırnağı” benzetmelerini de özgün olarak kullanmıştır. Aynı kök tırnagıdın kıldı misāl Algan ol tırnag bir yanın hilāl (LT:6) “Ayı göğün tırnağı gibi örnek verip, O tırnağın bir tarafını hilal eyledi” Mihrni kündüz dırahşān eyledi Aynı şemʿi şebistān eyledi (LT:19) “Güneşi gündüz parlatıp ışık saçtırırken, Ay’ı gecenin mumu yaptı” Nevāyî, dinin güneşi mecaz ifadesini Hazret-i Muhammed için kullanırken Hazret-i Ebu Bekir’i ise Ay'a benzetmektedir. Ornıga anı Resûl eylep imām Ay bolup Hurşîdka kāyim- makam Çün bolup hûrşîdka vaki ʿ gurûb Din üyi ol ay fürûgıdın yarup (LT:188-189) “Peygamber yerine onu (Ebu Bekr’i) imam eylemiş, Ay güneşin yerine makama oturmuştur. Güneşe batma vakti geldiğinde din evi o ayın ışığıyla parlamıştı.” 1.3. MÜŞTERİ/BİRCÎS: JÜPİTER Feleğin kadısı ya da hâkimi olarak bilinen bu gezegen, Saʿd-ı Ekber (büyük kutluluk) namıyla ünlüdür. Mirrih ile Kamer dost, Zühre ile Utarid düşman yıldızlarıdır. Yeri altıncı kat göğüdür. “Telakkiye göre din, ilim, haya, hilm, tevazu, kerem, akıl, talâkat ve fesahat evsafındandı. Edebiyatımızda adalet, hikmet-i ilāhî, menzilesindedir (Onay, 2000, s.341). “Batı’da kudretli bir tanrı olarak kabul görmüş, tahtının önünde içlerinden hayır ve şerri çıkardığı iki fıçının bulunduğu bir insan suretinde hayal edilmiştir. Doğu’da ise bu tasavvurlar bazı değişikliklere uğrayarak Müşteri, feleğin kadısı yahut hatibi anlamına gelen “Kādî-i felek” yahut “Hatîb-i felek” şeklinde kabul edilmiş, minyatürlerde ata binmiş, sağ elinde kılıç, sol elinde yay olan yahut da çeşitli renklerde kumaşlardan elbise giymiş bir erkek suretinde tasvir edilmiştir. Zühre’den sonra en parlak yıldızdır, sarı renkte bir yıl- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 411 dız olduğundan hararetli bir tabiata sahip olduğu kabul edilir (Şentürk, 1994, s. 164). Nevāyî şiirlerinde Müşteri yıldızını ışığının parlaklığı ile Güneş’le karşılaştırır. Tüşüp çün Müşteri sarı mürûrı Kuyaşnı yaşurup her lemʿa nûrı (FŞ:91/23) “Müşteriye(Jüpiter’e) doğru yönelince her bir ışığının nuru Güneş’i gizledi” Mihr itip zāhir harîdār olmas ol ay barıda Her köñül kim tapsa mihr ü müşterî yañlıg enîs (FK:242/2) “Güneş ve Müşteri gibi yakınlaşan her gönül, O ay varken güneş satıcı olmaz” Şair bazen de onun hatip olma özelliğine telmihen hatiplerin minberde konuşmalarını ve minberden inmelerini örnek vermektedir. Müşterî tüşti minberidin tîz Yüzni gerdidin itti nûr- āmîz (SS:214) “Müşteri çabucak minberinden indi, yüzünü (onun) tozundan nurlandırdı” Mevkibidin pāye tapıp Müşterî Yolıda bir pāye bolup minberî (HE:403) “Maiyetinde yürümekten şereflenen Müşteri’nin (Jüpiter’in) yolunda minberi ona bir menzil oldu” 1.4. ZÜHAL: SATÜRN “Yeri, yedinci kat göktür. Bir adı da Keyvān’dır. İlm-i tencime göre nahs-i ekberdir. Humk, cehl, cübn, hıkd, kizb, levm, gam, kesel, gabāvet, zarar, onun özelliklerindendir. Eski kimyacılarca kurşunun adı da Zühal’dir. Zühre ve Utarid dostları, Şems ve Kamer düşmanlarıdır. Yüksekte oturduğu ve rengi siyah olduğu için şairler onu sarayların damlarında pās-bānlık eden Hindilere benzetmişlerdir. Hakim olduğu iklim dahilinde Hindistan da vardır” (Onay, 2000, s.471). “Yunan mitolojisinde Kronos’a tekabül eder, Romalılar Satürn derler. Yunanlılar Zühal’i elinde orak yahut eğri bir bıçak bulunan bir ihtiyar şeklinde tasavvur ederlerdi. Daha sonra yanına bir timsah ve kum saati koyarak zulüm ve zaman mefhumlarına işaret etmişlerdir. Doğu minyatürlerinde ise sağ elinde bir insan kafası bulunan, sol eliyle de bir insan elini tutan ihtiyar bir adam; yahut beyaz bir ata binmiş, sağ elinde yalın kılıç bulunan bir şahıs şeklinde temsil edilmiştir. Seyyārelerin en üzerinde bulunduğu için Araplar ona “şeyhu’n-nucûm” (yıldızların en yaşlısı) derler. 412 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Gerek bu gerekse Farsçada en yaygın şekilde kullanılan “pîr-i felek” adları eski yıldız bilgisindeki bir inanıştan kaynaklanmaktadır. Buna göre seyyareler dünyadan uzaklık sırasına göre 100 yıldan 7000 yıla kadar bir ömre sahiptirler. Uzaklığı sebebiyle çapı en geniş olan Zühal, 7000 yaşla yıldızların en ihtiyarı addedilir” (Şentürk, 1994, s. 169). Ali Şîr Nevāyî aşağıda örnek alınan beyitlerinde Zühal’i savaşçı bir Hindû, göğün bekçisi (pās-bānı) sıfatlarıyla ele alır. Zuhal esbābın eyledi bir bir Hindûyî dik ki bolsa maʿreke-gîr Kaysı bir kişver içine kim yitti Savleti birle ihtisāb etti (SS:215-216) “Savaş meydanındaki bir savaşçı Hintli gibi Zühal de yapacağını yaptı, hangi ülkeye ulaştıysa saldırısıyla hesap sordu” Urmagay-sin pās-bānlıg lafı kök kurganıda Vākıf olsañ iy Zuhāl hecrim tüni bir pāsıdın (FK:491/5) “Ey Zühal, ayrılığımın gecesine bir parça bile vakıf olsan (ayrılık gecemin acısını bir parça bile olsa anlasan), göğün kurganında gece bekçiliğinin lafını etmeyeceksin” Zühal yıldızının rengi siyaha yakın bir yeşil renktir. Bu nedenle gece rengi ile ilgili benzetmelerle de Nevāyî tarafından kaleme alınmıştır. Nahîtidin Zuhal urup çeng Tünge birür irdi yüzidin reng (LM:2846) “Zühre’den Zühal çeng çalmaya başlayınca geceye rengini kendi yüzünden verirdi” Şemʿi Zuhāl zulmetini nûr itip Zengî-i şeb-rengni kāfur itip (HE:404) “Zühal’in akşamı karanlığını nura dönüştürüp, gece rengli atını kafûr gibi bembeyaz yaptı” Burada kafur, beyaz çiçekli bir bitki olduğundan edebiyatımızda beyaz saçlara veya yağan kara telmih olarak kullanılan bir bitki olarak yer almıştır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 413 1.5. ZÜHRE/NAHİD: VENÜS “Zühre, arza yakın ve nücûm ilmine göre yeri üçüncü gök olan bir seyyaredir. Kervankıran, Çobanyıldızı gibi adları vardır. Edebiyatta bir adı da Nahîd’tir. Aşk ve mûsikî ilahî makamındadır. Ayş u işret, tehabbüt ve rikkat, tehannüt, ferah, lehv, lu’b, teganni, hüsn-i hulk evsafındandır. Kimyaca adı kalaydır. Utarid ve Zuhal dostları, Güneş, Ay ve Mirrîh düşmanlarıdır. Yunan esatirinde Afrodit, Romalılarca Venüs mukabilindedir. Şark esatirine göre Hārût ve Mārût’u baştan çıkaran ve sonra yıldız olan fettan kadın Zühre’dir. Zühre’ye Sāzende-i Felek de derler. Onu tasvirlerde bir çengi kız şeklinde yazarlar” (Onay, 2000, s.471). “Venüs heykellerinde görüldüğü üzere Batı’da güzel ve düzgün yapılı bir kız şeklinde tasvir edilir. Güzelliğiyle herkesi büyüleyen Venüs, bir çift güvercin yahut kuğu tarafından çekilen bir arabada tasvir olunur. Doğu minyatürlerinde ise iki eliyle kopuz tutan genç bir kadın yahut yeşil ve sarı elbise giymiş, kollarında bilezikler, parmaklarında yüzük ve ayaklarında halkalar bulunan ve kendisine bakan bir kadının karşısında oturan genç bir kız şeklinde tasvir edilmiştir. (Şentürk, 1994, s.154). Ali Şîr Nevāy, Zühre gezegenini genellikle neşeli ve eğlenceli meclislerde elinde def ya da çeng çalan, şarkı söyleyen bir kadın olarak ele alıp klasik şiirin mazmunlarını tekrarlamıştır. Kitürgil rez-kızın sāki mugannî nagme’i tüzgil Ki ol kökdin kitürgey Zühreni efgānga mızrābıñ (FK:373/7) “Saki kırmızı şarabı getir, şarkıcı bir nağme söyle çünkü mızrabın o nağmeden (o gökten) Zühre’yi inletmeye başlayacak”. Burada Nevayi kök sözcüğünü tevriyeli olarak hem müzik makamı hem de gökyüzü anlamında kullanmıştır. Kıldı çün zühre sarı āhengin Zühre yaşurdı vehmidin çengin (SS:211) “Zühre’ye doğru müziğini ulaştırınca Zühre korkusundan çengini gizledi” Zühre tā nagme-serādur andak Bolmadı devrde peydā mutrib (FK:67/3) “Zühre onun gibi nağme gösterinceye kadar dünyada bunun gibi mutrib (çalgıcı) ortaya çıkmadı” Yitürgeç Zührega devlet rikābı Defin yırtıp kûdumı ihtisabı (FŞ:91/20) “Zühre’ye yüce varlığı ulaşınca Zühre def ’ini yırtarak davuluna hesap sordu” Tañ yok ol meh-veş mugannî tutsa cām-ı mey sabuh 414 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Ni üçün kim Zühredür tāliʿ bolur ahter sabāh (NİD:99/4) “O ay yüzlü saz çalan (güzel), sabahleyin şarap kadehi sunsa şaşılmaz; çünkü Zühre sabahleyin görünür” Hunyā-ger ü nagme-sāzı Nāhid Likin def anıñ kolıda hurşîd (LM:477) “Hanendesi ve müzisyeni Nahid'tir ancak def onun kolunda Güneştir” Zühre ni okup ni çalıban çeng Perde ara kirmek iylep āheng (LM:2842) “Zühre perdenin arasına girip müzik başladığında ne şarkı söyleyip ne de çeng çaldı” Nahîtidin Zuhal urup çeng Tünge birür irdi yüzidin reng (LM:2846) “Zühre’den Zühal çeng çalmaya başlayınca geceye rengini kendi yüzünden verirdi” Bolup her şeb-nemi Nāhîd yañlıg Yarup her ahteri Hûrşîd yañlıg (FŞ:90/7) “Her yıldızı Güneş gibi, her şebnemi Nahid (Venüs) gibi olmuştur…” 1.6. UTARİD: MERKÜR “Güneş’e yakın bir seyyāredir. Nücûm ilmine göre yeri ikinci kat göktür. Şiir ve musāhabenin, nutk ve kitābetin pîri sayılır. Bizde şiir ve inşānın timsali hükmündedir. Yunan esātirinde Merkür mukabilindedir. İbrahim Hakkı’nın Ma’rifetnāmesi’ne göre edeb, kiyāset, fehm ü firāset, ehl ü dirāyet, nutk u belāgat, nakş u kitābet, hesāb, zeka ve dikkat, hüner, san’at, hîle,ve hıyanet mahsûsātındandır. Kimyacılar civaya Utarid derler. Tîr, debîr-i felek, debîr-i semā, münşî-i çarh gibi tabirler de ona aittir. Yunanlılarca bir adı da Hermes’tir. İtikada göre barbed (=Lîr)’in mucididir” (Onay, 2000, s.449). “Batı’da sürʾat sembolü olduğu gibi Doğu’da da ok anlamına gelen “Tîr” diye anılmıştır. Her yıldızla uyuşabilmesi, imtizac edebilmesi sebebiyle “mümtezic” ve “münafık” da denir. Doğu minyatürlerinde tavus kuşuna binmiş, sağ elinde bir yılan, sol elinde yuvarlak bir tahta bulunan yahut başında tac ve sırtında yeşil cübbe ile kürsüde iki eliyle Kur’an’ı okuyan güzel bir genç suretinde tasavvur edilmiştir” (Şentürk, 1994, s.152). Ali Şir Nevāyî de Utarid gezegenini kalem, nazm, nesr gibi yazı ile ilişkili benzetmelerde kullanmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 415 Çün ʿutāridka berk tîg sürdi Hāre hem hāmesini sındurdı (SS:210) “Utarid yıldırım kılıcını ortaya çıkarınca kadın da kalemini kırdırdı” Nazm u nesriga ʿUtārid meftûn Her suʿāl itse cevābıda zebûn (FK:689/154) “Nazım ve nesrine (şiir ve düz yazısına) Utarid bile aşıktır, o ne soru sorsa aldığı cevapla yerle bir olur” ʿUtārid bād-pāyıdın bolup şād Birip evrāk u eczāsını ber-bād (FŞ:91/19) “Utarid’in uğursuzluğundan mutlu oldu, bütün varlığını yok eyledi” Çün ikinçi evc üze urdı ʿalem Dür-feşān boldı ʿUtāridka kalem (LT:134) “İkinci göğün üzerine sancağını diktiğinde Utarid’in kalemi inciler saçtı” Ali Şîr Nevāyî Utarid gezegenini bazen ismini söylemeden de zikreder. Utarid dişi ve güvenilmez bir bukalemuna benzetilir, yazıcıların ve şairlerin yıldızıdır. Aşağıdaki beyitte Nevayi bu benzetmelerle onu anar. Tîr-i kalem-zen çü tapıp ol şeref Bûkalemûnlıgın kılıp ber-taraf (HE:399) “Dişi kalemin yazıcısı (Utarid) bundan şeref bulunca bukalemunluğunu (iki yüzlülüğünü) bıraktı” 1.7. MİRRÎH/BEHRAM: MARS “Yedi seyyār yıldızından biridir. Nücum ilmine göre yeri beşinci göktedir. Farisî’de adı Behrām’dır. Bizim edebiyatımızda harb ilāhı yerindedir.Eski kimyada demir ve bakıra işarettir. Müneccimlere göre harp, neşat, şecaat, hiddet, senāhat, kuvvet, cināyet, kabahat, azab, inat ve riyā evsafındandır. Kırmızı renk buna mensuptur.Yunan esatirinde mukabili Mars’tır. Tasvirlerde kılıcı elinde bir silahşör şeklinde de yazarlardı” (Onay, 2000, s.329). Bu gezegen savaş ve kan göstergesi olarak uğursuz sayılır. Eski Türklerde “bakırsokum” adı verilen bu gezegen, Yunan ve Roma mitolojilerinde de olumsuz kabul edilmektedir. “Yıldız bilgisine göre Merih’in rengi ateş kırmızısıdır. Bu sebeple mizacı sıcak ve kurudur. Bu yıldızın hakim olduğu zamanlarda doğanlar tahammülsüz, şehvete düşkün ve kan dökücü olurlar. Eskiler Merih’e “küçük uğursuz” anlamında “Nahs-ı Asgar” derlerdi” (Şentürk, 1994, s.162). 416 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Nevāyî de aşağıdaki beyitlerde bu yıldızla birlikte kılıç çekmek, şeref kılıcı gibi sözcükleri şiirine taşımıştır. Mihride Behrām ki yek-rû bolup Tîg-i şeref yüzige közgü bolup (HE:402) “Behram (Mars) onun güneşiyle dost, şeref kılıcı onun yüzüne ayna olmuştu” Yoksa aynıñ yanıda Behrām bolmış cilve-ger Cilvesi Behrāmnıñ ni tañ kamer devrānıda (FK:597/2) “Ayın yanında Behram (Mars) mı görünmüş, ayın dönüşünde Behram'ın görünmesine şaşılır mı?” Behrām körüp biyik cenābın Taşlap kılıçın öpüp rikābın (LM:218) “Behram (Mars) büyük dergahını (atının üzengisini) görüp kılıcını atıp üzengiyi öptü” Behrām çikip sinān salıp şûr Kim baksa yaman köz iylegey kûr (LM:2844) “Behrām (Mars) kılıcını çekip kargaşa çıkardı, kötü gözlüydü, kime baksa kör olurdu” 2. BURÇLAR “Feleğin katmanlarından biri olan burçlar katmanı Ay, Utarid, Zühre, Şems, Merih, Müşterî, Zühal gezegenlerinin bulunduğu yedi felekten sonra gelen, Atlas feleğinden bir önceki felektir. Bu felekte bulunan yıldızlar sabit haldedir. Bu nedenle bu yıldızlara “sabit yıldızlar”; bu feleğe de “felek-i sevâbit” de denmiştir. En kuşatıcı manasıyla burç “Güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızdan her biridir. Burçlar üç yüz altmış derecelik açıdan oluşan bir kuşakta yer alırlar; bu burçlar feleği yani Zodyak, her biri otuzar derecelik olan on iki parçaya bölünmüştür. Güneşin kendi feleğindeki dönüşünü tamamlarken bu 12 duraktan geçtiği düşünülmektedir. Bu on iki parça içindeki sabit yıldızların şekilleri, belli hayvan veya nesne şekillerine benzetilmiştir. Bu benzetmeden yola çıkarak da burçlara isimler verilmiştir” (Yıldırım, 2015, s.343). Gezegenlerin dolaşım ve dönüş sürelerinin farklı olması bazen onların aynı yörüngede ve aynı burç üzerinde buluşmalarına sebep olur. Bu buluşma eğer birbirine uyumlu gezegenler ise uğur ve baht getireceğine, tam tersi durumda ise uğursuzluğa ve kötü durumlara yola açacağına Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 417 inanılır. Yine bu gezegenlerin gökyüzünde birbiri ile olan konumlarına göre o tarihte doğan insanın geleceğine ve kişiliğine dair bir takım yorumlara ulaşılır. Gezegen birleşmelerine genel olarak “Kırân” denilmiş; uğurlu gezegenlerin birleşmeleri “kırân-ı sa’deyn”, uğursuz gezegenlerin birleşmeleri ise “kırân-ı nahseyn” olarak adlandırılmıştır. Ali Şîr Nevāyî, klasik islam astrolojisinde mevcut olan 12 burçlu sistemi esas alan bir kozmoloji anlayışına sahiptir. Bu sisteme göre burçları şu isimlerle bulmak mümkündür. Hamel (Koç), Sevr (Boğa), Cevzâ (İkizler), Seretân/Harçeng (Yengeç), Esed/Şîr (Arslan), Sünbüle/Hûşe (Başak), Mizân/Keffe (Terazi), Çıyan (Akrep), Kavs/Yā (Yay), Cedy (Oğlak), Delv/Kopka (Kova), Hût (Balık). Nevāyî bazı burçlara farklı isimler de vermiştir. Mesela Yengeç burcuna Farsçada geçen biçimiyle “harçeng” i de kullanmakta yine Akrep burcu için “Çıyan”, Başak burcu için Hûşe, Arslan Burcu için “Şîr”, Terazi burcu için Keffe, Kova burcu için ise Türkçe Kopka sözcüklerini de tercih etmiştir. 2.1. HAMEL: KOÇ BURCU Ḥamel: 1. kuzu. 2. astr. Gökyüzünün kuzey yarımküresinde Sevr burcu ile Süreyya takımının yakınlarında bulunan bir burçtur, Güneş buraya Mart ayının dokuzunda dâhil olur. Gece ve gündüzün eşitliği bu burçta gerçekleştiği gibi ilkbaharın başlangıcı olan Nevruz da bu burçta meydana gelir. Bu sebeple edebiyatımızda Nevruz, gün eşitliği, bahar tasvirlerinde sıkça kullanılmaktadır. Hazret-i İsmail’in kurban edilişi sırasında gelen koç ile Müslümanlar Kurban Bayramını kutlamaktadırlar, koç ve kurban ritüelleri de bu burçla birlikte anılmaktadır. Hem Hamel ü Sevr birip cān aña Cān itiben ikisi kurbān aña (HE:405) “Hem Hamel (Koç) hem de Sevr (Boğa) ona canlarını verip kurban etmek istedi.” 21 Mart-21 Nisan arasında geldiği farz edilen Koç Burcu, edebiyat ve sanatta daha çok neşe ve bahar çağrışımlarıyla geçer. Nevāyî de aşağıdaki mısralarında bu çağrışımları kendi üslubunca dile getirir. Mihr istedi çün Hamel ferāgı deşt üzre büter kuzı kulağı (LM 824) “Güneş, Koç’ta dinlenmek isteyince ovalarda kuzu kulağı yetişir” Hamel taḥvîli itkeç mihr-i gül-çihr açar yüz zemāne körgeç ol mihr (FŞ XVII/1) “Gül yüzlü güneş Koç’a dönme zamanında yüzünü açar” 418 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Koç burcu sırasında gerçekleşen ekinoks yani gece-gündüz eşitliği de Nevayî tarafından şu mısralarda dile getirilmiştir. Çün Hameldin birdi āyìn-i bahār Boldı tiñ mîzānıda leyl ü nehār (LT:14) “Hamel’den (Koç Burcundan) bahar görünmeye başlayınca terazisinde gece ve gündüz eşitlendi” 2.2. SEVR: BOĞA BURCU Boğa, (Latince: Taurus, Boğa) burçlar kuşağının takımyıldızlarından biridir. 21 Nisan-20 Mayıs arasında gökyüzünde boğa şeklinde görülen ve sabit yıldızlardan kabul edilen Boğa Burcu, toprak elementinin özelliklerini taşımaktadır. Dört sabit yıldızdan biri kabul edildiği için düşüncede inatçılık ve sabitliği de simgeler. Bu burcun gezegeni Venüs/Nahid olduğu için aşkın ve âşıkların burcu olarak görülmektedir. Boğa, cüsseli ve kuvvetli bir hayvandır bu nedenle güç ve kudretle yük, hatta feleği taşımasıyla da şiirlere konu olur. İslâm inancındaki kurban geleneğini vurgulamak için Koç ile beraber anılan burçlardandır. Aşağıdaki beyitlerde de Nevayî sevgiliye âşıkların canlarını kurban etmelerini anlatır. Sevr ü ḥamel iyleben figānlar kurbānı anıñ kılurga cānlar (LM:221) “Boğa ve Koç (burcu) canlarını ona kurban etmek için figanlar eyleyip..” Hamel maŋrap koyup Sevr allıda baş Ki bolsak ikkimiz kurbān saŋa kāş (FŞ V/26) “Hamel (Koç burcu) böğürüp Sevr (Boğa Burcu) önünde böğürerek keşke ikimiz sana kurban olsak (dediler)” Hem Hamel ü Sevr birip cān aña Cān itiben ikisi kurbān aña (HE:405) “Hem Hamel (Koç) hem de Sevr (Boğa) ona canlarını verip kurban etmek istedi.” Hamel dik kuzı yüz miñdin ziyāde Uy anda Sevr yañlıg pāde pāde (FŞ XXXVIII/19) “Koç gibi kuzu yüz binden fazla, Sığır orada Boğa gibi sürüyle” Hamel ü Sevr kaldı nāle kılıp Tûşalıkka özin havāle kılıp (SS:219) “Koç ve Boğa burcu inleyip kendilerini derin bir üzüntüye sevk ederek kaldı” Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 419 2.3. CEVZÂ: İKİZLER BURCU “Bu burç, gökyüzünde sabit halde bulunan birçok yıldızdan oluşmakla birlikte temel olarak iki yıldızın belirlendiği burçtur. Bu yıldızlar birbirine sarılmış iki çocuk şeklindedirler ve burç, ismini buradan almıştır. Bu burç, “Burc-ı düpeyker”, “Tev’eman”, “Zûcesedeyn” olarak da bilinir. 21 Mayıs ve 22 Haziran bu burcun tarihleridir. Bu burçtan sonra Yaz mevsimi geldiğinden, İlkbaharın son burcudur. Elementi hava, tabiatı kurudur. Gezegeni ise Merkür yani Utarid’dir. Ay bu burca girdiğinde mektup yazmak, şiir okumak ve hesap kitapla uğraşmak iyi olarak bilinir (And, 2008: 338). Günümüzde de halk arasında, burcu İkizler olan kişilerin edebi yönlerinin ve hitabetlerinin iyi olacağına inanılmaktadır” (Yıldırım, 2015, s.346).”Birbirinden hiç ayrılmayan iki parlak yıldızdan meydana gelmiş bir burç olup bu sebepten ikizler diye anılır. Bu burcun mizacı havâî olup kuru ve karanlıktır. Beyaz ve sarı renkler, iyi insanlardan âlim ve şairler, kötülerden hırsız ve hileciler, hayvanlardan ise ehli olanlar bu burca mensuptur. Doğu minyatürlerinden birbirine sarılmış veya el ele tutuşmuş iki şahıs olarak tasvir edilen bu burç, edebî metinlerde de birbirine sarılmış iki kız kardeşler olarak tasvir edilmiştir” (Şentürk, 1994, s.175). Ali Şîr Nevāyî, Cevzā (ikizler) burcunun en uzun gün olan 21 Haziran’a gelmesi sebebiyle en uzun gece olan 21 Aralık yani şeb-i yeldā ile tezat olarak kullanmıştır. 21 Haziran’a “Cevzâ günü” derken 21 Aralık’a “yeldâ tüni (yeldā gecesi)” diyerek sevgilinin güzelliğini ve siyah zülüflerini bu günlerle özdeşleştirmiştir. Cevzā künidin dagı ol çihre cemîl irmiş Yeldā tünidin dagı ol zülf tavîl irmiş (BV 268/1) “Cevzā’nın gününden o çehre daha güzel, yelda’nın gecesinden de o zülüf daha uzun imiş” Zaʿf ara sünbülni ger zülfüŋ didim taŋ yok ki bar Ḫastega Cevzā tüni yeldā tüni yaŋlıg tavîl (BV:374/3) “Zayıflık ve bitkinlikten eğer senin sünbülüne (sünbül gibi saçlarına) zülfün dediysem şaşılmaz; çünkü bitkin olana Cevza’nın gecesi Yelda gecesi gibi uzundur” Güneş’in yeryüzünde parlayıp en güzel zamanının yaşandığı zaman Cevzā Burcu’na tekabül ettiği için Nevāyî bu mevsimde lâlelerin açmasını, doğanın güneşe kavuşmasını mısralarında şu şekilde dile getirir. Bu kün kim faṣl irür Cevzā ayagı Kuyaşnıñ otıdındur lāle dāgı (FŞ XXVII/49) 420 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı “Bugün Cevza’nın başladığı mevsimdir, güneşin ateşinden de lâle yarası oluşmuştur” Kün tüş idi vü temûz faṣlı Cevzā bile mihr-i tāb vaṣlı (LM 2039) “Güneş Temmuz mevsiminde Cevza “İkizler burcu” ile parlak güneşe kavuşmuş bir rüya idi” Burçları sık sık birbirleriyle olan ilgilerine göre alan Nevāyî aşağıdaki örneklerde de Cevzā ve Seretān burçlarını birbirlerini takip etmelerinden dolayı konu edinir. O’na göre Cevzā, kendisinden sonra gelecek Seretān önünde el pençe divan durmakta yani “kemer bağlamakta”, yine Seretān’ı dört gözle beklemektedir. Burada kişileştirme sanatının güzel örneklerini burçlar üzerinden veren şair, Seretān’ın düzleşerek cilve etmesini de özgün bir hayal olarak okuyucusuna sunar. Cevzā közi tört olup bakardın Tapıp Seretān hem ol nazardın (LM:222) “Cevza’nın “İkizler burcu” gözü dört olmuş baktığından (Cevzā dört gözle beklerken) Seretān “Yengeç burcu” da o bakıştan nasiplenir” Hem tañıban allıda Cevzā kemer Hem Seretān tüz bolup cilve-ger (HE:406) “Hem Cevza (İkizler Burcu) önünde şaşkınlıkla kemer bağladı, hem de Seretān düzleşip cilve eyledi” 2.4. SERETÂN/HARÇENG: YENGEÇ BURCU Nevāyî aşağıdaki mısralarında Seretān burcundaki sıcaklığı ve Güneşin hararetini anlatır. Hatta özgün bir benzetme olarak bu sıcaklık ve harareti ateş-gede manastırında yanan bir ateşe benzetir. O’na göre Güneşin çeşmesinin Seretān’da mekân bulmasıyla yani güneşin bu burca girmesiyle hava serin odalara gizlenme ihtiyacı duymaktadır. Çün mihr otıdın semender oldı Seretān Âteş-gede dik tutaştı gülzār-ı cihān (TEH:M783a6) “Cihan’ın gül bahçesi ateşperest gibi tutuştu çünkü güneşin ateşinden semender (ateşte yanmayan hayvan) bile Yengeç oldu” Kuyaş çeşmesi Seretān mekānı bolganda kim ḥarāret farkıdın havā ḥabāb serdābeleride pinhan ve ot hārā mesemmātıda nihan bolurda… (LM XXV/s.230.) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 421 “Güneş çeşmesi Seretān burcunda yerleştiğinde sıcaklığın artmasıyla hava serin odalarda gizli ve ateş taşların içinde gizlendiğinde.. ” Çün sipihr zer-geriniñ en beri ucudın bir küliçe altun sigrip suga tüşti ya’ni çarh kārhāneside Cevzānıñ igri peykeri arasıdın kuyaş kurṣı Seretān āb-gîriga taḥvîl kıldı (TEH: M783a8) “Feleğin altıncısının en berideki ucundan bir külçe altın koşturup suya düştüğünde yani feleğin fabrikasında Cevzā’nın eğri cüssesi arasından Güneşin yuvarlağı Seretān (Yengeç) suya dönüştü” Cevzā közi tört olup bakardın Tapıp Seretān hem ol nazardın (LM:222) “Cevza’nın “İkizler burcu” gözü dört olmuş baktığından (Cevzā dört gözle beklerken) Seretān “Yengeç burcu” da o bakıştan nasiplenir” Ali Şîr Nevāyî Yengeç Burcu için eski bir Farsça sözcük olan “Harçeng” i de kullanmaktadır. Ferhad ü Şîrîn mesnevisinde Hazret-i Muhammed’in özelliklerini anlattığı bölümde burçları örnek vererek onların özelliklerinin hepsini onda bulmaktadır. Tapıp kuvvetlıg andak pençe Harçeng Ki tartıp pençesidin şîr-i ner çeng (FŞ:91/28) “Yengeç pençesi gibi öylesine kuvvetliydi ki onun pençesinden dişi arslan pençesini saklamıştır” Hem tañıban allıda Cevzā kemer Hem Seretān tüz bolup cilve-ger (HE:406) “Hem Cevza (İkizler Burcu) önünde kemer bağladı, hem de Seretān düzleşip cilve eyledi” 2.5. ESED/ŞÎR: ARSLAN BURCU “Esed Burcu ile ilgili yorum ve tasavvurlarda bir de İran Edebiyatı ve bu edebiyatın tercüme ve taklidiyle gelişen Türkçe metinlerde çokça rastlanan arslan amblemli sancaklara işaret edilerek bu kabil bir bağlantı kurulmaya çalışılmaktadır” (Şentürk, 1994, s.176) Nevāyî, şiirlerinde genellikle birbirini takip eden burçları birlikte anarak verir, aşağıdaki örneklerde de Arslan Burcundan sonra gelen Başak burcuyla birlikte alınmıştır. Arslanın yiyeceği aslında et olmasına rağmen iki beyitte yiyeceğinin sünbüle/hûşe yani “başak” olduğu düşüncesi aslında zamanın geçmesiyle ilgilidir. 422 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Esed özni seg-i şikārı itip Sünbüle dānesin nisārı itip (SS: 221) “Arslan (Arslan burcu) kendisini avının köpeği eyleyip başak (Başak Burcu) tanesini saçıp” Hem Şîr tutup yolıda gûşe hem hûşe bolup atıga tûşe (LM:223) “Hem Şîr (Aslan burcu) yolunda bir köşeyi kapıp, hem de Hûşe (Başak Burcu) onun atı için bir azıktı “yiyecek olmuştu”. Şîr yolıda tutuban gûşeî Sünbüle rahşıga bolup tûşeî (HE:407) “Hem Şîr (Aslan burcu) yolunda bir köşeyi kapıp, hem de Sünbüle (Başak Burcu) onun atı için bir azıktı “yiyecek olmuştu”. 2.6. SÜNBÜLE/HUŞE: BAŞAK BURCU Ali Şîr Nevāyî, Arslan ve Başak burçlarını genellikle birlikte anmıştır. Aşağıda Hayretü’l-Ebrār ve Leylî Mecnûn’dan alınan iki farklı beyitte sadece bir iki sözcük farkıyla aynı düşünceyi işlemiştir. Başak burcu için bir beyitte “Sünbüle” diğer beyitte ise “Hûşe” sözcüklerini kullanmayı tercih etmiştir. Burada Hûşe sözcüğünün söz konusu burç için seyrek kullanılan bir sözcük olduğunu da belirtmek gerekir. Hem şîr tutup yolıda gûşe hem Hûşe bolup atıga tûşe (LM:223) “Hem Aslan (aslan burcu= yolunda bir köşeyi kapıp, hem de Başak (Başak Burcu) onun atı için bir azıktı “yiyecek olmuştu”. Şîr yolıda tutuban gûşeî Sünbüle rahşıga bolup tûşeî (HE:407) “Hem Şîr (Aslan burcu) yolunda bir köşeyi kapıp, hem de Sünbüle (Başak Burcu) onun atı için bir azıktı “yiyecek olmuştu”. Aşağıda örnek alınan bir diğer beyitte ise bu defa Nevāyî, Başak burcundan sonra gelen Akrep yani Çıyan burcunu hatta sonra gelen Terazi (Keffe) burcunu birlikte alır ve zamanı vurgulamak ister. Tutup mahsûli harzın Hûşe hirmen Çiyānga keffeniñ astıda mesken (FŞ:92/29) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 423 “Başak (Başak Burcu) harmanın mahsulünü sakınırken Akrep (çıyan) terazi kefesinin altın yer tutmuş” 2.7. MÎZÂN/KEFFE/PELLE: TERAZİ BURCU “Güney yarımkürede bulunan burçlar kuşağı takımyıldızlarından olup dört yıldızdan meydana gelmiştir. Adalet ve eğlenceyi temsil eder. Zühre’nin evi bu burçta bulunduğundan edebî metinlerde daha çok bu hususun vurgulanması suretiyle işlenir. Güneş Mizan’a gelince sonbahar başlar, bu burca giren ayın aşk ve sohbetleri artırdığına inanılır” (Şentürk, 1994, s.177) Nevāyî’nin şiirlerinde daha çok Akrep burcuyla art arda gelmesinden dolayı birlikte ele alındığı görülür; ayrıca bu burç ile adalet kavramı da ele alınır. Ağırbaşlılık ve vakur olma durumu yine bu burcun özelliklerinden olduğu için Nevāyî bu hususa da dikkat çeker. Ayrıca Nevāyî, terazinin kefesi anlamına gelen Arapça “keffe” ve Farsça “pelle” sözcüklerini de bu burç için kullanmaktadır. ʿAdlidin rāstlık tapıp Mîzān nûş ʿakreb semûmıdın rēzān (SS:222) “Mizan (Terazi Burcu) senin adaletinden doğruluğu bulmuştur, Akrebin zehrinden vakarlı bir şekilde iç” Pelle yolı gerdidin iksir-senc ʿakreb ara nûş u deva nîş ü renc (HE:408) “Terazi yolunun tozundan kuvvetli bir iksirdir, akrebin (Akrep Burcu) içinde hem içilecek deva hem de sokunca eziyeti bulunur” Bu cevāhirga tüzdi çün Mîzān beyle kıldı cevāhirin rēzān (SS: 772) “Mizan (Terazi Burcu) böyle bir mücevher için hazırladı, mücevherini böylelikle vakarlı eyledi” 2.8. ʿAKREB/ÇIYAN: AKREP BURCU “Gökyüzünde akrebi andıran bir şekilde sabit halde bulunan yıldız kümesidir. 24 Ekim-21 Kasım tarihleri arası Akrep Burcu’nun tarihleridir. Sonbahar burçlarındandır, elementi su ve gezegeni Merih’tir. Merih uğursuz sayılan gezegenlerdendir. Ayın bu burçtayken yapılmasının uğursuz olduğuna inanılan şeyler olmakla birlikte bu, burcun her gününün uğursuz sayılması anlamına gelmemektedir. Akrep burcu metinlerde “Kejdum” ya da “Kej-dûm-ı felek” olarak da 424 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı geçmektedir. Ay, Akrep burcundayken yazı yazmak, bilimle uğraşmak iyi olarak bilinirken, sefere çıkmak uğursuzluk sayılmıştır Beyitlerde sevgilinin saçı, yanağı ve gözü gibi yüz unsurları, sevgiliden hiç ayrılmamaları bakımından beyitlerde ay ve akrep burcuyla ilişkilendirilmiştir” (Yıldırım, 2015, s.349) Nevāyî Akrep Burcu’nu sevgilinin siyah saçlarıyla ilgili olarak anarken bunu rakip için kullanır. Yine akrebin zehrine telmihen zehir ve panzehir sözcükleriyle birlikte ele alır. Akrep burcundan önce gelen Terazi ve Başak burçlarına da yer yer atıf yapar. Yüz ü zülfin körerge bargum ey çerh cüdā kılgıl kamerdin ʿakrebiñni (BV:602/3) “Ey felek, (sevgilinin) yüzünü ve kara saçını görmeye gideceğim, Ay’dan Akrebini uzak tut” Cān-senc olup izidin Terāzû ʿAkreb tapıp anda nûş-dārû (LM:224) “Terazi onun izinden canından bezmiştir, orada Akrep içilecek bir ilaç vermiştir” pelle yolı gerdidin iksir-senc ʿakreb ara nûş u deva nîş ü renc (HE:408) “Terazi yolunun tozundan acı veren kuvvetli bir iksirdir, akrebin (Akrep Burcu) içinde hem içilecek deva hem de sokunca eziyeti bulunur” Tutup mahsûli harzın Hûşe hirmen Çiyānga keffeniñ astıda mesken (FŞ:92/29) “Başak (Başak Burcu) harmanın mahsulünü sakınırken Akrep (çıyan) terazi kefesinin altını yer tutmuş” 2.9. KAVS/YA: YAY BURCU 20 Kasım-21 Aralık arası gökyüzünde görülen bir burç olup gezegeni Müşteri (Jüpiter) dir. Ateş elementi ile temsil edilen burç, hızlılığı ve çabuk hareketi de temsil eder. Bu burcun insanlarının bahtının iyi olacağı düşünülür, felsefe ve din bilimlerinde öncü bir burçtur. Batı Mitolojisinde simgesi yarı at yarı insan olan bir okçu figürü olan Santor’dur. Doğu edebiyatlarında burç-ı keman veya hān-ı keman da denilmektedir. Bu sebeple şiirde ve sanatta genellikle ok sözcüğü ile birlikte ya da sevgilinin kaşlarının tasvirinde kullanılmaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 425 Ali Şîr Nevāyî sevgilinin kaşlarını âşıkların gönlünü vurmak için çekilmiş yaya benzetir. Kaş u yüzüñni müneccim çünki kördi bî-nikāb Didi kör kim kavs burcıdın toguptur āfitāb (NİD:52/1) “Müneccim kaşını ve yüzünü örtüsüz gördüğünde “bakın Kavs (Yay) burcundan Güneş doğmuştur” dedi” Çikip kavs-ı kuzahdın yā köñüller kasdıga anıñ Yagın meddi hadeng ü katre sular anda peykāndur (NİD: 140/5) “Gökkuşağından çekilen yay gönülleri vurmak içindir, orada şimşekler kayın oku gibi çekilmiş ve sular da ok temrenidir” Tasavvufta çile ya da çille; genellikle kırk gün süren, nefis terbiyesi amacıyla müridin insanlardan uzakta, az yiyip az uyuyarak geçirdiği süreyi anlatan bir terimdir. Çile/çilleye oturmak deyimiyle karşılanan bu ritüel, müridin ve onu yönlendiren şeyhin duasıyla tamamlanır. Nevāyî de aşağıdaki mısralarında bu ritüeli ele almaktadır. Sebʿa-yi Seyyār’da Hazret-i Muhammed’in Mir’ac’a çıkışı sırasında burçların aldığı vaziyeti anlatırken Yay Burcu’nun Hazret-i Muhammed’in yolunda çileye oturduğunu, Oğlak Burcu’nun ise onu izleyen bir kale olduğu belirtilmektedir. Tespit edilen örneklerde Yay Burcu’nun Oğlak Burcuyla birlikte anılması yine Nevāyî’nin bir üslup özelliği olarak dikkat çekmektedir. Kavs boldı yolıda çille-nişìn cedy nezāreside kalʿa-güzìn (SS:223) “Kavs (Yay Burcu) onun yoluna çileye oturdu (kırk gün itikâfa çekildi), Oğlak ise onu takip eden bir kaleydi” Kavs tutup çille duʿāsı üçün Cedy birip felle gıdāsı üçün (HE 409) “Kavs (Yay Burcu) çileye oturmuş dua etmek için, Cedy (Oğlak) da ona gıda olsun diye ağız sütünü (doğumdan sonra gelen ilk süt) verdi” Özin kaşıga çün kurbān kılıp Yā Kılıp Cedy aña şāh u pey müheyyā (FŞ:92/30) “Kendini onun kaşına kurban eden Yay (Yay Burcu), Oğlağı (Oğlak burcunu) ona şah olarak hazırladı” 426 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 2.10. CEDY: OĞLAK BURCU 22 Aralık-21 Ocak tarihleri arasında görülen bu burcun elementi topraktır. Burc-i buzgāle olarak da bilinmektedir. Oğlak burcu Zühal yıldızıyla birlikte edebiyatta anılan bir burçtur. Ali Şîr Nevāyî aşağıda örnek alınan beytinde özgün bir hayalle oğlak burcunu sağılan bir hayvana benzetir, onu sağan da yaşlı felektir. Çün Cedyni sagdı çerh zāli Süt katrelerin arıttı hālî (LM:2565) “Yaşlı felek Oğlağı (Oğlak burcunu) sağınca, o anda süt damlalarını temizledi” Yukarıda zikredildiği gibi Nevāyî diğer örneklerde ise Oğlak ve Yay burçlarını beraber almaktadır. Kavs boldı yolıda çille-nişìn Cedy nezāreside kalʿa-güzìn (SS:223) “Kavs (Yay Burcu) onun yoluna çileye oturdu (kırk gün itikâfa çekildi), Oğlak ise onu takip eden bir kaleydi.” Özin kaşıga çün kurbān kılıp Yā Kılıp Cedy aña şāh u pey müheyyā (FŞ:92/30) “Kendini onun kaşına kurban eden Yay (Yay Burcu), Oğlağı (Oğlak burcunu) ona şah olarak kendisinden sonrası için hazırladı.” 2.11. DELV/KOPKA: KOVA BURCU “Delv-i sipihr” ve “Sâkibu’l-mâ” olarak da anılan bu burç kış mevsimi burcudur. 21 Ocak - 19 Şubat tarihleri arasında etkilidir. Elementi hava, gezegeni Zühal’dir “ (Yıldırım, 2015, s.351). Mitolojide kova şekli veya kuyudan su çeken bir insan figürüyle gösterilen bu burç, hava elementi ile temsil edilir ve gezegenleri Uranüs ve Satürn olarak düşünülür. Ali Şîr Nevāyî aşağıdaki beyitlerinde Kova Burcu ile kendisinden sonra gelen Balık Burcu’nu birlikte alır; her ikisinin de su ile ilişkisinden faydalanır. Örneğin aşağıdaki beyitte hem Hazret-i Yusuf ’un kuyudan bir kova ile çıkarılmasına hem de Hazret-i Yunus’un balığın karnında yaşamasına telmihen burçlar işlenmektedir. Delvga Yûsuf kibi salmay naẓar Ḥûtda Yûnus kibi kılmay makar (HE:410) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 427 “Delv’e (Kovaya) Yusuf gibi bakmaz, Balık (Balık Burcu) da Yunus gibi oturup beklemez” Dime Delv içre su kim Kevser-i rāḥ Tapıp Hût özni ol baḥr içre timsāḥ (FŞ:92/31) “Kova (Kova Burcu) içindeki suya su deme o Kevser çeşmesidir, o deniz içinde Balık (Balık Burcu) kendisini timsah olarak bulur” Delv yolıda su urup gāhî Hût ansız sudın yırak māhì (SS:224) “Bazen Delv (Kova) yolunda su çıkar, Hut (Balık) da sudan onsuz, uzaktır” Aşağıda alınan beyitte ise Nevāyî kova burcu delv sözcüğü yerine Türkçe “kopka” (kova) sözcüğünü kullanmaktadır. Kopka suyı āb-ı zindegānî Ol sû bile tāze Hût cānı (LM:226) “Kovanın (Kova Burcunun) suyu hayat veren bir sudur, o su ile Hut’un canı (Balık Burcunun canı) tazelenir” 2.12. HÛT: BALIK BURCU “Bu burç kaynaklarda “Burc-ı mâhî”, “Hût-ı felek” ya da “Kevkebetu’ssemekeyn” olarak da geçmektedir. Elementi su, gezegeni Müşteri’dir. 20 Şubat ile 20 Mart tarihleri arasında etkilidir. Kıştan ilkbahara geçilen sonuncu burçtur. Güneş bu burca gelerek, burçlarla on iki dilime ayrıldığı düşünülen dönüşünü tamamlamış olur. Balık burcu da diğer burçlar gibi isminden yola çıkılarak beyitlerde derya, deniz, gemi gibi kelimelerle birlikte anılmıştır” (Yıldırım, 2015, s.351). Bu burcun elementi sudur, su gibi girdikleri kabın şeklini alan ve uyum sağlama yetenekleri fazla olan bir burçtur. Yönetici gezegeni Neptün sayesinde sezgileri kuvvetli burçlardandır. “Eski bir inanışa göre dünyanın altında balık olduğu, Yunus peygamberin balığın karnında kaldığı vs. düşünceler nedeniyle de zikredilmiştir” (Pala, 1991, s.237). Nevāyî, şiirlerinde bu burcu yağmur, sel, gözyaşı gibi imgelerle kullanmaktadır. Balık Burcu zamanında çok yağmur yağması düşüncesiyle gözyaşlarını birleştiren şair hüsn-i taʿlîl (güzel sebebe bağlama) sanatının da güzel bir örneğini verir. Hançeriñ tîgıda yüz kördüm ü eşkim yagdı Yamgur irmes ʿaceb olganda kuyaş menzili Hût (BV:71/4) 428 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı “Güneşin menzili Balık Burcuna girdiğinde yağmur yağması beklenmez ama (senin) yüzünde hançerinin (yan bakışının) kılıcını (kirpiğini) görünce gözyaşlarım yağdı” Hanceri tîgıda körgeç ʿārızın akızdı kan Seyl akkan dik kuyaşnıñ menzili bolganda hût (FK:90/5) “Güneşin menzili Hut (Balık Burcu) olduğundaki gibi hancerinin kılıcında yanağını görünce kan akıttırdı” Nevāyî, yukarıda zikredildiği gibi burçları birbirleriyle olan ilgisi ve yakınlıkları sebebiyle birlikte ele alır. Aşağıdaki örneklerde de Balık Burcu’nun Kova Burcuyla birlikte verildiğini görmek mümkündür. Delvga Yûsuf kibi salmay naẓar Hûtda Yûnus kibi kılmay makar (HE:410) “Delv’e (Kovaya) Yusuf gibi bakmaz, Balık (Balık Burcu) da Yunus gibi oturup beklemez” Delv yolıda su urup gāhî Hût ansız sudın yırak māhì (SS:224) “Bazen Delv (Kova) yolunda su çıkar, Hut (Balık) da sudan onsuz uzaktır” Kopka suyı āb-ı zindegānî Ol sû bile tāze Hût cānı (LM:226) “Kovanın (Kova Burcu’nun) suyu hayat veren bir sudur, o su ile Hut’un canı (Balık Burcunun canı) tazelenir” Dime Delv içre su kim Kevser-i rāḥ Tapıp Hût özni ol baḥr içre timsāḥ (FŞ:92/31) “Kova (Kova Burcu) içindeki suya su deme o Kevser çeşmesidir; o deniz içinde Balık (Balık Burcu) kendisini timsah olarak bulur” Çağatay Edebiyatı’nın klasik döneminin ve Türk şiirinin en önemli şairlerinden olan Ali Şîr Nevāyî, İslâm kozmoloji anlayışı çerçevesinde burçlar ve gezegenleri şiirinde sıkça kullanmıştır. O şiirlerinde, Hazret-i Muhammed’in Mirʿac’a çıkması sırasında göğün katlarında bulunan gezegen ve burçları da Mirʾac olayının büyüklüğünü ve önemini anlatırken kullanmıştır. Yine onun şiirlerinde bilinen geleneksel isimlerin yanında hûşe/pelle/harçeng/keffe gibi az kullanılan burç adlarını da kullanmış, böylece konuya olan bilgisini de göstermiştir. Nevāyî’nin çıyan ve kopka gibi Türkçe sözcükleri de tercih etmesi de dikkat çekici bir özellik olarak Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 429 düşünülmektedir. Yine onun şiirlerinde birden fazla burcun, özellikle birbirini takip eden burçların bir arada kullanılması ona ait bir üslup özelliği olarak tespit edilmiştir. Onun özgün hayal ve benzetmelerini burçlar konusunda da gösterdiğini; örneğin ay için “gecenin mumu” ya da “Seretān burcundaki sıcaklığı bir Mecusî manastırına benzettiğini söylemek mümkündür. ESER ADI KISALTMALARI VE KAYNAKLAR AKPINAR, Ş. (2002). Lâmi’î’nin Vâmık u Azrâ Mesnevisinde Astrolojik Unsurlar, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Dergisi. Sayı 12, 169 – 202. FŞ FERHĀD Ü ŞÎRÎN ALPAY TEKİN, G. (2012). Alî Şîr Nevāyî, Ferhād ü Şîrîn, İnceleme-Metin, Türk Dil Kurumu Yay. 2. Baskı, İstanbul. LT LİSĀNÜ’T TAYR CANPOLAT, M. (1995). Alî Şîr Nevāyî Lisānü’t-Tayr, Türk Dil Kurumu Yay.626. Ankara. LM LEYLÎ VÜ MECNÛN ÇELİK, Ü. (1996). Alî Şîr Nevāyî Leylî vü Mecnûn, Türk Dil Kurumu Yay.659, Ankara. İNAN, A. (1986). Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Yayınları. NŞ NEVĀDİRÜ’Ş-ŞEBĀB KARAÖRS, M.Metin (2016). Alî Şîr Nevāyî Nevādirü’ş-Şebāb, Türk Dil Kurumu Yay. 2. Baskı, Ankara. FK FEVÂYİDÜ’L KİBER KAYA, Ö. (1996). Ali Şîr Nevâyî Fevâyidü’l Kiber, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. ONAY, A.T.(2000). Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (4. Baskı), Akçağ Yay. Ankara. PALA, İ.(1991). Ansiklopedik Dîvān Şiiri Sözlüğü, C.I-II, AkçağYay. Ankara. ŞENTÜRK, A. (1994). “Divan Edebiyatında Felekler, Seyyare, Sabiteler”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, N.90. s.131-179. SS SEBʿA-Yİ SEYYÂR (Yedi Gezegen) TURAL, G. (2015). Sebʿa-yi Seyyār (Yedi Gezegen), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. UNAT, Y. (2013). “Yıldız”. İslam Ansiklopedisi, TDV İslam Ansiklopedisi, XLIII, 534-538, İstanbul 2013 HE HAYRETÜ’L EBRĀR TÜRK, V.-DOĞAN, Ş. (2015). Alî Şîr Nevāyî Hayretü’l Ebrār, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları 07. Ankara. YILDIRIM, H. (2015). Divan Şairlerine Göre Burçlar, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal of International Social Research Cilt: 8 Sayı: 41 Volume: 8 Issue: 41 Aralık 2015. S.340-353. DEDE KORKUT HİKAYELERİNDE KAHRAMANLARIN EPİTETLERLE İLİŞKİSİ Prof. Dr. Sultan TULU, Muğla Üniversitesi ORCID No: 0000-0002-8851-7738 Dede Korkut hikayelerinde kahramanlar genellikle epitet halinde tasvir edilmektedir. Epitet, kahramanın ismini bir sıfat veya isimle veya bir sıfat cümlesi ile tamamlayan söz ve cümlelere denilmektedir. Bu epitetler, özellikle savaş sahnelerinde kahramanların yiğitliklerini öven manzum dizelerdir. Bunlar yer yer bazı hikayelerde kalıplaşmış olarak görülür; destan anlatıcısı bunları ilgili sahnelerde kahramanlıklarını överek sıra ile sayar. Anlatıcının ezberinde olan bu kalıplaşmış ifadeler aynı zamanda kahramanların tanınmasına yardımcı olur. Bunlar eski epik geleneği devam ettirme açısından önemli unsurlardır. Hikayelerdeki kahramanların epitetlerinin belirlenmesi, epik türde olan bu hikayelerin kurgulanmasında önem taşır. Dede Korkut Hikayelerinin kahramanlarının epitetlerle olan ilişkisine daha önce Başgöz (1978), önceki nüshalar dikkate alarak detaylı olarak bir makalesinde değinmiştir. Burada Başgöz, başka Oğuznamelerde, örneğin Topkapı Sarayı Oğuznamesi’nde (TSO) birkaç sayfa olarak iliştirilen Oğuz beylerinin epitetlerine de atıfta bulunmuştur. Daha sonra Tezcan (2020) v.b. da bu Oğuznamedeki kahramanlara değinmiştir. Örneğin; Topkapı Sarayı Oğuznāme’sinde (Tevârih-i Âl-i Selçuk, Topkapı Sarayı, Revan Bölümü, No: 1390) Afrāsyāb’ın oğlu olarak Alp Arız isimli bir şahıstan bahsedilmektedir: Alp Arız [hürmetlü yédi hürmetin] vérsün (1r/21); toqsan deriden kürk olsa topuġın örtmeyen toquz deriden şebkülāh olsa tülügin örtmeyen toqsan qoyun dovġalıq on qoyun öyünlük yétmeyen toquz yaşar coŋın silkip atan qıynaġında gökde tutan ay başın yalamayup bir kez yudan Afrāsiyāb oġlı Alp Arız Beg (2r/1114). Bir başka epitet örneği: 10“Kara Dere ağzında [Kâdir veren]1 Kara boğa derisinden beşiğinin örtüsü olan, 1 Çeviri için bkz. Tulu (2020); parantez içindekiler tarafımızdan eklendi; krş. Vat.90a.3: ḳara dere aġzında ḳādir veren 432 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Öfkelenince /acığı tutanda/ kara taşı kül eden,2 Bıyığın /bığın/ ense-12-sinde yedi yerde düğümleyen /düğen/3 erenler ejderi /evreni/, Kazan Bey’in kar-13-deşi Kara Güne dört nala yetişti: “Çal kılıcını kardeş Kazan, 32a 1yetiştim!” dedi. Bunun ardınca görelim kimler yetişti /yetti/… (Drs.76b.12-13 ve 77a.1-3) Dede Korkut Kitabı, sıfatlamalar bakımından çeşitli çalışmaların konusu olmuştur. (Konuyla ilgili yapılan çalışmalar ve Dresden ile Vatikan nüshalarının epitetler bakımından mukayesesi için bkz. Pehlivan 2015: 214-259). Bu yazıda, Günbed nüshasında geçen kahramanların epitetleri, diğer nüshalarla karşılaştırılacak, aradaki farklılıklara ve ilişkilere değinilecek ve konu ile ilgili bazı çalışmalara dikkat çekilecektir. Başgöz ve Dede Korkutt’ta epitetler konusu Epitet, kahramanın ismini bir sıfat veya isimle veya bir sıfat cümlesi ile tamamlayan söz ve cümlelere denilmektedir. İlhan Başgöz, “Dede Korkut Kitabında epitetler” başlıklı makalesinde şimdiye dek epitetlerin destansı hikayeler/boylar üzerinde çalışılmadığını ve bunun araştırılmasının önemini vurgulamıştı: “Epitetler üzerinde yapılan çalışmaların hepsi manzum destanlar üzerinedir. Düz söz ile anlatılan veya düz yazı ile kayda geçmiş olan destanlardaki epitet üzerine yapılmış bir çalışma yoktur. Bunun için epitetler üzerinde geliştirilen teorileri, manzum olmayan, Dede Korkud gibi bir destanda denemek ilginç sonuçlar verebilir. Böyle bir çalışma, bir yandan, teorinin düz söz ile anlatılan destanlara uygulanıp uygulanamayacağını gösterecek, bir yandan da şimdiye kadar yapılan çalışmalarda karanlıkta kalan bazı noktaların daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.”4 2 3 4 Krş. TSO 2a.9: ḳara ṭaşı ḳarmadukda kül eyleyen/ ṭağa ṭaşa buşusından duman çöken… Drs. ve Vat. nüshalarındaki Kara Güne (krş. 77a.1: Bığın ensesinde yedi yerde düğen) Günbed yazmasında Emen için geçmektedir. Krş. Gün.13b.4-5. Makalenin yer aldığı derginin dipnotuna göre makale; Dr. Nebi Özdemir tarafından Türkçeye çevrilmiş, ancak yazar, çalışmasına sonradan öğrendiği bazı bilgileri ve kaynakları da eklemiş, “Türk okuyucusunun daha iyi anlaması için çeviriyi biraz değiştirdiğini” belirtmiştir. Makalenin aslı için bkz: Başgöz, İlhan. 1978. “Epithetes in a prose epic: The Book of my grandfather Korkut. In: İlhan Başgöz & Mark Glazer, Studies in Turkish folklore. in Honor of Pertev Naili Boratav, Bloomington: Indiana University, 25–45. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 433 Başgöz, makalesini bundan sonra “bu kadar büyük ilgi çeken ve çok değişik işlevler gösteren epitetlerin, bizim Dede Korkut hikâyelerindeki yeri, kullanılışı ve işlevi” konusunun aydınlatılmasına ayırmıştır. 5 Dede Korkut destanı, kahramanları, şeyleri, Tanrı’yı, Peygamberi anarken, onların adına epitetler bağlıyor, ancak Başgöz, burada bunlardan yalnız insan kahramanlarına koşulan epitetler üzerinde durmaktadır. Buna göre o, Dede Korkut Kitabında kullanılan epitetleri iki kümeye ayırmaktadır: 1. Kısa ve isme doğrudan bağlı epitetler. Örneğin: Kara Güne, Deli Dündar, Şir Şemseddin, At ağızlı Aruz. 2. Uzun, söz kalıpları halinde epitetler. Örneğin: Hamid ilin Mardin kalesin depip yıkan, demir yaylı Kıpçak Melike kan kusturan, gelüben Kazanın kızın erlik ile alan, Oğuzun ak sakallu kocaları görende ol yigidi tahsinleyen, al mahmuzi şalvarlı, atı bahri hotozlu, Kara Güne oğlu Kara Budak. Başgöz, bundan sonra makalesinde Dede Korkut kitabındaki kahramanların epitetlerini birçok nitelikleriyle sıralayarak tanıtmaktadır (Başgöz, 1998, ss. 2426). Dede Korkut destanında Oğuz federasyonu, İç Oğuzlar, Dış Oğuzlar diye ikiye ayrılmaktadır. Bu iki boy da, mitsel bir kökenden (Tülü kuşun yavrusu) geldiğine inanılan Bayındır Han tarafından yönetilmektedir. Oğuz federasyonunun tümü, kendilerini Hanlar Hanı Bayındır Han’ın töresel akrabası saymaktadır. Bu mitsel Hanlar Hanı’nın yanında önemli bir han daha vardır: Kazan Han. Öyle görülüyor ki, gerçek idarede söz Kazan Han’ındır. Destan, Kazan Han’la Han Bayındır arasında görev ve nitelikler bakımından ayırım yapmıyor; ikisini de benzer epitetlerle tarif etmektedir. Belli bir epitet, neden her zaman belli bir kahramanın adına bağlanmaktadır? Bu soruya Başgöz şöyle cevap vermektedir: Dede Korkut Kitabı’ndaki üç örneğin dışında kalan bütün epitetler, niçin seçilmiş olurlarsa olsunlar, kesinlikle tek bir karaktere bağlanmışlardır. Aruz Koca her zaman at ağuzlu, Selcen hatun sarı donlu, Bamsı Beyrek yüzü nikablu veya boz aygırlı; Emen bin Büğdüz başları, Ense Koca oğlu Okçu epitetine bağlanmıştır. Hangi hikâyede söylenirse söylensin, kahramanın adına başka bir epitet koşulmamaktadır. 5 Başgöz, makalesini yazdığı zaman, bu çevirinin yapıldığı zamana kadarki çalışmalardan ve daha sonradan ortaya çıkan Ankara nüshası ve 2018 yılında (Aralık) tesbit edilen Günbed yazmasından ve daha sonra 2019 yılında (Şubat) Bursa müzesinde sergilenen Bursa nüshasından haberdar değildi. Maalesef o, 2020 yılında hayata gözlerini yumdu. 434 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Dede Korkut Kitabında, hikâyelerin sonunda Oğuz beyleri savaşa girerken, adları uzun bir epitet bağlanarak söylenmektedir. Bu durum, onları incelemek için bize pek güzel bir fırsat sunmaktadır. Epik hikâyenin kolayca hatırlanmasını, akılda tutulmasını sağlar. Bu epitet-epizot birlikteliği, Dede Korkut’ta o kadar sağlam ki, epitetlerde verilen bu bilgiye dayanarak, Dede Korkut hikâyelerinin bazılarının kaybolmuş olduğu ileri sürülebilir. Örneğin, Dede Korkut Kitabı’nda Bey Yigenek’in epiteti şöyledir: “Çapa baksa çalımlı, çal kara kuş erdemli, kur kurma kuşaklı, kulağı altın küpeli, kalın Oğuz beylerini bir bir atından yıkıcı Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek.” Yigenek’in kalın Oğuz beylerini birer birer altından yıktığını anlatan bir hikâye elimizde olmamasına rağmen, bu epitete bakarak böyle bir hikâyenin Oğuzlar arasında yaşamış ve tanınmış olduğunu söyleyebiliriz. Yine başka bir epizotta, Alp Rüstem’in iki kardeşinin bebeğini öldürüp zelil gezdiğini anlatan bir hikâye de bilinmiyor. Yazıcı oğlu Ali’nin Tevârih-i Âli Osman adlı kitabında bir Oğuznâme özeti bulunmaktadır. Bu Oğuznâme’de beylerin sadece epitetleri kaydedilmiş, ancak onlara bağlı olan hikâyeler bulunmaz. Dede Korkut Kitabındaki epitetler arasında büyük benzerlikler olduğu gibi, bazı farklılıklar da görülür. Örneğin, bu Oğuznâmedeki Bamsı Beyrek epiteti şöyle geçmektedir: “Ban hisarından parlayıp uçan, altı batman som demiri ayağında kıran, apul apul yörüyende boğalayın, zıvıl zıvıl zıvlayanda yılanlayın, on altı yıl Bayburt Hisarında tutsaklık çeken, Baldırı Uzun Baldırşa’dan hakkın alan, yüce yerden alçak yere göz gözeden Pay Böre oğlu Bey Baru.” (Tezcan, 2020, ss. 39-40) Bu epitete bakarak, Bamsı Beyrek hikâyesinin yeni bir versiyonu ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz, çünkü bu versiyonda Dede Korkut Kitabı’nda bulunmayan yeni motifler ve epizodlar görülmektedir. Halbuki, Dede Korkut kitabında Bamsı Beyrek’in altı batman som demiri kırdığını, boğa ve yılan gibi olduğu ve Baldırı Uzun Baldırşa’dan hakkını aldığına vb. işaret eden bir bilgi görülmez. “Dede Korkut Kitabı’ndaki epitetlerin yapısı, ismi nitelendirme yolları ve toplumla, kişinin konumu ile ilgileri Osmanlı tarihinde seçkinlerin isimlerine bağlanan epitetler büyük bir benzerlik içindedir.” (Başgöz, 1998, ss. 24-26.) Bu nitelemelerden başka Osmanlı Sultanlarının adlarına da, tarih kitaplarında uzun epitetler bağlandığı görülmektedir. Örneğin, Sultan Murad’ın epiteti şöyle geçmektedir: Şehinşah-ı âzam, Sultan-ı muazzam, Kutb-ı dâire-yi zaman, iftihar-ı Âli Osman, Gâzi Murad Han. (Neşri, Cihannüma, c.1.s.291) Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 435 Başgöz, makalesinde şu sorulara da cevap aramıştır: “Osmanlılardaki ad verme ve lâkap takma geleneği acaba destan edebiyatından mı alınmıştır? Yahut her iki gelenek daha eski bir kaynaktan mı inmektedir? Sınırlı bir gözlem, her iki geleneğin de daha eski, Türk ad verme ve lâkap takma geleneğinden indiğini göstermektedir. 7’inci yüzyıla kadar çıkan bazı kaynaklar, Türklerin tanrıları, Şaman ruhlarına, ilk Müslümanlık zamanında da peygamberlerin ve din ulularının adlarına epitetler bağladıklarını ve onların kişi olarak önemini, toplum içindeki değerlerini ve din bakımından önemlerini bu yolla belirttiklerini gösteriyor. Gök Türkler’in Hanı Bilge Kağan (M.S. 795 - 805) bize şöyle tanıtılmaktadır. “Ay Tengride Ulug bolmuş, Alp ulug kutlug Bilge Kagan”. Bir Şaman, ruhlara dua ederken, Dede Korkut’taki Aruz Koca’nın epitetine çok benzeyen bir ifade kullanmaktadır: “Doksan dokuz koyun derisinden bir giyimi çıkmayan seksen koyunun derisinden bir külâhı çıkmayan Şarabaş.” (İnan, 1954) Kimi zaman “hikâyede kahramanların adları da, yaptıkları işler de kolayca karıştırılabilir. Hangi hikâyenin hangi olayları içerdiği ve hangi kahramanla ilintili olduğu akılda kalmayabilir. Kahramanın adına bağlanan uzun epitetler, anlatıcı için hafızayı yenileyici, hatırlamayı kolaylaştırıcı bir işlev görürler.” Burada, Başgöz, 1956 yılında halk hikâyecilerinin dinlediği türküleri bir deftere yazarak önlerine aldığını ve anlatım sırasında onlara baktığını hatırlatmaktadır: “Birkaç kısa cümleden oluşan epitetlerin akılda tutulması kolaydır. Topkapı Sarayı Kitaplığı’nda bulunan Yazıcı Ali’nin Oğuznamesi’nde sadece kahramanların epitetlerinin kaydedilmiş olması başka türlü açıklanamaz. Bunları yazılı olarak elde tutmak, bir bakımdan bütün hikâyelerin listesini elde tutmaya benziyor. Bir çeşit kısa not alma, Bu Oğuznâmeyi, destanı anlatan ozan için, küçük bir el kitabıdır. Sözlü geleneğin nasıl korunduğunu belirten önemli bir şey bu. Bu hatırlatma işi, uzun epitetlerin işlevlerinden biridir. Kazılık Koca oğlu Yegenek’in epitetinde, düzenin başındaki beylere karşı gelme kahramanlık sayılmaktadır: “Konur atlı Kazana keşiş diyen, kulağı altın küpeli kalın Oğuz beylerini bir bir atından yıkan, Kazılık Koca oğlu Yigenek” in Kazan Bey’e bu hakareti ve Oğuz beyleri ile savaşa işaret eden bu epitet, Oğuz içinde, tıpkı Bamsı Beyrek hikâyesinde gördüğümüz gibi, bir çatışma, bir iç isyan hikâyesini belirtmektedir... (Bkz. Başgöz, 1998, ss. 34-35). 436 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Yeni keşfedilen bir Oğuzname yazması: Türkmensahra veya Günbed yazması ve yeni kahramanların epitetleri 2018 yılının Aralık ayında İran’ın Türkmensahra, Günbed şehrinde yaşayan bir kolleksiyoner olan Molla Veli Hoca tarafından yeni bir yazma keşfedilmiş ve 2019 yılı Haziran ayında bu yazma, üç araştırmacı tarafından yayına hazırlanmıştır (Bkz. Kaynakça). Bu yazmanın bulunduğu yer, her ne kadar değişik adlarla adlandırılsa da (Ekici, Pehlivan: Türkistan), (Azmun 2019: Türkmen Sahra), (Shahgoli vd. 2019: Günbet) biz bunu Günbed (=Gün.) yazması olarak adlandırmayı tercih ettik. Bu yazmanın üslubu ve içeriği incelendiğinde, eserin Oğuznâmecilik geleneğine ait olduğu görülmektedir (Ercilasun, 2019a, s. 8). Günbed yazması, soylamalarla birlikte, “Salur Kazan’ın yedi başlı ejderhayı öldürdüğü“ boyunu/hikayesini içermektedir. Bize göre (Azmun’la birlikte) bu yazma “Salur Kazan’ın Aras Suyu ile Kars kalesini aldığı boy/hikâye” başlıklı daha kısa bir hikâye/boy daha içermektedir. Yani bunlar Dede Korkut’un bilinen 12 hikâyesinden sonraki 13. ve 14. hikâyelerini oluşturmaktadır. Günbed yazmasında soylamaların sayısı bazı araştırmacılara göre değişkendir. Büyük oranda uzun soylamalardan oluşan bu kısımda, epitetler önemli bir yere sahiptir. Bunlar araştırmacılarca 25 ile 27 soylama arasında gösterilmektedir. Bunlardan ikisi yine Kazan ile ilgilidir: Soylamalardan biri, “Kazan’ın ad kazandığını” anlatan bir soylama iken, diğeri Kazan’ın yapmış olduğu bir seferin çok kısa bir anlatısıdır. I. ve II. soylama nitelikçe kısmen diğer soylardan ayrılır. Eserin başlangıcı sayılabilecek bu bölümlerde, öteki bölümlere göre daha çok dinî-tasavvufî kavramlar vardır. Geri kalan hemen hemen bütün bölümler doğrudan alplık ideali ve alpların nitelikleri ile ilgilidir. Araştırmacılara göre metnin dili açıkça Azerbaycan Türkçesidir. Boeschoten, Günbed yazmasını tanıttığı bir makalede, Dede Korkut’un kahramanları ve onların epitetlerinin sıralanmasındaki farklılıklara değinmiş ve burada bu epitetler ve (kaybolan) epizotlarla bağlantısını sorgulamıştır (Boeschoten, 2020, ss. 35-45). Günbed yazmasının metni, 16. y.y. başlarına dayanan oldukça sadık bir yazma görünümündedir. Bu tarihlendirme, -Drs. yazmasındaki gibi-, Dokuz Tümen Gürcistan’ın zikredilmesine dayanmaktadır. Gürcistan’ın dokuz tümene bölünmesi yaklaşık 1460 yılından sonra olmuştur. Burada, Başı Açık zikredilir, ancak bu bir şahsa atfedilmez, -Drs. elyazmasında Başı Açuk Dadian!-, bilâkis (Dokuz bölgeden biri olan) İmer kabȋlesinin yönetim yeridir (Imeretien). Diğer yandan Salur Kazan bir epitette Ẕulkadir’in delisi olarak adlandırılır, bu kavram ise, yaklaşık 1550 yılına gitmektedir (Boeschoten, 2020, ss. 35-36). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 437 Boeschoten da yazmaların karşılaştırılmasında; Gün. yazması metninin yapı ve içerik bakımından Dresden yazmasının geleneği ile bağlı olduğunu tespit etmiştir. Bunun için yéğ kafiyesi ile biten dizeler/pasajlar ve bunlar arasındaki paralelliğe dikkati çekmekte, buna üç yüzlü sayıyı da örnek göstermektedir. (Drs: Gerçeklerüŋ üç otuz on yaşını ṭoldursa yėg / Üç otuz on yaşıŋız; Gün.: Yaḫşı igidler ölür olsa üç otuz on yaşını doldursa yėg / Üç otuz on yaşuŋız devlet ilen dolı gelsüŋ! Ayrıca, Ejderha hikâyesinde mısralar eklenmemiş ve “Salur Kazan’ın Aras Suyu ile Kars kalesini aldığı boy/hikâye” de aynı şekilde bize yenidir. Olaylar ve dil bakımından en önemli farklılık, Drs. yazmasında (ve Vatikan) ağırlık Anadolu tarafındadır; Gün. yazmasında ise açıkça Azerbaycan tarafındadır. Bu en azından dil bakımından belirgindir. Boeschoten, makalesinde bundan sonra ejderha hikayesinin çevirisini vermiş ve kahramanların epitetleri ile sıralanmasında dikkati çeken farklılıklara değinmiştir. Bunun yanısıra epitetlerin (kayıp) epizotlarla olan bağlantısını da sorgulamıştır (Boeschoten, 2020, s. 36). En önde gelen kahramanlar Dresden nüshasında iki yerde şu sıra ile sayılır: Kara Göne; Deli Dündar; Kara Budak; Şer Şemseddin; Bamsı Beyrek; Yegenek; Aruz; Bügdüz Emen; Alp Evren. Bu sıralama aynı zamanda söz konusu kahramanların statüsünü de belirler (Başgöz, 1998, ss. 33–34). Günbed yazmasında da kahramanlar epitetleriyle birlikte manzum şekilde sıralanır: Bayındır Pâdişâh; Ulaş oğlı Kazan; Kıyan oğlı Delü Dündâr; Kara Budak; Alpler /yéğler/ başı Yegenek; Ucan Han’ın yavrusu Emen; Korçı başı (Han) Afşar . Ancak bunlar, Dresden nüshasına göre oldukça kısaltılmış şekildedir; özelllikle eski nesilden Kazan’ın kardeşi Kara Göne ve Kazan’ın dayısı eksiktir. Dresden nüshasındaki iki öne çıkan genç nesilden, kahraman Bamsı Beyrek ve Basat burada hiç zikredilmez. Han Afşar’ın adının geçmesi ise bu defa Dresden’e göre yenidir. Ancak bir başka kaynakta Han Afşar, Dış Oğuz beyi olarak geçmektedir. Kahramanlar sayılırken Dış Oğuz olan Deli Dündar’a öncelik verilirken, Günbed yazmasında Kazan’ın yeğeni Kara Budak, Kazan’dan sonra baş karakter durumundadır. “Aras vadisi ve Kars’ın alımı” hikâyesinde de Kara Budak, öne çıkmakta ve ejderha giysisine bürünen Kazan’la yüzleşmektedir. Her iki yazmada geçen, kahramanlara bağlanan ilgili epizotlardaki epitetlerin karşılaştırılmasında, en çok Kara Budağın eylemleri dikkati çeker. Bu ortaklıklar esasında yaygın bir epizot, hatta bir hikâye, -ilkin Deli Dündar’ın Derbend’i alma- 438 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı sı, ikincisi Yegenek’in Kazan’a hakaret etmesinde- saklı olabilir (Bkz. Boeschoten, 2020, ss. 43-45). Boeschoten, makalesinin sonunda, yönetici Oğuz beylerine ve epitetler arasındaki bazı farklılıklara değinir. Dresden nüshasında bazı Oğuz beyleri, kendi boylarına ait bölgede gösterilirken, Günbed yazmasındaki epitetlerde, belli bir bölgeye dahil edilmektedirler: Deli Dündar, genellikle Kafkasya ve daha ötede (Mangışlak’ta, Hazar Denizinin doğusunda) yerleştirilirken, “Tabesseran Sultanı” olarak; (Bügdüz) Emen ise “Kürdistanın büyüğü” olarak geçmektedir. Kara Budak sadece Suriye’yi almamıştır, aynı zamanda Halep Hânıdır ve Mısır’ın altın tahtında oturmaktadır. Burada Boeschoten, Memluk Devleti ile olan ilginç bir bağlantıya da dikkat çekmektedir. Bay Bican, Dresden yazmasında Bamsı Beyreğin gelini olan Banu Çiçeğin babası olarak yer alırken, Günbed yazmasında Bayındır Hân’ın, Afşar Hânı’nı kendisine bir elçi olarak gönderdiği bir padişah (nerenin olduğu belli değil) gibi gösterilmektedir. Afşar Han’ın epitetine göre, -onun ve Bican arasında bir anlaşmazlığın ardında- muhtemelen bir epizot saklıdır. Bu beyliklerin özellikleri, Günbed metnine sonradan eklenmiş olmalıdır (Bkz. Boeschoten, 2020, s. 45). Korçı başı (Han) Afşar adındaki kahramanla ilgili Dresden ve Vatikan nüshalarında bir epitet bulunmaz. Bu kahramanın adına, Bayburtlu Osman’ın Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihân isimli eserinde rastlanmaktadır (Osman, 1961, s. 252’den naklen Pehlivan, 2021, 366; Krş. Gün.25b.2-7). Bu da bu kahramana isnat edilen başka bir destansı hikâyenin varlığının olduğunu düşündürmektedir. Korçı başı; Safevi Devleti’nde, şahın hassa muhafız alayının komutanı için kullanılan bir ünvândır. “Korçı başları, Şah Abbas devrinde Safevi Devleti’nde en yüksek rütbe olan “Han” unvânına sahipti (Haneda, 2016, s. 1442’den naklen Pehlivan, 2021, s. 367). Epitette çekirdeği verilen bu destan, yazılı Dede Korkut anlatılarının klasik coğrafyasının çok dışında yer alan Belh ve Buhara’da geçmesiyle diğerlerinden ayrılmaktadır. Emen ile ilgili geçen epitetin (Bkz. Drs.19b.10-35a.11 ve krş. 33a.4-6) bütün nüshalarda ortak olarak geçmesi hayli dikkat çekicidir. Örneğin şu epitet hem Dresden hem de Günbed yazmasında geçmektedir: 4“Varıp peygâmberin yüzünü gören; gelübeni Oğuzda sahâbesi olan, 5acığı tutanda bıyıklarından kan çıkan; bıyığı kanlı Bügdüz Emen 6dörtnala yetişti /çapar yetti/” (Bkz.13a.4-6). Bügdüz Emen’e atfedilen bu epitet, Günbed yazmasında - ilk defa, “Kürdistanın büyüğü” şeklinde, geçmektedir: Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 439 … 3varubanı Mekke’de Peygamberin yüzün gören; hacı olup Mekke kilidine 4eli geçen, gelübeni Oğuz’un içinde sahâbe olan; bığlarını 5yedi yerde çalıp düğen, kalanını miğferi arasından 6büküp geçiren; haykıranda bıyıklarının dibinden buğday denli kan 7daşlanan; kara yerin evreni Kürdistan’ın büyüğü; 8Büre dostun ağası, Ucan Han’ın yavrusu, ölümünü 9saymayan Emen gibi kahırlı olsa (gerek) (Krş. Gün.13b.3-9). Emen, başka yerde ise “bin Bügdüz beyi” olarak geçmektedir. Günbed yazmasındaki Salur Kazan’ın XIV. boyda, tek başına yaptığı yolculukta, ejderhaya rast gelme epizodu, Drs. yazmasındaki Kazan’ın evinin yağmalandığı boy (XII. Boy) ile ortaklık göstermektedir. Günbet yazması yazıya geçirildiği yer ve dönem bakımından Safevîler hükümranlık sahası ve kültür çevresi ile Safevîler dönemine uygunluk sağlamaktadır (Shahgoli v.d., 2019, s. 156) Dede Korkut Kitabındaki epitetlerin diğer nüshalarla olan ilişkisine Pehlivan da bir çalışmasında ayrıntılı olarak yer vermiştir (Pehlivan 2021). Pehlivan, burada Günbed yazmasını da dikkate alarak sekiz alpa ait epitetleri incelemiş ve diğer nüshalarla karşılaştırmıştır. Pehlivan, makalesinde; Kahramanlarla İlgili Epitetleri tablo ile ayrıntılı olarak göstermiş ve her bir alpin Boy-Aşiret İlişkileri ve SiyasiCoğrafi Göndermeler ve kişisel özelliklerine alt başlık ile yer vermiştir. Pehlivan’a göre, Günbed yazması ile Drs. ve Vat. nüshalarındaki ifade benzerlikleri çok azdır. Bu durum ise, Drs. ve Vat. nüshaları ile Günbed yazmasının ayrı anlatma kollarına bağlı olmasından ileri gelmektedir, dolayısıyla bu yazmalar, Dede Korkut destan geleneğinin, farklı kollarından gelen, anlatıcıların sözlü icralarının, birbirinden farklı zaman ve coğrafyalarda yapılmış derlemeleridir. Dresden ve Vatikan nüshalarının her ikisinin bir dip yazma/nüshadan geldiği, -her iki nüshadaki ortak hataların gösterdiği üzere, açıktır, ancak Günbed / Türkmensahra yazması, Dresden ve Vatikan nüshalarına bağlanamaz. Bu kollara bağlı olarak üretilen metinlerin bir kısmı, farklı tarihlerde yazıya geçmiş olup günümüze, biri çok eksik (Bursa nüshasının tıpkıbasımı, bu yılın Temmuz ayının 27’sinde, Bursa Belediyesi ‘nin yaptığı bir toplantı ile takdim edilmiştir. ), dört nüsha hâlinde ulaşabilmişlerdir. Bu yazımızda, Dede Korkut hikâyelerinde geçen kahramanların epitetlerinin son durumunu ortaya koymağa çalıştık. Yukarda da belirtildiği üzere yeni yazmaların keşfi ile başka kahramanların epitetleri ile bağlı yeni hikâyelerin ortaya çıkma olasılığı yüksektir. 440 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kaynakça Azmun, Yusuf. (2019). Dede Korkut’un Üçüncü Elyazması Yeni Soylamalar ve Boylar (hikâyeler) ile Türkmen Sahra Nüshası. İstanbul: Kutlu Yayınevi. Başgöz, İlhan (1998), “Dede Korkut Destanında Epitetler”, (Çeviri: Dr. Nebi Özdemir) Milli Folklor, 23-35. (Orijinal makale: “Epithetes in a prose epic: The Book of my grandfather Korkut. In: İlhan Başgöz & Mark Glazer, Studies in Turkish folklore. in Honor of Pertev Naili Boratav, Bloomington: Indiana University, 1978, 25–45). Bayat, Fuzuli. (2020). “Dresden ve Vatikan Yazmalarına Girmeyen Dede Korkut Hikâyeleri”. Akra Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, 21, 55-74. Boeschoten, Hendrik (2020). “Bemerkungen zu der neu gefundenen Dede Korkut-Handschrift, mit einer Übersetzung der dreizehnten Geschichte”, Ottomans – Crimea – Jochids Studies in Honour of Mária Ivanics, Edited by István Zimonyi, Szeged, 35-40. Bekki, Salahaddin. (2012). “Türkiye’de Epitetler Üzerinde Yapılan Çalışmalar ve Köroğlu’nun Bir Şiirinin Tahlili”. Millî Folklor, 95, 202-215. Dankoff, Robert (2021). (Çeviren: Gürol Pehlivan) “Dede Korkutt’ta ‘İç’ ve ‘Dış Oğuz’ “, Dünyada Dede Korkut Araştırmaları, Istanbul, 343-350. Djindjic, Slavoljub (2021). (Çeviri: Ana Kılıç) “Oğuzların Epik Tarih ve Kültür Birleşimi: Dede Korkut Kitabı”, Istanbul. (Orijinal kaynak: “Herojski Ep Oguskih Turaka, Beograd, Narodna Knjiga 1981, 5-25, (Giriş). Ercilasun, Ahmet Bican. (2019a). “Dede Korkut Kitabı’nın Yeni Nüshası ve Üzerindeki Yayınlar”. Millî Folklor, 123, 1-19. Ercilasun, Ahmet Bican. (2019b). Nehir Destan Oğuzname (Oguz Bitig). İstanbul: Dergâh Yayınları. Ergin, Muharrem. (1958). Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Gökyay, Orhan Şaik. (2000). Dedem Korkudun Kitabı. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları. Pehlivan, G. (2021). “Dede Korkut Destanlarının Türkistan Yazmasındaki Kahramanlarla İlgili Epitetler - Mukayeseli Bir İnceleme-”. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi- Journal of Turkish Researches Institute. 71, (Mayıs- May 2021). 351-374. Pehlivan, Gürol. (2015). Dede Korkut Kitabı’nda Yapı, İdeoloji ve Yaratım –Dresden ve Vatikan Nüshalarının Mukayeseli Bir İncelemesi-. İstanbul: Ötüken Neşriyat Shahgoli, Nasser Khaze, Vaiollah Yaghoobi, Shahrouz Aghatabai, Sara Behzad. (2019). “Dede Korkut Kitabı’nın Günbet Yazması: İnceleme, Metin, Dizin ve Tıpkıbasım”. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 16/2, 147-379. Tezcan, Semih- Boeschoten, Hendrik (20185), Dede Korkut Oğuznâmeleri, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları. Tezcan, Semih. (2020). Topkapı Sarayı Oğuznamesi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. ------------------(2018), Dede Korkut Oğuznâmeleri Üzerine Notlar, 2. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları. Tulu, Sultan. (2020). Dede Korkut Oğuznamesi, Boylar ve Soylamalar, Günümüz Türkçesine Sözlü Çevirisi Dresden Nüshası ve Günbed-i Kavus / Türkmensahra El Yazması Esasında, Nobel yay., Ankara, 370s. Pehlivan, Gürol (2021). “Dede Korkut Destanlarının Türkistan Yazmasındaki Kahramanlarla İlgili Epitetler - Mukayeseli Bir İnceleme-”. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi- Journal of Turkish Researches Institute. 71, (Mayıs- May 2021). 351-374. TÜRK EĞİTİM VE BİLİM TARİHİ’NDE ALİ ŞİR NEVÂYÎ Prof. Dr. Vahit TÜRK, İstanbul Kültür Üniversitesi ORCID No: 0000-0001-5039-9580 Türklerin kültür ve uygarlık tarihi incelendiğinde Türkçe yazılmış hemen bütün yazılı kaynaklarda bilgi, bilim insanı ve bilgelik kavramlarının değerli görülüp yüceltildiğine tanık olunur. Bilge sözü, sıkça kişi adı ve unvanı olarak da kullanılır. II. Köktürklerin kurucusu olan Kutluk Şad, devlet kurulduktan sonra dağılmış olan ülkeyi ve milleti derleyip toparlayan anlamına gelen “İlteriş”, eşi ise, halkın ve ülkenin bilge kişisi olarak anlamlandırabileceğimiz “İlbilge” unvanını almıştı. Bu iki unvanın seçilmesi herhalde tesadüf ile açıklanamaz. Burada kağanın unvanındaki toparlayıcılığın, bodun yani ulus için devletin varlığının birinci koşulu; hatunun unvanındaki bilgeliğin ise yine devletin varlığı ve devamı için ikinci koşul olarak düşünüldüğü çıkarımı yapılabilir. Bilgelik unvanının hanıma verilmesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir başka konudur. İlteriş Kağan’ın, bize dilimizin çok değerli anıt eserlerini bırakan oğlunun adı ise Bilge olduğu gibi hem İlteriş’in en önemli yardımcısı hem de Bilge Kağan’ın kayınbabasının adı da Bilge Tonyukuk’tur. Köktürkler döneminin anıt taşlarından öğrendiğimiz bu bilgilerin çok daha fazlasını ayrıntılı olarak Uygur metinlerinde de görürüz. Özellikle bugün Doğu Türkistan olarak adlandırılan bölgedeki Uygurların ulaştıkları uygarlık düzeyinin temelini oluşturan eğitim kurumları ve sisteminin halen gerektiği gibi araştırılmamış olması, eğitim tarihimizin önemli boşluklarından biridir. Dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda bölgede yükselen uygarlığın ve ortaya konulan eserlerin esaslı bir eğitim olmadan ortaya çıkma imkânı yoktur. Geç Uygur çağından kalan bir koşukta bilginin değeri şöyle ifade edilir: Bilig bilin ya begim Bilig sana eş bolur Bilig bilgen ol erke Bir kün devlet tuş bolur (Bilgi bilin ay beyim, bilgi size eş olur. Bilgi bilen o kişi, bir gün kutluluğa ulaşır) (Tezcan-1978). Kaşgarlı Mahmut ise anıt eserinin pek çok yerinde tekrar tekrar konuya değinir ve düşüncelerini daha etkili kılmak için şu beyit gibi örnek beyitler aktarır: Oglum sana kodur men erdem ögüt humaru, Bilge erig bulup sen yakkıl anın taparu 442 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı (Ey oğul, sana erdem ve edep bırakıyorum. Akıllı bir bilginle karşılaşırsan ona yaklaş ve ondan yararlan.) (Ercilasun-Akkoyunlu-2018). Bütün Türklerin övünç kaynaklarından olan eserlerden biri de Kutadgu Bilig’dir. 6645 beyitten oluşan bu eserde bilgi ile ilgili özel bir bölüm olduğu gibi eserin hemen her yerinde tekrar tekrar konu üzerinde durulur. Eski Uygurların yaşadığı bölgedeki eğitim kurumlarıyla ilgili yeterli bilgimiz olmadığı gibi aynı biçimde ilk Müslüman Türk devletlerinden biri olarak kabul edilen Hakanlılar çağının eğitimiyle ilgili bilgilerimiz de istenen düzeyde değildir. Uygur bölgesine komşu olan Hakanlı bölgesinde yaşayan insanların büyük bir bölümü, Uygur devletinin egemenliği altındaki boylardan ve onların yakınlarından oluşmaktaydı. Kâşgarlı Mahmut ve Yusuf Has Hacip gibi iki büyük bilgin ve bilgenin yetiştiği bir bölgede başkalarının olmaması düşünülemez. O çağlarda Maveraünnehir, Kâşgarlı’nın deyimiyle Çayardı, bölgesinin bilimin merkezi olmaya başladığı, Bağdat merkezli bilim kurumlarının zayıfladığı, Çayardı’nın bir yandan Uygurlar üzerinden Çin’deki bilgi birikimiyle, öbür yandan özellikle Gazneliler çağında ve Biruni öncülüğünde Hindistan bilimiyle tanışıklık sağlamaya başladığı bilinmektedir. On birinci ve on ikinci yüzyıllarda bilim, Türkistan’da en üst düzeyini yaşadı ve bilimin hemen her alanında çağına damga vuran bilginler ile sonraki yüzyılları da etkileyen düşünürler yetişti ancak on üçüncü yüzyıldaki Cengiz Han darbesi, bilimdeki gelişmelerin durmasının ve gerilemenin başlangıcının ana nedeni oldu. On dördüncü yüzyılda Türkistan’a egemen olup kısa sürede bir dünya devletine dönüşen Timurlular çağı, bölgede bilimin yeniden canlanmasına ve pek çok gelişmenin olmasına yol açtı (Alan-2015). Türkistan’ın on dördüncü yüzyıl sonlarıyla on beşinci yüzyılda bilimde gösterdiği gelişme bütün dünyanın, özellikle de İslam dünyasının ilgisini çekti ve bilim peşinde olan pek çok genç insan yurdundan ayrılıp bölgenin eğitim kurumlarının kapısını çaldı. Bu durumun güzel örneklerinden biri, Bursa’dan yola çıkıp önce Herat’a sonra ise Semerkant’a uğrayan ve bu kentte iyi bir bilgin olarak yetiştikten sonra o çağın büyük bilginlerinden ve Semerkant hakimi Uluğ Bey’in medresesinde baş müderris olan Kadızade Rumi’dir. Kadızade Rumi’nin Herat’a, oradan da Semerkant’a gidişi rastgele seçimler değil, bu iki kentin canlı bilim ortamı dolayısıyla o çağa damga vuran özelliğinden dolayı düşünülerek verilmiş karardır. On ikinci yüzyılda Hakanlı medresesinin varlığını bildiğimiz Semerkant, Emir Timur’un bu kenti başkent yapmasından sonra çok gelişmiş ve Çayardı (Maveraünnehr)’in bilim, kültür ve sanat merkezi konumuna yükselmişti. Emir Timur’un tahtına oğlu Şahruh oturunca Semerkant’ı oğlu Uluğ Bey’e bırakmış, kendisi ise Gazneliler çağından beri bölgenin önemli Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 443 kentlerinden biri, o çağda da Horasan bölgesi için merkez kabul edilen Herat’a yerleşip orayı başkent yapmıştı (Aka-1994). Herat’ın başkent olması, bilim ve sanat hayatının canlanmasına neden olduğu gibi başta saray halkı olmak üzere devlet erkânının da çeşitli eğitim kurumları oluşturdukları, bunların önemlilerinden birinin Şahruh’un eşi Gevher Şad Begüm tarafından kurulduğu, bütün bu çabalarla Herat’ın son derece mamur bir kente dönüştüğü bilinmektedir (Togan-1987). Şahruh’un ölümü üzerine Timurlu şehzadeler arasındaki taht kavgaları dolayısıyla yaşanan karmaşa döneminden sonra 1469 yılında Hüseyin Baykara Herat’ta tahta oturdu ve bu olay, bu kent için tarihinin en görkemli dönemi denilebilecek bir çağın başlangıcı oldu. Baykara Herat tahtına geçer geçmez, Semerkant’ta yaşayan ve eğitimini sürdüren, çocukluk yıllarının bir bölümünü birlikte geçirdiği, aynı hocalardan ders aldığı ve kökeltaş (süt kardeş) diye seslendiği Ali Şir Nevâyî’yi Herat’a davet etti. Timurlu şehzadeler arasındaki taht kavgalarında Türkçe şiirler de söyleyen iki dayısını kaybetmiş, kendi de doğup büyüdüğü kentten ayrılmak zorunda kalıp sıkıntılı zamanlar yaşamış olan Nevâyî, dostunun bu davetini derhal kabul edip Herat’a geldi ve devlette, sultanlıktan sonraki en önemli makam olan Türk Divanı Beyliği’ne kadar çeşitli makamlarda görevler yaptı. Eserlerinde sık sık bu görevleri arzu etmediğini, bilim ve sanatla uğraşmak istediğini ancak sultanın ısrarıyla bunları yapmak zorunda kaldığını ifade eder. En son saray entrikaları sonucunda Esterabat valiliği göreviyle Herat’tan uzaklaştırılır ve bir buçuk yıl bu görevi yaptıktan sonra devlette hiçbir görev kabul etmemek koşuluyla yeniden Herat’a dönüp arzu ettiği üzere bilim ve sanat ile uğraşır ancak görevli olmamakla birlikte devlet üzerindeki etkisi sürer ve işlerinden de uzak kalamaz. Belirtildiği üzere Baykara dönemi, Herat için bir altın çağdır. Elbette bunun çeşitli nedenleri vardır. Birincisi; Herat’ta zaten yerleşik bir eğitim anlayışı, bilim ve sanat ortamı vardır, dolayısıyla bu alanla ilgili gelişmeler Heratlılar tarafından yadırganmaz. İkincisi; kendisi de Timurlu pek çok şehzade gibi bir şair olan ve Hüseynî mahlasıyla yazdığı şiirlerle divan oluşturan Hüseyin Baykara, eğitim, bilim ve sanat ile ilgilidir. Bu alanlardan desteğini ve yardımını esirgemez. Üçüncüsü; başta Molla Abdurrahman Cami ve Ali Şir Nevâyî olmak üzere devir Herat’ında pek çok insan yaşadıkları kentin ve çevrenin bilim ve sanat merkezi olması için her türlü çabayı gösterirler. Bütün bunların sonucunda kaynaklar, oldukça büyük bir kütüphanesinin varlığı da bilinen Baykara’nın sarayında iki yüz civarında bilginin ve bir o kadar da sanatçının varlığından söz eder (Oruç-2021). 1441 yılında Herat’ta doğan Ali Şir Nevâyî, dönemin siyasi olayları nedeniyle ailesiyle 1447 yılında bu kentten ayrılmak zorunda kalıp İran’a gitmişti. Aile, 1449 yılında Timurlu Ebu’l-Kasım Babur’un himayesine girmiş ve Herat’ta başladığı 444 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı eğitimi aksayan Ali Şir, bu yıllarda Hüseyin Baykara ile aynı hocaların eğitiminden geçmiş ve hayatları boyu sürecek olan dostluklarının temeli bu yıllarda atılmıştı. Ebu’l-Kasım Babür’ün 1456 yılında ölmesiyle korumasız kalan Baykara ve Nevâyî ayrılmak zorunda kalmışlar, Nevâyî Meşhed’de bir süre daha eğitimini sürdürdükten sonra Herat’a gitmiş ancak ilgi görmediği, hatta kötü muameleyle karşılaştığı için oradan ayrılıp eğitimini sürdürmek düşüncesiyle Semerkant’a gitmişti. Bu kentte özellikle zamanın Ebu Hanifesi olarak adlandırılan ve Nevâyî’ye kendi çocuğuymuş gibi davranan, onun her türlü sorunuyla ilgilenen büyük din bilgini Ebu’l-Leys Semerkandî’nin medresesinde ve korumasında eğitimini sürdürmüştür. Bu sırada Semerkant’ta iyi bir şair olarak ün kazandığı ve şair toplantılarının aranan üyelerinden biri olduğu da bilinmektedir. Ali Şir Nevâyî kendi eserlerinde eğitimi ve hocalarıyla ilgili bazı bilgiler verir. Lisanu’t-Tayr adlı eserde çocukluk yıllarında Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr adlı eserine çok düşkün olduğunu, eseri neredeyse ezberlediğini, mektep arkadaşlarının oyunlar oynarken kendisinin bu kitabı okumakla meşgul olduğunu ve hatta ailesinin, onun akıl sağlığından endişe ettiği için kitabı elinden alıp sakladıklarını anlatır. Bu anlatılanlar, aile henüz Herat’ta iken yani kendisinin beş-altı yaşlarında olduğu sırada yaşanmıştır. Bu anlatılanlara göre Nevayi o yaşlarda okula giden bir öğrencidir ve bugünkü tabirle o yıllarda Herat’ta örgün eğitimden söz edebiliriz. Nevâyî, örgün eğitim konusuna Münşeat adlı eserinde de değinir ve mahalle mekteplerinden söz eder. Bir başka konu ise o yaşlardaki bir Türk çocuğunun felsefi ve sembolik bir dile sahip olan Farsça Mantıku’t-Tayr gibi bir eseri okuması ve ondan çok etkilenmesidir. Herat’ta örgün eğitim olması, bize Herat’ın o günkü eğitim durumunu bildirir, sonraki bilgi ise Nevayi’nin nasıl bir zekaya ve kavrama yeteneğine sahip olduğu konusunda bizi haberdar eder (Canpolat-1995). Hocalarından biri ve yakın dostu Hasan Erdeşir, Nevâyî’nin yazdığı üç biyografiden birinin konusudur. Çok saygı duyduğu, ayrıca Türkler ve Sartlar arasında ondan daha kusursuz kişi görmedim dediği bu kişiyle ilgili verilen bilgiler hem kendisinin eğitimi hem de o çağın gözde bilimleriyle ilgili fikir verecek niteliktedir: “Sarf ve nahiv (dilbilgisi), lügat, Arabiyyat, mantık ve kelam, fıkıh, hadis ve tefsir, diğer sanatlarda da mesel, şiir, muamma, tarih, nücum (astronomi), edvar, musiki” Hasan Erdeşir’in ilgi alanlarıdır (Eraslan-2001). Nevâyî, son eseri olan Mahbûbu’l-Kulûb’da öğretmenler için de bir bölüm ayırmış ve konuyla ilgili düşüncelerini şöyle belirtmiştir: “Çocukları okutanlar, günahsız masumların cefasını çekmekte, çocukların azabına katlanmakta ve onların eğitimini üstlenmiş olmaktadır. Bunların yüzü gülmez, dimağı çelik gibi, gönlü mermer gibidir. Öfkesinden dolayı karşısındaki suçsuzlara karşı kin meclisi kurar. Pek çoğunda yaratılıştan gelen kabalık görülür ve akıl kıtlığı vardır. Ancak bunlar, Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 445 çocukların dik başlı yaratılışlarının cefalarına katlanarak kendilerine bağlar ve küçüklerin yaramaz tavırlarına siyasetle bir düzen verirler. Gerçi huyları kaba saba görünüşlüdür, ancak çocukların uygunsuz davranışlarının ıslah edilmesi için bu çok gereklidir. Onun yaptığını insan yapamaz, ne insanı dev de yapamaz. Sert bir kişiye bir çocuk emanet edilmesi, onu aciz bırakır, pek çok insana bilim ve edep öğretecek kişiyi gör ki bir çocuk onu ne durumlara düşürür. Öyleleri vardır ki idrak ve anlayışı azdır, böyle bir kişiye bunun gibi yüz sıkıntı olsa onu incitmez. Her durumda çocuklar üzerinde hakkı çoktur, eğer çocuk padişah olursa hocasına kölelik etmesi gerekir. Öğrenci şeyhülislam veya kadı olmuşsa eğer hocası ondan razı ise Tanrı da razıdır. Beyit: Hak yolunda ki sana bir harf okutmuş renc ile, Eylemek olmaz eda onun hakkını yüz genc ile.” (Türk-2016) Bu satırlarda Nevayi’nin çocuk eğitimiyle ilgili düşünceleri yanında öğretmenlerle ilgili neler düşündüğünü de öğreniyoruz. Buna göre: 1. Öğretmenlik mesleği fedakârlık isteyen bir meslektir. 2. Disiplin eğitimde gerekli şartlardan ilkidir. 3. Öğretmenler, mesleklerinin etkisiyle kabalaşabilir ve çocuklaşabilirler. 4. Öğretmenler, çocukların hareketlerine katlanmak suretiyle onların sevgisini kazanır. 5. Öğretmen disipline dikkat etmezse çocuklar onu ciddiye almaz ve onunla eğlenirler. 6. Öğretmenlerin her durumda çocuklar üzerindeki hakkı ödenmez. 7. Öğretmenin öğrencisinden razı olması, Tanrı’nın da çocuktan razı olması anlamına gelecek kadar önemlidir. 8. Pek çok sıkıntıya katlanarak kişilere bir harf öğreten kişinin hakkı, yüz hazineyle bile ödenmez (Türk-2018). Bilindiği üzere Nevâyî Türkçe hamse yazan ilk kişidir. O, Hamse’nin ilk mesnevisi olan Hayretü’l-Ebrar’ın yirmi makalesinden birini bilim ve öğrenmeye ayırmış, 2385 ile 2512. Beyitler arasında konuyu işlemiştir. Şair bu beyitlerde daha çok bilim isteklisinin karşılaştığı sıkıntılardan, bilim arzusuyla yola çıkan insanların çok azının isteğine ulaşabildiğinden ve çekilen sıkıntılara rağmen bilginlerin gereğince değer görmediğinden söz eder (Türk, Doğan-2015). Ali Şir Nevâyî eserlerinin pek çoğunun sebeb-i telif, yani yazma nedeni bölümünde “Bu tür eserler Arap’ta ve Fars’ta çoktur, ben, bu konuları Türkler de 446 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı öğrensin ve yararlansınlar diye Türkçe yazdım.” der. Bu, onun mensubu olduğu millete hocalık/öğreticilik yapmak gibi bir amacının olduğunu, milletinde eksik gördüğü şeyleri tamamlamaya çalıştığını, yazdığı eserlerdeki konu çeşitliliğiyle de bu amacına ulaşmak için çaba sarfettiğini gösterir. Bu bölümlerden anlaşılması gereken bir ilke de insanlara bir şeyler öğretmek istiyorsanız, öğretmek istediklerinizi onlara kendi dilleriyle anlatmanız gerekir. Aksi durumda başarı ihtimali olmaz. Yazdıkları ve yaptıklarıyla bütün bir millete hocalık yapmanın yanında doğrudan eğitimine katkıda bulunduğu ve yardımcı olduğu kişilerle ilgili de bilgiler verir. Bunlardan adı belirtilen ve haklarında bilgi verilen bazı kişilerle ilgili eserlerinden, özellikle Mecâlisü’n-Nefâyis’ten şu notları aktarmak isteriz: Seyyid Kurâze; “Ufak tefek ve küçük yaşlı olduğu için gözetilip ders yönünden de bazı azizlere teslim edildi. Mümkün olan şefkat ve mürüvvet onun hakkında da gösterildi ve az zamanda ondan garip işler görülmeye başlandı”. “Onun hakkında da gösterildi” diyerek aynı durumda olan başka kişilerin varlığından da bizi bilgilendirir. Mevlânâ Cennetî “Bir felakete uğradı ve fakir onu himaye ettim”, Mevlânâ Hilâlî “Hafızası iyidir, tabiatı da hafızası gibidir. Ders alması teklif edildi, inşallah muvaffak olur”, Mevlânâ Ebu Tâhir “Bilim öğrenmek için şehre geldi. Bu fakirin medresesinde ders görmektedir”. Mevlânâ Fahru’d-dîn “Bu fakirin gözettiği kimselerdendir”, Mir Esedu’llah “Ülkesinden bilim öğrenmek için şehre geldi ve fakirin medresesinde derse başladı”. Nevâyî’nin bu kişiyle ilgili olan şu kaydı da ilgi çekicidir; “Bu yakında akrabaları fazla arzuladıklarından gelip götürdüler, amma geri dönme vaadi ile gitti”, Mir Hüseyn “Yakında tahsil için şehre gelmiştir. İhlâsiyye medresesinde oturur”. İhlâsiye, Nevâyî’nin kurduğu bir medresedir ve anlaşılan bu kişi buranın yatılı öğrencisidir. Mevlânâ Hacı Muhammed “Çoğu zaman fakir ile sohbet etmektedir ve evlat yerindedir, belki evlattan da azizdir”, Hâfız Celâlu’d-dîn Mahmud “İhlâsiyye medresesine geldiğinde uygun olmayan hareketlerde bulundu.”, Mevlânâ Şerbetî “Fakir yanında büyümüştür. Tarih ve inşada vukuf sahibidir, şiir ve muammadan da haberi vardır, nakkaşlık da bilir. ...Fenler öğreniminde öylesine maharetlidir ki küçük yaşına rağmen ihtiyarlamış gibidir”, Mir Haydar “Bu fakire fazla yakınlığından dolayı evlat yerindedir. Çocukluğundan gençlik boyunca bilim öğrenmeye çalıştı.”, Mir İbrahim “Fakir onu oğul gibi korurum.”, Mavlânâ Yârî “Fakir onu tezhip ustalarına teslim ettim, kısa zamanda iyi bir nakkaş oldu.” Herat’ın o günkü durumunu göstermek bakımından Mevlânâ Mes’ud ile ilgili kaydı ilgi çekicidir; “Şu sıra Mehd-i Ulya Gevher Şad Bigim medresesinde ve bazı medreselerde müderristir. Yüzden fazla yetenekli bilim öğrencileri her gün ondan yararlanırlar, hatta uzak ülkelerden gelen bir kısım öğrenci dahi onun derslerinin aşkıyla gurbeti tercih ederler”. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 447 Mevlânâ Mir-Hând ile ilgili kaydı da şöyledir: “İnşâ ve tarih fenninde eşsizdir. Bu fakirin ricası ile yaratılıştan günümüze kadar geçen devri içine alan genel bir tarih yazmaya koyulmuş, yarısını yazmıştır, inşallah bitirmeye muvaffak olur. Yazılmış tarihler arasında onunkinden daha yararlı bir eser yoktur”. Nevâyî, Târih-i Enbiyâ ve Hükemâ adlı eserinde genel bir Türk tarihi yazma arzusunda olduğunu belirtir, ancak bilinen eserleri arasında böyle bir eser yoktur, belki de yazmak için vakit bulamadığı eseri bu kişiden istedi ve yazdırdı. Bir hocanın öğrencisine tavrıyla ilgili Mir Hüseyin Muammayî bahsinde anlatılan şu olay hocalıkla ilgili dikkat çekici bir ders niteliğindedir: “Mir huzurunda bir çocuk öğrenimi için ricada bulunulmuştu. Öğrencisi, çocukluk gereği olarak, okumada gayretsizlik göstermiş. Mir bir aziz kişiden, öğrencinin babasına, oğluna yumuşak şekilde nasihat etmesini, ancak çocuğun gönlünün kendisine incinmemesi için bunun kendisi tarafından olduğunun bilinmemesini rica etmiş. Bu şekilde hareketleri çoktur.” Nevâyî’nin bu anısı, bir hocanın öğrencisine karşı davranışını göstermek bakımından oldukça değerlidir. Öğrencinin rencide olmamasını, gönlünün kırılmamasını amaçlayan bu davranış biçimi, çağdaş eğitim anlayışının da esaslarından biridir. Ali Şir Nevâyî, oldukça varlıklı bir kişidir, devlet görevlerinde hiçbir zaman maaş almadığını, üstelik her yıl devlete yüklü miktarda bağışta bulunduğunu Babür belirttiği gibi kendisi de Vakfiye’sinde belirtir. O, bu büyük mal varlığını ölümünden önce vakfetmiş ve bunun için bir vakfiye hazırlamıştır. Vakfiye’nin giriş cümleleri bilgi, eğitim ve öğrenmeyle ilgilidir: “Bilimlerin gerçeklerinin, belki de gerçeklerin bilgilerinin fasih sözlü ve doğru konuşan müderrisleri; keşfedici tabiatlı güneşin doğuşundaki anlamların gösterilişini aydınlatma şuleleriyle insanoğlunun yaşadığı yeryüzünün dörtte bir bölümündeki bütün yapıların dört köşesinde yer alan hücrelerindeki düzgün tavırlı ve insan yaratılışına uygun görünüşlü öğrencisinin gönlündeki ağır işleri kolaylaştırmanın, onların hayallerini gerçekleştirmenin çaresi şudur ki öncelikle doğru yolu göstermek amacıyla süslenen sayfaların yazılmaya başlanmasını ve bilgi ile dolu ders kitaplarının tamamlanmasını, o nadir sıfatlar dünyasının hamt ve şükür cevherleri ile yenileyerek hazır duruma getirdiler” (Türk-2015). Vakfiye’nin görevliler bölümünde eğitimde görev alacak olanlara ve öğrencilere verilecek ücretler şöyle belirtilir: “İki muttakî müderris olsun. Her birinin yıllık ücreti bin iki yüz altın nakit, yirmi dört yük aşlık, bu aşlığın üçte biri arpa, üçte ikisi buğday olacak. Her ders halkasında on bir öğrenci ki toplam yirmi iki olur, bunların iyi okuyan altısının her birine yıllık yirmi dört altın nakit, beş yük buğday. Orta halli sekiz öğrencinin her birine nakit on altı altın ve yiyecek olarak da yıllık dört yük buğday. İyi olmayan sekiz öğrencinin her birine ise nakit yıllık on iki altın, yiyecek olarak yıllık üç yük buğday” (Türk-2015). Ba- 448 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı şarının ödüllendirildiğini öğrendiğimiz bu satırların devamında altı hafızın, imamın, müezzinin, aşçının, süpürgeci ve iki müstahdemin, mütevellinin, korucunun ve diğer bazı görevlilerin de ne kadar ücret alacakları, daha öncesinde ise vakfın gelirlerinin nerelerden sağlanacağı açık olarak belirtilmiştir. Ali Şir Nevâyî, henüz sağlığında hemen bütün Türk ülkelerinde tanınan, eserleri bütün Türk coğrafyasına ulaşmış, Türk saraylarında okunan, pek çok Türk şairi tarafından kendisine nazireler yazılan, hakkında halk arasında rivayetler anlatılan, bütün eserlerinin bir araya toplanmasıyla külliyatlar oluşturulan, Herat’ta devlet görevlerinden ayrıldıktan sonra itibarı ve etkisi daha da artan, bütün Türk kültür tarihinde yanına ikinci bir kişiyi koymakta zorlanacağımız bir büyük şahsiyet olarak yaşadığı çağı ve sonrasını aydınlattığı gibi bugün de etkisi devam eden bir ulu kişiliktir. Türkiye’de Nevâyî ile ilgili dört ciltlik bir eser yayınlayıp onunla ilgili ilk ciddi çalışmayı yapan Âgah Sırrı Levend’in şu değerlendirmesi elbette bir gerçeğin ifadesidir. “Nevâî, hayatını yurduna ve ulusuna vakfetmiş, ömrünü hayır işlemek, hizmet etmek, halka yararlı olmakla geçirmiş, okumayı, yazmayı, fırsat buldukça dostları ve sevdikleriyle sohbet etmeyi en büyük zevk bilmiş, “kâmil insan” olarak yaşamıştır” (Levend-1965). Bu söylenenlerin en önemli kanıtı bu büyük bilgenin yazmış olduğu eserlerdir. Türk edebiyatında ilklerin insanı diyebileceğimiz Nevâyî; ilk şuara tezkiresi yazarımızdır, Türk diliyle hamse yazan ilk şairimizdir, biri Farsça olmak üzere beş divanı vardır, Türk edebiyatında biyografi türünün ilk örneklerini yazmıştır, tarih, edebiyat ve dilbilimine dair eserlerin sahibidir, din ve ahlakla ilgili eserleri vardır, tabakat kitabı yazarıdır ve daha başka eserleri de vardır. Bütün bu eserler elbette aldığı eğitim ve bilgi birikimiyle müthiş bir zekâ, hafıza ve çalışkanlığın ürünüdür. Çocuk yaşlarda Arapça ve Farsçayı öğrenmiş, bu dillerle yazılmış pek çok şiiri ezberlemiş ve değişik bilim alanlarında oldukça iyi yetişmiş bir bilgindir. Mecâlisü’n-Nefâyis’te Mir Kasım Envâr’ı anlatırken bu kişiden bir beyit aktarır ve şöyle bir not düşer: “Bu fakirin ilk öğrendiği nazım, bu sonki matladır. O sıra hemen hemen üç ile dört yaş arasında idim. Aziz kişiler okumamı isterler, bazıları ise okuyuşuma hayret ederlerdi.” (Eraslan-2001). Üçdört yaşındaki bir çocuğun ana dilinden başka bir dille yazılmış beyit ezberlemesi ve bu beytin ona okutturulması, bu çocuğun nasıl bir eğitimle ve nasıl bir ortamda yetiştiğini gösteren güzel bir örnektir. Her türlü gelişmenin temelinde mutlaka çağdaş bir eğitim vardır. Çağdaş eğitim denildiğinde ise geçmişe gözlerini kapatan değil, ondan mümkün olan en yüksek düzeyde yararlanan bir eğitim anlaşılmalıdır. On sekizinci yüzyıldan bugüne ve özellikle modern çağda uluslar geleceklerini kurmaya çalışırken geçmişi ihmal etmemeye özen göstermektedir. Yukarıda kısaca değinildiği üzere Türklerin geçmişinde bilgiye büyük değer verildiği gibi çok sayıda bilgin ve bilge vardır. İn- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 449 sanlığın ikinci öğretmeni unvanını taşıyan Farabi’nin ve aynı gelenekten yetişen Nevâyî’nin varlığı, bütün Türkler için hem bir övünme sebebi hem de gelecek için yapılacak planlamalarda beslenme ve esin kaynağıdır. Kaynaklar Aka, İsmail (1994). Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara. Alan, Hayrunnisa (2015). Bozkırdan Cennet Bahçesine Timurlular, Ötüken, İstanbul. Canpolat, Mustafa (19959, Ali Şir Nevayi Lisanü’t-Tayr, Türk Dil Kurumu yay., Ankara. Eraslan, Kemal (2001), Ali-Şir Nevayi Mecalisü’n-Nefayis, Türk Dil Kurumu yay., Ankara. Ercilasun, A. Bican, Akkoyunlu, Ziyat (2018). Divânu Lugâti’t-Türk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s. 529. Levend, Agah Sırrı (1965), Ali Şir Nevai I. Cilt Hayatı, Sanatı, Kişiliği, Türk Dil Kurumu yay., Ankara. Oruç, Cihan (2021). Son Timurlu Hüseyin Baykara, Selenge, İstanbul. Tezcan, Semih (1978). En Eski Türk Dili ve Yazını, Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, s. 271-324. Togan, Zeki Velidi (1987). MEB İslam Ansiklopedisi Herat Mad., 5. Cilt 1. Kısım, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul. Türk, V. (2015), Ali Şir Nevâyî Vakfiye, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yay., Ankara Türk, V. (2016), Ali Şir Nevâyî Mahbûbu’l-Kulûb, Ötüken Neşriyat, İstanbul Türk, V., Doğan, Ş. (2016), Ali Şir Nevâyî Hayretü’l-Ebrâr, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yay., Ankara. Türk, V. (2018). Ali Şir Nevâyî’nin Eğitimi ve Eğitimciliği, I. Türk Eğitim Kongresi, Yıldız Teknik Üniversitesi, 27-28 Aralık 2018, İstanbul. TUÑUQUQ YAZITLARINDAKİ ...] SÜŊG(Ü)N (A)ÇD(I)M(I)Z (1 K4 = 28) CÜMLESİ ÜZERİNE1 Dr. Erdem UÇAR, Friedrich-Schiller-Universität Jena Tuñuquq yazıtlarının I. taşındaki ...] süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z (Kuzey 4 = 28) kısmındaki boşluğun tamamlanma önerilerini ve bu kısma verilen anlamları doyurucu bulmadığım için cümle hakkında biraz daha ayrıntılı durmaya karar verdim.1 Bu kısım hakkında şimdiye değin neşirlerde nelerin söylendiğini birbirini tekrar eden yorumları dikkate almadan tablo hâlinde kısaca ifade etmeye çalışayım: Neşir Radloff, 1899b, s. 14, 15. Yazıçevrim ...W söŋügin açtımız Thomsen, 1922, s. 508; 1924, s. 166; Ross, 1930, s. 40 Anlamlandırma Silahlarla (yolu) açtık. Ve mızraklarla (yol ?) açtık. Aalto et al., 1958, s. 40-41 ...nu süŋ(ü)g(ü)n (a)çd(ı)m(ı) ... mızraklarla açtık. z Giraud, 1961, s. 55, 62 U süŋügin aç(d)ımız Mızrakla uykularını açtık. Tekin, 1968, s. 251, 287 [usın ?] süŋügün açdımız Süngülerle (onları uyandırdık). Ergin, 1970, s. 40, 78 [usın] süŋügün açdımız Uykusunu mızrak ile açtık. Clauson, 1972, s. 18b [boşluk] süŋügin açdımız Mızraklarla (bir yol ?) açtık. Abdurahmonov & Rustamov, sü eŋegin açdımız 1982, s. 75 Askerin çenesini açtık (gürültü kopardık). Tekin, 1994, s. 12-13 [usı]n (?) süŋ(ü)g(ü)n (a) (Uykuları)nı mızraklarımızla çd(ı)m(ı)z açtık. Rybatzki, 1997, s. 60, 107 ...nu süŋügün açdımız Mızraklar(ımızla)la ... açtık. Berta, 2010, s. 45, 68, 89 [...]nu süŋügün açdımız [Sıralarını] mızraklarımızla [delik] açtık. 1 Bu makale, daha önce İngilizce olarak neşredilen makalemin genişletilmiş ve güncellenmiş Türkçe versiyonudur. İngilizce versiyonu için bk. Uçar, E. (2021). A New Interpretation of ...] süŋg(ü)n (a)čd(ı)m(ı)z (I North 4 = 28) in The Tuńuquq Inscription. Central Asiatic Journal, 63(1-2), 1-9. 452 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Chen, 2021, s. 163, 165, dip. [usın] süŋ(ü)g(ü)n (a)çd(ı) (Uykuları)nı mızraklarımızla 62 m(ı)z açtık. Alyılmaz, 2021, s. 352 [usın] süŋ(ü)g(ü)n (a)çd(ı) (Uykuları)nı mızrakla açtık m(ı)z ([onların] uykularını mızraklayarak kaçırttık). Radloff, tahrip olmuş kısmın tamamlamasının zor olduğunu söylemiş, ama (a)çd(ı)m(ı)z’a bakarak ‘yol’ anlamına gelen sonu <w> işaretinin temsil ettiği bir ünlüyle biten bir kelimenin tahrip olan kısımda olabileceğini tahmin etmiştir (1899b, s. 61). Aalto et al. 1958’de Grønbech’in notlarında tahrip kısımdaki son iki harfin <Nw> olduğu ifade edilmiştir (56). Giraud, tahrip olan kısımdaki boşluğun yorumlanmasının çok zor olduğunu söylemiş ve burada u ‘uyku’ olabileceğini düşünmüştür (1961, s. 99). En sıra dışı okuma teklifini Abdurahmonov-Rustamov ileri sürmüştür. Onlara göre, <sẅŋgn> şeklinde yazılan ibare iki ayrı kelimeden meydana gelmektedir: sü eŋegin ‘askerin çenesini’. Ayrıca eŋeg aç- onlara göre ‘çene açmak, gürültü çıkarmak’ anlamında olmalıdır (1982, s. 84). Tekin, Thomsen’in anlamlandırmasının bağlam açısından mantıksız olduğunu belirtmiş, satır başında üç harflik bir boşluk olduğunu varsayarak boşluğu [usı]n (< u-sı-n) ‘uykusunu’ ile tamamlamanın bağlama uygun olabileceğini ileri sürmüştür (1994, s. 42-43). Tekin, bir yıl sonra neşrettiği makalesinde yazıttaki cümlenin tercümesini “Biz onları mızraklar(ımız)la uyandırdık” şeklinde geliştirmiştir (1995, s. 218). Aydın, Giraud ve Tekin’in yorumunu takip etmiş ve ‘uykusunu süngü ile açmak’ deyiminin Türkçenin VIII. asırdaki durumu hakkında önemli ipuçları verdiğini belirtmiştir (2019, s. 121-122, 182). Chen de Tekin’in yorumunu benimsemiştir (2021, s. 165, dip. 62). Cümle, yazıtın 4. satırının başında yer almaktadır. Satırın başındaki küçük bir kısım tahrip olmuştur. Bu nedenle, yazıtın kopyalarını hazırlayan çalışmalarda satırın başındaki eksik kısımdaki harfler konusunda çeşitli tahminler ileri sürülmüştür. Yazıtların kopyasını sunan çalışmalarda, tahrip olan kısımdaki kelimenin son harfi Aalto et al., 1958’de <Nw> (40) ve Radloff 1899b’de <w> (14) olarak tespit edilmiştir. Sprengling, satırın başında tahrip olan bir kısmın olmadığını düşünmektedir (1939, s. 15). Tahrip olan kısmın sonunda iki harf olduğunu düşünen sadece Grønbech (Aalto’nun aktarmasına göre) olmuştur. Runik yazıda <N> ve <w> harfleri gövdeleri bakımından birbirlerine benzeyen iki işarettir. Dolayısıyla, epigrafik incelemelerde ihtilafa düşülmesine şaşırmamak gerekiyor. Tuñuquq yazıtlarının kopyalarında ve neşirlerinde tahrip olan kısımdaki son harfin <N> olduğu konusunda ağırlıklı bir görüş olduğu dikkati çekmektedir. Ya- Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 453 zıtın kopyalarını hazırlayan üç çalışmada sorunlu kısmın nasıl teşhis edildiğini göstermek istiyorum: Radloff, 1899a, s. CX rötuşsuz Radloff, 1899a, s. CX rötuşlu Moriyasu & Ochir 19992 rötuşlu Alyılmaz, 2021, s. 220 resim Alyılmaz, 2021, s. 352 teşhis Alyılmaz 2021’in teşhislerine göre, cümledeki <N>, <n>, <ç> ve <D> işaretleri bugün ne yazık ki tamamen düşmüş ve yok olmuş durumdadır. Dökülen harfleri koyu harflerle göstermek gerekirse: <...]Nsẅŋgn : çDmz>. Bu nedenle süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z kısmından önceki tahrip olan kısımda hangi kelimenin olduğunu bilmediğimiz için cümlenin anlamlandırılması oldukça zorlaşmaktadır. Cümleyi yorumlamaya geçmeden önce süŋgü üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bu kelimenin okunuşu ve izahı konusunda daha önce Doerfer, Tekin ve Sertkaya tarafından gerekli açıklamalar yapılmıştır. Tekin, Türkçede tanıklanmamış *süŋ- kökünden türetilen iki farklı kelimenin olduğunu düşünmüştür: süŋüg (< *süŋ-üg) ve süŋgü (< *süŋ-gü) (1995: 218-219). Doerfer, kelimenin süŋgü şeklinde okunması gerektiğini, zira süŋüg’e yazıtlardan başka yerde rastlanmadığını ifade etmiştir (1993: 147-148). Sertkaya da Doerfer ile aynı fikirdedir (2011: 721-725). Benim de kabul ettiğim süŋgü okunuşu hakkında daha fazla bilgi için Sertkaya 2011’e bakılabilir. Sorunlu kısım hakkında ilk kez Giraud tarafından gündeme getirilen u aç‘uyku açmak’ teklifi (1961, s. 99) bugüne kadar en çok itibar gören yorumun hazırlayıcısı olmuştur, zira Giraud’un yorumundan hareket eden Tekin şüpheyle de olsa tahrip olan kısımdaki eksik harfleri dikkate alarak [usı]n (?) süŋügün açdımız “Süngülerle (onları uyandırdık)” (1968, s. 251, 287 ve 1994, s. 13-14) şeklinde bu 2 Orhun vadisindeki yazıtlar üzerine Japon-Moğol araştırma heyeti incelemeler yapmıştır (1996-1998). Japon heyetinin estampajları bu dönemdeki incelemelerin bir ürünüdür. Araştırma heyetinin sonuçları neşredilmiştir (Moriyasu ve Ochir 1999). Tuñuquq yazıtlarının estampajların resimleri Moriyasu & Ochir 1999’un içinde yer almaz, ancak resimler Osaka Üniversitesi kütüphanesinin dijital platformunda Türkologların istifadesine sunulmuştur. Ben de oradan faydalandım. 454 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı kısmı tamamlamayı önermiştir. Daha sonra pek çok araştırmacı Tekin’in yorumunu takip etmiştir. Yazıtın bağlamı ve Orhon Türkçesi açısından böyle bir yorumun pek anlamlı olmadığını düşünüyorum. Tuñuquq, yazıtlarının 27. satırında, yani sorunlu cümlenin öncesinde qırġ(ı)z(ı)ġ uqa b(a)sd(ı)m(ı)z demektedir. Yani Tuñuquq, Kırgızlara uykudayken hücum ettiklerini açıkça beyan etmektedir. Onun, böyle bir cümleden sonra Kırgızları ‘uyandırdığını’ söylemesi pek mantıklı olmadığı oldukça aşikârdır. Üstelik yazıtların bağlamından anlaşıldığı kadarıyla Türk Qaġanlığı yaptığı seferlerde düşmanlarını uyandırmak gibi bir amaçla sefer düzenlememektedir. Yazıtlarda genellikle uyku esnasındaki taarruzlardan bahsedilmektedir: uda bas- ‘uykuda basmak, hücum etmek’ (Kül Tigin Doğu 35, 37; Bilge Qagan Doğu 26-27); uqa bas- ‘uykuda basmak, hücum etmek’ (Tuñuquq 27). Diğer taraftan, [usı]n kelimesinin yazımı Tekin’in önerisini zayıflatmaktadır. Yazıtlarda iyelik ekli gövdelerin üzerine gelen {+(I)n} yükleme hâli ekinin umumiyetle kalınlık incelik uyumuna aykırı olarak yazıldığı bilinmektedir. Eğer Tekin’in düşündüğü gibi tahrip olan kısımda usın olsaydı, kelimenin sonundaki işaretin kalın sıradan <N> değil, ince sıradan <n> olması gerekecekti. Önerilen usın aç- şeklindeki bir ifadeyi bir deyim olarak kabul etmek zorundayız. Bugün bazı Türk dillerinde uyqu aç- deyimi görülmektedir. Krş. Kırgızca uyqu aç- ‘1. uykusu kaçmak; 2. uykusunu almak, uyumak’ (Yudahin, 1985, s. 81b); Kazakça uyqısın aç- ‘1. uyanmak; 2. uykusu kaçmak’ (İskakov, 2011, s. 691b); Türkiye Türkçesi uyqu aç- ‘uyanık kalmak’; uyqusu açıl- (veya dağılmak) ‘uykulu durumu geçmek’. Tespit edebildiğim kadarıyla tarihî metinlerde uyqu aç- deyimi görülmemektedir. Bugünkü Türk dillerindeki tanıklarda uyqu aç- ‘uyumak’, ‘uyanmak’ ve ‘uykusu kaçmak’ gibi birbirinden epey farklı anlamlara gelmektedir. Tuñuquq yazıtlarının 28. satırındaki anlamı bugünkü Türk dillerindeki anlamlarla denkleştirmek mümkün değildir, zira Tekin usın aç- deyimini ‘uyandırmak’ anlamında düşünmektedir. Eski Türkçede u ‘uyku’ ile beraber kullanılan çeşitli birleşik yapılara rastlanıyor: uda bas- ‘uykuda basmak, hücum etmek’ (Kül Tigin Doğu 35, 37; Bilge Qagan Doğu 26-27); uqa bas- ‘uykuda basmak, hücum etmek’ (Tuñuquq 27). Qutadġu Bilig’te de u ‘uyku’ ile kurulan yapılar mevcuttur: usı kel- ‘uykusu gelmek’ (4890); usı kötür- ‘uykusu kaçmak’ (2270); usı uç- ‘uykusu kaçmak’ (3951); usı yét- ‘uykusu kaçmak’ (4965), vs. Ayrıca Eski Anadolu Türkçesindeki birleşik yapılar için krş. uyqusu alın- ‘uykusunu almamak’ (TS: 4041); uyquya var- ‘uykuya dalmak’ (TS: 4041); uyqusu uç- ‘uykusu kaçmak’ (TS: 4042). Ancak u aç- ‘uyku açmak’, yani ‘uyandırmak’ anlamındaki bir yapıya tarihî metinlerde şimdiye kadar görebildiğim kadarıyla rastlanmamaktadır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 455 Tahrip olan kısımda muhtemelen 3 harflik bir boşluk olabileceği tahmin ediliyor. Kelimenin son harfinin <N> olduğunu ve satırın başındaki tahrip olan kısımda da üç harfin bulunduğunu hesaba katarak boşluğu şöyle tamamlıyorum: <qıLçN>. Yazıtlarda, qılıç ‘kılıç, savaş aleti’ sözü geçmese de bundan türetilen qılıçla- ‘kılıçtan geçirmek’ gövdesi Kül Tigin yazıtında karşımıza çıkmaktadır: yét(i) nç (e)r(i)g qıl(ı)çl(a)dı (Kuzey 5). Dolayısıyla qılıç kelimesine yazıtların yabancı olmadığını söyleyebilirim. Üstelik Eski Uygurcada süŋü qılıç (Röhrborn 1996: 182 [s. 30]) ve qılıç süŋü (Wilkens, 2021, s. 370a) kelime çiftine de rastlanmaktadır. Savaş ve mücadele içerikli metinlerde bu iki savaş aletinin beraber kullanılması hiç de şaşırtıcı değildir. Diğer taraftan, yazıtlarda {+(X)n} vasıta hâli ekinin ünlüsünün yazılmadığı ve ekin dudak uyumuna tâbi olduğu bilinmektedir. Burada da iki vasıta hâl ekli yapı karşımıza çıkmaktadır: [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n. Cümledeki sorunlu diğer yer ise yüklem kısmındadır. Boşluğu [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n ile tamamladığımıza göre, o zaman [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n aç- nasıl bir anlama gelmektedir? Bunun için iki öneri sunmak istiyorum: 1. Öneri Kanaatimce aç- fiilinin metaforik anlamı ve eksiltili (elliptic) kullanımı fark edilemediği için cümleye doğru anlam verilememiştir. Bence aç- fiili cümlede <él> aç- yapısının eksiltili şekli olmalıdır ve fiil ‘bir yeri fethetmek’ anlamındadır. Tuñuquq yazıtlarında eksiltili yapıların yoğun olarak kullanıldığı dikkati çekiyor. Cümledeki nesnenin eksik olarak kullanıldığı yapılara yazıttan iki tane örnek vermek gerekirse yaŋ- ve yoq qış- fiilleri örnek gösterilebilir: t(e)ŋri y(a)rlıqadı yaŋdımız (Tuñuquq 16) “Tanrı buyurdu, <onları> yok ettik”; üç(e)gün q(a)b(ı) ş(ı)p sül(e)l(i)m idi yoq qış(a)l(ı)m (Tuñuquq 21) “üçümüz birleşip sefer edelim, tamamen <onları> yok edelim”. Yazıttaki diğer eksiltili yapılar için bk. Uzun 1995: 87-92. Eski Türkçede eksiltili yapılara, bilhassa nesnesi eksiltilmiş fiillere Eski Uygurcada da rastlanmaktadır. Bunlardan birkaç tane örnek vermek gerekirse: alġuçı (Röhrborn 2010: 38) “<mal> satın alan”; artokraq meŋiligin aşanzun (Röhrborn 2010: 93) “Çok huzurla <zevkin tadını> çıkarsın”; m(e)n adrılıp (Röhrborn 2010: 17) “Ben <hayattan> ayırılıp”; ögüg qaŋıġ barça adırıp (Röhrborn 2010: 10) “Anne babanın hepsini <hayattan> ayırıp”; yükünür m(e)n qop köŋülin alıyu y(a)rlıkaŋ (Röhrborn 2010: 43) “Bütün kalbimle hürmet ederim <hürmeti> kabul ederek”. Orta Türkçe döneminden kalma Kuran meâllerinde aç- fiili Arapça fataḥa karşılığında olup ‘fethetmek, galip gelmek’ anlamındadır. Örnekler için bk. Borov- 456 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı kov 2002: 39. Ayrıca, erken dönem Orta Türkçe metinlerde aç- (II) fiilinin ‘zafer kazanmak’ anlamına rastlanıyor (Boeschoten, 2022, 16b). Aslında Arapça fataḥa fiili hem ‘açmak’ hem de ‘fethetmek, galip gelmek’ gibi birkaç anlama sahiptir. Türkçede de aç- fiilinin benzer anlamsal gelişimi geçirdiğini tahmin etmek hiç de zor değildir. Fiile ‘fethetmek’ anlamıyla Uygurca Xuanzang-Biyografisi’nde rastlanır: kün ortotın horıta él açtaçı beg (Röhrborn 2010: 1) “Nanyang bölgesinde ülke kuran/fetheden beg”. Mahmut Kaşgarî, Divanü Lugati’t-Türk’te aç- fiilinin eksiltisiz şeklini bir halk şiirinde zikretmiştir: miŋlaq élin açtımız (Dankoff-Kelly, 1984/ II, 549 [s. 272]). Eski Türkiye Türkçesinde aç- fiili tarihî içerikli metinlerde ‘fethetmek, zapt etmek’ anlamında pek çok yerde görülmektedir. Üstelik aç- fiili él ile beraber kullanılmadan bu anlamda tanıklanmıştır. Daha önce aç- fiilinin Eski Türkiye Türkçesindeki anlam gelişmeleri Arslan 2008: 129-130’da listelenmiştir ve listede fiilin ‘fethetmek’ anlamı da bulunmaktadır. Bununla ilgili örnekler için ayrıca bk. TS: 12-13. Bunlar içinde iki örneği özellikle zikretmek istiyorum, zira bu örnekler Tuñuquq yazıtlarındaki yer ile kanaatimce epey benzerlik arz etmektedir. Zikredeceğim örnekler Yazıcızâde Ali’nin Tevârih-i Âl-i Selçuq’unda ve Kadı Burhaneddin Divanı’nda geçmektedir: cihān memleketlerini benüm ecdādum ve ’ammūlarum qılıç-ıla açmışlardur (Bakır 2017: 156); şunı ki qılıcıyla açamadı sâm u rüstem (Ergin 1980: 371). Bu metinde aç- fiili qılıç ile beraber ‘fethetmek, ele geçirmek’ anlamında kullanılmıştır. Tuñuquq’un kendi yazıtında anlattığı Qırġız seferini Bilge Qaġan kendi üslubuna ve bakış açısına göre biraz daha farklı anlatsa da aslında ikisinin anlattığı olay temelde birbiriyle örtüşmektedir. Bilge Qaġan, Kül Tigin ve Bilge Qaġan yazıtlarında şunları söylemektedir: qırqız qaġanın ölürtümüz élin altımız (Doğu 36) ve qırqız bodunuġ uda basdım (...) soŋa yışda süŋüşdüm qaġanın ölürtüm élin anta altım (Doğu 27). Dolayısıyla bilhassa kendi yazıtındaki süŋüşdüm qaġanın ölürtüm élin anta altım ifadeleri Tuñuquq’un [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z ifadeleri ile paralellik gösterdiği söylenebilir. 2. Öneri Eski Türkçede aç- fiilinin anlamlarından biri de ‘dağıtmak’ olup birkaç yerde bu anlamda tanıklanmıştır. Mesela, Daśakarmapathāvadānamālā’da fiil şöyle geçer: qarımaq iglemek ölmeklig bulıtıġ tumanıġ açtaçı (Wilkens 2016: 59-60 [s. 206]) “Yaşlanmanın hastalanmanın ölmenin bulunun dumanını dağıtacak”. Diğer bir tanık da Dîvânü Lugati’t-Türk’te Kaşgarî tarafından bir halk şiiri içinde zikredilmiştir: qara bulıtıġ yél açar (Dankoff-Kelly 1982/I, 178 [s. 275]) “kara bulutu Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 457 rüzgâr dağıtır”. Erken dönem Orta Türkçe metinlerde aç- (II) fiilinin ‘ortadan kaldırmak’ anlamına rastlanıyor: qaçan açtımız erse olardın qınnı. Bu arada yazıttaki aç- fiilinin kısmen yañ- ‘bir şeyi/kimseyi sarsmak’ ile benzer anlamda olabileceğini tahmin ediyorum. Daha önce bir makalemde yañ- fiilinin anlamı üzerinde ayrıntılı olarak durmuştum (2023, s. 1-19). Daha geniş bilgi için oraya bakılabilir. Tuñuquq, 27. ve 28. satırlarnda şunları söylemektedir: qırqızıġ uqa basdımız [qıl(ı)ç(ı)]n süŋgün açdımız qanı süsi térilmiş süŋüşdümüz sançdımız qanın ölürtümüz. Buna göre, Qağanlık ordusu Qırġızları uykuda bastıktan sonra, onları kılıç ve süngü ile ‘dağıtıp sürmüş’ ve bu esnada Qırġızlar liderleri etrafında toplanmış, ikinci bir mücadelenin ardından Qağanlık ordusu Qırġız ordusunu ve liderini ortadan kaldırmıştır. Tuñuquq’un burada bahsettiği Qırġızlara yapılan seferin kışın gerçekleştiği yazıtta ordunun atlarıyla karı küreyerek ilerlemesinden anlaşılmaktadır. Her ne kadar burada Qırġız seferlerinin kronolojik tayini kesin olarak yapılamasa da (Chen, 2021, s. 39) gerek Bilge Qaġan gerekse Kül Tigin yazıtlarında zikredilen Qırġız seferlerinin 710-711 tarihlerinde, yani Qapġan Qaġan iktidarının son döneminde gerçekleştirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir (Thomsen, 1916, s. 98). Tuñuquq yazıtlarının 28. satırının başındaki tahrip olan kısmı Radloff ve Thomsen gibi filologlar, Giraud ve Tekin’den önce şüpheyle de olsa ‘yol’ anlamına gelen bir kelimeyle tamamlamayı düşünmüşlerdi, ancak böyle bir kelime şimdiye değin bulunamamıştır. Giraud ve Tekin’in boşlukta u ‘uyku’ kelimesini tahmin etmesinden sonra birçok çalışmada bu teklif kabul edilmiştir. Tekin, 27. satırdaki qırq(ı)z(ı)ġ uqa b(a)sd(ı)m(ı)z’ı düşünerek müteakip kısımda da u ‘uyku’ olabileceğini düşünmüştür. Yukarıda bu teklifin kabul etmenin zor olacağını açıklamıştım. Benim teklif ettiğim [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z “kılıç süngü ile fethettik” teklifinin bağlama uygun olduğunu belirtmeliyim. Tuñuquq yazıtlarının dikkati çeken kendine has bir anlatım üslubu vardır. Bir olay tasvir edilirken ilk önce olay kısaca ifade edilip devam eden kısımda ayrıntılardan bahsedilir. Mesela, bk. 3-4, 40-43. satırlar, vs. Tuñuquq, 28. satırda da aynı şeyi yapmıştır. İlk önce qırq(ı)z(ı) ġ uqa b(a)sd(ı)m(ı)z demiş, daha sonra [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z diyerek olayın neticesini gösterip ayrıntı vermiştir. Bundan sonra da Qırġızlarla olan mücadelenin diğer ayrıntıları sunuşmuştur. Tuñuquq yazıtının 28. satırındaki tahrip olan kısımın [qılıçı]n (< qılıç+ın) ‘kılıç ile’ şeklinde tamamlanmasının ve [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z cümlesinin de “kılıç süngü ile fethettik” veya “kılıç süngü ile sürdük, kovaladık, dağıttık” şeklinde anlamlandırılmasının yanlış olamayacağı kanaatindeyim. 458 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Kısaltmalar ve Kaynakça Aalto, P. et al. (1958). Materialien zu den alttürkischen Inschriften der Mongolei. Journal de la Société Finno-Ougrienne, 60(7), 3-91. Abdurahmonov, G. & Rustamov, A. (1982). Kadimgi Turkiy Til. Taşkent: Ukituvçi Naşriyeti. Alyılmaz, C. (2021). Bilge Tonyukuk Yazıtları. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Arat, R. R. (1947). Kutadgu Bilig I: Metin. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi. Arslan, H. (2008). Eski Türkçeden Eski Anadolu Türkçesine Anlam Değişmeleri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Aydın, E. (2019). Türklerin Bilge Atası Tonyukuk. İstanbul: Kronik. Bakır, A. (2017). Yazıcızâde Ali: Tevârih-i Âl-i Selçuk [Oğuzname-Selçuklu Tarihi]. 2. Baskı. İstanbul: Çamlıca Basım Yayın. Berta, Á. (2010). Sözlerimi İyi Dinleyin: Türk ve Uygur Runik Yazıtlarının Karşılaştırmalı Yayını. Çev. Yılmaz, E. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Boeschoten, H. (2022). A Dictionary of Early Middle Turkic. Brill: Leiden-Boston. Borovkov, A. K. (2002). Orta Asya’da Bulunmuş Kur’an Tefsirinin Söz Varlıǧı (XII. - XIII. Yüzyıllar). Çev. Usta, H. İ. & Amanoğlu, E. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Chen, Hao (2021). A History of the Second Türk Empire (ca. 682-745 AD). Leiden-Baston: Brill. Clauson, Sir G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish. Oxford: Oxford University Press. Dankoff, R. & Kelly, J. (1982). Mahmut el-Kāşгarī: Compendium of the Turkic Dialects (Dīvān Luγāt at-Türk) I. Harvard: Harvard University Press. Dankoff, R. & Kelly, J. (1984). Mahmut el-Kāşгarī: Compendium of the Turkic Dialects (Dīvān Luγāt at-Türk) II. Harvard: Harvard University Press. dip. = dipnot. Doerfer, G. (1993). Versuch einer linguistischen Datierung älterer osttürkischer Texte. Wiesbaden: Harrassowitz Verlag. Ergin, M. (1980). Kadı Burhaneddin Divanı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. Giraud, R. (1961). L’inscription de Baïn Tsokto, Édition critique. Paris: Librairie d’Amerique et d’Orient. İskakov, A. I. et al. (2011). Kazak Edebi Tiliniŋ Sözdigi XIV. Almatı: A. Baytursınulı Atındagı Til Bilimi Institutı. krş. = karşılaştırınız. Moriyasu, T. & Ochir, A. (1999). Mongorukoku genson iseki, hibun chōsa kenkyū hōkoku [Provisional Report of Researches on Historical Sites and Inscriptions in Mongolia from 1996 to 1998]. Osaka: The Society of Central Eurasian Studies. Radloff, W. (1899a). Atlas der Alterthümer der Mongolei: Vierte Lieferung. St. Petersburg: Buchdruckerei der Akademie der Wissenschaften. Radloff, W. (1899b). Die alttürkischen Inschriften der Mongolei, Zweite Folge: die Inschrift des Tonjukuk. St. Petersburg: Buchdruckerei der kaiserlichen Akademie der Wissenschaften. Ross, E. D. (1930). The Tonyukuk Inscription: Being a Translation of Professor Vilhelm Thomsen’s Final Danish Rendering. Bulletin of the School of Oriental Studies, 6(1), 37-43. Röhrborn, K. (2010). Uigurisches Wörterbuch, Sprachmaterial der vorislamischen türkischen Texte aus Zentralasien, Neubearbeitung, I. Verben, Band 1: ab- - äzüglä-. Stuttgart: Franz Steiner Verlag. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 459 Rybatzki, V. (1997). Die Toñuquq-Inschrift. Szeged: University of Szeged. Sertkaya, O. F. (2011). Eski Türkçe’de ‘Mızrak’ Anlamına Gelen Kelime [süng(ü)g] mü, Yoksa süngg(ü) ~ süngü mü Okunmalı? In Şavk, Ü. Ç. (Ed.), Orhun Yazıtlarının Bulunuşundan 120 Yıl Sonra Türklük Bilimi ve 21. Yüzyıl Konulu III. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu (26-29 Mayıs 2010) Bildiriler Kitabı II (s. 721-725). Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Sprengling, M. (1939). Tonyukuk’s Epitaph: An Old Turkish Masterpiece Introduction, Text, Annotated Scientific Translation, Literary Translation and Transliteration. The American Journal of Semitic Languages and Literatures, 56(1), 1-19. Tekin, T. (1994). Tunyukuk Yazıtı. Ankara: Simurg. Tekin, T. (1995). Some Remarks on the Tunyukuk Inscription. In Erdal, M. & Tezcan, S. (Eds.), Beläk Bitig: Sprachstudien für Gerhard Doerfer zum 75. Geburtstag (s. 209-222). Wiesbaden: Harrassowitz Verlag. Thomsen, V. (1916). Turcica; études concernant l’interprétation des inscriptions turques de la Mongolie et de la Sibérie. Helsingfors: Socété finno-ougrienne. Thomsen, V. (1922). Samlede Afhandlinger III. København: Gyldendal. Thomsen, V. (1924). Alttürkische Inschrift aus der Mongolei in Übersetzung und mit Einleitung. Übersetzer: Schaeder, H. H. Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, 78, 121–175. TS = Tarama Sözlüğü 1993. Uçar, E. (2023). Eski Türkçe Yañ- Fiili ve Anlamları Üzerine. Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 11, 1-19. Uzun, L. S. (1995). Orhon Yazıtlarının Metindilbilimsel Yapısı. Ankara: Simurg Yayınları. Wilkens, J. (2016). Buddhistische Erzählungen aus dem alten Zentralasien, Edition der altuigurischen Daśakarmapathāvadānamālā I-III. Berliner Turfantexte: 37. Turnhout (Belgien): Brepols Publishers. Wilkens, J. (2021): Handwörterbuch des Altuigurischen, Altuigurisch-Deutsch-Türkisch. Göttingen: Universitätsverlag Göttingen. XIII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkçesiyle Yazılmış Kitaplardan Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü I-VIII (1995). 3. Baskı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. (→ TS) Yudahin, K. K. (1985). Kirgizsko-Russkiy Slovar’, 1 Kinga: A-K. Frunze: Glavnaya Redaktsiya Kirgizskoy Sovyetskoy Entsiklopedii. KIRGIZ TÜRKÇESİNDE KADIN İLE İLGİLİ SÖZ VARLIĞI ÜZERİNE BİR TASNİF Doç. Dr. Gülsine UZUN, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ORCID No: 0000-0003-2653-7650 İnsan, yaşamını kolaylaştırmak ve çevresindekileri daha anlaşılır hale getirmek için varlıklar ve kavramlar arasında çeşitli ayrımlar, sınıflandırmalar yapar. İnsanın çevresindeki varlıkları ve kavramları adlandırması bu sınıflandırmaların başında gelir. İnsanın dünya algısı ile adlandırma gücü arasında doğrudan bir ilişki vardır. Dünyadaki bir gerçeklik, insan düşüncesindeki kavramlar aracılığı ile sözcüklere yansır, diğer taraftan insan dilindeki sözcükler de insanın dünyayı algılamasını etkileyebilir. (Mangır, 2017; 38). Söz varlığı, dildeki seslerin simgeler, göstergeler olarak bir arada bulunmalarının yanı sıra o dile mensup toplumların dünya görüşünün yansıtıcısı, maddi ve manevi kültürünün bir görüntüsü durumundadır. Bir dilin söz varlığının incelenmesiyle, o dili konuşan toplumun yaşam biçimi, dinsel inançları, diğer uluslarla ilişki derecesi, nelere önem verdiği, gelenekleri, görenekleri kısacası kültür ve medeniyet birikimi ortaya konulur (Aksan, 1996; 9). Tarih boyunca Türk kültüründe ve devlet geleneğinde kadın her zaman büyük bir role sahip olmuş, sadece sosyal hayatta aileyi oluşturan temel unsurlardan analık ve kadınlık görevi ile yetinmemiş, at binip kılıç kuşanarak, eşinin yanında savaşlara katılarak siyasi hayatta da etkin bir konumda yer almıştır. Bir milletin kimliğini oluşturan unsurların bütünü olarak tanımlanan kültür kavramı, toplumun kadına verdiği değer ölçüsünde gelişme göstermiştir. Eski ve Orta Çağ medeniyetlerinde kadına isim dahi verilmezken eski Türklerde kadın ile erkek insani değerler açısından eşit haklara sahip olmuştur. Güçlü bir aile yapısına sahip olan Türklerin sosyal yapı içerisinde aile kavramı ile ilgili oluşturduğu söz varlığı, Türk toplumunun bu yapıya ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. Kadına verilen değer Türklerin mitolojisinden yazıtlarına kadar her alanda varlığını hissettirmiştir. İslamiyet öncesi Türk destanlarında kadının yaratıcı Tanrı sıfatıyla ortaya çıkması, Umay ana miti, kadınların liderlik özelliklerinin vurgulandığı anlatılar ve Orhun yazıtlarında “Tanrı Türk milleti yok olmasın diye babam İl-teriş Kağan ile anam İl-bilge Hatun’u tutup yukarı kaldırmış olacak” (Ergin, 1989; 21-22) ifadesi, 462 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Türk kültüründe kadının toplumsal ve siyasi değerinin ne derece yüksek olduğunun birer göstergesidir. Kırgız toplumunda da kadın, aile ve sosyal yaşam içerisinde diğer Türk halklarında olduğu gibi saygın bir konumda yer almaktadır. XIX. yüzyılda Türkistan’a gelen Avrupalı gezginler Kırgız kadınının özelliklerine dikkat çekmiş, onların toplumdaki yerinden sıklıkla bahsetmişlerdir. 1856 yılında Çokan Valihanov Kırgız kadınının toplumdaki yerinden ve etkisinden hayranlıkla söz ederken İtalyan seyyah Feliks Rokko “Gelişmiş ve kültürlü dediğimiz milletlerde bile, Kırgızların anne babalarına ve kadınlarına gösterdiği saygıya az rastlarız. Kırgız kadınları erkekler kadar tüm haklara sahiplerdir. Aile ve boy meselelerinde kadınların da fikirleri alınır.” demektedir (Dıykanbayeva, 2017; 62). Türk kültürü içerisinde son derece büyük bir öneme ve saygın bir yere sahip olan kadın, genel Türk dili ve Kırgız Türkçesinde söz varlığı açısından da bu önemini ortaya koymuştur. Tarihten günümüze kadar doğrudan doğruya “kadın” kavramını karşılayan kelimeler yanında, kadının sosyal ilişkilerini, akrabalık bağlarını, onunla ilgili sıfatlar ve fiilleri, hukuki durumunu, ona ait kıyafet ve eşyaları karşılayan kelimeler, genel söz varlığı içerisinde oldukça geniş bir alana sahiptir. Kadın kavramı ve kadının toplum içerisindeki konumu ile ilgili şimdiye kadar birçok çalışma yapılmış, sosyolojik açıdan veya kültür ve dil dairesi içinde kadın fazlasıyla inceleme konusu olmuştur. Bunlardan bazıları genel söz varlığı içerisinde “kadın” kavramıyla ilgili alanı dil açısından incelerken, bazıları kadın kavramını akrabalık terimleri ve kadına verilen adlar açısından, bazıları da mitoloji, atasözleri ve deyimler açısından incelemişlerdir (Yazıcı Ersoy, 2012; 57). Bu çalışma da öncelikle yazı ve konuşma dilinden, Kırgız Türkçesinin güncel ve diyalektolojik sözlüklerinden, halk kültürü örneklerinden, deyimlerden, atasözlerinden, akrabalık terimlerinden, kadın şahıs adlarından, kalıp sözlerden vb. derlenen kadın ve kadın dairesi içerisindeki söz varlığından yola çıkılarak Kırgız toplumundaki kadın algısını, kadına bakış açısını, kadının toplumdaki yerini ve önemini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Kırgız Türkçesinde Kadın İçin Kullanılan Söz Varlığı 1. Genel Adlandırmalar katın “kadın, hatun kişi, zen, karı, zevce, refika” (KTS, 2017; 1144). Clauson, kelimenin etimolojik olarak hakan/han ile ilişkilendirilmeye çalışılmasına rağmen, bunun Soğdça xwat’yn (xwat’ēn) kelimesinden alındığını; Soğdçada xwt’y kelimesinin ‘efendi, hükümdar’ ve xwt’yn kelimesinin ‘efendinin karısı, hükümdar’ Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 463 anlamlarına geldiğini ve bunun da tam olarak erken dönemde xatun kelimesinin karşılığı olduğunu, kelimenin en eski şeklinin xatun olmasına rağmen Türkçe’de katun, Arapça’da xatun şeklinde okunduğunu belirtir (Clauson 1972, 602). Çağatay, W. Bang’ın bu görüşe itibar etmediğinden hareketle Osmanlıcadaki xatun “zevce, yüksek sınıf kadını, hanım” sözünün yeni Farsçadan bir geçiş olduğunu belirtir (Çağatay, 1962; 13). katındık (-LIk yapım eki ile türetilmiş bir kelime <katın-dık ) “Kadınlık, kadın olma durumu” Katındıgın bilgizbey/Kayran eneñ Kanıkey/ Erkek bolup aldı emi “Kadın olduğunu belli etmeden/ Sevgili anacığın Kanıkey/ Erkek kılığına girdi o zaman”; “Karılık, evli kadının kocasına göre olan durumu veya görevi” (KTS, 2017; 1144). katın-kalaç “kadınlar; kadın, eş, refika, karı” (KTS, 2017; 1144). Genel anlamda kadın kavramını karşılayan bir ikileme. ayal “kadın, bayan, karı, eş” (KTS, 2017;176). Kelime Kırgız Türkçesine Arapça ʽiyāl “bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu kimseler, kadın, eş” kelimesinden geçmiştir. ayaldık (-LIk yapım eki ile türetilmiş bir kelime <ayal-dık) “kadınlık, kadın olma durumu; kadının gerekli erdem ve nitelikleri taşıması durumu; kadınlık, dişiliğin özelliklerini kullanma durumu; kadınlara özgü” (KTS, 2017; 176). zayıp “hanım, eş” (KTS, 2017; 2211). Arapça zāʿifa kelimesinden alıntılanan kelime zayıp~zeipe~zeif “hanım, kadın, avrat” anlamlarında bazı Türk lehçelerinde kullanılmaktadır. urgaaçı “dişi; kadın” (KTS, 2017; 2163). 2. Kadının Akrabalık Bağları ile İlgili Adlandırmalar Türk dili akrabalık adları açısından zengin bir dildir. Türklerde aile kavramına ve akrabalık ilişkilerine verilen önem dilin söz varlığına da yansımıştır. Abramzon’un sınıflandırmasından hareketle Kırgızlarda baba tarafından akrabalık için “atalaş”; anne tarafından akrabalık için de “catındaş” veya “gindiktaş” (catın “rahim”, gindik “göbek”) terimlerinin kullanıldığını belirten Aynakulova, kamuoyunda resmi olarak bu akrabalığın daha yasal olduğunu fakat günlük hayatta ana akrabalarına daha fazla önem verildiğini belirtir (Aynakulova, 1997; 174). Kadınlarla ilgili akrabalık terimlerinin Kırgız Türkçesinde daha fazla olması bu durumu kanıtlar niteliktedir. abice “abla; yaşça büyük kız veya kadın” (KTS, 2017; 22). ana halk. “anne” (KTS, 2017; 101). 464 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı apa “anne, anne, ana, teyze, genel olarak anne yerinde olan kadınlara hitaben kullanılır” (KTS, 2017; 118). abısın “elti, erkek kardeş veya akraba eşleri” (KTS, 2017; 22). Moğolca abisun “elti” kelimesinden alıntılanan bu kelimenin (Lessing, 2003; 7) abısın, abızın, åwsin, aphın, apsun, owsin, absın vb. şekillerde diğer Türk lehçelerinde örneklerine rastlanmaktadır. abısındık “eltilik” (KTS, 2017; 22). abısınduu “eltili ve eltisi çok” (KTS, 2017; 22). abısın-acın “elti, eltiler” (KTS, 2017; 22; Lessing, 2003; 7). Bu ikilemenin de Moğolcadan Kırgız Türkçesine aynı şekilde alıntılandığı görülmektedir. asırap bagıp algan ene “sütana” (Li, 2019; 91). asırandı kız “sütkız, evlatlık kız” (Li, 2019; 91). asıragan<asıra- “beslemek” (<Moğ.) +gan sıfat fiil eki ile türemiş olan kelime Türk dilinin birçok lehçesinde “evlatlık, süt çocuk” anlamlarında kullanılmaktadır. baldız “baldız” (KTS, 2017; 243). bolokcot “ Kız tarafından dört kuşak akrabalık, torunun torunu” (KTS, 2017; 380). bölö~karın bölö “teyze çocuğu, kuzen” (KTS, 2017; 410; Li, 2019; 239). Moğolcadan geçen kelime “teyze çocuğu” anlamında Türk dilinin birçok lehçesinde böle~büle~pöle~póle vb. şekillerde aynı anlamda kullanılmaktadır. ceen “Yeğen, teyzenin veya anne tarafından akraba bir kadının çocuğu; kızının çocuğu” (KTS, 2017; 549). İlk olarak birle kawışmış kak adaş yeğen tagay “birlikte birleşmiş kardeşler, yeğen, dayı” ibaresiyle Uygurca metinlerde tespit edilen yegen kelimesine Orhun yazıtlarında “kız kardeşin” çocuğu anlamında rastlanmaktadır. Tutar, Kırgızlardaki yeğen teriminin Türkçedeki yeğen teriminden farklı bir anlam taşıdığını, Türkçede babanın erkek ve kız kardeşleri yeğen olarak görülürken, Kırgızların sadece babanın kız kardeşlerinin çocuklarını yeğen olarak nitelendirdiklerini belirtir (Tutar, 2007; 159) ceen kelin “Yeğenin hanımı” (KTS, 2017; 549). ceen kız “Yeğenin kızı” (KTS, 2017; 549), “kız yeğen (kız kardeşin kızı)”, “kız torun (kızın kızı)” (Li, 2019; 278). ceençer “yeğen çocuğu (kız kardeşin torunu)” (Li, 2019; 278). ceençoro “torun çocuğu (kızın torunu)” (Li, 2019; 278) Li, kelimeye gelen -çer ve –çoro eklerinin Moğolcadan geçtiğini belirtir (Li, 2019; 278). ceen küyöö “ Yeğenin eşi” (KTS, 2107; 549). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 465 ceñe “Yenge, bir kimsenin büyük kardeşinin veya amcasının karısı; genel anlamda genç kadınlara seslenme sözü; düğünde geline kılavuzluk eden kadın” (KTS; 561). ET. yenge kelimesinden gelişen kelime bazı fonetik değişikliklerle Türk dilinin bir çok lehçesinde kullanılmaktadır. ceñelüü “Yengeli, yenge sahibi” ceñelik “Yengelik, yengeyle ilgili, yengeye ait.” ceñe-celpi “ağabeyin karısının bütün kadın akrabaları; yengeler” (Li, 2019; 90). çoñ ene “babaanne, büyük anne; yaşlı kadınlara söylenen bir seslenme sözü” (KTS, 2107; 747). çöbürö kız “torunun kızı” (Li, 2019; 287). ece “abla, büyük kız kardeş, saygı ve sevgi gösterilen yaşça büyük kız veya kadın” (KTS, 2017; 852) “abla, hala (esk.) yaşça küçük eşe karşı yaşça büyük eş” (Li, 2019; 225). ene “anne, çocuğu olan kadın; ana, yaşlı kadınlara saygılı bir seslenme ünlemi” (KTS, 2017; 881). karındaş “bacı, erkeğe göre kendinden küçük olan kız kardeş; erkeğe göre kendinden küçük olan kadın akraba, erkeklerin kendinden küçük kadınlara söylediği seslenme sözü” (KTS, 2017; 1123). Yudahin ve Li’ye göre (amcadan küçük olmak şartıyla) kız yeğen (Yudahin, 2011; 409. Li, 2019; 206). kaynece~kayın ece “kadın veya kocaya göre birbirinin ablası” (KTS, 2017; 1154). kaynene~kayın ene~(güney ağ.) kayne “kaynana, kayınvalide” (KTS, 2017; 1154). kayın siñdi “küçük görümce, kocasının küçük kız kardeşi” (KTS, 2017; 1154). Clauson kadın başlığı altında incelediği kayın ve kazın kelimelerini “evlenme yoluyla ilgili” şeklinde açıklamış, öncelikli anlamının “baba, peder” olduğunu ve daha sonra genel anlamda akrabalık ilişkisi için kullanıldığını belirtmiştir (Clauson, 1972; 602). Tay kelimesi gibi kayın kelimesi de Türkçenin birçok lehçesinde evlenme yoluyla oluşan akrabalığı ifade eden bir tabir olarak çeşitli akraba adlarının terkibinde kullanılmaktadır. kelin “gelin, evlenmek için hazırlanmış süslenmiş kız; yeni evlenmiş kadın; gelin, oğlanın ve küçük erkek kardeşin eşi; yeni evlenmiş ya da genç evli kadınlar için söylenir” (KTS, 2017; 1187). 466 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı kelinçek “genç gelin; genç eş, refika” (KTS, 2017; 1187). Kırgız Türkçesinde küçültme ve sevgi ifade eden isimden isim yapan -çAk ekiyle türetilmiş bir kelimedir. kelin-kesek “genç evli kadınlar” (KTS, 2017; 1187). Genel anlamda genç evli kadınları ifade eden bir ikileme. kette ene güney ağ. “büyük anne, nine” (Li, 2019; 133). kette çoñ ene güney ağ. “dedenin veya ninenin annesi” (Li, 2019; 133). kıyır tuugan “(anne tarafından) uzak akraba” (KTS, 2017; 1256). kıyırçık “(anne tarafından) torunun torunu” (Li, 2019; 295). kudagıy “dünür” (gelinin veya damadın annesi), gelinin veya damadın yaşlı kadın akrabası” (KTS, 2017; 1406); Li, 2019; 83). kudaça “gelinin veya damadın genç kadın akrabası” (KTS, 2017; 1406); Li, 2019; 83). ögöy ene “üvey ana” (KTS, 2017; 1691). ögöy kız “üvey kız” (KTS, 2017; 1691). siñdi “küçük kız kardeş (kadınlar için); genel olarak kendinden yaşça küçük kızlar, kadınlar için, kadınların kullandığı seslenme sözü” (KTS, 2017; 1822). tayene~tayane~tay ene~(güney ağ.) teyne “anneanne” (KTS; 2017; 1980). tayece~tay ece~(güney ağ.) teyce “teyze, annenin kız kardeşi” (KTS, 2017; 1980; Li, 2019; 189). Kırgız Türkçesinde tay ve “büyük kız kardeş, abla” anlamındaki eciy~ece (<eçe) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu kelimenin diğer Türk lehçelerindeki örneklerini veren Tekin, Türkiye Türkçesindeki teyze (<tayaza~tayıza) kelimesinin de tay~tayı ezesi “dayı ablası, anne tarafından yaşça büyük kadın veya kız akraba” tarzında birleşik bir biçimden gelişmiş olabileceğini belirtir (Tekin, 1960; 294). taa ceñe~tayceñe~(güney ağ.) teceñe “annenin büyük kadın akrabası veya annenin büyük erkek akrabasının karısı” (Yudahin, 2011; 717; Li, 2019; 366). Bu kelimeler tay “dayı, anne tarafından akrabalık” kelimesiyle oluşturulmuş birleşik kelimelerdir. Tekin, Eski ve Orta Türkçe’de “annenin ağabeyi veya erkek kardeşi” anlamındaki tagay~tagayı kelimesinin birçok Türk lehçesinde farklı şekillerde kullanıldığını, Kırgız Türkçesinde bu kelimenin iki ayrı yönde gelişerek taga ve tay şekillerini verdiğini belirtir. taga kelimenin asıl anlamını devam ettirirken tay genel anlamda “anne tarafından akrabalık” ifade eden bir tabir olarak çeşitli akraba adlarının terkibinde kullanılır (Tekin, 1960; 293). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 467 togonçor~togoçor~tooçor~toonçor “torun çocuğu (kızın torunu)” (-çor <Moğ.) (KTS, 2017; 2062; Li, 2019; 293). tokol “çok hanımı olan adamın ilk hanımından sonraki eşi, kuma” (KTS, 2017; 2065). Çağatayca’da tokal “öteki kadınların hepsinden daha az değer verilen ve hizmetçi kadınlar arasında olan kadın” anlamında görülen bu kelimeye bazı Türk lehçelerinde de aynı anlamıyla rastlanmaktadır (Li, 2019; 333). Çağatay bu kelimenin “genç ikinci kadın” manasını vererek, toqal eşqi “boynuzsuz keçi”, toqal sır “boynuzsuz inek” kelimelerinden hareketle Radloff ’un bu kelimeyi yaşlı birinci kadına nazaran ikinci kadının kendisini müdafaa edecek durumda olmadığını belirten bir tabir olarak aldığını ve kelimenin genç ikinci kadın anlamına geçmiş olabileceğini belirtmiştir (Çağatay, 1962; 27). törkün “kızın (gelinin) kendi ana babası ve akrabaları” (KTS, 2017; 2097). DLT’de türkün kelimesi “oymakların, hısımların toplandığı yer, ana baba evi” şeklinde geçmektedir (Atalay 2006: 674) törkün-tös~törkün töz “kadının (yakın ve uzak) akrabaları” (Li, 2019; 87). 3. Kadının Toplumdaki Konumu ile İlgili Adlandırmalar Kırgızlarda kadının sosyal ve hukuki konumuyla ilgili adlandırmalarda kadının toplum içindeki saygınlığını, kahramanlığını ifade eden kelimelerle birlikte yardımcı, hizmetçi kadın anlamlarını karşılayan kelimelerin yer aldığı görülmektedir. baybiçe “çok hanımı olan kişinin birinci karısı; hanım, hatun; yaşlı kadınlara saygı belirtmek için kullanılan ifade; yaşlı kadın” (KTS, 2017; 298). baybiçelik (-lIk yapım eki ile türetilmiş bir kelime <baybiçe-lik) “baybiçe olma, onur kazanma durumu” (KTS, 2017; 298). çor “cariye” (KTS, 2017; 748). kara “köle ve cariyeler için kullanılan “kimsesizˮ anlamındaki söz” (KTS, 2017; 1103). Yudahin bu kelime için tek başına bir anlam vermez, cariye ve köle manasına gelen sözlere katılan bir sıfat olduğunu belirtir; kara kul, kara küñ vb. (Yudahin, 2011; 403). kenizek “hizmetçi kız veya kadın; köle kız veya kadın” (KTS, 2017; 1197). kordor “cariye” (KTS, 2017; 1320) bu kelime kordo- “horlamak, hor görmek” fiilinden farsça -dār ekiyle türetilmiş olabilir. küñ “cariye, köle kadın; birinin emri altında bulunan, özgür olmayan köle kadın” (KTS, 2017; 1465). küñ kelimesi “karavaş, cariye, kadın köle” (Caferoğlu 468 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 1993 82, Ergin 1995 123; Ata 1997 411; Gabain 2003 285; Tekin 1988; 152) anlamlarında Eski Türkçeden itibaren Türk dilinin birçok lehçesinde aynı anlamda kullanılmaktadır. künçüy “sultan, prenses, han kızı” (KTS, 2017; 1463). Clauson kelimenin kunçuy, Çince kung chu kelimesinden geldiğini ve “kralın kızı, prenses” anlamında kullanıldığını belirtir (Clauson, 1972; 635). marca hlk. “eskiden Rus kadınlarına verilen unvan” (KTS, 2017; 1519). mırza esk. “kahramanlıkla namı çıkmış kızlar, kadınlar için söylenen bir unvan” (KTS, 2017; 1552). mırzayım “hanım ağa (KTS, 2017; 1463). ökül apa “vekil anne; evlilikte gelin ve damada öğüt vermesi, yol yordam göstermesi ve dünürler arasında aracı olması için seçilmiş kadın” (KTS, 2017; 1693). 4. Kadının Yaşı ile İlgili Adlandırmalar beş kökül kız “genç kız” (KTS, 2017; 325). biyke/ biykeç “(evlenmemiş kızlar için) hanımefendi; genç kız” (KTS, 2017; 371). kız “kız, kız çocuğu, evlenmemiş kadın; kadının görümcesi için kullandığı seslenme sözü” (KTS, 2017; 1260). katın biyke “baldız”, “hanım kız, kızcağız” (Yudahin, 2011; 124). Çağatay, bike kelimesinin Anadolu ağızlarında “hanımefendi, görümce”, Türk dilinin diğer lehçelerinde “hanımefendi, genç kız” anlamlarında kullanıldığını ve bu kelimenin Anadolu’ya göç etmiş muhacirler tarafından diğer lehçelerden getirilmiş olabileceği konusunda bir kesinliğin olmadığını belirtmiştir (Çağatay, 1962; 21). ebiy hlk. “yaşlı kadın” (KTS, 2017; 852). kempir “yaşlı kadın; hanım eş” (KTS, 2017; 1193). kempir - kesek “yaşlı kadınlar” (KTS, 2017; 1193). sekelek kız “henüz büluğa ermemiş kız, genç kız” (KTS, 2017; 1796). selki “olgun kız, genç kız” (KTS, 2017; 1799). 5. Kadının Medeni Durumu ile İlgili Adlandırmalar adal “nikâhlı eş, kadın” (KTS, 2017; 36) ak cooluk “kadın, eş, zevce” (KTS, 2017; 52). car “sevgili; eş, karı kocadan her biri, hayat arkadaşı” (KTS, 2017; 516). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 469 cesir “kocası ölmüş dul kadın.” (KTS, 2017; 572). cuban “yeni evlenmiş genç kadın; boşanmış genç kadın” (KTS, 2017; 645); genç kadın, taze, dilber (Yudahin, 2011; 229). cubay “eş, karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika” (KTS, 2017; 645); “yavuklu” (Yudahin, 2011; 229). kara dalı “kız kurusu” (KTS, 2017; 1108). karkıraluu “genç evlenmemiş kız” (KTS, 2017; 1129). kaylık halk. “nişanlı veya genç eş, refika” (KTS, 2017; 1161). kelin “yeni evlenmiş kadın; gelin, oğlanın ve küçük erkek kardeşin eşi; yeni evlenmiş ya da genç evli kadınlar için söylenir” (KTS, 2017; 1187). kelinçek “genç gelin; genç eş, refika” (KTS, 2017; 1187). Kırgız Türkçesinde küçültme ve sevgi ifade eden isimden isim yapan -çAk ekiyle türetilmiş bir kelimedir. kelin-kesek “genç evli kadınlar” (KTS, 2017; 1187). Genel anlamda genç evli kadınları ifade eden bir ikileme. koluktu~koluktuu “nişanlı kız; gelin, yeni evlenmiş kadın” (KTS, 2017; 1302). küyöölüü “nişanlı kız; kocalı, evli kadın” (KTS, 2017; 1482) künü~kündöş “kuma, aynı erkekle evli olan kadınların birbirine göre adı; aynı erkeğin birinciden sonra aldığı kadın veya kadınlar” (KTS, 2017; 1466). Çağatay, Türk lehçelerindeki küni kelimesinin “ortak, metres” anlamına geldiğini belirterek Kazan Tatarcasındaki köndeş ve Özbek Türkçesindeki kündaş, kündoş kelimelerini örnek olarak verir (Çağatay, 1962: 27). Caferoğlu Eski Uygur Türkçesinde küni kelimesini “kıskançlık” olarak açıklar (Caferoğlu 1993: 82). DLT’de küni “kuma” anlamıyla verilmiştir (Atalay, 1991; 399). Clauson küni kelimesini “kıskanç” olarak anlamlandırmıştır (Clauson, 1972: 727). Türk lehçelerinin birçoğunda gündeş~ kündeş~ kundaş~ kündes~ gündaş~ kundaş vb. şekilleriyle geçen kelime “rakip kadın, kuma” anlamlarıyla yer almaktadır (Li, 2019; 331). madam “madam, Fransa’da evli kadınlara verilen san” (KTS, 2017; 1560). miss “evlenmemiş kadın” (KTS, 2017; 1560). ledi “leydi, hanım, hanımefendi, bayan” (KTS, 2017; 1488). Kırgız Türkçesine Batı dillerinden geçmiş bir kelimedir. söykölüü “nişanlı, evlenmek için söz verip küpe takmış olan kız” (KTS, 2017; 1848). takıyaçan “henüz evlenmemiş, bekâr kız” (KTS, 2017; 1933). 470 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı tastarluu “evli barklı genç kadın” (KTS, 2017; 1972). tör karı halk. “evde kalmış, evlenmemiş kız” (KTS, 2017; 2096). tul “dul, eşi ölmüş kadın” (KTS, 2017; 2107). tul kara “yas tutan dul kadın” (KTS, 2017; 2107). 6. Kadın İçin Kullanılan Sıfatlar ayım hanım, hatun, kadın; kız ve kadınlara verilen unvan; hanım, eş (KTS, 2017; 185). Çağatay bu sözcüğün Çağatayca “kadın, zevce” demek olduğunu, ay “mah” iyelik I. şahıs -m ekiyle türetilerek “benim ayım, benim sevgilim” anlamında kullanıldığını belirtmektedir (Çağatay, 1962; 16). Li kelimenin Önce güney ağızlarında kullanıldığını, şimdi genel olarak kadın anlamında kullanıldığını ve muhtemelen Özbek Türkçesinden geçmiş olabileceğini belirtir (Li, 2019; 338). agaça “olgun, onurlu kadın” (KTS, 2017; 45). ak cooluk delbir “herkes tarafından beğenilen, zeki, akıllı kadın” (KTS, 2017; 52). ak körpö cayıl “İyi niyetli, hayırhah, misafirperver, akıllı bayanlar için kullanılan sıfat.” (KTS, 2017; 54). akbaarı hlk. “güzeller güzeli, ahu; kadın adı” (KTS, 2017; 57). albarstı mit. “saçları dağılmış, kendine çeki düzen vermeyen kadın” (KTS, 2017; 76). arkar emçek, akılgöy taraz “çoluk çocuk sahibi olsa bile güzelliğini kaybetmeyen, bakımlı ve akıllı kadın” (KTS, 2017; 139). atimbü “halk inançlarını bilen ve uygulayan kadın” (KTS, 2017; 164). beybak “kadınlar için ‘inatçı’, ‘öfkeli’ anlamlarında kullanılır” (KTS, 2017; 333). blondinka “sarışın kadın” (KTS, 2017; 374). bryunetka “esmer kadın” (KTS, 2017; 420). cılañbaş “başı açık, örtünmemiş (kadın)” (KTS, 2017; 582). cıpar kindik “sevilen, çok beğenilen kadın” (KTS, 2017; 597). cükçül kara ingen “çalışkan, tüm zorluklara dayanıklı kadın” (KTS, 2017; 663). çoyoke “yerli yersiz konuşan kadın” (KTS, 2017; 750). çürök “güzel, güzel kız veya kadın.” (KTS, 2017; 765). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 471 dolu “söz dinlemeyen hırçın, kızgın kadın; inatçı; talihsiz, bibaht, bahtsız kadın (KTS, 2017; 828). kara bet “genellikle dul kalan kadınlara “bahtsız” anlamında söylenir” (KTS, 2017; 1106). kara caak (katın) “geveze, çenesi düşük (kadın)” (KTS, 2017; 1106). kara ooz (katın) “ağzı pis, hırçın (kadın)” (KTS, 2017; 1110). katınbaakı “kadınsı, kadınımsı” (KTS, 2017; 1110). kelişimdüü “güzel” (KTS, 2017; 1189). kıpça bel “zayıf, ince belli kadın” (KTS, 2017; 1236). kızılı kızıl, agı ak “dört dörtlük, kusursuz, mükemmel (kadın)” (KTS, 2017; 1266). kuurçak “bebek gibi, çok güzel (kadın)” (KTS, 2017; 1441). kumar köz “güzel kız veya kadın” (KTS, 2017; 1418). kül oyron “kadınların ölen kocaları için ağıt yakarken kullandıkları sıfat” (KTS, 2017; 1456). kündöş (<künü+döş) “birbirini kıskanan kadınlar” (KTS, 2017; 1463). künü~künüçül “haset eden kadın; kumasına gün göstermeyen kıskanç kadın” (KTS, 2017; 1466). megera “cadı, kötü kadın” (KTS, 2017; 1538). moymol “güzel kadın, dilber” (KTS, 2017; 1569). mölmöl “güzel kadın, dilber” (KTS, 2017; 1573). satan (katın) hlk. “güzel, gösterişli (kadın)” (KTS, 2017; 1788). suluu “güzel, güzel kız veya kadın” (KTS, 2017; 1861). sumbul çaç “gür ve siyah saçları örülmüş olup, güzel görünen (kadın, kız)” (KTS, 2017; 1862). suu murun sölök “sünepe, pasaklı kadın” (KTS, 2017; 1868). tasma bel “ince belli (kadın)” (KTS, 2017; 1972). tulduu “yaslı, matemli (kadın)” (KTS, 2017; 2108). töcügür “çok gezen, gezmeyi seven (kadın)” (KTS, 2017; 2090). törkünçül “kendi akrabalarına düşkün (gelinler için)” (KTS, 2017; 2097). türpü “ince belli (kadın)” (KTS, 2017; 2138). 472 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı uz “maharetli, becerikli kadın” (KTS, 2017; 2178). zaypana “kadınsı, kadına özgü, kadın işlerine karışan” (KTS, 2017; 2213). 7. Kadına Söylenen Sevgi ve Hitap Sözleri apa “anne, ana, teyze, genel olarak anne yerinde olan kadınlara hitaben kullanılır” (KTS, 2017; 118). apake “anneciğim; teyzeciğim” (KTS, 2017; 118). apakebay “anneciğim, teyzeciğim; hlk. anneye olan sevgiyi pekiştirme, yalvarma durumunda kullanılır” (KTS, 2017; 118). apakele- “‘anne, anne’ diye seslenmek, hitap etmek” (KTS, 2017; 118). apay “annesi ile yaşıt olan kadınlara hitap sözü” (KTS, 2017; 119). baybiçe “yaşlı kadınlara saygı belirtmek için kullanılan ifade” (KTS, 2017; 299). ceñe “yenge, genel anlamda genç kadınlara seslenme sözü” (KTS, 2017; 562). ceñeke~ceñekebay “yengeciğim” (KTS, 2017; 562). ceñele- “‘yenge’ diye hitap etmek; ‘yengeciğim’ diye yalvarmak” (KTS, 2017; 562). çoñ ene “yaşlı kadınlara söylenen bir seslenme sözü” (KTS, 2017; 747). eceke “ablacığım” (KTS, 2017; 854). ecekebay “ablacığım” (KTS, 2017; 854). ecele- “‘abla’ diye seslenmek” (KTS, 2017; 854). ene “ana, yaşlı kadınlara saygılı bir seslenme ünlemi” (KTS, 2017; 883). eneke~enekebay “annecik” (KTS, 2017; 884). enekele-~ enele- “anne diye seslenmek” (KTS, 2017; 884). erketay “kızlara veya kadınlara göre söylenen sevgi sözcüğü” (KTS, 2017; 896). karındaş “bacı, erkeklerin kendinden küçük kadınlara söylediği seslenme sözü” (KTS, 2017; 1123). kız “kız, kadının görümcesi için kullandığı seslenme sözü” (KTS, 2017; 1260). siñdi “genel olarak kendinden yaşça küçük kızlar, kadınlar için, kadınların kullandığı seslenme sözü” (KTS, 2017; 1822). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 473 8. Metaforik Adlandırmalar bir uuç söök “kız çocuk” (KTS, 2017; 364). cez kempir “cadı, kötülük yaparak başkalarına zarar veren kadın” (KTS, 2017; 577). çırımtal “küçük kız çocuğu” (KTS, 2017; 731). çürpö “çocuk, küçük yaştaki erkek veya kız” (KTS, 2017; 765). dolu “destanlarda kadın başkahramanlar için cesur, kudretli anlamlarında söylenen söz” (KTS, 2017; 828). kançık “kancık (dişi köpek), kadınlara kızıldığında söylenen söz” (KTS, 2017; 1089). koşok “eş, karı, zevce” (KTS, 2017; 1330). koyundaş (-daş yapım eki ile türetilmiş bir kelime <koyun-daş) “eş, zevce” (KTS, 2017; 1339). köñülü carım “dul” (KTS, 2017; 1367). mastan “cadı, kötülük yaparak başkalarına zarar veren kadın” (KTS, 2017; 1522). tüydök çaç “kadınlar için kullanılan olumsuz nitelendirme kelimesi” (KTS, 2017; 2146). oymoktuu “kadın” (KTS, 2017; 1684). ömürlöş~ömürdöş “hayat arkadaşı (koca, karı), karı” (KTS, 2017;1699; Li, 2019; 308). perişte “melek, çoğunlukla kadınlara söylenen ve beğeni bildiren söz” (KTS, 2017; 1729). perizat “peri güzelliğinde” (KTS, 2017; 1729). söögü taza (ayal) “güzel, asil, soylu (kadın)” (KTS, 2017; 1846). takıyaçan “henüz evlenmemiş, bekâr (kız)” (KTS, 2017; 1933). tul kara “yüzü yaralı veya morarmış kadın” (KTS, 2017; 2107). üydögü “evdeki kadın (veya erkek), eş” (Li, 2019; 333). 474 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 9. Kadınlarla İlgili Dini ve Mitolojik Adlandırmalar afrodita mit. “Afrodit; Yunan mitolojisinde aşk tanrıçası” (KTS, 2017; 45). albarstı mit. “Alkarısı, Albastı; saçları dağılmış, kendine çeki düzen vermeyen kadın” (KTS, 2017; 76). celkayıp mit. “destanlarda tayların koruyucusu veya mucizevi koruyucu anneleri” (KTS, 2017; 558). celmoguz mit. “Kırgız ve Kazak sözlü edebiyatında yaşlı kadın görünümünde çoğunlukla yedi başlı yaratık; cadı” (KTS, 2017; 558). cez kempir mit. “masal ve efsanelerdeki korkunç görünümlü, vicdansız kadın tiplemesi, cadı” (KTS, 2017; 577). cez tumşuk mit. “pençeleri ve burnu madeni olan kocakarı kılığında cinni bir varlık” (Yudahin, 2011; 759). mastan kempir mit. “cadı, geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak” (KTS, 2017; 1522); kocakarı kılığında olan, güya insanın topuğundan kamını enen bir varlık; hilekârlık eden efsanevi bir kocakarı (Yudahin, 2011; 555). 10. Kadınların Yaptıkları İş ve Meslekleri ile İlgili Adlandırmalar aktrisa “aktris” (KTS, 2017; 66). akuşer~akuşerka “doğum ebesi” (KTS, 2017; 67). anaçı “ebe, doğumu gerçekleştiren kadın” (KTS, 2017; 101). bübü “sahte kadın tabip; kadın şaman; kadın bahşı” (Yudahin, 2011; 152). cökör “prensesin yanındaki yardımcı kızlar” (KTS, 2017; 638). cük canaar “çeyizle ilgilenen, çeyizi götüren kadın.” dada “yaşlı hizmetçi kadın” (KTS, 2017; 772). ece “kadın öğretmen, hoca” (KTS, 2017; 854). eceke halk. “kadın öğretmen, hoca” (KTS, 2017; 854). ecey “kadın öğretmen, hoca” (KTS, 2017; 854). ginekolog “jinekolog, kadın hastalıkları hekimi, uzmanı” (KTS, 2017; 937). keçil “rahibe, kadın rahip” (KTS, 2017; 1180). kindik ene “doğum ebesi” (KTS, 2017; 1272). maşinistka “daktiloda yazı yazan kadın, yazıcı” (KTS, 2017; 1524). medayım “kadın hemşire” (KTS, 2017; 1534). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 475 medsestra “kadın hemşire” (KTS, 2017; 1536). styuardessa “hostes, uçaklarda yolcu ağırlayan kadın” (KTS, 2017; 1859). 11. Kadınların Süs Eşyaları ve Kıyafetleriyle İlgili Adlandırmalar ak ileki “ Kırgızlarda evli kadınların giydikleri, beyaz bez sarılarak yapılan ve dışından süslenen başlık” (KTS, 2017; 53). ala tamak “kadınların göğüslerine taktıkları, değerli taşlarla süslenmiş takı” (KTS, 2017; 69). alabayrak esk.“dul kalan kadına giydirilen kaftan” (KTS, 2017; 70). alçimbar “kadınların pahalı üstlüğü” (KTS, 2017; 79). bargek “kadınların saçlarına veya alnına takmak için altın veya gümüşle süslenen takı” (KTS, 2017; 260). beldemçi “belden yırtmaçlı olan kadın giysisi, kadın fistanı” (KTS, 2017; 316). bermet şuru “inciden yapılan süs eşyası, inci bilezik” bilerik “bilezik” (KTS, 2017; 357). biytina “kadınlarda kaftanın iç astarı” (KTS, 2017; 373). bluza “bluz, geniş kadın gömleği” (KTS, 2017; 374). bluzka “ bluz, kadın gömleği” (KTS, 2017; 374). bolero “kadınların kısa ceketi” (KTS, 2017; 380). byustgalter “sütyen” (KTS, 2017; 467). cıga “kuş tüyleriyle süslenmiş kadın başlığı” (KTS, 2017; 579). cıgım “geleneksel başörtüsünün bir kısmı” (KTS, 2017; 579). cırtış “yaşlı bir kişi öldüğü zaman gelen kadınlara dağıtılmak üzere kesilmiş kumaş parçası” (KTS, 2017; 599). cooluk “yazma, eşarp, başörtüsü; bele sarılan kuşak, sarık” (KTS, 2017; 629). cunan hlk. “ince yün eşarp” (KTS, 2017; 655). çaç kep “eleçeğin altından giyilen bone” (KTS, 2017; 681). çaç papik “saça takılan süs” (KTS, 2017; 681). çaç uçtuk “saç örgüsünün ucuna takılan gümüş sikke” (KTS, 2017; 681). çaçpak “kadınların püsküllü saç süsü” (KTS, 2017; 682). çadıra esk. “peçe, kadınların yüz örtüsü” (KTS, 2017; 682). 476 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı çıptama “genellikle kadın veya çocukların giydikleri yelek, kolsuz kalın veya ince kısa giysi” (KTS, 2017; 732). çöküle “kızın evlendiğinde giydiği koni şeklinde bir başlık”. Kız evlendikten sonra bu başlığı 5-6 gün boyunca takıp, daha sonra kız kardeşleri için ailesine geri gönderir, kase beyaz keçeden yapılıp, kırmızı kadife ile kaplanır, üste ve yanlara tavus kuşu kanadı tutturulur. çümböt “peçe, nikap” (KTS, 2017; 763). dambal “şalvar, iç çamaşırı, içlik” (KTS, 2017; 781). eek algıç “kadınların başlığı olan eleçeğin çene altından geçen kısmı” (KTS, 2017; 856). eleçek “Kırgız kadınlarının milli başlık türü” (KTS, 2017; 872). eşme “kadınların saçına katılarak örülen siyah iplik” (KTS, 2017; 906). etek “etek, kadın giysisi; etek, giysinin alt kenarı” (KTS, 2017; 908). ilativa hlk. “bayanların burnuna taktıkları altın halka, hızma” (KTS, 2017; 992). ileki hlk. “beyaz kadın başlığı” (KTS, 2017; 993). iymek “süs amacıyla kulağa takılan, pahalı, değerli takı, küpe” (KTS, 2017; 1015). kapor “çene altından bağlanan çocuk veya kadın başlığı” (KTS, 2017; 1101). kaz eleçek “Kırgız kadınların kullandığı bir çeşit sarık” (KTS, 2017; 1172). kelek hlk. “kadın başlığı” (KTS, 2017; 1188). kemsel “içine astar dikilen ve dize kadar uzanan dış giysi” (KTS, 2017; 1194). kol tırmaç “bileğe takılan bir süs eşyası” kete “değerli kumaştan yapılan kadın üst giysisi” (KTS, 2017; 1212). kombinatsiya “kadın iç çamaşırı” (KTS, 2017; 1304). koş etek “bir tür kadın elbisesi” (KTS, 2017; 1331). könçök “kadın giysilerinde kullanılan metal düğme” (KTS, 2017; 1362). köynök “kadınların giydiği elbise” (KTS, 2017; 1384). parancı “çarşaf, kadın giyimi” (KTS, 2017; 1722). sagak “bir küpeden ikinci bir küpeye doğru çene altından geçirilerek takılan boncuk süs” (KTS, 2017; 1760). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 477 sırga “küpe, kulak memelerine takılan süs eşyası” (KTS, 2017; 1815). sölköbay “gümüş paralardan kadınların saçlarına takmak için yapılan süs” (KTS, 2017; 1845). söykö “küpe” (KTS, 2017; 1848). şuru “boncuklardan yapılan süs, bilezik” (KTS, 2017; 1918). svinger “kadınların eteği geniş kısa paltosu” (KTS, 2017; 1882). tanketka “yazlık kadın ayakkabısı” (KTS, 2017; 1951). tartma “Kırgızlarda evli kadınların başlarına sardığı eleçek adlı başlığın üst taraflarını tutturmakta kullanılan kumaş şeridi” (KTS, 2017; 1970). ülbürçök “genç kadınların yüzüne taktığı ince, narin görünümlü tül” (KTS, 2017; 2182). 12. Kadının Hamileliğini ve Doğurganlığını İfade Eden Kelimeler ve Fiiller Türk toplumunda kadına verilen en önemli rollerin başında “eş” ve “annelik” gelmektedir. Kadının hamileliğini, doğum öncesi ve sonrası fizyolojik durumunu anlatan kelimeler de Kırgız Türkçesinin söz varlığında yerini almıştır. ara törö- “erken doğum yapmak” (KTS, 2017; 125). boykat hlk. “hamile” (KTS, 2017; 400). boyloş “aynı zamanda hamile olanlar” (KTS, 2017; 400). boyuna büt- “hamile kalmak” (KTS, 2017; 402). boyunan boşon- “doğurmak, doğum yapmak” (KTS, 2017; 403). boyunan kozgol- “düşük riski yaşamak” (KTS, 2017; 403). boyunan tüş- “çocuk düşürmek” (KTS, 2017; 403). catın “ana rahmi, rahim” (KTS, 2017; 538). cüktüü “yüklü, hamile, gebe” (KTS, 2017; 664). çünçü “hamile kadınlarda kalça ağrısı” (KTS, 2017; 764). eki kat “gebe, hamile” (KTS, 2017; 863). etek kir “aybaşı, âdet” (KTS, 2017; 908). eti ooru- “doğum sancısı gelmek” (KTS, 2017; 909). sarı karın “üç dört çocuk doğuran kadın” (KTS, 2017; 1784). köz caruu “doğurmak, çocuk dünyaya getirmek” (Nurmatov, 2008; 424). 478 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı közü bozor- “doğum esnasında çok kan kaybından bayılmak” (KTS, 2017; 1394). kuu ayak “kısır kadın” (KTS, 2017; 1437). kuu cambaş “çocuk sahibi olamayan kadın, kısır” (KTS, 2017; 1438). kuu catın “çocuk sahibi olamayan kadın, kısır” (KTS, 2017; 1438). kuu şıyrak “kısır kadın” (KTS, 2017; 1438). kuu tuyak “kısır kadın, çocuğu olmayan kadın” (KTS, 2017; 1438). tolgoo kir- “doğum sancısı başlamak” (KTS, 2017; 2068). tuu biyke “evlenmeden çocuk doğuran kız” (KTS, 2017; 2121). tuu kal - “kısır kalmak, doğurmamak, döl vermemek” (KTS, 2017; 2121). 13. Toplum İçinde Uygun Olmayan Tavır ve Davranışlarına Göre Kadınla İlgili Olumsuz Adlandırmalar ayagı suyuk “oynak, hoppa, hafif (kadın veya erkek)” (KTS, 2017; 175). catını caman “ ‘kötü bir kadından doğma’ anlamında küfür sözü” (KTS, 2017; 538). catını küyüp bütkön “Çok defa evlenen veya hafif, hoppa” (KTS, 2017; 538). soyku “fahişe, hayat kadını” (KTS, 2017; 1842). şaykeleñ “hafif, ağırbaşlı olmayan, ciddi olmayan, hoppa” (KTS, 2017; 1897). şurkuya “hafifmeşrep, davranışları, içinde bulunduğu toplumun ahlak anlayışına uymayan (kadın)” (KTS, 2017; 1917). 14. Kadın ile İlgili Mekân İfade Eden Kelimeler çaçtaraç “kuaför” (KTS, 2017; 682). epçi “çadırlarda kadınlara ait olan sağ taraf ” (KTS, 2017; 888). İbn-i Mühenna Lügatinde bu kelime için sadece “kadın” tanımı yapılmıştır (Tülücü, 1995;162). garem “harem, saray ve konaklarda kadınlara ayrılan bölüm” (KTS, 2017; 926). 15. Kadın Kavramı ile İlgili Fiiller ve Kalıp Sözler acıraş- “ (karı-koca) birbirinden ayrılmak, boşanmak” (KTS, 2017; 29). ala kaç- “ kız kaçırmak” (KTS, 2017; 68). ayaldıkka al- “ Kadını eş olarak almak, evlenmek” (KTS, 2017; 176). Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 479 baş bayloo- “kıza dünür gidip sözlemek veya dul kadını başka birine vermek, nikahını kıymak (Nurmatov, 2008; 132) başın aç- “kızın nişanını bozmak; dul veya ayrılmış kadına tekrar evlenmeye izin vermek, serbest bırakmak” (KTS, 2017; 284). başka baş koşul- “gelin almak” (KTS, 2017; 289). ber- “ vermek; kızı, kadını biriyle evlendirmek” (KTS, 2017; 320). coolukta- “yazma, eşarp, başörtüsü örtmek” (KTS, 2017; 629). cük körsöt- “kızı alırken kayınlarına onun çeyizini göstermek” (KTS, 2017; 663). çık- “varmak, kadın evlenmek; kadın kocadan boşanmak, ayrılmak” (KTS, 2017; 722). çolok baytalga miñgiz- esk. “kocasından vazgeçen, kocasını beğenmeyen kadınları saçlarını keserek kısrağa ters bindirerek ailesine götürmek” (KTS, 2017; 745). eki kolun booruña al- “doğum yapmak, sağ salim doğurmak” (Nurmatov, 2008; 699). erden çık- “kocasından boşanmak” (KTS, 2017; 892). eşik açıp, beşik türtkön “önceden bir evlilik yapmış, kocasından boşanmış” (Nurmatov, 2008; 712). kız ala kaç- tar. “kız kaçırmak dünür düştüğü kızın başlık parasını ödemediği zaman kızı rızasıyla alıp götürmek. Kız kaçırmak, bir kızı kendisinin veya ailesinin rızası olmadan alıp götürmek” (KTS, 2017; 1262). kız çıgar - “kız vermek” (KTS, 2017; 1262). kız köçür - tar. “evlenen kızın göçünün yakınları tarafından törenle geçirilmesi” (KTS, 2017; 1262). kız uzat - “kızı evlendirirken uğurlama töreni” (KTS, 2017; 1262). koşok / koşok koş - “ağıt, evlenen kızın arkasından niteliklerini anlatan söz ve ya ezgi” (KTS, 2017; 1333). köz açıp körgön “ilk doğan çocuk veya ilk gelin” (KTS, 2017; 1187). ooz açıp öpkön, köz açıp körgön “en büyük gelin” (KTS, 2017; 1649). küyöö tap - “koca bulmak” (KTS, 2017; 1481). küyöödön çık - “kocadan ayrılmak” (KTS, 2017; 1481). 480 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı küyöögö ber - “kocaya vermek” (KTS, 2017; 1481). küyöögö çık - “kocaya varmak, evlenmek” (KTS, 2017; 1481). küyöögö kaç - “kocaya kaçmak” (KTS, 2017; 1481). küyöögö ket - “kocaya gitmek” (KTS, 2017; 1481). küyöögö tiy - “kocaya varmak, kocaya gitmek” (KTS, 2017; 1481). küyöölö- “evlenmeden önce söz kesilen kızı hediyeler alarak ziyaret etmek; evleneceği kızı evinden törenle almak” (KTS, 2017; 1481). olut basıp kalgan ayal “evinde ailesinde otorite kazanmış kadın” (KTS, 2017; 1635). otur - “kaçırılan kızın gelin olmaya razı olması, kaçırıldığı evde kalması” (KTS, 2017; 1678). turmuşka çık - “kocaya varmak; kızın, kadının evlenmesi” (KTS, 2017; 2115). Sonuç Sözlü geleneğin ve göçebe kültürün son zamanlara kadar devam ettiği Kırgız halkının söz varlığı içerisinde, Eski Türkçeden beri kullanılan ve genel Türk dilinde ortaklık gösteren kadın ile ilgili birçok kelimenin yanında çok sayıda diğer dillerden alıntılanmış kelimelere de rastlanmaktadır. Yaşanılan coğrafya ve değişen inanç sistemleri sebebiyle tarihi süreç içerisinde Arapça, Farsça, Rusça, Moğolca, Çince’nin yanında Kırgız Türkçesinde modernleşmeyle birlikte batı kökenli kelimelerin de tanıklığına rastlanmaktadır. Kadın kavramı dilin söz varlığında ya doğrudan kadın olarak, ya da kendisine yüklenen roller açısından yer almakta ve onunla birlikte anılan kavramları çağrıştırmaktadır. Bu kavramlar içinde kadının güzelliği, aklı, cinselliği yanında kadının aile ve sosyal yaşamda kız evlat, eş, anne, saygın bir konumda veya bir kahraman olarak üstlendiği rollere dair söz varlığının da yoğunlukla kullanıldığını söylemek mümkündür. Türk dilinde ve özelde Kırgız Türkçesinde, kadının sosyal yaşamdaki varlığı ve rolleri söz varlığını zenginleştirmiş, beraberinde toplumun kadına yönelik bakış açısını da ortaya koymuştur. Türk geleneksel kültürü ve aile yapısında kadının ev ile sınırlı bir yaşam alanına sahip olması, eş ve anne rollerinin baskın gelmesi, daha kırılgan olması, toplumun kadına bakış açısı, toplumsal bilinçaltındaki kadına layık görülen olumlu veya olumsuz kodlar, kadın ile ilgili söz varlığının da bu yönde şekillenmesine neden olmuştur. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 481 Kaynakça Akmataliyev, A.A. vd. (2015). Kırgız Tilinin Tüşündürmö Sözdügü. Avrasiya Press. Aksan, D. (1996). Türkçenin Söz Varlığı. Engin Yayınevi. Arıkoğlu, E. vd. (2017). Kırgızca-Türkçe Sözlük (KTS). Kırgızistan-Türkiye “Manas” Üniversitesi Yayınları. Atalay, B. (2006). Divanü Lûgat-it-Türk Dizini. Türk Dil Kurumu Yayınları. Aynakulova, G. (1997). Kırgızlarda Evlilik ve Aile. Bilig, 6, 174-179. Caferoğlu, A. (1993), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul. Clauson, S.G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish. Oxford. Çağatay, S. (1962). Türkçede “Kadın” İçin Kullanılan Sözler. TDAY- Belleten, 13-49. Dıykanbayeva, M. (2017). Kırgız Atasözlerinde Kadın ve Toplumdaki Yeri. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 59, 61-70. Ergin, M. (1989). Orhun Abideleri. Boğaziçi Yayınları. Lessing, F.D. (2003). Moğolca-Türkçe Sözlük (çev. G. Karaağaç). Türk Dil Kurumu Yayınları. Li, Y.S. (2019). Türk Dillerinde Akrabalık Adları. Türk Dil Kurumu Yayınları. Mangır, M. (2017). Derleme Sözlüğüne ‘Kadın’ Kavramı ile İlgili Katkılar. Dede Korkut Uluslararası Türk Dil ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 6/13, 38-50. Mukambayev, C. (2009). Kırgız Tilinin Dialektologiyalık Sözdügü. Bişkek. Nurmatov, M. (2008). Kırgız Türkçesindeki Deyimler (Aktarma-İnceleme). Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Tekin, T. (1960), ‘Amca’ ve ‘Teyze’ Kelimeleri Hakkında, TDAY-Belleten, 1960, 283-294. Tutar, H. (2007). Kırgızlarda Akrabalık Terminolojisi ve Akrabalık İlişkileri. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları (HÜTAD), 6, 155-169. Tülücü, Süleyman (2010). İbn Mühenna Sözlüğü ve Bu Sözlükte “Kadın” ve “Kadın Akrabalık” Adları İçin Kullanılan Sözler. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (0) 2, 155165. Yazıcı Ersoy, H. (2012). Başkurt Türkçesinde “Kadın” ile İlgili Söz Varlığı. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 31, 55-82. Yudahin, K.K. (2011). Kırgız Sözlüğü (çev. A. Taymas). Türk Dil Kurumu Yayınları. KILINMAK VE TÖRÜMEK FİİLLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCE VE TESPİTLER Prof. Dr. Dursun YILDIRIM, Emekli Öğretim Üyesi Türk tarih yazımında, tarih yazıcılığında ve tarihe bakış açısından gözümüzün önünde duran ve hiç bıkmadan usanmadan yüzyıllardır bize dünya tarihçiliğine kendini anlatmaya, taşıdığı anlamları sabırla düşündürtmeye çalışan ama bir türlü bize bu gerçekleri düşündürtemeyen, kadim geçmişimizi geleceğe taşıyan iki temel fiil vardır. Bunlardan birincisi, “Kılınmak”, ikincisi ise “Törümek” fiilleridir. Bu fiillerin her ikisinin de hem Bilge Kağan’ın hem de Bilge Tonyu Ak Aka[=Bilge Tonyukuk]’nın1 yazdığı ve “bengü taş”lara dokutturdukları yazıtlarda yer aldığını görmekteyiz. Türklerin, insanların ilk yaradılışı, tarihin nasıl yürümeye başladığı konusu, Bilge Kağan kadar yalın, anlaşılır biçimde hangi yazma eserde yerini almıştır, doğrusu kendi payıma bilmiyorum. Bilge Kağan, kâinatın ve insanın yaradılışı, tarihin yürüyüşünü, “Köl Tigin Benggü Taş Bitig”[=Köl Tigin Ölümsüz Taş Kitabı] yazıtları içinde yüzyıllarca, binlerce yıllar sürmüş bir oluşum sürecini, yazıya dökülse hacmi binlerce, milyonlarca anlatıyı, bellekte sıkılaştırma, çok anlamlı ve aynı zamanda çok bağlamlı açılımını çağrışım yöntemiyle okunur, anlaşılabilir bir zihnî metine dönüştürür. Bu kesif anlam yüklü zihnî metinde, Türklerin tarih sahnesine çıkışını, insanlığın yaradılışını ve Türk tarihinin yürüyüşünü Bilge Kağan bizlere, bir cümlede istifleyerek dile getirir. Bu ifade bana göre bütün bu özellikleri içinde barındırması bakımından olağanüstü bir anlatım diline ve kudretine sahip bir zihnî metni oluşturur ve bu metni hiç yüksünmeden yüzyıllar boyu sırtında taşımakta ve işlevini bugün de sürdürmektedir. 1 Bilge Tonyu Ak Aka biçiminde okur ve anlamlandırırsak, onun yüklendiği ve gördüğü işleri de daha iyi anlamak olanağı buluruz. İlteriş Kağan’ın hem bilgesi<baş kamı>, kurban sunucusu, Kağan kaldırma töreni yöneticisi, sözcüsü, çabışı <orduyu savaşta sevk ve idare eden kişisi, kendinden yaşça büyük teyze oğlu bir “aka” konumundadır. Tanrı’ya kurban sunma ve Kağan kaldırma törenlerinin baş kamı, görevi gereği “ak ton” giyinir ve Tanrı’ya boz<kır> at kurbanını sunar. Yüklendiği anlamlar, işlevler ve yer aldığı bağlamlar bakımından klişe okuyuş yerine yeni okuyuşun daha uygun olacağı ve dilimize de gramer bakımından uygun bir okuyuş olduğu açıktır. 484 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Şimdi tanımlamaya ve açıklamaya çalıştığım sözleri ve açıklamasını görelim: [KT D1]2: “üze kök teng-ger3, asra yağız yer kılıntukda ekin ara kişi oglı kılınmış. Kişi oglınta üze eçüm apam bumin kağan istemi kağan olurmış. Olurupan törük bodunıng ilin törüsin tuta birmiş iti birmiş”. [=yukarıda mavi sema yurtu, aşağıda kara yer yaratıldığında, ikisi arasında, yeryüzünde insanoğlu yaratılmıştır. Kişioğlunun üzerine ecdatım, eçüm apam bumin kağan, istemi kagan, olmuştur. Kağan olarak tahta oturup yaratılmış bodununun ilini <devletini>, törüsünü <yasalarını> ayağa kaldırmış, düzene koymuştur]. İnsanlık tarihi, kişioglı <insanoğlu, yer ile gök yaratıldıktan ve ikisi arasında, yeryüzünde yaşamak üzere yaratıldığında, onları düzene koyup idare etmek üzere ecdatlarım başa geçmiş <tahta oturmuş> devleti, törüyü kurup yürütmüşler. Türk tarih yazımında ve yazıcılığında arkada yazıp bıraktığı “benggü taş bitig” yazıtları ile Bilge Kağan Türk tarihçiliğinin kurucusu konumundadır. Bilge Kağan gerçekçi, gerçekliğini bildiği olayları, İstemi[=Uç Temür] ve Bumin[=Tuman, Tümen] Kağanlara gelinceye kadar zamanı babası İlteriş Kağan, amcası Kapgan Kağan ve kendi zamanında yaşanmış olayları Bilge Kağan yazıp anlatmıştır. Başlangıçtan eçü ve apalarından önce yaşanmış geçmiş kadim zamanı ise, zihnî tasavvura bırakılmıştır. Hatırlanır, bilinebilir tarih ile geçmişin tasvirine geçildiği görülür. ”Kılınmak” fiilinin yaratılmak, doğmak anlamlarında kullanıldığı görülür. Bu eylem, kişioğlunun yarattığı, gerçekleştirdiği eylemleri kapsamadığı, iradesi dışında kalan yaratımları, yerin, göğün, insanın yaratılışını ifade etmek için “kılınmak” fiili kullanılmıştır. Türklerin kültür tarihinde ikinci “yaratma” fiili var: ”törimek”. Bu fiil de “yaratılmak” anlamını karşılamakla birlikte, bu “yaratma” eyleminde ilkinde olduğu gibi doğrudan doğruya ”teng eri”nin etkili olmadığı, bu yaratma işlemi sürecinde kişioğlunun daha etkili olabildiği anlaşılmaktadır. Birinci “yaratılma”yı ifade eden “kılınmak” fiiline karşılık, “törimek” kişioğlunun katkısı olan bir başka “yaratım”ı ifade ettiği anlaşılıyor. Bu eylemin, kişioğlunun gerçekleşmesine doğrudan katkıda bulunduğu yaratımlar için kullanıldığı anlaşılıyor. Anlatısı farklı olsa da adımız olan “türk” sözü, ”törü-mek“<yaratmak>’ten doğmuştur [Törü- fiilinden>törük> türük> türk]4. Köktürk Kağanlığı ikinci döneminin kurucuları olan Kutluk Şad ile Çin’de kılınmış <yaratılmış, doğmuş ve yetişmiş olan teyze oğlu Boyla Bağa Tarkan teyze 2 3 4 Köl Tigin Benggü Taş Bitig yazıtında yer alan ibarenin yer aldığı yer, Köl Tigin yazıtının doğu yüzü ilk cümlesi: [KT D1] biçiminde gösterilmiştir. teng: sema, kâinat; ger: çadır, yurt, otağ. İbrahim Kafesoğlu (1966). “Tarihte “TÜRK” Adı”. Reşid Rahmeti Arat İçin. Ankara: TKAE, s. 306-319. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 485 çocukları olmaları yanı sıra, aynı zamanda birbirleri açısından “dünür” boylarına mensupturlar. Bilge Tonyu Ak Aka, Kutluk Şad’ın[=Tonu Ak Ağa], Kutluk Şad’ı kağan kaldırma5 ve kurban törelerini yöneten baş kam işlevini de yürütmüştür. Söz konusu törenler sona erdiğinde, Bilge Tonyu Ak Aka, diyor ki, Kutluk Şad, “İlteriş Kağan”, ben özüm “Bilge Tonyu Ak Aka” oldum”6. Yeri gelmişken Bilge Tonyu Ak Aka’nın da damadı Bilge Kağan gibi, bir tarihçi olarak kendi zamanında yaşadıklarını sağlığında yazıya alıp “benggü taş” üzerine dokutturmuştur. Onun anlatımlarında kullandığı dilde duygular arındırılmış olsa da politik tutumları yansıtılır. Bunu yaparken hiç kimseye aldırmadan sözünü esirgemez, gereken yerde gereken biçimde sözünü söylediği görülür7. Türk tarihinde “törük” adının ilk kez Çin kayıtlarında yer aldığı ve hangi anlamda kullanıldığı ve hangi eylem ardından kullanıldığı bilgisi yer almaktadır. Türk tarihinin efsanevi safhalarına ışık tutan kayıtlara göre “törük” adı ile ilgili şu bilgiler verilmektedir: ”T’u-kuelerin ataları Hiung-nuların kuzeyinde bulunan So devletinden gelmektedir. Kabilenin şefi kardeşi olan A-Pang-pu idi. On yedi kardeş arasında İ-çi-ni-şi-tu’nun dört oğlundan dördüncüsü ateşi icat edip bütün A-pang-pu kabilelerini soğuktan korur. Bundan dolayı, ateşi icat ederek ısınmalarını sağlayan kişiyi kendilerine reis/han seçerler ve ona “T’u-küe” <yaratılmış> ünvanı vermişler8. Çin kayıtlarında yer alan bilgilere göre, yaratılmış kişioğulları kendilerinin ateşi bulup, kendilerini soğuktan korumayı başaran kişiyi kendilerine göğe kaldırarak reis/han seçtiklerinde ona Çin kaynaklarında yer alan bilgilere göre “T’uchue” demişler9. Çin kayıtlarında bu şekilde yer alan sözcüğün “törük” ve anlamının da “yaratılmış” olduğu anlaşılmıştır. Bu anlamı ile bu sözcüğün Benggü Taş Bitig yazıtlarında yerini almıştır. Bilge Kağan’ın kardeşi Köl Tigin için yazdığı benggü taş bitigde “yaratılmış” anlamı ile şu şekilde yer almıştır <KT G1>: “Teng eri teg tenggeride bolmış törük bilge kagan bu ödke olurtum”.[=semanın/efendisi/beyi gibi <ben de> kök otağda olmuş <orada> yaratılmış Bilge Kağa5 6 7 8 9 Dursun Yıldırım (1991). “Köktürklerde Kağanlık Süreci; Kaldırma, Kötürme ve Oturma”. XI. Türk Tarih Bildirileri. Ankara: TTK Yayını, s. 519-530. Buraya kısaltarak aldığım ibare Bilge Tonyu Ak Aka Benggü Bitigi, I.Taş. Batı yüzü bk. Hatice Şirin (2006). Eski Türk Yazıtları Söz Varlığı İncelemesi, Ankara: TDK Yayını, s.638. Bk. Dursun Yıldırım (2022).“Bilge Tonyukuk Beggü Taş Bitiği” ve Türk Edebî Yaratıcılığında Yeri. Türk Kültürü, 60 (XV), 1, 2022/1: 1-16. Liu Mau-Tsai (2006). Doğu Türkleri. İstanbul: Selenge Yayınları, s. 15-16. “Türkler” ve ”Türk” üzerine kaynaklarda ve incelemelerde yer alan kayıtlar, değerlendirmeler ve açıklamalar için bk. İsenbike Togan-Gülnar Kara-Cahide Baysal (2006). Çin Kaynaklarında Türkler Eski T’ang Tarihi. Ankara: TTK Yayını, s.67-71. 486 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı nım. Bu zamanda tahta oturdum]10. Bilge Kağan, kağan köterme törenine bağlı olarak şu kayıtta bulunur: “uze törük tenggerisi törük iduk yiri subı ança etmiş: törük bodun yok bolmazun tiyin bodun bolçun tiyin kanım ilteriş kaganıg ögüm ilbilge katunug teng eri töpüsinte tutup yügerü kötürmiş erinç”[KTD10-11]. Yukarıda belirttiğim bu ifadeyi ben şu şekilde açıklıyorum: ”[=yukarıda türk sema çadırı <yurdu, otağı> türk mukaddes yeri ve suyu şöyle yapmışlar. törük bodun yok olmasın diye, bodun olsun diyerek babam İlteriş Kağanımı ve anam İlbilge Hatun’u Teng Eri< Semanın Efendisi11> tepelerinden tutup yukarı, kendi katına çıkardı.]. Burada “törük bodun” dan yaratılmış bodunu, düzene konmuş il ve törüye bağlanmış, konmuş bodunu anlıyorum. ”Törük” <yaratılmış> anlamından ne zaman bir “bodun” adı konumuna gelmiştir, sorunu üzerine ayrıca durulması yerinde olacaktır. Kağan köterme, kaldırma töreni tasviri ile bu yazıyı bitirmek istiyorum. Kağan kaldırma töreni, kaldırılan kişinin yaratılmış olması “törük” <yaratılmış> unvanı ile çağrılıyor olması, onun Teng Eri tarafından kendisine, bilig, küç, bilig, kut, ülüş, il tutsık yir yarlığı ile donattıktan sonra, bodunu yönetmek üzere yere bodun üzerine indirilmesi, başka yaratılmışlardan farklı yaratılışa uğramış bir kişiliği yansıtmış olduğundan dolayı böyle yaratılış ile, “törük” şeklinde ifade edilmiş olduğunu düşünüyorum. Yeniden yaratılma ve bu eylemin Teng Eri katında gerçekleşmesini bir tür yeniden olağanüstü niteliklerle donatılmış biçimde yeniden “yaratılma” diye anlamamız yanlış olmaz sanırım. Türkler arasında “törük” vasfına erişmek için yapılan tören hakkında Çin kayıtlarında “T’u-küe” için şu bilgiler yer alır: ”yeni bir hükümdar<han, kağan, İlliğ kağan seçileceği zaman, topluluğun <bodunun-boylar birliğinin> en yüksek rütbeli kişileri<boy beyleri> onu bir keçe örtünün üstünde taşıyarak güneş yönünde dokuz kez döndürüyorlardı. Dokuz kez döndürülmesinin nedeni Kâinatın Efendisi olduğuna inanılan Teng Eri’nin göğün dokuzuncu katında bulunduğu inancı ile ilişkilidir. Her dönüşte bütün bodun onun önünde yere doğru eğilirdi. Dönmeler ve eğilmeler sona erince, hükümdar10 11 Köl Tigin Benggü Taş Bitig yazıtında yer alan bu cümlenin okunuşu ve yorumu bize aittir. Türklerin inanç yapısı içinde “Tanrı“ tasavvuru, kâinatın, yerin göğün ve kişioğlunun ve her şeyin yaratıcısı/kılıcısı sınırsız kudret sahibi biçiminde algılandığı anlaşılıyor. O, yeryüzünü doğudan batıya uzanan bir yay gibi koruması altına alan Kâinatın efendisi, beyi tasavvur edilen Teng Eri’dir. Bu inanç yapısı Türkler arasında avcılık, hayvancılık ve az-çok tarım ile uğraşıldığı bir süreç içinde bu inanç yapısı M.Ö.1450-1050 yıllarında Tabgaç eline TÜRKLER tarafından getirilmiştir. bk. Wolfram Eberhard (1947). Çin Tarihi. Ankara: TTK Yayını. Bu tespitten hareketle, Türkler arasında bu inanç sisteminin kadim vücud bulmuş olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 487 larını bir ata bindirerek dolaştırırlardı. At ile dolaştırma sırasında boğazına ipek bir bez dolayarak sıkarlardı. Hükümdar zorlukla soluk alabilirdi. Sonra bu bağı gevşeterek kendisine hemen sorarlardı: “Kaç yıl bizim hükümdarımız/kağanımız olarak kalacaksınız, diye. Bu Sırada kağan baygın durumda olduğundan sureyi açık seçik söylemezdi. Ağzından karmakarışık dökülen sözcüklerden hükümdarlık süresi kestirilirdi”.12 Bu sorgulama işleminin, kağan kötürme <kaldırma> törenini yöneten ve baş kam işlevi görenin yaptığı şüphesizdir. İlteriş Kağan için bu görevi bilgesi, sözcüsü ve çabışı olan Bilge Tonyu Ak Aka’nın baş kam olarak bu işlevi yerine getirdiği, bodun üstüne tahta oturması için onun “törük” olmasına, bir başka deyiş ile bu süreç, olağanüstü niteliklerle donatılmış, bir tür yeniden yaratılmış kişi olarak yeryüzüne inmesi kağan olmasıyla bağlı bir süreç diye tanımlanabilir. Kağan seçilme sürecini de yapılan işlemlerin nelerden ibaret olduğu da, yukarıda verdiğimiz alıntıdan da anlaşılmaktadır. Kaynakça Dursun Yıldırım (1991). “Köktürklerde Kağanlık Süreci; Kaldırma, Kötürme ve Oturma”. XI. Türk Tarih Bildirileri. Ankara: TTK Yayını. Dursun Yıldırım (2022).“Bilge Tonyukuk Beggü Taş Bitiği” ve Türk Edebî Yaratıcılığında Yeri. Türk Kültürü, 60 (XV), 1, 2022/1: 1-16. İbrahim Kafesoğlu (1966). “Tarihte “TÜRK” Adı”. Reşid Rahmeti Arat İçin. Ankara: TKAE, s. 306-319. İsenbike Togan-Gülnar Kara-Cahide Baysal (2006). Çin Kaynaklarında Türkler Eski T’ang Tarihi. Ankara: TTK Yayını, Liu Mau-Tsai (2006). Doğu Türkleri. İstanbul: Selenge Yayınları. 12 Liu Mau-Tsai (2006). Doğu Türkleri. İstanbul: Selenge Yayınları, s.19-20. MAHTUMKULU’NUN DİLİNDE HAYVAN ADLARI Prof. Dr. Osman YILDIZ, Süleyman Demirel Üniversitesi ORCID No: 0000-0003-2250-0260 Giriş Mahtumkulu, meşhur Türkmen şairi Devlet Mehmet Azadî’nin oğludur. Tahminen 1733 yılında doğmuştur. Çocukluğunda babasının ilminden ve şairliğinden istifade etmiştir. Buhara’da ve Hive’de iyi bir medrese eğitimi görmüş; Arapçayı, Farsçayı ve edebî Doğu Türkçesini öğrenmiş; Nizamî, Sadî, Fuzûlî, Nevâyî gibi Türkçenin ve Farsçanın klâsiklerini tanımıştır. Dünyaya geldiği yer Hazar Denizi’nin güney-doğu köşesinden denize dökülen Etrek Çayı civarıdır. Şair, Türkmenistan’ı, Özbekistan’ı, Afganistan’ı ve İran’ın bir kısmını dolaşmıştır. Hayatının büyük bir bölümü Türkmenler arasında geçmiştir. Yine tahminen 1780’li yıllarda ve elli yaşını geçtiği sıralarda ölmüştür (Biray, 1992, s. 13). Mahtumkulu’nun şiir yazmaya çok erken yaşta başladığı bellidir. Ancak kendisi bütün şiirlerini derleyip toparlamadığından şiirlerinin kesin sayısı bilinmemektedir. Şairin kendi el yazısıyla olan divanı ele geçmemiştir (Azmun, 1978, s. XII, II). Onun şiirleri daha şairin yaşadığı devirden itibaren çok geniş bir kitleye yayılmıştır. Bunun neticesi olarak da şiirleri, değişik bölgelerde ve değişik zamanlarda birer divan şeklinde toplanıp muhafaza edilmiştir (Biray, 1992, s. 13)1. Mahtumkulu’ndan önceki Türkmen şairleri hem dil hem de üslup bakımından klasik Çağatay edebiyatının tesirinde kalmışlardır. Bu tesir, Mahtumkulu’nda da görülmekle birlikte o, şiirlerini daha ziyade Türkmen diliyle ve Türkmenlerin anlayıp benimseyeceği bir tarzda yazmıştır. Bu münasebetle Mahtumkulu, Türkmen Türkçesi yazı dilinin kurucusu ve klasik Türkmen edebiyatının en büyük şairi sayılmaktadır (Kara, 1998, s. 132). Mahtumkulu’nun şiirlerinde tematik olarak başta Türkmen birliği olmak üzere, millî, dinî ve evrensel değerler didaktik bir tarzda dile getirilmiştir (Cankurt, 2013, s. 911-951). Şiirlerinin büyük ekseriyeti sekiz ve onbir heceli koşmalardan ibarettir; bir miktar gazeli, çok az sayıda da beş, altı ve dokuz mısralık bentlerden oluşan şiiri vardır (Biray, 1992, s. 14). 1 Mahtumkulu divanının nüshaları ile şiirlerinin yayımları hakkında bk. Azmun, 1978, s. II-V; Biray, 1992, s. 28-30; Kutlu, 2017, s. 28-38. 490 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Mahtumkulu, şiirlerini çok zengin bir kelime kadrosu, deyim, atasözü ve özlü sözlerle terennüm etmiştir. Şairin dilinde insandan tabiata, tabiattan insana deyim aktarmaları çok önemli bir yer tutar. Bunda eski Türkmen toplumunun tabiat ile iç içe bir hayat sürmesinin büyük etkisi vardır. O, deyim aktarmalarını genellikle hayvanlar üzerinden yapmıştır; dolayısıyla şiirlerinde hayvanlardan bolca söz etmiş ve çeşitli hayvan adlarını kullanmıştır. Söz varlığının değişik kesitleri, kültürün değişik yönlerini tanıtıcı niteliktedir. Söz varlığındaki kimi kelimeler, incelenen dilin, söz konusu dönemin coğrafyasını da tanıtacak nitelikte olabilir. Örneğin bitki ve hayvan adlarından yola çıkılarak bitki varlığı ve hayvan varlığı üzerine bilgi edinmek mümkündür. Bu türden adlar, eserin yazıldığı tarihte yaşanan coğrafyanın izlerini taşıdığı gibi daha önceki dönemlerdeki coğrafyaların izlerini de taşıyabilir. Aynı bilgiler yaşam biçimleri bakımından da bilgi verici olabilir (Abik, 2009, s. 1). Bu düşünceyle, “Mahtumkulu’nun Dilinde Hayvan Adları” başlıklı bir araştırma yapmaya karar verdik. Bu çalışmada, H. Biray’ın Mahtumkulu Divanı (Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992)’nı taradık ve eserde geçen hayvan adlarını tespit etmeye gayret ettik. Hayvan adlarını, biyolojik gruplandırma yerine, insan hayatındaki yerlerini esas alarak “1. Kuşlar, 2., Kümes Hayvanları, 3. Sürüngenler, 4. Sinek, Böcek ve Haşeratlar, 5. Yaban Hayvanları, 6. Ev Hayvanları, 7. Balıklar, 8. Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvanlar, 9. Binek ve Yük Hayvanları, 10. Tür Adları, 11. Efsanevî ve Dinî Nitelikli Hayvanlar” şeklinde sınıflandırdık2. Çalışmada her hayvan adını, köken ve anlam bakımından inceledik. Şairin şiirlerinde hayvan adlarının önemini vurgulamak için hayvan adlarının kaç yerde geçtiğini, hangi sıklıkla kullanıldığını hesaplayıp belirlenen hayvan adları içerisindeki yerlerini ortaya koyduk. Sonuç bölümünde de, elde edilen veriler ışığında birtakım değerlendirmelere gittik. Araştırmada, temelde H. Biray yayınını esas almakla birlikte, aynı konuyla ilgili Y. Azmun (1978) ve A. Aşırov (2014)’un çalışmalarından da yararlandık. Biray yayınında, yazarın da açıkladığı (1992, s. XX-XXI) üzere manzumeler belirli ölçüde Türkiye Türkçesine uyarlanmıştır. Aşırov yayınında da şiirler günümüz Türkmen Türkçesiyle verilmiştir. Azmun’un doktora tezi ise, Mahtumkulu’unun transkripsiyonlu ve edisyon kritikli divanını içermektedir. Çalışmamızda amaç, mümkün mertebe Mahtumkulu’nun diliyle hayvan adlarını ortaya koymak olduğundan Biray yayınındaki hayvan adlarını, öncelikle varsa Azmun’un tezindeki karşılıklarıyla, yoksa Aşırov yayınındaki şekillerle değiştirdik. 2 Bu sınıflandırmada, genel itibarıyla A. Karahan’ın çalışması (2013, s. 1839-1865) esas alınmıştır. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 491 Mahtumkulu Divanı’nda 303 şiir yer almaktadır. Bu manzumelerde tespit edilen hayvan adları ve fonksiyonları açıklamaları ile birlikte şöyledir: 1. Kuşlar3 ala ḳarġa “saksağan”, alġır “akdoğandan, sungurdan daha küçük bir yırtıcı kuş”, balaman “çakır doğan, üsküflü doğan” , bayġuş “baykuş” , bāz → Far. bāz “doğan”, bülbül < Far. bulbul, bürgit << Moğ. bürgüd “tavşancıl, kaya kartalı”, çarlaḳ “martı”, çekeyik<< Far. çekāvek “serçeden daha küçük bir kuş”, gökce kebder << Tk. gökçe + Far. kebūder “kumru”, hekik “beyaz renkli, küçük ötücü bir kuş”, hüdhüd < Ar. hudhud “hüthüt”, ḳaraġuş “kartal”, ḳarçıġay << Moğ. hari-ça-ġay, hacirġay“aladoğan, atmaca”, ḳarġa, ḳaz, kekilik “keklik”, kepder “güvercin”, ḳırġı “atmaca”, ḳuba ḳaz “kuğu”, ḳulatı “tepeli doğan; sıçan vs. avlayan irice bir kuş”, ḳumrı << Far. kūmrī “kumru”, laçın → Toh. laçın “şahin, doğan”, ördek, sandıvaç “bülbül”, sona < Moğ. sona/sono “yaban ördeği, suna”, şāhbāz < Far. şāh-bāz “bir cins iri ve beyaz doğan”, şunḳar “akdoğan, sungur, doğan”, tarlan → Moğ. tar-lan “doğana benzer bir kuş”, tāvus → Ar. ṭāvus “tavus”, tezerv < Far. teẕerv “sülün”, torġay “serçegillerden bir kuş, çayır kuşu” , totı << Far. tūtī “dudu, papağan”, tuġın “doğan”, turna “turna”, ütelgi << Moğ. itelgü “ak doğan”, yelbe “deniz kuşu”, zāġ →Far. zāġ “karga”. Tablo 1. Mahtumkulu’nun Dilinde Kuş Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı Kuş Adı Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı ala ḳarġa Türkçe 1 1 alġır Türkçe 1 1 balaman Türkçe 1 1 bayġuş Türkçe 1 1 bāz Farsça 5 5 bülbül Farsça 36 42 bürgit Moğolca 3 3 çarlaḳ Türkçe 1 1 çekeyik Farsça 1 1 gökce kebder Türkçe+Farsça 1 1 hekik Türkçe 1 1 hüdhüd Arapça 2 2 ḳaraġuş Türkçe 1 1 ḳarçıġay Moğolca 1 1 3 Daha önce Aşırov yayınını (2014) esas alarak Mahtumkulu Divanı’ndaki kuş adları üzerine bir yayın (2019) yapmıştık. Zikredilen yayındaki kuş adlarının sayısı ve ses yapıları ile yukarıdaki mukabilleri arasında farklılıklar bulunmaktadır. 492 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Tablo 1. Mahtumkulu’nun Dilinde Kuş Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı (Devamı) Kuş Adı Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı ḳarġa Türkçe 8 8 ḳaz Türkçe 8 8 kekilik Türkçe 3 3 kepder Farsça 3 7 ḳırġı Türkçe 1 1 ḳuba ḳaz Türkçe 2 2 ḳulatı Türkçe 1 1 ḳumrı Farsça 4 4 laçın Toharca 8 14 ördek Türkçe 2 2 sandıvaç Türkçe 2 2 sona Moğolca 3 3 şāhbāz Farsça 1 1 şunḳar Türkçe 3 3 tarlan Moğolca 2 2 tāvus Arapça 3 3 tezerv Farsça 1 1 torġay Türkçe 1 1 totı Farsça 3 3 tuġın Türkçe 2 2 turna Türkçe 1 1 ütelgi Moğolca 2 2 yelbe Türkçe 1 1 zāġ Farsça 5 5 Toplam 38 kuş adı, 125 yerde 140 defa kullanılmıştır. Bunlardan 20’si Türkçe, 9’uFarsça, 5’i Moğolca, 2’si Arapça, 1’er tanesi Toharca ve Türkçe+Farsça kökenlidir. Türkçe kökenliler 42 yerde, 42 defa; Farsça kökenliler 59 yerde, 67 defa; Moğolca kökenliler 11 yerde 11 defa; Arapça kökenliler 4 yerde, 5 defa; Toharca kökenliler 8 yerde 14 defa; ve Türkçe+Farsça kökenliler 1 yerde 1 defa geçmektedir. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 493 2. Kümes Hayvanları hindı̇ ̄ → Ar. hindı̇ ̄ “hindi”. Divanda kümes hayvanı adı toplamda 1’dir. Bu kelime 2 yerde, 2 defa kullanılmıştır. 3. Sürüngenler çıyan << Çin. ça:ḏan “çıyan”, kelpeze << Far. çelpāze “kertenkele” , mār → Far. mār “yılan”, neheng → Far. neheng “timsah”, yılan. Tablo 2. Mahtumkulu’nun Dilinde Sürüngen Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı Sürüngen Adı Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı çıyan Çince 2 2 kelpeze Farsça 3 4 mār Farsça 12 13 neheng Farsça 2 2 yılan Türkçe 15 17 Toplam 5 sürüngen adı, 34 yerde 38 defa kullanılmıştır. Bunlardan 3’ü Farsça, 1’er tanesi Türkçe ve Çince kökenlidir. Farsça kökenliler 17 yerde, 19 defa; Türkçe kökenliler 15 yerde, 17 defa ve Çince kökenliler 2 yerde, 2 defa geçmektedir. 4. Sinek, Böcek ve Haşeratlar āfi <<Ar. efʿı̇ ̄ “engerek yılanı”, harçeng → Far. ḫar-çeng “yengeç”, ḳarınca, kebelek “kelebek” , kelhemeç “karafatma”, kişmir “uzun ayaklı, yuvarlak kafalı bir böcek”, ḳurt (II) “böcek, kurt”, meges → Far. meges “sinek”, möcek “böcek”, möy “zehirli bir böcek, zehirli örümcek”, mūr → Far. mūr “karınca”, peşe → Far. peşe ~ peşşe “sivrisinek”. 494 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Tablo 3. Mahtumkulu’nun Dilinde Sinek, Böcek ve Haşerat Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı Sinek, Böcek ve Haşerat Adı Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı āfi Arapça 1 1 harçeng Farsça 2 2 ḳarınca Türkçe 1 1 kebelek Türkçe 1 1 kelhemeç Türkçe 1 1 kişmir Türkçe 1 1 ḳurt (II) Türkçe 4 4 meges Farsça 3 3 möcek Türkçe 1 1 möy Türkçe 3 3 mūr Farsça 4 4 peşe Farsça 7 7 Toplam 12 sinek, böcek ve haşerat adı, 29 yerde 29 defa kullanılmıştır. Bunlardan 7’si Türkçe, 4’ü Farsça ve 1’i Arapça kökenlidir. Türkçe kökenliler 12 yerde, 12 defa; Farsça kökenliler 16 yerde, 16 defa ve Arapça kökenliler 1 yerde, 1 defa geçmektedir. 5. Yaban Hayvanları arġumaḳ (arġamaḳ) “dağ geyiği, bedev at”, arslan “aslan”, ayı, bars4 “pars”, bebir < Far. bebr “kaplana benzer ve ondan daha büyük yırtıcı bir hayvan”, böri “kurt”, ceren << Moğ. cegeran “ceren, ceylân”, doŋız “domuz”, ġazāl →Ar. ġazāl “geyik yavrusu, genç ahu”, ḳaplan, ḳarsak “kırda yaşayan ve tilkiye benzeyen, kısa bacaklı, derisi kıymetli bir hayvan”, kergerdān << Far. kergeden “gergedan”, kerk < Far. kerg “gergedan”, keyik “geyik”, kirpi, kör sıçan < Far. kūr+ Tk. sıçan“köstebek”, ḳulan “yaban eşeği”, ḳurt (I), maral → Moğ. maral“dişi geyik, ceylan”, maymın << Ar. meymūn “maymun”, mekecin <Moğ.megecin ~ megeci “yabanî ana domuz”, mūş → Far. mūş “sıçan”, peleng → Far. peleng “panter”, pil<< Ar. fīl “fil”, samır << Ar. semmūr “samur”, sansar, sırtlan, sincāb → Far. sincāb “sincap”, şaġal→ Far. şaġāl “çakal”, şı̇r̄ → Far. şı̇r̄ “arslan”, tilki, torsuḳ “porsuk”, tovşan “tavşan”, yolbars “kaplan”. 4 Bu hayvan adının kökeni hakkında bk. Yıldız, 1999, s. 143-160. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 495 Tablo 4. Mahtumkulu’nun Dilinde Yaban Hayvanı Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı Yaban Hayvan Adları Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı arġumaḳ (arġamaḳ) Türkçe 1 1 arslan Türkçe 8 8 ayı Türkçe 2 2 bars Türkçe 2 2 bebir Farsça 1 1 böri Türkçe 5 7 ceren Moğolca 4 4 doŋız Türkçe 3 3 ġazāl Arapça 1 1 ḳaplan Türkçe 4 4 ḳarsak Türkçe 1 1 kergerdān Farsça 2 2 kerk Farsça 1 1 keyik Türkçe 4 4 kirpi Türkçe 1 1 kör sıçan Türkçe+Farsça 1 1 ḳulan Türkçe 3 3 ḳurt (I) Türkçe 33 35 maral Moğolca 4 4 maymın Arapça 1 1 mekecin Moğolca 1 1 mūş Farsça 1 1 peleng Farsça 7 7 pil Arapça 10 11 samır Arapça 1 1 sansar Türkçe 1 1 sırtlan Türkçe 1 1 sincāb Farsça 2 2 şaġal Farsça 9 9 şı̇̄r Farsça 17 21 tilki Türkçe 21 22 torsuḳ Türkçe 1 1 tovşan Türkçe 1 1 yolbars Türkçe 5 5 496 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Toplam 34 yaban hayvanı adı, 160 yerde 170 defa kullanılmıştır. Bunlardan 19’u Türkçe, 8’i Farsça, 4’ü Arapça ve 3’ü Moğolca kökenlidir. Türkçe kökenliler 98 yerde, 103 defa; Farsça kökenliler 40 yerde, 44 defa, Arapça kökenliler 13 yerde, 14 defa ve Moğolca kökenliler 9 yerde, 9 defa geçmektedir. 6. Ev Hayvanları gürbe →Far. gürbe “kedi”, it, köpek, pişik “kedi”, seg→ Far. seg “it”, tazı<< Far. ̄ tāzı̇, tula<< Far. tūle “tazı”. Tablo 5: Mahtumkulu’nun Dilinde Ev Hayvanı Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı Ev Hayvanı Adları Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı gürbe Farsça 4 4 it Türkçe 18 21 köpek Türkçe 1 1 pişik Türkçe 2 2 seg Farsça 2 2 tazı Farsça 1 1 tula Farsça 1 1 Toplam 7ev hayvanı adı, 29 yerde 32 defa kullanılmıştır. Bunlardan 4’ü Farsça ve 3’ü Türkçe kökenlidir. Farsça kökenliler 8 yerde, 8 defa; Türkçe kökenliler 21 yerde, 24 defageçmektedir. 7. Balıklar lu ~ luv<Moğ. lū< Çin. lung“bir balık”. Divanda balık adı toplamda 1’dir. Bu kelime 2 yerde, 2 defa kullanılmıştır. 8. Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvanlar buzav “buzağı”, gāv ~ gev→ Far. gāv “öküz, sığır”, geçi “keçi”, gevmiş<< Far. gāv-mı̇ş̄ “manda”, ḳoç, ḳoyın ~ ḳoy “koyun”, ḳuzı “kuzu”, ovlaḳ “oğlak”, sıġır “sığır”. Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 497 Tablo 6: Mahtumkulu’nun Dilinde Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvan Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvan Adları Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı buzav Türkçe 1 1 gāv ~ gev Farsça 2 2 geçi Türkçe 1 1 gevmiş Farsça 1 1 ḳoç Türkçe 16 26 ḳoyın ~ ḳoy Türkçe 10 11 ḳuzı Türkçe 1 1 ovlaḳ Türkçe 1 1 sıġır Türkçe 1 1 Toplam 9 büyükbaş ve küçükbaş hayvan adı, 34 yerde 45 defa kullanılmıştır. Bunlardan 7’si Türkçe ve 2’si Farsça kökenlidir. Türkçe kökenliler 31 yerde, 42 defa; Farsça kökenliler 3 yerde, 3 defa geçmektedir. 9. Binek ve Yük Hayvanları aḳ māya→Trk. aḳ + Far. māya “maya, sarı tüylü dişi deve”, arvāna →Far. arvāna “boz renkli dişi deve”, at, baytal “kısrak”, bedev→ Far. bedev (< Ar. bedevı̇)̄ “küheylân, soylu at, cins at, Arap atı”, buġra “iki hörgüçlü iri erkek deve”, çemender→Far. çemender “eşek” , eşek, göhert “bir cins erkek deve”, har< Far. ḫar “eşek”, iner “dişi deve ile iki hörgüçlü erkek deveden olan deve” , ḳatır, köşek “deve yavrusu”, kürre→ Far. kürre “sıpa”, māya→ Far. māya “dişi deve”, merkeb→ Ar. merkeb “eşek”, ner “erkek deve” , şütür→ Far. şütür “deve”, tay, torum “yaşı altı ayla bir yıl arasında olan deve yavrusu”, yapaġı “kısrak yavrusu, yavru tay”, yılḳı “yabani at, at sürüsü”. Tablo 7. Mahtumkulu’nun Dilinde Binek ve Yük Hayvanı Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı Binek ve Yük Hayvanı Adları Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı aḳ māya Türkçe+Farsça 1 1 arvāna Farsça 2 2 at Türkçe 47 66 baytal Türkçe 1 1 bedev Arapça 18 27 buġra Türkçe 2 2 çemender Farsça 1 1 498 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Tablo 7. Mahtumkulu’nun Dilinde Binek ve Yük Hayvanı Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı (Devamı) Binek ve Yük Hayvanı Adları Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı eşek Türkçe 12 13 göhert Türkçe 1 1 har Farsça 16 20 iner Türkçe 1 1 ḳatır Türkçe 1 1 köşek Türkçe 1 1 kürre Farsça 1 1 māya Farsça 5 5 merkeb Arapça 1 1 ner Türkçe 12 12 şütür Farsça 3 3 tay Türkçe 2 2 torum Türkçe 1 1 yapaġı Türkçe 1 1 yılḳı Türkçe 2 2 Toplam 22 büyükbaş ve küçükbaş hayvan adı, 132 yerde 165 defa kullanılmıştır. Bunlardan 13’ü Türkçe, 6’sı Farsça, 2’si Arapça ve 1’i Türkçe-Farsça kökenlidir. Türkçe kökenliler 84 yerde, 104 defa; Farsça kökenliler 28 yerde, 32 defa; Arapça kökenliler 19 yerde, 28 defa ve Türkçe-Farsça kökenliler 1 yerde, 1 defa geçmektedir. 10. Tür Adları balıḳ, cünbende< Far. cunbende “kımıldayan; pire, karınca gibi hayvancıklar, özellikle bit”, derrende< Far. derende “yırtıcı, vahşi hayvanlar”, gūspend< Far. gūsfend “koyun, davar”, hayvān/hayvānāt→ Ar. ḥayvān/ḥayvānāt “hayvan/hayvanlar”, ḳuş, māl→ Ar. māl “hayvan”, perrende→ Far. perrende “uçucu, uçan, kuşlar, kanatlılar”, sövüş “gelen misafir için kesilen davar”. Tablo 8. Mahtumkulu’nun Dilinde Tür Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı Tür Adları Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı balıḳ Türkçe 5 6 cünbende Farsça 2 2 derrende Farsça 1 1 gūspend Farsça 3 3 hayvān/hayvānāt Arapça 6 6 ḳuş Türkçe 22 25 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 499 Tablo 8. Mahtumkulu’nun Dilinde Tür Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı (Devamı) Tür Adları Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı māl Arapça 1 1 perrende Farsça 1 1 sövüş Türkçe 1 1 Toplam 9 tür adı, 42 yerde 46 defa kullanılmıştır. Bunlardan 4’ü Farsça, 3’ü Türkçe ve 2’sii Arapça kökenlidir. Farsça kökenliler 7 yerde, 7 defa; Türkçe kökenliler 28 yerde, 32 defa ve Arapça kökenliler 7 yerde, 7 defa geçmektedir. 11. Efsanevî ve Dinî Nitelikli Hayvanlar ajdar/ajdarhā< Far. ejder/ejderhā “1. büyük yılan, 2. korkunç ve hayali bir hayvan”, anḳā<Ar. ‘anḳā “anka”, bıraġ<< Ar. burāḳ “Burak”, canavar<< Far. cānāver “canavar”, döv<< Far. dı̇v̄ “dev”, düldül < Ar. duldul “Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye verdiği kır katır, Düldül”, humāy→ Far. humāy “hüma”, semender → Far. semender “ateşte yaşar bir masal hayvanı”, şāmār< Far. şāhmārān “yılanların şahı, padişahı, ejderha”. Tablo 9. Mahtumkulu’nun Dilinde Tür Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı Efsanevî ve Dinî Nitelikli Hayvanlar Kökeni Sayısı Kullanım Sıklığı ajdar/ajdarhā Farsça 7 8 anḳā Arapça 1 1 bıraġ Arapça 1 1 canavar Farsça 1 1 döv Farsça 6 6 düldül Arapça 3 3 humāy Farsça 2 2 semender Farsça 2 2 şāmār Farsça 1 1 Toplam 9 efsanevî ve dinî nitelikli hayvan adı, 24 yerde 25 defa kullanılmıştır. Bunlardan 6’sı Farsça ve 3’ü Arapça kökenlidir. Farsça kökenliler 19 yerde, 20 defa ve Arapça kökenliler 5 yerde, 5 defa geçmektedir. Sonuç Yukarıdaki veriler ışığında şu değerlendirmelerde bulunulabilir: 1. Mahtumkulu Divanı’nda hayvan adlarının toplam sayısı 148’dir. Bu adlar azamiden asgariye şöyle sıralanmaktadır: kuşlar (39), yaban hayvan- 500 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı ları (34), binek ve yük hayvanları (22), sinek, böcek ve haşeratlar (12), büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar, tür adları ve efsanevî ve dinî nitelikli hayvanlar (9’ar), ev hayvanları (7), sürüngenler (5), kümes hayvanları ve balık adları (1’er). 2. Hayvan adları, toplam 613 yerde 694 defa geçmektedir. 3. Mahtumkulu’nun dilindeki hayvan adlarının çoğu (73), köken itibarıyla Türkçe kökenlidir. Bu hayvan adları şunlardır: ala ḳarġa, alġır, arġumaḳ (arġamaḳ), arslan, at, ayı, balaman, balıḳ, bars, bayġuş, baytal, böri, buġra, buzav, çarlaḳ,doŋız,eşek, geçi, göhert, hekik, iner, it, ḳaplan, ḳaraġuş, ḳarġa, ḳarınca, ḳarsak, ḳatır, ḳaz, kebelek, kekilik, kelhemeç, keyik, ḳırġı, kirpi, kişmir, ḳoç, ḳoyın ~ ḳoy, köpek, köşek, ḳuba ḳaz, ḳulan, ḳulatı, ḳurt (I), ḳurt (II), ḳuş, ḳuzı, möcek, möy, ner, ovlaḳ, ördek, pişik, sandıvaç, sansar, sıġır, sırtlan, sövüş, şunḳar, tay, tilki, torġay, torsuḳ, torum, tovşan, tuġın, turna, yapaġı, yelbe, yılan, yılḳı, yolbars. Geri kalan diğer hayvan adları ise, çevredeki dillerden alıntıdır. Bu kelimeler de şunlardır: Farsça alıntılar (46): ajdar/ajdarhā, arvana, bāz,bebir,bülbül, canavar, cünbende, çekeyik,çemender, derrende, döv, gāv ~ gev, gevmiş, gürbe, gūspend, har, harçeng, humāy, kelpeze, kepder, kergerdān, kerk, ḳumrı, kürre, mār, māya, meges, mūr, mūş, neheng, peleng, perrende, peşe, seg, semender, sincāb, şaġal, şāhbāz, şāmār, şı̇r̄ , şütür, tazı, tezerv, totı , tula, zāġ; Arapça alıntılar (15): āfi, anḳā, bedev, bıraġ, düldül, ġazāl, hayvān/hayvānāt, hindı̇,̄ hüdhüd, māl, maymın, merkeb, pil, samır, tāvus; Moğolca alıntılar (8): bürgit, ceren, ḳarçıġay, maral, mekecin, sona, tarlan, ütelgi; Çince alıntılar (2): çıyan, lu ~ luv; Toharca alıntılar (1): laçın. Hayvan adlarından 3’ü se Türkçe-Farsça (2) ve Farsça-Türkçe (1) kökenlidir: aḳ māya, gökce kebder; kör sıçan. 4. Mahtumkulu hemen her şiirinde hayvan veya hayvan adlarından yararlanmış; işlediği konuları hayvanların temsil ettiği mecazî anlamlardan hareketle anlatmaya çalışmıştır. 5. Yabanî hayvan adı (132), evcil hayvan adından (16) oldukça fazladır. Bu durum, şairin yaşadığı çağda Türkmen coğrafyasının ve sosyal hayatının ne derece çetin olduğunu yansıtır. 6. İncelediğimiz hayvan adlarından bazıları, ulaşabildiğimiz ansiklopedik olmayan genel Türkmen Türkçesi sözlüklerine göre, bugünkü Türkmen Türkçesinde yaşamamaktadır. Genel toplam (148) içinde sayıca (32) az olan bu hayvan adları şunlardır: āfi, ala ḳarġa, anḳā, balaman, bebir, bıraġ, cünbende, çemender, derrende, düldül, gāv ~ gev,ġazāl, gökce kebder, Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 501 gürbe,gūspend, ḫarçeng, hüdhüd, kelhemeç,kergerdān, meges, merkeb,mūş, neheng, ner,perrende, sansar, seg, sincāb, şütür, tezerv, tuġın, tula. 7. Mahtumkulu’nun dilindeki hayvan adları günümüz Türkmen Türkçesinde ya aynen ya da ufak tefek ses farklılıklarıyla yaşamaktadır. Farklılıkların görüldüğü kelimeler (29) şunlardır: bülbül “bilbil”, bürgit “bürgüt”, çiyan “içyan”, doŋız “doŋuz”, ḳaplan “gaplaŋ”, ḳaraġuş “garaguş”, ḳarçıġay “garçıgay”, ḳarġa “garga”, ḳarınca “garınca”, ḳarsaḳ “garsak”, ḳatır “gatır”, ḳaz “gaz”, kepder “kepderi”, ḳırġı “gırgı”, ḳoç “goç”, ḳoyın “goyun”, ḳuba ḳaz “guba gaz”, ḳulan “gulan”, ḳulatı “gulatı”, ḳumrı “gumrı”, ḳurt (I) “gurt”, ḳurt (II) “gurt”, ḳuş “guş”, ḳuzı “guzı”, sandıvaç “sanduvaç”, şāhbāz “şabaz”, şunḳar “şuŋkar”, tarlan “tarlaŋ”, turna “durna”. Divan’daki hindı̇ ̄ kelimesi yerine de Türkmen Türkçesinde hind tovugı kelimesi kullanılmaktadır. Kısaltmalar Ar. Arapça Çin. Çince Far. Farsça Far.-Tk. Farsça-Türkçe Moğ. Moğolca Toh. Toharca Tk-Far. Türkçe-Farsça Kaynaklar ve Eser Kısaltmaları Abik, A. D. (2009). Kutadgu Bilig’de Hayvan Adları. Cem Dilçin Armağanı I, Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Araştırmaları, 33(1), 1-32. ACPED: Steingass, F. (1975). A comprehensive Persian-English dictionary. Beirut. AL:Atalay, B. (1970). Abuşka Lûgatı veya Çağatay Sözlüğü. Ankara. Arat, R. R. (1979). Kutadgu Bilig III, İndeks. (haz. K. Eraslan- O. F. Sertkaya - N. Yüce). İstanbul: TKAE Yay. Aşırov, A. (2014). Mahtumkulu bütün eserleri, C I-II. (Türkiye Türkçesine aktaranlar: A. Güzel vd.). Ankara. Azmun, Y. (1978). Mahtumkulu Divanının dil hususiyetleri. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul:İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü. Biray, H. (1992). Mahtumkulu Divanı. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay. Cankurt, H. (2013). Mahtumkulu Firâkî’nin şiirlerinde muhteva. Turkish Studies, 8(9), 911- 951. DLT: Atalay, B. (1986). Divanü Lûgat-it-Türk dizini “endeks”. Ankara: TDK Yay. DS: (1968, 1978). Türkiye’de halk ağzından derleme sözlüğü, C III, X. Ankara: TDK Yay. 502 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı EDPT: Clauson, S. G. (1972). An etymological dictionary of pre-thirteenth-century Turkish.Oxford. EUTS: Caferoğlu, A. (2011). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü. Ankara: TDK Yay. FTL:Şükûn, Z. (1984). Farsça-Türkçe lûgat, Gencinei Güftar Ferhengi Ziya, C I-II-III.İstanbul: MEB Yay. GTDS: Aşırov, A. – Geldiyev, R. (2013). Gadımı Türkmen dilinin sözlügi I.Aşgabat. Hauenschild, I. (2003). Die Tierbezeichnungen bei Mahmud al-Kaschgari Eine Untersuchung aus sprach-und kulturhistorischer Sicht. Wiesbaden: Harrassowitz Verlag. HTDS: Hamzayev, M. Ya. (1962). Türkmen diliniñ sözlügi. Aşgabat: Türkmenistan Ilımlar Akademiyası Dil Bilimi İnstitutı. Kara, M. (1998). Mahtumkulu’nun şiirlerinde Çağatayca ve Oğuzca unsurlar. Bilig-Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 7, 131-135. Karahan, A. (2013). Codex Cumanicus’ta hayvan adları. Turkish Studies, 8(1), 1839-1865. Ka.TS: Üşenmez, E. (2010). Karahanlı Türkçesinin sözlüğü. İstanbul: Doğu Kitabevi. KBS: Gülensoy, T. (2011). Türkiye Türkçesindeki Türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü, C I-II. Ankara: TDK Yay. KİDTMÇS: Ross, E. D. (1994). Kuş isimlerinin Doğu Türkçesi, Mançuca ve Çince sözlüğü. (çev. E. G. Naskali). Ankara: TDK Yay. KTLS: Ercilasun, A. B. vd. (1991, 1992). Karşılaştırmalı Türk lehçeleri sözlüğü, C I-II. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay. KTS: Toparlı, R. vd. (2003). Kıpçak Türkçesi sözlüğü. Ankara: TDK Yay. Kutlu, H. İ. (2017). Türkmen şair Mahtumkulu; hayatı, edebi kişiliği, hakkındaki bilimsel çalışmalar ve şiirlerinden örnekler.Erişim Tarihi: 30. 12. 2022. http://www.academia.edu/2222596/T%C3%BCrkmen_%C5%9Eair_Mahtumkulu_ Hayat%C4%B1_Edebi_Ki%C5%9Fili%C4%9Fi_Hakk%C4%B1ndaki_Bilimsel_%C3%87al %C4%B1%C5%9Fmalar_Ve_%C5%9Eiirlerinden_%C3%96rneklerpdf MD: Aşırov, A. (2014). Mahtumkulu Fırakı Latin harfleriyle. (Türkçe metne ve Türkçe yazıya hazırlayan: B. Sarıyev). Ankara-Aşkabat. MTS: Lessing, D. F. (2003). Moğolca-Türkçe sözlük, C I-II. (çev. G. Karaağaç). Ankara. Redhouse, S. J. W. (1996). A Turkish and English lexicon. Beirut. Sertkaya, O. F. (2009). Dîvânü Lügati’t-Türk›te geçen her kelime Türkçe kökenlimidir? veya Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü Lügati't-Türk'ünde yabancı dillerdenkelimeler. Dil Araştırmaları Dergisi, 5, 9-38. TDDS: Kıyasova, A. – Geldimıradov, H. D. (2015). Türkmen diliniñ düşündirişli sözlügi, C I-II. Aşgabat. TDS I: (2010). Türkmen diliniň sözlügi I. Aşgabat: Türkmenistanıň Ilımlar Akademiyası Magtımgulı Adındakı Dil ve Edebiyat İnstitutı. TDSS: Ataniyazov, S. (2004). Türkmen diliniñ sözköki (etimologik) sözlügi. Aşgabat. Tü.S: (2011). Türkçe sözlük. Ankara: TDK Yay. TS: (2009). Tarama sözlüğü, C I-VI. Ankara: TDK Yay. TTS: Tekin, Talat vd. (1995). Türkmence-Türkçe sözlük. Ankara: Simurg. Yıldız, O. (1999). Bars >parskelimesi üzerine. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, IH, 143-160. Yıldız, O. (2017). Mahtumkulu’nun dilinde kuş adları. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 6(4), 2272-2290. PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ FOTOĞRAF ALBÜMÜ 504 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Yenidoğan İlkokulu, Ankara YIL 1967 Fas, Rabat’ta Nejla Kaymaz (eşi) ile birlikte 1993 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 505 Nejla, Yunus (oğlu) ve Burak (oğlu) KAYMAZ ile birlikte 29 Mart 1994 III. Uluslararası Türk Dili Kurultayı’ndan, Ankara 1996 506 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Nejla Kaymaz (eşi) ile birlikte 1996 Caner Kerimoğlu'nun doktora tezi savunmasından 2006 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 507 Hasibe Mazıoğlu, Tuncer Gülensoy, Şerif Ali Bozkaplan, Zikri Turan ile birlikte 2008 Kâşgarlı Mahmud’un Türbesi, Urumçi 2008 508 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Nevzat (babası), Nejla (eşi), Zeki, Burak (oğlu), Fatma (annesi), Filiz (kız kardeşi) ve Yunus (oğlu) Kaymaz ile birlikte 2009 Sultan Tulu Arşivinden Muğla Ü. Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Panelinden Sultan Tulu ve Cahit Başdaş 2009 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 509 Ege Üniversitesi eski rektörü Candeğer Yılmaz ve Mustafa Öner ile birlikte 2011 Ahmet Karaman’ın doktora tezi savunmasından 2011 510 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı IV. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda Gülsine Uzun ile birlikte 2011 Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü 2012 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 511 V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda, Denizli 2012 V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda, Denizli 2012 512 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Denizli 2012 V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Denizli 2012 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 513 VI. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Uludağ 2013 Neşe Erenoğlu'nun doktora tezi savunmasından 2013 514 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Salih Köse’nin doktora tezi savunmasından 2014 Sultan Tulu arşivinden Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Zeki Kaymaz’ın odasında 2015 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 515 Sultan Tulu arşivinden Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Zeki Kaymaz’ın odasında doktora öğrencileri ile birlikte 2015 VIII. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda Gülnara Aliyeva-Koşkun ile birlikte, Çanakkale 2015 516 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Sudan 2016 Fatma Ertürk’ün doktora tezi savunmasından 2016 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 517 Nadim Macit, İbrahim Şahin, Alimcan İnayet ve doktora öğrencisi Kübra Akgün ile birlikte 2018 Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde 2018 518 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Yenilenen Prof. Dr. Fikret Türkmen İhtisas Kütüphanesi’nin Açılışından 2018 14. Karamanoğlu Mehmet Bey’i Anma ve TÖMER’ler Arası Türkçe Konuşma Yarışması 2018 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 519 14. Karamanoğlu Mehmet Bey’i Anma ve Tömer’ler Arası Türkçe Konuşma Yarışması 2018 Ege Üniversitesi Tanıtım Günleri Şima Doğan ile birlikte 2018 520 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Konferans Salonunda Osman Fikri Sertkaya ile 2018 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 521 XIII. Uluslararası Büyük Türk Kurultayı’na gidiş yolunda Şerif Ali Bozkaplan ile birlikte, Varşova-Polonya 2018 Geçmişten Günümüze Atatürk’ün Düşünceleri Işığında Dil- Kültür İlişkisi Paneli’nden 2019 522 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı L.N. Gumilyev Adındaki Yevrasya Millî Üniversitesi Türkoloji Bölümü Yüksek Lisans Öğrencileri Enstitümüzde Stajda 2019 Uluslararası Kutadgu Bilig Kurultayı’nda, Ankara 2019 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 523 Uluslararası Kutadgu Bilig Kurultayı’nda Hüsnü Çağdaş Arslan ile birlikte, Ankara 2019 524 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Avazkhon Umarov’un doktora tezi savunmasından 2022 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 525 Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda Gürer Gülsevin ve Şerif Ali Bozkaplan ile birlikte, Alanya 2022 526 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı Cahit Başdaş ile birlikte, Muğla 2023 Gürer Gülsevin’in emeklilik töreninden Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde 2023 Türkoloji bilimsel bir disiplin olarak 19. yüzyılda ilk büyük atılımlarını yabancı araştırmacılar eliyle yapmıştır. Türkiye'de alanın gelişmesi ve derinleşmesi 20. yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanmıştır. Bugüne geldigimizde ise araştırmaları Türkiye sınırları dışında da ses getiren pek çok uzmanımız vardır. Bu isimlerden biri de Prof. Dr. Zeki Kaymaz'dır. Türkiye Türkolojisinde kendine özgü bir yeri olan Zeki Kaymaz için hazırlanan bu armağanda ağırlıklı olarak dil araştırmacılarının yazıları bulunmaktadır. Zeki Kaymaz ve çalışmaları hakkında derinlikli incelemelerin yanı sıra Türk dili ve edebiyatının farklı alanlarında çalışan uzman isimlerin değerli yazıları ilk kez okuyucuyla buluşuyor. ISBN/BARKOD: 978-625-6764-10-1