Prof. Dr.
Zeki Kaymaz
Armağanı
Editörler:
Caner KERİMOĞLU • İbrahim ŞAHİN • Ekrem AYAN
Prof. Dr. Zeki Kaymaz
Armağanı
Editörler:
Caner KERİMOĞLU
İbrahim ŞAHİN
Ekrem AYAN
Editörler: Prof. Dr. Caner KERİMOĞLU - Prof. Dr. İbrahim ŞAHİN - Prof. Dr. Ekrem AYAN
PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ ARMAĞANI
ISBN 978-625-6764-10-1
Kitap içeriğinin tüm sorumluluğu yazarlarına aittir.
© 2023, PEGEM AKADEMİ
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Pegem Akademi Yay. Eğt. Dan. Hizm. Tic. AŞ'ye aittir.
Anılan kuruluşun izni alınmadan kitabın tümü ya da bölümleri, kapak tasarımı; mekanik, elektronik,
fotokopi, manyetik kayıt ya da başka yöntemlerle çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Bu kitap,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı bandrolü ile satılmaktadır. Okuyucularımızın bandrolü olmayan
kitaplar hakkında yayınevimize bilgi vermesini ve bandrolsüz yayınları satın almamasını diliyoruz.
Pegem Akademi Yayıncılık, 1998 yılından bugüne uluslararası düzeyde düzenli faaliyet yürüten
uluslararası akademik bir yayınevidir. Yayımladığı kitaplar; Yükseköğretim Kurulunca tanınan
yükseköğretim kurumlarının kataloglarında yer almaktadır. Dünyadaki en büyük çevrimiçi kamu
erişim kataloğu olan WorldCat ve ayrıca Türkiye’de kurulan Turcademy.com tarafından yayınları
taranmaktadır, indekslenmektedir. Aynı alanda farklı yazarlara ait 1000’in üzerinde yayını bulunmaktadır.
Pegem Akademi Yayınları ile ilgili detaylı bilgilere http://pegem.net adresinden ulaşılabilmektedir.
1. Baskı: Ekim 2023, Ankara
Yayın-Proje: Şehriban Türlüdür
Dizgi-Grafik Tasarım: Tuğba Kaplan
Kapak Tasarımı: Pegem Akademi
Baskı: Ay-bay Kırtasiye İnşaat Gıda Pazarlama ve Ticaret Ltd. Şti.
Çetin Emeç Bulvarı 1314. Cadde No: 37A-B Çankaya/ANKARA
Tel: (0312) 472 58 55
Yayıncı Sertifika No: 51818
Matbaa Sertifika No: 46661
İletişim
Macun Mah. 204. Cad. No: 141/A-33 Yenimahalle/ANKARA
Yayınevi: 0312 430 67 50
Dağıtım: 0312 434 54 24
Hazırlık Kursları: 0312 419 05 60
İnternet: www.pegem.net
E-ileti:
[email protected]
WhatsApp Hattı: 0538 594 92 40
SUNUŞ
Türkiye Türkolojisinin seçkin isimlerinden biri olan ve öğrencisi olmaktan
onur duyduğumuz Prof. Dr. Zeki Kaymaz için hazırlanan bu kitapta Zeki Hoca
ile farklı şekillerde yolu kesişen akademisyenlerin yazıları bulunuyor. Elbette bir
armağan kitap olarak Zeki Hocanın hayatı ve çalışmaları ile ilgili değerli bilgileri
de içeriyor.
Zeki Kaymaz, Türk dili ve edebiyatının çeşitli konularında yayımlanmış birçok çalışmaya imza atmıştır. Araştırmaları, Türk edebiyatının farklı dönemlerini,
yazarlarını ve eserlerini içerirken derin bir bilgi birikimi ve kavrayış sergiler. Bu
çalışmalarıyla, Türk dili ve edebiyatı alanında yeni perspektifler sunmuş ve akademik camiaya önemli katkılarda bulunmuştur. Bu armağanda yayınlarını ortaya
koyan yazılar, meslektaşlarından anılar ve kendisiyle yapılan bir söyleşi de yer almaktadır. Armağanı hazırlarken bizi zor durumda bırakan bir durumdan da söz
etmemiz gerekir. Kitap hacmini de düşünerek açık bir davet yazısı yerine sınırlı
sayıda isme davet gönderebildik. Binlerce öğrenci ve meslektaş arasında böyle bir
kısıtlamaya gitmek bizleri de üzdü ancak bu durumun anlayışla karşılanacağını
umuyoruz.
Armağan kitapları elbette akademik hayatın “sonu” olarak algılanmamalı.
Her akademisyenin bildiği üzere akademiden emekli olunmaz. Bilgiye ulaşma arzusu zaman ve mekân tanımaz. Zeki Kaymaz da kariyeri boyunca edindiği bilgi ve
deneyimleriyle Türk dili ve edebiyatına olan sevgisini her zaman korumuş, bizim
gibi nice öğrenciye ilham vermiştir. Emeklilikle birlikte, yeni nesillere yol göstermeye devam edeceği bir döneme girerken, Türk dili ve edebiyatı alanındaki derin
bilgisi ve tutkusuyla alanımıza aktif bir şekilde katkı sağlamaya devam edecektir.
Öğrencileri ve meslektaşları, onun akademik birikiminden yararlanacak ve Türk
kültürünü zenginleştireceklerdir.
Caner Kerimoğlu - İbrahim Şahin - Ekrem Ayan
İÇİNDEKİLER
Prof. Dr. Zeki Kaymaz ve Türk Dili ...................................................................................1
İbrahim ŞAHİN
Türkolojide Bir Ömür Prof. Dr. Zeki Kaymaz ile Söyleşi ...........................................15
Şengül AYGÜMÜŞ
HATIRALAR
Paylaşılamayan Ders...........................................................................................................27
Cahit BAŞDAŞ
Zeki Kaymaz… Ağır Abi… ...............................................................................................29
Şerif Ali BOZKAPLAN
İşıqlı Bir Alim Ömrünün Tarixçəsi Zeki Kaymaz ........................................................31
Galibe HACIYEVA
Akademide Büyük Bir Ciddiyet ve Nezaket Örneği ....................................................35
Alimcan İNAYET
Ağabeyim, Arkadaşım, Dostum ve Hocam Prof. Dr. Zeki Kaymaz .........................37
Osman YILDIZ
YAZILAR
Çağdaş Türk Lehçeleri Sözlüklerinde Kişi Adlarının Leksik-Semantik
Sınıflandırılması..................................................................................................................41
Gülnara ALİYEVA-KOŞKUN
Ahıskalı İlk Kadın Eğitimci, Gazeteci, Yazar ve Kadın Haklarının
Savunucusu Şefika Efendizade .........................................................................................55
Minara ALİYEVA ÇINAR
vi
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Dilde Sadeleşme Hareketlerinde Türk-Macar İlişkilerine Bir Örnek:
Gyula Germanus’un “Türk Derneği” (1909) Yazısı......................................................67
Hüsnü Çağdaş ARSLAN
Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesinde “El” ile Başlayan Deyimlerin
Anlam Bakımından Karşılaştırılması.............................................................................81
Fatma AYAN
Türkmen Türkçesinde ‘Yok’ Sözcüğünün Gramerleşmesi ve
Olumsuzluk Üzerine........................................................................................................ 115
Cahit BAŞDAŞ
Gottlob Frege’nin Anlam Kuramına Bir Bakış .......................................................... 127
Erdoğan BOZ
Salah Birsel’in Unutulan Kelimeleri ............................................................................ 135
Şerif Ali BOZKAPLAN
Gereklilik Çekimi Üzerine ............................................................................................. 149
Hacı İbrahim DELİCE
Eşitlik mi Aşırılık mı? Gibi ve Kadar Edatlarının Derece Yükseltmedeki
Rolü Üzerine ..................................................................................................................... 167
Aslıhan DİNÇER
Tarihsel Diyalektoloji ve Codex Cumanıcus .............................................................. 177
Serpil ERSÖZ
Başkurt Türkçesinde +GAy /+Ay Yapım Eki ve Ekin İşlevi ..................................... 201
Fatma ERTÜRK
Фразеологизмдер Семантикасындағы Образдың Рөлі ..................................... 215
Mağripa ESKEYEVA
Asiye KOLPENOVA
İçindekiler
vii
Çuvaşça {+(ç)çen} Sınırlama Biçim Biriminde Yeni İşlev Kazanımı ..................... 227
Sinan GÜZEL
Sayı veya Sayısal Çokluk İçeren Yer Adları ................................................................. 237
Reyhan HABİBLİ
Şərq Dilçiliyi Tarixində Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Hacı Əli Hüseyn
Əl Səfəvinın Tarixi Leksikoqrafik Əsəri “Səngilax”In Yeri ..................................... 247
Galibe HACIYEVA
Yeni Uygur Türkçesinde Çokluk ................................................................................... 257
Neşe H. ERENOĞLU
Kutadgu Bilig’de Geçen Yang Sözcüğünün Semantiği Üzerine .............................. 283
Prof. Dr. Alimcan İNAYET
Sistemli İşlevsel Dil Bilimi ve Metin Dil Bilimi Yaklaşımları Temelinde
Ayşe İlker’in “Oyuncu” Hikâyesinin Söylem Analizi ............................................... 293
Ferhat KARABULUT
Tolga ELBİRLİK
Irak Arapçasında (Çocuk ve Kıraathane Oyunlarında) Türkçe Unsurlar............ 325
Savaş KARAGÖZLÜ
Uygur Halk Meselleri ...................................................................................................... 339
Ahmet KARAMAN
Gen Araştırmaları ve Dil Aileleri ................................................................................. 349
Caner KERİMOĞLU
Sibirya Türk Destanlarında Dede Korkutvari Veciz Sözler..................................... 365
M. Fatih KİRİŞÇİOĞLU
viii
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Çağdaş Arap Diyalektlerinde Têta Sözcüğü Üzerine Bir İnceleme........................ 371
Ragıp MUHAMMED
İlk Defa İşittiğim/Okuduğum Bazı Kişi Adları ......................................................... 377
Saim SAKAOĞLU
Öz Oğul’un Tutgug ~ Tutug “Rehin” Verilmesi Hakkında Bilinmeyen
Bir Hukuk Belgesi ............................................................................................................ 385
Osman FİKRİ SERTKAYA
‘Uygur’dan ‘Uygar’a: Uygur Sivil Belgeleri Temelinde Uygar Sözcüğü ................. 397
Hatice ŞİRİN
Ali Şir Nevâyî’de Burçlar ve Gezegenler ...................................................................... 405
Funda TOPRAK
Dede Korkut Hikayelerinde Kahramanların Epitetlerle İlişkisi ............................ 431
Sultan TULU
Türk Eğitim ve Bilim Tarihi’nde Ali Şir Nevâyî ......................................................... 441
Vahit TÜRK
Tuñuquq Yazıtlarındaki ...] Süŋg(Ü)N (A)Çd(I)M(I)Z (1 K4 = 28)
Cümlesi Üzerine ............................................................................................................... 451
Erdem UÇAR
Kırgız Türkçesinde Kadın ile İlgili Söz Varlığı Üzerine Bir Tasnif ........................ 461
Gülsine UZUN
Kılınmak ve Törümek Fiilleri Üzerine Düşünce ve Tespitler .................................. 483
Dursun YILDIRIM
Mahtumkulu’nun Dilinde Hayvan Adları................................................................... 489
Osman YILDIZ
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Fotoğraf Albümü.................................................................... 503
PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ VE TÜRK DİLİ
Prof. Dr. İbrahim ŞAHİN, Ege Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-0167-2568
Prof. Dr. Zeki Kaymaz, kökleri Konya’nın Meram ilçesine mensup Nevzat Bey
ve Fatma Hanım’ın ikinci evladı olarak Meram’da dünyaya geldi. Babasının Ankara Belediyesi’ndeki memuriyeti dolayısıyla, 7 günlükken Ankara’ya gelir ve nüfusa
da Ankara doğumlu olarak kaydedilir. İlk okulu Ankara’nın Yenidoğan semtinde
bulunan Yenidoğan İlkokulu’nda; orta okulu Çinçin mahallesinde bulunan Çalışkanlar Ortaokulu’nda ve liseyi de Dışkapı mahallesinde bulunan Yıldırım Beyazit
Lisesi’nde tamamladı. Liseden mezun olduğu yıl (1974), Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Türk Dili Kürsüsü’ne girdi. Bu kürsüde 1978 yılında
lisansını, 1981 yılında Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu’nun danışmanlığında “Hüseyin
Cahit Yalçın ve Gramerciliği” konu başlıklı yüksek lisansını tamamladı. Çok sevdiği kıymetli eşi, hayat arkadaşı Necla Hanım’la 1984 yılında tanıştı ve evlendi.
Öğretmen olarak atanmayı beklediği dönemde (1980-1982), Sosyal Sigortalar
Kurumu’nda (Ankara) bir süre memur olarak çalıştı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın
atamasıyla, 1982’den 1984 yılına kadar Batman Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak görev yaptı. Batman’da öğretmenlik yaptığı sırada, Malatya’da bulunan
İnönü Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği
Bölümü’nün açıldığını ve buraya araştırma görevlisi alınacağını duydu ve açılan
kadroya müracatta bulundu. Yapılan sınavı kazanarak 1984 yılında üniversiteye
intisap etti. Her daim saygı ve sevgiyle andığı, Türkolojinin bayraktarlarından Osman Nedim TUNA ile yolları burada kesişti ve kendisinden dil alanında doktora
yapmaya karar verdi. 1989’da Prof. Dr. Osman Nedim Tuna danışmanlığında İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Âşık Paşa, Garib-nâme (Dil Özellikleri-Kısmi Transkripsiyon- Söz Dizini), Malatya 1989, VII+507 s.” adlı tezini
hazırladı ve başarıyla savundu. Aynı yıl, İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’nde Yardımcı Doçent kadrosuna atandı.
1992 yılında Türkçe Okutmanı olarak Fas’a gitti ve Rabat Muhammed V Üniversitesi, İnsanî İlimler ve Edebiyatları Fakültesi’nde 2 yıl görev yaptı ve Türkçe
öğretti. 1994 yılı sonunda tekrar İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne döndü.
1997’de “doçent” unvanını aldı. 1998 yılında Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’ne geçiş yaptı. Burada Türk Dili ve Lehçeleri Anabilim Dalı’nın
açılışını sağladı. 2003’te Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Leh-
2
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
çeleri Ana Bilim Dalı’nda Profesör oldu ve Enstitü’nün Müdür Yardımcılığı görevinde bulundu. 2012-2014 yılları arasında, Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü görevinde bulundu. 2014 yılında bu görevden istifa
ederek anabilim dalında ders okutmaya devam etti. Halen aynı anabilim dalında
çalışmaya devam etmektedir.
Porf. Dr. Zeki Kaymaz’ın ilk bilimsel yayınını 1987 yılında yaptığı dikkate
alındığında, araştırmacının kesintisiz 36 yıldır, araştırma ve yayın faaliyetleri içinde olduğu görülmektedir. Klasik Türkoloji uzmanlık alanları itibariyle değerlendirildiğinde, araştırmacının yoğun olarak Eski Anadolu Türkçesi alanında yayınlar
yaptığı; bunun dışında Orta Türkçenin diğer lehçeleri, Eski Türkçe ve Çağdaş Türk
Lehçeleri sahasında da eserler verdiği görülmektedir.
Çağdaş dilbilim alanlarına göre bir değerlendirme yapıldığında ise, araştırmaların sıklet merkezinin metindilbilim çerçevesinde olup Türkçenin tarihi metinlerinin okunmasına ve anlamlandırılmasına yönelik olduğu söylenebilir. Yine
bu çerçevede değerlendirdiğimizde, araştırmacının zaman zaman Türkçenin çeşitli dönemlerine ve lehçelerine yönelik gramer, morfoloji, leksikoloji sorunlarına yönelik araştırmalara, yine Türkçeden Arapçaya geçen söz varlığına yönelik
toplumbilim ve Türkçenin tarihi ve çağdaş lehçelerindeki deyim ve atasözlerini
derleme ve anlamlandırma gibi kültürdilbilim konularında araştırmalar, yayınlar
yaptığı da görülmektedir. Türk dilinin tarihi görünüşünü (aspektini) çalışan bir
Türk filoloğu olan Zeki Kaymaz’ın yayınlarını, araştırmaların niteliğini daha iyi
göstereceği düşüncesiyle, modern dilbilim alanları esasında, şu şekilde tasnif etmenin mümkün olabileceğini düşünüyoruz:
DİL İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
Türkçenin, dolayısıyla Türk milletinin tarih boyunca başka dil ve medeniyetlerle olan ilişkisini tespitte önemli bir veri olarak değerlendirebileceğimiz, Türkçenin başka dillerdeki verinti sözlerinin derlenmesi ve çeşitli açılardan incelenmesi
meselesi, Z. Kaymaz’ın akademik hayatının merkezinde yer alan araştırma konularından biridir. Özellikle farklı coğrafyalarda kullanılan Arap lehçelerine giren
Türkçe söz varlığını konu edinen yayınlarının önemli bir toplam oluşturduğu görülmektedir. Araştırmacının Türkiye’de bazı etnik gruplarca kullanılan ve “gizli
diller” olarak adlandırılan alt dillere de ilgi duyduğu, bu çerçevede “Türkiye’deki
Gizli Diller Üzerine Bir Araştırma, İzmir 2003, VII+157 s.” isimli eserinin bu
alandaki kaynak kitaplardan biri haline geldiği görülmektedir. Araştırmacının dil
ilişkilerini merkeze alan diğer yayınlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
3
Birincil Yayınlar
2021 “Cezayir Arapçasındaki Türkçe Kelimeler Hakkında Yapılan Çalışmalar Üzerine Bir
Değerlendirme ve Bu Kelimelere Bazı Eklemeler”, Dr. Himmet Biray Armağanı Ahde
Vefa 25. Yıl, Ed. Dr. Nergis Biray-Dr. Sema Eynel, Kesit Yayınları, İstanbul 2021, s. 499-509.
2020 “Arapça-Türkçe Dil İlişkileri Bağlamında Türkçenin Arapçaya Etkileri Üzerine”, Prof.
Dr. Vahit Türk Armağanı, Editörler: Prof. Dr. Ali İhsan Öbek, Prof. Dr. Yüksel Topaloğlu,
Dr. Öğr. Üyesi Nursel Dinler, Dr. Çağrı Özdarendeli, Arş. Gör. Dr. Seda Çetin, Kesit Yayınları, İstanbul 2020, s. 153-159.
2019 “Türkçedeki Moğolca Söz varlığı Hakkında Türkiye’de Yapılan Çalışmalar Üzerine Genel Bir Değerlendirme ve Bunlara Bir Katkı: Tona”, Türk Moğol Dil Tarih Kültür Araştırmaları, Ed. Prof. Dr. Şaban DOĞAN, Kesit Yayınları, İstanbul 2019, s.259-270.
2019 “Sudan Arapçasındaki Türkçe Söz Varlığı Üzerine”, Umay Ana’dan Umay Hoca’ya Prof.
Dr. Umay Günay Türkeş’e Armağan, Editörler: İsmet Çetin-Bülent Gül, Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 2019, s. 439-456.
2016 “Suriye Arapçasında Yaşayan Türkçe”, Türk Kültürü, Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi,
2016/2, s.13-22.
2013 “Türk Dünyası ve Ortak İletişim Dili”, Yeni Türkiye, Kasım-Aralık 2013, Yıl 9, S. 55,
s.580-584.
2002 “Tarihi Şahsiyetler Hakkında Yaratılan Halk Bilgisi Ürünleri Üzerine Bir Durum İncelemesi: Âşık Paşa Örneği”, Milli Folklor, Yıl: 14, S.54, Yaz 2002, s.111-118.
1998 “Almancadaki Türkçe Kelimeler Üzerine”, Türk Kültürü, S. 304, Yıl: XXVI, Ağustos 1998,
s. 491-498.
2007 “Arapçaya Giren Türkçe Kelimelerin Arapça Kurallarla Çokluk Şekilleri Üzerine”, Turkish Studies, Türkoloji Araştırmaları, Vol. 2/2 Spring 2007, p. 404-409.
1997 “Darende’de Konuşulan Gizli Dil: Hazeynce”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 109, Ağustos, 1997 s. 131-165.
1995 “Fransızcadaki Türkçe Kelimeler Hakkında Notlar”, İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, C. 2, S. 2, 1995, s. 198-215.
İkincil Yayınlar
2017 “Türkçenin Başka Dillerle Olan İlişkisi: Türkçenin Arapçaya Verdikleri”, Türk Dili Konuşan Ülkeler Kurultayı”, 13-16 Kasım 2017 Ankara, Yeni Türkiye Türk Dili Özel Sayısı II,
Mart-Nisan 2018, Yıl 24, Sayı 100, s.183-191.
2017 “Suriye Arapçasında Yaşayan Türkçe”, Uluslararası Yaşayan Türkçe Bilgi Şöleni Bildirileri, Vefatının 30. Yılında Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş Hatırasına, İstanbul, 30 Mayıs-1
Haziran 2012, TDK. Yay., Ankara 2017, s.343-351.
2017 “Yemen Arapçasındaki Türkçe Kelimeler”, XII. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri, İhsan Doğramacıya Armağan, 25-28 Eylül 2017, Bükreş-Romanya. Ankara,
2017, s. 219-225.
2016 “Sudan Arapçasındaki Türkçe Söz Varlığı Üzerine”, Turkish-Sudanese Relations From
Past to Present and Opportunities For The Future, 08-11 Şubat 2016 Hartum-Sudan.
2016 “Kuveyt Arapçasındaki Türkçe Unsurlar Üzerine”, XI. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, Budapeşte-Macaristan. 26-27 Eylül 2016, İ. D. Bilkent Üniversitesi,
Ankara 2016, s.161-170.
4
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
2016 “Cezayir Arapçasındaki Türkçe Kelimeler Hakkında Yapılan Çalışmalar Üzerine Bir
Değerlendirme ve Bu Kelimelere Bazı Eklemeler”, Uluslararası Fethinin 500. Yılında Cezayir, Barbaros Hayrettin Paşa ve Osmanlı Denizciliği Sempozyumu, 1-3 Aralık 2016, Manisa.
2015 “Câmi‘atü’l-Hediyye Fi-Halli’l-Elfâzi’t-Türkiyye’deki Ortak Türkçe”, VIII. Dünya Dili
Türkçe Sempozyumu, 15-17 Ekim 2015, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi/Çanakkale.
2010 “Yûnus Emre’nin Şiirlerinde Moğolca Kaynaklı Kelimeler”, X. Uluslararası Yûnus Emre
Sevgi Bilgi Şöleni Bildirileri, 6-8 Mayıs 2010, Hazırlayan: Prof. Dr. Erdoğan Boz, Eskişehir
2011, s.569-574.
2009 “Türkçenin Arapçaya Etkileri Üzerine Bazı Tespitler”, II. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi, 9-11 Aralık 2009 Kıbrıs
[Turkish Studies,Vol.6/1, Winter 2011, p.69-73.
KÜLTÜRDİLBİLİM BAĞLAMINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
Z. Kaymaz’ın en çok yayın yaptığı alanlarından biri bu alandır. Dört yazarlı
olarak kaleme alınan “Zeki KAYMAZ, M. YARDIMCI, İ. DOĞAN, H. ŞAHİN,
Malatya Mutfak Kültürü, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, X+201 s.” adlı
eser, onun Malatya İnönü üniversitesinde çalıştığı yıllarda, bölümdeki arkadaşlarıyla birlikte yaptıkları bir yayındır. Neredeyse tüm yayınlarında Türkçenin tarihi
görünüşünü (aspektini) konu alan araştırmacının, bu çalışmada Türkçenin çağdaş
görünüşünü konu aldığı, bu açıdan söz konusu çalışmanın istisna teşkil ettiği söylenebilir. Kültürdilbilim çerçevesinde sayabileceğimiz diğer çalışmaları şunlardır:
Birincil Yayınlar
2021 Э.Н. Дүнгeнбай , Ж.К. Отаpбeкова , З. Каймаз, “Аманат Пeн Қиянат Концeптıлepı
Оппозиция Peтıндe”, Қазақ Ұлттық Қыздар Педагогикалық Университетінің
Хабаршысы, Қыздар университеті, Алматы 2021, s. 147-156.
2021 “Yunus Emre Bize Ne Söylüyor?”, Vefatının 700. Yılında Yunus Emre Hatıra Kitabı, Ed.
Prof. Dr. Yüksel TOPALOĞLU, Dr. Öğr. Üyesi Levent DOĞAN, Arş. Gör. Dr. Ayşe Nur ÖZDEMİR, Öğr. Gör. Müge ATAKAN, Trakya Üniversitesi Yayınları, Edirne 2021, s. 249-255.
2019 “Divan-ı Hikmet’te Atasözleri ve Kullanılış Özellikleri”, Turkologiya No:2, 2019, s.103115.
2016 “Eski Anadolu Türkçesi Bağlamında Yȗnus Emre’nin Eserlerindeki Atasözlerine Bir
Bakış”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S.40, Güz 2015, Ankara 2016, s.101-119.
2013 “Ali Şir Nevayi’nin Eserlerindeki Atasözleri ve Bunların Kullanılışı Üzerine Bir Değerlendirme”, Prof. Dr. Leyla Karahan Armağanı, Akçağ Yay., Ankara 2013, s. 709-718.
2013 “Ermeni Harfli Bir Türkçe Atasözleri Kitabı”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi,
C.XIII/1, (Yaz,2013), s. 173-212.
2009 “Babur’dan Günümüze Aşık Oyunundan Bir Ad: Çik”, Turkish Studies, Vol. 4/8, Fall
2009, p. 79-82.
2002 “Türklerde Sayı Sistemleri”, Türkler Ansiklopedisi, C.3, Ankara 2002, s.419-426. (Şu
kongrede sunulmuştur: “Türkçede Sayı Bildiren Kelimelerin Kullanılışı ve Sistematiği”,
IX. Millî Türkoloji Kongresi, 15-19 Eylül 1997, İstanbul.)
1997 “Kumuk Atasözleri”, Kardeş Ağızlar, S. 2, Nisan-Mayıs-Haziran 1997, s. 5-11.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
5
1994 “Garib-nâme’de Aile ve Aile İçi İlişkiler”, Türk Yurdu, C. 14, S. 87, Kasım 1994, s. 22-28.
1991 “İrsal-i Mesel ve Atasözleri”, Kırkambar”, S. 2, Yıl: 1, Ocak-Şubat 1991, s. 21-23.
İkincil Yayınlar
2022 Adem Bulut, “Et-Tuhfetü’z-Zekiyye Fi’l-Lugati’t-Türkiyye’de Deyimler”, 14. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı, 20-22 Ekim 2022, Alanya Alaattin Keykubat Ü. Yayınları, Alanya/Antalya 2022, s.1602-1609. Genel ağ: dunyadiliturkce.alanya.
edu.tr
2020 “Çağatay Türkçesi Metinlerindeki Atasözleri Varlığı”, VII. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, 24-28 Eylül 2012, II. Cilt, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2020, s. 2363-2396.
[e-kitap]
2018 “Memlȗk Kıpçak Türkçesi Eserlerindeki Atasözleri Varlığı”, XIII. Uluslararası Büyük
Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, 25-28 Eylül 2018, Varşova-Polonya, Ankara 2018, s.
495-500.
2018 “Eski Anadolu Türkçesi Metinlerinde Atasözleri Varlığı: ‘Işk-nâme Örneği”, X. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı, Ed. Prof. Dr. Ferruh Ağca-Doç.
Dr. Adem Koç, Mart 2019, Eskişehir, s. 1021-1033. Elektronik Yayın Adresi: dunyadiliturkce2018.ogu.edu.tr (17-18 Ekim 2018 Eskişehir)
2016 “Divân-ı Hikmet’te Atasözleri ve Kullanılış Özellikleri”, Hoca Ahmet Yesevi ve Günümüzdeki İzleri Uluslararası Sempozyumu, 03-04 Kasım 2016, Türkistan-Kazakistan.
2012 “Çağatay Türkçesi Metinlerindeki Atasözleri Varlığı”, VII. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, 24-28 Eylül 2012, Ankara.
2008 “Gizli Dillerin Anadolu Ağızlarıyla İlgisi Üzerine”, Türkiye Türkçesi Ağız Araştırmaları
Çalıştayı, 25-29 Mart 2008, Şanlıurfa, Ankara 2009, s.453-457.
2003 “Afyonkarahisar Atasözleri Üzerine Bir İnceleme”, VI. Afyonkarahisar Araştırmaları
Sempozyumu Bildirileri, 10-11 Ekim 2002, Afyonkarahisar 2003, s.185-206.
2001 “Kazirgi Türki Tilderinde Sandardın Koldanıluvı Jäne Jüyenelüvi”, Bilim Salasında
Halkaralık Katınastar Men Sırtkı Baylanıstı Nigaytuv Attı Gılimi Praktikalık Konferentsiyanın Enbekteri, 23-24 Mayıs Şimkent-Kazakistan, 2001, s. 143-148.
2001 “Türik Tilinde Sandı Bildiretin Sözderdin Koldanuluvı Jäne Olardın Jüyelenüvi”, Türkitanuv Meseleler: Bügüni men Bolaşagı, 15 Mayıs 2001 Almatı-Kazakistan, s. 64-69.
LEKSİKOLOJİ ALANIDAKİ ÇALIŞMALARI
Araştırmacı Türk dilinin çeşitli dönemlerine ilişkin söz varlığı (başta renk,
sayı ve ölçü birimleri olmak üzere) konularında da araştırmalar yapmıştır:
Birincil Yayınlar
2021 “Aḫı Edatı Üzerine Bir Tespit ve Bir Değerlendirme”, Hamza Zülfikar Armağanı, Türk
Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2021, s. 403-410.
2021 “Kadı Burhaneddin Divanı’nın Söz Varlığı Üzerine Bazı Tespitler”, Prof. Dr. Sadettin
Özçelik Armağanı, Ed. Prof. Dr. Erdoğan Boz, Prof. Dr. Fevzi Karademir, Gazi Kitabevi,
Ankara 2021, s.413-427.
2000 “Türkiye Türkçesi Ağızlarında Renk Bildiren Kelimelerin Kullanılışı ve Sistematiği”,
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1997, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2000,
s.251-341.
6
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
1998 “Anadolu Ağızlarında Ölçü Bildiren Kelimeler”, BİR, S. 5-10, 1998, s. 393-407.
1997 “Eski Anadolu Türkçesinde Renk Bildiren Kelimeler ve Teşkilleri”, Mehmet Önder Armağanı, Ankara 1997, s. 169-178.
1991 “Eski Anadolu Türkçesinde Sayı Adları ve Kullanılışları”, Türk Dili Araştırmaları YıllığıBelleten, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1991, s. 9-17.
İkincil Yayınlar
2017 “İbni Mühennâ Lügati ve Codex Cumanicus’taki Ortaklaşan Kelimeler”, IV. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu, Niğde 26-28 Nisan 2017, Bildiriler Kitabı,
Cilt 2, Niğde 2017, s. 419-429.
2014 “İbni mühenna lügati’ndeki kıpçakça belirtiler”, Türki Dünyesi: Ruxani Mura Jäne Bugingi Madeniyet, Xalıkaralık Simpozium Materialdarı, 30 Ekim 2014, Astana/KAZAKİSTAN s. 31-36.
2009 “Türkiye Türkçesi Ağızlarındaki “Ger” Sözü Üzerine”, II. Uluslararası Türkiye Türkçesi
Ağız Araştırmaları Çalıştayı, 21-23 Mayıs 2009 Kars.
2004 “Çağatay Türkçesindeki Oğuzca Unsurlar Üzerine”, C. Amanjolov Okuvları Attı Halkaralık Gılımi–Praktikalık Konferentsiyanın Materialdarı, Öskemen 2004, s. 204-210.
2001 “Uşak’ta Ölçü Adları”, 21. Yüzyılın Eşiğinde Uşak Sempozyumu, C. 1, İstanbul 2001, s.
79-82.
2000 “Balıkesir ve Yöresi Ağızları Sözlüğü’ne Katkılar”, II. Balıkesir Kültür Araştırmaları
Sempozyumu, 31 Mayıs-02 Haziran 2000, Balıkesir.
2000 “Afyonkarahisar Ağzındaki Ölçü Kelimeleri”, V. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, 13-14 Nisan 2000, Afyonkarahisar, s. 297-301.
METİNDİLBİLİM ALANIYLA İLİŞKİLİ ÇALIŞMALARI
Birincil Yayınlar
Türkçenin farklı tarihi dönemlerine ait eslerin okunması, onlara yönelik yeni
okuma ve anlamlandırma önerileri gibi “metindilbilim” kapsamında değerlendirebileceğimiz araştırmalar ve yayınlar, Z. Kaymaz’ın akademik yayın hayatının
merkezinde olan konulardandır. Bu satırların yazarıyla birlikte hazırlamış olduğu
“Türk Yurtlarında (Aldar) Köse, TÜRKSOY Yay., Ankara, 2022, 372 s.” isimli
kitap Aldar Köse’nin sanıldığı gibi yalnız Kazak ve Kırgız Türklerinin değil, aksine
tüm Türk halklarının ortak bir değeri olduğunu vurgulayan ve Türk halklarının
coğrafyasını kuşatacak şekilde farklı Türk lehçelerinden Aldar Köse anlatılarını
(orijinal lehçede ve Türkiye Türkçesinde tercümelerini) ihtiva eden bir çalışmadır.
Araştırmacının “metindilbilim” kapsamında sayılabilecek diğer çalışmaları şunlardır:
2021 “Tıpkıbasımının Yeniden Yayınlanması Münasebetiyle Kadı Burhaneddin Divanı’nda
Yeni Okuyuşlar”, Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, Prof. Dr. Metin Akar’a Armağan
(Cilt/Volume: 5, Sayı/Issue: 4, Aralık/December 2021, s.1633-1645.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
7
2021 “El-İdrak Haşiyesi’nin Yazarı Dîvânu Lugâti’t-Türk’ten Ne Kadar Yararlanmıştır?”,
Journal of Turkish Studies/Türklük Bilgisi Araştırmaları (Ed. Cemal Kafadar-Gönül Alpay
Tekin/Guest Ed. Irina Nevskaya-Hatice Şirin-Ferruh Ağca), Ayagka Tegimlig Bahşı: Festschrift in Honor of Marcel Erdal, Harvard University 2021, s.259-271.
2021 “Kadı Burhaneddin Divanı’ndaki Bir Gazel Üzerine”, Aydın Türklük Bilgisi Dergisi, Yıl
7, Sayı 12, Bahar/2021, s.141-150.
2014 “Bir Süryani Kilisesinde Uygur Harfleri İle Yazılmış Türkçe Bir Dua”, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3, 2014, s.157-162.
2013 “İbni Mühennâ Lügati’ndeki Bazı Kelimeler Hakkında”, Turkic Academy, Altaistics and
Turkology, İnternational Scientific-Cultural Journal for Philological, Historical and Art
Studies, Astana- Kazakstan, 3,2013, p.6-29.
2007 “Divanü Lugati’t-Türk’teki Diyaloglar Üzerine”, Kazak Til Bilimi men Türkitanuv
Mäseleleri, Kazakistan Respublikası Bilim Jäne Gılım Ministrliği A. Baytursınulı Atındağı
Til Bilimi İnstitutı, Almatı –Jiibek Jolı- 2007, s.152-154. [Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi
VIII/1, Yaz 2008, s.153-156.]
2004 “Yenisey Yazıtlarındaki Bir Kelime Üzerine”, Zeynep Korkmaz Armağanı, Ankara 2004,
s.249-252. [Habarşı, Al-Farabi Atındağı Kazak Ulttık Üniversiteti, Filologiya Seriyası, No 6
(78), Almatı 2004, s.65-66.]
İkincil Yayınlar
2019 “Bazı Tarihi Metinlerde Çift Hareke ve Harfle Yazma Geleneği Üzerine Bir Değerlendirme”, Yazılışının 950. Yılı Anısına Uluslararası Kutadgu Bilig ve Türk Dünyası Sempozyumu ( 3-5 Ekim 2019, ANKARA/TÜRKİYE) Sempozyum Bildiri Kitabı. (Ankara Hacı
Bayram Veli Üniversitesi, Web Tabanlı Elektronik Yayın), Editör: Prof. Dr. M. Fatih KİRİŞÇİOĞLU, Editör Yardımcıları: Arş. Gör. Bekir Yavuz PEKACAR, Arş. Gör. Gökçen BİLGİN
AKSOY, Arş. Gör. Bahar TÜRKYILMAZ, s. 585-592.
2019 “Kitȃbu’l-İdrȃk Örneğinde Eşseslilik ve Eşyazımlılıktan Doğan Sorunlar Üzerine”, XI.
Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi,
16-18 Ekim 2019, Samsun 2019, s. 2284-2288. Editörler: Prof. Dr. Serkan Şen,- Dr. Öğr.
Üyesi Mediha Mangır, ISBN:978-605-61301-1-3, Genel Ağ Adresi: https://dunyadiliturkce2019.omu.edu.tr
2015 “Kitabu’l-İdrak Li-Lisani’l-Etrak’e Eklemeler”, X. Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı
Bildirileri, 28 Eylül-1 Ekim 2105, Saraybosna, Ankara 2015, s.242-246.
2010 “Âşık Paşa’nın Şiirleri Üzerine”, Türkçenin Yükseliş Çağında Bursa’da Dil – Kültür ve
Edebiyat Şöleni, 4-5 Haziran 2010, Bildiriler, Bursa 2010, s.127-131.
2013 “Kutadgu Bilig’de Geçen çergüçi, çergüle- ve çiçe Sözleri Hakkında” , VI. Uluslararası
Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Bursa 04-07 Aralık 2013, II. Cilt, Editörler: Prof. Dr. Hatice ŞAHİN-Arş. Gör. İbrahim KARAHANCI, Bursa 2014, s.1599-1603.
2001 “Âşık Paşa’nın Yayımlanmamış Bir Şiiri Üzerine”, II. Âşık Paşa Bilgi Şöleni, 07-09 Haziran 2001, Kırşehir, Ed.: Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen- Yrd. Doç. Dr. Aygün Ülgen, Beşir Kitabevi, İstanbul 2008, s.145-154.
8
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
MORFOLOJİ ALANIDAKİ ÇALIŞMALARI
Araştırmacının bu alandaki sınırlı sayıdaki çalışmaları şunlardır:
Birincil Yayınlar
2013 “İbni Mühennâ’da –yUK Eki”, Yalım Kaya Bitigi Osman Fikri Sertkaya Armağanı, Editörler: Hatice Şirin User- Bülent Gül, TKAE. Yay., Ankara 2013, s.405-408
İkincil Yayınlar
2017 “-Gan + İyelik Yok/Bar Yapısı Üzerine Bazı Tespitler”, IX. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı, 02-04 Kasım 2017, İnönü Üniversitesi-Malatya. Editörler:
Doç. Dr. İlhan Erdem-Öğr. Gör. Ersin Aycan, e-kitap: dunyadiliturkce2017.inonu.edu.tr
Basım tarihi: Aralık 2018, s. 1083-1088.
2012 “-GIR Eki Hakkında”, VI. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara 2012, s. 2753-2760.
2004 “Kazak Türkçesi ve Türkiye Türkçesindeki Fiil Yapım Ekleri Üzerine Bazı Tespitler”,
C. Amanjolov Okuvları Attı Halkaralık Gılimi–Praktikalık Konferentsiyanın Materialdarı,
Öskemen 2004, s. 210-212.
FONETİK ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI
Fonetik alanı, Z. Kaymaz’ın akademik araştırmalarının merkezinde yer alan
dilbilim konularından biri olmasa da, onun “Nikolaus Poppe, Altay Dillerinin
Karşılaştırmalı Grameri, I. Kısım: Karşılaştırmalı Ses Bilgisi (Çeviren: Zeki
KAYMAZ), İstanbul, 1994, V + 295 s.” isimli kitap tercümesi, hocasının (O. N.
Tuna’nın) da hocalığını yapan bir alime gösterilen güzel bir vefa örneği dışında,
Altayistik alanının önde gelen araştırmacılarından olan N. Pope’nin baş yapıtlarından birini Türkiye Türkçesine kazandırılması açısından kıymetli bir çalışma
olmuştur. Diğer yandan bu çalışmayı, akademik hayatta, tercüme yayının önemini
gösteren örnek bir çalışma olarak da değerlendirmek mümkündür.
Araştırmacının bunun dışında fonetik alanında yaptığı bir diğer yayını da
şudur:
1996 “Bazı Eski Anadolu Türkçesi Metinlerinde K Sesinin Temsili”, III. Uluslararası Türk
Dili Kurultayı-1996, (23 - 27 Eylül 1996 Ankara), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1999,
s.659-664.
DİALEKTOLOJİ ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI
Akadamik araştırmalarının merkezinde olmasa da, araştırmacının zaman zaman eski metinlerdeki tarihi diyalektik hususlar konusunda da araştırmalar yaptığı görülmektedir. Bunlar şunlardır:
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
9
Birincil Yayınlar
2022 “Memluk Kıpçak Sözlük ve Gramerlerinde Türkmence” Dil Araştırmaları, 2022(31),
s.285-293 (Tanıtma-Tenkit).
2021 “Kitâbu’l İdrâk’te Türkmence (Oğuzca)”, Oğuz Bitig Modern ve Tarihsel Oğuzca Üzerine Araştırmalar, Ed. Kenan Azılı, İbrahim Kekevi, Hüseyin Gökçe, Bilge Kültür-Sanat Yay.,
İstanbul 2021, s.97-124.
2002 “Hoca Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerindeki Oğuz Türkçesi Unsurları”, Türk Dünyası
Araştırmaları, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna Hatıra Sayısı, S. 139, Temmuz-Ağustos 2002,
s. 155-162.
İkincil Yayınlar
2022 “Oğuznâme’nin Senglah’taki İzleri Üzerine”, “I. Uluslararası Türk Kültürü Sempozyumu
“Merkezi Asya’dan Avrupa’ya Türk Kültürü”, 3-5 Ekim 2022, Ankara.
GRAMER VE GRAMERLEŞME ALANINDAKİ ÇALIŞMALAR
Araştırmacının gramer ve gramerleşme alanına ilişkin de bazı makale ve bildirileri bulunmaktadır:
Birincil Yayınlar
1999 “Kumuk Türkçesinde İsim Hal Ekleri”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi III, İzmir
1999, s. 113-120.
1997 “Kumuklar ve Kumuk Türkçesi”, Yeni Türkiye 97/16, 1997, s. 2067-2071.
1988 “Yakut Dili”, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 1988, S. 2, s. 243-251. (Nikolaus Poppe’den Çeviri).
İkincil Yayınlar
2013 “Arapçadan Türkçeye Geçen Bazı Edatların Anlam ve Kullanılış Özellikleri”, VIII. Milletlerarası Türkoloji Kongresi, 30 Eylül-04 Ekim 2013, İstanbul, Bildiri Kitabı II, Yayına Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa ÖZKAN, Doç. Dr. Enfel DOĞAN, İstanbul 2014, s.107-115.
2007 “Çağatay Türkçesindeki İsim Hal Eklerinin Birbiri Yerine Kullanımı”, II. Uluslararası
Büyük Türk Dili Kurultayı (İhsan Doğramacı’ya Armağan), 25-30 Eylül 2007 Bişkek, Ankara 2007, s. 350-354.
2000 “Türkçede Soru Yapma Şekilleri ve Anlam Özellikleri”, IV. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II, 25-29 Eylül 2000, Çeşme-İzmir, Ankara 2007, s.1025-1048.
1995 “Kumuk Türkleri ve Kumuk Türkçesi”, I. Milli Kafkasya Sempozyumu ve Aşıklar Şöleni,
25-31 Ekim 1995, Kars.
LİTERATÜR TARİHİ VE DEĞERLENDİRMESİ ÜZERİNE YAPILAN
ÇALIŞMALAR
Araştırmacının en çok mesai harcadığı konulardan biri de, akademik hayatın
denetimi, takibi ve kalitesinin arttırılması açısından önem atfettiğimiz eski metinlerin tanıtımı, onlar üzerine yapılan yayınların eleştirel bir gözle değerlendirilmesi, vb. konulardır:
10
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Birincil Yayınlar
2016 “Oğuzname [Kazan Nüshası] Prof. Dr. Necati Demir-Yrd. Doç. Dr. Özkan Aydoğdu
(2015), Oğuzname [Kazan Nüshası] (İnceleme-Metin-Dizin-Tıpkıbasım), Kesit Yayınları, İstanbul, 590 s. ISBN:978-605-9100-47-2. Dil Araştırmaları, Bahar 2016/18:275-277.
(Tanıtma-Tenkit)
2015 “Tevârih-i Âl-i Selçuk [Selçuklu Tarihi], Bakır, Abdullah (2009), Yazıcızâde Ali,
Tevârih-i Âl-i Selçuk [Selçuklu Tarihi], Çamlıca Basım Yayın, İstanbul, LXXXVIII+988
s”., Dil Araştırmaları, Güz 2015/17, s.253-265. (Tanıtma-Tenkit)
2016 “Kitâbu’l-İdrak li-Lisâni’l-Etrâk Hakkında Bazı Notlar”, Türklük Biliminde Bir Ömür
Prof. Dr. Tofiq Hacıyev Kitabı, Editörler: Prof. Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ-Yrd. Doç. Dr.
Nazım Muradov, Akçağ Yayınları, Ankara 2016, s.323-326.
2016 “Et-Tuhfetü’z-Zekiyye Fi’l-Lûgati’t-Türkiyye Hakkinda Bazi Açıklamalar“. Türkbilig,
2016/32: 1-20. (Raghed MOHAMMAD ile)
2016 “Kitab-ı Beylik Nasıl bir Eserdi?”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED),
55, Erzurum 2016, s.149-157.
2016 “Kutadgu Bilig Araştırmaları Üzerine Bazı Düşünceler”, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, 2016/7, s. 106-109.
2010 “Dukakinzade Ahmet Bey’in Çağatay Türkçesi ile Üç Gazeli”, Türk Dili Araştırmaları
Yıllığı-Belleten 2007/1, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2010, s. 83-86.
2009 “Kutadgu Bilig Hakkında Türkiye’de Yapılan Yayınlar Üzerine Bir Deneme”, Turkish
Studies, Prof. Dr. Hamza Zülfikar Armağanı, Vol. 4/3, Spring 2009, p.1408-1422.
2005 “Sarı Uygurca Araştırmalarına Genel Bir Bakış”, Prof. Dr. Fikret Türkmen’e Armağan,
İzmir 2005, s.451-456.
1997 “Gelibolulu Mustafa Âlî, Câmi’ul-Buhûr”, Bilge 1997/Yaz 13, s.58-64 (Tanıtma - Tenkit).
1996 “Âşık Paşa’nın Elif-nâme’si”, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 2, S. 2,1996,
s. 302-332.
İkincil Yayınlar
2017 “Китаб Əл-Идрак Ли-Лисан Əл-Атрак кітабының Каир нұсқасы туралы
Ескертпелер”,Türki-Slavyan Filologiyasının Kazirgi Zamangı Maseleleri Attı Gılımi Praktikalık Simpozium, 12-15 Mamır 2017, Astana/Kazakhstan, Kazguu Universiteti, Xabarşı,
No:2 (34)/2017, Astana, s.21-25.
2014 “İbni Mühennâ Lügati Nerede Yazılmıştır?”, XI. Milli Türkoloji Kongresi Bildirileri,11-13 Kasım 2014, Cilt 1, İstanbul 2015, s.855-860.
2012 “Araplara Türkçe Öğretimi Tarihine Genel Bir Bakış: Eş-Şüzurü’z-Zehebiyye Örneği”,
5. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, 19-22 Aralık 2012, Denizli.
2012 “Bir Kına Risalesi: Terceme-i Bih Çini veya Çup Çini”, 2. Uluslararası Türk Tıp Tarihi
Kongresi, 10-13 Aralık 2012, İstanbul.
1999 “Ahmed-i Dâî’nin Bilinmeyen Bir Eseri: Cevâhirü’l Ma’ânî”, VII. Milletler Arası Türkoloji Kongresi, 8-12 Kasım 1999, İstanbul.
1987 “Varka ve Gülşah Mesnevîsi’nin Malatya’daki Bir Nüshası Üzerine”, II. Battal Gazi ve
Malatya Çevresi Halk Kültürü Sempozyumu, Tebliğler, Malatya 19-21 Ekim 1987 (Eylül
1998 İstanbul), s. 163-166.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
11
İLMİ BİYOGRAFİK ÇALIŞMALARI
Türk diline hizmet etmiş önemli bilim insanlarının ilmi biyografisine ilişkin
yaptığı çalışmalar da bulunmaktadır: Bunlar şunlardır:
Birincil Yayınlar
2017 “İbni Mühennâ Hangi Kökendendi?”. TDAY-Belleten, 2017, 65-2, s. 313-322 (G.
Doerfer’den çeviri)
2015 “Ebû Hayyân ve Etimolojileri”, Alkış Bitiği. Kemal Eraslan Armağanı (Ed. Bülent Gül),
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 2015, s.115-124.
2012 “Zeki Velidi Togan’ın Türk Diline Bakışı: Buruşask Dili - Türk Dili İlişkisi Örneği”,
Türk Moğol Araştırmaları, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy Armağanı, Ed. Bülent Gül, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 2012, s. 245-249.
2012 “Osman Nedim Tuna”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün 50. Yılına Armağan, 50
Yıl Sempozyumu Bildirileri, Hazırlayan: Bülent GÜL, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yayınları, Ankara 2012, s.37-49.
2005 “Prof. Dr. Tuncer Gülensoy ve Altayistik”, Erciyes, Yıl:28, S. 331, Temmuz 2005 s. 27.
2002 “Prof. Dr. Osman Nedim Tuna (1923-2001)”, Türk Dünyası Araştırmaları, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna Hatıra Sayısı, S. 139, Temmuz-Ağustos 2002, s.3-6.
1992 “Atsız ve Edebiyat Tarihi”, Türk Yurdu, C. 12, S. 59, Temmuz 1992, s. 26-29.
1989 “Mirza Elekber Sabir ve Hophopname’si”, Türk Kültürü, S. 313, Yıl: XXVII, Mayıs 1989,
s. 307-312
İkincil Yayınlar
2017 “Gerhard Doerfer, İbni Mühenna Hangi Kökendendi?” (Çeviren: Zeki Kaymaz), Türk
Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 2017/2, s.313-322.
2007 “Ahmet Baytursınulı’nın Eserindeki Atasözleri ve Deyimler Üzerine”, Ortak türk keçmişinden ortak türk geleceyine, V. Uluslararası Folklor Konfransının Materialları, Bakı2007, s.699-700.
2006 “İsa Yusuf Alptekin ve Yeni Uygur Türkçesi”, I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı (9-15 Nisan 2006), Çeşme-İzmir.
2006 “İsa Yusuf Alptekin ve Yeni Uygur Türkçesi”, I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı (9-15 Nisan 2006), Çeşme-İzmir.
LEKSİKOGRAFİ ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI
Başta tarihî sözükler olmak üzere Türk dilinin çeşitli dönemine ilişkin sözlüklerin okunması, onların terkibi ve içeriği gibi sözlükbilim konularında yaptığı
araştırmalar da şunlardır:
Birincil Yayınlar
2014 “İbni Mühenna Lügati’nde Kaç Kelime Var?”, Türk Kültürü, Türk Kültürü Araştırmaları
Dergisi, 2014/2, s.31-46.
2005 “Cumhuriyet Dönemindeki Sözlük Çalışmalarına Genel Bir Bakış”, Karaman DilKültür ve Sanat Dergisi, 45. Türk Dil Bayramı ve Yunus Emre’yi Anma Etkinlikleri, 1-3
Mayıs 2005, Ankara 2005, s.73-76.
12
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
İkincil Yayınlar
2021 Adem Bulut, “Bazı Memlȗk Türkçesi Sözlüklerindeki Gölge Kelimeler Üzerine”, IX.
Uluslararası Türkoloji Kongresi Bildiri Kitabı, 20-22 Ekim 2021 Türkistan, s. 463-479.
2018 “El-İdrâk Haşiyesi’nden Yeteri Kadar Yararlanabiliyor Muyuz?”, Köktürk Yazısının
Okunuşunun 125.Yılında Orhun’dan Anadolu’ya Uluslararası Türkoloji Sempozyumu, 1-7
Haziran 2018, Ulanbator-Moğolistan, Bildiriler Kitabı 2. Cilt, Ed. Doç. Dr. Şaban Doğan,
Arş. Gör. Melis Sezen Güneş, Kesit Yayınları, İstanbul 2018, s.1059-1067.
2014 “İbni Mühennâ’nın Sözlükçülük Anlayışı Hakkında Bir İnceleme: Arapça Dışındaki
Kelimelerle Düzenlenen Madde Başları Örneği”, I. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu, (18-21 Mart 2014) Bildirileri Kitabı, C.II,Yayıma Hazırlayanlar: Prof. Dr.
Abdureşit Jelil Karluk-Doç. Dr. Hikmet Koraş, Niğde 2014, s.1543-1549.
2014 “Türkçenin Öğretimi Açısından İbni Mühenna Lügati’nin Yeri”, VII. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildirileri, Fırat Üniversitesi/Elazığ,16-18 Ekim 2014, I. Cilt,
Elazığ 2015, s.241-248.
2004 “Derleme Sözlüğündeki Bazı Kelimelerin Kaynağı Hakkında”, V. Uluslararası Türk Dili
Kurultayı Bildirileri II, 20-26 Eylül 2004 Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2004,
s. 1747-1752.
ADBİLİM ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI
Araştırmacı bu alanda tek bir çalışmaya imza atmıştır:
İkincil Yayınlar
2021 “Aldar Köse Adı Hakkında”, I. Uluslararası Adbilim Sempozyumu Kitabı, Ed. Prof. Dr.
Zeki Kaymaz, Doç. Dr. İbrahim Şahin, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir 2021, s. 634-640.
Yetiştirdiği Doktora Öğrencileri:
Bir araştırmacının yaptığı ve yayınladığı araştırmaları kadar önemli olan bir
diğer etkinliği de şüphesiz ilgili bilim dalının geleceği olan genç bilim adamlarının
eğitilmesidir. Şu ana hazırlattığı ve başarıyla savunmaya çıkardığı 20 doktora ve 16
yüksek lisans teziyle Z. Kaymaz’ın bu alanda da önemli bir hizmette bulunduğu
görülmektedir. Bir kısmı artık çoktan profesörlüğünü almış olan bu araştırmacıların isimleri ve savunma yaptıkları yıllar aşağıdaki gibidir:
Cahit Başdaş (1996), Cemil Gülseren (1997), Minara Aliyeva Esen (2005),
Caner Kerimoğlu (2006), Gülsine Uzun (2007), Sevi Özışık (2007), Ekrem Ayan
(2008), Gulnar Kokybassova (2009), Erdem Uçar (2009), Selma Gülsevin (2010),
Ahmet Karaman (2011), Kuanışbek Kenzhalin (2012), Neşe Erenoğlu (2013), Kutluay Erk (2015), Fatma Ertürk (2016), Sawash Muslihedin Abdulmajeed Al-Jasimi
(2016), Raghed Mohammad (2018). Avazkhan Umarov (2022), Oğuz Kısa (2023),
Ayşe Erkal (2023).
Yetiştirdiği Yüksek Lisans Öğrencileri: Cahit Başdaş (1992), İlhan Erdem
(1996), Said Begeç (1998), Caner Kerimoğlu (2001), Kuanışbek Kenzhalın (2002),
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
13
Gulnar Kokybassova (2003), Erdem Uçar (2003), Davut Şahin (2005), Türkan Hüseynova (2011), Şima Doğan (2013), Raghed Mohammad (2013), Guzel Sabitova
(2015), Şengül Aygümüş (2018), Alisher Khalmetov (2019), Emine Neslihan Bezircioğlu (2020), Gözde Aydın (2022).
Sonuç: Bilimsel yayın sürecine 1987’de başlayan Prof. Dr. Zeki Kaymaz, geçen
36 yıllık zaman diliminde, aralıksız araştırma ve yayın faaliyetlerinde bulunmuş;
bugüne kadar 1’i tercüme 4 kitaba, 16 kitap bölümüne, 46 ulusal ve uluslararası makaleye imza atmıştır. Araştırmacının bunun dışında ulusal ve uluslararası
bilimsel toplantılarda sunulmuş ve bildiri kitaplarında yayınlanmış 57 adet de
bildirisi bulunmaktadır. Yayınların içeriği dikkate alınarak bir değerlendirme yapıldığında, araştırmacının dil ilişkileri, kültürdilbilim, literatür tarihi ve literatür
değerlendirmesi, metindilbilim konularında yoğun mesai harcadığı görülmektedir. Söz konusu yayınların her birinin belli bir sorunu çözmeye adanmış yayınlar
olduğu dikkate alındığında, 125 civarındaki bu yayın miktarının önemli bir başarı
olduğu değerlendirilebilir. Araştırmacı, yayın faaliyetleri dışında, danışmanlığını
yaptığı 16 yüksek lisans ve 20 doktora teziyle Türkolojinin yarınlarını inşa edecek
araştırmacı yetiştirme faaliyetlerine de büyük katkıda bulunmuştur.
Türkolojiyi geçimin bir aracı değil, Türklüğün namusu ve şerefi olarak gören
bir anlayıştan gelen Sayın Zeki Kaymaz için emekliliğin hukuksal bir süreç olduğunu; Allah izin verdiği sürece, akademik faaliyetlerin onun hayatının merkezinde yer alacağını söylemek mümkündür. Kendisine emek verdiği tüm öğrencileri
adına sonsuz teşekkürler sunar; sağlıklı, mutlu, yayınlarla dolu uzun bir ömür dilerim.
TÜRKOLOJİDE BİR ÖMÜR
PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ İLE SÖYLEŞİ
Arş. Gör. Şengül AYGÜMÜŞ, Ege Üniversitesi
ORCID No: 0000-0001-9993-1275
•
Sayın hocam, ilk olarak aileniz ile başlayalım. Nerede doğdunuz, hangi okullarda okudunuz, çocukluğunuzun geçtiği dönem ve yerler ile ilgili neler söylersiniz?
Doğum tarihi açısından çok net bir bilgi veremeyeceğim. Fakat resmî kayıtlarda doğum tarihim Şubat 1957 olarak geçmektedir. Annem ve babama devamlı
sorduğumda bu tarihin böyle olmadığını söylediler ama kesin bir tarih de veremediler. Annem doğum tarihimle ilgili şunu söylerdi: “Oğlum, biz Konya’dan seni
yedi günlükken Ankara’ya getirdik” yani aslen Konyalıyım fakat nüfusta doğum
yeri olarak Ankara yazılı. Doğum tarihimle ilgili olarak da güzün doğduğumu
söylerdi. Tabii, güzün dediğimiz üç aylık bir dönem. O yüzden doğum tarihimin
ayı ve günü belli değildir. Kaldı ki nüfusa da 1957 yazılmıştır fakat bu tarih de
doğru değildir çünkü ağabeyimle aynı okula gidebilmem için yaşım büyütülerek
1958’den 1957 olarak değiştirilmiştir. Bu şekilde okula başlayabilmişim.
Ailem aslen dediğim gibi Konya, Meramlıyız. Biz Meram’da ailecek Kaymazlar olarak biliniriz. Orada bizim Kaymazlar Sokağı vardır. Hâlâ da orada amca
ve teyze çocuklarım oturur. Babam devlet memuruydu; Ankara belediyesinde
çalışan, ortaokul mezunu, orta düzey bir devlet memuruydu. Annem ise ilkokul
mezunu ve ev hanımıydı. Bizi ellerinden geldiğince yetiştirmeye çalıştılar. Biz üç
kardeşiz, bir ağabeyim ve bir kız kardeşim vardı. Kız kardeşimi maalesef kaybettik.
Çocukluğumuz Ankara’da geçti. Ankara’nın Yenidoğan Semti’nde oturuyorduk. İlköğretimi Yenidoğan İlkokulu’nda, ortaokulu ise Altındağ’ın dış kapının ilerisinde
olan Çinçin Mahallesi’ndeki Çalışkanlar Ortaokulu’nda okudum. 1970-1972 yıllarında idi, tabii o zamanlar üç yıldı ortaokul. 1972-1974 yılları arasında Ankara
Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde okudum. Lise eğitimim orada geçti. 1974-1978 yılları
arasında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde lisans eğitimimi, 1978-1980 yılları arasında ise yine aynı yerde Türk Dili Kürsüsü’nde yüksek
lisansımı bitirdim.
Çocukluğuma tekrar dönecek olursak o yıllarda dediğim gibi memleketimiz
Konya, Meram olunca biz yazları muhakkak Meram’a giderdik kardeşlerimle birlikte. Orada dayı ve teyze çocukları ile birlikte geçerdi günlerimiz. O zamanlar
bağlık, bahçelikti Meram. Oralarda ağaçların içinde, hayvanlarla, ekinlerle, mey-
16
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
ve toplamakla, daha çok da oynamakla geçerdi günlerimiz. O günler gerçekten
farklıydı bizim için. Orada yaşarken hem hayatı öğreniyorsunuz hem de günlük
ihtiyaçların nasıl karşılandığını görüyorsunuz. Dedemler Konya’nın merkezinde,
şehirde yaşıyorlardı. Yazın ise Meram’a geçerlerdi. Meram’da hangi eşyayı kullanacaksak hepsini at arabasına yükleyip o şekilde geçerlerdi. Orada bizim tabirimizle
tarla tapanla uğraşılırdı. Orada hayvan olurdu: inek, keçi, koyun vesaire. Böylelikle çocukluğumuz toprakla haşir neşir geçti, diyebiliriz. Çocukluğum böyle geçti.
Tabii Ankara yılları bizim için özellikle benim için önemlidir. Dediğim gibi 7 günlükken Ankara’ya getirilmişim ve doğum yerim Ankara görülür.
•
Sayın hocam, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü seçme nedeniniz nedir?
Açıkçası bu bir yönlendirme değildi olağan bir akıştı. Çünkü lise eğitimimi
Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde Edebiyat Kolu’nda tamamladım. Doğrudan
doğruya benim bir mühendislik veya fen alanından bir alan seçme imkânım zaten
yoktu. O bakımdan ben siyasal, hukuk, tarih ve dil tercihlerinde bulundum. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili Kürsüsü tercihlerimden
dört veya beşinci sıradaydı hatırladığım kadarıyla. Sınava girdiğimde doğrudan
burayı kazandım. O günkü şartlar gereği belki de bu böyle oldu. Sevdiğim bir alan
olduğunu düşünüyordum. Bu alanlar benim uğraşmak istediğim alanlardı. Burada
bir diğer durum da şuydu: Ankara’da okumak zorundaydım. Evimizin Ankara’da
olmasının yanı sıra babam: “Oğlum, başka bir şehre giderseniz benim sizi okutma
imkânım olmaz” dediği için Ankara üniversitesini tercih ettim.
•
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki lisans yıllarınızdan bahsedebilir misiniz?
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kızılay’a yakın merkezdeydi. Ulaşımı benim için kolaydı. O zamanlar Türk Dili Kürsüsü adını taşıyordu. Sonradan bölüm adı Türk Dili ve Edebiyatı olarak değiştirildi. Genel olarak
üniversitelerde bu değişikliğe gidildi. Ben doğrudan doğruya Türk Dili Kürsüsü
mezunuyum. Fakat burada elde ettiğim kazanımlar muhakkak bizim üniversite
okumamız veya ders çalışmamızdan kaynaklı değildi. Buradaki kazanımlarımız
üniversitedeki hocalarımızdan kaynaklanıyor. O dönemki hocalarımız: Hasan
EREN, Ahmet TEMİR, Kenan AKYÜZ, Olcay ÖNERTOY, İsmail PARLATIR,
Tuncer GÜLENSOY, Zeynep KORKMAZ, ayrıca Semih TEZCAN’dı. Bu hocalarımız bizim için çok değerli. Şu an değerini daha çok anladığımız hocalarımız
kendileri. Bizler için bu hocalarımızla karşılaşmak ve onlardan ders almak şahsen
benim için her zaman övünç meselesi olmuştur. Onlardan çok şey kazandığımı,
öğrendiğimi her zaman dile getirim. Kendilerinden Allah razı olsun. Zaman içe-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
17
risinde Türk Dili ile ilgili temel bilgileri onlardan öğrendiğimi söylemem gerekir.
Böyle bir kadro ile karşı karşıya geldik ve bizim dönemizde okuyup şu an akademisyen olarak çalışan çok fazla öğretim üyesi bulunmaktadır. Bu da o dönemdeki
güçlü hocaların bize verdiği eğitim sayesindedir.
•
Akademik hayatınızda sizi en çok etkileyen hocalarınız kimlerdi? Bu
hocaların akademik hayatınızda yetişmenizde ne gibi katkıları oldu?
Şöyle söyleyeyim biz Türk Dili Kürsüsü’ne girdiğimizde. Tuncer GÜLENSOY
ve İsmail PARLATIR Hocalarımız Asistan Doktordular, onlarla daha çok arkadaşça ilişkilerimiz oldu. Onun dışında akademik olarak geriye dönük insan çok
şeyi ayıklayamıyor. Özellikle Hamza ZÜLFİKAR Hocamız da Asistan Doktordu
ama bize çok katkı sağladı. Bilemediğimiz, yapamadığımız çok şeyde bize yardımcı olurdu. Zeynep KORKMAZ Hocamızın dersleri çok verimli geçerdi. Özellikle
Orta Türkçe derslerini kendilerinden aldık. Onun kadar etkili olan bir diğer diğer hocamız da Semih TEZCAN Hocamızdı. Kendisi Eski Uygurca derslerimize
girerdi. Onun verdiği bilgiler bizim için paha biçilmezdi. Bir diğer değerli Hocamız Mustafa CANPOLAT’tı. Üzerimde etkili olan hocalarımdan biriydi. Yine
dört yıllık lisans eğitimimin sonunda o dönemde emekliliği yaklaşmak üzere olan
Rahmetli Vecihe HATİPOĞLU Hocamızla yüksek lisans tezimi tamamladım. Bu
hocalarımız, ders anlatma tarzları ve bilgileri ile bizim bu günlere gelmemizi sağlayan değerli hocalarımızdır.
•
Lisansüstü eğitime devam etmeye nasıl karar verdiniz? Sizi akademik
olarak ilerlemeye kimler teşvik etti?
Lisanstan sonra benim hayatımda farklı bir çizgi oldu. Ankara’da devlet
memuru olarak çalıştım. Üniversiteyi bitirir bitirmez öğretmenlik yaş itibarı ile
benim için biraz güç olur diye düşündüm ki Sosyal Sigortalar Kurumu’nun memuriyetine müracaat ettim ve memur olarak Ankara’da çalışmaya başladım. 1980
yılında Sosyal Sigortalar Kurumu’nun İhtiyarlık Sigortası Birimi’nde çalışmaya
başladım. Orada üç yıl kadar çalıştım, daha sonra dört ay kadar askere gidip geldim. Özellikle ihtilâl döneminden önce Türkiye çok karışıktı. Bizim gençlik yıllarımız çok sıkıntılı geçti. Öğrenci olaylarının ve anarşi hadiselerinin çok sık yaşandığı bir dönemdi o yıllar. O yüzden bizler için zordu. Ondan sonra memurluğun
benim alanımla pek bağdaşmadığını anladım. Çünkü sigortadan emekli olanlara
maaş bağlıyordum. Yüksek lisansımı da memuriyete geçmeden önce tamamlamıştım. Daha sonra öğretmenliğe geçmeye karar verdim. Çünkü edindiğimiz bilgi bir yerde işe yaramalıdır diye düşündüğüm için Milli Eğitim’e müracaat ettim
ve Batman Lisesi’ne Edebiyat Öğretmeni olarak atandım. 1982 yılında Batman
Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni olarak çalışmaya başladım ve orada çok iyi arka-
18
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
daşlarla tanıştım. Çok kaliteli bir öğretmen kadrosu vardı. Şartlar çok iyi olmasa
da öğretmenliği burada öğrendim. Çok farklı derslere girdim: edebiyat derslerinin yanı sıra sosyoloji, psikoloji derslerine dahi girdim. Bu kadar çok ve farklı
derse girmemde yüksek lisans dereceli öğretmen olmamın da bir etkisi olmuştur
muhakkak. Batman Lisesi’nde 1982-1984 yılları arasında yaklaşık iki buçuk yıl
kadar çalışmış oldum. Yine şu noktaya geldim memurlukta kendi birikiminizin
üstüne bir şey koyma imkânınız olmuyor. Öğretmenlik aslında çok güzel fakat
öğretmenlik de bir müddet sonra sizi tatmin etmemeye başlıyor çünkü belli bir
müfredat çerçevesinde ve belirli kitaplarla ilerlemeniz gerekiyor. O da bana yeterli
gelmediğinden yeni bir arayışa başladım. Arayışımın sonucunda İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin ilan ettiği Araştırma Görevlisi sınavına girdim ve bu
sınavdan başarılı oldum. Benimle birlikte başarılı olan iki kişi daha vardı. Bunlar şimdi arkadaşlarımız olan Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN ve Prof. Dr. Şerif Ali
BOZKAPLAN’dı. Oradaki bölümün kurucusu olan ve bu sınavı açıp araştırma görevlisi talebinde bulunan Osman Nedim TUNA Hocamızdı. Akademik hayatımız
böylelikle 1984’te İnönü Üniversitesi’nde başlamış oldu. Batman Lisesi’nden İnönü
Üniversitesi’ne naklen geçtim ve bu şekilde akademik hayatımız da Osman Nedim
Tuna Hocamızın yanında başlamış oldu.
•
Sayın hocam, bize doktora ve doçentlik tezleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?
O dönemde Osman Nedim TUNA Hocamız doktora programı açınca buraya başvurmamızı istedi. O zamanlar Osman Nedim TUNA Hocamızın yanında
Rahmetli Prof. Dr. Halide Dolu Hocamız vardı. Onu da rahmetle anıyorum. Doktora ders dönemi bittikten sonra tez gündeme geldi. Osman Nedim TUNA Hocamız bir metin çalışmanın daha iyi olacağını ve bizi yetiştireceğini söyledi. Ben
Garipnâme üzerinde çalıştım. Garipnâme’nin bir kısmını işledim, gramerini yazdım ve sözlüğünü hazırladım. Böylelikle bir metin çalışması olarak doktora tezimi
1989’da tamamlamış oldum. Akabinde İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk
Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’ne Yardımcı Doçent olarak atanıp bir öğretim
üyesi olarak akademik hayatımı sürdürmeye başladım. Her zaman söylerim İnönü
Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü kurucusu
olan Prof. Dr. Osman Nedim TUNA Hocamızın üzerimizde emeği çoktur. Benimle birlikte diğer arkadaşlarıma da hem yol gösterici olmuş hem tezlerimizde hem
de akademik hayatımızda bizlerin elinden tutmuş ve bizi yönlendirmiştir. Her zaman kendisini minnet ve saygı ile anıyorum. Onun dışında akademik çalışmalara
devam ettik ve sempozyumlarda, çeşitli bilimsel toplantılarda birtakım bildiriler
sunduk, yayınlar yaptık. Bizim dönemimizde doçentlik çalışması kitabı hazırlama
geleneği yoktu. Sadece doçentlik çalışması şeklinde matbu olmayan bir öneriyi de
sunabiliyordunuz. Ben orada yine bir Eski Anadolu Türkçesi metni olan Cevahirül
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
19
Ma’ani adlı bir eser üzerinde çalıştım. Bunu takdim tezi olarak sunup bununla gerekli şartları sağlamış oldum ve müracaatta bulundum. 1997 yılında Yeni Türk Dili
Bilim Dalı’nda doçent unvanını aldım. O tarihten bir yıl sonra da Ege Üniversitesi
Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’ndeki doçentlik kadrosuna müracaat ettim.
•
Akademik hayatınızda görev aldığınız üniversiteler hangileridir ve
sizde bıraktıkları izlenimleri nelerdir? Bu görevlerinizden özellikle
Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’ne gelişinizden
bahseder misiniz?
Akademik hayatımda İnönü Üniversitesi’nin yeri büyük. Orada Araştırma
Görevlisi olarak başladım ve Yrd. Doç. olarak devam ettim. Öğrenci karşısına çıkmamda, ders hazırlamamda İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi önemli bir yer
tutar bende. Özellikle belirtmek isterim Osman Nedim TUNA’nın açmış olduğu
çığırdan yetişen ve bugün pek çok üniversitede görev alan öğretim üyesi arkadaşlarımız var. O dönemde uyum içerisinde çalıştık ve bu bizim akademik hayatımızda kazandığımız en verimli unsur olmuştur. Daha sonra Doçent unvanını aldıktan sonra özellikle Türk Dünyası’yla ilgili olan bir yeri düşünmeye başlamıştım.
1998’den önce o zamanlar Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü
Müdürü Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN bir toplantı vesilesiyle Malatya’ya gelmişti.
Bana Enstitü’ye gelip gelemeyeceğimi sormuştu. Ben de ancak doçent olduktan
sonra gelebileceğimi söylemiştim. Doçent olur olmaz Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
beni aradı ve talebini yeniledi. Ben de bunun üzerine buraya müracaatımı yaptım
ve Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Lehçeleri
Anabilim Dalı’na 1998 yılında atandım. Burası benim için Türk Dünyası’na açılan bir kapı oldu. Daha önce dolaylı olarak ilgilendiğim lehçelerle karşı karşıya
geldim. Bu lehçelere ait dersler verdik, bu lehçelerin konuşulduğu yerlere gittik.
Dediğim gibi bu Enstitü’yü Türk Dünyası’na açılan bir kapı olarak gördüm, tanıdım ve bundan çok da memnun oldum. Benim de istediğim ve beklediğim bir
alandı. Ayrıca Eylül 2012- Ocak 2014 yılları arasında Türk Dünyası Araştırmaları
Enstitüsü’nde müdür yardımcılığı görevini yürüttüm. Bu görevimden akademisyenden bozma iş adamı müsveddelerini protesto için istifa ettim. Böyle de bir maceram oldu burada.
•
Türkiye’deki tarihî ve modern Türk lehçeleri çalışmalarının bugünkü
durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Karşılaştırmalı Türk lehçeleri
çalışmalarının öneminden bahseder misiniz?
Genel olarak Türk lehçeleri olarak konuyu sınırlandırmak istemiyorum. Çünkü benim burada bulunduğum Anabilim Dalı Türk Dili ve Lehçeleri’dir. Yani ben
bu duruma sadece Türk lehçeleri olarak bakmıyorum; aynı zamanda Türk dili olarak da bakıyorum. O bakımdan değerlendirdiğimizde Türk dilinin lehçe ile bir
20
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
bütün olması esastır. Ben hepsine bir bütün olarak bakıyorum, tarihî dönemleri
ile birlikte. Eğer siz Türk dili alanında bir şey yapmaya çalışıyorsanız öncelikle
tarihî dönemleri çok iyi bilmeniz gerekiyor. Çünkü hakikaten bir karşılaştırma
yapmak istiyorsanız karşılaştırma ancak tarihî dönemlerin bilinmesiyle yapılabilir.
Türkiye’de Türk lehçeleri üzerine yapılan çalışmaların iyi bir mertebeye ulaştığını düşünüyorum. Çünkü yeni bölümlerin açılması ve yeni araştırmacıların alana
katılmasıyla önceden sadece adını duyduğunuz lehçelerin direkt çalışıldığını ve
araştırmacıların bu lehçelerin konuşulduğu bölgelere gidip öğrenip ilk elden kaynaklara ulaşıp yayınlar yaptığını görüyorum. Bu çalışmaları alana katkı sağlayan
ve alanı ilerleten çalışmalar olarak değerlendirmek gerekir. Lehçeler ile uğraşmaya
başladığımda şunu fark ettim: lehçe bilmek iyi bir şey fakat bunu karşılaştırmalı
olarak yaptığınızda çok daha faydalı olur. Bu alanda da Türkiye’deki çalışmalara
bakıldığında önemli bir yol katedildi. Uzun yıllar boyu biz Ahmet Cevat EMRE’nin
1949’da yazdığı Türk Lehçelerinin Mukayeseli Grameri ve buna ek olarak da Philologiae Turcicae Fundamenta’daki lehçeleri tanıtan bölümler üzerinden lehçe çalışmalarını yapıyorduk. Tabii ki bu eserler bizim için çok değerli. Fakat bu çalışmalar
muhakkak aşılmalıydı. Şu an bunlar aşıldı, çok daha fazla çalışmalar yapıldı ve yapılıyor. Dediğim gibi bu çalışmalar yapılacaksa karşılaştırmalı çalışma temelinde
yapılmasının çok daha yol açıcı ve ufuk gösterici olacağını düşünüyorum.
•
Sayın hocam, yurt dışında Fas Mohammed V Üniversitesi’ne gidişinizin ve buradaki araştırmalarınızın akademik çalışmalarınıza olan
katkıları nelerdir?
1992 - 1994 yılları arasında iki yıl Fas Mohammed V Üniversitesi Rabat’taki
bir üniversiteye görevlendirildim. Milli Eğitim kapsamında Türkçe okutmanı olarak görevlendirildim. Bu yerin bana şu şekilde katkısı oldu: Daha önce belirttiğim
gibi gençliğim Ankara’da geçti, memuriyet hayatına burada başladım. Bu dönemde Ankara’da belli kültür merkezleri vardı. Örneğin: Libya Kültür Merkezi, Irak
Kültür Merkezi gibi. Ben orada Arapça derslerine giderdim. Temel düzeyde bir
Arapça bilgim vardı. Fakat özellikle Fas’a gitmem Arapça ile daha fazla haşır neşir olmamı sağladı. Özellikle konuşmada daha ileri bir seviyeye gelmemi sağladı.
(Orada birazcık da Fransızca ile haşır neşir oldum). Bunlar bana aslında çok fazla
şeyler kattı. Nasıl diyeceksiniz? Yayınlarıma baktığınızda bunlarla ilgili ipuçlarını
göreceksiniz. Mesela: Yemen Arapçasında Türkçe kelimeler ve Sudan Arapçasında
Türkçe Kelimeler diye bir seri yayınla özellikle Arap lehçelerine geçmiş olan Türkçe kelimeler üzerinde bayağı mesai harcadım. Tabii bunun yanı sıra Fas görülmeye
değer, tabiatıyla zengin olan ve Türkleri de çok seven bir ülke. Bende oranın çok
izi kaldı. Ailemle birlikte gittim. Ülkeyi çok güzel gezdik. Dostlarımız oldu. Unutamayacağım hatıraları kalan bir dönemdir Fas maceramız.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
•
21
Akademik hayatınızda ilgi duyduğunuz konulardan ve nedenlerinden
bahsedebilir misiniz? Çalışmayı isteyip de çalışmadığınız konular var
mıdır?
Şimdi tabii bu aslında zor bir soru. Neden derseniz, yani siz de biliyorsunuz.
Türklük bilimi, yani Türkoloji dediğimiz alan derya deniz. Yani bunun içinde tarih
var, coğrafya var, folklor var, etnografya var, diller var. Değil mi? Öyle olunca bir
Türkoloğun yani bir Türklük araştırmacısının aklına pek çok şey geliyor. Çalışabileceği o kadar çok alan var ki. Bu alanlardan beni en çok alakadar edenler daha çok
Türkçenin başka dillerle ilişkisi üzerine oldu. Çalışmalarım o alanda yoğunlaştı
diyebilirim. Yine aynı şekilde tarihî dönemler de benim için ilgi çekici olmuştur.
Çünkü Eski Anadolu metinlerini okuyarak akademik hayata başladığım için gerek
Orta Türkçe dönemi olsun, gerek Eski Anadolu, gerekse Çağatay vesaire Türkçenin diğer alanları benim için hep ilgi alanı oldu. Fakat Türkolojiyle ilgili başka
dilleri de bilip o alanda çalışmayı isterdim. Mesela Japonca bilip Japoncayı iyi bir
şekilde öğrenip bu alanda da bir şeyler yapmayı arzu ederdim. Bunu hep düşünmüşümdür ama tabii bu mümkün olmadı. Bunun gibi başka çalışmak istediğim
alanlar da muhakkak olmuştur.
•
TDK Bilim Kurulu Üyesi olarak hangi çalışmalarda yer aldınız?
2018 yılı itibarıyla Türk Dil Kurumu Bilim Kurulu’na seçildim. Bu noktada
bizi Bilim Kurulu’na seçen Türk Dil Kurumu’nun değerli yöneticilerine ben teşekkürlerimi arz ediyorum. Burada birkaç çalışma alanında bulundum. Bunlardan
kısaca bahsedeyim. Birincisi özellikle Etimolojik Sözlük Komisyonu’nda görev
yaptım ve orada bu komisyonun yürütücülerinden biri olarak çalıştım. Ayrıca
Çağdaş Türk Yazı Dilleri Bilim ve Uygulama Kolu’nda kol faaliyeti olarak ayrıca
söylüyorum. Burada faal olarak çalıştım. Özellikle konuşma kılavuzları hazırlanmış ve Çağdaş Türk Lehçeleri şairlerinin şiirlerinden seçkiler yapılmıştı. Bu kolda
çalışarak bu alanda bazı yayınlar hazırladık. Onun dışında Yazıt Bilimi, Bilim ve
Uygulama Kolu’nda görev aldım ama burada pek bir faaliyetim olmadı. Ayrıca
yine Türk Dil Kurumu üyeliğim esnasında Türk Dil Kurumu’nun dergilerinde de
görev yaptım. Türk Dil Kurumu’nun Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi’nin
Yazı Kurulu’nda bulundum. Geçen yıl itibarıyla da o kuruldan ayrılıp Türk Dili
Araştırma Yıllığı Belleten’in Yazı Kurulu’nda görev yapmaya başladım.
•
Türk dilinin bugünkü durumu hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Yani tabii genel bir soru bu. Türk dilinin durumuyla ilgili olarak bakıldığında
söz edilecek bazı noktalar var. Türk diliyle uğraşan bir insan olarak şunu söyleyebilirim. Türk dilinin geleceği parlak. Çünkü Türk Dünyası’nın durumu ortada.
Yani geleceğin en önemli dillerinden biri olmaya aday Türkçe. Çünkü biliyorsunuz
22
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
arkasında büyük bir Türk Dünyası coğrafyası var ve onların her biri Türk diliyle
uğraşıyorlar. Türk dilini gündeme getirmeye çalışıyorlar. Türk dilini önceliyorlar.
Bu bakımdan Türk dilinin bundan sonra daha fazla serpileceğini, büyüyeceğini,
üzerindeki çalışmaların çok daha geniş alana yayılacağını düşünüyorum. Türkçenin özellikle Türkiye Türkçesinin içinde bulunduğu durumla ilgili muhakkak
birtakım çekincelerimiz var. Dilin kullanımı, dilin üzerinde yapılan çalışmaların
niteliği hakkında ama bunlar daha çok akademik meseleler.
•
Türk Dili ve Lehçeleri alanına ilgi duyan genç bilim adamlarına tavsiyeleriniz var mı?
Türk Dili ve lehçeleri olarak baktığımızda bunu bir önceki sorunuzla bağdaştırabiliriz. Bizim Türkolojiye yani Türklük bilimine başladığımız yıllarda özellikle
Orta Asya’ya gitmek, Sovyet coğrafyasını görmek mümkün değildi. Bu bakımdan
baktığımızda genç araştırmacıların önünde büyük bir imkân var. Anlıyorum şu an
belki maddi problemlerden dolayı gitmek zorlaşsa bile imkân bulunduğu takdirde
orası bu alanda çalışacaklara büyük bir imkân, kaynak sağlar diye düşünüyorum.
Ayrıca dediğim gibi Türkoloji sadece Türk dili değil, Türk dilinin yayıldığı bütün
bir coğrafya. Bu aynı zamanda tarih demektir, coğrafya bilgisi, kültür demektir. Bu
bakımdan bakıldığında araştırmacılar sadece dil değil de dille birlikte kültür, folklor ve tarihi de kapsayan araştırmalar yapabilirlerse eğer çok daha faydalı çalışmaların doğacağını düşünüyorum. Hatta bu şekilde kapsayıcı çalışmalar yapmalarını
tavsiye ediyorum.
•
Hocam hayatınızdaki dönüm noktalarından biri de şüphesiz evliliğinizdir. Nasıl bir hikâyesi var? Çocuklarınızın doğumu, torun sahibi olmanız. Bunların hayatınıza etkilerinden bahseder misiniz?
Tabii hayatın yani getirdiği güzellikler kadar insanın hayatında muhakkak sıkıntı çektiği, acı duyduğu anlar da olabilir. Fakat özellikle evlilik, çocuklar hayatın
belki de bambaşka bir yönü ve insan orada kendini buluyor. Ben şöyle anlatayım:
Eşim Nejla KAYMAZ’la evlenme hikâyem çok ilginç bir hikâye değil. Aslında tamamen ailelerimizin uygun görmesiyle yapılan bir evliliktir. Ben Batman’dayken
eşim de Siirt Kız Meslek Lisesi’nde öğretmendi. O yüzden bizim nişanlılık dönemimiz Batman, Siirt dönemlerine denk geldi. Ben Batman’daydım o da dediğim
gibi Siirt’te Kız Meslek Lisesi’nde Ev Ekonomisi Beslenme Öğretmeniydi. Orada
geçen bir nişanlılık döneminden sonra Ankara’da 25 Nisan 1984 Çarşamba günü
nikâhımız kıyıldı. 1984 yılının 29 Eylülü’nde de Ankara’da düğünümüz yapıldı ve
akabinde de Malatya’ya geçtik ve orada evli olarak hayatımıza devam ettik. Çocuklarım, iki oğlum var; onların doğum yeri Malatya’dır. Yani onlar kendilerini
Malatyalı olarak görürler. Malatya’nın bizim hayatımızda hakikaten önemli yeri
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
23
vardı. Çok güzel dostluklarımız olmuştur. O yüzden sık sık Malatya’dan bahsederiz. O yüzden olsa gerek ki etrafımızdaki pek çok insan “Hocam siz Malatyalı mısınız” diye sorarlar. “Hayır, aslen biz Konyalıyız” derim. Onlar da “Biz sizi
Malatyalı olarak biliyorduk” derler. Böyle bir hoş durumu da vardır bizde. Eşim
Nejla KAYMAZ ile evliliğimizden iki oğlumuz oldu: Yunus KAYMAZ ve Burak
KAYMAZ. Yunus KAYMAZ 1986 doğumlu, Burak KAYMAZ 1991 doğumludur.
Büyük oğlum evli ve ondan iki torunum var. Rengin Ece ve Peyker Eda adında iki
kız torunum var. Tabii ki onların sevgileri bambaşka benim için. Hani tarif edilemez derler ya öyle bir şey işte.
•
Hocam sizin sanat müziği ile yakından ilgilendiğinizi biliyoruz. Hobileriniz neler? Sevdiğiniz filmler, şarkılar, sanatçılar hakkında bilgi
verebilir misiniz?
Kısaca anlatayım. Aslında bir müzik aleti vesaire çalmayı çok isteyen bir insanım ama buna bir türlü fırsat olmadı. Özellikle İzmir’e geldikten sonra konservatuvardaki arkadaşlardan bu konuda yardım gördüm ve öğretim üyeliğine devam
ederken konservatuvardaki Türk Sanat Musikisi Korosu’na katıldım. Bu aslında
amatörceydi. Üç dört yıl kadar sürdü. Şu an gidemiyorum imkânsızlıklardan dolayı veya belki de zaman bulamıyoruz, öyle diyelim. Bu koro çalışmaları esnasında da iki konsere katıldım. Koro şefimiz Halil İbrahim Bey’di. Burada kendisini
şimdi sevgiyle anıyorum. Tabii oranın havası bambaşkaydı. Sanatla uğraşmak
insana başka bir haz veriyor. Ben Türk halk müziğini de seviyorum ama Türk sanat müziği benim için biraz daha öncelikli. Koro çalışması şeklinde biz bunları
yürüttük ama dediğim gibi konserler de verdik. Özellikle bazı makamlar benim
dikkatimi çekiyor veya seviyorum diyebilirim. Bir de şöyle bir şey var, şarkı söylerken sizin sesiniz her türlü şarkıya gitmiyor. Bu da burada öğrendiğim bir şeydi.
Bu makamlar içerisinden özellikle segâh makamındaki şarkılar benim daha çok
hoşuma gidiyor. Yani eğer koro çalışmaları esnasında segâh makamında şarkılar
çok olursa ben daha çok seviniyorum ve daha başarılı oluyorum öyle söyleyeyim.
Ondan sonra segâhın dışında biraz hicaz şarkılar, biraz da nihavend makamında
olan şarkılar tercih ettiklerimdi. Benim için bu çalışmalar dediğim gibi hayatımda
güzel bir renk oldu diyebilirim. Halil İbrahim Yüksel oradaki öğretim görevlisi
arkadaşımız. Onun da sesi hakikaten çok güzel. Kendisi tambur ustası, onu da bu
vesileyle sevgi ile anmış olalım. Tekrar teşekkür ederim.
24
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
•
Akademiden sonraki hayatınızda planlarınız nelerdir, bize biraz bahseder misiniz?
Şimdi bu tabii kolay bir soru değil. Öncelikle Allah’tan sağlık dilemek lazım.
İnşallah sağlık olduğu sürece önceliğimiz muhakkak Türk dili. Yani biz dilin hatta
Hasan EREN Hocanın diliyle Türkçenin erleriyiz. Türk dili ile ilgili çalışmalarımızı sürdüreceğimi düşünüyorum ama şu an şunu yapabilirim, şunu planlıyorum
diye bir şey söyleyemeyeceğim. Kısmet diyelim.
•
Sayın hocam, değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Şu an için eklemek istediğim bir şey yok. Teşekkür ediyorum sizlere katkılarınız için.
HATIRALAR
PAYLAŞILAMAYAN DERS
Cahit BAŞDAŞ, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-8555-6096
Yıl 1996, Malatya. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümündeki ilk yılımdı. Kurallara bağlılığı ve disiplini nedeniyle öğrenciler tarafından “Bürokrat Hoca” olarak değerlendirilen Zeki Kaymaz, Bölüm Başkanıydı.
Bir gün Bölüm Kurulu, Zeki Hoca başkanlığında toplandı. Ben de öğretim görevlisi olarak kurula katıldım. Kısa bir takdim ve değerlendirmeden sonra gündem
maddelerinin görüşülmesine başlandı. Gündemin birinci maddesi ders dağılımı
idi. Derslerin çoğu uzmanlık alanlarına göre sorunsuz dağıtıldı. Bana da Türkiye
Türkçesi ve Medeniyet Tarihi dersleri teklif edildi. Kurul üyelerinin bir bölümü,
Medeniyet Tarihi dersinin bana verilmesine itiraz etti. Aynı zamanda danışmanım
olan Zeki Hoca, öğretmenlik tecrübem olduğu için bu dersi verebileceğimi ve iyi
yetişmek için bu tür farklı derslere girmek gerektiğini belirterek kibarca kurulu sakinleştirmeye çalıştı. Türkiye Türkçesi, bildiğim bir dersti ancak Medeniyet Tarihi
dersinin içeriği ve kapsamı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ayrıca tezimi bitirmek
üzere olduğum için alanım dışında herhangi bir derse girmek istemiyordum. Ancak Hocama olan saygımdan dolayı teklifi kabul ettim. Bu arada genç bir arkadaşımız söz alarak şöyle dedi:
– Hocam, amacınız öğrenci yetiştirmek mi yoksa hoca yetiştirmek mi?
Zeki Hoca:
– Arkadaşım, hoca yetiştirmezsek nasıl öğrenci yetiştireceğiz? Hoca da yetiştireceğiz, öğrenci de, diye cevap verdi.
İsteksizliğime ve itirazlara rağmen teklif kabul edildi. Toplantı biter bitmez
Medeniyet Tarihi dersinin içeriğini araştırmaya başladım. Dersin kapsamını öğrendikten sonra ulaşabildiğim kaynaklardan yararlanarak iyi bir hazırlık yaptım.
Dersler başlayıncaya kadar zamanımın çoğunu Medeniyet Tarihi araştırmalarına
ayırdım. Dersler başladı, eğitim öğretim sorunsuz devam ediyordu. Bir gün Hoca
beni odasına çağırdı, gittim. Canı sıkkındı. Kendisinden beklemediğim sert bir
tonda:
– Cahit Bey, siz sınıfta ders dışı konularda konuşuyormuşsunuz. Derste üzerinize vazife olmayan konularda konuşmayın, dersinizi anlatın, çıkın, dedi. Türkiye
Türkçesi dersinde bunları anlattığımı düşünen Hoca, “Tarih Bölüm Başkanı sizin
28
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
ders esnasında Türklerin İslamiyet’ten önceki inançları ve yaşam biçimleri hakkında konuştuğunuzu söylüyor. Bizim işimiz gramerdir, dil bilgisidir” dedi. Ben
de bunların Medeniyet Tarihi’nin konuları olduğunu ve ders kapsamında anlattığımı söyledim. Ayrıca derste anlattıklarımı kendisinin sorgulayabileceğini ancak
başka bölümden birinin bana hesap soramayacağını ifade ettim. Bunun üzerine
Hoca, bu tarihçinin her işe burnunu soktuğunu, onu dikkate almadan işimize bildiğimiz gibi devam etmemiz gerektiğini söyleyerek tavsiyelerde bulundu. Ben de
dersime kaldığım yerden devam ettim.
Sonradan öğrendiğime göre Halk Edebiyatı alanında çalışan arkadaşlar ve
tarihçiler, Medeniyet Tarihi’nin kendi uzmanlık alanları olduğunu, bu nedenle
dersin kendileri tarafından verilmesi gerektiğini iddia ediyorlarmış. Zeki Hoca,
paylaşılamayan bu dersi bana vererek sorunu çözmek istemişti. Bir de hoca / öğrenci yetiştirmek... İkisi de gerçekleşti.
ZEKİ KAYMAZ… AĞIR ABİ…
Şerif Ali BOZKAPLAN, Dokuz Eylül Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-3375-4293
7 Eylül 1983 tarihinde İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü için açılmış olan “araştırma görevliliği” sınavının
kontenjanı, 5 kişi Türk edebiyatı, 5 kişi Türk dili olmak üzere toplam 10 kişiydi.
O sınavı, 3 aday kazanmıştı. Bunlardan biri de Zeki Kaymaz idi. Diğer iki kazanan 25 Ekim 1983 tarihinde araştırma görevliliğine başladı. Zeki Kaymaz ise
Anadolu’nun doğusunda bir lisede öğretmenlik yaptığı için ancak 1984 yılının yaz
aylarında göreve başlayabilmişti. Sanırım Hocamız hatta yegâne hocamız yaz tatili için ailesinin yanına ABD’ye gitmişti. Diğer araştırma görevlisi arkadaşımız
Gürer Gülsevin de askerlik hizmeti için görevinden ayrılmıştı. Netice olarak Zeki
Bey’i bölümde mecburen bendeniz karşılamıştım. Kibar, nazik bir beyefendi idi.
Yazın iki kişilik bölümde teşrik-i mesai eyledik. Uyumlu bir arkadaş idi. Nihayet
1984-85 eğitim ve öğretim yılında lisansın 1. sınıfına öğrenci aldık. Hocamız da
ABD’den dönmüştü. Zeki Bey ile ben lisans 1. Sınıf derslerine girip en arka sıraya
otururduk. Hocamızın dilbilgisi ve diğer derslerini dinlerdik. Ara sıra öğrencilere sorular soran Hocamız onlar soruları bilemeyince bize de sorardı. Siz söyler
misiniz Şerif Ali bey? Derdi. Ben “bilmiyorum Hocam” deyince, “Siz söyler misiniz Zeki Bey” diye sorardı. Zeki Bey de bazen bilemezdi sorulanı. Sorulardan da
anladığınız üzere fevkalade kibar hocaydı Osman Nedim Tuna. Zeki Bey, yüksek
lisansını DTCF’de tamamladığı için hem yaşça hem de bilgi bakımından bizlerden
ileriydi. Bizlere bir nevi ağabeylik yapardı. Yüksek lisans derslerini tek başıma tamamladığım için bendenize çokça rehberlik etmiştir.
Osman Nedim Bey’in imtihanları uzun soluklu olduğu için öğleden önce
başlayan imtihan öğlen yemeğinden sonraya sarkabiliyordu. Bu durumda sınavı
olduğu gibi bırakıp üç kişi, Hocamız, bendeniz ve Zeki Bey, Lokanta lokantası’na
öğlen yemeğine giderdik. Yeri gelmişken söyleyeyim. Zeki Bey’in gayet güzel sofra
adabı vardır. Yani yemeğini ressamın resim yaparkenki tavırları gibi her davranışı
estetik dolu bir eda ile yer. Çoğu kez yemekte Onu seyrederken bulurdum kendimi. Zeki Bey’in ağır başlı, sakin, kendinden emin, kurallara uygun vaziyette ve
sünnete de riayet ederek yemek yemesinde eşi hanımefendinin etkisi büyüktür,
zannederim.
30
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Bizlerden birimiz hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde muhakkak diğer
iki kişiden de söz açmak gerekiyor. Yani Zeki Bey’den bahsederken bendeniz ve
Gürer Bey’den de söz etmeden olmuyor. Çünkü bizler, araştırma görevliliği ile başlayan akademik hayatımızı bir süre adeta birlikte yaşadık. Aynı günlerde doktoraya
başladık. Aynı gün– 1989 yılının Temmuz ayında – yardımcı doçentliğe atandık.
Aynı günde idarî görevlere başladık: Gürer Bey, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Böl. başkan yardımcılığına, Zeki Bey Türk Dili Anabilim Dalı başkanlığına ve
bendeniz de Rektörlüğe bağlı Türk Dili Bölüm başkanlığına… İkinci vatandan ilk
ayrılan Gürer Bey oldu. İkinci olarak bendeniz, son olarak da sanırım 1997’de Zeki
Bey. Kaderin cilvesi olarak üçümüz de İzmir’de tekrar bir araya geldik.
Zeki bey, hayat disiplini olan biridir. Kibar bir beyefendidir de. “siz” hitabını
çoklukla elden bırakmaz. Belki de hocası Prof. Dr. Osman Nedim beyden mülhemdir. Herkese elinden gelen yardımı ederdi. Eğitim ve öğretim faaliyetlerinde
bölümümüzün Hocamızdan sonra en tecrübelisiydi. Yaş itibarıyla da bizlerin ağabeyi olduğu için gerek eğitim ve öğretim gerekse idari konularda bizlerin yardımcısıydı Zeki bey. Öğretmeyi severdi, öğrenmeyi de. İçinden çıkamadığım(ız) konularda imdadım(ız)a hemen yetişirdi. Sessiz ve sakindi. Adeta Konyalı bir derviş
sabrı ve sükûnetine sahipti.
1984 yılının yaz aylarında başlayan gerek meslekî gerekse şahsî arkadaşlık ve
dostluğumuz, neredeyse kırk yıldır hiç kesintiye uğramadan devam etmiştir. Kendi adıma bu arkadaşlık ve dostluktan çok memnun kaldım. Daha nice yıllar bu
güçlü bağın artarak devam etmesini isterim. Zeki bey ağabeyime hayatının bundan sonraki kısmında da sağlık, huzur ve afiyetler dilerim.
İŞIQLI BİR ALİM ÖMRÜNÜN TARİXÇƏSİ
ZEKİ KAYMAZ
Doç. Dr. Galibe Hacıyeva, Nahçıvan Devlet Üniversitesi
ORCID No: 0000-0001-2345-6789
Bu gün tanınmış böyük Türk ziyalıları arasında yer almaq, elmin daşlı-kəssəkli
yollarında onlarla birgə addımlamaq şərəfinə nail olmaq mənim taleyimin uğurlu
qismətidir. Qədim Hunlardan başlayaraq, tarixdə böyük iz qoymuş Səfəvi və Osmanlı Türk dövlətləri yarandığı gündən, dünyada Türkün güclü səsi sadəcə hərb
savaşlarında deyil, həm də Türkün fəth etdiyi ıssız torpaqlara gətirdiyi barışla
birgə, dünyanın hər guşəsində yaratmış olduğu böyük elm, ürfan və mədəniyyət
də dünyanı heyrətləndirib lərzəyə saldı.
Bu gün qədim Türk tarixini yaşadan, Türk milli kimliyinin vətəndaşlıq pasportu sayılan Orxon-Yenisey kitabələri, “Oğuznamə”lər, “Kitabi Dədə Qorqud”,
“Gilqamış”, “İqor polku” adı ilə ruslaşdırılmış qədim Türk dastanı “Uğur dastanı” kimi anadilli folklorumuzun digər saysız ədəbi sənət nümunələri olan atalar
sözləri, əmək nəğmələri, halovarlar, bayatı və ağılar, gənclərimizin milli-mənəvi
dəyərlərini hələ beşikdə ikən körpələrimizin qulağına şirin dadlı bir səsələ fısıldayan laylalar, nağıllar, əfsanələr və dastanlarımızı gənc nəslə çatdırmaqla, Türk
dilini və ədəbiyyatını sevdirən fədakar alimlərimiz Türk dilinin və mədəniyyətini
dünya irticasından qoruyan və xilas edən bir günəş kimi qaranlıqları yarıb dünyanı aydınlatan ən böyük işıq, nur savaşçıları və dünyanı qanlı savaşlardan qoruyan
barış elçiləridir.
Qədim Türk dilinin qaranlıqlarında gizlənmiş tarixi inciləri böyük bir
zəhmətlə gün işığına çıxaran belə elm fədailərimizdən biri də Ege Universiteti
Türk Dünyası Araşdırmaları İnstitutu Türk dili və ləhcələri bölməsinın professoru
Zeki Kaymazdır.
Ömrünü Türk dilinin tarixi mənbələri üzərində tədqiqatlara həsr etmiş
Zeki Kaymaz bir elm fədaisi kimi yorulmadan bu günə qədər “Divân-ı Hikmet’te
Atasözleri ve Kullanılış Özellikleri”, “Et-Tuhfetü’z-Zekiyye Fi’l-Lugati’-t Türkiyye
Hakkında Bazı Açıklamalar”, “ Eski Anadolu Türkçesi Bağlamında Ynus Emrenin
Eserlerindeki Atasözlerine Bir Bakış”, “Kutadgu Bilig Araştırmaları Üzerine Bazı
Düşünceler”, “Suriye Arapçasında Yaşayan Türkçe”, “Kitabı Beylik Nasıl Bir Eserdi”,
“Tevârihi Âli Selçuk Selçuklu Tarihi Bakır Abdullah”, “Türkiye Türkçesi Ağızlarında
Renk Bildiren Kelimelerin Kullanılışı ve Sistematiği”, “Hoca Ahmet Yesevinin Hikmetlerindeki Oğuz Türkçesi Unsurları”, “Türklük Biliminde Bir Ömür Prof. Dr.Tofiq
32
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Hacıyev Kitabı”, “Türk Moğol Araştırmaları Prof.Dr.Tuncer Gülensoy Armağanı”,
“Türkçenin Çağdaş Sorunları”,“Türkiye’deki Gizli Diller Üzerine Bir Araştırma”,
“Türkçenin Başka Dillerle Olan İlişkisi: Türkçenin Arapçaya Verdikleri”, “Bazı Tarihi Metinlerde Çift Hareke ve Harfle Yazma Geleneği Üzerine Bir Değerlendirme”,
“Yemen Arapçasındaki Türkçe Kelimeler”, “İbni Mühenna Lügati ve Codex Cumanicus’taki Ortaklaşan Kelimeler”, “Suriye Arapçasında Yaşayan Türkçe”, “Cezayir
Arapçasındaki Türkçe Kelimeler Hakkında Yapılan Çalışmalar Üzerine Bir Değerlendirme ve Bu Kelimelere Bazı Eklemeler”, “Kuveyt Arapçasındaki Türkçe Unsurlar
Üzerine”, “Sudan Arapçasındaki Türkçe Söz Varlığı Üzerine” kimi çoxsaylı dəyərli
elmi tədqiqatları ilə ümumtürkoloji dilçilik tarixində öz imzasını qoymuşdur.
Bu araşdırmalar sırasında yer alan “Türkiye’deki Gizli Diller Üzerine Bir Araştırma” (2003) adlı kitabı isə onun elmi yaradıcılığında müstəsna yeri olan maraqlı
tədqiqatlardan biridir.
Fədakar alim kimi ədəbiyyatımızı, tariximizi, xalq yaradıcılığımızı bir dilçi kimi araşdırmaqdan usanmayan bu fədakar alim milli mədəni sərvətimizin
tarixi baxımdan öyrənilməsi yolunda bu gün də əlindən gələni əsirgəmir. Zeki
Kaymazın dilimizi, milli mədəniyyətimizin müxtəlif sahələrini, ədəbi dilimizin
tarixi qatlarını ehtiva edən araşdırmalarının, xüsusilə son illərdə Türkiyədə bu
günə qədər bir qədər kölgədə qalmış onomastikanın inkişafı üçün fədakarcasına
göstərdiyi fəaliyyəti xüsusi olaraq qeyd etmək lazımdır.
Prof. Zeki Kaymazın elmi-pedaqoji fəaliyyəti və yaradıcılığı onun bilikli bir alim olmaqla bərabər, həm də onun insani duyğularının, yüksək mənəvi
keyfiyyətlərinin də göstəricisi kimi meydana çıxır. Zeki Kaymazı 2006-cı illərdən,
İzmirdə keçirilən I Türkoloji Qurultaydan tanıyıram. Əlbəttə, kiçik bir yazı ilə
böyük bir alimin keçdiyi böyük, keçməkeşli yolu təhlil etmək, hər hansı bir elmi
dəyərləndirmə aparmaq çox çətindir. Lakin Zeki Kaymazın Türkiyə dilçiliyində
böyük xidmətlərinin bir qismi haqqında düşüncələrimi oxucularımızla bölüşmək
məndə böyük iftixar hissi oyadır.
Zeki Kaymaz sadəcə elmi yaradıcılıqla məşğul olmur, o həm də elmimizin
inkişafında mühüm rol oynayacaq gənc alimlərin yetişdirilməsində də yaxından
iştirak edir. Elmi rəhbər kimi yetişdirdiyi bir çox gənc alimlər Türkiyə dilçiliyində
Zeki Kaymaz adlı yeni bir məktəbin əsasını qoymuş oldu. Gördüyüm və şahidi
olduğum məqamlar, Zeki Kaymazın gənclərə, öyrəncilərə təmənnasız sevgisi,
xeyirxah münasibəti onun haqqında çox mətləbləri söyləməyə imkan verir. Zeki
Kaymaz həm də təbiəti sevən, ona cani-könüldən aşiq olan bir insandır. Təbiətlə
iç-içə yaşamaq, ağacların, güllərin nəfəsini duymaq, hər sabah təbiətə, günəşə salam vermək Zeki Kaymazın yüksək insani dəyərinin göstəricisidir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
33
Zeki Kaymaz həm də qayğıkeş bir insandır. Bu dəyərli alim elmin bütün
sirlərini dərinliklərində hifz edən bir okean kimi sakit, təmkinli duruşu, səbri
ilə bu günkü gəncliyə bir örnəkdir. Onun adını eşidəndə insanın üzündə bir
təbəssüm, ruhunda qəribə bir rahatlıq yaranır, elmin qaranlıq yollarında addımlamaq istədiyimizdə o sakit, təmkinli duruşu ilə bizə qaranlıq görünən bu yolda
aydın düşüncələri ilə bir çıraq kimi yanır, elmin çətin sınaqlarından çıxmaq üçün
səbirli və cəsarətli olmağı öyrədir.
Zeki Kaymaz həm də Türk dünyasını özündə birləşdirən bir elm ocağıdır. Zaman-zaman düşmənlərimizin əli ilə Quzey və Güney Azərbaycan, Türkiyə, Tatarıstan, Qazaxstan, Qırğızıstan kimi müxtəlif etnik və ya coğrafi adlarla parçalanmış
böyük Türk uluslarından gəlib Zeki Kaymazın elm ocağının çevrəsinə toplanan
öyrəncilər bu müqəddəs elm ocağının ətrafında TURAN adlı birliyimizə gedən
yollarımızı aydınlatan Türk-Turan birliyinin simvollarına çevrilmişlər. Zeki Kaymazın gənc kadr kimi yetişdirdiyi M.Əliyeva, T.Hüseynova, S.Gülsevin, E.Ayan,
S.Muslihedin, F.Ertürk, K.Erk, G.Sabitova, N.Erenoğlu, S.Ersöz, R.Mohammad,
Ş.Doğan, K.Kenzhalin, A.Karaman, E.Uçar, G.Kokybassova, S.Özişık,
C.Kerimoğlu, G.Uzun, İ.Erdem, C.Gülseren, C.Başdaş kimi gənc alimlərin bir
çoxu artıq türkoloji dilçilik tarixində öz sözünü qətiyyətlə deyən alimlər sırasına daxil olmuşdur. Bu alimlərin sırasında Minarə Əliyeva, Selma Gülsevin, Cahit
Başdaşın adını xüsusi olaraq qeyd etmək istərdim. Bu gənc alimlərin hər biri Zeki
Kaymazın rəhbərliyi və tövsiyələri sayəsində öz orjinal tədqiqatları ilə Türkiyə
dilçiliyində gənc alim kimi öz imzasını qoyaraq, böyük elmi nüfuz qazanmışlar.
Zeki Kaymazın elm və irfan dünyasını yaxından tanımaq, Türk tarixinin və
mədəniyyətinin açılmamış sirlərinə vaqif olmaq üçün Zeki Kaymazın öyrəncisi
deyil, səmimi dostu, məsləkdaşı da olmaq yetərlidir. Uzun illər Zeki Kaymaz Hocamla sempozyumlarda bir arada olmaq, onunla elmi mübahisələrə qatılmaq sonradan elmi əlaqələrimizi daha da möhkəmləndirdi. Bu əlaqə bizim elmi yaradıcılığımıza da öz güclü təsirini göstərmiş oldu.
Bir zamanlar tədqiqatlarımla əlaqədar olaraq Güney Azərbaycanda topladığım və əldə etdiyim materiallar arasında qədim dövrün lüğətləri də ayrıca yer
alırdı. Bu qəymətli mənbələr sırasında xüsusi həssaslıqla yanaşdığım tarixi leksikoqrafik əsərlərdən biri də XVIII əsrdə Mirzə Mehdi Nizaməddin Məhəmməd
Hacı Əli Hüseyn əl Səfəvi tərəfindən yazılmış “Səngilax” adlı lüğət idi. Bu əsərlə
ilk dəfə Güney Azərbaycanda Azərbaycanın böyük ziyalılarından biri olan Həsən
Umudoğlunun şəxsi kitabxanasında tanış oldum. Güney Azərbaycanda olduğum
müddətdə Azərbaycan dilçiliyində hələ də yetərincə tanınmayan bu möhtəşəm
tarixi leksikoqrafik əsər üzərində işlədik və əsərin bir nüsxəsini də özümlə Naxçıvana gətirdim. Lakin uzun illər Naxçıvanda antitürk mövqeli hakimiyyət or-
34
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
qanlarının elmi fəaliyyətimi dayandırmaq və qarşısını kəsmək üçün yaşadığım
mənzillə birgə qiymətli tarixi əsərlərlə zəngin olan şəxsi arxivim və kitabxanam
da tamamilə dağıdılıb məhv edildi. Məhv edilən qiymətli tədqiqat əsərlərim və
bəzən kitabxanalarda belə tapılmayan nadir kitablarımın sırasında yer alan XVIII
əsrin möhtəşəm leksikoqrafik əsəri Mirzə Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Hacı
Əli Hüseyn əl Səfəvi tərəfindən yazılmış “Səngilax” oldu.
Lakin illər sonra Türkiyə Cümhuriyyəti Ege Üniversitetində təşkil edilən
bir beynəlxalq simpoziumda Zeki Kaymaz Hocamla görüşmək fürsəti məni
“Səngilax”la yenidən qarşılaşdırdı. İllər öncə diqqətimi cəlb edən bu tarixi leksikoqrafik əsərlə yenidən Zeki Kaymaz Hocanın sayəsində görüşmək imkanı əldə
etdim. Bu kitabı yenidən görəndən sonra, illərlə ürəyimdə qalan nisgili və açını bir
az da olsa xəfiflətmək üçün Azərbaycan-Türk dilinin bu möhtəşəm tarixi abidəsi
haqqında qısa şəkildə olsa da bir tanıtım məqaləsi yazdım. Lakin illərdir ki, bir
çox tədqiqatlarım kimi bu məqaləni də çap etdirmədim. Görünür, bu məqalənin
işıq üzü görməsi üçün daha doğru bir zamanı gözləmək lazım idi. Bu məqalənin
yazılması üçün məndə yenidən ümid işığını yandıran Zeki Kaymaz Hocama öz
dərin minnətdarlığımı bildirirəm. Məqalənin “Zeki Kaymaz Armağanı” adlı bu
dəyərli kitabın səhifələrində yer almasının mənim üçün böyük qürur və iftixar
hissi oyatdığını bildirərək, Zeki Kaymaz Hocama bundan sonrakı həyat yolunda
da uğurlar arzu edirəm. Zeki Hocam, nə yaxşı ki, varsınız, nə yaxşı ki, Sizin kimi
dəyərli, nurlu bir elm xadiminin işığından mən də nur almışam. Tanrı Sizi qorusun! Yollarınız hər zaman aydınlıq olsun!!!
AKADEMİDE BÜYÜK BİR CİDDİYET VE
NEZAKET ÖRNEĞİ
Prof. Dr. Alimcan İnayet, Ege Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-8841-4157
Prof. Dr. Zeki Kaymaz meslek hayatındaki bilimsel ciddiyet, titizlik, kişisel
hayatındaki nezaketiyle beni derinden etkileyen bilim adamlarından birisidir.
Birlikte çalıştığım 25 yılı aşkın zaman zarfındaki gözlemlerime dayanarak, ayrıca
hocamla yan yana odalarda çalışan biri olarak söylüyorum bunu. Önce giyinmeye
gösterdiği özenden etkilenmiştim hocamın. Her zaman her ortamda şık giyinmesiyle dikkatimi çekmişti. Bu özeni akademik çalışmalarında da görmek mümkündür. Makalelerini büyük bir titizlilikle hazırlar, en ufak noktayı bile es geçmezdi.
Bazen dil ile ilgili makalelerimi kontrol etmesini isterdim, kontrol ederken gösterdiği hassasiyet beni hayretler içinde bırakırdı. Makalemi okur, virgülü noktasına
kadar işaretleyip düzeltirdi. Hocamın üzerimdeki etkilerinden birisi sosyal ilişkilerdeki nezaketiydi. Bugüne kadar kendisiyle en ufak bir dargınlık, rahatsızlık ve
sorun yaşadığımı hatırlamıyorum. Kendisiyle yurt içi ve yurt dışında düzenlenen
pek çok etkinliğe katılmıştım. Saray Bosna’da, Romanya’da, Moğolistan’da beraberdik. Moğolistan’da, Orhun nehrinin kıyısında aynı çadırı paylaşmıştık.
36
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Hocamın diğer bir özelliği de bilim için gösterdiği özveridir. Hocam eski Uygurca ve yeni Uygur Türkçesi üzerinde de çalışırdı. Bir gün Doğu Türkistan’a gitmek istediğini söyledi. Herhalde şakadır diye düşündüm. Tek başına oraya nasıl
gidebilirdi? Çinlilerin kontrolündeki bir bölgeye gitmek cesaret gerektirirdi. Ama
hocam gerçekten de gitti. Urumçi, Turfan, Kaşgar’da tek başına dolaştı. Turfan’da
Ashab-ı Kehf ’in bulunduğu Tuyuk köyüne, Kaşgar’da Kaşgarlı Mahmut’un türbesinin bulunduğu Opal köyüne kadar gitti, alan araştırması yaptı, kaynak topladı.
Ve bunu kendi bütçesiyle gerçekleştirdi. Hocamın meslekteki bu azmi ve fedakarlığı da beni derinden etkilemişti. 2014 yılında kendisi müdürken, beni müdür yardımcısı olarak atamıştı, hocamla idari işlerde de gayet uyumlu bir çalışma ortamı
bulmuştum. Hocamın bana olan itimadı benim için onur ve değerliydi. Kısacası
25 yıl, yani çeyrek asır, hocamla yan yana bitişik odalarda çalıştım. Bu uzun süreçte çayımızı, kahvemizi paylaştık; birlikte sevindik, birlikte üzüldük; kitaplarımızı,
kaynaklarımızı ortaklaşa kullandık. Zaman öyle hızlı akıp gitti ki, hocamın emekliliği geldi çattı. Hocamın en verimli çağında emekliliğe ayrılıyor olması akademi
için büyük bir kayıptır. Hocamın enstitüdeki yokluğuna alışmak kolay olmayacaktır. Ancak elden ne gelir ki. Şu anda bana düşen Prof. Dr. Zeki Kaymaz hocama
sağlıklı, huzurlu, keyifli ve mutlu bir emeklilik hayatı dilemektir.
AĞABEYİM, ARKADAŞIM, DOSTUM VE
HOCAM PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ
Prof. Dr. Osman YILDIZ, Süleyman Demirel Üniversitesi
ORCID No: 0000-0003-2250-0260
Zeki KAYMAZ’la hukukumuz akademik hayatıma başladığım 1987 yılından
beri devam etmektedir. O yıl ben İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü kadrosunda Araştırma Görevlisi olduğumda Zeki ağabey de aynı üniversitenin Eğitim
Fakültesi kadrosunda Araştırma Görevlisiydi. Her ikimizin danışman hocası da
rahmetli Prof. Dr. Osman Nedim TUNA’ydı. 1989 yılında ben doktora programı
ikinci dönem ders aşamasında iken Osman Nedim Bey emekli oldu. Akabinde, o
tarihte Yardımcı Doçent Doktor olan Zeki ağabey, danışmanlığımı üstlendi; ancak
kendisi kısa bir süre sonra Fas’a Türkçe Okutmanı olarak gitti. Zeki ağabey, 1994
yılında İnönü Üniversitesine döndüğünde ben Isparta Süleyman Demirel Üniversitesine Yardımcı Doçent Doktor unvanıyla intisap etmiştim. Zeki ağabey de 1998
yılında İnönü Üniversitesinden Ege Üniversitesine geçiş yaptı.
Zeki ağabeyle irtibatımız hiç kesilmedi. Ne zaman başım sıkışsa, ne zaman
özel veya akademik bir sorunla karşılaşsam mutlaka kendisini arar görüşünü sorarım. Bilimsel etkinlik düzenlediğimde Zeki ağabeyi mutlaka davet etmişimdir,
doktora yeterlilik ve tez savunması için jüri heyeti oluşturduğumda kendisini mutlaka çağırmışımdır. Sağ olsun, kendisi de hiçbir zaman bu davetlerime olumsuz
cevap vermemiştir. Aynı şekilde Zeki ağabey de geçen yıllar zarfında lisansüstü
imtihanlarına jüri üyesi olarak beni davet etmiştir, ben de her zaman koşa koşa
gitmişimdir.
Zeki ağabeyle 1987’den 2023’e, demektir ki tastamam otuz altı yıllık bir tanışıklığımız var. Titiz bir bilim adamı olmasının yanında nahif ve dürüst kişiliğiyle
tanıdığım Zeki KAYMAZ, bu geçen zaman içinde benim için hep iyi bir ağabey,
iyi bir arkadaş, iyi bir dost ve iyi bir hoca olmuştur. Tanıdığım Zeki KAYMAZ,
vatanını ve milletini çok seven iyi bir Türk milliyetçisidir.
Ağabeyim, arkadaşım, dostum ve hocam Prof. Dr. Zeki KAYMAZ’a, yaptığı
çalışmalarla Türklük bilimine sunduğu katkılar için teşekkür eder mutluluklar dilerim. Yüce Allah ömrünü bereketli kılsın.
YAZILAR
ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ
SÖZLÜKLERİNDE KİŞİ ADLARININ
LEKSİK-SEMANTİK SINIFLANDIRILMASI
Gülnara ALİYEVA-KOŞKUN, Bakü Slavyan Üniversitesi
ORCID No: 0000-0001-8777-1411
Giriş
Onomastik birimlerin ana işlevi bir nesneyi işaretlemektir. Bir dilde her kelimenin ve her ifadenin bir anlamı vardır. Bu nedenle, kelimeler ve adlar yakından
ilişkilidir, ayrılmazlar. Türk halklarında belirli anlamlara sahip isimler hakimdir.
Edebi dilde, bu kelimeler aynı zamanda üslup özelliklerine sahiptir ve genellikle
belirli bir yönü daha doğru bir şekilde yansıtabilir. Bir veya başka türden olan apelyatif leksika, onomastik birimlerin oluşumunda önemli bir rol oynar. Apelyatif
leksikanın onomastik leksikaya ve onomastik leksikanın apelyatif leksikaya geçiş
süreci süreklidir, bu nedenle belirli bir zamanda bu veya diğerinin hacmini daha
kesin olarak belirlemek imkansızdır (Taiç, 1970, s. 318). Onomastik birimler, dilin
ve halkın kimliğini, ulusal geleneklerini yansıtan dil birimleridir. Çağdaş Türk lehçelerinin onomastiğinde meydana gelen süreçlerin incelenmesi, adverme ve addeğişme sürecindeki ilkelerin kesin olarak tanımlanması, onomastik sözlüklerin
teorik ve pratik karakteristiği, çeşitli açıklamalı, çeviri ve d. sözlüklerde onomastik
birimlerin sözlükbilimsel açıklaması büyük önem taşımaktadır. Gerek XX. yüzyılda gerekse XXI. yüzyılda Türk lehçelerinde onomastik sözlüklerin derlenmesi
alanında pek çok çalışma yapılmıştır. Elbette bu çalışmaların çoğu pratiktir, ancak
sonuç olarak onomastik sözlüklerin sayısı artmış ve malzeme kapsamı genişlemiştir. Bu anlamda bu sözlüklerin uygulamalı olarak derlenmesinde teorik kavramların da yer almasına büyük ihtiyaç vardır. Diğer bir deyişle, onomastik sözlükbilim
kendi sözlükbilimsel teorisini geliştirmelidir.
Antroponimik sözlükler, yeni doğanlara isim vermeye, kişi adlarının anlamlarını belirlemeye ve kişinin kendi isminin ve diğer insanların isimlerinin kökenini
anlamaya yardımcı olur. Çalışmamızın temel amaçlarından biri, farklı kültürlerin
Türk adverme geleneği üzerindeki etkisi, Antroponimik sözlüklerdeki kişi adlarının sözlüksel-anlamsal sınıflandırması, diğer dillerden Türkçe’ye geçen kişi adları,
dini adlar, diğer dillerin yanı sıra Türk lehçelerinin etkileşimi sonucunda alınan
kişi adlarının antroponimik sözlükbilimde nasıl tezahür etmesidir. Diğer taraftan,
kişi adları başka dillere çevrilmediği için fonetik yapıları değiştirilmeden orijinal
42
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
halleriyle muhafaza edilmektedir. Bu özelliğe göre eski kişi adlarının incelenmesi
sırasında içlerinde bulunan kadim Türkçe unsurları da tespit etmek mümkündür.
Halk düşüncesinin ürünü olan kişi adları, insanları karşılaştırma ihtiyacından yaranmış ve belirli tarihsel gelişim sürecine dayanarak çağdaş Türk ad sistemini oluşturmuştur. Tarihi ve toplumsal yapı değişip yenilendikçe kişi adları ve
adverme geleneği de değişmiştir. Türk lehçelerinin kişi adları sistemindeki bu zenginlik ve çeşitlilik, onomastik sözlüklerin derlenmesine de yansımıştır. Türk kültüründe kişi adlarının insan kaderiyle ilgili olması nedeniyle ad seçimine her zaman
özel önem verilmiş, çocuklara ad koyma geleneği eski zamanlardan başlamış ve
bu güne kadar bazı değişikliklere uğramıştır. Eskiden adlandırma, sadece insanları birbirinden ayırmak ve ya ayırt etmek için kullanılırken, zamanla sıradan adlandırmanın ötesine geçerek zenginleştirilmiş ve önemli bir kültür unsuru haline
gelmiştir. Aslında her ad milli ruhu, dini inançları, toplumsal olayları, cesareti,
kahramanlığı, güzelliği, sadakati, saygıyı, sevgiyi, inceliği, kültürü, zamanı, geleneği vb. yansıtır. Sözlü ve yazılı Türkçe metinlerde pek çok adlandırma örneği vardır.
İlk yazılı kaynaklarda, destanlarda Türklerin ad verme veya ad almasına dair
bazı gelenekler görmekteyiz. Bütün Türklerde adlandırma, adverme için ortak
olan üç unsur vardır: bir çocuğa ad verilmesi, önemli bir iş yaptıktan sonra kişiye
ad verilmesi, çocuğa ad verirken tören yapılması ve bir yaşlı, saygın bir kişinin
çocuğa isim vermesidir. “Kişi adları, Türk kültür tarihi açısından önemli bir yere
sahiptir. Dede Korkut Destanî Hikâyelerinden Dirse Han Oğlu Boğaç Han, Kam
Büre Beğ Oğlu Bamsı Beyrek destanlarında anlatıldığı gibi “bir çocuğun ad alması
için, önemli bir iş yapması veya bir kahramanlık göstermesi gerektiği anlatılmaktadır” (Calp, 2014, s. 30).
Onomastik araştırmalar, farklı halkların eski yerleşim yerlerini, dil ve kültürel ilişkilerini, dillerin eski durumunu, dillerin ağızlarla ilişkisini belirlemeye
yardımcı olur. Her dilde özel adları öğrenmek, iletmek ve korumak önemlidir.
Azerbaycan dilbiliminde onomoloji alanında onlarca önemli araştırma dikkat
çekmektedir. A.M.Demirçizade, A.M.Gurbanov, A.A.Ahundov, G.İ.Meşediyev,
R.H.Eyvazova, Ş.M.Sediyev, A.H.Hasanov, T.İ.Hacıyev, S.M.Mollazade,
T.M.Ahmedov, M.N.Çobanov, M.İ.Adilov, N.M.Hudiyev, Z.N.Verdiyeva,
F.R.Xalıgov, R.Z.Aliyeva, A.Paşayev, A.Bağırov, A.Tanrıverdi, A.N.Mikayılova ve
diğer araştırmacıların eserleri, onomastik birimlerin bilimsel ilkeler ve bilimsel
yöntemler temelinde incelenmesi için geniş fırsatlar yaratmıştır.
Türk dilbiliminde onomastik konuları, onomastik birimlerin araştırma ve
incelemelerinde Ahmet Caferoğlu, Faruk Sümer, Doğan Aksan, Besim Atalay, Hasan Eren, Tuncer Gülensoy, İbrahim Kaferoğlu, Saim Sakaoğlu, Abdulkadir İnan,
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
43
Tuncer Baykara, Mecit Doğru, Mehmet Eröz, Fevziye Abdullah Tansel, Z. Fahri
Fındıkoğlu, Hüseyin Namık Orkun, M. Fahrettin Kırzıoğlu, Mahmut Ragıp Gazimihal, Ali Esad Bozyiğit ve diğer bilim adamlarının eserleri önem arzetmektedir.
Antroponimik Sözlükler
Azerbaycan dilbiliminde antroponiminin teorik, bilişsel, üslup ve d. açılardan öğrenilmesi, bu yönlerin gelişimi antroponimi sözlüklerin hazırlanmasında
da büyük önem taşımaktadır. Bu süreç 1980’lerde başlamış ve bağımsızlık yıllarında antroponimik sözlüklerin derlenmesi yaygınlaşmıştır. Birçok araştırmacı bilim
adamı, Azerbaycan şahıs adları, Azerbaycan takma adları sözlüklerinin hazırlanması ve yayınlanmasında Azerbaycan sözlükbilimi ve onomoloji sistemine değerli katkılarda bulunmuştur. M.N.Çobanov’un “Azerbaycan Şahıs Adları” (1981),
Behruz Abdullayev’in “Azerbaycan Şahıs Adlarının Açıklamalı Sözlüğü” (1985),
O.Mirzayev’in “Adlarımız” (1986), M.Şiraliyev, B.Abdullayev ve Ş.Sadiyev’in
“Azerbaycan şahıs adları” (1987), Meded Çobanov’un “Azerbaycan şahıs adlarının anlam bilgisi ve yazılışı” (1990) sözlükleri bu alandaki ilk adım olarak kabul
edilebilir.
Ayrıca Afad Gurbanov’un “Çocuğa isim nasıl seçilir” (1993), Nadir
Memmedli’nin “Adını ben verdim, yaşını Allah versin” (1995), M.N.Çobanov,
M.M.Çobanlı’nın “Azerbaycan Şahıs Adları” (1995), Aydın Paşayev’in “Azerbaycan Şahıs Adları” (1996), Afad Gurbanov’un “Dünyadaki Türk adları” (2000), Aydın Abi Aydın’ın “Şahıs Adları Sözlüğü” (2002), Hesret Hasanov’un “Azerbaycan
Şahıs Adlarının Açıklamalı-Etimolojik Sözlüğü” (2002), Aydın Paşayev ve Alime
Beşirova’nın “Azerbaycan Şahıs Adlarının Açıklamalı Sözlüğü” (2003), Elmira
Hamzayeva’nın “Türk Kökenli Azerbaycan Şahıs Adları Sözlüğü” (2004), Aydın
Abi Aydın’ın “Şahıs Adları Sözlüğü” (2006) ve “Türk Şahıs Adları Sözlüğü” (2007),
Afad Gurbanov’un “Azerbaycanlı Şahıs Adları ansiklopedisi” (2007), Mehrali
Guliyev’in “Arapça ve Farsça Kökenli Azerbaycan Şahıs Adlarının Açıklamalı Sözlüğü” (2009), Aydın Abi Aydın’ın “Kökenine Göre Şahıs Adları Sözlüğü” (2010),
A. Paşayev’in “Hemse” de kullanılan Özel Adların Açıklamalı Sözlüğü” (2013) ve
Azerbaycan Takma Adlarının Açıklamalı Sözlüğü” (2015), Fidan Gurbanova’nın
“Azerbaycan Şahıs Adları. Açıklamalı Sözlük” (2019) ve diğer sözlükler, antroponimik sözlükbilim alanında özellikle şahıs adlarının toplanmasına, açıklanmasına,
etimolojik olarak analiz edilmesine, incelenmesine ve diğer Türk dilleriyle karşılaştırılmasına izin verir.
Türk Dilbiliminde Kemal Zeki Gençosman’ın “Ansiklopedik Türk İsimleri
Sözlüğü, A’dan Z’ye Kadar Türk Adları ve Soyadları” (1975), Arif Hikmet Par’ın
44
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
“A’dan Z’ye Ansiklopedik Türk Adları/ Ansiklopedik Türk Adları ve Soyadları Sözlüğü” (1981), Adviye Aysan ve Selma Tuncay’ın, “Türk Adları Sözlüğü” (1987),
M. Kemal Çalık’ın “Türk Ad ve Soyadı Sözlüğü” (1989), Adviye Aysan ve Selma Tuncay’ın “Türkiye’de Kadın-Erkek Adları Sözlüğü” (1992), Abdurrahman
Dilipak, Asiye Dilipak, N.Meriç’in “Ansiklopedik İsim Sözlüğü” (1993), Gökdal
Okay’ın “Adlar Sözlüğü” (1995), Serkan Pehlivan’ın “Kız ve Erkek İsimleri Sözlüğü” (1997), İlhan Yardımcı’nın “Açıklamalı Ansiklopedik İsim ve Soyadları Sözlüğü” (1998), M. Türker Acaroğlu’nun “Bulgarların Aldığı Türkçe Adlar ve Soyadlar Sözlüğü” (1999), Faruk Sümer’in “Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları”
(1999), Metin Civelek ve Hülya Civelek’in “Çağdaş İsimler Sözlüğü” (2002), Aydil
Erol’un “Adlarımız” (2010), Cem Dilçin’in “Adlar Sözlüğü” (2014), Tuncer Gülensoy ve Paki Küçüker’in “Eski Türk-Moğol Kişi Adları Sözlüğü” (2015), Hayat Batur Baysaling’in “Anatolia (Anadolu) İsimler Sözlüğü” (2018) bu alanda yazılmış
değerli eserler olarak kabul edilmektedir. Kişi adları sözlüklerinin sayısı elbette
yeterli değildir. İncelediğimiz diğer sözlüklerin hemen hemen tamamında “Çocuk
İsimleri Sözlüğü” ve “Çocuk İsimleri Adları” adları terimleri kullanılmıştır.
Diğer Türk lehçelerinde “Kırgız Adam Attarınıñ Sözdügü” (1979); G. H.
Sattarov`un “Tatar İsimneri Süzligi” (1981); “Türkmen Diliniñ Adam Atlarınıñ
Spravoçnigi” /Türkmen Dilinin Kişi Adları Rehberi (1989); S.Ataniyazov`un
“Türkmen Adam Atlarınıñ Düşündirişli Sözlügi” / Türkmen Kişi Adlarının İzahlı
Sözlüğü (1992); G. Kıyasova, vd. “Türkmen Diliniň Düşündirişli Sözlügi” (2016)
ve d. sözlükler dikkat çekmektedir.
Türk dili araştırmacıları kişi adlarını farklı terimler altında incelemişlerdir.
Farklı yıllardaki antroponim araştırmacıları aynı kavramı farklı terimlerle tanıtmışlardır. Böylece Türkçede Ahmet Caferoğlu, Leyla Karahan, Ercan Alkaya,
Cemal Altan, Sami Akalın, İbrahim Şahin, Ahmet Aydın, Emel Soyubol, Mehrali
Calp “kişi adları”; Besim Atalay, Sabahattin Çağın, M. Cavit, O.Saffet, Emin Refik
Kırış, Selma Tuncay, Adviye Aysan “Türk adları”; Faruk Sümer, Mehdi İlhan, Nejla
Saraç “şahıs adları”; Ahmet Halaçoğlu, Salih Akyel, Can Şen “şahıs isimleri”; Mete
Uygur, Mustafa Oğuz, Ali Rıza Önder “insan isimleri”; Recai Ünal ve İlhan Başgöz
“insan adları” tabirlerini kullanıyor. Bazı dilbilimciler bu noktada ilginç farklı duruş sergilemekteler. Şöyle ki, Tuncer Gülensoy, Yılmaz Kurt, Alparslan Demir’in
araştırmalarında antroponimlerin başlıca türü olan şahıs adları, bazen kişi adları,
bazen şahıs adları terimleri altında sunulmuştur. Azerbaycan dilbiliminde “şexs
adları”, Türkmen, Kırgız ve Kazak onomastiğinde “adam attarı” terimleri kullanılmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
45
Sözlüklerdeki Kişi Adlarının Leksik-Semantik Sınıflandırılması
Halk düşüncesinin ürünü olan kişi adları, insanları karşılaştırma ihtiyacından yaranmış ve belirli tarihsel gelişim sürecine dayanarak çağdaş Türk ad sistemini oluşturmuştur. İnsan adları, insanların manevi zenginliği, hayata bakışı, güzel görünümü, milli gelenekleri, mitolojik düşüncesi, hayatın gelişim kanunlarına
yaklaşımları ve tarihi mirasın nesilden nesile aktarılmasıdır. Türk lehçelerinde kişi
adları ve adverme geleneği tarihsel bir süreçle ilişkilendirilir, yani her dönemin
kendi adverme geleneği vardır. Tarihi ve toplumsal yapı değişip yenilendikçe bu
gelenekler de değişmekte ve yenilenmektedir. Araştırmalar, Türk lehçelerinin hem
apelyatif kişi adlarının hem de özel adlardan türetilen kişi adlarının oldukça zengin ve renkli olduğunu göstermektedir.
Türk lehçelerinin söz varlığındaki antroponimler, hem genel kelimeler hem
de özel adlar olmak üzere çeşitli kaynaklardan türemiş ve gelişmiştir. Bu kaynaklar fitonimler, zoonimler, etnonimler, değerli eşyalarla ilgili isimler, mücevherler,
farklı ünvanlarla ilgili adlar, zaman kavramı ile ilgili adlar, kavim ve kabile adları,
akrabalık ifade eden adlar, dostluk kavramlarını ifade eden adlar, aşk, sevgi, barış,
huzur, mücadele, kahramanlık, cesaret, arzu, sağlık, güç, haysiyet, zarafet, güzellik,
incelik cömertlik, mutluluk, bilgelik ve diğer kavramları ifade eden adları içerir.
Bu nitelikler göz önüne alındığında, sözlüklerde kişi adları leksik-semantik olarak
aşağıdaki gibi gruplandırılabilirler:
1.
Zaman kavramı ile ilgili kişi adları.
Zamanla, vakitle ilgili ortaya çıkan kişi adları bütün Türk lehçelerinde gözlemlenir. Bazı adlar yılın aylarını, bazıları haftanın günlerini ve bazıları günün saatini ifade eder. Örneğin: Azerbaycan Türkçesinde: Zaman, Seher, Gündüz, Bahar,
Receb, Ramazan, Şaban; Türkiye Türkçesinde: Zaman, Bahar, Recep, Oruç, Seher,
Ramazan, Şaban, Nisan, Eylül, Cuma, Cumaali, Regaip; Türkmence: Bahar, Yazgeldi, Güzgeldi, Recepberdi, Recepbibi, Recepdursun, Recepgeldi, Recepgulı, Cuma,
Cumadurdı, Cumadursun, Cumagül, Cumalı vb.
2.
Doğal olaylarla, ateşle ilgili kişi adları.
Çağdaş Türk lehçelerinde tabiat olayları ve ateşle ilgili şahıs adları yaygındır.
Bu milletlerde çocuğa isim vermenin özelliklerinden biri de çocuğun doğduğu günün tabiat olayıdır. Sözlüklerde birçok örneklere rastlıyoruz. Azerbaycan Türkçesinde: Ayaz, Tufan, İldırım, Gursel, Leysan, Bulud, Boran ve d. Türkiye Türkçesinde:
Volkan, Gürsel, Yıldırım, Su, Yağmur, Ateş, Tufan, Ayaz, Bora, Boran ve d.
46
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kıpçak grubu Türk lehçelerinden biri olan Kazak Türkçesinde, kar yağdığında veya yağmur yağdığında doğan çocuklar “Allah’ın nuru yağdı” anlamına gelen
Nurjavar’a ‘nur yağar’ ve Nurjavgan’a ‘nur yağan’ adlarını verir. Ayrıca kar fırtınasında doğan çocuklara kış mevsimine bağlı olarak Boragan ve Boramis gibi adlar
verilir. Bir çocuğun doğumu dolunaya denk geliyorsa, dolunay ya da ay kadar güzel ve dolu olması için Tolay, Tolganay, Aytoldi, Aytugan, Aytolis şeklindeki şahıs
adları tercih edilir (Cangabilova vd. 2013, s. 60). Kazak Türkçesinde Ay ve Güneş
isimleri ile ilgili şahıs adları tabiat olayları ile bağlantılı olarak tasnif edilirken,
Türk lehçelerinde bu adlar gök cisimlerinin adları ile ilgili şahıs adları şeklinde
karşımıza çıkmaktadır.
3.
Renk ifade eden kelimelerden türetilen kişi adları.
“Renklerin ifade ettiği anlamlar az veya çok insandan insana değişmekle birlikte, bu konuda kültür ve medeniyet ekseninde genel bir bakış açısı oluşmuştur.
Bakış açılarının oluşumunda ırk, coğrafya, iklim şartları, yaşam tarzları, ekonomik şartlar, siyaset, düşünce ve inanç gibi pek çok faktörün etkisi vardır” (Eren,
2008: 32). Türk lehçelerinin antroponimik sisteminde de renk adlarının kullanım
sıklığını gözlemliyoruz. Kişi adlarında en sık kullanılan renk adları ağ, kara ve
gök renk adlarıdır. Türkçede kişi adının oluşumunda kırmızı ve siyah dışında tüm
renk adları kullanılmıştır. Bu çeşitlilik, diğer onomastik birimlerin yanı sıra, ad
koymanın tarihsel bir geçmişin yanı sıra Türk geçmişinin gelişiminden de etkilendiğini göstermektedir. Yer, dağ ve su adlarının tarihi kökenleri ile sık sık değişmesi ihtimali azdır. Dil için yeni renk kavramları ve bu adların Türk kültüründe
kişi adlarında kullanılması, özellikle de renk adlarının çok kullanıldığı bir dilde,
şaşırtıcı olmamalıdır. Dolayısıyla kişi adlarındaki bu farklılığı diğer onomastik birimlerden farklı olarak dilin gelişmesine ve zenginleşmesine bağlarken yanılmış
olmayız: Gara, Garakişi, Garaş, Sarı, Alagöz, Sarıtel Garatel, Garabala, Qaragöz,
Ağca, Garaqaş (Azerbaycanca), Akcan, Akdil, Akgül, Akman, Aknur, Kara, Karademir, Karan, Karayağız, Karayel, Gökay, Gökçe, Göksel, Gökçin, Göker, Gökbey,
Göksu, Sarıgül, Sarıalp, Balsarı, Yaşıl, Yeşil, Moray, Morgül (Türkiye Türkçesi), Akqül, Akmaral, Aknabat, Akpara, Kara, Karabay, Karabala, Karabaş, Karaş, Karakaş, Karagöz, Karakız, Karaçaç (Kırgızca); Akbala, Akaişa, Akbota, Akqız, Akmaral
Karaman, Karasay, Karatay, Karaqöz (Kazakça) ve d.
Türkçe renk adları açısından oldukça zengin bir dildir. Ancak bu zenginliğe
rağmen, renk adlarının dilsel işlevselliği ve adlandırmadaki yeri üzerine yapılan
araştırmalar nispeten yenidir. Bu noktadan hareketle renk adlarının onomastikteki yerinin belirlenmesi, renk adlarının Türk lehçelerinde kişi adları üzerindeki
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
47
etkisini ve isimlendirmedeki işlevlerini ortaya koymak oldukça önemlidir. “Özel
ad yapımında 17 farklı renk adının kullanıldığı tespit edilmiştir. Bunlar alfabetik
sıra ile ak, al, ala, beyaz, boz, çakır, gök, kara, kır, kırmızı, kızıl, mavi, mor, pembe,
sarı, siyah, yeşil renk adlarıdır” (Bayraktar, 2013, s. 97). Çağdaş Türk lehçelerinde
siyah, beyaz, mavi ve sarı gibi eski renk adları daha çok tercih edilmektedir. Bu
renk adları, o zamandan beri kullanıldıklarından daha geniş bir konsepte sahiptir.
Kişi adları, daha yeni renk adlarının eski renk adlarına tercih edildiği dinamik bir
alan olarak görülür.
4.
Gök cisimlerinin adlarıyla ilgili kişi adları.
Gök cisimlerinden ilk kez gezegenler adlandırılmış ve onlara tanrıların isimleri verilmiştir. Bunu transonimleşmenin bir örneği olarak kaydetmeliyiz. Burç
ve yıldız adlarının eski insanların kozmoloji hayalleriyle sıkı ilişkisi vardır. Burçların adlarında eski insanların evren hakkındaki düşünceleri, bilgileri, evreni ve
âlemi idrak etme sürecinin niteliği yansıtılmaktadır. Burçların adlandırılmasının
temelini sadece biçim ve nicelik, yıldızların adlandırılmasının temelini ise tüm
bunların yanı sıra bir sıra nesnel özellikler oluşturmaktadır. Bunlar: renk, semada
görünme zamanı, hareket özellikleri, parlaklığı ve diğerleridir. (Habibli, 2009, s.
37). Halkımızın kişi adı yaratma tecrübesi tarihinde özellikle ilgi çekici olan, gök
cisimlerinin adlarına atıfta bulunulmasıdır. Dilimizde onlarca kişi adı gök cisimlerinin adları temelinde meydana çıkmıştır: Zöhre, Hilal, Ülker, Aftab, Kövkeb, Hurşud, Gemer, Ulduz ve d. Bunlardan Hurşud adından Hurşude, Ulduzdan Ulduze
adları yaranmış ve kullanılmıştır. Böylece Gemer adından Gemerüz, Gemeriyye,
Gemernaz, Gemergül, Gemernur, Gemerzar ve d. adlar derlenmiştir (Gurbanov,
2019, s. 21).
Çağdaş Türk lehçelerinde gök cisimlerinin adlarıyla ilgili kişi adlarında Ay
bileşeni olan kişi adlarının özel bir yeri vardır. Bu kişi adlarında kadın adları kullanım sıklığına sahiptir. Bu adlara Aytekin, Ayten, Aygül, Aygün, Aynur, Aysel, Aycan,
Aydan, Ayla, Ayşen, Günay (Türkiye Türkçesi), Aysefa, Aynel, Aycamal, Aybeniz,
Aypara (Azerbaycan Türkçesi), Ayış, Aybaksın, Aybaktı, Aybars, Aybaş, Aybike, Aybikeç, Aydak, Aydar, Aydaş, Ayyoldız, Aykay, Aykap, Aykön, Aylı, Aysar, Aytaş, Aytimir, Aytirek, Aytuar, Aytugan, Aytugay, Aytulı, Ayçura, Altınay, Buztanay, Sarmanay, Tanay, Tuganay (Tatar Türkçesi) ve diğerleri örnek gösterilebilir. Azerbaycan
Türkçesinden farklı olarak Türkiye Türkçesinde Aytekin kadın adı olarak değil,
erkek ismi olarak kullanılmaktadır.
Bu özellik diğer Türk lehçelerinin antroponimlerinde de görülmektedir. Bolşevik devriminden sonra Tatar şahıs adları arasında tamamen yeni isimler ortaya
48
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
çıktı. İki farklı kelimenin bir araya gelmesiyle oluşan kişi adları çok yaygındır. Ay,
al, göl, il, nur, tan, fen gibi kelimeler tek bir ismin oluşmasında önemli rol oynar.
Aygöl, Ayzat, Aynur, Alsu, Gölzirek, Gölgine, Gölşat, İlgiz, İlsur, İldus, Nurlan,
Nursine, Tangöl, Tannur, Fendus, Fenzaman, Fenzile gibi kişi adları bu dönemden
sonra oluşturulmuştur (Alkaya, 2001, s. 5).
5.
Fitonimlerden türetilen kişi adları.
Daha çok kadın adlarının türetilmesine rağmen, az da olsa erkek adlarına da
rastlanıyor.
a) Çiçek isimleri ile ilgili kişi adları.
Çağdaş Azerbaycan Türkçesinde Benövşe, Gerenfil, Yasemen, Lale, Lilpar, Reyhan, Gülçiçek, Çiyelek, Nane, Çemen, Nergiz, Gülcan, Çiçek, Sünbül, Darçın, Güller, Semengül, Süsen, Gülzae, Gülnar, Gülare, Günare, Lalezar, Gülsade, Zanbag,
Gızılgül, Gönçe, Türkiye Türkçesinde Gül, Lale, Nergiz, Reyhan, Çiçek, Erguvan,
Lâle, Gonca, Karanfil, Mine, Menekşe, Nergis, Orkide, Ortanca, Sümbül, Reyhan,
Yasemin, Baak, Çiğdem, Yaprak vb., Türkmence Akcagül, Akgül, Almagül, Ayıtgül,
Bahargül, Bibigül, Bikegül, Cumagül, Çemen, Ecegül, Ecekegül, Erikgül, Gızılgül,
Gunça, Gül, Gülay, Gülbagt, Gülbahar, Gülbatır, Gülbibi, Gülşen, Gülüstan, Gülzar,
Gülbike, Gülcemal, Gülçeçek, Güldesse, Gülälek, Güli, Gülnar, Gülnur, Gülsoltan,
Läle, Mamagül, Nargül, Nergis, Novruzgül, Ogulgül, Pamıkgül, Sarıgül, Sazakgül,
Soltangül, Sümbül, Täzegül, Servigül gibi çiçek adlarından meydana gelen kişi adları daha yaygındır.
Azerbaycan Türkçesinde çiçek adlarıyla ilişkili birçok erkek adları vardır:
Gülahmed, Gülhüseyn, Gülağa, Gülali, Ağagül, Gülmurad, Gülniyaz, Gülpaşa,
Güloğlan, Gülbaba, Gülbala, Gülhesen, Gülhan ve d. Bir şeyi belirtmemiz gerekir
ki, burada gül kelimesinin anlamı Türkiye Türkçesinden farklı olarak, çiçek anlamını ifade eder. Türkiye Türkçesinde “Gülbay, Gülbek / Gülbey, Gülbeyi adları ile
Gülşahin, Gülel, Gülkan adlarının erkek adı olduğu; Ergül, Güldoğan, Gülergin,
Gülhan, Gülsoy, Gültan, Öngül, Şengül adlarının ise hem kadın hem de erkek adı
olabildiği görülmektedir. Örneklemde yer alan bu adlar dışındaki bütün kişi adlarının kadın adı olarak kullanıldığı görülmektedir” (Öğretmen, 2018, s. 90) .
Aynı zamanda Azerbaycan Türkçesinde “çiçek” kelimesini içeren bir takım
kadın adları de görülmektedir. Örneğin: Çiçek, Banuçiçek, Gülçiçek, Ayçiçek, Zerçiçek Yaxşıçiçek, Yazçiçek, Çiçekhanim, Gızçiçek vb. Bu adlardan sadece Çiçek ismi
Türkiye Türkçesinde rastlanmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
49
b) Meyve adları, ağaçlar vb. adlarla ilgili kişi adları.
Meyve adları ve ağaç adlarının kişi adları olarak verilmesinin nedenleri çok
önemli faktördür. Bu, meyvelerin renk, koku, tat, şekil gibi çeşitli özelliklerinin
güzellik unsuru olarak algılanması ve çocuklarda bu güzellikleri görme isteğidir.
Türk lehçelerinde Palıd, Budag, Çınar, Defne, Fidan, Selvi gibi kişi adları ağaç türleri ve parçaları ile ilgili olarak meydana çıkmıştır.
Bazı çalışmalarda meyve adlarının kişi adları olarak verildiğine dair bazı bilgiler bulunmaktadır. Türk erkek ve kız çocukları için adverme sistemini geliştiren
bilim adamı Laszlo Rasoni, doğum sonrası görülen ilk hayvan ve bitki adlarının
(“Karga”, “Kabak” gibi) çocuklara verildiğini söyledikten sonra kadın adlarına (Almakay ve Almaca) dikkat çekiyor. (Rasony, 1963, s. 83).
6.
Zoonimlerle ilgili kişi adları.
Eski çağlardan beri hayvan adlarının insan adı olarak kullanılması, öncelikle
hayvan korkusu, kutsallık, kişinin adının verildiği hayvanın özelliklerini alma ve
onlar kadar güçlü olma arzusuna dayanmaktadır. Bazı hayvan adlarının kişi adı
olarak kullanılması Türk kültüründe eski bir gelenektir. Türk lehçelerinin çeşitli
kişi adları sözlüklerinde kişi adları korunarak günümüzde de kullanılmaktadır.
Erkek adları: Bercin, Berkan, Çelgin, Dündar, Aslan, Erkaslan, İlasan, Ergun, Hamza, Kaplan, Karabörü, Mehib, Sargan, Çağatay, Erboğa, Gazanfer, Yunus, Yürük,
Kadın adları: Ceren, Ceylan, Ahu, Asena, Bedran, Bugra, Delfin, Erdan, Evren,
Gözen (Türkiye Türkçesi); Aslan, Şirali, Şiraslan, Bebir, Cavanshir, Şiraga, Maral,
Ceyran vb. (Azerbaycan Türkçesi); Arslan, Babır, Goçgeldi, Gurt, Şirberdi, Şircan,
Şirgeldi, Gurtberdi, Gurtgeldi, Tovşangül, Keyikgül, Maral, Şirmuhammet, Keyikbibi (Türkmence) veb.
Hayvan adlarıyla ilgili Yağmurca, Meral, Burçin, Ejder, Gazal, Hamza, Özsu
gibi kişi adları hem erkek hem de kadın adı olarak geçmektedir. İlginçtir ki, Türkiye Türkçesinin aksine Azerbaycan Türkçesinde Maral ismi bir kadın adı, Hamza
ve Ajdar isimleri ise erkek adlarıdır. Azerbaycan Türkçesi kişi adları sözlüklerinde
genel olarak zikredilen diğer adlara rastlanmamaktadır.
Türk lehçelerinde zoonimik adlardan oluşan kişi adları arasında en yaygın
isimlerden biri olarak Aslan kişi adını gösterebiliriz. Bu antroponim tüm Türk
lehçelerinde erkek adı olarak görülmektedir. Bunun temel nedenlerinden biri,
hayvanların kralı olan Aslan’ın korkusuzluğu, çevikliği, gücü ve kudreti ifade etmesidir. Unutulmamalıdır ki, bazen atasözleri mecazi anlamda aslana da atıfta bulunur. Örneğin: Aslanın erkeği, dişisi olmaz; Aslan kükrerse atın ayağı kösteklenir;
50
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Aslan kükrerse beygir titrer; Aslan yattığı yerden belli olur; Aslandan aslan doğar!
Bu tür atasözlerine çoğu Türk lehçelerinde rastlanmaktadır.
Aslan veya Arslan antroponimi eski Türk yazılı anıtlarında kişi adı olarak
kullanılmıştır. “Orhun-Yenisey anıtları”nda Arslan Kulug Tirig, “Kitabi Dede
Korkut”ta Gadası Aslan olarak geliştirildi. Bu metamorfik ad, Türk halklarının antroponimisinde çeşitli fonetik varyantlarda kullanılmaktadır. Örneğin, Kazakça’da
Aristan, Arisbek, Kırgızca’da Arslan, Arıstan, Özbekçe’de, Arslanbek vb. Rus tarihi kaynaklarında kelimenin folklorda Ruslan, Eruslan, Oslam olarak kullanılması
dikkat çekmektedir (Tanrıverdi, 2012, s. 46-47).
Türk lehçelerinde Şahin, Durna, Simurg, Keklik, Tovuz, Turaç, Humay, Tutu,
Guguş, Gumru, Laçın, Göyerçin, Tarlan, Sona, Gartal gibi yabani kuşların adlarıyla bağlantılı olarak kadın ve erkek adları kullanılmaktadır. Bürke, Aksuna, Alçin,
Çalıkuşu, Kösem, Suna, Sülün (kadın adları); Doğan, Gökdoğan, Kartal, Keklik,
Turgay, Tuğrul, Turaç, Toygar, Torgay, Terlan, Şahin, Sahan, Sarduç, Bülbül, Çağan, Çağar, Çaylak, Çaylak, Darcan (erkek adları) Türkiye Türkçesinde kuş isimleriyle bağlantılı olarak ortaya çıkan kişi adlarıdır.
7.
Akrabalık, arkadaşlık, cinsiyet kavramları ile ilgili kişi adları.
Türk halkları güçlü ve gelişmiş akrabalık bağlarına sahip bir toplumdur. Dolayısıyla Türkçe akrabalık ifade eden kelimeler açısından dünyanın en zengin lehçelerinden biridir. Evlilik, çocuk doğurma ve kan bağına ek olarak, akrabalık diğer
ilişki biçimlerini de kapsar. Türk lehçelerindeki bu akrabalık ve dostluk biçimleri
de kişi adlarını etkilemekte ve bu sözcükler kişi adlarına ya da kişi adlarının bir
parçası haline gelmektedir.
Türk lehçelerinde kişi adlarını içeren sözlüklerde akrabalık ilişkilerini gösteren bazı sözcük birimlerine de rastlanmaktadır. aba, ata, bacı, dayı, dede, gelin,
torun, oğul, yeğen, bebek, efe, er, velet, kız, uşak, ene, mama, ece, eceke, bibi, aga
gibi leksemler kişi adları oluşturan akrabalık kelimeleri sırasındadır. Bu kelimelerin bazıları birleşeni olmadan da kişi adı olarak kullanılmaktadır. Örneğin: Ata,
Atamoğlan, Atabala, Atahan, Atakişi, Baba, Balaemi, Baloğlan, Anagız, Anahanım,
Dadaş (ağabey), Dadaşbala, Ağabacı, Nenebacı, Nenegız, Gızlar, Babakişi, Dedehan, Dostu, Dostuhanım, Eldostu, Şahdostu (Azerbaycan Türkçesi); Atadan, Ataol,
Kızhanım, Soydaş (Türkiye Türkçesi); Agabacı, Agakişi, Atadurdı, Babadurdı, Atahan, Babagulı, Dädegeldi, Atageldi, Babageldi, Kakageldi, Yegenbike, Ecegız, Mamabibi (Türkmence) ve diğer antroponimler buna örnektir. Bu adların çoğu, birçok
sözlükte yaygın olarak rastlanmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
8.
51
Mücevher adları ile ilgili kişi adları.
Değerli taşların farklı anlamlar kazanması, doğal olarak Türk lehçelerinin
onomastik sistemine dahil edilmelerine de yol açmıştır. Toplumda farklı inanışlara konu olan bu değerli taş isimleri çağdaş Türk lehçelerinde kişi adlarının
oluşmasında önemli rol oynamaktadır. Dikkate değer noktalardan biri de bu kişi
adlarının Türk lehçelerinde sadece kadın adları olarak geçmesidir: Türkiye Türkçesinde Altın, Elmas, Gümüş, Firuze, İnci, Miyase, Mücevher, Topaz, Yakut, Zumrut, Azerbaycan Türkçesinde Gövher, Gümüş, Yaqut Gövhertac, Almaz, Brilyant,
Firuze, Mercan, İnci, Zümrüd, Mirvari vb kadın adları olarak kullanılmaktadır.
Kanaatimizce değerli taşların da âşığın güzellik unsurlarının ve âşığın durumunun belirlenmesinde etkili bir role sahip olması, onların daha kadın adları olarak
oluşmasını sağlamıştır.
Gurbanov, istisna olarak Azerbaycan Türkçesinde Almaz kişi adının hem
kız hem de erkek adı olarak kullanıldığını belirtmektedir (Gurbanov, II, 2019, s.
48). Türkiye Türkçesinde Almaz kişi adının karşılığı olan Elmas sadece kadın adı
olarak görülmektedir. Almaz adı 20. yüzyıla kadar Azerbaycan’da bir erkek ismi
olarak kullanılırdı. Azerbaycan Türkçesinde soyadların sadece erkek isimlerinden oluştuğunu dikkate alırsak, dilimizde yeterince Almazov, Almaszade, Almazlı
soyadlarının bulunması bunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Bundan başka, ünlü
Azerbaycan şairi Almas Yıldırım’ın adı da bunun açık kanıtıdır. 20. yüzyıldan başlayarak Hüseyin Cavid’in “Topal Teymur” eserindeki Almaz karakterinin, Cafer
Cabbarlı’nın “Almaz” eserinin ana karakteri Almaz’ın kadın oluşu sonraki dönemlerde Almaz adının sadece kadın adı olarak kullanılmasında çok etkili olmuştur diye düşünüyoruz.
9.
Dini adlarla ifade edilen kişi adları.
Bunlar, Allah’ın adıyla ilgili kişi adları, peygamberlerin adları, halifelerin,
imamların ve diğer dini liderlerin adlarını ve din adamlarının adlarını, kutsal sayılan yerlerin adlarını içerir. Türk lehçelerinin kişi adları sözlüklerinde dini adlarla
ifade edilen kişi adlarının sayısı fazladır: Rahim, Rehim, Kerim, Rehman, Mebud,
Fettah, Samed, Mehemmed, İsa, Musa, İbrahim, İsrail, Yaqub, Süleyman, Yusif,
Ebubekir, Ömer, Osman, Henife, Harun, Reşid, Fatma, Zehra, Ayşe, Zübeyde, Ali,
Heyder, Mürteza, Merdan, Hasan, Mücteba, Hüseyn, Abbas, Meryem, Zeynal, Abidin, Seccad, Bağır, Cefer, Sadig, Musa, Kazım, Tağı, Nağı, Mikayıl, Cebrayıl, İsrafil,
Necef, Necefgulu, Meşedi, Meşedeli vb. bu tür kişi adları, İslam dinini kabul etmiş
hemen hemen tüm Türkçe konuşan halklarda görülmektedir.
Türk lehçelerinin antroponimik sisteminde, Allah kelimesinin yer aldığı birçok kişi adları vardır. Örneğin: Allahgulu, Allahkerim, Allahyar, Allahşükür, Allah-
52
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
verdi, Allahveren (Azerbaycanca), Allaşükür, Allayar, Allaberdi, Alladurdı, Allacan,
Allahan, Allaberen, Allagulı, Allalı, Allanazar, Allanur, Allap, Allat, Allaş (Türkmence) vb.
Diğer Türk lehçelerinin kişi adları sistemi de dini kişi adlarının yoğunluğunu göstermektedir. Kırgızcanın kişi adları üzerine yapılan araştırmalardan biri de
şöyle vurgulanıyor: “İslâm peygamberinin adlarından birisi olan “Muhammed”in
imlası da Maamatcan, Maat-kerim, Magamat-ibirail, Mamad-ali, Mamat, Mambet, Mambet-alı, Mamd-ali, Mamed, Mamet, Mamud, Mamıt, Mahamat-ali, Mahammat-ali, Mahamst, Mahmed, Mkuambet, Muanbet, Mukambet, Mukamediy,
Mukanbediy, Mukanbet, Muhambet, Muhameg-ali, Muhamed, Muhamet-ali,
Muhammad, Muhammat, Muhammed, Muhammmed-ali, Muhanbet, Nurmuhambet, Urmambet olarak 33 farklı şekildedir” (Muhittin, 2015, s. 3217).
10. Etnonimlerle ifade edilen kişi adları.
Türk lehçelerinde bazı kişi adları boy, tire, kabile, tayfa, millet adlarıyla ifade
edilir. Bu adların büyük çoğunluğu Türkçe konuşan milletlerle ilgilidir. Azerbaycan Türkçesinde: Oğuz, Türkan, Gajar, Özbek, Afgan, Afşar, Tatar; Türkçe: Arap,
Göktürk, Oğuz, Türkan, Gürcü, Türkmence: Avşar, Çakır, Salar, Sarı, Sarık, Çovdur,
Yılgay, Nohur, Sayat, Sayathan, Teke, Tekedurdı, Tekemuhammet, Teketay vb.
Coğrafi adlarla ifade edilen kişi adları. Yer adlarından oluşan kişi adları: Azerbaycan Türkçesinde: Muğan, Şirvan, Tebriz, Tehran, Misir, Asiya, Afina, Bağdad,
Medine, Gafgaz, Altay, Zirve, Goşgar, Savalan, Kazbek, Elbrus, Araz, Derya, Deniz,
Dalğa, Arazhan, Denizhan, Hazar, Türkiye Türkçesinde Bayezid, Karaman, Bulgar,
Canikî, Karahisarî, Sivasî, Türkmence Aşgabat, Balkan, Hazar, Saragt, Saragtgeldi,
Medine vb. kişi adlarından da anlaşılacağı gibi Türk Lehçelerinde yer adlarından
oluşan kişi adları birbirinden tamamen farklıdır.
Azerbaycan Türkçesinde yer adları terimlerinden oluşan kişi adları da vardır:
Serhed, Orman, Memleket, Hürriyyet, Diyar, Çemen, Dağlar, Hezan, Aran, Üfüg,
Şelale, Menzere, Menbe, Sehra, Mülayim, Qaya, Sahil, Sahile vb.
11. Tarihi devlet başkanlarının, şair ve yazarların adlarının kullanılması.
Tarihte Türk büyüklerinin isimleri, siyasi şahsiyetlerin ve diğer önde gelen
şahsiyetlerin adları halen Türk lehçelerinde kişi adı olarak yaygın olarak kullanılmaktadır. Mete, Atilla, Ayberk, Oğuz Kağan, Mevlana, Çağatay, Sencer Han, Osman
Gazi, Ertuğrul, Fatih Mehmet, Yavuz Selim, Seyid Burhaneddin, Mustafa Kemal,
Ahmet Haşim, Recep Tayyip ve diğer kişi adları bu türden kabul edilir. Bu kişi adla-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
53
rı Türkiye Türkçesinde kalıplaşmış çift adlar şeklinde geçtiğine dikkat edilmelidir.
Ayrıca Azerbaycan Türkçesinde Babek, Cavanşir, Cavidan, Köroğlu adları da örnek olarak gösterilebilir.
Ünlülerin adları. Özel adlardan oluşan kişi adlarının karakteristik özelliklerinden biri de Türk halklarının ünlü bilim adamları, şairleri ve klassiklerinin adı
ile isimlendirilmiştir. Azerbaycan Türkçesinde: Fuzuli, Mehseti, Nizami, Hatai, Nigar, Nesimi, Hagani, Natavan ve diğerleri. Türkiye Türkçesinde: Yunus Emre, Mehmet Akif, Namık Kemal ve diğerleri.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Türk lehçelerindeki kişi adları sözlüklerinde kullanılan antroponimlerin analizi, apelyatif leksika ile onomastik leksika arasında
güçlü bir bağlantı olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda kişi adları kendi gelişim evrelerine göre tarihsel bir kategori olarak kabul edilmektedir. Eski Türk
halklarının eski yazılı anıtları, Orta Çağ yazılı edebiyatı kişi adları bakımından
zengin olduğu için, bu adların büyük çoğunluğu günümüzde de Türk lehçelerinde
kullanılmaktadır. Bunu sözlük tabanlı araştırmamız, örnekler ve karşılatırmalı dil
materyalleri de kanıtlamaktadır.
Kaynakça
Alkaya, E. (2001). Tatar Türklerinin Kullandığı Türkçe Kişi Adları Üzerine Bir Değerlendirme.
Sosyal Bilimler dergisi. Cilt 11/ 1, s. 115-136.
Bayraktar, N. (2013). Türkçede Renk Adlarıyla Özel Ad Yapımı. Journal of Language and Linguistic Studies, 9(2), s. 95-114.
Calp Mehrali. (2014). “Kişi Adları Üzerinde Dilbilimsel Bir Çalışma (Ağrı İli Örneği)”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, s. 28-49.
Cangabilova, Zaure. Hamitova, Elmira. (2013). Türk ve Kazak Lehçelerinde Fiil Kökenli Antroponimlerin Leksik-Semantik Özelliği. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi . Sayı:34/1 s. 50-62.
Eren, A. (2008). “Baki Divanı’nda Kırmızı Renk”. AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi,
Erzurum: 37., s. 31-68.
Habibli, R. (2009) Ad Bilimsel Birimler ve Sosyal Etmenler. Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, 28. Sayı, s.33-38.
Gurbanov, A. (2019). Seçilmiş eserleri. Azerbaycanlı şexs adları ensiklopediyası. Bakı: AMEA.
Gurbanov, A. (2019). Azerbaycan onomalogiyasının esasları. II cild. Bakı: AMEA.
Öğretmen, Y.T. (2018). Türkiye Türkçesinde Kişi Adi Olarak “Gül” Ve Birleşenler. TÜRÜK
Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi 2018, Yıl:6, Sayı:13
Rasony, L. (1963). Türklükte Kadın Adları. TDAY Belleten, Ankara.
Tanrıverdi, A. (2012). Türk menşeli Azerbaycan şexs adlarının tarihi-lingvistik tedgigi. Bakı.
Таич, Р.У. (1970) Опыт антропонимического словаря писателя. Антропонимика. Москва:
Наука, с.314-319.
Tuş Muhittin. Kırgızlarda şahıs adları, s. 3203-3220. https://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/TU%c5%9e-Muhittin-KIRGIZLARDA-%c5%9eAHIS-ADLARI.pdf erişim
tarihi: 07.08.2021.
AHISKALI İLK KADIN EĞİTİMCİ,
GAZETECİ, YAZAR VE KADIN HAKLARI
SAVUNUCUSU ŞEFİKA EFENDİZADE
Doç. Dr. Minara ALİYEVA ÇINAR, Bursa Uludağ Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-7339-0260
“Her bir rezaletin başlıca sebebi cehalettir.
Cehaletten kurtulmanın dermanı ise ilimdir, maariftir.” (Ş. Efendizade)
Giriş
Rusya’da yaşayan Müslüman-Türk dünyasında genç aydınların öncülüğünde
19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında reform hareketleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu reform hareketleri, 19. yüzyılın sonunda Türk dünyasının önemli düşünürü, eğitimci, yazar ve yayıncı olan Gaspıralı İsmail Bey tarafından başlatılan
Ceditçilik (Yenileşme) hareketine dayanmaktadır. Bu hareket, genel anlamda eğitim alanında yenileşme ile başlamış, zamanla da toplumların sosyal hayatının her
alanına etki etmiştir.
Ceditçilik hareketi, Türk milletinin iyi bir hayat yaşamasını ön gören bir harekettir. Bu hareket, ilk önce kültürel bir yenileşme hareketi olarak ortaya çıkmış,
daha sonra da Müslüman-Türk dünyasının siyasi yönünü kapsayan bir hareket haline dönüşmüştür. 20. yüzyılın başlarında, bu hareketin öncüleri, Türk dünyasının
aydınları halkı aydınlatmak ve gençleri yetiştirmek için yeni okullar açmaya başlamış ve eğitimin yeni yöntemlerle verilmesi için mücadele etmişlerdir. Bu uğurda
mücadele eden Ceditçilerin asıl amacı da, ülkelerini çağdaş değerlere kavuşturmak, halkın gelişen toplumsal düzenden geri kalmışlığını önlemek için sosyal ve
kültürel alanlarda yeni yollar açmak, Rusya’nın baskılarına karşı mücadele etmek,
yerlilerin siyasi hâkimiyetini kazandırmak ve eğitimsiz bir toplumu cehalet uykusundan uyandırmak olmuştur.
Ceditçilik hareketinin temelinde çağdaş eğitim reformu yer almaktadır.
İdil-Ural bölgesinde ortaya çıkan, Türkistan ve Kafkasya’da yayılan Ceditçilik hareketinin ilk hedefi, eğitim-öğretimin Avrupa tarzında yapılacağı çağdaş eğitim
kurumlarının açılmasıydı. İsmail Gaspıralı, bunun “Türk dünyasının ıslah çalışmalarının eğitim ve öğretimde yapılacak reformlarla başlayacağı kanaatindeydi”
56
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
ve bu düşünceyle de eğitim reformunun ilk basamağı olan Usul-i Cedit mekteplerinin açılmasını önermiştir. Bu okulların açılması ve Türk dünyasında yayılması
için Rus makamlarına yaptığı ilk başvurular olumlu bir sonuç vermediyse de daha
sonra sınırlı sayıda olsa da okullar açılmaya başlanmıştır. 1894-1905 yılları arasında dokuz Usul-i Cedit okulu açılmışken I. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılında
sayıları 5.000’i bulmuştur (Bozkurt, 2020, s. 54, 55).
19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında Müslüman-Türk kesiminin yaşadığı
bölgelerde görüldüğü gibi Azerbaycan’da da eğitim-öğretim alanındaki asıl hedefler, laik okulların planlanması, eğitim-öğretim yöntemlerinin modernleştirilmesi,
okul çağına gelmiş çocukların zorunlu ve parasız eğitime tabi tutulması, kadınların eğitiminin temellerinin atılması, yeni programların ve ders kitaplarının hazırlanması, kütüphanelerin ve okuma evlerinin açılması, matbaalarda çalışmaların
planlanması, öğretmen kadrolarının yetiştirilmesi ve anadilde öğretime geçilmesi,
mevcut olan pedagojik uygulama temelinde pedagojik ve metodolojik talimatların
hazırlanması, millî eğitimin uygulanmasında yeni yolların aranması ve farklı alanlarda eğitimcilerin yetiştirilmesi olarak belirlenmiştir.
Bu dönemde halkı cehaletten kurtarmak adına çağdaş okulların açılması sorununun yanı sıra toplumların gelişmesi ve yükselmesi için ele alınması gereken
bir diğer sorun da kadınların eğitilmesi sorunuydu. Bu dönemde aynı zamanda
kadınların sömürü ve baskıdan kurtulması, onlara eğitim hakkı, medeni ve siyasi haklarının kazandırılması için mücadele başlamıştır. Kadınların okuma yazma
bilmemesi, sosyal ve siyasi hayattan soyutlanması, millî bilincin olmaması sadece
kendi yaşamlarında değil tüm toplumun hayatında olumsuzluklara yol açacağı düşünülmekteydi. Azerbaycan devlet ve siyaset adamı Mehmet Emin Resulzade’nin
bu konudaki düşüncesi bunu destekler niteliktedir: “Eğer yarın milletimizin başına bir kötülük gelirse, bunun sebebi kadın olur. Kadınların eğitimsizliği. Eğer Türk
soylu biri yarın terakki ve kültür yoluna girerse, bunun sebebi yine kadın olur.”
(Abdullayeva, Rostovskaya ve Rostovskaya, 2019, s. 75).
Hablemitoğlu’na (2020, s. 107) göre Çarlık Rusya’sındaki Türk kadın hareketi, doğuşunu ve gelişimini, Azerbaycan’ın yetiştirdiği ünlü gazeteci, eğitimci
ve reformcu Hasan Bey Melikzade Zerdabi ve Türk dünyasında kültürel ve siyasî
anlamda Türklük bilincinin önderliğini yapan, reformcu, siyaset adamı Gaspıralı
İsmail Bey’e borçludur. Rus şovenizmi ve emperyalizmine karşı gelen her ikisi de
Türklük bilincinin ve dayanışmasının yaygınlaşması, gericiliğin ortadan kalkması, eğitim kalitesinin yükseltilmesi için mücadele etmiştir. Bu önemli iki düşünürün fikirlerini benimseyen, kadınların özgür ve okuryazar olmasını destekleyen,
kızların zorla evlendirmelerine karşı çıkan, kadınların yasal ve sosyal statülerinin
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
57
düşüklüğünü eleştiren ve en önemlisi kadınların eğitimine yönelik kurumların
açılmasını talep eden aydın kişiler de öne çıkmıştır.
Şüphesiz ki bu yenilikçi düşüncenin yaygınlaşmasında yayın hayatının
önemli bir rolü vardır. Bunun en önemli girişimi İsmail Gaspıralı’ya aittir. O, “Dilde, Fikirde, İşte Birlik!” sloganıyla Rusya’da yaşayan Müslüman Türklere ulaşmak
amacıyla onları aydınlatmak, ideallerini ve görüşlerini halka sunmak için 1883 yılında “Tercüman” gazetesini çıkarmaya başlamıştır. “‘Tercüman’ gazetesi, Kırım’da
yayınlanan ilk Tatar gazetesi olmasının yanında, Çarlık döneminde yayınlanan
Türk gazeteleri arasında en uzun (35 yıl) süre yayınlanması, etkisi, öncülüğü, ciddiyeti ve Usul-i Cedid’e yaptığı hizmetler yönünden de en önemli gazetelerden biri
olmuştur” (Çetin, 2020, s. 81). Bu gazetenin dışında Müslüman Türklerin yaşadığı
ülkelerde gerek eğitim meselesini gerek Türklük bilincinin ve dayanışmanın yaygınlaşmasını gerek kadınların aydınlanması gerekse diğer meseleleri konu edinen
yazıların yayınlandığı gazete ve dergiler de vardır. O dönemde aydın kesimin yetiştirildiği, çağdaş okulların açıldığı, yayın organlarının faaliyet gösterdiği, kadın
eğitimcilerin yetiştirildiği ülkelerden biri de Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ydi.
1. 19. Yüzyılın Sonu - 20. Yüzyılın Başında Azerbaycan’da Kadın
Aydınlanması
İsmail Gaspıralı’nın eğitim ve öğretimde yenileşmenin gerekliliği düşüncesini
Azerbaycan’ın genç aydınları da benimsemişlerdir. Özellikle kadınların eğitimli
olmasını öne süren toplumun ileri gelenleri, kadınlar özgür ve okuryazar olmadıkları müddetçe o toplumun meselelerinin çözülemeyeceğini düşünmekteydiler.
Bundan dolayı kadınların eğitilmesi konusunda çağdaş eğitim anlayışıyla yeni kurumlar açılmış ve kadınların eğitim almaları için fırsatlar sunulmuştur (Abdullayeva, Rostovskaya ve Rostovskaya, 2019, s. 75).
1874 yılında Bakü’de Azerbaycan tarihinde “Mari Kız Koleji” adıyla ilk kadın
koleji açılmıştır. Bu kolej, 1897 yılında ortaokula dönüştürülmüştür. 1899 tarihinde Gence’de aynı adı taşıyan ilkokula bağlı olarak kız koleji açılmıştır. Bu kolej
daha sonra 1902 yılında düz bir kolej olarak eğitim faaliyetlerine devam etmiştir.
19. yüzyılın sonunda kız kolejlerinde okuyan öğrenci sayısı 1283’e ulaşmıştır. Ancak Avrupa modelindeki çağdaş eğitim kurumları 20. yüzyılın başında açılmaya
başlamıştır. G.B. Zerdabi’nin teklifi ve maddi desteğiyle 7 Ekim 1901 tarihinde
G.Z. Tagiyev adını taşıyan ilk Müslüman kız okulu açılmıştır. Okulun ilk müdiresi
de Zerdabi’nin eşi Hanife Hanım Melikova olmuştur. Bu okula Güney Kafkasya’nın
tüm bölgelerinden Müslüman kökenli kızlar kaydedilirdi. Bu okul ilk etapta dört
yıllık, daha sonra beş ve bir müddet sonra da altı yıllık bir okul haline gelmiştir.
58
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Okula ilk sene 58 öğrenci alınmıştır. Bu sayıdan 35’i eğitim harcından muaf tutulmuştur. Bu okul 1916 yılında yüksekokul statüsündeydi, daha sonra ruhban
okuluna dönüşmüştür. Okulun açılışında Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin o zamanki Dışişleri Bakanı olan A. Topçubaşov şunları dile getirmiştir: “Geleceğin
tarihçileri bu olayı, diğer tüm milletlerde olduğu gibi, aile ocağını ayakta tutan güzel bir varlık olan Müslüman kadının yükselişinin başlangıcı olarak kaydedeceklerdir.” Zerdabi’nin maddi desteğiyle açılan bu kız okulundan sonra, buna benzer
eğitim kurumları başka yerlerde de açılmıştır. O dönemde açılan okullar arasında
1914 tarihinde kızlar için 3158 öğrencisini barındıran yedi kız koleji bulunmaktadır (Azerbaycan Millî Ansiklopedisi).
20. yüzyılın başında eğitim öğretim alanında yaşanan en önemli sorunlardan
biri de eğitmenlerin yetersizliğiydi. 1906 ve 1907 yılında düzenlenen Birinci ve
İkinci Öğretmen Kongrelerinde bu mesele geniş bir şekilde ele alınmıştır, ancak
bu kadar kısa zamanda bu meselenin çözülmesi pek mümkün görünmemekteydi. Öğretmen yetiştiren okullar ancak 1914 tarihinde Gence’de, 1916 tarihinde
ise Bakü’de açılmıştır. Millî kadroların yetiştirilmesi için Eylül 1918’de Gence’de
Azerbaycan dilinde eğitim verecek öğretmenler için kurslar açılmıştı. Aynı kurslar
daha sonra Nuha, Zakatala ve Şuşa’da faaliyete geçmiştir. 1919 yılında da Gazah,
Nuha, Şuşa, Kuba, Zakatala, Salyan, Bakü ve Gence’de iki aylık kurslar verilmiştir
(Dulayeva, 2013, s. 62-63; Nezerli, 2010, s. 352, akt. Minara Aliyeva Çınar, 2019,
s. 54).
Bu dönemde Azerbaycan’da kadın aydınlanması ve genç cumhuriyetin bekası için fedakârlık yapan pek çok kadın öne çıkmıştır. Bunların arasında Zehra
Ağayeva, Garib Sultan Melikova, Zerri Şahtahtinskaya, Seriyya Ahmedova, Masma Mammedova, Feride Ağayeva, Şefika Gaspıralı ve daha niceleri elinden geleni
yapmaya çalışmıştır (İbrahimova, 2018, s. 281, Aliyeva Çınar, 2018). O dönemde
Azerbaycan aydınlarından bir kısmı Rusya’da okumuş liberal görüşlü kişilerdir.
Aralarında iki Azerbaycanlı kadının da yer alması Azerbaycan kadın hareketinin
tarihi için büyük önem taşımaktadır. Bunlar H. Z. Tagiyev’in burs desteğiyle eğitim görmüş Hanife Hanım Melikova ve Şefika Hanım Efendizade’dir (Mirzazade,
2023, s. 2).
Bu çalışmada da Ahıskalı kadın aydınlardan Şefika Hanım Efendizade üzerinde durulmuştur. Efendizade, 20. yüzyılın başlarında Azerbaycan kadınları
arasında eğitim ve aydınlanmanın yaygınlaşması için özveriyle çalışan kadın eğitimcilerden biriydi. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin tarih sayfalarında Azerbaycanlı
olarak yerini alsa da o, Ahıska Türklerinin yetiştirdiği ilk kadın gazeteci, bir eğitimci ve siyaset kadınıdır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
59
2. Şefika Şeyhzade-Efendizade
2.1. Hayatı, Eğitimi ve Eğiticiliği
Şefika Efendizade, 19 Mart 1882 yılında Ahıska Türklerinin tarihî memleketleri olan Ahıska’nın Azgur köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Hacı Hafız Muhammed Emin Efendi Şeyhzade, dönemin tanınmış modern ve ileri görüşlü bir aydın
ve eğitimci kişilerindendir. Basın organlarında aktif faaliyet gösteren Muhammed
Emin Efendizade, Azerbaycan’da Usul-i Cedit okullarının açılmasında, halkın eğitilmesinde ve eğitim konusunda bilinçlendirilmesinde önemli rol oynamış aydınlardan biriydi (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2021, s. 13). O, şartları gereği
okulda kızlar için okuma imkânı verilemeyen dönemde, çocuklarının eğitimiyle
bizzat kendisi ilgilenirdi. Şefika ve küçük kız kardeşi Saide de ilk eğitimlerini babalarından almışlar. Babasından okuma yazma öğrenen Şefika Hanım bununla
da yetinmez, modern bilimin sırlarını da babasından öğrenmeye gayret etmiştir.
Resim: Öğretmen Şefika Efendizade Müslüman Kız Okulunda öğrencileriyle
birlikte (1907-1908)
(Kaynak: Azerbaycan Millî Ansiklopedisi http://ensiklopediya.gov.az/az/terms/20300/cild/12
Erişim tarihi: 1.04.2023)
Şefika Hanım, 1896 yılında, henüz daha on dört yaşındayken Nuha (şimdiki
Şeki) şehrine gider ve orada babasının açtığı ve kendisinin de öğretmenlik yaptığı
“Dârüssüeda” okuluna bağlı kızlar için açılan özel bir okulda gayri resmî olarak
60
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Azerbaycan dili öğretmenliği yapmaya başlar. Bu, Şefika Hanım’ın öğretmenlik
hayatına attığı ilk adımdır. Ancak buradaki eğitim faaliyeti uzun sürmez (Abdullayeva, 2017, s. 3).
O dönemde Bakü’de açılan ilk kız okulunda eğitim verecek eğitmenlerin yetersizliğinden dolayı dönemin tanınmış siyasetçilerinden Neriman Nerimanov,
Şefika Hanım’ın Bakü’ye gelip o okulda öğretmenlik yapması için babasına mektup yazar. Babası ise mektuba cevaben kızının devlet okulunda okumadığından
dolayı öğretmenlik yapmasının uygun olamayacağını bildirir (Veliyev, 2020). Bu
durum karşısında Şefika Hanım Tiflis’e gider ve orada Güney Kafkasya Müslüman
Ruhani İdaresinde girdiği sınavı başarıyla geçerek 11 Aralık 1900 yılında Tatar
(Azerbaycan) dili öğretmeni sertifikasını (N1499) alır ve mesleğini icra etmesi için
kendisine III. Aleksandriyskiy Erkek Lisesinden (Gimnaziya) öğretmenlik diploması verilir (Abdullayeva, 2017, s. 3). Tiflis’ten Bakü’ye giden Şefika Hanım, H.Z.
Tagiyev’in açmış olduğu Aleksandriyskiy Rus-Müslüman Kız Okulunda Azerbaycan dili öğretmeni olarak göreve başlar. 1906 yılında da Bakü’de toplanan Birinci
Muallimler Kongresine katılır.
Şefika Hanım, kendisi gibi bir eğitimci Alaaddin Efendizade ile evlenir. 1907
yılında çocuğu dünyaya gelir. İlk evladı olan Aydın’la ilgilenmek için izne ayrılır.
1909 yılının şubat ayında ikinci çocuğu olan Fuad dünyaya gelir. Aynı yıl içinde
Şefika Efendizade mesleğine dönmeye karar verir ve 13 Ekim 1909 tarihinde Bakü
Mektep Komisyonu Başkanlığına müracaat ederek Tatar (Azerbaycan) dili öğretmenliğine tayin edilmesini arz eder. O, Komisyonun 19 Ekim tarihli oturumunda
aldığı kararla I. Rus-Tatar Kız Okuluna Azerbaycan dili öğretmeni olarak tayin
edilir. 1911 yılında ise Şefika Hanım’ın özel isteğiyle II. Rus-Tatar Kız Okuluna
geçirilir. Efendizade, bu okulda 20 Eylül 1911 tarihinden 1918 yılına kadar öğretmenlik mesleğine devam eder (Abdullayeva, 2017, s. 7).
Bu dönemde kızların eğitim almaları için diğer fedakâr aydın kadınlar gibi
Şefika Efendizade de kızlara sadece edebî eserleri okutmakla ve ders vermekle
kalmaz, o aynı zamanda kızların özgürce ve edebî bir şekilde düşüncelerini kaleme almaları, eğitimlerine yükseköğretimde devam etmeleri için de mücadele
eder. Arkadaşı Sakine Ahundzade, Hanife Melik, Sara Vezir ile birlikte bir drama
kulübü kurarak kızlara tiyatro kültürü, oyunculuk sanatı hakkında bilgiler ve dönemin basın hayatıyla ilgili demeçler verir (Memmedli, Gocaeva-Memmedova,
2012, s. 14; Azimova, 2016). Şefika Hanım, cehaletin hüküm sürdüğü bu dönemde öğrencilere millî-kültürel bir ruhla verdiği eğitim sayesinde onların Azerbaycan edebiyatına karşı ilgilerini uyandırır. Fars, Arap ve Rus dillerini, klasik Doğu
Edebiyatını derinlemesine inceleyen genç eğitimci, aynı zamanda bir Kız Pedagoji
Okulunda da öğretmenlik dersleri verir (Veliyev, 2020).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
61
1918 yılında Azerbaycan’da yaşanan siyasi olaylar ve Rusya’nın baskılarından dolayı Bakü’de yaşayan aydınlar ülkelerini terk etmek zorunda kalarak kimisi İran’a kimisi Rusya’ya kimisi Türkiye’ye kaçmak zorunda kalır. Bu kaos içinde Şefika Hanım da ailesiyle birlikte bir müddet Bakü’de kalır, ancak daha sonra
memleketi Ahıska’ya, doğduğu köye, Azgur’a gitmeye karar verir. Fakat Ahıska’ya
geldiğinde eşi Alaaddin Efendizade yakalandığı kolera hastalığından dolayı vefat
eder. Azgur’da iki ay kaldıktan sonra yaşanan siyasi olaylardan dolayı İstanbul’a
gider. İstanbul’da kaldığı süre zarfında da faaliyetlerini sürdürür. O, “Cemiyet-i
Nisvân”daki faaliyetlerine katılarak kadın hareketinde de aktif rol oynar. Ne yazık
ki İstanbul’da da kız kardeşi Saida Hanım vefat eder (Abdullayeva, 2017, s. 8).
Şefika Hanım, 1919 yılında Bakü’ye döner. Öğretmenlik mesleğine devam
etmek için Bakü Mektep Komisyonu İdaresine başvursa da komisyonun cevabı
olumsuz olur. Öğretmenlik mesleğine devam edemeyince Azerbaycan’ın ilk parlamentosunda başkâtip yardımcılığı görevine atanır (Abdullayeva, 2017, s. 20).
Ancak sevdiği öğretmenlik mesleğinden de vazgeçemez. 1920’li yılında Bakü’deki
Dârülmuallimat’ta ve Bakü’de okuryazarlığı yayma kurslarında ders vermeye devam eder (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 15). Efendizade 1932 yılına
kadar öğretmenlik, eğitimcilik faaliyetlerini sürdürür, 1903 yılında yayımlattığı ilk
yazısıyla adımını attığı gazetecilik ve yazarlık faaliyetlerini de ömrünün sonuna
kadar sürdürür.
2.2. Gazeteciliği ve Yazarlığı
Ahıskalı ilk kadın eğitimci olan Şefika Efendizade, Azerbaycan millî mücadele tarihinde “Usul-i Cedit”çilerin izinden yürüyen Ahıskalı ilk kadın gazeteci
unvanıyla da bilinmektedir. On dört yaşında öğretmenlik mesleğine attığı ilk
adımıyla birlikte Azerbaycan’daki kızların eğitim almaları konusunda mücadele
faaliyetlerine giren Şefika Hanım, güçlü kalemiyle kadınların haklarını savunmak, kızları eğitim almaları konusunda bilinçlendirmek, kadınların sorunlarını
dile getirmek amacıyla gazete ve dergilerde yazılar yazmaya başlar. Azerbaycan’da
“iyi-kötü”, “tembel-çalışkan”, “güzel-çirkin” olarak vasıflandırılan kadın kategorisine karşılık Şefika Efendizade kadınları “eğitimli aydın kadınlar ve eğitimsiz cahil
kadınlar” olmak üzere ikiye ayırır (Aliyeva, 2022, s. 8).
Şefika Efendizade, gazetecilik faaliyetine 1903 tarihinde başlar. 1903 yılında
Tiflis’te yayın hayatına giren “Şark-i Rus” gazetesinin 16 Nisan 1903 tarihli 7. sayısında yayımlattığı “Maarifpərvər rüfətli Məhəmməd Ağa Şaxtaxtinski hüzurialilərinə” adlı yazısıyla da Azerbaycan’da ve genel anlamda Türk dünyasında ilk
kadın gazetecilerden biri olarak tanınmaya başlar. Daha sonra Bakü’de “Hayat”,
“İrşad”, “İqbal”, “Yeni İqbal”, “Açıq Söz”, “Azerbaycan” gazeteleri, “Dabistan”, “Diri-
62
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
lik”, “Məktəb”, “Füqəra füyuzatı”, “Mədəniyyət” dergilerinde siyasi ve edebî yazıları
yayımlatmaya devam eder. Ancak bir gazeteci olarak tanınması, 1911-1912 yılları
arasında yayımlanmış Azerbaycan’da ilk kadın matbuatı olan “Işık” gazetesindeki
faaliyetleriyle ilgilidir (Abdullayeva, 2017, s. 9-10; Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 15).
Efendizade’nin yazıları genel itibarıyla millî konular, kadınların toplumdaki yeri, hakları ve eğitim meseleleri üzerinedir. “Dabistan” dergisinde yayınlanan
yazılarında geleneksel olarak kadınların okuma yazma bilmemesine karşı çıkar.
Kız çocuklarının eğitim almasının önemine vurgu yapar. “Dabistan” ve “Maktab”
dergilerinde çocukların hayatlarıyla ilgili de “İki qızın söhbәti”, “Şәkәr alması”,
“İlk mәhәbbәt”, “Röya”, “Müәllim nәdir”, “Mükafat” gibi ilk hikâyelerini yayınlar.
Hikâyelerde kaleme aldığı eğitim konularını sanatsal bir şekilde anlatır (Tahirkızı,
2014). Devletin bağımsızlığının kadınların bağımsızlığına bağlı olduğuna inanan
Şefika Hanım’a göre kadınlar toplum içinde hak ettiği yeri almalı, devletin bekası için çalışmalı ve idari makamlarda bulunmalıdır. O, Azerbaycan gazetesinde
yer alan yazılarında kadının toplumdaki rolünün önemini de daima dile getirirdi.
Bu yazılardan bazıları şöyledir: “Təşkilatın qadınlara təsiri”, “Səçqi və qadınlar”,
“Millî bayram ve qadınlarımız”, “Vətən bizim anamızdır”, “Analar! Qızlarınızı
oxudunuz!” vd. (Şeymen, 2018).
Şefika Hanım, “Səçqi və qadınlar” adlı makalesinde devletin bağımsızlığı
ve geleceğinde kadınların önemini şöyle dile getirmektedir: “Hayatı sevmek, onu
daha da güzelleştirmek lazımdır. İnkişaf, kadınlık ve kadınlığın diriliğindedir. Kızların, kadınların gayreti olmaksızın vatanın, halkın yükselişi gayri-mümkündür. Başka halkların kadınları içtimaî-siyasî hayatta erkeklerle beraber faaliyet göstererek
öz/kendi milletinin terakkisi için çalıştığı zaman Türk kadınları bu işten kenarda
kalmaz.” (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 16). Ancak kadın meselesini
her fırsatta kaleme almaya çalışan Şefika Hanım, taassupçu kesimin tehditlerine
maruz kalır. Bu tehditlerden dolayı yazı yazmaya ara verir. Fakat bir süre sonra
yeniden gazetecilik faaliyetlerine döner ve 1923 yılında yayın hayatına giren “Şərq
qadını” dergisinde hem editörlük yapmaya hem de yazılarını yayınlatmaya devam eder. Bu dergide kaleme aldığı “Qız ile anası arasında mühavirə”, “Bəhirədən
Münirəyə”, “Al qırmızı kofta”, “İki sima”, “Rəna”, “Evlənmək” gibi hikâyeleriyle
Azerbaycan kadınlarının hayatını konu edinir ve kadınları cehaletten kurtulmaya
davet eder (Abdullayeva, 2017, s. 11-12).
Şefika Hanım, vatanın bu zor günlerinde millî davaya katılan erkeklerle birlikte kadınların da katılmasının önemini şu sözleriyle tasdikler: “Erkekler vatanın
saadeti ve selameti için ellerinden gelen her çaba ve gayretten geri durmuyorlar.
Ancak biz kadınlar, bu felaketin sebebi olduğumuz halde bunu hiç düşünmek bile
istemiyoruz. Bu bizim hatamız, bizim günahımızdır.” (Aslan, 2018).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
63
Efendizade, edebiyat alanında da eserleriyle tanınmaktadır. Çocuk hayatını
konu edinen hikâyeleriyle birlikte onun 1914 yılında “İki Yetim yahut Kerim’in
Himmeti” adlı kitabı da yayımlanır. Yazar bu eserinde çocuklarda dostluk, hayırseverlik, insanî duyguların terbiyesini öne çıkarır (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 16).
2.3. Sosyal ve Siyasî Hayatı
Bu dönemde Şefika Gaspıralı, Sakine Ahunzadeh, Aynülhayat Yusufbeyli,
Şefika Efendizade gibi güçlü kalemiyle toplumu aydınlatan, sanatsal yaratıcılıkla
uğraşan, eğitime gönlünü veren Azerbaycan kadınları, millî mücadelenin ön saflarında da yerini alırlar. Şefika Efendizade, eğitimden uzak kalan kadınları, kızları
aydınlatmak için kaleme aldığı eserlerin yanı sıra dönemin siyasî, millî ve sosyal
meselelerini konu edinen yazılara da imza atar. Sadece yazı yazmakla da kalmaz
Kafkaslarda ve Moskova’da düzenlenen konferans ve kongrelerine de iştirak eder.
1906 yılında Azerbaycan Muallimler Kurultayına, 1917 yılına Bakü’de Güney Kafkasya Müslümanları Kurultayına, Kazan’da ve Moskova’da geçirilen Tüm Rusya
Müslümanları Kurultaylarına, 1921 yılında Azerbaycan’ın Tarafsız Kadınların Birinci Kongresine katılır (Memmedli, Gocaeva-Memmedova, 2012, s. 13; Abdullayeva, 2017, s. 16; İmanova, 2020, s. 33).
Bakü’de 1917 yılında “İsmailiyye” binasında geçirilen kurultay, Şefika
Hanım’ın katılımı ve konuşmalarıyla dikkat çeken bir girişimi olur. Bu kurultayı
daha önce geçirilen diğer kurultaylardan ayıran en önemli özellik, kadınların da
iştirak etmesiydi. Aslında kurultayda temsilen kadınların meselelerini dile getirecek olan İbrahim Bey Haydarov seçilir. Ancak Kadın Cemiyeti üyeleri bunu öğrenince tepki göstererek kurultay komisyonuna müracaatta bulunur ve komisyonun
sınırlı sayıda kadınların katılabileceği cevabına istinaden Bakü’den delege olarak
Sara Vezirova ve Şefika Efendizade seçilir. Şefika Hanım’ın kurultayda kadınların
eğitimi için yeni okulların ve tiyatroların açılmasının gerekliliği üzerine yaptığı
konuşması salonda bulunan muhafazakârlar arasında büyük tepkiye neden olur.
Kurultayda kadınların eğitilmesi konusunu destekleyenler ile karşı çıkanlar arasında da kavga çıkar (Tahirkızı, 2014).
21 Mayıs 1917 yılında geçirilen Gıda Komiteleri seçimleri Azerbaycan kadınları için tarihî bir önem taşır. O dönemde Azerbaycan kadını seçme ve seçilme hakkını elde eder. İlk kez Azerbaycan kadını devlet idaresinde göreve başlar.
Şefika Hanım’ın da toplumsal ve siyasî olaylarda faaliyet göstermesi Azerbaycan
kadınları için bir yenilik olur. Şefika Hanım’ı bir model olarak gören, izinden yürüyen pek çok kadın çıkar. O, 1917 yılında belediye seçimlerine kadınlara önder-
64
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
lik yapması için Şamahı’ya gönderilir. Seçimlerle ilgili düşüncelerini de “Açıq söz”
gazetesinde “Şamaxıda qadınlar seçkisi” adlı makalesinde dile getirir (Quluyeva;
Agezova, Mussa, 2023, s. 28).
Şefika Hanım, 1918 yılında Azerbaycan Halk Cumhuriyeti parlamentosunda
başkâtip yardımcısı görevine seçilir. Söz konusu olan kâtiplik bürosunda çalışan
yetmişin üzerindeki memur kadrosundaki sekiz kadından biri olur (Abdullayeva,
2017, s. 20; İbrahimova, 2018, s. 268). 1923 yılında ise Azerbaycan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nde en yüksek yasama ve yürütme organı olan Azerbaycan Merkez
Yürütme Komitesine üye seçilir. Sovyetler Birliği döneminde Bakü’de, Tiflis’te,
Moskova’da düzenlenmiş olan kadın kurultay ve konferanslara delege olarak katılır. 1932 yılına kadar öğretmenlik mesleğini ve eğitimcilik faaliyetlerini yürütür,
ömrünün sonuna kadar da kendisini gazetecilik ve yazarlığa adar. 29 Temmuz
1959 tarihinde Bakü’de hayatına veda eder (Memmedli, Gocaeva-Memmedova,
2012, s. 14).
Sonuç
Şefika Efendizade, “Şarq qadını” dergisinin 1924 yılında yayımlanan 1. Sayısında şöyle tanımlanmıştır: “Şefika Hanım, sadece Azerbaycan’da değil tüm
Doğu İslam dünyasında tanınan ilk kadın gazeteci ve öğretmenlerden biridir.”
Hem Azerbaycan’da hem de yurtdışındaki sosyal ve siyasi faaliyetlerde bulunmuş,
İstanbul’da bulunduğu zamanda da “Cemiyet-i Nisvân” kadın derneğinin çalışmalarına katılmıştır. O, ömrünün sonuna kadar gerek sözlü gerekse yazılı olarak hep
kadınların sorunlarını dile getirmiştir. Azerbaycan kadınlarını Rusya, Türkiye ve
diğer ülkelerdeki kadınlarla karşılaştırarak kadının toplumdaki rolünü, devletin
istikbâli için önemini ortaya koymaya çalışmıştır.
Ahıskalı Şefika Efendizade, Güney Kafkasya’da ilk Azerbaycan dili öğretmeni,
ilk gazeteci ve yazar olarak tanınmıştır. Azerbaycan’da kamuoyunun gelişmesine
ve kadınların eğitimine değerli katkıları olmuş, kadınların millî şuurunun güçlenmesinde önemli rol oynamıştır. Toplumu cehaletten uyandırmaya çalışan, kadın-erkek eşitliğini savunan, adaletsizliğe göz yummayan bu aydın kadın, tıpkı
Zehra Ağayeva, Sultan Melikova, Zerri Şahtahtinskaya, Seriya Ahmedova, Mesme
Mammedova, Feride Ağayeva, Şefika Gaspıralı, Aynülhayat Usubbekova ve onlarca diğer kadın gibi doğmakta olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin geleceği
için tüm zorluklara rağmen mücadele etmiş, Azerbaycan kadınlarına bir model
olmuştur. Azerbeycanlı kadınların zeki ve özgür olmalarını, toplum içinde hak
ettiği yeri almalarını arzu eden Şefika Efendizade’nin yürüdüğü yoldan yüzlerce
kadın yürümüş ve millî mücadelede aktif rol oynamışlardır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
65
Kaynakça
Abdullayeva, Ş. (2017). Şefika Efendizade, seçilmiş eserler (1903-1925). Elm ve Tahsil.
Abdullayeva, Ş. A., Rsotovskaya, T.K ve Rostovskaya, N.A (2019). Jenskiy vopros v Azerbaydjane v periodiçeskoy peçati 1903-1913 gg., Jenşina v Rossiyskom Obşestve, 2, 74-86. DOI:
10.21064/WinRS.2019.2.7
Agezova, S., Mussa, M. (2023). Tarihten sayfalar: bir kadın bir ömür.
Aliyeva Çınar, M. (2018). Mektuplar Nesip Yusufbeyli’den Şefika Gaspıralı’ya. Ötüken Neşriyat.
Aliyeva Çınar, M. (2019). Azerbaycan eğitim sisteminin kuruluşunda Nesip Yusufbeyli’nin rolü,
Türk Yurdu Dergisi, Ağustos 2019, Yıl 108, Sayı 384, 50-56.
Aliyeva, S. (2022). Voploşeniye jenskogo voprosa v kul’turnıh modelyah, Kulturologiya: Poznaniye, Sayı 4, Nisan 2022, 6-11.
Aslan, A. (2018). Fedakar maarifperver kadın – Şefika hanım Efendizade, (https://sherg.az/arxiv/42988 Erişim tarihi: 2.04.2023).
Azerbaycan Millî Ansiklopedisi. (http://ensiklopediya.gov.az/az/terms/20300/cild/12 Erişim
tarihi: 2.04.2023).
Azimova, A. (2016). Cenubi Kafkazın ilk kadın jurnalisti, (http://journalism.bsu.edu.az/az/
news/cnubi_qafqazn_ilk_qadn_jurnalisti, Erişim tarihi: 29.03.2023).
Bozkurt, C. (2020). İsmail Bey Gaspıralı’nın düşünce dünyası. İçinde Haz. Alev Sınar Uğurlu
Gaspıralı İsmail Bey’in İslam dünyasını uyandırma çabaları. (ss. 53-62). Türk Ocakları Derneği Bursa Şubesi Yayınları.
Çetin, A. (2020). İsmail Bey Gaspıralı’nın düşünce dünyası. İçinde Haz. Alev Sınar Uğurlu Gaspıralı İsmail Bey ve basın. (ss. 79-86). Türk Ocakları Derneği Bursa Şubesi Yayınları.
Dulayeva, Z. (2013). Nәsib bәy Yusifbәyli – milli istiqlal ve dövlәtçilik mücahidi. İçinde Red.
Firdovsiyyә Əhmedova. Nasib-bek usubbekov i narodnoye prosveşeniye. (ss. 51-73). Ziya.
Hablemitoğlu, Ş. (2020). İsmail Bey Gaspıralı’nın düşünce dünyası. İçinde Haz. Alev Sınar
Uğurlu İsmail Bey Gaspıralı ve kadın hareketi. (ss. 105-122). Türk Ocakları Derneği Bursa
Şubesi Yayınları.
İbrahimova, G. (2018). Azerbaycan Halk Cumhuriyeti devrinde kadın hukukları, The Journal of
International Civilization Studies, Wolum III/ ISsue I, 262-286. DOİ: 10.26899/inciss.164.
İmanova, A.M. (2020). Uçastiye Azerbaydjanskoy intellegentsii vo Vserossiyskih syezdah
musul’man, Gumanitarnıye nauki: Nauçnıye izvestiya, S. 20, 25-35.
Memmedli, Ş. ve Gocayeva-Memmedova, G. (2012). Ahıskalı ilk eğitimci: Şefika ŞeyhzadeEfendizade, Bizim Ahıska dergisi, Yıl 8, Sayı 27, Yaz-2012, 13-16.
Mirzazade, R. (2023). Cumhuriyyet dövründe gender siyasetine gelen yol, Azerbaycan Milli
Elmler Akademiyası Haber Bülteni, (https://science.gov.az/az/news/open/24282, Erişim tarihi: 3.04.2023).
Tahirkızı, Ü. (2014). Cehaletden çıhmağın dermanı elmdir, maarifdir, (https://www.xalqcebhesi.az/news/project/5178.html Erişim tarihi: 2.04.2023).
Veliyev, E. (2020). Azerbaycan Cumhuriyyeti Parlamentonun ilk kadın emekdaşı, (https://stm.
az/en/news/322/ Erişim tarihi: 28.03.2023).
Şeymen (2018). Azerbaycanin ilk peşeker kadın jurnalisti, https://sherg.az/arxiv/52894 (Erişim
tarihi: 28.03.2023).
Quluyeva, S. (2023). Mübariz qadın Şefika Efendizade, Azerbaycan Respublikası Prezidentinin
İşler İdaresi İçtinai-Siyasi Senedler Arhivi. (http://presarxiv.gov.az/ Erişim tarihi: 3.04.2023).
DİLDE SADELEŞME HAREKETLERİNDE
TÜRK-MACAR İLİŞKİLERİNE BİR
ÖRNEK: GYULA GERMANUS’UN
“TÜRK DERNEĞİ” (1909) YAZISI
Dr. Öğr. Üyesi Hüsnü Çağdaş ARSLAN, İzmir Demokrasi Üniversitesi
ORCID No: 0000-0003-4618-2105
Giriş1
X. yüzyılda Karahanlılar Devri’nden başlayarak Türklerin topluluklar hâlinde
İslâmiyeti benimsemesiyle, bilhassa XIII. yüzyıldan itibaren önce Doğu ve Batı
Türkçesinin; ardından Osmanlı, Azerbaycan ve Çağatay sahası edebî yazı dillerinin ortaya çıkmasıyla birlikte Türkçenin sadeliğini kaybetmesi günden güne hızlanmıştır. Girilen yeni inanç çevresinin etkisiyle İslâm medeniyetine bağlanmış
Türk halkları için o zamanın anlayışıyla din dili olarak kabul edilen Arapçadan ve
edebiyat dili sayılan Farsçadan Türkçeye pek çok sözcük ve cümle yapısı geçmiştir. Bu ödünçlemelerin bir bölümü İslâmi ilimler ile zaruri olarak öğrenilen dinî
terminolojiye ait sözcük ve deyimler olduğundan dilimize geçmeleri kaçınılmaz
olmuştur. Ancak alıntıların çoğu “yüksek sınıfın” özentiliği, ulusal özelliklerini
kaybetmiş olması veya pek çok farklı ulustan kimseleri içinde bulundurması sonucu dilde yer edinmiş, zorunlu olmayan ve Türkçede karşılığı bulunan sözcüklerdir. Hatta tarihî süreç içerisinde bir dönem Türkçe devlet dili olmaktan çıkarılıp
Farsça resmî dil olarak kullanılmışsa da bu hatalı tutum ve tehlikeli durum çok
uzun sürmemiştir. Dilimize, Arapça ve Farsça dışında farklı dönemlerde siyasi,
sosyal veya ticari ilişkiler sonucu Çince, Sanskritçe, Soğdca, Rumca ve Ermenice
gibi dillerden sözcükler alınmışsa da bunların miktarı ve etkisi oldukça az olmuştur. Böylece Osmanlıca başta olmak üzere hem Azerbaycan hem de Çağatay sahası
edebî dilleri halkın konuştuğu dilden uzak, yüksek sınıfa özgü bir “zümre yazı dili”
biçiminde ilerlemiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise özellikle Tanzimat Dönemi’nden sonra, Türkiye Türkçesine çoğu Fransızcadan olmak üzere Batı
dillerinden birçok sözcük girmiştir (Timurtaş, 1997, s. 279).
1
Julius Germanus’un “Turk Darnay ( ”)ىكنرد كرتadlı yazısı, Keleti Szemle = Revue Orientale (Doğu Araştırmaları) dergisinin Budapeşte’de, 1909’da yayımlanan 10. cildinde 341344. sayfalar arasında bulunmaktadır. Makalenin tam künyesi: Julius Germanus, “Turk
Darnay (”)ىكنرد كرت, Keleti Szemle = Revue Orientale, (1909), C X, s. 341-344.
68
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
F. Kadri Timurtaş’ın tespitlerinden yola çıkarsak hem Tanzimat Dönemi’nde
hem de Servetifünun Edebiyatı Dönemi’nde sade Türkçeyi savunan Ahmed Midhat Efendi ve Şemseddin Sami ile 1893’te yayımlanmaya başlanan İkdam gazetesi çevresinde dili sadeleştirme düşüncesiyle toplanan, “Türkçü-Türkçeci” safta
yer alan Necib Âsım, Veled Çelebi ve Fuad Kösearif gibi aydınlar, genel olarak
eğer karşılığı bulunuyorsa yabancı sözcükler yerine Türkçelerinin kullanıldığı ve
Arapça ile Farsçanın dil kurallarının atıldığı terkipsiz ve sade Türkçenin hâkim
olduğu bir yazı dilinin meydana getirilmesi görüşünü savunmuşlardır (Timurtaş,
1997, s. 293-295). Osmanlı Devleti’nde İkinci Meşrutiyet Dönemi’nden sonra yazı
dilinde sadeleşmeyi isteyenler artmaya, Türkçecilik girişimi de güçlenmeye başlar. Bu dönemin edebî topluluklarından olan ve kısa sürede dağılan Fecriâti’nin
sanat anlayışına bağlı olan şahsiyetler çoğunlukla Türkçecilik düşüncesine eğilim
göstermek yerine 1895-1901 yılları arasında Servetifünun dergisi etrafında yeni
bir edebî anlayışla bir araya gelen Edebiyatıcedîdecilerin dilini örnek almışlardır.
Ancak bu topluluğun görüşlerine uyan Refik Hâlid, bu topluluğa bağlı olmayan
Mehmet Âkif, Halide Edip ve daha sonra Yakup Kadri gibi isimler ise eserlerini
sade Türkçeyle halkın anlayabileceği biçimde yazmaya çalışmışlardır. Bu dönemde
Hâlid Ziya’nın ve Süleyman Nazif ’in dilin sadeleşmesine karşı olan görüşlerine
Celâl Sahir ve Ayaz İshakî Türkçecilik cephesinden karşılık verirler (Timurtaş,
1997, s. 293-295).
El-Hâc Abdülkerim Gyula (Julius) Germanus Kimdir?
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin 14. cildinin 31. sayfasında
“GERMANUS, Julius” başlığının hemen altındaki “el-Hâc Abdülkerîm Julius
(Gyula) Germanus (1884-1979) Mühtedi Macar Şarkiyatçısı.” (Durmuş, 1996,
s. 31-32) ifadeleri okurların dikkatini çekmekle kalmaz, ayrıca kişiye addedilen
“mühtedi” unvanının hikâyesi de merak uyandırır. Ancak burada mühtedi sözünün tek başına ilgiyi çektiğini söylemek “Macar Şarkiyatçısı” unvanına haksızlık
olacaktır. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de Yahudi kökenli bir ailenin çocuğu
olarak 6 Kasım 1884’te (Mestyan, 2017, s. 217-239; Káldy-Nagy, 1974, s. 7-10)
dünyaya gelen Macar Türkolog ve Arabist Gyula (Julius) Germanus’un yaşamı ve
eserleri üzerine farklı dillerde ve ülkelerde yayımlanmış birçok araştırma yazısı
ve ansiklopedi maddesi bulunmaktadır. Akadémiai Kiadó (Akademik Yayınevi)
tarafından 1994 yılına kadar dört cilt hâlinde, toplamda dört binden fazla yoğun
sayfada, yaklaşık yirmi bin madde başını içeren bir koleksiyon olarak Macar tarihi, kültürü ve biliminin şimdi yaşamayan ünlü şahsiyetlerini sunan bir sözlük
olan Macar Biyografik Sözlüğü’nün2 çevrimiçi versiyonuna bakıldığında, öncelikle
2
Magyar Életrajzi Lexikon için verilen Macarca bilgi: “A Magyar Életrajzi Lexikon a magyar
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
69
sırayla Germanus’un asıl adı, sonradan aldığı Arapça adı, doğum yerinin kısaltması, doğum ve ölüm tarihleri görülmekte, ardından “oryantalist, yazar, edebiyat
araştırmaları doktoru (1958)”3 unvanları verilmektedir. Dil öğrenme yeteneği üst
düzeyde olan Germanus, ana dili Macarcanın ve lise çağında öğrendiği Almanca ve Fransızcanın yanı sıra üniversite yıllarında ve sonrasında Arapça, Çerkezce, Farsça, İngilizce, İtalyanca, Latince, Tatarca, Türkçe ve Urduca gibi birbiriyle
bağlantılı birçok dili öğrenmiş, yabancı dil bilgisini sık sık yurtdışına seyahatlere
çıkarak desteklemiş ve derinleştirmiştir (Akdoğan, 1996, s. 46; Durmuş, 1996, s.
31). Gyula’nın tarihe ve Doğu’ya ilgisi çocukluk yıllarında, henüz orta okul çağındayken oluşup gelişmeye başlamış (Akdoğan, 1996, s. 46-47), özellikle AvusturyaMacaristan Monarşisi’nin Osmanlı İmparatorluğu’na komşu olması ve bu toprakları ziyaretleri sırasında farklı uluslardan Müslümanlarla ve Türklerle tanışması bu
derin bağ üzerinde etkili olmuştur. Tarih ve Latince bölümlerinde eğitim almak
üzere Budapeşte Bilimler Üniversitesi, Felsefî Bilimler Fakültesine kaydolan Gyula Germanus İstanbul, Leipzig ve Viyana üniversitelerindeki konferansları takip
etmiştir; Viyana Üniversitesinde Alman edebiyatı, Arapça, arkeoloji, Balkanoloji,
devlet ve hukuk tarihi derslerine katılmıştır; aynı zamanda çocukluktan gelen ilgisinin sonucu olarak Türkçe öğrenmeye başlamış ve Balkanlara yaptığı bir yaz
gezisinden sonra kendi geleceğiyle ilgili planları şekillenmiştir (Akdoğan, 1996, s.
46). Onun bu ilgisiyle ilgili Durmuş (1996) TDV İslâm Ansiklopedisi’nde şunları
yazmıştır:
“Bu ilgi, daha sonra gittiği Budapeşte Üniversitesi’nde kendilerinden Arapça
ve Türkçe dersleri aldığı ünlü Macar şarkiyatçıları Arminius Vámbéry ile
lgnáz Goldziher’in teşvikleriyle daha da arttı. Germanus’un şarkiyat araştırmaları alanında bağlı olduğu anlayış, Avrupa’da İslâm araştırmalarının
kurucusu Goldziher’den ziyade onun da hocası olan, özellikle Orta Asya
seyahatleriyle tanınan Vámbéry’den gelmektedir. Sadece Germanus’u değil
bütün öğrencilerini ve çağdaş şarkiyatçıları etkilemiş olan Vámbéry’nin bu
yönteminde, gezip görerek ilk elden sağlanan bilgilere, gözlem ve tecrübelere dayanan, tenkitçi, felsefî ve filolojik yaklaşım hâkimdir. Germanus’un
Türk ve Arap medeniyetlerine dair kaleme aldığı eser ve yazılarında bu
3
történelem, kultúra és tudomány nevezetes - ma már nem élő - alakjait bemutató lexikon,
1994-ig négy kötetben, összesen több mint négyezer sűrű oldalon jelent meg az Akadémiai
Kiadónál. A gyűjtemény mintegy 20 ezer szócikket tartalmaz.” (Türkçesi: “Macar tarihi, kültürü ve biliminin dikkate değer - artık yaşamayan - şahsiyetlerini sunan bir sözlük olan Magyar Biyografik Sözlüğü, Akadémiai Kiadó tarafından 1994 yılına kadar dört cilt ve toplamda
dört binden fazla yoğun (çift sütunlu) sayfa hâlinde yayınlandı. Derlem, yaklaşık 20.000
makaleyi içeriyor.”). Bkz. https://mek.oszk.hu/00300/00355/# (Erişim tarihi: 28.10.2021).
Türkçe ifadenin Macarca aslı kaynakta şu şekilde geçmektedir: “orientalista, író, az
irodalomtudományok doktora (1958)”, kaynak için bkz. https://mek.oszk.hu/00300/00355/
html/index.html (Erişim tarihi: 28.10.2021).
70
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
tesirin izlerini açıkça görmek mümkündür. Nitekim bu amaçla Mısır, Arabistan, Türkiye, Hindistan, Suriye, Irak, Fas gibi İslâm dünyasının önemli
merkezlerine uzun seyahatler yapmış; bunların sonucunda İslâm dini, İslâm
milletleri, kültür, medeniyet ve edebiyatlarına dair elde ettiği engin birikimini aktardığı kitap, makale ve konferansları, sadece İslâm dünyasında değil
Macaristan’da ve bütün Avrupa’da geniş kitlelerde ilgi uyandırmıştır […]”
(Durmuş, 1996, s. 31).
Germanus, 1907 yılında Evlija Czelebi a XVII. századbeli törökországi czéhekröl
(Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ne göre XVII. yüzyılda Türkiye’deki esnaf loncaları)
adlı teziyle doktor unvanını almıştır. Bu çalışması sayesinde 1908 yılında bir ödül
kazanan araştırmacı, ödülden elde ettiği para ile Londra’ya giderek 1909-1911 yılları arasında British Museum’un Doğu Araştırmaları Bölümünde çalışmalar yapma fırsatını bulmuştur (Durmuş, 1996, s. 31). Macaristan’a döndükten sonra 1912
yılında Budapeşte Üniversitesine bağlı Doğu Araştırmaları Akademisinde Doğu
dilleri (Arapça, Türkçe, Farsça), İslâm kültür ve medeniyeti tarihi, İslâm milletleri
tarihi, İslâm düşünce tarihi dersleri vermek üzere öğretim üyeliğine atanmıştır. Bu
görevi 1921 yılına kadar devam etmiştir. Bu sırada Balkanlar’a ve Türkiye’ye birçok
araştırma gezisi yapan Germanus 1921’de, Budapeşte’de yeni kurulan İktisat Fakültesine bağlı Doğu Araştırmaları Enstitüsünde ders vermeye başlamıştır (Durmuş,
1996, s. 31; Dávid vd. 2022, s. 80). 1915’te Türk Kızılay’ına yardım delegasyonuna
seçilerek Çanakkale Savaşı’nda Türklerin tarafında yer almıştır ve İngilizlere esir
düşmüştür, ancak bir süre sonra serbest bırakılmıştır (Akdoğan, 1996, s. 46; Çolak,
2007, s. 133-140; Çolak, 2016, s. 95-98).
Macaristan’daki Pen Kulübü’nün başkanlığını yapmasının yanı sıra 1928’de
Bulgaristan’da ve 1934’te Mısır’da da bu kulübün şubelerinin kurulmasında rol oynamıştır (Akdoğan, 1996, s. 46).
Sándor Körösi Csoma (Tibetolojinin kurucusu), Ármin Vámbéry ve Stein
Aurél gibi kendinden önce ün yapmış Doğu bilimcileri örnek alan Germanus,
masa başında olmak yerine tıpkı izinden yürüdüğü söz konusu şahsiyetler gibi gezip görerek ve keşfederek her şeyi yerinde öğrenmeye çalışmıştır (Akdoğan, 1996,
s. 46).
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, ünlü şair Rabindranath Tagore’dan aldığı davet
üzerine 1929’da gittiği Hindistan’da yeni kurulan Bengal Santiniketan Üniversitesinde İslâm tarihi dersleri vermeye başlamıştır. 1933 yılına kadar Yeni Delhi,
Lahor ve Haydarâbâd üniversiteleri gibi Hindistan’ın birçok önemli merkezinde
derslerini ve konferanslarını vermeye devam eden Germanus, bu süreçte Türk
edebiyatı ve İslâm kültürü üzerine Lecture on Popular Turkish Literature (Lahore
1931), The Role of Turks in Islam, Turku-i Islam Khidmāt (Aurangâbâd 1932), Mo-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
71
dern Movements in Islam (Kalküta 1932) gibi eserlerini tamamlamıştır (Durmuş,
1996, s. 31-32; Dávid vd. 2022, s. 80). Ayrıca bu dönemde, yaşamının kırılma noktasını deneyimleyen Germanus, kendi ifadesine göre Hz. Peygamber’i rüyasında
görmüştür. Bunun üzerine Yeni Delhi Ulu Camii’nde İslâmı kabul ederek Müslüman olmuştur ve Abdülkerim adını almıştır. 1934’te İslâm dinini öz kaynaklarından öğrenmek amacıyla Kahire’ye giderek Ezher Üniversitesinde aldığı derslerle
Arap dili ve İslâmiyet hakkındaki bilgilerini burada genişletmiş ve derinleştirmiştir. Germanus, ertesi yıl hacca gitmiştir. 1939’da tekrar Mısır’a, oradan da hac
için Mekke’ye geçmiştir. Ardından birkaç kez daha hacca giden Germanus, el-Hac
Abdülkerim adıyla tanınmaya başlamıştır. Daha sonra her yıl kış mevsimlerinde
gittiği Kahire’de Mecmau’l-lugati’l-Arabiyye’nin4 oturumlarına katılmıştır. Hac
yolculukları ve çeşitli İslâm ülkelerine yaptığı araştırma gezileriyle İslâm dünyası
üzerine tespitlerini zenginleştiren Germanus, seyahatlerinin canlı ve ilginç sonuçlarına Allah Akbar, A Félhold fakó fényében (Hilâlin Solgun Işığında) ve Kelet fénye
féle (Doğu’nun Işığına Doğru) gibi eserlerinde yer vermiştir (Durmuş, 1996, s. 3132). 1939-1941 yıllarında Mısır ve Suudi Arabistan’da yaptığı bilimsel araştırmalarının sonuçlarını da “Unknown Masterpieces of Arabic Literature” (Germanus,
1952, s. 91-112) ve “Studies in Arabic Lexicography” (Germanus, 1954, s. 12-28)
başlıklı yazılarında duyurmuştur (Durmuş, 1996, s. 32). 1941’de aldığı bir davet
üzerine Macaristan’a giden Germanus, Budapeşte Üniversitesi İktisat Fakültesine
bağlı Doğu Bilimleri Enstitüsü Başkanlığına atanmıştır. Gyula Germanus, 1945’te
profesör olduktan birkaç yıl sonra, 1948’de, yeni kurulan Edebiyat Fakültesinin
Arap Dili ve Kültürü Bölüm Başkanlığına getirilmiştir ve 1964 yılında emekli olmuştur (Durmuş, 1996, s. 32; Dávid vd. 2022, s. 80). Arap dili ve edebiyatı, İslâm
medeniyeti ve İslâm tarihiyle ilgili özel derslerini hayatının sonuna kadar sürdürmüştür. 1950’li yıllarda bir dizi konferans veren Germanus, 1955’te çağdaş Arap
düşüncesi ve edebiyatı ile Macar edebiyatından örnekler hakkında Arapça konferanslar vermek üzere resmî davetlerle Kahire, İskenderiye ve Şam’a gitmiştir. Aynı
şekilde Germanus’un 1958 yılında Hindistan’ın Bombay, Agra, Aligarh, Leknev,
Kalküta, Santiniketan, Haydarâbâd ve Yeni Delhi üniversitelerinde İslâm kültürü
ve medeniyeti üzerine verdiği konferanslar dizisi büyük ilgi görmüştür (Durmuş,
1996, s. 32). 1958-1966 yılları arasında Macaristan’da milletvekilliği de yapan Germanus, Avrupa’da ve İslâm dünyasında birçok bilimsel kuruluşun aslî, muhabir
veya şeref üyesi olmuştur (Durmuş, 1996, s. 32).
İki kez evlenmiş olan Germanus’un Bengálí tüz (Bengal Ateşi) adlı eserini birlikte yazdığı ilk eşi Rózsa G. Hajnóczy’den ve kendisi gibi Müslüman olan ikinci eşi
4
Kahire’de Arap dili ve edebiyatına dair ilmî çalışmalar yapan kurum. Bkz. Muhammed
Harb, “Mecmau’l-lugati’l-Arabiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 28
(2003), s. 260.
72
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Doğu bilimci Kató Kajári Ayşe’den (Aisha) çocuğu olmamıştır. Abdülkerim Gyula
Germanus, 9 Kasım 1979’da Budapeşte’de hayata veda etmiştir (Durmuş, 1996, s.
32).
2007’de yayımlanan makalesinde Necmi Uyanık, “…J. Germanus’la ilgili
Türkiye’de en azından bir Yüksek Lisans tezinin yapılması bilim adına en büyük beklentimizdir.” (Uyanık, 2007, s. 102) şeklinde hâlen giderilmemiş olan bir eksikliğe
dikkatleri çekmiştir ve katılmamanın elde olmadığı bir beklentisini ifade etmiştir.
Türk Derneği ( )ترك درنكىve Derneğin Macar Şubesi Török Irodalmi
Társaság (Türk Edebiyatı Derneği / Osmanlı Edebiyat Cemiyeti)
Genel Türk tarihinde milliyetçilik duygusunun ve Türklük bilincinin kendisini dil sahasında birçok kez gösterdiği görülür. “Dil”, ulusal kültürün ve toplumsal
birliğin ana ögelerinden biridir. İlk Türkçü ve Türkçeciler olarak tanınan tarihî
şahsiyetlerin önde gelenleri Kâşgarî (Kâşgarlı)-Barskanî Mahmud, Karamanoğlu
Mehmed Beg ve Ali Şir Nevâî de yaşamlarında bu dil bilincine bağlı karakterler
ortaya koymuşlardır.
5 Ocak 1909 tarihinde (Polat, 2020, s. 16) Necib Âsım’ın başkanlığında kurulan, üyeleri arasında görüş ayrılığı olduğu için bir süre sonra dağılan Türk Derneği
ve derneğin üyeleri tarafından aynı adla 1909’da yayımlanan dergi, XX. yüzyılın
başlarında Osmanlı Devleti’nde dili sadeleştirme düşüncesinin ve iradesinin “Derneğin yazacağı eserlerde kullanacağı lisan en sâde Osmanlı Türkçesi olacaktır.” şeklinde ifade edildiği bir beyannâme ile ilk sayıdan itibaren dile getirildiği ve Türkçülük hareketinin yazın hayatına yansımalarının açıkça görüldüğü dikkate değer
bir merkez olmuştur (Timurtaş, 1997, s. 294-295).
Kuruluşu ve faaliyetleri Türklük bilimi ve araştırmaları tarihi bakımından
çok önemli olmasına rağmen çok kısa ömürlü olan Türk Derneği ve dergisi üzerine, Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat’ın değerlendirmelerini içeren şu satırlar dikkate
değer ve oldukça önemlidir:
“Toplam 7 sayılık bir derginin çıkış tarihleri “önemli mi?” diye sorulabilir.
Evet, önemlidir çünkü Türk Derneği, tarihimizde ilk Türklük bilimi kuruluşudur. Bugünkü Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun görevlerini
kendisi için varlık sebebi saymış bir dernektir. Dergisi de Türklük bilimi alanının ilk bilim dergisidir.”
(…)
“Türk Derneğinin ve dergisinin halefi, Türk Bilgi Derneği ve Ekim 1913-Haziran 1914 tarihleri arasında 7 sayı olarak çıkarabildiği Bilgi Mecmuası’dır.”
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
73
“II. Meşrutiyet’le birlikte parlayıp Mütareke’nin karanlık günlerinde küllenen Türklük bilimi çalışmalarını daha ilmî disiplin içinde ve daha geniş kadrolarla sürdürmek üzere Atatürk tarafından kurulan Türk Dil Kurumu (Türk
Tarih Kurumuyla birlikte), Türk Derneğinin yenilenmiş hâlidir. Bu itibarla
Türk Dil Kurumunun elinizdeki Türk Dili dergisinin büyük atası Türk Derneği dergisidir. Dolayısıyla Türklük bilimi çalışmalarında tarih sıralamasına
her ihtiyaç duyulduğunda, Türk Derneği’ndeki malzemenin yayım tarihi
önemlidir.” (Polat, 2020, s. 22).
Füsun Üstel, Türk Ocakları (1912-1931) adlı eserinde, Türk Derneğinin kuruluş tarihini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymak amacıyla bu meseleye geniş yer
vermiştir ve konuyla ilgili bilgilerin bir derlemini ve değerlendirmesini sunmuştur
(Üstel, 2017, s. 15-16). Ancak Üstel’in eserinde kesin bir tarih görülmemektedir.
Bu konuya tereddüte yer bırakmayacak şekilde noktayı koyan ise Prof. Dr. Nâzım
H. Polat’ın, Türk Dili dergisinin 2020 yılı Haziran sayısında “Türk Dil Kurumunun
Büyük Atası Türk Derneği ve Dergisi Hakkında Notlar” başlığıyla yayımlanan makalesi olmuştur (Polat, 2020, s. 16).
Konuyla ilgili araştırmamız esnasında ulaşabildiğimiz kaynaklarda, Türk
Derneğinin ( )ترك درنكىMacar şubesi Török Irodalmi Társaság üzerine Gyula
Germanus’un söz konusu yazısı dışında, daha ayrıntılı bir bilginin olduğu Türkçe
veya Macarca bir çalışmaya rastlamadık. İçeriği bakımından tarihî değere sahip
olan ilgili yazıda, Gyula Germanus’un vermiş olduğu bilgilerin Türkçe çevirisi
şöyledir:
“Macaristan’ın zalim kardeşlerini sınır dışı etmesinden bu yana, Macarlar ve
Türkler arasında sık sık övülen ve çokça suistimal edilen kardeşlik duygusu
nedeniyle, Türk Derneği Başkanlığı Macar Türkologların iş birliğini istedi.
Dr. Ignatius Kunos, önde gelen Türk bilim adamlarının isteğine uyarak,
Türk Derneğinin bir Macar Şubesini kurmak için Doğu bilimi öğrenimine
ilgi gösteren ve yeteneklerini kanıtlamış olan herkesi toplantıya çağırdı. Çok
sayıda yanıt verilmiş ve bölüm kendisini Osmanlı Edebiyat Cemiyeti (Török Irodalmi Társaság) adıyla Dr. Kunos’un başkanlığında oluşturmuştur.
Türkologların Nestoru (bilge kişisi) Profesör Vámbéry’den onur başkanlığını
kabul etmesi istenmiştir.” (Germanus, 1909, s. 343).5
5
Asıl metin şöyledir: “Owing to the often extolled, and much abused feeling of fraternity
which has been fomented among Magyars and Turks since the time when Hungary expulsed her brotherly oppressors, the presidency of Turk Darnay asked for the collaboration of Hungarian Turcologists. Complying with the wish of leading Turkish scholars Dr.
Ignatius Kunos convoked all those who had shown interest in Oriental learning and had
proved their capacity therein, in order to found a Hungarian Section of the Turk Darnay.
Numerous responses were given and the section constituted itself under the presidency of
Dr. Kunos by the name of Ottoman Literary Society (Török Irodalmi Társaság). Professor
Vámbéry, Nestor of Turcologists was requested to accept the presidency of honour.” (Germanus, 1909, s. 343).
74
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
(…)
“Cemiyet tarafından yapılan çalışmaların kayıtları, Türk Derneğinin meslektaş Necib Asım yönetiminde aylık olarak İstanbul’da çıkardığı ilgili dergilerinde ve Keleti Szemle (Revue Orientale) Budapeşte’de bulunacaktır.” (Germanus, 1909, s. 344).6
Germanus’un “Turk Darnay ( ”)ترك درنكىBaşlıklı Yazısının Türkçe Çevirisi
Osmanlı Devleti’nin tebaasını, merhum Sultan tarafından üzerlerine konan
siyasi boyunduruktan kurtarmış gibi görünen Türkiye’deki kansız devrim, bir başka mucizeyi daha getirdi: Türklerin dilini ve edebiyatını yeniden canlandırma düşüncesi.
Türk dili, özünde Tatarca bir lehçeyken, Arap inancının ve Arabo-Fars kültürünün benimsenmesi nedeniyle, tüm yerli unsurların aşamalı olarak bozulduğu ve
yüksek derecede verimli olmuş, ancak daha az zor ve (daha az) karmaşık olmayan
bir dile dönüşmüştür. Arapça ve Farsça eğitimi ile bir bozkır vahşisinin, İranlıların
ve Arapların kültürlü ırkına duyduğu hayranlık, Osmanlıları şiirde İran’ı ve genel
olarak nesirde Arabistan’ı [tüm Arapça konuşan, Arap-İslâm coğrafyasını] taklit
etmeye yöneltti. Osmanlılar, kişinin klasik dillere ilişkin az veya çok bilgisine göre
daha “edebî” ya da başka türlü biçimlenen bir dil konuşmuş ve yazmışlardır. Türk
dilinin saflık dereceleri her zaman var olmuştur. En iyi şekli, kesinlikle, kişinin
düşüncelerini açıkça ifade etmek için kaçınılmaz olan bir miktar yabancı kelimeyi
kullanmasıydı; en kötüsü, yazarın bilgisini yansıtmayı amaçlayan ve cümlelerini
yarım yamalak kelime ve ifadelerle dolduran ve Türkçe bir cümlenin net akışını
Arapçanın bozuk evrelerine zorlayan şeydi. Türk nesrinin başlangıcında, Osmanlıların ilk tarihçileri, Arapça ve Farsça unsurların serbestçe ve ölçüsüz bir şekilde
kabul edilmesi yoluyla kendi yerel lehçelerinden bir ifade tarzı oluşturmak için
çok uğraştılar. Na’ima, Peçevî, Solakzâde, Evliya Çelebi, her biri bir Türk üslubu
ekolünü temsil ediyor, birbirinden bağımsız ama aynı amaca, bir nesir üslubu geliştirmeye çalışıyorlardı. Bu mütevazı çabalarda, Türk dilinin billurlaşmaya doğru
ilerlediğini görüyoruz. Hangi yabancı ifadelerin Osmanlı dilinin bir parçası hâline
geleceğine ve hangilerinden dikkatle kaçınılması gerektiğine karar verilmesi gerekiyordu. Türkçenin böyle karma bir “edebî” lehçeye (ifade tarzına) dönüşmesiyle,
dil, Turanca özelliğini neredeyse yitirmiş ve Arapça ile ifade zenginliği açısından
yarışan ve belki de tüm canlı ve ölü dilleri, diksiyonun inceliği bakımından ge6
Asıl metin şöyledir: “The record of work done by the society will be found in the respective
journals of the Turk Darnay, appearing monthly in Constantinople under the direction of
Col. Nedjeeb Ásim, and in Keleti Szemle (Revue Orientale) Budapest.” (Germanus, 1909, s.
344).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
75
ride bırakan bir dil hâline gelmiştir. Beslenebileceği kaynaklar tükenmezdi. Fars
edebî dilinin zengin birikimi, çok sayıda Arapça kök ve geçici olarak araya giren
Turanca kelimeler, edebî Türkçeyi en esnek, etkili ve güzel edebiyat ortamı hâline
getirdi. Faydaları büyüktü. Farslar ve Araplar bunu çabuk öğrendiler ve incelikleri
kolaylıkla anladılar. Her türden bilgiyi yayma aracı olarak Doğu’da eşsizdi. Ancak
Osmanlı olmayanlara sunduğu bu avantajlar için ciddi bir dezavantajı vardı; yani
onun en çok kendilerini ilgilendirdiğini düşünen insanlar için anlaşılmazdı. Sıradan bir Türk, yazarlarının ve şairlerinin düşüncelerini ifade ettikleri, gazetede
kendisine günlük haberlerin duyurulduğu ve bir mektubun yazılmasının gerektiği
bu asil lehçenin tek kelimesini anlamıyordu. Edebî dil ve halk (basit) dili sorununa
karar vermenin iki yolu vardır: Ya kültür ve tarih açısından Osmanlılar için önemli olan bu dillerde (Arapça-Farsça) eğitim yoluyla halkı yükseltmek ya da 600 yıllık
bir edebiyatın mecrası olan ve Türklerle ana vatanları Doğu arasındaki en güçlü
bağ olan lehçeyi tamamen terk etmek.
Siyasette yeni bir çağın şafağı, Türk dil bilimcilerinin gözlerini açtı ve yukarıda bahsedilen soru karara bağlandı. Çok geçmeden bir grup bilgili adam toplandı,
sıradan olmayan edebî ve dilsel anlam tartışmaları yaptı; ancak ulusal politika hayallerine yol açan öğrenme alanının ötesindeki spekülasyonlarla, bunu, dili yabancı maddelerden arındırmayı, dil bilimsel ve etnografik araştırmaları teşvik etmeyi
amaçlayan bir topluluğun kurulması izledi.
Şahsen ben topluluğun tüm niyet ve görüşlerine katılmıyorum. Türk edebiyatının her döneminde dili arındırma çabaları olmuştur. Dili halkın seviyesine
indirmeye yönelik dürüst çabalar, mutlak başarısızlıklarla karşılaşmıştır. Bunlar
(başarısızlıklar), en temel kısımlarını oluşturan sıradan sınıflar tarafından bilinmemekle birlikte, Türkçe unsurları yeniden ortaya çıkarmaya çalışanlara, bu deneylerin sonuçsuz kalacağını öğretmeleri gerekirdi. Modernleşmeyi isteyen dilin
tekniği değil, ruhudur. En iyi hâliyle İngilizce, bir Devon varmerine ne kadar yabancıysa Yörük için edebî Türkçe de odur. Eğitim, İngiltere ve Amerika’da başardığını ancak Türkiye’de başarabilir. İngiliz dili, yeryüzünün tüm dillerine ait köklerden oluşur ve hâlâ İngilizcedir. Ruhu, her Latin kökünün erişilebilirliğine rağmen
İngilizce olarak kaldı. Namık Kemal’inki veya bazı Jön Türk haber bültenlerininki
gibi üst sınıflara yönelik asil ve esnek bir Türk üslubu bulunur ve büyük yazarların
örneklerinde kristalize edilirse, Orta Asya bozkırlarının Türk lehçeleri üzerinde
araştırmalara gerek kalmayacaktır ki bu lehçelerin temsilcilerinin uygarlıkları ne
kadar fakir olursa olsun, 600 yıldır büyük edebî eserlerde denenmiş yaşayan bir
dilin iyi tahrif edilmiş ve çoğu zaman kanıtlanmış ifadelerinin yerini alamaz.
Avrupa’nın sınırlarına giren bir ulusun düşünceleri, vahşi Asyalıların lehçelerinden kitap kurdu dil bilimcilerin elinde yorumlanacak bir dilde ifade edilemez.
76
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Topluluğun (kendisine Türk Derneği adıyla hitap eden, dil açısından tam olarak doğru olmayan ve Arapça eş değerinden daha genel olarak bilinmeyen bir
isimdir) etnografik ve dil bilimsel çalışmaları teşvik etme niyetleri, Doğu’ya ilgi
duyan herkes tarafından yürekten karşılandı ve desteklendi. Macaristan’ın zalim
kardeşlerini sınır dışı etmesinden bu yana, Macarlar ve Türkler arasında sık sık
övülen ve çokça suistimal edilen kardeşlik duygusu nedeniyle, Türk Derneği Başkanlığı Macar Türkologların iş birliğini istedi. Dr. Ignatius Kunos, önde gelen Türk
bilim adamlarının isteğine uyarak, Türk Derneği’nin bir Macar Şubesini kurmak
için Doğu bilimi öğrenimine ilgi gösteren ve yeteneklerini kanıtlamış olan herkesi
toplantıya çağırdı. Çok sayıda yanıt verilmiş ve bölüm kendisini Osmanlı Edebiyat
Cemiyeti (Török Irodalmi Társaság) adıyla Dr. Kunos’un başkanlığında oluşturmuştur. Türkologların Nestoru (bilge kişisi) Profesör Vámbéry’den onur başkanlığını kabul etmesi istenmiştir.
Cemiyet, Doğu’ya özgü (Oryantal) ve özellikle Türkçe kitap ve gazetelerden
oluşan zengin bir kütüphane kuracak; genç akademisyenlerin Türkiye’de araştırma
yapmalarına yardımcı olacak ve Macar Türk ilişkileri ile ilgili araştırmalarda Türk
akademisyenleri destekleyecektir. Halka açık konferanslar aracılığıyla Türk edebiyatı, tarihi ve folkloru bilgilerini yaygınlaştıracaktır.
Cemiyet tarafından yapılan çalışmaların kayıtları, Türk Derneği’nin meslektaş Necib Asım yönetiminde aylık olarak İstanbul’da çıkardığı ilgili dergilerinde ve
Keleti Szemle (Revue Orientale) Budapeşte’de bulunacaktır.
Amaçlarımızın ve çabalarımızın, Doğu bilimi öğreniminin tüm gerçek dostları tarafından takdir edileceğini ve değerlendirileceğini umuyoruz.
“Turk Darnay ( ”)ترك درنكىYazısında Geçen “Tatarca” ve “Turan” Terimlerine Dair
Bilindiği gibi Ural-Altay dil birliği üzerine ilk tasnif, XVIII. yüzyılın ilk yarısında savaş esiri olarak Rusya tarafından Sibirya’ya sürülen İsveçli subay Philipp
Johann von Strahlenberg (1676-1747) tarafından Das nord und östliche Theil von
Europa und Asia (Stockholm) [= Avrupa ve Asya’nın Kuzeyi ve Doğusu] (Strahlenberg, 1730) adlı eserde yapılmıştır. Strahlenberg, sürgünde geçirdiği on üç yıl
boyunca bu bölgede gözlemlediği halkların dilleri ve kültürleriyle ilgili bilgiler
edinmiş ve malzemeler toplamış, ülkesine döndükten sonra bir araya getirdiği bu
malzemeyi 1730’da söz konusu eserde yayımlayarak burada öne sürdüğü düşüncelerle Ural ve Altay dillerinin akrabalığı konusunun başlatıcısı olmuştur (Caferoğlu, 1984, s. 10-12). Strahlenberg, bu bölgede konuşulan dilleri altı gruba ayırmıştır: 1. Fin-Ugor (Macarlar, Finler, Vogullar, Çeremisler, Permyaklar, Votyaklar,
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
77
Ostyaklar); 2. Türk-Tatar (Tatarlar, Yakutlar, Çuvaşlar); 3. Samoyedler; 4. Moğollar
ve Mançular (Kalmuklar, Mançular, Tangutlar); 5. Tunguzlar (Tunguzlar, Kamasinler, Arinler, Koryaklar, Kuriller); 6. Karadeniz ile Hazar denizi arasında kalan
halklar (Caferoğlu, 1984, s. 10-12; Yüce, 1988, s. 446a). Ayrıca İdil (Volga) ve Sibirya arasındaki bölgeyi “Büyük Tataristan” ve “Küçük Tataristan” olarak ikiye ayırıp
buralarda konuşulan dillere de “Tatar dilleri” adını vermiştir (Caferoğlu, 1984, s.
11). Strahlenberg’in bugün yanlış olduğu bilinen tasnifinden sonra, Fransız Sinolog Jean Pierre Abel Rémusat (1788-1832) Recherches sur les Langues Tartares (Paris) [= Tatar Dilleri Üzerine Araştırma] (Rémusat, 1820) adlı eserinde, ardından
Alman Doğu bilimci Wilhelm Schott (1802-1889) Versuch über die Tatarischen
Sprachen (Berlin) [= Tatar Dilleri Üzerine Deneme] (Schott, 1836) adlı eserinde
daha dikkatli görüşler ortaya atmış ve bu bölgedeki diller için çalışmalarında Tatar
dilleri terimini kullanmışlardır (Yüce, 1988, s. 446a).
Schott, kendisinden öncekilerden farklı olarak, bu diller hakkındaki değerlendirmelerini dillerin fonetik ve morfolojik özelliklerine dayanarak, karşılaştırmalı yapmayı uygun görmüş ve Ural-Altay dillerini Çud (Fin-Ugor) dilleri ve
Tatar (Türk, Moğol, Tunguz) dilleri diye iki gruba ayırmıştır. Schott, çalışmalarını
daha sonra “Tatar grubu” üzerinde yoğunlaştırmıştır. “Tatar” adını verdiği grubun
benzerliklerini, akrabalık bağlarını, kelime ve ekler arasındaki ilişkileri irdeleyerek ortaya koymuştur. Sonuç olarak Schott, Çuvaşça r ve l’nin Genel Türkçede z ve
ş’ye denk düştüğünü keşfetmiştir (Yüce, 1988, s. 446a-447a). Bu arada, uzun süreden beri kökeni bir türlü anlaşılamayan Çuvaşçanın da Türk lehçelerinden biri
olduğunu keşfetmiştir (Akar, 2016, s. 28). “Turk Darnay ( ”)ترك درنكىmakalesinin
ikinci paragrafında geçen “Tatarca” ifadesi, okuyuculara Ural ve Altay dillerinin
akrabalığı tartışmasını hatırlatmaktadır. Germanus’un “Türk dili, özünde Tatarca
bir lehçeyken…” ifadesinde karşılaştığımız bu kullanımın, yukarıda çok kısa bahsedildiği gibi bir tarihsel süreçte ortaya çıktığı görülmektediir.
Gyula Germanus’un burada konu edilen makalesinde, genel Türkçenin yapısal ve leksikolojik özelliklerini ifade ederken “Turanian (Turanca)” terimini kullanması da yine ilgi çekicidir (Germanus, 1909, s. 342). 3 Kasım 1910 tarihinde
Macaristan’da kurulan Turáni Társaság’ın [Turán Cemiyeti] merkezî yapılanması
içerisinde yer alan bilim adamlarından biri de Germanus idi (Çapraz vd. 2019, ss.
12-15). Yazar, bu yazısından çok daha sonra, 1917’de kaleme alacağı bir yazısında
Turancı fikirleri kendi eleştiri süzgecinden geçirirken, bir yandan da “mantıklı”
olan bir biçimini desteklediğini ima edecek; aynı zamanda Turancılığın ırka dayalı
olmaktan çok, coğrafî bir birliği simgelediğini ifade edecektir (Germanus, 1917, s.
380-384; Çapraz vd. 2019, s. 24).
78
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Sonuç
Bir dilin kendi öz kaynaklarından beslenerek akmasını, yaşamını sürdürmesini ve gelişmesini sağlayan en hayatî destek, arkasına aldığı ve beslendiği “siyasi
güç”tür. Tarih boyunca yeryüzünde herhangi bir siyasi otoritenin desteğinden yoksun bir dilin, “uygarlık, eğitim veya bilim dili” hâline geldiğini bildiren herhangi
bir kaynak ile karşılaşılmamıştır. Germanus’a göre, Türkiye’deki kansız devrimin
(Jön Türk Devrimi ve II. Meşrutiyet’in ilanı, 1908) yarattığı mucize, işte bu desteğin
yeniden “Türkçe”ye verilmesi için hem bir “umut ışığı” hem de “ilk adım” olmuştur.
Germanus’un kullandığı “Tatarca” tabiri, akla hemen Ural ve Altay dillerinin
akrabalığı meselesini getirir. İşte, Germanus’un “Türk dili, özünde Tatarca bir lehçeyken…” ifadesinde karşılaştığımız kullanım, bir önceki başlıkta çok kısa özetlenen tarihsel süreçte ortaya çıkmış ve terim olarak XX. yüzyılın başında söz konusu
yazar tarafından kaleme alınmış bu yazıda bulunması da alanyazında yayılmasından kaynaklanmıştır. Aynı zamanda bu ifade, günümüzde artık bilimsel kaynaklarda bırakılmış olan eski adlandırmanın, o dönemde hâlâ bilim adamlarının
belleklerinde korunduğunu ve pratikte kullanıldığını göstermektedir.
Germanus, Türk dilinin Anadolu’daki tarihî sürecini özetler mahiyette, Osmanlılar döneminde oluşan edebî dilin hem güçlü özelliklerini hem de halk ve
Türkçe için olumsuz yönlerini vurgulamaktadır. Türklerin, Arap inancı olarak ifade edilen İslâmiyet’i ve Araplaşmış Fars kültürünü benimsemesiyle, ayrıca bundan
dolayı Arapça ve Farsça eğitimin yüksek zümrede yaygınlaşmasıyla, İranlıların ve
Arapların İslâm kültürüyle şekillenmiş medeniyetlerine duyulan hayranlığın artmasının sonucu olarak, Türkçedeki tüm yerli unsurların aşamalı olarak bozulduğu
ve yüksek derecede verimli olmuş bir edebî dil yaratılsa dahi bu unsurların, Türkçe konuşan halk tabakası için zamanla daha zor ve karmaşık bir dili (Osmanlıca/
Osmanlı Türkçesi) meydana getirdiği düşüncesini ifade etmektedir. Bu hayranlık,
Osmanlıları şiirde İran’ı ve nesirde çoğunlukla Arap edebiyatını taklit etmeye yöneltmiştir. Bu hayranlık aynı zamanda, “kişinin bilgisinin/yüksek değerinin ispatı
olduğu yanılsamasıyla” birleşerek, bir noktada Osmanlıların yüksek zümresinde
sanatlı, süslü ve eylemler dışında Türkçenin neredeyse kullanılmadığı “gösterişli,
karma bir edebî dil yapısı”nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu durum, geçen
yüzyıllar içerisinde saray ve çevresindeki yüksek zümre ile halk arasındaki kopukluğu başka bir boyuta taşımıştır.
“Turk Darnay ( ”)ترك درنكىmakalesinde merak uyandıran bir başka özellik ise
Germanus’un “Turanian (Turanca)” terimini kullanmış olmasıdır. Gerçekte yazar
bize göre burada, Türkçenin geniş bir alanda kullanılmış olma özelliğini, yani Osmanlı edebî dilinin ve aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun yüzyıllarca süren
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
79
egemenliğinin sınırlarının yalnızca Batı Türkçesini değil, Kuzey ve Doğu Türkçelerini de kapsadığını bu terimle vurgulamak istemiştir.
Son olarak, tarihçi Prof. Dr. Melek Çolak’ın birçok çalışmasına rağmen hâlâ
alanda Gyula Germanus üzerine bütüncül bir çalışmanın eksik olduğu gerçeği,
geçen on beş yıla rağmen tıpkı 2007’de yayımlanan makalesinde N. Uyanık’ın dile
getirdiği durumla benzer şekilde, hâlen gün gibi ortadadır ve birçok araştırmacının beklentisi bu önemli şahsiyetin Türk okuruna en kısa zamanda daha ayrıntılı
ve gerektiği değeri görerek tanıtılabilmesidir.
Kaynakça
Akar, Ali. (2016). Türk Dili Tarihi. (11. Basım). Ötüken Neşriyat.
Akdoğan, İsmail. (1996). Gyula Germanus. Tarih ve Toplum, 146, Şubat, s. 46.
Caferoğlu, Ahmet. (1984). Türk Dili Tarihi I-II. (3. Baskı). Enderun Kitabevi.
Çapraz, H. Ş. Çağatay – Bülent Bayram. (2019). Macar Turán Cemiyeti ve Turán Dergisi (İnceleme-Bibliyografya). Paradigma Akademi.
Çolak, Melek (2007). Macar Gyula Germanus’un Çanakkale Savaşı ile İlgili Anıları. Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, XXIII (67-68-69), ss. 133-144.
Çolak, Melek. (2016). ‘Olaylar ve Tanıklar’ın Işığında Macar Oryantalist Gyula Germanus ile
Abdülmecid Efendi. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 11 (1), ss. 95-104.
Dávid, Géza – Fodor, Gábor. (2022). Germanus, Gyula. Macar Türkologlar Küçük Biyografik
Ansiklopedi. Gábor Fodor (Yay.). Ankara: Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY),
ss. 80-81.
Durmuş, İsmail. (1996). Germanus, Julius. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C XIV,
ss. 31-32.
Germanus, Julius. (1909). Turk Darnay ()ىكنرد كرت. Keleti Szemle = Revue Orientale, C X, ss.
341-344.
Germanus, Julius. (1917). Turanismus és a Történelem. Történeti Szemle, VI, 3-4, ss. 380-384.
Germanus, Julius. (1952). Unknown Masterpieces of Arabic Literature. Islamic Culture, XXVI
/ 1, ss. 91-112.
Germanus, Julius. (1954). Studies in Arabic Lexicography. Islamic Quarterly, I, 1954, ss. 12-28.
Harb, Muhammed. (2003). “Mecmau’l-lugati’l-Arabiyye.” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt 28, ss. 260.
Káldy-Nagy, Gyula (Ed.). (1974). Julius Germanus. The Muslim East: Studies in Honour of Julius
Germanus, Loránd Eötvös University, Budapest, ss. 7-10.
Mestyan, Adam. (2017). I Have To Disguise Myself: Orientalism, Gyula Germanus, and Pilgrimage as Cultural Capital, 1935–1965. The Hajj and Europe in the Age of Empire. (Ed.) Umar
Ryad. Leiden, Boston: Brill, s. 217-239.
Polat, Nâzım Hikmet. (2020). Türk Dil Kurumunun Büyük Atası Türk Derneği ve Dergisi Hakkında Notlar. Türk Dili, Yıl: 69, Sayı: 822, Haziran, ss. 10-23.
Rémusat, Jean Pierre Abel. (1820). Recherches sur les Langues Tartares, Paris.
Schott, Wilhelm. (1836). Versuch über die Tatarischen Sprachen, Berlin.
Strahlenberg, Philipp Johann von. (1730). Das nord und östliche Theil von Europa und Asia,
Stockholm.
80
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Timurtaş, Faruk Kadri. (1997). Dil Davası ve Ziya Gökalp. Makaleler (Dil ve Edebiyat İncelemeleri). (Haz.) Mustafa Özkan. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, ss. 278-304.
Uyanık, Necmi. (2007). Dr. Jules (Gyula) Germanus ve Türk İnkılâbına Dair Risalesi. Selçuk
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, Sayı: 18, ss. 97-123.
Üstel, Füsun. (2017). İmparatorluktan Ulus-Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk Ocakları (19121931). (4. Baskı). İletişim Yayınları, İstanbul, ss. 15-16 (Dipnot: 2).
Yüce, Nuri. (1988). Türk Dilinin Ural-Altay Dilleri Arasındaki Yeri. İslâm Ansiklopedisi, 12/2.
Cilt, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, ss. 445-456.
AZERBAYCAN TÜRKÇESİ VE TÜRKİYE
TÜRKÇESİNDE “EL” İLE BAŞLAYAN
DEYİMLERİN ANLAM BAKIMINDAN
KARŞILAŞTIRILMASI
Öğr. Gör. Fatma AYAN, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
ORCID No: 0000-0001-6731-9559
Organ adları, dillerin temel söz varlıkları içinde bulunan unsurlardır. Bu nedenle çoğu zaman ait oldukları dil hakkında önemli bilgileri içermektedir. Türkiye Türkçesinde ve Azerbaycan Türkçesindeki “el sözü” ile başlayan deyimlerin
çokluğu dikkati çekmektedir. El, tarih öncesi çağlardan beri resmedilmiş, bolluk
ve bereket, şifayla ilişkilendirilmiştir. İnsanların yeme, içme, barınma gibi temel
ihtiyaçları karşılayan el toplumların yaşam biçimlerini yansıtan deyimlerde de
kendini göstermektedir.
Temel söz varlığı deyince akla ilk gelen unsurlar, organ isimleri başta olmak
üzere insanların temel ihtiyaçlarını karşılayan hareketleri, akrabalık ilişkilerini,
sayıları ve bunlarla doğrudan ilgili olan diğer kavramları yansıtan kelimelerdir
(Aksan, 1995, s. 26) Bir dilin söz varlığını içerisinde sadece kelimeler bulunmaz.
Atasözleri, deyimler ikilemeler, kalıp sözler o dilin söz hazinesini oluşturan zenginlikleridir. Deyimlerin içerisinde organ isimleriyle kurulanlar önemli bir yer
tutmaktadır. Hem Azerbaycan Türkçesinde hem de Türkiye Türkçesinde el, baş,
göz, yürek, yüz ile gibi organ adlarıyla kurulan deyimler geniş yer tutmaktadır.
Deyimler anlatım gücü, zenginliği bakımından çok önemli söz öbekleridir.
Deyim Türkçe sözlükte şu şekilde tanımlanmaktadır: “Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği” (TS, 2005, s. 17).
Araştırmacılar da deyimle ilgili birçok farklı tanım yapmıştır. Onlardan bazıları şu
şekildedir:
“Deyimler, düşünce, kavram, nesne ve kişilerin durumlarını, özelliklerini
yansıtmak için kullanılan ve gerçek anlamın dışına çıkmış özel anlam/anlatım boyutuyla kalıplaşmış söz öbekleridir” (Akyalçın, 2011, s. 122).
“Belli bir kavramı, belli bir duyguyu ya da durumu dile getirmek için birden
çok sözcüğün bir arada, seyrek olarak da tek bir sözcüğün yan anlamında kullanılması ile oluşan sözdür” (Aksan, 1982, s. 37).
82
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
“Gerçek anlamından farklı bir anlam taşıyan ve çekici bir anlatım özelliğine
sahip olan kelime öbeği” (Korkmaz, 1992, s. 43).
“Azerbaycan Türkçesi’nde, deyimbilim karşılığı frazeologiya / sabit söz birleşmesi olarak geçmektedir.Diğer Türk lehçelerinde; Gagauz Türkçesi, bölünmez
laf birleşmesi/ frazeologizma; Başkurt Türkçesi, frazeologizm; Kazak Türkçesi, turaktı tirkes/ frazeologizm/ ayşıktı söz uramı/ beyneli söz tirkesi; Kırgız Türkçesi,
turuktü söz aykaşı/ frazeologizm/ körköm süylöm; Özbek Türkçesi, ibara/ frazeologik birlik; Tatar Türkçesi, frazeologizm/ obrazlı tağbir; Türkmen Türkçesi, frazeologizm/ durnuklı söz düzümleri; Uygur Türkçesi, turaklık ibare/ frazeologizm/
idiom şeklindedir” (Sinan, 2008, s. 92).
Azerbaycan Türkçesinde kelime grupları “söz birleşmesi” terimi ile ifade edilmektedir. Söz birleşmeleri “serbest söz birleşmeleri” ve “sabit söz birleşmeleri”
olarak ikiye ayrılmaktadır. Azerbaycan dilciliğinde sabit söz birleşmeleri dilin leksikoloji bölümünde, serbest söz birleşmeleri ise söz dizimi (sentaks) kısmında incelenmektedir. Türkiye Türkçesinde “kalıplaşmış dil birimleri” içerisinde yer alan
atasözleri, deyimler, ikilemeler, birleşik sözcükler Azerbaycan Türkçesinde “sabit
söz birleşmeleri” başlığı altında idiomlar, ibareler, hikmetli sözler, atalar sözleri ve
zerb-i meselleri kapsamaktadır. Türkiye Türkçesindeki “deyim”in karşılığı Azerbaycan Türkçesinde” idiom” dur.
Seyidov söz birleşmelerini serbest söz birleşmeleri ve sabit söz birleşmeleri
olarak ikiye ayırmaktadır. Bu türlerin birbirlerinden farkına Seyidov çalışmasında
değinmektedir. Ona göre; serbest birleşmeleri meydana getiren kelimeler asıl manalarından uzaklaşmazlar ve birleşmenin leksik-semantik değil de leksik-gramatik unsurları olurlar. Örnek: yaxşı əsər, hündür bina, kitabın cildi. Sabit birleşmeler
ise dilin tarihi sürecinde oluşur ve sabitleşir, dilde onlar hazır bir şekilde bulunurlar. Bütün birleşmeleri meydana getiren sözler önceki anlamlarından çoğunlukla
uzaklaşır ve bu sözler birleşmenin leksik-semantik unsurlara çevrilmiş olur. Bu
sözler birleştikten sonra tek bir anlam ifade eder. Örnek: başına hava gəlmək, dilotu yemək, pərdə asmaq, sözündən dönmək (Seyidov vd., 2007, s. 43).
Mirzǝliyeva da çalışmasında sabit söz birleşmeleri ve serbest söz birleşmeleri
arasındaki farka şu şekilde değinmektedir: Serbest birleşmeler sadece gramer karakteri taşır, söz diziminin ana nesnesidir. Bu birleşmeleri meydana getiren sözler
gerçek anlamlarını yitirmezler. Bu birleşmeler sabit birleşmelerden farklı olarak
dilde hazır şekilde bulunmazlar. Sabit birleşmeler ise dilin tarihi gelişme süreci
içerisinde yaratılır ve sabitleşir. Onlar birleşme esnasında gerçek anlamlarını kaybeder ve başka anlamlara gelirler. Sabit birleşmeler cümle tahlili yaparken ayrılamazlar ve tek bir cümle ögesi olarak kabul edilirler, şeklinde ifade etmektedir
(Mirzǝliyeva, 2009, s. 39 40).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
83
Cǝfǝrov sabit söz birleşmeleri için Azerbaycan dilciliğinde frazeoloji vahidler,
frazeoloji birleşmeler, terkip hisselerine bölünmeyen söz birleşmeleri, değişmez
söz birleşmeleri, idiomatik ifadeler, leksik söz birleşmeleri, idiomlar, frazemler
gibi birçok terim kullanıldığından bahsetmektedir (Cǝfǝrov, 2007, s. 88).
Demirdağ çalışmasında Sabit söz birleşmeleri dilde var olan hazır birleşmelerdir. Örnek: baş eğmek, dile düşmek, ağız açmak. Sabit söz birleşmelerinin sırasını değişmek, sözleri birbirinden ayırmak, birini diğeriyle değiştirmek, aralarına
başka kelime dâhil etmek mümkün değildir. Sabit söz birleşmelerinin diğer adı
frazeoloji söz birleşmelerdir. Bu bağlamda sabit söz birleşmeleri dilciliğin frazeologiya bölümünde öğrenilmektedir, demektedir (Demirdağ, 2018, s. 147-148).
Selim Cǝfǝrov frazeologiya başlığı altında verdiği sabit söz birleşmelerinin
içine idiomlar, ibareler, hikmetli sözler, atalar sözleri ve zerb-i meseleleri dahil
etmektedir. (Cǝfǝrov, 2007, s. 89), Bulutxan Xǝlilov (2008, s. 272) Mǝhǝebbǝt
Mirzǝliyeva (2009) idiom terimi yerine frazeoloji vahid terimini kullanarak atalar
sözleri, zerb-i meseller, yazarların yarattıkları masalvari ifadeler, aforizmler, rivayetli ifadeler, hikmetli sözler ve klişe ifadeleri buraya dahil etmektedir.
Cǝfǝrov çalışmasında idiomlardan şu şekilde bahseder: Gerçek anlamı olan
kelimelerin eşdeğerini, mecazi anlam olarak bildiren sabit söz birleşmelerine deyim denir. Deyimler, yapılarına ve anlamlarına göre kurulan sabit söz birleşmeleridir. İdiomlar aynı zamanda edebi, ayrıca sözlü dilde çok akıcı olan bir grup oluşturur. İdiomlar, kavuşma idiomlar, birleşme idiomlar ve uyuşma idiomlar olarak
kendi arasında üçe ayrılır. Kavuşma idiomlar bileşimindeki kelimelerin tamamının mecazi anlamda kullanılmasıyla türlerinden farklıdır. Birleşme idiomlar birçok
yönden kavuşma idiomlarına benzese de onlardan farklıdır. Kavuşma idiomlarında birleşen sözlerden birincisi değişmediği halde birleşme idiomlarındaki sözlerden birincisi iyelik eki alarak değişmektedir: Kǝllǝmi yǝrǝ atdım, kǝllǝsini yǝrǝ
attı, ǝlim boşa çıxdı, dilimǝ getirdim, dilinǝ gǝtirdi gibi. Birleşme idiomlarında kelimelerin sadece birincisi iyelik eki aldığı halde uyuşma idiomlarında kelimelerin
hem birincisi iyelik eki alır hem de bunlar arasına başka kelimeler dahil edilebilir.
Örneğin; baş girlǝmek idiomu başını girlǝmǝk, başımı girlǝmǝk şeklinde veya başını bir tǝhǝr girlǝmǝk, başını çox girlǝmǝk şeklinde ifade edilebilir (Cǝfǝrov,2007,
s. 89-94). Cǝfǝrov’un burada bahsettiği idiomlar Türkiye Türkçesinde kalıplaşmış
dil birimleri içinde yer alan deyimlerdir.
Oruçov Azerbaycan Türkçesinin izahlı lügati adlı sözlüğünde idiomu şu şekilde tanımlamış ve örnekler vermiştir: “Yalnız belirli bir dile has olan ve birleşmeden önceki anlamını yitiren, tek tek anlamları ile ilgisi olmayan, parçalanmayan
söz birleşmesi; ifade, ibare, tabir; baş sındırmaq gözü doymamaq, gözünün odunu
almaq” (Oruçov, 2006-II, s. 504).
84
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Xǝlilov çalışmasında idiom terimi yerine “frazeoloji vahid” terimini kullanmaktadır. Birleşmeyi meydana getiren bütün sözlerin gerçek anlamlarından
ayrılarak bölünmez söz birleşmelerine dönüşmelerine qovuşma denir. Gözü su
içmǝmǝk, topa tutmak bel bağlamaq gibi örnekler vererek bu tip frazeoloji vahidlerine dilcilikte “idiom” denir şeklinde idiomu tanımlamaktadır. Ceferov gibi
idiomu anlam ve gramer özelliklerine göre frazeoloji qovuşma, frazeolojii birleşme (uyuşma) frazeoloji birlik olmak üzere üçe ayırmaktadır (Xǝlilov, 2008, s. 269270).
Her ne kadar aynı dil gurubuna ait olsalar da Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan
Türkçesi’ndeki bazı deyimlerde, benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır. Bunun
sebebi ise deyimlerin ait oldukları toplumun kültürel özelliklerinin, dünyaya bakış
açılarının birbirinden farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu farklılıkların yanında özellikle Türkiye Türkçesinde organ adlarıyla kurulan deyimler Azerbaycan
Türkçesinde de aynı olduğu gibi kullanılmaktadır.
Oruçov’un “Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti” (2006) ve Altaylı’nın “Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü” (2005) taranarak çıkarılan “el” sözüyle kurulan
581 deyim incelemeye alınıp anlam bakımından Türkiye Türkçesinde “el” sözü ile
başlayan deyimlerle karşılaştırılmıştır. Türkçe deyimler için Yusuf Çotuksöken’in
“Türkçe Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü” (2004), Ömer Asım Aksoy’un “Atasözü
ve Deyimler Sözlüğü” (1993), Ertuğrul Saraçbaşı’nın “Örnekleriyle Büyük Deyimler Sözlüğü” (2010) ve İsmail Parlatır’ın “Deyimlerimiz” (2007) adlı sözlükleri
taranmıştır. Çalışmamız “Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde el ile başlayan ortak deyimler”, “Türkiye Türkçesinde olup Azerbaycan Türkçesinde olmayan
el ile başlayan deyimler” ve “Azerbaycan Türkçesinde olup Türkiye Türkçesinde
olmayan el ile başlayan deyimler” şeklinde üç başlık altında değerlendirilmiştir.
Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde El ile Başlayan Ortak
Deyimler:
Çalışmamızda yer alan deyimler sadece kaynakça kısmında yer alan sözlükler
kapsamında değerlendirilmelidir. Çünkü bir araştırmacının deyim olarak kabul
ettiğini diğer araştırmacı söz öbeği olarak kabul etmektedir. Örneğin Azerbaycan Türkçesinde “ellerinden öper! əlini öpür! …”bekliyor!...yapabilirsin! deyimi
deyimler sözlüğünde yer almaktadır. Fakat bu çalışmada bahsi geçen sözlüklerde
deyim olarak alınmamıştır. “Ellerinden öper” söz öbeği Türkiye Türkçesinde mecazi anlamda “bu iş senin sen yaparsın” anlamında kullanılmaktadır.
Deyimler hakkında yapılan çalışmalar incelendiğinde araştırmacıların bazı
görüş ayrılıkları içerisinde olduğu görülmüştür. Araştırmacıların deyim tanımları
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
85
için çizdikleri sınırların farklı olduğu görülmektedir. Bazı araştırmacıların deyim
olarak kabul ettiğini bazı araştırmacılar deyim olarak kabul etmemiş ve sözlüğünde yer vermemiştir.
Akyalçın çalışmasında “Deyim diyebilmemiz için söz öbeğini oluşturan sözcüklerde öbeğin tamamı gerçek anlam boyutundan ayrılmış ve tamamen farklı bir
anlam boyutuna geçmiş, değişmece/mecaz anlam kazanmalıdır. Bir anlam değişimi ve dönüşümü geçirmediği sürece bir söz öbeğinin deyim olması mümkün değildir” demektedir. Bu nedenle Türkçe Deyimler Sözlüklerine alınan birçok yapının deyim olmadığı ve bir söz öbeği, kalıp yapının deyim olabilmesi için taşıması
gereken nitelikler olduğunu çalışmasında anlatmaktadır (Akyalçın, 2011, s. 122).
Azerbaycan Türkçesinde “əl öpmək” 1. birisinin hürmeten elini öpmek. 2.
yaltaklanmak, eğilmek. 3. yalvarmak, anlamlarında deyimler sözlüğünde yer almaktadır. Fakat Türkiye Türkçesinde yaptığımız dört sözlük taramasında sadece
İsmail Parlatır deyim olarak sözlüğünde yer vermiştir. Azerbaycan Türkçesinde
“əl ayağını topla! (yığışdır!)” kendine gel! uyarı ifadesi kullanılan deyim Türkiye
Türkçesinde deyim olarak kullanılmaz.Fakat aynı anlamda bir söz öbeği olarak
kullanılır. “ələ xına qoymaq” 1. ellerine kına yakmak. 2. ortaklı bir şeyde arkadaşını saf dışı bırakarak menfaati kendine almak. “ələ xına qoymaq” Azerbaycan
Türkçesinde deyim olarak sözlüklere alınmışken Türkiye Türkçesi deyimler sözlüğünde yoktur.
Azerbaycan Türkçesinde “əli gicişmək” 1. vurmak istemek, vurmak için bahane aramak. 2. eline para geçme ihtimali olmak, avucu kaşınmak, anlamlarına
gelen deyim Türkiye Türkçesinde “avucunun içi kaşınmak” şeklinde aynı anlamda
kullanılmaktadır. Fakat çalışmamızda “el” sözü ile başlayan ortak deyimler sınıflandırımasına alınmamıştır.
Azerbaycan Türkçesinde “əlində (əllərində) oynatmaq” kendine tâbi etmek,
parmağında oynatmak, oyuncağı olmak, anlamlarına gelen deyim Türkiye Türkçesinde “parmağında oynatmak” şeklinde aynı anlamda, “əlini başına yığmaq”
kendine gelmek, düşüncesini bir yere teksif etmek, toplamak, anlamlarına gelen
deyim Türkiye Türkçesinde “aklını başına toplamak” şeklinde aynı anlamda, “əlini
(əllərini) tərpədəbilməmək” ellerini bile kımıldatamamak, hiçbir şey yapamamak,
anlamındaki deyim Türkiye Türkçesinde “kılını bile kıpırdatmamak” şeklinde aynı
anlamda, “əlinin içi kimi bilmək (tanımaq)” çok iyi bilmek, en ince detayına kadar
bilgi sahibi olmak, anlamlarına gelen deyim “avucunun içi gibi bilmek” şeklinde
aynı anlamda, “əlini gözünün üstünə qoymaq” bu hareketle kendinden istenen
bir işi memnuniyetle yapacağına söz verdiğini, yapmaya hazır olduğunu bildirmek, anlamlarında kullanılan deyim Türkiye Türkçesinde” başım gözüm üstüne”
86
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
şeklinde aynı anlamda kullanılmasına rağmen el sözü ile başlayan ortak deyimler
sınıflandırılmasına gösterilmemiştir. Azerbaycan Türkçesinde “el” sözü ile başlayıp Türkiye Türkçesinde farklı bir deyim olarak aynı anlamlara gelen deyimlerin
örneklerini çoğaltmak mümkündür. Çalışmamızda sadece “el” sözü ile başlayan
deyimlere yer verilmiştir.
əl açmaq:1. zor kullanmak, vurmaya kalkışmak, el kaldırmak, vuracak olmak. 2. müracaat etmek, başvurmak, istemek. 3. el açmak, yalvarıp rica etmek,
dilenmek.
el açmak: dilenerek, başkasından para ve yardım ister duruma düşmek; avuç
açmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl açmak” deyiminin üçüncü anlamı
Türkiye Türkçesinde “el açmak” şeklinde kullanılmaktadır.
əl altdan vermək: gizlice vermek. əl altınca (altından): gizlice, gizli bir şekilde, kimseye bildirmeden.
el altından: gizlice, kimsenin haberi olmadan.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl altdan vermək”, “əl altınca (altından)”
deyimleri Türkiye Türkçesinde “el atından” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl altında: 1. hazır, amade. 2. yanında, önderliği altında.
el altında: istenildiğinde kolayca alınabilecek, bulunabilecek yerde, hazırda.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl altında” deyimi Türkiye Türkçesinde
de “el altında” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl aparmaq: el uzatmak, el atmak. əl atmak:1. teşebbüs etmek, girişmek. 2.
yararlanmak, tatbik etmek, müracaat etmek, başvurmak. 3. elini uzatmak. 4. sataşmak, taciz etmek, tecavüz etmek istemek.
el atmak (bir şeye): 1. yeni bir işe başlamak. 2. birisinin işine karışmak; müdahale etmek. 3. birine sarkıntılık etmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl aparmaq” ve “əl atmak” deyimleri
Türkiye Türkçesinde “el atmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ayağa qalmaq: başkasının yardımına muhtaç duruma gelmek, fiziki gücü
kaybolmak. əl ayaq götürmək: 1. yaşlılık, hastalık vs.’den dolayı artık herhangi bir
iş yapamaz olmak. 2. tamamen vazgeçmek, peşini bırakmak. əl ayaqdan düşmək:
1. çok yorulmak, takati kalmamak. 2. ihtiyarlamak. əldə ayaqda qalmaq: yardıma muhtaç duruma düşmek, herhangi bir sebepten dolayı fiziki gücü veya aklî
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
87
dengesini yitirmek, hastalanmak, yatalak hâle düşmek vs. əldən düşmək: 1. çok
yorulmak, takati kesilmek. 2. faydasız hâle gelmek, yıpranmak, kullanılmaz hâle
gelmek, eskimek. 3. zayıflamak, gücünü yitirmek, hâlsizleşmek. əli ayağı tutmamaq: eli ayağı tutmamak, gücü kuvveti yerinde olmamak. əlindən ağacı düşmək:
1. ihtiyarlamak. 2. iş yapamaz hâle gelmek. əldən dildən düşmək: 1. zayıflamak,
takatten düşmek, hâlsizleşmek. 2. yoksullaşmak. 3. yıpranmak, eskimek, kullanılmaz hâle gelmek.
elden ayaktan düşmek: yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez,
kendi işini göremez duruma gelmek
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağa qalmaq” “əl ayaqdan düşmək”
deyiminin birinci anlamı “əl ayaq götürmək”, “əldə ayaqda qalmaq”ve “əldən
düşmək “, “əli ayağı tutmamaq”, “əlindən ağacı düşmək” deyimleri ve “əldən
dildən düşmək” deyiminin birinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elden ayaktan
düşmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ayağı bağlı olmaq: eli kolu bağlı olmak, bir iş yapamamak, çaresiz olmak.
əlində girinc olmaq: 1. birinin iradesine tâbi olmak, karşısında hiçbir şey yapamamak, ona muhtaç duruma düşmek. 2. eli kolu bağlı olmak. əli qolu bağlı durmaq (dayanmaq): eli kolu bağlı durmak, herhangi bir sebepten dolayı hiçbir şey
yapamamak, müdahale edememek, beklemek mecburiyetinde kalmak. əl ayağını
kəsmək: hiçbir iş yapmasına müsaade etmemek, engel olmak.
eli ayağı bağlı olmak: yapmak istediği bir şeyi, bir engel nedeniyle yapamaz
durumda olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı bağlı olmaq”, “əlində girinc olmaq”, “əli qolu bağlı durmaq” “əl ayağını kəsmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde
“eli ayağı bağlı olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ayağı buza dönmək: 1. el ve ayaklarında can kalmamak. 2. elleri ve ayakları
soğumak, soğuktan donmak. əli ayağı buz kəsilmək (tutmamaq): 1. çok üşümek,
soğuktan elleri bir şey yapamayacak hâle gelmek. 2. çaresiz, dermansız olmak.
eli ayağı buz tutmak: çok üşümek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı buza dönmək”, “əli ayağı buz
kəsilmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli ayağı buz tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ayağı düz:1. normal, güzel olan kız veya çocuk. 2. doğru, dürüst kimse, terbiyeli, ahlâklı, namuslu. əli ayağı düzgün: eli ayağı düzgün, vücudunda herhangi
bir sakatlığı veya kusuru bulunmayan.
88
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
eli yüzü düzgün: güzelce, çirkin olmayan.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ayağı düz” “əli ayağı düzgün” deyimi
Türkiye Türkçesinde “eli yüzü düzgün” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ayağı əsmək: (korkudan): eli ayağı titremek, çok korkmak. əlindən zağ
zağ əsmək: birinden çok korkmak, karşısında tir tir titremek əli ayağı titremek:
çok korkmak.
eli ayağı titremek: korku, sinir, üzüntü vb. sebeplerle heyecanlanmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı əsmək”, “əlindən zağ zağ əsmək”,
“əli ayağı titremek” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli ayağı titremek” şeklinde
aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ayağı tutmaq: iş yapacak durumda olmak, gücü kuvveti henüz yerinde olmak.
eli ayağı tutmak: İş yapabilecek güçte olmak, bedeni gücü var olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı tutmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli ayağı tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ayağı yerdən üzülmək: 1. ümidi her taraftan kesilmek. 2. hayretler içinde kalmak, hayretten donup kalmak. əl ayağı yerə yapışmaq: hayret etmek. əlini
dizinə çırpmaq (vurmaq): hayret etmek, şaşırmak, üzülmek. əlini başına çırpmaq (vurmaq): hayret etmek, üzülmek, yaptığına, ettiğine pişman olmak. əli
üzündə qalmaq: hayret etmek.
eli ağzında kalmak: çok şaşırmak, şaşırıp kalmak. eli ayagı(na) dolaşmak: telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşırmak, saçma sapan işler yapmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağı yerdən üzülmək” ve “əl ayağı
yerə yapışmaq”, “əlini dizinə çırpmaq”, “əlini başına çırpmaq”, “əli üzündə qalmaq”
deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli ağzında kalmak” ve “eli ayağı(na) dolaşmak”
şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ayağını it yeyib? elin yok mu? neden böyle beceriksizsin? əlimdə qatıq çalınmayıb ki: bizim elimiz armut toplamıyor, tehdide karşı verilen cevap.
eli armut mu devşiriyor? (eli armut devşirmiyor ya?): “Bir kimse bir iş yapıyorsa, öteki de boş durmaz, aynı işi yapabilir.” anlamında.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayağını it yeyib?” “əlimdə qatıq çalınmayıb ki” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli armut mu devşiriyor?” şeklinde aynı
anlamda kullanılmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
89
əl ayaq çəkiləndə (yığılan vaxt): ortalık sâkinleştiği zaman, kimse kalmadığı
zaman, sessizlik oluştuğunda. əl ayaq çəkilmək (kəsilmək, yığılmaq, yığışılmaq,
yığışmaq): gidiş geliş, hareket durmak, herkes evine gitmek, kimse kalmamak,
ortalık sakinleşmek.
el ayak çekilmek: ortada kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayaq çəkiləndə” ve “əl ayaq çəkilmək”
deyimleri Türkiye Türkçesinde “el ayak çekilmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ayaq kəsilmək: 1. geliş gidiş olmamak. 2. çaresiz kalmak, ümidi kırılmak.
əlini ayağını çəkmək: elini ayağını kesmek (çekmek), bir yere artık gidip gelmemek, alâkasını, ilişkisini kesmek. əl çəkmək:1. bırakmak, vazgeçmek, alâkasını
kesmek. 2. alışkanlık edindiği bir şeyi bırakmak, terk etmek, vazgeçmek. 3. düşüncesinden, fikrinden vs. dönmek. 4. önemsemeden vazgeçmek, geçmek, hiçe
saymak. 5. yüz çevirmek, artık kendinden saymamak, ilişkisini kesmek. 6. rahat
bırakmak, yakasını birakmak. 7. bir şeyden çok korkmuş birinin başını okşayıp
dua okuyarak yapılan merasim.
elini ayağını çekmek (biri, bir yerden): Oraya uğramaz olmak, artık oraya gitmemek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl ayaq kəsilmək” “əlini ayağını çəkmək”
deyimleri ve “əl çəkmək” deyimi yedinci anlamı dışında Türkiye Türkçesinde “elini ayağını çekmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl basmaq: yemin etmek.
el basmak (bir şeye): Ekmek ya da kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak
ant içmek, yemin etmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl basmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde
“el basmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl boyda: çok küçük, küçücük, ufacık, el büyüklükte.
el kadar: çok küçük.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl boyda” deyimi Türkiye Türkçesinde
“el kadar” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl çalmaq: 1. alkış çalmak, alkışlamak. 2. sevinmek. əl çırpmaq: el çırpmak,
alkışlamak, alkış çalmak.
el çırpmak :1. Alkışlamak, tempo tutmak. 2. birini çağırmak için ellerini birbirine vurmak.
90
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl çalmaq” ve “əl çırpmaq” deyimleri
Türkiye Türkçesinde “el çırpmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl çirki (kiri): paraya önem vermediğini belli etmek için söylenen söz, paraya
tiksinti ve iğrenme duygusuyla verilen ad.
el kiri: hiçbir değeri olmayan, geçici (özellikle para için söylenir)
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl çirki” deyimi Türkiye Türkçesinde “el
kiri” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl dəymək: el değmek, el dokunmak, temas etmek.
elini sürmek (bir şeye, birine): birine herhangi bir kötülük yapmak; dövrnek,
tecavüz etmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl dəymək” deyimi Türkiye Türkçesinde
“elini sürmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl dəyməmiş: hiç kullanılmamış, saflığı bozulmamış.
el değmemiş: hiç dokunulmamış, kullanılmamış.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl dəyməmiş” deyimi Türkiye Türkçesinde “el değmemiş” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl əl baş çıxmaq: kârsız ve zararsız işi kapatmak, zoraki durumu kurtarmak.
əl əl baş başa çatmaq: denk gelmek, fazla eksik olmamak, zoraki yetmek, kifayet
etmek. əl əldə, baş başda: el elde baş başta, elde olan her şeyin bitip tükendiğini
bildirir.
el elde baş başta: hiçbir şeysiz, hiçkimsesiz, yapayalnız.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl əl baş çıxmaq”, “əl əl baş başa çatmaq”,
“əl əldə, baş başda” deyimleri Türkiye Türkçesinde “el elde baş başta” şeklinde aynı
anlamda kullanılmaktadır.
əl əl gəzdirmək: elden ele dolaştırmak, her tarafı dolaştırmak.
əl əl gəzmək: 1. bakmak veya okunmak için birbirine verilmek (çok beğenilen şey). 2. meşhur olmak, değerli olmak. əldən ələ gəzmək (keçmək): 1. elden ele
dolaşmak. 2. çok sevilmek, el üstünde tutulmak.
elden ele dolaşmak: pek çok kişi tarafından kullanılmak, birçok sahip eline
geçmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl əl gəzdirmək”deyimi, “əl əl gəzmək”
deyiminin birinci anlamı ve “ələ gəzmək (keçmək)” deyiminin birinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elden ele dolaşmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
91
əl əl üstə oturmaq: hiçbir iş yapmamak.
el el üstünde oturmak: herhangi bir iş yapmadan boş oturmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl əl üstə oturmaq” deyimi Türkiye
Türkçesinde “el el üstünde oturmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl əldən üstündür: el elden üstündür, senden de güçlü insanlar vardır. əl
üstündə əl var: her şahıstan güçlü bir şahıs var anlamında.
el elden üstündür : her şeyin daha iyisi bulunmaktadır, anlamında.
Azerbaycan Türkçesinde “əl əldən üstündür” ve “əl üstündə əl var” deyim
olarak kullanılırken Türkiye Türkçesinde “el elden üstündür”şeklinde atasözü olarak kullanılmaktadır.
əl ələ tutmaq: el ele vermek, birbirine yardım etmek, yardımlaşmak, birlikte
çalışmak. əl ələ vermək: 1. birbirinin elini tutmak. 2. beraber bir yerde çalışmak,
beraber bir iş yapmak, elbir olmak.
el ele vermek: 1. güçleri birleştirip iş birliği yapmak, yardımlaşmak.
Azerbaycan Türkçesinde “əl ələ tutmaq” ve “əl ələ vermək” deyimleri Türkiye
Türkçesinde “el ele vermek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl eləmək (etmək): 1. seslemek, çağırmak için elini sallamak, el işareti ile
seslemek. 2. vedalaşma ifadesi olarak elini sallamak.
el etmek: bir kimseyi el işaretiyle çağırmak.
Azerbaycan Türkçesinde “əl eləmək (etmək)” deyimi Türkiye Türkçesinde “el
etmek”şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ətək çəkilmək: el ayak çekilmek, kalmamak. əlini ətəyini çəkmək: elini
eteğini kesmek, herhangi bir şeyle ilişkisini, bağını kesmek.
elini eteğini çekmek: uğraştığı şeyle artık uğraşmaz olmak.
Azerbaycan Türkçesinde “əl ətək çəkilmək”, “əlini ətəyini çəkmək” deyimleri
Türkiye Türkçesinde “elini eteğini çekmek”şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ətək eləmək: yalvarmak, rica etmek. əl ətək olmaq: yalvarmak, yalvararak herhangi bir konuda yardım istemek. əl mənim, ətək sənin: bir yalvarış, rica
ifadesi. əlinə ayağına düşmək: eline ayağına düşmek, yalvarıp yakarmak, çok yalvarmak. əlim ətəyinə: bir yalvarış ifadesi, “senden başka ümidim yoktur”.
elini ayağını öpeyim: “Çok yalvarıyorum.” anlamında bir şeyin yapılmasını
isterken söylenir. el etek öpmek: bir işi yaptırmak için çok yalvarmak.
92
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Azerbaycan Türkçesinde “əl ətək eləmək”, “əl ətək olmaq”ve “əl mənim, ətək
sənin” “əlim ətəyinə”, “əlinə ayağına düşmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elini ayağını öpeyim” ve “el etek öpmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl qaldırmaq (qalxızmaq): 1. el kaldırmak, vurmaya teşebbüs etmek. 2. seçim zamanı elini kaldırarak biri lehinde oyunu kullanmak. 3. el kaldırmak, elini
kaldırarak bir şeyin lehinde veya aleyhinde oy kullanmak. 4. el kaldırmak, teslim
veya tâbi olduğunu bildirme işareti olarak elini veya ellerini kaldırmak. 5. dua
etmek. 6. elini kaldırarak söz istemek.
el kaldırmak: 1. söz istemek ya da oy verdigini belirtmek için elini havaya
kaldrmak. 2. kendisinden büyüğe vuracakmış gibi davranmak.
Azerbaycan Türkçesinde “əl qaldırmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “el kaldırmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl qoymaq: 1. razı olmak, rıza gösterdiğini bildirmek. 2. herhangi birinin bir
rahatsızlığından dolayı veya çok korkmasından ötürü başını okşayarak dua etmek.
3. el koymak, bir şeye sahiplenmek; bir işe başlamak.
el koymak: bir yolsuzluğu ortaya çıkarmak, incelemek, vaziyet etmek. 2. yetkili organ bir malı veya bir kuruluşu kendi yönetimine almak.3. üstüne konmak.
Azerbaycan Türkçesinde “əl qoymaq” deyiminin ikinci anlamı dışında Türkiye Türkçesinde “el koymak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl ovuşdurmaq: pişman olmak, şaşırmak, çaresiz kalmak.
el ovuşturmak: 1. Birinin karşısında ezilip büzülmek. 2. birinin kötü duruma
düşmesine içten içe sevinmek.
Azerbaycan Türkçesinde “əl ovuşdurmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “el
ovuşturmak” deyiminin birinci anlamıyla aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl sıxmaq: el sıkmak, tokalaşmak, el ele vererek selamlaşmak. əl tutmaq: 1.
ellerini tokalaştırarak selamlaşmak, merhabalaşmak. 2. anlaşmak, anlaşma işareti
olarak birbirinin elini sıkmak. 3. yardım etmek, maddi yardım etmek, borç vermek. əl tutuşmaq: el sıkışmak, tokalaşmak. əl verib görüşmək: tokalaşmak.
el sıkmak: tokalaşmak, selamlaşmak için birinin elini tutmak.
Azerbaycan Türkçesinde “əl sıxmaq”, “əl verib görüşmək” , “əl tutuşmaq”
deyimleri ve “əl tutmaq”deyiminin üçüncü anlamı dışında Türkiye Türkçesinde “el
sıkmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl sürtməmək: 1. dokunmamak. 2. bir işi yapmamak.
el sürmemek: 1. Dokunmamak, hiç değmemek. 2. yapımına başlamamak.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
93
Azerbaycan Türkçesinde “əl sürtməmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “el sürmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl üstündə aparmaq: özen göstermek, itinayla taşımak. əl üstündə saxlamaq (tutmaq): el üstünde tutmak, itina göstermek, çok değer vermek. əldə
gəzdirmək: el üstünde tutmak, çok nazlı büyütmek, ihtimamla büyütmek, üzerine fazla titremek. əldən ələ gəzmək (keçmək): 1. elden ele dolaşmak. 2. çok
sevilmek, el üstünde tutulmak.
el üstünde tutmak: bir kimseye çok sevgi ve saygı göstermek.
Azerbaycan Türkçesinde “əl üstündə aparmaq” “əldə gəzdirmək” ve “əl
üstündə saxlamaq” deyimler ve “əldən ələ gəzmək (keçmək)” deyiminin ikinci
anlamı Türkiye Türkçesinde “el üstünde tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl vurmaq: 1. dokunmak, temas etmek. 2. karışmak, girişmek, dokunmak,
müdahâle etmek. 3. alkış çalmak, alkışlamak. 4. yemin etmek.
el sürmek: değmek, ilişmek, almak.
Azerbaycan Türkçesinde “əl vurmaq” deyiminin bir ve ikinci anlamı Türkiye
Türkçesinde “el sürmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldə qalmaq: elde kalmak, elinde kalmak, satılmamak.
elinde kalmak: 1. bir şeyi istediği halde satamamak, elinden çıkaramamak.2.
bir kişinin zarar görmesi, bir eşyanın kullanılamaz duruma düşmesi.
Azerbaycan Türkçesinde “əldə qalmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinde
kalmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldə olmaq: elde olmak, hazır olmak, elde bulunmak.
elinde olmak: 1. istediğinde o işi yapabilmek. 2. o şeye sahip bulunmak. 3.
bakımı, gözetimi altında olmak.
Azerbaycan Türkçesinde “əldə olmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinde
olmak” deyiminin ikinci anlamıyla örtüşmektedir.
əldə ovucda bir şey qalmamaq: elde avuçta bir şey kalmamak, elindekilerin
tamamını yitirmek, hiçbir şeyi kalmamak.
elde avuçta bir şey kalmamak: parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş
olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldə ovucda bir şey qalmamaq” deyimi
Türkiye Türkçesinde “elde avuçta bir şey kalmamak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
94
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
əldə ovucda nə varsa: elde avuçta ne varsa, ne varsa tamamı, hepsi.
elde avuçta ne varsa: elindeki bütün mal, mülk, para.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldə ovucda nə varsa” deyimi Türkiye
Türkçesinde “elde avuçta ne varsa” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldən buraxmaq: 1. fırsatı kaçırmak, bırakmak. 2. vazgeçmek, uğraşmamak.
3. kaçırmak, kaçmasına fırsat vermek. əldən qaçırmaq: 1. fırsatı kaçırmak, bırakmak. 2. vazgeçmek, uğraşmak. 3. elden kaçırmak, kaçmasına fırsat vermek. əldən
getmək: 1. üzerine titremek. 2. birini çok sevmek, arzulamak, âşık olmak, aşkından deliye dönmek. 3. elden gitmek, bir şeyi elden kaçırmak. 4. ölmek, kaybolmak,
yitip gitmek. əldən qoymaq: elden bırakmak, elden kaçırmak.
elden kaçırmak: elde edilebilecek bir şeyden türlü sebeplerle yararlanamamak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən buraxmaq”, “əldən qaçırmaq”,
“əldən qoymaq” deyimleri ve “əldən getmək “deyiminin üçüncü anlamı Türkiye
Türkçesinde “elden kaçırmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldən çıxarmaq (çıxartmaq): 1. elden çıkarmak, satmak. 2. elden kaçırmak,
kaybetmek, yitirmek. 3. herhangi bir işi tamamlamak, bitirmek.
elden çıkarmak (bir şeyi): o şeyi satmak, başkasına devretmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən çıxarmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elden çıkarmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldən gəl! 1. arg. ver! bayıl! uçlan! 2. bir şeyi kutlama ifadesi, “kutlayalım”.
elden gel: . 1. “Seni kutlarım.” “Paramı hemen ver.” anlamında.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən gəl” deyimi Türkiye Türkçesinde
“elden gel” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldən gəlmək: mümkün olmak, yapılmak, yapmak, becermek, becerilmek.
elinden gelmek: yapabilmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən gəlmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden gelmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldən qurtarmaq: kurtulmak, canını kurtarmak.
elinden kurtulmak: birinden kaçmayı başarmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən qurtarmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden kurtulmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldən nə gələr? çaresi yok, ne yapılabilir, yapılacak bir şey yok anlamında.
elden ne gelir: “Ne yapılabilir?” anlamında çaresizlik bildirir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
95
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən nə gələr?” deyimi Türkiye Türkçesinde “elden ne gelir” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldən salmamaq: elden düşürmemek, bir şeyle uzun müddet ilgilenmek.
elinden düşürmemek: kitap, tespih gibi, elde kullanılan bazı eşyayı ara vermeden kullanmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən salmamaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden düşürmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldən tutmaq: yardım etmek. əldən yapışmaq: yardım etmek. əlindən tutmaq (yapışmaq): elinden tutmak, birine maddî yönden yardım etmek, yardım
elini uzatmak. əl ayaq vərmək: yardım etmek. əl yetirmək: yardım etmek. əlini
tutmaq: 1. birine engel olmak. 2. birine yardım etmek.
elinden tutmak: destek olmak, ilerlemesi için yardımda bulunmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən tutmaq”, “əldən yapışmaq”,
“əlindən tutmaq”, “əl ayaq vərmək”, “əl yetirmək” deyimleri ve “əlini tutmaq” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elinden tutmak” şeklinde aynı anlamda
kullanılmaktadır.
əl uzatmaq: 1. almaya, ele geçirmeğe, elde etmeğe teşebbüs etmek. 2. almak
için ellerini uzatmak. 3. sataşmak, tecavüz etmek istemek, eliyle sarkıntılık etmek.
4. yardım istemek, yardım dilemek, yardım için birine başvurmak. 5. yardım etmek, yardım eli uzatmak.
elini uzatmak (birine): ona yardım etmek, destek olmak.
Azerbaycan Türkçesinde “əl uzatmaq” deyiminin dört ve beşinci anlamı Türkiye Türkçesindeki “elini uzatmak” deyimi ile aynı anlamda kullanılmaktadır.
ələ almaq: l. ele almak, bir şeye başlamak. 2. kandırmak, tatlı dille kendini
inandırmak, kontrolünü eline geçirmek, kendine tâbi etmek.
ele almak (bir şeyi): 1. bir şey üzerinde çalışmaya başlamak. 2. bir şeyi inceleyip araştırmak, eleştirmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ələ almaq” deyimi Türkiye Türkçesinde
“ele almak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
ələ baxmaq: 1. muhtaç durumda olmak, birilerinin vereceği maddi yardımda gözü olmak. 2. başkasının hâkimiyetinde olmak. əlinə baxmaq: eline bakmak,
birine muhtaç olmak, birinin yardımıyla geçinmek.
96
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
eline kalmak (birinin): kendisine yardım edecek ya da bakacak ondan başka
kimsesi kalmamak. eline bakmak (birinin): bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ələ baxmaq”, “əlinə baxmaq” deyimleri
Türkiye Türkçesinde “eline kalmak” ve “eline bakmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
ələ keçirilmək: ele geçirilmek, yakalanmak, tutulmak. ələ keçirmək: 1.
bulmak, elde etmek. 2. ele geçirmek, yakalamak. 3. hâkimiyetine almak, sahip
olmak, benimsemek ələ keçmək: 1. bulunmak, ele geçmek. 2. yakalanmak, ele
geçmek, tuzağa düşmek. əlinə almaq: 1. ele geçirmek, sahip olmak, sahiplenmek,
hâkimiyeti altına almak. 2. kendi hâkimiyetine almak, kendi tarafına çekmek. əldə
etmək (eləmək): elde etmek, bir şeye sahip olmak, ele geçirmek, bulmak, kazanmak. əlinə düşmək: eline düşmek, pençesine düşmek, egemenliğine girmek. əlinə
keçmək: eline geçmek, pençesine düşmek.əlinə salmaq: elde etmek, bulmak, ele
geçirmek.ələ düşmək (girmək): 1. ele geçmek, yakalanmak. 2. bulunmak, elde
edilmek. 3. yıpranmak, kullanılmayacak hâle gelmek. 4. kötü yola düşmek. ələ
gətirmək: 1. elde etmek, ele geçirmek, sahip olmak. 2. tavlamak, kendine tâbi etmek. 3. yakalamak. ələ salmaq: 1. ele geçirmek, elde etmek, bulmak. 2. kandırmak, maskara etmek, dalga geçmek, maskaraya çevirip oynatmak.
eline düşmek (bir şey birinin) (biri birinin): 1. o şey (yer vb.) onun egemenliği,
buyruğu altına girmek. 2. ona yakalanmak. 3. kendisine hıncı bulunan bir kimseye
muhtaç duruma gelmek. eline geçmek (bir şey) (birisi): 1. kazanmak, elde etmek.
2. bulmak. 3. yakalamak. elde etmek (bir şey) (birini): 1. bir şeye sahip olmak, onu
edinmek. 2. bir şey meydana getirmek, üretrnek. 3. bir kimseyi kendi yanına çekmek. 4. bir kimseyi kendi hizmetine almak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ələ keçirilmək”, “ələ keçirmək”, “ələ
keçmək” “əlinə almaq”, “əldə etmək”, “əlinə düşmək”, “əlinə keçmək”, “əlinə
salmaq” deyimleri “ələ düşmək (girmək”) deyiminin bir ve ikinci anlamı “ələ
gətirmək” deyiminin bir ve üçüncü anlamı, “ələ salmaq”deyiminin birinci anlamı
Türkiye Türkçesinde “eline düşmek”, “eline geçmek”,” elde etmek” şeklinde aynı
anlamda kullanılmaktadır.
ələ vermək: ele vermek, teslim etmek; haber vermek, yakalatmak, yakalanmasına sebep olmak, ihbar etmek.
ele vermek (birini): 1. suçlu bir kişiyi güvenlik kuvvetlerine haber verip yakalatmak. 2. aynı suçu işlemiş bir kişinin suç arkadaşlarını, kendisi yakalanınca baskı
ya da çözülme sonucu güvenlik kuvvetlerine yakalatmak.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
97
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ələ vermək” deyimi Türkiye Türkçesinde
“ele vermek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli açıq olmaq: eli açık olmak, yardımsever olmak, elinde olanları başkalarından esirgememek.
eli açık: cömert, çok para harcayan, sakınmadan para verebilen.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli açıq olmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli açık” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli ağır olmaq: 1. bir kimse bir şeyi bir mağazadan vs. satın aldıktan sonra
o mağazanın müşterisi az olmak. 2. kuvvetli, güçlü olmak, darbesi etkili olmak.
eli ağır: 1. yavaş iş yapan (kimse). 2. eliyle vurduğunda acıtan kimse.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ağır olmaq” deyiminin ikinci anlamı
Türkiye Türkçesinde “eli ağır” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli altında olmaq: yakında hazır bir şekilde olmak, her an kullanıma hazır
olmak, beklemek, istediği anda kullanabilecek durumda olmak. əlinin altında:
elinin altında. kontrolünde, hâkimiyetinde. 2. yakınında, elinin ulaştığı yerde.
elinin altında olmak: 1. her zaman kolayca alınıp yararlanılabilecek yerde ve
yakınlıkta olmak. 2. hazırda bulundurmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli altında olmaq”, “əlinin altında” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinin altında olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli ayağı bir birinə dolanmaq (dolaşmaq): eli ayağı birbirine dolaşmak,
şaşırıp kalmak, telâşa düşmek, ne yapacağını bilmemek.
eli ayağı(na) dolaşmak: Telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşırmak, saçma
sapan işler yapmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ayağı bir birinə dolanmaq” deyimi
Türkiye Türkçesinde “eli ayağı(na) dolaşmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli ayağı olmaq: eli ayağı olmak, yardımcısi olmak, her işine yaramak.
eli ayağı olmak: başka bir kimse için en ideal şekilde yardımda bulunarak
onun sorumluluğunda olan işleri yapmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ayağı olmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli ayağı olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli boşa çıxmaq:1. işi, meşguliyeti bitmek. 2. boş olmak, hiç olmak, boşuna
heder olup gitmek, hiçbir sonuç çıkmamak. 3. eli boş çıkmak, arzusuna ulaşama-
98
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
mak, istediği olmamak, hayal kırıklığına uğramak, neticesiz kalmak, hiçbir şey
elde edememek, umduğunu alamamak. əliboş qalmaq: işsiz güçsüz kalmak.
eli boş çıkmak: umduğunu alamamak, başarısızlığa uğramak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli boşa çıxmaq” deyiminin üçüncü
anlamı ve “əliboş qalmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli boş çıkmak” şeklinde
aynı anlamda kullanılmaktadır.
əliboş qayıtmaq: eli boş dönmek.
eli boş dönmek (bir yerden): istediğini elde edemeden dönmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əliboş qayıtmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli boş dönmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli böyründə (qoynunda) qalmaq: eli böğründe kalmak, çaresiz kalmak, ne
yapacağını bilememek. əli (əlləri) döşündə (sinəsində) dayanmaq: bir durum
karşısında acze düşüldüğünü anlatan bir ifade, ne yapacağını bilemeyen bir kimsenin durumunu sergiler. əlləri qoynunda qalmaq: 1. çok zavallı, üzgün duruma
düşmek. 2. işini yapacak şeyleri kaybederek çaresiz durumda kalmak, ne yapacağını bilmemek. əli qoltuğunda (qoltuqda) qalmaq: 1. yoksullaşmak, fakirleşmek.
2. kendisi için çok önemli olan bir şeyini kaybetmek ve bundan dolayı üzüntüye
kapılmak. 3. çaresiz durumda kalmak, ne yapacağını bilememek.
eli böğründe (koynunda) kalmak: başarısızlığa uğramak, bir iş yapamaz duruma düşmek; umutsuz, çaresiz duruma düşmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli böyründə (qoynunda) qalmaq” “əli
(əlləri) döşündə (sinəsində) dayanmaq”, “əlləri qoynunda qalmaq” deyimleri ve
“əli qoltuğunda (qoltuqda) qalmaq” deyiminin iki ve üçüncü anlamları Türkiye
Türkçesinde “eli böğründe (koynunda) kalmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli çörəyə çatmaq: eli ekmek tutmak, bir işe, göreve başlamak, para kazanmaya başlamak.
eli ekmek tutmak: geçimini sağlayacak duruma gelmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli çörəyə çatmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli ekmek tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli darda olmaq (qalmaq): maddî sıkıntıda olmak.
eli darda: para sıkıntısı içinde.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli darda olmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli darda” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
99
əli dursa ayağı tərpənər: eli dursa ayağı durmaz, çok hareketli kimse. əli
dinc durmamaq: rahat durmamak, her şeye dokunmak, hareketli olmak. əli dinc
oturmamaq: 1. devamlı olarak bir şeyle meşgul olmak. 2. hiç gerek olmadan dokunmak, el vurmak, dokunarak, kurcalayarak bozmak, harap etmek.
eli dursa ayağı durmaz: kıpırdak, hareketli kimse
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli dursa ayağı tərpənər”, “əli dinc durmamaq”, “əli dinc oturmamaq”deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli dursa ayağı durmaz” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli getməmək: yapmak istememek, yapamamak, bir şeyi yapmaya eli varmamak.
eli gitmemek: bir işi yapmaya istekli olmamak, gönlü razı olmamak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli getməmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli gitmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli (hər yerdən, hər tərəfdən) üzülmək: ümidi kesilmek, çaresiz kalmak,
mahrum olmak, elinden kaçırmak. əlindən getmək l. elinde tutamamak, elinden kaçırmak. 2. kaybetmek, yitirmek, yok olmak, ölmek. əlindən qaçırmaq
(vermək) :1. bir şeyi elinden kaçırmak, fırsatı kaçırmak. 2. bir şeyi kaybetmek.
əlindən vermək: elinde tutamamak, elinden kaçırmak. əlindən getmək: l. elinde
tutamamak, elinden kaçırmak. 2. kaybetmek, yitirmek, yok olmak, ölmek.
elden (elinden) kaçırmak (bir şeyi): Onu elde etmek fırsatını yitirmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli (hər yerdən, hər tərəfdən) üzülmək”,
“əlindən getmək”, “əlindən qaçırmaq”, “əlindən vermək”, “əlindən getmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elden (elinden) kaçırmak” şeklinde aynı anlamda
kullanılmaktadır.
əli ilə qoymaq: bir şeyin nerede olduğunu çok iyi bilmek, eli ile koymuş gibi
bilmek.
eliyle koymuş gibi bulmak: aradığı şeyi söylenen yerde çok kolay bulmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli ilə qoymaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “eliyle koymuş gibi bulmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli iş tutmaq:1. çocukluktan veya bir hastalıktan kurtulmadan vs. dolayı iş
yapmaya başlamak. 2. bir işi becermek, eli iş yapmaya yatkın olmak. əli işdə olmaq: çalışmak, bir işle meşgul olmak.
eli ekmek tutmak: geçmini sağlayacak duruma gelmek.
100 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli iş tutmaq”, “əli işdə olmaq” deyimleri
Türkiye Türkçesinde “eli ekmek tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli işə yatmaq: eli işe yatmak, becerikli olmak, eli işe yatkın olmak. əli yatqın: eli yatkın, eli bir işe alışık olan. əli yatmaq: l. eli yatmak, bir işi yapabilme
becerisi olmak, yapabilmek. 2. arzuladığı, istediği şekilde olmak.
eli yatmak (bir işe): bir işi yapabilecek el becerisi edinmiş olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli işə yatmaq”, “əli yatqın” deyimleri ve
“əli yatmaq” deyiminin birinci anlamı Türkiye Türkçesinde “eli yatmak” şeklinde
aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli qalxmaq: kendinden yaşça büyük, çok sevilen birini, çocuğu, kadını, kardeşi vs. dövmek, vurmak veya böyle bir düşünceyi aklından geçirmek (genelde
karşıt anlamda kullanılır).
el kaldırmak: kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli qalxmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “el kaldırmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli qələm tutan: eli kalem tutan, bilgili, okumuş yazmış, kültürlü.
eli kalem tutmak: l. yazı yazmayı bilmek. 2. bir konu hakkında başarılı bir
biçimde yazı yazma yeteneğine sahip olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli qələm tutan” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli kalem tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli öyrəşmək: eli alışmak, becermek, ustalaşmak.
eli alışmak (bir şeye): 1. bir işte ustalık kazanmak. 2. herhangi bir davranışı
alışkanlık haline getirmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli öyrəşmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli alışmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli pul görmək: eli para görmek, eline para geçmek.
eli para görmek: eline para geçmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli pul görmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli para görmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli qulağındadır: 1. bir şeyin olma arefesinde olması, yapılma vaktinin yaklaşmasını bildirir, yakın zamanda, çok yakında anlamında. 2. süratle bir işi yapma,
yapıp bitirme. 3. şimdi. 4. çabucak, hemen.
eli kulağında: olması ya da gerçekleşmesi çok yakın.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 101
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli qulağındadır” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli kulağında” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
ǝli (əlin) qurusun! elin kurusun, elin tutmaz olsun, elin bir iş yapmaz olsun.
eli kurusun: eli tutmaz olsun, eli bir iş göremez olsun! anlamında kullanılan
bir ilenme sözü.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ǝli (əlin) qurusun” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli kurusun” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli silah tutan: eli silah tutan, silah kullanabilen, savaşabilen.
eli silah tutmak: silah kullanıp savaşabilecek durumda olmak
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli silah tutan” deyimi Türkiye Türkçesinde “eli silah tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əliəyri olmaq: eli uzun olmak, hırsız olmak. əli uzun: eli uzun, fırsat düştüğünde bir şeyler aşıran, çalan kimse. əliuzunluq etmək (eləmək):başkasının
malına, parasına vs. göz dikip, onu eline geçirmeye çalışmak.
eli uzun: fırsatını bulunca eline geçirdiklerini aşıran, hırsız.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əliəyri olmaq”, “əli uzun”, “əliuzunluq
etmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eli uzun” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlim qırıldı: 1. çok yoruldum. 2. meyus olma, arzusuna ulaşmama ifadesi. 3.
istediğini elde edememe ifadesi.
eli kırılmak: eli, işe yatkın bir duruma gelmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlim qırıldı” deyiminin birinci anlamı
Türkiye Türkçesinde “eli kırılmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
ǝlim yaxanda olsun: öbür dünyada bana olan borcunu ödersin anlamında
(iki) elim yakanda : ahirette, hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını
istemek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “ǝlim yaxanda olsun” deyimi Türkiye
Türkçesinde “(iki) elim yakanda” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlimi üzdüm (yudum): artık sana inanmıyorum, senden ümidimi kestim.
elini yumak: o şeyi artık yitirmiş olmak, o şeyi bir daha göremez, yapamaz vb.
duruma düşmek ya da o şeyden artık umudunu kesmek, onunla ilgilenmekten,
uğraşmaktan vazgeçmek.
102 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlimi üzdüm” deyimi Türkiye Türkçesinde “elini yumak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlin cibində olsun! sende biraz para harca! əlini cibinə salmaq: 1. elini cebine
atmak. 2. cebinden bir şey çalmak. 3. para harcamak.
elini cebine atmak: para çıkarmaya davranmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlin cibində olsun”deyimi ve “əlini cibinə
salmaq” deyiminin bir ve üçüncü anlamı Türkiye Türkçesinde “elini cebine atmak”
şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlin sınsın! elin kırılsın! yapılan bir işten duyulan hoşnutsuzluğu bildirir.
elin kurusun: eli kurusun: “Elin tutmaz, bir iş görmez olsun.” anlamında ilenç.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlin sınsın!” deyimi Türkiye Türkçesinde “elin kurusun” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlində tutmaq: 1. bir şeyi veya malı satmamak. 2. bir şeye hâkim olmak, kimseye bırakmamak.
elde (elinde) tutmak (bir şeyi): bir duruma ya da işe hakim olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlində tutmaq” deyiminin ikinci anlamı
Türkiye Türkçesinde “elde (elinde) tutmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlində qalmaq: 1. bağlı olmak, tâbi olmak, bir şeyden kurtulamamak. 2. bir
şeyi satamamak, elinden çıkaramamak. 3. birinden kurtulamamak, yakasını kurtaramamak, onun hâkimiyetinde kalmak.
elinde kalmak (bir şey, mal): o şeyi, malı satamamak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlində qalmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinde kalmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlində olmaq: 1. imkânı, kudreti, becerisi dahilinde olmak. 2. birinin veya
kendi hâkimiyetinde, emrinde, idaresinde, hukukunda olmak. 3. parası olmak,
zengin olmak. 4. bir şeye sahip olmak. əlindən gəlib getmək: elinde olmak, uhdesinde, hâkimiyetinde olmak.
elinde olmak (bir şey): o şeyi yapabilecek durumda olmak, o şey onun yetkisi,
becerisi içinde olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlində olmaq”, “əlindən gəlib getmək”
deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinde olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 103
əlindən almaq: 1. birini bir şeyden mahrum etmek, yoksun bırakmak. 2.
zaptetmek, zorla almak. 3. başkasının malına, sahip olduğu bir şeye vs’ye zorla
veya başka bir yolla sahip olmak. 4. mahrum etmek, yoksun bırakmak.
elinden almak (bir şeyi, birisi): birini sahip olduğu bir şeyden, bir kimseden
yoksun bırakmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən almaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden almak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlindən bir iş gəlməmək: elinden bir iş gelmemek, bir şey yapamamak, çaresizlik veya yeteneksizlikten dolayı öylece kalakalmak.
elinden bir iş gelmemek: hiçbir iş yapamamak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən bir iş gəlməmək”deyimi Türkiye
Türkçesinde “elinden bir iş gelmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlindən düşməmək: her zaman elinde olmak, yere bırakmamak, hiçbir zaman ondan ayrılmamak, ayrı kalamamak.
elinden düşürmemek (bir şeyi): sürekli onunla ilgilenmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən düşməmək”deyimi Türkiye
Türkçesinde “elinden düşürmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlindən (əlinizdən) gələni beş (min) qaba çək (çəkin): elinden geleni ardına koyma, her ne yapabiliyorsan yap, hiçbir şeyden korkum yoktur.
elinden geleni ardına koymamak: elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən (əlinizdən) gələni beş (min)
qaba çək (çəkin)” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden geleni ardına koymamak”
şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlindən gələni etmək (eləmək): 1. mümkün olan her şeyi yapmak, yapabildiği her şeyi yapmak. 2. ne beceriyorsa, ne kadar kötülük varsa yapmak, gücünün yettiğini yapmak. əlindən gələni əsirgəməmək: elinden geleni esirgememek,
mümkün olan her şeyi yapmak. əlinə düşəni: ne varsa, azdan çoktan ne varsa.
elinden geleni yapmak: bir işi bilgisinin ve gücünün yettiği kadarıyla yapmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən gələni etmək” deyiminin birinci
anlamı ve “əlindən gələni əsirgəməmək”, “əlinə düşəni” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinden geleni yapmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlindən gələr: beklenir, yapar (menfi anlamda). əlindən gəlmək: elinden
gelmek, becermek, gücü yetmek, imkânı dahilinde olmak.
elinden gelmek: söz konusu şeyi yapma becerisi olmak.
104 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən gələr”, “əlindən gəlmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinden gelmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlindən iş çıxmamaq: elinden iş çıkmamak, hiçbir iş becerememek. əlindən
iş gəlməmək: elinden iş gelmemek, becermemek, hiçbir şey yapamamak, gücü
yetmemek, aciz olmak.
elinden iş çıkmamak: elindeki işi zamanında bitirememek; elindeki işi sürüncemede bırakmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən iş çıxmamaq”, “əlindən iş
gəlməmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinden iş çıkmamak” şeklinde aynı
anlamda kullanılmaktadır.
əlindən qaçmaq: yakasını kurtarmak, canini kurtarmaya çalışmak. əlindən
qurtarmaq (qurtulmaq): 1. felâketten, eziyetten, ölümden kurtulmak. 2. canını,
yakasını kurtarmak. əlindən yaxa qurtarmaq: kurtulmak, yakasını kurtarmak.
elinden kurtulmak: birinden kaçmayı başarmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən qaçmaq”, “əlindən qurtarmaq”,
“əlindən yaxa qurtarmaq” deyimleri Türkiye Türkçesinde “elinden kurtulmak”
şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlindən su içmək: … ‘e benzemek, …’nın huyunu, suyunu kapmak, birinin
terbiyesi ile yetişmek, ona benzemek.
elinden su içmek: herhangi bir işi iyi yapan bir kişiden onu öğrenebilmek ya
da onun kadar iyi yapabilmek
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən su içmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinden su içmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlinə dov düşmək: eline firsat geçmek. əlinə fürsət düşmək (keçmək): eline
firsat düşmek, imkân bulmak.
eline fırsat geçmek: imkan bulmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlinə dov düşmək” ,“əlinə fürsət
düşmək” deyimleri Türkiye Türkçesinde “eline fırsat geçmek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlinə kişi əli dəyməmək (dəyməmiş olmaq): eline erkek eli değmemek, temiz olmak, pak olmak.
eline erkek eli değmemiş olmak: kız, namuslu olmak.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 105
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlinə kişi əli dəyməmək” deyimi Türkiye Türkçesinde “eline erkek eli değmemiş olmak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlini isti sudan soyuq suya vurmamaq: 1. bir iş yapmamak, rahatını bozmamak, sıkıntı çekmemek, kendini rahatsız edecek işleri yapmamak, rahatı yerinde olmak. 2. maddi durumu iyi olmak, kendi yerine hizmetçi çalıştırmak.
elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: evde hiçbir işe el sürmemek, çok nazlı
olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini isti sudan soyuq suya vurmamaq”
deyimi Türkiye Türkçesinde “elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak” şeklinde
aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlinə su tökəbilməz (tökməyə yaramaz): iki kişiyi kıyaslarken birinin diğerinden çok üstün olduğunu bildirir.
eline su dökemez: “Bu kirnse, adı geçen kimsenin tırnağı bile olamaz, onunla
aynı değerde değildir.” anlamında.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlinə su tökəbilməz” deyimi Türkiye
Türkçesinde “eline su dökemez” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlini (ürəyinə) döşünə qoyaraq: emin bir şekilde, güvenerek.
elini kalbine koymak: doğru, yansız, adil davranmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini (ürəyinə) döşünə qoyaraq” deyimi
Türkiye Türkçesinde “elini kalbine koymak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlini əlinə vurmamaq: 1. iş yapmamak, çalışmamak. 2. (kız veya kadına)
dokunmamak.
eli eline değmemek: herhangi bir yakınlaşma olmamak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini əlinə vurmamaq” deyiminin ikinci
anlamı Türkiye Türkçesinde “eli eline değmemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlini qana batırmaq: elini kana bulamak, birini öldürmek.
elini kana bulamak: bir kimseyi yaralamak ya da öldürmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini qana batırmaq” deyiminin ikinci
anlamı Türkiye Türkçesinde “elini kana bulamak” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
106 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
əlini qolunu tovlaya tovlaya gəlmək: elini kolunu sallaya sallaya gelmek,
gelirken hiçbir şey getirmemek.
elini kolunu sallaya sallaya gelmek: bir yere eli boş olarak, hiçbir armağan almadan gitmek.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlini qolunu tovlaya tovlaya gəlmək” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “elini kolunu sallaya sallaya gelmek”
şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əllərin ağrımasın! “elin kolun var olsun anlamında yapılan bir işten dolayı
duyulan memnuniyeti bildiren bir temenni ifadesi.
eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık “Yaptığın iş iyi olmuş teşekkür ederim.
“ anlamında.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əllərin ağrımasın” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık” şeklinde aynı
anlamda kullanılmaktadır.
əliynən qoymuş kimi tapmaq: eliyle koymuş gibi bulmak, bir şeyi hiç aramadan hemen, kolayca bulmak.
eliyle koymuş gibi (bulmak) (bir şeyi, birini): aradığını hemen, kolayca (bulmak).
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əliynən qoymuş kimi tapmaq” deyimi
Türkiye Türkçesinde “eliyle koymuş gibi (bulmak)” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əllər yuxarı! “ellerini kaldırarak teslim ol” anlamında bir emir ifadesi.
eller yukarı: “Ellerini yukan kaldır ve teslim ol!” anlamında uyarı sözü.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əllər yuxarı” deyimi Türkiye Türkçesinde “eller yukarı” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əllərin dərd görməsin: ellerin dert görmesin, Allah razı olsun anlamında iyi
dilek sözü.
ellerin dert görmesin :”Ellerine sağlık.” anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əllərin dərd görməsin” deyimi Türkiye
Türkçesinde “ellerin dert görmesin” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl əməyi (zəhməti): elle görülen iş.
el emeği: 1. elde yapılan iş, ürün. 2. elle yapılan çalışmanın karşılığı ücreti.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 107
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl əməyi ” deyimi Türkiye Türkçesinde
“el emeği” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əllərim yanıma düşsün! ellerim yanıma gelsin! Allah canımı alsın doğru söylüyorum!
ellerim yanıma gelsin: “Allah canımı alsın ki doğru söylüyorum.” anlamında
kullanılan bir söz.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əllərim yanıma düşsün” deyimi Türkiye
Türkçesinde “ellerim yanıma gelsin” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlli ayaqlı adam: becerikli kimse.
elli ayaklı: çalışkan, eli ayağı tutan, hünerli, işgüzar, gösterişli.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlli ayaqlı adam” deyimi Türkiye Türkçesinde “elli ayaklı” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əliylə verib ayaqlarıyla axtarmaq (dalınca getmək): ödünç verdiyi şeyin
geri getirilmemesi sebebiyle peşine gitmek.
elinle ver, ayağınla ara: ödünç aldığı şeyi geri vermeyi geciktirenler için söylenir.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əliylə verib ayaqlarıyla axtarmaq” deyimi Türkiye Türkçesinde “elinle ver, ayağınla ara” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlindən su dammaz: çok cimri kimseler için kullanılır.
eli sıkı: cimri, kolay para harcamayan (kimse).
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən su dammaz” deyimi Türkiye
Türkçesinde “eli sıkı” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əlindən çıxmaq: 1. hazırlamak, yapmak, meydana getirmek. 2. birinin önderliği altında hazırlanmak, yetişmek, öğrenmek. 3. kaybetmek, yitirmek, mahrum olmak. 4. kendisi yapmış olmak.
(usta) elinden çıkmak: işinin ehli olan bir kimse tarafından yapılmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əlindən çıxmaq” deyiminin ikinci anlamı Türkiye Türkçesinde “(usta) elinden çıkmak” deyimi ile aynı anlamda kullanılmaktadır.
əldən düşmə:1. kullanılmış, eski. 2. tesadüfen ucuza alınan mal.
elden düşme: az kullanılmış ya da sahibinden ucuza alınmış (mal).
108 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əldən düşmə” deyimi Türkiye Türkçesinde “elden düşme” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
əl üstü: acele ile. El çabukluğu. əldən (əli) iti: eli çok çabuk, hızlı
el çabukluğu: 1. bir işi çabuk biçimde yapma ustalığı. 2. bir şeyi sezdirmeden
yapma. el çabukluğuna getirmek (bir şeyi): bir işi, hilesini sezdirmeden çabucak
yapmak. eli (eline) çabuk: çabuk iş yapan (kimse).
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əl üstü” ,“əldən (əli) iti” deyimi Türkiye
Türkçesinde “el çabukluğu”, “el çabukluğuna getirmek”, “eli (eline) çabuk” şeklinde
aynı anlamda kullanılmaktadır.
əli qalınlaşmaq: eline çokça para gelmek, paralanmak.
eli bollaşmak: para yönünden rahatlamak. eli genişlemek: eline bol para geçmek, harcama olanağı olmak.
Azerbaycan Türkçesinde kullanılan “əli qalınlaşmaq deyimi Türkiye Türkçesinde “eli bollaşmak”, “eli genişlemek” şeklinde aynı anlamda kullanılmaktadır.
Türkiye Türkçesinde Olup Azerbaycan Türkçesinde Olmayan El ile
Başlayan Deyimler
el ağzıyla çorba içmek: başkalarının sözlerini benimsemek, düşüncelerini savunmak. el almak (birinden): bir sanat öğrenen çırak, ustasından kendi başına iş
yapabilme iznini almak. el bebek, gül bebek: çok sevilen ve nazlı büyütülen, şımarık çocuk için söylenir. el beğenmezse yel (yer) beğensin: “insanı beğenecek kişiler
olmazsa, şerefsiz yaşayacağına ölmesi daha iyidir.” anlamında. elde bir: kesinlikle
gerçekleşecek şey. el değiştirmek: bir şeyin sahipliği ya da kullanımı birinden bir
başkasına geçmek. ele alınmaz: çok kötü şeyler için söylenir. ele avuca sığmamak:
söz dinlememek, şımarık ve taşkın davranışlarda bulunmak. ele gelmek: 1. bir şey
elle tutunabilir duruma gelmek. 2. bebek kucağa alınacak kadar büyümek. el ense
çekmek: güreşte, rakibin ensesine elini atıp çekmek. eli açık: cömert, para harcamaktan çekinmeyen kimse. eli hafif: acıtmadan iş gören (dişçi, iğneci). eli işte
(aşta), gözü oynaşta: iş yapar görünen, fakat aklı başka şeylerde olan havai (kimse). eli mahkum: “bu işi yapmak zorunda.” anlamında. eli maşalı: şirret, edepsiz,
kavgacı (kadın). elinden bir kaza (sakatlık) çıkmak: istemeyerek birisini yaralamak
ya da öldürmek. elinden hiçbir şey kurtulmamak: her şeyi becerebilecek yetenekte
olmak. eline doğmak (biri): onu çocukluğundan beri yakından tanımak. eline vur,
ekmeğini (ağzından) al: sessiz; pısırık (kimse). elinin hamuruyla erkek işine karışmak: bilmediği, yapamayacağı bir işe girişmek.elini oynatmak: 1. bir işi yaparken
hızlanmak. 2. gereken durumlarda parayı esirgemek. elini veren kolunu alamaz:
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 109
“çıkarcı bir kimsedir. Senin cömert, yardımsever biri olduğunu anlarsa, elinden
zor kurtulursun.” anlamında. eli olmak (bir şeyde): 1. bir işe herhangi bir biçimde
katkıda bulunmak. 2. bir işle gizli bir ilişkisi olmak. eli sopalı: zorba, sert, baskıcı
(kimse, yönetim). eli şakağında: düşünceli, tasalı, kimse. elle tutulacak tarafı olmamak: değerli, güvenilir bir yönü bulunmamak. elle tutulur gözle görülür: çok
belirgin, çok açık olan. el yordamıyla: görmeden, elle yoklayarak.
Azerbaycan Türkçesinde Olup Türkiye Türkçesinde Olmayan El ile
Başlayan Deyimler
əl ataşa düşmək: ne yapacağını şaşırmak, ne yapacağını bilememek. əl ayağa
gəlmək: bir işi hemen yapıp bitirmek. əl ayağa salmaq: 1. heyecanlandırmak, ortalığı velveleye vermek, herkesi ayaklandırmak. 2. yalvartmak. əl ayağı bir yerə yığılmaq: 1. evlenmek. 2. toparlan. mak. əl ayağı kol kosa vermək: kendini helâk etmek,
çok çaba sarf etmek. əl (əli) ayağı qurumaq (sustalmaq): 1. zayıflamak, takatten
düşmek. 2. ölüm anı yaklaşmak, hevesi kaçmak. 3. kol kanadı kırılmak, bir şeyi
yapma meyli, ilgisi azalmak. əl ayağı soyumaq: 1. hevesi kırılmak, artık üzerinde
çalıştığı şeyi yapmak istememek, çalışmak istememek. 2. bir şeyi yapacak morali
kalmamak. 3. ölümü yaklaşmak, ölmek. əl ayağı üzülmək: ümidi kesilmek, çaresiz
kalmak, mahrum olmak, elinden kaçırmak, kaybetmek. əl ayağını bir yerə yığmaq: 1. evlendirmek. 2. (insanları) bir araya getirmek, bir yere toplamak. 3. işi
düzene sokmak, rayına oturtmak. əl ayağını dağıtmaq: acele etmek. əl ayağını
itirmək: 1. kendini kaybetmek, ne yapacağını bilmemek. 2. korkuya kapilmak,
korkudan ne yapacağını şaşırmak. əl ayağını qayırmaq: hazırlamak, hazırlık yapmak. əl ayağını ölçmək: bağırıp çağırmak; el kol hareketi yapmak. əl ayağını sazlamaq: hazırlanmak, hazırlık görmek. əl ayağını yığışdırmaq: 1. bir işi bitirmek,
sona erdirmek. 2. düzenlemek, tanzim etmek. 3. uyarılma sonucunda hareketlerini kontrol etmek. 4. bir yere gidip gelmekten vazgeçmek. əl ayağını yığmaq: 1. toparlamak. 2vazgeçmek, ilgilenmemek. 3. tâbi olmaya, hâkimiyetini kabul etmeğe
mecbur etmek, önüne geçmek, istediği gibi hareket etmeğe müsaade etmemek,
belirli bir sınır içinden dışarı çıkmasına müsaade etmemek. 4. haddini bildirmek.
əl ayaq açmaq: 1. hareketlenmek, istediği gibi hareket etmek, serbest hareket etmek. 2. önündeki engeller kalkmak. 3. imkân, güç elde etmek. əl ayaq altında qalmaq: l. ayak altında ezilmek, ayak altında kalmak. 2. nüfuzu zedelenmek, itibarı
ayaklar altına düşmek. əl ayaq atmaq: çabalamak, çırpınmak. əl ayaq çalmaq: 1.
çabalamak, hareket etmek. 2. ölüm anında olmak. əl ayaq çatmamaq (yetişməmək):
çok uzakta olmak, görüşmek mümkün olmamak. əl ayaq eləmək (etmək): 1. çabalamak, çaba sarf etmek, hareket etmek, gecikmemek, çabuk hareket etmek. 2. bulmak, elde etmek. 3. bir işi vaktinden önce veya vaktinde bitirmek gayesiyle bir şeyi
110 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
yapmak maksadıyla süratle ve var güçle çalışmak. əl ayaq qoymaq: özellikle çok
korkmuş birinin başını sıvazlayarak dua okumak. əl ayaq oynatmaq: 1. çabalamak.
2. korkutmak, tehdit etmek. əl ayaq tərpətmək: süratli çalışmak, hareket etmek,
acele etmek, çaba sarf etmek. əl ayaqda olmaq: 1. bir işin bitmesi için çaba sarf etmek, çalışıp çabalamak. 2. bir işin yapılması için hazırlık görmek. 3. uyanık olmak,
bir şeye hazır olmak, hazırlık yapmak, tebdir almak. əl bağlamağına dəyməz: değersiz, kıymetsiz, gereksiz, faydasız, hiçbir fayda beklenmeyen şey konusunda. əl
çalıb gülmək: alay etmek, dalga geçmek. əl duaya götürmək: dua etmek. əl əl üstə
dayanmaq (durmaq): hazır, emre amade bir şekilde beklemek. əl asası: tutunacak,
yaslanacak şey, destek, dayanak. əl gəzdirmək: 1. bir şeyi bozmak veya karıştırmak. 2. araştırmak, ellemek. 3. üzerinde biraz çalışmak, düzene koymak, düzeltmek. 4. çalmak, soymak, hırsızlamak. 5. tamir etmek, onarmak. əl götürmək: 1.
yakasını bırakmak, vazgeçmek 2. ilişkisini kesmek. əl ilişdirmək: bir işle meşgul
olmaya başlamak. əl kəsmək: kötülük etmek, namertlik etmek. əl qatmaq: 1. karışmak, meşgul olmak, işe, olaya karışmak. 2. yapışmak. al qol açmaq: 1. büyük
imkânlara sahip olmak, geniş bir alanda faaliyet göstermeğe imkân bulmak, engelleri aşmak. 2. çabalamak, kımıldanmak. əl qol atmaq:1. çabalamak. 2. heyecanla,
hiddetli bir şekilde konuşmak, elini kolunu sallayarak konuşmak, hiddetten köpürmek. əl qol ölçmək: el kol hareketi yapmak, elini kolunu hareket ettirmek. əl
qolunu ölçə ölçə: 1. sinirli hareketler yaparak. 2. başkasını tehdit ederek. əl qolunu
ölçələmək (ölçmək): konuşurken elleriyle hareketler yapmak, el kol hareketi yapmak. əl qolunu yığışdırmaq: hareket imkânı bırakmamak. əl saxlamaq: devam etmemek, yaptığı işi durdurmak. əl suya yetirmək: abdest bozmak, tuvalet ihtiyacını
gidermek. əl tapmaq: üstün olmak, galip gelmek, yenmek. əl tərpətmək: 1. işi geciktirmemek için acele etmek, daha seri çalışmaya başlamak. 2. vurmak için hazırlık yapmak, vurmak istemek, vurmak için elini kaldırmak. əl ulağı: her işe koşturulan kimse. əl uzatsan, çatar: çok yakın yer için kullanılır. əl üzmək: ümidini
kesmek, artık beklememek. əl varaq eləmək: bir kitabı veya defteri çok karıştırmak. əldə qoymaq: 1. yarım bırakmak. 2. el atında bulunacak yerde saklamak.
əldən ayaqdan diri (iti): çevik, hareketli. əldən dildən getmək: kendini paralamak,
çok çaba sarf etmek. əldən dildən iti (zirək): çevik, hareketli kimse. əldən dildən
salmaq: 1. çok yormak, eziyet etmek, takatten düşürmek. 2. perişan etmek. əldən
gedəni həzrət abbas malı eləmək:1. kaybedilen bir şey için üzülmemek. 2. kendine
ait bir şeyi hayrat, hayır niyetiyle birilerine hediye etmek, vermek. 3. kendine ait
bir şeyi güç kullanarak alan kimselere söylenen beddua ifadesi. əldən ələ qapmaq:
kapış kapış etmek. ələ alanda qavaldır, götə soxanda zurna: işe yaramaz şey, faydasız şey. ələ dağ basmaq: tövbe etmek, bir şeyi bir daha yapmamak üzere bırakmak.
ələ daş vermək: bir şeyle kandırmak. ələ dolamaq: aldatmak, oyuncak gibi oynatmak, kandırmak. ələ düdük vermək: bahane edeceği şeyi vermek. ələ düşməz:
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 111
böyle iyisi, güzeli, lezzetlisi yoktur anlamında. əli ağzına çatmaq (yetmək): kimseye muhtaç olmadan yaşamak; kendi kendine yetmek. əli ağzındadır: yemekten
başka bir şey düşünmüyor. əli ağzında qalmaq: hayret etmek, şaşırmak. əli bala
batmaq: mutluluğa kavuşmak, bahtiyarlığa ermek. əli aşağı düşmək: yoksullaşmak, fakirleşmek. əli boğazına ilişmək: yemek içmekle meşgul olmak. ǝli böyüklər
ətəyində olmaq: 1. büyük şahsiyetler tarafından desteklenmek, yukarılarda adamı
olmak. 2. babasından, annesinden, büyüklerinden maddî yardım almak. əli çıraqlı axtarmaq: mumla aramak. əli əldən üzülmək: yardımsız ve desteksiz tek başına
kalmak, yardımcısı kalmamak, çaresiz duruma düşmek. əli əllərdə qalmaq: başkalarına muhtaç duruma gelmek. əli əllərdə olmaq: yukarılarda dayısı olmak. əli
ərindən üzülmək: kocasından ayrılmak durumunda kalmak. əli (əlləri) ətəyinden
uzun gəlmək: bir işi yapmak için gitmek ve yapamadan geri dönmek, başarısız
olmak. əli (əlləri) ətəyinden uzun olmaq: bir yere birşeyler yapmaya gitmek, lâkin
herhangi bir şey yapamadan dönmek. əli əyri olmaq: hırsız olmak, sürekli olarak
bir şeyleri yürütmek. əli gödək: maddî sıkıntıda olan, yoksul. əli gödək olmaq: 1.
bir şeye gücü yetmemek, yapamamak. 2. maddî gücü az olmak. Maddi imkânı
yetmemek, parası olmamak. əli ilə bel vermək: 1. bir şeye sebep olmak. 2. kendi
başını belâya sokmak. əli işdən soyumaq: herhangi bir sebepten dolayı çalışmak
istememek, çalışma isteğini yitirmek. əli qolu soyumaq: hevesi gitmek. əli kəsilmək:
bir şeyden mahrum olmak, yoksun kalmak. əli keşkə atmaq: elinin derisi kabuklanmak. əli qurğuşun: darbesi ağır kimseler için kullanılır. əli qurşağını bağlasın:
birine duyulan memnuniyeti bildiren alkış ifadesi. əli pulla oynamaq: parayla oynamak, kazancı iyi olmak, parası çok olmak. əli soyumaq: hevesi kaçmak, morali
bozulmak, eli soğumak. əli (əlləri) sustalmaq: hevesi kaçmak, morali. bozulmak,
ümidi kırılmak, ümitsizliğe kapılmak. əli şahlar ətəyində olmaq: yüksek seviyeli
kimseler tarafından kollanmak, hamisi olmak. əli təmiz olmaq: işinde doğru olmak, emanet edilen şeye ihanet etmemek. əli üstə qalxmaq: 1. yerinden fırlamak.
2. şaha kalkmak. əli yağa batmaq: şansı yaver gitmek, durumu iyileşmek. əli yaxasından üzülmək: en son şansını da yitirmek. əli yağa bulaşmaq: çok para kazanmak. əli yandımda axtarmaq: fıldir fıldır aramak. əli yanmaq: l. istediğini yapamamak, istediğini elde edememek, yanılmak, bir şeyde başarısızlığa uğramak. 2.
pişman olmak. əli yerdən göydən üzülmək: ümidi kaybolmak, ümit ettiği kapıların hepsi kapanmak. əlim yandı ilə: heyecanlı, aceleci ve ısrarlı bir şekilde. əli yüngül: katılmasıyla uğur, başarı, mutluluk getiren adam. əliçıraqlı axtarmaq: mumla
aramak, haddinden fazla gerekli olmak, hava ve su gibi gerekli olmak, büyük bir
dikkatle aramak ve seçmek. əlimin içindən (ortasından) gəlir: iyi ediyorum, keyfim böyle istiyor anlamında (bir harekete karşı yapılan itiraza verilen cevap).
əlimin duzu yoxdur: kime iyilik ediyorsam kötülük görüyorum. əlimizə iş verdi:
112 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
bizi sıkıntıya soktu. əlimyandıya düşmək: şaşırmak, ne yapacağını bilememek, zor
duruma düşmek, çıkılmaz vaziyette kalmak. əlin götünə yetişməsin! sakat olasın!
mizahî bir ilenme ifadesi. əlin yağlıdır öz başına çək: o kadar beceriklisin kendine
bir çul doku. əlində aciz qalmaq: çok zor durumda kalmak, çaresiz kalmak. əlində
yağı (yağın) daşsa da! acilen! acele olarak! əlində.. var: elinde vardır, elinde .. bulundurur. əlində tutumu olmamaq: sakar olmak. əlindən bezar olmaq: gırtlağa
çıkmak, canına tak etmek, bıkmak, usanmak. əlindən boğaza yığılmaq: canına tak
etmek. əlində ovucunda qalsın: ölmesin, çok yaşasın. əlindəki toyuğu uçan qazla
dəyişməmək: peşini bırakıp veresiye ardınca gitmemek. əlindən dada (tenga, zara,
zinhara) gəlmək: bizar olmak, bıkmak, usanmak, illallah etmek, yakasını kurtaramamak, tahammülü kalmamak, gırtlağa dayanmak. əlindən düşsün! kargıma,
beddua ifadesi. əlindən xata çıxmaq: istemeden birini öldürmek. əlindən qaçaq
düşmək:belirli sebepler yüzünden evinden, işinden, yurdundan ayrılmak zorunda
kalmak. əlindən zəncir çeynəmək: birine çok sinirlenmek, hiddetlenmek. əlinə bel
vermək: tahrik etmek, fitlemek. əlinə cız basmaq: yapılan bir şeyden ağzı yandığından dolayı bir daha onu yapmamak üzere kendi kendine söz vermek. əlinə çöp
(çöpü cüt cüt, cütləyib) verər: aldatır, kandırır, başından savar. əlinə çöp vərmək:
1. aldatıp başından savmak, kandırmak. 2. elinde nesi var nesi yoksa kumarda
hepsini almak, ütmek. əlinə düdük vermək: aldatmak, kandırmakbir şey vaat ederek kandırmak. əlinə göz dikmək: maddi yardım beklemek, maddi yönden ona
muhtaç olmak. əlinə qab almaq: ayak yoluna gitmek, tuvalet ihtiyacını gidermek.
əlinə zurna vermək:yalan vaatlerde bulunmak, yalan vaatlerle kandırmak. əlinə
zurna veriblər çala çala gedib: yalan vaatlerle kandırıp yollamışlar. əlini bənd
etmək: bir iş yapmaya başlamak. əlinə su tökmək :1. soyup soğana çevirmek. 2.
elindeki şeyi çok ucuza kapmak. əlini çör çöpə atmaq: çaresiz kalıp küçük şeylerden yapışmak. əlini daldan bağlayıb: bu ondan da kötü bir insandır. əlini əlinə
vermək: kavuşturmak, görüştürmek, birleştirmek, kavuşmalarını sağlamak. əlini
hara ucadı ora qoy: istediğin yere şikâyet et. əlini özündə saxla! “ilişme, sataşma, el
hareketi yapma, yaparsan cevabını alırsın” anlamında. əlini özündə saxlamaq: vurmak için kaldırdığı eline hâkim olmak, darbe vurmamak. əlini işə salmaq 1. iş
yapmaya başlamak. 2. sohbet ederken el şakası yapmak. əlini tuşlamaq: eli ile bir
şeyi veya bir tarafi göstermek, elini uzatmak. əlini kəsmək: 1. bir şeyden mahrum
etmek, bir kimsenin bir şeye karışmasına, parmak uzatmasına son vermek. 2. ümidini kesmek, vazgeçmek. əlini kol kosa atmaq:çaresizlikten dolayı her şeye yönelmek, her şeyden medet ummak. əlini qabağa vermək: 1. engel olmak. 2. problem
çıkarmak, karşı gelmek. əlini üzmək: 1. meyus olmak, artık beklememek. 2. unutmak, vazgeçmek. əlini qulağının dibinə qoymaq: belirli bir ahenkle şarkı, türkü
söylemek. əlinin barını yeməmək: elinin emeğini, kazancını yememek. əlini oxumaq :karşı tarafın niyetini anlamak, sırrını bilmek. əlinin dalı qabağını tanımır:
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 113
beceriksizin, unutkanın biridir. əlinin dalını yerə qoymaq: 1. teslim olmak, yenildiğini itiraf etmek. 2. kendine tâbi etmek, yenmek. əlini özgə cibində qızdırmaq:
yankesicilik etmek, birinin parasını yürütmek. əlinin duzu yoxdur: emeği, liyakati
gereği gibi değerlendirilmeyen kimseler için kullanılır. əlinin duzunu dadmaq: yeteneğini, becerisini anlamak. əlinin qabağına əl qoymaq: öne geçmek, üstün olmak. əlinin suyu olmamaq: hiçbir iş yapamamak, beceriksiz olmak. əlinin suyunu
dadmaq (içmək): 1. birinden faydalanmak. 2. tokadını yemek. əlivi (əlini) daşa
atasan qızıla dönə! tuttuğun altın olsun! bir temenni. əlləri dalında: 1. ellerini arkasında kenetlemiş, hâlde. 2. kasınarak, böbürlenerek. 3. kendinden emin bir şekilde. əllərini görmək olmamaq: çok süratli, hızlı çalışmak. əlləri qızıldır: mahir
bir usta ve sanatkar için kullanılır. əllərini yana salmaq: ayakta sessizce hareketsiz
durmak, kımıldamamak. əlləri ürəklərində (ürəklərinin üstündə) qalmaq: endişeli olmak, bir şey hakkında endişelenmek. əlləri yanına sallanmaq: mahzunlaşmak,
ümitsizliğe kapılmak, morali bozulmak. əllərini Allah dərgahına qaldırmaq (qalxızmaq): Allah’a yüz çevirerek ellerini göklere kaldırıp ona yalvarmak, bir şey dilemek. əllərini ölçmək: ellerini hareket ettirerek konuşmak, konuşurken ellerini
oynatmak, el kol hareketi yapmak. əlli ayaqlı getmək: izsiz tozsuz kaybolmak. əlli
ayaqlı itirmək: temelli yok etmek, öldürmek. əlli ayaqlı itmək (yox olmaq): kaybolmak, yok olmak. əlli ayaqlı razı olmaq: tamamen razı olmak, kabul etmek. əlli
dilli itmək: hiçbir haber alınamamak, kaybolup gitmek.
Sonuç
Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesi aynı dil grubunda yer almaktadır.
Aralarında ses bilgisi, şekil bilgisi, anlam bilgisi bakımından farklılıklar bulunmasına rağmen Azerbaycan Türkçesi Türkiye Türkçesine en yakın lehçedir. Yaptığımız çalışmada Azerbaycan Türkçesinde “el” ile başlayan deyimlerin çoğunluğunun ortak olduğu tespit edilmiştir.
Oruçov’un “Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti” (2006) ve Altaylı’nın “Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü” (2005) taranarak “el” sözüyle kurulan 581 deyim
incelemeye anlam bakımından incelemeye alınmıştır. Türkiye Türkçesinde “el”
sözü ile başlayan deyimler için Yusuf Çotuksöken’in “Türkçe Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü” (2004), Ömer Asım Aksoy’un “Atasözü ve Deyimler Sözlüğü” (1993),
Ertuğrul Saraçbaşı’nın “Örnekleriyle Büyük Deyimler Sözlüğü” (2010) ve İsmail
Parlatır’ın “Deyimlerimiz” (2007) adlı sözlükler taranarak karşılaştırma yapılmıştır. Türkiye Türkçesinde “el” ile başlayan deyimlerle karşılaştırılmıştır. İncelememiz sonucunda Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde el ile başlayan ortak
deyimlerin sayısı 199, Türkiye Türkçesinde olup Azerbaycan Türkçesinde olmayan
el ile başlayan deyimlerin sayısı 27, Azerbaycan Türkçesinde olup Türkiye Türk-
114 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
çesinde olmayan el ile başlayan deyimlerin sayısı ise 170 olarak tespit edilmiştir. Sayısal anlamda her iki lehçede ortak olan deyimleri sayısı fazla çıkmaktadır.
Azerbaycan Türkçesinde olup Türkiye Türkçesinde olmayan deyimlerin sayısı ise
azımsanmayacak derecededir.
Deyimler ait oldukları toplumun kültürünü dile yansıtmaları bakımından
başvurulabilecek en doğru dil hazinelerinden biridir. Azerbaycan Türkçesi dil
bakımından en çok ortaklığın bulunduğu dil olmasının yanı sıra düşünce yapısı,
davranış tarzları, hayata bakış açıları bakımından da Türk toplumuyla benzerlikler
göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinin ortak deyim varlığı açısından çok zengin olduğunu görüyoruz. Görüldüğü
gibi, Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesi’nde “el” sözü ile başlayan deyimlerin bazıları aynı anlamları taşımaktadır, ancak bazı deyimlerde anlamlar farklılık
gösterebilir. Her iki lehçe, kendi kültürel ve sosyal yapılarına göre dildeki deyimleri şekillendirmiştir. Buna bağlı olarak, ortak deyimlerin bazılarında anlam farklılıkları bulunmaktadır ve bu farklılık yerel dil ve kültürel bağlamla ilişkilidir.
Kaynakça
Aksan, D. (1995). Türkçenin sözvarlığı. Engin Yayınevi.
Aksan, D. (1982). Her yönüyle dil ana çizgileriyle dilbilim. Türk Dil Kurumu.
Aksoy, Ö. A. (1993). Atasözleri Ve Deyimler Sözlüğü. İnkılap.
Akyalçın, N. (2011). “Türkçe Deyimler Sözlüklerine Alınmış, Deyim Olmayan Kimi Söz Öbeklerine İlişkin Bir Değerlendirme” Folklor/Edebiyat, 17/68 (4), 121-142.
Altaylı, S. (2005). Azerbaycan Türkçesi deyimler sözlüğü. Prestij Matbaası.
Cəfərov S. (2007). Müasir Azərbaycan dili II, Leksika. Şərq-Qərb.
Çotuksöken, Y. (2004). Türkçe atasözleri ve deyimler sözlüğü. Toroslu Kitaplığı.
Demirdağ, E. A. (2018) “Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde kelime gruplarının tasnifi üzerine” TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, 6/15,
139-149.
Xəlilov, B. (2008). Müasir Azərbaycan dilinin leksikologiyası. Nurlan.
Korkmaz, Z. (1992). Gramer terimleri sözlüğü. Türk Dil Kurumu.
Mirzəliyeva, M. (2009). Türk Dıllərının Frаzеоlоgıyаsı I. Nurlаn.
Orucov, Ə. (2006). Azerbaycan dilinin izahlı lüğeti. C I-II, Şərq-Qərb.
Parlatır, İ. (2007). Deyimlerimiz. Yargı Yayınevi.
Saraçbaşı, E. (2010). Örnekleriyle büyük deyimler sözlüğü. Yapı Kredi.
Seyidov, Y., Abdullayəv Ə., Ağamalı, H. (2007). Müasir Azərbaycan dili IV, Sintaksis. Şərq-Qərb.
Sinan, A. T. (2008). Deyim kavramı üzerine notlar. I. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
18/ 2, 91-98.
Türkçe sözlük (2005). Türk Dil Kurumu.
TÜRKMEN TÜRKÇESİNDE ‘YOK’
SÖZCÜĞÜNÜN GRAMERLEŞMESİ VE
OLUMSUZLUK ÜZERİNE
Doç. Dr. Cahit BAŞDAŞ, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-8555-6096
Bitişken diller arasında yer alan Türkçe, oldukça geniş ve düzenli bir ek sistemine sahiptir. Bilinen en eski metinlerde kullanılan bazı ekler herhangi bir değişikliğe uğramadan varlığını sürdürürken bazı eklerin şekil ve / veya işlev bakımından kısmen ya da tamamen değiştiği gözlenmektedir. Tarihî süreçte değişen,
kalıplaşan veya belirli lehçelerde artık kullanılmayan eklerin yerini yenileri almıştır [ör. Gelecek zaman ekleri: (-DAçI, -GAy, -(I)sAr, -AcAk]. En eski metinlerde
bulunmayan bazı ekler ise dilin gelişme sürecinde yeni durum ve ihtiyaçları karşılamak üzere sonradan ortaya çıkmıştır (ör. Şimdiki zaman ekleri: (-A turur >
-AdUr; -A yorır > (I)yor, vb.). Kelime türetme ve çekim / işletim gibi önemli görevler üstlenen bu dil birimlerinin şekil ve işlevleri gibi nasıl ortaya çıktıkları da
merak konusudur.
Eklerin kökeni (morfoetimoloji) konusunda farklı görüşler ileri sürülmüş;
bunlardan özellikle bitişim ve kaynaşma teorileri genel kabul görmüştür. Kaynaşma (fusion) teorisine göre ekler, tek sesten oluşan küçük birimlerin birleşip kaynaşması sonucu oluşmuştur (Kuznetsov, 1997, s. 194; Serebrennikov - Gadjieva,
2011, s. 102). Bazı eklerin birleşip kaynaşarak zamanla yeni eklere dönüştüğü bilinmektedir. Ancak bu birleşik ekleri oluşturan küçük dil birimlerinin ya da eklerin nasıl ortaya çıktığı izaha muhtaçtır.
18. yüzyılın ortalarında (1746) Fransız filozofu É. B. Condillac tarafından
ileri sürülen ve 19. yüzyılın ilk yarısında özellikle F. Bopp ve W. Von Humboldt
tarafından sağlam temellere dayandırılan bitişim (agglutination) teorisine göre
eklerin kaynağı bağımsız dil birimleridir. (Kuznetsov, 1997, s. 194; Gökçe, 2013, s.
21). Bağımsız dil birimleri, tarihî süreçte anlam ve ses kaybına uğrayarak bağımlı
birimlere dönüşmüştür. Geçen yüzyılın başında (1912) Fransız dil bilimci Antoine
Meillet’in literatüre kazandırdığı grammaticalization (gramerleşme / dilbilgiselleşme) terimi ile ifade edilen bu sürecin ilk aşamasında sözlüksel değer taşıyan bağımsız sözcüklerin anlamında kayıplar olur ve çok anlamlı kararsız yapılar ortaya
çıkar (Demirci, 2008, s. 452; Lehmann, 2015, s. 1). İkinci aşamada büyük kategoriler (isimler, fiiller), kademeli olarak küçük kategorilere (edatlar, yardımcı fiiller)
116 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
dönüşür. Üçüncü aşamada gramerleşmeye uğrayan dil biriminin kullanılış sıklığı
artar ve ses kayıpları görülür (Gökçe, 2013 s. 30). Böylece bağımsız sözlüksel birimler, kademeli olarak bağımlı birimlere dönüşür ve gramerleşme süreci ideal
olarak sıfırla sonuçlanır (Gökçe, 2013, s. 30; Can, 2017, s. 40).
Morfoetimoloji çalışmaları, Türkçedeki pek çok ekin gramerleşme (dilbilgiselleşme / ekleşme) sonucu ortaya çıktığını göstermiştir. Türkçede ‘garamerleşme’
örnekleri ilk defa Kâşgarlı Mahmut tarafından tespit edilmiştir. Kâşgarlı daha 11.
yüzyılda isimden fiil yapan +sA- ekinin ‘sa-’ fiilinden, +Ar- ekinin ise ‘er-’ fiilinden çıktığını belirtir (Ercilasun, 2022, s. 15). A. Cevat [Emre] (1931, s. 5), şahıs eklerinin şahıs zamirlerinden geliştiğini, -yor ekinin de yürü- / yörü- / yürü- fiilinden
geldiğini, bu gelişmenin tarihî metotla izah edilebileceğini ifade etmiştir. Besim
Atalay’a (1941, s. 8) göre ekler de kökler gibi ayrı ve başlı başına birer kelime iken
git gide özelliğini kaybederek ek haline gelmiştir. A. M. Şçerbak, (1994, s. 318-319),
Z. Korkmaz (1995, s. 76), ve P. İ. Kuznetsov (1997, s. 206) gibi bilim adamları da
genel olarak eklerin kelime kaynaklı olduğu fikrini benimsemiştir. V. Hatiboğlu
(1974, s. 331) M. Ergin (1985, s. 119), A. Buran (1996, s. 208), N. İlhan (2019, s.
252), ve M. Öner (2016, s. 12) ise Türkçedeki eklerin bir bölümünün kökenini
bağımsız dil birimlerine dayandırmıştır.
Türkçedeki eklerin önemli bir bölümünün bilinen en eski yazılı belgelerden itibaren kullanıldığı bilinmektedir. Ne zaman ve nasıl ortaya çıktıkları yazılı
belgelerden takip edilemeyen bu eklerin kökenini tespit etmek ve gramerleşme
süreçlerini takip etmek oldukça güçtür. Ancak sonradan ortaya çıkan eklerin
gramerleşme süreçleri, tarihî metinlerde takip edilebilmektedir. Tarihî süreçte
gramerleşerek eklere dönüşen bağımsız dil birimleri, aynı zamanda ayrı ve bağımsız bir birim olarak varlığını sürdürebilir. Ör. tur- fiili, bir taraftan tur-ur > -DUr
> Ø (edgü tur-ur > iyi-dir > iyi) biçiminde gramerleşme sürecini tamamlamışken
diğer taraftan tur- / dur- biçimiyle bağımsız bir fiil olarak kullanılmaya devam
etmektedir. Gramerleşme süreci bütün lehçe ve ağızlarda aynı anda başlamayabilir
ya da her lehçede farklı seyredebilir. Ayrıca belirli lehçe ve ağızlarda ekleşen bir
kelime, diğer lehçe ve ağızlarda gramerleşme sürecine girmeyebilir. Ör. ‘ile’ edatı
Türkiye Türkçesinde gramerleşerek vasıta hâli ekine dönüştüğü hâlde Türkmen
Türkçesinde benzer işlev ve yapıdaki ‘bilen’ edatı, ekleşmeyip ayrı bir birim olarak
kullanılmaya devam etmektedir. Farsçadan kopyalanan ve pek çok Türk lehçesinde herhangi bir ses kaybına uğramadan kullanılan ‘hem’ edatı ise Türkmen Türkçesinde gramerleşerek -am / -em biçiminde ekleşmiştir (Salan, 2011 s. 1740).
Coğrafî konumu ve tarihî ilişkileri bakımından Harezm - Çağatay yazı dili
geleneğinin izlerini taşıyan ve aynı zamanda Oğuzcanın doğu kolunu temsil eden
Türkmen Türkçesinde Oğuz ve Kıpçak lehçelerinin özelliklerini bir arada bulmak
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 117
mümkündür. Bu bakımdan farklı lehçelerdeki gramerleşme örnekleri Türkmen
Türkçesinde de görülür. Ayrıca diğer lehçelerde ayrı ve bağımsız birer birim olarak kullanılan hem, soñ gibi bazı sözcükler, Türkmen Türkçesinde gramerleşerek
(hem > -am / -em; soñ > -soñ) bağımlı birimlere dönüşmüştür (Salan, 2014, s. 112).
Türkçede yokluk bildiren ve genellikle ‘var’ sözcüğünün karşıtı olarak kullanılan
‘yok’ sözcüğü de Türkmen Türkçesinde aynı şekilde ses kaybına uğrayarak ekleşmiş ve fiil çekim morfolojisinin bir parçası hâline gelmiştir. Hemen bütün Türk
lehçe ve ağızlarında sıkça kullanılan yok (Kaz. jok, Krg. cok, Yak. suox) sözcüğünün
yog (cenaze merasimi), yodun (yok olan) ve yodug (yok olan, kaybolan) sözcükleriyle aynı kökten (*yo-: ‘yok olmak’) türetildiği düşünülmektedir (Clauson, 1972,
s. 895). Söz dizgesi içinde genellikle isim ve sıfat olarak kullanılan bu sözcük, Eski
Türkçeden itibaren gramerleşme sürecine girmiş ve isim cümlelerinde ‘yokluk işaretleyicisi’ görevi üstlenmiştir (Çakmak, 2013, s. 466; Ağca, 2015, s. 95). Bugün
olduğu gibi tarihî metinlerde de sıklıkla bir gramer ulamı olarak kullanılan ve bazı
çalışmalarda ‘kopula (koşaç)’ olarak da değerlendirilen ‘yok’, tarihî süreçte herhangi bir ses kaybına uğramamıştır (Erdal, 2004, s. 324; Çiçekdağı, 2016, s. 139).
Klasik Türkmen edebiyatının ilk temsilcilerinden Türkmen millî şairi Mahtumkulu Firakî’nin Divanı üzerine yapılan bir çalışmada tespit edilen 1699 olumsuz cümlenin 130’u (%7,65) ‘yok’ sözcüğü ile kurulmuştur (Sis - Türk, 2019, s.
11). Çağatay yazı dili geleneğinin hâkim olduğu dönemde (18. yy.) kaleme alınan
Mahtumkulu Divanında ‘yok’un kullanılış biçimi, diğer tarihî metinlerdeki kullanılışından pek farklı değildir.
Görüň, dostlar, bu sözlemde ýalan ýok,
Bir garybam, nesihatym alan ýok,
Magtymguly, meniň derdim bilen ýok,
Derdimiň dermany dile myhmandyr.
Magtymguly aýdar, tiken ýok, gül ýok,
Ýigit ýok, garry ýok, hoja ýok, gul ýok
Dilegçi dermanda, baý ýok, ýoksul ýok,
Barçasy ýer goýnun guçup baradyr. (MD 193)
Lehçe özelliklerinin iyice belirginleştiği Çağatay Türkçesinin son döneminde
Türkmen sahasında yazılan metinlerinde ‘yok’, daha sık kullanılmış ve gramerleşme sürecinde yeni bir aşamaya geçmiştir. 19. yüzyıl Türkmen edebiyatının önemli
temsilcilerinden Mollanepes’in meşhur “Zöhre - Tahır Dessanı” adlı eserinden alınan aşağıdaki dörtlüklerde ‘yok’, artık fiil çekiminin bir parçası görünümündedir:
118 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Matluby-köňül sen-sen, gaýryga nazarym ýok,
Yşkynda kadam goýdum, köýüňde güzarym ýok,
Her mehweşiň waspyny destanda ýazarym ýok,
Gel öltür, gel tirgüz, jan senden azarym ýok (ZT 81)
“Gönül isteği sensin sen, başkasına bakışım yok / bakmam
Aşkına adım attım, köyünden geçişim (çıkışım) yok /çıkmam
Her ay yüzlünün vasfını destanda yazmam
Gel öldür, gel dirilt, can senden şaşmam.”
Özellikle son iki mısrada ‘yok’, sıfat-fiilin yokluğundan ziyade olumsuzluk eki
{-mA-} gibi davranarak fiilin bildirdiği hareketin gerçekleşmediğini / gerçekleşmeyeceğini bildirmektedir.
19. yüzyıl Türkmen edebiyatının başlıca eserleri arasında sayılan Zelilî
Divanı’nda ‘yok’un gramerleşme sürecinde geldiği aşama daha açık biçimde görülmektedir. Divanda tespit edilen aşağıdaki örneklerde sıfat-fiil (-An) ekinden sonra
gelen yok, olumsuzluk (-mA-) ekine benzer bir görev üstlenerek fiilin bildirdiği
hareket ya da oluşun gerçekleşmediğini göstermektedir. Ancak H. Yıldırım (2008)
tarafından doktora tezi olarak hazırlanan eserde, sözcüğün bu yeni işlevi tam olarak anlaşılmamış, dolayısıyla bazı mısraların dil içi çevirisi hatalı yapılmıştır:
Süñgüm lāḥta-lāḥta ayrılmış etdin,
Henüz cānım bu cefādın dınan yoḳ. (ZD 466)
H. Yıldırım’ın (2008, s. 467) dil içi çevirisi:
“Kemiğim parça parça ayrılmış etten,
Henüz canım bu cefadan bıkan yok.”
H. Yıldırım tarafından “bıkan yok” biçiminde Türkiye Türkçesine aktarılan
ikinci mısradaki ‘dınan yoḳ’ ifadesi, yalancı eşdeğerdir. Burada yok sözcüğü, bilinen işleviyle kendisinden önceki sıfat-fiilin (dınan) yokluğunu değil, sıfat-fiil
ekiyle birlikte (-An yok) fiilin olumsuz şimdiki zamanını bildirmektedir. Bir önceki mısra da dikkate alındığında, “Kemiği etten ayrıldığı hâlde henüz cefası dinmeyen / cefadan kurtulmayan”ın şairin ‘can’ı (kendisi) olduğu anlaşılmaktadır:
“Kemiğim parça parça ayrılmış etten,
Henüz canım bu cefadan kurtulmuyor.”
Diğer örnekler:
Döze bilmǟn yürekdeki közime,
Müdām yanar pinhān, hiç bir sönen yoḳ (ZD 466).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 119
Yazarın çevirisi (Yıldırım, 2008, s. 467):
“Dayanamam yürekteki közüne,
Daima yanar gizli, hiçbir sönen yok.”
Son mısra, “Daima yanar gizli, hiç sönmüyor” olmalı.
Nevmı̇d̄ olup, nāzlı yārdın el üzip,
Men dönerin, ammā köñlüm dönen yoḳ (ZD 468).
“Ümitsiz olup, nazlı yârden el çekip,
Ben dönerim, fakat gönlümün döndüğü yok.” (Yıldırım, 2008, s. 469).
Son mısra, “Ben dönerim ama gönlüm dönmüyor” olmalı.
Görmezlik etmeyen, her vaḳt göryen men,
Görmek bilen bu gözlerim ḳanan yoḳ (ZD 468).
“Görmezlik etmeyip, her vakit görürüm,
Görmek ile bu gözlerimin kandığı yok.” (Yıldırım, 2008, s. 469).
Son mısra, “Görmekle bu gözlerim kanmıyor” olmalı.
Zelilî Divanı’ndan (19. yy.) seçilen yukarıdaki mısralarda ‘yok’ sözcüğü, sıfatfiil ekiyle birlikte şimdiki zamanın olumsuz biçimini oluşturmuştur. Kuruluşunda
zamir ya da iyelik ekleri yer almadığı için sadece üçüncü şahıslarda kullanılan
bu birleşik yapının bir parçası olan ‘yok’, burada henüz herhangi bir ses kaybına
uğramamıştır.
Tarihî Türkmen edebî metinlerinde kullanılış sıklığı artan ve kademeli olarak
fiil çekiminin bir parçası hâline gelen ‘yok’, 20. yüzyıldan itibaren Türkmen yazı
dilinde ses kaybına uğrayarak {-ok} ekine dönüşmüştür. Böylece gramerleşme sürecini önemli ölçüde tamamlamlayan ‘yok’ (>-ok), sıfat-fiil eki ve iyelik ekleriyle
birleşip kaynaşarak (-An+iyelik eki+ok > -Anok) fiil çekim morfolojisinin bir parçasına dönüşmüştür.
Ogly onuň ýanynda ýaşanok. (ÖZ 53)
“Oğlu onun yanında yaşamıyor.”
Onda näme üçin hiç bir ses eşidilenok? – diýip sorapdyr. (E 123)
“O zaman niçin hiçbir ses duyulmuyor, diye sormuş.”
-Men seni tanamok, tanasymam gelenok. Öz ýoluňyza gidiberiň - diýip, olar
bilen gepleşmegem islänok. (P 163)
“Ben seni tanımıyorum, tanımak da istemiyorum. Kendi yolunuza gidiverin, deyip onlarla konuşmak da istemiyor.”
120 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Şolaryň biri megerem Ýuliýanyň özi bolsa gerek. Ýöne, men ony tanamok. (ÖZ
51)
“Onların biri meğer Yuliya’nın kendisi olsa gerek. Ama ben onu tanımıyorum.”
Ýok, bizi hiç kim talanok, zadymyzy elimizden alanok. (GB 68)
“Hayır, bizi hiç kimse yağmalamıyor, eşyamızı elimizden almıyor.”
Türkmen Türkçesinde şimdiki zaman, -yAr, -yA, -yAn(dIr) eklerinin yanı sıra
sıklıkla -p yör, -p dur, -p yatır, -p otır gibi tasvirî fiillerle ifade edilmektedir. Bunlardan sadece -yAr ve -yA ekli şimdiki zamanın olumsuz çekimi standart olumsuzluk eki (-mA-) ile yapılmaktadır. Pek işlek olmayan {-yAn} ekli şimdiki zamanın
olumsuz çekiminde, gelecek zaman (-cAk), istek (-mAkçI) ve gereklilik (-mAlI)
kiplerinde olduğu gibi dӓl (<değil) kullanılmaktadır (Söӱegow, 1999, s. 270; Başdaş, 2015, s. 64). Çeşitli lehçe ve ağızlarda değişken şekilleri kullanılan henüz
gramerleşme sürecini tamamlamamış /-p/ + yardımcı fiil kuruluşundaki analitik
yapıların ise olumsuzluk eki {-mA-} ile yapılan olumsuz şekilleri Türkmen Türkçesinde yoktur (Ercilasun vd., 2006, s. 272). Şimdiki zamanı ifade etmek üzere sıkça
kullanılan bu tasvirî fiillerin olumsuz şekilleri yerine ‘yok’ (>-ok) ile olumsuzlaştırılan sıfat-fiil (-An) ekli yapılar tercih edilmiştir. Sıfat-fiil eki (-An) + iyelik eki + ok
(<yok) biçiminde oluşturulan birleşik {-Amok / -Añok / -Anok / -Amzok / -Añzok
/ -Anoklar} yapıları kullanılmaktadır (İlker, 1997, s. 109; Clark, 1998, s. 231; Aslan
Demir, 2016, s. 108). Kısalıp ekleşen ‘yok’un (>-ok) doğrudan olumsuzluk işlevi
üstlendiği bu birleşik yapılar, Çağdaş Türkmen yazı dilinde oldukça işlektir (Kara,
2012, s. 128; Yıldırım, 2020, s. 311).
1. Teklik şahıs: -Amok (<-An+Im+yok)
-Ýok, Uýajygym, bilemok! Men asla, hiç ýere uçamok! Hiç ýere, gidemok! (ÖZ
60)
“-Hayır Uyacığım, bilmiyorum. Ben asla hiçbir yere uçmuyorum. Hiçbir
yere gitmiyorum.”
Men onuň ölümindenem gorkamok. (P 157)
“Ben onun ölümünden de korkmuyorum.”
Aý, dost, men çydamok, häzir aşak gaýdýan - diýýär. (THE 41)
“Ey dost, ben dayanamıyorum, şimdi aşağı iniyorum, dedi.”
-Men tersine münemok, belki, atyň özi tersine durandyr. (E 36)
“-Ben binmiyorum, belki at ters durmuştur.”
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 121
2. Teklik şahıs: -Aňok (<-An+Iň+yok)
-Garry batyr, meniň gapyma pata ýerine geleňok. Tur, ýok bol, nirede aglasaň,
şonda agla - diýip gygyrdy. (P 287)
“-İhtiyar delikanlı, benim kapıma taziye yerine gelmiyorsun. Kalk, defol, nerede istersen orada ağla, deyip bağırdı.”
Sen garaýan şerigatyň hakynda hiç zat bileňok, ýa bilseňem bilmezlige
salýarsyň. (E 80)
“Sen uygulanan şeriat / yasa hakkında hiçbir şey bilmiyorsun veya bilsen de
bilmezlikten geliyorsun.”
Sen ol ýigrenjini tanaňok. (AH 93)
“Sen o iğrenci tanımıyorsun.”
Sen aw awlamany başaraňok, biziň bilen tirkeşmäňi goý, … (THE 103)
“Sen av avlamayı başaramıyorsun, bizimle dolaşmayı bırak, …”
3. Teklik şahıs: -Anok (<-An+I+yok)
Oruslar biziň ýaly därini sokuda döwenok ýa-da tüpeňi çekiçläp ýasanok (P
444)
“Ruslar bizim gibi deriyi havanda dövmüyor ya da tüfeği çekiçle yapmıyorlar.”
Entek gylam gymyldanok. Hökmüni ýitirenok. Güýjüni gaçyranok. (ÖZ 38)
“Henüz kıl bile kıpırdamıyor. Hükmünü yitiriyor. Gücünü kaybediyor.”
Geleni-gidenem bilenok, asyl gözi ýer görenok munuň. (P 539)
“Geleni gideni de bilmiyor, aslında bunun gözleri yeri görmüyor.”
Menden başga hiç kim bu ýere gelenok. (THE 45)
“Benden başka hiç kimse buraya gelmiyor.”
Özüňem atam bize syryny açanok diýýäň (GB 50)
“Kendin de atam bize sırrını açmıyor, diyorsun.”
1. Çokluk şahıs: -Amzok (<-An+ImIz yok)
-Ýok, bilemzok- diýipdirler. (E 5)
“-Hayır, bilmiyoruz, demişler.”
122 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Akgaýa, Çyrlak, eşidiň, biz hiç ýerik gidemzok. (AH 101)
Akgaya, Çırlak, dinleyin; biz hiçbir yere gitmiyoruz.”
… biz ol şerigatyňyzy şu çaka çenli tanamandyk, henizem tanamzok. (P 434)
“… biz o yasanızı şu ana kadar tanımadık, hâlâ da tanımıyoruz.”
Biz bularyň haýsy birine-de ynanjagymyzy bilemzok. (P 516)
“Biz bunların hangi birine inanacağımızı da bilmiyoruz.”
-Gorkma, biz häzir bile ýaşamzok. (ÖZ 47)
“-Korkma, biz şimdi birlikte yaşamıyoruz.”
2. Çokluk şahıs: -Aňzok (<-An+IňIz yok)
Diýmek, siz bu agajyň haýsy agaçdygyny bileňizok (E 5)
“Demek siz bu ağacın hangi ağaç olduğunu bilmiyorsunuz.”
Dagda gezip ýören çöl haýwanlary biri-birine rehim edýär, siz edeňzok. (P 538)
“Dağda gezen çöl hayvanları biri birine merhamet ediyor, siz etmiyorsunuz”
‘Siz örän gowy adam, obadaşyňyzy gözden salaňzok’ diýipdir. (GB 120)
“Siz çok iyi adamsınız, obadaşınızı gözden çıkarmıyorsunuz, demiş.”
Bir naçaryň arkasyna bukulmaga utanaňzokmy?.(AH 51)
“Bir naçarın (kadının) arkasına saklanmaya utanmıyor musunuz?”
3. Çokluk şahıs: -Anoklar (<-An+I yok+lAr)
Olar bir adam görseler ýakasyndan tutup, zat alman goýberenoklar. (E 50)
“Onlar bir adam görünce yakasından tutup bir şey almadan bırakmıyorlar.”
Indi adamlar Hudaýdanam gorkanoklar, bendedenem utananoklar. (GB 52)
“Şimdi insanlar Allah’tan da korkmuyor, kuldan da utanmıyorlar.”
Ogullary onuň sözünden çykanoklar. (AH 133)
“Oğulları onun sözünden çıkmıyor(lar).”
Asyl hana ünsem berenoklar, seredenoklaram. (AH 171)
“Asıl Han’a hem dikkat etmiyorlar hem de bakmıyorlar.”
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 123
Tablo 1. İkinci Tip Olumsuz Şimdiki Zaman Çekimi
1. Tkl. şh.
2. Tkl. şh.
3. Tkl. şh.
1. Çok. şh.
2. Çok. şh.
3. Çok. şh.
-Amok
-Aňok
-Anok
-Amzok
-Aňzok
-Anoklar
gelemok
geleňok
gelenok
gelemzok
geleňzok
gelenoklar
gel-en-im yok
gel-en-iň yok
gel-en-i yok
gel-en-imiz yok
gel-en-iňiz yok
gel-en-i yok-lar
gelmiyorum
gelmiyorsun
gelmiyor
gelmiyoruz
gelmiyorsunuz
gelmiyorlar
Türkmen Türkçesinde şimdiki zaman kavramı taşıyan tasvirî fiillerin olumsuz şekillerinin kullanılmadığı, yukarıda belirtilmişti. Olumsuz çekimde işlek olarak kullanılan {-Anok} yapısının ise şimdiki zamanı karşılayan olumlu (yok / >
-ok’suz) şekli kullanılmamaktadır. Aslında bir geçmiş zaman sıfat-fiili olan {-An}
(<-GAn), Çağatay Türkçesi ve Kıpçak lehçelerinde olduğu gibi Türkmen Türkçesinde de {-An(dIr)} (<-GAn turur) biçimiyle anlatılan geçmiş zamanı ifade etmektedir (Aslan Demir, 2016, s.112). Olumlu (-AndIr) şekli pek kullanılmayan bu
yapının olumsuz {-mAndIr} (<-mA-AndIr) biçimi Türkmen Türkçesinde oldukça
işlektir (Başdaş, 2015, s. 64).
Bu gyza enesi hiç zat öwretmändir, diýerler. (AH 114)
“Bu kıza annesi hiçbir şey öğretmemiş, derler.”
Türkmen Türkçesinde sözcüğün işlek olan bağımsız (yok) ve ekleşmiş (-ok)
şekillerinin yanında yoklamak, yokluk, yoksul yoksuz, yoksuzluk gibi türevleri de
kullanılmaktadır.
Ýoksuzny baýlara eýledi mätäç (MD 243)
“Yoksulu zenginlere eyledi muhtaç”
Ýoksuzlyk bir ýaman ýoldur (MD 360)
“Yoksulluk bir yaman yoldur”
Ancak sesteş görünümlü ‘yok-’ fiili ile yokluk / olumsuzluk bildiren‘yok’ arasında köken ya da anlam ilişkisi bulunmamaktadır.
Sözüm ýokar Hak dostuna (MD 409)
“Sözüm yarar Hak dostuna”
Asly aga gara sürtseňem ýokmaz. (P 780)
“Aslı Ağa, kara sürsen de bulaşmaz / etkilemez.”
“Yapışmak, bulaşmak, yaramak, etkilemek” anlamlarında kullanılan ‘yok-’
fiilinin ünlüsü normal sürelidir. “Yok olmak” anlamındaki *yo:- kökünden türe-
124 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
tildiği kabul edilen ve olumsuzluk / yokluk bildiren ‘yo:k’ sözcüğünün ünlüsü ise
uzundur. Sözcüğün türevleri ve ekleşmiş {-o:k} biçimi de aynı şekilde uzun ünlülüdür. Türkmen Türkçesinde uzun ünlülerin korunduğu bilinmektedir. Ancak
uzunluklar yazıda gösterilmediği için aralarında anlam ve köken ilişkisi bulunmayan iki sözcüğün yazımı aynıdır (yok / yok-).
Eski Türkçeden itibaren hemen bütün lehçe ve ağızlarda isim, sıfat ve bir
gramer ulamı olarak kullanılan ve olumsuzluk / yokluk bildiren ‘yok’ 20. yüzyıldan itibaren Türkmen Türkçesinde ses kaybına uğrayarak gramerleşme sürecini
tamamlamıştır. Böylece fiil çekim morfolojisinin bir parçasına dönüşerek {-ok}
biçimiyle şimdiki zaman çekiminde olumsuzluk görevi üstlenen sözcük, aynı zamanda bağımsız bir birim olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Taranan Eserler ve Kısaltmalar:
AH
Altynjan Hatyn I (O. Ödäyew, Türkmen Döwlet Neşiryat Gullugy, Aşgabat 2012).
E
Ependi (Çapa taýýarlan: Amangül Durdyýewa, Aşgabat Myras 2006).
GB
Gırmızı Bägüller (J. Hudaýguly, Aşkabat 2015).
GG
Gökdepe Galası (N. Hojageldiyew, Çäç Döredijilik, Aşgabat 1991).
MD
Magtymguly Pyragynyň Kämil Diwany (O. Ekäýew-Baharly, Medeniyet
Merkezi, Aşkabat 2014).
ÖZ
Ömürzaýa (J. Hudaýguly, Aşkabat 2016).
P
Perman (A. Gowşudow, Türkmenistan Neşirýaty, Aşgabat 1989).
THE
Türkmen Halk Ertekileri (Çapa Taýýarlan: N. Seýidow, Türkmenistanyn
Ylymlar Akademiýası, Milli Golýazmalar İnstituty, Aşgabat 2012).
ZD
Zelilî Divanı - Metin – Aktarma - Gramer İncelemesi (Haz. H. Yıldırım,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sos. Bil. Enstitüsü, Ankara 2008).
ZT
Mollanepes, Zöhre - Tahyr Dessanı (Çapa taýýarlanlar: N. Aşyrow, B.
Garryýew, A. Kekılow), TSSR Ylymlar Akademıýasynyň Neşırýaty, Aşgabat 1963.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 125
Kaynakça
Ağca, F. (2015). Eski Türkçede varlık ve yokluk işaretleyicilerinin (ba:r, yo:k) gramerleşme süreçleri. Dil Araştırmaları, 16, 83-101.
Aslan Demir, S. (2016). Görünüş kategorisi - Türkmence örneği. Grafiker Yayınları.
Atalay, B. (1941). Türk Dilinde ekler ve kökler üzerine bir deneme. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Başdaş, C. (2015). Türkmen Türkçesinde olumsuzluk ve yokluk. Türklük Bilimi Araştırmaları
Dergisi / Journal of Turkology Research (TÜBAR), 37, s. 61-72.
Beşen Delice, T. (2010). Türkmen Türkçesinde Fiil. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi.
Buran, A. (1999), Türkçede kelimelerin ekleşmesi ve eklerin kökeni. 3. Uluslararası Türk Dil
Kurultayı 1996, 207-214. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Can, M. (2017). Dilbilgiselleşme ve edat kavramı. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Dergisi (HÜTAD), 26, 37-67.
Clark, L. (1998). Turkmen reference grammar. Turcologica 34. Harrassowitz Verlag.
Clauson, G. (1972), An Etymological dictionary of pre-thirteenth-century Turkish. Oxford University Press.
Çakmak, S. (2013). Var ve yok sözcüklerinin morfolojik kimliği. Turkish Studies 8(4), 463-471.
Çiçekdağı, Caner (2016), Kopula üzerine. Kaygı - Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Felsefe Dergisi, 26, 131-141.
Demirci, K. (2008). Dilbilgiselleşme üzerine bir inceleme. Bilig, 45, 131-146.
[Emre], A. C. (1931). Yeni bir gramer metodu hakkında layiha, Maarif Vekâleti Yayınları.
Ercilasun, A. B. vd. (2006). Karşılaştırmalı Türk lehçeleri grameri I -Fiil- Basit çekim, Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Ercilasun, A. B. (2022). Türk Dilinde çekirdek ekler. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Erdal, M. (2004). A Grammar of Old Turkic. Brill Handbook of Oriental Studies.
Ergin, M. (1985), Türk dil bilgisi. Boğaziçi Yayınları.
Hatiboğlu, V. (1974). Türkçedeki eklerin kökeni. Türk Dili, XXIX (268), 331-340.
İlhan, N. (2019). Türkçede kelimelerin ekleşmesiyle ortaya çıkan ekler. Jass Studies- The Journal
of Academic Social Science Studies, 75, 149-162.
İlker, A. (1997). Batı grubu Türk yazı dillerinde fiil, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kara, M. (2012). Türkmen Türkçesi grameri. Etkileşim Yayınları.
Korkmaz, Z. (1995). Türk gramerinin sorunları toplantısı (s. 76). Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kuznetsov, P. İ. (1997). Türkiye Türkçesinin morfoetimolojisine dair. Türk Dili Araştırmaları
Yıllığı Belleten 1995, 193-262. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Lehmann, C. (2015). Thougts on grammaticalization (3rd edition). Language Science Press.
Öner, M. (2016). Genel Türkçede ekleşen yardımcı fiiller (gramerleşme üzerine tarihîkarşılaştırmalı bir inceleme). XI. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı. (ss. 9-14)
Bilkent Üniversitesi.
Salan, E. (2011). Türkmen Türkçesinde ve Türkiye Türkçesinde hem sözcüğünün işlev bakımından karşılaştırılması, Turkish Studies, 6(1), 1727-1743.
Salan, E. (2014). Türkçede bir gramerleşme örneği: -soñ < son. Dil Araştırmaları, 14, 97-117.
Sis, N. - TÜRK, E. (2019). Mahtumkulu divanı’nda olumsuz cümleler. USBAD Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi - International Journal Of Social Sciences Academy. 1(1), 5- 12.
126 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Söÿegow, M. (1999). Türkmen Diliniñ Grammatikasy-Morfologiӱa. Ruh Neşirӱaty.
Serebrennikov, B. A. - GADJİEVA, N. Z. (2011). Türk yazı dillerinin karşılaştırmalı tarihî grameri (çev. T. Hacıyev - M. Öner). Türk Dil Kurumu Yayınları.
Şçerbak A. M. (1994). Türkçe morfoloji tarihini inceleme meselesine dair. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1989, 317-321. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Tekin, T. vd. (1995). Türkmence - Türkçe sözlük. Simurg Yayınları.
Yıldırım, H. (2020), Türkmen Türkçesi Grameri (Ses ve Şekil Bilgisi). Türk Dil Kurumu Yayınları.
GOTTLOB FREGE’NİN ANLAM
KURAMINA BİR BAKIŞ
Prof. Dr. Erdoğan BOZ, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-2883-4221
Giriş
Sistematik dil felsefesinin kurucusu olarak gösterilen Frege, felsefede kapsamlı anlam kuramını geliştirmiş ilk filozoftur. Frege’nin dil felsefesinin ortaya çıkışı,
matematiğin temelleri araştırmasına dayanır. Mantıksalcılık olarak adlandırılan bu
kurama göre aritmetik mantığa indirginebilir: “i. Tüm aritmetik nesneler, aslında
mantıksal nesnelerdir. ii. Tüm aritmetik doğrular, aslında mantıksal doğrulardır.”
Frege’ye göre kısacası aritmetik aslında mantıktır. Frege’nin bu kuramı savunmak
için oluşturduğu mantık dili, günümüzde yüklemler mantığı denen yeni bir bilim alanının doğmasına neden olmuştur. İşte aritmetiğin temeli olan mantık, aynı
zamanda bütün doğal dillerin temelinde de bulunmaktadır. Ör. “özne+yüklem”
yapısındaki bir tümcenin çözümlemesi, aritmetikte nasılsa doğal dillerde de o şekilde olmaktadır. Bu durumda mantık hem doğal hem de biçimsel (formel) dillerin temelini oluşturur. Bu görüşlerden yola çıkan Frege, daha sonraki çalışmalarını dil üzerine yöneltip 1892’de Anlam ve Gönderme “Über Sinn und Bedeutung”
adlı meşhur makalesini yayımlayarak anlam kuramını bilim dünyasına duyurmuş
oldu (İnan, 2012:39).
Rızatepe (1989:51), dil felsefesinde Frege’nin önemini şöyle özetler; “Frege’den
önce anlam konusuna değinenler -örneğin Locke- ifadelerin anlamlarının imlemlerinden ibaret olduğunu düşündüren şeyler yazmışlardı. Anlamlılığın imlemden başka bir boyutu daha olduğunu ilk kez Frege ortaya çıkarmıştır.” Özdemir
(2019:12), Frege’nin dil felsefesine dair yazdığı toplam altı makalenin çevirisini
yaptığı kitabın girişinde Reichardt’tan şunları aktarır; “Frege, 1891 ve 1892 yıllarında “Fonksiyon ve Kavram”, “Duyum ve Gönderim Üzerine” ve “Kavram ve
Nesne Üzerine” adlı denemeleriyle dil felsefesine en büyük katkıyı yapmıştır.”
Salerno’nun (2011:11) Frege’ye dair şu sözleri onun felsefedeki yeri bakımından
dikkat çekicidir: “Kendisi, dilsel anlamların ne fiziksel ne de psikolojik ögeler olduklarını ama bunun yerine nesnel ve zihinden bağımsız bir üçüncü gerçeklik
âleminde ikamet eden kendine has türden varlıklar oldukları gibi bir fikri savunmuş olmasıyla tanınmıştır” .
128 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Aşağıda, Frege’nin dil felsefesine dair görüşlerine dört madde hâlinde temas
edilecektir.
1. Özdeşlik İlişkisi, anlam ve bilgi içeriği
Frege’nin anlam kuramının temel kavramlarından biri özdeşliktir. Yukarıda
sözü edilen makalesine “Özdeşlik neyle ne arasındaki bir ilişkidir?” sorusuyla başlayan Frege’nin ilk cevabı “özdeşlik ilişkisi nesnelerin adları arasındaki ilişkidir.”
şeklinde olur ve bunu şöyle açıklar: “Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” dendiğinde
yüklemin sonuna eklenen +dır ekiyle iki şeyin özdeş olduğu söylenmiş olur. Burada geçen “Akşam Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı” özel adları Venüs gezegenine verilmiş
eski adlardır ve aynı gezegeni belirtirler. Tıpkı “5+7=12” dendiğinde hem “5+7”
hem de “12” aritmetik işaretlerin, aynı sayıyı ifade etmiş olmaları gibi. Frege, açıklamasına şöyle devam eder; eğer özdeşlik ilişkisi nesnelerin kendileri arasındaki
bir ilişki olsaydı, özdeşlik yargısının nasıl öğretici olduğu açıklanamazdı. “Sabah
Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” dendiğinde öğretici bir şey söylenmiş olmuyor, aksine
“Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” dendiğinde öğretici bir şey söyleniyor. Özdeşlik
ilişkisi nesneler arası bir ilişki ise, bu durumda doğru özdeşlik yargısı ancak bir
nesne ile kendisi arasındaki ilişki olabilir. “Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” yargısında tek bir nesne vardır ve o da Venüs gezegenidir. Bu durumda “a=a” ile “a=b”
şeklinde özdeşlik belirten tümceler arasındaki farkı açıklamak imkânsızdır. Frege,
bu açıklamalardan yola çıkarak özdeşlik ilişkisinin nesneler arasında nesnelerin
adları arasında bir ilişki olduğunu söyler (İnan, 2012:39-40).
Frege’nin yukarıdaki soruya verdiği ikinci cevap “özdeşlik ilişkisi nesnelerin
kendileriyle arasındaki ilişkidir.” şeklinde olur ve bunu şöyle açıklar: “Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı’dır.” tümcesindeki özdeşlik ilişkisi, nesnelerin adları arasındaki
biri ilişki olduğu kabul edilirse bu tümce gökyüzüne (dış gerçekliğe) değil dile
(adlara) dair bir yargı belirtmiş olur. Oysa bu tümce dile değil, gökyüzüne dair bir
yargı ifade eder. Frege’ye göre hangi nesneye ne ad verileceği çoğu kez rastgeledir,
dolayısıyla “Akşam Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı”nın aynı nesne olması dilsel seçimlere bağlı bir olgu değildir. Böylelikle Frege, “özdeşlik ilişkisi nesnelerin kendileriyle
arasındaki ilişkidir.” görüşüne dayanan yargıların nasıl öğretici olduğunu açıklamak için “Anlam ve Gönderme Kuramı”nı geliştirir. Bu kuramda adların anlamları ile göndergeleri arasında bir ayrım yapar. Buna göre “Akşam Yıldızı” ve “Sabah
Yıldızı”nın göndergeleri (Venüs) aynıdır ancak her ikisi de Venüs yıldızını farklı
biçimlerde temsil ederler. Frege bu farklı temsil biçimlerini anlam olarak kabul
eder (İnan, 2012:40-41).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 129
Denkel’in (1989:33) burada yaptığı şu açıklama da konuya açıklık getirmektedir:
“Venüs gezegenini ele aldığımızda, bunun adlarından ikisinin “Sabah Yıldızı” ve “Akşam Yıldızı” olduğunu ve her bir ada bağlı olarak da farklı birer bilgi içeriği bulunduğunu söyleyebiliyoruz. Bu içerikler örneğin “sabahın erken
saatlerinde ufkun şu ve şu noktalarında gözlemlenen gök cismi” ve “akşamın
ilk saatlerinde ufkun şu ve şu noktalarında gözlemlenen gök cismi” biçimlerini alacaklardır”
2. Anlam (Duyum), gönderge ve ide
Konunun ayrıntısına girmeden önce, Frege’nin “Sinn” terimi hakkındaki bir
açıklamayı vermek gerekiyor. Dereko (2011:7-8), Joseph Salerno’dan çevirdiği
Ferege’ye Dair kitabının önsözünde, Frege’nin Almanca “Sinn” sözcüğünün İngilizceye önce “meaning” olarak çevrildiğini ancak yaşanan kimi tartışmalardan
sonra “sense” üzerinde uzlaşma sağlandığını belirtir. Dereko’ya göre Frege’nin kuramında Almanca “Sinn” “anlam” değil bir “anlam ulamı”dır ve sözcüğün Türkçe
için en uygun karşılığı “duyum”dur.
Frege, Kant’ın “Dış dünyanın nesneleri bize kendilerini sunarlar.” düşüncesini
kendi anlam kuramına temel oluşturur. Ona göre dış dünyanın nesneleri (gönderge) kendilerini bize sonsuz kere sunabilirler. Ör. Venüs gezegeninin, günbatımından sonra kendi sunma biçimine “Akşam Yıldızı”, aynı şekilde gündoğumundan
hemen önce sunma biçimine “Sabah Yıldızı” diyoruz. Frege, dış dünyanın nesnelerinin kendilerini farklı sunuş biçimlerine sinn (anlam) der. Bu durumda anlam ve
gönderge arasındaki ayrım şöyle açıklanabilir: “Akşam Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı”
adlarının göndergeleri Venüs gezegenidir, anlamları ise Venüs gezegeninin kendini
sunuş biçimlerine bağlı olarak farklıdır. Frege’nin kuramında dil ile dünya arasındaki ilişki doğrudan bir ilişki değildir. Ancak anlamlar aracılığı ile nesnelerden söz
edilebilir ve onlara gönderme yapılabilir. Frege’nin kuramında anlamın üç temel
işlevi vardır:
i.
Anlam sayesinde bir nesneyi zihnimizde temsil edip onu adlandırıyoruz.
ii. Bir adın anlamı, o adın göndergesi olan nesneyi belirliyor.
iii. Anlamlar bir araya gelerek “düşünce” (ya da günümüz dil felsefesi terminolojisinde “önerme”) oluşturuyorlar (İnan, 2012:41).
Frege’ye göre anlamı, göndergenin zihinde oluşan soyut imgesinden (ide)
ayırt etmek gerekir. Bu soyut imge duyulara dayalıdır ve doğal olarak öznel bir
130 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
karakter taşır. Eğer anlam, zihindeki soyut imgeye dair bir şey olsaydı kişilerin
herhangi bir sözden aynı şeyi anlamaları beklenemezdi. Bununla birlikte kişilerin
zihnindeki soyut imgelerin içeriğini bilmek ve aynı sözden aynı şeyi anlayıp anlamadıklarını test etmek mümkün değildir. Bu durumda anlam nesnel buna karşılık
zihindeki soyut imge özneldir (Denkel, 1989:32).
Frege, anlamın nesnel olduğunu ıspatlamak için teleskop örneğini verir: Teleskop ile aya bakan bir kişi aslında direkt olarak ayı değil, ayın teleskopun lensi
üzerine yansıyan imgesini görür. Bu durumda hem ay hem de lens üzerindeki
imge nesnel gerçekliği yansıtır. Ancak teleskopa bakan kişinin algıladığı imge ise
özneldir yani kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Frege buradan şu sonucu çıkartır;
i.
Sözcüğün göndergesi (dış dünyadaki nesne) “nesnel”
ii. Sözcüğün anlamı (nesnenin kendini sunuş biçimi) “nesnel”
iii. Sözcüğün anlamının biri tarafından kavranması “öznel”
Ve bunu şöyle örneklendirir; “Venüs” sözcüğü bir gezegene gönderme yapar,
o gezegen Venüs sözcüğünün göndergesidir ve bizden bağımsız olarak dış dünyanın nesnel bir ögesidir. Bir sözcüğe yüklenen anlam da nesneldir. Anlamlar kişilerden bağımsız olarak dış dünyanın bir parçasıdır ancak fiziksel bir öge değil
soyuttur. Bir sözcüğün anlamının biri tarafından kavranması, -burada Venüs sözcüğünün herhangi bir kişi tarafından kavranması- özneldir. Bu kavrama; zihinde
farklı çağrışımların veya imgelerin oluşması olarak görülür. Frege, zihindeki bu
soyut imgeleri Locke’ta olduğu gibi “ide” olarak adlandırır. Locke’tan farkı bu idelerin öznel olup kişiden kişiye farklılık göstermesidir. Kişiler bu ideler sayesinde
anlamı kavrar ve yine anlamlar sayesinde dış dünyanın nesnelerini zihinlerinde
temsil edebilir (İnan, 2012:42-43).
Denkel (1989:34), Frege’nin göndergesi olmayan sözcükler hakkındaki görüşünü şöyle aktarır: “Boş yönletimli kimi sözcükler yine de anlam taşırlar. Bunların
anlamını oluşturan içerik bir kurgu ürünü olabildiği gibi, bir yanılgının sonucu da
olabilir. Ancak bu tür sözcükler anlaşılabildiklerine ve bunlarla anlamlı tümceler
kurulabildiğine göre, yönletimleri olmasa da anlamlı olmalıdırlar”
Frege anlamın özneden bağımsız olduğunu ve ayrıca anlamın ideden de ayrıldığını savunur. Anlam dış dünyadaki gönderge ile insan zihnindeki tasarımı
olan ide arasında bir üçüncü bölgededir. Anlam zihinlerdeki ide olsaydı insanların iletişimi mümkün olamazdı çünkü her insanın zihnindeki ide bir diğerinden
farklıdır. Frege İskender’in atı Bucephalus’u örnek göstererek bir ressam, bir at
binicisi ve bir hayvanbilimcinin “Bucephalus” adını farklı idelere bağlayacağını
söyler (Çelebi, 2016:72).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 131
1. Özel ad, yüklem ve nesne, kavram
Frege’ye göre sözcükler belli mantıksal ulamlar içinde anlam kazanırlar. Bu
ulamlar özne ve yüklemdir. Özne tekil bir terimdir ve tek bir nesneye gönderme yapar oysa yüklem birden çok nesneye uygulanabilir. Ör. “Sokrates akıllıdır.”
tümcesinde “Sokrates” özne, tümcenin geri kalan kısmı “… akıllıdır” yüklemdir,
yükleme öznenin boşluğunu da kapsar. Özne ve yüklem birer terim olarak anlam
taşırlar ve anlamları aracılığı ile gönderme yaparlar. Frege, öznenin göndergesine
“nesne” der. Özne konumundaki bütün terimler tek bir nesneye gönderme yaparlar ve Frege bu terimlere özel ad1 der (İnan, 2012:43). Frege’ye göre özne ve yüklem karşıtlık içinde kavranır diyen Denkel, özel ad konusunda şöyle bir açıklama
getirir:
“Frege’ye göre, “Tunca keldir” ve “kan kırmızıdır”daki “Tunca” ve “kan” birer
özel addırlar ve birer “nesneye” yönletirler. Eğer “Güzellik geçicidir” veya
“Frege’nin etkisi büyük olmuştur” demiş olsaydık, “güzellik” ve “Frege’nin
etkisi” birer nesneye yönleten özel ad olmuş olacaklardı. (1989:26)
Ancak “özel ad” yerine “tekil terim” daha yaygın kullanılmaktadır. Tekil terimler boşlukları olmadıkları için doymuş terimlerdir. Doymuş terim tek bir
nesneye gönderme yapar ve bu nesne de doymuştur. Diğer yandan yüklemler,
boşluğu olan doymamış terimlerdir ve göndergeleri de doymamıştır. Ör. “Dünya
yuvarlaktır.” tümcesinde özne olan “Dünya” sözcüğü (tekil terim) doymuş bir terim olarak bir nesneye (dünya) gönderme yaparken yüklem konumundaki “… yuvarlaktır” ise doymamış bir terim olarak bir nesneye değil bir kavrama gönderme
yapar (İnan, 2012:43). Denkel, farklı terimler kullanarak bu konuyu şöyle pekiştirir, “Özel adlarla kavram-terimlerinin en önemli farkları, öncekilerin boşluksuz
ve kendi içlerinde tamamlanmış şeyler oluşlarına karşılık, sonrakilerin boşluklu
ve tamamlanmamış şeyler oluşları” (1989:26).
2. Tümcenin kurulumu ve göndergesi
Denkel, Frege’ye göre tümcelerin nasıl kurulduğunu şöyle açıklar:
“Kavram-terimleri nasıl boşluklu ve tamamlanmamış dilsel ögelerseler, onların yönlettikleri kavramlar da boşluklu ve tamamlanmamış gerçek ilkelerdir.
Tümceyi oluşturan iki öğenin bir araya geldiklerinde birbirlerini doldurarak
bir bütün oluşturmaları, bir başka deyişle, bir arada durabilmelerinin nedeni özellikle anlamsaldır; terimlerin bir arada durarak tümceyi oluşturmaları,
onların yönlettikleri nesne ve kavramın birbirleri içine girerek tamamlanmış
ya da doygun bir ilke oluşturmalarından dolayıdır” (1989:26-27)
1
Ayrıntılı bilgi için bkz. (Boz, 2020:36-46)
132 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Frege’ye göre sonlu sayıdaki sözcükten sonsuz sayıda tümce türetebilmemiz
yüklemlerin doymamış olan boşluklu yapısından kaynaklanmaktadır. O, yüklemleri bir tür fonksiyon olarak kabul eder. Matematikteki “y=2x” fonksiyonunda nasıl her bir x değeri için ayrı bir y değeri elde edilirse aynı durum yüklemler için de
geçerlidir. Buna göre “… bir insandır.” yüklemi bir tür fonksiyondur ve her özneyi
farklı bir tümceyle eşler. Yüklem, öznelerden tümcelere giden bir fonksiyondur
denebilir (İnan, 2012:43-45). Denkel’in bu konuyu açıklaması daha ayrıntılıdır.
“Kavramı fonksiyona karşılık olarak, nesneyi de argümana karşılık olarak düşünüyor. Fonksiyonun değerine karşılık olaraksa, dilde, doğruluk-değerini öngörüyor.
Matematik ile dili böylece aynı yapı içinde kavrıyor. Birinde fonksiyonlar “matematiksel” olurken, öbüründe “önermesel” oluyorlar” (1989:27).
Frege’ye göre tümceler sayesinde düşünür ve dünya ile ilişki kurarız. Ör.
“Dünya yuvarlaktır.” tümcesinde özne olan “Dünya” sözcüğü ve “… yuvarlaktır”
yüklemi tek başına bir düşünce ifade etmez. Ancak iki terim bir araya geldiğinde;
“Dünya yuvarlaktır.”, bir düşünce ifade eder ve dünyaya dair bir şey söyler (İnan,
2012:43-45). Denkel, konuya şöyle bir açıklık getirir; “Frege’ye göre tümceler özel
adlarla, her ikisi de tamamlanmış şeyler olmaları dolayısıyla benzeşiyorlar. Frege
tümcelerin de (kendilerine özgü) nesnelere yönlettiğini öne sürüyor.” (1989:26).
Frege’nin birleşik terim olarak adlandırdığı tümcelerin göndergeleri “doğruluk değeri”dir. İki doğruluk değeri vardır; doğru veya yanlış. Frege bunu şöyle test
eder; bir tümcedeki bir terimin yerine eşgöndergeli başka bir terim konulduğunda
tümcelerin anlamları farklı olsa da göndergeleri aynı kalır. Bu iki tümce arasında
değişmeyen tek şey doğruluk değeridir, ilk tümce doğruysa ikinci tümce de doğrudur veya tam tersi. Ör. “Dünya yuvarlaktır.” tümcesindeki “Dünya” terimi yerine eşgöndergeli “güneşe uzaklığı açısından üçüncü gezegen” terimi konduğunda
yeni kurulan “Güneşe uzaklığı açısından üçüncü gezegen yuvarlaktır.” tümcesinin
anlamı ilk tümceye göre farklı olsa da göndergeleri ve doğruluk değerleri aynıdır (İnan, 2012:43-45). Frege’ye göre bir önermenin anlamı onun doğruluk değerinde bulunmaktadır. Daha açıkçası doğruluk değeri doğru veya yanlış olabilen
önermeler, dil dışı dünyadaki gerçek nesne veya olgulara gönderimde bulunabilen
önermelerdir Çelebi (2016:70). Denkel de şöyle bir ekleme yapar “Frege, tümcelerin yönlettikleri şeyleri de “nesne” olarak değerlendirmiştir. Tümcelerin yönlettikleri nesneler ona göre doğruluk-değerleridir: Frege’ye göre, tümce ya Doğru›ya ya
da Yanlış’a yönletim yapar” (1989:27). Denkel, Frege’nin gerçekçilik anlayışından
yola çıkarak kuramındaki tümcelerin göndergesi olan “doğru ve yanlış” nesnesini
ayrıntılı olarak açıklar:
“Frege’nin kuvvetli bir gerçekçi olduğunu belirtmiştik. Onun açısından
yönletilen her şey tam anlamıyla nesnel ve gerçektir. Dolayısıyla gerçekliği
oluşturan öğeler, nesneler, kavramlar, (ve yine birer nesne olarak) Doğru ve
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 133
Yanlış’tan oluşur. Gerçeklikteki bir nesnenin ille de somut ve fiziksel bir şey
olma zorunluluğu yoktur. Somut olmaması, bir nesnenin gerçekliğini eksiltmez. Kavram da aynı anlamda gerçektir ve anlıktan bağımsız bir ilkedir.
Buna göre Doğru ve Yanlış’ın öznel ilkeler olamayacakları anlaşılıyor. Ancak
Frege için her bir tümcenin (anlamı farklı olsa da) kendine özgü farklı bir
Doğru›su veya Yanlış’ı olduğu da söylenemez. Doğru ve Yanlış çoğul gerçeklikler değildirler. Tüm doğru tümceler aynı Doğru’ya, tüm yanlış tümceler
de aynı Yanlış’a yönletirler” (1989:27).
Denkel’e göre geleneksel tümce çözümlemelerinde Ör. “Cem Can’a vurdu”
ve “Sezar Kleopatra’yı seviyor” “Cem” ve “Sezar” özne konumunda bir özel ad
iken, tümcenin geri kalan kısmı yüklemdir. Ancak Fregeci yaklaşımın sunduğu
imkânlarla aynı tümcedeki “Can” ile “Kleopatra” terimleri bir nesneye gönderimde bulunan özel ad olarak alınabilir ve “… …’a vurdu” ve “… …’yı seviyor” ise
kavram-terim yani yüklem olur. Benzer çözümleme “Tunca keldir.” tümcesinde
yapılamaz çünkü bu tümcedeki yüklem tek boşlukludur. Oysa yukarıdaki iki tümcedeki yüklemler iki boşlukludur. Bu yüzden “… …’a vurdu” ve “… …’yı seviyor”
yüklemlerinin boşlukları başka adlarla doldurularak farklı tümceler elde edilebilir
ve bunların doğruluk değerleri de farklı olur. İki boşluklu bu tür tümcelerde nitelik, özellik yüklemesi yoktur, nesneler arası ilişki söz konusudur (1989:27-28).
Denkel bir konuya daha dikkat çeker;
“Frege “Karaburun bir kedidir” ve “Karaburun Karaburundur” tümceleri
arasında büyük farklar görüyor. Öncekinin kavram-terimi (“... bir kedidir”)
bir nesneyi bir türün kapsamı altına sokarken, sonrakininki (“... ..”dur) iki
nesne arasında bulunan özdeşlik ilişkisine yönletiyor”
Denkel, Frege’nin doğruluk değerleri olmayan tümcelere ilişkin görüşlerini
şöyle ifade eder: “Yönletimleri, doğruluk değerleri olmayan önermelerden oluşan
bir ürün, Frege’ye göre, bir sanat yapıtıdır; dünyaya ilişkin değildir. Bildirim yapılmadığı, yani tümcenin doğruya ya da yanlışa yönletmediği yerlerde ciddi olarak
konuşmamakta, söylediğimizi uydurmakta, bir kurgu oluşturmakta veya bir oyun
oynamaktayızdır” (1989:35).
Sonuç
Frege’nin anlam kuramına dair dört başlık hâlinde vermeye çalıştığımız bilgiler, aslında bir özet niteliğindedir. Bu görüşler günümüzde yerini başka başka
görüşlere bırakmış olsa da klasik olma özelliğini baştan beri korumaktadır. Bu
nedenle dil felsefesine yeni başlayanlar için Frege’nin görüşleri vazgeçilmez bir
ders niteliğindedir. Bununla birlikte Frege’den sonra gelen hemen her dil filozofu,
onun görüşlerini temas etmeden yeni bir anlam kuramı oluşturmamıştır denebilir.
134 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kaynakça
Boz, E. (2020) “Dil Felsefecilerine Göre Özel Adların Anlamsal Görünümü”, Türk Dili, S. 821,
s.36-46.
Çelebi, V. (2016) “Çağdaş Mantıkçı Anlam Kuramında Dil-Dünya İlişkisi ve Metafiziğin Yadsınması” Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, S.26, s.69-84.
Denkel, A. (1989). “Frege’nin Dil Felsefesi: Ana Çizgiler.” Felsefe Tartışmaları (5. Kitap): 24-46.
İnan, İ. (2012) Dil Felsefesi, Açık Öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir.
Rızatepe, H. (1989). “İmleme Yolları.” Felsefe Tartışmaları (5. Kitap): 47-64.
Salerno, J. (2011) Frege’ye Dair, (Çev. Ayhan Dereko), Birleşik Dağıtım, Ankara.
Frege, G. (2019) Fonksiyon ve Kavram, (Çev. Mustafa Özdemir), Külliyat Yayınları, İstanbul.
SALAH BİRSEL’İN UNUTULAN
KELİMELERİ
Prof. Dr. Şerif Ali BOZKAPLAN, Dokuz Eylül Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-3375-4293
Salâh Birsel, söz hazinesi, benzetmeleri, üslubu başka olan bir kalem erbabıdır. Sıradan bir olayı dahi sıra dışı veya farklı bir üslupla başka bir hale dönüştürebilir. Dolayısıyla anlattığı ya da aktardığı hadiseleri naklederken kullandığı kimi
söz ve söz grupları da çok hususîdir. Nedir, Salah Birsel, bu çok başka söz ve söz
gruplarına nereden ulaşmıştır. Ne okumuş ya da neyi seyrederek bu söz varlığını
edinmiştir? Bu yolda bir soruyu yıllar önce hakkında lisans tezi hazırlarken sormuştum. Yani nasıl elde ettiniz bu derece farklı bir üslubu ve söz varlığını? Diye.
Biraz alaysı bir eda ile “müfredat kitabı okuyarak” şeklinde cevaplamıştı. Tabii
ki o kadar basit değildi sorunun cevabı. Nitekim Birsel’in metinleri hem söz varlığı hem de muhteva bakımından oldukça doludur. Birkaç kaynaktan beslenerek
oluşturulabilecek bir kompozisyon değildir Onun metinleri. Yazdıklarından okuduğuma göre adeta durmadan çalışmıştır, denebilir. Nitekim neredeyse odaların
çoğunda çalışması için şartlar hazırdır. Yazmaktan yorulursa salona geçip okumaya koyuluyormuş. Bendeniz de kendisiyle röportaja gittiğimde çalışma odasını
görmek fırsatını yakalamıştım: Yerden tavana kitap.
Hem edebiyatımıza hem de Batı edebiyatına özellikle de Fransız edebiyata
vakıf olan Salâh Birsel, Batılı kaynakların Fransızca olanlarını orijinallerinden
okumuştur. Dolayısıyla birinci derece kaynaklardan edinmiştir malumatı. Denebilir ki Onun en belirgin üslup hususiyeti “alay, ince alay” yani kendi deyimiyle
“bıyıkaltıcılığı”dır. Hakikaten O, ölümü bile başka türlü anlatmıştır. Ölümü de bıyıkaltıcı bir üslupla dile getirmiştir: ölüm Onun için “ömür dersini bütünlemektir,
kalıbını dinlendirmektir, beden rasathanesi yıkılmaktır, sahneden çekilmektir,
sabahı tutturamamaktır, vb.
Peki, Salâh Birsel’in söz hazinesinde neler var? Neler yok ki… En başta argo
tabii ki… Türk argo sözlüğüne hatırı sayılır bir katkısı söz konusudur. Onlardan
burada söz etmeyeceğim elbette. Bu bildirinin çerçevesi kimi unutulan söz ve söz
kalıpları… Bazıları Batı dillerinden bazıları da Doğu dillerinden Türkçeye girmiş
dolayısıyla Birsel’in de lügatinde yer bulmuş kelimeler... Öte yandan Arapça tamlama kurallarına göre kendi kurduğu tamlamalar da vardır Onun söz varllığında:
acibülheykel, ekl-ül-bel etmek, fenâ fil ney, vb. Farsça kaynaklı tamlamalar da
lengerendaz olmuştur onda: âferin-bâd toplamak, şütürgürbe, vb. Öte yandan
136 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Türkçenin ek ve kök sistemine uygun olarak kendinin ürettiği kelimelere de yer
vermiştir eserlerinde: benbence, vb. Dil ve edebiyatla uğraşan birinin bile kolay
kolay karşılaşamayacağı kimi yapılar da Birsel’in akıl tasındadır: bağdaten, vb.
Batı dillerinden özellikle de Fransızcadan dilimize girmiş tamlamalar da Onun diline peleseng olmuştur: ala garson, vb. Öte yandan Salâh Birsel’in söz dağarcığında mahallî sözler de mevcut. Bu bildiri metninde iki adet örnek mevcuttur: laleş
kalmak, şevedeci…Ne yazık ki Türkçenin işletilmesine katkı sağlayan bu tür söz
ve söz kalıpları, zamanla Türkçenin kullanılma dairesinden çıkmıştır. Dolayısıyla
Salâh Birsel’in yıllar önce eserlerinde yer verdiği bu değerli dil unsurları, unutulanlar kervanına katılmıştır. Kimi sözlüklerimizde madde başı olmakla beraber
bizim zihinlerimizdeki yerleri boşalmış hatta doğrusunu ifade etmek gerekirse kimimizin zihninde hiç yer edinememişlerdir. İşte bunlardan bazıları:
1. acibülheykel
Muallim Naci bir yazısında Hacı’nın dükkânından sepetlenen bir saz şairinin
öyküsünü şöyle anlatır: “En tuhafı şudur ki, geçen akşam Hacı Reşit’e sazı omzunda acibülheykel bir şair çıkageldi. Kapıdan girince şöyle bir etrafına bakındı.
Kendine benzer kimseyi göremedi. Dönmek istedi, dönemedi. Utandı mı ne oldu?
Geçti bir köşeye oturdu. Şairde gözlerin parlayışını bir görmeliydiniz. Hele dehşetli ağzına hiç bakmağa gelmezdi. Adamın yüzde yüz güleceği gelirdi. Kah Ki., s. 108
Arapça tamlama oluşturma kuralına göre tanzim edilmiş, her ikisi de Arapça olan iki kelimelik bir yapıdır. Böyle bir tamlama sözlüklerde tespit edilemedi.
Heykelin acayibi, heykelin şaşılası, garip bir adam. Fiziği garip veya anormal olan,
menfi manada dikkat çeken bir kimse.
2. âferin-bâd toplamak
Şennur ile Özdemir’in şiirleri çok aferin-bad topladı. Nez. Kar., s. 42
“Âferin” sözü, Farsçada tahsin ve sitayiş yani beğenme ve öğme ifade eden bir
kelimedir. “Bâd” ise bûden “olmak” mastarının emri gaibi mevkiinde kullanılarak
temenni ve duayı ifade eder (Şükün 1984: 64). “Yapılan iş, işlem ya da ortaya konan ürün veya nesne beğenildi, takdir edildi, övgüye değer bulundu, alkışlandı,
takdir edildi.” Demektir. Aferin, hâlâ dilimize dolaşıyor ama sondaki takı unutulmuş, nadiren de olsa bazı yapıların sonunda yer alıyor.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 137
3. alagarson
Edip yaşamı bir yaz mevsimi de sayar. Evet, yaşam giysiler, şapkalar, eldivenler, mayolar, deniz toplarıdır. Camgöbeği bir bluz giymiş, saçları alagarson, esmer
bir kızdır. Ke., s. 46
alagarson: Fr. a la garçonne. 1. kısa kesilmiş saç, 2. Oğlan saçı biçiminde kısa
kesilmiş kadın saçı. 3. 1918’den sonra moda olmuştur (TDK 2005:64; Ayverdi
2011: 36).
4. alay-ı vâlâ ile
Bir kez Laleli’deki bir turşuca da buradan alayı vala ile kovulmuştur. Kah. Ki.,
s. 118
Alay kelimesinin Farsça söyleyişe uydurulan ve divan edebiyatında kullanılan
şekli. Divan şairleri “alay” sözünü Farsî eda ile söylemekten hoşlanırdı. Gösterişli,
debdebeli bir şekilde Ayverdi 2011: 37).
Aslında bazı hallerimiz alay-ı vâlâ ile tarif edilse daha yerinde ve yakışır olacaktır. İşte bu yüzden kimi yapıları dilin ahengi ve ifade gücü dolayısıyla unutmamak / unutturmamak gerekir, kanaatindeyim.
5. alifaka
Evet, insanı tor eden, zar eden, her yanını bağlayan laf ustaları, laf ebeleri,
alifakalar, başı yıldız ormanı yiğitler artık ortalarda pek görünmüyor. Nez. Kar.,
s. 33
Alifaka sözü, Ar. ali ile fakih kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Fakih
kelimesinin Türkçede birtakım ses olayları neticesinde fakı halini aldığı bilinmektedir. Ali fakih birleşik yapısının da başkalaşma ile alifaka şeklini alması gayet
olağandır: alifakı > alifaka. Çok bilmiş, her şeyi bildiğini sanan kimse. Kelime
sözlüklerde yer almamaktadır.
6. amazon
Halide Edip 1912 yılında Nakiye Elgün’ün – o da gerçek bir amazondur – Fatih’deki evinde Teali-i Nisvan’ın yardım ve hastabakıcı kolunu da yürürlüğe sokacaktır. İs. Pa., s. 12
amazon: 1. Savaşa katılan kadınlara eski çağların Amazonlarına benzetilerek verilen san. 2. Ata binen kadın (TDK 2005: 87). Burada bir savaş söz konusu
138 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
değildir. Geçen asırda Osmanlı toplumundaki kadının dört duvar arasından çıkıp
cemiyet hayatına katılması, erkek ile bir ve beraber hayat mücadelesi vermesi hususlarında kalemiyle yani sanat gücüyle mücadele eden kadınları nitelemek için
kullanılmıştır amazon kelimesi.
7. arayıcı fişeği
Bunlar kadınlara hayvanca, hemen hemen vahşice davranırlar. Dilin ve kalemin anlatmaktan utanacağı sarkıntılıklarda bulunurlar. Gövdeleri yoklamak için
ellerini arayıcı fişeği gibi uzatırlar. İleri, geri bir parmak kaçacak yer olmadığı
için de bu ellerin kıskaçları arasında kalanlar, kalınca bağırmak gereğini duyarlar.
Kah. Ki.., s. 84
arayıcı fişeği: 1. Yakıldığı zaman son süratle ve ses çıkarak etrafı dolaşan,
sağa sola sıçrayan donanma fişeği. 2. mec. Çok dolaşıp her şeyi araştırıp öğrenmek
isteyen meraklı kişi (TDK 2005: 64).
8. bagdaten
Meydanda birikmiş tulumbacılar, görevliler ve de ahali üzerine bağdaten
yani apansız olarak yıkılan duvar, 45 kişinin ölümüne yol açmıştır. Nez. Kar., s. 9
bagte, Arapça bir sözdür. Ansızın karşısına çıkma sözünün tenvinli halidir.
Birden bire, ansızın, beklenmedik bir anda anlamlarındadır (TDK 2005: 105). Birsel, belki de kelimenin sözlüklerde bile zor bulunabileceğini tahmin ederek sözün
anlamını kendisi “ apansız” olarak vermiştir.
9. bat pazarı
Tuzladı aşçı dilile yüreğim yaresini // Ciğerim paresi gel ver ciğerin paresini
// Ben demem aşçıya bir şey, dilerim Mevlâ’dan // Bat barzarında mezad eyliye
ızgaresini Kah. Ki., s. 107
Şemsettin Sami’ye göre bu tabirin aslı bitpazarı olup eski yazarlar bit kelimesini kullanmaktan çekindikleri için bat pazarı demişlerdir ancak Arapça bât
kelimesinin böyle bir anlamı yoktur. Bazı dilcilere göre ise bunu aslı bat pazarı
olup bât Arapçada “kesin” demektir; buralarda kesin pazarlıkla satış yapıldığından
bu adı almıştır. Bu tabiri Arapça bâ’it “bayat” kelimesine dayandıranlar da vardır.
Fakat bitpazarı şekli daha doğru gibi görünmektedir. Eski eşyaların alınıp satıldığı
yer, bat pazarı (TDK 2005: 157).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 139
Bitpazarı tabii ki doğru şekil olmalıdır. Yani eski eşyaların satıldığı yer. Tabiatıyla eski olanda bit de vardır pire de. Dolayısıyla bitpazarı. Lâkin “bit” sözü
her yerde, her zaman söylenebilecek bir kelime olmadığı için örtmece ya da güzel
adlandırma ile bat pazarı denmiştir. Kelimenin (bat) menşeinin hangi dilden olduğunun bir ehemmiyeti olmaksızın.
10. beberuhi
İnsan diye alkış tutulan beberuhi budur. Nez. Kar., s. 38
beberuhi: Karagöz oyununda boyunun kısalığından dolayı “altı kulaç Beberuhi” de denilen ve oyunda önemli bir yeri olan oyunculardan biri. Çok kısa boylu
erkek (TDK 2005: 126).
Alkışa değmeyecek kadar gösterişsiz, boyu posu olmayan öte yandan hayatta
önemli bir yer işgal eden kimse: beberuhi.
11. bedehşan yâkutu
Üçüncü setin adı da “Sonsuz Uyum”. İlk bölüm tam bir Bedehşan yakutu, ilk
dizede şair yırtılmış bir tenis topu olduğunu açıklıyor, son iki dizedeyse kendini
bir sürü bilyeden oluşmuş büyük bir bilyeye benzetiyor. Daha sonraki bölümler
yine payandalık görevinde. Ke. s. 44
Bedahşan yakutu: Far. (Bedahş- bedahşân) Afganistan’daki Bedahşan eyaletinin adından. Bedahşan şehrinde işlenen çok değerli yakut, la’l-i Bedahşan (TDK
2005: 126).
Birsel, bu bölümde Edip Cansever’in Oteller Kenti adlı şiir kitabını incelemiştir. Şiirleri bölüm bölüm ele almıştır. Bölümlerin bazılarını asıl bölüme payanda olarak değerlendirmiştir. Dolayısıyla şiirin ya da kitabın en güzel bölümü, en
can alıcı kısmı, en değerli olarak değerlendirilmiş ve o bölüm, en değerli taş olan
Bedahşan yâkutu yani la’l-i bedahşah olarak algılanmış ve adlandırılmıştır.
12. benbence
Napolyon pek benbence, pek kibirli biriydi. Bize bile elini uzattığı zaman işaret parmağını uzatırdı. İs. Pa., s. 47
Birsel’in türettiği sözlerdendir. Bazıları yerinde ve uygun iken bazıları da
kuru ve yavandır. Benbence belki de benbenci şeklinde olsaydı tutunma ihtimali
olabilirdi. 1
1
“Umurlamak” da bunlardan biridir. Hoş o günlerde bu işleri umurlayan da yoktur. İst.
Paris, s. 59
140 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
13. dağıdar etmek
Onun ardından Fransız şairi Rimbaud pervaz etti. O da Markiye uzaktan taktaka etmiş biridir. Herkesin kalbini şiirleriyle dağıdar ettikten sonra o da mostrasını Fransızlardan kaçırmak için kapağı Habeşistan ağaçlarının altına atmıştır.
Ke., s. 41
dağdar: (Far. dâğ “yanık yarası” ve dâr “sahip olan” ile dâğdâr) Çok üzgün,
kederli, elem ve ızdırapla kavrulmuş, yanık (Ayverdi 2011: 246).
Eski edebiyat ve daha sonraki edebî hayatımızda da kullanılmış olan bu Farsça söz, bir hece eklenmek suretiyle Birsel’in kaleminden de yazıya dökülmüştür.
Hatta birleşik bir yapı haline gelmiştir: dağıdar etmek. Çok üzmek.
14. ekl-ül-bel etmek
Oburlukta kimi padişahlar da kullarından geri kalmaz. Sultan Aziz kollarını
sıvadı mı, sıvamadı mı, bir kuzuyu büyük bir iştahla ekl-ül bel eder. III. Ahmet,
onun gibi önüne geleni ekl-ül bel etmez yani silip süpürmez ama o da havalı yerlerde, ince kıyım odalarda yemek atıştırmaya bayılır. Bo. Şın. Mın., s. 90
Arapçada “ekele” yemek yedi, “bele’a” da yuttu anlamındadır (Parlatır ve Haridy 2014: 49-61). Bu iki mastarın Türkçedeki anlamı, ortaya konan yiyeceği silip
süpürmek demektir Zaten Birsel de cümlenin devamında bu tabiri “silip süpürmek” şeklinde anlamlandırmıştır. İlgi çekici bir yapı olduğunu belirtmek gerekir.
Yani Arapça tamlama kuralına göre iki mastarı bir araya getirmek, o dili konuşanların da Arap dili gramercilerinin de oluşturacağı bir teşkil değildir.
15. eşkıya-küş
Osmanlı tahtına tüner tünemez celaliküş, eşkıyaküş, askerküş, dört dörtlük
bir kan dökücü padişah kesilen Murat, burada oturduğu vakit Topkapı Sarayı’na
gidiş geliş Ahırkapı’dan olur. Bo. Şın. Mın. Mın., s. 44
küş: Sonuna geldiği kelimelere “öldüren, öldürücü” anlamı katarak Farsça
usulüyle birleşik sıfatlar yapar: Düşmen-küş: düşmanı öldüren. Merdüm-küş:
Adam öldüren (Ayverdi 2011: 729).
Salah Birsel, birkaç örneğe dayanarak “celaliküş, askerküş” gibi yeni türevler
oluşturmuştur.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 141
16. fenâ fil ney
Neyzen Tevfik sanki bunu anlamış gibi paltosunun iç cebinden bir şahney çıkardı. Başpâre’ye dudaklarını yaklaştırırken öyle bir egemence gerdan kırışı vardı
ki onun fenâ fil ney mertebesine eriştiğini anlatıyor gibiydi. İlkin bir dem tuttu.
Nefesin sonu gelmiyordu. Bu tanrısal feryattan sonra taksime girişti. Arada sevimli başını eğerek çalıyordu. Makamları dolaştı. Bir kamış parçasından başka bir şey
olmadığı sanılan bu sazı uzun uzun inletti, ağlattı. Kah. Ki., s. 111
Salah Birsel’in kendince ürettiği yapılardandır. Dip notta “ney’in varlığı için
yok olma” şeklinde de açıklama yapmıştır. Aslında Arapça tamlama kuralları gereğince “fenâ fi’n-ney” olmalıydı.
17. fermanferma
Beş gündür imbat. Poyraz cenapları, zaman zaman, dağların arkasından başını çıkarıp “höött” diyorsa da her sabah, kuşluk vaktine değin Ayvalık’tan Ören
denizine doğru uygun adımlarla ilerleyen beyaz kuşaklar da ha bire İmbat imparatorluğunun fermenfermalığını muştuluyor. Nez. Kar., s. 48
fermanferma: Hükmeden, hükmünü yürüten, verdiği emir yerine getirilen,
hükmü geçen (Ayverdi 2011: 377).
Ferman-ferma da tarihin sisli ve bulanık dünyasında istirahate çekilmiş durumdadır. O da dünya sergüzeştini tamamlamış, dingin bir hayatın yolunu tutmuştur.
18. gılaptan
İmdi, yeniden yazarımızın okumalarına kılıç üşürüp onun Çin gılaptanlarını, Jaune Royal vazolarını biraz daha kurcalayalım. Ke., s. 19
gülabdan: (Far. Gülâb “gül suyu” ve dân ekiyle) gülsuyu serpmek için kullanılan, karın kısmı şişkin, uzun boyunlu, ağzı delikli, camdan veya madenden ufak
kap (Ayverdi 2011: 443).
Gülsuyu artık bazı dinî törenlerde, (mevlit, vb.) ikram edilen bir maî olduğu
için saklandığı vazomsu kabın adı da unutulmaya yüz tutmuştur. Zaten ilk adım
olarak “gülabdanlık” denmek suretiyle manası sonra da kullanımı sınırlandırılarak kendi derya-yı nisyana gark olmuştur.
142 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
19. ibadullah
Nedir, bunlar ikinci gradodan olsalar da selam kavislerini büyük sanatçı üstünde tutarlar. Çünkü onları sallasırt edecek üçüncü sınıf büyük eleştirmenler de
ibadullahtır. Nez. Kar.., s. 93
ibadullah: 1. Allah’ın kulları. 2. Mec. Halk ağzı. Pek çok (Ayverdi 2011: 532).
Allahın kulları tabiri, ister halk ağzında olsun, isterse standart dilde çok da
müsbet bir mesaj içermez. Nitekim allahlık sözü de etkisiz, kendi halinde, hatta
zavallı manalarını içerir. Dolayısıyla ibadullah olan eleştirmenler Birsel’in tabiriyle gradosu düşük üçüncü sınıf eleştirmenlerdir.
20. ipipillah
Malaparte, bu kez 1933’te Mauriac’ın Alberto Moravia ve daha başkaları
önünde söylediği çok dinsel, çok katolik çok ipipillah bir sözü gündeme getirir:
-Eğer İsa dirilmemiş olsaydı, Katoliklik bana vız gelir, tırıs giderdi. Nez. Kar., s. 37
ipipillah: (Ar. billâh “Allah ile’den) Elinde avucunda bir şey kalmamış, parasız, mahrum ve züğürt kimseler için kullanılan “ipipullah sivri külah” deyiminde
geçer (Ayverdi 2011: 568).
Billah kelimesindeki b sesi ötümsüz patlayıcı p’ye dönüşmüş sonra da pekiştirme ile ve protez ( başta türeme) ile ipipullah şeklini almıştır: billah > pillah >
ipillah > ipipullah. Ya da illah > ipillah > ipipillah. Yani, aykırı, farklı, bağlama
uymayan anlamında bir söz.
21. keylüse meylüse kulak asmamak
Hem yeni kalabalıkların gelmesini önlemek için sokakları kesmişler, hem de
Richer Sokağı’ndaki kalabalığı dağıtmak için keylüse meylüse kulak asmamışlardır. İs. Pa., s. 63
Arapçadan Türkçeye geçmiş olan keylüs sözü Redhouse sözlüğünde “yarı
sindirilmiş yiyecek” anlamında yer almaktadır. (s. 648) Türkçe sözlükte ise “sindirim sırasında salgılanan sıvı, ak kan” olarak verilmiştir. ( s. 1182) keylüs, meylüs ile beraber bir ikileme oluşturmuştur. Misalli Büyük Türkçe sözlükte ise “keylüs vakti” hakkında “ Hazmın bitip besinlerin emilmeye başlandığı zaman bilgisi
vardır. (s. 664) Bu manalardan hareket ederek deyimin anlamı şöyle verilebilir: o
ne der? bu ne der? endişesinden uzak, cesurca davranmak. Birilerini dikkate alarak hareket etmemek. Hatta yasa ve yönetmeliğe uymamak. Durumun gereğince
davranmak.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 143
22. kılıç artığı
Şöyle biline ki, Muallim Naci, 1883 – 1885 yıllarında, tam 30 ay Tercümanı
Hakikat gazetesinin edebiyat bölümünü yönettiğinde kılıç artığı denilen eskiye
bağlı ozanlar, şipşak gazetenin Ebussuut Caddesi’ndeki yerini doldurmaya başlamışlardır. Kah. Ki., s. 131
kılıç artığı: 1. Savaş sonrası sağ kalanlar, bir savaşta ölümden kurtulanlar,
bakıyye-i suyuf. Kılıç artığı erler, balta artığı söğüt.( Behçet K. Çağlar) 2. Eskiden
müslümanlar tarafından ele geçirilen bir ülkede hayatları bağışlanan ve belli bir
yere yerleştirilen, kendi gelenek ve göreneklerine göre yaşamalarına izin verilen
azınlık (Ayverdi 2011: 666).
Bir hadiseden veya bir yaşantıdan arta kalanlar için kullanılmış çok anlamlı
bir söz takımı. Aynı zamanda “balta artığı söğüt” ibaresi de yapının genişleyebilir
hususiyetine işaret eder gibi…
23. laleş kalmak
Lafın kurdelasını kısa tutmak gerekirse, dinleyenler yazarımızın sözlerini
onaylamazlar. Zaten sözlerini de doğru dürüst duyamamışlardır. Çaresiz ve laleş
kalan Mishima sözlerine şöyle son vermek zorunda kalır: “Anayasayı protesto etmek adına kendimi öldüreceğim.” Ke., s. 40
laleş kalmak: İş yapamaz duruma gelmek, çaresiz kalmak (TDK 1977: 3061).
24. lâtilokum
Gelin görün ki, Anna adındaki bu latilokum, Dede Rıfkı’nın sevgilisi gibi,
kendisine yâr olmamıştır. Nez. Kar., s. 17
latilokum: Ar. rahatu’l-hulkum “boğaza hoş gelen şey” in Türkçeye geçmiş
şekli rahat-i lokum’dan, lokum (TDK 1977: 737). Çok güzel (kadın) (TDK 2005:
1314).
Güzel kadın anlamındaki bu yapı, birtakım ses olayları neticesinde Türkçeleşmiştir. Bence güzel bir adlandırmaymış. Keşke hem söz varlığımızdan hem de
lügatlerimizden kaybolmasaydı.
25. lengerendaz olmak
Klara, ailenin içine gelip lengerendaz olduğu vakit Zekiye Hanım’ın oğlu Ali
Fuat - Cebesoy Paşa- ile Zekiye Hanım’ın öbür kız kardeşi Hayriye Hanım’ın kızı
Nimet bir buçuk yaşındadır. İs. Pa., s. 34
144 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
lengerendaz: Demir atmış (gemi) (Ayverdi 2011: 741).Lengerendaz olmak
ise yerleşmek demek. Tıpkı limana yanaşan geminin limanda bir süre sabit kalmak
için demir zincirinin ya da zincir ucundaki çapanın suya bırakılması gibi…
26. perendebaz
Gelin görün, kimi ozanlar, kimi perendebazlar, kimi kör kadılar, şiirleri yaratılış anındaki doğallığında bırakmak istemez. Onları tapatap tapatap koştururlar.
Ahmet Rasim’in demesine göre geçen yüzyılın şairlerinden Ali Ruhi, top patlatır
gibi seslendirirmiş şiirlerini. Nez. Kar., s. 104
perendebaz: (Far. perende ve bâz “oynayan” ile perende-bâz) 1.Takla atarak
hüner gösteren kimse, cambaz, akrobat. 2. Mec. Karşısındakine oyun ede, fırıldak
çevirip aldatan kimse (Ayverdi 2011: 988).
Şiirin manası, musikisi ve ahengi şairin iç dünyasının yansımasıdır adeta.
Dolayısıyla başkasının o şiiri hangi ruh haliyle okuduğu çok önemlidir. O yüzden
mana da musiki de şairin dünyasındadır. Yani el- manâ fi batnı’ş-şâir’dir. Mana,
şairin karnındadır.
27. şakkı şefe
Fatma Aliye Hanım, Georges Ohnet’in Volonte adlı yapıtını “Meram”adıyla
çevirdiği zaman, çevrenin şakkı şefe’sini hesaba katarak onu “Bir Kadın” adıyla
yayınlayacaktır. İs. Pa. , s. 7
şakk-ı şefe: ağız açma, dudakları birbirinden ayırma (Parlatır 2009: 1554).
Salah Birsel’in kastettiği mana ise bir ileri öğedir: dedikodu. Malum olduğu üzere
Arapça şakk “yarılma, ortadan ikiye ayrılma”dır. Şakkı-ı kamer de Peygamberimizin bir mucizesi olarak ayın ikiye ayrılmasıdır.
28. şataraban peşrev
Perde aralarında da seyirciler operanın başoyuncusu Sultan Aziz’miş gibi dur
durak dinlemeden “vive le Sultan” sesleriyle Zat-ı Şahane’ye pohpoh çekmişlerdir.
Bu da ilk önce operaya gizli kapaklı gelmek isteyen Padişanın yüreğinde bir şataraban peşrev kaldırmış hele iki ressamın hemen orda resmini çiziştirip kendisine
imzalatmaya kalkışması, bunu gören halkın da yeniden dakikalarca alkışa geçmesi
padişahsal memnunluğunu bütün bütün arttırmıştır. İs. Pa., s. 48
şedaraban/ şeddaraban/ şeddiaraban: (Ar.( şedd ve arabân ile şedd-i arabân)
Musikimizde zengûle makamının yegâh perdesine göçürülmüş olan ve yegâh per-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 145
desinde karar kılan en az beş yüz yıllık bir şed makam. (Halk ağzında şataraban
şeklinde de kullanılır.)(Ayverdi 2011: 1159; Red House 1986: 1052).
Birsel, “şataraban peşrev kaldırmak” deyimini mutlu olmak, hoşlanmak
anlamlarında kullanmıştır. Nitekim önceki cümlede bahsedildiği gibi seyirciler,
“Yaşa Sultan” tezahüratı ile Sultan Aziz’e alkış tutmuşlardır. Bu tezahürat da Sultan Aziz’i ziyadesiyle mutlu etmiş ve sevindirmiştir. Dolayısıyla gönlünde adeta
sevdiği bir müzik parçasını dinlemiş kadar hoşluk uyandırmıştır.
29. şevedeci
Onun gerçek dehası diz çökmelerinde de ortaya çıkar. Burada dikkat isterim.
Bu diz çökmeler- sonradan birtakım şevedeciler onda direnmişse de – gerçeküstücülere kendisini aforoz etmemeleri yolunda yalvarmak için değildir. Tam tersi,
Hitler saplantısının kendi kaçıklığından, kendi büyüklenmesinden ileri geldiğini
Breton’a anlatmak, politika ile bir girdisi çıktısı bulunmadığını açığa vurmak içindir. Ke., s.31
şevede: dedikodu (TDK 1978: 3764).
şev: şîb>şeb>şev. 1. İnişli yer, bayır. 2. Meyilli yer. Duvar şevi, pencere şevi,
mazgal şevi, siper şevi 3. Doğranaların birbiri üstüne bindirme şeklinde geçme
yapmasını sağlayan çıkıntı veya girinti. 4. Eğik, meyilli: şev duvar (Ayverdi 2011:
1167).
Kelimenin menşei net değildir. Derleme sözlüğündeki “dedikodu” anlamı
uygunluk gösteriyor. Kelime, “boş boğaz, çok konuşan, geveze” gibi manalar da
içeriyor gibi.
30. şütürgürbe
Şiiri karşılıklı sayfalar halinde okuyun. Kimi zaman aynı dize solda başlayıp
sağda devam edebilir. Kimi zaman, bir bölümünün bir dizesi solda yer alabilir.
Karşılıkla sayfalar bir bütün oluşturuyor.
Bu uyarı bile insanın ne şütürgürbe, ne karışık iş karşısında bulunduğunu
göstermeye yeter. Nez. Kar., s. 109
şütürgürbe: “Deve ile kedi.” Mec. Birbirine uymayan, münasebetsiz, karışık.
iyi ile kötü (Parlatır 2009: 1591).
Asla geri dönemeyecek kadar uzaklara gitmiş görünüyor Farsça bu yapı.
146 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
31. tavukpazarı
Burada saz şairleri ötmez. Ötse de dinleyen olmaz. Buraya gelenler hep kalem
şairleridir Anladın mı kuzum! Burası Tavukpazarı değildir. Ka. Ki., s. 108
Tavuk pazarı tabiri, Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik
Lügati’nin müteşâ’ir maddesinin izahında geçer: Şairlik taslayan, tavuk pazarı şairi (Devellioğlu 2005: 783).
Şair olmayıp da şair geçinen, şairlik taslayan kimselere denir. Tavuğun horoz
karşısındaki durumu ile müteşairin şair karşısındaki durumu eşleştirilmiştir sanki. Aynı zamanda saz şairlerinin divan şairleri karşındaki durumuna da bir gönderme söz konusudur. Yani tavuk pazarı şairi gerçek sair değildir. Salah Birsel’in
deyimiyle kalem şairleri asıl şairlerdir.
Sonuç
Salah Birsel, duygularını farklı söz kalıplarıyla sunar okuyucusuna. Bunun
için hem kendi hafızasını ve mantığını zorlar hem de okuyucununkini. Bir karışıklığı anlatabilmek için Farsça şütürgürbe birleşik yapısından imdat bekler mesela.
Hâlbuki “münasebetsiz, birbirine zıt” diyebilirdi. Ama onun maksadı söylenmemiş bir yapı, düşünülmemiş bir münasebet, kurulmamış bir hayaldir. Ekl ü bel
etmek, nemenem bir tamlamadır? Ekele yemek, bele’a da yutmaktır Arapçada.
Ama bu iki mastarı bir araya getirip de “her şeyi yemek, silip süpürmek” şeklinde
bir anlam ile yüklemek Birsel’in akıl tasının marifetidir.
Sıra dışı kullanımlar, sıra dışı teşbihler, sıra dışı hayaller, sıra dışı tefekkürler… Hepsi Salâh Birsel’in kendi tabiriyle - eline geçirdiğini - okuyan, hep okuyan
kimliğinin ürünüdür. Sözler onda havada uçuşur. Müsta’mel olsun olmasın Onun
zihnine düşmüşlerse muhakkak bir cümlede boy gösterirler.
Birsel, konu ile sözü buluşturmakta da mahirdir, ustadır, üstattır. Keylüs…
Besin sindirme maddesi veya zamanı... Keylüs bir de meylüs… Sonra da sokaktaki
huzuru ve nizamı sağlamak için görevlilerin davranışını bu çok aykırı söz grubuyla eşleştirmesi ve ifadelendirmesi… İşte bunun için Salâh Birsel…
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 147
Kısaltmalar
Bo. Şın. Mın.
: Boğaziçi Şıngır Mıngır
İs. Pa.
: İstanbul - Paris
Ke.
: Kediler
Kah. Ki.
: Kahveler Kitabı
Nez. Kar.
: Nezleli Karga
KAYNAKÇA
Ayverdi, İ. (2011). Misalli Büyük Türkçe Sözlük.
Birsel, S. ( 2013). Nezleli Karga. İstanbul: Sel Yay.
______ (2014a). Kahveler Kitabı. İstanbul: Sel Yay.
______ (2014b). Boğaziçi Şıngır Mıngır. İstanbul: Sel Yay.
______ (2016). İstanbul-Paris. İstanbul: Sel Yay.
______ (2019). Kediler. İstanbul: Sel Yay.
Devellioğlu, F. (2005). Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lügat.
Parlatır, İ.; Haridy, M. (2014). Arapça – Türkçe, Türkçe – Arapça Sözlük. Ankara: Yargı Yay.
Şükün, Z. (1984). Farsça Türkçe Lügat. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
TDK (2005). Türkçe Sözlük. Ankara: TDK Yay.
______(1977). Derleme Sözlüğü. C. IX.
GEREKLİLİK ÇEKİMİ ÜZERİNE
Prof. Dr. Hacı İbrahim DELİCE, Afyon Kocatepe Üniversitesi
ORCID No: 0000-0003-2560-0718
Giriş
Gereklilik kipi için kaynaklarda “gereklik”, “gerekirlik”, “gerekmelik” ve “gereklilik” (Korkmaz, 2009, s. 693); “vücubî sigası”, siga-i vücubî (Korkmaz, 1992, s.
71) gibi değişik terimler kullanılmıştır.
Gereklilik çekimi, “Fiilin gösterdiği oluş ve kılışın yapılması gerekli olduğunu
bildiren ve Türkçede -mAll eki ile kurulan kip: ” (Korkmaz, 1992, s. 71-72); “Eylemin belirttiği oluşun gerçekleşmesi gerektiğini gösteren isteme kipi. Türkçe’de gereklik
kipi eylem kök ya da gövdelerine -meli (-malı) ekinin getirilmesiyle oluşturulur: ”
(Vardar, 1998, s. 107) şeklinde planlanan eylemin yapılmasının zorunlu olduğu
merkeze alınarak ve bu işlevin [-mAlI] ekine yüklenerek ifade edildiği belirtilerek
tanımlanmaktadır.
Jean Deny, “gerekirlik” olarak terimleştirdiği gereklilik çekimini “beşinci
teme” başlığı altında “şimdilik gerekirlik (nécessitatif présent, vücûbî)” şeklinde
ele alır ve “sevmeliyim” çekimini “sevmem gerek, sevmek zorundayım” açımlamasıyla çekimin yapısal çerçevesini genişletir ve işlevlerini “zorlanış (Hangisini almalıyım?)” ve “ihtimalî oluş, belkileniş (Hasta olmalı.)” şeklinde izah eder. İkinci işlev
için “gibi” kelimesinin ilave edilebileceğini (yazmalı gibi) ve gerekirlik sıygasında
iki fiil bir uymaca bağlaç olan “de” ile birleştirilmiş ise inşâî (optatif) bir mana
verebileceği (Ahmet gelmeli de gitmeliyiz.) hususlarını belirtir (1941, s. 384-385).
Tahsin Banguoğlu, “gereklilik çekimi” için “gereklik” terimini kullanıp tanımını “Gereklik kipi ile eyden kimse bir kılış ve oluşu açıkça gerekli gösterir (Bugün
dinlenmelisiniz. = dinlenmeniz gerek). Bunun birleşik kipleri de aynı anlatımı taşırlar.” şeklinde yapar (1974, s. 471).
Muharrem Ergin, [-mAlI] ekinin Eski Anadolu Türkçesi sonlarında teşekkül
etmeye başladığını ve Osmanlı Türkçesi içinde yaygın kullanılış sahasına çıktığını
belirtir. Ekinin etimolojisini de [-mA] fiilden isim yapma eki ile [-lI] sıfat ekinin
birleşmesinden oluştuğunu ve Osmanlıcada bir müddet ekin [-mAlU] şeklinde
kullanılıyor olmasının da etimolojik çözümlemeyi kanıtladığını belirtmektedir.
Ayrıca, Azerbaycan sahasında partisip olarak kullanımının yoğun olmasına rağ-
150 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
men Türkçede olduğu gibi gereklilik eki işleviyle kullanımının yok denecek kadar
az olduğunu da vurgular (2009, s. 313).
Mehmet Özmen, “Gerek, Gerekmek ve Gereklilik Çekimi” başlıklı makalesinde “gerek-gereklilik ilişkisi” başlığı altında Eski Anadolu Türkçesine kadar
gereklilik için bir ek bulunmadığı için bu kipin aktardığı anlamın Eski Türkçe
döneminde “kergek” ve “kerek”; Eski Anadolu Türkçesi döneminde ise “gerek”
kelimesinin değişik ilişkiler içerisine girdiğini söyler ve çeşitli araştırmalardan hareketle dönem dönem hangi yapıların kullanıldığının tespitini yapar. Buna göre,
Eski Türkçe döneminde gereklilik ifadesi için “-mIş kergek”, -gU kergek”, “kergek
bol-“ ve kergek er-” (Clauson, 1972, s. 742), “-gü kergek” (Gabain, 1988, s. 83),
“-miş krgek”, “-gü krgek”, “-gülük ermiş” (Tekin, 1976a, s. 170); Uygur metinlerinde “-mIş kergek (Tekin, 1976b, s. 407; Kaya, 1994, s. 61/3-2, 63/8-14, 70/24-24
vb.), “-gU kergek” (Barutçu Özönder, 1998, s. 153-154); Karahanlı Türkçesinde
“-gU” eki yanında “-gU kerek” ve “kerek …-sA” (Ercilasun, 1984, s. 148-151), “-gU
kerek” ve “kerek …-sA” (Hacıeminoğlu, 1996, s. 193-194); Harezm Türkçesinde
“-gU şahıs zamiri” (Eckmann, 1979, s. 218), “-mAk kerek” (Ata 1997 ve 1998; Eckmann ve NF’de ilgili yaprak ve satırlar.), “-mAkIñ kerek (Ata 1998, Eckmann ve
NF’de ilgili yaprak ve satırlar.), “-sA kerek” (Ata, 1997, s. 11v17, Eckmann ve NF’de
ilgili yaprak ve satırlar.), “kerek, … -sA” (Ata, 1997, s. 127v21; Ata, 1998, s. 176-14,
382-8, Eckmann ve NF’de ilgili yaprak ve satırlar.); Kıpçak Türkçesinde “kerek”
(Grönbech, 1992, s. 98), “-sA gerek” (Sevortyan 1980, 26); Çağatay Türkçesinde
“gerek”, “lazım” (Eckmann, 1988, s. 123); Eski Anadolu Türkçesinde “-sA gerek”,
“-mAk gerek” (Ergin, 1963, s. 465), “dilek şart kipi + gerek” (Timurtaş, 1977, s.
132), “-mAlI”, “-sA yeri var”, “-acak” (Tarama Sözlüğü VII Ekler), “-A şahıs eki
gerek / gerekdür” (Korkmaz, 1973, s. 171-172), “-sa/-se şart, -mak/-mek isim-fiil, -up/üp zarf-fiil + gerek”, “gerek” (Özmen, 2001, s. 339-340), “-A gerek”, “-sA
gerek”, “-mIş gerek”, “-mAk gerek” (Akkuş, 2000)” ek ve yapılarının kullanılmış
olduğunu aktarır (Özmen, 2003, s. 179-181).
Hikmet Koraş, “Türkiye Türkçesinde Gereklilik” başlıklı yazısında gereklilik
kipi ve çekimlerini Eski Türkçe için “-gU ol-“, “gU gerek”, “-gUkA”, “-gUlUk”, “-sIk
kergek”, “-sig iş” yapılarını; Karahanlı Türkçesi için “-gU kerek”, “kerek fiil + sA”
yapılarını ele alır. Eski Anadolu Türkçesi için Gürer Gülsevin’in “Eski Anadolu
Türkçesinde Ekler” adlı çalışmasından hareketle gereklilik çekimi için ayrı bir ek
veya bir yapının bulunmadığını “-sAm gerek”, “-sAvuz gerek” “-sA gerek”, “-sAlAr gerek” yapılarının gelecek zamanla ilgili olması gerektiğini belirtip (1997, s.
110) bunu Karaatlı’dan yaptığı “Gerçekten de Eski Anadolu Türkçesi döneminde
gereklilik çekimi için kullanılan ayrı bir ek yoktur. Eserlerdeki gereklilik çekimi, mastar eki, şart çekimi, emir ve istek çekimi üzerine gerek kelimesi eklenmek suretiyle
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 151
yapılmaktadır.” (Karaatlı, 1999, s. 65) alıntısıyla destekler. Çağatay Türkçesi için
Eckmann’dan alınan “fiil + gu/gü + şahıs eki”, “-miş bol-”, -p bol-”, “-gay(lar) i(r)” (1988, s. 211-245); Eraslan’dan alınan “-mAk kirek”, “-sA kirek” (1999, s. 81);
Yücel’den alınan “-sA kirek” (1995, s. 90); Yıldırım’dan alıntılanan “-mAk kirek”,
“-sA kirek” ve nadiren “-mAlI” ek ve yapılarını değerlendirir. Türkiye Türkçesi
için [-mAlI] eki yanında “-mAk gerek + şekil ve zaman eki”, “-mAk lâzım + şekil ve zaman eki”, “-mAk isim-fiil ekiyle iyelik kökenli şahıs ekleri ve gerek veya
lâzım”, “fiil + -mAk zorunda + (i-) + şekil ve zaman eki + şahıs eki”, “fiil + -mak/mek mecburiyetinde + (i-)şahıs eki”, “Fiil + -mak/-mek zorunda kal- + şekil ve
zaman eki + şahıs eki”, “fiil + -mak/-mek + mecburiyetinde kal- + şekil ve zaman
eki + şahıs eki”, “fiil + -ma/-me + iyelik eki + icap ed- + şekil ve zaman eki”, “fiil +
-ma/-me + iyelik eki + farz; fiil + -ma/-me + iyelik eki + şart, gibi gerek kelimesinin eşanlamlısı sayılabilecek kelimeler” yapılarını listeler (2005, s. 138-153).
Necati Demir, “Türkçede Gereklilik Kipleri ve İşlevdeşleri” başlıklı makalesinde “F.-mA + iyelik eki + gerek”, “F.-sA (şart eki) + şahıs eki + gerek”, “F.-mA +
iyelik eki + lazım”, “F.-mAk + zorunda + şahıs ekleri”, “F.-mA + şahıs eki + icap
etmek + zaman eki”, “F.-mA + şahıs eki + lazım gel- + zaman eki”, “F.-mA + iyelik
eki + lüzumlu”, “F.-mA + iyelik eki + şart”, “F.-mAk + gerek” (2006, s. 14-21) yapılarını örneklendirir.
Ahmet Demirtaş, “Dede Korkut Hikâyelerinde Gerek Kelimesi” başlıklı makalesinde Dede Korkut Hikâyelerindeki gereklilik yapılarını tespit eder. Buna göre
“-mAk gerek” ile mutlak / kesin gereklilik; “-sA gerek”, “-mAk gerek”, “-A gerek”,
“-Up gerek”, “-mIş gerek” şekillerini gelecek zaman; “gerekise” yapısıyla şarta bağlı
gereklilik; “gerek ol-“ yapısıyla ihtimal / tahmin niteliğinde gereklilik; “gerek i-”
yapısıyla istek niteliğinde gereklilik; doğrudan “gerek” kelimesiyle uyarı niteliğinde gereklilik ve telkin niteliğinde gereklilik işlevlerindeki kullanımlarını listeler ve
“gerek” kelimesinin “gerek … gerek …” şeklinde bağlama edatı görevini da ilave
eder (2008, s. 16-19).
Birsel Oruç Arslan, “Türkçede Gereklilik Kipi” başlıklı bildirisinde “-mA +
iyelik gerek (isim cümlesi)”, “-mA + iyelik gerekiyor (fiil cümlesi)” şeklinde bir
isim ve fiil cümlesi ayırımı yaptıktan sonra –malla / -mele şeklinde Çuvaşçada da
görüldüğünü (2011, s. 1255-1256) belirttiği [-mAlI] gereklilik ekinin eşdeğer yapılarını listeler. Buna göre, bir asıl fiile eklenen “-mem gerek”, “-mem lazım”, “-mek
zorundayım”, “-mem icap ediyor”, “-mem şart” ve “-meğe mecburum” yapılarını
“Bugün okula erken gitmem gerek.” ve “Bugün okula gitmem şart.” cümleleriyle değiştirerek örneklendirir (2011, s. 1257).
152 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Ahmed Oktay, “ -mAlI Ekinin Morfosentaksı Bilgisayar Derlem Bazlı Araştırma” isimli makalesinde gereklilik kipini [-mAlI] ekini esas alarak tasarlar; ancak, “/-AcAk/ olmalı” (2014, s. 20); “/-mİş/ olmalı” (2014, s. 20-21); “/-r/ olmalı”
(2014, s. 21); “/-yor/ olmalı” (2014, s. 20-21-22) yapılarını da bu çekimin bir parçası olarak ele alıp “Bunların arasında “/-mİş/ olmalı” ve “/-yor/ olmalı” yapıları
fiile “tahmin” ve “ihtimal” görevi, “/-mİş/ olmalı ki” yapısında “ki” bağlacı ise “/-mİş/
olmalı” yapısında bu “tahmin” ve “ihtimal”e kesinlik kazandırmıştır.” (2014, s. 24)
ifadelerine yer verir.
Gereklilik kipinin kip hüviyeti kazandığı Osmanlı Türkçesi öncesinde gereklilik ifadesi yerine kullanılan yapıları incelediği makalesinde Şahap Bulak, tarihi
dönemlerde gereklilik kipinin yerine kullanılan yapıları şu şekilde özetler: “Köktürk Türkçesine ait yazıt ve metinlerde gereklilik ifade eden örnekler tespit edilememiştir. Eski Uygur Türkçesinde gerekliliğin çok çeşitli yapılarla ifade edildiği dikkate
alınırsa gereklilik ifadesinin Köktürk Türkçesinde de bulunduğu ancak ele geçen sınırlı sayıdaki yazılı kaynaklarında kullanılmadığı söylenebilir. Eski Uygur Türkçesinde gereklilik, “…-mIş kergek” yapısı, “-gU(lUk ol) yapısı, “kergek” kelimesi, “…-gU
kergek” yapısı ve “…-mAk kergek” yapısı ile olmak üzere beş farklı şekilde; Karahanlı
Türkçesinde “-gU” eki, “…-gU kerek” yapısı ve “kerek ... -sA” yapısı olmak üzere üç
farklı şekilde; Harezm Türkçesinde “-gU(lUk ol) yapısı, “…-gU kerek” yapısı, “…-mIş
kerek” yapısı, “…-sA kerek” yapısı ve “…-mAk kerek” yapısı ile olmak üzere beş farklı
şekilde; Kıpçak Türkçesinde “…-mAk kerek” yapısı, “…-sA kerek” yapısı, “…-Ar kerek” yapısı, “-mAlI” eki, “kerek …-GAy + kişi unsuru” yapısı ve “… + GA tiyer /tiyesidir /tiyişlidir” yapısı ile olmak üzere altı farklı şekilde; Çağatay Türkçesinde “kėrek
(turur)” yapıları, “…-mAk kėrek” yapısı, “…-sA kėrek/-kėrek …sA” yapısı, “-mAlI”
eki ve “GU, -GUlUK” ekleri olmak üzere beş farklı şekilde; Eski Anadolu Türkçesinde
“…-sA + kişi unsuru gerek” yapısı, “…-mAk/-mAḫ gerek” yapısı, “gerek (kim) …-A”
yapısı, “…-mIş gerek” yapısı, “kerek” kelimesi, “-Up gerek” ve “gerek …-IsAr” ile olmak üzere yedi farklı şekilde ifade edilmiştir.” (2017, s. 349).
Lıra Maırambek Kyzy, “Rus Türkologlarına Göre Güneybatı (Oğuz) Türk
Lehçelerinde Tasarlama Kipleri” başlıklı makalesinde “gereklilik kipi”ni tamamen
alıntılardan oluşan şu paragrafla şöyle açıklar: “Baskakov’a göre, Oğuz grubu Türk
lehçelerindeki -malı biçiminde görülen gereklilik kipi, -ma yapım ekiyle -lı/-lık sahiplik ekinin birleşmesinden oluşmaktadır. Benzing (Benzing, 1942, s. 466-467) ise
ekin ikinci unsurunu -layu/-leyü yapısına dayandırmaktadır. Burada -la isimden fiil
yapım eki, -yu/-yü ise zarf fiil ekidir. Ramstedt’e göre, bu yapı 3 unsurdan oluşmaktadır: 1. -m fiilden isim yapım eki; 2. -a sıfat yapım eki; 3. -lı/-li ya da –lıq/-lik sahiplik eki (Baskakov, 1988, s. 356-358). Baskakov -ası/-esi ekini de gereklilik kipi başlığı
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 153
altında değerlendirerek ekin Türkiye, Azerbaycan, Başkurt ve Yakut Türkçelerinde
kullanıldığı söylemektedir (Baskakov, 1988, s. 358)” (2022, s. 439).
Duygu Kamacı Gencer, “Toplum Dilbilimsel Kategoriler Olarak Türkçede
Gereklilik ve Zorunluluk” isimli çalışmasında tezini ortaya koymak için temel aldığı Şahap Bulak’ın makalesini şu şekilde tablolaştırır (2022, s. 801-802):
Dönem
İşaretleyiciler
Eski Türkçe
kergek
Eski Uygur Türkçesi
kergek, -mIş kergek, -gUlUk ol-, -gU, -gU kergek, -mAk kergek
Karahanlı Türkçesi
-gU, -gU kerek, kerek … -sA
Harezm Türkçesi
-gUlUk ol-, -gU, -gU kerek, -sA kerek, -mAk kerek
Kıpçak Türkçesi
-mAk kerek, -sA kerek, -Ar kerek, -mAlI, kerek…GAy + kişi eki,
…. + GA tiyer/tiyesidir/tiyişlidir
Çağatay Türkçesi
kėrek (turur), -mAk kėrek, -sA kėrek, kėrek…-sA, -mAlI, -GU, GulUK
Eski Anadolu Türkçesi …-sA + kişi eki + gerek, gerek (kim)….-A, gerek … -A, -mAk/mAh gerek, gerek, -Up gerek, -mIş gerek, gerek….-IsAr
Osmanlı ve Türkiye
Türkçesi
-mAlI
Değerlendirme
Fiillere genellikle “gereklilik, zorunluluk, ve yükümlülük” anlamlarını yüklemek için Eski Türkçeden beri Türkçede sabit bir yapıya kavuşmuş gereklilik çekimi olmadığı ve Türkçenin yazı ile takip edilebilen aydınlık döneminde değişik
lehçe ve şivelerde bu yapı için bir arayışa gidildiği anlaşılmaktadır. Bu konu üzerine ortaya konan çalışmalarda çok değişik yapıların inceleniyor olması bu arayışın
bir sonucudur.
Dilde üst dil birimlerinin değişimi ve gelişimi sonrasında alt dil birimlerinin
oluştuğunu varsayan “bitişme kuramı” “Bu kurama inananlar, Çinceden, başka
öbür dillerde de buna benzer bir olayın meydana gelmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Buna göre, yan yana gelen kelimelerden bazısı arasında zamanla bir ilgi kurulmuş,
örneğin fiille zamir veya iki isim, yahut isimle bir edat arasında anlamın tamamlanması veya iki anlam arasında bir bağ kurulması için bir araç; kullanılmıştır. Bu
şekilde yanyana gelen bazı kelimeler, hele zamirlerle bazı isimler, sık sık hep aynı şekilde ve klişe gibi kullanıldığından, yavaş yavaş aşınmış, kırpılmış, bağımsızlıklarını
ve vurgularını kaybetmiş, asılları tanınmayacak kadar değişmiş birer kırpıntı durumuna gelerek, kendilerinden önce veya sonra gelen «özerk kelimelere sığınmış (“başa
sığınık, “sona sığınık” çeşitleri) ve böylece ekler (“ön-ek”, “iç-ek”, “son-ek”) ve çekim”
154 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
denilen şey meydana çıkmıştır.” (Dilaçar, 1968, s. 9) doğrultusunda bakıldığında bu
sorunun nasıl çözümlenmesi gerektiği biraz daha aydınlık kazanmaktadır.
Bitişme kuramının varsayımı doğrultusunda düşünüldüğünde Türkiye Türkçesi bağlamıyla ekleşmenin tam olarak gerçekleşmiş olduğu görülür. Bu bağlamda, Türkiye Türkçesi için yazılan gramer çalışmalarında (Deny 1941; Banguoğlu
1974; Ergin 2009) gereklilik çekimi, [-mAlI] eki ile ele alınmıştır. Bir fiile gereklilik anlamı yüklemek sadece bir asıl fiil ile sınırlandırılıp fiil çekimi bağlamıyla
düşünüldüğünde bu doğrudur; ancak, gereklilik anlamı fiilin sınırını aşacak şekilde cümleler, cümle ve cümle ögeleri ile birlikte verildiğinde bu sınırın dışına
taşan gereklilik yüklemeleri de fiil çekimi başlığı altında incelenebilmektedir; ki,
bu Türkçenin tipolojisine aykırı bir yaklaşım olur.
Bu konuyu ele alan kaynaklarda geçen Türkiye Türkçesindeki gereklilik çekimi ile ilgili -[-mAlI] birleşik çekim ve kip eki hariç- şu yapılar ortaya çıkmaktadır:
1. [gerek]
Demirtaş “gerek” kelimesini “Uyarı Niteliğinde Gereklilik” “... Bayındır Hânuñ
katında saña kazab ola. Böyle ogul neñe gerek? Öldürseñe! dediler. (s.40)” ve “Telkin Niteliğinde Gereklilik” “Çalma ozan, eytme ozan! / Karaluca men kızuñ nesine
gerek, ozan? ... (s.85-86)” başlıkları altındaki işlevler için örneklendirerek temel
almaktadır (2008, s. 19).
“Gerek” kelimesinin hem isim hem fiil tabanı olduğuyla ilgili “Gerek’in birlikte
kullanıldığı unsurlar: Kergek > kerek> gerek gelişimini gösteren gerek kelimesi, Eski
Türkçe döneminden beri, hem tek başına ve yaygın bir biçimde “gerek, lâzım, gerekli,
muktezi” anlamlarıyla isim cümlelerinde yüklem ismi oluşturmuş hem de bazı fiil işletme ve çekim ekleriyle birlikte kullanılarak “gereklilik” kipi işlevinde kullanılmıştır.”
(Özmen, 2003, s. 181) şeklindeki görüşün doğruluğu kabul edildiğinde -ki, kanaatimce doğrudur.- isim tabanı olarak yüklemlik yardımcı fiillerin (Delice, 2022, s.
462-463) çekimli hâllerinden birini alarak isim cümlesi veya yan cümlenin yüklemini -yüklemsi- oluşturmak için yüklemleşmesi ve fiil öbeği yapısıyla bir kip anlamı ifade etmesi gerekir. Yani, “Bugün okula erken gitmem gerek.” (Oruç, 2011, s.
1257) cümlesi “isim cümlesi” sayılamaz; çünkü, isimler ancak “Mahsullerinin ekserisi din ve tasarruf karanlığının, derebeylik zihniyetinin tesirleri ile dopdoludur.”
(Ali, 2016, s. 37) cümlesinde olduğu gibi yüklemlik yardımcı fiillerden (Delice,
2022, s. 462-463) biri ile yüklemleşebilir. Örnek verilen bu cümlede ise fiil tabanı
olarak kullanılmıştır; ancak, üzerindeki kip eki eksiltilmiştir. “Gerek” kelimesinin
fiil tabanı olarak kullanılması durumunda ise -bu kelimenin taban anlamına uygun işlevli [-mAlI] eki de dahil olmak üzere- “Bugün okula erken gitmem gerekir.”
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 155
(Oruç, 2011, s. 1257); “Öğrencilerin çok erken saatte okula gitmeleri gerekmemeli.” cümlelerinde olduğu gibi bir kip ve kişi ekiyle çekime girmesi gerekir ve hangi
çekimi oluşturduğu da aldığı eke göre belirlenir. Özetle, “gerek” kelimesi cümlede
yüklem olduğunda gereklilik anlamı “cümle” ögesi yapısıyla ifade ediliyor demektir. Bu tür cümlelerde [-mAlI] eki ile çekime girmediği müddetçe yapı fiil kipi
bağlamıyla gereklilik kipini oluşturmaz.
2. [gerekise], [gerek ol-], [gerek i-]
Demirtaş’ın “Şarta Bağlı Gereklilik” “Karşu yatan kara tagum gerekise / Söyle
gelsün, Azrâyîlüñ yaylası olsun! (s.119)” (2008, s. 18); “İhtimal / Tahmin Niteliğinde Gereklilik” “Eydür: «Akıncılaruñ terkisi bagı, üzengüsi kayışı üzilür, dikmege
gerek olur.» dedi. (s.132)”; (2008, s. 18) ve “İstek Niteliğinde Gereklilik” “Bizüm
elde gerek idüñ agaç, (s.109)” (2008, s. 19) yapılarında gereklilik anlamı yine “gerek” kelimesi ile verilmektedir. “Şarta Bağlı Gereklilik” yapısı için örnek verilen
“gerekise”nin cümleye artzamanlı bakıldığında “gerekir erse” şeklinde “gerek-” fiilinin üzerine gelmiş ve asıl fiillere şart anlamı yüklemek için kullanılan “-(a/I)r
er-” yardımcı fiilinin kaynaşmasıyla ortaya çıktığı görülür. Yani, bu yapıda da gereklilik anlamı cümle yapısıyla elde edilmektedir ve bu yapı da bir fiil çekimi değildir. “İhtimal / Tahmin Niteliğinde Gereklilik” yapısı için örnek verilen “gerek” ve
“ol-”un aralarında kelime öbeği bağlamıyla bir anlam bütünlüğü yoktur. Bu yapıda
“gerek” isim tabanı olarak kullanılmış; “ol-” fiil tabanı ise yardımcı fiil değil; asıl fiil
anlamıyla kullanılmıştır. Bu işlev için verilen örneklerde “ol-” tek başına yüklemdir; gereklilik anlamı ise bugün “gerekli” şeklinde kullanılan ve bağımsız cümle
ögesi olan “gerek” kelimesinin kendisiyle cümleye yüklenmiştir. Yani, bu yapıda
ise gereklilik anlamı cümleye cümle ögesi yoluyla yüklenmiştir. “İstek Niteliğinde
Gereklilik” yapısı için örnek verilen “gerek i-”nin ise “gerekli idin” şeklinde isim
tabanı olan “gerek” üzerine gelmiş yüklem fiillik yardımcı fiil (Delice, 2022, s. 462463) göreviyle kullanılan “ermek” yapısında mı; yoksa, “gerek[ir] idin” şeklinde
asıl fiil tabanı olan “gerek” üzerine gelmiş kiplik yardımcı fiil (Delice, 2022, s. 462463) göreviyle kullanılan “-(a/I) er-” yapısında mı olduğu çok net anlaşılmamaktadır; ancak, hangi yapı olursa olsun gereklilik anlamının cümleye fiil çekimiyle
değil; fiil öbeği yapısıyla yüklendiği rahatlıkla söylenebilir. Özetle bu üç yapıda da
gereklilik anlamı bulunmasına rağmen gereklilik çekimi mevcut değildir.
156 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
3. [-mA + iyelik farz; fiil + -mA + iyelik + şart]
Koraş’ın “II.B.8. fiil + -ma/-me + iyelik eki + farz; fiil + -ma/-me + iyelik eki
+ şart, gibi gerek kelimesinin eşanlamlısı sayılabilecek kelimelerle de gereklilik kipi
çekimi yapılmaktadır.” şeklinde ifade ettiği ve “…öğretmenin yaratıcı ve kabiliyetli
olması şarttır (Dünden Bugünden, s. 68).” (2005, s. 152) gibi örneklerle açıkladığı
yapı da cümleye gereklilik anlamı yüklemektedir; ancak, fiil çekimi yoluyla değil;
de, cümle yapısıyla yüklenmektedir; çünkü, üzerine aldığı ek ve yardımcı fiiller
ile “farz” ve “şart” kelimeleri doğrudan yüklemi oluşturmaktadır. [-mA] ve iyelik
ekleri ise içinde bulundukları kelime öbeği yapısıyla bir bütün hâlinde cümle kurmak için yüklemi tamamlayan nesne -mevcut gramer bilgilerine göre özne- ögesinin içinde bulunmaktadır. Belirtili isim tamlaması içinde ilgi ve iyelik ekleri ayrı
ayrı kullanılmasına rağmen ikisi birlikte bir gramer işlevi yerine getirmektedir. Bu
kullanımıyla “birlikte bir kurucu ek” mahiyetindedir. Belirtili isim tamlaması ise
yüklemlik yardımcı fiil ile birlikte isim cümlelerinin yüklemini oluşturabilir; ama,
hiçbir zaman bir fiil çekiminin bir parçası olamaz. Yani, bu yapıda da gereklilik
anlamı cümleye yüklemi oluşturan “farz” ve “şart” isimleriyle yüklenmektedir. Bu
tür bir yükleme de fiil çekimi sayılamaz.
4. [-mA + iyelik gerek]
Demir, gereklilik çekimini “1.a. Basit çekimi: Çekimi, F.- mA + iyelik eki + gerek ekler ve kelime grubuyla yapılmaktadır. Yazmam gerek “yazmalıyım”, yazman
gerek, yazması gerek, yazmamız gerek, yazmaları gerek. Olumsuzu: yazmamam
gerek, yazmamam gerek değil.” (2006, s. 14-15) şeklinde ele almıştır. Oruç Aslan
da “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde
bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır.
Bugün okula erken gitmem gerek. (gerek İsim) İsim cümlesi. Bugün okula erken gitmem gerekiyor.(-du, -sa, -muş) (gerek- Fiil) Fiil cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde
benzer bir yaklaşım ortaya koymuştur.
Bu yapıda da iyelik eki kullanılmaktadır ve iyelik ekinin işlev yönü geriye
dönüktür ve yine işlev yönü geriye dönük olan ilgi eki ile birlikte isim tamlaması
oluşturan bir özelliğe sahiptir. Çekimli fiillerden veya yine fiil görevinde kullanılan kiplik yardımcı fiillerle kip anlamı yüklenmiş fiil öbeği yapılarından oluşan
fiil cümlelerinin içinde Türkçede asla ilgi ve iyelik ekleri bulunamaz. Bulunması veya bulunabildiğinin söylenmesi Türkçenin tipolojisine aykırı düşer. Şöyle ki,
örnek olarak verilen “Bugün okula erken gitmem gerekiyor.” (Oruç Aslan, 2011, s.
1257) cümlesinde “git-” fiilini belirtili isim tamlaması şeklinde genişletebilir ve tek
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 157
başına yüklem olan “gerekiyor” yerine başka bir yüklemin getirilebilmesi mümkündür. Dizisel değiştirilebilirlik ilkesi bağlamıyla bakıldığında bu cümle şöyle de
kurgulanabilir: “Belirtili izim tamlamasından nesne -özne-: [Uyumayı çok seven
ve yataktan kalkmayı hiç istemeyen biri olan benim / bugün okula erken gitmem]
yüklem: gerekiyor.
5. [-mA + iyelik icap et- + şekil ve zaman]
Bu yapıyı, Koraş “II.B.7. fiil + -ma/-me + iyelik eki + icap ed- + şekil ve zaman
eki ile yapılan çekim, az kullanılan ve örneği en az tespit edilen çekim şeklidir. …
tahsisat ayrılması icap eder. (Kültür ve Dil, s. 245).” (2005, s. 151) şeklinde ve
Oruç Aslan “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş
değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden
başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır. Bugün okula erken gitmem icap ediyor. (et- fiilinin emir. istek hariç hemen
bütün zaman ve kip/erdeki çekimleriyle kullanılabilir.) Fiil cümlesi.” (2011, s. 1257)
şeklinde gereklilik çekimi olarak almışlardır.
Bu yapı da 3. başlıkta izah edildiği üzere isim-fiil ve iyelik eki barındıran kelime, bir isim grubunun üyesidir ve fiil cümlesinin yüklemi içinde asla bulunamaz.
Bu yapıdaki cümlelerin çözümünde de “icap et-” fiil öbeği “yüklem” olarak gösterilir ve bu doğrultuda “Bugün okula erken gitmem icap ediyor. (Oruç Aslan, 2011,
s. 1257) cümlesi şu şekilde çözümlenir:
Nesne (/özne): [benim] / bugün okula erken gitmem: Belirtili isim tamlaması,
isim, nesne (/özne)
bugün okula erken gitme[m]: İsim-fiil öbeği= yan cümle, isim
YCZT YCDT YCZT
YCY
(YCZT: yan cümlenin zarf tümleci; YCDT: yan cümlenin dolaylı tümleci;
YCY: yan cümlenin yüklemi)
Yüklem: icap / ediyor: Fiil öbeği, asıl fiil, yüklem (fiil cümlesi)
Sonuç olarak cümleye hâkim olan gereklilik anlamı, fiil çekimiyle verilmemiştir. Bu anlam, “et-” yardımcı fiiliyle hem fiilleştirilip hem de yüklemleştirilerek
fiil cümlesinin yüklemi yapılmış olan “icap” kelimesinin kavram alanı ile yüklenmiştir. Yani, cümle ögesi yoluyla cümleye yüklenen bir gereklilik anlamı mevcuttur; fiil çekimi olarak asla düşünülemez.
158 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
6. [-mA + iyelik lâzım]
Bu yapıyı da Demir, “3.a. Şimdiki ve geniş zaman: Çekimi, F. –mA + iyelik eki
+ lâzım kalıbıyla yapılmaktadır ve kurallıdır. Geleceğe yönelik bir niyeti ifade ettiği
için gelecek zaman anlamı da taşımaktadır: yazmam lâzım “yazmalıyım”, yazman
lâzım, yazmamız lâzım, yazmaları lâzım. Olumsuzu: yazmamam lâzım “yazmamalıyım”.” (2006, s. 17) şeklinde ve Oruç Aslan “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır.
Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu
birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır. Bugün okula erken gitmem lazım. (lazım
İsim) İsim cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde gereklilik çekimi olarak almışlardır.
Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile yüklenmemektedir. 5.
başlıkta yapılan açıklamalar bu başlık için de geçerlidir.
7. [-mA + iyelik lüzumlu]
Bu yapıyı, Demir “7.a. Şimdiki ve geniş zaman: Fiillere, F. –mA + iyelik eki +
lüzumlu kalıbından oluşan bir dil birliği getirilerek yapılmaktadır: yazmam lüzumlu
“yazmalıyım”, yazman lüzumlu, yazmamız lüzumlu, yazmaları lüzumlu. Olumsuzu: yazmamam lüzumlu değil yazmamam lüzumlu.” (2005, s. 20) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda, eksiltilmiş ek-fiil ile yükleme dönüştürülmüş olan ve tek başına
isim cümlesinin yüklemini oluşturan “lüzumlu” yüklemi ile cümleye yüklenmiş
bir gereklilik anlamı mevcuttur. Bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez.
8. [-mA + iyelik şart]
Bu yapıyı da Demir, “8.a. Şimdiki ve geniş zaman: Fiil kök veya gövdelerine
–mA + iyelik eki + şart ek ve kelimelerinden meydana gelen dil birliğinin gelmesiyle
mana kazanmaktadır. Kurallı çekimlerdendir: yazmam şart “yazmalıyım”, yazman
şart, yazmamız şart, yazmaları şart. Olumsuzu: yazmamam şart, yazmam şart değil.” (2006, s. 20) şeklinde ve Oruç Aslan “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır.
Bu cümlelerde yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu
birleşik yükleme sorularak bulunmalıdır. Bugün okula gitmem şart. (şart isim) İsim
cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde gereklilik çekimi olarak almışlardır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 159
Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile yüklenmemektedir. 5.
başlıkta yapılan açıklamalar bu başlık için de geçerlidir. Gereklilik anlamı cümlenin yüklemi olan “şart” kelimesi ile yüklenmiştir.
9. [-mA + şahıs gerek]
Bu yapıyı, Koraş, “II.B.1. Gerek Kelimesi Yardımıyla Yapılan Şahıslara Bağlı Çekim Bu çekimde yardımcı fiil gibi kullanılan gerek kelimesi kendisinden sonra
şekil ve zaman eklerinden birini alarak aldığı şekil ve zaman ekiyle ilgili zamanda
gerekliliği ifade edebilmektedir. Gerek kelimesinden sonra gelen zamanın hikâye, rivayet ve şartlı birleşik çekimleri de mümkün olmaktadır. II.B.1.a. Öğrenilen Geçmiş
Zaman …gitmem gerekmiş (<gerek imiş) (metin dışı örnek)” (2005, s. 144) şeklinde
gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda, eksiltilmiş geniş zaman kip eki ile yükleme dönüştürülmüş olan ve
tek başına fiil cümlesinin yüklemini oluşturan “gerek” yüklemi ile cümleye yüklenmiş bir gereklilik anlamı mevcuttur. Bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez.
10. [-mA + şahıs icap et- + zaman eki]
Bu yapıyı, Demir, “5.a. Geniş zaman: Çekimi, F. –mA + şahıs eki + icap eder
kalıbıyla yapılmaktadır: yazmam icap eder “yazmalıyım”, yazman icap eder, yazmamız icap eder, yazmaları icap eder. Olumsuzu: yazmamam icap eder, yazmam
icap etmez.” (2006, s. 18) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda, cümleye yüklenen gereklilik anlamı, tek başına fiil cümlesinin
yüklemini oluşturan ve fiil öbeğinden oluşan “icap etmek” yüklemiyle sağlanmıştır. Bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez.
11. [-mA + şahıs lâzım gel- zaman eki]
Bu yapıyı, Demir, “6.a. Şimdiki ve geniş zaman: Kurallı bir biçimde fiiller, F.
–mA + şahıs eki + lâzım gel- + zaman eki (-mektedir) dil birliklerini yanına alarak
bu işlevi sağlarlar: yazmam lâzım gelmektedir “yazmalıyım”, yazman lâzım gelmektedir, yazmamız lâzım gelmektedir, yazmaları lâzım gelmektedir. Olumsuzu: yazmamam lâzım gelmektedir, yazmam lâzım gelmemektedir.” (2006, s. 19) şeklinde
gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda, cümleye yüklenen gereklilik anlamı, tek başına fiil cümlesinin
yüklemini oluşturan ve mecaz anlamlı asıl fiillerle kurulan fiil öbeğinden oluşan
160 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
“lazım gelmek” yüklemi ile sağlanmıştır. Bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez.
12. [-mA + şahıs lâzım]
Bu yapıyı, Koraş, “II.B.2. Lâzım Kelimesi Yardımıyla Yapılan Şahıslara Bağlı
Çekim Lâzım kelimesi yardımıyla yapılan çekimin öğrenilen, görülen, geniş zaman
ve şart çekimleri vardır. Bunların hikâye, rivayet ve şartlı birleşik çekimleri olabiliyor
gözükse de yalnızca şartlı birleşik çekimleri nadiren kullanılmaktadır. Taradığımız
metinlerde de bunların örneğine rastlayamadık. II.B.2.a. Öğrenilen Geçmiş Zaman
…gelmem lâzımmış <gerek imiş) (metin dışı örnek)” (2005, s. 147) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; tek başına cümlenin yüklemi olan “lâzım” kelimesi ile yüklenmiştir. Burada da bu yapı bir fiil
çekimine işaret etmez.
13. [-mAğA mecbur]
Bu yapıyı, Oruç Aslan, “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde
yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme
sorularak bulunmalıdır. Bugün okula gitmeğe mecburum. (mecbur isim) İsim cümlesi.” (2011, s. 1257) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; tek başına cümlenin yüklemi olan “mecbur” kelimesi ile yüklenmiştir.
14. [-mAk gerek + şekil ve zaman]
Bu yapıyı, Koraş, “II.A.1.a. Öğrenilen Geçmiş Zamanda Gereklilik …gelmek
gerekmiş (<gerek imiş)” (2005, s. 141) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda, eksiltilmiş geniş zaman kip eki ile yükleme dönüştürülmüş olan ve
tek başına fiil cümlesinin yüklemini oluşturan “gerek” yüklemi ile cümleye yüklenmiş bir gereklilik anlamı mevcuttur. Fiilimsi ekleri, fiil cümlelerinin yüklemini
oluşturan yapı içinde bulunamayacağı için bu yapı da fiil çekimi olarak asla değerlendirilemez.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 161
15. [-mAk gerek]
Demir, “9. –mAk + gerek Sadece teklik üçüncü şahıslarda kullanılır: yazmak
gerek/gerekir “yazmalı, yazılmalı”, okumak gerek/gerekir “okumalı, okunmalı”, görmek gerek/gerekir “görmeli, görünmeli” (2006, s. 20-21) şeklinde; Demirtaş, “Bu tür
cümlelerin bir kısmı, şahıssız genel kullanımlardır. Bu cümleler, gereklilik kipinin
üçüncü teklik kişi kullanımındaki öznesiz genel kullanımı karşılamaktadır (Korkmaz, s. 1973, 170- 171), (Özmen, s. 2003,182-183). Dede Korkut hikâyelerinde bu
duruma örnek teşkil eden cümleler şunlardır: - Kız eydür: “Çün böyle oldı, hemân
emdi ilerü turmak gerek, beg oglı” dedi. (s. 73)” (2008, s. 16) şeklinde bu yapıyı,
gereklilik çekimi olarak almışlardır.
Bu yapıda, eksiltilmiş geniş zaman kip eki ile yükleme dönüştürülmüş olan ve
tek başına fiil cümlesinin yüklemini oluşturan “gerek” yüklemi ile cümleye yüklenmiş bir gereklilik anlamı mevcuttur. Fiilimsi ekleri fiil cümlelerinin yüklemini
oluşturan yapı içinde bulunamayacağı için bu yapı da bir fiil çekimi olarak asla
değerlendirilemez.
16. [-mAk lâzım + şekil ve zaman]
Bu yapıyı, Koraş, “II.A.2.c. Geniş Zaman Zamanda Yapılan Çekim Bunu görebilmek için o beyitlere bir minyatür gibi bakmak lâzımdır (Kültür ve Dil, s. 15).”
(2005, s. 143) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; tek başına cümlenin yüklemi olan ve [-DIr] ek-fiiliyle isim cümlesinin yüklemi olmuş olan “lâzım”
kelimesi ile yüklenmiştir. Burada da bu yapı bir fiil çekimine işaret etmez.
17. [-mAk mecburiyetinde + (i-) şahıs]
Bu yapıyı, Koraş, “II.B.4. fiil + -mak/-mek mecburiyetinde + (i-)şahıs eki ile
Yapılan Gereklilik Çekimi …kimse mülk edinmek veya evlenmek mecburiyetinde değildir (Dünden Bugünden, s. 78). ” (2005, s. 150) şeklinde gereklilik çekimi olarak
almıştır.
Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; yüklemlik yardımcı fiillerden (i-, dur-, ol-) biri ile yüklemleşmiş olan belirtisiz isim tamlaması
ile yüklenmiştir. Yüklemlik yardımcı fiiller sadece isimleri yüklemleştirmez; aynı
zamanda, isim görevinde kullanılan kelime öbeklerini de yüklemleştirir. Burada
da bu yapı bir fiil çekimine işaret etmez.
162 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
18. [-mAk mecburiyetinde kal- + şekil ve zaman + şahıs]
Bu yapıyı, Koraş, “II.B.6. fiil + -mak/-mek + mecburiyetinde kal- + şekil ve zaman eki + şahıs eki şeklinde çekimlenen gereklilik şeklinin yine haber kipleriyle ve tasarlama kiplerinden şartla çekimleri mevcuttur; bunların da hikâye, rivayet ve şartlı
birleşik çekimleri vardır. Metinlerden tespit edebildiğimiz örnekler mahdut olduğu
için ayrı ayrı başlıklarda vermeyi uygun görmüyorum. Tespit edilen örnekler: …
donanmanın ateşinden geri çekilmek mecburiyetinde kaldık (Çanakkale Mahşeri,
s.214).” (2005, s. 151) şeklinde gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; tek başına cümlenin yüklemi olan ve mecaz anlam içeren “kalmak” fiilinin yüklem yapısı ile yüklenmiştir. Burada da bu yapı bir fiil çekimine işaret etmez.
19. [-mAk zorunda + (i-) + şekil ve zaman + şahıs]
Bu yapıyı, Koraş, “II.B.3. fiil + -mak/-mek zorunda + (i-) + şekil ve zaman eki
+ şahıs eki ile yapılan gereklilik çekimi: II.B.3.a. Öğrenilen Geçmiş Zaman gelmek
zorundaymışım (<zorunda imişim) (metin dışı örnek)” (2005, s. 148-149) şeklinde
gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda da 17. başlık ile benzer bir durum söz konusudur. Burada da bu
yapı bir fiil çekimine işaret etmez.
20. [-mAk zorunda + şahıs]
Demir “4.a. Şimdiki ve geniş zaman çekimi: Çekimi, F.- mAk + zorunda + şahıs eki kalıbıyla yapılmaktadır. Gelecek zaman ifadesi de bulunmaktadır: Yazmak
zorandayım “yazmalıyım”, yazmak zorundasın, yazmak zorunda, yazmak zorundayız, yazmak zorundasınız, yazmak zorundalar. Olumsuzu: yazmamak
zorundayım ve yazmak zorunda değilim olarak karşımıza çıkmaktadır.” (2006,
s. 17) şeklinde ve Oruç Aslan “Bugün okula erken gitmeliyim. cümlesindeki zorunluluğu -mAll ile eş değerde bildiren cümleler aşağıda sıralanmıştır. Bu cümlelerde
yüklem git- fiilinden başlayarak alınmalı, cümlenin diğer ögeleri bu birleşik yükleme
sorularak bulunmalıdır. Bugün okula erken gitmem gerek. (gerek İsim) İsim cümlesi.
Bugün okula erken gitmek zorundayım. (zorundayım İsim) İsim cümlesi.” (2011, s.
1257) şeklinde bu yapıyı gereklilik çekimi olarak almışlardır.
Bu yapıda da gereklilik anlamı cümleye fiil çekimi ile değil; yüklemlik yardımcı fiil ile (i-, dur-, ol-) yüklemleşmiş olan belirtisiz isim tamlaması ile yüklenmiştir. Bu yapı, burada da bir fiil çekimine işaret etmez.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 163
21. [-mAk zorunda kal- + şekil ve zaman + şahıs]
Bu yapıyı, Koraş, “II.B.5. Fiil + -mak/-mek zorunda kal- + şekil ve zaman eki +
şahıs eki II.B.5.a. Öğrenilen Geçmiş Zaman …hukuk meselesini kısa yoldan çözmek
zorunda kalmışlardır. (İslâmın Bugünkü Meseleleri, s. 89).” (2005, s. 150) şeklinde
gereklilik çekimi olarak almıştır.
Bu yapıda da 18. başlık ile benzer bir durum söz konusudur; bir fiil çekimine
işaret etmez.
22. [-sA + [şahıs] gerek]
Bu yapıyı, Koraş “Gerek ve lâzım kelimelerinin yardımıyla yapılan bir üçüncü
çekim daha vardır. Bu çekim Türkçenin tarihi devirlerinde Çağatay Türkçesi, Eski
Anadolu Türkçesi ve bazı Türk lehçelerinde olduğu gibi şart ekiyle çekimlenmiş şart
çekimi + gerek kelimesi ile yapılır. Kullanım sıklığı seyrek olmasına rağmen kullanılıyor olması önemlidir. Taradığımız eserlerde örneğini tespit edemediğimiz kullanış
için örnek: gelsem gerek, gelsen gerek, gelse gerek, gelsek gerek, gelseniz gerek” (2005,
s. 152) şeklinde;
Demir “2.a. Basit çekim: Çekimi, F. -sA (şart eki) + şahıs eki + gerek ek ve
kelimesiyle yapılmaktadır. Gelecek zaman ifadesi de taşımaktadır: yazsam gerek
“yazmalıyım”, yazsan gerek, yazsa gerek, yazsak gerek, yazsanız gerek, yazsalar gerek. Olumsuzu: yazmasam gerek biçimindedir.” (2006, s. 17) şeklinde; Demirtaş
“Muharrem Ergin, “Dede Korkut Kitabı”nda “-sA gerek”li yapıları da diğer gereklilik örnekleriyle birlikte “gereklik şekli” başlığı altında, gereklilik örnekleri içerisinde
gösterir (Ergin, s. 1997b, 465). Dede Korkut hikâyelerinde “-sA” şart eki ve “gerek”
kelimesi ile “-sA gerek” şeklinde bir yapı ile kurulan cümlelerin hepsi de, gereklilik
ifadesiyle birlikte bir “gelecek zaman” ifadesi taşımaktadır: - Şu kaçan haber verse
gerek? (s.55)” (2008, s. 17) şeklinde gereklilik çekimi olarak almışlardır.
Bu yapı, fiil cümlesinin yüklemini oluşturan fiillere öncül kiplik ekli yardımcı
fiillerle kip anlamı yükleyen bir yapıdır. [-sA] eki “kuvvetli istek” bildirdiğinde
“Keşke, derslerine de bu kadar çalışsa!” örnek cümlesinde olduğu gibi tek başına
fiili çekimler. Yine [-sA] eki “şart” anlamı bildirdiğinde “Derslerine çok çalışırsa
başarır / Derslerine çok çalışırsan başarırsın.” örnek cümlelerinde olduğu gibi tek
başına fiili çekimleyemediği için eklendiği fiili zarfa dönüştüren şart-fiil eki olarak
kullanılır. Yine, Türkçede daha çok kip ve fiilimsi ekleri olarak kullanılan ekler, asıl
fiillere bağlı olarak ama bağlandıkları asıl fiillerden önce gelerek de kullanılabilir.
Bu üçüncü işlev, kendilerinden sonra gelen asıl fiilleri onlara herhangi bir kip anlamı yüklemek için kullanılma işlevidir. Bu eklerin kip eki veya fiilimsi eki olarak
164 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
adlandırılması doğru değildir; çünkü kip eki dendiğinde fiili çekimlememekte;
fiilimsi eki dendiğinde de fiilleri isim, sıfat, zarf veya zamire dönüştürmemektedir.
Bu işlevde kullanılan ekler öncül kiplik ekleridir. Yani [-sA (kişi) gerek], asıl fiillere değişik kip anlamları yükleyen [-iver-], [-tı dur-], [-Ip dur-], [-AcAk gibi ol-]
yardımcı fiilleriyle aynı kategoride bir kiplik yardımcı fiildir. [-sA] eki, her üç işlevde de üzerine kişi ekleri alabilmektedir. Yani, bu yapı, cümleye fiil öbeği yoluyla
gereklilik anlamı yükleyen bir yapıdır; ama, bir fiil çekimi değildir. Türkçede fiili
yardımcı fiiller değil; sadece ekler çekimlemektedir.
Sonuç
Türkiye Türkçesinde “gereklilik çekimi” sadece [-mAlI] eki ile yapılmaktadır.
Başka yapılar yoluyla cümleye yüklenen gereklilik anlamlarını fiil çekimi saymak,
Türk dili gramerinin tipolojisine uymaz.
[-mAlI] ekinin öncesinde kullanılan [-mIş ol-], [-r ol-], [-AcAk ol-] gibi yardımcı fiiller, asıl fiile gereklilik kipinin dışında başka kip anlamları yüklemeye yarar. Bunları gereklilik bağlamıyla düşünmek de doğru olmaz.
Asıl fiile çekimleme koşulu olmaksızın -yani, çekimsiz fiillere- gereklilik kip
anlamı yüklemek için bütün fiiller için geçerli olduğu gibi [asıl fiil / (öncül kiplik
eki + asıl fiil = yardımcı fiil)] yapısındaki fiil öbeği bağlamıyla [-sA gerek] yardımcı fiili kullanılarak yüklenmektedir.
Asıl fiilin gereklilik çekimi ve asıl fiile öncül kiplik ekli bir yardımcı fiil yoluyla gereklilik kip anlamı yüklemenin dışında gereklilik ifade edebilen cümleler
vardır. Bunlar, başta “gerek” kelimesi olmak üzere “gereklilik” anlamı ifade eden
kelimelerin cümle içinde değişik yapılarda kullanımlarıyla -yani, cümle veya cümle ögesi yapısıyla- yüklenmektedir.
Gereklilik çekimi üzerine yapılan çalışmalardan cümleye gereklilik anlamı
yüklemek ile asıl fiile gereklilik anlamı yüklemenin birbirine karıştırıldığı anlaşılmaktadır.
Gerek kelimesinin hem isim hem fiil tabanı olarak kullanılması ve yakın anlamlı pek çok kelimeyle yer değiştirebiliyor olması da bu karışıklığın oluşumunda
önemli rol oynamıştır.
Bu çalışma, Türkçenin fiil çekimi hususunun sorunlu alanlarından biri olan
gereklilik çekimine katkı sunmayı ve Türkçede asıl fiil çekimi ve asıl fiillere kip
anlamı yükleme özelliklerinin daha anlaşılır bir zemine oturması gerektiğinin bu
çalışmayla daha net bir şekilde anlaşılır hâle gelmiş olması amaçlanmıştır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 165
KAYNAKÇA
Ali, S. (2016). Markopaşa Yazıları ve Ötekiler Bütün Yapıtları Yazılar. Sönmez, S. (Ed.). İstanbul:
Yapı Kredi Yayınları, 13. Baskı.
Banguoğlu, T. (1974). Türkçenin Grameri. İstanbul: Baha Yayınları.
Bulak, Ş. (2017). Türkçede Gereklilik İfadesinin Kip Hüviyeti Kazanmadan Önceki Gelişim Süreci. EKEV Akademi Dergisi, 0 (72) , 337-355.
Delice H. İ. (2022). Ek-fiil ve Yardımcı Fiil Farklı Kategori Oluşturabilir mi?, “Prof. Dr. Kerime
Üstünova Armağanı”, Dr. Öğr. Üyesi Hasene Aydın, Öğr. Gör. Dr. İbrahim Karahancı, Editör, İstanbul: Efeakademi Yayınları, ss.455-464.
Demir, N. (2006). Türkçede Gereklilik Kipleri ve İşlevdeşleri. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 51 (20031), 11-22 .
Demirtaş, A. (2008). Dede Korkut Hikâyelerinde Gerek Kelimesi. Turkish Studies. International
Periodical For the Languages, Literature, and History of Turkish or Turkic, Volume 31 Winter.
Deny, J. (1941). Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi). Elöve, A. U. (Çev.), İstanbul: Maarif Matbaası.
Dilaçar, A. (1968). Dil, Diller ve Dilcilik. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ergin, M. (2009). Türk Dil Bilgisi. İstanbul: Bayrak Yayınları.
Kamacı Gencer, D. (2022). Toplum Dilbilimsel Kategoriler Olarak Türkçede Gereklilik ve Zorunluluk. Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (9) , 796-806 .
Koraş, H. (2005). Türkiye Türkçesinde Gereklilik. Türklük Bilimi Araştırmaları, TÜBAR-XVII,
Bahar, 135-154.
Korkmaz, Z. (1992). Gramer Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Korkmaz, Z. (2009). Türkiye Türkçesi Grameri Şekil Bilgisi. 3. Baskı, Ankara: TDK Yayınları.
Maırambek Kyzy, L. (2022). Rus Türkologlarına Göre Güneybatı (Oğuz) Türk Lehçelerinde Tasarlama Kipleri. Uluslararası Türk Lehçe Araştırmaları Dergisi (TÜRKLAD) . 6 (2), 429-445.
Oktay, A. (2014). -mAlI Ekinin Morfosentaksı Bilgisayar Derlem Bazlı Araştırma. Hikmet, XII,
Sayı 24, 2.
Oruç Aslan, B. (2011). “Türkçede Gereklilik Kipi”. ICANAS 38 (Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi), 1245-1261.
Özmen, M. (2003). Gerek, Gerekmek ve Gereklilik Çekimi. Mustafa Canpolat Armağanı. Ata, A.,
Ölmez, M. Ankara.
Vardar, B. (1998). Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü. İstanbul: ABC Yayınları.
EŞİTLİK Mİ AŞIRILIK MI? GİBİ VE
KADAR EDATLARININ DERECE
YÜKSELTMEDEKİ ROLÜ ÜZERİNE1
Doç. Dr. Aslıhan DİNÇER, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-2055-1809
1
Türkçede sıfatların derecelendirilmesi eşitlik, üstünlük, aşırılık ve en üstünlük
olmak üzere dört alt türde ele alınır. Bunlardan eşitlik derecesi, en az iki öge arasındaki nitelik veya niceliğin eşit ölçüde olduğunu göstermek üzere başvurulan
karşılaştırma yolunu bildirir. Ancak karşılaştırma ögeleri, her zaman birbiriyle
tamamen örtüşmek zorunda değildir. İki öge bazı açılardan, yani kısmî kimlikte
de örtüşüyorsa eşitlikten söz edilebilir. Örneğin iki kişinin boyca eşit olduğuna
yapılan bir atıf, tamamen aynı ölçüye gönderme yapmayabilir. Çünkü o sınırın
çevresinde olmak da eşitlik bildirebilir. Buna göre söz gelimi taraflardan birinin
175, diğerinin 180 cm. olması, ikisi arasında bir eşitlik olduğunu var saymaya engel olmaz.2
Gibi ve kadar edatları, Türkçede eşitlik derecesini kurmanın en yaygın belirleyicileri arasında bulunur ve gibi edatı daha çok benzerlik, kadar edatı ise ölçü/
miktar3 temelli karşılaştırmalar oluşturur. Örneğin,
1a. Şu ev de bu ev kadar küçük.
1b. Benim kardeşim de senin gibi iyi bir yüzücü.
Bu iki karşılaştırma, gerçek dünya bilgisine dayalı iki olası karşılaştırmaya atıf
yapmaktadır. 1a’ da iki evin küçüklüğü, 1b’ de ise iki kişinin yüzücülük becerisi,
eşitlik derecesinde birbiriyle ilişkilendirilmiştir.
1
2
3
Bu yazı, I. Uluslararası Türk Kültürü Sempozyumunda sunulan; ancak yayımlanmamış olan sözlü bildiriden genişletilmiştir.
Örneğin Sen de kardeşin kadar uzunsun diyen bir kişi, ikisinin boyunu bir ölçü aletiyle
ölçmeden veya bu konuda bir ön bilgiye sahip olmadan, yaklaşık olarak aynı uzunluğu
gördüğü için de bu cümleyi kurabilir.
Kadar’ın nicelikçe karşılaştırmalar yaptığına dair bir hükme varmak için doğalarında ölçü
bulunan büyük, küçük, iri, ufak, dar, geniş gibi BOYUT sıfatlarının veya az, çok ile bunların
yakın anlamlılarından oluşan MİKTAR sıfatlarının eşdizim profillerine bakmak bir ölçüde fikir verebilir. Örneğin küçük sıfatına bu açıdan bakıldığında daha çok kadar edatıyla
eşdizim oluşturduğu görülmektedir: avuç içi kadar, bacak kadar, bit kadar, el kadar, kaşık
kadar, mercimek kadar, parmak kadar, tırnak kadar, yüksük kadar, zerre kadar (bk. TS).
168 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Ancak metaforik ve benzetmeli karşılaştırmalar söz konusu olduğunda durum her zaman bu kadar açık değildir; çünkü bunların gerçek karşılaştırmalardan
farklı bir doğası vardır. Yorumlanmaları, bir tür gizli kavrama yeteneği gerektirir.
Bu nedenle de bunlar gerçek karşılaştırmalardan farklı olarak derece değiştirmede
dolaylı davranırlar. Örneğin,
2a. Bakışların güneş kadar sıcak.
2b. Annemi ikna etmek, tereyağından kıl çeker gibi kolay oldu.
Bu iki cümle, öncekiler gibi iki açık karşılaştırma örneği sunmamaktadır.
Çünkü eşitlik formunda kurulmuş olmalarına rağmen bu cümlelerin ikisi de gerçekte eşitliğe değil, aşırılık derecesine işaret etmektedir. 2a’da bakışın sıcaklığı, güneşin sıcaklık derecesine yaklaştırılmakta; böylece güneşin yüksek sıcaklığı bakışa
uyarlanarak çıkarımsal ve örtük bir yolla bakışın da çok sıcak olduğu ima edilmektedir. Oysa gerçekte bakışın güneş kadar sıcak olması mümkün değildir.
Aynı şekilde 2b’de de anneyi ikna etme işinin kolaylık derecesi, “tereyağından
kıl çekmek” biçiminde kurgulanan zahmetsiz, basit, hızlı bir eylemin derecesi ile
özdeşleştirilmekte ve böylece “çok kolay”, “aşırı kolay” demek yerine derecelendirme, “tereyağından kıl çeker gibi” benzetmesi ile yapılmaktadır. Ancak gerçekte anneyi ikna etme işinin de tereyağından kıl çekme işiyle örtüşen hiçbir tarafı yoktur.
Her iki cümlede de esas olan ortak yön, karşılaştırma parametresinde aşağıda
olan iki ögenin, bulundukları noktadan çok daha uç derecelere yükseltilmesidir.
Bu durum da eşitlikle çelişen bir durumdur. Çünkü eşitlik derecesinde herhangi
iki öge, bir karşılaştırma parametresinin eş ya da göreceli olarak eş sayılabilecek
iki noktasında konumlanır. Yani bu tür derecelendirmelerde karşılaştırmaya konu
olan A kutbu ile B kutbu, üzerinde yer aldıkları anlamsal boyutun denk noktalarını işgal ederler. Bu açıdan ilgili cümlelere tekrar bakılırsa 2a’daki parametrenin
“sıcaklık” olduğu ve “bakışlar”daki sıcaklık derecesinin “güneş”tekine yaklaştırıldığı veya onun derecesine benzetildiği görülmektedir. Ancak “güneş” kutbu, gerçek
anlamda sıcaklık ölçeğinde aşırı bir noktayı temsil ederken “bakış”ın gerçek anlamda bir ısısı bile yoktur ve zaten tek başına bu gerçek durum ilgisinden hareketle
de iki kutbun birbirine eşit olmadığını söylemek mümkündür. 2b cümlesindeki
karşılaştırma parametresini ise “kolaylık” oluşturmakta ve burada da “anneyi ikna
etme” eyleminin kolaylığı, “tereyağından kıl çekme” eyleminin kolaylık derecesine yaklaştırılmaktadır. Ancak ölçüşen bu işler içinden “tereyağından kıl çekmek”,
kültürel bir arka plana da bağlı olarak kolaylıkta uç bir noktaya gönderme yapmaktadır ve konuşur, burada da esasen bir şeyi içsel anlamında aşırılık bulunan
başka bir şeyin derecesi ile eşitlememektedir. Çünkü benzetileni temsil eden bu
kutbun da derece ölçeğindeki yeri uçta bir noktadır ve aslında yapılan şey, derecesi
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 169
aşağıda olan veya somut olarak hiç derecesi bulunmayan bir kutbu bu uç noktaya yükseltmektir. Yani zayıfın derecesini güçlüye yaklaştırmaktır. Dolayısıyla bu
cümlelerin her ikisi de göründüklerinin aksine eşitlik değil, aşırılık bildirmektedir.
Bu da temel olarak anlamı yoğunlaştırma isteğinden veya abartma eğiliminden
kaynaklanmaktadır.
Konunun bu yönü göz ardı edildiği için ilgili yayınlarda da gerçek durumu
ortaya koyan tanıkların sunulmadığı; yalnızca söz dizimsel kuruluşlara bakılarak
örtük anlamların dikkatten kaçırıldığı; dolayısıyla da benzetmeli yapıların veya
gerçek dışı karşılaştırmaların farklı bir bakış açısıyla değerlendirilmediği görülmektedir. Örneğin Korkmaz’ın (2009, s. 371) “eşitlik derecesi” bahsinde verdiği
ateş gibi sıcak, balık gibi kaypak, buz gibi soğuk, odun gibi kaba, taş gibi sert, çocuklar gibi şen, pırlanta gibi pırıltılı; kuş kadar hafif, cinayet kadar kırmızı, ateş kadar
yakıcı tanıklarıyla sıfat unsurları düşürülmüş olan Sure-i Fetih gibi, dev gibi, saray
gibi, nar gibi4 tanıkları, konuyu destekleyen veriler değildir. Çünkü sıfat unsurunu derecelendiren gibi veya kadar edatlı bu öbeklerin tamamı, kısaca çok zarfının
yerine kullanılan, yani “çok sıcak”, “çok kaypak”, “çok soğuk”, “çok kaba”, “çok sert”
vs. anlamına karşılık gelen, dolayısıyla da eşitlik değil; aşırılık bildirmek için başvurulan ve olası seçenekleri neredeyse sınırsız olan benzetmelerdir.
Banguoğlu (1974, s. 346) da eşitlik derecesinde kadar edatının miktar, gibi
edatının nitelikçe karşılaştırmalar yaptığını belirttikten sonra konuyu açıklamak
için Yurdumuz cennet kadar güzeldir ve Yurdumuz cennet gibi güzeldir örneklerini tanık göstermektedir. Ancak birisi cennet miktarınca, diğeri cennet niteliğince
güzellik ölçüsü bildirmesine rağmen bu kuruluşların her ikisi de gerçekte eşitlik
değil, aşırılık bildirmektedir. Zira her iki bağlamda da kastedilen anlam “çok güzel” derecesidir.
Gencan (1979, s. 429) da Banguoğlu’nun kullandığı bu örneği aynıyla kullanmakta ve buna melek kadar uslu, Türk kadar güçlü, tüy kadar hafif örneklerini de
4
Sıfatların derecelendirilmesi bahsinde yer almasına rağmen bu dört örnek, bir sıfatın derecesini değiştirecek bağlamlarda değil, bir ismin önünde kullanılmıştır: Sure-i Fetih gibi
kadın, dev gibi bir ordu, saray gibi bir konak, nar gibi mangal. Bu tür tanıklar, derecelendirilen sözcük türünün isim olduğu yanılgısına neden olmaktadır. Bu nedenle de ilgili
örneklerin aslında Sure-i Fetih gibi (güzel) kadın, dev gibi (büyük/kalabalık) bir ordu, saray gibi (büyük/ihtişamlı/güzel) bir konak, nar gibi (sıcak) mangal biçiminden kısaldıkları
veya eksildiklerini vurgulamak gerekir. Zira isimlerin gerçekte derecelenip derecelenemedikleri de ilgili literatürde çok tartışılmaktadır. Örneğin konuyla ilgili önemli birçok
çalışması bulunan Méndez-Naya (2008) tipik olarak ancak sıfatların, zarfların ve fiillerin
derecelerinin değiştirilebileceğine vurgu yapmaktadır. Doetjes (2008), tersine görüşler de
belirtmekle beraber söz gelimi çok fazla çorba ifadesine bakılarak bunun “yüksek derecede
çorba” anlamında yorumlanamayacağını, yalnızca miktara bir gönderme olduğunu hatırlatmaktadır.
170 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
eklemektedir. Ancak bunlar da sırasıyla “çok uslu”, “çok güçlü”, “çok hafif ” anlamlarına gelen kuruluşlardır.
Ediskun (1999, s. 281) ise konuyu “eşitlik zarfları” alt başlığında ele alarak
eşitlik bildirmeyen minare kadar uzun (kavak), sirke gibi ekşi (erik), Türk gibi kuvvetli (pehlivan), fil gibi iri örneklerini vermektedir. Bu veriler de gerçekte çok uzun
kavak, çok ekşi erik, çok kuvvetli pehlivan, çok iri demenin alternatif yolları arasında bulunmaktadır.
Benzer örneklere başka çalışmalarda da sıklıkla rastlanmaktadır; ancak burada bunların sayısını artırmanın ayrı bir önemi yoktur. Daha önce de ifade edildiği gibi bu tür yapıların ortak noktalarından birisi, kendisine benzetilen unsurun
(veya kaynak alanın), ilgili derece ölçeğinin uç noktasında yerleşik olmasıdır. İkinci bir ortak nokta ise bunların anlamsal ögeler olmakla birlikte esasında işlevsel
birer öge görevi görmeleri, yani gramatikal bir rol üstlenmeleridir. Sözü edilen
bu işlev ya da gramatikal rol, kurulan benzetmelerin derece zarfı olarak hareket
etmeleridir. Örneğin sıcak sıfatı basitçe çok, pek, aşırı, fazla(sıyla), büyük ölçüde,
inanılmaz, korkunç5 sözcükleri ile de hamam gibi, fırın gibi, cehennem gibi, ateş
gibi benzetmeleriyle de aşırılık derecesine getirilebilir. Hatta bu, gibi ve kadar edatlarından vazgeçilerek de yapılabilir. Örneğin aşağıdaki kullanımların her ikisi de
sıcaklık ölçeğinde aşırılık bildirmek üzere seçilebilir:
3a. İçerisi hamam gibi.
3b. İçerisi hamam.
Bu iki cümle arasındaki temel fark, birinin iddiasının diğerinden daha güçlü
olmasıdır. Çünkü 3a’daki gibi edatı, benzerlik vurgusunu ortadan kaldırmazken
3b cümlesi, birebir örtüşme görünümü taşımaktadır. Yani gibi edatının varlığı
her açıdan değil, bazı açılardan benzerlik ya da yaklaşıklık anlamına gelirken gibi
kullanılmadığında benzeyen (içeri) ile benzetilen (hamam) konumunun üyeleri,
bütün özellikleriyle özdeş sayılmaktadır. Zaten metaforların yaptığı şey de tam
olarak bir şeyin başka bir şeyin “yerine geçme”sidir. Ancak söz konusu özdeşlik
veya diğerinin yerine geçme, bu ve benzeri bağlamlarda yine de eşitlik derecesine
karşılık gelmez. Çünkü bu kullanımların her ikisi de anlamı yoğunlaştırma işlevi
taşımaktadır; dolayısıyla her ikisi de kendi anlamlarıyla değil, gramatikal anlamlarıyla hareket etmektedir. Bu nedenle içerisinin hamam gibi olduğunu söylemek
de hamam olduğunu söylemek de çok sıcak olduğu sonucunu değiştirmemektedir.
Buradaki kilit nokta, hamamın sıcaklık açısından beraberinde getirdiği aşırılık anlamıdır. Yani “çok sıcak” olma, hamam kavram alanının içsel bir özelliğidir;
bu anlam, herhangi bir görevli öge ile sağlanıyor değildir. Bu nedenle de ister gibi
5
Aşırılık bildiren bir sıfatın derece zarfı olarak kullanılması hakkında bk. Dinçer 2022.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 171
ve kadar edatlarıyla, ister eşitlik derecesinin başka bir işaretleyicisiyle kombine
edilsin sözlüksel aşırılığı baskın geldiği için bu kavram, eşitlik derecesine yaklaşmamakta; başka bir ifadeyle derecelendirmedeki rolü geçersiz hâle gelmektedir.
Hatta eşitlik kategorisinin tetikleyici ögeleri arasında sayılabilecek tıpkı, tıpatıp,
aynı, resmen sözcükleri ile kullanılsa da durum değişmemektedir. Örneğin aşağıdaki cümleler bu yönüyle birbirinden farklı karakterler sergilemektedir:
4a. İçerisi tıpkı hamam gibi sıcaktı.
4b. Ben de tıpkı senin bu yaşadığın gibi kötü bir kaza geçirmiştim.
4a’da tıpkı hamam gibi öbeğinin derece zarfı olarak karşılığı yine “çok”tur. Ancak 4b’de tıpkı senin bu yaşadığın gibi öbeğinin “çok” derecesine karşılık geldiği
kolayca iddia edilemez. Çünkü burada sıcaklık ölçeğinde konumlanan “hamam”
benzetmesi gibi açık bir aşırılık veya abartı anlamı dikkati çekmemektedir. Bu
cümlede sezdirimsel olarak var olan “benim yaşadığım kaza” ile “senin yaşadığın
kaza”, “kötülük” ölçeğinde birbirine yakın veya eşdeğer görülmektedir.
Benzetilen kutbun beraberinde getirdiği içsel aşırılık anlamı, yukarıda ifade edildiği gibi başka eşitlik yolları söz konusu olduğunda da değişmemektedir.
Örneğin yine Korkmaz (1992, s. 56) tarafından +CA eki ile sağlanan eşitlik derecesine yazıtlar bağlamından tanık gösterilen kanıŋ subça yügürti süŋüküŋ tagça
yatdı (KT D 24): “Kanın su (göl) gibi aktı, kemiklerin dağ gibi yığıldı” cümlesi de
bu açıdan eleştiriye açıktır. Çünkü bu iki benzetmenin amacı da eşitlik bildirmek
değil; anlamı yoğunlaştırmak, etkiyi artırmaktır. Nitekim su gibi akış, eğer kan söz
konusuysa; dağ gibi bir yığın da eğer kemik söz konusuysa olağandan fazlaya gönderme yapmaktadır. Bu nedenle de ilgili cümle dizisinin örtük anlamı, “Kanın çok
aktı, kemiğin çok yığıldı”dır. Ayrıca bu iki bağlamda söz konusu olan da esasında
derecelendirme değil, miktardır ve sıfat değil, fiil tanımlanmıştır. Bu bakımdan
seçilen tanık, her şeyden önce konu için doğru bir açıklayıcı da sayılamaz.
Aksoy, yerinde bir saptamayla gibi edatlı bazı yapıların deyim veya atasözü
olarak kabul edilmemesi gerektiğini bildirmiş; hatta bunların “çok” + “sıfat” anlamına karşılık geldiğini de fark etmiştir. Ancak bunun nedeni üzerinde durmamış;
bu benzetmelerin derece bildirmedeki rolüne veya birer derece zarfı olarak işlev
gördüklerine hiç değinmemiştir:
“Kimi kavramları daha iyi belirtmek için birtakım basmakalıp ‘benzetme’lere
başvururuz. Buz gibi, ateş gibi, kömür gibi…deriz ki çok soğuk, çok sıcak, çok siyah
demektir. Atasözlerini ve deyimleri derleyen kitaplarda bu basmakalıp benzetmeler de yer almaktadır. Bilindiği üzere benzetme ilgeci olan ‘gibi’, benzetmedeki iki
‘yan’ın güçlü olmasından sonra gelir. Bunun arkasından ‘benzetme yönü’nü belirtecek olan ön ad söylenmezse ‘…gibi’ takımı, bu ön adın yerini tutar. Yani buz gibi
172 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
sözü kendisinden sonra soğuk sıfatı kullanılmasa bile ‘çok soğuk’ anlamına gelir.
Dilin her zaman tuttuğu bu yolu özel bir kuruluş ve anlatış yolu sayıp bu gibi ‘benzetme’leri deyimler ya da atasözleri arasında göstermeyi biz uygun görmüyoruz.”
(1988, s. 46).
Aksoy’un “basmakalıp benzetmeler” olarak nitelediği bu türden ögeler, aslında sözlüksel birim hâline gelmiş ögelerdir. Bunlardan yalnız Türkçe Sözlük’te yer
alan ve doğrudan doğruya “çok X” karşılığı verilen gibili benzetmelerin sayısı hiç
de az değildir. Üstelik bu verilerin doğrudan doğruya “çok X” olarak tanımlanmaları da zaten aşırılık derecesinde yorumlandıklarının bir göstergesidir:
ada gibi “pek büyük”, ateş gibi “çok sıcak”, bal gibi “pek tatlı”, banka gibi “çok
zengin kimse”, bebek gibi “çok güzel kadın”, biber gibi “çok acı”, boğa gibi “çok güçlü
görünen, vücudu iyi gelişmiş delikanlı”, buz gibi “çok soğuk”, abanoz gibi “çok sert”,
ahu gibi “çok güzel, çekici”, balyoz gibi “çok ağır, ezici kol veya yumruk”, beton gibi
“çok sağlam, dayanıklı, sert”, billur gibi “çok duru, çok temiz su”, “çok beyaz ve
pürüzsüz kol, gerdan, göğüs”, bora gibi “çok sert, öfkeli, şiddetli”, dağ (dağlar) gibi
“çok büyük, çok iri, çok güçlü”, demir gibi ”çok sağlam”, “çok güçlü, çok kuvvetli”,
faraş gibi (kadar) “çok büyük veya çok geniş açılan ağız”, fırın gibi “çok sıcak yer”,
fıstık gibi “çok güzel”, fil gibi “çok yemek yiyen kimse”, “çok şişman kimse”, gülle gibi
“çok ağır”, hamam gibi “pek sıcak”, han gibi “gereğinden çok geniş olan yer”, hoşaf
gibi “çok yorgun”, huri gibi “çok güzel, genç kadın”, ilah gibi “çok yakışıklı erkek”,
iskelet gibi “çok zayıf ”, jilet gibi “çok keskin”, kale gibi “çok büyük, çok sağlam yapı”,
kaya gibi “çok sağlam”, cehennem gibi “çok sıcak”, cübbe gibi “çok geniş ve uzun
giysi”, çırpı gibi “çok ince, çok zayıf kol ve bacak”, çivi gibi “çok sağlam ve çevik
kimse”, “çok soğuk”, çöp gibi “çok ince, zayıf ”, derya gibi “çok bilgili”, “pek çok”,
duba gibi “çok şişman”, düdük gibi “çok dar, daracık giysi”, elmas gibi “çok iyi, çok
değerli”, fıçı gibi “kısa boylu ve çok şişman”, fitil gibi “çok sarhoş, gül gibi “çok iyi,
çok güzel”, halvet gibi “çok sıcak yer, oda”, hangar gibi “çok büyük ve geniş yer”,
hamur gibi “çok pişmiş, bulamaç durumuna gelen yiyecek”, heykel gibi “çok güzel,
kadın”, ilik gibi “çok lezzetli, genellikle et için iyi pişmiş”, “çok güzel, istek uyandıran kadın veya kız”, ipek gibi “çok ince, parlak ve yumuşak”, izbandut gibi “çok iri,
cüsseli”, kadana gibi “iri yarı kadın”, kerpiç gibi “çok sert ve kuru”, kına gibi “çok
ince toz durumundaki şey”, kız gibi “çok güzel ve yeni”, kinin gibi “çok acı”, köpek
gibi “çok yaltaklanan”, kuş gibi “çok hafif ”, kuyu gibi “çok derin yer”, kuzgun gibi
“çok kara, çok koyu”, kuzu gibi “çok uysal”, kütük gibi “çok şişmiş”, “çok sarhoş”, leş
gibi “çok pis yer”, makine gibi “çok çabuk, art arda, aynı biçimde olan veya yapılan”,
manda gibi “çok iri ve hantal”, minare gibi “çok uzun”, mumya gibi “çok zayıf ve
renksiz kimse”, muşamba gibi “çok kirlenmiş çamaşır, kumaş, örtü vb.”, pamuk gibi
“çok yumuşak”, pelte gibi “çok gevşek”, “çok yorgun”, peri gibi “çok güzel”, pırlanta
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 173
gibi “çok iyi nitelikleri olan, değerli, saf, temiz”, pire gibi “çevik, çok hareketli, yerinde duramayan”, pufla gibi “çok yumuşak ve kabarık”, sakız gibi “çok temiz, çok
beyaz”, salapurya gibi “çok büyük olan veya ayağa büyük gelen ayakkabı”, sap gibi
“çok ince”, sülük gibi “çok sırnaşık, yapışkan kimse”, süt gibi “çok beyaz, çok temiz”,
şalvar gibi “çok bol pantolon”, şeker gibi “çok sevimli, güzel”, şeytan gibi “çok zeki
ve kurnaz”, şimşek gibi “çok hızlı”, tas gibi “çok düz, açık”, tasvir gibi “çok güzel
kimse”, taş gibi “çok sert, çok katı”, “çok sağlam”, tazı gibi “çok zayıf ve ince kemikli
kimse”, “çok hızlı kimse”, tüy gibi “çok hafif ”, yay gibi “çok gergin”, zar gibi “çok ince,
saydam”, zehir gibi “çok acı”, “çok soğuk hava”, “çok becerikli, usta”, zift gibi “çok acı”
Ancak derece yükseltmek amacıyla kullanılan benzetmeler sözlükselleşmiş,
işlevsel olarak kullanıldığında ise gramerleşmiş olan yukarıdaki basmakalıp ögelerden ibaret değildir. Hatta belki daha büyük bir kısmı öyle değildir. Çünkü benzetmelerin ihtiyaca göre anlık olarak neredeyse sınırsız oranda üretilebilecek bir
doğası da bulunmaktadır. Dolayısıyla da bu dinamik yapıları gereği aynı görevi
görmek üzere oluşturulan benzetmeler içinde basmakalıp olmayan çok sayıda tanığa da rastlanmaktadır. Örneğin aşağıdaki cümlelerde geçen derece ifadelerinin
basmakalıp benzetmelerden oluştuğu söylenemez:
5a. Günler bir olimpiyat maratoncusu gibi hızlı geçiyor.
5b. Annem o gün durgun bir göl kadar sakindi.
5a’da bir olimpiyat maratoncusunun hızlı koştuğu ile ilgili genel dünya bilgisinden yola çıkılarak yapılan benzetme, hızlı sıfatının aşırılık derecesinde kodlanmasına imkân tanımaktadır. 5b’de ise durgun bir göldeki sakinlik tablosunun
insan tabiatındaki sakinliğe uyarlanması, aşırılık anlamını vermek için uygun bir
eşleşme sağlamaktadır. Böylece bir olimpiyat maratoncusu gibi hızlı öbeği “çok hızlı”, durgun bir göl kadar sakin öbeği ise “çok sakin” anlamını verebilmektedir.
Derece bildirme rolü üstlenen “basmakalıp benzetmelerin” bir özelliği de
bunların eşdizim profillerinin geniş olmasıdır. Örneğin kömür gibi benzetmesi,
“çok siyah, simsiyah” anlamıyla göze, saça, yemeğe, hatta somut bir kavram olmamasına rağmen vicdana da uyarlanabilmektedir: kömür gibi göz, kömür gibi saç,
kömür gibi pide, kömür gibi vicdan.
Daha önce de ifade edildiği gibi aşırılığı sözlüksel anlamından gelen benzetme unsurları içinde gibi veya başka bir işlevsel ögenin, derece bildirmek açısından
belirleyici bir rolü yoktur. Bu nedenle kömür göz denilse de kömür gibi göz denilse
de kastedilen siyah rengin yoğunluğu, her iki durumda da “çok siyah”tır. Ancak
kadar edatı, bu bağlamda gibi’den farklı bir karakter sergileyerek derecelendirmede bazen çok belirleyici roller üstlenebilmektedir. Çünkü onun sağladığı aşırılık,
çoğu durumda da sınır bildiren anlamından gelmektedir. Örneğin,
174 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
6a. İçinden çıkılması zor soruları anında cevaplayacak kadar hazırcevap bir
çocuktu.
6b. Yemek yemeye bile fırsat bulamayacak kadar meşgul biriyim.
6c. Kendisinden hiç görmediğim kadar sıcak bir karşılama ile beni ağırladı.
Bu cümlelerdeki aşırılıklar, nitelenen sıfatların kritik bir sınırına değinmekten kaynaklanmaktadır. 6a’da hazırcevap sıfatının, içinden çıkılması zor soruları
anında cevaplayacak kadar sınırında tanımlanması, “çok hazırcevap” demek yerine bir alternatif olarak kullanılmıştır. 6b’de yemek yemeye bile fırsat bulamayacak
kadar sınırına taşınan meşguliyet, en temel ihtiyaçlardan vazgeçmenin yarattığı
olağan dışılık açısından “çok meşgul” anlamına karşılık gelmiştir. 6c’de ise bütün
zamanların karşılaştırılmasına dayanan duygusal bir sıcaklık derecesi, gelinen
noktada en son sınırda görüldüğü için “aşırı sıcak bir karşılama” anlamı, kendisinden hiç görmediğim kadar sıcak öbeği ile sağlanmıştır.
Kadar edatının son sınıra vurgu yapmaktan kaynaklanan bu aşırılık anlamının sözlükselleşen bazı kullanımları da bulunmaktadır. Örneğin ağzına kadar, boğazına kadar, dibine kadar, gırtlağına kadar, iliğine/iliklerine kadar, sapına kadar,
dünyalar kadar, yerden göğe kadar kalıp ifadeleri, doğrudan doğruya “çok” anlamında kullanılmaktadır.
Ancak kadar edatının mekânda, zamanda, kişide, nesnede veya kavramda
son sınıra vurgu yapması; her zaman aşırılık derecesine gönderme yapmayabilir.
Çünkü kadar, bazı durumlarda üstünlük veya en üstünlük derecesini de ima edebilir ve bu durumlarda gibi edatı da aynı rolü üstlenebilir:
7a. Senin kadar deli birini görmedim.
7b. Senin gibi deli birini görmedim.
Bu iki cümle, potansiyel olarak “Senden daha deli birini görmedim”, “En delisi sensin” anlamlarını da içermektedir. Çünkü sen, konuşurun bakış açısından deli
vasfında son nokta olarak görülmektedir.
Kadar edatının en üstünlük derecesine yaptığı bir gönderme de -mAk kadar
birleşik yapısında dikkati çekmektedir. En üstünlüğün bu görünümünü müstakil
olarak ele alan Sebzecioğlu ve Aksakallı (2017, s. 769), isabetli bir bakışla bu kullanımın bağlam bağımlı olduğu ve gerçek dünyayı değil; konuşurun öznel tutumunu yansıttığı saptamasında bulunmaktadır. Örneğin,
8a. Dünyada bu evi temizlemek kadar zor bir iş yoktur.
8b. İstanbul’da büyümek kadar büyük bir nimet olamaz (Sebzecioğlu; Aksakallı, 2017, s. 773)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 175
cümlelerinden ilki, dünyadaki en zor işin bu evi temizlemek olduğunu iddia ederek zor sıfatının derecesini en üstünlüğe çıkarmaktadır. Ancak bu hükmün, gerçek
dünyada karşılığı yoktur. Söz konusu sınırı çizen, konuşurun kişisel bakış açısıdır.
Aynı şekilde İstanbul’da büyümenin en büyük nimet olarak görülmesi de yine konuşura ait bakış açısı ile yapılan bir derecelendirmedir ve yine her iki durumda
da söz konusu olan eşitlik derecesi değildir. Dolayısıyla gibi, kadar veya başka bir
edatın derece bildirmedeki rolünü doğru belirlemek için yalnız görünen anlamları
değil, kastedilen örtük anlamları da dikkate almak önemlidir.
Sonuç
Türkiye Türkçesinde sıfatların eşitlik derecesi, genellikle gibi ve kadar edatlarıyla; zaman zaman da bunların anlamdaş türevleriyle kurulmaktadır. Doğal olarak konunun çerçevesi de bu edatları içeren tanıklarla çizilmektedir. Ancak gerçek
karşılaştırmalarla gerçek dışı olanlar veya abartma niyetiyle yapılan benzetmeler
arasında bir fark gözetilmediği için ilgili literatürde çoğunlukla yanlış belirlemelerde bulunulduğu görülmektedir. Örneğin bu bağlamda dikkati çeken ateş gibi
sıcak, buz gibi soğuk, taş gibi sert, mercimek kadar küçük, Karun kadar zengin gibi
karşılaştırma esaslı benzetmelerin çoğu, aslında eşitlik derecesine atıf yapmamaktadır. Çünkü bu yolla yapılan şey, nitelik veya nicelik açısından bir şeyi bir şeye
benzeterek anlamı yoğunlaştırmaktır. Buna göre de sıfat unsurunun bazen gerçek
dünya bilgisine, bazen konuşurun öznel tutumuna bağlı bir aşırı uç kutup elemanı
ile karşı karşıya getirilmesi, iki düzeyi birbiriyle sadece görünüşte eşitlemektedir.
Gerçekte ise sıfat ve ona bağlı olan isim unsurları, aşırı bir kutba yaklaştırılmaktadır. Örneğin güzel için yapılan bebek gibi, peri gibi, çiçek gibi, keklik gibi, fıstık gibi,
manken gibi, huri gibi, ahu gibi, tasvir gibi, bir içim su gibi, ay parçası gibi nitelemeleri, ölçüye konu olan ismin güzellik derecesini yükseltmek için kullanılmaktadır.
Bu bakımdan Senin kadar zengin ile Karun kadar zengin arasında; Şu sekreter gibi
hızlı konuşuyorsun ile Makineli tüfek gibi (hızlı) konuşuyorsun arasında farklı dereceler olduğunu belirtmek gerekir. Zira iki kişinin zenginlik derecesi ve konuşma
hızı, her ayrıntısıyla olmasa da birbiriyle eşit düzeyde olabilir. Ancak abartmaya
dayalı bir benzetme olan Karun, “zenginlik” ölçeğinin; makineli tüfek ise “hız” ölçeğinin aşırı kutbunda yerleşik olan ögelerdir. Bu nedenle de ilki “çok zengin”, diğeri “çok hızlı” anlamına karşılık gelen benzetmelerdendir. Buna göre de konuşur,
bir şeyi içsel anlamında aşırılık bulunan bir başka şeye benzetirken aslında onun
derecesini eşitlemiş değil, yükseltmiş olmaktadır. Zaten konuşur daha çok anlamı
güçlendirmek, yoğunlaştırmak isteğiyle bu tür ifadelere başvurmaktadır. Dolayısıyla da konunun ele alınışında bağlamsal faktörlerin ve örtük anlamların mutlaka
göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
176 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kaynaklar
Aksoy, Ö. A. (1998). Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1. İnkılap Kitabevi.
Banguoğlu, T. (1974). Türkçenin Grameri. Baha Matbaası.
Dinçer, A. (2021). Karşıtlık. Nedir Ne Değildir. Grafiker Yayınları.
Doetjes, J. (2008). “Adjectives and degree modification”. Adjectives and adverbs: Syntax, Semantics, and Discourse (ed. L. McNally and C. Kennedy). Oxford University Press.
Ediskun, H. (1999). Türk Dilbilgisi. Remzi Kitabevi.
Gencan, T. N. (1979). Dilbilgisi. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Korkmaz, Z. (1992). Gramer Terimleri Sözlüğü. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Korkmaz, Z. (2009). Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi). Türk Dil Kurumu Yayınları.
Méndez-Naya, B. (2008). “On the History of downright”. English Language and Linguistics 12/
2: 267-287.
Sebzecioğlu, T.; Aksakallı, M. (2017). “{-mAk kadar} Ulacının En Üstünlük Derecesi Bakımından İşlevi”. İJLET. 5/3: 768-776.
TS: Türk Dil Kurumu (1998). Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu Yayınları.
TARİHSEL DİYALEKTOLOJİ VE
CODEX CUMANICUS1
Doç. Dr. Serpil ERSÖZ, Manisa Celal Bayar Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-9700-3747
Giriş1
Bu araştırma tarihsel diyalektoloji alanı ile ilgilidir. Tarihsel diyalektoloji, herhangi bir dilin tarihî dönemlerine ait diyalektoloji bilgisini keşfetmeyi ve diyalektolojik yapıyı açıklamayı amaçlayan bir alandır. Bunu da yalnızca yazılı belgeler
üzerinden yapar (Fleischman, 2000, s.34). Tarihî eserlerdeki diyalektolojik unsurlar ses bilgisi, şekil bilgisi, sözvarlığı veya cümle düzeylerinde tespit edilebilir.
Bu bağlamda elinizdeki çalışmada, Codex Cumanicus’un dilindeki diyalektoloji malzemesinin ortaya çıkarılması hedeflenmiştir. Kumanların El Kitabı anlamına gelen Codex Cumanicus (=CC), 14. yy’da Kıpçak Türkçesiyle yazılmış bir
eserdir. Kıpçak Türkçesiyle yazılmış olmasına rağmen, içinde pek çok Oğuzca
unsur barındırdığı da bilinmektedir. Çalışmanın temel amacı bu eserdeki Oğuz
ve Kıpçak gibi gruplardaki diyalektolojik göstergelerin belirlenmesidir. Diğer bir
amaç da CC dilindeki diyalektolojik unsurların bugünkü Türk lehçelerindeki dağılım düzenini ortaya koymaktır.
Ancak tüm bunlar yalnızca sözvarlığı düzeyi ile sınırlandırılmıştır. Anılan
eserdeki sözvarlığı malzemesi hem art zamanlı hem de eş zamanlı bir yöntemle
karşılaştırmalı olarak incelenmiş ve eldeki verilerin hangi ağız gruplarına ait olabileceği tahmin edilmiştir.
Araştırma kapsamında öncelikle CC’deki diyalektolojik unsur olma ihtimali
bulunan sözcükler tespit edilmiştir. Bu ihtimaller ise şöyle belirlenmiştir:
CC içerisindeki sözler, eserin yazılış amacına uygun olarak, Latince, Farsça ya
da Almanca karşılıkları ile verilmiştir. Ancak bazen Latince, Farsça veya Almanca sözcüklerin karşılığında iki ya da daha fazla Türkçe kelime yazılmıştır. Burada
farklı Türkçe kelimelerin yer alması ancak iki farklı şekilde açıklanabilir:
1) Latince, Farsça veya Almanca kelimelerin karşılığını daha iyi açıklama çabasıyla Türkçe eş ya da yakın anlamlı kelimeler birlikte verilmiş olabilir. Yahut da
aynı kavram alanına giren ve birbirini açıklayan sözcükler bir arada sıralanmış
olabilir. Örneğin bir yerde yaşamak için “yerleşmek” eylemi tur- ve kal- gibi yakın
anlamlı iki kelimeyle açıklanmış olabilir.
1
Bu çalışma Manisa Celal Bayar Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon
Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje Numarası: 2019-128.
178 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
2) Belirtilen Latince, Farsça veya Almanca kelimelerin karşılığında farklı
ağızlara ait farklı kelimelerin var olduğu bilgisi bu ağızlara ait kelimelerin de sözlüğe girmesine sebep olmuş olabilir: okşa- : benze- gibi.
Bu iki durumda yalnızca ikinci maddeye dahil olan sözcükler diyalektolojik
unsur olarak değerlendirilmiştir.
Listeye böylece dahil edilen maddelerin gerçek birer diyalektolojik gösterge
olup olmadıkları, tarihî ve günümüz Türk lehçe sözlüklerinin yardımıyla belirlenmeye çalışılmıştır. CC’de diyalektolojik gösterge olduğu düşünülen sözcükler,
önce diğer tarihî dönemler içerisinde, sonra da modern lehçelerde araştırılmıştır.
Modern lehçelerdeki veriler, tarihî dönemlerdeki verileri desteklediği zaman ilgili
unsur gerçek bir diyalektolojik gösterge olarak alınmıştır. Ancak modern lehçelerle desteklenemedikleri durumlar da olmuştur. Bu durumda, araştırma kapsamına
alınan sözcükler tamamen silinmemiş, onun yerine ispatlanamamış olan bu sözcükler, “Codex Cumanicus’ta Muhtemel Diyalektolojik Unsurlar” başlığıyla çalışmanın sonunda listelenmiştir. Böylelikle, olası yanlış değerlendirmelerin önüne
geçilmeye çalışılmıştır. Ayrıca bu liste, konuyla ilgili yapılacak sonraki çalışmalar
için de faydalı olabilecek niteliktedir.
Bu çalışma, CC’nin daha önce tarihsel diyalektoloji bağlamında ele alınmamış olması bakımından özgün bir nitelik taşımaktadır. Eserin bu bağlamda ele
alınması aynı zamanda o dönemde var olan diyalektler ve diyalekt ilişkileri ile
ilgili bilgi verme potansiyeli bakımından da önemlidir. Kıpçak sahasında yazılan
CC’nin yoğun bir şekilde Oğuzca özellikler barındırması, bu eserin tarihsel diyalektoloji bağlamında ele alınmasını daha da çekici hâle getirmektedir.
Tarihî eserler üzerine yapılan yayınların büyük bir kısmını transkripsiyon
ve gramer çalışmaları oluşturmaktadır. Tarihî dönemlerle ilgili diyalektoloji araştırmaları ise başlamış olmakla birlikte henüz yeteri kadar ilerlemiş değildir. Bu
bağlamda Orhun ve Eski Uygur Türkçesi dönemindeki ağızların araştırıldığı Radloff ve Malov (Korkmaz 1975), A.v. Gabain (1988), K. Röhborn (1983), Ş. Tekin
(1992), H. Şirin (2009), E. Aydın (2016) … gibi araştırmacılar tarafından yapılan
çalışmalar; Karahanlı, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçelerindeki lehçe ayrılıklarının ele alındığı O. N. Tuna (1968), Z. Kaymaz (2002), G. Gülsevin (2007), A.
Karahan (2013), F. M. Erdem Uçar (2016) … gibi araştırmacılar tarafından yapılan
yayınlar, alanla ilgili örnek çalışmalar olarak sunulabilir.
Tarihsel diyalektoloji araştırmalarının yazılı belgelere dayanılarak yapılabildiğinden bahsedilmişti. Peki bu belgeler hangi dilde yazılmıştır?
1) Araştırmaya kaynaklık eden yazılı belgeler ilgili dilde kaleme alınmış olabilir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 179
Edebî ve tarihî metinler, dinî kitaplar, hukuk vesikaları, ticarî veya bireysel
mektuplar … vb. gibi resmî olan ve olmayan her türlü belge ve metin bu grup için
kaynak eser olarak kullanılabilir.
Bir dilin standart varyantının henüz oluşmadığı veya oluşsa bile sair sebeplerle ortak yazı dilinin kullanılmadığı durumlarla karşılaşılabilmektedir. Bunun
sebepleri arasında dinî, edebî ya da ticarî kaygılar yahut da sosyal veya bireysel sebepler, standart dil dışında başka varyantların da eserlerin diline girmesine neden
olabilir. Dolayısıyla tarihî metinlerin dilinde yazarın ağız özelliklerinin yani yazıcı
ağzının izlerine rastlamak mümkündür.
Böyle durumlarda yazıcı ağzı ve okurun ağzı yani hedef kitle ağzı aynı ya da
farklı olabilir. Ancak yazıcı ağzı ve hedef kitle ağzı aynı bile olsa, eserlerin farklı coğrafyalarda farklı yazıcılar tarafından çoğaltıldığı hesaba katıldığında kopya
nüshalarda birden fazla ağız katmanının olabileceği gerçeği ile karşılaşılır.
Eserlerin hedef kitlesi, yazıcının tercih edeceği dilsel varyant konusunda etkilidir. Yazıcı köken olarak farklı bir ağız bölgesinden geliyor ancak yazdığı eser
farklı bir ağız grubundaki kitleye hitap ediyor olabilir. Bu durumda daha birinci yazıcı elinden çıkan eserde bile en az iki ağız grubu olabilir: 1) Yazıcı ağzı, 2)
Hedef kitle ağzı. Üstelik böyle eserler farklı coğraflarda farklı yazıcılar tarafından
çoğaltılmış olabilir. Çoğaltma işinde ikinci yazıcı, eseri her ne kadar bire bir kopya
etmeye çalışsa da hedef kitle, anlaşılma kaygısı, eserin yazılma amacı ya da anlık
küçük bir dalgınlık gibi farklı sebeplerle yeni kopya nüshaya farklı ağız özelliklerini ilave edebilir.2 Dolayısıyla böyle eserlerde iki veya daha fazla ağız katmanı ihtimalinden söz edilebilir: 1) Birinci yazıcı ağzı, 2) Birinci hedef kitle ağzı, 3) İkinci
yazıcı ağzı, 4) İkinci hedef kitle ağzı.
Tüm bu gerçekler dikkate alındığında tek bir kaynak esere ait olsa bile bir her
bir nüshanın ayrı ayrı incelenmesi gerekliliği ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla farklı
nüshaların bir araya getirilmesiyle oluşturulan yani tamir edilen nüshalar, tarihsel
diyalektoloji için bir anlam ifade etmezler. Ancak çok nüshalı eserler üzerinde yapılan edisyon kritik çalışmaları tarihsel diyalektoloji için kaynak olabilecek türden
çalışmalardır.
Tarihî metinler üzerinde yapılan denk çift araştırmaları da tarihsel diyalektoloji alanına dahildir. Denk çift ya da eş değer, tek bir lehçede görülen iki farklı
ağız ya da lehçenin kullandığı, yazılışı farklı olan fakat kavram alanında birbirini karşılayan kelime çiftlerine denmektedir. Bu bağlamda Gülsevin’in (2007) ve
Karahan’ın (2013) çalışmaları örnek gösterilebilir.
2
Çeşitli kopyalama stratejileri için bk. Angus McIntosh (1973), Williomson (2021).
180 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Bir milleti oluşturan boyların ya da kabilelerin geçmişteki ağız özelliklerini
belirleme üzerine odaklanan çalışmalar da tarihsel diyalektoloji alanına girer. Bu
bağlamda tarihî metinler üzerinde yapılan Oğuzca, Kıpçakça gibi etnik yapıyla
bağlantılı ağız çalışmaları (Korkmaz 1975; Gülsevin 1998, Kaymaz 2002, Kaymaz
2021, Ağca 2021 … vb.) örnek olarak gösterilebilir.
2) Araştırmaya kaynaklık eden yazılı belgeler ilgili dil dışında başka bir dilde
kaleme alınmış olabilir.
Bu alandaki çalışmaların, incelemenin yapıldığı dile ait yazılı belgeler üzerinden yürütüldüğü düşünülebilir. Ancak kimi durumlarda, bir dile ait veriler başka
dillerdeki yazılı kaynaklar arasından da çıkabilir. Diller arası karşılaştırmaların
ve açıklamaların yapıldığı sözlük veya gramer kitabı türünden eserler, tarihî kayıtlar, seyahatnameler … vb. bu gruptaki kaynaklar arasında değerlendirilebilir.
Türkçenin ilk yazılı döneminden hemen önceki dönem olan farazî İlk Türkçe
Dönemi’nde varlık gösteren örneğin Hunların diline ait dil malzemeleri, Çin tarihleri arasından çıkarılmıştır (Tekin, 1993, s.9). Türkçe dışındaki dillerden toplanan dil malzemesi ile İlk Türkçe döneminde Eski Batı Türkçesi (LİR) ve Eski Doğu
Türkçesi (ŞAZ) şeklinde iki lehçe olduğu ortaya konmuştur.
Yine benzer şekilde, Bizans kaynaklarındaki Bulgar Türkçesi etnik adları,
Tuna Bulgarlarına ait dil malzemeleri arasındadır (Ercilasun 2004: 207). Y. Kartallıoğlu tarafından incelenen Carbognano’nun Gramatica Turca adlı eseri Osmanlı
dönemi yazı dili ve konuşma dili ile ilgili önemli bilgiler vermektedir (Kartallıoğlu
2015). Bu örnekler daha da arttırılabilir.
Tarihsel Diyalektoloji Bağlamında Codex Cumanicus
Codex Cumanicus’ta; ses bilgisi, şekil bilgisi, sözcük bilgisi ve cümle bilgisi
olmak üzere dilin tüm düzeylerinde diyalektolojik gösterge olduğu düşünülen unsurlara rastlanmış ve bunlar yalnızca bir liste olarak daha önce yayınlanmıştı (Ersöz-Daşdan, 2021). Bu yazıda ise, anılan yayında belirlenen sözvarlığı unsurları,
öncelikle yeniden gözden geçirilmiş, düzenlenmiş ve sonrasında bunlar üzerinde
hem art zamanlı hem de eş zamanlı yöntemle karşılaştırmalı olarak detaylı bir
inceleme yapılmıştır.
İsimler
Abuşka : kart [(Lat. Senes, Far. Pir) : İhtiyar, yaşlı, kart.]
Bu iki sözcüğün tarihî lehçelerdeki dağılımları aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Bu tabloda abuşka ve kart sözcüklerinin dağılımları oldukça düzenli bir görünüm
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 181
arz eder. Eski Anadolu ve Osmanlı Türkçesinde abuşka sözcüğünün varlığı, bu
sözcüğün Oğuzca olabileceği yönünde önemli bir göstergedir.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
abuşka, abuşga, abuçka,
abışga, avıçga, avuçga
kart
Köktürkçe
-
_
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
-
Karahanlı Türkçesi
X (KB 1638)
X (DLT 1, 342/15)
X (KE 69v/20)
X (KE 174r/1)
X (KTS)
X (KTS)
X (ŞSL)
X (ŞSL)
Tarihî Kuzey- Harezm Türkçesi
Doğu Türkçesi Kıpçak Türkçesi
Çağatay Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Eski Anadolu Türkçesi X (TETTL)
-
Osmanlı Türkçesi
-
X (OTS)
Aşağıdaki tabloda ise günümüz lehçelerinde durumun biraz daha çeşitli olduğu görünmektedir. Aynı anlamda bugün abuşka ve kart temelli sözcüklerle beraber yaşlı ve eski ile başka kelimelerin de kullanıldığı tespit edilmiştir.
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Kıpçak Grubu
Türkiye Türkçesi
Yaşlı (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Yaşlı (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
Yaşlı (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Garrı (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Kart (KTLS)
Sal (KTLS)
Abışka (BTS)
İski (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Karı (KTLS)
Kart (KTLS)
Kazak Türkçesi
Käri (KTLS)
Kart (TKS)
Tatar Türkçesi
Kart (KTLS)
Çal (KTLS)
İski (KTLS)
Karluk Grubu
Özbek Türkçesi
Kari (KTLS)
Çal (KTLS)
Moysefid (KTLS)
Uygur Türkçesi
Keri (KTLS)
182 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Tarihî Oğuz grubundaki abuşka sözcüğünün, modern lehçelerde yerini yaşlı
kelimesine bıraktığı görülmektedir. Diğer modern lehçeler arasında Kıpçak grubu
üyelerinden Başkurt Türkçesinde “dul adam, yaşlı adam” manasıyla yer alır (BTS).
Kart ve karı sözcükleri ise yine modern lehçeler tablosuna göre Kıpçak ve
Karluk grubunda koyulaşmıştır. Oğuz grubunda ise buna karşılık yaşlı sözcüğü
yerleşmiştir. Dolayısıyla modern lehçeler için karı/kart : yaşlı sözcükleri denk çift
olarak işaretlenebilir.
Karı ve kart sözcüklerinin de kendi aralarında lehçeler arasında nispeten düzenli bir dağılım sergilediği söylenebilir. Karı ve varyantları daha çok Karluk, kart
sözcüğü ise daha çok Kıpçak grubu lehçeleri arasında yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla
tabloya göre Karluk ve Kıpçak arasında karı:kart denkliği kurulabilir.
Artum: Köp [Artum (Lat. Nimis; Far. Gat pisyar) : köp (Lat. Multum, nimis,
satis, valde; Far. Bisyar, gat pisyar, saht): Fazla, çok fazla.]
Artum ve köp sözcüklerinin tarihî lehçelerdeki dağılımında yalnızca Köktürkçe ve Osmanlı Türkçesi döneminde bir farklılık olduğu görülür. Osmanlı
Türkçesi, Batı Türkçesini temsilen tek bir tarihî dönem olmasına rağmen oldukça
önemli bir tarihî lehçe durumundadır. Bu sebeple Osmanlı Türkçesi içerisinde köp
sözcüğünün olmaması, dikkat çekmesi gereken bir durumdur.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
artum/artuk
köp
Köktürkçe
X (KT D 33)
-
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
X (EUTS)
Karahanlı Türkçesi
X (KB 629)
X (KB 430)
Harezm Türkçesi
X (NF 430/11)
X (NF 11/13)
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (ŞSL)
X (ŞSL)
Eski Anadolu Türkçesi
X (DK I, 75-2)
X (SN 2096)
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
-
Köp sözcüğünün Osmanlı Türkçesinde tespit edilmemiş olması, aşağıdaki
tabloyla daha da anlamlı hâle gelmektedir. Burada görüleceği üzere modern lehçeler arasında Türkmence hariç diğer Oğuz grubu üyelerinde köp ve varyantları yer
almaz. Köp’ün Türkmencedeki varlığı ise bu lehçedeki Kıpçakça tesiri ile açıklanabilir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 183
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Türkiye Türkçesi
Çok (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Çok (GTS)
Doğu Oğuzcası
Azerbaycan Türkçesi
Çok (KTLS)
Artık (ATS I)
Türkmen Türkçesi
Köp (KTLS)
Artık (TTS)
Kıpçak Grubu
Başkurt Türkçesi
Artık (BTS)
Küp (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Artık (KS I)
Kazak Türkçesi
Artık (KTS)
Köp (KTLS)
Köp (KTLS)
Tatar Türkçesi
Artık
Küp (KTLS)
Karluk Grubu
Özbek Türkçesi
Artık (ÖTTT)
Uygur Türkçesi
Artuk (YUTS)
Köp (KTLS)
Köp (KTLS)
Cik (KTLS)
Köp ve varyantlarına modern lehçeler arasında Kıpçak ve Karluk grubu üyelerinde rastlanmaktadır. Dolayısıyla bu dağılım, köp ve artık/fazla çiftinin Oğuzca
ile Kıpçak-Karluk grubu arasında bir eşdeğer olduğu şeklinde yorumlanabilir. Bu
çalışma kapsamında modern lehçeler için tespit edilen denk çiftlerin tarihî lehçeler için de geçerli olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple tarihî lehçelerde köp ve
artuk/artum sözcüklerinin birer denk çift olduğu düşünülmektedir.
Bakşı : Bitikçi [Bakşı (Lat. Scriba, Far. Nuwisanda): Bitikçi (Lat. Scriba, scriptura Far. Nuwisanda, nuwisenda) : Katip, hattat]
Bakşı ve bitikçi kelimeleri, CC’de katip olarak açıklanmıştır. Bu anlamda
tarihî Oğuzcayı temsil eden Eski Anadolu ve Osmanlı Türkçesi dönemlerinde
bakşı sözcüğüne rastlanmamıştır. Onun yerine bu lehçelerde bitikçi kelimesi kaydedilmiştir. Bakşı ve bitikçi kelimelerinin, tarihî lehçeler arasında nispeten düzenli bir dağılım göstermesi bakımından bakşı:bitikçi kelimelerinin denk çift olduğu
söylenebilir.
184 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Bahşı/Bakşı/Bahşi Bitikçi/Bitigçi
Köktürkçe
-
X (biti-, KT G 13)
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
X (bitigüçi, bitkeçi, EUTS)
Karahanlı Türkçesi
_-_
X (KB 273)
Harezm Türkçesi
X (K I/54)
X (KHŞ 2777)
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (ŞSL)
X (MÜN)
Eski Anadolu Türkçesi -_
X (TS I)
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
-
Bahşı sözcüğünün modern Kıpçak ve Karluk grubunda anlam değiştirerek
devam ettiği tespit edilmiştir. Bu grupta sözcüğün yeni anlamı “büyücü; divane,
kaçık; hekim; aşık, ozan; meraklı, hevesli”dir (örn. KS I, BTS, YUTS). Bu lehçeler arasında yalnızca Yeni Uygur Türkçesinde “yazıcı” anlamı devam etmektedir
(YUTS). Oğuz grubunda ise bakşı sözcüğüne hiç rastlanmamıştır. Tarihî Oğuz
lehçelerinde görülen bitikçi sözcüğü, modern Oğuz grubunda yerini alıntı kökenli
katip sözcüğüne bırakmıştır.
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Kıpçak Grubu
Türkiye Türkçesi
Katip (KTLS)
Gagauz Türkçesi
-
Azerbaycan Türkçesi
Katip (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Sekretar (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Serketip (KTLS)
Sekretar (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Katçı (KTLS)
Kazak Türkçesi
Hatşı (KTLS)
Tatar Türkçesi
Sekretar (KTLS)
Serkatıyp(KTLS)
Karluk Grubu
Özbek Türkçesi
Katib (ÖTTT)
Bahşi (ÖTTT)
Uygur Türkçesi
Katip (KTLS)
Baxşi (YUTS)
Hem tarihî, hem de Modern Oğuz dillerinde bahşı/bakşı sözünün olmaması
anlamlıdır. Başka bir deyişle bahşı/bakşı sözcüğünün Oğuzcaya ait olmadığı anlaşıyor. Tarihî dönemlerden gelen bakşı kelimesi, tabloya göre aynı anlamla günümüzde yalnızca Karluk grubunda devam etmektedir. Dolayısıyla tarihî Oğuzca ve
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 185
Karluk-Kıpçak grupları arasında bitikçi ile bahşı kelimelerinin denk çift olduğu
söylenebilir.
Benzer : Oşkar [(Lat. Similat Far. Homânâ mêkunät): Nitelik, görünüş ve
yapı bakımından bir başkasına benzeyen veya ona eş olan, benzer]
Bu denklik daha önce Gürer Gülsevin (2007) tarafından ifade edilmiştir. Aşağıdaki tablolarda benzer ve varyantları ile okşar ve varyantlarının tarihî ve modern
lehçelerdeki dağılımları görülebilir.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Benzer/Menzer/Benzeş/
Meŋzeg/Meŋzeş/Menzeşig
Oşkar/Oḫşaş
Köktürkçe
-
-
Eski Uygur Türkçesi
X (meŋzet-, EUTS)
X (okşa-, EUTS)
Karahanlı Türkçesi
X (SAKT 45r/4)
X (SAKT 141v/7)
Harezm Türkçesi
X (HKT 145a77)
X (ME 34/7)
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (TEH)
-
Eski Anadolu Türkçesi
X (HüŞ 1902)
-
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
X (OTS)
Aşağıdaki tabloda ise modern lehçelerdeki dağılımları görünmektedir:
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Türkiye Türkçesi
Benzer (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Benze- (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
Benzer (KTLS)
Oḫşar (KTLS)
Kıpçak Grubu
Karluk Grubu
Türkmen Türkçesi
Meŋzeş (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Okşaş (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Oksoş (KTLS)
Kazak Türkçesi
Uksas (KTLS)
Tatar Türkçesi
Oḫşaş (KTLS)
Özbek Türkçesi
Oḫşaş (TSUY II)
Uygur Türkçesi
Oḫşaş (KTLS)
Her iki tablo da açık bir şekilde hem tarihî hem de modern lehçeler arasında
Oğuz ile Karluk/Kıpçak grupları için (tüm varyantları ile beraber) beŋzer:oḫşaş
ikilisi denk çift olarak tanımlanabilir.
186 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Bıçkı : Kıptı (Lat. incisorie, Far. mikraz): Makas.
Bıçkı sözcüğü tarihî lehçelerin pek çoğunda tespit edilmiştir. Kıptı sözcüğüne
ise yalnızca Karahanlı ve Kıpçak Türkçelerinde rastlanmıştır.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Bıçkı/Bıçgu/Biçkü
Kıptı/Kıftu
Köktürkçe
-
-
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
_
Karahanlı Türkçesi
X (DLT 2, 69/27)
X (DLT 1, 416/12)
Harezm Türkçesi
X (NF11/6)
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (ŞSL)
_
Eski Anadolu Türkçesi
-
-
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
_
Yukarıdaki tabloda elde edilen verilerin modern lehçelerle desteklenmesi gerekmektedir. Ancak aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere kıptı sözcüğü modern
lehçelerde bulunamamış, onun yerine Moğolca kökenli kayçı ve varyantlarına
rastlanmıştır.
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Türkiye Türkçesi
Makas (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Makaz (GTS)
Bıçkı (GTS)
Doğu Oğuzcası
Azerbaycan Türkçesi
Gayçı (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Gayçı (KTLS)
Bıçgı (ATTTBS)
Kıçgı (TTS)
Kıpçak Grubu
Karluk Grubu
Başkurt Türkçesi
Kaysı (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Kayçı (KTLS)
Kazak Türkçesi
Kayşı (KTLS)
Tatar Türkçesi
Kayçı (KTLS)
Özbek Türkçesi
Kayçi (KTLS)
Uygur Türkçesi
Kayçi (KTLS)
Modern Oğuz grubu lehçelerinde bıçkı az da olsa korunmakla birlikte yerini
makas’a bırakmıştır. Buna karşılık Kıpçak ve Karluk grubu lehçelerinde ise kayçı ve varyantları hakimdir. Dolayısıyla modern Oğuz ile Kıpçak-Karluk lehçeleri
arasında bugün için makas:kayçı şeklinde bir denklik olduğu söylenebilir. Tarihî
lehçelerde ise bıçkı:kıptı şeklinde bir denklik var gibi görünse de, modern lehçelerle desteklenemediği için, bu denkliği ancak bir soru işareti ile bırakmak gerektiği
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 187
düşünülebilir. Ancak tam da bu noktada Kaşgarlı Mahmut tarafından ifade edilen
makas anlamındaki kıftu kelimesinin Çiğilce olduğu bilgisi (DLT I, 416), Çiğilce
ve diğer lehçeler arasında kıptı:bıçgı ikilisinin denk çift olarak değerlendirilmesini
mümkün kılar.
Bogaz : Tamak [(Lat. Gutur; Far. Galü): Boğaz.]
CC’de aynı Latince ve Farsça açıklamayla verilen “boğaz” anlamındaki bogaz
ve tamak sözcüklerinin tarihî lehçeler arasındaki arasındaki dağılımı, onların bir
denk çift olup olmadığı konusunda açık bir fikir vermemektedir. Bu yüzden ilgili
sözcüklerin günümüzdeki durumlarını da incelemek gerekmektedir.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Bogaz/Boguz
Tamak
Köktürkçe
-
-
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
X (EUTS)
Karahanlı Türkçesi
X (DLT 1, 364/28)
X (DLT 1, 33/17)
Harezm Türkçesi
X (ME 37/4)
X (KHŞ 4170)
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (ŞSL)
X (ŞSL)
Eski Anadolu Türkçesi
X (KD 2a-1)
X (TS 5, 3709)
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
-
Aşağıdaki tabloya bakıldığında, bogaz ve tamak sözcükleri arasında günümüzde daha net bir dağılım olduğu anlaşılmaktadır. Oğuz lehçeleri bogaz sözcüğünü tercih ederken, Kıpçak lehçelerinde aynı anlamda tamak kelimesinin hakim
olduğu tespit edilmiştir.
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Kıpçak Grubu
Türkiye Türkçesi
Boğaz (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Buaz (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
Boğaz (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Boğaz (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Tamak (KTLS)
Boğaz (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Tamak (KTLS)
Kazak Türkçesi
Tamak (KTLS)
Tatar Türkçesi
Tamak (KTLS)
Buğaz (KTLS)
Karluk Grubu
Özbek Türkçesi
Tomok (KTLS)
Uygur Türkçesi
Boğaz (KTLS)
Tamak (KTLS)
188 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Günümüz lehçeleri de dikkate alındığında, CC’de önce şüpheyle karşılanan
bogaz:tamak çiftinin bir eşdeğer olarak yorumlanabileceği düşünülmektedir.
El : Kol [(Lat. manus, Far. dast): El.]
Gülsevin (2007) tarafından daha önce el:kol çiftinin eşdeğer olduğu belirtilmişti. “El” anlamında Oğuz grubunda el, diğerlerinde ise kol sözcüğü kullanılmaktadır.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
El/Elig
Kol
Köktürkçe
X (KT D 32)
-
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
-
Karahanlı Türkçesi
X (KB 850)
X (KB 766)
Harezm Türkçesi
X (KE 117v/18)
X (NF 33/15)
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (AL)
X (ŞSL)
Eski Anadolu Türkçesi
X (HüŞ 33a/917)
-
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
-
Söz konusu sözcüklerin modern lehçelerdeki durumları ise şöyledir:
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Kıpçak Grubu
Karluk Grubu
Türkiye Türkçesi
El (KTLS)
Gagauz Türkçesi
El (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
Äl (KTLS)
Türkmen Türkçesi
El (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Kul (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Kol (KTLS)
Kazak Türkçesi
Kol (KTLS)
Tatar Türkçesi
Kul (KTLS)
Özbek Türkçesi
Kol (KTLS)
Uygur Türkçesi
Äl (KTLS)
Kol (KTLS)
Her iki tablodan hareketle, hem tarihî hem de modern lehçeler için Oğuz
grubunda el, Kıpçak ve Karluk gruplarında ise aynı anlamda kol sözcüğünün kullanılması, el:kol ikilisinin Oğuz:Kıpçak/Karluk grupları arasında bir denk çift olduğunu göstermektedir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 189
Keçe : Tün [Keçe (Lat. nox, sero Far.şaw) : Tün (Lat.nox, punçtus Far.şaw,
nokta): Gece.]
CC’de tespit edilen bu denk çift daha önce Kutadgu Bilig’in dilinde Gülsevin
(2007) tarafından tespit edilmişti. Bu sebeple aşağıda yalnızca ilgili tabloların verilmesiyle yetinilmiştir.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Keçe/Gėce/Gice
Tün/Dün
Köktürkçe
-
X (KT D 27)
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
X (EUTS)
Karahanlı Türkçesi
X (DLT 3, 219/11)
X (KB 1840)
Harezm Türkçesi
X (MM 234/2)
X (NF 5/12)
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (ŞT)
X (ŞSL)
Eski Anadolu Türkçesi
X (HüŞ 9b-227)
X (HüŞ 30b-843)
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
X (OTS)
İlgili sözcüklerin modern lehçelerdeki dağılımları şöyledir:
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Kıpçak Grubu
Karluk Grubu
Türkiye Türkçesi
Gece (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Gece (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
Gecä (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Gįce (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Tön (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Tün (KTLS)
Kazak Türkçesi
Tün (KTLS)
Tatar Türkçesi
Tön (KTLS)
Özbek Türkçesi
Keçä (KTLS)
Tün (KTLS)
Uygur Türkçesi
Keçä (KTLS)
Tün (KTLS)
Her iki tablodan hareketle Oğuz grubu ve Kıpçak, Karluk grupları arasında
gece:tün ikilisi bir denk çift olarak işaretlenmiştir.
Kesertke/Kesertki : Sarınçka [Kesertke (Alm. Hoysrekke) : Sarınçka (Alm.
Hoysrekke): Çekirge.]
Tarihî lehçelerde kesertke ve sarıçka sözcüklerinin dağılımı aşağıdaki tabloda
verilmiştir. Kesertge yalnızca Kıpçak, sarıçga ise Karahanlı ve Kıpçak Türkçelerinde kaydedilmiştir. Ayrıca buradaki tabloda (CC’de geçmediği için) görünme-
190 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
yen fakat tarihî metinlerde bulunan bir de çekürge sözcüğünün varlığını da ifade
etmek gerekir. Çekürge’nin Oğuzca olduğu bilgisi DLT tarafından verilmektedir
(DLT I, 490).
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Kesertke/Kesertki
Sarıçka
Köktürkçe
-
-
Eski Uygur Türkçesi
-
-
Karahanlı Türkçesi
-
X (DLT 1, 489)
Harezm Türkçesi
-
-
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
-
-
Eski Anadolu Türkçesi
-
-
Osmanlı Türkçesi
-
-
Çekirge anlamı için modern lehçelerde kesertge sözcüğü tespit edilememiştir.
Tarihî süreç içerisinde kesertge’nin giderek silindiği, çekirge sözcüğünün ise tüm
lehçeleri kapsayacak şekilde koyulaştığı anlaşılmaktadır.
Hasan Eren’e göre “Kıpçakça sarınçka Rusçaya sarança olarak geçmiştir.”
(Eren 1999: 83). Rusça sarança varyantının yalnızca Kıpçak grubu lehçelerinde
yer aldığı görülmektedir.
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Kıpçak Grubu
Türkiye Türkçesi
Çekirge (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Çekirge (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
Çäyirtkä (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Çekirtğe (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Sarança (KTLS)
Siŋirtkä (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Çegirtge (KTLS)
Kazak Türkçesi
Şegirtke (KTLS)
Tatar Türkçesi
Sarança (KTLS)
Çikirtkä (KTLS)
Sikirtke (KTLS)
Karluk Grubu
Özbek Türkçesi
Çigirtkä (KTLS)
Uygur Türkçesi
Çekätkä (KTLS)
Hasan Eren’den alınan bilgiye göre, Clauson Orta Türkçedeki çekürge’nin *çekür- fiilinden geldiğini düşünmektedir. Modern lehçelerde çekirge yanında sekirtke biçimi de yer almaktadır. Eren (1999:83), sekirtge şeklinin sekirt-~segirt- kökün-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 191
den geldiğini düşünür. Yine ona göre “sekirtke biçiminin çekirge ile birleştirilmesi
ses bakımından olanaksızdır” (Eren 1999: 83).
Dolayısıyla modern lehçeler için çekirge:sarança ve çekirge:sinirtge şeklinde
iki farklı denk çift; tarihî lehçeler için de kesertki3:sarıçga şeklinde bir denk çift
belirlenebilir.
Kur : Bel bagı [(Lat. Corıgia, Far. Kamar)]
Kuşak tarihî lehçelerin tümünde yaygın olarak kullanılırken, bel bagı ve varyantları Eski Uygur Türkçesi ile Kıpçak ve Çağatay Türkçelerinde kaydedilmiştir.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Kur / Kurşak / Kuşak
Bel bagı / Bilbāg
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
X (EUTS)
Karahanlı Türkçesi
X (DLT 2, 249/17)
-
Harezm Türkçesi
X (NF 82/11)
-
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (ŞSL)
X (ŞSL)
Köktürkçe
Eski Anadolu Türkçesi
X (HüŞ 2304)
-
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
-
Kuşak sözcüğü modern lehçeler arasında en çok Oğuz grubunda, daha az
olmak üzere de Kıpçak grubunda tespit edilmiştir. Karluk grubunda ise bulunamamıştır.
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Kıpçak Grubu
Türkiye Türkçesi
Kuşak (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Kuşak (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
Gurşag (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Guşak (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Kuşak (KTLS)
Bilbau (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Bel bō (KTLS)
Kazak Türkçesi
Belbev (KTS)
Tatar Türkçesi
Kuşak (KTLS)
Bilbav (KTLS)
Karluk Grubu
3
Özbek Türkçesi
Belbağ (KTLS)
Uygur Türkçesi
Bälvağ (KTLS)
Sözlüklerde kesertke/kesertki biçiminin etimolojisine rastlanmamıştır. Belki de kesertke/
kesertki, Hasan Eren’in bahsettiği sekirtge şeklinin metatezli biçimidir (?).
192 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Dolayısıyla kuşak ve bel bağı sözcükleri Oğuz ve Karluk grupları arasında
daha kesin bir ayrım olarak görünüyor. Kıpçak grubunda ise kuşaktan ziyade bel
bağı daha yaygındır. Sonuç olarak kuşak ve türevleri ile bel bağı ve türevlerinin
Oğuz ile Kıpçak-Karluk arasında bir denk çift olduğu belirtilebilir. Bu sebeple aynı
denk çiftlik durumunun, tarihî lehçeler için de geçerli olduğu düşünülebilir.
Münüş : Buluŋ [(Lat. Angulus): Köşe, yön, taraf.]
Köşe anlamındaki münüş ve buluŋ kelimelerinin tarihî lehçeler arasındaki
dağılımı aşağıdaki gibidir.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Müŋüş
Buluŋ
Köktürkçe
-
X (KT D 2)
Eski Uygur Türkçesi
-
X (EUTS)
Karahanlı Türkçesi
-
X (DLT 2, 367/8)
Harezm Türkçesi
X (NF 135/17)
-
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (GT)
-
Eski Anadolu Türkçesi
-
-
Osmanlı Türkçesi
-
-
Tarihî lehçeler arasındaki münüş ve buluŋ kelimelerinden ilkinin Başkurt,
ikincinin de Uygur Türkçesinde devam ettiği görülür. Kelimelerin bugünkü temsillerine göre, Başkurt Türkçesinde görülen münüş’ün Kıpçak, Uygur Türkçesinde
görülen buluŋ’un ise Karluk unsuru olma ihtimalinden bahsedilebilir.
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Türkiye Türkçesi
Köşe (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Köşe (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
Köşä (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Burç (KTLS)
Çüŋk (KTLS)
Kıpçak Grubu
Başkurt Türkçesi
Möyöş (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Burç (KTLS)
Kazak Türkçesi
Burış (KTLS)
Tatar Türkçesi
Poçmak (KTLS)
Çat (KTLS)
Karluk Grubu
Özbek Türkçesi
Bürçek (KTLS)
Uygur Türkçesi
Buluŋ (KTLS)
Bücäk (KTLS)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 193
Modern lehçeler arasındaki dağılımlarından da faydalanılarak, tarihî Kıpçak
ve Karluk lehçeleri arasında münüş : buluŋ ikilisi bir denklik olarak işaretlenebilir.
Tėz : Tėrk [(Lat. Prestur, Far. Tēz, cald) : (Lat. Cito, prestur, Far. Zū, tēz): Tez,
Çabuk.]
Çabuk anlamına gelen tez ve terk kelimelerinin tarihî lehçelerdeki dağılımları
aşağıdaki tabloda sunulmuştur. Eski Batı Türkçesinde yalnızca tez/tiz sözcüğünün
görülmesi, terk kelimesine hiç rastlanmaması; buna karşın diğer lehçelerde terk
sözcüğünün yer alması, hiç şüphe bırakmayacak şekilde bu ikilinin tarihî süreçte
bir denk çift olduğunu ispatlamaktadır.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Tėrk
Tėz / Tiz
Köktürkçe
-
-
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
-
Karahanlı Türkçesi
X (KB 1810)
-
Harezm Türkçesi
X (KE 20v/8)
X (NF 189/14)
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
-
-
Eski Anadolu Türkçesi
-
X (YZ 459)
Osmanlı Türkçesi
-
X (OTS)
Aynı sözcüklerin modern lehçelerdeki durumları tarihî dönemlerden farklıdır. Modern lehçelerde artık terk sözü silinmiş, onun yerine tez sözcüğü koyulaşmıştır.
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Kıpçak Grubu
Karluk Grubu
Türkiye Türkçesi
Tez (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Tez (KTLS)
Azerbaycan Türkçesi
Tez (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Tiz (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Tiz (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Tez (KTLS)
Kazak Türkçesi
Tez (KTLS)
Tatar Türkçesi
Tiz (KTLS)
Özbek Türkçesi
Tez (KTLS)
Uygur Türkçesi
Tez (KTLS)
Sonuç olarak terk : tez eşdeğerliği yalnızca tarihî lehçeler için geçerli iken,
modern lehçelerde böyle bir denklik görünmemektedir.
194 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Ėygi: Yakşı [(Lat. Nominatiuo bonus, Far. Nêk) : İyi.]
Ėygi ve yakşı sözcüklerinin, varyantları ile birlikte tarihî lehçeler arasındaki
dağılımı aşağıdaki gibidir. Tarihî lehçelerin her birinde hem ėygi hem de yakşı
sözcüklerinin, varyantları ile birlikte yer aldığı görülür:
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Edgü / Eygü / Eyü/İyü/ İyi
Köktürkçe
X (KT G 6)
-
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
X (EUTS)
Karahanlı Türkçesi
X (AH 333)
X (KB 1048)
Tarihî Kuzey- Harezm Türkçesi
Doğu Türkçesi Kıpçak Türkçesi
Çağatay Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Yakşı / Yaḫşı / Yaḫşi
X (K VII/47)
X (NF 22/2)
X (KTS)
X (KTS)
X (GT)
X (GT)
Eski Anadolu Türkçesi X (DK I, 138-3)
X (DK I, 8-4)
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
X (OTS)
İlgili sözcüklerin yukarıdaki dağılımı, onların birer denk çift olup olmadığı
ile konusunda bir fikir vermemektedir. Bu nokta modern lehçeler arasındaki dağılımlarına bakmak gerekmektedir:
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Kıpçak Grubu
Karluk Grubu
Türkiye Türkçesi
İyi (KTLS)
Gagauz Türkçesi
İi (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
yaḫşı (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Yağşı (KTLS)
Başkurt Türkçesi
Yaksı (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Cakşı (KTLS)
Kazak Türkçesi
Jaksı (KTLS)
Tatar Türkçesi
Yaḫşı (KTLS)
Özbek Türkçesi
Yaḫşi (KTLS)
Uygur Türkçesi
Yaḫşi (KTLS)
Varyantları ile birlikte iyi ve yakşı sözcükleri modern lehçeler arasında dil
gruplarına göre oldukça düzenli bir dağılım göstermektedir. İyi ve varyantları Oğuz, yakşı ve varyantları ise Kıpçak, Karluk grupları arasında koyulaşmıştır.
Dolayısıyla Oğuz ve Kıpçak/Karluk grupları arasında iyi ve yakşı sözcüklerinin
bir denk çift olduğu kolaylıkla söylenebilir. Bugünkü durumun temelinde tarihî
lehçeler olduğu için, aynı denk çiftlik durumunun tarihî lehçeler için de geçerli
olduğu söylenebilir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 195
Fiiller
Sıla- : Sıpa- [(Alm. Freychelt): Sıvazlamak, okşamak.]
Sıvazlamak anlamındaki sıla- ve sıpa- fiillerinin tarihî lehçelerdeki dağılımları aşağıdaki gibidir. Bu hâliyle kelimelerin denk çift olup olmadıkları hakkında
yorum yapabilmek için modern lehçelerdeki dağılımlarını da incelemek gerekmektedir.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Sıla-
Sıpa-
Eski Uygur Türkçesi
-
-
Karahanlı Türkçesi
-
-
Köktürkçe
Harezm Türkçesi
X (İML 111)
-
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (AL)
X (AL)
Eski Anadolu Türkçesi
-
-
Osmanlı Türkçesi
Fiillerin modern lehçelerdeki dağılımları, yukarıdakine göre daha anlamlı
durmaktadır. Aşağıdaki tabloya göre, sıpa- fiilinin varyantları modern Kıpçak,
sıla- fiilinin varyantları ise modern Karluk grubunda koyulaşmıştır. Buna karşılık
Oğuz grubunda sıvazla- ve varyantları hakimdir.
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Türkiye Türkçesi
Sıvazla- (KTLS)
Gagauz Türkçesi
Suazla- (GTS)
Azerbaycan Türkçesi
Sığalla- (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Sīpa- (KTLS)
Sīpala- (KTLS)
Kıpçak Grubu
Karluk Grubu
Başkurt Türkçesi
Hıypa- (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Sıla- (KS II)
Kazak Türkçesi
Sıypa- (KTLS)
Tatar Türkçesi
Sıypa- (KTLS)
Özbek Türkçesi
Sile- (KTLS)
Uygur Türkçesi
Sili- (KTLS)
Sipi- (KTLS)
Modern lehçelerdeki düzenli dağılım, sıla- fiilinin Karluk, sıpa- fiilinin Kıpçak ve sıvazla- şeklinin ise Oğuz unsuru olduğu şeklindeki yoruma sebep olmak-
196 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
tadır. Bu nedenle, tarihî lehçelerdeki sıla- : sıpa- çifti Karluk ile Kıpçak arasında bir
denk çift olarak değerlendirilebilir.
Yaşur- : Kizle- [(Lat. Absconditus)]
Bu denklik daha önce Gürer Gülsevin tarafından tespit edilmiştir (Gülsevin
2007). Ancak yine de gizle- ve yaşur- fiillerinin tarihî lehçeler arasındaki dağılımları aşağıdaki tabloda sunulmuştur.
Tarihî Lehçeler
Eski Türkçe
Tarihî KuzeyDoğu Türkçesi
Tarihî Batı
Türkçesi
Kizle-/Gizle-
Yaşur-
Köktürkçe
-
-
Eski Uygur Türkçesi
X (EUTS)
X (EUTS)
Karahanlı Türkçesi
X (AH 169)
X (DLT 3, 68/12)
Harezm Türkçesi
X (NF 281/8)
X (NF 165/5)
Kıpçak Türkçesi
X (KTS)
X (KTS)
Çağatay Türkçesi
X (ŞSL)
X (AL)
Eski Anadolu Türkçesi
X (DK I, 34-13)
X (SN 1584)
Osmanlı Türkçesi
X (OTS)
X (OTS)
İlgili fiillerin modern lehçeler arasındaki dağılımları oldukça düzenlidir:
Modern Lehçeler
Batı Oğuzcası
Doğu Oğuzcası
Türkiye Türkçesi
Gizle- (KTLS)
Gagauz Türkçesi
-
Azerbaycan Türkçesi
Gizlä- (KTLS)
Türkmen Türkçesi
Gizle- (KTLS)
Yaşır- (KTLS)
Kıpçak Grubu
Karluk Grubu
Başkurt Türkçesi
Yäşir- (KTLS)
Kırgız Türkçesi
Caşır- (KTLS)
Kazak Türkçesi
Jasır- (KTLS)
Tatar Türkçesi
Yäşir- (KTLS)
Özbek Türkçesi
Yäşir- (KTLS)
Uygur Türkçesi
Yoşur- (KTLS)
Tablodan da anlaşılacağı üzere gizle- fiili Oğuz grubunda, yaşur- fiili ve varyantları ise Kıpçak ile Karluk grubunda hakimdir. Dolayısıyla gizle- ve yaşur- fiilleri Oğuz ve Kıpçak, Karluk arasında bir denk çift olarak işaretlenebilir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 197
Codex Cumanicus’ta Muhtemel Diyalektolojik Unsurlar
Araştırma kapsamında diyalektolojik unsur olma ihtimali bulunan ancak
tarihî veya modern dönemlere ait mevcut sözlüklerle bunun ispatlanamadığı örnekler aşağıda listelenmiştir:
birle:bile (Lat.cum, Far.wa) “ile, birlikte” (CC1 30a/21:CC1 30a/21).
evet:alay (Lat.i<n>ta, Far. ârê) “evet, öyle” (CC1 31a/12: CC1 31a/12).
Iymış:sasımış (Lat.putridus, Far. gandîda) “kokmuş, pis kokmuş” (CC1 38b/24:
CC1 38b/24).
içek-suçuh (Lat.budellum, Far.şikam rûda) “iç organlar, bağırsaklar” (CC1
48a/15: CC1 48a/15).
il- : as- (ilgil:askıl, Lat.pepende, Far. beâwîz) “tutturmak, asmak, ilmek” (CC1
20b/27: CC1 20b/27).
kolan:ayl (Lat. cinge, Far. kustûband) “semer bağı, kolan” (CC1 6a/26: CC1
6a/26).
sövün-:biyen- (sövündüm:biyendim, Lat.gauissus sun, Far.şâdî kerdem) “sevinmek” (CC1 14a/3: CC1 14a/3).
tın:can (Lat. anima) “ruh, can” (CC2 65b/19: CC2 65b/19).
togru:könü (Lat.rectus, Far.rûbâlâ) “doğru, düz” (CC1 37b/8: CC1 37b/8).
tur-:kop- (turgıl:kopgıl, Lat. surge, Far.war ḫêz) “ayağa kalmak” (CC1 26b/21).
tüş-:yıkıl- (tüş:yıkıl, Lat.cade, Far. beuf) “düşmek, yıkılmak” (CC1 6a/10: CC1
6a/10).
utru:sarı (Lat. versus, Far.bait) “karşı” (CC1 33a/20: CC1 33a/20).
Sonuç
Bu çalışmada CC’nin yazıldığı döneme ait Kıpçak, Karluk ve Oğuz gruplarına ait olduğu düşünülen sözcükler, modern lehçelerdeki verilerle karşılaştırılarak
belirlenmeye çalışılmıştır.
Tarihsel diyalektoloji alanında yapılacak her türlü çalışma, hem eserlerin
daha iyi anlaşılması hem de eserlerin sahip olduğu ağız özelliklerinin aydınlatılması konusunda önemli veriler sunacaktır.
198 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kaynakça
Ağca, F. (2021). Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanında Oğuzca Unsurlar. Oğuz Bitig, Modern ve
Tarihsel Oğuzca Üzerine Araştırmalar İçinde, ss. 20-32, Bilge Kültür Sanat Yayınları.
AH: Arat, R.R. (1992). Edip Ahmed b. Mahmud Yükneki Atebetü’l-Hakayık. TDK Yayınları.
AL: Atalay, B. (1970). Abuşka Lugati veya Çağatay Sözlüğü. Ayyıldız Matbaası.
ATS I - II: Altaylı, S. (1994). Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü I-II. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
ATTTBS: Akdoğan, Y. (1999). Azerbaycan Türkçesi’nden Türkiye Türkçesi’ne Büyük Sözlük. Beşir Yayınevi.
Aydın, E. (2016). Dialectal Elements In The Vocabulary Of The Uyghur Khanate Inscriptions.
Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hung. 69 (3), ss.285 – 300.
BTS: Özşahin, M. (2017). Başkurt Türkçesi Sözlüğü. TDK Yayınları.
Demir, N. (1997). Bir Tuva Masalının Türkiye Türkçesine Aktarılması. Sibirya Araştırmaları.
Simurg Yayınları, ss. 379-389.
DK I-II: Ergin, M. (1997). Dede Korkut Kitabı I – II. TDK Yayınları.
Ercilasun, A.B. (2004). Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi. Akçağ Yayınları.
Erdem Uçar, F. M. (2016). Nehcü’l-Ferâdis’te İkili Kullanımlar. Iternational Journal of Languages
Education and Teaching. 4/2, Ağustos, ss.74-101.
Eren, H. (1999). Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. TDK Yayınları.
Ersöz, S. – Daşdan, S. (2021). Codex Cumanicus’ta Denk Çiftler Üzerine Bir İnceleme. IX. Uluslararası Türkoloji Kongresi Türk Kültür ve Medeniyetinin Sürekliliği 20-22 Ekim 2021 Türkistan Bildiri Kitabı. Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Yayınları, s.
481-490.
EUTS: Caferoğlu, A. (1968). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü. TDK Yayınları.
Fleischman, S. (2000). Methodologies and ideologies in historical linguistics: on working with
older languages. (Ed. Herring, S. C. – Reneen, P. – Schosler, L). Textual Parameters in Older
Languages. s. 33–58. John Benjamins.
Gabain, A.V. (1988). Eski Türkçenin Grameri. Türk Dil Kurumu Yayınları.
GT: Berbercan, M. T. (2011). Çağatayca Gülistan Tercümesi (Gramer-Metin-Dizin). Basılmamış
Doktora Tezi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
GTS: Gaydarci, G.A.- Koltsa, E.K. - Pokrovskaya, L.A. – Tukan, B.P. (1991). Gagauz Türkçesinin
Sözlüğü. (Akt.: Kaynak, İ. - Doğru, A. M.). Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gül, H. (2011). Eski Uygur Türkçesinde Ağızlar. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Gülsevin, G. (1998). Köktürk Bengü Taşlarındaki Oğuzca Özellikler. Kardeş Ağızlar Türk Lehçe
ve Şiveleri Dergisi. VII, ss.12-18.
Gülsevin, G. (2007). Kutadgu Bilig’in Dilinde Lehçelerin Özellikleri: ‘denk çiftler’. Turkish Studies Türkoloji Araştırmaları. 2/2, ss.276-299.
HüŞ: Tülübaş, T. (2017). Hüsrev ü Şîrin (Metin-Dil Özellikleri-Gramatikal Dizin). Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
İML: Taymas, A. B. (1988). İbn-i Mühennâ Lûgati. 2. Baskı. TDK Yayınları.
Karahan, A. (2013). Divanu Lugati’-Türk’e Göre XI. Yüzyıl Türk Lehçe Bilgisi. TDK Yayınları.
Kartallıoğlu, Y. (2015). Carbognano’ya Göre Osmanlı Türkçesi Yazı ve Konuşma Dili İlkeleri.
Dil Araştırmaları, 16, ss.7-27.
Kaymaz, Z. (2002). Hoca Ahmet Yesevî’nin Hikmetlerindeki Oğuz Türkçesi Unsurları. Türk
Dünyası Araştırmaları Dergisi Prof.Dr. Osman Nedim Tuna Hatıra Sayısı. 139, ss.155-162.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 199
Kaymaz, Z. (2021). Kitâbu’l-İdrâk’te Türkmence (Oğuzca). Oğuz Bitig, Modern ve Tarihsel
Oğuzca Üzerine Araştırmalar İçinde, ss. 97-124, Bilge Kültür Sanat Yayınları.
KB : Arat, R. R. (1979). Kutadgu Bilig. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
KD: Eşit, S. (2010). Kelile ve Dimne Çevirisi Türk Dil Kurumu Nüshası. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
KE: Ata, A. (1997). Nâsırü’d-dîn Bin Burhânü’d-dîn Rabguzî Kısasü’l-Enbiyâ (Peygamber Kıssaları) I Giriş-Metin-Tıpkıbasım, II-Dizin, TDK Yayınları.
KHŞ: Hacıeminoğlu, N. (2000). Kutb’un Husrev ü Şirin’i. TDK Yayınları.
Korkmaz, Z. (1975). Eski Türkçedeki Oğuzca Belirtiler. Birinci Türk Dili Bilimsel Kurultayı
1972, ss.433-446.
KS I- II: Yuhadin, K.K. (1998). Kırgız Sözlüğü I-II. (Çev.: Taymas, A.), TDK Yayınları.
KTLS: Ercilasun, A.B. vd. (1991). Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I. Kültür Bakanlığı Yayınları.
KTS: Oraltay, H. – Yüce, N. – Pınar, S. (1984). Kazak Türkçesi Sözlüğü. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını.
ME: Yüce, N. (1988). Mukaddimetü’l-Edeb Giriş-Dil Özellikleri-Metin-İndeks. TDK Yayınları.
MM: Toparlı, R. – Argunşah, M. (2008). Mu’înü’l-Mürîd. TDK Yayınları.
MÜN: Abik, A. D. (1993). ‘Ali Şîr Nevâyî’nin Risaleleri Târîh-i Enbiyâ ve Hükemâ, Târih-i
Mülûk-ı Acem, Münşeât. Basılmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
NF: Eckmann, Janos (1995). Nefcü’l-Ferâdîs, Yayınlayanlar: Semih Tezcan – Hamza Zülfikar,
TDK Yayınları, Ankara.
OTS: Parlatır, İ. (2014). Osmanlı Türkçesi Sözlüğü. Yargı Yayınevi.
ÖTTT: Yaman, E. – Mahmud, N. (1998). Özbek Türkçesi-Türkiye Türkçesi ve Türkiye TürkçesiÖzbek Türkçesi Karşılıklar Kılavuzu. TDK Yayınları.
Resulov, A. (1995). Akraba Diller ve Yalancı Eş Değerler Sorunu. Türk Dili, 524, 916-924.
Röhborn, K.(2004). Eski Türkçede Diyalektleri Belirleyen Bir Ses Değişimi Üzerine (1983),
(Çev. Gürcün, S.), Türk Dilleri Araştırmaları. 14, ss.133-139.
SAKT: Kök, A. (2004). Karahanlı Türkçesi Satır Altı Kuran Tercümesi (TİEM 73, 1v/235v/2).
Basılmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
SN: Dilçin, C. (1991). Mes’ûd Bin Ahmed Süheyl ü Nevbahâr İnceleme-Metin-Sözlük. Atatürk
Kültür Merkezi Yayınları.
Şirin User, H. (2009). Runik Harfli Türk Yazıtlarında Ağız (Diyalektoloji) Ögeleri. Türk Dili ve
Edebiyatı Araştırmaları Dergisi. 16-17. ss.255-269.
ŞSL: Durgut, H. (1995). Şeyh Süleyman Efendî-i Buhârî Lügat-i Çağatay ve Türkî-i Osmânî (Cild-i
Evvel). Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
ŞT: Kargı, Z. (1988). Şecere-i Terâkime (Metin-Gramer-Dizin). Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
TDDS: Türkmen Diliniŋ Düşündirişli Sözlügi I. (2016). Ilım.
Tekin, Ş. (1992). Eski Türkçe. Türk Dünyası El Kitabı, II. Cilt. 2. Baskı. TKAE Yayınları. ss. 69119.
TETTL I : Tietze, A. (2002). Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lügati, C.1:A-E. Simurg Yayınları.
TKS: Bayniyazov, A. – Bayniyazova, C. (2007). Türikşe-Kazakşa Sözdik. (Ed.: Kenan Koç), Almatı.
200 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
TS I : XIII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkiye Türkçesiyle Yazılmış Kitaplardan Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü V (1995). 3. Baskı, TDK Yayınları.
TS V: XIII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkiye Türkçesiyle Yazılmış Kitaplardan Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü V (1996). 2. Baskı, TDK Yayınları.
TSUY: Akabirov, S.F. vd. (1981). Tolkovıy Slovar Uzbekskogo Yazıka I-II, (Ed.: Magrufova, Z.
M.), Russkiy Yazık.
TTS: Tekin, T. - Ölmez, M. - Ceylan, E. - Ölmez, Z. - Eker, S. (1995). Türkmence-Türkçe Sözlük.
Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi.
Tuna, O. N. (1968). Studies on Nahju’l-Faradis: A Method for Turkic Historical Dialectology.
Doktora Tezi. Washington Üniversitesi.
Yıldırım, H. (2005). Türkmen Türkçesindeki Aldatıcı Kelimeler. Gazi Üniversitesi I. Türkiyat
Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri (11-13 Mayıs 2005-Ankara), ss.765-792.
YUTS: Necipoviç Necip, E. (1995). Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü. (Çev.: Kurban, İ.). TDK Yayınları.
YZ: Taş, İ. (2017). Yûsuf ve Zelîhâ. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
BAŞKURT TÜRKÇESİNDE +GAy /+Ay
YAPIM EKİ VE EKİN İŞLEVLERİ
Dr. Öğr. Üyesi Fatma ERTÜRK, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-5292-8033 78
Giriş
Biçimbilimde yapım ekleri işlek şekilde kullanıldığı gibi zamanla kullanımı
zayıflayan veya sadece izi kalan yapım ekleri de mevcuttur. Eski Türkçede, +GAy
/+Ay isimden isim yapım eki de Türkiye Türkçesinde birkaç biçimde izi kalan
eklerdendir. Bu çalışmada, Türkiye Türkçesinde işlek bir biçimde kullanılmayan
fakat Başkurt Türkçesinde pek çok örneğini tespit ettiğimiz +GAy /+Ay yapım
ekinin işlevleri ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Ekin öncelikle tarihsel yapısı ele
alınacak, ardından +GAy /+Ay ekleri iki farklı yapım eki kategorisinde değerlendirilecektir. Bu sınıflandırmayı yaparken ek hakkında mevcut çalışmalardan yola
çıkarak Başkurt Türkçesindeki +GAy /+Ay yapım ekli sözcüklerin kullanım alanları ve işlevleri belirlenecektir.
Bu çalışmayla, Kıpçak grubu içerisinde yer alan Başkurt Türkçesinde +GAy
/+Ay ekinin yeni sözcük türleri elde etmede çokça kullanıldığını ve sözcüklerde anlam değişmesine ve/veya genişlemesine de etki ettiğini göstermek amaçlanmıştır.
Çalışmada 10 ciltlik Başkurt Dilinin Akademik Sözlüğü “Başḳort Tělěněñ
Akademik Hüźlěgě” (BTAH) adlı eser taranarak örnekler derlenmiştir. Kişi adları
edebî metinden örneklerle gösterilmiştir. Örneklerin yanında parantez içerisinde
hangi sözlük veya eserden alındığına dair kısaltma ve sayfa numarası belirtilmiştir. Kökü bulunamayan veya kökten emin olunamayan sözcükler tek olarak verilmiştir. Örneğin: öbörlökey “beyaz nilüferin tomurcuğu” (VI, 785). Ekin, akrabalık
bildiren isimlere veya özel isimlere eklendiği durumlardaki kullanımları da belirtilmiştir.
1. +GAy /+Ay İsimden İsim Yapım Ekinin Tarihçesi
+Ay ekinin Türkçenin işlek olmayan eklerinden biri olduğu ve gün-ey, ḳuz-ay
örneklerinde bulunduğu (Ergin, 2009, s. 177); bir yön gösterme eki olarak Azerbaycan Türkçesi, Türkmen Türkçesi ve Türkiye Türkçesinde var olduğu (Korkmaz,
2007, 35) görüşlerini savunanların yanı sıra M. Erdal “+gAy ekinin Uygurcada insanın özelliklerini ortaya koyan yokay ve ilgäy sözcüğünün muhite uygun olarak
kalıcı şekilde kullanıldığını ve Karahanlı döneminde ek sınırlı kullanım alanına
202 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
sahip olduğu için öz+gäy “sadakat” sözcüğünün iki kez, küç+gäy “şiddetli” sözcüğünün dokuz kez kullanıldığını ve kaybolduğunu söyler. Ayrıca Moğolca degere
“üzerine, üstünde” sözcüğünden gelen degerükei “mağrur, kibirli” sözcüğü ile yokay sözcüğü semantik olarak karşılaştırıldığında Moğolcada yaygın olarak kullanılan +KAi yapım ekinin isim, sıfat ve tanımlayıcı şekillere eklenerek kullanıldığını” (1991, s.165) ifade eder. Mukaddimetu’l Edeb’te bos+gay (Sertkaya, 2012, s. 54;
Erdal, 1991, s. 165) sözcüğü tespit edilmiştir. Sertkaya, +gay/+gey eki ile +ay/+ey
ekinin ayrı ekler olduğu görüşündedir. Bununla birlikte, Eski Türkçe devresinin
devamı olan Orta Türkçe devresinde ekin başındaki -ġ-/-g- ünsüzünün düşmesi
için bir sebep olmadığını, ayrıca Orta Türkçede +ay/+ey ekli kelimeler yanında
+gay/+gey ekli kelimelerin de kullanıldığını belirtir (2012, s. 54).
Ragıp Muhammed (2021, s. 43), Memlûk Türkçesinde +Ay ekinin eklendiği
kelimelerden ilgi ifadesi veren adlar türettiğini; Eski Türkçede +GAy/+Ay şeklinde
geçen bu ekin, Memlûk Türkçesinde sadece +ay/+ey şeklinde görüldüğünü bildirir. iley “ön, yan” (TZ 76a, İM 156a, KE 9a) küçey “güç, zor” (KE 12b), ṣolaġay ~
ṣolġay “solak” (TZ 4a, MG 22b) örneklerini verir. A. Tietze (2009, s. 385), iley “ön”
sözcüğünü Eski Osmanlıca olarak belirtir.
Clauson kuz madde başında sözcüğün yanına soru işareti koyarak güneş gören dağın kuzey yamacı açıklamasını yapar. Azerbaycan ğuzey; Osmanlıca kuzay/
kuzey; Türkmence ğuzay ‘kuzey, kuzeybatı’. Türkü vııı T 7 (çoğay): Hakas ‘bir dağın gölgeli tarafı’ kuz ta:ğ olarak adlandırılır bu da ufuk çizgisini geçinceye kadar
ulaşmadığı tarafa denir ve bu güneşin soluna gelir; burada buz ve karın olduğu
bölgedir. Kuzda: ka:r egsü:mes ‘bir dağın gölgeli tarafında kar eksilmez’. Kaşgari I
325; kuz: ta:ğ aynı çeviri III 124: Kutadgu Bilig 5372 (kotuz): Kıpçak xıv kuz ‘güneş
doğduğunda ulaşamadığı yer’, Osmanlıca kuz ‘güneşin ulaşmadığı yer’; Rumi’nin
Senglah 287r.22’de kuz ‘gölge’ (1962, s. 680) olarak geçer.
Clauson -ğay/ -gey isimden isim yapım ekinin işlevinin belirsiz olduğunu,
muhtemelen eklendiği sözcükleri sıfatlaştırarak kendine kullanım alanı yarattığını
ve küç “güç, kuvvet”> küçgey “şiddetli, kuvvetli” örneğini vererek ender, işlek olmayan ek ve aynı zamanda fiil çekim eki olduğunu belirtir (1962, s. 149). Adilhan
Adiloğlu ise ekin Orhun Türkçesi metinlerinde görülmediğini, tarihî Türk lehçelerindeki şekillerini ve Karaçay-Malkar Türkçesindeki kullanımlarını örneklerle
göstermiştir (2019, s.13). Han-Woo Choi çalışmasında, N. Poppe’nin makalesinde
Moğolca organ isimlerine gelen yapım eklerini incelediğini ve bunlardan bazılarını Mançu-Tunguzca ile karşılaştırdığını aktarır. Bu eklerden isim yapım eki: *-kai
~ -gai: Moğolca. -qai ~-kei, -gai~ -gei / Tunguzca -kī <*-kai/ Türkçe küçültme eki
-kay ~ -key (2010, s.192). Éva Csáki karagay ‘karaçam’<Orta Moğolca. Yazı Moğolcası qaragai sözcüğü ile ilgili açıklamalarında qara köküne eklenen +gai ekinin
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 203
Moğolcada isimden isim yapım eki olduğunu, bitki ve hayvan ismi yapmada kullanıldığını (2006, s.117) ifade eder.
Başkurt morfolojisinde, isimlerin leksik-semantik grupları: duygusal (öznel)
değer bildiren gruplar başlığı altında +ḳay + key, + ḳas, + kes, +ḳına, +kéne, +ġına,
+géne, +saḳ, +sek, +sıḳ, +sék, +soḳ, +sök, +sa, +se, +ḳaş, +keş eklerinin incelendiğini; +ḳay + key ekinin genellikle akrabalık bildiren isimlere ve yer, su isimlerine
eklenerek şefkat, saygı duygularını bildirdiğini ifade eder ve şu örnekleri verir:
ata+ḳay, ese+key, bala+ḳay, Aġiźél+key, Ural+ḳay, mal+kay vb. +ḳay + key, + ḳas,
+ kes ekleri, kişi isimlerine eklenerek saygı ve sevgi göstermeyi bildirirler: Selimekey, Eminekey, Bibiyamal — Bibikes, Miŋlébike — Miŋkes, Ömökamal — Emekes.
Bu tipteki isimler sıkça iyelik ekleri ile kullanılırlar: ulıḳay+ım, kilénkey+ém (Zeynullin, 2005, s. 14).
Zeynullin’in bahsettiği ekler, Başḳort Tělě Grammatikahı Morfoloji (BTGM)
adlı eserde de gösterilmiş ve bu eklerin hepsinin aynı anlamda olduğu, bununla birlikte akrabalık bildiren isimlere eklendiğinde duygunun belirginleştiği, özel
isimlere gelerek şımartma işlevi yaptığı, ayrıca yer isimlerine, hayvan isimlerine de
geldiği (2018, s.18-21) ifade edilmiştir.
2. +GAy /+Ay İsimden İsim Yapım Ekinin Başkurt Türkçesindeki İşlevleri:
2.1. Huy, karakter ve alışkanlıklarla ilgili olumsuz anlam taşıyan soyut
isim ve sıfatlar teşkil eder:
yělt “çabuk, hızlı” (III, 522) > yěltěkey “yeleme, basit karakterli kişi” (III, 523)
yomoḳ “kapalı, açık olmayan, kötü görünen, sır tutan, ketum” > yomoḳay “içine kapanık kimse” (IV, 85)
ḳapaḳ “umacı, ağzı büyük, uygun” > ḳapaḳay “geveze, çok konuşan” (V, 208)
ḳırt “ani, keskin” (V, 777) > ḳıltım “kırılgan” (V, 725) > ḳıltıḳay “çabuk öfkelenen” (V, 725)
titaḳ “topal, aksak” > titaḳay “asabi, çabuk öfkelenen” (VIII, 337)
yırtıv “yırtmak, parçalara ayırmak, aniden ve hızlı bir şekilde sessizliği, karanlığı vb. bozmak, ucu keskin şeyle delmek” (IV, 237, 238) > yırtıḳ “yırtılmış” >
yırtıḳay “yırtık; cilveli” (IV, 237)
204 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
sösö “tuzsuz, tuz veya diğer tatların yokluğu ya da eksikliği, mayasız, çok acı
olmayan, yapmacık hisli” (VII, 615) > sösökey “tatlı” (VII, 616) > süstěkey “tatlı,
yaltakça, yapmacık ağızla konuşan” (VII, 703)
tırtıḳ “çok zayıf ” > tırtıḳay “kırılgan” (VIII, 707)
ḳupşı “çok şık” > ḳupşıḳay “moda düşkünü” (V, 593)
yalan “alan, yalın, çözgü ipliği tek sıra olan; her zaman, daima, tarla” (X, 448)
> yalanḳay “hafif, düşüncesizce davranan” (X, 450)
huźmaḳay “yavaş davranan” (IX, 603)
şım “suskun, sinsi, sır” (IX, 895) > şımaḳay “kurnaz, züppe” (IX, 896) ~
şımıḳay “suskun” (IX, 900)
ıvaḳ “ufak, gereksiz şeylere itibar eden”> ıvaḳay “dırdır; gönülsüz, gereksiz
konuşan; gereksiz şeylere itibar eden” (X, 107)
leb “dudak” (VI,126) > lepěy “geveze” (VI, 132)
mıjıḳ “kaprisli” > mıjıḳay “salak, tembel, gayretsiz” (VI, 430)
mevěş “salak, yumuşak tabiatlı, yeteneksiz” (VI, 496) >> mevkey “salak, yumuşak tabiatlı, yeteneksiz” (VI, 497)
2.2. Bu ek aile ve akrabalık isimlerine eklenmek suretiyle sevgi, hürmet, şefkat ve sevimlilik ifadesini taşıyan isimler yapar:
Ersoy, aile ve akrabalık isimlerinde kullanılan -y biçimbirimin saygı-hitap
pekiştiricisi olduğunu ve bu kanaatinin akrabalık isimlerinin üçüncü şahıs iyelik
çekimine girdiklerinde, daha çok -y almamış biçimlerin tercih edilmesiyle güçlendiğini (2011, s.109) ifade eder.
apa “abla” > apay “abla, yaşça kendinden büyük olan kardeş kadın, kız; kendisinden büyük, anne babasından küçük olan her kadın, kız; kadın öğretmenlere öğrencilerin hürmet amacıyla seslenme sözü; üvey anne” > apaḳay “ablacım” (I, 290)
ine “anne” (III, 757) > inekey “annem, anneciğim” (III, 758)
bala “çocuk, yaşı küçük kız veya erkek çocuk, kişinin kızı veya oğlu, hayvanların yeni doğan yavruları, kökeni bir yerden ya da bir şeyden kaynaklanan” (II,
102,103) > balaḳay “çocuğum, küçüğüm, yavrum” (II, 105)
ḳıź “kız, evlenmemiş genç kız” (V, 648) > ḳıźıḳay “kızcağız, kıza şefkat göstermek ya da sevecenlik göstermek için söylenen söz, yabancı kız” (V, 663)
ḳeyne “kaynana” > ḳeynekey “kaynanacığım” (V, 855)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 205
tuġan “akraba; yakın arkadaş, dost, erkek ya da kız kardeş” (VIII, 511) >
tuġanḳay “kardeşim, kan kardeşe ya da akrabaya (erkek ya da kız kardeşe) seslenilen sevgi sözü, kendinden küçük ya da tecrübesiz kişiye seslenme sözü” (VIII, 512)
eněy ~ esey “erkek veya kadının annesi” > enkey “anne” (X, 302)
ine “anne” (III, 757) > inekey “annem, anneciğim” (III, 758)
abıźenkey “teyze, baba veya anneden büyük kadına seslenme sözü” (I, 120)
abıźeběkey “nine”~ abızebkey “nine”~ abızetkey “büyük anne, büyük baba” (I,
121)
olata “kabile reisi” > olatay “dede” (VI, 666)
eběy “ihtiyar kadın” (X, 245) > eběkey “büyükanne” (X, 247) > ebzeñkey “büyükanne” (X, 248)
abıy “ağabey, babanın ya da annenin ağabeyi; erkek öğrencilere seslenme
sözü” (I, 121)
ir “erkek, koca, erkek çocuk, kahraman” (III, 769) > irěkey “tanımadık bir
erkek, yabancı erkek” (III, 775)
bise “karı” > bisekey “kadın” (II, 288)
baba ~ babay “ihtiyar” (II, 54, 55) > babaḳay “dede” (II, 56) ~ babḳay “dede”
~ babıḳay “dede” (II, 58) ~ aḳbabay “amca” (I, 201)
bebey ~ bepes ~ bebekey “küçük çocuk, bebek, yavru” (II, 486)
bekey ~ belekey “küçük, bebek, biraz, çeyrek” (II, 504, 510, 511)
kěsě “küçük, yaşça en küçük, mevki, derece bakımından düşük” (IV, 424) >
kěskey “küçükler, küçük çocuklar” (IV, 427)
ḳeyněş “kayınbirader” (V, 854) > kinjekey “kayınbirader” (IV, 469)
ḳartiney “büyükanne, nine” ~ ḳart ḳartiney (V, 301) ~ ḳartney ~ ḳart neney (V,
302) ~ ḳart eney “anneanne” (V, 303)
ḳartay (V, 299) ḳartatay “büyükbaba, dede” ~ ḳart ḳartay ~ ḳart ḳartatay ~
ḳart ḳartetey (V, 301) ~ ḳart olatay “büyük dede” (V, 302)
tutay “abla, teyze, kardeş, erkeğin kız kardeşi” (VIII, 614) > tutaḳay “abla, yaşta kendinden büyük olan kız kardeş” (VIII, 615)
teñey “bebek, yaşça küçük kardeş, çocuk yaştaki erkek ve kız, küçük yaştaki
kişilere seslenme sözü, kaynana” > teñekey “kız kardeş” (VIII, 760)
206 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
ḳalaḳ “kaşık, bu alet ile anlatılan ölçek miktarı, ayakkabı çekeceği, hayvanın
derisini soymak için kullanılan alet; burunsalık” > ḳalaḳay “yeni yürümeye başlayan çocuğu yürütmek için kullanılan söz” (V, 135)
2.3. Bu ekle bilhassa taşıdığı birtakım vasıfları belirginleştiren hayvan
isimleri teşkil edildiği görülmektedir:
sıpḳay “bir cins bataklık ördeği; karabatak” (VII, 748)
ilavḳay “küçük balık” (III, 697)
asaḳay “kulağakaçan” ~ asaġoyroḳ (I, 340)
horḳa “kahverengi at” > horḳay “kahverengi at” (IX, 559)
şöşlö “turnabalığı yavrusu” > şöşlökey “turnabalığı yavrusu” (IX, 847)
bıźavḳay ~ bězevkey “buzağı” (II, 203)
ḳupşıḳay “saka kuşu” (V, 593), tipěy “tavuk” > tipěkey “tavuk” (VIII, 319)
lepek “küçük çift kanatlı böcek (VI, 133) > ḳan hurġıs lepekeyźer “bir tür sinek” (V, 198)
sěběn- sěrekey “böcekler” (VII, 462)
şegürekey “kanat uçları siyah, gerisi açık sarı renkteki ötücü bir orman kuşu;
sarıkuş” (IX, 925)
süregey “çıkrıkçın” (VII, 701)
2.4. Durum bildiren sıfat ve miktar zarfı teşkil eder:
ala “alaca, kadar, vitiligo” (I, 221,222) > alaḳay “alaca” (I, 224)
tiběşkek “tepişen” (VIII, 293) > tibekey “tepişen, tepme” (VIII, 294)
ěş “iş” (X, 232) > ěşmekey “çalışkan, hamarat, işçi” (X, 241)
yelt “çevik, hızlı, süratli” > yeltekey “aklı zayıf, anlayışı kıt” (IV, 280)
baḫır “zavallı” > baḫırḳay “zavallı” (II, 172)
möştöm “acınacak” > möştökey “acınacak” (VI, 402)
neni “küçük” (VI, 615) > neney “küçük, ufak” (VI, 616)
yen “can” (288) > yenkey “canım” (295) ~ yanḳay (X, 484)
lavlı “gürültü” > lavlıy “gürültülü” (VI, 83)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 207
öyeme “ağzına kadar” (VI, 832) > öyme “yığın” (VI, 815) > öymekey “dopdolu”
(VI, 832)
oslo “sivri, incecik” (VI, 739) > osloḳay “yerinde durmaz” (VI, 740)
ostoḳ “küçük bir parça, küçük çocuk” > ostoḳay “uçan, bir dalda durmayan”
(VI, 757)
töpöş “bodur, kısa boylu” (VIII, 449) > tapaḳay “bodur, kısa boylu” (VIII, 142)
torna “turna” (VIII, 387) > tornaḳay “uzun ayaklı kimse” (VIII, 388)
huyḳay “eğik, yatay” (IX, 606)
huyḳay “engin yer, çevresine göre alçakta bulunan” (IX, 606)
yul “yol, defa, kez” (X, 381-383) > yolaḳay “geçerken, arada” (X, 384)
yamaḳ “çirkin” > yamaḳay “çirkin” (X, 471)
vaḳ “ufak, kuruş, kırıntı” > vaḳay “alçak” (III, 63)
ḳıźıv “sıcak, kızgın” (V, 682) > ḳıźmaḳay “sıcak” (V, 660)
sěmer “oyma desen; düz ahşap, demir veya diğer materyaller üzerinde oyulmuş desen” > sěmekey “süslü” (VII, 492)
taḳa “hiç” > taḳay-toḳay “biraz” (VIII, 95)
ḳara “kara, maviye yakın kara renk, çok erken veya çok geç, kar olmayan,
açık yer, karsız, kir, leke, güçlü, kültürsüz, endişeli, mutsuz, kötü” (V, 228, 229) >
ḳaraḳay “esmer, siyahımsı, koyu” (V, 251)
ḳolaḳ “kulak, çeşitli şeyleri tutmak için iki yanda kullanılan kulp” (V, 421) >
ḳolaḳay “sağır” (V, 425)
ḳoro “kuru, nemli olmayan, yağsız, boş, katı yürekli, duygusuz, sert, sadece,
kuraklık” (V, 473, 474, 475, 476) > ḳoroḳay “çocuğu olmayan, kısır” (V, 477)
yün “yarar, insanın fiziksel gücü, ruh hâlinden kaynaklı sıfatı, iş yapma yeterliği, gerekli düzen, tertipli; uygun, yerinde iş, fayda, imkân, araç, fırsat, iyi” (IV,
175) > yünekey “değersiz” (IV, 178)
ěl “rüzgâr” (III, 503) > ělegey “serin, az rüzgârlı” (III, 524)
kiñ “geniş, bol, eni boyu geniş, engin, geniş yer kaplayan” (IV, 475) kiñkey
“büyük, geniş” (IV, 476)
yılı “ısı, ılık, sıcak” > yılıḳay “sıcak, sıcacık” (IV, 221)
maźa “sükûnet, endişe, kendir” (VI, 149,150) > maźaḳay “mühim olmayan,
önemsiz” (VI, 150)
208 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
maźaḳay “kötü” (VI, 150)
naźlı “nazlı, yumuşak, alımlı, nefis” > naźlıḳay “nazenin; nazlılık, nazlı, insana
has sıfat, alımlılık, mülayimlik, yumuşaklık” (VI, 513)
şırpı “kibrit; çırpı; süsleme işinde kullanılan çeşitli teller, sırmalı tel” > şırpıḳay
“züppe, göze hoş gelen, iyi giyinen” (IX, 912)
ḳır “kenar, çevre; cephe; herhangi bir nesnenin dışı, dış kısmı; insan tarafından yetiştirilmeyen meyve, sebze için söylenir; yabani; bozkır; ekin ekilen yer” >
ḳıraġay “vahşi, yabani” (V, 746)
ḳuşa “beraber, arkadaş, aile dostu, ahiretlik” > ḳuşaġay “candan bağlı, sadık;
sözünün eri” (V, 629)
şeptě “becerikli, yetenekli, iyi, faydalı, güzel, öndeki, verimli” > şeptěkey “becerikli, verimli” (IX, 938)
2.5. Beden veya fizikî görünüşle ilgili organ, uzuv, parça, uzantı
anlamlarını taşıyan somut isim ve sıfatlar teşkil eder:
aḳ “ak, beyaz; süt, kâğıt, akçıl gözbebeği, iyilik simgesi” (I, 199, 200)> aḳay
“patlak gözlü” (I, 200)
söregey (VII, 614) ~ setekey “serçe parmak” (VII, 842)
tümhe “tümsek, kasık kemiği” > tümhekey “kasık kemiği” (VIII, 638)
böyör “böbrek” (356) > böyrekey “böbrek” II, 357)
şeptě “becerikli, yetenekli, iyi, faydalı, güzel, öndeki, verimli” > şeptěkey “becerikli, verimli” (IX, 938)
2.6. Bitki isimleri teşkil eder:
ballı “ballı, balı olan, bal eklenmiş, tatlı” (II, 118) > ballıḳay “sütleğen” (II, 119)
temlě “tatlı” > temlěkey “meyan kökü (VIII, 753); yaprak bitlerinin çıkardığı
şekerli sıvı; arıların toplayıp bala çevirdiği sıvı, yaprak balı” (Zeynullina, 2001, 76)
şürěkey “baldıran” (IX, 872)
maylı “yağlı” (VI, 164) > maylıḳay “yağ çanağı, tatlı salgı çıkaran, böcekleri
avlayan bitki” (VI, 165)
yeběşkek “yapışık, yavşak, kar fırtınası” > yeběşkek börmekey “tırmanıcı yoğurtotu, yapışkan otu” (IV, 259)
ḳupşıḳay “noel ağacı” (V, 593)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 209
sěběrtke “huş ağacı gövdesinde oluşan yumru, el ve ayaktaki küçük yara, sürgün, filiz (VII, 463) > sěběrtkey “yumru” (VII, 462)
tarbaḳ “filiz” > tarbaḳay “biçimsiz şekilde açılmış, budak” (VIII, 161)
hötlökey “sütleğen” (IX, 596) ~ aḳ hötlökey “sütleğen” (I, 214)
öbörlökey “beyaz nilüferin tomurcuğu” (VI, 785)
2.7. Somut isimler teşkil eder:
hul “sol, sol taraf; sol görüş” > hulaḳay “solak, sol taraf, sol kol ile iş yapan”
(IX, 613)
zat “soy, kardeş, nesil; değerli, pahalı şey” (III, 603) > zatıḳay “çocuk” (III,
605)
mal “hayvan, mal ve mülk, zenginlik, para” (VI, 180) > malḳay “hayvan, mal
ve mülk, zenginlik, para” (VI, 184)
kěnděk “göbek, cıvata” > kěnděkey “ebe, doğumda yardımcı olan, göbek bağını
kesen kadın” (IV, 414)
mirěkey “epilepsi” (VI, 305)
neme “şey, görünüş” > nemekey “şey” (VI, 615)
neźěk “ince, dar, semiz olmayan, iştahsız” (VI, 608) > neźěkey “ince, yemek
borusu sıkışması” (VI, 609)
kinye “küçük, ailenin en küçük çocuğu, yaşça küçük, son” (IV, 469) > kinyekey
“ailede en küçük çocuk” (IV, 470)
malay “oğlan, küçük yaştaki erkek çocuk, erkekler arasındaki dostça seslenme
sözü, hoppala!” (VI, 181) > malaḳay “delikanlı” (VI, 182)
öşe “bazlama, çörek” (VI, 911) > öşekey “kalaç, asma kilit biçiminde pişirilmiş
küçük ekmek” (VI, 912)
hürmekey “eski, unutulmuş yol” (IX, 633)
ḳatlı “katmerli, birkaç kattan oluşan” > ḳatlıḳay “katlama; açılan hamurun üstüne yağ, yumurta sürüp, uzun uzun kestikten sonra yuvarlayarak pişirilen ufak
ekmek” (V, 340)
ḳalas “kalaç, asma kilit biçiminde pişirilmiş küçük ekmek” (V, 137) > ḳalas
epekey “ kalaç, asma kilit biçiminde pişirilmiş küçük ekmek” (V,137)
210 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
ḳaḳ “çıplak, çorak, kel, güneş, rüzgâr alan yerlere asılıp kurutulan, pestil, kazların sesi” > ḳaḳay “kazların sesi” > ḳaḳay “pis, kir, leke” (V, 125,126) ~ ḳıḳay (V,
714)
yeş “genç, küçük, yaş, insan hayatının olumlu anlama sahip olduğu an” (IV,
329) > yeşěkey “mezar” (IV, 331)
kěye “arı kovanı deliği, ceza, bakım, gözetim, özen” > kěyekey “giyecek, giysi”
(IV, 402)
kěşě “kişi, halk, adam, insan” (IV, 432) > kěşěkey “biri” (IV, 434)
yök “yük, dölüt, cenin” (IV, 141) > yökey “yumurcak, yerinde duramayan” (IV,
145)
běźěnkey “büyükayı takımyıldızı” (II, 201)
běźek “bezek” (II, 256) > bizekey “bezek” (II, 260)
ḳazıḳ “kazık, direk, temel, sap” > ḳazıḳay torov “çocuğun ilk defa ayakları üzerinde durması” (V, 92)
2.8. Alet ve eşya isimleri teşkil eder:
işme “bilezik, gümüşle kaplanmış bilezik” > işmekey “bezek, oyularak yapılmış süs” (III, 863)
töp “dip, iç, şap” (VIII, 443-444) > töptökey “huş ağacı kabuğundan yapılan
sepet, kova” (VIII, 450)
yılt “ani hareketi bildiren kelime” (IV, 126) > yıltıḳay “kandil” (IV, 217)
ḳuldav “deri kap, yılkının ön ayak derisinden yapılan dar ağızlı kımız kabı” >
ḳuldıḳay “ahşap badya” (V, 566)
ḳunaḳay “oyun için kullanılan kemik” (V, 581)
talḳı “kendir lifleme aleti” (VIII, 107) > talpıkay “kendir lifleme aleti” (VIII,
109)
şeptěr “paspas” > şeptěrkey “paspas” (IX, 938)
hıźġıraḳay “düdük” (IX, 644)
murtay “tulum, tütsülenmiş hayvan dersinden yapılmış dar ağızlı, yassı dikilmiş kap” (VI, 420) > murtaḳay “tulum” (VI, 421)
ḳılḳay “kazan” (V, 720) > ḳıldıḳay “saplı küçük kazan” (V, 719)
ḳolaḳ “kulak, çeşitli şeyleri tutmak için iki yanda kullanılan kulp” (V, 421) >
ḳolaḳay “tencere, iki yanında tutaç olan kap” (V, 425)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 211
ḳolaḳ “kulak, çeşitli şeyleri tutmak için iki yanda kullanılan kulp” (V, 421) >
ḳolaḳtıḳay “leğen, ağaç leğen, tekne” (V, 431)
2.9. İsim ve sıfatlara eklendiğinde hitap, sevgi, şefkat sözcükleri teşkil
eder:
hılıv “güzel” > hılıvḳay “güzelim” (IX, 666)
matur “güzel” (VI, 231) > maturḳay “dilber, şefkat gösterilene söylenen söz”
(VI, 233)
göl “gül” (III, 198) > gölkey “çiçek, kadınlara söylenen sevgi, şefkat sözü” (III,
201)
duš “dost” > dušḳay “dostum, eş dosta söylenen sevgi sözü” (III, 452-453)
yörek “yürek” (IV, 160) > yörekkey(ěm) “değerli görülen yakın kişiye sıcak
davranma, sevgi sözcüğü” (IV, 161)
ḳolan “açık sarı, kulan, alan” (V, 432) > ḳolḳay (V, 438) ~ ḳoloḳay “tay, kulan”
~ ḳoloḳayım “çocuğu severken kullanılan sözcük” (V, 439)
siber “güzel, yakışıklı” > siberkey “güzel, bir erkeğin kadına seslenme sözü”
(VII, 512)
yıraḳ “uzak” > yıraġebey “anneanne” > yıraḳay “anneanne, anneannem” (IV,
229)
2.10. Kişi isimlerine eklendiğinde sevgi ve şımartmayı bildirir:
Ekin sevgi, şımartma işlevi cümle içerisindeki bağlamdan ortaya çıktığı için
burada, cümle içerisinde kullanımı örnek olarak verilmiştir. “Konuşma dilinde
kişi adlarının kısaltmasında kullanılır: Ḫelkey- Ḫeliulla, Şamḳay- Şamil, YomaḳayYomabike, Ürěkey- İrina” (BTGM, 2008, s.20).
— Ey, atahı, bögön Sıvaḳay yěñgem kilgeyně elě. ‘‘Ey, kocacığım bugün Sıvakay
yengem gelmişti.” (K, 4)
Biběkey źe bıġa künde. “Bibikey de buna razı oldu.” (K, 30)
Şundan Ḫammat onu, bala şikěllě irkelep, köröš artınan küterěp aldı… Tubıġına
ultırttı…
Selimekeyěm, hılıvım!... “Böylece Hammat, onu çocuk gibi sevip tezgâhın arkasından kaldırdı. Dizine oturttu. “Selimeciğim, güzelim!” (OĚB, 27)
Bibi > Bibikay (II, 552), Bulya > Bulyakay (II, 552), Bura > Buraḳay (II, 551),
Buźı > Buźıḳay (II, 551), Göl > Gölkey (III, 857), Höyer > Höyerkey (IX, 975), Miñlĕ
212 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
> Miñlĕkey (VI, 936), Aźnaḳay (I, 422), Batırkay (II, 550), Bayraḳay (II, 549),
Ġelikey (III, 852), İlcĕkey (III, 855), İlkey (III, 854), İrkey (III, 855), İsekey/İšekey
(III, 855), İşkey (III, 856), İşmekey (III, 856), İźĕvkey (III, 854), Tĕlevkey (VIII,
825), Tenekey (VIII, 826), Timĕrkey (VIII, 826), Ülyekey (IX, 969)
2.11. Nehir ve göl isimlerine getirilir:
Alaḳay kül “Alakay gölü” (I, 417), Aźnaḳay külĕ (I, 416), Bılaġay (II, 545),
Bitlĕkey (II, 544), Bitlikay reka (II, 544), Bulagay reka (II, 545), Bülekey (II, 545),
Düsekey kül (III, 846), Merzekey (VI, 923), Mesĕkey (VI, 923), Mişerkey kül (VI,
922), Öpĕkey (VI, 925), Sĕbĕkey (VII, 856), Sekey (VII, 858), Sĕrekey (VII, 856),
Serkey (VII, 858), Söymekey (VII, 857), Sürekey (VII, 847), Şemekey (IX, 963),
Şönkey (IX, 963), Tĕlekey (VIII, 816), Tĕlevkey (VIII, 816), Tevkey (VIII, 819),
Timĕrkey (VIII, 816)
2.12. Dağ, şehir ve köy isimlerine getirilir:
Aḳsaḳay tav (I, 420), Ballıḳay (II, 546), Bayraḳay (II, 546), Belekeytav (II, 548),
Bıźavḳay (II, 548), Bişkükey tav (II, 547), Bülekey tavı (II, 548), Dinĕkey (III, 849),
Dürtkaragay (III, 848), Meskey tavı (VI, 928), Ömekey tav (VI, 930), Sĕbĕkey (VII,
860), Sĕrekey (VII, 860), Sĕyekey (VII, 860), Sibekey (VII, 860), Sirükey (VII, 860),
Sömekey (VII, 860), Süsekey (VII, 861), Şelĕmkey tavı (IX, 968), Tĕlekey (VIII,
821), Tevkey (VIII, 824), Ütekey tavı (IX, 965); Ayźaḳay (I, 414), Baḳay (II, 540),
Bĕykey (II, 541), Buźıḳay (II, 542), Bülekey (II, 542), Ḫelĕkey (IX, 956), Hergey (IX,
956), İlsĕkey (III, 843), İsekey (III, 844), İškĕ İlĕkey (III, 844), İškĕ İtĕkey (III, 844),
Ḳandra-Tömekey (V, 868), Ḳañnı-Törkey (V, 868), Resmekey (VII, 853), Sörökey
(VII, 854), Tĕlekey (VIII, 813), Tirekey (VIII, 813), Törkey (VIII, 813), Tübengĕ
Yerkey (VIII, 814), Ürgĕ Yerkey (IX, 955), Ürmekey (IX, 955), Yañı dürtĕkey (X,
568), Yañı itĕkey (X, 568)
2.13. Uyarı ve şaşkınlık ifadesi veren isimler teşkil eder:
bına “işte; öndeki veya çok yakındaki kişiyi veya nesneyi göstermek için kullanılır; anlamı güçlendirmek için kullanılır, kimi ifadeleri açıklarken cümlenin
başına getirilir.” (II, 458) > bınaġay “yapma!, beklenmedik bir durum karşısında
şaşkınlık için söylenir.” (II, 459)
Sonuç ve Değerlendirme
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 213
Bu çalışmada, +GAy/+Ay ekinin Türkçede sınırlı sözcükte kullanılan bir ek
iken, Başkurt Türkçesinde kullanım alanının oldukça geniş olduğu örneklerle
gösterilmiştir. Başkurt Türkçesi Rusça, Moğolca, Çince, Arapça, Farsça, Almanca, Fransızca gibi dillerden ödünçleme sözcük alarak kendi leksikolojisi içerisinde
kimi zaman anlamını koruyan kimi zaman da anlam değişimine uğrayan sözcükler barındırmaktadır. “Başkurt Türkçesinde süregey ‘çıkrıkçın’ (VII, 701) sözcüğü
Modern Moğolcada, Yazı Moğolcasında ćörägei ‘dalgıçkuşu’ sözcüğünden ödünçlemedir. Kelime başında s- bulundurması, bu sözcüğün alıntı olduğunu gösteren
açık bir göstergedir. Son sözcükteki -äy diftongu için de durum aynıdır. Moğolcada sözcük sonundaki -a/-e ile -ai/-ei’nin eş değerliği tipiktir. Volga Kıpçakçası
dillerinde -ay/-ey onun yansımasıdır” (Csáki, 2006, 87). Tutay “abla, teyze, kardeş,
erkeğin kız kardeşi” (VIII, 614) sözcüğünün Rusça veya başka bir Slav dilinden
geçmiş olduğu (Li, 1999, s. 145) ifade edilir.
Mevcut çalışmalarda, ekin akrabalık isimlerine ve özel isimlere gelerek eklendiği sözcüğe şımartma, sevgi, hürmet işlevi kattığını; hayvan isimlerine ve yer
adlarına da gelebildiğine değinilse de tanıklanan örneklerde bundan daha fazla
işleve sahip olduğunu ve bazı sözcüklerin anlamını değiştirirken bazı sözcüklerde sadece pekiştirme unsuru veya çekim eki gibi sözcüğün anlamını koruduğu
gözlemlenmiştir. Moğolcadaki +qai ~+kei, +gai~ +gei isimden isim yapma ekinin
Başkurt Türkçesinde +ġay/+gey; +ḳay/+key şeklinde görülmesini O.F. Sertkaya
gibi Moğolcadan bulaşma olarak görmekteyiz.
İncelediğimiz örneklerde, ekin işlevsel olarak en sık 44 taneyle dağ, şehir, köy
ismi ve 36 taneyle durum bildiren sıfat ve zarf yapmada kullanıldığı görülmektedir.
Daha sonra 25’er taneyle kişi ismi, nehir, göl isimleri, aile ve akrabalık isimleri, 21
taneyle somut isim, 16 taneyle huy, karakter ve alışkanlık ilgili olumsuz anlam taşıyan soyut isim ve sıfat, 12 taneyle alet ve eşya ismi, 11 taneyle bitki ismi, 8 taneyle
isim ve sıfatlara eklendiğinde hitap, sevgi, şefkat sözcüğü, 4 taneyle beden veya fizikî
görünüşle ilgili organ, uzuv, parça, uzantı anlamlarını taşıyan somut isim ve sıfat, 1
tane de uyarı ve şaşkınlık ifadesi veren isim yapmada kullanıldığı tespit edilmiştir.
Örneklerin Alındığı Eserler:
K: Biişeva, Z. (1990). Kěmhětělgender. Başḳortostan Kitap Neşrietě.
OĚB: Biişeva, Z. (1990). Olo Ěyěk Buyında. Başḳortostan Kitap Neşrietě.
Kısaltmalar
BTAH
: Başḳort Tělěněñ Akademik Hüźlěgě
214 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
İM
: İrşādü’l Mülūk ve’s-Selātin
K
: Kěmhětělgender
KE
: Kitâbü’l – Ef ’âl
TZ
: Et-Tuhfetü’z -Zekiyye fi’l- Luġati’t-Türkiyye
Kaynakça
Adiloğlu, A. (2019). Karaçay-Malkar Türkçesinde isimden isim yapım eklerinin gelişimi–I.
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.12, S.68, 5-35.
Başḳort tělě grammatikahı: 3 tomda. t. II. morfologiya (2018). Haz. M. V. Zeynullin, G. R. Abdullina, Ḫ. V. Soltanbayeva, G. A. İšenġolova. (yavaplı möḫerrire: Ḫ. V. Soltanbayeva). Kitap.
BTAH (2011). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: I. tom A. Kitap.
BTAH (2011). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: II. tom B. Kitap.
BTAH (2012). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: III. tom V-İ. Kitap.
BTAH (2012). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: IV. tom Y-K. Kitap.
BTAH (2013). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: V. tom Ḳ. Kitap.
BTAH (2014). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: VI. tom L-Ö. Kitap.
BTAH (2015). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: VII. tom P-S. Kitap.
BTAH (2016). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: VIII. tom T harfi. Kitap.
BTAH (2017). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: IX tom U-ŞÇ. Kitap.
BTAH (2018). Başḳort tělěněñ akademik hüźlěgě: X. tom I- Ya harfi. Kitap.
Choi, H. W. (2010). Türkçe, Korece, Moğolca ve Mançu- Tunguzcanın karşılaştırmalı ses ve biçim
bilgisi. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Clauson, S. G. (1962). Turkish and Mongolian studies. London: The Royal Asiatic Society of
Great Britain and Ireland.
Csáki, E. (2006). Middle Mongolian loan words in Volga Kipchak languages. Turkologica 67.
Harrassowitz Verlag.
Erdal, Marcel (1991). Old Turkic word formation: a functional approach to the lexicon. Vol.1.
Wiesbaden: Otto Harrassowitz.
Ergin, M. (2009). Türk dil bilgisi. Bayrak Yayınları.
Korkmaz, Z. (2007). Türkiye Türkçesi grameri (şekil bilgisi). Türk Dil Kurumu Yayınları.
Li, Y. S. (1999). Türk Dillerinde Akrabalık Adları. Simurg.
Muhammed, R. (2021). Memlûk Türkçesinde ekler ve işlevleri. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Sertkaya, O. F. (2012). Etimoloji nedir- ne değildir ve isimden isim yapan +ay /+ey eki üzerine.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, 19, 1, 43-72.
Tietze, A. (2009). Tarihi ve etimolojik Türkiye Türkçesi lügati c. 2 F-J. Verlag der Österreichischen
Akademie der Wissenschaften.
Yazıcı Ersoy, H. (2011). Başkurt Türkçesinde aile ve akrabalık isimlerinde kullanılan -y biçimbirimi. Türkbilig, 21:87-112.
Zeynullin, M. V. (2005). Ḫeźěrgě Başḳort eźebi tělě morfologiya. Kitap.
Zeynullina, G. D. (2001). Urıšsa-Başḳortsa- Başḳortsa-Urıšsa umartasılıḳ hüźlěgě. Kitap.
ФРАЗЕОЛОГИЗМДЕР
СЕМАНТИКАСЫНДАҒЫ ОБРАЗДЫҢ
РӨЛІ
Mağripa ESKEYEVA, LN Gumilyov Avrasya Ulusal Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-7647-817X
Asiye KOLPENOVA, Bursa Uludağ Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-7147-1024
Фразеологизмдер – белгілі бір ұғымды бейнелі, ойды ерекше әсерлі
етіп жеткізу мақсатынан туған тіл бірліктері. Бұл бейнелілік, әсерлілік
фразеологиялық мағынаға уәж болған образ арқылы жүзеге асады. Мысалы:
қаз. жыланның аяғын көрген ‘жылпос, қу, пысық’, жұмыртқадан жүн қырыққан
‘жоқ жерден үнем тапқан’, бит ішіне қан құйған ‘өзгенің білмегенін білетін
айлакер’ немесе түр. şeytanın art ayağı ‘өте қу’, eliyle koynunun arası kırk yıllık
yol ‘өте сараң’ фразеологизмдері беретін ұғымды жеке сөздермен де беруге
болады, алайда жыланның аяғын көру, жұмыртқадан жүн қырқу, бит ішіне қан
құю, шайтанның артқы аяғы, қолы мен кеудесінің арасы қырық жылдық жол
образдары, нақтырақ айтсақ, образ-ситуациялар фразеологиялық мағынаға
ұйтқы болып, фразеологизмдерді басқа тіл бірліктерінен ажырататын
өзгеше сипат, мән беріп тұр. “Сол себепті көптеген тілшілер образдылықты
фраземалардың (фразеологизмдердің) маңызды белгілерінің бірі ретінде
санайды” (Алефиренко, 2009, 45-б). Образдылықтың фразеологизмнің
басты белгісі болуы заңдылық: “образ – фразеологизмнің ішкі формасы. Ішкі
формасыз фразеологизм мағынасы жоқ, мағына болмаса, фразеологизмнің
өзі де жоқ. Ішкі формасыз фразеологизмдер өзінің коммуникативтік
қызметін атқара алмайды” (Зимин, 2016, 32-б). Фразеологизмдерді әр түрлі
аспектіде зерттеген ғалым Г. Смағұлова фразеологиялық ішкі формаға
мынадай анықтама береді: “Фразеологизмнің ішкі формасы – фразеологизм
мағынасының уәжділігінде жатқан бейне, белгілі бір жағдаят, “гештальт”,
“сурет”, фразеологизм сипаттап отырған жағдаяттың бейнелі көрінісі”
(Смағұлова, 2020, 75-б). Бұдан шығатын тұжырым: фразеологизмді тілдік
таңба ретінде айқындайтын негізгі элемент – образ. Мақалада осы тұжырым
фразеологизмдер семантикасындағы образдың рөлін саралау, талдау
арқылы дәлелденеді.
216 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Фразеологизмдер семантикасы – күрделі құбылыс: онда объективті
дүниенің тіл иесі тарапынан анықталған қасиет, белгілері жатады, сонымен
бірге тіл иесінің осы объективті дүниеге қатысты бағасы мен бағамы,
эмоциясы орын алады. Сондықтан В.Н. Телия “фразеологиялық семантика
құрылымын бір типті ақпарат беретін, қасиеттердің “шоғыры” болып
табылатын макрокомпоненттердің реттелген тізбегі құрайтынын айтады»
(Телия, 1990, 34-б). Фразеологизмдер семантикасындағы образдың рөлін
саралау осы компоненттердің мәнін айқындаумен өзектеледі.
Тіл иесінің ақиқат дүниені тану және қабылдау тәжірибесінің негізінде
пайда болатын образ өзі уәж болған фразеологиялық мағынаға ауыспалы
мән жүктейді. Фразеологиялық ауыспалы мағынаның жасалу тәсілдері А.Т.
Синан еңбегінде былайша сараланған: “Ad aktarması, Mecaz-ı Mürsel / metonümia (göze girmek, başında torbası eksik); deyim aktarması / metaphor (eleğini eleyip duvara asmak, ayaklı kütüphane); teşbih-benzetme (acem bahçesi gibi,
tığ gibi delikanlı); kinaye (ağır başlı, yüzü ak); telmih (derdini Marko Paşaya anlatmak); abartma-mübalağa (iğne atsan yere düşmes, yumurtaya kulp takmak)”
(Синан, 2015, 75-б). Аталған тәсілдердің барлығының негізінде образ жатыр.
“Фразеологизмдер құрамындағы сөздердің мағынасымен емес, образбен
уәжделеді” (Зимин, 2016, 39-б). Осы негізде фразеологиялық образдың
бірінші рөлі айқындалады: образ фразеологизмнің шынайы мағынасын
уәждейді.
“Фразеологизмдердің мақсаты − белгілі бір ұғымды ерекше қалып ішінде,
әсерлі, өзгеше мағынада білдіру” (Аксой, 2021 [1965], 39-б) болғандықтан,
фразеологизмге уәж болған образ ұғым-түсінікке бағалауыштық,
эмоционалды-экспрессивті реңк үстейді, яғни фразеологиялық мағынадағы
бағалауыштық, эмотивтілік компоненттер образ арқылы анықталады.
Осы арада эмоционалдылық пен эмотивтіліктің ара жігін ажырату
қажеттілігі туындайды: эмоционалдылық – адам психикасына қатысты
ұғым, ал эмотивтілік − осы эмоцияны сипаттайтын тіл бірліктеріне тән
құбылыс. Фразеологиялық образдың екінші рөлі бағалау мен эмотивтілікті
білдіру болып табылады. Мәселен, түрік тілі фразеологизмдері мен мақалмәтелдеріндегі метафоралардың тіларалық анализін жасаған Е. Ериш,
Е. Улушахин ақ түс арқау болған метафоралық образдың “оң бағамда
тазалықтың, пәктіктің, жақсылықтың символы болса, теріс мағынада
қорқынышты, қиыншылықты, суықты да бейнелейтінін мысал етеді” (Ериш,
т.б., 2021, 16-б).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 217
Фразеологиялық мағына − еркін тіркестің ауыспалы мәнге ие болуы
арқылы жасалған екінші мағына. Академик Ə. Қайдар тұрақты тіркестердегі
образды-фондық негіз – халықтың әлеуметтік-экономикалық тұрмыстіршілігін, рухани әлемі мен материалдық мәдениетін, әдеті мен әдебін,
діни-мифологиялық сенімі мен нанымын сипаттайтын фактор екендігін
айтады (Қайдар, 1998, 214-б) және фразеологиялық екінші мағынаны
“этнолингвистикалық мағына” деп атайды (Қайдар, 1998, 21-б).
Г. Смағұлова: “Бейнелілік − тілдік жүйеде фразеологизмнің құрылымдықсемантикалық ерекшелігін жинақтаған лексика-семантикалық категория
және ол экстралингвистикалық факторлардың бірігуінен пайда болады”
(Смағұлова, 2020, 79-б), − деген ой тұжырымдайды. Экстралингвистикалық
факторлар негізінде пайда болған этнолингвистикалық мағына мәдени
ақпарат арқалап жатады. Осы этномәдени ақпарат образда тұрақталады
десек, фразеологиялық образдың тағы бір рөлі айқындалады: образ мәдени
коннотацияның тасымалдаушысы болып табылады.
Қазақ фразеологизмдері мен перифраздарын зерттеген Ө. Айтбайұлы
фразеологиялық тіркестердің негізгі қасиеті стилистикалық ажарында
екендігін, “ажардың” образ арқылы берілетінін түйіндейді, “осыған
қарағанда фразеология негізінде стилистиканың зерттейтін объектісі
тəрізді” (Айтбайұлы, 2013, 67-б), − деген ой топшылайды.
Г. Сағидолда тұрақты тіркес арқалаған образ неғұрлым айқын болған
сайын, тіркестің идеялық мағынасының айқындылығы, айшықтылығы,
эмоционалды-экспрессиялық күшінің артатынын айтады (Сағидолда, 2011,
286-б).
Р. Авакова ішкі форма мен фразеологиялық бейненің (образдың)
арақатынасын анықтай келе, “бейнелі фразема өзінің ішкі формасы негізінде
семантика-стилистикалық және экспрессивтік қасиеттерімен байитынын
тұжырымдайды” (Авакова, 2013, 56-б).
Берілген түйін-тұжырымдардан шығатын қорытынды: фразеологиялық
образ фразеологизмнің стильдік ерекшелігін айқындайды.
Жинақтай келгенде, фразеологизмнің коммуникативтік, эстетикалық,
кумулятивтік функциясын анықтайтын фразеологиялық образдың
рөлі мыналар: образ фразеологизмнің мағынасын уәждейді; образ
фразеологиялық мағынадағы бағалау мен эмотивтілікті танытады;
образ мәдени коннотацияның тасымалдаушысы болып табылады; образ
фразеологизмдердің стильдік ерекшеліктерін айқындайды.
218 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Мақалада фразеологиялық образдың аталған функциялары қазақ және
түрік тілдеріндегі адамның мінез-құлқын сипаттайтын фразеологизмдер
арқылы зерделеніп, сараланды. Бұған екі тілде де, әсіресе, түрік тілінде
адамның мінез-құлқын сипаттайтын фразеологизмдердің айрықша көптігі
және біршама фразеологизмдердің Түркияның белгілі бір бөлігінде ғана
халық аузында қолданылатын ерекшелігі себеп болды. Мысалы: түр. kırk
gün kaynatsan bir damla balı çıkmaz ‘жаман адам’ фразеологизмі Алания,
Антеп, ağzının içi yumuş dolu ‘тек бұйрық беруді ғана білетін адам’ Газиантеп,
bir yüzü insan, bir yüzü köpek ‘екі жүзді адам’ Чанкыры жерінде мәшһүр екен
(Bölge ağızlarında atasözleri ve deyimler, 2019, 240, 276, 370-б).
Материал көзі ретінде фразеологиялық сөздіктер: түрік тілінде Ө.А.
Аксойдың, М. Хенгирменнің, А. Пүскүллүоғлының фразеологиялық
сөздіктері, “Bölge ağızlarında atasözleri ve deyimler” сөздігі, қазақ тілінде І.
Кеңесбаевтың “Фразеологиялық сөздігі”, Г. Смағұлованың “Қазақ тілінің
фразеологиялық сөздігі” және “Мағыналас фразеологизмдер сөздігі”
алынды.
Образ фразеологизмнің мағынасын уəждейді
Шындық болмыстағы объективті заттар мен құбылыстар, олардың
адам тарапынан танылған қасиеті мен белгілері образдалып, осы образ
фразеологизмдердің қалыптасуына ұйтқы болатынын жоғарыда айттық.
Қазақ және түрік тілдеріндегі сапа семантикалы фразеологизмдерді
жинастыру, топтастыру фактілері адамның мінез-құлқын сипаттайтын
фразеологизмдерге көп жағдайда соматикалық, зооморфтық атаулар
тірек болған образдардың мотив болғанын көрсетті. Мысалы: қаз. ақылы
алқымынан аспаған ‘өзінен өзгеге ақылы артылмаған, өзгені танырлық
ақыл бітпеген адам’, түр. aklı başından bir karış yukarı ‘ойына келгенді
ойланбастан жасайтын’, қаз. аузы ауыр ‘өсек айтпайтын, сыр сақтағыш,
әңгімеге құмарлығы жоқ’, түр. ağzı killitli ‘сыр сақтаған’, қаз. аузы жаман ‘не
болса соны айта беретін бейпіл ауыз’, түрік тілінде бұл мағына ağzı kalabalık
фразеологизмі арқылы беріледі. Калабалык сөзі түрік тілінде “адамдардың
тобы, керексіз, ретсіз заттар жинағы, өте көп” деген мағынаны білдіреді, осы
образ ağzı kalabalık фразеологизміне арқау болып, ‘мағыналы, мағынасыз,
ретсіз көп сөйлейтін’ мағынасын береді. Сол сияқты түрік тіліндегі ağzının
perhizi yok ‘ақылына не келсе, соны сөйлейтін’ адам сипатын береді. Қаз.
аузынан сөзі, қойнынан бөзі түскен ‘екі ауыз сөздің басын құрай алмайтын
ебедейсіз кісі’, аузын ашса, жүрегі көрінеді ‘ақкөңіл, аңқылдаған’, түр. eli bay-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 219
raklı ‘әдепсіз, дау-дамайшы’, gök gözlü ‘ынсапсыз, зәлім’ фразеологизмдерінде
ауыз, жүрек, қол, алқым, кеуде, көз атаулары тірек болған образ орын алған.
Сонымен қатар екі тілде де жан-жануар, құс атауларымен байланысты
образ фразеологиялық мағынаға уәж болғанын көреміз: түр. gemi aslanı ‘өзін
күшті санайтын, бірақ ешбір іске ебі жоқ адам’ фразеологизмінің мағынасына
қанша күшті көрінсе де, ештеңе жасай алмайтын кеме арыстанының сипаты
уәж болған, яғни түз жыртқышы − арыстан кемеде болса, қамауда болғаны
деп топшылаймыз. Аslan yürekli ‘нағыз жігіт, ешнәрседен қорықпайтын’,
бұл фразеологизм қазақ тілінде де бар, осы мағынада жұмсалады: арыстан
жүректі ‘қаймықпайтын, тайсалмайтын, өжет’. Түр. haymana öküzü ‘жалқау’
түрік тілінде хаймана – жануарлар еркін жайылатын шалғын, яғни жалқау
адам сипатын ішіп-жеуді ғана білетін, жайылып жүрген өгіз образы берсе,
cеnnet öküzü ‘жүрегі таза, бірақ ақымақ дейтіндей аңғал’ мағынасын білдіреді.
Түр. it dişi domuz derisi ‘арамы адам’, yüzü eşek derisi ‘ұяты, ары жоқ’, қазақ
тілінде бұл мағына бетін тілсең, қан шықпайды, беті қалың фразеологизмдері
арқылы беріледі. Түр. horoz akıllı ‘ақылсыз, бейінсіз, ақымақ’, қазақ тілінде
бұл мағынаны тауықтың миындай миы жоқ фразеологизмі береді. Қазақ
тілінде: қой аузынан шөп алмас, шөккен түйеге міне алмас, қойдан қоңыр,
жылқыдан торы ‘момын, жуас’, мұрнын тескен тайлақтай ‘көнгіш, ырыққа
ергіш, жуас’, қолынан қой жарысы келмейді ‘сылбыр’, қуды мініп, құланды
құрықтаған ‘өте епшіл, әбжіл адам’ фразеологизмдері актив қолданылады.
Халықтың тіршілігі мен тәжірибесінен орын алатын төрт түлік малға
қатысты түйгені мен түсінігі фразеологизмдер мағынасынан орын алғанын
көреміз, өйткені фразеологизм мағынасына уәж болып отырған − шындық
болмыстың образдалған фрагменті (ситуациясы).
Проф. К.Аханов кейбір тұрақты тіркестердің жасалуына түрлі
аңыздардың да негіз болатынын айтады (Аханов, 1993, 182-б) яғни
фразеологизмдердің мағынасын уәждейтін образ белгілі бір оқиғадан тууы
да мүмкін. Мысалы: Ғ.Мұсабаевтың тіл тарихына қатысты еңбектерінде
жүрек жұтқан, елден шыққан ала аяқ фразеологизмдері туралы мынадай
деректер кездеседі: “Батыр, батыл адамды “жүрек жұтқан” дейміз. Жас
жігіт қолдың санатына қосылу үшін жорықта алғашқы соққан жауының ең
алдымен қанын ұрттап, кейін жүрегін жылыдай жұтады. Құлағын кесіп,
өлтірілген адамның санын есептеуге пайдаланады. Қан ішер, жүрек жұтқан,
бастан құлақ садаға тіркестері осыдан шыққан” (Мұсабаев, 1963, 152-б).
“Сол сияқты елден шыққан ала аяқ дейтінімізді ертедегі хун тайпаларының
дәстүрімен салыстырсақ қана түсінікті болмақ. Сол кезде қылмыстың ауыры
тұсаулы атты ұрлау екен де, жазаның ауыры елден шығару екен. Ел жиналып,
220 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
айыпкердің бетін тіліп, екі аяғына екі түсті аяқ киім кигізіп, “елден шық” деп
қоя береді екен. “Елден шыққан ала аяқ” деп, міне, осыны айтқан” (Мұсабаев,
1965, 150-б).
Сол сияқты kös dinlemiş deve gibi ‘суыққанды’ фразеологизмінің
мағынасын образға арқау болған “көстің” не екенін білетін түрік халқы
түсінеді. Бұл фразеологизмнің пайда болуының мынадай оқиғасы да бар
екен: “Көс – даусы қатты, үлкен дауылпаз. Ол бір жерден екінші жерге атпен
немесе түйемен тасылатын болған. Ұзақ жылдар Османлы ордасында осы
көсті тасыған бір түйені әбден қартайғанда мойнына “бұл түйеге тиіскен адам
жазаланады” деген жарлық іліп, қоя беріпті. Ол түйе бір күні бір адамның
бақшасына кіріп кетеді, бақша иесі де оған қатты тиісуге қорқып, ыдыс
қақпақтарын бір-біріне соғып, оны алыстан үркітіп, қумақ болады, алайда
түйе бұл дауысқа міз бақпайды. Сонда әлгі адамның көршісі: − Босқа әуре
болма, оған ыдыс қақпағының даусы түк емес, қанша жыл көс тыңдаған”, −
деген екен” (Иүксел, 2015, 81-б).
Фразеологизм мағынасын уәждеуші образ әр кез анық болмауы
да мүмкін. Оған қарап “фразеологизмді ішкі формасы жоқ деп айтуға
болмайды, фразеологизмнің қалыптасуына негіз болған образ жойылуы,
нақтырақ айтсақ, түсініксіз болуы мүмкін, оны этимологиялық талдау
арқылы анықтауға болады” (Чой Юн Хи, 2001, 40-б).
Фразеологиялық синхронды немесе диахронды образ фразеологизм
семантикасын уәждеп қана қоймайды, оның бағалаушылық және эмотивтілік
сипатын танытады.
Образ фразеологиялық мағынадағы бағалау мен эмотивтілікті
танытады
Фразеологизмнің семантикалық құрылымының компоненттері
− сөйлеуші тарапынан “жақсы-жаман” диапазонында берілген баға,
субъектінің сезімдік қатынасымен сәйкес келетін, “құптау-құптамау”
өлшемімен анықталатын эмотивтілік те образ арқылы анықталады.
Фразеологизмдер мағынасында шындық болмыстың образдалған
фрагменті ғана жатпайды, сонымен бірге сөйлеушінің осы фрагментке,
ситуацияға қатысты оң немесе теріс пікірі, яғни бағасы жатады. “Идиомалар
таңбалық функциясын атқару үшін оларға бағалау тән” (Телия, 1996, 84-б).
“Бағалау − идиоманың денотативті мазмұнында бейнеленгеннің құндылығын
білдіретін ақпарат” (Зимин, 2016, 40-б). Бағалау пікір білдіру контексінде
жүзеге асады. Мысалы: қаз. азуын айға білеген ‘мейлінше айбарлы, батыл’,
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 221
ішкі сарайы ашық ‘ешкімге жамандық ойламайды, ақжарқын’ немесе қаз.
тас бауыр, түр. bağrı taş ‘мейірімсіз, ешкімге жаны ашымас’, шық бермес
Шығайбай, шық татырмас, түр. taştan yağ çıkar, ondan çıkmaz, yumurtadan
yonga soymak, cebinde akrep var ‘өте сараң’, шар айнасы шалқасынан екен
‘кесірлі, кесапат адам’ фразеологизмдерінде адамның жақсы-жаман мінезі
бағаланып тұр.
Оң немесе теріс бағаның берілуі тіл иесінің дүниетанымына байланысты.
Мысалы: қазақ тіліндегі қоян жүрек ‘қорқақ, ынжық’ мағынасын уәждейтін
образға қоянның қорқақтығы негіз болып тұрса, ‘үркек, өте қорқақ’
мағынасын түрік тілінде deve yürekli фразеологизмі береді, бұл арада түйе
малының үркектігі денотат болғанға ұқсайды, өйткені қазақ тілінде де
үріккен түйе көзденді ‘екі көзі шатынап шықты, ежірейді’ фразеологизмі
кездеседі. Сол сияқты түрік тілінде gözü dar ‘біреуге бірдеңе бермейтін,
сараң’ фразеологизмі бар, қазақ тілінде “көзі тар” деп айтылмайды, іші тар
фразеологизмі ‘өзгелерді көре алмайтын, қызғаншақ’ мағынасын береді.
Фразеологиялық мағына құрылымының бір компоненті – эмотивтілік
субъектінің сезімдік қарым-қатынасын білдіреді. “Эмотивтілік “құптауқұптамау” шкаласымен өлшенеді. Құптау және құптамау − шкаланың шеткі
нүктелері, олардың арасында жек көру, менсінбеу, сөгу, кекесін сияқты
сипаттар жатады” (Зимин, 2016, 43-б). Мысалы: қаз. мұрнын // танауын көкке
көтеру, үзеңгі бауы алты қабат екен, түр. burnu yere düşse almaz, burnu kaf
dağında, bıyığı yelli фразеологизмдері адамның тәкаппар, өркөкірек, менмен
мінезін сипаттайды. Бұл фразеологизмдер мағынасынан эмотивтілікті
білдіретін кекесін мәнін, қаз. ұя бөріктеу кісі ‘тартыншақ, именшек’ дегенде
менсінбеушілікті, түр. dünya yıkılsa umurunda değil ‘жауапкершіліксіз,
уайымсыз’ дегенде сөгу мәнін, түр. cehennem kütüğü ‘тозақта жануға лайық
адам’, yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır ‘өте арсыз, бетсіз’ мағыналарынан
сөйлеуші тарапынан қатты жек көрушілікті аңғарамыз.
Екі тілде де теріс бағаға ие, құптамаушылықты білдіретін
фразеологизмдер көптеп кездеседі. Жалпы тілдердің қай-қайсысында
болмасын теріс мәнге ие фразеологизмдердің көп болуын А.М. Эмирова
адам миының ерекшеліктерімен байланыстырады: “мидың оң жақ жарты
шары образды ойлап, образды елестетуге, сол жақ сөйлеу мен логикалық
ойлауға жауап береді. Мидың сол жақ жарты шарында оң эмоциялар, оң
жағында теріс эмоциялар орын алады. Фразеологизмдердің қалыптасуында
“образды ойлайтын” оң жақ шарты шардың негізгі рөлге ие болуымен теріс
мәнді фразеологизмдердің сандық басымдығының себебі түсіндіріледі»
222 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
(Эмирова, 2020, 140-б). Бұл факті де фразеологизмдердің образды ойлаудың
нәтижесі екендігін дәйектей түседі.
Фразеологизм мағынасындағы образ арқылы берілетін бағалау мен
эмотивтілік этностың дүниені тану және қабылдау тәжірибесін, мәдениетін
танытады. Сондықтан образ мәдени коннотацияның тасымалдаушысы
болып табылады.
Образ − мəдени коннотацияның тасымалдаушысы
Коннотация – лат. con “бірге”, notatio “таңбалау” − қосалқы, қосымша,
толықтыратын деген мағынаны білдіреді. “Мәдени коннотация дегеніміз –
образды уәжделген мағынаны мәдени категорияларда интерпретациялау”
(Телия, 1996, 214-б). “Фразеологизмдердің образдылығында мәдени ақпар
беретін ішкі құрылым бар” (Смағұлова, 1998, 157-б). Осы ішкі құрылым −
этномәдени сипатқа ие коннотациялық мазмұн фразеологиялық мағына
құрылымындағы қосалқы мән үстеуші емес, міндетті және негізгі элемент
болып табылады, өйткені фразеологизмдердің образды негізі ұлттықмәдени дүниетаным негізінде қалыптасады. Мысалы: қаз. жеті атасын
мал өлтірген ‘дүниеқор, дүниеқоңыз’, көн көңілді ‘тас бауыр, селт етіп,
шіміркенер сезімі жоқ, қатыгез адам’, қу бастан қуырдақ ет алады ‘екі
басынан ұстап, ортасынан тістейтін сараң’, құнанын құдайындай, тайын
тәңіріндей көрген ‘өте сараң’, қулығына найза бойламайды ‘қулығы күшті
адам’, күбідей ісінген ‘мақтаншақ’, қамшысынан қан сорғалаған ‘қаныпезер,
зұлым’ фразеологизмдеріндегі мотив-образдар қазақ халқына тән мәдени
коннотациялық мазмұнға ие.
Түрік халқының тұрмыс-тіршілігіндегі өзіндік бір ерекшелік − тағам
түрінің көптігі, осыған орай мінез-құлыққа қатысты фразеологиялық
образға тағам, сусын атауларының негіз болғанын көреміз: ağzı açık ayran
delisi ‘ақымақтау адам’, bağrı yufka ‘мейірімді’, her köfteye maydanoz olmak ‘әр
іске мұрнын тығып, әр нәрсеге араласқан’, ağzına ayran durmaz, ağızında bakla islanmamak ‘сыр сақтай алмайтын’, akıllısı değirmende yoğurt öğütüyor ‘бәрі
ақымақ’, süt anamın yoğurt oğlu ‘таза, текті ананың адал ұлы’, suyuna pirinç
salınmaz ‘сенуге болмайтын адам’ тұрақты тіркестерінде коннотациялық
мазмұн ұлттық тағам, сусын атауларымен беріліп, фразеологизмдерді
ұлттық-мәдени бояумен әрлендіріп тұр.
Халықтың ең маңызды мәдени ерекшеліктерінің бірі – әдет ғұрпы, салтдәстүрлері мен ұлттық рәсімдері фразеологизмдерде көрініс тапқан. Мысалы
түрік тілінде elinin kınası, yüzünün karası ‘лас, жалқау’ мағынасын беретін
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 223
фразеологизмге қыздың қолына жағылған қына негізгі мотив болған, яғни
бұл тіркес алғашқыда жас келіннің жалқау болып шыққанын білдірген, кейін
жалпы лас, жалқау адам сипатын берген. Жалпы “қына жағу” дәстүрі түрік
халқында маңызды дәстүрлердің бірінен саналады. Қызды ұзатарда міндетті
түрде “қына кеші” ұйымдастырылып, қыздың қолына қына жағылған, осы
кеште қыз анасымен, әпке-сіңлілері, құрбыларымен қоштасып, жиналғандар
қызға сыйлық берген. “Ескіден түркілер танымында жер, топырақ қашан да
құтты, осы жерден шыққан қына да қасиетті болып есептелген. Сол себепті
ұзатылатын қызға, әскерге аттанар ұлға “пәле-жаладан қорғасын” деген
ниетпен қына жағылған. Қайтыс болған адамды жуындырып, арулаған
соң қына себелеу де әлі күнге дейін сақталған, бұл да “о дүниеде қиындық
көрмесін, тозақ отына түспесін” деген сенімнен туған” (Дурак, 2021,
ауызша). Халықтың наным-сенімінен туған салт-дәстүрлердің осылайша
тілдік бірліктер арқылы сақталуы және синхронды, диахронды зерттеулерге
нысан болуы өз кезегінде ұлттық менталитет пен мәдениетті адамзатқа
кеңінен таныстыруға мүмкіндік береді.
Тұрақты тіркестер мағынасында сақталған тағы бір ақпар көздері
адамзаттың мифологиялық нанымы, діни сенімімен байланысты. Қаз.
шайтан кісі ‘мінезі тұрақсыз, берекесіз’; ‘біреудің жынын қағып алатын
өткір’, түр. şeytana papucu ters giydirir, şeytanın yattığı yeri bilen ‘өте қу’, şeytan
tüyü bulunmak ‘өзгелердің тілін тапқыш’, cin fikirli ‘өте қу’, cehennem kütüğü
‘тозақта жануға тұрарлық адам’ фразеологизмдерінде шайтан, жын, тозақ
сынды мифологемалар образға негіз болып, коннотациялық ерекшелікті
айқындай түскен.
Образ фразеологизмдердің стильдік ерекшеліктерін айқындайды
“Фразеологизмдердің жалпы тіл жүйесіндегі орнын сөз еткенде, ең
алдымен, олардың стилистикалық қызметі көзге түседі. Тиянақты тіркестің
өн бойы тілдегі, сөйлеудегі өз еншісіне тиер меншік қасиеті – стильдік
ерекшелік” (Кеңесбаев, 1977, 601-б). “Фразеологизмнің кітабилігі немесе
ауызекі тілде қолданылу қарапайымдылығы, тіпті әдептілік шегінен
шығатын өрескелдігі стилистикалық маңызды мәнге ие” (Телия, 1995, 14-б).
Фразеологиялық мағынада стилистикалық макрокомпонент орын алады.
Стилистикалық макрокомпонент дегеніміз, қарапайым түсіндіргенде,
белгілі бір фразеологизмді тілдік қарым-қатынаста қолданудың орынды /
орынсыздығы туралы белгі. Бұл белгі де образды-уәждеуші негіз арқылы
анықталады. Осыған байланысты фразеологизмдер тілдік қарым-
224 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
қатынастың белгілі бір саласына қарай жұмсалады: кейбір фразеологизмдер
әдеби тілге телулі болса, кейбірі ауызекі тілге тән. Мысалы: қаз. басқан
ізіне шөп шықпайды, түр. baştığı yerde ot bitmez ‘қу, арам, зәлім кісі’
фразеологизмі мен түр. burnunun bokunu yemiş немесе kapısı kuş bokuyla sıvanmış фразеологизмдерінің өзіндік қолданылу ортасы бар. Сөйлеушінің
тыңдаушыға әсер ету үшін ойды бейнелі жеткізу функциясын атқаратын
тіл бірліктері – фразеологизмдер белгілі бір әлеуметтік ортаға қарай
қолданылуымен де ерекшеленеді.
Түрік тілінде көптеген фразеологизмдер халық аузында қолданылу
сипатына ие және осы сипатына қарай мақал-мәтелдер сияқты фольклор
мұрасына жатқызылады. Түрік тіліндегі фразеологизмдердің тағы бір
стилистикалық ерекшелігі – белгілі бір аймаққа тиесілі болуы, соған орай
“Bölge ağızlarında Atasözleri ve Deyimler” атты фразеологиялық сөздік жарық
көрген.
Қорыта келгенде, фразеологизм қалыптастырушы негізгі компонент
– образ немесе ішкі форма. Образсыз фразеологизм болмайды. Кейбір
фразеологизмдердің образ-уәжі синхрондық тұрғыда анық болмауы немесе
тіпті, белгісіз болуы да мүмкін, алайда оны этимологиялық жолмен табуға
болады. Фразеологизмдер ойды нақты да нақышты, бейнелі де бедерлі
әрі әсерлі жеткізу мақсатынан туған бірліктер болғандықтан, образ –
фразеологизмнің негізгі функциясын айқындайтын компонент болып
табылады. Образ фразеологизм мағынасын уәждейді: тілдік таңба ретіндегі
сипатын айқындайды. Образ арқылы коммуникативтіліктің әлеуеті мықты
болады, фразеологизмді басқа тіл бірліктерінен ерекшелейтін образды
айшықтаулар арқылы тілдің эстетикалық сипаты басымдық алады, этносқа
тән эмикалық шындықты бойына сақтаған образ кумулятивтік қызмет
атқарады. Фразеологиялық мағынадағы “жақсы-жаман”, “құптау-құптамау”
диапазонындағы бағалаушылық және эмотивтілік компоненттерінің мәні
образбен айқындалады. Образ – мәдени коннотацияның тасымалдаушысы,
өйткені халықтың, біздің талдауымызда қазақ және түрік халқының
болмысын айғақтайтын экстралингвистикалық шындық образға арқау
болады. Фразеологизмдердің стильдік бояуы да образбен түрленеді.
Образ арқылы фразеологиялық мағына қалыптасады және осы мағынаны
интерпретациялау үдерісі де образ арқылы жүзеге асады. Мағынаны
интерпретациялау үдерісі фраземосемиозис мәселелерін ортаға шығарады
және алдағы уақытта түркітану ғылымында осы мәселелерді қарастыру
міндеттерін жолға қояды.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 225
Əдебиеттер тізімі
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
Авакова, Р. (2013). Фразеосемантика. Алматы: Қазақ университеті.
Айтбайұлы, Ө. (2013). Қазақ фразеологизмдері мен перифраздары. Алматы: Абзал-ай.
Аксой, Ө. [Aksoy Ö.A.] (2021). Atasözleri ve Deyimler sözlüğü-1. İstanbul: İnkilap.
Алефиренко, Н.Ф. (2009). Фразеология. В. кн. Фразеология и паремиология. (с. 12-235).
Москва: Флинта.
Аханов, К. (1993). Тіл білімінің негіздері. Алматы: Санат.
Bölge ağızlarında atasözleri ve deyimler. (2019). Türk Dil Kurumu Yayinları.
Ериш, Е., & Улушахин, Е. [Eriş E., Uluşahin E.] (2021). Metaforik dil-Atasözü ve deyimlerde metaforaların dillerarası analizi. Ankara: Nobel Bilimsel Eserler.
Зимин, В.И. (2016). Основные роли образа в семантической структуре фразеологизма.
В кн. отв.ред. А.П.Василенко. Современная фразеология: тенденции и инновации. (с.
32-51). Москва: Новый проект.
Иүксел, Ф. [Yüksel F.] (2015). Deyimler ve ilginç hikayeleri. Ankara: Egemen Yayinları.
Кеңесбаев, І. (1977). Қазақ тілінің фразеологиялық сөздігі. Алматы: Ғылым.
Қайдар, Ə. (1998). Қазақ тілінің өзекті мәселелері. Алматы: Ана тілі.
Мұсабаев, Ғ. (1963). Бір сөздің тарихы. Жұлдыз, 11, 153-154.
Мұсабаев, Ғ. (1965). Жұмбақ сан – жұмбақ тіркестер. Жұлдыз, 11, 149-152.
Пүскүллүоғлу, А. [Püsküllüoğlu A.] (2006). Türkçe deyimler sözlüğü. Ankara: Arkadaş Yayınları.
Сағидолда, Г.С. (2011). Түркі-моңғол тілдік байланысы: топонимия және фразеология.
Астана: Кантана Пресс.
Синан, А.Т. [Sinan A.T.] (2015). Türkçenin deyim varlığı. İstanbul: Kesit Yayınları.
Смағұлова, Г. (1998). Мағыналас фразеологизмдердің ұлттық-мәдени аспектілері.
Алматы: Ғылым.
Смағұлова, Г. (2020). Қазақ фразеологиясы лингвистикалық парадигмаларда. Алматы:
Елтаным.
Телия, В.Н. (1990). Семантика идиом в функционально-параметрическом
отображении. Москва: Наука.
Телия, В.Н. (Ред.). (1995). Словарь образных выражений русского языка. Москва:
Отечество.
Телия, В.Н. (1996). Русская фразеология. Семантический, прагматический и
лингвокультурологический аспекты. Москва: Языки русской культуры.
Хенгирмен, М. [Hengirmen M.](2017). Deyimler sözlüğü. Ankara: Engin Yayınları.
Чой Юн Хи. (2001). Проблемы сопоставления внутренней формы фразеологизмов. В
сб. статей Язык, сознание, коммуникация. (с. 37-49). Москва: Макс Пресс.
Эмирова, А.М. (2020). Русская фразеология в коммуникативно-прагматическом
освещении.Симферополь: Научный мир.
ÇUVAŞÇA {+(ç)çen} SINIRLAMA BİÇİM
BİRİMİNDE YENİ İŞLEV KAZANIMI
Doç. Dr. Sinan GÜZEL, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-5508-1106
0. Giriş
Türk dilinde adlar; kelime grubu ve cümle içinde diğer sözcüklerle bağlantılarını, çeşitli durumları işaretleyen biçim birimleri ile gerçekleştirirler. Ad ve
eylem bağlantısında zaman ve mekâna bağlı ortaya çıkan sınır bildiriminde de
diğer ad durum çekimlerinde olduğu gibi, ilgili durumu işaretleyen bir biçim birime gereksinim duyulur. Türk dilinde adlarda sınırlama durumu, büyük ölçüde
sontakılar olmak üzere birtakım biçim birimleri ile de gerçekleştirilebilmektedir.
Örneğin Eski Türkçede teg ve tegi sontakılarının yanında {+çA} biçim biriminden
de zaman ve mekânda sınırlama bildirimi için yararlanılır:
{+çA}:
(1) bel-čä
boguz-ča
suv-da
yorï-
bel-sın
boğaz-sın
su-buld
yürü-
“bele kadar, boğaza kadar suda yürü-” (Erdal, 2004, s. 376)1
teg:
(2) tabışğan yıl
tavşan yıl
beş-inç
ay-ķa
teg…
beş-ss
ay-yd
gibi/sın
“tavşan yılı beşinci aya kadar…”
(MÇY2,
20-21)
tegi:
(3) ilg(ä)rü: şantuŋ y(a)zıka
Doğuya Şantun ova-yd
t(ä)gi:
sül(ä)d(i)m
gibi/sın s
evk et-bgz.t1k
“Doğuya, Şantun ovasına kadar ordu sevk ettim.”. (KT-G3 3)
1
2
3
Satır altı analizde karışıklığa yol açmaması için örnek cümlelerin alıntılandığı eserleri gösteren kısaltmalar aktarmalardan sonra verilmiştir.
MÇY: Moyun Çor Yazıtı, bk. DTS, s. 546
KT-G: Köl Tigin Güney, bk. Şirin User, 2009, s. 203.
228 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Sınırlama durumu, Türkçe değişkelerde de büyük ölçüde sontakılarla sağlanır
(bk. Öner, 2011a, s. 39-47; Karaağaç, 2012, s. 353-254): Ttü., Krm.-Tat., Gag. kadar; Özb. ķadar; Tat., Nog. ķader, ķaderlě; Az. ġeder; Tat. tiklě, Bşk. tiklěm; Az. din;
Kry. deyin; Türkm. çen; Türkm çenli, Kkalp. çelli; Tat. çaklı, Bşk. saklı, Kmk. çakı;
Krç-Blk. çaklı; Tat. hetlě vb. Ancak az sayıda Türkçe değişkede sınırlama bildirimi,
sontakılar dışında biçim birimleri ile de gerçekleştirilebilmektedir: Azerbaycan
Türkçesi {+cAn}, Yeni Uygur Türkçesi{+Kiçe}/{+Giçe} (Öztürk, 1994, s. 53), Çuvaşça {+çen}/{+ççen} vb.
Yukarıdaki biçim birimlerinden Çuvaşça {+çen}/{+ççen}’in tek ve temel işlevi, ediş ve oluşun zaman içinde vardığı noktayı ve eylemin bitmeden önceki zamanını göstererek eylemin bitiş noktasını sınırlandırmaktır. Ancak Çuvaşçada söz
konusu biçimin ‘-A kadar; -A değin; -A dek’ şeklinde belirlenen işlev alanından
saparak ‘-den önce’ anlamıyla eylemin başlangıç noktasını sınırlandıracak biçimde
kullanıldığına da tanık olunur. Öyle ki, bu ikinci durum, {+çen} biçim biriminin
Çuvaşçadaki anılan temel işlevini tamamen silikleştiren, {+sĬr} (krş. +sIz) biçim
birimi ile koşutluk gösterdiği bir süreci de beraberinde getirmektedir.
Bu çalışmada, {+çen} biçim biriminin son derece sınırlı örnekte tanıklanan
söz konusu alışılmadık kullanımının olası neden(ler)inin tartışılması; {+çen}’in
bu yeni işlevi ile farklı bir çekim sistemine dâhil edilip edilemeyeceği sorusunun
cevaplanılması amaçlanmaktadır.
Araştırmanın ilerleyen kısımlarında benimsenecek bakış açısının anlaşılırlığına katkı sağlayacağı düşüncesiyle öncelikle Çuvaşçada sınırlama kategorisi hakkında bilgi verilecektir.
1. Çuvaşçada Sınırlama Durumu
İlk kez 1769 tarihli altı dizelik Çuvaş şiirinde халчень “şimdiye dek” sözünde
(bk. Durmuş, 2009a, s. 1113; 2014, s. 118) tanıklanan sınırlama durumu, yukarıda
belirtildiği üzere ünlü uyumu dışında kalan {+çen} ve {+ççen} biçim birimleri ile
gerçekleştirilir. Söz konusu biçimler, yalnızca zamanda sınırlamayı göstermekte,
mekânda sınırlama ise taran, taranççen, (Ersoy, 2017, s. 415-416), şiti, şitiyeh, şitiççen ‘kadar, dek’ gibi sontakılarla sağlanmaktadır (bk. Pavlov, 1965, s. 321).
(4) Vĭl ka starik
O gece ihtiyar
ir-ççen
te
ku
hup-ma-r.
sabah-sın
da
göz
kapa-olm.bgz.t3k
“O gece ihtiyar sabaha kadar gözünü yummadı.”. (Turhan, 1994)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 229
(5) phü-pe Samar
huşş-i-n-çi
çugun ul-a
Ufa-vd Samara
ara-iye.t3k-zn-buld
demir yol-byd
Belebey-e
iti
tĭsat-nĭ.
Belbey-byd
kadar/sın
uzat-pst.ç3k
“Ufa ile Samara arasındaki demiryolunu Belebey’e kadar uzatmışlar.”.
(Osipov, 1977).
İlgili biçim birimlerinden {+çen} /ç/, /f/, /h/, /k/, /p/, /s/, /ş/, //, /t/ ünsüzlerinden, {+ççen} ise ünlüler ve geri kalan ünsüzlerden sonra zaman bildiren adlara
eklenir: ka-çen ‘akşama kadar’, hal’-ççen ‘şimdiye dek’, ıran-ççen ‘yarına dek’, irççen ‘sabaha kadar’ vb.
Kendisinden sonra {±Ah} kuvvetlendirme biçim birimini alabilen {+(ç)çen};
{+hi} aitlik ve [+e] belirtme-yaklaşma biçim birimleri ile kullanıldığında sınırlama
bildirimi pekiştirilir: taran-ççen-eh ‘-e kadar, -e değin’; un-ççen-hi ‘o ana kadarki’;
hĭan-ççen-e ‘ne zaman kadar’ vb. Ekin çeşitli sözlerde kalıplaşması ile beliren yeni
dilbilgisel yapılar da {+(ç)çen}’in bitiş sınırı bildiren işlevi ile koşut kullanımlara
sahiptir: taran-ççeneh ‘-e kadar, -e değin’; taran-ççen ‘-e kadar, -e değin’ vb. Başlangıç noktasının sınırlandığı bir anlamsal içeriğin izlendiği temnççen ‘bir süredir’ ve numay-ççen ‘çoktandır’ sözlerinde ise {+(ç)çen} biçim birimi aktif değildir.
Söz konusu örnekler, artık yarı gramatikal / yarı leksikal tutum gösteren birer zarf
durumundadırlar.
*
{+(ç)çen} biçim biriminin kökenine ilişkin açıklamalar da, temel işlevi olan
bitiş sınırı bildirimine ışık tutmaktadır. Fedotov (1996, s. 187) ve Räsänen’in (1957,
s. 72) Az. {+çAn} ‘-e kadar’ ve Türkm. çenli ‘-e kadar’; Baskakov vd.nin Türkm. çen
‘kadar’ (1970, s. 414); Levitskaya’nın Kırg. çeyin ve Kzk. şeyin ‘-e kadar’ (1976, s.
119) karşılaştırmaları oldukça dikkat çekicidir. M. Öner’in (2011b, s. 61-65) Dede
Korkut Kitabı’nda tespit ettiği {+dAn} sınırlandırma eki ile bu eke kaynaklık eden
değin sontakısının Genel Türkçe biçimi olan tegin’in kaynaklık ettiği bir Çuvaşça
sınırlama biçim birimi düşüncesi ise en akla yatkın ve tutarlı seçenek olarak belirmektedir: tegi-n > +ten* > (GT /t-/ ∼ Çuv. /ç-/) {+çen}. Benzing’in konuya ilişkin
değin referansı da bu çıkarımı makul kılmaktadır (1959, s. 733).
Tüm bu köken açıklamaları bütünlüklü biçimde ele alındığında, eylemin bitiş
noktasını belirleyen dilbilgisel bir ögeye işaret edildiği görülür. Kısacası {+(ç)çen}
biçim biriminde ‘-dan önce’ anlamına kapı açacak art zamanlı bir gelişimin izine
230 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
rastlanılmaz. Bu da, tanıkları izlenen böylesi kullanımların {+(ç)çen}’de ikincil ve
sonradan gelişmiş olabileceğini ortaya koyar. Dahası Çuvaşçada eylemin zamanını
başlangıç noktası bakımından sınırlayan müstakil bir durum biçim birimi de bulunmaktadır. {+tAnpA} ve {+rAnpA} biçimindeki bu ekler (bk. Durmuş 2009b, s.
102) ‘-dAn beri’ anlamıyla yüklemle bağlantı kurar.
2. {+(ç)çen} Biçim Biriminde Yeni İşlev Kazanımı
Çuvaşçada eylemin bitiş sınırını göstermesi nedeni ile terminative (bk. Savalyev, 2020, s. 453) ve terminalis (bk. Benzing 1942, s. 468) terimleri ile tanımlanan
{+(ç)çen} biçim biriminin, temel işlevinden uzaklaştığı kullanımlarına ilk olarak
V. A. Andreyev dikkat çeker (2000, s. 118-119). Araştırmacı, Çuvaşça {+sĬr} [krş.
{+sIz}] biçim birimini değerlendirdiği satırlarda, ilgili biçimin işlevlerini örneklerken bir yerde {+(ç)çen} biçim birimine göndermede bulunur.
Andreyev, {+sĬr} biçim biriminin zamanından önce ve erken gerçekleşen eylemi göstermek için de kullanılabildiğini bildirdikten sonra aşağıdaki örneği verir
(2000, s. 118):
ırĭv-
pirki-y-eh
atte
Ah, Vaşli
mektup-iye.t3k
dolayı-ys-kuv
baba
vĭhĭt-sĭr
vil-ç,
eppin?
vakit-yok
öl-bgz.t3k
demek?
(6) Ah, Vali
“Ah, Vaşli’nin mektubu nedeniyle baba(m) erken/ vakinden önce öldü,
demek ki?”.
Çuvaşça satırların Rusça tercümesini “Ах, значит, отец умер
преждевременно (до времени) из-за письма Василия?” şeklinde yapan araştırmacı, biçim birimin anlamsal bildirimini ise tıpkı Türkiye Türkçesi koşutu olan
{+sIz}’da da tanıklanabilen4 ‘erken’ (krş. Rus. преждевременно) ‘vaktinden önce’
(krş. Rus. до времени) zarfları ile belirler. Ardından Andreyev, {+sIr} biçim biriminin, eylemin başlangıç sınırını gösteren söz konusu kullanımlarının Çuvaşçada
eylemin bitiş sınırını gösteren {+(ç)çen} biçiminde de tanıklandığını ifade ederek
aşağıdaki örneğe dikkat çeker (2000, s. 119):
4
krş. Türkiye Türkçesi: Karısı vaktisiz toprağa girdi.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 231
(7) Arĭm-
Karı- iye.t3k
te
vĭhĭt-çen-eh
r-e
k-ç
de
vakit-sın-kuv
yer-byd
gir-bgz.t3k
“Karısı da erken / vaktinden önce toprağa girdi (öldü).”.
Görüldüğü üzere yukarıdaki örnekte, {+(ç)çen} biçim biriminin eylemin bitiş sınırını bildirmek olan temel işlevi izlenememektedir. {+(ç)çen}’in söz konusu
kullanımının kaynağı hakkında herhangi bir açıklamada bulunmayan araştırmacı,
yalnızca bunun Çuvaşçadaki kullanımının sınırlı olduğunu ifade etmekle yetinir.
Peki, {+(ç)çen} biçim biriminin bitiş sınırı bildirimi ile taban tabana zıt olan
söz konusu kullanımın kaynağı ne olabilir? Bu sorunun cevabını dil içi ve dil dışı
işlev kazanımı ya da kod transferi ile açıklamak mümkün olabilir.
Dil içi kod transferi ile burada kastedilen Çuvaşçanın kendi gramerlik dil
malzemesi içinde gerçekleşen işlev aktarımlarıdır. Kimi zaman bazı biçimbirimleri arasında biçimsel, işlevsel ve isteme dayalı analojiler gerçekleşebilmektedir.
Ancak {+(ç)çen}’in burada gözlemlenen durumunda Çuvaşçanın bir başka biçim
biriminden kod transferi gerçekleşmesi olası görünmemektedir. Zira Çuvaşçada
eylemin başlangıç sınırını gösteren {+tAnpA} ve {+rAnpA} durum biçim birimi
yanında çok sayıda sontakı (ör. umn ‘önce’, pulasa ‘itibaren’, vara ‘sonra’ vb.) da
bulunmaktadır. Dolayısıyla böyle bir işlev aktarımına gereksinim bulunmamaktadır. +A kadar’ > ‘+dAn önce’ gelişiminde olası bir dil içi işlev kazanımından söz
etmek daha akla yatkındır. İhtiyat kaydıyla, ‘-A kadar’ anlamının eylemin bitiş
sınırı gösterirken, sınırlanan zamandan öncesini de kapsaması nedeniyle biçim
birimin işlevinde böylesi bir genişlemenin yaşanmış olabileceği düşünülebilir.
Daha önce anılan temnççen ‘bir süredir’ ve numay-ççen ‘çoktandır’ örneklerinde
yer alan temn ‘(belirsiz) şey’ ve numay ‘çok’ sözleri bitiş sınırı bildirimine uygun
anlamsal içeriğe sahip değildirler. Bu nedenle bu sözler, {+(ç)çen} biçim birimini
almaları durumunda Çuvaşçada ‘şeye kadar’* ve ‘çoka kadar’* gibi anlamlar ortaya çıkmaz. Bu yönüyle yarı gramatikal / yarı leksikal tutum gösteren bu zarfların
biçimlenmesinde ifade edildiği şekilde bir işlev kazanımının gerçekleşmiş olması
daha olasıdır.
Dil dışı kod transferi ve işlev kazanımı ile kastedilen ise komşu bir dildeki
herhangi bir dilsel kodun Çuvaşçaya transferidir. Bu çalışma odağında bakıldığında ise, yabancı bir dilde bulunan işlevsel açıdan denk bir biçimbirimde tanıklanan bir özelliğin {+(ç)çen}’e aktarımı olarak açıklanabilir. Bilhassa iki dillilik ortamında yaşamlarını sürdüren toplumlarda oldukça sık tanıklanan bu durumun
çok sayıda örneği bulunmaktadır. Çuvaşça ve Rusça arasında da, Rusça > Çuvaşça
232 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
yönünde devam etmekte olan tek taraflı bir kod transferi söz konusudur. Yalnızca
söz varlığı düzeyinde açıklanamayacak bu dil aktarımının, Çuvaşçanın biçim, dizim vb. alanlarında tanıklarını görmek mümkündür.
Çuvaşça {+(ç)çen} biçim biriminin eylemin başlangıç noktasını sınırlandırma işlevini kazanımı Rusça до edatı ile ilgili olmalıdır. Rusça-Çuvaşça iki dilli
gramerlerde, Çuvaşça {+(ç)çen}’e denk tek biçim olarak kaydedilen до edatı, (bk.
Rezyukov, 1959, s. 178) Rusçada yalnızca başlangıç noktasını değil bitiş sınırını da
bildirebilmektedir. Aşağıdaki örneklerde ilgili edatının her iki zaman sınırını da
işaretleyebildiği görülmektedir:
(8) Подожди
Bekle-em.
до
выборов.
kadar
seçim-ild
“Seçimlere kadar bekle.”.
(9) Ребенок
Çocuk
родился
до
времени
doğ-bgz.t3k
önce
zaman-ild
“Çocuk zamanından önce doğdu.”.
Dil ilişkilerinde hiçbir şeyin gerçekten ödünç alınmış olmayacağını, bu terim yerine kopyalama teriminin kullanılmasının daha uygun olacağını belirten L.
Johanson’un (2007, s. 28-29) kod kopyalama modeline göre, bilindiği üzere A işareti temel kod görevindeki sosyal açıdan zayıf dili, B ise kodu kopya edilen sosyal
açıdan baskın dili göstermektedir. Burada, Rusçadan (B) Çuvaşçaya (A) işlevsel
düzeyde bir kod transferi söz konusudur. Bu durumda Çuvaşça {+(ç)çen}’de (7)
numaralı örnekte belirlenen başlangıç sınırı bildirme işlevi, Rusça до edatından
örnek alınan seçilmiş bir kopyadır.
{+(ç)çen} biçim biriminin aktif bir şekilde başlangıç sınırı bildiriminde bulunduğu (7) numaralı örnekte yer alan vĭhĭtçen sözü odağa alındığında ise dikkat
çekici bir başka koşutlukla karşılaşılmaktadır. vĭhĭtçen ‘zamanından önce / zamansız’ biçimi, aslında Rusça до времени ifadesinin birebir çevirisidir. Bu açıdan bakıldığında, ilgili kod aktarımının Rusça до > Çuvaşça {+(ç)çen} şeklinde biçim
birimler arasında değil; Rus. до времени > vĭhĭtçen şeklinde, çekimli birimler
arasında gerçekleşmiş olması daha olasıdır. Zira (7) numaralı örnekte belirlenen
başlangıç sınırı bildirimi, {+(ç)çen} biçim biriminin kullanıldığı farklı sözlerde tanıklanamamaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 233
3. Sonuç ve Tartışma
i. Müstakil bir sınırlama durum biçim birimine sahip olan Çuvaşçada; diğer
Türkçe değişkelerden farklı olarak {+(ç)çen} sınırlandırma eki, yalnızca zamanda
sınırlama yapabilmekte, mekanda sınırlama ise birtakım sontakılarla gerçekleştirilebilmektedir.
ii. {+(ç)çen} sınırlandırma durum biçim biriminin Çuvaşçadaki tek ve temel
işlevi eylemin bitiş sınırını göstermektir. Eylemin başlangıç sınırı bildirimi ise Çuvaşçada başka biçim birimi ve sontakılarla gerçekleştirilir.
iii. Çuvaşçanın sınırlandırma durum biçim birimi {+(ç)çen} için olağan dışı
olan başlangıç sınırı bildirme işlevinin, tarafımızca Rusçada hem başlangıç hem
de bitiş sınırı bildirebilen до edatından kopyalandığını düşünülmektedir. Ayrıca
{+(ç)çen}’in aktif şekilde çekimlendiği belirlenen tek örneğin vĭhĭt ‘vakit’ sözünün
olması; vĭhĭtçen örneğindeki başlangıç sınırı bildiriminin Rusça до времени ifadesinin birebir çevirisi yapılarak kopyalandığını da düşündürmektedir. Bu nedenle
de {+(ç)çen}’in Rusça до aracılığıyla edindiği başlangıç sınırı bildirimi kullanıldığı
bağlamla sınırlı kalmış, yaygınlaşamamıştır.
iv. {+(ç)çen}’de belirlenen başlangıç sınırı bildirimi, ekin nadir tanıklanan bir
özelliği olarak belirtilmeli; {+(ç)çen} biçim biriminin temel işlevinin bitiş sınırı
bildirimi olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
v. {+sĬr} ve {+(ç)çen} biçim birimlerin arasındaki koşutluğa dikkat çeken V.
A. Andreyev; {+(ç)çen}’in {+sĬr} ile benzer işlevle kullanıldığını ifade ettiği örneklerin sınırlı sayıda olması nedeniyle iki biçim birimin aynı çekim sistemine dahil
edilemeyeceğini bildirmektedir (2000, s. 119). Oysa {+sĬr} ve {+(ç)çen} biçim birimleri arasındaki var olduğu düşünülen koşutluk işlevsel değil, bağlamla ortaya
çıkan anlamsal bir koşutluktur. Bu nedenle {+(ç)çen} ve {+sĬr} biçim birimleri arasında bu tür işleve dayalı ortak bir kategori oluşturma düşüncesi baştan hatalıdır.
{+(ç)çen};{+sĬr} ile ortaklaştığı ifade edilen sınırlı kullanımları nedeniyle değil,
müstakil bir durum biçim birimi olması nedeniyle {+sĬr} biçim birimi ile temsil edilen yokluk durumuna [лишительного падежа] dâhil edilemez. Zira {+(ç)
çen}’in anılan yeni işlevi, sınırlama durum biçim birimi olma özelliği nedeniyle
Rusçadan kopyalanarak edinilmiştir.
234 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kısaltmalar
bgz
Bitmiş Geçmiş Zaman
buld
Bulunma Durum Biçim Birimi
byd
Belirtme-Yönelme Durum Biçim Birimi
ç3k
Çokluk 3. Kişi [Biçim Birimi]
em
Emir Çekimi
ild
İlgi Durum Biçim Birimi
iye
İyelik Biçim Birimi
kuv
Kuvvetlendirme Biçim Birimi
olm
Olumsuzluk
pst
Postterminal / Sınır Sonrası
sın
Sınırlama Durum Biçim Birimi
ss
Sıra Sayı Sıfatı Biçim Birimi
t1k
Teklik 2. Kişi [Biçim Birimi]
t2k
Teklik 2. Kişi [Biçim Birimi]
t3k
Teklik 3. Kişi [Biçim Birimi]
vd
Vasıta Durum Biçim Birimi
yd
Yönelme Durum Biçim Birimi
yok
Yokluk Biçim Birimi
ys
Yardımcı Ses
zn
Zamir n’si
[]
Alt biçim birimlerin gösterilmesinde kullanılır.
{}
Üst biçim birimlerin gösterilmesinde kullanılır.
+
Adlara gelen eklerin önünde kullanılır.
∼
Denklik gösterir.
>
-a gider
Az.
Azerbaycan Türkçesi
Bşk.
Başkurt Türkçesi
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 235
Çuv.
Çuvaş Türkçesi
Gag.
Gagavuz Türkçesi
Kkalp.
Karakalpak Türkçesi
Kmk.
Kumuk Türkçesi
Krç-Blk.
Karaçay-Balkar Türkçesi
Krm.-Tat.
Kırım-Tatar Türkçesi
Kry.
Karay Türkçesi
Nog.
Nogay Türkçesi
Özb.
Özbek Türkçesi
Rus.
Rusça
Tat.
Tatar Türkçesi
Ttü.
Türkiye Türkçesi
Türkm.
Türkmen Türkçesi
Kaynaklar
Andreyev, V. A. (2000). Oçerki po funktsional’noy grammatike çuvaşskogo yazıka: Kategoriya
skloneniya imeni suşçstvitel’nogo. Çeboksarı.
Baskakov, N.A.; Hamzaev, M.Y.; Çarıyarov, B. (1970). Grammatika turkmenskogo yazıka, Çast I,
Fonetika i morfologiya. Ilım.
Benzing, J. (1942). Tschuwaschische Forschungen (IV). ZMDG 96, 421-470.
Benzing, J. (1959). Das Tschuwaschische. İçinde Philologiae Turcicae Fundamenta. (ss. 695751). Steiner.
Durmuş, O. (2009a), Yeni Bulgar Türkçesi döneminin kaynakları II, Edebî kaynaklar: 1769 tarihli altı dize ya da ilk Çuvaş şiiri. Turkish Studies, Ahmet Buran Armağanı, S. 4/8, 11131127.
Durmuş, O. (2009b). Çuvaşçanın şekil bilgisi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Durmuş, O. (2014). 18. yüzyıl Çuvaşçasının söz varlığı. Paradigma Akademi.
Erdal, M. (2004). A grammar of Old Turkic. Brill.
Ersoy, F. (2017). Çuvaş Türkçesi grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Fedotov, M. R. (1996). Çuvaşskiy yazık, istoki otnoşeniye k altayskim i finno-ugorskim yazıkam,
istoriçeskaya grammatika. İzdatel’stvo Çuvaşskogo Universiteta.
Johanson, L. (2007). Türkçe dil ilişkilerinde yapısal etkenler (Çev. Prof. Dr. Nurettin Demir).
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Karaağaç, G. (2012). Türkçenin dil bilgisi. Akçağ.
Levitskaya, L. S. (1978). İstoriçeskaya morfologiya Çuvaşskogo yazıka. Akademiya Nauk SSSR
İnstitut Yazıkoznaniya.
Nadeyev, V. M.; Nasilov, D. M.; Tenişev, E. R.; Şçerbak, A. M. (1969). Drevnetyurkskiy slovar’.
İzdatel´stvo Nauka Leningradskoye Otdeleniye (=DTS).
236 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Osipov, P. (1977). Piççşpe şĭll: roman. Çĭvaş kneke izdatel’stvi.
Öner, M. (2011a). Türkçede edatlı (sentaktik) isim çekimi. İçinde Türkçe yazıları. (ss. 31-38).
Kesit Yayınları.
Öner, M. (2011b). Türkçede dan/den edatı. İçinde Türkçe Yazıları. (ss. 61-65). Kesit Yayınları.
Öztürk, R. (1994). Yeni Uygur Türkçesi grameri. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Pavlov, İ. P. (1965). Hal’hi çĭvaş literaturĭ çlhi – Morfologi. Çĭvaş ASSR Kneke İzdatel’stvi.
Räsänen, M. (1957). Materialien zur morphologie der Türkischen sprachen. Studia Orientalia
XXI.
Rezyukov, N. A. (1959). Sopostavitel’naya grammatika russkogo i çuvaşskogo yazıkov. Gosudarstvennoye İzdatel’stvo Çuvaşskoy ASSR.
Savalyev, A. (2020). Chuvash and Bulgharic languages. İçinde The Oxford guide to the Transeurasian Languages (Ed. Martine Robbeets and Alexander Savelyev). (ss. 446-464). Oxford
University Press.
Şirin User, H. (2009). Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı yazıtları söz varlığı incelemesi. Kömen
Yayınları.
Turhan, K. S. (1994). Sve Atĭla yuhsa kret: istori roman. Çĭvaş kneke izdatel’stvi.
SAYI VEYA SAYISAL ÇOKLUK İÇEREN
YER ADLARI
Reyhan HABİBLİ, Azerbaycan, Bakü Devlet Üniversitesi
ORCID No: 0000-0003-3236-0644
Giriş1
Toponimi, bilimin güncel ve önemli alanlarından biri olarak hızla gelişmekte,
çeşitli sorunları kapsamlı araştırmalarla ilgilenmektedir. Bu çalışmalar sırasında
coğrafi adlar halkın tarihi, etnogenezi, dili, coğrafyası vb. ilgili sorunların çözümü için gerekli ve önemli bir faktör rolünü oynamaktadır. Yer adları, dilin eski
katmanlarına ait birimlerdir ve bölgenin coğrafi manzarasını, halkın zengin tarihini, maddi ve manevi kültürünü ve dilin leksik özelliklerini yansıtıyor. Yer adları
için coğrafi durum çok önemlidir. V. A. Nikonov ayrıca, yer adları araştırmalarını
ulusların sosyo-politik ve ekonomik tarihlerini incelemek için güvenilir bir kaynak olarak görmektedir. Yazar yer adlarının onları verenlerin dili hakkında bilgi
verdiğini kaydediyor. Onlar belirli bir bölgede kurulduklarından, bu isimler esasında belirli arazide eski dili restore etmek ve onun yayılma sınırlarını belirlemek
mümkündür (bkz: Аскеров, 1984). Karabağ toponimlerinin incelenmesi bu açıdan çok önemlidir.
Araştırmada Karabağ arazisindeki sayı ve sayısal çokluk içeren yer adları
ele alınmaktadır. Bu yer adları ilk bakışta basit göründükleri için ilginçtir. Ancak
derinlemesine incelendiğinde, terimlerdeki nicel göstergelerin her zaman coğrafi gerçeklerle örtüşmediği ortaya çıkıyor. Bunun için yer adlarındaki sayıların
anlamını netleştirmek, sayılardan oluşan birleşik adların bileşenlerinin kökenini
belirlemek gerekiyor.
Toponimide sayı sıfatları
Sayılar, dilin en eski leksik birimleri arasındadır. “Türk dillerinde maddi dünya ile doğrudan ilgili olan sayılar, çok eski çağlardan beri kullanılmaktadır ve uzun
bir gelişme ve tekamül sürecinden geçmiştir. Sayıların benzersiz yönlerinden biri,
her ulus tarafından kullanılan temel sayıların başka bir dilden ödünç alınmamış,
kendisine ait olmasıdır” (Kazımov, 2019, s. 121). Sayılar insan düşüncesinin gelişimini gösteriyor. “Çağdaş Türk lehçelerinde kullanılan sayılar, Eski Türkçede
1
Bu makale Bakü’de düzenlenen “Azerbaycan filoloji fikrinde Qarabağ mevzusu” adlı konferansta sunulan bildirinin genişletilmiş şeklidir.
238 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
kullanılan orijinal kelime - biçimiyle doğrudan ilişkilidir” (Qıpçaq, 2000, s. 66).
Zeki Kaymazʼın da kaydettiği üzere, “Türkçede kullanılan sayıları ilk olarak GökTürk karakterli metinlerimizde görüyoruz. Köktürk işaretli Yenisey metinlerinde
sayı bildiren kelimelerin kullanılışı Köktürkçeden farklı değildir. Köktürkçeden
farklı olarak, Yenisey Yazıtlarında bir üst onludan alma sistemine göre on birden
seksene kadar olan sayıları örnekleriyle takip edebilmekteyiz. Türkiye Türkçesindeki sayıların bugün kullandığımız şekilleri Eski Anadolu Türkçesine dayanmaktadır. 1’den 10’a kadar sayılar bütün Türk lehçelerinde söyleyiş farklılıkları dışında
aynıdır. Aynı durum birleşik sayılarda 11’den 19’a kadar istisnaları olmakla birlikte geçerlidir” (Kaymaz, 1991; 2002). Bir yandan sayıların eski kelimeler olarak
kabul edilmesi soyut kavramları ifade etmeleri ile ilgilidir. “Kemiyet kategorisi,
hem somutluğun hem de soyutlamanın olduğu ikili bir doğaya sahip soyut bir
kategoridir. Gerçek olarak sayılabilecek somut şeyleri ve somut olmayan sayılamayan kemiyeti içeriyor. Bu kategori, genellemeler sonucunda en çeşitli kelimeleri
birleştiriyor. Kemiyet kavramı, belirli riyazi sayılarla ifade edildiğinde somut bir
karaktere sahiptir” (Amanəliyeva, 2020, s. 12). Her dilin kendi sayı sistemleri vardır. Bununla birlikte, sayı kavramı doğası gereği beşeriyete aittir, zaman, mekan,
miktar yalnızca bu anlayışla ifadesini buluyor.
Coğrafi adların oluşumlarına sayıların katılımı ilginç gerçekleri ortaya koymaktadır. “Türk mitolojisi başta olmak üzere Türk kültüründe yer alan özellikle
bir, iki üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, kırk, yüz, bin gibi sayılar Türk dünyası içerisinde ortak birer sayı motifidir ve her birinin bu kültüre haiz kişilerce
anlamı bilinmektedir” (Hirik, 2017, s. 225). Belli olduğu üzere bazı sayılar kutsal
olaraq bilinmektedir. Örneğin, dört rakamının kutsal sayılması varlığın dört unsurdan (hava, su, ateş, toprak) ibaret olması, Hurufiliğin temelini oluşturan harflerin genel sayısının alınmasında “dört”ün kullanılmasıyla ilgilidir. Yer adlarının
çoğu kutsal sayılan rakamlarla ifade ediliyor. Zaman zaman insanlar sayılara anlam yüklemiş, onları bazı gelenek ve göreneklerde önemli kılmıştır.
Karabağʼın yer adlarında sayılar yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlar, temel sayılarla türemiş ve birbirine yakın konumlanmış aynı türden nesnelerin sayısını gösteren coğrafi adlardır. Sayıları içeren yer adlarının çoğu, iki veya daha fazla
sözcükten oluşan birleşik birimlerdir. Sayılar, birleşik toponimlerin ilk bileşeni
olarak işlev yapıyor. Toponimlerin diğer kısmı çeşitli biçimde oluyorlar: sayı sözcüğü + coğrafi terim (Yedigedik), sayı sözcüğü + iki coğrafi terim (Dokuzdere Köberi), sayı sözcüğü + genel isim + coğrafi terim (Üçarmut tepesi) vb. Yer adlarında
coğrafi terimlerin önemli rol oynadığı bilinmektedir. Coğrafi terimler, hem yer
adının türünü belirtmeye hizmet ediyor hem de adın anlamını gösteren tanımlayıcı kısımlardır. Bu terimler, ulusal dilin kelime oluşturma araçlarından ibaret-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 239
tir ve dilbilgisi kurallarına göre oluşturuluyor. Karabağ toponimlerinde bulunan
coğrafi terimler, yer adlarının teşekkülünde büyük önem taşımaktadır. Örneklere
dayanarak bu tür adları ele alalım:
1) Sayı + coğrafi terim. Bu yapı üzere oluşan yer isimleri iki tür oluyor. Bunların bir kısmı sayı sözcüğü ile coğrafi terimin doğrudan birleşmesinden ibarettir
ve bileşenleri birlikte yazılıyor:
Elliark (Əlliarx) – Berde ilçesinde ark (arık) ismidir. “Hidronim elli sayısına
ark coğrafi terimi eklenmekle oluşmuştur, nehir kollarının sayısının çokluğunu
gösteriyor” (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, I c., s. 182).
Üçtepe – Cebrayil ilçesinin Dağ Tumas köyü arazisindeki bu oronimide (oronimi – dağ adı) “tepenin sayısının üç olması göz önünde bulunduruluyor” (bkz:
Tapdıgoğlu, 2013, s. 384). Karabağ silsilesinin merkez hissesinde, Hocalı ve Laçın
ilçeleri sınırında yerleşen dağın adı da böyledir. Dağın zirvesinin üç tepeden ibaret
olduğunu gösteriyor (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, II
c., s. 258).
Bazı toponimlerde ise coğrafi terim sayıdan ayrı yazılıyor.
Yedi tepe - Sayıları içeren isimlerden biridir. Bu isim Ağdam ilinin Boyehmedli köyü arazisinde tescil edilmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yedi kelimesi
bir sayıyı, tepe kelimesi ise coğrafi bir terimdir. “Azerbaycanʼda tepe terimi ile
ilişkili olarak kayıtlı 3.500 orografik nesne var. Yedi tepenin coğrafi adları Ağsu,
Bilesuvar, Gebele, Oğuz, Tatar, Fuzuli bölgelerinin topraklarında bulunuyor”
(Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 152).
2) Sayı +iki coğrafi terim. Bu model temelinde oluşan toponimlere dikkat
edildiğinde belli oluyor ki, bu yer isminin içerisinde sayının coğrafi terimle birleşmesinden başka, nesnenin türünü yansıtan coğrafi terim de kullanılıyor.
Üçbulak dağı – Yukarı Karabağʼda, Hocavent ilçesinin arazisinde kayda
alınan orografik nesnelerden biridir. Oronim üç, bulak (çeşme) ve dağ kelimelerinden ibarettir. Coğrafi adın içeriğindeki -ı eki iyelik ekidir. Dağ coğrafi terimi
olumlu rölyef şeklini bildiriyor. Dağ, çevresinde mevcut olan üç gözlü çeşmenin
(Üçbulak) ismiyle ilgili böyle adlandırılmıştır (Tapdıqoğlu, 2009).
Dörttepe dağı - bu oronim, Cevahirli köyü yakınlarındaki Ağdam bölgesi
topraklarında tescil edilmiştir. Bu oronim, dört ve tepe kelimelerinden oluşmuştur. “Dört kelimesi sayı anlamına geliyor, tepe kelimesi ise olumlu rölyef şekli ifade
eden coğrafi terimdir. Dağ, onu kapsayan tepelerin sayısına göre Dörttepe adlandırılmıştır” (Tapdıqoğlu vd. 2006).
240 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
N.Memmedov toponimlerin bir türü olan oronimilerde sayı bildiren kelimelerin özellikle yaygın kullanıldığını bildiriyor. “Bir kural olarak sayı bildiren
kelimeler oronimlerin ilk kısmı yerinde kullanılıyor. Üçarmut tepesi (Fuzuli ilçesi
Serdarlı köyü); Üçocak yalı (Fuzuli ilçesi, Karahanbeyli köyü); Üçtepe (Ağdam
ilçesi, Gülablı köyü); Üçtepeler (Terter ilçesi, Seyidimli köyü); Dörtçinar güneyi
(Fuzuli ilçesi, Horadiz köyü); Yedi kardeş dağı (Fuzuli ilçesi, Karakollu köyü); Yeditepe (Terter ilçesi, Sarıçala köyü); Yedibala tepe (Yevlah ilçesi, Malbinesi köyü);
Dokuzdere (Fuzuli ilçesi Saraclı köyü)” (Məmmədov, 1993, s. 64).
3) Sayı + genel isim + coğrafi terim. Bu yapıdan oluşan toponimler sayı sözcüğü ile genel ismin birleşmesinden başka, nesnenin türünü gösteren coğrafi terimden ibarettir.
Üçoğlan köyü - Ağdam ilçesine ait yerlerden biridir. Karabağ ovasında yer
almaktadır. 16. yüzyılda Karabağʼda yaşayan Otuzikiler aşiretinin Üçoğlan adında
bir yerleşim yeri vardı. Üçoğlan oykonimi (oykonim - orunadı) üç ve oğlan kelimelerinden ibarettir. Yer adındaki üç kelimesi sayı ifade ediyor. “Eski Türkçede
kullanılan “oğlan” kelimesi “askerî grup”, “prens, şehzade” anlamlarına gelmektedir. Üçoğlan yer adı “üç askeri birlik” anlamına geliyor. Oğlan terimi, “emire ait
askerî birlik”, “koruma (askerî birlik)” anlamını ifade ediyor (Tapdıqoğlu vd. 2006,
s. 234).
Üçağaç dağı – Cebrayıl ilçesi arazisinde rastlanan bu oronim de sayısına göre
ad verilen coğrafi nesneyi yansıtıyor. Üçağaç dağı özel ismi dağda üç ağacın olmasını ifade ediyor (Tapdıqoğlu, 2013, s. 384).
Üçparmak tepesi - Cebrayıl ilçesine bağlı Tulus köyünde bulunan bu nesnenin adı üç parmak şeklindeki tepenin görünümü ile alakalıdır (Tapdıqoğlu, 2013,
s. 384).
Üçtık dağı - A. Karabağlı, Hocalı topraklarındaki bu dağın adının Üçtaq - üç
tağ kelimesinin tahrif edildiğini belirtiyor. Dağ, coğrafi konumu nedeniyle bu şekilde adlandırılmıştır (bkz: Qarabağlı, 2008, s. 362).
Üçoçak tepesi - Fuzuli ilçesinde bulunan orografik nesnedir. Toponimin içeriğindeki “ocak” kelimesi, bir zamanlar burada yakılan “ocak” ve “ateş”le ilgilidir
(Tapdıqoğlu, 2006, s. 288).
Kaydetmek gerekir ki, üç sayısına Karabağ toponimlerinde sık rastlanılmaktadır. Bellidir ki, mitoloji düşüncede sayılar belirli anlam taşımaktadır. Firudin
Ağasıoğlu’nun kanaatince “mito-poetik anlamı açısından sayıların en önemlisi üç
sayısıdır, çünkü onun üzerine dört sayısı geldikte (3+4) alınan 7 ve üçer (3x3),
dörder (3x4) tekrarından alınan 9 ve 12 sayıları birçok halkların mitolojisinde ak-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 241
tif kullanılmakta ve kutsal rakam olarak bilinmektedir” (Ağasıoğlu, 2019, s. 64).
İlk sayı sistemini oluşturan 3 sayısı aynı zamanda “mutlak bütünlük (dünyanın
maddi tarafı üçle hazır olur), üstünlük (Yaratıcı üçlüğü), zeka-olgunluk (insanda
akıl, güç ve görünüş)” (Qafarov, 2010, s. 21) olarak da açıklanıyor. Bunun yanı sıra
ayların mevsimler üzere üçer sınıflandırılması, masal ve destanlarda padişahın üç
oğlu veya üç kızının olması, “gökten üç elma düştü” cümlesinin kullanılması vb.
üç sayısının konumunu doğrulamaktadır.
Bazı sayılar toponimlerde genel olara çokluk ifade ediyor. Örneğin, “oronimlerde kırk kelimesi yalnızca çokluk anlamına geliyor” (Məmmədov, 1993, s. 65).
Hakikaten de örneğin, Yedibulak veya Kırkbulak, çoğunlukla çeşmelerin yedi veya
kırk olduğunu değil, onların sayıca çokluğunu bildiriyor (Əhmədov, 1991, s. 232).
Kırkkız dağı - Hocalı, Laçın, Kelbecer bölgelerinin arazilerini kapsayan bu
nesnenin adı kırk ve kız bileşenlerinden oluşmuştur. Kelimenin etimolojik anlamı
kırk sığınak, kırk gizli yer, kırk siper, kırk hisar demektir. Sözcüğün ikinci ögesi
olan gız/kız/kuz sözcüğü Türkçe kökenli sözcük birimi olarak şu anlamlara gelmektedir: “nadir”, “sevgili”, “kıymetli”, “koruma yeri”, “barınak”, “hendek”, “gizli
yer”, “kale” vb. “Kırk, hem Azerbaycan Türkçesinde hem de diğer Türk dillerinde kutsal olduğundan Türkçe konuşan halkların söz varlığında sıkça kullanılıyor”
(Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, II c., s. 54-55). Ramazan
Gafarlıʼnın fikrince “40ʼın olduğu yerde, dünya modelinin bir katmanından diğerine geçişi içeren bir ritüel vardır: “40 gün düğün, 40 gün yas, 40 gün lohusa süreci
vb. “Kırk düğmeli elbise”, “kırk oda”, “kırk deve yükü” deyince ilk bakışta kutsallık
duyulmamaktadır. Ama sonunda düğmeler açılıp tekrar kapandığında bu sayının
arkasında gizemli bir dünyanın saklı olduğu ortaya çıkıyor” (bkz: Qaliboğlu).
Dünyanın 7 günde yaratılması göğün,yedi katmandan ibaret olması, halk arasında yaygın olan yedi ev, yedi kabir, yedi renk vb. bu gibi ifadeler, dört (hava, su,
toprak, ateş) ve göğe ait üç (güneş, ay, yıldız) en esas unsurun birleşerek (4+3=7)
yedi sayısını oluşturması, dünyanın vahdet (birlik) modeli olması yedi sayısının
kutsallığını doğruluyor. Bu bakımdan coğrafi adlarda da yedi sayısının belirli konumu ve önemli rolü vardır.
Yediharman dağı - Ağdam bölgesi topraklarında, Hızırlı köyü yakınlarında bulunan nesnenin adıdır. Oronimin bileşenleri: sayıyı ifade eden yedi kelimesi, harman (Az.T.-xırman) kelimesi ve olumlu rölyef bildiren dağ coğrafi terimi.
“Harman, tahılın harmanlanması, temizlenmesi ve kurutulması için bir yerdir,
harman yerleri genellikle ekim alanının yakınında bulunur. Haçın nehri üzerinde
yedi adet su değirmeni bulunduğu için dağa bu ad koyulmuştur” (bkz: Tapdıqoğlu
vd. 2006, s. 153).
242 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Yediharman yamacı – “Yamaç” terimi “Dağın veya tepenin herhangi bir
yanı” anlamına geliyor. “Yamaç olumlu rölfey şekli bildiren coğrafi terimiyle dilimizde 1.200’e kadar orografik nesne kaydedilmiştir” (bkz: Tapdıqoğlu vd. 2006,
s. 153).
Yediharman güneyi – oronimdeki güney terimi, “dağ veya tepenin güneye, güneydoğuya bakan kısmı” anlamına geliyor. Güney teriminin katılımıyla
2700’den fazla oronim vardır (bkz: Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 153).
Yediharman deresi – burada dere coğrafi terimi olumsuz rölyef şeklini ifade
ediyor. “Dere rölfeyin dar ve çökek şekli demektir” (bkz: Tapdıqoğlu vd. 2006, s.
153).
Yer adlarının içeriğinde sayısal çokluk içeren kelimelere de rastlayabiliriz:
qoşa (çift), əkiz (ikiz), yalqız (yalnız), yarım.
Goşabulak köyü - Cebrayıl ilçesinin köylerinden biridir. Geyen ovasındadır.
“Goşabulak köyü, adını kendi arazisindeki Goşabulak hidroniminden almıştır. Yer
adı, goşa (çift) ve bulak (çeşme) sözcüklerinden ibarettir” (bkz: Tapdıqoğlu vd.
2013, s. 296).
Goşagirme dağı - nesnenin adı goşa ve girme (dar, daralmış, sıkı) kelimelerinden ibarettir. Muhtemelen dağın sarp kayalıkları birbirine yakın olduğu için
böyle bir isim ortaya çıkmıştır (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti,
2007, s. 66).
Goşakehriz – Fuzuli ilçesine ait coğrafi addır. Bu nesne Horadiz köyünde
bulunmaktadır. “Burada zamanında basamaklı bir kuyu olmuş ve insanlar oradan
su almak için basamaklardan aşağı inerlermiş” (Tapdıqoğlu, s. 226).
Goşatepe - Ağcabedi ilçesine ait olan bu oronim, goşa ve tepe kelimelerinden
ibarettir. Nesne, bölgede birbirine bitişik iki tepe olduğu için böyle adlandırılmıştır. Goşatepe tarihî anıtı, ilk Tunç Çağıʼnın eski bir yerleşim meskeni olarak kabul
edilir. Boyat köyünde de ayrıca Goşatepe adında bir kurgan vardır (Tapdıqoğlu,
2007, s. 334).
İkiztepe – orografik nesne Ağdam ilçesine aittir. Bu arazide iki benzer tepe
olduğundan nesne böyle adlandırılmıştır. Tepe coğrafi terimi olumlu rölyef şeklini
bildiriyor (Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 100).
Yarımaca köyü – Terter ilçesine ait arazidir. Oykonim “köyün yarısı” anlamına geliyor (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, II, c., s. 272).
Karabağ toponimlerinin arasında Beşdeller, Otuzikiler gibi ilginç yer adları
da vardır:
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 243
Beşdeller - Hocalı ilçesine ait bir köyün adıdır. “Halk etimolojisine göre “Beş
deli” yorumu vardır. “Deli” eski Oğuz - Türk dillerinde “cesur, yiğit” anlamlarına
gelmektedir (Qarabağlı, 2008, s. 340).
Otuzikiler – Berde ilçesine ait köy ismidir. Oykonim Karabağʼda yerleşmiş
otuzikiler soyunun adından türemiştir (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, II, c., s. 147).
Yer adlarında sayıların kullanılma nedenleri farklıdır, onları çeşitli işlevler
yerine getirirler. Örneğin, bazı yer isimlerinde sayılar numerik farklılaşma gerçekleştiriyor: örneğin, İkinci Mahmudlu köyü. Yapısal açıdan numerik olarak
farklılaştırılmış yer adları “karşılaştırılan coğrafi adların her birine sayı şeklinde
alametin eklenmesiyle oluşturuluyor” (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik
Lüğəti, 2007, I. c., s. 449).
Birinci Karademirci – Berde ilçesinde köydür. Oykonimin ilk bileşeni onu
aynı ismi taşıyan ikinci mekȃnın adından ayırmaya hizmet ediyor. İkinci bileşen
ise burada yerleşmiş karademirçi topluluğunun adındandır. Etno-toponimdir
(Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, I. c., s. 101).
Birinci Mahmudlu – Fuzuli ilçesine ait etno-toponimdir. Üç köyden ibaret
olan benzer isimli arazini birbirinden ayrımak için toponimde “birinci” sayısı kullanılmıştır (Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, I. c., s. 101).
Birinci Yüzbaşılı köyü – Ağdam ilçesinde köydür. Köyün eski ismi Yüzbaşılı
olmuştur. “XIX. yüzyılda buradan başka bir yerleşim yeri (İkinci Yüzbaşılı köyü)
oluşturulunca bu yerleşime Birinci Yüzbaşılı köyü adı verilmiştir. Toponim “yüzbaşıya ait köy” anlamına geliyor. Yüzbaşılı oykonimi bir zamanlar Mil-Karabağ
ovasında yaşamış olan kılıçlı aşiretinin yüzbaşılı tiresinin burada yerleşmesinden
dolayı böyle adlandırılmıştır” (Tapdıqoğlu vd. 2006, s. 70).
Numerik (sayısal) farklılaşma, iki yer adını birbirinden ayırmaya hizmet
ediyor ve karşılaştırılan yer adlarının her birine birinci, ikinci gibi temel sayılar
biçiminde bileşenler veya göstergeler eklenmesiyle oluşturuluyor. Bu, dünyanın
birçok yer adlarında (özellikle şehir adlarında) görülmektedir. Örneğin, bazı şehirlerde sokakların, caddelerin numaralarla işaretlendiği bilinmektedir. Numaralandırma, şehire ait topo-objenin ortaya çıkma sırasını gösteriyor. Yerleşimlerin
karşıt adaylığı, ikili karşıtlığa dayanmaktadır. Nesnenin sayısına bağlı olarak, bileşenler değişebiliyor:
Dördüncü Barak – Ağcebedi ilçesine ait köyün adıdır. Barak “ahşaptan yapılmış geçici, hafif konut binası” demektir (Azərbaycan Dilinin İzahlı Lüğəti, 2006, I
244 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
c., s. 220). “Sovyetler Birliğinde yaranmış Kırmızı Budka tipli oykonimlerdendir”
(Azərbaycan Toponimlərinin Ensiklopedik Lüğəti, 2007, I. c., s. 170).
Sonuç
Karabağʼın sayı ve sayısal çokluk içeren yer adlarının analizi şunu gösteriyor
ki, sayılar nesnenin yalnızca belirli sayısını değil, aynı zamanda çokluğunu da gösteriyor. Toponimlerin içerisinde rakamların yanı sıra sayısal çokluk içeren goşa
(çift), yarım, ikiz, yarımca vb. kelimeler de kullanılmaktadır. Örnekler esasında
söyleyebiliriz ki, bölgenin toponimlerinin içerisinde üç, yedi sayılarına daha sık
rastlanılmaktadır, numerik farklılaşma da yaygındır. Konunun incelenmesi toponimide coğrafi, etno-kültürel ve tarihî medeni apelyatiflerin öğrenilmesi zamanı
faydalı olabilir, aynı zamanda arazinin Türkçe kökenli adlarının yayılma coğrafyasının araştırılmasında da kullanılabilir. Say bileşenli yer adları Türk halklarının
eski geleneklerini, dinî ve dünyevi görüşlerini yansıtıyor.
Kaynakça
Ağasıoğlu, F. (2019). İslamöncəsi Türk tarixi. (Doqquz Bitik). V Bitik: Mifologiyada tarix: [Elektron resurs]. İstanbul. 62-67. URL: https://bextiyartuncay.files.wordpress.com/2019/05/vbitik-mifologiyada-tarix..pdf .
Amanəliyeva, A. (2020). Azərbaycan və ingilis dillərinin linqvistikasinda kəmiyyət məzmunlu
vahidlər ümumi qrammatik kateqoriyanin bir növü kimi: [Elektron resurs]. Elmi İş, 12-18.
URL: https://aem.az/uploads/files/2021-02/1612794249_-pespublka-konfrans_001.pdf
Аскеров, М. (1984). Структура и семантика иранского пласта топонимии Азербайджана:
[Электронный ресурс]: /дисс. … кандидата филологических наук/ – Баку, 180 с. URL:
https://www.dissercat.com/content/struktura-i-semantika-iranskogo-plasta-toponimiiazerbaidzhana.
Azərbaycan dilinin izahlı lüğəti (2006). I c. Bakı: Şərq-Qərb.
Azərbaycan toponimlərinin ensiklopedik lüğəti (2007). I c. Bakı: Şərq-Qərb.
Azərbaycan toponimlərinin ensiklopedik lüğəti (2007). II c. Bakı: Şərq-Qərb.
Əhmədov, T. (1991). Azərbaycan toponimikasının əsasları. Bakı: Bakı Universiteti.
Hirik, E. (2017). Türk Dünyası Atasözlerinde Sayılar ve Anlam Alanları. International Journal of
Languages’ Education and Teaching. Volume 5, Issue 1, 223-241
Kaymaz, Z. (1991). Eski Anadolu Türkçesinde Sayı Adları ve Kullanılışları. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten, cilt 39, 5-17. URL: https://tdkbelleten.gov.tr/tam-metin-pdf/464/tur
Kaymaz, Z. (2002). Türklerde Sayı Sistemleri. Türkler, c.3. Ankara, 419-426. URL: https://www.academia.edu/11025210/T%C3%BCrklerde_Say%C4%B1_Sistemleri_T%C3%BCrkler_C_3_
Ankara_2002_s_419_426
Kazımov, İ. (2019). Türk dillərinin müqayisəli morfologiyası. III c. Bakı: Elm.
Qafarov, R. (2010). Azərbaycan türklərinin mifologiyası (qaynaqları, təsnifatı, obrazları, genezisi, evolyusiyası və poetikası) Filologiya elmləri doktoru alimlik dərəcəsi almaq üçün təqdim
edilmiş dissertasiyanın avtoreferatı. Bakı.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 245
Qaliboğlu, S. Saylarımızın mifikliyi haqqında nə bilirik? https://www.medeniyyet.az/page/
news/41499/.html
Qarabağlı, A. (2008). Qarabağ, onun qədim tayfaları və toponimləri. Bakı: Mütərcim.
Qıpçaq, M. (2000). Kəmiyyət anlayışının ifadəsi. Bakı: Elm.
Məmmədov, N. (1993). Azərbaycanın yer adları. Bakı: Azərbaycan Dövlət Nəşriyyatı.
Щербак, А.С. (2020). Дифференциальный модус: его проявление в топонимике:
[Электронный ресурс]. Неофилология, 23, Т. 6, 448–455. URL: DOI 10.20310/25876953-2020- 6-23-448-455 (Şerbak, A.S. (2020). Differençialnıy Modus: Ego Proyavleniye v Toponimike: [Elektronnıy resurs]: Neofilologiya, 23, Т. 6, 448–455. URL: DOI
10.20310/2587-6953-2020- 6-23-448-455).
Tapdıqoğlu, N. (2007). Ağcabədi ensiklopediyası. Bakı: Təhsil.
Tapdıqoğlu, N. (2013). Cəbrayıl ensiklopediyası. Bakı: Təknur.
Tapdıqoğlu, N. – Əliyev, A. (2006). Ağdam rayonu və onun toponimiyası (Ensiklopedik dərgi).
Bakı: Təhsil.
Tapdıqoğlu, N. (2009). Xocavənd ensiklopediyası. Bakı: Zərdabi LTD MMC.
Tapdıqoğlu (Vəlişov), N. (2006 ). Füzuli rayonu və onun toponimiyası (Ensiklopedik dərgi).
Bakı.
ŞƏRQ DİLÇİLİYİ TARİXİNDƏ
MEHDİ NİZAMƏDDİN MƏHƏMMƏD
HACI ƏLİ HÜSEYN ƏL SƏFƏVİNIN
TARİXİ LEKSİKOQRAFİK ƏSƏRİ
“SƏNGİLAX”IN YERİ
Doç. Dr. Galibe Hacıyeva, Nahçıvan Devlet Üniversitesi
ORCID No: 0000-0001-2345-6789
Giriş
Hər bir xalqın dilinin lüğət tərkibi onun milli varlığının və mədəniyyətinin
əsas göstəricisidir. Bu mədəniyyətin maddi sübutu isə ən qədim dövrlərdən
bu günə qədər dilin lüğət tərkibindəki sözlərin sistemləşdirilmiş şəkildə yazıya köçürülməsidir. Hər bir xalqın mədəniyyət tarixində leksikoqrafik əsərlərin
mühüm rolu olduğu kimi, türk leksikoqrafiyası tarixində də dilçiliyin müxtəlif
sahələrinə həsr edilmiş çox zəngin və rəngarəng lüğətlərin böyük rolu olmuşdur.
Müəyyən tarixi dövrlərdə tərtib edilmiş, cəmiyyətin bilik səviyyəsini əks etdirən
bu lüğətlər xalqın dilini, keçmiş həyat tərzi, adət və ənənələrini öyrənmək, dilin
leksikasını araşdırmaq baxımından çox böyük əhəmiyyəti kəsb edir. Lüğətlərdə
verilmiş hər bir sözün arxasında tarixin gizli qalmış səhifələrini aydınlatan böyük
bir tarix durur. Tarixi lüğətlər vasitəsilə sözlərin ilkin semantik yükü açılır, ədəbi
dil tarixinin, həm də tarixi qrammatikanın elmi şəkildə tədqiqinə imkan yaranır.
B.Vahabzadənin söylədiyi kimi “Hər ifadə tarixin bir səhifəsidir. Böyük bir kitabın, arxeoloji qazıntının verə bilmədiyi, axtardığı tarixi həqiqəti bir kəlmə söz, bir
ifadə öz bağrında qoruyur” [Hacıyeva: 2008, s.4].
Cəmiyyətin bütün sahələri ilə qırılmaz surətdə bağlı olan dil xalqın tarixi ilə sıx əlaqədardır. Dilə olan təsir ilk növbədə lüğət tərkibində öz əksini tapır. Lüğətlərdə dilin müxtəlif sahələri ilə bağlı leksik materiallar yazıya alınaraq
əsrlərdən əsrlərə keçir və dilin inkişaf səviyyəsini müəyyənləşdirmək imkan yaradır. Lüğətlər bütövlükdə dilin leksik mənzərəsini geniş şəkildə əks etdirir, hətta
ədəbi dilin mövcud zaman üçün arxaikləşmiş sözlərini siyahıya alır. Lüğətlərin
köməyi ilə dövrün dili, mədəniyyəti, elmi, hüquqi dövlətçiliyi, təsərrüfatı,
məişəti ilə bağlı bütün bilikləri əldə etmək mümükündür. “Lüğətlər dilin lüğət
tərkibindəki sözlərin siyahısını saxlayan bir kitabdır, lüğət xalqın bütün birliyini
lazımi şəkildə əks etdirən bir reyestr olmalıdır” (D.Didro) [Mahmudova: 2016,
248 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
s.8]. A.M.Qurbanovun qeyd etdiyi kimi “Lüğətlər xalqın mədəni inkişafı və
tələbatı əsasında meydana çıxmışdır. Belə ki, xalqın mədəniyyəti, dünyagörüşü
artdıqca onun tələblərini ödəmək üçün müəyyən vasitəyə ehtiyac duyulur” [Qurbanov: 1962, s.3].
Dilçiliyin ən qədim tarixi sahəsəi olan leksikoqrafiya bütövlükdə dilin tarixi
müstəvidə tədqiqi üçün böyük əhəmiyyətə malik bir sahəsi olduğu kimi, müxtəlif
dillərin qarşılıqlı əlaqələrinin araşdırılmasında, eyni zamanda tarixi dialektoloji
tədqiqatların aparılması üçün də faktik dil materialı olaraq mühüm əhəmiyyət
kəsb edir.
Şərq dilçiliyində leksikoqrafiyanın çox qədim tarixi var. Şərq dilçilik tarixinin
mühüm bir parçası olan Azərbaycan dilçiliyinin ən qədim sahələrindən biri olan
leksikoqrafiyanın tarixindən aydın olur ki, müxtəlif tarixi dövrlərdə Azərbaycan
alimlərinin hazırladığı lüğətlər çox funksiyalı mahiyyət daşımışdır. Əlimizdə olan
tarixi mənbələrdən aydın olur ki, ümumtürkoloji dilçilikdə XI Əsrdə M.Kaşğarlının
“Divanü Lugat-it Türk” əsərindən sonra, Şərq dilçiliyində XIII əsrdən başlayaraq
Azərbaycan alimləri ərəb, fars, türk dillərinin materalları əsasında çox sayda leksikoqrafik əsərlər yazmışlar. Bu əsərlərin bir qismi araşdırılıb tədqiq olunsa da,
təəssüflə qeyd etmək lazımdır ki, hələ də bir çox qədim lüğətlər tədqiqatlardan
kənarda qalmışdır. Azərbaycan dilinin tədqiqatlardan kənarda qalmış qədim
leksikoqrafik əsərlərindən biri də XVIII əsrə aid “Səngilax”dır. Mirzə Mehdi
Nizaməddin Məhəmməd Hacı Əli Hüseyn əl Səfəvi tərəfindən yazılmış bu əsər
son illərdə ortaya çıxmış olasa da, elm aləminə lazımi səviyyədə tanıdılmamışdır.
Azərbaycan leksikoqrafiyasının tarixi mənbələri haqqında
Dünyanın bir çox dilləri kimi, qədim oğuz-qıpçaq dilinin varisi müasir
Azərbaycan dili dünyanın ən qədim dillərindən biri kimi zəngin tarixi lüğət
tərkibinə malikdir. Ən qədim tarixi dövrlərin, xüsusilə şumer mədəniyyətinin
izlərini söz varlığında əks etdirən və çox qədim tarixə malik olan müasir Azərbaycan
dili əsrlər boyunca öz milli orijinallığını qoruyub saxlamış, tarixi ənənələrə
söykənərək böyük bir inkişaf səviyyəsinə çatmışdır. Türk dilləri ailəsinin oğuzsəlcuq yarımqrupuna aid olan müasir Azərbaycan dilinin zəngin söz varlığı ilə
dünya dilləri sırasındakı özünəməxsus yer tutduğunu müxtəlif dövrlərdə yazılmış
qədim tarixə malik leksikoqrafik əsərlərin dili təsdiq edir. Bütün Şərq dilçiliyində
olduğu kimi, Azərbaycanda da leksikoqrafiya artıq kifayət qədər təcrübəyə malik
olub, nəzərə çargacaq dərəcədə inkişaf etməkdədir.
Son illər Azərbaycan-türk dilçiliyində leksikoqrafiyanın inkişafı bu dillərdə
hazırlanın müxtəlif tipli lüğətlərin yaranması ilə müşahidə olunur. XX əsrin
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 249
əvvəllərindən başlayaraq bu günə kimi Azərbaycanda hazırlanan iri həcmli ensiklopedik lüğətlərlə (10 cildlik Azərbaycan Sovet Ensiklopediyası, Uşaq Ensiklopediyası və s.) yanaşı, müxtəlif dillərin qarşılıqlı əlaqəsini göstərən çox saylı tərçümə
lüğətləri (C.V.Qənizadənin 1922-ci ildə nəşr olunmuş “Rusca-türkcə lüğət”i; 19281929-cu illərdə Ruhulla Axundovun redaktəsi ilə tərtib edilən 2 cildlik “türkcərusca lüğət”i; “Azərbaycanca-rusca lüğət” (1941); “Rusca-azərbaycanca lüğət”
(1940-1946); 1956-1959-cu illərdə nəşr olunan 4 cildlik “Rusca-azərbaycanca
lüğət”; 1944-cü ildə “Rusca-farsca-azərbaycanca”, 1945-ci ildə isə “Müxtəsər
farsca-rusca-azərbaycanca”; 1956-cı ildə Z.S.İbrahimovun “İngiliscə-azərbaycanca
məktəb lüğəti”; 2006-cı ildə isə Bakı Slavyan Universitetinin hazırladığı 4 cildlik
“Azərbaycanca-rusca lüğət”i ilə yanaşı, Azərbaycanda ərəb, fars, ingilis, fransız,
alaman və s. dillərin də tərcümə lüğətləri çap olunmuşdur. Bu tərcümə lüğətləri
ilə yanaşı, Azərbaycan leksikoqrafiyası tarixində müxtəlif illərdə nəşr olunan birdilli filoloji lüğətlər, orfoqrafiya lüğəti, alınma sözlər lüğəti, izahlı lüğətlər, dialektoloji lüğətlər, omonim, antonim və sinonimlər lüğəti, frazeoloji lüğətlər, terminoloji
və onomastik lüğətlər də xüsusi yer tutur.
Müasir Azərbaycan dilçiliyində müxtəlif tipli çoxsaylı lüğətlərin hazırlanması müasir leksikoqrafiyanın səviyyəsini açıq şəkildə göstərdiyi kimi, Azərbaycan
dilinə məxsus qədim lüğətlərin də mövcud olması bu dilin tarixi leksikoqrafiyası
haqqında informasiya əldə etmək üçün böyük imkan yaradır. Məhz bu baxımdan
Azərbaycan leksikoqrafiyası tarixinə səyahət etmək və bizə məlum olan bir çox
tarixi lüğətlərlə yanaşı, tədqiqatlardan kənarda qalmış lüğətlər haqqında da araştırmalara böyük ehtiyac vardır.
Azərbaycan leksikoqrafiyası tarixində XI-XX əsrlər xüsusi bir tarixi mərhələ
təşkil edir. Müasir Azərbaycan dili türk sistemli dillərə aid olduğundan müasir
Azərbaycan leksikoqrafiyasının tarixi də məhz XI əsrdən Mahmud Kaşğarlının
“Divanü lüğat-it Türk” əsərindən başlayır. XI əsrin etnolinqvistik mənzərəsini
sözlər və onların fonovariantları vasitəsi ilə canlandıran bu lüğət bütövlükdə türk
dillərinin ilkin tarixi mənbəyi kimi, qədim oğuz və qıpçaq dillərinin varisi olan
müasir Azərbaycan dilinin də ən qədim tarixi abidəsi sayılır.
Orta türk dövrünün ilkin və möhtəşəm abidələrindən biri olan “Divanü
lüğat-it Türk” ün min il bundan əvvəlki dili, ədəbiyyatı, mədəniyyəti, tarixi, coğrafiyası, milli-mənəvi dəyərləri, adət və ənənələrini sözlər vasitəsi ilə çox möhtəşəm
şəkildə əks etdirmişdir. “Divanü Lüğət-it türk”dəki mövcud sözlərin bütövlükdə
cəmiyyətin sosial-mədəni həyatının bütün sahələrini əks etdirməsi, eyni zamanda bu sözlərin struktur – semantik tipləri və linqvistik xüsusiyyətlərinin şərhi
müasir dilin tarixi aspektdən, eyni zamanda müxtəlif dillərin tarixi əlaqələrinin
öyrənilməsi baxımından olduqca böyük əhəmiyyət kəsb edir. 9000-ə qədər türk
250 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
sözünün ərəbcə qarşılığını verən “Divanü lüğat-it Türk” XI əsr türk dilinin qrammatik əsəri olmaqla, həm də etnoqrafik, onomastik və dialektoloji mənbə kimi də
olduqca qiymətli bir əsərdir [Kaşğarlı: 2018, s. XXVII].
Böyük ensiklopedik lüğət funksiyasını daşıyan “Divanü lüğat-it Türk” milli-tarixi onomastik vahidləri, etnoqrafik çizgiləri əks etdirən sözləri, frazeoloji
vahidləri, etnik dil faktlarını, bütövlükdə xalqın dil tarixini əks etdirən qiymətli
bir mənbədir və müasir linqvistik tədqiqatlarda tarixi leksikanın tədqiqi üçün
zəngin material verir. Bu cəhətdən Azərbaycan dilcilik tarixində lüğətçiliyin tərtib
və inkişaf tarixini izləmək çox maraqlıdır.
Müasir Azərbaycan dilinin tarixi leksik qatının tədqiqi üçün XI əsrdən
Mahmud Kaşğarlının “Divanü lüğat-it-türk” əsərindən başlayaraq, bu günə kimi
müxtəlif dövrlərdə yazılmış çoxsaylı tarixi lüğətlərə Qətran Təbrizinin “Fərhənge
Qətran” və ya “Lüğəte Qətran” (XI),“Fərhənge Fordovsi” (XI ), Asadi Tusinin
“Lüğəti furs” (fars lüğəti) (1065; XI), Cərullah Mahmud əl-Zəməxşərinin “Kitabe
lüğəte müqəddəmeye ədəb Zəməkşəri” “Müqəddimat al-adab” (XIII), XIII əsrdə
Misir Məmlukləri zamanı yazılmış “Kitab əl qəvanin əl külliyyə Lidabti əl lüğət ətTürkiyə”, Elxanilər dövründə Cəmaləddin ibn Mühənna tərəfindən yazılmış “Kitab
haliyətül- insan və halyətül-lisan” (XIII-XIV), Hissaməddin Həsən Əbdülmömin
oğlunun “Töhfeyi-hissam” (XIII), Bədrəddin İbrahimin “Fərhəngi zəfərquya və cahannuya” (XIV əsr), Hinduşah Naxçıvaninin “Əs-Sihah əl- əcəmiyyə” (XIII-XIV),
Əhməd Vəfiq Paşanın “Ləhceyi-Osmanlı” (XIV), Məhəmməd Səbahinin “Qamusi-Osmanlı” (XV), Məhəmməd Naxçıvaninin “Sihah əl-furs” (XIV), “Kodeks
Kumanikus” (qıpcaq məcmuəsi) (XIV), Mövlana Fəxrəddin Mubarak Qəznəvi
Kəvvasın “Fərhəngi Fəxri Kəvvas”( 1301; XIV), Ərəb müəllifi Muhammed İbn
Yusuf bin Əli ibn Yusuf bin Həyyan əl-Qərnatinin “Kitabül idraki-lisani əl-ətrak”
(“Türk Dilini anlamaq barəsində kitab”) (XIV əsr), Şəmsi Fərxi İsfahannin “Miyari Cəmali” (1343; XIV əsr), Anonim Dastur al-afazil (1343; XIV), Məhəmməd İbn
Kəvvas Bəlxinin “Baxr al-fəzail” (1393; XIV əsr), müəllifi bəlli olmayan “Kitabi
bəlağət əl müştaq fi lüğət türk əl qıpçaq” (XV), Nemətulla ibn Əhməd ibn Mübarək
ər-Ruminin “Lüğəte-Nemətullah” (1539; XVI), Nasir Kazi Qunbazinin “Risaleyi
Nasiri Əhməd” (1419; XV), Anonim “Adat al-Fuzala” (1419; XV), Məhəmməd İbn
Kəvvas Bəlxinin “Bəxr al-fəzail” (1434; XV), Təvanəddin Faruxinin “ Fərhəngi İbrahim” (1474; XV əsr (Hindistan), İbn Firiştənin “Ərəbcə-türkcə mənzum lüğəti”
(XV), Əlişir Nəvainin “Mühakimətül-Lüğəteyn” (XV),1945-ci ildə türk alimi Besim Atalayın ərəbcədən türk tilinə tərcümə etdiyi müəllifi bilinməyən “Ettahafet uz Zekiyye fil lügat-it Türkiyye” (bu lüğətin müəllifi və yazıldığı barədə dəqiq
məlumat olmasa da, Azərbaycan dilcisi A. Bağırov bu lüğətin XV əsrin birinci
yarısında Cəmaləddin ət-Türki adında bir ərəb müəllifi tərəfindən tərtib olun-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 251
duğunu göstərir [Bağırov :1996, s.44], Mövlanə Mahmud İbn Şeyx Zeynalabdin
Muhəmmədin “Toxfat as-saadat” (1510; XVI), Muhəmməd ad-Dəxləvinin “Muayyad al-Fuzala” (1519; XVI), Məhəmməd Tusi Ələvinin “Lüğəti Şaxname” (1544;
XVI), “Fəraid əl- fəvaiz” (1576; XVI), “Mədar al-əfazil” (1593), Mövlanə Mahmud
İbn Şeyx Zeynalabdin Muhəmmədin “Toxfat as-saadat” (1510; XVI), müəllifi
bilinməyən “Lüğəti əbu şəka” (XVI), Anonim Fərid al Favaid (XV-XVI), Nəvai
“Mühakimat əllühəteyn” (XVI), Məhəmməd Bin Qeys “Kitabi Tubyan əllucət ət
türk ala lisani qanıqlı” (XVI əsr), “Kəşf əl-lüğət” (XVI), Məhəmməd Bin Qeysin “Lüğəti-türki Xarəzmi” (XVI), “Ketabe lüğəte Məhəmməd Bin Qeys” (XVI),
Hindistanda yazılmış “Lüğəti Fəzlullah xan” (XVII), Məhəmməd Qasim Sururi
Kaşaninin “Məcmə əl-furs” (1600; XVII), Fəxrəddin Həsən Şirazinin “Fərhəngi
Cahangiri” (1608; XVII), Məhəmməd Təbrizinin “Burhani kati” (1652; XVII),
“Şərhi Gülüstan” (1662; XVII), “Bədai əl lüğət” (1705; XVIII), XVII əsrdə Yaqub
Cəngi tərəfindən Hindistanda yazılmış “Kitabe zəbani türki”, Anonim “Əl Tamğaye Nasiri” (farsça-cığatayca lüğət) (XVII), Məhəmmədtağı bəy Qaraqoyunlunun
“Fərhəngi-türki” (XVII), Təbrizli Hüseyn ibn Xələf Təbrizinin “Bürhane-qate”
(XVIII əsr), Mirzə Əli Mustafa oğlu Bakuinin “Təcrid-ül-lüğat” (XIX), Şəmsəddin
Sami bəyin “Qamusül-əlam” və “Qamusi-Türki” (XIX), “Anonim ərəbcə-türkcə
mənzum lüğət” (XIX əsr), Sultan Məcid Qənizadənin “Lüğəti-rusi və Türki”
(XIX), Qarabəy Qarabəyovun “Qamusi-rusi” və “Türkcədən ruscaya lüğət” (XIX)
kimi müxtəlif tipli lüğtləri nümunə olaraq göstərmək olar.
R.Mahmudova, E.Piriyev və R.F Kazıminin tədqiqatlarında bu tarixi lüğətlərin
bir çoxu haqqında məlumat verilmiş olsa da, təəssüflə qeyd etmək lazımdır ki,
Azərbaycan-türk dilində yazılmış qədim lüğətlərin bir qismi hələ də araşdırılmamış və elm dünyasına lazımi səviyyədə təqdim olunmamışdır. Tədqiqatlardan aydın olur ki, Azərbaycan-türk dilçiliyində araşdırılmamış belə tarixi lüğətlər də az
deyil.
Tarixi leksikoqrafik tədqiqatlar Azərbaycan dilçiliyində lüğətçiliyin birdənbirə meydana gəlmədiyini, uzun keşməkeşli bir inkişaf yolu keçdiyini göstərir.
Vaxtı ilə Azərbaycan mədrəsələrində ərəb və fars dillərinin tədrisi burada təhsil
alanlar üçün bir qədər çətinlik yaratdığından, şagirdlər dili öyrənmək üçün kiçik
yaddaş lüğətçələri hazırlamışlar. Bu yaddaş lüğətçələr ilk “lüğət nümunələri” olmaqla, daha sönra böyük leksikoqrafik əsərlərə çevrlimişdir.
Məhz bu baxımdan Azərbaycan dilinin lüğətçilik tarixinin öyrənilməsinin
həm elmi, həm də praktik əhəmiyyəti vardır. Qeyd etmək lazımdır ki, qədim
dövrlərdə o dövrün tələbinə uyğun olaraq, türk dilində əsərlər az yazılırdı və yazılan əsərlərin böyük bir qismi isə müxtəlif səbəblərdən bizə gəlib çatmırdı. Bir çox
Şərq əlyazmalarının taleyi kimi, qədim dövrlərdə yaranan lüğətlər də vaxtında
252 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
aşkar edilməmiş və yaxud adı, müəllifi bilinməmişdir. Bəzən də bu lüğətlərin bir
qisminin dəfələrlə üzü köçürülmüş və hər katib lüğətdə başa düşülməyən sözləri
özünə daha yaxın və yeni sözlərlə əvəz etmişdir.
Mirzə Məhəmməd Mehdi xanın “Səngilax” əsəri
Müasir Azərbaycan leksikoqrafiyası tarixində tədqiqatlardan kənarda qalmış
belə qədim lüğətlərdən biri də elmi və siyasi fəaliyyəti ilə Azərbaycan mədəniyyət
tarixində müstəsna rol oynamış görkəmli dövlət xadimlərindən biri XVIII əsrin
tarixçi və siyasi xadimi Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Haci əli Hüseyn əl
Səfəvinin “Səngilax” adlı lüğəti olmuşdur. Lakin təəssüflə qeyd etməliyik ki, XVIII əsr Azərbaycanın beynəlxalq siyasi tarixində mühüm rolu olan, elmi və diplomatik fəaliyyəti ilə tarixi siyasi xadim kimi tarixdə yer alan Mehdi Nizaməddin
Məhəmməd Haci əli Hüseyn əl Səfəvinin nə siyasi, nə də elmi fəaliyyəti lazımi
səviyyədə araşdırılmamışdır. Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Hacı əli Hüseyn
əl-Səfəvinin adı bəzi qaynaqlarda Mirzə Məhəmməd Mehdi ibn Məhəmməd-e
Nəsir-e əstarabadi şəklində qeyd olunur [əstarabadi. 1374, s.5].
Mənbələrin verdiyi məlumata görə, Mirzə Məhəmməd Mehdi Əstərabadda
(Gürgan//Kurqan) anadan olmuşdur. Dövrünün ən görkəmli tarixi-ədəbi
şəxsiyyətlərindən olan Mirzə Məhəmməd Mehdi xan Kokəb (ulduz) təxəllüsü
ilə şeirlər yazmış, elmi və ədəbi fəaliyyəti ilə yanaşı, dövrünün böyük siyasi
xadimlərindən biri olaraq Nadir şahın sarayında yaşamış və onun müşaviri olmuşdur. Nadir şah dövründə dövlət siyasətində mühüm rol oynayan Mirzə
Məhəmməd Mehdi xan diplomatik fəaliyyəti ilə yanaşı, həm də bir tarixçi kimi
fəaliyyət göstərmiş, dövrünün bütün hadisələrinin səlnaməsini, eyni zamanda
dövlətin bütün rəsmi məktublarını yazmış, xarici diplomatik əlaqələrin yaranmasında böyük işlər görmüşdür.
1736 – cı ildə Nadir şah taxta çıxarkən şah tərəfindən tarixçi rütbəsi ilə
təltif olunan Mirzə Məhəmməd Mehdi xan dövlət işlərində fəal xidmətlərinə
görə yenidən 1738 – ci ildə Nadir şah tərəfindən xan titulu ilə təltif olunmuşdur. Tədqiqatlardan aydın olur ki, Rusiya və Osmanlı arxivində saxlanan Nadir şah dövrünə aid bütün əlyazma məktub və müraciətlər Mehdi Nizaməddin
Məhəmməd Haci Əli Hüseyn əl Səfəvinin qələminin məhsuludur, eyni zamanda
Nadir şahın bütün fərmanları da onun dəsti-xətti ilə yazılmışdır.
Rusiya arxivlərində olan İran – rus məktub və sənədlərində rus nümayəndələri
Mirzə Məhəmməd Mehdi xanı İranın baş vəziri kimi qeydə almışdır. Mustafa xan
Şamlu ilə birlikdə Nadir şah tərəfindən sülh müqaviləsi üçün Osmanlı dövlətinə
göndərilən Mirzə Məhəmməd Mehdi xan Nadir şahın ölüm xəbərini eşidir və
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 253
müqaviləni bağlamadan İrana qayıdır. Nadir şahın hakimiyyətindən sonra dövlət
işlərindən, siyasi fəaliyyətindən tamamilə uzaqlaşan Mirzə Məhəmməd Mehdi
xan saraydan ayrıldıqdan sonra bir müddət elmi fəaliyyətini davam etdirir və qısa
bir zamanda vəfat edir.
Saraydan ayrıldıqdan sonra elmi və ədəbi fəaliyyətin davam etdirən Mirzə
Məhəmməd Mehdi xan ilkin olaraq “Tarix-e cahanquşa-ye Nadiri” (“Fateh Nadir
şahın tarixi”) əsərini yazır. Nadir şah dövrünün bütün tarixi hadisələrini, Nadir
şahın müharibələri haqqında sənədli tarixi faktlar əsasında yazılmış və tarixçilər
tərəfindən çox yüksək qiymətləndirilən bu tarixi əsər əvəzsiz tarixi mənbə kimi
uzun müddət Avropa universitetlərində tədris vəsaiti olaraq ən mötəbər qaynaq
kimi istifadə edilir. Avropa tədqiqatçılarının böyük marağına səbəb olan və dünyanın müxtəlif dillərinə - ingilis, fransız və alman dilinə tərcümə edilərək Avropa
universitetlərində ən mükəmməl tarixi qaynaq olaraq tədris vəsaiti kimi istifadə
olunan bu əsər dəfələrlə Tehran, Təbriz və Bombeydə (Hindistanda) də nəşr olunmuşdur.
Mirzə Məhəmməd Mehdi xanın Nadir şaha həsr olunmuş ikinci əsəri “Dürreyi Nadir” (“Nadirin incisi”) adlanır ki, bu əsər birincidən xeyli fərqlənir. Mirzə
Məhəmməd Mehdi xanın klassik üslubda yazmış olduğu bu əsəri də yüksək dil və
tarixi xüsusiyyətlərinə görə dəfələrlə Tehran, Təbriz, Bombey, Kəlküttə ilə yanaşı,
Avropada nəşr olunaraq müxtəlif ölkələrin ali təhsil ocaqlarında dərs vəsaiti kimi
istifadə olunub. Uzun müddət ali təhsil məktəblərində tədris vəsaiti kimi istifadə
olunan bu əsər sonradan ciddi tədqiqat obyektinə çevrilmişdir. 1962-ci ildə (1341
şəmsi ilində) doktor Seyyid Cəfər Şəhidi əsər üzərində tədqiqat apararaq dissertasiya müdafiə etmişdir.
Mirzə Məhəmməd Mehdi xanın üçüncü əsəri “Munşəat” (“İnamnamə”)
əsəridir ki, bu əsərin adı bəzi qaynaqlarda “İname Mehdi xan” adı ilə qeyd olunur.
Əsasən risalə və diplomatik məktublar toplusundan ibarət olan bu əsər Nadır şahın müxtəlif dövlətlərə, həmçinin Osmanlı imperiyasına və Rusiyaya ünvanlanmış
məktublarına həsr olunmuş tarixi sənədlər toplusu kimi qiymətli mənbələrdən biridir. Nadir şahın oğlu İmamqulu Mirzəyə ithaf olunan əsərin giriş hissəsinin dili
olduqca ağırdır. Dəfələrlə Tehranda çap olunan bu əsərin bir hissəsi isə “İnşaed
dürler” (“Dürlər inşası”) adı ilə Bombeydə nəşr olunmuşdur.
Tədqiqatlardan aydın olur ki, Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Haci Əli
Hüseyn əl Səfəvinin elmi fəaliyyəti çoxşaxəli olmuşdur. Ə.Dehxudanın verdiyi məlumata görə Mirzə Mehdi xan tərcüməçiliklə də məşğul olmuş, “Bibliya” və “İncil”i xristianların köməyi ilə farscaya çevirmişdir. Mehdi Nizaməddin
Məhəmməd Haci Əli Hüseyn əl Səfəvinin elmi ədəbi yaradıcılığının ən yüksək
254 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
zirvəsi sayıla biləcək əsərlərdən biri Azərbaycan, eləcə də ümumtürkoloji leksikoqrafiya tarixində mühüm yer tutan “Sənglax”adlı lüğətidir. 6000-ə qədər sözdən
ibarət bu əsəri yazarkən bir çox tarixi ədəbi əsərlərə, həmçinin müxtəlif lüğətlərə
müraciət edən Mehdi Nizaməddin Məhəmməd Haci Əli Hüseyn əl Səfəvi
Azərbaycan-türk leksikoqrafiyası tarixində çox möhtəşəm bir dil abidəsi yaratmışdır. Əsər haqqında müxtəlif mənbələrdə tədqiqatçıların söylədiyi fikirlər türk
dilini öyrənməkdə əsərin nə qədər əhəmiyyətli olduğunu təsdiq edir. Mənbələrin
verdiyi məlumata görə, Mirzə Mehdi xan “Məbən əl-lüğət” (“Sözlərin əsası”) başqa bir lüğət də yazmışdır. “Məbən əl-lüğət” (“Sözlərin əsası”) və “Sənglax” (“Daşlıq”) adlı bu əsərləri Mirzə Mehdi xan ömrünün sonlarında, təxminən 1760-cı
ildə bitirmişdir.
İran filosofu və ədəbiyyatşünası doktor Zəbihullahe Səfa lüğət haqqında
fikirlərini belə açıqlayır: “Fərhənge Sənglax” (“Səngilax lüğəti”) əsəri həmin o
məşhur kitabdır ki, türk dilindən bilgi əldə etmək üçün, farsların “Burhane qate”
(“Kəskin sənəd”) əsəri qədər dəyərlidir.
Mirzə Məhəmməd Mehdixan yazır: “Məndən qabaq Herəvi, Fəraği, Nurəvi,
Mirzə Əbdülxəliq Nəsiri və bir sıra lüğətçilər Nəvainin əsərlərindən kiçik
müxtəsər sözlük hazırlamışlar. Mən isə bu işi daha dolğun və geniş vermək üçün
bunu işlədim. Bu iş çox ağır və çətin olduğundan bu əsərə “Səngilax” adı verdim,
yəni “Daşlıq, çınqıllıq” adını verdim. Bu sözlüyü hazırlamaq üçün Əlişir Nəvainin
12 cilddən ibarət nəzm və nəsr əsərlərini oxuyub onların lüğətini hazırladım.
Mirzə Mehdi xanın özünün söylədikləri də onun əsər üzərində nə qədər ciddi, məsuliyyətlə çalışdığını və “Səngilax”ın hazırlanmasında zəngin ədəbiyyatdan
istifadə etdiyini göstərir. Əsərin həcmi, eyni zamanda məzmunu müəllifin
“Səngilax”ın hazırlanmasında nə qədər gərgin çalışdığını və böyük zəhmət bahasına bu lüğəti ərsəyə gətirdiyini bir daha təsdiq edir. Mirzə Mehdi xan “Səngilax”ı
hazırlarkən mütaliə etdiyi “Fəraye bossoğər”, “Həvadero əş şəbab”, “Bədaye ülvəsət”, “Fəvayedal Kobər”, “Heyrətol əbrar”, “Fərhado Şirin”, “Leyli və Məcnun”,
“Səbeye səyyarə”, “Sədde İsgəndəri”, “Lisanü teyr” (Quşların dili), “Ərbəine
mənzum”, “Nəzmal cəvahir”, “Məhbubol Qlub” (“Könlümün sevimlisi”), “Mizanol
ovzan”, “Nəsayülül məhəbbət”, “Tarixe ənbiya”, “Tarixe mulke əcəm”, “Məcalüsün
nəfayes”, “Vəqfnamə”, “Mədrəseyi İxlasiyyə” kimi müxtəlif səpkili əsərlərdən qaynaqlanmışdır.
Lüğətin hazırlanmasında ərəb və fars dilində olan qaynaqlardan yetərincə
istifadə edən Mirzə Mehdi xan “Səngilax”da türk dilinin zənginliyindən bəhs
edərək türk dilinin orfoqrafik qaydaları haqqında yazır: “Türk lüğətində
müəyyənləşdirilmiş qayda-qanun nə fars, nə də ərəb dilinin qaydaları ilə müqayisə
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 255
oluna bilməz. Çünki türk dili çox yüksək üsluba malik bir dildir” [Mirzə Mehdi
xan Əstrabadi, s.187].
Onu da qeyd etmək lazımdır ki, Mirzə Mehdi xanın ölümündən sonra müxtəlif
tədqiqatçıların diqqətini cəlb etmiş bu lüğət bir neçə dəfə nəşr olunmuşdur. Əsərin
bir nüsxəsi də tədqiqatçı Rövşən Xiyavi tərəfindən tədqiqata cəlb edilərək İranda
(Güney Azərbaycanda) nəşr olunmuşdur. “Səngilax”ı çapa hazırlarkən müəllif
fikrini belə açıqlamışdır: “Mən bunu yazarkən adını “Məbatiül lüğət”adı verdim
ki, bu da ayrılıqda başqa bir kitab ola bilər” [Rövşən Xiyavi, 1374]. Zəbuhillah
Səfa tərəfindən xüsusi tədqiq obyektinə çevrilən bu əsər müəllif tərəfindən kiçik bir ensiklopediya adlandıraraq çox yüksək dəyərləndirilmişdir. Onun verdiyi
məlumata görə, Mirzə Mehdi xan “Məbən əl-lüğət” (“Sözlərin əsası”) və “Sənglax”
(“Daşlıq”) adlı əsərlərini ömrünün sonlarında, təxminən 1760-cı ildə bitirmişdir.
Təəsüflə qeyd tmək lazımdır ki, bu günə qədər XVIII əsr Azərbaycan dilçilik tarxində tarixi leksikoqrafik əsərlərdən söz açarkən bu lüğətdən bəhs
edilməmişdir. Lüğətin dili üzərində aparılan tədqiqatlar göstərir ki, dilimizin tarixi leksik sistemini əks etdirən bu əsər sadəcə leksikoqrafik bir mənbə olaraq
dəyərləndilirilməməli, eyni zamanda dil və dilçiliyiyin müxtəlif sahələrini əks
etdirən faktik dil materiallarına görə müxtəlif aspektdən tədqiq olunmalıdır. Bu
kimi bir çox məziyyətlərinə görə “Səngilax” haqqında aşağıdakıları xülasə etmək
olar:
1.
Əsərdə sözlərin farsca qarşılığından əlavə ərəb və hind, yunan qarşılığı haqqında da məlumat verilir ki, bu da dillərarası tarixi inteqrasiya
məsələlərinin və müxtəlif dillərin müqayisəli tədqiqi üçün imkan yaradır.
2.
“Səngilax”da müxtəlif etnoslar və onların yaşam tərzi, etnoqrafiyası,
adət-ənənələri haqqında məlumat verilməklə yanaşı, həmçinin onomastik vahidlər, Asiya qitəsinin çayları, dağlarından bəhs edilir ki, bu da
əsərin tarixi coğrafi, həmçinin linqvistik baxımdan nə qədər əhəmiyyətli
və dəyərli bir əsər olduğunu təsdiq etməklə, tarixi onomastik tədqiqatlar
üçün mühüm qaynaq rolunu oynayır.
3.
Bütünlükdə dünya tarixi haqqında geniş tarixi məlumatlar, Azərbaycanda
mövcud xanlıqlar, dövrünün tanınmış tarixi şəxsiyyətləri, eyni zamanda
İran və Türk tarixi haqqında da dolğun tarixi informasiya verilir. Əsərdə
eyni zamanda müxtəlif elmlər, astronomiya, tibb, əczaçılıq, dərman
bitkiləri, zooonimlər, qədim türk mətbəxi haqqında da geniş məlumat
almaq olar.
256 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
4.
Əsərin müxtəlif bölmələri dilçilik baxımından mübahisələr doğursa da,
dil tarixi leksikologiya, etimologiya haqqında verilən məlumatlar dilçilik
və dil tarixi ilə bağlı məsələlərin də tədqiqi üçün olduqca əhəmiyyətlidir.
5.
Müəllifin canlı danışıq dilində mövcud faktik dil materiallarından
istifadə etməsi əsərin dialektoloji baxımdan da əhəmiyyətli bir əsər olduğunu göstərir.
6.
Altı minə yaxın sözü əhatə edən “Səngilax” dilimizin tarixi leksikasının
öyrənilməsi üçün əvəzsiz zəngin leksikoqrafik mənbələrdən biridir.
Tədqiqatlar göstərir ki, əsərin sonrakı nəşrində və tərtibatında bəzi nöqsanlara yol verilmişdir ki, bunlaradn birincisi lüğət əlifba sistemi ilə tərtib olunmamış, bir çox hallarda sözlərin latın qrafikasındakı transkripsiyası düzgün
verilməmişdir. Lakin buna baxmayaraq, müxtəlif tədqiqatlarda əsər haqqında
verilən məlumatlardan aydın olur ki, əsərin əlyazma nüsxəsində olan bir çox
hissələr, xüsusilə fellər, atalar sözü və zərbü məsəllər sonrakı nəşrlərdə ixtisarlaşdırılıb. Lakin buna baxmayaraq, bu günə qədər sadəcə Azərbaycan dilçilik
tarixində deyil, bütövlükdə dünya leksikoqrafiyası tarixində çox az tanınan bu
ensiklopedik lüğət müasir dilçiliyimiz üçün tarixi dəyəri və elmi əhəmiyyəti olan
qaynaqlardan biridir.
Qeyd etmək lazımdır ki, dövrünə görə xalqın mənəvi, siyasi ehtiyaclarını
müəyyən dərəcədə ödəyən bu lüğətlər sonradan nəşr olunan lüğətlər üçün bir
özül olmuşdur. Qədim tarixi lüğətlər üzərində aparılan araşdırmalar hər bir dilin lüğət tərkibi o dilin tarixinin mədəni-mənəvi sərvətini özündə əks etdirdiyini
göstərir. Məhz buna görə də dilin bu mənəvi xəzinəsinin, sərvətini özündə əks
etdirən qaədim lüğətlərin üzə çıxarılması dil mədəniyyəti baxımından mühüm
hadisədir.
QAYNAQLAR
Hacıyeva, Q. (2008). Dilimiz, tariximiz, yaddaşımız. Bakı: “Elm”.
Mahmudova, P. (2016). Azərbaycan dilinin lüğətçilik tarixi. (XI-XIX əsrlər). Bakı: AMEA Dİ.
Qurbanov, A. (1962). Azərbaycan lüğətçiliyinə dair. Bakı: “Azərnəşr”.
Kazımi, F.P. (2010). Türk xalqlarının kitab və kitabxana mədəniyyətində lüğətçilik ənənələr.
Bakı: “Kitabxanaşünaslıq və informasiya” jurnalı, № 2.
Piriyev, E. (2011). Azərbaycan dili tarixinin öyrənilməsində lüğətlər. Bakı: “Mütərcim”.
Ercilasun, A. B. – Akkoyunlu, Z. (2013). Dîvânu lugâti’t- Türk. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Rövşən, Xiyavi. (1374). “Fərhəng-e Səngilax”. Tehran.
Mirzə Mehdi Əstarabadi. (1374). Səngilax. Farsca-türkcə lüğət. Tehran.
Zəbihullah Səfa. (1339). Tarix-e ədəbiyyat-e İran. Tehran.
YENİ UYGUR TÜRKÇESİNDE ÇOKLUK
Doç. Dr. Neşe ERENOĞLU, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
ORCID No: 0000-0003-0807-4592
Yeni Uygur Türkçesinde çokluk için pek çok gösterge mevcuttur. Çokluk anlamı ekler, kelimeler ve kelime grupları ile sağlanabildiği gibi söz sanatlarından ad
aktarması ile de sağlanabilmektedir. Yeni Uygur Türkçesi, teklik-çokluk bağlamında incelendiğinde lehçede teklik görünümüne rağmen çokluk, çokluk görünümüne rağmen teklik bildiren yapıların ve çoklukla ilişkili nezaket, saygı ve kabalık
göstergelerinin olduğu görülür.
Kerimoğlu (2008, s. 152-153), gramerlerde çokluk kategorisinin genellikle
isim ve fiil çekimi bölümlerinde tek bir şekilden yola çıkarak işlendiğini, yalnızca
şekil bilgisi ilişkisi değil, söz dizimi ilişkilerinin de göz önünde bulundurulması
gerektiğini belirtir.
Bu çalışmada çokluk sadece ek ve kelime düzeyinde değil, kelime grupları ve
söz sanatları düzeyinde de ele alınmış, yabancı dilden Yeni Uygur Türkçesine alınan çokluk yapıları üzerinde durulup çokluk bağlamında nezaket, saygı ve kabalık
göstergeleri verilmeye çalışılmıştır.
1. Söz Sanatlarıyla Çokluk
Söz sanatlarından ad aktarmasıyla teklik olan bir kelimeyi, çokluk yapmak
mümkündür. Ad aktarması, sözcüğün benzetme amacı güdülmeden bir başka
sözcük yerine kullanılmasıdır. Ad aktarmasıyla çokluk anlamının verilmesi için
yer-toplum, yön-toplum gibi ilgilerin bulunması gerekir. Aşağıdaki cümlelerde
Ḳumul “Kumul”, Turpan “Turfan”, Kuçar “Kuçar”, Bay “Bay”, Aḳsu “Aksu”, Ḫoten
“Hoten”, Ḳeşḳer “Kaşgar” kelimeleri yer-toplum ilgisiyle, cenub “güney” kelimesi
yön-toplum ilgisiyle orada yaşayan insanlar için kullanılmış; bu kelimeler, teklik
görünümüne rağmen ad aktarmasıyla çokluğu bildirir olmuştur.
•
U, Şameḫsutniñ baliliri içide bir talla oġul bolup, kiçigidinla şundaḳ erke,
beñvaş idiki, uniñ derdidin pütün Ḳumul dat deytti. “O, Şahmaksut’un
çocukları içinde tek erkek olduğu için küçüklüğünden beri öyle şımarık,
öyle asi büyümüştü ki onun derdinden bütün Kumul, illallah etmişti.”
(İZ 65-66)
258 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
•
Ata-bovimiz buniñdin neççe yüz yil burun Musulman boluşḳa razi bolmay, Kuçadin Turpanġa ḳéçip kélip, Turpan İslamġa ötkendin kéyin
Ḳumulġa ketkeniken. “Atalarımız bundan kaç yüzyıl önce Müslüman olmaya razı olmadığı için Kuça’dan Turfan’a kaçıp, Turfan İslam’a geçtikten
sonra Kumul’a gitmiş.” (MAH 126)
•
Rast tirişip işligende beş-alte ay,/Avaz ḳoşti bu ḳurumġa Kuçar hem Bay.
“Çok çabalayıp çalıştığında beş altı ay,/Destek verdi bu kuruma Kuçar ve
Bay.” (N 258-259)
•
Ey Kuçar, Aḳsu, Ḫoten, Ḳeşḳer tola ḳan yiġlima!/Düşminiñdin zarlinip,
otluḳ yürekni tilġima! “Ey Kuçar, Aksu, Hoten, Kaşgar yeter kan ağlama!/
Düşmanından dert yanıp, ateşli yüreği parçalama!” (N 302-303)
•
Şundaḳ künlerniñ biride, Ciñ Şuréndin “Turpan ḳozġilip ketti, Ḳumulni
taşlap, derhal Turpanġa leşker tartiñ!” dégen mezmunda ciddiy buyruḳ
kélip ḳaldi. “Böyle bir günde Cing Şuren’den ‘Turfan ayaklandı, Kumul’u
bırakıp, derhal Turfan’a asker çıkarın!’ diye acil emir geldi.” (OZB 397)
•
Adem adem öltüridu,/Adem hem öltürülidu./Biraḳ, cenub oḫşimaydu,/U
ġuva çiray bilen méhmanlarni kütüvélip,/Andin uzitip ḳoyidu. “İnsan insan öldürür,/İnsan da öldürülür./Ama Güney öyle değil,/Soluk bir yüzle
misafirlerini karşılayıp,/Sonra onları uğurlar.” (AB 58)
2. Eklerle Çokluk
2.1. Yapım Ekleriyle Çokluk
2.1.1. -(I)z
Türk dilinde -(I)z, arkaik bir çokluk eki kabul edilir (Gülsevin, 1997, s. 11).
Bazı araştırmacılar ikiz, üçüz, dördüz gibi sözcüklerin üzerindeki -(I)z ekinin eski
bir çokluk eki olduğunu söylerken bazı araştırmacılar göz, ağız, omuz, diz, göğüs
sözcüklerindeki bu ekin çokluk değil, ikilik bildirdiğini ifade eder (Uzun, 2004, s.
127). Yeni Uygur Türkçesinde -(I)z ekinin geldiği köz “göz” ve tiz “diz” kelimeleri
aşağıdaki cümlelerde tek bir göz ve tek bir diz için kullanılmayıp, iki gözü ve iki
dizi işaret etmektedir.
•
Lékin közüm yerde, aşu toñ tézek, çavar-çatḳal, ġazañ-tiken, topa-tuman
arilaşḳan şéġilliḳ yolda idi. “Fakat gözüm yerde, o donmuş tezek, çalı
çırpı, dökülmüş yaprak ve diken, toz duman karışmış çakıllı yoldaydı.”
(ÇUHS 278-279)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 259
•
Hetta men maşina mañalmay piyade tizġiçe suyuḳ topini kéçip, çatḳallarni
ḳayrip méñivatḳanliḳimiznimu sezmey méñiptimen. “Hatta ben aracın
ilerleyemeyip, dize kadar yumuşak toprağa batarak, çalılıkları itip yaya
gittiğimizin farkına bile varmamışım.” (ÇUHS 332-333)
2.1.2. -lIK
-lIK eki, nesnenin bulunduğu yeri bildirmenin yanı sıra çokluğunu da bildirmektedir. Ḳomuşluḳ “kamışlık, kamışı çok olan yer”, sazliḳ “sazlık, sazı çok olan
yer”, dereḫlik “ağaçlık, ağacı çok olan yer”, ḳoġunluḳ “kavunluk, kavunu çok olan
yer” anlamlarıyla nesnenin çokluğuna işaret eder.
•
Şundin étibaren kişiler ḳomuşluḳ terepke yolimaydiġan, baliliri yiġlisa
“Ḳomuşluḳtiki çişi divige bérivétimen” dep ḳorḳitidiġan boluptu. “O günden itibaren insanlar kamışlık tarafına geçmez, çocukları ağlayınca ‘Kamışlıktaki dişi deveye vereceğim.’ diye korkuturmuş.” (K 9)
•
Dert-elemniñ köplikige başta çaç azliḳ ḳilar,/Gül-gülistan baġlirimni bir
lehzide sazliḳ ḳilar… “Derdin, elemin fazlalığından başta saç azıcık kalır,/Çiçekli bağlarımı bir anda sazlık eder…” (N 336-337)
•
Oñ yotisi téñip taşlanġan Macuñyiñ héliḳi köl boyidiki dereḫlikte sayidap,
udulida zoñziyip olturġan Ḫociniyaz Haciniñ çirayiġimu ḳarimay, öziniñ
tuñçisiġa mundaḳ dédi. “Sağ kalçası sarılan Macungying göl kıyısındaki
ağaçlıkta uzanıp, karşısında çömelerek oturan Hocaniyaz Hacı’nın yüzüne bile bakmadan, kendi tercümanına şöyle dedi.” (OZB 310-311)
•
Şamaldin ḳilçe eser yoḳ, ḳomuşluḳ ḳizip ketkenidi, ḫuddi tonurdek.
“Rüzgârdan zerre eser yok, kamışlık çok sıcak, sanki tandır gibi.” (S 322)
•
Bir küni çüşlüki Namet öyige ḳaytip, tamiḳini yep, çüşlük uyḳusini obdan
uḫlap, ḳoġunluḳḳa ḳarap kétivatsa, yiraḳtinla naḫşa avazi añliniptu. “Bir
gün öğle vakti Namet evine gidip, yemeğini yiyip, öğle uykusunu iyice
aldıktan sonra kavunluğa doğru giderken uzaktan şarkı sesi işitmiş.” (TA
147)
•
Ömer bir tilim ḳoġunni uniñġa sundi, bu eceb tatliḳ ḳoġun iken, kimniñ
ḳoġunluḳidin aldiñ? “Ömer bir dilim kavunu ona uzattı, bu ne kadar tatlı
kavunmuş, kimin kavunluğundan aldın?” (TAC 25)
260 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
2.1.3. -(I)şÇokluk bildiren eklerden bir diğeri de -(I)ş- ekidir1.
•
Ḳérilar Amanḳul bilen ésenlişivétip, attin çüşüvatḳan ḳizġa heyran
bolġandek ḳaraşti. “İhtiyarlar, Amankul ile hâl hatır sorup, attan inen
kıza şaşırmış gibi baktılar.” (İZ 15)
•
Elçiler yene bir kün méhman boluşti… Mehellilerni kézip öylerge patihe
oḳuşti, yaş-ḳéri digidek nurġun kişiler bilen parañlaşti. “Elçiler yine bir
gün misafir oldular... Mahalleleri gezip evlerde dua okudular, genç yaşlı
birçok kişi ile sohbet ettiler.” (İZ 359)
•
Hay, Turdi Aḫun, Patmiḫan! -dep tovlidi u hoyliġa çiḳip. Er-ḫotun ikkisi
hayal ötimey kélişti. “Hey, Turdi Ahun, Fatmihan, diye seslendi o avluya
çıkıp. Karı koca ikisi çok geçmeden geldiler.” (SA 17)
•
Gülsereniñ bu sözige kénizekler ḳaḳahlap külüşti. “Gülseren’in bu sözüne
cariyeler kahkahayı bastılar.” (SA 472)
•
–Ular keldimu? -dep soridu Ḫan ana Gülleylidin.
–Kélişti, öyde sizni kütmekte, - cavab berdi Gülleyli.
“–Onlar geldi mi, diye sordu Han ana Gülleyli’ye.
–Geldiler, evde sizi bekliyorlar, cevap verdi Gülleyli.” (SB 173)
2.2. Çekim Ekleriyle Çokluk
2.2.1. -lAr Ekiyle Çokluk2
Cümledeki diğer sözcükler ile arasında bağlantı kuramayıp yalnızca eklendiği sözcük ya da sözcük grubunu etkileyen -lAr3 eki, mensubiyet, grup, saygı,
kuvvetlendirme, o ve onun ile bağı olan kişiler, o ve onun yanındakiler gibi anlamları bildirmekle birlikte genellikle belirli ya da belirsiz sayıda çokluk, topluluk
anlamlarını karşılamaktadır4/5.
1
2
3
4
5
Daha ayrıntılı bilgi için bk. Cahit Başdaş (2006). Türk Lehçelerinde İşteşlik Eki (-ş-) ve
Çokluk. I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı 9-15 Nisan.
-lAr ekiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi için bk. (Harbalioğlu, 2017, s. 173-186).
Poppe (2008, s. 93), Türk dillerinde tek yaşayan çokluk ekinin -lAr olduğunu ifade ederek,
Çuvaşcada -sem<*sagun şekline dikkat çeker.
Öztürk (2018, s. 27), -lAr ekinin ve bağlacı işleviyle de kullanıldığını ifade eder.
Arslan (2015, s. 173), Türkçede çokluk kategorisini karşılamak üzere asıl olarak -lAr ekinin
kullanıldığını kaydeder.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 261
•
Balilar üçünmu, men üçünmu siz nahayiti obdan turuşiñiz kérek… “Çocuklar için de, benim için de sizin oldukça iyi olmanız gerek.” (SA 493)
•
Hecerḫanniñ yénida olturup ḳaçilarni yuyuşḳa tutundi. “Hacerhan’ın yanında oturup kâseleri yıkamaya başladı.” (SA 408)
•
Koçilardin nemhuş şepnem puriḳi kéletti. “Caddelerden nemli çiy kokusu
geliyordu.” (AHB 2)
•
U heḳiḳetenmu mektepni, oḳutḳuçilarni tañ ḳaldurup oḳuvatatti… “O
gerçekten de okulu, öğretmenleri şaşırtıp okuyordu.” (KKŞ 45)
•
Némişḳidur kişiler uniñdin özini ḳaçuruvatḳandek, oḳuġuçilarmu
cimiġurlişip, uniñ közige ḳaraştin ḳorḳup yürüşkendek ḳilatti. “Nedense
insanlar ondan uzaklaşıyor, öğrencilerin de sesleri çıkmayıp, onun gözüne bakmaktan korkuyor gibiydi.” (K 66)
•
Ḳiş-yaz démey béġiñda/Birdek éçilsa güller. “Yaz kış demeden bağında,/
Aynı şekilde açılsa güller.” (ÇUHS 208-209)
2.2.2. İyelik Ekleriyle Çokluk
Yeni Uygur Türkçesinde çokluk bildiren iyelik ekleri -(I)miz, -(I)ñlar, -(s)
i şeklindedir (Öztürk, 1994, s. 49-50). -(s)i eki, tekliğin bildirilmesinin yanı sıra
çokluğun bildirilmesinde de kullanılır. Ekin teklik mi çokluk mu bildirdiği bağlamdan anlaşılır.
•
Bizniñ turmuş mizanimiz, hayat yolimiz mana muşu. “Bizim yaşam düzenimiz, hayat yolumuz işte bu.” (ÇUHS 370-371)
•
Aşu çaġda dadañlarni néme bilen ḫuşal ḳilisilerkin? “O günler gelince babanızı neyle sevindireceksiniz bakalım?” (ÇUHS 132-133)
•
Ularniñ öyide bu hékayini añliġudek balilarniñ yoḳliḳidin dérek bérip turatti. “Onların evinde bu hikâyeyi dinleyecek çocukların yokluğunun
ifadesiydi.” (ÇUHS 406-407)
•
Diliñġa esla nuḳsan yetmisun türlük gumanlardin/Gülüñni soldirmisun
hergiz ularniñ pitne-iġvasi. “Gönlüne asla korku düşmesin türlü şüphelerden,/Gülünü soldurmasın asla onların fitne fesadı.” (N 222-223)
2.2.3. İsimlerdeki Bildirme Ekleriyle Çokluk
İsim çekiminin geniş zaman, görülen geçmiş zaman, duyulan geçmiş zaman
ve şart olmak üzere dört kipi bulunmaktadır. İsim çekiminin olumsuzu emes ile
yapılır.
262 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Geniş zamanın çokluk çekimleri -miz, -siler, dur6/Ø şeklindedir.
•
Sultanniñ adaliti bizniñ saaditimiz. “Sultanın adaleti bizim saadetimiz.”
(SA 542)
•
Déhḳan akilar, yaḫşimusiler? “Çiftçi ağabeyler, iyi misiniz?” (K 134)
•
Biliñ bu işlar inḳilabniñ mivisidur… “Bilin bu işler inkılabın meyvesidir...” (N 202-203)
•
Batur baturniñ ḳayaşiØ. Uruḳta men ḫan oġli bolsammu, baturluḳta siler
bilen dost boluşni ḫalaymen… “Kahraman kahramanın dostu. Aslen ben
han oğlu olsam da kahramanlıkta sizler ile dost olmayı istiyorum.” (SB
41)
Görülen geçmiş zamanın çokluk çekimleri iduḳ, idiñlar, idiØ şeklindedir.
•
Ḫiyaliy dunyayimda peḳet ikkimizla mevcut iduḳ... “Hayal dünyamda sadece ikimiz var idik…” (SE 13)
•
Çünki, siler tevekkül deryasidiki bir cüp kéme idiñlar. “Çünkü siz tevekkül nehrindeki bir çift gemi idiniz.” (S 300)
•
Tetil vaḳti bolġaçḳa mektep oḳutuş rayoniniñ içide ademler şalañ idiØ.
“Tatil vakti olduğu için okul bölgesinin içinde insanlar az idi.” (L 268)
Öğrenilen geçmiş zamanın çokluk çekimleri ikenmiz, ikensiler, ikenØ şeklindedir.
•
Bügün aḫşam ikkilimiz erkin ikenmiz, men sizni bir yerge aparsam baramsiz? “Bugün akşam ikimiz boşmuşuz, ben sizi bir yere götürsem gelir
misiniz?” (K 362)
•
Silerni boş ḳildim, -dédi ünini kötürüp -batur ikensiler, erkin yaşañlar.
“Sizi azat ettim, dedi sesini yükselterek, kahraman imişsiniz, özgürce yaşayın.” (SB 40)
•
Bügün bu yerde şair Mira Muhemmet bilen Şahsenuber hazir ikenØ. “Bugün burada şair Mira Muhammet ile Şahsenuber hazır imiş.” (LK 212)
Şart çekimi özellikle kalıp ifadelerde ve üçüncü şahıs çekimlerinde görülür
(Yazıcı Ersoy, 2007, s. 378-379).
6
Abdulvahit Kaşgarlı (2022, s. 263), isim bildirme eklerinden -dursen şeklinin Lutpulla
Mutellip’in eserlerinde bulunduğunu kaydeder.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 263
2.2.4. Şahıs Ekleriyle Çokluk
Şahıs ekleri iyelik kaynaklı şahıs ekleri, zamir kaynaklı şahıs ekleri ve emiristek kipindeki şahıs ekleri olmak üzere üç şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Çokluk bildiren iyelik kaynaklı şahıs ekleri -(I)K, -(I)ñlar, Ø şeklindedir.
•
Biz ikkimizla aka-ukilardek oḳuş püttürgiçe beş yil canciger dostlardin bolup bille oḳuduḳ. “Biz ikimiz ağabey kardeş gibi okulu bitirene kadar beş
yıl canciğer dost olup birlikte okuduk.” (SE 179)
•
Burut ḳoyup taraḳşip kétivédiñlar. “Bıyık bırakıp hava atıyordunuz.”
(ÇUHS 234-235)
•
Ular Ruḳiye bilen salamlişip ḳoyup aldirap çiḳip kettiØ. “Onlar, Rukiye ile
selamlaşıp aceleyle çıkıp gitti.” (SE 70)
Çokluk bildiren zamir kaynaklı şahıs ekleri -miz, -siler, Ø şeklindedir.
•
Biz sizni öltürmeymiz. “Biz sizi öldürmeyeceğiz.” (SB 150)
•
İkkiñlar yiraḳlarġa ḳéçip ketmeydiġansiler? “İkiniz uzaklara kaçıp gitmeyeceksiniz?” (ŞD 46)
•
Ular paltisini kötürüp, dadisiniñ orniġa otun térip kéliş üçün çiḳip
ketkenØ. “Onlar baltasını alarak babasının yerine odun toplamaya çıkmış.” (ÇUHS 148-149)
-(A)yli, (I)ñlar, sunØ emir-istek kipindeki şahıs ekleri çokluk bildirmektedir7.
•
Biz Ürümçidin kétişniñ yolini tapḳiçe, yurtḳa birer adem evetip turayli.
“Biz Urumçi’den gitmenin yolunu bulana kadar, memlekete bir adam
gönderelim.” (İZ 384)
•
Ḳizlar, yürüñlar. “Kızlar, yürüyün.” (SA 393)
•
Ular buni alġaç ketsunØ. “Onlar bunu götürsün.” (İZ 293)
3. Kelimelerle Çokluk
3.1. Genel Anlamda Kullanılan İsimlerle Çokluk
Bazı tür isimleri, kendi türünün tamamını ifade ettiğinde genelleme yoluyla
çokluk bildirmektedir. Aşağıdaki cümlelerde adem “insan”, bala “çocuk”, padişah
“padişah”, boş taġar “boş çuval”, dost “dost”, düşmen “düşman” kelimeleri bütün
7
Selahittin Tolkun (2011, s. 1731), Özbekçede eski Uygur döneminden beri ikinci çokluk
şahıs emir-istek ekini pekiştirmek ya da nezaket anlamını vermek için bilingiz, bilingizlär,
bilinglär ‘biliniz’ örneklerindeki gibi hem -z hem de -lAr çokluk ekinden bazen de her
ikisinden yararlanıldığını belirtir.
264 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
insanları, çocukları, padişahları, boş çuvalları, dostları ve düşmanları karşılayarak
genelleme yoluyla çokluk bildirir8.
•
Adem sözidin biliner. “İnsan sözünden belli olur.” (UAD 75)
•
Adem dunyaġa ikki kelmeydu. “İnsan dünyaya iki kere gelmez.” (UA 32)
•
Adem körginige işinidu, hayvan yéginige (işinidu). “İnsan gördüğüne,
hayvan yediğine inanır.” (UA 33)
•
Bala, padişahtinmu ḳudretlik. “Çocuk, padişahtan da kudretli.” (UA 89)
•
Bala yiglimigiçe, ana emçek salmas. “Çocuk ağlamayınca, anne meme
vermez.” (UA 89)
•
Dost keyniñde maḫtar, düşmen aldiñda. “Dost arkandan över, düşman
önünde.” (UA 179)
3.2. Organ İsimleriyle Çokluk
Organ isimleri metin bağlamına göre kimi zaman çokluk bildirir. Aşağıdaki
cümlelerde put, ḳol kelimeleri tek bir ayağı ve eli değil, iki ayağı ve eli karşılayarak
çokluk ifadesi taşımaktadır.
8
9
•
U bir nerse tiñşavatḳan ademdek boynini égip cim bolup ḳaldi, men tonurdin putumni tartivélip, asmanġa ḳaridim. “O bir şey dinleyen insan
gibi boynunu eğip sustu, ben tandırdan ayaklarımı çekip göğe baktım.”
(ÇUHS 38-39)
•
Madaḫan ḳilinġan aldi oçuḳ köñlikimniñ hemme izmilirini şéşip ettim,
béşimda ḳirlanġan aḳ maliḫay, putumda pes paşna meskap ötük, tam şoriliridin atlap çüşüp cañgalliḳ baġlarda örük tallap yep yürgenidim. “Desenli, önü açık gömleğimin bütün ilmeklerini ilikledim, başımda yana basıp
giyilen ak kalpak, ayaklarımda alçak topuklu deri çizme vardı, duvar geçitlerinden atlayıp, inip çalılık bağlarda kayısıları seçe seçe yiyordum.”
(ÇUHS 40-41)
•
Ḫamanġa bizniñ ortaḳçi ḫocayin keldi. U ḳorsiḳini aldiġa çiḳirip, ḳolini9
keynige tutḳan halda maña ḳarimayla uḫlavatḳan ademniñ yéniġa kélip
toḫtidi. “Harmana bizim ortakçı patron geldi. O göbeğini önüne çıkarıp
ellerini arkadan bağlamış şekilde bana bakmadan uyumakta olan adamın yanına geldi.” (ÇUHS 30-31)
Grönbech (1995, s. 52), Köktürkçe döneminde çokluk algısının günümüzden farklı olarak cins şeklinde olduğunu, buradan hareketle at kelimesinin birinci derecede bir atı ya da
birçok atı değil, at türünü, bütün atları gösterdiğini ileri sürmektedir.
Ercan Alkaya ve Süleyman Kaan Yalçın (2022, s. 23) kol, el, bel, kıl, dal, bal gibi kelimelerdeki *l ekinin sayısal ve kavramsal çokluk ifade ettiğini belirtir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 265
•
Dukandin neççe ḳétim yügürüp çiḳip ḳiziñizġa köñlekni öz ḳolum bilen
kiydürüp ḳoymaḳçi boldum. “Mağazadan kaç kere koşarak çıkıp kızınıza
elbiseyi kendi ellerimle giydirmek istedim.” (ÇUHS 362-363)
•
On neççe çérik teñla yügürüp çiḳip, miltiḳlirini Tömür Ḫelpilerge teñlep
“Köter ḳoluñni!” dep vaḳiraşti. “On kadar asker aynı anda koşup, tüfeklerini Timur Halifelere doğrultarak ‘Kaldır elini!’ diye bağırdı.” (İZ 390)
3.3. Topluluk İsimleriyle Çokluk
Aile “aile”, deste “deste”, millet “millet”, ḫelḳ “halk”, top “sürü” gibi kelimeler
topluluk yoluyla çokluk bildirir.
•
Menġu bu işlarni muşu aile üçün ḳilivatimen emesmu?! “Ben bu işleri, bu
aile için yapıyorum değil mi?” (ŞD 457)
•
Şu çaġda ḳesir işikidin bir deste gül kötürüp Abdureşidḫan kirdi. “O zaman saray kapısından bir deste çiçekle Abdureşidhan girdi.” (SA 561)
•
Silerni at üstide yaşaydiġan millet dep añliġanidim. “Sizleri at üstünde
yaşayan millet olarak duymuştum.” (OZB 299)
•
Meydandiki ḫelḳ hürmet héssiyati bilen tuġḳa ḳarişatti. “Meydandaki
halk saygıyla bayrağa bakıyordu.” (SB 169)
•
Kepter topi kök asmanda pervaz eylep, ḳuşlar dunyasiniñ sérkçiliridek
mollaḳ salidu. “Güvercin sürüsü mavi gökyüzünde uçuşup kuşlar
âleminin sirk oyuncuları gibi taklalar atıyordu.” (ÇUHS 256-257)
3.4. Sıfatlarla Çokluk
Bazı sayı sıfatları ve belirsizlik sıfatları çokluk bildirmektedir.
•
Hazir beş balam bar. “Şimdi beş evladım var.” (SA 118)
•
Hénipem töt oġulniñ keynidin tuġulġan ḳizi Hilalbüvini némidindur
birnémidin ensirigendek baġriġa çiñ basti. “Henipem, dört oğlandan sonra doğan kızı Hilalbüvi’yi nedense bir şeyden kaygılanmış gibi bağrına
sıkıca bastı.” (L 36)
•
Mana men şeher aylinip yürgili taḳ alte kün boptu. “İşte ben şehri dolaşalı
tam altı gün oldu.” (KKŞ 353)
•
Hey Abdulbasit, Abdulbasit, u téḫi emdi on yette yaşḳa kirdi. “Hey Abdulbasit, Abdulbasit, o daha şimdi on yedi yaşına girdi.” (KKŞ 178)
266 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
•
Biz ottuz toḳḳuz ḳérindişimiz üçün ḳanġa ḳan canġa can almaḳçi. “Biz
otuz dokuz kardeşimiz için kana kan, cana can almak istiyoruz.” (KKŞ
334)
•
Abdureşidḫanniñ emri bilen on miñ mergen ular üstige miltiḳtin
yamġurdek oḳ yaġdurdi. “Abdureşidhan’ın emri ile on bin nişancı onların
üstüne tüfekten yağmur gibi kurşun yağdırdı.” (SA 231)
Sıfatlar çeşitli yapım eklerini alarak birliktelik, topluluk, aşırılık, yaklaşıklık
yoluyla çokluğu pekiştirir. Sıfatlara gelerek birliktelik anlatan eklerden biri -(e)ylen
ekidir. Bu ek, içinde geçtiği cümledeki şahsa uygun iyelik ekleriyle birlikte anlam
ifade etmektedir (Yazıcı Ersoy, 2007, s. 369).
•
Ana-bala ikkiylen gep-sözsizla héliḳi ḳara pikapḳa solandi. “Anne çocuk
ikisi hiçbir konuşma olmadan deminki siyah arabaya hapsedildi.” (HK
147)
•
Üçeylen maşininiñ yéniġa keldi. “Üçü arabanın yanına geldi.” (HK 212)
•
Şundaḳ ḳilip, bu üçeylen çay-pay içkeç birer saettin buyan parañlişip olturatti. “Yani bu üçü, çay may içip bir saatten beri sohbet ediyor.” (OZB 12)
-lAp eki, topluluk ve aşırılık ifade eden sayı sıfatları yapar (Yazıcı Ersoy, 2007,
s. 370). On “on”, miñ “bin”, yüz “yüz” sıfatlarına eklenen bu ek, topluluk ve aşırılık
ifadesiyle çokluğu pekiştirmektedir.
•
Ḳoġunliri her terepke pélek tartip, her pélekte onlap soyma çüşüp tazimu
oḫşaptu. “Kavunları her tarafa sürgün verip, her sürgünde onlarca kelek
çıkıp daha da olgunlaşmış.” (TA 147)
•
Her yili miñlap somluḳ alma satatti. “Her yıl binlerce liralık elma satıyordu.” (TA 216)
•
Yürer iken haman muhit süyin izlep,/Boran-çapḳun tosar iken uni yüzlep.
“Hep muhit suyunu arayarak yürürmüş,/Onu yüzlerce kez fırtına, tipi
engellermiş.” (N 290-291)
-liGan eki de çokluk ifade eden sayı isimleri yapar (Yazıcı Ersoy, 2007, s. 370;
Doğan, 2016, s. 54). Onliġan, miñliġan, yüz miñliġan kelimeleri çokluk ifade etmekte olan on, miñ, yüz miñ kelimelerine eklenerek yaklaşıklık bildirmektedir.
•
Şuniñ bilen Şameḫsut onliġan orda ḳulliriniñ içidin Seperḳulni azat ḳilip,
öz yurti Nérinkirġa ḳayturġan idi. “Bu nedenle Şahmaksut onlarca saray
kölelerinin arasından Seferkul’u azat edip, kendi memleketi Nerinkir’e
gönderdi.” (İZ 13)
•
Ḳisḳisi, ular şirnige çaplaşḳan miñliġan çümülilerge oḫşaytti. “Kısacası
onlar reçele yapışan binlerce karıncaya benziyordu.” (AAİ 936)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 267
•
Yüz miñliġan ḫelḳ, istek soraḳ yoḳ,/Zalim pelekniñ ḳurbani bolġan. “Yüz
binlerce halk, sorgusuz sualsiz,/Zalim feleğin kurbanı olmuş.” (N 270271)
Talay “çok”, köp “çok”, tola “dolu”, ciḳ “çok” gibi belirsizlik sıfatları belirsiz çokluğu işaret etmektedir.
•
U şunçe köp cesetni körüp çiḳḳan bolsimu, Yüsüpni tapalmidi. “O, bu kadar çok cesedi görmüş olsa da Yusuf ’u bulamadı.” (TAC 140)
•
İne, tola gep sorap méhmanniñ közige kirivalmay, aval bizge çay berseñçu!
“Ana, çok soru sorup misafiri bunaltmadan, önce bize çay versene!” (İZ
16)
•
Bu işḳa ciḳ ademniñ haciti yoḳ. “Bu iş için birçok adama gerek yok.” (İZ
203)
•
Undaḳ özüñni taşlivetme, hökümet özi terbiyilep yétiştürgen kadirlirini mundaḳla taşlivetmeydu, veziyet çoḳum oñşilip ziyaliylarniñ ḳeddi
ruslinidiġan çaġlar çoḳum kélidu, ümid bilen yaşa, dep talay nesihet
ḳildimġu saña… “Öyle kendini bırakma, hükümet eğitip yetiştirdiği personeli böyle bırakmaz, durum iyileşip aydınların refaha çıktığı zamanlar
kesinlikle gelecek, ümitvar ol, diye çok nasihat ettim ya sana…” (KKŞ 47)
3.5. Zamirlerle Çokluk
Bazı şahıs zamirleri, işaret zamirleri ve belirsizlik zamirleri çokluk bildirmektedir.
Yeni Uygur Türkçesindeki şahıs zamirlerinden biz, siler, ular çokluğu işaret
ederken siz zamiri çokluğu karşılamaz10.
10
•
Biz uniñ bilen ceñ ḳilmaymiz, -dédi Mensurḫan ġezep bilen. “Biz onunla
savaşmayacağız, dedi Mansurhan öfke ile.” (SA 95)
•
Azadliḳ!.. dep biz şéhitlik namin alġan,/Veten, helḳ üçün ḳanġa ġerḳ
boyalġan… “Özgürlük, diyerek biz şehit adını aldık,/Vatan, halk için
kana battık...” (N 276-277)
•
Siler iza tartmastin kiyimniñ ġelvisini ḳilivatisiler téḫi! “Siz utanmadan
kıyafetin kavgasını yapıyorsunuz!” (ÇUHS 148-149)
•
Silerge ov ovlap silerge baġlinip yaşiġuçe silerge baġlaḳḳa çüşüptin
burunḳidek özi ḫaliġançe ḳorsiḳi açḳanda ov ovlap yep, bolmisa muşu
toġraḳliḳ arisida burunḳi esliy pediside yaşisa bolmamdu? “Size avlanacağına, size bağlı yaşayacağına, size esir düşmeden önceki hayatı gibi acık-
Türkçede biz, siz şahıs zamirlerindeki -(I)z, arkaik bir çokluk ekidir (Gülsevin, 1997, s. 11).
268 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
tığında keyfince avlanıp bu çalılıklar arasında özgürce yaşasa daha iyi
değil mi?” (ÇUHS 346-347)
•
Ular Rabigül bilen ḫoşlişip talaġa çiḳti. “Onlar, Rabigül ile vedalaşıp dışarı çıktı.” (Ö 263)
•
Ular 18-19 yaşlardiki üç oġul bala idi. “Onlar, 18-19 yaşlarındaki üç delikanlı idi.” (K 219)
Bu, şu, mavu, muşu, munu zamirlerine -lAr ekinin gelmesiyle oluşan bular,
şular, mavular, muşular, munular gibi işaret zamirleri çokluk bildirir (Kaşgarlı,
1992, s. 137-138; İlhan, 2009, s. 159).
•
Bular bu yerde turmaydu, kéyin şeherde işlep kadir bolidu. “Bunlar burada durmaz, sonra şehirde çalışıp memur olur.” (K 231)
•
Bu yerniñ tiltumarliri, ziniḫ-meñziliri, hösnige hösn ḳoşḳan ḳipḳizil ḫalliri
eslide şular iken de! “Buranın tılsımları, gamzeli yanakları, güzelliğine
güzellik katan kıpkırmızı benleri aslında onlar imiş ya!” (TAC 67)
•
Andin Şameḫsut munularni cakalidi. “Sonra Şahmaksut şunları duyurdu.” (İZ 119)
•
Men héliḳi geplirige işengen bolay, emise mavularni obdan razi ḳilsila,
men hazirçe başḳa işlarni sürüştürmey turay. “Ben deminki sözlerinize
inanmış olayım, öyleyse şunları iyice memnun edin, ben şimdilik başka
işleri sorgulamayayım.” (ŞD 501)
•
Ayperi muşularni oyliġinida dostiġa ḳilġan ḫiyaniti, yüzsizliki üçün azablinatti. “Ayperi, bunları düşündüğünde dostuna ettiği ihaneti, yüzsüzlüğü için üzüldü.” (KKŞ 406)
Çokluk bildiren zamirler arasında herkim “herkes”, bari “hepsi”, hemme “hepsi” gibi belirsizlik zamirleri de bulunmaktadır.
•
Herkimniñ söyer yari,/Şunda ayrila boldi. “Herkesin sevdiği yâri,/Orada
ayrılır oldu.” (N 170-171)
•
Ḫelḳ topi ḳan içide ḳélip, herkim öz béşini ḳoġdaşḳa aldiridi. “Halk kan
içinde kalıp, herkes kendini korumaya çalıştı.” (İZ 39)
•
Musulmanlarda méyitni ḳevristanliḳḳa tavut bilen élip bériş hemmige
melum bir adet. “Müslümanlarda ölüyü kabristanlığa tabut ile götürmek
herkesin bildiği bir âdet.” (İZ 77)
•
U arida, bir aḫşimi Niyaz Dorġidin elçi kélip, hemminiñ aramini buzdi.
“O arada, bir akşam Niyaz Dorga’dan elçi gelip, hepsinin huzurunu bozdu.” (İZ 26)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 269
•
Bari bir tiyin uniñ aldida/Hemme ḫizmiti ḳalġan daldida. “Hepsi bir kuruş onun önünde,/Bütün hizmeti kalmış gölgede.” (N 236-237)
•
Nérini köp sözlimeyli elliginçi yilliri,/Bari atmiş miñ idi, at, kala, ḳoy,
topaḳ, ḳolun. “Öncesini çok konuşmayalım ellinci yılları,/Hepsi altmış
bindi at, inek, koyun, buzağı, tay.” (N 498-499)
3.6. Zarflarla Çokluk
Tola “çok”, ḫéli “hayli”, ciḳ “çok”, köp “çok”, bek “pek”, nahayiti “çok”, nurġun
“çok” gibi miktar bildiren zarflar çokluk bildirir.
•
Tola yiġlap, közimizniñ yéşimu ḳurup kétey didi, bizniñ erz ḫetlirimiz orda
begliriniñ yançuġidila titilip tügeydu… “Çok ağlayıp gözümüzün yaşı da
tükenmek üzere, bizim arz mektuplarımız saray beylerinin cebinde yırtılıp gidiyor…” (İZ 37)
•
Dégenliriñ toġra, -dédi Şahsenuber içide ḫéli uzun mulahize ḳilivalġandin
kéyin... “Dediklerin doğru, dedi Şahsenuber içinden hayli uzun düşündükten sonra…” (LK 8)
•
Siz Uyġurçe gepni ciḳ añliġanséri, yaḫşi çüşinip kétivatḳansiz. “Siz Uygurca kelimeyi çok duyarsanız, iyi anlarsınız.” (SU 316)
•
Bu cehette men köp oylandim. “Bu konuda ben çok düşündüm.” (ŞD 513)
•
Rast, her ḫil zuvanda sözlişidiġanlar bek köp deydu. “Doğru her çeşit dilde konuşanlar pek çok diyor.” (ŞD 325)
•
Nahayiti yaḫşi boptu, Melikem. “Çok güzel olmuş, Melikem.” (SA 431)
•
Nurġun yaḫşi pursetler bilen öre turġan zéminda kişilerni yaşaşḳa ilham
béretti. “Çok güzel fırsatlar ile dolu yerde insanlara yaşamak için ilham
veriyordu.” (Ö 516)
4. Kelime Gruplarıyla Çokluk
4.1. Sıfat Tamlamasıyla Çokluk
Belirtenin belirsizlik sıfatı ya da sayı sıfatı olduğu bazı sıfat tamlamaları çokluk bildirmektedir.
•
U çaġlarda bu medrisede aran ottuz hucra, yette dersḫana bar idi. “O
zamanlar bu medresede sadece otuz oda, yedi sınıf var idi.” (SA 185)
•
Üç yil bir sinipta oḳup, uniñ çirayliḳ ikenlikini hés ḳilmiġan ikenmen. “Üç
yıl aynı sınıfta okuyup, onun güzel olduğunu fark etmemişim.” (SE 2)
270 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
•
Ḫuda maña yette oġul bergen. “Allah bana yedi oğul verdi.” (İZ 129)
•
U beş baliniñ zori bilen kañġa çiḳti-de, sunaylinip yatti. “O beş çocuğunun zorlamasıyla kerpiçten yapılmış sedire çıktı ve uzandı.” (ÇUHS
114-115)
•
Beştügmende on toḳḳuz ademni tömür miḫ bilen ücmige miḫlap
öltürgenlerniñ ḳandaḳ belgisi bar idi? “Beştügmen’deki on dokuz kişiyi
demir çiviyle dut ağacına çivileyerek öldürenlerin nasıl simgesi vardı?”
(ÇUHS 192-193)
•
Cemmiy toḳsan beş nevrem, yigirme töt çevrem bar. “Toplamda doksan
beş torunum, yirmi dört torun çocuğu var.” (SA 241)
•
Vañġa ḳaraşliḳ beş yüzmiñ ḳoy, yigirme miñ yilḳi, ottuz miñ kala, sekkiz
miñ tögini heḳsiz béḳip bériş ularniñ mecburiyiti idi. “Valiye ait beş yüz
bin koyun, yirmi bin yılkı, otuz bin inek, sekiz bin deveye ücretsiz olarak
bakmak onlar için zorunlu idi.” (İZ 34)
4.2. İkilemeyle Çokluk
Bazı ikilemeler çokluk bildirmektedir. Aşağıdaki cümlelerde şeher-şeher, öyöy ikilemeleri sırasıyla şehirleri ve evleri karşılayarak çokluk ifade eder.
•
Pul bolsa cañgalda şorpa, yigit béşim aman bolsa şeher-şeherde méniñ
yarim deptiken. “Para olsa ormanda çorba, delikanlı başım sağlam olsa
bütün şehirlerde benim yârim, demiş.” (İZ 305)
•
Öy-öyde orġaḳ-paltilarniñ ḳumtaşḳa sürkilivatḳan avazliri añlinişḳa başlidi. “Evlerden orak ve baltaların bileyleme sesleri işitilmeye başladı.”
(OZB 180)
•
Öy-öydin yügürüşüp çiḳḳan ademlerniñ vañ-çuñliri bilen mele içini ensizçilik ḳaplap ketti. “Evlerden koşarak çıkan insanların sesleriyle mahallenin içini bir endişe kaplayıp gitti.” (İZ 243)
•
Öziniñ géliġa aran-aran yétidiġanliḳini, hazirla şundaḳ emes, ezel-ezeldin
her yili muşu ḫilda öy-öydin yiġilġan aşliḳni ötne-lapḳut ḳilinġan tögilerge artip Ḳumuldin un tartip çiḳidiġanliḳini çériklerge çüşendürmekçidi.
“Kendi boğazına zar zor yettiğini, şimdi böyle olmadığını, ezelden beri
her yıl bu şekilde evlerden toplanan tahılı ödünç alınan develere yükleyip Kumul’dan un almak için yola çıktığını askerlere anlatmak istiyordu.”
(OZB 157)
•
Ceñde ḫizmet körsetken mergenler üçün öy-öyde ḳoy soyulup, ularġa
taġliḳlar yaḫşi köridiġan pétir yapma dégen bir ḫil tamaḳ tartilmaḳta idi.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 271
“Savaşta hizmet eden nişancılar için evlerde koyunlar kesilip, onlara
dağlıların çok sevdiği petir diye bir yemek yapılmaktaydı.” (OZB 223)
4.3. Bağlama Grubuyla Çokluk
Çokluğu ifade etmenin yollarından biri de bağlama grubudur (Harbalioğlu,
2020, s. 293). Bağlama edatlarıyla bağlanan aşağıdaki kelime grupları çokluğu işaret etmektedir.
•
—Men hem siz. (…)
•
—Öyge kireyli, Toḫtiḫan -dédim men, -bu yerde turuversek bolmas, şuña…
•
“—Ben ve siz. (…)
•
—Eve girelim, Tohtihan, dedim ben, burada durmak olmaz, bu yüzden…” (ŞD 290)
•
Gepniñ piltisi Yarmuhemmet bilen Perhatta, ular bolmisa yataḳ cimip
ḳalidu... “Sözün fitili Yarmuhammet ile Ferhat’ta, onlar olmasa oda sessiz
kalacak…” (KKŞ 362)
•
Ayperi bilen Abdusalam mana muşu mektepni çörgilep kételeydiġan,
aḫiri almiliḳ baġlarġa tutişidiġan bu çiġir yollarda talay mañġanidi. “Ayperi ile Abduselam işte bu okulu çevreleyen, sonu elma bağlarına bağlanan bu patikada çok yürümüştü.” (KKŞ 370)
•
Gülbostan bilen Ayperi yoşurun köz uruşup uniñ keynidin pisiññide külüp ḳoyuşatti. “Gülbostan ile Ayperi gizlice bakışıp onun arkasından sessizce gülüyordu.” (KKŞ 380)
•
Sultan tonumaydiġan Mir Enver ve Molla Mehmud isimlik ikki neper
péşḳedem palvanni dervişçe yasap yolġa saldi. “Sultanın tanımadığı Mir
Enver ve Molla Mahmut isimli iki kişi deneyimli pehlivanı derviş gibi
yapmak için harekete geçti.” (MAH 469)
•
Bu ceñge Heḳ Nezerḫan özi baş serdar bolup kelgen bolup İmin Dorġa ve
Muhemmet Beg ḳatarliḳ leşker başliḳlirini işḳa sélip yuḳiri tereptiki keñ
zeykeşlikke kelgende Abduréşitḫanniñ eskerliri ḳorşap yoḳitiş toġrisida
aldin cezm ḳilişḳanidi. “Bu savaşta Hak Nezerhan kendisi başkomutan
olup İmin Dorga ve Muhammet Bey gibi komutanları işe koşarak, yukarı
taraftaki geniş bataklıklara geldiğinde öncelikle Abdureşithan’ın askerlerinin kuşatılıp öldürülmesi hakkında karar verdiler.” (MAH 304)
•
U kişi felekiyat ilmidin başḳa Aristotél, Ebu Nesir Farabi ve Ömer Heyyam pelsepiliridin ders bergenidi. “O kişi astronomi ilminin dışında Aris-
272 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
totales, Ebu Nasr Farabi ve Ömer Hayyam felsefelerinden ders vermişti.”
(MAH 30)
4.4. Edat Grubuyla Çokluk
Beraberlik, birliktelik ifade eden edat grupları çokluk bildirir. Bilen edatının
birge zarfı ile kullanıldığı örneklere de rastlanmaktadır.
•
Tebiiyki bu köçüşte Sutuḳnimu anisi bilen birge élip ketti. “Elbette bu göçte Sutuk’u da annesi ile birlikte alıp gitti.” (SB 19)
Bu cümlede o öznesi, Sutuk ve annesi ile birlikte bir grup oluşturarak çokluk
bildirir.
•
Büzükvar Sultanniñ köñlini ḳayturalmay orda şeyḫulislami boluşḳa maḳul
boldi ve Sultan bilen birge Yarkentke ḳarap yolġa çiḳti. “Büzükvar Sultan caymadan saray şeyhülislamı olmayı kabul etti ve Sultan ile birlikte
Yarkent’e doğru yola çıktı.” (MAH 424)
Bu cümlede o öznesi, Sultan ile birlikte bir grup oluşturarak çokluk bildirir.
•
İkki reket namazdin kéyin Mensurḫan uni mubareklep zerbap ton yapti
hemde iger-cabduḳluḳ ḳaşḳa attin birni hediye ḳilip Ḳédirḫan bilen birge
yolġa saldi. “İki rekât namazdan sonra Mansurhan onu tebrik edip altın
sırmalı bir giysi giydirdi, bir de koşumlu iyi attan birini hediye edip Kadirhan ile birlikte yola koydu.” (MAH 133)
Bu cümlede o öznesi ve Kadirhan bir grup oluşturarak çokluk bildirir.
•
Sépil dervazisiniñ téşidiki yol üstide-dédi Ezimetḫan ornidin ḳozġilivétip,
Eli Baturmu ornidin turdi-de Ezimetḫan bilen birge ḫendekniñ boyidiki
topilañ yol bilen méñip ketti. “Kale kapısının dışındaki yol üstünde, dedi
Ezimethan yerinden kalkıp, Eli Batur da yerinden kalktı, Ezimethan ile
birlikte hendeğin kenarındaki toprak yoldan yürüyüp gitti.” (MAH 295)
Bu cümlede Ezimethan, Eli Batur ile birlikte bir grup oluşturmaktadır.
•
Men ḳaziḫaniġa Ḳurban bilen birge bérip, ularniñ gumpisini bir görüp
baḳay... “Ben mahkemeye Kurban ile birlikte gidip, onların ne yapacağına bir bakayım…” (LK 65)
Bu cümlede ben öznesi, Kurban ile birlikte bir grup oluşturmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 273
5. Yabancı Dilden Alınan Çokluk Göstergeleri
Yeni Uygur Türkçesinde Arapçadaki at11 ekiyle ya da bükünleme yoluyla yapılan çokluk göstergelerine alınma kelimelerde rastlanmıştır. Arapçadan alınan bu
kelimelerin bazılarında çokluk anlamı korunurken bazıları Yeni Uygur Türkçesinde teklik bildirir olmuştur.
Arapçada bükünlemeye uğramış olan ölima, ehval, enbiya, evliya kelimeleri,
Yeni Uygur Türkçesinin söz varlığına girmiştir. Uyġur Tiliniñ İzahliḳ Luġiti’nde ölima kelimesi “İslamiyet’in kurallarını bildiren, dinî açıdan üst düzey bilgiye sahip
kişi, din adamı olarak” açıklanır (Yakub vd. 1995, s. 853). Ehval kelimesi, Uyġur
Tiliniñ İzahliḳ Luġiti’nde “1. Mevcut olan ya da meydana gelen durum, vaziyet;
2. Hayat şartları” olarak verilmektedir (Yakub vd. 1990, s. 315). Enbiya kelimesi,
Uyġur Tiliniñ İzahliḳ Luġiti’nde “peygamberler” olarak verilmektedir (Yakub vd.
1990, s. 309). Evliya kelimesi, Uyġur Tiliniñ İzahliḳ Luġiti’nde “1. Keramet sahibi,
mucizeler yaratan ermiş kişi; 2. Olayların derinliğine erişen bilgili, yüce kişi” olarak tanımlanır (Yakub vd. 1990, s. 319). Bu açıklamalardan hareketle söz konusu
alınma kelimelerden bazılarının çokluk, bazılarının teklik bildirdiği görülür.
11
•
Lékin uniñ bir yurtniñ ḳazisi, elniñ hörmitige ige ölima ikenlikini ésige
élip, özini tutuvaldi… “Lakin onun bir yurdun kadısı, halkın saygısını
kazanmış bir ulema olduğunu hatırlayıp, kendini tuttu…” (ŞD 502)
•
İlidiki her millet ḫelḳi bilen yuḳuri katlam kişiliri, mesilen Ḫuyzu ölimaliridin Malinşav, Uyġurlardin Hékim Beg Teyci, Hösenbaylar, yene birmunçe Moñġul ve Ḳazaḳ çoñlirimu İli ḳozġiliñiġa maddi ve menivi yardemler
bergen. “İli’deki her milletten halk ile üst düzey kişiler, örneğin Döngen
ulemalarından Malinşav, Uygurlardan Hekim Bey Teyci, Hösenbaylar,
yine birçok Moğol ve Kazak büyüğü de İli isyanına maddi ve manevi
yardımlar yapmış.” (İZ 112)
•
Özgürüş bar, hörmetlik komandir, –dep bolġan ehvalni sözlep berdim ve
olcilarni tapşurdum. “Vukuat var sayın komutanım, diyerek olayı anlattım ve ganimetleri teslim ettim.” (ÇUHS 294-295)
•
Amanḳul birneççe ay burun Nérinkirda bolġan ehvallarni derhal ésige
aldi… “Amankul, birkaç ay önce Nerinkir’de olan olayları hemen hatırladı…” (İZ 233)
•
Sen karamet igisi evliya emes, aldamçi. “Sen keramet sahibi evliya değilsin, hilekâr.” (SA 528)
-at Arapça çokluk eki, Türkiye Türkçesinde gelirat, erat, gelişat, gidişat, buluşat, deyişat
örneklerindeki gibi Türkçe kökenli isimlerin üzerine gelerek çokluk yapabilir (Kaymaz,
2007, s. 404).
274 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
•
Dadamniñ ölükini ve pütün evliyalarniñ ervahini şipe keltürdüm. “Babamın ölüsü ve bütün evliyaların yüzü suyu hürmetine yalvardım.” (ÇUHS
52-53)
•
Cemiiy enbiya-evliya ve mazarilarniñ ervahliriġa dua ḳildi. “Bütün enbiya-evliya ve salih kişilerin ruhlarına dua etti.” (AHB 5)
Yeni Uygur Türkçesine Arapçadan at12 çokluk ekli kelimeler de alınmıştır13:
•
Men hazir Reḫim Ependi heḳḳide izahat bérimen… “Ben şimdi Rehim
Efendi hakkında izahat vereceğim…” (L 227)
•
Ruḳiyedin izahat telep ḳilişni biep kördum. “Rukiye’den izahat istemeyi
uygun bulmadım.” (S 29)
•
Tillaḫanniñ kallisiġa kelgen birinci müşkülat bu işni Abdusalamġa zadi
ḳandaḳ çüşendürüş mesilisi idi. “Tillahan’ın aklına gelen birinci müşkülat
bu işi Abdusalam’a gerçekten nasıl açıklayacağı meselesi idi.” (KKŞ 45)
•
Şuña ilim-pen bilen şuġullanġuçi adem adettiki müşkülatlarni köz
aldimizġa keltürüpla ḳalmay, ölüm ḫevpinimu köz aldimizġa keltürüp
ḳoyuşimiz lazimdur. “Bu yüzden bilim ile uğraşan kişinin sadece sıradan
müşkülatları değil, ölüm tehlikesini de göz önünde bulundurması gerekir.” (MAH 164)
6. Yeni Uygur Türkçesinde Çokluk Bağlamında Nezaket, Saygı ve
Kabalık Göstergeleri
Yeni Uygur Türkçesinde çokluk bağlamında bazı nezaket, saygı ve kabalık
göstergeleri bulunmaktadır. Uygurlar arasında nezaket, saygı ve kabalık ifadelerinde kullanılan zamirler, iyelik ekleri ve şahıs ekleri değişkenlik göstermektedir.
Yeni Uygur Türkçesinde siz, sili ve özliri14 zamirleri ikinci teklik şahıs için,
sizler ve herḳaysiliri ikinci çokluk şahıs için nezaket, saygı durumlarında kullanılan şekildir. Senler ise ikinci çokluk şahıs için kullanılan, içinde hakaret, öfke
ya da nefret ifadesi barındıran kaba şekildir. İkinci çokluk şahıs zamiri olan siler
göstergesi, ikinci teklik şahıs için de kullanılmaktadır. Uygur gramerlerinde (Tömür, 1993, s. 159; Tehur vd. 2010, s. 1518), siz ikinci teklik şahıs nezaket; sili ve
12
13
14
Hamza Zülfikar (2019, s. 57-59), teşkilat, mahlûkat, malumat, tahkikat kelimelerinin sonundaki -at ekinden dolayı bu kelimelerin çokluk ifade ettiğini, ancak bunları kullanan
kişilerin teklik-çokluk kaygılarının olmaması sebebiyle -at ekli kelimelerden sonra -lAr
ekinin kullanılabildiğini ifade eder.
-at çokluk eki, Özbek Türkçesinde kalıplaşmış hâlde élät “kabile, millet, ülke ya da millet
mensubu”, tümänät “onbinlerce” gibi bazı kelimelerde bulunur. bk. (Tolkun, 2002, s. 344).
Uygurlar günlük hayatta siz ve özliri dedikleri kişilere şiir dilinde sen diye hitap edebilmektedir. Daha ayrıntılı bilgi için bk. (Tolkun, 2015, s. 154).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 275
özliri ikinci teklik şahıs saygı; sizler ikinci çokluk şahıs nezaket; herḳaysiliri ikinci
çokluk şahıs saygı; senler ise ikinci çokluk şahıs kaba şekil olarak verilmektedir.
Ancak saygı şekli olarak verilen göstergelerin bazen nezaket için de kullanıldığı
görülmektedir.
•
Siz heḳiḳiy melike. “Siz gerçek bir prensessiniz.” (SA 367)
•
Sili barmisila, men baray, Barat Dada, -dédi Ġéni ornidin turup. “Siz gitmezseniz ben gideyim Barat Baba, dedi Geni yerinden kalkıp.” (ŞD 283)
•
Burun tuġulġini açiliri emes, del özliri ikenla, kindik ana bir kéçe-kündüz
kirpik ḳaḳmay tevellut üstide turġanliḳi üçün uyḳusizliḳ içide gañgirap
ḳélip, ikkilirini almaşturup ḳoyġaniken. “Aslında ilk doğan, ablanız değil
sizdiniz. Ebe anne bütün gece doğumu takip ettiği için uykusuzluktan
şaşırmış ve sizi karıştırmış.” (ÇUHS 214-215)
•
Üç-töt ay yamanliḳ ḳilġinimġa dozaḫḳa kirip ketsemmu meyli. Piçaḳ
söñekke yetti şuci. Men silerge yalvurġili kelmidim, dep ḳoyġili keldim.
“Üç dört aylık kötülüğüm için cehenneme gitmeye bile razıyım. Bıçak
kemiğe dayandı, başkan! Ben size yalvarmaya gelmedim, haber vermeye
geldim.” (ÇUHS 158-159)
•
Herḳaysiliri bizdin obdan bilişila, bizniñ bu yerde yermu, sumu az. “Hepiniz bizden daha iyi biliyorsunuz, burada toprağımız da suyumuz da
az.” (K 338)
•
Hey ḳanḫorlar, senlerniñ méni némişḳa ḳiynavatḳiniñlarni obdan çüşinivatimen… “Hey kan içenler, sizin bana niçin işkence ettiğinizi iyice
anlıyorum…” (OZ 29)
Yeni Uygur Türkçesindeki iyelik eklerinden -(i)ñiz ikinci teklik şahıs için
kullanılan nezaket şekliyken -(i)ñizlar ikinci çokluk şahıs için kullanılan nezaket
şeklidir. -liri ikinci şahıs için kullanılan nezaket, saygı şekli olarak karşımıza çıkar.
Tömür’ün (1993, s. 48) Hazirḳi Zaman Uyġur Tili Grammatikisi adlı eserinde iyelik
eklerinden -(i)ñiz ikinci teklik şahıs nezaket şekli, -liri ikinci çokluk şahıs saygı
şekli olarak verilmektedir. Tömür’ün (2003, s. 52) Anne Lee tarafından İngilizceye
çevirisi yapılan Modern Uyghur Grammar adlı eserinde -liri ikinci çokluk şahıs
saygı şeklinin yanı sıra ikinci teklik şahıs saygı şekli olarak gösterilmiştir. Tehur,
Rahman ve Ebeydulla’ya göre (2010, s. 1387) iyelik eklerinden -(i)ñiz ikinci teklik
şahıs nezaket şekli, -(i)ñizlar ikinci çokluk şahıs nezaket şekli, -liri ikinci çokluk
şahıs saygı şeklidir. Saygı şekli olarak verilen -liri göstergesinin tespit edilen örneklerde bazen nezaket için de kullanıldığı görülmektedir.
•
Men sizge atiñiz ornida ata, bu momay aniñiz ornida sizge ana.
Tapiniñizġa kirgen tiken bizniñ közimizge kirsun. “Ben size babanızın ye-
276 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
rine baba, bu yaşlı kadın annenizin yerine ana. Topuğunuza batan diken
bizim gözümüze batsın.” (İZ 24)
•
Hoy, aġiniler, bir ḳiziḳ iştin ḫeviriñizlar barmu? “Hey arkadaşlar, ilginç
bir işten haberiniz var mı?” (TA 67)
•
Ḳiz bala yéniġa barsa, “Bir obdan çoñ bolup ḳaptila, dadiliri hazir ḫelpem
boldi.” “Kız yanına gidince ‘Zaman geçtikçe büyümüşsünüz, babanız
şimdi halifem oldu.’ ” (İZ 251)
•
Ḳandaḳ vaḳitta hacetliri çüşse, tartinmay deversile, ḳizim. “Ne zaman ihtiyacınız olursa, çekinmeden söyleyin kızım?” (SA 439)
•
İ evci saadet ve mahtabi burçi şarapet, i cahan sehifeside yegane-taḳ Hezriti Ḫoce Afaḳ, bizler silerniñ izneliri birle Yarkend ezmi üçün Sancuġa
ḳedem keltürduḳ. “Ey saadetin zirvesi ve asaletin aydınlığı, ey dünyada
eşi benzeri olmayan Hazreti Afak Hoca, bizler sizin izniniz ile Yarkent’in
refahı için Sancu’ya geldik.” (AHB 203)
İsim bildirme eklerinden -siz ikinci teklik şahıs nezaket, -sizler ikinci çokluk
şahıs nezaket şeklidir.
•
‒Yaḫşimusiz!
‒Yaḫşimusizler! Avu bizniñ balilirimiz.
“‒İyi misiniz?
‒İyi misiniz? İşte bizim çocuklarımız.” (SU 114)
İyelik kaynaklı şahıs eklerinin çokluk bağlamında nezaket, saygı ve kabalık
göstergeleri şöyledir: Zaman eki/kip eki-ñiz ve zaman eki/kip eki-lA göstergesi
ikinci teklik şahısta nezaket, saygı için kullanılırken, zaman eki/kip eki-ñizlar ve
-ş-zaman eki/kip eki-lA göstergesi ikinci çokluk şahısta nezaket, saygı için kullanılır. -ş-zaman/kip eki-ñ göstergesi ikinci çokluk şahıs için hakaret, öfke ya da nefret
durumunda kullanılır.
•
Rehmet sizge, canimni ayudan ḳutḳarip ḳaldiñiz! “Teşekkür ederim,
beni ayıdan kurtardınız!” (İZ 11)
•
Hélimu sili ikkila ḫaniş bilen ḳanaet tépip keldile. “Şimdi siz sadece iki
kraliçe ile yetindiniz.” (SA 313)
•
Bügün sizler deryaniñ yaḳisiġa yétip keldiñizlar. “Bugün sizler nehrin
kenarına geldiniz.” (AHB 54)
•
Ḳéni öyge kirili, dervaza tüvide turup ḳéliştila. “Haydi, eve girelim, kapıda kaldınız.” (AAİ 882)
•
Yüziñlar ḳiziramdu, yoḳ dep ḳoyidiġan boġaltir ḫuddi ḳoḳastiki ḳomaçtek
paraslap mudir bilen ikkimizni ḳilçe közige ilmay tillaşḳa başlidi:
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 277
‒Boġaltir bolupla biriñ öyüñge toşuġaḳ, biriñ ḫotuniñni yasiġaḳ, yene biriñ
işçilarni tilliġaḳ çiḳiştiñ.
“Bazen yüzünüz kızarır mı kızarmaz mı, diyen muhasebeci ateşteki darı
gibi patlayıp müdürle ikimizi zerre kadar önemsemeden küfretmeye
başladı:
‒Muhasebeci olur olmaz biriniz evinize taşıyan, biriniz karısını süsleyen,
bir diğeriniz ise işçilere söven oluverdiniz.” (HT 213)
•
Dadañ ve sen özüñlarniñ osal micezliriñ tüpeylidin yurt-aymaḳlardin
ḳoġlandi ḳiliniştiñ! “Baban ve sen sizin kötü kişiliğiniz yüzünden yerinizden yurdunuzdan kovuldunuz!” (AH 86)
Zamir kaynaklı şahıs eklerinde nezaket, saygı ve kabalık göstergeleri şöyledir:
Zaman eki/kip eki-siz ve zaman eki/kip eki-lA göstergesi ikinci teklik şahıs nezaket,
saygı şeklidir. Zaman eki/kip eki-sizler göstergesi ikinci teklik şahıs nezaket şeklidir. İkinci çokluk şahıs için öfke, hakaret ya da nefret durumunda -ş-zaman/kip
eki-sen göstergesinden yararlanılır.
•
Hazir ḳaysi orunda işlevatisiz? “Şimdi nerede çalışıyorsunuz?” (OZ 216)
•
Hay Seperḳul aka, didi elçi, -nime devatila? “E, Seferkul ağabey, dedi elçi,
ne diyorsunuz?” (İZ 27)
•
Derstin ḳaysi vaḳitta çüşisizler? “Dersten ne zaman çıkıyorsunuz?” (SU
229)
•
Yene ikkiñ birlişip néme suyiḳest pilanlişivatisen? “Yine ikiniz bir araya
gelip ne suikast planlıyorsunuz?” (KKŞ 437)
Emir-istek kipindeki şahıs eklerinden -ñ ve -silA ikinci teklik şahısta nezaket,
saygı şekli, -ñizlar ve -ş-silA ikinci çokluk şahıs nezaket, saygı şeklidir. Öfke, hakaret ya da nefret durumunda ikinci çokluk şahıs için -ş-Ø göstergesi kullanılır.
•
Çünki veten sizge miras işleñ bügün/İş yürmise tes bolidu ete-ögün. “Çünkü vatan size miras çalışın bu gün,/İş yolunda gitmezse zor olur yarın
öbür gün.” (N 230-231)
•
Maña işensile, ezbirayi Ḫuda, Yañ Cañcuñġimu işensile. “Bana inanın,
Allah aşkına, Yang General’e de inanın.” (İZ 369)
•
Ḳéni, hemmiliri méniñ keynimdin ménişsila, Seperḳulniñkige bérip, şeriet
hökmini béca keltürgeymiz! “Haydi, hepiniz benim arkamdan yürüyün,
Seferkul’unkine gidip, şeriat hükmünü yerine getirelim!” (İZ 61)
•
Elvette, kiriñizlar! “Elbette, giriniz!” (SU 207)
278 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
•
U çaġda ḳomuş ülgümey, iş aḳsap ḳalidiġan bolsize herḳaysiñġa
körgülüküñni körsitimen! Şuña, obdan işleşØ! Añlaştiñmu, hoy yaġaç
ḳulaḳ küçükler?! “O zaman kamış yetişmeyerek iş aksarsa, her birinize
gününü göstereceğim! O yüzden iyice çalışın! Duydunuz mu, hey kalın
kafalı itler!” (S 323)
Aliliri, canapliri, hazretleri kelimeleri saygı duyulan kişiler için kullanılır.
•
Yasin Damolla Hacim hezretliri aḫiretke seper ḳilġandin kéyin (yatḳan
yéri cennettin bolġay, ilaha amin) arimiz buzuldi. “Yasin Damolla Hacı
hazretleri ahirete intikal ettikten sonra (Mekânı cennet olsun, âmin!)
aramız bozuldu.” (ÇUHS 208-209)
•
Çiñ Vañ aliliri Ürümçige mergenlerdin taşḳiri uruş ḫiraciti üçün pul evetişni ésidin çiḳirip ḳoymiġay! “Han hazretleri Urumçi’ye nişancıların haricinde savaş masrafı için para göndermeyi unutmasın!” (İZ 114)
•
Bizniñ Cañcuñ canapliri namidin evetken soġatlirimizni ḳobul ḳilġaysiz.
“Bizim General hazretleri adına göndermiş olduğumuz hediyeleri kabul
ediniz.” (İZ 345)
Sonuç
Çokluk için Yeni Uygur Türkçesinde pek çok gösterge bulunmaktadır. Çokluk anlamı ekler, kelimeler ve kelime grupları ile sağlanabildiği gibi söz sanatlarından ad aktarması ile de sağlanabilmektedir. Ad aktarması ile çokluk anlamının
verilebilmesi için yer-toplum, yön-toplum gibi ilgilerin bulunması gerekir.
Ek düzeyindeki çokluk göstergeleri arasında -(I)z, -lIK, -(I)ş- gibi yapım ekleri
ve -lAr, iyelik ekleri, bildirme ekleri, şahıs ekleri gibi çekim ekleri bulunmaktadır.
Kelime düzeyindeki çokluk göstergeleri arasında genel anlamda kullanılan
isimler, organ isimleri, topluluk isimleri, sıfatlar, zamirler ve zarflar vardır. Topluluk isimleri topluluk yoluyla çokluk, tür isimleri kendi türünün tamamını ifade
ettiğinde genelleme yoluyla çokluk bildirir. Yine organ isimleri metin bağlamına
göre tek bir organı değil, iki organı karşıladığında çokluğa işaret eder.
Kelime grubu düzeyindeki çokluk göstergeleri arasında sıfat tamlaması, ikileme, bağlama grubu ve edat grubu bulunmaktadır. Belirtenin belirsizlik ya da
sayı sıfatı olduğu sıfat tamlamaları, bazı ikilemeler, bağlama edatlarıyla bağlanan
bağlama grupları ve birliktelik ifade eden edat grupları çokluk bildirir.
Yeni Uygur Türkçesinde, Arapçadaki at ekiyle ya da bükünleme yoluyla oluşturulan çokluk göstergelerine alınma kelimelerde rastlanır. Arapçadan alınan bu
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 279
kelimelerin bazılarında çokluk anlamı korunurken, bazı kelimeler teklik bildirmektedir.
Yeni Uygur Türkçesinde çokluk bağlamında bazı nezaket, saygı ve kabalık
göstergeleri vardır. Uygurlar bazı zamirleri, iyelik eklerini ve şahıs eklerini nezaket ve saygı göstergesi olarak kullanırken bazılarını da kabalık göstergesi olarak
kullanmaktadırlar.
Taranan Eserler ve Kısaltmaları
AAİ
Behram, C. (2006). Amet ve Apet 2. Şincan Halk Neşriyatı.
AB
Hamut, T. (2016). Ariliḳ ve başḳilar. Milletler Ün-Sin Neşriyatı.
AHB
Eli, A. (2000). Apaḳ Ḫoca 1. Şincan Halk Neşriyatı.
ÇUHS Abdulvahit Kaşgarlı, R. (2016). Çağdaş Uygur hikâyelerinden seçmeler.
Gazi Kitabevi.
HK
Kadir, A. (2013). Ḫan koçisi. Şincan Halk Neşriyatı.
HT
Behram, C. (2006). Hékayilerdin tallanma. Şincan Halk Neşriyatı.
İB
Sabir, Z. (2009). İzdiniş 1. Şincan Halk Neşriyatı.
İZ
Ötkür, A. (1986). İz. Şincan Halk Neşriyatı.
K
İsrail, H. (2010). Halide İsrail eserleri 1-keçmiş. Kaşgar Uygur Neşriyatı.
KKŞ
Talip, A. (2009). Keç küzdiki şivirġan. Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı.
L
İmin, T. (2012). Lale. Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı.
LK
Talip, A. (1997). Lale-Ḳurban. Milletler Neşriyatı.
MAH
Yunus, T. (1996). Melike Amannisa Ḫanim. Şincan Halk Neşriyatı.
N
Harbalioğlu, N. (2019). Uygur şair Nimşehit ve şiirleri. Kimlik Yayınları.
OZB
Ötkür, A. (1995). Oyġanġan zémin 1. Şincan Halk Neşriyatı.
Ö
Asim, G. (2014). Ökünüş. Şincan Halk Neşriyatı.
S
Çopani, M. E. (2007). Semender. Şincan Halk Neşriyatı.
SA
Kerimiy, H. M. (2015). Sultan Abdureşidḫan. Şincan Halk Neşriyatı.
SB
Ezizi, S. (1987). Sutuḳ Buġraḫan. Milletler Neşriyatı.
SE
Niyaz, Y. (2006). Seskiniş. Milletler Neşriyatı.
SU
Hahn, R. F. (1991). Spoken Uyghur. University of Washington Press.
ŞD
Obulkasım, M. (2014). Şérin dorġa. Şincan Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı.
280 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
TA
Hoşur, M. (2015). Tolun ay. Şincan Yaşlar Ösmürler Neşriyatı.
TAC
Behram, C. (2012). Taġ cudunliri. Şincan Halk Neşriyatı.
UA
Doğan, L. (2011). Uygur atasözleri-Uyġur maḳalliri. Sembol Grup Baskı
Yayın.
UAD
Öztopçu, K. (1992). Uygur atasözleri ve deyimleri. Doğu Türkistan Vakfı
Yayınları.
UTİLA Yakub, A. – Geyurani, G. (1990). Uyġur tiliniñ izahliḳ luġiti A-P. Milletler
Neşriyatı.
UTİLM Yakub, A. – Geyurani, G. (1995). Uyġur tiliniñ izahliḳ luġiti M-Ü. Milletler
Neşriyatı.
Kaynakça
Abdulvahit Kaşgarlı, R. (2022). Lutpulla Mutellip şéirliriniñ til alahidiliki heḳḳide. İçinde ed. R.
A. Kaşgarlı, A. M. Kumtur, N. Harbalioğlu Uyġur Tili ve Edebiyati (İlmiy Maḳaliler Toplimi).
Dünya Uygur Yazarlar Birliği.
Alkaya, E. – Yalçın, S. K. (2002). Türk dilinde *l çokluk eki. Dil Araştırmaları, (31), 17-24.
Arslan, M. (2015). Türkçe ve Boşnakça isimlerde çokluğun kullanımı ve bunların Türkçe öğretimine etkileri. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 5(9), 169-187.
Başdaş, C. (2006). Türk lehçelerinde işteşlik eki (-ş-) ve çokluk. I. Uluslararası Türk Dünyası
Kültür Kurultayı 9-15 Nisan.
Doğan, L. (2016). Uygur Türkçesi grameri. Paradigma Akademi.
Grönbech, K. (1995). Türkçenin yapısı (çev. M. Akalın). Türk Dil Kurumu Yayınları.
Gülsevin, G. (1997). Eski Anadolu Türkçesinde ekler. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Harbalioğlu, N. (2017). Yeni Uygur Türkçesindeki +lAr ekine bir bakış. Türk Dünyası Dil ve
Edebiyat Dergisi, (44), 173-186.
Harbalioğlu, N. (2020). Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde çokluk bildiren yapılar. Sonsuza Uzanan Ses: Ömer Seyfettin (haz. H. Argunşah, A. Şengül, M. Gür). (s. 282-298). Dergâh Yayınları.
İlhan, N. (2009). Türk dilinde çokluk. Manas Yayınları.
Kaşgarlı, S. M. (1992). Modern Uygur Türkçesi grameri. Orkun Yayınevi.
Kaymaz, Z. (2007). Arapçaya giren Türkçe kelimelerin Arapça kurallarla çokluk şekilleri üzerine. Turkish Studies, (2/2), 404-409.
Kerimoğlu, C. (2008). Türkiye Türkçesi gramerciliğinde çokluk ve istek kategorileri. Modern
Türklük Araştırmaları Dergisi, 5(3), 140-155.
Öztürk, R. (1994). Yeni Uygur Türkçesi grameri. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Öztürk, R. (2018). Yeni Uygur Türkçesinde “+lAr” ekinin farklı bir işlevi üzerine. SUTAD, (43),
25-32.
Poppe, N. (2008). Altay dillerinde çokluk ekleri (çev. C. Kerimoğlu). Dil Araştırmaları Dergisi,
(2), 93-110.
Tehur, A. A. – Rahman, A. – Ebeydulla, Y. (2010). Hazirḳi zaman Uyġur tili (2). Şincan Halk
Neşriyatı.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 281
Tolkun, S. (2002). Özbek Türkçesinde yeni kelime türetmede kullanılan yabancı unsurlar. Türk
Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, (14), 337-365.
Tolkun, S. (2011). Fiil çekiminde görülen istisnaî hâller. 38. ICANAS (10-15 Eylül 2007). (s.
1725-1735). Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu.
Tolkun, S. (2015). Doğu Türkçesi metinlerinde başlangıcından günümüze saygı ve nezaket ifadesi sorunu. Dil Araştırmaları, 9(17), 135-157.
Tömür, H. (1993). Hazirḳi zaman Uyġur tili (morfologiye). Milletler Neşriyatı.
Tömür, H. (2003). Modern Uyghur grammar (morphology) (çev. A. Lee). Yıldız Dil ve Edebiyat.
Uzun, N. E. (2004). Dünya dillerinden örnekleriyle dilbilgisinin temel kavramları Türkçe üzerine
tartışmalar. Kebikeç Yayınları.
Yakub, A. – Geyurani, G. (1990). Uyġur tiliniñ izahliḳ luġiti A-P. Milletler Neşriyatı.
Yakub, A. – Geyurani, G. (1995). Uyġur tiliniñ izahliḳ luġiti M-Ü. Milletler Neşriyatı.
Yazıcı Ersoy, H. (2007). Yeni Uygur Türkçesi. İçinde ed. A. B. Ercilasun Türk Lehçeleri Grameri.
(s. 355-428). Akçağ Yayınları.
Zülfikar, H. (2019). Türkçedeki çokluk ekleri üzerine. Türk Dili, 56-63.
KUTADGU BİLİG’DE GEÇEN YANG
SÖZCÜĞÜNÜN SEMANTİĞİ ÜZERİNE
Prof. Dr. Alimcan İNAYET, Ege Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-8841-4157
Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eseri Türk-İslam tefekkür ve düşünce
tarihinin en önemli eserlerinden birisidir. 1017/1019 Balasagun doğumlu Yusuf ’un
1068’de yazmaya başlayıp 1070 yılında Kaşgar’da tamamladığı bu eser İslamiyet
öncesi ve sonrasına ait geleneksel kültür ve medeniyet unsurlarını, Türk’ün Tanrı
ve alem tasavvurunu, dinî tecrübe ve düşünsel birikimlerini yansıtması bakımından hem din ve felsefe hem de dil ve edebiyat çalışmaları için temel kaynaklardan
birisini teşkil etmektedir. Amédée Jaubert’in 1825 yılında Journal Asiatique’de yayımlanan tanıtım yazısından bu yana, Kutadgu Bilig, farklı sahaların uzmanları
tarafından çeşitli yön ve boyutlarıyla araştırılmıştır. Ancak buna rağmen eserde
hâlâ üzerinde durulması gereken birçok husus bulunmaktadır ki, bunlardan birisi
eserin kelime hazinesindeki sözcüklerin köken ve bağlamsal anlamlarıdır. Kutadgu Bilig’de geçen “yang” sözcüğü bunun için çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir.
Sözcüğün sözlük anlamı ile bağlamsal anlamları arasındaki farklılıklar bize konunun yeniden değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu makalede “yang”
sözcüğünün sözlük ve bağlamsal anlamları ele alınacaktır.
Kutadgu Bilig’de “yang” sözcüğü birçok yerde geçmektedir. R. R. Arat, Kutadgu Bilig’in dizininde bu sözcüğün “merkez, âdet, kaide, tarz” anlamlarını vermiştir
(Yusuf 2008: 1270). Ancak söz konusu sözcüğün bağlamsal anlamları çok daha
zengindir. Örneğin;
1.“bu şekilde, bu biçimde, böylece, böyle”
Bu ay toldı ança yorıdı bu yang
Ġarıblıķ saķınçı sarıġ ķıldı eng (KB, 498)
“Ay-toldı bir süre böyle vakit geçirdi
Gariplik içinde düşüne düşüne yüzü sarardı.”
Yime keçti ödler bir ança bu yang
Bu ay toldı tapġun ķızıl ķıldı eng ( KB, 954)
“Böylece bir süre geçti;
Ay-Toldı hizmetiyle herkesi memnun etti.”
284 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Ķılınçı ongay bolsa ķodķı köngül
Budunķa sevitür özin bu yang ol (KB, 2294)
“Kumandanın doğası iyi ve alçak gönüllü olmalı
Böylece kendini halka sevdirir.”
Tirildi bir ança yorıdı bu yang
Böri toķlı birle ķozı boldı teng (KB, 3096)
“Bir süre böyle yaşadı ve böyle davrandı,
Kurt ile kuzu denk oldu.”
2.“huy”
nerek neng kişike kerek eḑgü yang
kerek bolsa bulġay ķamuġ edgü, neng (KB, 1307)
“İnsana mal neye gerek, gereken iyi huydur
Böyle olan insan gerekirse bütün iyi şeyleri bulur.”
3.“âdet”
İkinçi aķılıķ kerek birse neng
Saranķa yumıtmaz kişi alġu yang (KB, 2325)
“İkincisi cömert olmalı ve ihsanlarda bulunmalı;
Bir şeyler almayı âdet edinen hiç kimse cimrinin etrafında toplanmaz.”
4.“imkan”
bitip ķodmasa erdi bilge bitig
saķışķa negü erdi al yang itig (KB, 2226)
“Bilgeler kitap yazıp bırakmamış olsalardı,
Hesap yapmaya nasıl bir çare ve imkan bulunurdu.”
5.“anane, gelenek”
isig söz küler yüz bile birgü neng
bu üç neng kişike bolur eḑgü yang (KB, 2405)
“Tatlı söz ve güler yüz ile onlara mal vermelidir,
bu üç şey insan için iyi bir anane olur.”
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 285
6. “usül”
negü tir eşitgil ıla sır tengi
iḑi eḑgü yang bu bitig söz yangı (KB, 2696)
“Ila katibi ne der, dinle;
Yazılı söz usulü mükemmel bir usuldür.”
7.“ahlak”
Bayat arturu birsü ilig sanga
Bu eḑgü ķılķlar bu eḑgü yanga (KB, 5082)
“Ey hükümdar, Tanrı senin bu iyi hareketlerini
ve iyi ahlakını daim etsin ve artırsın.”
8.“yol”
Du’a ķıl ay oḑġurmuş emdi manga
Bayat birsü tevfiķ kör eḑgü yanga (KB, 5401)
“Ey Odgurmuş, şimdi bana dua et,
Tanrı iyilik yolunda bana tevfikini refik et.”
9. “benzer”
Yıparlı biligli tengi bir yangı
tutup kizlese bolmaz özde öngi (KB, 311)
“Misk ve bilgi birbirine benzer,
Bilgiyi saklarsan, dili ayarlamasından belli olur.”
Kutadgu Bilig’de yang sözcüğü bazı beyitlerde ķılķ sözcüğüyle birlikte kullanılmıştır. Bu iki sözcük anlam bakımından da birbirine yakındır, hatta bazen ikisi
tek anlamda birleştirilmiştir.
1.”terbiye”
Ata emgeki bolsa oġlı öze
Ol oġlı bilir ötrü ķılķ yang tüze (KB, 1218)
“Baba oğlunun yetişmesi için emek sarf ederse,
Oğlu o terbiyeyle iyi yetişebilir.”
286 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
2.“örf, adet”
bu beglik işin barça begler bilir
törü örigdi ķılķ yang olardın kelir (KB, 1931)
“Bu beylik işini hep beyler bilir
Kanun ve düzen, örf ve âdet onlardan gelir.”
3.“hal, hareket, tavır”
Bolu birmez evren başı tezginür
anıng birle ķılķı yangı tezginür (KB, 344)
“Felek ona yar olmaz, avare olur;
Bununla birlikte hal ve hareketinde istikrar olmaz.”
Oġul ķız isiz bolsa ķılķı yangı
Ol isiz ata ķıldı ıḑtı ongı (1225),
“Çocukların tavrı, hareketi kötüyse, o kötülüğü baba yapmıştır;
Çocuğu iyi olmaktan mahrum eden odur.”
hacịb kördi ay toldı ķılķı yangı
erende aḑınsıġ kişide öngi (KB, 562)
“Hacib Ay-Toldı’nın başkalarından farklı olduğunu
Başka bir hal ve tavra sahip olduğunu gördü.”
Kimi beg törütmek tilese bayat
Birür aşnu ķılķ yang uķuş yüg ķanat (KB, 1934)
“Tanrı kimi bey olarak yaratmak isterse, ona önce
Uygun tavır ve hareket, akıl ve kol kanat verir.”
4.“ahval, durum”
yana saçlur andın tirilmiş nengi
Söki teg bolur yandru ķılķı yangı (KB, 738)
“Topladığı malı tekrar saçılır,
Onun ahvali yine eskisi gibi olur.”
5.“nitelik”
ilig aydı eḑgü bu ķılķı yangı
Tusulur bolur halķķa asġı öngi (KB, 856)
“Hükümdar dedi ki: iyinin niteliği faydalı olmaktır,
Onun halka çok faydası dokunur.”
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 287
Bununla beraber eserde bu sözcük benzer ya da yakın anlamlı sözcüklerle ikileme oluşturmakta ve anlamı daha da belirginleşmektedir. Örneğin kılk yaŋ “hali
tavıri huy, örf adet (Karaman 2022: 208), yaŋ kip “görünüş, biçim, tarz”, yaŋ osug
“yöntem, usul”, yaŋzag teŋ yaŋ “usul, yöntem, kılk kılınç yaŋ “hal, hareket, tavır”
(Karaman 2022: 385).
Görüldüğü gibi, Kutadgu Bilig’de yang bağlama göre, “bu şekilde, bu biçimde, böylece, böyle”, “huy”, “imkan”, “tavır, hareket”, “âdet, anane, gelenek”, “usul”,
“ahlak”, “yol”, “benzemek”, “terbiye”, “ahval, durum”, “nitelik” gibi anlamlara gelmektedir. Bu anlamlar Arat’ın verdiği “merkez, âdet, kaide, tarz” gibi anlamlardan
daha zengindir. Bu durum sözcüklerin bağlamsal anlamlarının tespitinin ne denli
önemli olduğunu göstermektedir.
Kutadgu Bilig dışında Turfan metinlerinde, Divanü Lugati’t-Türk’te ve diğer
Çağatayca eserlerde, çağdaş Türk lehçelerinde karşılaştığımız yañ sözcüğü yang,
yaŋ, jaη, jaң gibi biçimlerde kaydedilmiştir. Türk ve Moğol lehçelerinde zaŋ, naŋ,
čaŋ, saŋ biçimleri de görülür (Rasänän 1969: 186). Kaşgarlı yang sözcüğünün
“merkez, kalıp” anlamına geldiğini belirtir (Atalay, 1999: 361). Vambery bu sözcüğü “çeşit, usul, tür, yol, kullanım, âdet, gelenek, inanç, kanun, yasa” şeklinde açıklar (Vambery 1878: 118). Radlov ise “1. ruh, huy, düşünce, 2. Çeşit, usul, tür, yol,
3. âdet, gelenek, alışkanlık, 4. İnanç, 5. salgın, hastalık” şeklinde açıklamıştır. Fil
anlamındaki yang sözcüğünü ise ayrı madde olarak almıştır (Radlov 1893: 57-58).
Rasänän sözcüğün “tür, usul, karakter, tabiat, aydınlık ilke, ılık, sıcak, ruh, âdet,
gelenek, alışkanlık, inanç, yol, benzer, inanmak” anlamlarını vermiştir (Rasänän
1969: 186). Caferoğlu Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü adlı kitabında bu sözcüğün
“örf ”, “gelenek”, “usul”, “nizam”, “ölçü”, “miktar”, “hacim”, “parlaklık”, “fil” anlamlarına geldiğini kaydeder (Caferoğlu 1993: 184). Jens Wilkens yaŋ sözcüğünün
“metot, yöntem, tarz, suret”; “model, örnek, numune, şablon, klişe, kalıp”; “örf,
âdet, kullanılış”; “ritüel, ritüel uygulaması, ritüel kuralı”; “mukayese, karşılaştırma,
benzetme” anlamlarını verir (Wilkens 2021:862). Clauson ise bu sözcüğü “kalıp,
model, tür, yol, tarz” şeklinde açıklar (Clauson 1972: 940). Çağdaş Türk lehçelerinde yang sözcüğü ; YUyg. yaŋza “1. çeşit, tür, örnek, model” (Shaw 2014: 302), Özb.
yaŋlıg “gibi”, Tuv. çaŋ “huy, alışkanlık”, Alt. caŋ “gelenek, kanun” (Ayazlı 2016:273),
Kırg. zanğ “örf, âdet, kanun” (Yudahin 1988: 803) şeklinde kullanılır.
Türkologlar bu sözcüğün kökenini genellikle Çince yang 样 sözcüğüne bağlamaktadırlar. Rasänän sözcüğün kökenini Çince jaŋ(-czb) olarak göstermiştir
(Rasänän 1969: 186). Clauson da bu sözcüğün yang sözcüğünden alıntı olduğunu
belirtmiştir (Clauson 1972: 940). Wilkens sözcüğün Çince kökenli olduğunu ifade
etmiştir (Wilkens 2021:862). Ayazlı ve Gulcalı da sözcüğü Çince 樣 “biçim, şekil, görünüm, tarz, duruş” kökenli gösteriyor (Ayazlı 2012:360; Gulcalı 2021: 296,
288 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
549). Uygur Dilinin Açıklamalı Sözlüğü’nde de yangza “tür, tarz, şekil” sözcüğü
Çince kökenli gösterilmektedir (UTİL 1999: 1384).
Ancak Çincede yang 样 sözcüğünün anlamları bu kadar geniş değildir. Çince
yang 样 sözcüğü sözlüklerde: “1. Şekil, yapı. 2. Numune, kalıp, model. 3. Örnek,
nüsha. 4. Tashih nüshası. 5. Tür, çeşit.” Bu sözcükten türetilen yangzi 样子 sözcüğü ise “1. Tarz, form, şekil, model. 2. Görünüş, görünüm, ifade. 3. Örnek almak,
numune kılmak” şeklinde açıklanmıştır (HUÇL 2006: 2537; XHC 1986: 1339).
Giles sözlüğünde yang 樣 sözcüğü için “kalıp, örnek, tür, tarz” şeklinde açıklama
yapar (Giles 1912: 1596). Mathews de yang 樣 sözcüğüne benzer anlamlar vermiştir. Ona göre bu karakter “tür, yol, tarz, cins, model, örnek” anlamlarına gelir
(Mathews 1931 : 1085). Schuessler “ABC Eski Çincenin Etimolojik Sözlüğü” adlı
kitabında yang 樣 karakterinin Tang döneminde “görünüş, benzemek, tür” anlamına geldiğini ve geç döneme ait bir sözcük olduğunu kaydeder (Schuessler 2007:
535 ). Görüldüğü gibi, Çince yang 樣 sözcüğünün merkez, kanun, yasa, örf âdet,
gelenek, inanç, ritüel, karakter / nitelik, fil, parlaklık, uygulamak gibi anlamları
bulunmamaktadır.
O hâlde sözcüğün bu anlamları nereden kaynaklanmaktadır? Biz Türkçe
metinlerde geçen yang sözcüğünün Çince kökenli olmakla birlikte sadece yang
樣 sözcüğüne dayandırmanın doğru olmadığını düşünmekteyiz. Erken, Orta ve
geç dönem Çincesinde sjaŋ, shiaŋ, ziaŋ şeklinde telaffuz edilen (Pulleyblank 1991:
339) xiang 象 sözcüğünün “fil, fil dişi, sembol, kanun, prensip, kural, taklit etmek,
tasavvur etmek, kanunu uygulamak” gibi anlamları bulunmaktadır (HUÇL 2006:
2373). Yine Erken, Orta ve geç dönem Çincesinde sjaŋ, shiaŋ, ziaŋ şeklinde telaffuz edilen (Pulleyblank 1991: 338) xiang 像 sözcüğünün “heykel, suret, görünüş,
tasvir, karakter, şekil, kanun, kural, benzemek, … gibi durmak, benzeşmek, taklit
etmek, takip etmek, benzer” gibi anlamları bulunmaktadır (HUÇL 2006: 23742375). Ayrıca xiang 象 sözcüğünün “benzemek, gibi gözükmek”, 像 sözcüğünün
“benzemek, andırmak” anlamı bulunmaktadır. 像象 sözcüğü ise “şekil, görüntü,
sanem, tasvir etmek, taslağını çizmek, görünüş, sembol” anlamlarına gelmektedir
(Schuessler 2007: 535 ). Yang sözcüğünün “fil”, “sembol”, “kanun”, “kural”, “inanç”,
“ritüel” anlamlarının xiang 像 ve xiang 象 sözcüğünden kaynaklandığı anlaşılıyor.
Schuessler’e göre, Çinli yorumcular da bu sözcüğün xiang 像象 sözcüğü ile aynı
olduğunu ima etmektedirler. Schuessler ayrıca xiang 象 sözcüğünün Tibet yazılı
dilinde “taklit, taklit etmek, tanrılar, tanrı sureti, resim, suret, ruh” anlamlarına
gelen Sino-Tibetçe *la kökünden gelmiş olabileceğini belirtmektedir (Schuessler
2007: 535 ). Eski Çincedeki *z, *s-l- / *s-j fonetik değişim durumu göz önüne
alındığında bu görüşün de dikkate alınması gerekir. Fil Hinduizm’de Tanrılarla
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 289
ilişkilendirilir, beyaz fil ise Budizm’de saflığın ve kutsallığın işaretidir. Buda’nın
varlığını simgeler.
Yang sözcüğünün “merkez” anlamı ise “merkezi, merkez, orta” anlamına gelen yang 央 sözcüğü (HUÇL 2006: 2526)nden, “parlak”, “aydınlık”, “ılık” anlamı ise
Çincede “güneş doğmak”, “güneş”, “parlak” anlamına gelen yang 暘 sözcüğü ya da
benzer anlama gelen yang 陽 sözcüğü (Mathews 1945: 1086; HUÇL 2006: 2532;
(Schuessler 2007: 558) nden kaynaklanmış olmalıdır. Çincede yang 暘 ve yang 陽
sözcüğü eşseslidir ve anlamları da birbirine yakındır (Wang 2015: 382). Bunların
Hüseyin Namık Orkun’un pek emin olmamakla birlikte güneş diye anlamlandırdığı yañı (Orkun 1986: 883) sözcüğüyle ilişkisinin olup olmadığı da sorgulanabilir.
Dememiz o ki, yang 样 sözcüğünün anlam katmanları bu sözcüğün tek kaynaklı
olmadığını ve eşsesli farklı sözcüklerin kaynaştırılması sonucunda ortaya çıktığını
göstermektedir.
Bütün bunlarla birlikte, yang sözcüğünün Türkçe kökenli olma ihtimali de
vardır. Kutadgu Bilig’de geçen yangzaġ sözcüğü “benzeyiş, kıyas, örnek” anlamına
gelmekte (Taş 2015: 90) ve bağlamda “karşılaştırma”, “misal”, “uygulanmak”, “uygunluk” gibi anlamlarında kullanılmıştır.
Yorımaz ne yatmaz udımaz odug
Ne mengzeg ne yangzag kötürmez bodug
Yürümez ve yatmaz, uyumaz, uyanıktır
Ne benzer ne karşılaştırılır ne de tasavvur götürür(KB, 17)
Yimüş yigü ni’met çiçekinde kör
Kamuğ nengke yangzaġ munı bilgü teng
Meyveyi, yiyecek nimetleri, çiçekteyken görmeli;
Her işte misal olarak bunu örnek tutmalı (KB, 1651)
İsiz edgü birle ķatılmaz ķaçar
Ķamuġ nengke yangzaġ bu bir yangnı kör
Kötü iyiye katılmaz, kaçar;
Her şeye uygulanabilen bu kurala dikkat et (KB, 2255)
ķamug işke yangzaġ tengi ol yangı
ķamug neng tengi birle boldı esen
her şeyin bir uygunluğu, usulü ve adabı vardır;
her şey uygunlukla selamete kavuşur (KB, 4985)
290 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Bu örnekteki yangzaġ sözcüğünün yaŋza-, yaŋzat- “çınlamak, yansılamak,
benzetmek, yakıştırmak” sözcüğünden, bunun da yaŋız “yansıma” sözcüğünden,
yaŋızın da yaŋ “yansıma”sözcüğünden geldiği belirtilmiştir (Taş, 84, 90). yaŋku <
yaŋ-ku, yaŋra < yaŋ-ra sözcükleri de yansıma anlamındaki yaŋ sözcüğünden türetilmiştir. Irk Bitig’de yangra- fiili “mırıldanmak, söylenmek” anlamında kullanılmıştır Tekin 2013: 65). “Günümüzde de bu sözcüğün yaŋgı, yaŋu, yaŋsılamak (Dilçin
2013: 245-246), yaŋrak, yaŋrımak (UTİL 1999: 1384) biçimleri kullanılmaktadır.
Vambery sözcüğün uig. jangsak, jangsatmak, alt. jangda “âdet, gelenek, inanç, yol,
usul, kullanım”, ćag. janglık, jañliķ jañluķ “benzer, aynı”, kaz. źangliķ, źanglamak
“birbirine benzemek”, tkm.jalı “benzer”, osm. jañsılamak “aynısını yapmak, taklit etmek” biçimlerini göstermiştir (Vambery 1878: 118-119). Wilkens sözcüğün yaŋça “..suretle”, yaŋgarig / yaŋgarık “mukayese, karşılaştırma, benzetme”,
yaŋgrarınčsız “eşsiz, emsalsız”, yaŋgarmak “karşılaştırma”, yaŋlag / yaŋlıg “..benzer,
…gibi, …usullü, …prensipli, bu şekilde olan, …nın şeklinden, …nın türünde”,
yaŋtselıg “…stil, ..stilli, …modelli” gibi biçimlerini verir (Wilkens 2021:862-864).
Gülensoy yang “örf, gelenek, usul, nizam” sözcüğünü yanıl- fiilinin kökeni olarak
göstermiştir (Gülensoy 2007: 1058). Kutadgu Bilig’de de yang sözcüğünden türetilmiş yanglıġ 96 beyitte geçer ve “böyle”, “benzer”, “gibi” anlamlarda kullanılmıştır.
Örneğin;
Bu yanğlıġ melikni budunlar sever
Yüzini köyer tip adınlar iver
“Böyle bir melikni halk sever
Yüzünü göreyim diye herkes ona koşar” (KB, 47)
Bu yanğlıġ tapuġķa itindi ajun
Yaġı boynı egdi kötürdi özün
“Dünya kulluk için böyle hazırlandı
Düşman boyun eğdi, ortadan kayboldu” (KB, 101)
Sözcüğün yang ve yanglıġ biçimi Çağatay metinlerinde de rastlar.
Ol ay yanğım cefā ḳılsa, vefā irmiş, bu kün bildim
İlāhī, bāḳī tut dāyim anınğ tig mihr-bānımnı (Eraslan1999: 244)
Çıḳıban sicn-i ḥüsnidin çemen mıṣrında gül şāhı
Yūsuf yanğlıġ cemālınġa ḳılur şeydā Zelīḥā’nı (Eraslan 1999:156)
Ehl-i ma’nā ṣūretinğninğ ḥüsnine ḥayrān ḳalur
Mıṣr ilininğ közi yanğlıġ yūsuf-ı ken›ān sarı (Karaağaç1997: 199)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 291
Görüldüğü gibi, bu örnekler yang sözcüğünün Türkçe kökenli bir sözcük olduğuna işaret etmektedir. Schuessler’in yang 樣 karakterinin Tang döneminde “görünüş, benzemek, tür” anlamına geldiğini ve geç döneme ait bir sözcük olduğunu
kaydetmesi bu bağlamda dikkate değerdir. Ancak sözcüğün anlam katmanlarının
nasıl oluştuğu sorusuna cevap vermek için kapsamlı bir çalışmaya ihtiyaç vardır.
Sonuç
Kutadgu Bilig, Turfan metinleri, Divanü Lugati’t-Türk ve Çağatayca metinlerinde karşılaştığımız yang sözcüğünün çok farklı anlam katmanları bulunmaktadır. Bunları şöyle göstermek mümkündür:
örf / âdet, anane / gelenek, ahlak / terbiye, gibi / benzemek, fil, hacim / ölçü /
miktar, hal / durum, hareket / tavır, huy / karakter / nitelik, imkan, inanç, kaide /
kalıp / kanun / yasa / nizam / klişe / şablon, karşılaştırma, kullanılış, merkez, metot
/ yöntem / usul / yol, şekil / tarz, tür / çeşit, örnek / misal / model / numune, parlaklık, ritüel, suret, uygulanmak / uygunluk, düşünce, salgın
Türkologlar bu sözcüğün kökenini Çince yang 样 sözcüğüne bağlamaktadır.
Ancak Çince yang 样 sözcüğünün anlam kapsamı çok geniş değildir. Bu durum
sözcüğün tek kaynaklı olmadığını, değişik kaynakları olduğunu göstermektedir.
Bize göre, yang 样 sözcüğün kökeninde Çince xiang 象 / xiang, 像, yang 央, yang
暘 ve yang 陽 sözcükleri bulunmakta ve bu sözcüklerin anlamları yang 样 sözcüğünde kaynaşmıştır.
Bununla birlikte, yang sözcüğünün Türkçe kökenli olma ihtimali de bulunmaktadır.
292 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kısaltma ve Kaynaklar
Atalay, Besim (1999): Divanüğ Lugat-it-Türk Tercümesi. Çeviren: Besim Atalaya, 4. baskı, Cilt
III, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
Ayazlı, Özlem (2012). Altun Yaruk Sudur VI. Kitap Karşılaştırmalı Metin Yayını. Ankara: Türk
Dil Kurumu Yayınları
Ayazlı, Özlem (2016). Eski Uygurca Din Dışı Metinlerin Karşılaştırmalı Söz Varlığı. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları
Caferoğlu, Ahmet (1993). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü. 3. Baskı, İstanbul: Enderun Kitabevi
ÇTİL: Çağatay Tiliniñ İzahliķ Luġiti (2002), Hazırlayanlar: Muhemmetursun Bahavudun, Genizat Geyurani, İsmail Kadir, Ablimit Ehet, Ürümçi: Şincang Helk Neşriyatı.
Dilçin, Cem (2013). Yeni Tarama Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Eraslan, Kemal (1999). Mevlana Sekkaki Divanı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
Giles, Herbert A. (1912). A CHINESE-ENGLISH DICTIONARY. Published in Shanghai, China
and London.
Gulcalı, Zemire (2021). Altun Yaruk Sudur X. Kitap. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
Gülensoy, Tuncer (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü.
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
HUÇL: Henzuçe-Uyğurçe Çong Luğet (2006). Ürümçi: Şincang Yaşlar-Ösmürler Neşriyatı.
Karaağaç, Günay (1997). Lutfi Divanı Giriş-Metin-Dizin-Tıpkıbasım. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
Karaman, Ahmet (2022). Eski Türkçede İkilemeler. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Mathews, R. H. (1931). A CHINESE-ENLISH DICTIONARY. Shanghai China İnland Mission
and Presbyterian Misson Press.
Orkun, Hüseyin Namık (1986). Eski Türk Yazıtları. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
Pulleyblank, Edwin G. (1991). LEXICON OF RECONSTRUCTED PRONUNCIATION in
Early Middle Chinese, Late Middle Chinese, and Early Mandarin, Vancouver: UBC Press
The University of British Columbia.
Rasänän, Marttı (1969). VERSUCH EINES ETYMOLOGISCHEN WÖRTERBUCHS DER
TÜRKSPRACHEN. Helsinki 1969 SUOMALAIS-UGRILAINEN SEURA
Schuessler, Axel (2007). ABC ETYMOLOGICAL DICTIONARY OF OLD CHINESE. University of Hawaii Press.
Shaw, Robert Barkley (2014). Kâşgar ve Yarkend Ağzı Sözlüğü. Çeviren: Fikret Yıldırım. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
Taş, İbrahim (2015). Kutdagu Bilig’de Söz Yapımı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
Tekin, Talat (2013). Irk Bitig. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları
UTİL: Uyğur Tilining İzahlık Luğıtı (1999). Ürümçi: Şincang Helk Neşriyatı.
V.V.Radlov, V.V. Opıt Slovarya Tyurkskih Nareçiy, Tom III, çast’ 1, İmperatorskiy Akademii
Nauk, Sankt Peterburg, 1893
Vambery, Hermann (1878). ETYMOLOGISCHES WÖRTERBUCH DER TURKO-TATARISCHEN SPRACHEN, EIN VERSUCH, Leipzig, F. A. Brockhaus
Wang Li (2015), Kökteş Sözler Sözlüğü / 同源字典. Beijing: Zhonghua Shuju 中华书局.
Wilkens, Jens (2021). Handwörterbuch des Altuigurischen (Altuigurisch – Deutsch – Türkisch)
/ Eski Uygurcanın El Sözlüğü (Eski Uygurca – Almanca – Türkçe), Göttingen: Akademie
der Wissenschaften zu Göttingen
XHC: XIANDAI HANYU CIDIAN (1986). Pekin: Shangwu Yinshu Guan Chubanshe.
Yudahin, K.K. (1988). Kırgız Sözlüğü. Türkçeye çeviren: Abdullah Taymas, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Yusuf (2008). Kutadgu Bilig. Çeviren: Reşid Rahmeti Arat. İstanbul: Kabalcı Yayınevi
SİSTEMLİ İŞLEVSEL DİL BİLİMİ VE
METİN DİL BİLİMİ YAKLAŞIMLARI
TEMELİNDE AYŞE İLKER’İN “OYUNCU”
HİKÂYESİNİN SÖYLEM ANALİZİ
Doç. Dr. Ferhat KARABULUT, Manisa Celal Bayar Üniversitesi
ORCID No: 0000-0001-5039-9580
Dr. Tolga ELBİRLİK, Millî Eğitim Bakanlığı
ORCID No: 000-0001-72416855
Giriş
Bugün artık söylem analizinin, bir metinde ya da sözcede dil kullanımlarının
cümle ötesi birimler temelinde çözümlenmesi olduğu açık bir şekilde bilinmektedir. Çünkü dil semiyotik bir evrendir. Bir dil kullanımının anlaşılması için metin
içi ve metin dışı tüm unsurların, bağlaşıklık durumunun ve atıf/gönderim ilişkilerinin ortaya konması gerekmektedir. Bu çalışmada Ayşe İlker’in Def ve Mendil
(2022) hikaye kitabındaki “Oyuncu” hikayesinin mikro yapısını, Sistemli İşlevsel
Dil Bilimi (Systemic Functional Linguistics) ve Metin Dil Bilimi (Text Linguistics)
kuramlarında hareketle çözümledik. Bu çözümlemede hikâyede geçen bağlaşıklık
(cohesion) unsurlarını ortaya çıkarmayı özellikle hedefledik. Bu çalışmanın bir
diğer amacı ise, dil bilgisi çalışmalarında pek üzerinde durulmayan cümle ötesi
birimlerin bağıntı ögelerini (cohesive divices) görünür kılmak olmuştur.
Metin analizi, söylem analizinin önemli bir bölümüdür fakat söylem analizi sadece metnin bilimsel analiz değildir. Metin analizinin edebi varoluşu içinde
referans noktası Sistemli İşlevsel Dil Bilimi (SİD). Bu tür bir analiz, dil bilim teorisi ve özellikle Micheal Halliday kaynaklı analitik metotlarla bağlantılıdır (Halliday 1978, 1994). Chomskyci geleneğin aksine, SİD; dil, diğer öğeler ve sosyal
hayatın pek çok yönü arasındaki ilişki ile derinlemesine ilgilendi. Kuram, metinlerin toplumsal özelliklerine odaklanarak onların dil bilimsel analizi ile uğraşan
bir yaklaşım olarak dil bilimi alanında yer edinmiştir (Halliday and Hasan 1976,
1989, Halliday 1994, Hasan 1996, Martin 1992, Van Leeuwen 1993, 1995, 1996).
Bu yaklaşım, SİD’yi eleştirel söylem analizi için değerli bir kaynak yapar. Gerçekte
Eleştirel Söylem Analizi’ne (ESA) en büyük katkı SİD’nin dışında gelişti (Fowler
v.d. 1979, Hodge and Kress 1988, 1993, Kress 1985, Kress and Van Leeuwen 2001,
Lemke 1995, Thibault 1991) (bk. Fairclough, 2003, 6).
294 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
SİD, diğer söylem analizleri arasında daha çok dil ve dilin kullanımıyla ilgilenir. Onların terminolojisinde metin ve söylem bir arada görülmez. Pek çok bilim
insanının ileri sürdüğü gibi her iki terim de cümleden daha büyük bir birimi ifade
eder. Bir söylem ya da metin konuşulabilir (Chafe, 1992, s 356); Stubb 1996, s. 4).
SİD teorileriyle birlikte dikkate alındığında iki terim (söylem-metin) birbirinden
farklıdır: Söylem, dinamik ve çok boyutlu bir süreçtir. Metin, bu sürecin statik
ürünüdür (Halliday, 1994; Brown ve Yule, 1983). SİD kuramları dili toplumsal bir
semiyotik olarak görmeye meyillidir. Dil, diğer bir ifadeyle belirli bir bağlamda
kesin bir anlamı ileten ve toplumsal bir kültürden kaynaklanan semiyotik bir sistemdir. İşte tam bu noktada SİD, dil ve bağlamsal öğeler üzerine oturmuş olur.
Merkezi konum, konuşur ve kip (Field, Tenor ve Mode) potansiyel bir önem
ile donatılan çok işlevli semantik bir sistemdir. Dil kullanıcıları, semantik bir sonucu canlandırmak/somutlaştırmak için bağlamsal ögelere riayet ederek gramatikal ve leksik seviyelerde seçim yaparlar; kelimeler, gramer daha sonra fonetik
bir seviye ile temsil edilirler. Bu şekilde karşılıklı simgeleme/temsil etme ilişkileri
metinde gösterilebilir. Yukarıda sözü edilen teorik çerçeve altında işlevsel dil bilimci bir anlamsal birim olarak metni deşifre eder (Halliday, 1978). Olası anlamların görünen biçimleri ve bir metnin sözlü ya da yazılı biçimleri, bazı bağlamlara/
sınırlandırılmalara hapsedilmiştir. Bağlamdan gelmek/ kültür ve durum bağlamı
(Hailing From Context) dolayısıyla bir metin güncellenmiş bir iletişim biçimidir.
İşlevsel dil bilimcilerin hedefi, dilin üç meta-işlevini teorik temelde analiz etmektir. Bu üç işlev şunlardır:
1.
Tecrübî İşlev: (Ses) geçişlilik (transitivity), kutupluluk (polarity) gibi alt
sistemler.
2.
Kişilerarası İşlev: (duygu) durum/kip (mood) ,kip(tarz/usul (modality)
ve şifre (key)
3.
Metinsel işlev: Tema, bilgi, bağlaşıklık (cohesion)
Bu meta işlev, diğer alt sistemler arasında iletişimde çok önemli dil bilimsel
bir etki gösterir. SİD’in anahtar noktası: dil kullanımıdır (Yang ve Sun, 2010, 129).
Birçok kez belirttiğimiz gibi söylem analizinin büyük bir kısmı özellikle cümle ötesi birimlerinin incelenmesi, sınıflandırılması ve metinlerde bunların gösterilmesiyle gerçekleştirilir. Özellikle sözce kavramından hareketle belli bir iletişim
ortamında üretilmiş bir metnin gramerinin ortaya konması sorunlarıyla ilgilenen
dil bilimi, metin dilbilimi diye tanımlanır. Metin dil bilimi çalışmalarını, antropolog B. Malinowsky (1923) ve J. R. Firth’ün (1969) söylem analizinde “mutlak
bağlam” kavramıyla metni yorumlarken, durum bağlamı (context of situation)
kavramını türetmeleri ve geliştirmeleri ile başlatabiliriz. Bu kuramda metnin bü-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 295
tüncül olarak anlaşılması için, iletişim ortamına özellikle de metin içi ve dışı durum bağlamına vurgu yapılır. Sistemli işlevsel dil biliminin kuramcıları Halliday
ve Hassan (1976), Beaugrande ve Dressler (1981) ve J.R. Martin (2001), yazdıkları
makalelerde bağlaşıklık (cohesion) ve metinsellik (texture) kavramlarını açıklarlar.
Özellikle Van Dijk editörlüğünde hazırlanan “Handbook of Dicourse Analysis”adlı
çalışmada (1985) yer alan makalelerde söylem analizi için geniş bir çerçeve içinde
yer alan bağlaşıklık kavramını metin organizasyonu içinde modüler bir yaklaşım
olarak ele alırlar. Bağdaşıklık, metin organizasyonunun diğer bakış açıları ile bağlaşıklık etkileşimi olarak düşünülen metinsellik (metni metin yapan bileşenlerin
oluşturduğu bütündür) çalışmalarının bir parçası olarak tanımlanır. Bu gelenekte
söylem analizinin hedefi toplumsal bağlamlarda metinlerin yer aldığı bir model
inşa etmektir (Martin, 2001: 35).
20. yüzyıl içinde dil biliminin kuramsal gelişimine şöyle bir göz atıldığında
temel olarak Chomsky ve takipçilerinin ortaya koyduğu tümce merkezli bakış
açısından,70’li yılların başından itibaren yavaş yavaş bir ölçüde metni ya da söylemi dikkate alan yaklaşıma geçiş yapıldığı görülür. Bu geçişin temel nedenlerinden
biri, yalnızca tümceye yönelik çalışmanın dil bilim çalışmasını kapsamı açısından
çok sınırlıyor oluşudur. Oysa dil bilimi çalışması, dilin doğal bağlamlarında ortaya çıkan bütün görünümlerin açıklanması için de çok kullanışlı bir kuramsal
ve uygulamalı altyapı oluşturabilecek niteliktedir. Metin dil bilimi (MD), bu düşünceyi savunan dilbilimcilerin ilk somut ürünlerini ortaya koydukları dil bilimi
alanlarından biri olarak karşımıza çakar. Metin dil bilimi çalışması, “metin nedir”
ve “metni metin yapan özellikler nelerdir” sorularına yanıt arayan bir dil bilim
çalışması türüdür (Uzun, 2011: 153).
Burada metinsellik ölçütlerini açıklamak uygun olacaktır. Dressler (1981)
metni iletişimsel bir olay olarak yedi ölçütte açıklar:
1.
Bağlaşıklık (Cohesion), söz dizimi ve metin arasındaki ilişkiyle yapılmak
durumunda olan olgu; bağlaçlar, eksiltme, anafor, katafor veya tekrar
bağlaşıklık için temel kavramalardır.
2.
Bağdaşıklık/Tutarlılık (Coherence), metnin anlamını gerçekleştirir. Burada bilgi ögelerine ya da dil bilimsel gerçekleştirmeye sahip olmayan
bilişsel yapılara gönderimde bulunabiliriz, fakat bağdaşıklık dil kullanımı olarak ima edilir ve böylece etkileme, mesajın muhatap tarafından
alındığına atıfta bulunur.
3.
Niyetlilik (Intentionality), konuşan ve yazanın amacıyla ilgilenir.
296 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
4.
Kabul edilebilirlik (Acceptability), belirli bir metnin faydalılığı ya da bağlantıyı kurmaya çalışan okuyucu ve dinleyicinin hazır bulunurluğu üzerine yoğunlaşır.
5.
Bilgisellik (Informativity), önceden kabul edilen ya da yeni bilginin nitelik ve niceliğine gönderme yapar.
6.
Durumsallık (Situationality), gerçekte mesajın alımı ve üretiminde
önemli bir rol oynar ve üretilen metindeki durumu ifade eder.
7.
Metinlerarasılık (Intertextuality), iki ana gerçeğe gönderimde bulunur
a) Bir metin eş zamanlı veya önce gerçekleşmiş bazı söylemlerle her zaman ilişkilidir. b) Metin her zaman gruplanmış kısmi metin çeşitleri ya
da üslupla biçimsel bir ölçüt temelinde bağlantılıdır( tahkiyeli, önermeli,
betimleyici vb.) (Juez, 2005, s. 6).
Konunun daha doğru anlaşılması için söylem analizi (SA) ve metin dil bilimi
(MD) arasındaki benzerlik ve farkların öncelikle ortaya konması gerekir. Araştırmacılar, söylem analizi yaparken bilişçilik, işlevsel gramer, toplumsal dil bilimi ya
da pragmatikle aynı anda iştigal edebilirler, çünkü bütün bu alanlar birbirleriyle
ilintili ve ortak kurallara sahiptir. MD’den SA’ya doğru ilerleyici bir entegrasyon
olduğu söylenebilir. Süreç boyunca dil araştırmasının dönüşümü gözlemlenebilirse, pek çok bilim insanın düşüncelerinin ve inançlarının doğal akışın bir olarak MD’den SA’ya doğru hareket ettiği fark edilecektir. 2002’deki biyografik makalesinde Van Dijk, kendi çalışmalarının Metin Dil bilim’den Eleştirel Söylem
Analizi’ne doğru nasıl geliştiğini belirtir. Dijk’ın 1970’lerdeki analizlerinin temel
amacı metnin gramer yapısının açık bir şekilde gösterilmesiydi. Bunu yapmanın
kolay yolu ise, cümleler arası ilişkilere yoğunlaşan açıklamalar getirmek olmuştur.
Bu safhada metin grameri için çok önemli bir çaba da makro yapı nosyonunun
tanıtımı idi (van Dijk, 1980).
Metin dil bilimi ve söylem analizi arasında önemli bir örtüşme (bağlaşıklık
kavramıyla ilgili olarak) olmasına rağmen yukarıdaki kriterler ayrım yapmada
bize yardımcı olabilir.
Tischer (2000) öncelikle iki kriter açıklar: bağlaşıklık ve bağdaşıklık. Bunlar,
metin içilik ve metin dışılık olarak da ifade edilebilir. Geleneksel söylem analizi,
iletişimde çok önemli bir rol üstlendiği için metin dışı (text-external) etkilere daha
çok dikkat ederken metin dil bilimi, metnin iç (text-internal) yapısına daha çok
önem verir. Halliday gibi bir kısım bilim insanı, tikel olarak metnin anlamlı olan
her parçasının metin olarak devam eden semantik seçim süreci ile ilgili (1978, s.
137) olduğuna inanır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 297
Metin dil bilimsel yaklaşımlarda bilişsel kurgu olarak metin, bilişsel süreçlerin kısmen ya da çok açık yan tesirleri olarak görülür (Tischer et al. 2000, s. 29) ve
bağlam ikincil bir rol oynar. Metnin dış elementleri bağlamda teşekkül ederken,
metnin iç elementleri ise metinde meydana gelir. Schiffrin’in bir sözcenin bildirişime bağlı içeriğine katkıda bulunan bilginin iki çeşidi olarak bağlam ve metni
göstermesi, söylem analizi içindeki bütün yaklaşımlara da yol gösterdi. “Sözce”
teriminden sonra “metin” terimi de böylece dil bilimsel bir içerik haline geldi. Bu
anlayışa göre esas olan ifadelerin, cümlelerin ve kelimelerin sabit semantik anlamları değil; kullanılan cümlelerin, ifadelerin ve kelimelerin bağlamlarına dayanan
dinleyicilere uygun çıkarımlardır. Bağlam, böylece sözceleme üreten insanlarla
doldurulan bir dünyadır: kültürel, toplumsal, kişisel kimlikler; bilgi, inançlar, çeşitli kültürel ve toplumsal olaylarda; diğerleriyle etkileşim içinde olan diğer sosyal
ve kültürel ifade edilmiş durumlarla ilgili olan şeydir (1994, s. 363).
Schiffrin’e göre söylem analizi, bağlam ve metinin her ikisinin de çalışmalarını içerir. Metin çalışmaları sadece metin çalışması iken söylem çalışmaları
hem metin hem de bağlam çalışmalarıdır. Buna rağmen (Beaugrande gibi) metnin çeşitli tanımlamaları vardır ki bunlar çok geniş ve özellikle her iki unsuru
(metin ve bağlam) içine alır. Beaugrande’ın (2002), “gerçek dil kullanımı çalışması olarak” metin dil bilimini işaret etmesi, Schiffrin tarafından tanıtlanan işlevsel
yaklaşıma dayanan SA’nın pek çok tanımlamalarıyla farklılık göstermez. Söylem
analizi mutlak bir dil kullanımı analizidir. Bunun gibi o, insan ilişkilerine hizmet
etmek için tasarlanmış biçimlerin işlevleri ya da amaçlarının bağımsız dil bilimsel
formlarının açıklanmasıyla sınırlandırılamaz (Brown ve Yule, 1983, s. 1). Söylem,
toplumsal bir konumlandırma süreci olarak dil kullanımına gönderimde bulunur
(Candlin, 1997, s. ix). Böylece söylem ve metin terimlerinin bazen aynı anlamda
kullanıldığı gibi MD ve SA’nın da pek çok yönüyle aynı anlama geldiği sonucuna
varılabilir. SA, daha çok işlevsel yaklaşıma meyilli iken MD, daha çok uygulamalı ve biçimsel (formalist) yaklaşıma meyillidir diyebiliriz. Biçimciler dili bilişsel
bir fenomen olarak görmeye yatkınken, işlevselciler dili toplumsal bir olgu olarak
görmeye yatkındırlar. Schiffrin gibi dil bilimcilerin SA’da biçimci ve işlevci bakış
açılarını birleştirdiği görülür. Sonuç olarak söylem analizi, metin dil bilimi ve
diğer yaklaşımları da içine alan kuşatıcı bir terim olarak görülür (Juez, 2005, s. 7).
Genelde söylem analizinin küçük yapısında ele alınan öncül kavram, bağlaşıklık (cohesion) kavramıdır. Bu kavramın kapsamına bağıntı ögeleri (cohesive
device) girer. Söz dizimi ve metin arasındaki ilişkiyle açıklanmak durumunda olan
bağlaşıklık için temel kavramalar; işaretleyiciler, bağlaçlar, eksiltme, anafor, katafor
veya tekrar ve çıkarımdır.
298 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Dijk, metnin gönderimsel görünümlerinin yani onun ne hakkında olduğunun da kavranması gerektiğini vurgulamaktadır (1985a: 35). Çünkü Dijk’a göre
konuşucu, yalnızca kendisinin ya da metnin anlaşılmasını değil, aynı zamanda
dinleyicinin metindeki bilgiye göre dünya hakkındaki bilgisini ve mümkünse
düşüncelerini ya da davranışlarını değiştirmesini istemektedir. Öte yandan yine
konuşucunun metindeki bilgiye göre dinleyicinin bazı eylem (action) planları
başlatmasını amaçlaması söz konusudur (1985a, s. 35). Metinde bu yedi ölçütten
herhangi birinin olmaması halinde metnin iletişimsel olmayacağına, dikkat çeken
araştırmacılar, bu durumun önemini iletişim değeri olmayan bir metnin, metin
olmadığının altını çizerek ortaya koymaktadırlar (1981:3). Söz konusu metinsellik
ölçütlerinden ilki yüzey metnin (surface text) bileşenleri ile ilgili olan bağlaşıklıktır(1981: 4).
Brown ve Yule (1983, s. 27) söylem analizinde analizci, konuşur ve yazar tarafından icra edilen bağlamdaki dil kullanımını incelemektedir. Söylemi inceleyecek
kişi belirli bir kullanım durumu üzerinde daha çok konuşucu ve sözceleme arasında, cümlelerin diğer cümlelerle ilişkisiyle ilgilenir. Burada analiz için kullanımda belirlenmiş birtakım terimler vardır. Bu terimler; atıf (reference), ön varsayım
(presupposition), ima (implicature) ve çıkarım (inference) gibi terimlerdir.
Guy Cook ise (1989, s. 14-21) söylemin bağıntılarıyla ilgili biçimsel ve bağlamsal olmak üzere iki bağıntıdan söz eder. Bazı durmalarda dilin belirli bir uzanımının (diğer kelimeler ya da söylem ile) nasıl bir araya geldiği ve nasıl bir bütün
oluşturduğunun görünümüyle ilgilenir, fakat bu durum bu uzanımda bir cümlenin dahi kabul edilebilirliği için bir açıklama getirmez. Ona göre söylemi açıklamak için dilin dışındaki (durum gibi, insanların ne biliyor ve ne yapıyor olduklarını
da hesaba katma gibi) özelliklere de bakmak gerekir. Bu gerçeklikler, bir bütün olarak bir anlamlılığa sahip olan söylemi yani bir dil uzanımı inşa etmenin olanağını
sağlar. Bununla birlikte bir söylemde cümlelerin doğru ya da yanlış olduğunu fark
etmeyi dil dışı gerçekliklere bakmaksızın gramer bilgimizle yaparız.
Dil yanlışlarını ilk olarak bağlamsal yani dilin dışındaki gerçekliklere gönderme yaparak ya da ikinci olarak biçimsel yani dilin içindeki gerçekliklere gönderme
yaparak iki yöntemle tanımlayabiliriz. Cook da yancümleler ya da cümleler arası
biçimsel bağıntılara bağıntı ögeleri (cohesive device) der, onları yedi kategoride inceler: Fiil biçimi (verb form), aynilik (parallelisim), atıf ifadeleri (referring expressions): önceye atıf (anaphora), sonraya atıf (cataphora); tekrar ve kelime zincirler
(repetition and lexical chains); değiştirim (substitution); eksiltme (ellipsis); bağlaç
(conjunction). Cook burada yaptığı bu ayrımla bağlamı sadece dış fiziksel bağlam
olarak algılamıştır. Metin içi bağlam kavramı yerine biçimsel bağıntı (formal links)
kavramını kullanmıştır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 299
McCarty (1991, s.35) gramatikal bağdaşıklık ve metinselliği tanımlarken sözlü ve yazılı söylemlerdeki sözcelemeler, cümleler ve yan cümleler arasındaki dil
bilgisel bağlantıyı sınırlandırarak üç ana bölüme ayırır: (i) Atıf (reference) ya da
eşgönderim (coreference) (bk. Brown and Yule 1983, s. 192), (ii) Eksiltme (ellipsis)/ değiştirim (substitutions), (iii) Bağlaçlar (conjunctions). Buradaki temel soruyu Gee (2011a, s. 19) sorar: “Birbiriyle bağıntılı ya da bağıntısız olan dilin bu
parçaları nasıl oluşturulur ya da bir şeyi diğer şeyle ilişkili ya da ilişkisiz yapma,
nasıl gerçekleştirilir?”
Gee (2011, s.128-129) söylem dil bilgisinin ön hazırlık, ön başlığında bağdaşıklık kavramını açar: Bu kavram temel cümlelere katkı sağlayan yan cümlelerin
metodolojisi hakkındadır fakat konuşur ve yazarlar cümleler içinde pek çok bağlantılı yan cümleler inşa etmek zorundadır. Onlar yazılı ve sözlü olan tüm metinler arasında cümleler birbiriyle irtibatlandırılmalıdırlar. Bağıntı ögeleri (cohesive
device) olarak isimlendirilen bu bağıntılar (connections), okuyucu ve dinleyici için
bir iletişimde cümleler arasındaki ilişkilere işaret eder. Onlar yazılı ve sözlü iletişimi gerçekleştiren onu bir arada tutan (hangs together) şeylerdir (coheres).
Gee’ye göre altı ana bağıntı ögesi vardır: 1. Zamirler (Pronouns), 2. Zarflar
ve miktar zarfları (Determiners and Quantifiers,) 3. Değiştirim (Substitution), 4.
Eksiltme (Ellipsis), 5. Kelime bağdaşıklığı (Lexical cohesion), 6. Bağlaçlar (Conjunctions, adjunctive adverbs, and other conjunction-like links).
Söylem analizinin en önemli kavramlarından biri atıf/gönderim (reference)’dir.
Atıf, söylem analizinin cümleler arası biçimsel incelemesinin ana meselesidir. Genellikle zamirlerle ilgilidir. Gösteren olarak olmayan fakat gösterilen olarak var
olan boş/görünmez atıflar (zero anaphora) da vardır. Bilindiği gibi bağlantının olmadığı yerde anlam yoktur, iletişim yoktur. Atıf cümleler arası bağlantıyı sağlayan
iç, dış; görünür, görünmez; önceli, sonralı ilişkileri, biçimsel, dizimsel hem de anlam özellikleri olan cümle ötesi birimlerdir.
Kendi gerçeklikleri içinde anlam bilimsel olarak yorumlanabilir olanın yerine geçen ögeler, imaları için başka bir şeye işaret ederler. Bu ögeler; bireysel
(personal), işaretleyici zamir/sıfat (demonstrative) ve derecelendirici/karşılaştırıcı
(comparative)’ ögelerdir. Gönderim ilişkisinde, bu iki ilişkiyi sağlayan gönderim
ögelerinin (reference items) metinle ilgili salt kendilerine ait bir anlamsal yorumlamaları yoktur. Gönderim ögeleri, anlamsal yorumlarını bir diğer ögeyle kurdukları gönderim ilişkisiyle kazanır (Uzun, 1995, s. 36).
Söylem analizi bir bakıma işaretleyici temelli bir yaklaşım benimser. Bu nedenle göstericiler/işaretleyiciler sözcelem veya metin analizlerinde çok önemlidir.
Bağlamdan belirlenmesi gereken tüm atıf kelimeleri göstericidir. Bilinen insanlarla
300 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
ilgili göstericiler: (ben/beni/bana, sen/seni/sana, o/onu/ona, biz/bizi/bize; siz/sizi/
size, bunlar/onları/onlara); mekânla ilgili göstericiler: (bura+da/şura+da/ora+da,
bu/ şu); zamanla ilgili göstericiler (şimdi/sonra “yarın, bugün”). Bu kelimeler değiştiriciler (shifters) olarak isimlendirilir. Örneğin; “Ali çikolata ve kek sever” ifadesine bir bakalım. Bu cümlede geçen Ali, çikolata ve kek kelimelerini dinleyici
bilecektir, çünkü dinleyici Ali’yi tanıyordur ve çikolata ve kek nedir biliyordur.
İfade “o onu sever” şeklinde değiştirilirse, “o” kişi zamirinin kime gönderme yaptığı ya da “onu” işaret zamirinin neye gönderme yaptığı sözceleme ortamından ya
da metin önceden takip edilmemişse yapıdan tam olarak bilinemez. İşaretleyiciler,
yazma ve konuşmada bağlam için bağıntılardır. Eğer dinleyiciler bağlamsal bilgiyi
kullanarak işaretleyicilerin neye gönderimde bulunduğunu doğru bir şekilde keşfedemezlerse onun ne anlama geldiğini bilemez ya da onu yanlış anlarlar. Başka
bir deyişle konuşurlar, işaretleyicilerin/gösterenlerin dinleyiciler için ne anlama
geldiklerini bildiklerini farz ederek kullanmış olurlar. Meselenin biraz daha anlaşılması için iki örnek daha verilebilir. Örnekleri ve açıklamayı Gee’den takip edelim. “John içiyordu, bu yüzden onu eve götürdüm.” ve “John çok hızlı içiyordu ve
içkiyi tişörtünün her yerine damlattı.” Birinci örnekte her bağlamda pek çok kişi
onun içtiği şeyin alkol olduğunu anlayacaktır, fakat ikinci örnekte lekeler herhangi
bir içecek kaynaklı olarak algılanabilir. Bu sebeple gizli göstericinin/işaretleticinin (non-deictic) belirgin bir şekilde ne anlama geldiği bağlam kullanımının diğer
unsurlarına bağlıdır (Gee, 2011a, s. 9 ). Yani, sarhoş olan bir kişinin nasıl bir davranış sergilediği herkesçe malum olduğu için, içkili birini görenler onun sarhoş
olduğunu anlayabilir. Buna karşın içtiği içeceği üzerine döken birini o anda gözü
ile görmeyen biri tam olarak olay anında neler olduğunu bilemez. Bir modelleme
daha yapmak mümkündür. “Kahve döküldü, paspas al!” diyen biri, kahve ve bir
sıvı (döküldüğü için) hakkında bilgi vermiştir. “Kahve döküldü, süpürgeyi getir!”
diyen biri, sıvı olmayan kahve zerrelerinin halıya döküldüğü bilgisini vermiştir,
çünkü dinleyici sıvının süpürülmediğini ancak tozun süpürüldüğünü bilir. Burada paspas veya süpürge kelimeleri bağlam olarak hizmet eder ve kahvenin ne
anlama geldiğini bize anlatırlar.
“OYUNCU” ADLI HİKÂYEDE KÜÇÜK YAPININ SÖYLEM ANALİZİ
Buraya kadar sistemli işlevsel dil bilimi, söylem analizi ve metin dil biliminin
benzer ve farklı tarafları üzerinde durduk. Genel ilkeler ve ortaya atılan fikirleri
ana hatları ile ortaya koyduk. Bu bölümde sistemli işlevsel dil bilimi temelinde
Ayşe İlker’in yazmış olduğu “Oyuncu” hikâyesindeki gösterici/işaretleyici görünümleri üzerinde duracağız.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 301
1. Gösterici / İşaretleyici (Deixis):
Dil biliminde deiksis (göterici/işaretleyici) genel sözcüklerin ve ifadelerin
bağlam içinde belirli bir zamana, yere veya kişiye atıfta bulunmak için kullanılmasıdır: Örneğin “dün”, “bura” ve “siz” sözcükleri. Sözcükler; anlamsal anlamları
sabit ise, ancak gösterilen anlamları zamana ve/veya yere bağlı olarak değişiyorsa
göstericidir/işaretleyicidir. Tam olarak anlaşılması için bağlamsal bilgi gerektiren
sözcükler ya da ifadeler (zamirler, yer tamlayıcıları gibi) göstericidir. Göstericiler/
işaretleyiciler, art gönderim (anaphora) ile yakından ilişkilidir.
Müdür de zaten yenilikçi bir adamdı, [onun] memurlarına sahip çıkan, onlara değer verip [onları] gözeten bir idareciydi. Öyle görünüyordu ve kanaati de
buydu. Ondan kötü bir düşünce sadır olma ihtimali hiç [onun] aklına gelmemişti.
(O:24)
Burada “ondan” zamiri cümlenin başındaki “müdür”e gönderim yapan insanlarla ilgili göstericidir. Ayrıca “onlara” zamiri kendisinden önce gelen, yan
cümledeki “memur”larına gönderim yapan insan göstericisidir. Bunun yannda
“memur+ları+n+a” kelimesindeki iyelik eki “+ları” da kendinden önce metinde
olmayan gösterici [onun] zamirine gönderimde bulunmaktadır. Bu “onun” zamiri,
olmayan gösterici olarak yine “müdür” ismine gönderim yapan insan göstericisidir. Dahası “akl+ı+n+a” sözcüğündeki +ı iyelik eki kendisinden önce bulunması
gereken olmayan gösterici [onun] zamiriyle tahkiyenin öznesi oyuncuya gönderim yapmaktadır. Son olarak “Öyle” ve “bu” göstericileri de müdürün yenilikçi bir
adam, memurlarına sahip çıkan, onlara değer veren, gözeten bir idareci olması söz
edimlerinin bütününe gönderim yapmaktadır.
(...) Önce afalladı. Oyun yazılımını pazarlamak düşüncesi hiç aklından geçmemişti. (...) Çocuklarının hep yabancı kaynaklı oyunlarla bilgisayar başından
kalkmadıklarını önceleri çok kınıyordu. Ama sonra üzerinde çok çalışıldığını,
her türlü bilginin bunlar üzerinden aktarıldığını görünce, içinde ukde olarak kalan “yaratıcı mühendis adam” rolünü, postane teknisyeni olarak denedi.
Çocukları olmasaydı bu oyunları nereden bilebilir ve ucundan kıyısından bir
şeyler bulma arzusuna nereden ulaşabilirdi. (O:23)
Oyuncu adlı hikâyede zaman göstericisi olarak önce ve ama sonra’dır. Bilineceği gibi önce ve sonra zaman belirteçleri bir zaman çizgisinde gösterdiği zamanın
konumuna göre zamanı göreceli olarak gösterebilir. Burada anlatı zamanı içinde
tahkiye öznesinin hal dönüşümünü zıtlık bağlaçı yardımıyla da göstermektedir.
Önce ve önceleri zaman belirteçleri hayatının geçmiş zamanındaki belirsiz bir za-
302 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
man dilimine gönderimde bulunurken ama sonra zaman belirteci yine bu zaman
noktasından daha ileri belirsiz bir öte zamana gönderim yapmaktadır.
Ayrıca “Çocukları olmasaydı bu oyunları nereden bilebilir ve ucundan kıyısından bir şeyler bulma arzusuna nereden ulaşabilirdi.” cümlesindeki “bu oyunları” sıfat tamlamasının geçtiği cümleyi kendinden önce gelen paragraftaki sözcelemeyi okumadan hüküm verecek olan bir okuyucu “oyunları” kelimesini bir
bilgisayar oyunu olmadığını, bir çocuk oyuncağı olduğunu düşünebilirdi.
Atıf, müşterek olarak oluşturulan metnin (co-text) gramatik ve anlamsal bir
bütünlük içinde nasıl meydana getirildiğini gösterir. En temel olarak atıfı iç ve dış
atıf olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Dış atıfta (exephoric reference) anlamlandırma
metnin dışındaki bağlama dayanır. İç atıflarsa (endophoric refereance) daha çok
zamirlerle ve onların anlamlarını işaret ettikleri metindeki diğer ögelere gönderimde bulunulur. İç atıf iki tipte karşımıza çıkar. Eğer bir metinde önceden ifade
edilmiş yer, zaman, kişi ve nesneleri temsil eden kelimelere gönderimde bulunan
“onlar”, “bu” vb. zamirlere önceye atıf/ art gönderim (anaphora) denir. Diğer iç
atıf türü ise bunun zıttı olan sonraya atıf/ön gönderim (cataphora) dir. Önceye atıf
(anaphora) geriye gönderimde bulunurken sonraya atıf (cataphora) ileriye gönderimde bulunur. Özellikle şunu belirtmeliyiz ki sonraya atıf işlevsel ya da stratejik
olarak okuyucuyu meraklandırmak için kullanılmış stilistik bir seçimdir.
Ayrıca çağrışımsal iç atıftan (associative endophora) söz edebiliriz. Cümleler
arası ad öbeklerinin birbirleriyle çağrışım ilişkisi içinde bulunmasına verilen bir
addır. Örneğin bir paragraftaki cümlelerde geçen ön varsayımsal havuz (presuppositional pool) olarak da tanımlanan isim öbekleri vardır. Örneğin öğrenci, öğretmen, sıra, akıllı tahta, kitaplar, kütüphane vd. Cümleler arası bu çağrışımsal iç
atıf ilişkisi hem iç atıf hem de dış atıfla ilişkilidir. Çünkü o kısmen metnin içinde
önce ve sonra gönderilen bilgi ile ilgili olmakla beraber metnin dışında kısmen
everenselliklerle ilgili olan durumlarda kişiler arası bağlam ya da kültürel bilginin
artalanına dayanır (bk. Cutting, 2002: 11).
2. Önceye Atıf/ Art Gönderim (Anaphora)
Art gönderim (Fr. anaphora) kavramı; gönderge, metinsel bağdaşıklık (Fr.
cohesion textuelle) ve izleksel gelişme (Fr. progression thématique) kavramları ile
ilgilidir. Yine artgönderimsel ilişkilerin incelenmesi metin dilbilgisi ve söylem çözümlemesinin temel konuları arasında yer alır (Günay, 2000, s. 76).
Önceye atıf gramerin bir nevi genişlemesinin göstergesidir. Bir metnin içinde cümlelerin birbiriyle nasıl bir anlam/temsil ilişkisi içinde olduğunu gösteren
önemli bir cümle ötesi biçimsel bağıntı birimidir. Bu ilişki yukarıda da belirttiği-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 303
miz gibi daha çok zamirlerle gerçekleştirilir. Ben ve sen bir ve ikinci tekil, biz ve
siz bir ve ikinci tekil - çoğul zamirleri katılanların etkileşimine gönderimde bulunurken üçüncü tekil o zamiri çoğu zaman bir metindeki kişi ve nesnelere, aktarım
cümlelerindeki dolaylı anlatımlara gönderimde bulunur. Bazen de ifade edilen bir
cümleye, bir paragrafa, bütün bir konuya göndermede bulunabilir.1 Bunların dışına işaret sıfatları, ilgi, iyelik, çokluk ve belirtme durum ekleriyle de önceye atıfta
bulunulabilir. Dolayısıyla önceye atıfla kendisinden önce söz edilen yer, zaman,
kişi, nesne ve konu ve olaylara gönderimde bulunur.
“Oyuncu” Adlı Metinde Önceye Atıf/ Art Gönderim (Anaphora)
Görünümleri
Üniversite sınavlarına hazırlanan birer buçuk yaş aralı iki kızıyla test sorularının zorluğunu kolaylığını konuştu. Onları mühendislik alanlarına heveslendirmeye çalıştı. (O:22)
Burada önceye atıf (anafor), altı çizili sözcüklerde görüleceği üzere “onları”
zamiri ile kendinden önceki cümlede geçen “iki kız” söz öbeğine gönderim yaparak iki cümle arasındaki bağlaşıklığı sağlamaktadır.
Görünmeyen, milyonda bir bakışla sezilebilecek bir girdabın içine düşmüştü
oysa. Derin, ince burgularla burulan ve içinin her yerine dağılan bir girdabın. Ne
anlatılabilecek ne de yorumlanabilecek bir şeydi bu.(O:22)
Buradaki önceye atıf (anafor), işaret zamiri “bu” ile üç cümlede anlatılan konuya, tahkiye öznesinin içinde yaşadığı girdaba, gönderimde bulunmaktadır. Ayrıca bu üç cümle de geçen “girdap, içine düşmek, derin, iç, burgu, burulan, dağılan”
kelimeleri ve söz öbekleri arasında çağrışımsal iç atıftan (associative endophora)
söz edebiliriz ya da diğer özel bir adıyla bunlara ön varsayımsal havuz (presuppositional pool) diyebiliriz.
1
Aktarım cümlelerindeki önceye atıfa örnek: “Masada Orkun’dan bir not vardı.” “O, yarın
Manisa’dan ayrılıyorum” diye yazmıştı. Bu cümlede “o” zamiri aktarım cümlesinin sahibi olan Orkun’a gönderimde bulunmaktadır. Yukarıda önceye yapılan bir gönderimde
gönderim yapılan bütün bir konu olabilir demiştik. Örneğin: “i. Cemil her zamanki gibi
içkiliydi. ii. Yine arabasını kullanıyordu. iii. O, bir ağaca çarptı ve iki bacağını kırdı. iv. O,
benim için hiç de sürpriz değildi. Burada kullanılan üçüncü cümledeki “O” zamiri Cemil’e
gönderimde bulunurken dördüncü cümledeki o zamiri burada anlatılan konuya (içkili bir
şekilde araba kullanılarak gerçekleştirilen kazaya) gönderimde bulunmaktadır.
304 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
3. Sonraya Atıf/ Ön Gönderim (Cataphora/ Cataphoric Reference)
Sonraya atıf, kavramı; kapsamı henüz ifade edilmemiş sözcük, cümle ve cümle ötesi birimlere gönderimde bulunan atıf türüdür. Zamirli, sıfatlı ya da gizli/sıfır
[ø] atıftan sonra ikinci ya da devam eden cümlelerde kimliğinden, özelliklerinden
ya da kendi isminden söz edilirse bu tür atıf sonraya atıftır. Nerede kastedilen bir
kavram, bir nesne (referent/gönderge) saklanmış, alıkoyulmuş ise orada sonraya
atıftan (cataphora) söz edebiliriz. Bu okuyucunun dikkatini çekmek için klasik bir
ögedir. Göstergeler (referents) metnin oldukça uzun bir şekilde yayılımı için alıkoyulabilir (McCarty, 1991: 36). Önceye atıfa metinlerde sıkça rastlanırken doğası
gereği sonraya atıfa metinlerde nadiren rastlanır. Sonraya atıf devam eden metni
gösterir (pintin to ‘the following text’) (de Beaugrande, 2002, s. 392).
Önceye atfın işlevi bir metinde önce gelen ifadelerden kopya edilerek özelliklerin geriye dönük olarak çalıştığını söylemek içindir. Sonraya atıf ögeleri ise ön
biçimler olarak ileriye dönük olarak çalışır (Widdowson, 2007, s. 47).
İster önceye atıf olsun ister sonraya atıf olsun bu birimlerin her biri metini
bir arada tutan geriye ya da ileriye dönük cümle ötesi anlam birimsel parçalardır.
“Oyuncu” Adlı Metinde Sonraya Atıf/ Ön Gönderim (Cataphora ) Görünümleri
“[Ø]Yemeden içmeden kesilmedi. [Ø’nun]Uykuları dağılmadı. [Ø] Akşam
yattı, [Ø] sabah uyandı. [Ø’nun] Konuşmaları, [Ø’nun] sohbetleri, günlük hayatın
“Al-ver, gel-git, dur-kalk”ları da devam etti. (...) [Ø’nun] Arkadaşları, [Ø’nun] ailesi, [Ø’nun] çalıştığı postanedeki memurlar... Hiçbiri onda tuhaf bir hal sezmedi.
(...) [Ø] Hepsine güler yüzle, hatır sorarak mukabele etti. (...) [Ø] İşten eve döndüğünde [Ø’nun] karısına her zamanki gibi sordu.” (O2:21)
Oyuncu adlı hikâyeden alınan yukarıdaki kesit, hikâyenin baş kısmıdır. Yazar, hikâyenin öznesini başta tanıtmamış, gizli öznelerle saklayarak gizem oluşturmaya çalışmıştır. [Ø] imi ile temsil ettirdiğimiz O zamiri ve -ları, -leri, -ı, -sı iyelik
eklerinin kendinden önce gelmesi gereken düşmüş tamlayanları [Ø’nun] olmayan
göstericilerdir (non-deictics). Burada “olmayan göstericiler” ve “onda” zamiri sonraya atıf örnekleridir. Hep aynı tahkiye öznesi (oyuncu ya da postacıya) gönderme
yapmaktadır. Cümleler ötesi bağlaşıklığı sağlamaktadırlar.
2
Burada “Oyuncu” adlı hikâye, “O” kısaltması ile verilmiştir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 305
4. Eksiltme (Ellipsis)
Eksiltme, söylem gramerinin önemli bir unsuru ya da diğer bir ifadeyle metnin diğer bir bağlaşıklık öğesidir. Bir metinde, bir konuşma anında eksiltme niçin
gerçekleştirilir? Daha önce kendisinden söz edilmiş olan herhangi bir kelime, kelime öbeği tekrarının lüzumsuz olması ya da metnin/söylemin üretiminde katılanların dâhil olduğu dil dışı bağlamın bütün yönleriyle dile getirilmesinin gereksiz
olması ve dilin yapısındaki en az çaba yasası gibi sebepler eksiltmenin yapılması
için yeterli nedenlerdir. Ama bunlara ideolojik tercihlerden kaynaklanan nedenleri de ekleyebiliriz. Burada öncelikle şunu da belirtmeliyiz ki Türkçenin cümle ötesi
birimlerdeki eksiltme yapısı doğal olarak diğer dillere benzer olmasının yanında
farklı özellikler de sergilemektedir.
Özellikle Türkçenin sondan eklemeli yapısı onu daha özne eksilten bir dil
olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu özneler, daha çok isim ve isim soylu kelime ve
kelime gruplarıdır. Ayrıca bir takım hal ekleri, zamir n’si ve iyelik ekleri eksiltilen
kelimeler yerine aynı gönderme işlevini bulundukları cümlelerde bu görevi yerine
getirmektedirler. Ör: “Pakize bu kitabı yazdı. Daha sonra şunu yazdı.” Sözceleme anında elinde tuttuğu ya da işaret ettiği diğer kitabı göstereceğinden özellikle
şu+n+u zamir n’si ve yükleme durum ekini alan sözcükten sonra kitabı kelimesi
sıfırla nöbetleşmiş, cümleden çıkartılmıştır. Türkçede fiil eksiltmesine de örnek
gösterilebilir: A: “Yüzüyor musun?” B: “Evet,” Yüzen kişi B’nin verdiği cevapta
muktezayı hal yaşandığı ya da gerek duyulmadığı için “evet” kelimesinden sonra
bir daha “yüzüyorum” çekimli fiili kullanılmamıştır.
Görüleceği üzere söylemde ya da metindeki bu gramatik bağlaşıklık birimi
eksiltme, gerekli olmayanı çıkarma girişimidir. Bir metinde önceden söz edilen
kelimelerin sonraki cümledeki farz edilen elementlerinin çıkartılmasıdır. Kimi zaman henüz söylenmiş olan bir yan cümleciğin ya da bir kelimenin değiştirimini
sağlamak için herhangi bir gereksinim duymayız ve biliriz ki eksik bırakılan kısım
başarılı bir şekilde tekrar üretilebilir (Cook, s. 6). Gee (1999, s. 192) ise önceden
gelen cümleye dayalı olarak tahmin edilebilir olan bilginin (o bir anlaşmanın işaretidir) bulunduğu yeri hiçbir işaretle göstermeyecek şekilde çıkartarak oluşturulan
boşluk eksiltmedir, diye tanımlar. Çünkü ona göre biz önceki cümleden düşünce
yoluyla çıkarttığımız bilgiyi tekrar kullanırız, bu yönüyle eksiltme bir bağlantı aletidir.
Fairclough (1992, s. 176) bu bağlantı aletini metnin diğer bir bölümünden
keşfedilir bir biçimde çıkartılan materyaller olarak ya da onu metnin iki bölümü
arasında bağlaşıklık linki oluşturan değiştirim kelimeleri ile tekrar yer alma olarak
306 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
tanımlar: “spades” eksilmesine “Why didn’t you lead a spade?’ - ‘I hadn’t got any”
ikinci sözcede “spade” kelimesi eksiltilmiştir.
Eksiltme, varsayılabilir bağlamlarda gruplar, yan cümlelerin bir kısmı ya da
bir yan cümleyi çıkarmak üzere bir takım kaynaklara gönderimde bulunur. İngilizcedeki karşılıklı konuşmalarda cevaplar genellikle bu şekilde eksiltmelere dayanır: “ -Did they win? – Yes they did.” İngilizcenin de dâhil olduğu bazı dillerde bir
eksiltiye gönderimde bulunan yer tutucuları dizisi bulunur (Martin, 2001, s. 36).
Ama yine de burada şunu da yeniden hatırlatmak gerekir ki bizi ilgilendiren
şey, sözcük öbeklerindeki eksiltmeler değil; bu eksilmelerin cümle ötesi birimlerdeki etkileri, işlevleri ve iletişime sağladıkları katkılarıdır.
“Oyuncu” Adlı Metinde Eksiltme (Ellipsis) Görünümleri
“[Ø]1 Çocuklarının birer birer avluya döküldüğü [Ø]2 okul dönüşlerinde,
[Ø]3 ellerinden çantalarını aldı, sırtlarından ceketlerini. [Ø]4” (O.21)
Burada [Ø] imi ile gösterdiğimiz yerlerde iyelik eki ve zamir n’si almış tamlananlardan önce tamlayanların eksikliği açıkça görülmektedir. [Ø]1’deki eksilteme ile “kendi çocuklarının/onun çocuklarının” kendi ya da onun zamirlerine
dolayısıyla tahkiye öznesine gönderim yapılmaktadır. [Ø]2 ve [Ø]3’te “onların
okul dönüşlerinde ve onların ellerinde” eksiltmeleriyle tahkiye öznesinin çocuklarına gönderme yapılmıştır. Biz cümle ötesi bu anlamları iyelik ekleri ve zamir
n’lerinden çıkartıyoruz. Ayrıca birden fazla fiilimsisi ve yüklemi olan bu sıralı
cümle de bir de fiil eksiltmesi görüyoruz. [Ø]4 ile işaretlediğimiz yerde bir önceki
sıralı cümlenin yüklemi “aldı” eksiltilmiştir: aslında şöyle olmalıydı: “sırtlarından
ceketlerini aldı.” Dilin en az çaba yasasından yararlanarak yazar burada tekrara da
düşmemek için ikinci “aldı” çekimli fiilini eksiltmiştir.
“Müdür, onun bu yazılımını çok beğenmiş ve [Ø]1 kendi bilgisayarının belleğine de kaydetmişti. Ama asla ve asla [Ø]2 bir şirkete satma veya [Ø]3 pazarlama
sözü etmemişlerdi.” (O. 23)
Burada bir araya sıfat alan isim tamlaması eksiltilmiştir: onun bu yazılımını.
[Ø]1’de belleğine kaydettiği şey “onun bu yazılımı”dır.[Ø]2 ve [Ø]3’te satma ve
pazarlama sözü ettiği şey yine “onun bu yazılımı”dır.
“İçini daraltan [Ø]1 ve sıkıntılarını sıkıntı burgularını çoğaltan diğer bir mesele ise yazılımın kendisine ait olduğunu ispat edemeyecek oluşuydu.” (O. 24)
Bilindiği üzere sıfat fiilli yapıların önlerinde isim ya da isim öbekleri bulunmak durumundadır. Yukarıdaki birleşik cümledeki “daraltan ve çoğaltan” fiilimsileri “diğer bir mesele” sıfat tamlamasına bağlanmaktadır. Dil iktisadı amacıyla
[Ø]1’de bir eksiltme yapılmıştır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 307
“Sanki kendisini yöneten iki insan vardı beynin içinde. Biri,[Ø]1 sürekli olarak zekasını ve emeğini kullanan adama karşı duyduğu öfkeyle kabaran [Ø]2 ve
öfkenin gereği gereğini yapma yollarını arayan delikanlı bir adam; öbürü [Ø]3
dünyada bugüne kadar ne haksızlıklar yapıldı, kimlerin emekleri sömürülmedi
ki benim sömürülmesin diye gevşeyip yere serilen [Ø]4 adam. (O. 25)
Yukarıdaki metinde ise hem önceye atıflı hem de eksiltme yapan bağıntı ögeleri mevcut. Bir sıfat fiilli yan cümle, ortak bir sıfat tamlaması öbeğine bağlanmıştır. Ayrıca cümlelerin olumlu veya olumsuz anlam akışlarıyla ilgili tek bir ideolojik
eksiltme yapılmıştır. Şimdi bunları açmaya çalışalım. Öncelikle biri ve öbürü kelimeleri ilk cümledeki iki insan ile bağlantılı ve o iki insanı açıklamaktadırlar fakat
görüleceği üzere [Ø]1 ve [Ø]3’te bulunması gereken “insan” kelimeleri eksiltilmiştir. [Ø]2’de işaretlediğimiz “kabaran” sıfat fiilinden sonra da “delikanlı bir adam”
eksiltmesi yapılmıştır. Yine dil iktisadı amacıyla her iki sıfat fiilli yan cümleler
için “kabaran ve arayan” ortak kullanılmıştır. Bir de [Ø]4’de yapılan eksiltme “delikanlı” kelimesidir. Yukarıda söz ettiğimiz gibi bu eksiltme ideolojiktir. Yazarın bir
seçimidir. Çünkü buradaki cümle bağlamında mücadele etmeyip vazgeçen adam,
yazarın zihin yapısında delikanlı değildir.
5. Değiştirim (Substitution)
Söylem bize bir menü sunar ve biz o an ki toplumsal ve kültürel şartlara, otoriteye uyum veya başkaldırı durumlarına göre aynı anlam alanından olan kelimelerden seçim yaparız. Muktezayı hale mutabık söz üretimi yaparız. İşte tam bu
noktada cümleler arası başka bir bağdaşıklık terimi değiştirim ortaya çıkar. Değiştirim aslında söylemde bir nevi manevra aygıtıdır. Muhatabın algılayış yaşı, eğitim
seviyesi, ideolojisi, ruh hali vb değişkenlere göre kullanılır. Bu aygıt umumiyetle
ideolojik olarak kullanılır.
Fairclough, ifadelerin cümlelerde aynı pozisyon, aynı gramatikal yapılar ve
diğer cümlelerle aynı şekilde değiştirim ilişkileri içinde olduğunu söyler. Dolayısıyla ifadeler yoğun değiştirim ilişkileri içindedir. Örneğin “militanlar” ve “yıkıcılar” diğer cümlelerde birbirleriyle ilişkilidir. “Endüstrilerimizi bozmak isteyen
militanları görmeliyiz.” “Kurumlarımızı ortadan kaldırmak isteyen yıkıcılara karşı
milletimiz kendini korumalı”. İfadeler bir metinde değiştirim ilişkileri içinde oldukları zaman onlar arasında semantik ilişkiler kurulur. A, B’yi işaret eder. B de
A’yı işaret eder. Ya da A, B’yi işaret eder, fakat B, A’yı işaret etmez. Burada yöntem, politik ve toplumsal öneme göre yapılacak seçimde şifre sözcüklere odaklanır
(1992, s. 32).
308 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Şu ana kadar söylemin küçük yapısının analizi yani bağlaşıklık analizi hakkında söylediklerimizi toparlayıcı özellikte tanımlamalar için Halliday’e başvuracağız. Halliday’e göre atıf (reference), anlam elementleri arasında bir link oluşturarak bir bağlaşıklık (cohesion) oluşturur. Göndergenin (referent) aynı zamanda
kelime düzeyinde bir işletim olanağı vardır. Bu iki biçimde karşımıza çıkar: eksiltme ve değiştirim. Değiştirim bir “sistemli varyant” olarak yorumlanmaktadır. Eksiltme bir metinde daha önce geçen bir şeyi varsayabildiğimiz zaman, bir yapının
parçalarının olası bir şekilde çıkarılmasıyla yapılır. Verici ve alıcıya birbiriyle karşılaştırılabilen herhangi bir şey üzerine odaklanma imkânı tanıyan bir sürekliliği
gösterir. Bağlaçlar, atıf, değiştirim ve eksiltme leksik öğelerinin seçimi boyunca
başarılan ve kelime hazinesi içindeki leksik bağlaşıklık işletimi, kelime dil bilgisi
alanı içindeki tutarlılık kaynaklarıdır (2004,s. 535).
Yine ona göre atıf, anlamda bir tür ilişkidir. Atıf aygıtı, önceye atıfta bulunduğunda (anophoric) o önceki metinde kendisinden söz edilen bir şeyle ilişki kurar.
Bu, atıf aygıtına yorumlanmak için olanak tanır. Ya atıf ile özdeşlik ilişkisi içinde
ya da ondan farklılık gösterir. Metinde diğer bir önceye atıf (anophoric) seçim biçimi de bizim bir yerde anlamı çıkartılmış bir şeyin anlamını ön varsaydığımız
bu eksiltme tarafından gerçekleştirilir. Eksiltme gibi bütün bağlaşıklık birimleri
söylemin semantik yapısına katkı sağlar. Fakat eksiltme semantik ilişkiden çok bir
leksiko-gramatik bir ilişki kurar. Eksiltme, kesin bir gramer yapısı içinde devam
eden bilginin metinsel durumunu işaret eder. Yapının eksiltilmesi, elementleri devam eden bilginin çevresinde karşılaştırmalı olarak olgunun durumu verilmiştir
(2004, s. 562).
Değiştirim fonolojik olarak dikkat çekmeyen ve herhangi bir şeyin atlanmış
bir şekilde yer tutuğunu gösteren bir cihaz olarak hizmet eder. Eksiltme ve değiştirim aynı bağlaşıklık tipinin varyantlarıdır. Sadece eksiltme ile mümkün olan
birtakım gramatik bir çevrenin yanında sadece değiştirim ile mümkün olan gramatik çevre de vardır. Halliday İngilizcede eksiltme ve değiştirimin üçü ana bağlamı olduğundan söz eder: i cümle/ yan cümle öbeği, ii fiil öbeği, iii isim öbeği
(2004, s. 563).
“Oyuncu” Adlı Metinde Değiştirim (Substitution) Görünümleri
“Arkadaşları, ailesi, çalıştığı postanedeki memurlar... Hiçbirii onda tuhaf bir
hal sezmedi. (...) Hepsinei güler yüzle, hal hatır sorarak mukabele etti.”(O:21)
Burada “hiçbiri” sözcüğü ile “hepsi” sözcüğü yer değiştirmiştir. Çünkü bilineceği üzere cümlelerde özne yüklem uyumu vardır. Olumsuz cümleler öznede hiçbir öznesini isterken olumlu cümleler hepsi öznesini ister. Bu yüzden ikici
cümlenin özenesi “mukabele etti” olumlu olduğu için cümle ötesi birimlerde aynı
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 309
anlam taşıyıcısı olan bu iki belgisiz zamir: hiçbiri/hepsi (Arkadaşları, ailesi, çalıştığı postanedeki memurlar...) aynı zamanda önceye atıf işlevi de görmektedirler.
“Karısınai, pişirdiği yemekler için iltifatlar, teşekkürler etti. Yemekten sonra,
ikiz oğlanlarla al tekke ver külah güreştiler oturma odasındaki yün halının üstünde. Ne eşii ne de çocukları onun şefkatli, sıcak evcimen tavırlarından bir milim
azalmışlık hissedebildiler” (O:22)
Yukarıdaki altı çizili kelimelerde görüleceği üzere “karısına” ↔ “eşi” kelimeleri arasında bir isim değiştirim tipi olarak bağdaşık söz konusudur.
Hikâyenin değer nesnesi olan hikayenin birçok yerinede geçen oyun yazılımı başka şu şekillerde değiştirme uğratılmıştır: “oyun yazılımı ↔ yazılımı ↔ bu
yazılım ↔ bir yazılım ↔ yazılımının ↔ oyun ↔ bu oyunları- on yıllık emeğim
(O:22-23-25-26)
“Müdüri de zaten yenilikçi bir adam, memurlarına sahip çıkan, onlara değer
verip gözeten bir idareciydii.” (O:24)
Burada belirttiğimiz üzere birinci cümlenin öznesi “müdür” sonraki cümlenin yüklemi “idareci” ile değiştirim ilişkisi içindedir.
“İçini daraltani ve sıkıntı burgularını çoğaltani diğer bir mesele ise yazılımın
kendisine ait olduğunu ispat edemeyecek oluşuydu.”(O:24) “Kafasınınj ve yüreğinin içindekij sarsıntılar devam etti.” (O:25) Üzüldükçe derinleşti içndeki burgu
izleri;” (O:25)Bir paragraf sonra “ Sanki kendisini yöneten iki insan vardı beyninin
içindej .” (O:25)
Aslına bakılacak olursa aralarında neredeyse iki sayfalık mesafe bununan
bu cümleler arasında bağlaşıklık ilişkisi değiştirim aygıtıyla sağlanmaktadır: “İçini daraltani ↔ sıkıntı burgularını çoğaltani ↔ kafasının içindeki sarsıntılarj ↔
beyninin içindeki burgu izleri”. Bunlar neredeyse birbirinin anlamınınn yerini
tutacak değiştirimlerdir. Özellikle de en temelde “kafa ve beyin” kelimeleri yer
değiştirmiştir.
Bu hikayenin en can alıcı noktalarından biri de yazarın tahkiyenin sonunu da
bağladığı değiştirimdir. “Söz ambarındakii bütün kelimeleri talan ettij. (...) Yoktu,
uygun bir kelime bulamıyordu müdürünün kendine yaptığına. ihanetk, istismark,
fırsatçılıkk, fikri mülkiyet gaspık...” (O.26) Bedenini tatlı bir yorgunluk sararken,
kafasındai aradığıj o kelime grubu da düşmüştü sallanmakta olduğu dallardan:
“İnsafsız Oyuncul”” (O:29)
Bağlantının olmadığı yerde anlam yoktur. Aralarındanki gönderimsel mesafe
dört sayfa da olsa zihin bağlantıları tamamlıyor. Buradaki değiştirim aygıtı ilkinde meaforik olarak kullanılan ikincisinde gerçek anlamıyla kullanılan şu kelime-
310 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
lerdir: “Söz ambarındakii” ↔ kafasındai” . Bunun dışında fiil olan söz grupları
ve sözcükler arasında da değiştirim vardır: “talan ettij. ↔ aradığıj”. Bir de yazarın
zihin haritasında, dilinin seçme ekseninde birbirinin yerine geçebilecek olumsuz
çağrışımlı kelimeler de şunlardır: “ihanetk, istismark, fırsatçılıkk, fikri mülkiyet
gaspı”. Son olarak yapılan en zekice değiştirim hikaye ana kahramanı “oyuncu” ile
çatıştığı karakter müdürün sıfatının değiştirimidir: “İnsafsız Oyuncu”. Anlaşılacağı üzere buradaki oyuncu anlamı yazılımcı anlamda değil. İtibar suikastı anlamındaki oyuncudur.
6. Bağlaçlı Bağlaşıklık
Bağlantının olmadığı yerde hiçbir şeyden söz edilemez. Bu bağlantı en temel
anlamda anlamsal bağlantı ve gramer bağıntısı olarak ikiye ayrılır. Bir metni oluşturan cümle organizasyonu düzenleyen aygıtlardan biri de bağlaçlardır. Bu söylem
aygıtı daha çok kelime dil bilgisi (lexicogrammer) ile ilgilidir. Tabii ki öncelikle
belirttiğimiz gibi bu bağlantı semantiktir. Cümleler, önermeler, söz aktları, dile
getirmeler kullanımlarındaki koşullarına (yer, zaman, katılanlar ve sebeplilik) göre
birbiriyle fikir ilişkisi içindedirler.
Leyla S. Uzun (1995, s. 62) cümle ötesi birimler olarak kullanılan bağlaçlar
için şu görüşlere yer vermektedir: Geleneksel dilbilgisinde bağlaç olarak tanınan
öğeler, bağdaşıklığın kurulmasına biçimsel ve sözlüksel açıdan katkıda bulunan
dil bilgisel öğelerdir. Halliday ve Hassan, bağlaçların belirgin anlamları ile bağdaşıklığı kurduklarını belirterek sözlüksel yönlerine işaret ederler (1976, s. 226).
Araştırmacılara göre, bağlama yalnızca dil bilgisinin zorunlu kurallarıyla işleyen bir yapıyı değil, aynı zamanda iletişimsel etkileşimde, konuşucu/dinleyicinin
bağlamda kullandığı her türlü söz dizimsel biçimleri de içerir. Bağlama öğesinin
işlevini, metin üreticiye, metin dünyasının düzenlenmesi ve sunulması aşamalarında yardımcı olunması açısından değerlendiren Beuagrande ve Dressler, ayrıca
bağlayıcının bir metin etkinliğinin algılanmasındaki kolaylaştırıcı rolünü de vurgulamaktadır (1981, s. 74-5).
Böylece metin çözümlemesinde bağlamanın ve dolayısıyla bağlacın salt dil
bilgisel kurucu olarak görülmesine de karşı çıkmaktadır. Bağlaçlar ise bu geniş
alan içinde, BD’nin belirlediği dört ana bağlama türünden biridir.” Bu bağlaçlar
(Conjoinings), genel olarak kullanıldıkları yerlere ve işlevlerine göre (i) Salt Ekleme İşlevli Bağlaçlar, (Additive Conjoining), (ii) Zıtlık Bağlaçları, (Adversative
Conjoining), (iii) Neden -Etki Bağlaçları (Causal Conjoining), (iv) Zaman Bağlaçları (Temporal Conjoining) olarak tasnif edilmektedir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 311
Korkmaz (2003: 1124) Cümle bağlayıcısı niteliğindeki bağlaçları işlevleri açısından baskın olarak (i) “açıklama”, (ii) “sonuç bildirme” ve (iii) “üsteleme” bağlaçları olarak belirtir.
Van Dijk (1980: 53) geleneksel gramere göre bağlaçların anlamsal özelliklerine göre sekiz sınıfa ayrıldığını belirtir. Ayrıca bu tasnif, Banguoğlu (1976:390)
tasnifine çok yakındır. Bunlar: a: birleştirme (conjunction); b: ayrıştırma (disjunction); değişim (alternation); c: zıtlık, karşılaştırma (contrast); d: ayırma, seçenek
sunma (concession); e: şart (condition); f: nedensellik, sebeplilik (causality, reason);
g: sonuç belirtme (finality); h: durumla ilgili (circumstantial); zaman, yer, tavır
(time, place, manner)’dır.
İşsever (1996, s. 84-85), Halliday (1978, s. 48)’den yaptığı alıntılamayla cümlelerin üretimiyle ilgili işlevleri düşünsel işlev, yani en azından ifadelerin içeriğiyle
ilgi bir cümle de yargıda bulunmak; bireyler arası işlev, konuşanın kendisini bağlama katması ve son olarak metinsel işlev, cümlelerin kendisinden önceki ve sonraki yargılara yapıca bağlanmasını bağlaçlara uygulamıştır. Bu üç işlevi: düşünce
işlevini içerik işlevi ile kişiler arası işlevi katılım işlevi ile metinsel işlevi ise bağıntı
(relevance) işlevi ile eşleştirdikten sonra bağlaçları bu üç işlev kategorisi altında
tasnif etmiştir.
İşsever (1996, s. 85) bağlantı ögelerinin üç işlevinden söz eder. Bunlar yapısal
işlevler, metnin iç birimlerinin birbirine bağlanmasına katkı sağlayan yapı unsurları olarak bağlantı öğeleri işlevleridir. Anlamsal işlevler, metnin içindeki unsurların hangi anlamsal ilişkilerde nasıl birbirine bağlanması ile ilgili bağlantı ögeleri
işlevleridir. Kullanımsal işlevler, konuşucunun metinsel birimler arasındaki amaçlılık ve niyetliliğine yönelik özelliklerin baskın olduğu bağlantı öğeleri işlevleridir.
Dolayısıyla dilin cümle ötesi birimlerinde de bağdaşıklık ögelerinden biri
olan bağlaçlar, hem metnin yüzey ve hem de derin yapısında tutarlılığı sağlarlar.
Bağlaçlar, metin dışı bağlamın ve kişilerarası kullanım özelliklerinin ortaya çıkarılması bakımından da önemlidir.
“Oyuncu” Adlı Metinde Bağlaçlı Bağlaşıklık Görünümleri
Bu incelememizde cümle ötesi işlev gören bağlaçları -iki cümleyi, iki yargıyı
hatta varsa iki paragrafı bağlama işlevi olan bağlaçları- tasnif ediyoruz. Cümle
içinde isim ve fiilleri ve fiilimsileri bağlayan küçük leksik yapıdaki bağlaçları tasnif
dışı bırakacağız.
Eklemeli/Birleştirmeli/Ulamalı Bağlaçlar (Conjunction Copulative):
Bu hikayede “ve, de ne... ne, ne... ne de,” eklemeli bağlaçları cümle ötesi birimleri bağlamıştır.
312 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
“Ne anlatılabilecek ne de yorumlanabilecek şeydi bu” (O.22)
Metinsel ve anlamsal işlevde her iki yargıyı olumsuz hale getirerek iki yargıya
da eşit değerlendirme ile bakıp onları birleştiren bir bağlaç olarak kullanılmıştır.
“Biz, ablamların önerisine uyarak ne olur ne olmaz dedik ve kaynak kodunu
değiştirdik.” (O.28)
Metin içi olmakla birlikte bir diyalogun içinde kişilerarası işlevde kullanılan
ne... ne bağlacı insanın algılama otomatiğini bozmayan kült/tip bir yapı olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca buradaki ne.. ne bağlacı yüklemlerin, olur/olmaz,
anlamını olumsuza çevirmemiştir. Dahası “ve” bağlacı metinsel işlevde cümleleri
eşit ölçüde birleştirmektedir.
“Müdür onun bu yazılımını çok beğenmiş Ø ve kendi bilgisayarına, belleğine
de kaydetmişti.” (O.23)
Burada da eklemeli ve bağlacı cümleleri birleştirmekte ve birinci cümleden
önce -idi ek filini eksiltmiştir. Son cümledeki -ti ek fiili iki yüklem için ortak kullanılmıştır.
“Yapılmış aramaları tek tek gözden geçirdi ve bir ay önceki o konuşmanın
tarihini ve saatini hatırlayarak numarayı, not defterine yazdı.” (O.26)
“Hepsiyle selamlaştı, içeriye girdi ve orta bölümdeki ana bilgisayarı açtı”
(O.26)
“Eve gitmeli, ailesinin sabah telaşına isteksizce katılmalı ve biraz uzanmalıydı.” (O.28)
Yazarın genellikle üç cümleli birleştirimlerinde birinci cümleyi virgülle sıralı
hale getirdikten sonra ikinci ve üçüçüncü cümleyi ve eklemeli bağlacıyla birleştirdiği görülmektedir.
“Al-ver, gel-git, dur-kalkları da devam etti. Gökyüzünün maviliğine, toprağın
açıktan koyuya değişen kahve bejine de bir halel gelmemişti.” (O.21)
Buradaki de/da bağlacı metinsel işlevde cümle ötesi işlev görmese de düşünsel işlevde cümle içinde bulunmayan birçok ön görüyü (presuposition) akla
getirmeye yardımcı olmakta, karşılaştırma yapmakta, kendisinden önce belirtilen
sözcüklerin dışındakileri kavram haritamızda canlandırmaktadır. Zıtlıkları kullanmayı çok seven yazar, burada “da” bağlacını kullanarak bir memurun postanede yapacağı zıt edimlerin zihnimizde çoğalmasına yardımcı olmaktadır: koyçıkart, konuş-dinle, paketle-aç... İkinci cümlede yazar, zıtlığı sevdiğini gökyüzü
ve toprağı (yeryüzü) değiştirerek kullanmıştır. Böylece kahve ve bej renkleri sayılmakla birlikte yeryüzü ve gökyüzüne ait diğer renkleri de aklımıza getirmektedir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 313
Hikâyenin başından alınan bu cümlelerde yazar bize hikâyenin gidişatı ve sonu
ile ilgili gizli mesajlar vermektedir. O da şudur: “Henüz dünya yozlaşmadı, halen
temiz.”
Hem onlara farklı bakış açıları gösteriyor hem de kendisi ne yapabilir, bunu
anlamaya çalışıyordu. (O.23) Burada hem hem de bağlacı kahramanın düşünsel
edimlerini ayırmıyor, onları birleştiriyor.
Ayrıştırma Bağlaçları (Conjunction Disjunction): “veya, ya, yahut, ya da,
ya...ya, mi... mi, ister...ister”
Bu hikayede metinsel işlevde cümle ötesi birimler için ayrıştırma bağlacı
olarak “veya, ya, yahut, ya da, ya...ya, mi... mi, ister...ister” gibi bağlaçlara tesadüf
edilmemiştir.
Zıtlık Bağlaçları (Conjunction Contrast): “ama, oysa”
(...) Önce afalladı. Oyun yazılımını pazarlamak düşüncesi hiç aklından geçmemişti. (...) Çocuklarının hep yabancı kaynaklı oyunlarla bilgisayar başından
kalkmadıklarını önceleri çok kınıyordu. Ama sonra oyunlar üzerinde çok çalışıldığını, her türlü bilginin bunlar üzerinden aktarıldığını görünce, içinde ukde
olarak kalan “yaratıcı mühendis adam” rolünü, postane teknisyeni olarak denedi.
(O.23)
Bilindiği üzere zıtlık bağlaçları için kendisinden önce gelen cümle olumluysa
kendisinden sonra gelen cümle ve cümleler olumsuz olmakta ya da bu tanımın
zıttı olmaktadır. Burada metinsel ve düşünsel işlevde kullanılan “ama” bağlacı
kendisinden önce gelen olumsuz anlamlı cümlelerin: “... afalladı/.... hiç aklından
geçmemişti/... kınıyordu” zıt anlamlarını kullanıldıktan olumluya çevirmiştir: “...
oyunlar üzerine çalıştı, -posta memuruna göre daha olumlu bir kimlik sunumu
olan- mühendis adam rolünü denedi.” Görüleceği üzere ama zıtlık bağlacının buradaki metinsel işlevi ve cümleler arası mesafe etkisi iki cümlenin ötesindedir.
“Demeye dili varmıyordu ama alçaklıktan öte bir şeydi bu” (O.26)
Burada yine ama zıtlık bağlacı metinsel ve düşünsel işlevde kullanılarak iki
cümlenin semantik yapısını karşıt yönde değiştirmiştir. Önce söylemediği ama
sonra ifade ettiği kötü sözü belirtmek için kullanılmıştır.
En yakınında, en güvenilir insanlar, müdürün bile olsa; bir an geliyor, bu
emek ve enerji üzerine taht kuruveriyordu. Olan buydu. Oysa yalnızca ikiz oğlanlarının başından kalkmadığı bilgisayar oyunları için bir yerlilik ve yenilik arayışı,
onu başarılı bir yazılıma sürüklemişti. (O.24)
314 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
“Oysa” zıtlık bağlacı, burada cümlelerin anlam yönünü olumsuzdan olumluya doğru değiştirmek için kullanılarak metinsel ve düşünsel işlevde bir bağlaşıklık
sağlamıştır.
Açıklama Bağlaçları (Conjunction Description): “Demek” ve Ayırma,
Seçenek Sunma Bağlacı (Conjunction Concession): “Halbuki, Ayrıca”
“Telefonu cebinden çıkarıp kayıtlı olmayan bir numara görünce merakla bastı
açma tuşuna1. Bu postane müdürünün sesiydi2. Halbuki müdürün numarasını
çok önceleri kaydetmişti3.Hep bu numaradan aranmıştı.4 Demek şimdi farklı bir
servis sağlayıcısına geçmişti.” (O.22)
Öncelikle “demek” açıklama bağlacı kendinden önceki dört cümleyle de gerekçe açıklama ilişkisi içindedir. Bunun yanın da “halbuki” seçenek sunma/ayırma
bağlacı burada zihnindeki doğrulama ayırt etme mekanizmasına yardımcı olmaktadır. Çünkü tahkiye kahramanı burada iç monolog ile zihninde çıkarım yapmakta daha önceden kaydettiği müdürünün numarasının kayıtlı olarak çıkmamasına
şaşırmakta ve bunun neticesinde metinsel ve düşünsel işlevde kullanılmış “halbuki” bağlacıyla zihinsel bir fark edişi açıklamaktadır. Bu da “halbuki” bağlacının
cümle ötesi işlevde kendinden önceki iki cümle ve kendinden sonraki bir cümleyle anlamsal bağının kopmadığını göstermektedir.
“Günlerce uyanık kalıp yeniden, yeniden seyretmek istiyordu yaşadıklarını.
Ayrıca bir ay boyunca sorduğu soruları da bir misbaha dizmek...” (O.29)
Burada yine metinsel ve düşünsel işlevde kullanılan ayırma, bir seçenek sunma bağlacı “ayrıca”; kendinden önce gelen cümledeki fikirdekinden farklı olarak
bir seçenek sunan cümleyi bağlamaya yardımcı olmuştur.
Sonuç Belirtme Bağlacı (Conjunction Finality): “O halde, Artık”
“Gözleri dikkatle taradı bilgileri, zaman yirmi dakika işlediğinde, aradığı
bilgi geldi karşısına. Müdürünün kendisini aradığı numara, yabancı bir yazılım
şirketinin Türkiye temsilciliğine kayıtlıydı; dokuz hanesi aynı, son ve sondan bir
önceki rakamları birden dokuza kadar değişen yirmiden fazla telefon numarası
vardı şirketin üstünde. O halde, müdür bu yazılım şirketiyle temas halindeydi;
yok, kendisine bir telefon ve hat etmişlerdi; hayır hayır, müdür onların elemanıydı
devlet kuruluşunun içinde!” (O.27)
Metinsel ve düşünsel işlevde kullanılan sonuç belirtme bağlacı “o halde” burada kendisinden önce verilerin gerekçelerinden yola çıkarak bir çıkarımda bulunma, sonuca varma anlamlarına hizmet etmektedir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 315
“O an, emeği ve zekâsının istismar edilmesiyle içine sağlanan ağrılardan edilmesiyle içine sağlanan ağrılardan; insafsız bir karakterin ruhunda yarattığı ezikliklerden kurtuluverdi. Artık, hiçbir şey yiyip içmek istemiyordu, bir doygunluk
vardı ağzından boğazına kadar.
Metinsel ve düşünsel anlamda kullanılan “artık” sonuç belirtme bağlacı, burada hem bir nihayeti hem de bir zamanı belirterek [bundan sonra] cümle ötesi
bağlaşıklığı sağlamaktadır.
Nedensellik, Sebeplilik Bağlacı (Conjunction Causality, Reason): “çünkü”
“Mutfak masasında yenilip içildiğine dair bir emare yoktu çünkü ekmek kırınsı, dibinde çay kalıntısı bir bardak...” (O.28)
Burada cümle ötesi metinsel ve düşünsel işlevde kullanılan nedensellik bağlacı “çünkü”, kendisinden önce sonucu verilmiş bir sebebi belirtmek için kullanılmıştır. Ayrıca üç nokta bulunun kısımda “yoktu” kelimesi eksiltilmiştir. Yazarın
bu eksiltmeyi yapmasının sebebi de aynı kelime “yoktu”nun çünkü bağlacından
önce kullanmasıdır.
Üsteleme Bağlacı: “Hele hele”
“Ondan kötü bir düşünce sadır olma ihtimali hiç aklına gelmemiş, Ø saklamamıştı yazılımı. Hele hele tamamen bir heves ve merakla ürettiği bu yazılım
üzerinden kendisine bir oyun edeceğini aklının en ücra köşesinden bile geçirmemişti.” (O.24)
“Helel hele” pekiştirme bağlacı, kendisinden önce gelen cümlelede ifade edilen, akla gelmeyen olumsuz durumu, ikinci cümledeki anlamsal etkiyi arttırma ve
pekiştirme amaçlı metinsel işlevde kullanılmıştır. Ayrıca burada Ø iminin bulunduğu yerde “bu yüzden/ bundan dolayı” gibi bir sonuç bağlacı eksiltilmiştir. Böylece cümle ötesi birimlerde sıfırla nöbetleşen bağlaç (Ziro Conjunction Causality)
bir bağlaşıklık aygıtının da Türkçede mevcudiyetini kanıtlamış olduk.
Yazar, hikâyesinde cümle ötesi birimlerde çok fazla bağlaç kullanmasa da Van
Dijk’ın tasnif ettiği bağlaçların tamamına yakınını ustaca kullanmıştır.
7. Leksik Bağlaşıklık (Lexical Cohesion)
Cook (1989, s. 15-17) söylemin cümleler ve yan cümleler arasındaki biçimsel
bağlantılarından söz ederken bunların bağlaşıklık aygıtları (cohesive devices) olduğundan söz eder. Bu aygıtlar söylem bağdaşıklığını sağlayan leksik bağdaşıklık aygıtlarıdır: fiil biçimleri (verb form), paralelizm (parallelisim), tekrar ve leksik zincir
(repetition and lexical chains). McCarty (1991, s. 65) leksik bağdaşıklığın tutarlı
316 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
bir söylemin karakteristiği ve bir metinde sözlük öğeleri arasındaki ilişki olduğunu belirtmiş. En başta Halliday ve Hassan’ın leksik bağdaşıklık için iki modelinin
[i. tekrar (reiteration) ve ii. kalıplaşmış eş dizimli ifade (collocation)] olduğundan
söz etmiştir. Martin (2001, s. 37), leksik bağdaşıklığı açık sistem öğelerini içeren
gramatikal bağdaşıklığın tamlayıcıları olarak tanımlar. Burada leksik bağdaşıklık
sözcük öğelerinin tekrarı (repetition), eş anlamlılık (synonymy) ya da yakın eş anlamlılık (near-synonymy), alt anlamlılık (hyponymy), kalıplaşmış söz öbeklerini
(collacation) içerir.
“Oyuncu” Adlı Hikayede Fiil Biçimleri
Bir metnin cümlelerindeki fiil biçimleri sınırlandırılmış olabilir. Seçilen konuya, hakkındalığa ve konunun bilgi yapısına göre fiiller de şekillenir. Örneğin
konu savaş ise fiiller (savaşma, barışma, anlaşma yapma ateşkes yapma, vurma,
vurulma, öl, öldürme, esir alma, alınma, yaralanma, şehit olma, gazi olma vb.) süreçle ilgili olay ve aksiyonlarla ilgili olacaktır. Ve bu fiiller arasında bir dereceye
kadar biçimsel ve anlamsal bir bağlantı bulunacaktır. Biz de hikâyedeki olay örgüsü, konu ve niyet akışına; iktidar, yönlendirme, çatışma ve psişik ilişkilerine göre
fiilleri aşağıdaki gibi tasnif etik.
Kahramanın Günlük Rutinini İçeren Edim Sözler:
Sabah uyanmak, günlük hayat devam etmek, tuhaflık sezmemek, gökyüzüne ve toprağa halel gelmemek, telefon çalmak, arkadaşını aramak, tuşa basmak,
numarasını kaydetmek, farklı bir servis sağlayıcısına geçmek, kayıtlı olmayan bir
numaradan aramak, taşra zamanlarını geçirmenin yoluna bakmak, çalışmak, her
işi yapmak, güler yüzle mukabele etmek, kahve ısmarlamak, eve dönmek, karısına
alınabilecek bir şey var mı diye sormak, ağaçları sulamak, çocuklarının çantalarını
almak, oğullarıyla şakalaşmak, kızlarıyla okuldan konuşmak, mühendisliğe heveslendirmek, iltifat ve teşekkür etmek, oğlanlarıyla güreşmek, günlerce işe gidip
gelmek, sekizden önce işe gitmek, selamlaşmak, içeri girmek, bilgisayarını açmak,
programı kapatmak, bir fincan çay almak, bahçeye çıkmak, güne başlamak, hafızayı alıştırmak,
Kahraman İçin Kullanılan Melankolik Fiiller:
Yeme içmeden kesilmemek, uykuları dağılmamak, girdabın içine düşmek,
derin derin burgularla burulmak, içinin her yerine dağılan burgularla burulmak,
sıkıntı hissetmek, tuhaflık sezmemek, gökyüzüne ve toprağa halel gelmemek, zihnini meşgul ededurmak, günlük hayatın işleyişini aksatmayacak bir bir sıkıntı hissetmek, içinde ukde kalmak, aklının en ücra köşelerinden geçirmemek, yüreğine
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 317
dokunmak, yüreğine saplanmak, içinin en derinindeki umutlarla evini, işini, çocuklarını yüzdürmek, içini daraltmak, sıkıntı burgularını çoğaltmak, günler boyu
düşünceleri dizmek -bozmak, yapmak-yıkmak, yemeden, içmeden uykudan kesilmek, kafasının ve yüreğinin içindeki sıkıntılar devam etmek, eşine ve çocuklarına
bir şeyden bahsetmemek, düşündükçe beynindeki elektrik dalgaları şimşeklenmek, dilim dilim düşünceleri incelmek, yüreği kıyım kıyım ufalanmak, beyninin
içinde iki insan olmak, içindeki yangından ser verip sır vermemek, düşünceleri
allak bullak olmak, kahvaltı etmediği halde açlık hissetmemek, çayın sıcağından
midesinin ortası yanmak, karar verememek, ailesinin sabah telaşına isteksizce
katılmak, uzanmak, her şeyi anlatmak, yüzünün bir hafta aç susuz kalmış gibi
incelmiş olmak,
Çatışılan Kişi, İktidar Sahibi, Ezen Müdür Hakkında Kullanılan Fiiler:
Bir yere yetişecek insanlar gibi hızlı nefes nefese konuşmak, çeviri yapılmasını söylemek, yazılımı beğenmek, belleğe kaydetmek, şirkete satmaktan söz etmemek, ekranının dibine dikilmek, memurlarına sahip çıkmak, memurlara değer
verip onları gözetmek, kötü bir düşünce sadır olmak, kendine oyun etmek, kendisinden izin istemeden şirkete pazarlamak, emeğini hiç yerine koymak, kendi
yapmış gibi göstermek, bir damlacık renk vermemek, emek ve enerji üzerine taht
kurmak, emeğine ve zekâsına sahiplenmek, istismara yeltenmek, hemen tutanak
tutturmak, işten attırmak, ihbarda bulunmak, bir itirafçının sözlerine inanılmak,
emeğini kullanmak, bayağılaşmak, alçaklıktan öte bir şey olmak, fikri mülkiyet
gaspı (yapmak), emeğini kullanmak,
Kahramanın Mağduriyet ve Eziklik, Zayıflık Bildiren Fiilleri:
Afallamak, aklından geçmemek, müdürüne bilgi vermek, yaratıcı mühendis
rolünü denemek, yazılımı saklamamak, saf saf müdürünü selamlamak, çok güvenmek, yazılımın kendisine ait olduğunu ispat edememek, müdürünün istismara
yelteneceğine ihtimal vermemiş olmak, cümleleri zihninde tekrarlamak, diyemediğine yanmak, müdürün karşısına çıkamamak, hakkını arayamadığına içlenmek,
gümbür gümbür çökertilmek, arkadaşlarıyla bir günde el olmak, yıllarca çalıştığın
binalara uzaktan bakmak, ortada selamsız sabahsız kalmak, üzülmek, öfkeyle kabarmak, gevşeyip yere serilen adam olmak, uzaktan iç geçirerek bakmak, dili söylemeye varmamak, uygun bir kelime bulamamak, on yıllık emeğim diyememek,
aklındaki soruları cevaplamadan kalmak, eli ayağı bağlanmak, çektiği sıkıntılar
kuru bir kozalak gibi kafasının dibine düşmek, yeni başlayan sıkıntı tomurlarına yer açmak, kalbi oturmayı kaldıramamak, çocukların esprilerine alışamamak,
izine saplanan ağrılardan ve ezikliklerden kurtulmak, sevinmek, hiçbir şey yiyip
318 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
içmek istememek, günlerce uyanık kalmak, yaşadıklarını yeniden seyretmek istemek.
Kahramanın Gücünü Bildiren Fiiller (yapmak, yapabilme/ yapmayı
bilme):
Deneye yanıla üretmek, çocuklarıyla istişare yapmak, üstünde çalışmak, eğitim amaçlı kullanılır hale getirmek, kınamak, kıllı kırk yararak, inceden inceye
işleyerek meydana getirmek, farklı bir gözle bakmayı öğrenmek, açık yüreklilikle
üstünde çalışmak, başarılı olmak, bütün samimiyetiyle anlatmak, kendi emeğiyle
meydana getirmek, işine dört elle sarılmak, başarılı bir yazılıma sürüklemek, öfkenin gereğini yapan delikanlı adam olmak, kafasındaki bulutları dağıtmak, Söz
ambarındaki bütün kelimeleri talan etmek, diplerdeki noktaya inmek, on yıl emek
harcamak, aramaları tek tek gözden geçirmek, konuşmanın tarihini saatini hatırlamak, not defterine yazmak, sekizden önce işe gitmek, birisine püf noktasını
çözerken yardım etmek, ekibe dahil olmak, gözleri bilgileri dikkatle taramak, aradığı bilgi karşısına gelmek, numaraları bulma programına girmek, bakışları çelik
keskinliğinde dönüş çizmek, bir ay boyunca sorduğu soruları misbaha dizmek,
bıkkınlık, bezginlik ve çaresizlikle savrulan duyguları mantarlı ortamdan söküp
atmak, oyunun piyasadaki tırmanışını izlemek.
Kahramanın Karısı Hakkında Mental Edim Fiilleri:
Fark etmek, yorumlamak, düşünmek, ikizlerin çantalarını hazırlamak, kontrol etmek, giyecekleri gömleğin rengine karar vermek,
Kahramanın Çocuklarlıya İlgili İktidar Fiilleri:
Oyunların başından kalkmamak, yeterlilik ve yenilik aramak, giyecekleri
gömleğin rengine karar vermek, gülüşmek, espriler yapmak, koridora koşmak,
hayretle bakmak, gözleri sormak, kafasındaki soruyu yöneltmek, atik davranmak, kollarını babasının omzuna doğru atmak, babasının boynunda sıçramaya
başlamak, müjdemi isterim diye bağırmak, yazılımda habersiz değişiklik yapmak,
yenilik eklemek, “Yeni İcat ve Keşifler Kurumuna” göndermek, birinci olmak, ablamların önerisine uymak, ne olur ne olmaz demek, kaynak kodunu değiştirmek,
İngilizce çevirisini de yaptırmak, sürpriz yapmak.
“Oyuncu” adlı hikâyede bağlaşıklık aygıtları (cohesive devices) fiil biçimleri
(verb form); güç/iktidar unsurunu [amir x memur, ezen x ezilen] ve bu güç unsurunun kötüye kullanılmasını [oyunun yazılımının sahibinden izinsiz pazarlanması/emeğin sömürülmesi x kahramanın bunu kabullenişini [buna karşı hiçbir
şey yapamayan hikâye kahramanı yazılımcının psişik iç halleri ve acılarını] ihtiva
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 319
eden fiillerdir. Ayrıca kahramanın çocuklarının kaynak kodunu önceden değiştirerek bu durumu sonradan babalarına bildirmeleriyle tahkiyenin hal dönüşümüne uğraması ve kahramanın bu noktadan sonra olumlu ve sağlıklı ruh halini
yansıtan fiillerini kapsamaktadır.
Bunun dışında ses akışını destekleyen, cümle içi diğer kelimelerle uyum sağlayan kelimeler seçilmiştir. Güç ve iktidar ilişkilerine göre semantik boyutta tasnif
ettiğimiz fiillerin büyük bir çoğunluğu gramatik boyutta isim ve sıfatların tamlamalı öbekler oluşturarak günlük rutine uygun, dönemin yozlaşmış sosyo-iktidar
ortamını yansıtan ve muktezayı hale uygun, metaforik bağlamlı, söz sanatlı fiillerdir.
Sonuç
Söylem, bir bildirişimde gün yüzüne çıkmış olan görülen ve duyulan biçimler
ağıdır. Söylem, gramatikal açıdan salt cümle ötesi birim, sosyolojik olarak toplumsal pratik ve uzlaşmaya bağlı etki söz grubudur. Diğer bir anlamda felsefi, modern
ve yorum bilimsel (hermenötik) perspektifle üreticisinden (yazar/özne) tecrit edilmiş, genellikle gizli bir ereğe ulaşmak için örtülmüş sadece okuyucusuyla anlamlandırılabilen masum olmayan bir yorumdur. Belli bir yerde, belli bir zaman diliminde belli koşullar altında üretilmiş, öncelik/sonralık, neden/etki zincirine bağlı
art zamanlı bir tarihselliktir (historical). Katılanların topolojisine bağlı tahkiyeli
(narrative) bir olaydır.
İktidarı/gücü elde etmek, bilinçleri yönlendirmek için kullanılan edim
söz(dür)/episteme(dir). Bireyin artalanını gösteren, bireyi taşıyan ruhun bastırılmış itkileri sonucu ortaya çıkan bilinçdışı ifadeler, dile getirmeler olgusudur. En
nihai anlamında ise iddia ve hüküm içeren önermeler bütünüdür.
İncelediğimiz hikayede söylem analizinin güncel metodolojileri olan sistemli işlevsel dil bilimsel (SİD) ve metin dil bilimin aygıtlarından olan küçük yapıyı
(microstructures) yedi kategoride analiz ederek görünür kılmaya çalıştık. Büyük
yapıyı çözümlemeye makalenin oylumu yetmeyeceği için onu başka bir çalışmamızda yapacağız. Burada metnin bağlaşıklık analizi çeşitli metin birimlerine göre
incelenmiştir. Bir söylemin bağlaşıklığı onun atıf linklerinin gösterilmesi ile doğrulanır. Hikâyedeki bulgulara dayanarak metinlerin bağlaşıklığı ile ilgili şu değerlendirmeler yapılmıştır:
1.
Bir metnin gönderimsel havuzu içinde göstericiler (deictics) önemli bir
yer tutar. Bu göstericiler metinde insanlar, nesneler, zaman ve mekân ile
ilgi atıf bağlarını sağlamlaştırmaktadır. Cümle ötesi işlev gören bu birimler metnin anlamlılığına katkı sağlamaktadır. Oyuncu adlı hikâyede bu
320 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
göstericiler, zamirler, işaret sıfatları, iyelik ekleri ve öncelik ve sonralık
bildiren sözcüklerle sağlanmıştır.
2.
Bu atıf aygıtlarından biri de sözcelemin önceye atıf ögesidir. Metin daha
çok işaret zamirleri ile önceye atıfta bulunmaktadır. Yani atıf düzeyi leksik birimin bir alt birimi olan morfo-semantik düzeyde de gerçekleşmektedir. Ayrıca bir kelime sadece önceye atıf olarak sadece bir kelimeye
gönderimde bulunmaz, aynı zamanda bir kelime grubuna, yan cümleye
bütün bir cümleye, uzun cümlelere ve bütün bir konuya gönderimde bulunabilir.
3.
Söylemde bağlaşıklığı sağlayan diğer metin bilimsel birim de sonraya atıftır. Doğası gereği nadir rastlanan sonraya atıf “Oyuncu” adlı
hikâyenin başat kısmında merak unsurunu tetiklemek için seyrek olarak
gözlemlenmiştir. Hikâyenin ilk paragrafında tahkiye öznesinin adı gizlenmiş, daha çok iyelik eklerinin yardımıyla daha sonra kendinden söz
edilecek özneye sonraya atıf yapılmıştır.
4.
Söylemin küçük yapısını ortaya koyan başka bir bağlaşıklık birimi de
eksiltmedir. Hikâyede yapılmış olan eksiltmelere bakıldığında Türkçenin özne ve tamlayan eksilten bir yapısının bulunması ve dolayısıyla bu
eksiltmelerin pek çoğu dilin en az çaba yasasına göre maksadın yeterli
bir özetini ifade etmek için, anlatımı en hızlı ve en etkili kılmak için kullanılmış olan daha çok kelime eksiltmeleridir. Ayrıca hikâyede yapılan
bir eksiltme de yazarın değer yargılarına göre yapılmış ideolojik bir eksiltmedir.
5.
Söylem ya da metin analizinde bağlaşıklığı sağlayan diğer bir aygıt da
değiştirimdir. Değiştirimin eksiltmeye göre daha sistemli bir varyanttır.
Değiştirim daha çok dil bilgisel kelime bağlaşıklığını sağlamaktadır. Birbirinin yerine geçebilen zihnen birbiriyle karşılaştırılan herhangi bir şey
için ayrıca tutarlılık kaynağı oluşturmaktadır. Bunun yanında ideolojik
bir aygıt olarak da kullanılmaktadır. Oyuncu adlı hikâyede bir tane gramatik değiştirim yapılmıştır. O da Türkçenin özne-yüklem (olumluluk/
olumsuzluk) uyumuna binaen yapılan değiştirimdir. En işlek değiştirim,
hikâyenin değer nesnesi “yazılım” ile ilgili yapılan değiştirimlerdir. Kimi
zaman tek kelimeli kimi zaman öbekli değiştirimler yapılmıştır. Değiştirim ögelerinin gönderim mesafesi bu hikâyede neredeyse iki sayfaya
kadar uzamaktadır. Bu da metinde değiştirim ögesinin kullanım sağlamlığını göstermektedir. Bir de hikâyenin çözüm bölümünde yapılan
değiştirim, yazarın gelişme bölümünde “kafasında sallanmakta olan
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 321
dallardan düşen kelime grubu : “insafsız oyuncu” değiştirimidir. Söylem
aygıtları içerisinde yazar, en etkili aygıt olarak bu ögeyi kullanmıştır.
6.
Bağlaçlı bağdaşıklık da bir önceki cümlelerle sonraki cümleler arasında
yani cümle ötesi birimler arasındaki iletişime katkı sağlayan unsurlardandır. Analizde de belirttiğimiz gibi yazar bağlaçlı bağlaşıklığın neredeyse tüm ögelerini cümle ötesi birimlerde Van Dijk’ın verdiği ölçülere
çok yakın düzeyde ustaca kullanmıştır.
7.
Söz dizimsel bağlaşıklık değerlendirmelerimizde özellikle Halliday
ve Hasan (1978), Cook (1989), McCarty (1991), Martin (2001), Uzun
(2011)’un kitaplarındaki leksik bağlaşıklığın tanımlamaları ve açıklamaları bize rehber oldu. Fiil biçimlerini gönderenlerine ve ideolojik ilişkilerine göre tasnifledik. Sonuç olarak bize bu tasnifler, iktidar alanları,
çatışmaları ve öznelerin rutinleri, eziklik-güçlülük durumları, öznelerin
ruh hallerine göre kullandıkları fiiller ağında zihinsel bir harita, bir külliyat (corpus) sunmaktadır. Sadece fiilleri bile takip ederek bir metnin
semantik dokusunu görünür kılabilmekteyiz.
Yaptığımız bu analizle hikâyenin söylemsel ayrıntılarına girmiş olduk.
Hikâyenin cümle ötesi birimlerindeki birçok bağlaşıklık aygıtını birer birer sayarak adını koyduk ve eserden bulguları gösterdik. Sonuç olarak dokuz sayfalık kısa
ama akıcı öyküde Ayşe İlker, SİD ve MD metodolojisinin küçük yapı unsurlarına
gösterge olabilecek aygıtları, onları tanıtlayabilecek bir bulgu malzemesini bizlere
vermiştir. Bu yönüyle bu hikâyenin küçük yapı unsurları SİD ve MD metodolojisine göre bağlaşıktır diyebiliriz.
KAYNAKÇA
Agnes, Weiyun He (2003). Discourse Analysis. The Handbook of Linguistics. (Eds) Mark Aronoff
and Janie Rees-Miller Printed and bound in Great Britain by T. J. International Ltd, Padstow, Cornwall.
Banguoğlu, Tahsin, (1995). Türkçenin Grameri. Ankara: TDK Yayınları (s. 391-393).
Bhatia, Vijay, K. Jones Rodney H. Flowerdew John (2008). Advances in Discourse Studies. Routledge 2, Park Square, Milton Park, Abingdon, Oxon OX14 4RN.
Beaugrande, Robert. & W. Dressler (1981/1994). Introduction to Text Linguistics. London: Longman.
Beaugrande, Robert (1992). Topicality and Emotion in the Economy and Agenda of Discourse.
Linguistics, 30, 1(317), 243-265. [[[Topics] [Emotions] [Discourse Analysis]]]
Brown, G. & G. Yule (1983), 1989, Discourse Analysis, Cambridge: CUP
Chafe, W. (1987). Cognitive constraints on information flow. in R. Tomlin (eds)Coherence and
Grounding in Discourse. Amsterdam: John Benjamins. (pp. 21-51).
322 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Cook, Guy (1994). Discourse and Literature: the interplay of form and mind. Oxford: Oxford
University Press.
_________, Guy (1989). Discourse. Language Teaching: A Scheme for Teacher Education. Oxford: Oxford University Press.
_________,Guy (2003). Applied Linguistics. Oxford: Oxford Unv. Press.
Cutting, Joan (2002). Pragmatics and Discourse. London:Routledge.
Çelik, H. & Ekşi, H. (2008). Söylem Analizi. Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi. Sayı
27. Cilt I, İstanbul (Ss 99-117).
Fairclough, Norman (1989). Language and Power, London: Longman.
_________, N. (1994). Language and Power, London: Longman.
_________, Norman (1992). Discourse and Social Change, Cambridge: Polity Press.
_________, N. (2003). Analysing Discourse, London: Routledge.
Gee, J.P. (1999). An Introduction to Discourse Analysis. London: Routledge.
________, J.P. (2011). How to do Discourse Analysis. A Toolkit, London, New York: Routledge.
Günay, V. Doğan (2001, 2003, 2007, 2013). Metin Bilgisi. İstanbul: Multilingual Yayınları.
_________, V. Doğan (2013). Söylem Çözümlemesi, İstanbul: Papatya Yayıncılık.
Halliday, M.A.K. & R. Hassan (1976), Cohesion in English, London: Longman.
_________, M.A.K. ve Matthissen Christian (2004). An Introduction to Functional Grammar.
London: The Hodder Headlıne Group.
_________, M.A.K (2003). On Language and Linguistics. (Eds) Jonathan Webster, London ve
New York: Continuum.
_________, M.A.K (2007). Language and Education. (Eds) Jonathan Webster, London ve New
York: Continuum.
İlker, Ayşe (2022). Oyuncu. Def ve Mendil. İstanbul, Ötüken Yayınları, Ss 21-29
İşsever, S. (1996). Kullanımsal İşlevleri Açısından Türkçedeki Bağlaçlar. (içinde) X. Ulusal Dilbilim Kurultayı, İzmir: Ege Universitesi Yayınları (Ss. 83-94).
Jues, Laura Alba (2005). Perspectives on Discourse Analysis: Theory and Practice. Madrid: UNED
Korkmaz, Zeynep (2003). Türkiye Türkçesi Grameri. Ankara: TDK Yayınları.
Labov, W. & D. Fanshel (1977). Therapeutic Discourse. New York: Academic Press.
Martin, J. R. (2009). Discourse Studies. Continuum Companion to Systemic Functional Linguistics, New York. (Ss. 154 -164).
Mccarthy, M. (1991). Discourse Analysis for a Language Teacher. Cambridge: CUP.
Schiffrin, Deborah (1992). Conditionals as Topics in Discourse. Linguistics, V.30. (Ss.165-197).
________, Deborah (1994). Approaches to Discourse. Oxford: Blackwell.
Titscher, S., Meyer, M., Wodak, R. & Vetter, E., (2000). Methods of Text and Discourse Analysis.
London: Sage Publications. Publikation: Buch, Herausgeberschaft, Bericht › Buch (Monographie)
Uzun, Leyla Subaşı (1995). Orhun Yazıtlarının Metiindilbilimsel Yapısı. Ankara: Simurg Yayınları.
_________, (2011). Genel Dilbilim II. Metindilbilim: Temel İlke ve Kavramlar 7. ve 8. Ünite,
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınevi.
Van Dijk, T.A. (1977). Text and Context. London: Longman.
_________,T.A. (1985). (Ed.)Handbook of Discourse Analysis (C3), (C.3.), Vol. 1. (pp. 1-10).
_________,T.A. (1997). (Eds)Discourse As Structure And Process. The Study of Discourse, London: Sage Publication. (pp.1-35).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 323
_________,T.A. (2003).The Discourse-Knowledge Interface. In Gilbert Weiss &Ruth Wodak
(Eds) Critical Discourse Analysis. Theory and Interdisciplinarity. Houndsmills, UK: Palgrave-MacMillan. (pp. 85-109).
Widdowson H.G. (2007). Discourse Analysis. Oxford: Oxford University Press.
Yang, Wenxing & Sun Ying (2010). Interpretation of ‘Discourse’ from Different Perspectives: A
Tentative Reclassification and Exploration of Discourse Analysis. The International Journal
- Language Society and Culture (20/12/2022)
https://www.researchgate.net/profile/Wenxing-Yang-4/publication/267369234_Interpretation_of_’Discourse’_from_Different_Perspectives_A_Tentative_Reclassification_and_Exploration_of_Discourse_Analysis/links/54be06970cf27c8f2814da22/
Interpretation-of-Discourse-from-Different-Perspectives-A-Tentative-Reclassificationand-Exploration-of-Discourse-Analysis.pdf S.127-138
IRAK ARAPÇASINDA (ÇOCUK VE
KIRAATHANE OYUNLARINDA) TÜRKÇE
UNSURLAR
Dr. Öğr. Üyesi Savaş KARAGÖZLÜ, Bartın Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-5986-8758
Giriş
Coğrafi yakınlık, din, siyasi ilişkiler, savaşlar, ticaret, müzik vb. yollarla gerçekleşen milletler arası ilişkiler ve dolayısıyla dil ilişkileri, günümüze kadar birçok araştırmacının dikkatini çeken konulardan biri olmuştur. Bu konuyla ilgili
çok sayıda çalışmalar yapılmıştır. Dil ilişkileri, sadece sözcük alışverişleriyle sınırlı kalmayıp gelenek-görenekler, sözlü edebiyat ürünleri ve eğlence unsurları
gibi halk bilgisi ürünlerinin alışverişine de neden olmuştur. Türkçede yabancı kökenli sözcüklerin ve başka dillerde Türkçe sözcüklerin bulunması Türklerin tarih
boyunca diğer kavimlerle olan ilişkilerinden dolayıdır. Arapça da bu çerçevede
değerlendirilebilecek önemli dillerden birisidir. Uzun bir tarihî süreci içine alan
Türklerin Araplarla olan ilişkileri sonucunda Türkçeye Arapçadan çok sayıda sözcükler girmiştir. Diğer taraftan Arapçanın sözcük hazinelerine Türkçe sözcükler
eklenmiştir. Türkçe sözcüklerin sayısı fasih Arapçada az olsa da Arap lehçelerinde
yüzlerce sözcük bulunmaktadır. Türklerin Mezopotamya’da Araplarla aynı bölgeyi
paylaşması, Irak Arapçasına çok sayıda sözcüklerin geçmesinin bir nedeni sayılmaktadır. Türkler, sadece Türkçe kökenli sözcükleri değil başka dillerden aldıkları
sözcüklerin de Arapçaya geçmesine vesile olmuşlardır. Bu konuyu ele alan çok
sayıda çalışma ortaya konulmuştur. Bu çalışmaların bir kısmında alıntı sözcükler
genel olarak incelenirken bazılarında ise özgül bir başlık altında değerlendirilmiştir. Bu tür çalışmalarda tespit edilen sözcükler; bir kısmı günlük hayatta kullanımları devam etmektedir, bazıları halk şiirlerinde, atasözlerinde, deyimlerde vb.
alanlarda yaşamaktadır, bazıları ise ya sadece yaşlılar tarafından kullanılmaktadır
ya da kullanımdan tamamen kalkmış durumdadır. Çocuk ve kıraathane oyunları
Türkçeden geçen sözcükleri bulunduran alanlardan birisidir.
Bütün milletlerde olduğu gibi Irak Arap çocuk oyunlarının da birçoğu, teknolojik gelişme başta olmak üzere bazı sebeplerden dolayı sınırlı bir şekilde oynanmaktadır veya ortadan kalkmış durumdadır. Yeni nesil çocukları bu oyunların
bazılarının isimlerini dahi bilmemektedirler. Bu oyunların bir kısmı araştırmacılar
tarafından kaydedilmiştir, ancak kayda geçmeyen bazı oyunlar da mevcuttur. Irak
326 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Arap çocuk ve kıraathane oyunlarında da Türkçe sözcükler bulunduğundan ve bu
oyunların bir kısmı unutulmak üzere olduklarından bu sözcükleri bir çatı altında
toplanmasına gayret gösterdik. Bu çalışmada, Irak Arapçasında çocuk oyunları,
tekerlemeler, kıraathane oyunları gibi eğlence unsurlarında Türkçeden Irak Arapçasına geçen sözcükler incelenecektir. Bu sözcüklerin çoğu yazılı kaynaklarda tespit edilmiştir. Yazılı kaynaklarda kaydedilmeyen sözcükler ise kaynak kişilerden
derlenmiştir. İncelememizde, sözcüklerin kullanıldığı oyunlardaki yerleri belirtilerek sözcüklerin etimolojik ve kavramsal anlamları açıklanmaya çalışılmıştır.
Oyunlarda Kullanılan Türkçeden Geçen Sözcükler
Oyun, özgürce razı olunan, ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekân sınırları içinde gerçekleştirilen, bizatihi bir amaca sahip olan,
bir gerilim ve sevinç duygusu ile “alışılmış hayat”tan “başka türlü olmak” bilincinin
eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyettir (Huizinga, 2006, s. 50). İnsanlar, dünyanın her yerinde eğlenceli bir vakit geçirmek için oyunlar oynamışlar ve oynamaktadırlar. Oyun oynama küçük yaşlardan başlayıp insanın vefatına kadar her yaşta
icra edilebilen etkinliklerden birisidir. Kültürün bir parçası olan bu oyunlar, yaşa,
bölgeye, zamana vb. etmenlere göre değişkenlik göstermektedirler. Her bölgenin
veya her milletin kendine has farklı yaş gruplarına hitap eden oyunları mevcuttur;
bu oyunlar aynı coğrafyada yaşayan komşu milletlere kısmî veya küllî bir şekilde
intikal edilebilir yahut o milletlerden oyunlar alınabilir. Bu çalışmada, Türkçeden
Arapçaya geçen sözcükler oyunlar özelinde değerlendirilecektir. Sözcüklerin hepsinin kökenleri Türkçe olmasa da Arapçaya Türkçeden geçtiklerinden incelememize dâhil edilmiştir. Tespit edilen sözcükler şunlardır:
carabāne ( عربانهEl-Karagulli, 2017, s. 59) < araba ‘tekerlekli motorlu veya mo-
torsuz kara taşıtı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 110): عربهaraba ‘kağnı; fayton’ sözcüğü
fasih Arapçada kullanılan sözcüklerdendir (Mescûd, 1992, s. 545). Sözcüğün عربانه
carabāne şekli ise, isimden sıfat yapan Farsça +āne ekiyle türetilip Irak Arapçasında günlük hayatta ‘el arabası’ anlamında kullanılmaktadır. Bununla birlikte çocukların sokaklarda icra ettiği bir oyuna ad olarak verilmiştir. Oyun telden yapılmış
yuvarlak bir teker ve bu tekeri itmek için kullanılan bir çubuktan oluşmaktadır
(El-Karagulli, 2017, s. 59). Aynı sözcük (carabāne), Farsçada ‘vagon’ anlamındadır
(cAmid,2010 , s. 756).
bāşe ̴ pāşe ( باشهEl-Karagulli, 2017, s. 73) < paşa ‘Osmanlı Devleti zamanında yüksek sivil memurlara ve albaydan üstün rütbede bulunan askerlere verilen unvan’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1552): Arap kız çocuklarının söylediği ِط ْل َعت
ال ُش ّميسهTilcat Eş-şummeyse ‘güneşçik doğdu’ adlı tekerlemenin عيشه بنت الباشهceşe
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 327
bi(n)tti’l-bāşe ‘paşa kız Ayşe’ ibaresinde geçmektedir (El-Karagulli, 2017, s. 73).
Tekerleme dışında, bu sözcük Arapça konuşan neredeyse tüm ülkelerde olduğu gibi Irak Arapçasında da günlük hayatta ‘bey’ anlamında aktif olarak kullanılmaktadır. Çoğulu da başewāt şeklindedir. Genel Arapçada zaknu’l-bāşe1 ‘Siris ağacı’ bitki adında da görülmektedir. (https://www.almaany.com/ar/dict/
ar-ar/%D8%A8%D8%A7%D8%B4%D8%A7/). Ayrıca, أمه عيّاشه وعامل باشاummu
cayyāşe ve cāmil başa atasözünde de geçtiği tespit edilmiştir (Mohammad, 2015,
s. 200)
becaġ ( بجغhttps://azamil.com/?p=31643) < bacak ‘oyun kâğıtlarında genç erkek resimli kâğıt, oğlan, vale’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 173): İskambil oyunlarında
vale kartına verilen ad olup ولدveled ‘oğlan’ sözcüğünün eş anlamlısıdır (https://
azamil.com/?p=31643). Daha çok yaşlılar tarafından kullanılan sözcüklerdendir
(Al-Ta’i).
ber ̴ per ( بيرAl-Ta’i) < per < Fr. paire ‘bazı iskambil oyunlarında farklı renklerden iki benzer kartın bir arada bulunma durumu’ (https://sozluk.gov.tr/): Türkçeden Arapçaya geçen bu sözcük, genelde kıraathane gibi yerlerde icra edilen bazı
iskambil oyunlarında farklı renklerden olup aynı değerde olan veya aynı türden
olup art arda sıralanan en az üç kâğıttan oluşan kâğıt grubuna verilen addır. Söz
konusu sözcükten perāt ̴ berāt ve pyūre ̴ byūre şeklinde çoğul yapılmaktadır (AlTa’i).
berk ( بركEl-Samerrā’i, 1965, s. 19) < berk ‘sert, katı; sağlam’ (Türkçe Sözlük,
2009, s. 247): Bu sözcük چعابÇicāb ‘Aşık oyunu’nda kullanılan aşık kemiğinin sert
tarafına verilen addır (El-Samerrā’i, 1965, s. 19).
beş ( بيشAl-TAİ) < beş ‘dörtten sonra gelen sayının adı’ (Türkçe Sözlük, 2009,
s. 250): Bu sözcük, zar ile oynanan bütün oyunlarda ve domino oyunlarında kullanılmaktadır. Oyuncular, diğer rakamları (1-6 arası) Farsça söylerken beş sayısını
Türkçe kullanmaktadırlar (Al-TAİ).
cift ̴ çift ( چفتEl-Karagulli, 2017, s. 15, 65) < çift < Far. cuft ‘Birbirini tamamlayan iki tekten oluşan (nesneler)’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 443): Sözcük, çocuklar
arasında kura yapılırken kullanılmaktadır. Çocukların biri, eline bir miktar ceviz
veya fındık alarak hasmına تك َمنا جفتtek menā cift ‘tek mi çift mi’ şeklinde bir soru
yöneltir. Hasmın cevabına göre kazanan taraf belli olacaktır (El-Karagulli, 2017,
s. 15, 65). Bu cümledeki َمناmenā sözcüğü de Türkçe soru eki mi ile Farsça ‘hayır;
olumsuzluk eki’ anlamında olan nā’nın kaynaşmasıyla meydana gelmiş olabilir.
1
‘Paşa sakalı’.
328 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
çāli ( چاليEl-Sudāni, 1965, s. 15) < çal ‘taşlık yer; çıplak tepe’ (Derleme III,
1993, s. 1146): Türkçeden Irak Arapçasına geçen bu sözcük, Irak’ın güneyinde
bulunan Amâre şehrinin çocukları tarafından icra edilen امشي على چالي وانهدم بيه
اوطاحemşi cele çāli ve inhidem biyye ū ṭāḥ ‘çal üstünde yürürken (çal) yıkılıp düştü’ adlı oyunda geçmektedir. Sözcük, ‘nehir, ırmak ve kanal kenarlarında oluşan
yükseklik’ anlamında kullanılmaktadır (El-Sudāni, 1965, s. 15). çāl sözcüğü Farsçada ‘kır; at renklerinden; toy kuşu; bir çeşit keklik; dağ geçidi, vadi’ anlamındadır
(Steingass, 1963, s. 386). Tietze, sözcüğün Farsçadan Türkçeye geçtiğini göstererek
Doerfer’in tespit ettiği Moğolcadan Farsçaya geçen çamçal ‘müstahkem dağ geçidi’
ve ḳabçal ‘dar geçit, yar’ sözcükleriyle ilgisi olduğunu belirtmiştir (Tietze, 2002, s.
467). Aynı sözcük (çal) Hakasçada ‘sıradağ’ anlamında kullanıldığı saptanmıştır
(Arıkoğlu, 2005, s. 75).
çelebi (Salman) < çelebi ‘Bektaşi ve Mevlevi pirlerinin en büyüklerine verilen
unvan’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 411): “çelebi” (T. çalap + Ar. i) sözcüğü Irak Arapçasında aile ismi ve bir tür güvercin adı olarak kullanımı devam etmektedir (Karagözlü, 2018, s. 162). Bununla birlikte çocukların söylediği Van tu tree elebi tekerlemesinde سميرة بنت الچلبيSemire binti’ç-çelebi ‘Çelebi kızı Semire’ cümlesinde geçtiği
tespit edilmiştir (Salman). Aynı zamanda çelebi sözcüğü, Irak’ın Bedir Şakir EsSeyyāb adlı ünlü şairine ait olan شناشيل ابنة الجلبيŞenaşil İbnetu’ç-Çelibi adlı şiirinde
ve يا مطر يا حلبي عبر بنات الجلبيyā maṭar ya ḥelebi cabbir benātu’ç-Çelebi beytinde
geçtiği tespit edilmiştir. Şiirin bu beyti yağmur yağsın diye çocuklar tarafından tekerleme olarak söylenmektedir (https://www.alqasidah.com/poem.php?ip=7668).
çitāye ( چتايهEl-Samerrā’i, 1965, s. 40) < çit ‘pamuktan dokunmuş basma’
(Türkçe Sözlük, 2009, s. 440): Bu sözcük, çit sözcüğünün Arap lehçelerine has küçültme ve müenneslik yapısı ile çitāye olmuştur. Irak’ın Samerra şehrinde ‘kızların
başörtüsü olarak kullandığı geniş bir mendil’ anlamında kullanılmaktadır. Aynı
sözcük, kız çocuklar tarafından oynanan ضميمه الچتايهḌmeeme iç-çitāye ‘mendili
saklama’ oyununun adında geçtiği tespit edilmiştir (El-Samerrā’i, 1965, s. 40).
çōl ̴ چولçōle ( چولهEl-Samerrā’i, 1965, s. 50) < çöl ‘kumluk, susuz ve ıssız geniş
arazi, sahra, badiye’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 450): “eç-çōl ̴ çōl” sözcüğü Samerra
şehrinin erkek çocukları tarafından oynanan غراب الچولĠrābı’ç-çōl ‘çöl kargası’
adlı oyunun terkipli adının ikinci unsurudur (El-Samerrā’i, 1965, s. 50). Bununla
birlikte Türkçe çöl ve Arapça ـةmüenneslik ekinden oluşan çōle sözcüğü, çoğunlukla kız çocukları tarafından oynan Tūki ‘seksek’ oyununda kullanıldığı tespit
edilmiştir; çocuklar oyunda kullanılan taşı çizilen son bölümün dışına çıkardıklarında (çōle ‘oyun dışına çıktı’) söylerler. Ayrıca çōl ve çōle sözcüğü, Irak Arapçasında günlük hayatta ‘sahra, çöl’ anlamında kullanıldığı görülmektedir. (El-Karagulli,
2017, s. 18).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 329
dād ( دادEl-Karagulli, 2017, s. 36) < Osm. dād < Far. dād ‘feryat’: Osmanlı
Türkçesinde ‘feryat’ (Devellioğlu, 2008, s. 159) anlamında kullanılan bu sözcük
Irak Arap çocuklarının sokaklarda icra ettiği قرة جاكḲare cāk oyununda geçmektedir. Çocuklar, başkanlarına seslenmek için ‘yetiş, kurtar’ anlamında داد... دادdād…
dād şeklinde kullandıkları bir tabirdir (El-Karagulli, 2017, s. 36).
dāş ( داشEl-Karagulli, 2017, s. 62) < taş ‘Kimyasal veya fiziksel durumu değişiklikler gösteren, rengini içindeki maden, tuz ve oksitlerden alan sert ve katı madde’
(Türkçe Sözlük, 2009, s. 1931): Irak’ın genelinde bu oyun صگلهṢagla adıyla bilinmektedir (El-Samerrā’i, 1965, s. 39). Bununla birlikte الداشEd-dāş (Ar. el+ T. taş)
ve قاياتḲayāt isimleri de bu oyunun adı olarak kullanılmaktadır. Oyun beş adet
taş ile oynanır; iki ve üzeri çocuk arasında icra edilmektedir (El-Karagulli, 2017,
s. 62). Aynı oyun, Türk çocuk oyunlarında ve Irak Türkmen çocuk oyunlarında
beştaş2 adıyla bilinmektedir (Özdemir, 2006, s. 41; Abdülmecit, 2011, s. 108).
dugme ( دگمةEl-Samerrā’i, 1965, s. 52) < düğme ‘Giyecek, yorgan vb.nin bazı
yerlerine ilikleyici veya süs olarak dikilen kemik, metal, sedef gibi sert maddelerden
yapılmış küçük tutturma aracı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 583): dugme sözcüğü, Irak
Arapçasında günlük hayatta ‘düğme’ anlamında kullanımı devam etmektedir. Bunun yanı sıra çocuklar, فرّارةFarrāre3̴ فِنّانهFinnāne adlı oyunda kullandıkları düğmeye de dugme دكمةdemektedirler (Muhsin, 2017, s. 78; El-Samerrā’i, 1965, s. 52).
eleç ( ألچAl-Ta’i) < alçı4 ‘aşık kemiğinin dikine bir yüzü’ (Derleme I, 1993, s.
209): Bilindiği üzere aşık oyunu Orta Asya’da oynan eski oyunlardan biridir. Irak’ta
da folklorik çocuk oyunları arasında yer alan oyunlardan biri olup Türk, Arap,
Kürt olmak üzere bütün halkların arasında bilinen oyunlardandır. Irak Türkmen
Türkçesinde oyunun adı aşuğ ~ aşşığ ~ aşşuğ (Hürmüzlü, 2013, s. 63) iken Irak
Arapçasında لعبة چعابlicbet çicāb ‘tabanlar oyunu’ şeklindedir. Irak Arapçasında
sadece oyunun adı ( چعبçeceb < Ar. كعبkeceb ‘taban’) Arapça kökenlidir; kemiğin neredeyse bütün yüzlerinin adları Türkçeden geçmiştir. Bu sözcüklerden biri
eleç ‘aşık kemiğinin kulağa benzer yüzü’ sözcüğü olup bununla beraber oyunun
icrasında aynı sözcükten türetilen ألّچelleç, يألِّچyi’elliç ‘kemik dik durdu, duracak’
şeklinde terimler de kullanılmaktadır (Al-Ta’i). Anadolu ağızlarında alçı ‘aşık kemiğinin dikine bir yüzü’ ve ‘aşığın dik duruşu’ (https://sozluk.gov.tr/) anlamında
kullanıldığı görülmektedir.
gōg ( گوگEl-Sudāni, 1965, s. 3) < gök ‘mavi veya yeşile çalan mavi’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 772): Irak Arapçasında gōg sözcüğü bir tür mavi güvercin adı
olarak kullanılmaktadır (Karagözlü, 2018, s. 163). Bununla birlikte Irak’ın Amâre
2
3
4
Beş taşla oynanan bir çocuk oyunu.
İp arasında düğme çevirme.
Aşık kemiğinin yüzlerinin adları hakkında detaylı bilgi için bk. R. Alimov 2019: 159-165.
330 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
şehrinde icra edilen İbrezci5 oyununda da kullanıldığı tespit edilmiştir. Oyunda,
çocukların biri يا بريزجيya (i)brezci ‘ey bahri kuşu’ dediğinde ikinci çocuk يبرز
گوگyibriz gōg ‘gök, mavi olarak görünür’ diye cevap verir (El-Sudāni, 1965, s. 3).
ḥammālbāşi ( َح ّمالباشيAl-Ta’i).< Ar. ḥammāl + T. baş+i ‘hamallara başlık eden
kimse’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 838): Bu birleşik sözcük, çocukların birbirini taşıyarak oynadıkları oyunun adıdır. Bununla beraber bazı oyunlarda, oyunu kaybeden çocuk galip gelen çocuğu sırtında taşıması cezasına da ḥammālbāşi ‘sırtta
taşıma’ denilmektedir (Al-Ta’i).
ḫaşūge ( خاشوگهEl-Sudāni, 1965, s. 18) < ḳaşuḳ ‘kaşık’ (Clauson, 1972, s. 671):
Sözcük Türkçe ḳaşuḳ ve Arapça müenneslik ـهh ekinden oluşmaktadır. Irak Arapçasında yaygın sözcüklerden biri olan ḫaşūge ‘kaşık’ (Hasan, 2013, s. 144) sözcüğü çocuklar tarafından söylenen tekerlemelerde de kullanıldığı görülmektedir.
Söz konusu sözcük Amâre şehrinde kız çocuklar tarafından geceleyin oynanan
بيت المال طبخو ِشلّهbeti’l-mulle ṭıbḫav şille ‘molla evi Şille yemeği yaptılar’ oyununda söylenen tekerlemede جيت اضوگه بالخاشوگهceet aḍūge bil-ḫaşūge ‘kaşıkla tadına
bakmaya geldim’ cümlesinde geçtiği saptanmıştır (El-Sudāni, 1965, s. 18). Ayrıca, Samerra şehrinde oynana ها دحهHa deḥḥe oyununda söylenen tekerlemede de
ما ياكل الت ّمن اال بخاشوگهmā yakul it-timmen ille b-ḫaşūge ‘pirinç pilavını sadece kaşıkla yer’ cümlesinde geçtiği tespit edilmiştir (El-Samerrā’i, 1965, s. 62). Ayrıca, bu
sözcük Kuveyt Arapçasında da خاشوق ̴ خاشوقهḳaşūḳ ̴ ḳaşūḳe şeklinde kullanıldığı
görülmektedir (Kaymaz, 2016, s. 164).
ḫatūn ( خاتونEl-Sudāni, 1965, s. 63) < ḫātun ‘kadın’ (Clauson, 1972, s.
602): Irak Arapçasında günlük hayatta خاتونḫatūn ‘hanım, zengin kadın’ anlamında kullanılmakla beraber Amâre şehrinde çocuklar tarafından oynan
اشْ بالچانون؟ محبس خاتونeş bi’çanūn, mḥbes ḫatūn ‘ocakta nevar? hatun yüzüğü var’
manzum bilmecede de geçtiği tespit edilmiştir (El-Sudāni, 1965, s. 63).
ْ ( ا ْب ِرEl-Sudāni, 1965, s. 18) < Ar. برزbaraz + T. +CI: ibrezci ̴ brezci
ibrezci يزجي
adı Irak’ın güneyinde bahri6 kuşuna verilen addır. Söz konusu bu sözcük aynı zamanda Amâre şehrinin erkek çocukları tarafından oynanan bir oyunun adıdır (ElSudāni, 1965, s. 18). Sözcük, Arapça برزbaraz ‘görünmek, ortaya çıkmak’ (El-Râzi,
1986, s. 20) mastarının Arapça küçültme yapısı ile isimleşerek بريزbreez olup üzerine de Türkçe meslek mensubu veya bir işi sürekli yapan manasında adlar türeten
+CI ekinin gelmesiyle oluşmuştur.
5
6
Bk. İbrezci maddesi.
Uzun boyunlu, sivri gagalı, boynunun önü ve göğsü parlak beyaz olan, alçaktan ve hızlı
uçan, suya bağımlı bir tür kuş (Podiceps cristatus)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 331
ibrîsem سم
َ ( ا ْبريEl-Karagulli, 2017, s. 32) < Far. ibrişim ‘kalınca bükülmüş ipek
iplik’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 924): ibrîsem ~ brîsem sözcüğü Irak Arapçasında
‘ipeğimsi ip’ (Hasan, 2013, s. 47) anlamında yaşamakla birlikte erkek kişi adı olarak kullanılmaktadır (Al-Ta’i). Bunun yanı sıra Irak’ta erkek çocuklar tarafından
oynan سم ايش؟
َ سم ا ْبري
َ ا ْبريibrîsem ibrîsem eş? ‘ibrişim ibrişim ne?’ bilmece oyununun adında kullanıldığı görülmektedir (El-Karagulli, 2017, s. 32). Ayrıca, sözcük
sadece Irak Arapçasında olmayıp Kuveyt Arapçasında عتيق الصوف وال جديد البريسم
cetiki’s-ṣuf velā cididi’l-birisem ‘yünün eskisi, yeni ibrişimden iyidir’ atasözünde de
tespit edildiği görülmüştür (Kaymaz, 2016, s. 162).
ḳare ( قرهEl-Karagulli, 2017, s. 36) < kara ‘en koyu renk, siyah; kötü, uğursuz,
sıkıntılı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1074): Bağdat sokaklarında erkek çocukları tarafından oynanan oyuna قره جاكḳare cāk ‘kara geldi’ adını vermişlerdir. Çocuklar
iki gruba ayrıldıktan sonra kovalanmakta olan çocuklar arkadaşlarını korkutmak
amacıyla ‘kara geldi seni yakalayacak’ anlamında olan قره جاكḳare cāk cümlesini
söyleyip kaçarlar (El-Karagulli, 2017, s. 36).
ḳare- < قرهMoğ. ḳara- ‘bakmak’ (Lessing, 2003, s. 1437): Moğolca kökenli olan
bu sözcük Samerra şehrinde oynanan قره قره بيت منḳare ḳare beyt men? oyunun
adında geçtiği tespit edilmiştir. Bu oyun, akşam vakti sokakta icra edilip çocuklar
iki gruba ayrıldıktan sonra grup başkanları aralarında sokakta bulunan bir evin
adını söylerler; bir grubun başkanı hasım grubun bir üyesine ḳare ḳare beyt men?
‘bak, bil bakalım kimin evini dedik’ sorusunu yöneltir. O şahıs da bahsettikleri evi
tahmin etmeye çalışır; tahminin doğru olduğu durumda ikinci grubun üyelerini
o eve kadar sırtlarında taşırlar. Yanlış tahmin ederse oyun yeniden başlatırlar (ElSamerrā’i, 1965, s. 53).
ḳaverçi ( قا َو ْرچيEl-Sudāni, 1965, s. 18) < kavur-(i)çi ‘kızartma aracı, kevgir’:
Bu sözcük Türkçe kavur- ‘bir şeyi bir kabın içinde kendisinden başka bir malzeme
koymadan pişirmek’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1112) fiilinden türetilip beyti’l-mulle
ṭıbḫav şille ‘molla evi şille yemeği yaptılar’ oyununun icrasında söylenen tekerlemenin ِكس َروا فَچّي بالقا َورچيkisrav feççi, bi’l-ḳaverçi ‘çenemi kızartma aleti ile kırdılar’ cümlesinde geçmiştir (El-Sudāni, 1965, s. 18).
ḳavırçe ( قاورچهEL-Huseynāvi) < ḳawurçaḳ ~ ḳaburçak ‘sandık; oyuncak;
oyunca bebek; tabut; kutu’ (Clauson, 1972, s. 587): Sözcük Türkçedir ve ‘oyuncak
bebek’ anlamında kullanılmaktadır (EL-Huseynāvi). Irak Türkmen Türkçesinde
qâvırçağ ~ qâvurçağ ~ qâvurçax ‘oyuncak bebek’ şeklinde yaşamaktadır (Hürmüzlü, 2013, s. 205).
ḳayāt ( قاياتEl-Samerrā’i, 1965, s. 53) < kaya ‘büyük ve sert taş kütlesi’ (Türkçe
Sözlük, 2009, s. 1113): Bu sözcük Türkçe kaya ve Arapça çoğul eki āt ile oluş-
332 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
maktadır. Semrra şehrinde beştaş oyununa ḳayāt ‘kayalar, taşlar’ denmektedir (ElSamerrā’i, 1965, s. 53).
kece ( كجهEl-Karagulli, 2017, s. 53) < keçe ‘yapağı veya keçi kılının dokunmadan yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaş’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1125):
Erkek çocuklarının bez parçalarından yaptıkları ve sokaklarda veya boş alanlarda
icra ettikleri سبت احدSebit Ahed ve ( درك ) ُكركDirrek (kurrek) adlı oyunlarda kullandıkları topa كجهkece demektedirler (El-Karagulli, 2017, s. 53, 55).
kidişe ( كديشهEl-Samerrā’i, 1965, s. 62) < igdiş ‘evcil olarak yetiştirilen hayvan; melez’ (Clauson, 1972, s. 103): kidiş Irak Arapçasında ‘katır’ anlamında kullanılmaktadır. Aynı sözcükten türetilen ك ّدشkeddeş ‘aptallaştı’ fiilinin de kullanımı
yaygındır (Hasan, 2013, s. 357). Bununla beraber bahsi geçen ها دحهHa deḥḥe
oyununda söylenen tekerlemenin كديشة عمي سالم، يطارد عالكديشهyiṭārid cel-kidişe, kideşet cemmi Salim ‘Salim amcanın katırı üzerine dolaşıyor’ cümlesinde كديشهkidişe
(kidiş + Ar. müenneslik )ـهsözcüğü geçtiği tespit edilmiştir (El-Samerrā’i, 1965,
s. 62). Ayrıca, كديشkidiş sözcüğü Kuveyt Arapçasında ‘asil olmayan at; yarış için
uygun olmayan at; araba çekmekte kullanılan at’ ve ك ّدشkeddeş sözcüğü de ‘bir işte
yoruldu’ anlamında kullanıldığı görülmüştür (Kaymaz, 2016, s. 168).
ḳitān ( قيطانEl-Karagulli, 2017, s. 78) < kaytan ‘pamuk veya ipekten sicim’
(Türkçe Sözlük, 2009, s. 1120): Sözcük, Irak Arapçasında ‘bağ, bağcık, ayakkabı bağcığı’ anlamında kullanılmakta ve Arapçaya Türkçeden geçtiği belirtilmiştir
(Hasan, 2013, s. 348). Aynı zamanda çocukların oynadığı حياكة القيطانḥiyāket’ilḳiṭān ‘kaytan, bağ örme’ adlı oyununda da geçtiği tespit edilmiştir (El-Karagulli,
2017, s. 78).
ḳizze ~ kiz ( قز ~ ق ّزهAL-TAİ) < kız ‘dişi çocuk; üzerinde kadın resmi bulunan
iskambil kâğıdı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1175): Irak’ta genel olarak kıraathanelerde
oynanan iskambil oyunlarında üzerinde kız resmi olan iskambil kartına ق ّزهḳizze
veya قزkiz denilmektedir (Al-Ta’i).
ḳūṭiyye ( قوطيهEl-Sudāni, 1965, s. 62) < kutu ‘ince tahta, mukavva, teneke, plastik vb.nden yapılmış, genellikle kapaklı kap’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1272): Türkçeden Yemen7 ve Kuveyt8 Arapçasına geçen bu sözcük Irak Arapçasında da (قوطيه
ḳuṭiyye) ‘kutu’ anlamında kullanılmaktadır. Çoğulu da قواطىkuvāṭi ~ ḳavāṭi veya
قوطياتḳuṭiyyāt şeklindedir (Hasan, 2013, s. 347). Aynı zamanda Amâre çocuklarının icra ettikleri bilmece oyunlarında شنو بالقوطيه؟ محبس نوريهşinu bil-ḳuṭiyye?
miḥbes Nuriyye ‘kutuda ne var? Nuriyye’nin yüzüğü var’ manzum bilmecede geçtiği saptanmıştır (El-Sudāni, 1965, s. 62). Bununla beraber özellikle erkek çocuklar
7
8
Bk. Zeki Kaymaz, Yemen Arapçasındaki Türkçe Kelimeler.
Bk. Zeki Kaymaz, Kuveyt Arapçasındaki Türkçe Unsurlar.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 333
tarafından sokaklarda 3 adet metal kutu ve bir adet topla icra edilen oyuna da تلث
قواطيtileṡ ḳuvāṭi ‘üç kutu’ adı verilmiştir (Al-Ta’i). Ayrıca genelde bayramlarda
sokaklarda icra edilen لگوlegav ‘zarla oynanan bir kumar türü, barbut’ oyununda
kullanılan bardağa da ḳūṭiyye denilmektedir (EL-Hicciye, 1967, s. 109).
orta ( اورطاAl-Ta’i) < orta ‘bir şeyin kenarlarından merkeze doğru yaklaşık olarak aynı uzaklıkta olan yer’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1511): “orta” erkek çocuklarının misketle oynadığı bir oyunun adıdır. Oyun, yerde bir üçgen çizilip üçgenin her
köşesine bir misket yerleştirilerek icra edilir. Çocuklar ellerindeki misketle yerdeki
misketlere vurarak üçgenin ortasına yerleştirmeye çalışırlar. Bütün misketler üçgenin içine girdiği zaman orta sözcüğünden türeyen أرَّطarraṭ ‘ortalandı’ terimi
kullanılır (Al-Ta’i).
ṣay ( صايHasan, 2013, s. 268) < sayı ‘sayma, ölçme, tartma vb. işlerin sonunda bulunan birimlerin kaç olduğunu bildiren söz, adet’ (Türkçe Sözlük, 2009, s.
1714): Daha çok kıraathane ortamlarında erkekler tarafından icra edilen domino
ve tavla oyununda kullanılan sözcüklerdendir. Sözcük ‘domino taşı, tavla taşı’ anlamında kullanılmaktadır (Hasan, 2013, s. 268).
ṣōl ( صولEl-Sudāni, 1965, s. 47) < sol ‘sağın karşıtı’ (Türkçe Sözlük, 2009,
s. 1787): Bu sözcük, Mısır Arapçasında ‘polis memuru’ anlamında kullanılıp sol
kolağası’nın kısaltılmış şeklidir (Spiro, 1999, s. 346). Irak Arapçasında ise erkek
çocukları tarafından oynanan aşık oyunlarında atış yapılan kemiğin adıdır. Bu
kemik diğer kemiklere göre daha büyüktür ve diğerlerinden daha ağır olmasını
sağlamak için kemiğin boşluk kısmına kurşun madeni eritilmektedir (El-Sudāni,
1965, s. 47). Daha sonraki dönemlerde atış yapılan misket için kullanılmıştır. Bununla birlikte, sözcük مضيع صول چعابهmḍayyic ṣōl çcābe ‘en önemli kemiği kaybetmiş; mecazen: kendini kaybetmiş’ deyiminde de geçtiği tespit edilmiştir (Hasan,
2013, s. 280).
şille ( شلّهEl-Sudāni, 1965, s. 18) < Moğ. sile ‘çorba’ (Gül, 2016, s. 229): Bu
sözcük Amâre’de بيت ال ُم ّال طبخوا شلّهbeti’l-mulle ṭıbḫav şille9 ‘molla evi şille yemeği
yaptılar’ oyununda geçmektedir (El-Sudāni, 1965, s. 18). Sözcük Irak’ın güneyinde
bulunan şehirlerde, dinî münasebetlerde ikram edilen bir çeşit yemeğe verilen addır. Bununla birlikte söz konusu yemeğe شيالنşîlān veya شيالن الزهرةşîlāni’z-Zahre
‘Hz. Fatıma’nın şilanı (ikramlık dağıtılan yemeği)’ denilmektedir (Salman). Irak
Türkmen Türkçesinde şülen ‘özellikle Muharrem ayında yapılan aşure, buğday
çorbası’ anlamında kullanılmaktadır (Khairullah, 2019, s. 9). Aynı sözcük (شيالن
şilān ‘çorba’) Moğolcadan Farsçaya geçtiği tespit edilmiştir (Doerfer, 1963, s. 368).
9
Maş, mercimek ve pirinçten yapılan bir çeşit yemek.
334 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Buna ek olarak, Farsçada شلهşile sözcüğü de ‘pirinçten yapılan bir çeşit yemek’
anlamındadır (https://abadis.ir/fatofa/%D8%B4%D9%84%D9%87/).
ṭabşi ( طبشيMuhsin, 2017, s. 75) < Moğ. tebşi (Eren, 1999, s. 403): تبسيtepsi
~ tebsi sözcüğü Irak Arapçasında ‘içinde unlu mamulleri ve patlıcan yemeği vb.
yemeklerin yapıldığı alüminyum kap’ anlamında kullanılmaktadır (Hasan, 2013,
s. 73). طبشيṭabşi sözcüğü ise Musul Arapçasında ‘lenger, yayvan ve kenarları geniş,
büyük kap’ manasındadır (Mahmud). Bununla beraber Musul çocukların söylediği yağmur tekerlemesinde صبّونا بالطبشي
ُ ṣubbūnne bi’ṭ-ṭabşi ‘lengerde, kapta bize
(yemek vb.) koyun’ cümlesinde geçtiği tespit edilmiştir (Muhsin, 2017, s. 75). Çağatay Türkçesinde tépşi sözcüğü ‘tepsi, tabak, büyük kap’ anlamındadır (Kaman
vd. 2020, s. 111). Ayrıca, Irak Türkmen Türkçesinde tëşpi ~ tepşi10 sözcüğü ‘çay
tabağı’ manasında kullanıldığı saptanmıştır (Hürmüzlü, 2013, s. 299).
ṭāş ( طاشhttps://www.folkculturebh.org/ar/index.php?issue=52&page=art
icle&id=992) < taş ‘Kimyasal veya fiziksel durumu değişiklikler gösteren, rengini
içindeki maden, tuz ve oksitlerden alan sert ve katı madde’ (Türkçe Sözlük, 2009,
s. 1931): Musul’da Arap kız çocukları tarafından icra edilen الجولهec-cōle ‘seksek’
adlı oyununda kullanılan taşa denilmektedir (https://www.folkculturebh.org/ar/
index.php?issue=52&page=article&id=992). Bununla beraber Samerra’da kız ve
erkek çocuklar tarafından oynanan طوش َحرنهṭūş ḥerne ‘ḥerne11 taşları’ oyununun
adında geçtiği tespit edilmiştir (El-Samerrā’i, 1965, s. 45). Buradaki ṭuş sözcüğü
Türkçe taş sözcüğünün Arapça ْ فُعُلfucul kalıplı çoğuludur.
ṭāvli ( طاوليAl-Ta’i) < İt. tavola ‘Bölümlere ayrılmış iki yanlı tahta üzerinde on
beşerden otuz pul ve iki zarla iki kişinin karşılıklı oynadığı oyun’ (Türkçe Sözlük,
2009, s. 1922): Irak Arapçasında ‘tavla’ anlamında kullanılmaktadır. Oyunun icrasında kullanılan sözcüklerin birçoğunun Türkçe ile müşterek (Farsça veya Türkçe
kökenli) olduklarından Araplar Türkler vesilesiyle bu oyunla tanışmış olmaları
kuvvetli bir ihtimaldir.
ṭāy ( طايEl-Samerrā’i, 1965, s. 19) < Moğ. tūhay ‘çocuklar tarafından oyuncak
olarak kullanılan aşık kemiği’ (Lessing, 2003, s. 1307): Irak’ın Samerra bölgesinde aşık kemiğinin düz tarafına verilen addır (El-Samerrā’i, 1965, s. 19). Anadolu
ağızlarında, aşık kemiğinin aynı yüzü için tava12 ‘aşık kemiğinin düz yanı’ sözcüğü
kullanılmaktadır (Derleme X, 1993, s. 3845). Bu nedenle Ar. tāy sözcüğü Moğolcadan Arapçaya geçmiş olma ihtimali daha yüksektir. Bununla beraber Samerra’da
aşık kemiğinin bir diğer yüzüne فرسfaras denilmektedir. faras, Arapçada ‘kısrak’
anlamına gelmektedir (El-Samerrā’i, 1965, s. 19). Dolayısıyla طايṭāy Türkçe ‘at
10
11
12
Sözlükte yoktur. Sayma Abdulmecid adlı kişiden derlenmiştir.
Anlamı tespit edilememiştir.
Detaylı bilgi için bk. Alimov, Aşık Oyununda Kemik Yüzlerinin Adlarının Kökeni Üzerine
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 335
yavrusu’ anlamında olan tay sözcüğü olması muhtemeledir. Irak Türkmen Türkçesinde tay ‘at yavrusu’ manasında olmakla birlikte ‘bölüm, parça, bir çifti oluşturan
iki tekten her biri; yan, taraf, yön’ anlamı da vardır (Hürmüzlü, 2013, s. 294). Bu
sözcük de bir nesnenin tarafı anlamında olduğundan Irak Türkmen Türkçesinden
(yan, taraf, yön anlamında) de alıntılanmış olabilir.
tek ( تكHasan, 2013, s. 81) < tek ‘eşi olmayan, biricik, yegâne’ (Türkçe Sözlük,
2009, s. 1933): Irak Arapçasında günlük hayatta kullanılan sözcüklerden biri olup
‘tek’ anlamında kullanılmaktadır. Örneğin, çocuklar tek kale futbol oyununa تك
گولtek gōl derler (Hasan, 2013, s. 81). Bununla birlikte Bağdat’ta yukarıda bahsi
geçen تك َمنا جفتtek menā cift ‘tek mi çift mi’ oyununun adında geçmektedir (ElKaragulli, 2017, s. 15, 65). Aynı oyunun Amâre varyantı تكمهtek me ‘tek mi’ şeklindedir (El-Sudāni, 1965, s. 19).
tirçiyye ~ tirciyye ( ترچيهHasan, 2013, s. 77): Zeki Kaymaz, bu sözcüğün
Kuveyt Arapçasına geçtiğini tespit etmiştir (Kaymaz, 2016, s. 163). Sözcük Irak,
Bahreyn, Katar Birleşik Arap Emirliği ve Kuveyt gibi ülkelerde ‘küpe’ anlamında
kullanılmaktadır. Bu nesne Türkiye’den bu ülkelere gittiği için تركيّهtirkiyye ترچيّه
tirçiyye (Türk+ Ar. iyye) adını kazanmıştır. Sözcüğün çoğulu تَراچيterāçi şeklindedir (https://3amyah.com/?s=%D8%AA%D8%B1%D8%AC%D9%8A%D8%A9).
Bununla birlikte bu sözcük Amâre çocukları tarafından oynanan اشفَوگ أو فَوگ؟
لمع التَراچي والطَوگişfōg av fog? lemc it-terāçi ve’ṭ-ṭūg ‘ne var yukarıda? küpelerin ve
taçların parlaklığı var’ manzum bilmecede geçtiği saptanmıştır (El-Sudāni, 1965,
s. 61).
ṭōbe ( طوبهHasan, 2013, s. 296) < top ‘birçok spor oyununda kullanılan, türlü
büyüklükte, genellikle kauçuktan yapılmış yuvarlak nesne’ (Türkçe Sözlük, 2009, s.
1990): Türkçeden Irak Arapçasına geçen bu sözcük Türkçe top ve Arapça münneslik ( )ـهekinden oluşmaktadır. Bu sözcük hem ‘top’ anlamında hem de özellikle
erkek çocukları tarafından sokaklarda, bahçelerde ve sahalarda icra edilen ‘futbol’
anlamında kullanılmaktadır (Hasan, 2013, s. 296).
tūki ( توكيHasan, 2013, s. 88) < tek ‘eşi olmayan, biricik, yegâne’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 1933): El-Karagulli, bu sözcüğün Türkçe teki sözcüğünden türediğini
beyan edip herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Kız çocukları tarafından oynanan ‘seksek’ oyunu anlamında kullanılmaktadır. Oyunun bir diğer adı َحجْ لḥecl
olup ‘tek ayak üzerinde durmak, zıplamak’ anlamındadır (El-Karagulli, 2017, s.
18). Sözcük Türkçe tek ve Arapça nispet i’sinden oluşmuş olabilir.
ṭurra ( طُ َّرهEl-Karagulli, 2017, s. 14) < tura ‘metal paranın resimli yüzü’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 2008): Sözcük, çocukların metal para ile oynadıkları طُرّه لو ِكتبَه
ṭurra lō kitbe ‘yazı mı tura mı?’ oyununda geçmektedir (El-Karagulli, 2017, s. 14).
336 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
zār ( زارEL-Hicciye, 1967, s. 109) < zar ‘tavla ve başka oyunlarda kullanılan kemik, fil dişi, plastik vb. maddelerden küp olarak yapılan ve altı yüzünde, birden altıya
kadar benekler bulunan oyun aracı’ (Türkçe Sözlük, 2009, s. 2024): Sözcük, Türkçeden Arapçaya geçip aynı anlamda kullanılmaktadır. Araplar, fasih Arapçada زهر
النردzahru’n-nerd ‘zar’ sözcüğü de Türkçe zar’dan geldiği düşüncesindedirler; Cezayir Arapçasında زهر التركيهzahru’t-Turkiyye ‘şans’ anlamındaki terkibi delil olarak
göstermişlerdir (https://ar.mo3jam.com/term/%D8%B2%D9%87%D8%B1%20
%D8%A7%D9%84%D9%86%D8%B1%D8%AF).
Sonuç
Irak Arap çocuk ve kıraathane oyunlarında Türkçeden geçen 45 sözcük tespit edilmiştir. Bu sözcüklerin 38’si çocuk oyunlarında 7’si kıraathane oyunlarında
kullanılmaktadır. Sözcüklere genel olarak bakıldığında bāşe, ḫaşūge, carabāne, çōl,
ḳiṭān, ḳūṭiyye, tirçiyye ve ḫatūn hem günlük hayatta hem de oyunlarda kullanılan
sözcükler olduğu görülmektedir. carabāne, cift, çitāye, çōl, dāş, ḥammalbaşi, ibrezci, ibrisem, ḳare, ḳara-, ḳayat, ḳiṭān, ḳavāṭi, orṭa, şille, ṭāvli, ṭōbe, tūki sözcüklerinin
oyun adı veya oyunların adlarının bir unsuru olarak, dugme, ḳavırçe, kece, ṣōl, ṭāş,
zār sözcüklerinin oyunlarda bir araç-gereç adı olarak, becaġ, berk, eleç, ḳiz, ṭay
sözcüklerinin oyunda kullanılan araç-gereçlerin bir yönünün adı veya bir parçası
olarak ve beş, çōle, dād, gōg, ḳare, ṣāy, tek sözcüklerinin oyun icrasında kullanılan terimler olarak kullanıldığı saptanmıştır. ḫatūn, ḳuṭiyye, tirçiyye sözcüklerinin
manzum bilmecelerde ve bāşe, çelebi, ḫaşūge, ḳaverçi, kidîşe, ṭabşi sözcüklerinin ise
tekerlemelerde geçtiği tespit edilmiştir.
Türkçeden Irak Arapçasına geçen bu sözcüklerin çoğu Türkçe ve Farsça kökenlidir. Sözcüklerin biri (ḥammalbāşi), Arapça ve Türkçeden oluşan tamlama halindedir. 1 sözcük (brezci) Türkçe +CI ekiyle yapılmıştır. Moğolca kökenli 5 sözcüğün (çal, ḳara-, ṭabşi, şille, ṭay) saptanması da dikkat çekicidir. Sözcüklerin bir
kısmının Irak Türkmen Türkçesinde kullanılmamaktadır; söz konusu sözcükler
Irak Arapçasına eski tarihlerde geçmiştir denilebilir. Sözcüklerin 44’ü isim ve 1’i
fiil niteliğinde olup bazılarından Arapçanın yapısına göre fiiller ve çoğullar türetildiği tespit edilmiştir. Son olarak Türk lehçelerinde rastlayamadığımız ḳaverçi
‘kevgir’ sözcüğü, Araplar tarafından türetilmiş bir sözcük olması kuvvetli bir ihtimaldir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 337
Kısaltmalar
Ar.: Arapça
Far.: Farsça
Fr.: Fransızca
İt.: İtalyanca
Moğ.: Moğolca
Osm.: Osmanlıca
T.: Türkçe
M.: Miladi
Kaynakça
cAmid,
U. H. (1389: M. 2010). Ferheng-i Farisi cAmid, Rahruşd.
Abdülmecit, S. M. (2011). Irak Türkmen Çocuk Oyunları, Kerkük Vakfı Yayınları.
Alimov, R. (2019). Aşık Oyununda Kemik Yüzlerinin Adlarının Kökeni Üzerine, Uluslararası
İdil - Ural ve Türkistan Araştırmaları Dergisi (IJVUTS), 1 (2), 158 - 176.
Arıkoğlu, E. (2005). Örnekli Hakasça-Türkçe Sözlük, Akçağ Yayınları.
Clauson, S. G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford:
At the Clarendon Press.
Devellioğlu F. (2008). Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitapevi Yayınları.
Doerfer, G. (1963) Türkische Und Mongolische Elemente İm Neupersischen, Band I, Wiesbaden:
Franz Steiner Verlag Gmbh.
El-hicciye, Aziz Casim (1967). Bağdadiyāt, Mudiriyyet’l-Funūn ve’s-Sekāfetu’ş-Şabiyye fi
Vizeretu’s-Sekāfe ve’l-İrşād.
El-Karagulli, A. (2017). El-elcābu’ş-Şabiyye Lifityānu’l- cİrak, Hindawi C.I.C.
Elrâzi, M. b. E. b. A. (1986). Muhtâru’-Sahhah. Mektebet Lübnan.
El-Samerrā’i, Y. E. İ. (1965). El-elcābu’ş-Şabiyye Lisibyān Samerra’, Daru’-c-Cumhūriyye Li’nneşr ve’ṭ-ṭabi’.
El-Sudāni, A. E. (1965). El-elcābu’ş-Şabiyye fi’l-cAmare, Matbaatu Daru’-c-Cumhūriyye.
Eren, H. (1999). Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, TDK Yayınları.
Gül, B. (2016). Moğolca İbni Mühennâ Lügati, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Hasan, L. R. (2013). El-Muccem Lil-kelimāt ve’l Mustalaḥātu’l-cİraḳiyye, Dubai.
Huizinga, J. (2006). Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, Çev: Mehmet
Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları.
Hürmüzlü, H. (2013). Irak Türkmen Türkçesi Sözlüğü, Türkmeneli İşbirliği ve Kültür Vakfı yayınları.
Kaman, S. - Karagözlü, S. (2020). Nisâb-ı Türkî (Nisâb-ı Türkî Tûrân) Çağatayca-Farsça Manzum Sözlük (İncelemne-Tenkitli Metin-Sözlük-Dizin-Tıpkıbasım), Gece Kitaplığı.
Karagözlü, S. (2018). Irak Arapçasına Giren Kuşçulukla İlgili Türkçe Kelimeler, Dil Araştırmaları, 22, 159-168.
338 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kaymaz, Z. (2016). Kuveyt Arapçasındaki Türkçe Unsurlar Üzerine, XI. Uluslararası Büyük
Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, (ss. 161-170), İ. D. Bilkent Üniversitesi.
Kaymaz, Z. (2017). Yemen Arapçasındaki Türkçe Kelimeler, XII. Uluslararası Büyük Türk Dili
Kurultayı Bildirileri Kitabı (İhsan Doğramacı’ya Armağan), (ss. 219-225), Romanya, Bükreş.
Khairullah, H. L.(2019). Irak Türkmen Türkçesinde Kullanılan Moğolca Kelimeler, Mecellet Camicet Kerkuk li’d-Dirasātu’l-İnsāniyye, 15 (2), 1-11.
Lessing, F. D. (2003). Moğolca-Türkçe Sözlük 2 O-C (Z), Çev. Günay KARAAĞAÇ, TDK Yayınları.
Mescûd, C. (1992). Muccem El-Rā’id, Daru’l-cilm Lil-Melāyin.
Mohammad, R. (2015). Bazı Arap Lehçelerindeki Atasözlerinde Geçen Türkçe Kelimeler, Dil
Araştırmaları 17, 199-213.
Muhsin, A. H. (2017). Games In Baghdad Heritage. Mecelletu’t-Turāsu’l-ilmi El-carabi, 3, 61-86.
Özdemir, N. (2006). Türk Çocuk Oyunları II, Akçağ yayınları.
Spiro, S. (1999). An Arabic-English Dictionary Of The Colloquial Arabic Of Egypt, Lebrairie du
Liban Publishers.
Steingass, F. (1963). A comprehensive Persian-English dictionary. Rout-ledge & Kegan Paul Limited.
Tietze, A. (2002). Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı, Birinci cilt A-E, Simurg Yayınları.
Türkçe Sözlük, (2009). TDK Yayınları.
Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü I (1993). TDK, Ankara Üniversitesi Basımevi.
Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü III (1993). TDK, Ankara Üniversitesi Basımevi.
Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü X (1993). TDK, Ankara Üniversitesi Basımevi.
https://azamil.com
https://www.almaany.com/ar
https://abadis.ir
https://www.folkculturebh.org/ar/
https://3amyah.com/
https://ar.mo3jam.com
https://www.alqasidah.com/poem.php?ip=7668
Kaynak Kişiler
Necah SALMAN, 1954, Kadın, Ev hanımı, Diyala, Irak.
Abdulmecid AL-TA’İ, 1956, Erkek, Emekli avukat, Diyala, Irak.
Nabil Abdulkerim EL-HUSEYNĀVİ, 1952, Erkek, Emekli memur, Bağdat, Irak.
Sayma ABDULMECİD, 1946, Kadın, Tuzhurtmatu, Kerkük, Irak.
Mahmud Şukur MAHMUD, 1972, Erkek, Musul, Irak.
UYGUR HALK MESELLERİ
Doç. Dr. Ahmet KARAMAN, Afyon Kocatepe Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-7106-3522
1. Uygur Halk Meselleri ve Özellikleri
Uygur Tiliniñ İzahliq Luġiti’nde mesel “Ahlaki terbiye özelliği olan ve eleştiri
yönü güçlü olan nazım veya nesir türündeki küçük eser. Kişiler arasındaki olaylar
hayvanlar veya bitkiler kişileştirilerk anlatılır.” (1999:1029). Uyġurçe – İngilizçe
Luġet’te ise “fabl, alegori” (1997:583) karşılıkları verilmiştir. Uygurca-İngilizce
sözlükte çöçek karşılığı olarak “fabl, efsane” (1997:256) açıklamaları verilmiştir.
İzahlık Sözlükte çöçek “İnsanların tabiat olayları hakkındaki düşüncelerini, insanlar arasındaki sosyal ilişkileri ve her türlü sosyal olayları hayal gücüne dayalı
gülünç ve ilginç olarak yansıtan sözlü hikâye” (1999: 436) olarak tanımlanmıştır.
Görüldüğü gibi mesel ile çöçekler bazı yönlerden birbirlerine benzerler. Ancak
Uygur meselleri ile çöçekleri birbirinden ayıran özellikler vardır:
a) Uygur halk mesellerinde derin bir felsefî fikir ortaya konur (İsmayil, 1998,
s. 318). Bu fikir halkın uzun yıllar edindiği tecrübeye dayanır. Bu nedenle mesellere yaşayan felsefe de denir. Hayvan çöçeklerinde ise mesellerdeki gibi hikmetli
düşünceler yer almaz. Genellikle insanlar arasındaki iyilik kötülük, bilgelik cehalet, doğruluk ve sahtekârlık gibi zıt kavramlar hayvanlar aracılığıyla yansıtılır.
Çöçeklerde mesellerdeki gibi derin bir felsefi düşüncenin yer alması şart değildir.
b) Hayvan çöçeklerinde başkahramanlar hayvanlardan oluşurken mesellerde
başkahraman hayvanlardan başka insanlar, bitkiler, böcekler hatta cansız varlıklardan oluşabilir (İsmayil, 1998, s. 319). Başkahramanı insan olan meseller eleştirel
özelliklere sahip olduğu için latifelerle karıştırılabilir. Genel olarak ifade etmek
gerekirse mesellerde hiciv özelliği olması mutlak özellik değildir. Ancak derin
felsefî yapının olması mesellerin karakteristik özelliğidir. Latifelerde ise hiciv özelliği karakteristik olmasına rağmen derin felsefî fikirlerin yer alması karakteristik
özelliklerinden değildir.
c) Hayvan çöçeklerinde yapılan tasvirlerinde süreklilik esastır, değişkenlik görülmez. Örneğin korkaklık tavşanın, kahramanlık atın, kurnazlık tilkinin hikâye
boyunca kalıcı özelliğidir. Bu özellikler hemen hemen bütün çöçeklerde değişmez
özelliklerdir. Mesellerde ise bu özellikler kalıcı değildir. Mesellerin sonunda söylenmek istenen açık biçimde ortaya konulduğu için meselin sonunda hayvanın
340 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
hangi özelliğinin ortaya konulacağı belli olmaz. Kimi mesellerde olumsuz özellikleriyle tasvir edilen hayvanlara başka mesellerde olumlu olarak karşımıza çıkabilir.
d) Biçim özellikleri yönünden değerlendirdiğimizde meseller çöçeklere göre
daha küçük boyutludur. Kişi sayısı az olup belirgin özelliklere sahiptir. Meseller
basit ve küçük bir olay örgüsüne sahip olmasına rağmen güçlü bir fikir olgusuna
sahiptir. Çöçeklerde ise kişi sayısı daha çok olay örgüsü daha uzun, tasvirler daha
çoktur.
e) Oluşma dönemlerine göre değerlendirdiğimizde çöçekler mesellerden
daha önce oluşmuştur.
f) Meseller hem nesir hem de nazım biçiminde yazılabilir (Yasin, 2013, s.
246).
2. Uygur Halk Mesellerinin Muhtevası
Halk meselleri Uygur halkının uzun yıllar edindiği tecrübeyi, ahlaki değerleri, çalışkanlığını konu almaktadır. Uygur halkının ahlak anlayışı mesellerin önemli bir konusudur. Bu tür mesellerde güçlü bir hiciv anlayışı görülür. Toplumdaki sömürü düzeni, açgözlülük, asalaklık, yalancılık şiddetle eleştirilir. Bütün bu
olumsuz özellikler toplumda toprak ağası olan ezici tabakaya ait olup ezilenler de
bunlara zıt olarak samimiyet, çalışkanlık, temiz kalplilik, yoksulluk özellikleriyle
öne çıkarlar.
Uygur halk mesellerinde maddi zenginlikten ziyade bilimin, sanatın gerçek
zenginlik olduğu vurgulanır. Uygur halkının uzun tarih sürecinde edindiği tecrübeleri, hayat felsefesi Uygur mesellerinde vücut bulmuştur.
3. Uygur Halk Mesellerinin Edebî Özellikleri
Mesellerin kendine has üslup özellikleriyle insan ve eşyayı tasvir ederek asıl
düşünceyi ortaya koyar. Edebî olarak oldukça ilginç, anlaşılır ve ironik bir üsluba
sahiptir.
Gerçek hayattaki küçük bir olay aracılığıyla karakterler tasvir edilir. Ancak bu
küçük olay asıl olayın özelliklerini açık biçimde yansıtır. Uygur halk mesellerinin
çoğunda kişileştirilen hayvanlar aracılığıyla belirtilmek istenen düşünce ortaya
konsa da bir kısmında da doğrudan insanlar aracılığıyla asıl düşünce belirtilir.
Mesellerdeki karakterler ne olursa olsun ilgi çekici olurlar.
Uygur halk mesellerinde karakter ve olay sayısı azdır. Karakterlerin tasviri
oldukça kısa, karakterine uygun biçimde yapılır. Bireysel özelliklere sahip olan ka-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 341
rakterler yerel ağız da kullanabilir. Bu yolla karakterlerin iç dünyası oldukça açık
biçimde yansıtılır.
Genel olarak ifade etmek gerekirse meseller ciddi konuları işleyen, eleştiriyi
ön planda tutan, gizli anlamlar taşıyan bir Uygur halk edebiyatı türüdür. Uygur
halk meselleri Uygur halkının uzun yıllar boyunca edindiği tecrübeleri içermektedir. Uygur halk mesellerinde atasözleri ve deyimlerin yer alması mesellerin kültür
taşıma özelliğini gösterir. Meseller sosyal bir öğretiye sahip olup uzun süre kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır.
4. Uygur Halk Mesellerindeki Tipler
Çalışmamızda Uygur Halk Meselleri (Ebey, 2013) adlı kitapta yer alan seksen
beş meseli değerlendirdik. Mesellerde “tilki, kurt, kurbağa, tavşan, fare, kedi, keçi,
eşek, aslan, turna, köpek, karınca, horoz, sığır, serçe, öküz, kirpi, kaplan, fil, deve,
ayı, at, vaşak, sansar, porsuk, papağan, ördek, leopar, kuş, karga, güvercin, geyik,
civciv, bülbül, baykuş” otuz altı farklı hayvanın tip olarak kullanıldığını tespit ettik.
Bu tipler içinde tilki on beş, kurt yedi, kurbağa altı, tavşan beş, fare beş, kedi dört,
keçi dört, eşek dört, aslan dört, turna üç, köpek üç, karınca üç, horoz üç, sığır iki,
serçe: iki, öküz iki, kirpi iki, kaplan iki, fil iki, deve iki, ayı iki, at iki defa kullanılmış; diğerleri ise birer defa meselde karakter olarak kullanılmışlardır. Bu tipler
bazen mesellerde yardımcı karakter olarak da kullanılmışlardır. Örneğin ‘Tilkinin
Taksimatı’ başlıklı meselde ‘kaplan, kurt ve tilki’ tip olarak meselde yer alırken
‘tavşan, geyik ve sülün’ yardımcı karakter olarak kullanılmıştır:
“Eski zamanlarda bir gün çok yakın dost olan kaplan, kurt ve tilki sefere
çıkmışlar. Yürüye yürüye yorulmuşlar ve bir dağın yamacında dinlenmeye karar
vermişler. Çok acıktıkları için ava çıkmaya karar vermişler. Kaplan dinlenirken
kurt ile tilki ava çıkmışlar. Bir süre sonra bin bir sıkıntıyla bir geyik, bir tavşan
ve bir sülün avlamışlar. Avladıkları hayvanları getirip ortaya koymuşlar. Kaplan
avlananları bölüştürmesi için kurdu görevlendirmiş. Kurt bu teklifi uygun bulup
bölüştürmeye başlamış. Kaplan iri cüsseli olduğu için onun sonra yemesini gerektiğini kendinin sülünü, tilkinin ise tavşanı yemesinin uygun olacağını söylemiş. Bu bölüştürmeyi duyan kaplan sinirlenerek kurda vurmuş. Kurdun bir gözü
çıkmış. Sonra tilkiye dönerek onun bölüştürmesini istemiş. Tilki hemen şöyle
bölüştürmüş: Tavşan, Cenaplarının kahvaltısı olsun, sülün öğle yemeği, geyik ise
akşam yemeği olsun. Sizden kalırsa biz yiyelim kalmazsa can sağlığı olsun, demiş.
Tilkinin bölüştürmesini çok beğenen kaplan, tilkiye bu bölüştürmeyi kimden öğrendiğini sormuş. Tilki acele etmeden, biraderim kurdun çıkan gözünden, diye
cevap vermiş.”
342 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Bu meselde kurt yerine ve kendi gücüne göre davranmadığı için zarar gören
bir ahmak tipindedir. Tilki ise tehlikeyi hemen fark edip ona göre davranan ve
zarar görmeyen bir dalkavuk tipindedir. Asıl eleştirilen ise hiç hak etmediği, emek
harcamadığı halde zayıfların hakkını gasp eden bir zalim tipindedir.
“Geyik” başlıklı meselde ise ormanın kenarındaki ırmaktan su içmeye gelen
bir geyiğin suya yansıyan boynuzlarını görüp onlarla böbürlenirken ayaklarının
zayıflığını görüp onlardan iğrendiği sırada ansızın bir aslanın saldırısına uğradığı
anlatılmaktadır. Beğenmediği bacakları sayesinde kaçıp kurtulan geyiğin ormana
girince ağacın dalların takılan boynuzları yüzünden aslana yakalandığı anda beğenmediği bacaklarının gerçekte bir kurtarıcı, övündüğü boynuzlarının ise başına bela olduğunu anlayıp pişman olduğu anlatılmaktadır. Bu meseldeki geyik tipi
gerçek değerin ne olduğunu bilmeyen sadece görünüşe ve gösterişe önem veren
kişileri temsil etmektedir.
Bazı meseller toplumsal uyarı niteliği taşır. Örneğin “Aslan ile Turna” meselinde balıkçıdan çaldığı balıkları aceleyle yerken balığın kılçıkları boğazına batan
aslan turnadan kendisine yardım etmesini ister. Bu istek karşısında hem korkan
hem de şaşıran turna ister istemez aslanın boğazına saplanan kılçıkları gagasıyla
çıkarır. Boğazından kılçıklar çıktıktan sonra rahat bir nefes alan aslan turnadan
iki günüdür aç olan karnını doyurmasını ister. Turna ne yaparsa yapasın aslanı
bu isteğinden vazgeçiremez. Sonunda turnayı yakalayıp yiyen aslan vefaya cefayla
karşılık vermiş olur. Bu meseldeki aslan tipi vefasız bir zalimi turna tipi ise yardımsever ama kime yardım edilip kime yardım edilmeyeceğini ayırt edemeyen saf
kişileri temsil etmektedir.
“Deve ile Keçi” meselinde boyunun uzunluğuyla övüne deve ile iyi sıçramasıyla övünen keçinin arkadaşlığı anlatılmaktadır. Bol meyveli bir bağın yanından
geçen deve ile keçi bağdan meyve yemek isterler. Ancak duvar yüksek olduğu için
deve duvarın üzerinden sarkan dallardan meyve yiyebilirken keçi ne kadar sıçrarsa sıçrasın duvarın üstüne çıkamaz. Deve uzun boyuyla övünürken keçi bağa
girmenin yollarını aramaktadır. Bağın bir yerinden sürünerek içeri giren keçi devenin ulaşamadığı diğer meyveleri de tadarken kendi özellikleriyle övünmeye başlamıştır. Bunları duyan bir at her ikisinin de boş yere övündüğünü söyler. Kişinin
eksik yanlarını görmeyip üstün yanlarıyla övünmenin yanlış olduğunu belirtir.
Atın bu haklı uyarıları karşısında her ikisi de mahcup olur. Meseldeki deve ve keçi
tipleri iyi dost olan iki kişiyi temsil etmektedir. Dostların birbirlerine karşı üstünlük yarışına girmelerinin dostluğa zarar vereceğini anlatmaya çalışan at meselde
bilge karakteri temsil etmektedir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 343
Mesellerin özelliklerinden biri de toplumu yalancı, dolandırıcı kişilere karşı
dikkatli olma konusunda uyarmasıdır. “Tilki ile Eşek” adlı meselde derin bir çukura düşen tilki bütün çabalarına rağmen çukurdan çıkamaz. O sırada su içmek
için oraya gelen eşek tilkiyi görüp ne yaptığını sorar. Uyanık tilki bulunduğu yerin
serin olduğunu, temiz su bulunduğunu ve dinlenmek için uygun bir yer olduğunu söyleyince eşek hemen çukura atlar. Bu fırsatı kollayan tilki hızla önce eşeğin
sırtına oradan da dışarıya sıçrar. Eşek ise çukurdan çıkamaz. Meselin sonunda
“Yalġançiġa işenseñ, béşiġa bala tapisen / Yalancıya inanırsan başına bela bulursun.” sözüyle kişilerin yalancılara karşı uyanık olmaları tavsiye edilmiştir.
“At ile İt” başlıklı meselde birlikte yaşayan bir at ile köpeğin ilişkileri anlatılmaktadır. Köpek sezgilerinin güçlü olmasıyla övünürken atı da küçümsemektedir.
Atın kuyruğunun kısalığı, dudağının biçimsizliğiyle alay etmektedir. Bir gün hiçbir şey yokken su içmeye giden atın arkasına geçip orasını burasını dişleyen köpeğin laf dinlemezliğinden usanıp onu arkaya itmiş. Gözleri fal taşı gibi açılan köpek,
kıl kıpırdasa duyduğundan, eve hırsız sokmadığından bahsederek yine övünmeye
başlamış. At, köpeğin bu övünüşü karşısında şaşırıp, evde herkesin kendine göre
işinin olduğunu söylemiş. Köpek ise atın boş yere yer kapladığını, boş yere yediğini söyleyip başka bir işe yaramadığını söylemiş. At biraz da alaycı bir tavırla köpeğin doğru söylediğini belirtip “Ben harman tepiyorum, yiyecekleri eve taşıyorum,
değirmene götürüyorum, kış günleri eve odun kömür taşıyorum bunlar iş değil mi
ki? diye sormuş. Köpek bu işlerin kendisine ne faydası olduğunu sorunca at kızarak: “Tahılı değirmene götürüp un öğütmesem kepek çıkmasa sen ne yiyeceksin?”
demiş. Köpek sesini çıkaramadan kuyruğunu kısıp uzaklaşmış.
At ile İt meseli toplumda herkesin kendine göre bir görevi olduğunu, her görevin kendine göre bir önemi olduğunu anlatan, bu konuda kimseyi küçümsememek gerektiği dersini veren bir meseldir. Köpek tipi kendini beğenmiş, başkalarını
küçük gören kibirli bir tiptir. At tipi ise olgun ama gerektiğinde had bilmezlere
haddini bildiren bir tiptir.
“Ahmak Avcı” başlıklı meselde çok maharetli bir doğanı olan avcının doğanın düzenine ters hareket etmesi ve bunun sonucunda zararlı çıktığı anlatılır: “Bir
avcının ala doğanı varmış. Ala doğan avcıya sürekli av hayvanlarını yakalayıp getirirmiş. Bir gün avcı ala doğanın biçimini beğenmemiş. Kuyruğu gözüne çok çirkin
görünmüş. Makası eline alarak kuyruğunun yarısını kesmiş. Ala doğan bu haliyle
daha güzel görünmüş avcıya. Avcı bir müddet sonra ala doğanın kanatlarını beğenmemiş ve onların da yarısını kesmiş. Sonunda gagasını da çok uzun ve biçimsiz bularak gagasını da kesmiş. Bir gün ala doğanını yanına alarak ava çıkmış. Bir
tilki görerek ala doğanı havaya fırlatmış. Kanat, kuyruk ve gagası kesilen ala doğan
uçamayarak pat diye yere düşmüş. Avcı bu işe çok şaşırmış. O sırada oradan geç-
344 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
mekte olan bir dostu duruma şahit olmuş. Avcıya ahmakça davrandığını söyleyip
dünyada her şeyi kendine göre düzeltmeye kalkarsan bozulmayan bir şey kalmaz,
diyerek avcıyı uyarmış.” Bu meselde doğanın kendine has bir kanunu vardır. Bu
kanunu kişi kendine göre değiştirmeye kalkarsa düzeni bozmuş olur. Bu mesel
doğanın kanunlarına aykırı hareket eden insanoğlunun doğal felaketlere maruz
kalacağına işaret etmesi yönüyle sosyolojik bir mesaj vermektedir.
5. Uygur Mesellerinin Dil, Kültür ve Etik Değerlere Katkısı
Mesellerde toplumu ayakta tutan değerler ele alınmaktadır. Toplumun pek
çok kesimi tarafından örnek alınan ve rol model diyebileceğimiz tipler mesellerde
yer almaktadır. Bu tipler kötüleri cezalandırırken kötülüğün cezasız kalmayacağı
düşüncesini bilinçaltına yerleştirir. Bu bilinç bireyin ‘ben’ anlayışından ‘biz’ anlayışına gelişmesinde çok etkilidir.
Sözlü ve yazılı edebiyat ürünlerinin dil becerilerini geliştirdiği bir gerçektir.
Meseller de dil ve kültür gelişimine de katkı sağlamaktadır. Mesellerin geçen ve
Uygurcada “maqal-temsil” olarak adlandırılan atasözleri, atasözlerinden başka
özlü sözler, benzetmeler, karşılaştırmalar ve diğer edebi unsurlar hem kültürün
aktarımına hem de dil gelişimine önemli katkı sağlamaktadır. Uygur meselleri gelenek, görenek ve âdetleri aktararak bireylere yaşadıkları toplumun kültürel değerlerini tanımasında ve benimsemesinde önemli rol oynarlar.
Masallar, çocukların duygusal ve ruhsal gelişimlerini sağlayarak onları hayata
hazırlar. Çocukların duygularını besleyerek onları hayata hazırlayan masallar, aynı
zamanda bireylerin gelişimlerinin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesine yardımcı
olur (Gedik, 2019, s. 363).
6. Mesellerden Örnekler
Mesellerde yer alan tipler hem hayvanlar hem de insanlardan olabilmektedir.
Bu nedenle mesel örnekleri seçilirken tipleri farklı olan mesellerden seçilmiştir.
Hurun Éşek
Bir kişi ikki éşekke yük artip yolġa çiqiptu. Bir éşekniñ yüki éġirliq, yene birinin
yénikrek iken. Éşekniñ biri yene biridin yardem sorap:
- Aka, bolalmidim, biraz yardem qilsañçu, - deptu.
- Néme karim, - deptu yene bir éşek, - men kétivérimen.
Şundaq qilip, yüki éġir éşek hérip hali qalmay, axir ölüp qaptu.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 345
Éşekniñ igisi yükniñ hemmisini birla éşekke artiptu. “Hurun éşek yükni éġir
kötürer” dégen temsil ene şuniñdin qalġaniken (Ebey, 2013,109).
Tembel Eşek
Bir kişi iki eşeğe yük yükleyip yola çıkmış. Eşeklerden birinin yükü daha ağır
diğerinin yükü daha hafifmiş. Eşeğin biri diğerinden yardım isteyip:
- Abi, taşıyamadım, biraz yardım etsen, demiş.
- Kârım ne olacak, demiş diğer eşek ben götürüversem.
Böyle yapıp yükü ağır olan eşeğin gücü iyice tükenip sonunda ölmüş.
Eşeğin sahibi bütün yükü tek kalan eşeğe yüklemiş. “Tembel eşek ağır yük
taşır.” diyen söz işte bundan kalmış.
Aç Böre
Bir aç böre yeydiġan bir nerse tapalmay, nahayiti sersan boptu. U, aldimġa duç
kelgenla nersini yeymen! dep oylaptu. Birdinla uniñ aldiġa bir qoziçaq çiqip qaptu.
- Vah, qandaq yaxşi – he! – deptu böre şölgeylirini éqitip, - qoziçaq, men séni
yeymen.
- Toxta! Şundaq quruqla yevéremsen? – dep soraptu qoziçaq.
- Bolmisa, qandaq yey? – deptu böre.
Egerde huzur qilimen déseñ, - deptu qoziçaq uniñġa, - yéziġa barġin, zix, piyaz,
qarimuç ekelgin, kéyin göşümni zixqa ötküz – de, yaxşilap kavap qil. Piyazni qarimuç bilen ezgin ve uni kavapqa sépip yégin. Dunyada mundaq kavaptin artuq ġiza
yoq.
- Rast éytisen, - deptu böre ve yéziġa qarap yügürüptu, yolda qoyçilar yoluquptu. Böre:
- Hey aġiniler, maña piyaz, zix, qarimuç bériñlar, qoziçaqni berre kavap qilip
yeymen, huzur qilimen! – dep varqiraptu. Qoyçilar buni añlap:
- Mana saña piyaz, zix, qarimuç! Qéni şu kavap yeydiġan çişliriñ?! – dep böriniñ
tumşuqiġa tayaq bilen kéliştürüp rasa saptu. (Ebey, 2013,110).
Aç Kurt
Bir aç kurt yiyecek bir şey bulamadığı için şaşırmış. O, önüme ilk çıkan şeyi
yiyeceğim, diye düşünmüş. Birdenbire onun önüne bir kuzu çıkıvermiş.
- Vay, ne kadar güzel ya! demiş kurt salyalarını akıtarak, “Kuzucuk ben seni
yiyeceğim.”
- Dur! Böyle kuru kuru mu yiyeceksin? diye sormuş kuzu.
346 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
- Başka nasıl yiyeyim? demiş kurt.
Eger keyif alarak yemek istiyorsan, demiş kuzu ona, köye git, şiş, soğan, karabiber al gel, sonra etimi şişe geçir de güzelce kebap yap. Soğanı karabiber ile ez ve
onu kebaba sepele. Dünyada bu kebaptan daha güzel yemek yok.
- Doğru söylüyorsun, demiş kurt ve köye doğru yürümüş, yolda koyuncularla
karşılaşmış. Kurt:
- Hey dostlar, bana soğan, şiş, karabiber verin, kuzucuğu kebap edip yiyeceğim, keyif alacağım! diye bağırmış. Koyuncular bunu duyup:
- İşte sana soğan, şiş, karabiber! Nerede şu kebap yiyeceğin dişlerin? diye kurdun ağzına sopayla vurmuşlar.
Hurun İt
Bir yili qiş nahayiti qattiq keptu, qar ögze boyi yéġip, derex uçidiki qaġilar
toñlap yerge çüşüptu. Daim bosuğida yétip kün ötküzidiġan itniñ küni tes boptu.
İt soġuqniñ destidin tügülüp yetip béşini çiqiralmaydiġan, ornidin tursa sekildep
qatraydiġan bolup qaptu. Qattiq soġuq itniñ can-cénidin ötüp ketkenliktin, laġildap
titrep turup: “xep, menmu yazda taza issiq bir saray salmisam, it bolmay kétey” dep
qesem içiptu.
Künler ötüp, yaman soġuq tügep, bahar keptu, bara-bara künler issip kétiptu.
İtmu teñla issiptu. İt oynap-külüp keç bolġan yerde yetip, qiştiki qesemni untup qaptu.
Şuniñdin kéyin: “İt muzliġanda saray salidu, issiġanda untup qalidu” dégen
temsil peyda bolġaniken. (Ebey, 2013,111).
Tembel Köpek
Bir yıl kış çok sert geçmiş, kar çatı boyu yağıp ağaçlardaki kargalar donup
yere düşmüştü. Sürekli eşikte yatarak gün geçiren köpeğin işi zorlaşmış. Köpek soğuk yüzünden kıvrılıp yatarak başını çıkaramıyor, yerinden kalksa sıçrayıp koşuyormuş. Şiddetli soğuk köpeği canından bezdirdiği için titreyerek: “Çaresiz ben de
yazın temiz sıcak bir saray yapmazsam bana da köpek demesinler!” diye ant içmiş.
Günler geçip, soğuklar geçip bahar gelmiş, gide gide günler ısınmış. Köpek de
iyice ısınmış. Köpek oynayıp gülüp nerede akşam orada sabah, kışın ettiği yemini
unutmuş.
Ondan sonra: “Köpek üşüdüğünde saray yapar, ısındığında unutur.” sözü
doğmuş.
Xam Xiyal
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 347
Bir bala cañgalġa otun alġili bérip, bir cigdiniñ tüvide zoñziyip olturġan toşqanni körüp qaptu – de, xiyalġa çöküptu: “ Hazir muşu toşqanni tutuvalsam, bazarġa
apirip satsam, puliġa bir toxu alsam, toxu tuxum tuġsa, tuxumlarni kürük toxuġa
basurup bersem, tuxumdin çüciler çiqsa, çüciler çoñ bolġanda, sétip bir qoy alsam,
qoy ikkidin tuġsa, çoñ bolġan qozilarni sétip rasa kélişken bir at alsam, mal-varan
pada-pada bolup ketse, bir qismini sétip qoru – cay alsam, yer élip déhqançilik qilsam, buġdaylirim oxşap, qoġun- tavuz, méve – çéviler pişip ketse apam bilen dadam:
“Yaraysen oġlum! Yaraysen!” dep kétetti – he!” dep varqiriġaniken, toşqan ürküp
qéçip kétiptu. Bala “Hessine!” éġizini tutupla qaptu. (Ebey, 2013,1125).
Ham Hayal
Bir çocuk ormana odun almak için giip bir iğdenin dibinde çömüp oturan
tavşanı görmüş de hayale dalmış: “Şimdi şu tavşanı tutuversem, pazara götürüp
satsam, parasına bir tavuk alsam, tavuk yumurtlasa, yumurtaları gurk tavuğa bassam, yumurtadan civcivler çıksa, civcivler büyüdüğünde satıp bir koyun alsam,
koyun ikiz kuzulasa, büyüyen kuzuları satıp boylu poslu bir at alsam, hayvanlar
sürü sürü olsa, bir kısmını satıp arazi alsam, yer alıp çiftçilik yapsam, buğdaylarım,
kavun, karpuz meyve ve sebzelerim olgunlaşsa anne ile babam: “ Aferin oğlum,
aferin derlerdi ya!” diye bağırırken tavşan ürküp kaçmış. Çocuk “Eyvah!” diyerek
susmuş.
SONUÇ
Meseller Uygur sözlü edebiyatı önemli bir türüdür. Uygur sözlü edebiyatında
çeşitli özellikleri yönünden birbirine benzeyen üç tür vardır. Bunlar çöçek, mesel
ve latifelerdir. Bu üç tür anlatım özellikleri, tipleri ve konuları bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Meseller Uygur sözlü edebiyatının anonim bir türüdür. Ancak
daha sonra yazılı edebiyatta yazarı belli olan meseller de ortaya çıkmıştır. Gerek
yazılı edebiyatın gerekse Uygur sözlü edebiyatının ürünü olan mesellerin asıl işlevi toplumu eğitmektir. Bireyler arasındaki ilişkilerin sağlıklı olması, huzurlu bir
toplumun oluşmasına katkı sağlamak, gelenek ve göreneklerin gelecek kuşaklara
aktarılması mesellerin önemli işlevlerindendir.
348 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
KAYNAKÇA
Ebey, A.- İmin, E. (2013). Uygur Xelq Meselliri, Şincañ Xelq Neşriyati, Ürümçi.
Gedik, S. (2019). Masalların Eğitimsel İşlevleri, Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler ve Eğitim Dergisi, 3 (1), 356-367.
İsmayil, O. (1998). Xelq Éġiz Edebiyati Heqqide Omumiy Bayan, Şincañ Xelq Neşriyati, Ürümçi.
Komisyon. (1999), Uyġur Tiliniñ İzahliq Luġiti (Qisqartilmiş), Şincan Halk Neşriyatı, Ürümçi.
Sincon, D. (1997). Uyġurçe-İngilizçe Luġet, Şincañ Xelq Neşriyati, Ürümçi.
Yasin, Y. (2013). Edebiyat Asasiy Bilimliri, Şincañ Xelq-Baş Neşriyati, Şincañ Xelq Sehiye Neşriyati, Ürümçi.
GEN ARAŞTIRMALARI VE DİL AİLELERİ
Prof. Dr. Caner KERİMOĞLU, Dokuz Eylül Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-8514-8578
Giriş
İnsan biyolojik bir varlıktır. Biyolojik özelliklerinin bilişsel kapasitelerini ne
oranda etkilediği, önemli bir araştırma alanıdır. Bu bilişsel özelliklerinden biri
olan dilin biyolojik temelleri, doğal seçilimle evrim fikrinin iki kurucusu arasında da farklılığa yol açmıştı. Darwin, dilin de diğer biyolojik özellikler gibi doğal
seçilimle evrildiğini savunurken Wallace dilin başka bir açıklaması olduğu düşüncesindeydi [Tartışmasını şu kitabımda ayrıca yapmıştım bk. (Kerimoğlu, 2021)].
Biyolojik soyoluş çizgilerini takip ederek dillerin çeşitlenmesine dair bilgilere ulaşabileceğimiz düşüncesi Darwin ve Schleicher gibi öncülere gider (Darwin, 1871;
Schleicher, 1863, 1869). Bugün de evrimsel biyolojinin dillerin çeşitlenmesi için
önemli veriler sunduğu genellikle kabul edilir (Levinson & Gray, 2012).
Genlerin dil kapasitemizi etkilediğini biliyoruz. FOXP2 gibi bazı genleri hasarlı olan kişilerin sağlıklı bir dil kullanımına sahip olmadığı ispatlanmıştır (Enard
vd., 2002; Krause vd., 2007; Mozzi vd., 2016). Bu da dil ve gen arasında bir bağ
olduğunu gösterir. Daha önce bir yazımda dil ve gen ilişkisini değerlendirmiştim
(Kerimoğlu, 2017), bu yazıda dil yetisini doğrudan etkileyen genleri kapsam dışına bırakıp daha başka bir ilişkiyi ele alacağım. Dil akrabalıkları ile o dilleri konuşanların akrabalıkları arasında bir paralellik var mı sorusuna bilim dünyasının
verdiği cevapları değerlendireceğim.1
1
Bilimde “ırk”, “etnisite”, “soy”, “akrabalık” gibi terimlerin yanlış kullanımına yönelik önemli
bir itiraz vardır [Tartışma için bk. (Olson vd., 2005; Wagner vd., 2017)]. İnsan toplulukları
için “ırk” terimini kullanmanın yanlışlığı konusunda bir uzlaşı olduğunu söylemek mümkündür. İnsan türünün bugünkü farklılıklarını ırkların üstünlüğü veya geriliği gibi yanlış
olduğu açık fikirleri savunmak üzere kullanan çevrelere dikkat etmek gerekir. Bu konuda
aydınlatıcı bilgiler için genetikçi ve antropolog Ömer Gökçümen’in aşağıya bir bölümünü
aldığım söyleşisi okunabilir:
“- Yani siz bir genoma baktığınızda “İşte bu Türk” veya “Bu Çinli” diyemiyorsunuz?
-Hayır, sadece “Bu genom son 200-300 senedir muhtemelen şu coğrafyadan geliyordur”
diyebilirim. Irk konusunda, özellikle zaman meselesi insanlarda kafa karışıklığına yol açıyor. Modern insanın kökeni 200 bin seneye dayanıyor. Her ne kadar evrimsel olarak bu
minik bir zamansa da bir tarihçi için tahayyül etmesi zor. O yüzden bir dilsel grup olarak
Türkler veya daha uzun zamandır var olan Fransızca üzerinden ortaklaşan bir grup var
gibi geliyor. Ama bundan 3-5 bin sene önce yaşayan Avrupalıların, şimdiki Avrupa top-
350 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Dil ve Gen Karşılaştırmaları Bize Ne Söyleyebilir?
Sözcük ve yapı karşılaştırmasına dayalı dilin kökeni incelemeleri ile en fazla
10 bin yıl öncesine gidilebildiği, farklı yayınlarda hesaplanmıştır (Greenhill vd.,
2010; Nichols, 1992). Evrimsel zaman diliminde bu zaman derinliği daha “dün”
sayılabilir. Jeoloji, biyoloji, genetik gibi farklı bilim dallarıyla bu tarihten de eskiye
gidilebilmektedir. İnsanın geçmişi yalnızca kültürel üretimler üzerinden araştırılmaz. Genlere de tarihimiz yazılmıştır. Bilim, genleri okuyarak yol ayrımlarını
takip etme konusunda her geçen gün şaşırtıcı bulgulara ulaşmaktadır.
Dil ve gen ilişkisi deyince iki ana araştırma alanından söz etmek mümkündür.
Bunlardan ilki yukarıda değindiğim üzere insanın dili kullanmasını sağlayan genlerin belirlenmesidir. Konuşma organlarını yöneten genler nelerdir? Anlamamızı
sağlayan belirli bir gen var mıdır? Sözcükleri hafızamızdan çağırmamızın genetik
temeli nedir? Sözdizimini mümkün kılan gen insana özgü müdür? Bu türden sorular insan dil yetisinin altında yatan mekanizmanın işleyişini sorgular. Özellikle
dil yetisinde sorunlar olan hastalar yoluyla tespit edilen genetik bozukluklar bu
araştırma alanını öne çıkarmaktadır.
İkinci ve bu yazıda ele alacağım araştırma alanı ise akrabalık ilişkisidir. Dil
akrabalıkları özellikle 19. yüzyılda Hint-Avrupa dil ailesinin araştırılması ile güçlü
bir gelenek oluşturmuştur. Dillerin akraba olduğunu ispatlamak için temel sözcük
karşılaştırmaları, ses denklikleri gibi çeşitli ölçüler geliştirilmiş; bu ölçülere göre
akrabalıklar araştırılmıştır. Genetik bu araştırmalara başka bir açıdan katkıda bulunur. Son yıllarda dil akrabalığı ile konuşur akrabalığının örtüşüp örtüşmediği
konusuna artan bir ilgi olduğu görülüyor. Örneğin -tartışmalı da olsa- Altay dilleri teorisi, Türkçenin de aralarında bulunduğu Altay dillerinin aynı kökten gelen
“kardeş diller” olduğunu iddia eder. Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguzca (Korece ve Japoncayı dâhil edenler de vardır) bu teoriye göre akrabadır. Genetik araştırmaları bu noktada işe karışır ve “Peki Türk, Moğol ve Mançu-Tunguzlar genetik
olarak ortak bir geçmişe sahip midir?” sorusuna cevap arar. Dillerin akrabalığı ile
o dilleri konuşanların akrabalığı paralel ise çeşitlenmenin hem kültürel hem de
biyolojik çizgisi daha sağlam kurulmuş olur.
Dil akrabalığı ve konuşur akrabalığı ilişkisi konusunda da iki görüş öne çıkmıştır:
a. Dil akrabalıkları ve konuşur akrabalıkları uyumluluk göstermektedir: Buna
göre dillerin aile ağacındaki dallanmalarla o dilleri konuşanların soy oluş
luluklarından nispeten farklı bir genetik yapısı olduğunu biliyoruz antik DNA çalışmalarından. Yani etnik kimliklerle birebir bağdaşan çok eski ve korunmuş genetik işaretlerin
varlığı ile ilgili hiçbir şekilde genetik bir kanıt yok.” (Gökçümen, 2013).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 351
çizgileri örtüşür. Yani insanların genetik akrabalıkları ile dillerin akrabalıkları benzerlik sergiler. Bu görüş literatürde hakimdi ve bir norma
dönüşme eğilimindeydi. Dil ve gen ilişkisinin ilk önemli uzmanlarından
olan L. Cavalli-Sforza ve R. Sokal gibi araştırmacılar akrabalık konusunda
bu örtüşmeyi öne çıkardı (Barbujani & Sokal, 1990; Cavalli-Sforza, 2001;
Cavalli-Sforza vd., 1988; Penny vd., 1993; Sokal, 1988; Sokal vd., 1992).
b. Dil akrabalıkları ve konuşur akrabalıkları aynı şey değildir: Buna göre
konuşurların akrabalıkları ile dillerin akrabalıkları her zaman örtüşme
göstermez. Bu da dil ve konuşurların farklı soy oluş çizgilerinden gelebildiği anlamına gelir. İki nedenle bu uyumsuzluklar ortaya çıkar: 1. Genetik
olarak akraba olan bir topluluk konuştuğu dili terk edip başka bir dile
geçebilir. 2. Bir topluluk dilini değiştirmeden başka bir toplulukla genetik
olarak karışabilir. İki durumda da dil akrabalığı ile gen akrabalığı arasında uyumsuzluk oluşur (Campbell, 2015; Pakendorf, 2014; Steele & Kandler, 2010).
Aşağıda bu iki görüşün sahiplerinin hangi araştırmalara dayanarak iddiada
bulunduklarını örnekler üzerinden aktarmaya çalışacağım.
Güncel Araştırmaların Sonuçları
Bu konunun dünyadaki en önemli araştırmacılarından biri şüphesiz Luigi
Luca Cavalli-Sforza’dır (Cavalli-Sforza, 2001, 2021; Cavalli-Sforza vd., 1988, 1992,
1994). Özellikle 2001 yılında yayımladığı Genes, Peoples and Languages “Genler,
Halklar ve Diller” adlı kitabı dil ve genlerin dünyadaki yayılımı konusunda ilk başvurulacak eserlerden biridir. Bu eser, Cavalli-Sforza’nın 1994 yılında P. Menozzi ve
A. Piazza ile yayımladığı ve çoğu bilim insanı tarafından bir başyapıt kabul edilen
The History and Geography of Human Genes “İnsan Genlerinin Tarihi ve Coğrafyası” adlı eserin popüler biçimi olarak değerlendirilebilir.
Cavalli-Sforza bu eserde Darwin’in insan popülasyonlarının biyolojik soy
ağacını bilirsek dillerinin akrabalıklarını da bulabiliriz şeklindeki yorumuna atıf
yapar ve Darwin’in yorumunun 1988 yılına kadar hiç test edilmediğini dile getirir.
Kendisinin de Darwin’in bu yorumunu bilmediğini, daha sonra bir arkadaşının
uyarısıyla haberdar olduğunu üzülerek dile getirir (Cavalli-Sforza, 2001, s. 167).
1988 yılında Cavalli-Sforza’nın öncülüğünde bir ekip gen ve dil korelasyonunu
test eder ve sonuçları içeren makalede insan topluluklarının genetik bağları ile
dillerin akrabalıkları arasında güçlü bir korelasyon olduğunu savunur. M. Ruhlen
tarafından çizilen dünya dillerinin “akrabalık ağacı” üzerinden çalışma yürüten
Cavalli-Sforza ve ekibi, Etiyopyalılar, Lapplar ve Tibetliler dışında genler ve dil-
352 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
lerin uyuşum gösterdiği sonucuna ulaşır. Bu üç istisna konuşurların genleri ile
dillerinin farklı gruplara ait olması nedeniyle ayrılır.
Makaledeki “Dil aileleri ve genetik kümeler arasındaki uyum, benzer kökenlere sahip olduklarını gösterir” değerlendirmesi önemlidir (Cavalli-Sforza vd., 1988,
s. 6005). Yazarlara göre dil aileleri belli bir genetik küme içinde yer aldıktan sonra
zamanla gelişmiş olmalıdır. “Diller genlerden daha hızlı evrimleşir.” değerlendirmesiyle genetiğin izlerinin kolay silinemeyeceği vurgulanır. Bir grubun konuştuğu
dili, çevresel etkenlerle görece daha kolay ve hızlı değiştirebileceği; buna karşılık
genlerinin aynı hızla hareket etmeyeceği genel kabul gören bir sonuçtur. Yazarlar
dil değişimlerinin yoğun olarak son 5000 yıl içinde olduğu düşüncesindedir. Ayrıca, “seçkin azınlık” modelinde olduğu üzere, yeterli siyasi ve askeri örgütlenmeye
sahip saldırgan bir azınlık tarafından bir dilin imparatorluk yapısı ve askeri örgütlenme ile zorunlu hâle getirildiği durumlarda hızlı bir değişim de yaşanabilir:
“Bu durumda, saldırının genetik izlerini bulmak zor olabilir. Ancak, seçkinler son
zamanlarda oluşmuştur ve nadiren 5000 yılın öncesine dayanmaktadır. Bu nedenle, hızlı dil değişimi olayları son zamanlarda olmuştur ve tarihi olarak açıklanabildikleri görülür. Daha uzak geçmişte, değişim daha az görülmüştür ve dil aileleri ile
genetik kümeler arasındaki bağın istikrarını gerektirir.” (Cavalli-Sforza vd., 1988,
s. 6005). Cavalli-Sforza ve ekibi ilk makalelerinden sonra yeni bir düzenlemeyle
görüşlerini şu dil ve popülasyon grafiğiyle sunar:
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 353
West African
Bantu
Nilosaharan
San (Bushmen)
Ethiopian
Berber
Southwest Asian
Iranian
European
Sardinian
Indian
Southeast Indian
Lapp
Samoyed
Mongol
Tibetan
Korean
Japanese
Ainu
North Turkic
Eskimo
unknown
Niger-Kordofanian
Nilosaharan
Khoisan
Afro-Asiatic
Indo-European
Dravidian
Uralic-Yukaghir
Sino-Tibetan
Altaic
Eskimo-Aleut
Chukchi
South Amerind
Central Amerind
North Amerind
Northwest Amerind
South Chinese
Mon Khmer
Thai
Indonesian
Malaysian
Filipino
Polynesian
Micronesian
Melanesian
New Guinean
Chukchi-Kamchatkan
Australian
Australian
(Cavalli-Sforza vd., 1992)
Nostratic
Mbuti Pygmy
language group
Eurasiatic
population
Na-Dene
Sino-Tibetan
Austroasiatic
Daic
Austric
Austronesian
Indo-Pacific
354 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Cavalli-Sforza ve ekibi bu yayınlarında da dil ve genlerin birlikte evrildiği
görüşünde ısrar eder. Çizimde Avrasyatik ve Nostratik gibi dünya dillerinin tek
kökenden çıktığını savunan teorilerin sonuçlarına benzer bir ilişki dikkat çeker.
Cavalli-Sforza Türkçeye Kültürün Evrimi adıyla yayımlanan eserinde de gen ve
kültür örtüşmesini vurgular (Cavalli-Sforza, 2021). Dünya biliminde gen ve dil çeşitliliğinin ilk araştırmasını yapan L. L. Cavalli-Sforza’ya göre genler ve dil aileleri
arasında göz ardı edilemeyecek bir uyuşma vardır. Cavalli-Sforza’nın bölümünü
kitabındaki şu yorumla bitiriyorum:
Genler ve diller arasındaki ilişki mükemmel olamaz, çünkü büyük toprakların
hızlı ele geçirilmesi yerli dillerin ilgisiz dillerle değiştirilmesine neden olabilir,
bunun çokça Amerika’da olduğu görülür. Ancak bu olayların tüm ilişki izlerini
silecek kadar sık olmadığı gözlenmektedir. Ayrıca, farklı komşularla uzun süreli genetik değişimler durumunda, genler değiştirilebilir. Yine de, iki kaynaktan kaynaklanan bu şaşırtıcı durumların yanı sıra, genler ve diller arasındaki
ilişki pozitif ve istatistiksel olarak anlamlıdır. ... Çoğunlukla gözlemlediğimiz
genetik-dilsel mozaik, sayısız genişlemenin etkilerini açıkça gösterir - bazıları
tarihsel olarak ve bunların üst üste binmeleriyle ve etkileşimleriyle bilinir. Karışımlar meydana gelir, ancak çoğu durumda genler, insanlar ve diller arasındaki ilişkinin netliğini bulanıklaştırmayı başaramaza (Cavalli-Sforza, 2001,
s. 167).
Bu konunun öncü isimlerinden bir diğeri özellikle Hint-Avrupalıların genleri
ve dillerinin çeşitliliği üzerine yayınlar yapan Robert R. Sokal’dır (Barbujani & Sokal, 1990; Sokal, 1988; Sokal vd., 1992). Sokal, dil ailelerine göre gruplandırıldığında Avrupa’daki popülasyonların arasında genetik farklılıklar olduğunu vurgular.
Bu, coğrafi mesafe etkisinin sabit tutulduğu durumlarda bile geçerli olabilmektedir. Sokal dil ve genlerin korelasyonunu önemli bulur ama coğrafyanın yine de
daha önemli bir etken olduğunu dile getirir: “… dil ve gen örtüşmesi her zaman
anlamlı veya büyük olmayabilir. Ancak coğrafya ve gen örtüşmesinin daha büyük
ve anlamlı olma olasılığı daha yüksektir, çünkü farklı alanlarda genetik farklılıklar
vardır, dil ne olursa olsun. Hatta aynı dil ailesine ait nüfusların karşılaştırılması
durumunda, bu alanlar uzak ise genetik olarak farklılık gösterme ihtimali yüksektir, bu da şu üç olgunun kombinasyonuyla olabilir: (i) Hint-Avrupa, Fin-Ugor ve
Türk dil ailelerinin Avrupa’ya girişinden önceki coğrafi ayrışma; (ii) coğrafi olarak
uzak alanların farklı dil ailelerinin şubeleri tarafından işgal edilmesi ve (iii) sonraki ayrışmalar.” (Sokal, 1988, s. 1725). Sokal makale sonunda Avrupa’da farklı dil
ailelerine mensup olan insanların genetik olarak farklı olduğunu ve bu farklılığın,
coğrafi farklılıkların dikkate alınmasına rağmen devam ettiğini açıkça belirtir.
Coğrafi farklılığın genetik yapı üzerindeki etkisinin dil farklılığından daha büyük
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 355
olabileceği gibi bir önerme bulunduğunu ancak bu eğilimin kesin olarak doğrulanamadığını da ekler.
Sokal başka bir çalışmasında yeni bir yöntem (“Wombling”) uygular ve dil ile
gen örtüşmesine dair önemli bulgulara ulaşır (Barbujani & Sokal, 1990). Yöntem
63 insan alel frekansına Avrupa’da uygulanmış; keşfedilen 33 alel frekansı sınırından 31 tanesi, farklı dil ailelerine ait ve birbirine bitişik olan bölgeleri belirleyen
dil sınırları ile örtüşmüştür. Kalan iki sınır (İzlanda ve Yunanistan arasında) farklı
etnik ya da coğrafi kökenli olarak türediği bilinen popülasyonları ayırmaktadır,
ancak modern dilsel korelasyonları yoktur. Yazarlara göre bu bulgular, Avrupa’daki popülasyonun genetik yapısının çoğunlukla gen akışı ve karışımı tarafından belirlendiğini ve çeşitli çevre koşullarına uyumun değil de, dil üyeliklerinin Avrupa
popülasyonları arasındaki genetik farklılıkları korumada ve muhtemelen bunların
ortaya çıkmasını sağlamada rol oynadığını destekler.
Sokal ve ekibinin dikkat çeken bir başka çalışması Hint-Avrupalıların nereden gelmiş olabilecekleri ile ilgilidir (Sokal vd., 1992). Hint Avrupalıların kökenlerine ilişkin öne çıkan iki teoriyi test ederler. Bunlardan biri M. Gimbutas’ın erken
Hint-Avrupalıların güneydoğu Avrupa’ya Pontus bozkırlarından (yaklaşık MÖ
4500) girip yayıldığına dayanan teorisidir. Diğeri ise C. Renfrew’in erken HintAvrupalıları Güneydoğu Avrupa’ya MÖ 7000 civarında Anadolu’dan giren ilk çiftçilerle bir tutan teorisidir. “Genetik ve dil arasındaki ilişki önemlidir.” yorumunu
yapan yazarlara göre coğrafya sabit tutulduğunda, genetik ve dil arasında belirgin
bir şekilde daha düşük, ancak yine de oldukça önemli bir kısmi korelasyon vardır
ve bu da açıklanması gereken daha çok şey bulunduğunu gösterir. Makalede tarımın başlangıcından bu yana geçen süre, Gimbutas’ın veya Renfrew’in modelindeki kısmi korelasyon için yeterli değildir sonucuna ulaşılır. Bu nedenle, iki teori de
gen ve dil korelasyonuyla ölçüldüğü şekliyle Hint-Avrupalıların kökenini açıklayamamaktadır.
Genetik ve dil ilişkisinin araştırılma tarihinde anılması gereken isimlerden
bir diğeri de aslen arkeolog olan Colin Renfrew’dir. Renfrew, Peter Bellwood ile
birlikte insan topluluklarının göçlerinde tarım kültürünün önemini vurgulayan
çalışmalar yapmış (Bellwood, 2005; Bellwood & Renfrew, 2002; Diamond & Bellwood, 2003; Renfrew, 1989, 1991, 1994.), tarım kültürünü izleyerek dil ve diğer
bilişsel kapasiteler hakkında önemli verilere ulaşılacağını savunan “çiftçilik/dil
yayılımı” hipotezinin önde gelenlerinden olmuştur [Bu teorinin güncel bir versiyonu için bk. (Robbeets & Savelyev, 2017)]. Burada genlerle ilgili olarak anacağım çalışması 1992 yılında yayımlanan şu makalesi: Archaeology, Genetics and
Linguistic Diversity “Arkeoloji, Genetik ve Dil Çeşitliliği”. Bu makalede CavalliSforza gibi isimlerin öncülüğünde gelişen genetik ve dil yayılımı incelemelerini
356 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
değerlendiren Renfrew, bu çalışmaların geleneksel araştırmalardan daha önemli
veriler sağlayabileceğini dile getirir (Renfrew, 1992, s. 471). Evliliklerden kaynaklanan genetik karışımın zorlaştırdığı durumlar vardır, bu gibi nedenlerle Renfrew,
Darwin’in öngördüğü ve Cavalli-Sforza gibi isimlerin çalışmalarında savunduğu
genler ve dillerin yayılımının örtüşmesi hipotezinin daha çok kanıtla desteklenmesi gerektiğini dile getirir. Bu hipotez lehine önemli göstergeler olduğunu Sokal
ve Barbujani’nin çalışmalarına atıfla ifade eder. Renfrew gen çalışmalarının kendisinin tarım kültürüne dayalı yayılım teorisine destek sunduğu kanısındadır (s.
472). Ancak yine de “henüz erken” uyarısında bulunur: “O halde vardığım sonuç,
şu anda elde edilebilir hâle gelen genetik verilerin gerçekten de dil çeşitliliğiyle
ilgili sorularla ilgili olduğu ve bunların daha şimdiden insanın kökenine dair çok
değerli içgörüler vermiş olduğudur. Ancak dilsel meseleler genetik meselelerle
aynı değildir ve ikisinin bağlantılı olabileceği çıkarım süreçleri hakkında öğrenecek çok şeyimiz olduğuna inanıyorum.” (s. 473).
Konuyla ilgili bu öncü çalışmalar farklı bölgelerdeki incelemelere hız kazandırmıştır. Dil ve gen yayılımlarının örtüştüğü bölgelerle örtüşmeyen bölgeler incelenmiş, özellikle örtüşme göstermeyen bölgelerde bunu yaratan etkenler
belirlenmeye çalışılmıştır. Akla ilk gelen nedenlerden biri toplulukların dillerini
değiştirmiş olmasıdır. Kafkaslar “dil değiştirme” hipotezi için önemli araştırma
alanlarından biridir. Çünkü genetik olarak akraba olan topluluklar farklı dil ailelerinin dillerini konuşabilmektedir. 2001 yılında Kafkaslardaki dil ve gen yayılımını
Ivane Nasidze ve Mark Stoneking araştırmıştır. Araştırmacılar Cavalli-Sforza ve
Sokal gibi isimlerin dil ve gen yayılımının örtüştüğü yönündeki ilk değerlendirmelerine Kafkaslardan aykırı örnekler sunmuştur: “Kafkas popülasyonları arasındaki genetik ilişkiler, dilsel ilişkilerden çok coğrafi ilişkileri yansıtmaktadır. Özellikle, Hint-Avrupa dili konuşan Ermeniler ve Altay dili konuşan Azeriler, dilsel
komşularıyla değil (yani diğer Hint-Avrupa veya Altay halkları); Kafkasya’daki en
yakın coğrafi komşularıyla akrabadır. Bu nedenle mtDNA kanıtı, Ermeni ve Azeri
dillerinin, mtDNA gen havuzu üzerinde çok az etkisi olan dil değiştirme örneklerini temsil ettiğini göstermektedir.” (Nasidze & Stoneking, 2001). Yazarlar başka
bir çalışmalarında da benzer bir sonuca ulaşmış, bunu seçkin erkek gruplarının
egemenliği ile açıklamıştır. Erkek Y kromozomları üzerinden yapılan incelemeler
de aynı sonucu doğurmuştur: “… Kafkasya’daki tüm ana dil gruplarını temsil eden
sekiz popülasyondan 389 erkekte 11 bialelik Y kromozomu işaretçisini analiz ettik.
mtDNA çalışmasında olduğu gibi, Y kromozomuna dayalı olarak Ermeniler ve
Azeriler, Kafkasya’daki coğrafi komşularıyla, başka yerlerdeki dilsel komşularına
göre genetik olarak daha yakın akrabadırlar. Bununla birlikte, mtDNA sonuçları, Kafkas gruplarının genetik olarak Yakın Doğu gruplarından çok Avrupalılarla
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 357
daha yakından ilişkili olduğunu gösterirken, Y kromozomu ise bunun aksine, Yakın Doğu ile Avrupa’dan daha yakın bir genetik ilişki göstermektedir.”(Nasidze vd.,
2003). [Kafkaslardaki durum daha sonra başka araştırmacılarca da incelenmiştir.
Dil ve gen yayılımının örtüştüğünü savunan yayınlar da vardır, örn. (Balanovsky
vd., 2011)].
2005 yılında Quentin D. Atkinson ve Russell D. Gray tarihsel çerçeveyi de
sunan önemli bir makale ile tartışmalara katkıda bulunurlar (Atkinson & Gray,
2005). Bu makalede biyolojik ve dilsel evrim arasındaki kavramsal paralellikler şu
tablo ile sunulur:
Biyolojik evrim
Dilsel evrim
Ayrık ögeler
Sözlük, sözdizimi ve sesbilim
Homolojiler
Köken ortaklıkları
Mutasyon
Yenilik
Sürüklenme
Sürüklenme
Doğal seçilim
Sosyal seçilim
Kladogenez
Soy ayrımları
Yatay gen transferi
Ödünçlemeler
Bitki melezleri
Melez diller
İlişkili genotipler/fenotipler
İlişkili kültürel terimler
Coğrafi klinler
Lehçeler
Fosiller
Eski metinler
Neslin tükenmesi
Dil ölümü
(Atkinson & Gray, 2005).2
Yazarlar iki alanın her durumda benzerlik gösterdiğini iddia etmezler ve bazı
ortak zorlukları sıralarlar ancak vardıkları sonuç benzerlikler konusunda iyimserdir. Onlara göre bu ortak zorluklar, yalnızca biyolojik ve dilbilimsel evrim arasında
var olan ilginç süreç paralelliklerinin bir yansıması değildir, aynı zamanda biyoloji ve tarihsel dilbilim araştırmaları arasındaki iki bin yılı aşkın ortak evrimi de
yansıtırlar. Bu tür paralellikler ışığında, biyoloji ve dilbilimin “verimli bir şekilde
bağlantılı kalması muhtemel görünmektedir.” (Atkinson & Gray, 2005).
James Steele ve Anne Kandler, dil ailesi ve gen ağaçları ilişkisinin örtüştüğü görüşlerine ilk önemli itirazlardan birini yaparlar (Steele & Kandler, 2010).
Britanya’da açık bir uyuşmazlık tespit ettiklerini rapor ederler. Buna göre
İskoçya’nın bir bölgesinde Galce ve İngilizce konuşan topluluklarda genetik aile
2
Literatürde biyolojik ve dilsel evrim arasındaki benzerlikler farklı çalışmalarda da dile getirilir. Örneğin Soreno bunları 4 ana başlıkta toplar: Türler/diller, organizmalar/kavramlar,
genler/kültürler ve hücreler/kişiler (Sereno, 1991).
358 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
ile dil ailesi farklılaşmıştır ve bu dil değiştirme ile dil ölümü dinamikleriyle açıklanabilir. Yazarlara göre seçici kültürel göç bu türden uyuşmazlıklarda önemli bir
etkendir.
Bir başka uyumsuzluk da Chiara Barbieri ve arkadaşlarının Latin Amerika’da
yaptığı bir incelemede ortaya çıkar. Yerel dillerin kimisinde konuşurlar arasında
genetik yakınlık varken Aymara dilini konuşanlarda açık bir uyumsuzluk tespit
edilmiştir (Barbieri vd., 2011). C. Barbieri ve arkadaşlarının güncel bir çalışması
konunun son yıllardaki en büyük projesi (GeLaTo) kapsamında yapılmıştır. GeLaTo veri seti içinde 295 dil konuşan 397 genetik popülasyonu temsil eden 4.000’den
fazla kişi için genetik ve dilbilgisi özellikleri yer alır. “Tüm veri setinde, çoğu popülasyon için en yakın genetik komşularının aynı dil ailesine ait olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte, göz ardı edilemeyecek bir oran (%18), dilbilimsel olarak
ilgisiz bir dile daha yakındır.” değerlendirmesi önemlidir. Büyük oranda bir örtüşme olsa da %20’ye yakın bir uyumsuzluk tespit eden araştırmacılar bunun “dil tarihinin düzenli bir sonucu olduğunu” dile getirirler (Barbieri vd., 2022). Yazarlara
göre uyumsuzluklar “istisnai olaylar değil”, insanlık tarihinin düzenli sonuçlarıdır.
Macaristan, Malta, Kafkasya’da Ermenistan ve Azerbaycan uyumsuzlukların öne
çıkan bölgeleri olarak ele alınır. Örneğin Macarlar genetik olarak komşu HintAvrupalılarla benzerdir ancak dilleri başka bir dil ailesi (Ural dilleri) mensubudur.
Bu, ata dilinin sabit kalıp konuşurların coğrafi yakınlık nedeniyle komşularla karışımına örnektir. Çalışmadaki dikkat çeken bir sonuç da şudur: “GeLaTo veri kümesine ilişkin analizlerimiz, genlerin ve dillerin, incelenen dil ailelerinin tarihleri
kadar çeşitli dinamikler sergilediğini açıkça ortaya koyuyor. Şaşırtıcı bir şekilde,
genler ve diller arasında en yakın eşleşmeye sahip olan aile, en kapsamlı şekilde
incelenen ve gen-dil korelasyonunun erken teorileştirilmesinde merkezi olan ailedir: Hint-Avrupa. Bu ailenin bir aykırı değer mi yoksa daha yaygın bir modeli mi
yansıttığı henüz belli değildir. Gen-dil çalışmalarında aşırı temsil edilen bölgelerden uzaklaşmak için diğer dil aileleri hakkında daha derinlemesine araştırmalara
ihtiyaç vardır” (Barbieri vd., 2022).
Dil ve genlerin birlikte evrimi görüşünü değerlendiren Brigitte Pakendorf ’a
ait teorik bir yazı da dikkat çekicidir (Pakendorf, 2014). Bu yazıda Pakendorf ayrıntılı bir literatür değerlendirmesi yapar. Dil ve gen birlikte evriminin örtüştüğünü savunan grupla örtüşmenin kısmî olduğunu savunan grubun çalışmalarını
yorumlar. Farklı dil aileleriyle ilgili gen incelemelerini ayrıntılı bir şekilde değerlendirdikten sonra şu sonuca ulaşır: “Burada incelenen çeşitli çalışmaların gösterdiği gibi, dillerin tarihi bazen onları konuşanların genetik tarihiyle paralel olabilir,
ancak çoğu zaman paralel değildir. Bu nedenle, moleküler antropolojik araştırmalara dilbilimsel verilerden elde edilen içgörülerin eklenmesi, modern insanın
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 359
demografik tarihinde rol oynayan karmaşık süreçlere daha fazla ışık tutmaya yardımcı olacaktır.” (Pakendorf, 2014).
Tarihsel dilbilim ile ilgili temel başvuru niteliğindeki eserlerin sahibi olan
Lyle Campbell’ın da bu konuyla ilgili önemli değerlendirmeleri vardır. (Campbell,
2013, 2015; Campbell & Poser, 2008). Burada dillerin ve genlerin ilişkisini değerlendirdiği 2015 tarihli bir yazısına değineceğim. Campbell, öncülüğünü CavalliSfroza’nın yaptığı gen ve dil örtüşmesi iddiasına katılmaz çünkü her durumda
paralel ilerlemediklerini gösteren örnekler vardır. Bu iddiayı zorlaştıran engelleri
sıralar: Dil-insan genetiği karşılaştırmaları, bir kişinin hayat boyu sadece bir gen
setine sahip olduğunu ve bir kişinin (veya bir popülasyonda) çok dilli olabileceğini göstermektedir. Ayrıca bireyler (ve topluluklar) bir dili bırakıp başka bir dili
benimseyebilir ama “insanlar genlerini bırakmazlar veya yeni genler edinmezler.
Dil değişimi yaygındır, diller ve gen havuzları arasında deterministik bir bağlantı
yoktur.” (Campbell, 2015, s. 203). Buna göre genetik olarak hayatta kalan popülasyonlarda bile diller yok olur; dil değiştirme ve dil ölümü yaygındır. Campbell dil
değiştirme olgusunun altını çizer. Tehlike Altındaki Diller Kataloğu içinde yer alan
ölü diller ile bazı dil ailelerindeki genetik uyuşmazlıklar (Özellikle Fince konuşurlarının genetiği üzerinden Ural dil ailesini örnek olarak verir.) dil ölümü ve dil
değiştirimi için kanıttır.3 Ayrıca Campbell bazı yöntem sorunlarına da değinir ve
önemli bir uyarıda bulunur:
Aşağıdaki durumlar insan gruplarında görülür:
1. Dilsel karışım yoktur - genetik karışım yoktur.
2. Dilsel karışım yoktur - genetik karışım vardır.
3. Dilsel karışım vardır - genetik karışım yoktur.
4. Dilsel karışım vardır - genetik karışım vardır.
Dil-gen korelasyonunda yapılan çok sayıda çalışma (1) durumunu öncelikli
kabul etmiştir, ancak dilbilimciler (1) durumunu en az sıklıkta beklerler ve (4)
durumunun en yaygın olarak gerçekleştiğini varsayarlar. Bu, a priori olarak
insan genetiği ve dilbilimsel filogenetik sınıflandırmalar arasında paralellik
beklemek için yeterli değildir (s. 205).
Gen ve dil yayılımının bütünüyle örtüştüğü örneklerin 1 nolu açıklamaya uygun popülasyonlarda görülmesi bu durumun tüm gruplar için genelleştirilmesini
gerektirmez. Campbell bu sorunlara rağmen gen ve dil ilişkisi üzerine yapılacak
3
Campbell, Amerikan yerlilerinden Sibirya dillerine varıncaya değin farklı uyuşmazlık örnekleri verir, bk. (Babalini vd., 2009; García-Ortiz vd., 2006; Glenn Smith vd., 2000; Malhi
vd., 2002, 2003; Merriwether vd., 2000; Moore, 1994; Nasidze vd., 2003; Nettle & Harriss, 2003; Pakendorf vd., 2003; Roewer vd., 2013; Rosser vd., 2000; Sims-Williams, 1998;
Szathmary, 1994).
360 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
çalışmaların geleceği olduğunu, melezlenme ve dil değiştirimi gibi süreçleri göz
önünde tutan, iş birliğine dayalı araştırmaların önemli ilerlemeler sağlayabileceği
kanısındadır (s. 217).
Göç ve dil değiştirimi gibi etkenleri göz önüne alarak dünyada popülasyonlarını genetik ve diller bakımından inceleyen Baker ve ekibi son yıllardaki en dikkat
çekici araştırmalardan birini yapmıştır. Ekip 21 ata soy tespit etmiştir. Daha sonra
bu 21 ata soyu bugünkü dillerle ilişkilendirmiş ve dünyadaki tüm dillerin yaklaşık
%97’sini kapsayan bir dil havuzunu kullanarak ilginç bir sonuca ulaşmıştır. Bu
diller 21 ata soy ile örtüşmüştür: “…dünya insanları sırasında, soylar, dil ile korelasyon elde edecek kadar uzun süre farklı kaldılar.” (Baker vd., 2017). Güney Asya,
Güney Hindistan, Orta Afrika gibi 21 farklı genetik soy belirleyen yazarlar Kuzey
Asya kolunu Altay dil ailesine dahil edilegelen Moğol, Türk ve Tunguz dilleriyle
ilişkili bulur. Ayrıca, Kuzey Asya kökeni, Ural ailesinin Samoyed dalı, Yukaghir
dilleri, Mari ve Yenisey dilleriyle ilişkilidir. Baker ve ekibi dil ve gen korelasyonunun destekleyici özelliklerini vurgular:
Özet olarak, insan kökenlerinin genetik ayrılmasının büyük ölçüde Afrika dışı
göçlerden sonra gerçekleştiğini bulduk. Günümüz insanlarının çoğunluğu karışık kökenlidir. ... Ayrıca, kıtaya, örneğe, ırka ve etnisiteye ait grup etiketleri,
kökeni tarif etmek için kusurlu olan tariflerdir ve bu nedenle köken genomik
sınıflandırıcı olarak tercih edilir. Ayrıca, kökenler ve diller arasında orta düzeyde - güçlü ilişkiler bulunmaktadır ve bu nedenle köken verileri, önerilen
dilsel ilişkileri destekler veya çürütür ve dil verileri, köken verilerinde heterojenliği çözmek için olası çözümleri gösterir. Bu nedenle, köken verileri dil
verilerinden daha derin bir geçmişe ışık tutarken, dil verileri köken verilerine
açıklık getirir (Baker vd., 2017).
Sonuç
Dil ve gen araştırmalarının iş birlikli çalışmalarla önemli sonuçlar üreteceği
sık tekrarlanır ancak yönteme dikkat edilmesi gerektiği ve aşılması gereken zorluklar bulunduğu da vurgulanır (McMahon, 2004; Moore, 1994; Sims-Williams,
1998; Szathmary, 1994). Ancak şu, bilimsel dikkat ve merakı çekecek bir gerçek
olarak önümüzde durmaktadır: Dil aileleri ile genler belirli örneklerde dikkat çekici bir şekilde örtüşmektedir. Bu örtüşmenin tüm dilleri kapsayan bir kesinlik
sergilemediği de ortadadır çünkü pek çok karşı örnek de tespit edilmiştir. Burada
yazının sınırlarının el verdiği ölçüde seçtiğim incelemelere4 değinmeye çalıştım.
4
Bu konuyu merak eden araştırmacılar için şu çalışmalarda da değerli veriler olduğunu
belirtmek isterim: (Creanza vd., 2015; Gray vd., 2009; Holman vd., 2007; Longobardi vd.,
2015; Patterson vd., 2012; Posth vd., 2018; Skirgård vd., 2022; Urban & Barbieri, 2020).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 361
Başka bir yayınımda Ural ve Altay dilleri özelinde dil ve gen örtüşmesiyle ilgili
bulguları ele alacağımı belirterek bu yazıyı sonlandırıyorum.
Kaynaklar
Atkinson, Q. D., & Gray, R. D. (2005). Curious parallels and curious connections—Phylogenetic
thinking in biology and historical linguistics. Systematic Biology, 54(4), 513–526.
Babalini, C., Tarsi, T., Martínez-Labarga, C., Scano, G., Pepe, G., De Stefano, G. F., & Rickards,
O. (2009). COL1A2 (type I collagen) polymorphisms in the Colorado Indians of Ecuador.
http://dx.doi.org/10.1080/03014460500175355, 32(5), 666–678.
Baker, J. L., Rotimi, C. N., & Shriner, D. (2017). Human ancestry correlates with language and
reveals that race is not an objective genomic classifier. Scientific Reports 2017 7:1, 7(1), 1–10.
Balanovsky, O., Dibirova, K., Dybo, A., Mudrak, O., Frolova, S., Pocheshkhova, E., Haber, M.,
Platt, D., Schurr, T., Haak, W., Kuznetsova, M., Radzhabov, M., Balaganskaya, O., Romanov,
A., Zakharova, T., Soria Hernanz, D. F., Zalloua, P., Koshel, S., Ruhlen, M., … Balanovska, E.
(2011). Parallel evolution of genes and languages in the Caucasus region. Molecular Biology
and Evolution, 28(10), 2905–2920.
Barbieri, C., Blasi, D. E., Arango-Isaza, E., Sotiropoulos, A. G., Hammarström, H., Wichmann,
S., Greenhill, S. J., Gray, R. D., Forkel, R., Bickel, B., & Shimizu, K. K. (2022). A global analysis of matches and mismatches between human genetic and linguistic histories. Proceedings
of the National Academy of Sciences, 119(47), e2122084119.
Barbieri, C., Heggarty, P., Castrì, L., Luiselli, D., & Pettener, D. (2011). Mitochondrial DNA
variability in the Titicaca basin: Matches and mismatches with linguistics and ethnohistory. American journal of human biology : the official journal of the Human Biology Council,
23(1), 89–99.
Barbujani, G., & Sokal, R. R. (1990). Zones of sharp genetic change in Europe are also linguistic
boundaries. Proceedings of the National Academy of Sciences, 87(5), 1816–1819.
Bellwood, P. (2005). First farmers: The origins of agricultural societies. Blackwell.
Bellwood, P., & Renfrew, C. (2002). Examining the farming/language dispersal hypothesis. McDonald Institute for Archaeological Research, University of Cambridge.
Campbell, L. (2013). Historical linguistics: An introduction. Edinburgh University Press.
Campbell, L. (2015). Do languages and genes correlate?: Some methodological issues. Language
Dynamics and Change, 5(2), 202–226.
Campbell, L., & Poser, W. J. (2008). Language classification. History and method. Cambridge
University Press.
Cavalli-Sforza, L. L. (2001). Genes, peoples and languages. Penguin Books Ltd.
Cavalli-Sforza, L. L. (2021). Kültürün evrimi (çev. T. Esmer). Can Yayınları.
Cavalli-Sforza, L. L., Menozzi, P., & Piazza, A. (1994). The history and geography of human genes.
Princeton University Press.
Cavalli-Sforza, L. L., Minch, E., & Mountain, J. L. (1992). Coevolution of genes and languages
revisited. Proceedings of the National Academy of Sciences, 89(12), 5620–5624.
Cavalli-Sforza, L. L., Piazza, A., Menozzi, P., & Mountain, J. (1988). Reconstruction of human
evolution: bringing together genetic, archaeological, and linguistic data. Proceedings of the
National Academy of Sciences, 85(16), 6002–6006.
362 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Creanza, N., Ruhlen, M., Pemberton, T. J., Rosenberg, N. A., Feldman, M. W., & Ramachandrand, S. (2015). A comparison of worldwide phonemic and genetic variation in human
populations. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America,
112(5), 1265–1272.
Darwin, C. (1871). The descent of man. Murray.
Diamond, J., & Bellwood, P. (2003). Farmers and their languages: The first expansions. Içinde
Science (C. 300, Sayı 5619, ss. 597–603).
Enard, W., Przeworski, M., Fisher, S. E., Lai, C. S. L., Wiebe, V., Kitano, T., Monaco, A. P., &
Pääbo, S. (2002). Molecular evolution of FOXP2, a gene involved in speech and language.
Nature, 418(6900), 869–872.
García-Ortiz, J. E., Sandoval-Ramírez, L., Rangel-Villalobos, H., Maldonado-Torres, H., Cox,
S., García-Sepúlveda, C. A., Figuera, L. E., Marsh, S. G. E., Little, A. M., Madrigal, J. A.,
Moscoso, J., Arnaiz-Villena, A., & Argüello, J. R. (2006). High-resolution molecular characterization of the HLA class I and class II in the Tarahumara Amerindian population. Tissue
Antigens, 68(2), 135–146.
Glenn Smith, D., Lorenz, J., Rolfs, B. K., Bettinger, R. L., Green, B., Eshleman, J., Schultz, B., &
Malhi, R. (2000). Implications of the distribution of Albumin Naskapi and Albumin Mexico
for new world prehistory. American Journal of Physical Anthropology, 111(4), 557–572.
Gökçümen, Ö. (2013). “Türklük ırk değil kültür, Ermeniler ile Türkler arasında genetik fark
çıkmadı”. https://t24.com.tr/.
Gray, R. D., Drummond, A. J., & Greenhill, S. J. (2009). Language phylogenies reveal expansion
pulses and pauses in pacific settlement. Science, 323(5913), 479–483.
Greenhill, S. J., Atkinson, Q. D., Meade, A., & Gray, R. D. (2010). The shape and tempo of language evolution. Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences, 277(1693), 2443–2450.
Holman, E. W., Schulze, C., Stauffer, D., & Wichmann, S. (2007). On the relation between structural diversity and geographical distance among languages: Observations and computer
simulations. Linguistic Typology, 11(2), 393–421.
Kerimoğlu, C. (2017). Dilin kökeni arayışları II: FOXP2 geni. Dil Araştırmaları, 21, 35–50.
Kerimoğlu, C. (2021). Chomsky Darwin’e karşı: Evrensel dilbilgisi, dilin kökeni ve evrim. Varyant
Yay.
Krause, J., Lalueza-Fox, C., Orlando, L., Enard, W., Green, R. E., Burbano, H. A., Hublin, J. J.,
Hänni, C., Fortea, J., de la Rasilla, M., Bertranpetit, J., Rosas, A., & Pääbo, S. (2007). The Derived FOXP2 Variant of Modern Humans Was Shared with Neandertals. Current Biology,
17(21), 1908–1912.
Levinson, S. C., & Gray, R. D. (2012). Tools from evolutionary biology shed new light on the
diversification of languages of Pages 7. Trends in Cognitive Sciences xx, 1–7.
Longobardi, G., Ghirotto, S., Guardiano, C., Tassi, F., Benazzo, A., Ceolin, A., & Barbujani, G.
(2015). Across language families: Genome diversity mirrors linguistic variation within Europe. American Journal of Physical Anthropology, 157(4), 630–640.
Malhi, R. S., Eshleman, J. A., Greenberg, J. A., Weiss, D. A., Schultz Shook, B. A., Kaestle, F. A.,
Lorenz, J. G., Kemp, B. M., Johnson, J. R., & Glenn Smith, D. (2002). The structure of diversity within New World mitochondrial DNA haplogroups: implications for the prehistory of
North America. American journal of human genetics, 70(4), 905–919.
Malhi, R. S., Mortensen, H. M., Eshleman, J. A., Kemp, B. M., Lorenz, J. G., Kaestle, F. A., Johnson, J. R., Gorodezky, C., & Smith, D. G. (2003). Native American mtDNA prehistory in the
American Southwest. American Journal of Physical Anthropology, 120(2), 108–124.
McMahon, R. (2004). Genes and languages. Public Health Genomics, 7(1), 2–13.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 363
Merriwether, D. A., Kemp, B., Crews, D., & Neel, J. (2000). Gene flow and genetic variation in
the Yanomama as revealed by mitochondrial DNA. Içinde C. Renfrew (Ed.), America Past,
America Present: Genes and Languages in the Americas and Beyond (ss. 89–124). McDonald
Institute for Archaeological Research.
Moore, J. H. (1994). Putting anthropology back together again: The ethnogenetic critique of
cladistic theory. American Anthropologist, 96(4), 925–948.
Mozzi, A., Forni, D., Clerici, M., Pozzoli, U., Mascheretti, S., Guerini, F. R., Riva, S., Bresolin, N.,
Cagliani, R., & Sironi, M. (2016). The evolutionary history of genes involved in spoken and
written language: Beyond FOXP2. Scientific Reports, 6(December 2015), 1–12.
Nasidze, I., Sarkisian, T., Kerimov, A., & Stoneking, M. (2003). Testing hypotheses of language
replacement in the Caucasus: Evidence from the Y-chromosome. Human Genetics, 112(3),
255–261.
Nasidze, I., & Stoneking, M. (2001). Mitochondrial DNA variation and language replacements
in the Caucasus. Proceedings of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences,
268(1472), 1197–1206.
Nettle, D., & Harriss, L. (2003). Genetic and linguistic affinities between human populations in
Eurasia and West Africa. Human Biology, 75(3), 331–344.
Nichols, J. (1992). Linguistic diversity in space and time. University of Chicago Press.
Olson, S., Berg, K., Bonham, V., Boyer, J., Brody, L., Brooks, L., Collins, F., Guttmacher, A.,
McEwen, J., Muenke, M., Olson, S., Wang, V. O., Rodriguez, L. L., Vydelingum, N., & Warshauer-Baker, E. (2005). The use of racial, ethnic, and ancestral categories in human genetics
research. The American Journal of Human Genetics, 77(4), 519–532.
Pakendorf, B. (2014). Coevolution of languages and genes. Current Opinion in Genetics & Development, 29, 39–44.
Pakendorf, B., Wiebe, V., Tarskaia, L. A., Spitsyn, V. A., Soodyall, H., Rodewald, A., & Stoneking,
M. (2003). Mitochondrial DNA evidence for admixed origins of central Siberian populations. American Journal of Physical Anthropology, 120(3), 211–224.
Patterson, N., Moorjani, P., Luo, Y., Mallick, S., Rohland, N., Zhan, Y., Genschoreck, T., Webster,
T., & Reich, D. (2012). Ancient admixture in human history. Genetics, 192(3), 1065–1093.
Penny, D., Watson, E. E., & Steel, M. A. (1993). Trees from languages and genes are very similar.
Systematic Biology, 42(3), 382–384.
Posth, C., Nägele, K., Colleran, H., Valentin, F., Bedford, S., Kami, K. W., Shing, R., Buckley, H.,
Kinaston, R., Walworth, M., Clark, G. R., Reepmeyer, C., Flexner, J., Maric, T., Moser, J.,
Gresky, J., Kiko, L., Robson, K. J., Auckland, K., … Powell, A. (2018). Language continuity
despite population replacement in Remote Oceania. Nature Ecology & Evolution 2018 2:4,
2(4), 731–740.
Renfrew, C. (1989). Archaeology and language: The puzzle of Indo-European origins. Penguin
Books.
Renfrew, C. (1991). Before Babel: Speculations on the origins of linguistic diversity. Cambridge
Archaeological Journal, 1(1), 3–23.
Renfrew, C. (1992). Archaeology, genetics and linguistic diversity. Man, 27(3), 445.
Renfrew, C. (1994). World linguistic diversity. Scientific American, 270(1), 116–123.
Robbeets, M., & Savelyev, A. (Ed.). (2017). Language dispersal beyond farming. John Benjamins
Publishing.
364 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Roewer, L., Nothnagel, M., Gusmão, L., Gomes, V., González, M., Corach, D., Sala, A., Alechine,
E., Palha, T., Santos, N., Ribeiro-dos-Santos, A., Geppert, M., Willuweit, S., Nagy, M., Zweynert, S., Baeta, M., Núñez, C., Martínez-Jarreta, B., González-Andrade, F., … Krawczak, M.
(2013). Continent-wide decoupling of Y-chromosomal genetic variation from language and
geography in native South Americans. PLoS Genetics, 9(4), e1003460.
Rosser, Z. H., Zerjal, T., Hurles, M. E., Adojaan, M., Alavantic, D., Amorim, A., Amos, W., Armenteros, M., Arroyo, E., Barbujani, G., Beckman, G., Beckman, L., Bertranpetit, J., Bosch,
E., Bradley, D. G., Brede, G., Cooper, G., Côrte-Real, H. B. S. M., de Knijff, P., … Jobling,
M. A. (2000). Y-chromosomal diversity in europe is clinal and influenced primarily by geography, rather than by language. American Journal of Human Genetics, 67(6), 1526–1543.
Schleicher, A. (1863). Die Darwinsche Theorie und die Sprachwissenschaft. Weimar. Herman
Böhlau.
Schleicher, A. (1869). Darwinism tested by the Science of Language (çev. A.V.W. Bikkers). John
Camden Hoten.
Sereno, M. I. (1991). Four analogies between biological and cultural/linguistic evolution. Journal of Theoretical Biology, 151(4), 467–507.
Sims-Williams, P. (1998). Genetics, linguistics, and prehistory: thinking big and thinking straight. Antiquity, 72(277), 505–527.
Skirgård, H., Haynie, H. J., Blasi, D. E., Hammarström, H., Collins, J., Latarche, J. J., Lesage,
J., Weber, T., Witzlack-Makarevich, A., Passmore, S., Chira, A., Maurits, L., Dinnage, R.,
Dunn, M., Reesink, G., Singer, R., Bowern, C., Epps, P. L., Hill, J., … Gray, R. D. (2022).
Grambank reveals the importance of genealogical constraints on linguistic diversity and
highlights the impact of language loss. SocArXiv. December 4.
Sokal, R. R. (1988). Genetic, geographic, and linguistic distances in Europe. Proceedings of the
National Academy of Sciences, 85(5), 1722–1726.
Sokal, R. R., Oden, N. L., & Thomson, B. A. (1992). Origins of the Indo-Europeans: Genetic
evidence. Proceedings of the National Academy of Sciences, 89(16), 7669–7673.
Steele, J., & Kandler, A. (2010). Language trees ≠ gene trees. Theory in Biosciences 2010 129:2,
129(2), 223–233.
Szathmary, E. J. (1994). Modeling ancient population relationships from modem population
genetics. Içinde R. Bonnichsen & G. Steele (Ed.), Method and Theory for Investigating the
Peopling of the Americas (ss. 117–130).
Urban, M., & Barbieri, C. (2020). North and South in the ancient Central Andes: Contextualizing the archaeological record with evidence from linguistics and molecular anthropology.
Journal of Anthropological Archaeology, 60, 101233.
Wagner, J. K., Yu, J. H., Ifekwunigwe, J. O., Harrell, T. M., Bamshad, M. J., & Royal, C. D. (2017).
Anthropologists’ views on race, ancestry, and genetics. American Journal of Physical Anthropology, 162(2), 318–327.
SİBİRYA TÜRK DESTANLARINDA DEDE
KORKUTVARİ VECİZ SÖZLER
Prof. Dr. M. Fatih KİRİŞÇİOĞLU, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
ORCID No: 0000-0003-0241-6969
Destanlar, toplumların özellikle de uzun süre sözlü geleneğe ağırlık vermiş
toplumların hem “milli hafızası” hem de “milli şuurunu” ihtiva eden mirasıdır. Bu
mirasa sahip olan Türk boyları özellikle de sözlü edebiyattan yazılı edebiyata çok
sonra geçen Sibirya Türkleri bu mirası en iyi şekilde bugüne taşımışlardır. Türüne
ister destan, ister hikaye, ister boy diyelim Dede korkut’u da bu çerçevede en önce
düşünmemiz gerekir. Nitekim Fuat Köprülü “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir
gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız yine Dede Korkut ağır basar.” Görüşündedir. Peki kimdir bu Korkut Ata…Eserden öğrenelim:
“Korkut Ata Oğuz kavminin müşkilini hail ider idi. Her ne iş olsa Korkut
Ata’ya tanışmayınca işlemezler idi. Her ne buyursa kabul iderler idi. Sözünü tutup tamam iderler idi”. Daha sonra da Korkut’un “hakim” (bilge) kişi olduğunun
kanıtları mahiyetindeki “hikmet”li sözlerinden oluşan ve aynı zamanda onun bir
“ozan” olduğunun ifadesi olan “soylama”sına yer veriyor. Örneğin “Allâh Allâh
dimeyince işler onmaz”, “Kâdir Tanrı vade virmeyince kimse ölmez”, “Ölen kişi
dirilmez”... vb. (Ergin 73 vd.)
Dede Korkut, Oğuz Türklerinin sesi olarak doğruyu, iyiliği ve Tanrı’nın birliğini dile getiren bir ulu kişi olarak hikâyelerde yer edinir. İyilik imgelerini, Oğuz
boyunun kendini gerçekleştirmesi yönünde ortaya koyan Dede Korkut, kahramanların iyi, güzel ve doğru gibi çeşitli değerlerden yana olması konusunda rehber olur. Hikâyenin sonunda Oğuz hanlarına Oğuzname düzerek dua eden Dede
Korkut, Tanrı’nın yeryüzündeki sesi ve iyilik açılımı (Şahin, 2009) olarak değerler
eğitimine de büyük katkılar sağlamaktadır. Hepinizin bildiğini düşündüğüm bir
iki örnek vereyim:
“Gelimli, gidimli dünya,
Sonucu ölümlü dünya?
Uzun yaşın ucu ölüm, sonu ayrılık.” veya
“Kız anadan görmeyinçe öğüt almaz, oğul atadan görmeyinçe sofra çekmez.
Oğul atanın yetürüdir, iki gözinin biridir. Devletlü oğul kopsa ocağının közidir.
Oğul dahi neylesin baba ölüp mal kalmasa. Baba malından ne faide başda devlet
olmasa. Allah devletsüz şerrinden saklasın hanum sizi.” (Ergin, 1964: 1)
366 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Biz de bu itibarla Sibirya lehçelerinden Saha(Yakut), Altay, Tuva ve Hakas
lehçelerinden birer destan alarak bu açıdan inceledik. Saha destanlarından “Kııs
Debiliye” destanı Doğan Çolak’ın benim nezaretimde yaptığı doktora tezinden
alınmış olup 4669 mısra (Çolak 2022); Altay destanlarından “Er- Samır” destanı
İbrahim Dilek’in çalışmasından alınmış olup 2465 mısra (Dilek 2002: 33); Hakas
destanı “Altın Çüs” Ekrem Arıkoğlu’nun çalışmasından alınmış olup 3926 mısra (Arıkoğlu 2007:36) ; Tuva destanı “Mögaa Şagaan Toolay” Arıkoğlu ve Buyan
Borbanaay’ın çalışmasından alınmış olup 3768 mısradır (Arıkoğlu, Borbanay
2007:40). Mısraların yanındaki parantez içindeki rakamlar mısra numaralarını
belirtmektedir.
Kııs Debiliye
(1322) Kihilii kеpsееñ, sахаlıı sаñаrıñ,
İnsanca konuşun, Sahaca konuşun
(1424) Cе, ırаах dа buоllаrgın çugаhаа,
Haydi, uzak da olsan yakın,
Çugаs dа buоllаrgın bааr buоl!”- diеn
(1780) Еtеr tılım еgеlgеtin
Yakın da olsan yaşat!” deyip
Söylenen sözümün anlamını
İkki sеgеlgеn kulgааххıtınаn
İki delik kulağınla
İstе bilgеlееñ еrе!
Dinleyip öğren hadi!
(1808) Kulgаах ırааğı istеr,
Kulak uzağı duyar,
Хаrах çugаhı аñааrаr diеn
Göz yakını görür diye
Ölbüt öbügеlеr
Ölmüş ataların
Öytörün хоhооnugаr dılı,
Dedikleri gibi
(2199) Uоrааççı kеllеğinе,
Hırsız geldiğinde,
Оlоrоn biеriеххit,
Hareket etmeyeceksiniz,
Tаlааççı kеllеğinе,
Soyguncu geldiğinde,
Tаñnа sаtıаххıt,
Üstünüzü giyinemeyeceksiniz,
Ölörööççü öñöydöğünе,
Katil uğradığında,
Öydööbökkö хааlıаххıt!
Anlamayacaksınız!
(2457) Biir sılcıbıt ıаlcıtı mааllааbаkkа,
Misafirlik için gelen kimse yemek yemedi,
Biir хоmmut хоnоhоnu хоnnоrbоkkо,
Gecelemek için gelen kimse
gecelemedi,
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 367
(2558) Muñnаах kihi muñun tuоydаğа,
Еrеydеех kihi еrеyin еttеğе,
Sıkıntılı kişi herhalde sıkıntısını söyler,
Biçare herhalde sorununu söyler,
Cаydаах kihi cаyın sаñаrdаğа”,- diеn,
(2588) Çоrооn kımıs tutuurdаах turаn,
Murdar kişi herhalde pisliğini
söyler”, diyerek
Elinde kımız olan kadehle gelip
“Dоrооbо” biеrbitiñ suоğа;
Selam verdiğin yok;
Kırbаs еt kıbınıılаах kеlеn,
Kolunun altında bir parça et ile gelip1,
Iаlcıttааbıtıñ suоğа.
Misafir olduğun yok.
(3749) Kııs оğоñ kıptııy kıbınııtıgаr,
Kız çocuğunun makası koltuk altında,
Uоl оğоñ оnоğоs tutuutugаr,
Erkek çocuğunun oku elinde olduğu
zaman2,
(3910) Kün uluuhugаr öhögöydööх öyü öydöömö, Güneş kabilesine düşmanca
düşünce besleme,
Аyıı аymаğаr хаrа sаnааnı sаnааmа.
Kömüskеstеех sürехtеn,
Koruyucu yürekli ol,
Аhınıgаs sаnааlаn!
Merhametli ol!
Ааn dоydugаr,
Ana yurduna,
Аymах cоññоr tiiyеn,
Kabinenin insanlarına gidip
İеrimе ciеni iççilее,
Bereketli evini sahiplen,
Törötör оğоnu tölkölöö
Doğmuş çocuğunun kaderini tayin et,
İitеr süöhünü kürüölее,
Beslenen hayvanlarını çitle çevir,
Ааl uоtu siriеdit!
Aile ocağını hazırlat!
(4668) Sırıı kihitе sılаybıtıñ buоluо,
1
2
Ayıı kabilesine kötü düşünce
besleme.
Seyahat eden kişi burada dinlenecek,
Sınńаnаn ааhıаñ ühü,
Onu dinlendirin;
Suоl kihitе kuоhааbıtıñ buоluо,
Yolculuk yapan kişi burada susayacak,
Utахtа ihеn ааhıаñ ühü,
Su ihtiyacını giderin;
Sahaların cepleri olmadığı için bir yere et götürdüklerinde mecburen kuru otla eti sarıp
koltuklarının altına koyuyorlardı. Burada ona gönderme yapılıyor.
“Kız çocuğunun makası koltuk altında,
Erkek çocuğunun oku elinde olduğu zaman”
Çocuklarınız büyüdüğünde anlamında kullanılmıştır.
368 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Аyаn kihitе аmńırааbıtıñ buоluо, Seyahat eden kişi burada acıkacak,
Ахtаах ilgеttеn
Ona kutsal yemeklerden
Аhааn ааhıаñ ühü diеn
Yedirin demiş idi,
Er Samır
260
“Ćaman da bolzo, uulıñ
“Kötü de olsa, oğlun
Ćalmajına sogorgo ćarabas” –dep
Kalçasına vurmak olmaz” diye
777
Buurzabaska buurzaba
Merhametsize merhamet etme
Kilebeske kilebe
Düşüncesizi düşünme
Kıyında ćürgen kijige
Eziyet eden kişiye
İçiñ kanay açıbagan?
İçin nasıl acımaz?
Ćürümi katu kijige
Hâli kötü kişiye
Ćüregin kanay sısta bagan? –dep
Yüreğin nasıl sızlamaz -diye
Iralabastı ıralap
İstenmezi isteme
Iltam ćortpoy, ćıgılba –diyt
Hızla gitmeyip, yığılma – dedi
Sezinbesti sezinip
Sezilmeyeni sezip,
1335
1473
1932
Sek bolup ćıgılba –dıyt
Leş olup yığılma – dedi
Ölgön kiji birle ölgön
Ölen kişi bir kez ölür
Bargan kiji birle bargan.
Giden kişi bir kez gider
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 369
Altın Çüs
104
Çаğаzı çоx kip pоlbаs
Yakasız elbise olmaz
Çаrğızı çоx çоn pоlbаs
Adaletsiz halk olmaz
918
Kizi tudıngаn xıl аrğаmcı
İnsanın tuttuğu kıl ip,
Xаcаn dаа niskе çirdеñ üzilеdir nimеs pе?
Her zaman inceldiği yerden kopmaz mı?
1079
İnеlçеtkеn nimеninъ üçün
Acı çeken için,
İnеlеgе sаğınıp çöribistim
Acı çekmeli, diye düşündüm.
Xаrtığа xustı xаpsа tidir,
Kartal kuşu kaparsa, derler
Xаnаttıñ çügi xаlаdır, tidir.
Kanadının tüyü kalır, derler
1497
Añnı püür tut salza, tidir,
Avı kurt tutarsa, derler
Azax-pısxağı xaladır tidir.
Ayağı, pençesi kalır, derler
2919
Çastañ oray palanı
Yeni doğmuş çocuğu
Çattırıbızarğa çir çarabas.
Öldürmek doğru değil.
3050
Alıp kiziniñ palazı
Alp kişinin çocuğu
Alıp polcañ poltır
Alp olur imiş
Adı çox kizee at mündürgen,
Atı olmayanı ata bindirmiş
Kibi çox kizee kip kizirgen
Elbisesi olmayana elbise giydirmiş.
1493
3909
Mögö Şagaan Toolay
440
Ölürer kijiniñ sözün alır,
Öldürülecek kişinin sözü dinlenmeli,
Ölgen maldıñ hanın alır ujurlug çüve
Ölen hayvanın kanı alınmalıdır
1309
Olut kijige çugaa,
Tembel kişiye sohbet,
Çoruk kijee saatdeen ışkaş
Yolcu kişiye gecikme dedikleri gibi
1340
Er kiji bir sorugdaan çüvezin
Er kişi bir defa niyetlendiğini
Çedip albas bolza,
Yerine getirmezse
Töögüzü döjek çüdürer
Ömür boyu yük taşıyan
3019
3259
Döngür kök buga bolur çüve deeni kay,
Boynuzsuz gök boğa olur derler
Er at er eezinge –daa
Er at er sahibine
Hayır alıg-la ıynaan,
Hayırlıdır.
Ölgen kiji çerle eki
Ölen kişi iyi,
Ölgen mal çerle süttüg bolur iyin.
Ölen mal sütlü olurmuş.
Sonuç olarak Türklerin gerek sözlü gerek yazılı edebiyatlarında kahramanların ve toplum önderlerinin kişileri ve toplumu gelenek ve görenek doğrultusunda
daha iyiye ve daha doğruya yönlendirmek amacıyla söyledikleri veciz ve hikmetli
370 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
sözler dilin kullanıldığı zamanlardan itibaren söylenmiştir. Hatta bir kısmı zamanın imbiğinden süzülerek ilk söyleyicileri unutularak atasözü halinde toplumun
değer kalıplarını oluşturmuşlardır. Bizim yukarıda verdiğimiz örneklerde de görüleceği üzere güçsüze yardım etme, misafiri iyi ağırlamak, sözünde durmak, adaletli olmak, düşünmeden iş yapmamak gibi değerler eğitimi açısından önemli olduğunu düşündüğümüz pek çok hususun destan dönemlerinden itibaren Türklerin
temel hasletlerinden olduğu gözlemlenmektedir. Nitekim Dede Korkut’ta geçen
pek çok hikmetli sözün bu destanlarda da geçtiğini görmekteyiz.
Kaynakça
Arıkoğlu, Ekrem (2007). Hakas Destanları-I, TDK. Ankara.
Arıkoğlu, Ekrem, Borbanaay Buyan (2007). Tuva Destanları, TDK. Ankara.
Çolak, Doğan (2022). Kııs Debiliye Destanı. Ankara: TDK Yayınları.
Dilek, İbrahim (2002). Altay Destanları, TDK. Ankara.
Ergin, Muharrem (1964). Dede Korkut Kitabı. Ankara: TDK Yayınları.
Ergin, Muharrem (2004), Dede Korkut Kitabı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
İnan, Abdulkadir (1925) “Kitâb-ı Dede Korkut Hakkında”, Makaleler ve İncelemeler, s. 168-170;
ilk defa Türkiyat Mecmuası, C. I, 1925, s. 213’de yayımlanmıştır.
Özdemir, Hasan (2003). “Dede Korkut›un Kişiliği ile İlgili Efsaneler” Türkoloji Dergisi, 16 (2),
s.22-33, Ankara.
Şahin, V. (2009). “Dede Korkut Hikâyelerinde İyilik Kültürü”. I. Ulusal İyilik Sempozyumu, Elazığ. 23 Kasım 2011, http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/veysel_sahin_dede_korkut.pdf
Tunç, Zekiye (2020). “Dede Korkut Kitabı’nda Şamanik Unsurlar”, Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi Cilt : 8 Sayı : 25 Sayfa: 142 - 163 Aralık 2020.
ÇAĞDAŞ ARAP DİYALEKTLERİNDE
TÊTA SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE BİR
İNCELEME
Dr. Ragıp MUHAMMED
ORCID No: 0000-0001-5306-820X.
Giriş
Tarih boyunca Türkler yaşadıkları geniş coğrafyalardaki komşuları ile kültürel, askerî, dinî gibi çeşitli alanlarda temas etmişlerdir. Kültürel temas sonuncunda
çeşitli dillerle ilgi kuran Türkler sözcük alışverişinde bulunmuşlardır. Türkçenin
sözcük alıp verdiği en önemli dillerden birisi de Arapçadır. Türk-Arap kültür ve
dil ilişkisi Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleri ile başlamıştır. Daha sonra Arap
coğrafyasında hakimiyet sağlayarak İhşîdîler, Selçuklar, Memlûkler ve Osmanlı
gibi Türk devletleri kurmuşlardır. Bu Türk devletlerinde Araplar ile Türkler iç içe
yaşamışlar ve aralarında kültür alışverişi olmuştur. Bu alışverişe dil de dahildir.
Öyle ki bugüne değin Arapçada (özellikle konuşma dilinde) Türkçenin varlığı
önemli bir ölçüde hissedilebilmektedir.
Muhtelif Arap diyalektlerinde (Suriye, Ürdün, Lübnan, Irak, Mısır, Cezayir,
Libya, Yemen, Sudan vd.) kullanılan Türkçe unsurlar üzerine birçok inceleme yapılmıştır. Bu tür incelemelerde söz konusu diyalektlerdeki Türkçe unsurlar tespit
edilerek anlamlandırılmaktadır. Ancak son dönemde karşımıza çıkan yeni incelemelerde sadece sözcük tespit ile yetinmeyip Arap kültüründeki etkisini ortaya
koymaya çalışılmıştır1. Bu incelemelerde kaynakça olarak Arap diyalektleri ile ilgili hazırlanmış sözlükler, derlemeler, masallar, hikayeler, destanlar, atasözleri ve
ansiklopedik eserlere başvurulmaktadır. Genellikle bu eserlerdeki yer alan Türkçe
unsurların büyük bir kısmı Osmanlıcadan, cüzi bir kısmı ise Memlûk Devleti döneminde yaşamış olan Kıpçak Türklerinden Arapçaya intikal etmiştir.
Mısır ve Suriye’de hüküm süren Memlûk Devleti (1250–1517) döneminde
yönetici kesimin çoğu Kıpçak Türklerinden, halkın çoğu ise Araplardan oluşmaktaydı. Bu yüzden halk Türkçe öğrenmek ihtiyacı duymuş ve bu ihtiyacı karşılamak
için Türkçe öğretmek amacıyla çeşitli eserler ortaya çıkmıştır. Bu şekilde Türk1
Bk. Mohammad, R. (2015), “Bazı Arap Lehçelerindeki Atasözlerinde Geçen Türkçe Kelimeler”, Dil Araştırmaları Dergisi, Güz 17, s. 199-213. Karagözlü. S. (2018), Irak Arapçasına
Giren Kuşçulukla İlgili Türkçe Kelimeler, Dil Araştırmaları Dergisi, no. 22, s. 159–168.
Kaymaz, Z. (2011). Türkçenin Arapçaya Etkileri Üzerine Bazı Tespitler. Turkish Studies
6/1, 69-73.
372 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
çenin Arapça üzerindeki etkisi gittikçe artmış ve özellikle günlük hayatla ilgili
pek çok Türkçe unsur kullanılmaya başlanmıştır. Bu unsurların günümüze kadar
Arapçada yaşamakta ve son dönemlerde yapılan çalışmalarda önemli bir kısmı
tespit edilmiştir2. Peki bu unsurların tamamı tespit edilebilmiş mi? Keşfedilebilecek yeni unsurlar var mı? Bu sorulara yanıt bulabilmek amacı ile çağdaş Arap
diyalektlerinde bulunan, ancak daha önce pek tespit edilemeyen bazı Türkçe unsurlar tarafımızca tespit edilmiştir. Bu unsurlardan birisi ve çalışmamızın konusu
olan têta sözcüğüdür.
“abla, ağabey, baba, dayı, teyze” gibi Türkçe akrabalık adları neredeyse bütün
Arap diyalektlerinde yaygındır. Bu adların yanı sıra têta sözcüğü de mevcuttur.
Diğer akrabalık adlarına göre daha az ve sınırlı bir bölgede kullanılmakta olan
bu sözcük, Mısır’da تيتهtêta “babaanne, anneanne” (Spiro, 1999, s. 88), Şam’da تيته
têta (sadece Şam şehrinde ve çevresindeki bölgelerde) “babaanne, anneanne, yaşlı
kadınlara seslenme biçimi” (Segal vd. 1978, s. 129) şeklinde yaşamaktadır. Yüzyıllarca kullanılagelen ve Arapça جدةcedde sözcüğünün yerine geçen têta’nın kökeni
ile ilgili Arap diyalektleri üzerine hazırlanmış çalışmalarda herhangi bir bilgiye
rastlanmamıştır. Daha önce kökeni ve kullanım alanı pek araştırılmayan bu sözcük ilgimiz çekti. Çünkü kanaatimizce bu sözcüğün kökeni Türkçedir veya daha
önce bahsi geçen bölgelerde hakimiyet sağlayan Memlûk Kıpçaklarından Arapçaya geçtiğini düşünmekteyiz. Bu çalışmada sözcüğün kökeni ve Arapçaya geçişi
hakkında ayrıntılı bilgi sunduktan sonra ileri sürdüğümüz savları ispatlamaya çalışılacaktır.
1. têta Sözcüğü
Akrabalık adı olan têta sözcüğü, çeşitli varyantlarla ve farklı anlamlarda Türk
diyalektlerinde yaşamaktadır. Üstelik bazen aynı diyalektin ağızlarında farklı anlamlarda da kullanılabilmektedir. Çağdaş Türk diyalektlerinde kadın akrabalık adı
ve erkek akrabalık adı olarak yer alan têta sözcüğü, iki başlık altında ele alınacaktır.
1.1. Kadın Akrabalık Adı
Bu başlığın altında çalışmamızın konusu olan têta, hangi Türk diyalektinde
‘kadın akrabalık adı’ anlamında olduğu izah edilecektir. Eğer aynı diyalektin ağızlarında farklı anlamları varsa ayrıca belirtilecektir.
2
Memlûk Devleti döneminde Arapçaya geçen Türkçe sözcükler için bk. Mohammad, R.
(2018). “Memlûk Kıpçak Türkçesi Sözlüklerindeki Türkçe Alıntı Kelimeler Üzerine Bir
İnceleme”, Eskişehir Üniversitesi, X. Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, s. 1126-1131.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 373
Bşk. (ağ.) tätäy “teyze (annenin küçük kardeşi); abla; birine göre anne-babasından küçük, kendisinden büyük olan kadın akraba”, tutay “abla; birine göre
anne-babasından küçük, kendisinden büyük olan kadın akraba; küçük kız kardeş”,
tütäy “abla; birine göre anne-babasından küçük, kendisinden büyük olan kadın
akraba” (Li, 1999, s. 145-146).
Krm. tata “kız kardeş, hala, teyze” (Li, 1999, s. 145).
Kar. (h) tete, Kar. (t) tota “teyze” (Garkavets, 2000, s. 427).
Krç-Blk. tota “hala, teyze” (Li, 1999, s. 145).
Kaz. tete “yaşı büyük kadınlara saygı belirtisi olarak kullanılan hitap (edebi
dilde)” (Kurmanbaiuly vd. 2022, s. 88).
Nog. tetey “çocuk dilinde nine” (Yazıcı Ersoy, 2011, s. 103).
Tat. tätä “hala, teyze, oyunca, çıngırdak; (mec., esk.) ahlakı bozuk bir kız,
fahişe”, tütäy, tüti “hala, teyze”, Tat. (ağ.) tätä “abla, nine, nineye seslenme biçimi;
halaya, teyzeye, ablaya veya yaşça büyük yabancı bir kadına seslenme biçimi”, tutış
“halaya veya teyzeye seslenme biçimi”, tütäy “ablaya seslenme biçimi; komşu kadına veya köyde saygıdeğer yaşlı kadına seslenme biçimi; babanın veya annenin ablasına seslenme biçimi; görümce (kocanın ablası); elti (kocanın ağabeyinin karısı);
elti”, tüti “halaya veya teyzeye seslenme biçimi; uzak kadın akraba; ablaya seslenme
biçimi” (Li, 1999, s. 145-146).
1.2. Erkek Akrabalık Adı
Bu başlığın altında ise ‘erkek akrabalık adı’ olarak kullanılan têta incelenecektir.
Çul. tätä “baba” (Li, 1999, s. 117).
Çuv. (ağ.) tete “ağabey” (Egorov, 1964, s. 243).
Gag. tätü “konuşma dilinde baba” (Baskakov, 1991, s. 242).
Kar. (t) tata “baba” (Garkavets, 2000, s. 427).
Kaz. tete (sadece güney ağızlarında) “baba, amca, erkek kardeş” anlamındadır (Kurmanbaiuly vd. 2022, s. 88).
Tat. (ağ.) tätä “baba”, tätäy “baba” (Li, 1999, s. 116-117).
Yak. tǟtä “baba” (genelde küçük çocuklar tarafından kullanılan seslenme
sözü) (Egorov, 1964, s. 243).
Dol. (S) tǟtä, tätäi Dol. (A) tǟtä “baba” (Li, 1999, s. 116-117).
Trk. (ağ.) tete “teyze, hala, babaanne” (Derleme Sözlüğü, 1993, s. 3898).
374 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
2. têta Sözcüğünün Kökeni
Araştırmacılar têta sözcüğünün kökeni ile ilgili çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir:
Egorov, Çuvaş ağızlarındaki tete “ağabey” sözcüğü, Tat. tütäy ve tüti “hala,
teyze”, Tr. dede “dede”, Uyg. tetey “hala, teyze” sözcükleri ile bağlantılı olduğunu
söylemektedir (Egorov, 1964, s. 243).
Tenişev, tata “babanın küçük kardeşi, amca” sözcüğü Çinceden geçtiğini belirtmiştir (Tenişev, 1976, s. 504).
Li, Türk Dillerinde Akrabalık Adları isimli çalışmasında tata “baba” ve tʹotʹa
“hala, teyze, nine, abla” olmak üzere iki ayrı madde başı altında incelemiştir. Ona
göre tata, çocuk diline ait bu sözcük Rusça veya başka bir Slav dillerinden Türk diyalektlerine geçmiştir. tʹotʹa “hala, teyze, nine, abla” ise yine Rusça veya Slav dillerinden Kıpçak grubundaki birkaç diyalekte girmiştir (Li, 1999, s. 116, s. 145-146).
Yazıcı Ersoy, Başkurtçada tätäy “teyze, abla”, tütäy ve tütä “abla, küçük kız
kardeş” sözcüklerinin Rusça tetya ‘teyze’ sözcüğünden ortaya çıkmış olduğunu
açıklamıştır (Yazıcı Ersoy, 2011, s. 103).
Ramazanova, tätä sözcüğünün Tatarcanın ağızlarında “baba” ve “abla; nine,
nineye seslenme biçimi” iki farklı anlama geldiğini dikkat çekerek bu tür akrabalık
adları zamanla karşı cins için kullanıldığını ifade etmektedir. Araştırmacıya göre
tätä, ilk olarak “baba, dede” anlamındaydı, daha sonra “nine, abla” gibi karşı cinsi
nitelendiren bir anlam kazanmıştır (Ramazanova, 2022: 1-2).
Kurmanbaiuly ve Adilov, tete sözcüğünün kökenini Eski Türkçedeki dede
sözcüğüyle ilişkilendirmektedir. İki araştırmacı, bu sözcük Kazakçada Eski Türkçede olduğu gibi “erkek akrabalık adı” olarak kullanılmıştı. Daha sonra anlam
genişlemesine uğrayarak hem “erkek akrabalık adı” (güney ağızlarında) hem de
“kadın akrabalık adı” (edebi dilde ve kuzey ağızlarında) şeklinde yaşamaya devam
etmiştir. Ayrıca Slav dillerindeki tyatya / tyotya sözcüğü ile ilişkisi olmadığını belirtmişlerdir (Kurmanbaiuly vd. 2022, s. 97).
Sonuç
Arapçadaki têta sözcüğü Türk diyalektlerinde tätäy, tutay, tütäy, tata, tete,
tota, tetey, tätä, tütäy, tüti, tutış, tüti, tätü, tǟtä, tätäi gibi farklı şekillerde yer almaktadır. Sözcüğünün kökeni hakkında iki farklı görüş mevcuttur. Birincisi, sözcük Türkçedir ve aslında dede sözcüğünden gelmektedir. İkincisi ise Rusça veya
Slav dillerinden Türkçeye (özellikle Kıpçak grubuna) geçen bir alıntıdır. Sözcüğün
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 375
kökeni hakkında kesin bir fikir söylemek güçtür. Fakat kesin bir şey söylemek gerekirse o da Arapçadaki têta sözcüğü Türkçeden geçen bir alıntıdır. Çünkü çağdaş
Arap diyalektlerinde Rusça veya Slav dillerinden geçen alıntı sözcüklere rastlamak
pek mümkün değildir. Bu yüzden kanaatimizce Arap diyalektlerindeki têta, Memluk Kıpçak Devleti döneminde Mısır ve Suriye’de (Özellikle Şam şehrinde ve çevresindeki bölgelerde) yoğun bir şekilde yaşamış olan Kıpçak Türklerinden geçip
yüzyıllar boyunca bu bölgelerde “babaanne, anneanne, yaşlı kadınlara seslenme
biçimi” anlamlarında muhafaza edilmiştir.
Kısaltmalar
ağ.: Ağız
bk.: bakınız
Bşk.: Başkurt Türkçesi
Çul.: Çulımca Tatar Türkçesi
Çuv.: Çuvaş Türkçesi
Dol.: Dolgan Türkçesi
Gag.: Gagavuz Türkçesi
Hak.: Hakas Türkçesi
Kar. (h).: Karayim Türkçesi – Haliç Lehçesi
Kar. (t).: Karayim Türkçesi – Troki Lehçesi
Kaz.: Kazak Türkçesi
Krç-Blk.: Karaçay-Balkar Türkçesi
Krm.: Kırım-Tatar Türkçesi
Nog.: Nogay Türkçesi
Trk.: Türkiye Türkçesi
Tat.: Tatar Türkçesi
Uyg.: Yeni Uygur Türkçesi
vd.: ve diğerleri
Yak. Yakut Türkçesi
376 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kaynakça
Baskakov, N. A. (1991). Gagauz Türkçesinin Sözlüğü (çev. İ. Kaynak – M. Doğru). Kültür Bakanlığı Yayınları.
Egorov, V. (1964). Etimologicheski slovar chuvashskogo iazyka. Çeboksarı.
Garkavets, O. (2000). Urumski Slovnik. Baur.
Yazıcı Ersoy, H. (2011). Başkurt Türkçesinde Aile ve Akrabalık İsimlerinde Kullanılan -y Biçimbirimi. Türkbilig, 2011/21, 87- 112.
Karagözlü, S. (2018). Irak Arapçasına Giren Kuşçulukla İlgili Türkçe Kelimeler. Dil Araştırmaları Dergisi, 22, 159–168.
Kaymaz, Z. (2011). Türkçenin Arapçaya Etkileri Üzerine Bazı Tespitler. Turkish Studies 6/1, 6973.
Li, S. Y. (2020). Türk Dillerinde Akrabalık Adları. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kurmanbaiuly, Ş. – Adilov, M. (2022). Täte” Jane Özge de Tuistik Ataulardın Semantikası. Turkic Studies Journal, 3, 85-102.
Mohammad, R. (2015). Bazı Arap Lehçelerindeki Atasözlerinde Geçen Türkçe Kelimeler. Dil
Araştırmaları Dergisi, Güz 17, 199-213.
Mohammad, R. (2018). Memlûk Kıpçak Türkçesi Sözlüklerindeki Türkçe Alıntı Kelimeler Üzerine Bir İnceleme. Ed. Ağaca, F – Koç, A. X. Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bildiri Kitabı.
(ss. 1126-1131.). Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları
Ramazanova, D. (2022). Protivopolojnye po polu znachenia nekotoryh terminov rodstva. http://
atlas.antat.ru/upload/ramazanova/protivopolognie.pdf
Segal, V. S. – Masirani, M. (1978). Arabsko-Russkiy Slovar Siriyskogo Diyalekta. Russkiy Yazik.
Spiro, S. (1999). An Arabic English Dictionary Of The Colloquial Arabic Of Egypt. Libriairie du
Liban.
Tenişev, E. R. (1976), Stroy Sarıg - Yugurskogo Yazıka. Moskva.
Türk Dil Kurumu (1993), Derleme Sözlüğü. X. Cilt, 2. Baskı. Türk Dil Kurumu Yayınları.
İLK DEFA İŞİTTİĞİM/OKUDUĞUM BAZI
KİŞİ ADLARI
Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU, Emekli Öğretim Üyesi
ORCID No: 0000-0001-5325-1397
Ailemiz arasında ve mahallemizde çocuklarımıza konulan adlar genellikle
geleneksel adlardır. Yakın çevremizdekilerin yadırgayacağı adların görülmesi pek
azdır. Onlar da çok farklı sebeplere bağlı olarak konulmuştur. Peki, bu ad olayları
nerede ve hangi yıllar arasında yaşanılmıştır? Aşağıda öncelikle o dar coğrafyayı
hatırlatmakla yazımıza başlayalım.
Mahallemiz, önceleri Konya’nın merkez ilçesi iken büyükşehir olmamızdan
sonra Meram ilçesine bağlanan Fahrünnisa Mahallesi idi. Ne yazık ki geçtiğimiz
yıllarda yapılan düzenleme ile bu mahallenin bir bölümü Uluırmak Mahallesi’ne
bağlanırken öbür bölümü de yeni oluşturulan Çaybaşı Mahallesi’nin sınırları içine
alındı. Oysa mahalle adını Hz. Mevlâna’nın hanım öğrencisi Fahrünnisa Hatun’dan
almıştı. Onun adını taşıyan tarihî Fahrünnisa Camii varken, günümüzde aynı bölgede bir Fahrünnisa Hatun Kültür Merkezi ve Fahrünnisa Kız Kur’an Kursu gibi,
bazıları oldukça eski tarihlere dayanan kurumlar varken mahallemizin adının kaldırılmasını anlamakta zorluk çekilmiştir. Kişi adlarıyla ilgili böyle bir yazının kaldırılan bir mahalle adıyla başlatılması tarafımızdan anlamlı bulunmuştur.
Adlarımıza gelince… Bunların, daha doğrusu işitip öğrenebildiğimiz adların
dışındakileri oldukça yadırgıyorduk. İlkokul yıllarımda bir Nurtop Var’ı, bir Güngör Göral’ı, Özden Kaşıkçı’yı, Kaya Narin’i, Ertuğrul Anlaş’ı, Türkan’ı, Mualla’yı;
Muzaffer’i yadırgamayacaktım da ne yapacaktım ki? Ortaokula gelince, Konya’nın
daha çok geleneksel yapıdaki bir semtinden kalkıp da seçkinlerin oturduğu bir
semtteki okula gitmek, benim ad dünyamı da alt üst ediverdi. İşte o adlardan bazıları: Selçuk Pala, İlhan Karahıtay, Ergüven Ekener, Ender Özgören, vb. Ortaokul
son sınıfa gelip de sınıflar birleştirilince karışık bir sınıfta okumaya başlamıştık.
İşte yeni sınıfdaşlarımızdan bazıları: Mine ve Oya Karaman kardeşler, Perihan
Biroğlu, Janset Baybaş, Sibel, Volkan (veya Verda) vb. Bu adların içinde yadırgayacağımız kaç ad kaldı ki? Belki bir Janset’i, bir de Verda’yı.
Bütün bu yadırgamaların sebebi nedir? Sokağa oyun için ilk çıktığımız günlerde tanıştığımız arkadaşlarımızın ve biraz da abla ve ağabey gibi algıladığımız
bazılarının adlarını da sayıverirsek yukarıda dile getirdiğimiz şaşkınlığımızın
sebepleri kendiliğinden ortaya çıkacaktır. İsmail, Hakkı, Mehmet, Kadir, Refik,
Hüseyin, Ali, Muammer, Mevlüt, Hasan, Mustafa, vb. Birkaç da kız çocuklarının
378 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
adlarından önek verelim: Fatma, Saadet, Emine, Kübra, Aliye, Hatice, Hacer, vb.
Bu arada ilgimizi çeken şu bir iki adı da eklemeliyiz: Ayten, Müjgân,
Yıllarını Türk ad bilimine ayıran bir araştırıcı olarak konuyu farklı açılardan
ele almaya sürekli olarak özen gösteriyoruz. Bu yazımızda da iki ana konu ele alınacaktır.
a. Çocukluk yıllarımızın sporcularının adları
b. Değişik zamanların farklı alanlardaki ünlülerinin adları
I. SPORCULAR
Bu sporcularımızın adlarıyla tanıştığım yıllarda pek çok evde olmayan radyolardan maç nakli dinlememiz mümkün değildi. Gazeteler altı veya sekiz sayfa
olup hafta arasında spor haberleri son iç sayfada bazen tek sütun olarak verilirdi.
Ancak cumartesi, pazar ve pazartesi günleri spor haberlerine biraz daha fazla yer
verilirdi. Aşağıda adları verilecek olan sporcular, dönemlerinde çokça tanındıkları
için bizde bir yer bulabilmişlerdir. Ancak bu yer bulma işinde adlarının farklı olmasının rolü önemlidir. Onca Ahmet’ten, Mehmet’ten veya Mustafa’dan aklımızda
kalanların sayısı o kadar az ki… Bir Beton Mustafa, bir Büyük Ahmet…
a. Futbolcular
1. Beşiktaşlılar: Bülent Esel, Vedii Tosuncuk.
2. Fenerbahçeliler: Akgün Kaçmaz, Erdal Kocaçimen, Müjdat ?
3. Galatasaraylılar: Bülent Eken ve Reha Eken kardeşler, Gündüz Kılıç,
İsfendiyar Açıksöz, Turgay Şener .
b. Güreşçiler: İki güreşçimiz de 1948 Londra Olimpiyatlarına altın madalya
kazanmışlardı,
Gazanfer Bilge (serbest 62 kiloda bütün rakiplerini tuşla yenmişti.)
Nasuh Akar (serbest 57 kiloda şampiyon olmuştu. Akar, daha sonra ağabeyimin de kurucuları arasında yer aldığı ve adı (galiba) Konya Güreş
İhtisas Kulübü’nün güreşçilerini de çalıştırdığı günler de tanışmıştık.)
c. Atletler:
1. Erdal Akkan (Yüksek atmamada Türkiye rekorunu kırmıştı.)
2. Ruhi Sarıalp (Londra olimpiyatlarında üç adım atlamada üçüncü olmuş ve bize bu dalda ilk madalyayı kazandırmıştı.)
3. Ferhan Devekuşuoğlu (üç adım atlayıcısı)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 379
ç. Eskrim: Nef ’i Güven (1955 Akdeniz Oyunlarında dünya şampiyonunu yenip dünya rekoru kırmıştı.)
Bu, sayıları on beşi bulan sporcu adlarından yadırgadığınız, “Böyle adlar da
mı varmış?” diyeceğiniz var mı acaba? Mesela, Nef ’i, Nasuh, Reha, Vedii, vb. adlarla hiç karşılaştınız mı? Açıkça söylememiz gerekirse bu adları taşıyan hiçbir büyüğümüz veya küçüğümüzle karşılaşmadık. Belki bazı adlar gazete ve dergi sayfaları
ile radyo ve televizyonlarda seslendirilmiş olabilir.
Not: Reha adı aynı zamanda hanımlar için de konulmaktadır. Sinema ve tiyatro oyuncusu Reha Kral ve İstanbul Belediyesi önceki başkanlarından Ahmet
İsvan’ın eşi, ziraat mühendisi ve öğretmen Reha İsvan da bu arada hatırlanmalıdır.
Elbette o dönemin pek çok sporcusunu da tanıyoruz ama adları ilgimizi çekecek bir farklılık göstermemektedir.
II. PEK AZ GÖRÜLEN BAZI ADLAR
Bu adları taşıyan kaç kişinin olduğunu belirlemek için genel ağın ilgili sayfalarına girip dolaşmamız gerekecek. Ancak biz bu adlardan bazılarını ne işittik,
ne de okuduk. Üstelik bazıları da yazılı ve sözlü basında fotoğrafı, görüntüsü ve
haberiyle sık sık karşımıza çıkmaktadır. Aşağıda bu adlardan bazılarını sizlerle
paylaşacağız.
Bendevi Palandöken, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Federasyonu’nun (TESK)
Genel Başkanıdır. Sık sık gazetelerin ekonomi sayfalarında görülür. Genel ağdaki
kaynaklar bu adın kız çocukları için konulduğunu, Sanskirtçe kökenli olduğunu
ve “Şöyle güzel anlamı var, böyle güzel anlamı var.” diye de bildirmektedir. Diyoruz ki, acaba, bu adın, Farsçadan gelen bende kelimesinin anlamları arasında yer
alan dost, yakın gibi anlamlarla bir bağı var mıdır?
Bukre Muşmula, bir üniversitenin Harita Mühendisliği Bölümü/Fakültesi
öğrencisi olduğu kaydedilmiştir. Ayrıca, Temizkök ve Muşmula Ailelerinin çocukları, Bukre ile İbrahim de 07 Ekim 2017’de nikâhlanmışlar. O hâlde gelin kızımızın
yeni ad ve soyadı, Bukre Muşmula olarak kayıtlara geçmiş olmalıdır.
Bukre’nin anlamının; sabah, sabah vakti olduğu genel ağda kayıtlıdır. Hangi
dilde olduğu konusunda birkaç dil sayılmaktadır. Ayrıca, Kahraman Tazeoğlu’nun
da Bukre (2019) adını taşıyan bir romanı varmış.
Dumlupınar Ağıldere, 1970 yılında Konya’da yaşayan ‘Umumi Cerrahi
Mütehassısı’dır. 01 Haziran 1970 tarihli Yeni Konya gazetesinde doktorların ilan
sayfasında onun da bir ilanı vardı. Bu doktorun ilanın yayımlandığı tarihte en az
35-40 yaşlarında olması gerekir. Doğum tarihini de 1930’lara kadar götürebiliriz.
380 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
İşin ilgi çekici yanı ise, Türk Dil Kurumu’nun Genel Ağ’daki Ad Sözlüğü’nde bu
ad yer almamaktadır. Acaba siz, bu adı taşıyan birilerini tanıdınız mı? (Biz de bu
gazeteyi, özel bir sebeple saklamışız ve ancak 03 Nisan 2016 tarihinde okuyabilmişiz.)
Mevlâna. Bu ad, bazen aynı kitapta bile üç farklı yazımla karşımıza çıkmaktadır: Mevlana, Mevlâna ve Mevlânâ. Bizce doğrusu ortadaki olmalıdır.
Bu ad ile ilgili olarak bir de küçük yazımız yayımlanmıştı. Aradan on yıldan
fazla geçmiş olmalı… Yazımızın adı, “Siz Hiç ‘Mevlâna’ İle Konuştunuz mu?” idi.
Bu soruyu kendimize de sormuş, ve “Evet, biz Mevlâna ile konuştuk.” diye cevaplandırmıştık. Böylelikle biz de iki buçuk saat kadar, hayatta olan bir Mevlâna ile
konuşmuş, sohbet etmiş olduk. (Merhaba/ Akademik Sayfalar, 11 (17),11 Mayıs
2011, 261-264
2007’nin Ağustosu… Birkaç yıldan beri tatillerimizi geçirmekte olduğumuz
Mersin’in Erdemli ilçesinden bir işimiz için birkaç günlüğüne Konya’ya dönüyoruz. Otobüste yan koltukta oturan arkadaşımız da Mut’a kadar gidecekmiş. Neyse,
ufaktan konuşmaya başladık. Konyalı olduğumuzu öğrenince hemen adını söyleyiverdi: Mevlâna… Hatta bizi inandırmak için de cebinden kimlik kartını çıkararak gösterivermişti. Aile Konyalı değilmiş ama dedesi Mevlâna’yı çok severmiş,
adın konulmasında dedesinin sevgisi öne çıkmış.
Yıllar sonra, bu yazılarımızı bir kitapta toplarken ikinci bir Mevlâna’yı da
uzaklardan tanıyıverdik. Karar gazetesinde (05 Mayıs 2016) köşe yazarı olan
Mevlâna İdris. Soyadı yoktu, İdris’in soyadı olma ihtimali çok zayıftı. Bu satırları
yazarken genel ağa girdik ve gördük ki o ad gerçek bir ad imiş, soyadı ise Zengin.
İşte bu Mevlâna’mız ile ilgili kısa bir bilgi: Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesinde
15 Mart 1966’da doğmuş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş, çeşitli
dergilerde (Diriliş, Dergâh, Hayat Yolu, vb.) yazıları yayımlanmış ve bir hastalık
sonucu 07 Haziran 2022 tarihinde Kahramanmaraş’ta vefat etmiş. Şairliğinin olduğu da kaynaklarda kayıtlıdır.
Ben, adı Mevlâna olan bir Konyalı’ya rastlamadım. Olabilir. Ancak biz Konyalılar daha çok Celaleddin adını kullanırız.
Meysere İyibiçer, Çukurova Üniversitesi’nde, Prof. Dr. Erman Artun’un danışmanlığı altında 2000 yılında bitirme tezi hazırlamıştır: Halk Edebiyatı Alanında
Karatepe Köyü Monografi Çalışması
Bu adla ilgili olarak genel ağda çok bilgi vardır. TDV’nin İslâm
Ansiklopedisi’nde, kadim dostumuz merhum Prof. Dr. Asri Çubukçu’nun (1939
Bayburt-21 Mayıs 2019 Erzurum) yazdığı maddenin başlığı şöyledir: Meysere b.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 381
Mesrûk. Maddenin ilk cümlesinde şöyle denilmektedir: “Hicretin 3 veya 4. yılında
(624 veya 625) Benî Abs kabilesinden Hz. Peygamber’le görüşmek üzere Medine’ye
gelen dokuz (veya üç) kişilik heyette bulundu.” (C. 29. 2004, 508-509). Ayrıca İslam
tarihinde adında Meysere bulunan başka kişiler de vardır.
III. SANATÇILAR
Bu dala girebilecek adların çokluğu hepimizce bilinmektedir. Biz öncelikle eskilerin, daha doğrusu eski kuşak temsilcisi seyircilerin hatırlayabilecekleri birkaç
adı verdikten sonra da günümüzün ünlülerinden de bazılarını anıp geçeceğiz. Bu
arada her birinin bir filmini, öbür oyuncusunu ve yılını da hatırlatacağız.
Hümaşah Hiçan: Tiyatro ve sinema oyuncusu Hümaşah Hiçan, kendisi gibi
sanatçı olan Turan Göker ile evli idi. 05 Mayıs 1925’de İstanbul’da doğdu ve 01
Şubat 1997’de yine İstanbul’da aramızdan ayrıldı.
Evlatlık, 1959, Hadi Hün
Mesiha Yelda: Sinema oyuncusu Yelda 1931 yılında İstanbul’da doğdu, 16
Şubat 1998 tarihinde aynı ilde vefat etti. İlk filmi, 1949 yılında Şadan Kâmil’in
yönettiği Uçuruma Doğru’dur.
Garibin Aşkı, 1954, Ali Ekdal
Üftade Kimi: Sinema oyuncusu Kimi 1930 yılında Romanya doğumludur. 14
filmde rol almıştır. Türk sinemasının ilk sarışını olarak da bilinir. Bir kaza sonucu
ağır yaralanırsa da sonuçta hayatta kalır, ancak sinemayı bırakır. Kalp krizi sonucu
vefat eder.
Annemi Arıyorum, 59, Belgin Doruk ve Mahir Özerdem
Ve yakın zamanlardan birkaç ad:
Ajda Pekkan ve kardeşi Semiramis Pekkan, Tijen Par, Hümeyra,
IV. DEĞİŞİK ALANLARIN KADIN SANATÇILARI
Ülkemizi değişik sanat ve kültür alanlarında temsil eden pek çok kadın sanatçımız vardır. Bunlar arasında adları ilgimizi çekenlerin olacağı da unutulmamalıdır. Aşağıda bu adlardan da birkaç örnek vereceğiz.
Füreya Koral: Ülkemizin önde gelen seramik sanatçılarındandır. 02 Haziran
1910’da Büyükada’da doğmuş ve 25 Ağustos 1997’de İstanbul’da vefat etmiştir. Ülkemizdeki çağdaş seramik sanatının önde gelen adlarındandır.
382 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Genel ağda bu ad için parlak, ışıklı anlamını vermektedir. Hatta bir kaynakta
da Türkçe olduğunu yazıyor. Oysa bu kelimenin birkaç açıdan kesinlikle Türkçe
olmadığı anlaşılmaktadır. Buna karşılık bir sitede şöyle denilmektedir:
Fürey’a bint Vehb. İsminin anlamı: “Küçük ağaç dalı” demektedir. Efendimiz’in
(sas)Teyzesi. Efendimiz’in (sas) annesi Âmine ile teyzesi Fürey’a baba bir kardeştir.
(Resullah.org)
Maide Arel: Ülkemizin önde gelen kadın ressamlarından olup 1907-1997 yılları arasında yaşamıştır.
Maide kelime anlamıyla, üzerinde yemek bulunan sofra demek olup ayrıca
yemek, ziyafet anlarına da gelmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in beşinci suresi Mâide adını taşımakta olup 120 âyetten oluşmaktadr. Adın konulmasında bu özelliğinin öne çıkacağı unutulmamalıdır.
Neveser Kökdeş: Ülkemizin önde gelen kadın bestekârlarındandır. 1902’de
Drama’da doğmuş ve 07 Temmuz 1962’de İstanbul’da vefat etmiştir. O, çok yönlü
bir sanatkâr olup besteciliğinin yanında şarkı güfteleri de yazmış ve tanburiliğiyle
de tanınmıştır. Kökdeş’in batı çalgılarından piyano ve gitar çaldığı da bilinmektedir. Adın nev bölümü Farsça ve eser bölümü ise Arapçadır. Kelime, Türk musikisinde bir makamın adıdır.
V. POLİTİKACILAR
Politika ile ilgilenmememize karşılık dönemin gazetelerinde adlarını sık sık
okuduğumuz bazı büyüklerimizi de burada anmak istedim. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Ord. Prof. Dr. Şemsettin Günaltay’a kurdurduğu kabinedeki bakan
adlarının hiç biri konumuzun alanına girmemektedir. Sonraki cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın Adnan Menderes’e kurdurduğu kabinelerde ise ilgimizi çeken
birkaç ad vardır. Adlarını ve üstlendikleri bakanlıkları birlikte aktarıverelim. Ancak bu adların bazılarının günümüzde de kullanılması yazımızın ruhuna aykırılık
oluşturmamaktadır. (Adlar alfabetik olarak verilmiştir.)
Hâdi Hüsman, Gümrük ve İnhisarlar Bakanı
Nedim Ökmen, Çalışma Bakanı
Rüknettin Nasuhioğlu, İçişleri Bakanı
Şem’i Ergin, Devlet Bakanı
Yümni Üresin, Ulaştırma Bakanı
Zeyyat Mandalinci, İktisat ve Ticaret Bakanı
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 383
SONUÇ
Ad bilimi, adı üzerinde başlı başına bir araştırma alanıdır. Bu alanla ilgilenmemizin tarihi neredeyse 50 yıla yaklaşmaktadır. Biz bu alana çok farklı açılardan
yaklaşarak araştırıcıların dikkatini çekmek istedik. Yayımlanan iki kitabımız da bu
amaca yöneliktir. Gelecekte bu alana eğilecek gençlerimiz olacağına inanıyoruz.
Onların alanımıza daha farklı yollardan yaklaşıp sonuçlara ulaşacaklarına inanıyoruz.
Bu yazımızda bir insanın hayatının değişik aşamalarında karşılaşabileceği
farklı yapılardaki adlara karşı olan ilgisini ele alınmıştır. Konuya ilgi duyan kişilerin de böyle bir yaklaşımı söz konusu olabilir. Ne var ki yeni adlarımızda görüler
aşırı değişmeler yeni araştırmaların daha yorucu olacağını göstermektedir.
♣♣♣♣♣
ÖZ OĞUL’UN TUTGUG ~ TUTUG
“REHİN” VERİLMESİ HAKKINDA
BİLİNMEYEN BİR HUKUK BELGESİ
Osman FİKRİ SERTKAYA, İstanbul Üniversitesi
Öz oğulun tutġuġ ~ tutuġ yani “rehin” verilmesi hakkında bu güne kadar iki
eski Uygur hukuk belgesi biliniyordu. Bu belgelerden ilki USp-51’de yayımlanan
Kedire’nin oğlu Bolmış belgesi, ikincisi ise orijinali Sankt-Peterburg’da olup ilk
olarak S. E. Malov1, son olarak da N. Yamada2 tarafından yayımlanan Kaytso’nun
oğlu Tıtso belgesidir. Ancak konunun üçüncü bir örneğini aslı II. Dünya Savaşı sırasında Berlin koleksiyonundan kaybolan, fotokopisi ise 1930’lu yılların ortalarında İstanbul’da üzerinde çalışmak üzere Reşid Rahmeti Arat tarafından Berlin’den
alınarak 12 a-b şeklinde numaralanan ikinci Bolmış belgesi teşkil etmektedir. Bu
güne kadar yayımlanmayan bu yeni belgeyi lâyıkıyla değerlendirebilmek için önce
ilk iki belgenin metinlerini ve çevirilerini veriyorum.
1. Satır başlarından eksik olan 12 satırlık ilk Bolmış belgesinin transkripsiyonu, satır başları eksik olarak, Nobuo Yamada yayımında verilmişti.3 Ben satır
başlarındaki eksik kelimeleri 10., 11. ve 12. satırlardaki metne dayanarak tamamladım. Tamamladığım kelimeleri aşağıda siyah harflerle verdim.
Birinci belge:
USp 51 (Klementz-Roborovski 5) Sankt-Peterburg Filial (ph)
1
[küskü yıl ikinti ay se]kiz otuz-ḳa (.)
2
man͡ga kedire-ke yun͡glaḳ-laġ [kümüş kergek bolup öz]üm-te toġmış bolmış
3
atlaġ toyın oġulum-nı yigen ḳay-a [birle (?) tutuġ küm]üş-in͡ge samboḳdu tutun͡g4
ḳa yarım yastuḳ kümüş-ke tutuġ [birtim] (.)
5
bu tutuġ kümüş-üg <tu>tuġ birmiş kün üze m(e)n kedire biş [otuz] stır yarmaḳ
kümüş sanap altım (.) m(e)n samboḳdu tutun͡g tükel birtim (.)
1
2
3
S. E. MALOV, “Uygurskie rukopisnıye dokumentı ekspeditsii S. F. Oldenburga”, Zapiski
Instituta Vostokovedeniya Akademii Nauk SSSR, I, Leningrad 1932, s. 129-149 (altı levha
ile).
Nobuo YAMADA, Sammlung uigurischer Kontrakte, 2, Osaka, 1993, s. 123-126.
Nobuo YAMADA, Sammlung uigurischer Kontrakte, 2, Osaka, 1993, s. 127-128.
386 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
6
bu [bol]mış-ḳa samboḳdu tutun͡g ’erklig bolṣun (.) m(e)n samboḳdu tutun͡g
7
8
birtke [t]utsar bolmış-ḳa ton etük adaḳ baş birmez m(e)n (.) ev teg yoġun iş [iş]
9
letser m(e)n il-nin͡g tutuġ yan͡g-ınça birür m(e)n (.) ḳalmış turuşı yan͡gı [tut]uġ
yan͡gınça bolṣun (.)
tanuḳ aḳbıra (.) tanuḳ ḳataḳı (.)
bu tamġa m(e)n kedire-nin͡g ol (.)
10
11
[küs]kü yıl ikinti ay sekiz otuz-ḳa m(e)n kedire samboḳdu tutun͡g-ḳa [tutuġ]
birmiş bolmış adl(a)ġ oġulum-nın͡g biş otuz stır kümüş-ni tükel altım (.)
12
tanuḳ [aḳbıra] (.) men ḳarımdu tutun͡g kedire-ke ayıtıp bitidim (.) bu t(a)
mga m(e)n kedire-nin͡g ol (.)
Belgenin Türkçe çevirisi:
1
Küskü yıl(ının) ikinci ay(ının) yirmi sekizinde,
2
bana, Kedire’ye kullanmak için gümüş lâzım olup kendimden doğan Bolmış
3
adlı rahip oğlumu, Yegen Kaya [ile (?) rehin güm]üşüne Sambokdu Tutung’a ya4
rım yastuk gümüşe rehin verdim.
5
Bu rehin gümüşü(nü) rehin verdiğim gün, ben Kedire yirmi beş stır yarmak
gümüş sayarak aldım. Ben Sambokdu Tutung tamamıyla verdim.
6
Bu Bolmış’a Sambokdu Tutung hakim olsun. Ben Sambokdu Tutung vergiye
8
tutsa, Bolmış’a elbise, ayakkabı, ayak-baş vermem. Ev gibi yoğun iş yapdırsam,
9
ben il (töresinin) rehin miktarınca veririm. Kalan duruşu, miktarı rehin miktarınca olsun.
7
Tanık Akbıra. Tanık Katakı. Bu damga ben Kedire’nindir.
10
Küskü yıl(ının) ikinci ay(ının) yirmi sekizinde, ben Kedire, Sambokdu
11
Tutung’a rehin verdiğim Bolmış adlı oğlumun yirmi beş satır gümüşünü tamamıyla aldım.
12
Tanık Akbıra. Ben Karımdu Tutung Kedire’ye söyleyip yazdım. Bu damga
ben Kedire’nindir.
Belgenin Almanca çevirisi:
...-Jahr, ... Monat, am Achtundzwanzigsten.
Da mir, Kedire, zum Verbrauch ... notwendig wurde, habe ich meinen von
mir selbst geborenen Mönch-Sohn namens Bolmış dem Samboqdu Tutung, dem
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 387
... des Yegen Qaya, für 1/2 yastuq Silber als Pfand gegeben. Dieses Pfand-Silber
habe ich, Kedire, am Tag, an dem das Pfand übergeben wurde, (als) 25 stır Münzsilber abgezählt erhalten. Ich, Samboqdu Tutung, habe es vollständig gegeben.
Diesen Bolmış möge Samboqdu Tutung besitzen. Ich, Samboqdu Tutung,
gebe dem Bolmış, wenn er gegen birt-Steuern ... (etwas macht), überhaupt nichts
an Kleidung und Stiefeln. Wenn ich ihn grobe Arbeiten wie Haus(arbeiten) machen lasse, gebe ich entsprechend dem Verpfändungsrecht der Gemeinde. Die übrigen Verhaltensweisen sollen gemäss dem Verpfändungs(recht) sein!
Zeuge ist Aqbıra, Zeuge ist Qataqı. Dieses Siegel ist mein, des Kedire.
Maus-Jahr, zweiter Monat, am Achtundzwanzigsten.
Ich, Kedire, habe 25 stır Silber für meinen dem Samboqdu Tutung als Pfand
gegebenen Sohn namens Bolmış vollständig erhalten.
Zeuge ist [Aqbıra]. Ich, Qarımdu Tutung, habe es nach dem Diktat von Kedire geschrieben. Dieses Siegel ist mein, des Kedire.
Belgenin kişileri:
Oğlu Bolmış’ı rehin veren baba
Rehin verilen oğul
...
Bolmış’ı rehin alan kişi
Tanık
Tanık
Senedi yazdıran
Senedi yazan
Kedire
Bolmış
Yigen Kaya
Sambokdu Tutung
Akbıra
Katakı
Karımdu Tutung
Oğlunu rehin veren baba Kedire
İkinci belge:
SJ O/54 (O.6) Inv. 1952g. 4134
1
Sankt-Peterburg Filial
2
[Ön yüzü] ton͡guz yıl aram ay on yan͡gıḳa man͡ga ḳ(a)ytso tutun͡g-ḳa yun͡gl(a)
3
4
ḳ-lıḳ kümüş k(e)rgek bolup özüm-te toġmış tıtso ’atl(ı)ġ oġlum-nı çıntso şila-ḳa üç
yıl-lıḳ tutġuġ birtim (.)
5
6
tutġuġ kümüş-in ınça sözleşt(i)m(i)z (.) on satır kümüş-ke tutġuġ birtim (.)
7
8
bu on satır kümüş-ni bitig ḳılmış kün üze men ḳaytso tu[tun͡g] tükel tartıp altım (.)
9
men çıntso şila yme bir egsüksüz tükel birtim (.)
10
11
bu oġul-ḳ(ı)y-a-ḳa bir yıl-ta bir üm, köközmek, bir ḳay, bir uçuḳ ç(a)ruḳ, iki
12
yıl-ta bir çekrek, üç yıl-ta bir kürk birle birür men (.) oġul-ḳ(ı)y-a çıntso şila-nın͡g
13
14
evinteki -ler birle yorıp oġrı tev ḳılsar, tutġu ḳapġu yoḳ itük ḳılsar, men çıntso
388 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
15
16
şila baş-ınga bolur (.) yalnguz yorıp oġrı tev ḳılsar, yoḳ [Arka yüzü] itük ḳılsar,
17
18
men ḳaytso tu[tun͡g] baş-ım-ḳa bolur (.) igleser, yiti künki mün aş men çıntso şila
19
birür men (.) yiti kün-tin kiçser men kaytso tu[tun͡g] igelep alıp kün ’eksükin köni
20
21
birür men (.) iglep ölser yarım t(a)varı ölür (.) yarım tavarı tirilür (.) tirilteçi t(a)
22
23
var yana men ḳaytso tu[tun͡g] üze bolup köni birür men (.) üç yıl tükemeginçe
24
öntürmez men (.) apam öntür<ür> men tiser men, bu kümüş-üg birmiş kün-tin
25
berüki asıġ-ı birle köni birür men (.)
26
tanuḳ ḳut(a)dmış ḳ(a)y-a (.) tanuḳ sengiçün (.) bu t(a)mġa men ḳay{y}tso
tu[tun͡g]-nun͡g ol (.) buyan-k(ı)ya bitidim (.)
27
ton͡guz yıl aram ay on yan͡gı-ḳa
28
man͡ga ḳ(a)y{y}tso tutun͡g-ḳa yun͡glaḳ-lıḳ tavar
30
oġulum-nı çıntso şila-ḳa üç yıllıḳ tutuġ <birtim> (.)
29
kergek bolup tıtso atl(ı)ġ
Belgenin Türkçe çevirisi:
1
Domuz yıl(ının) Aram ay(ının) on(uncu) gününde
2
3
bana Kaytso Tutung’a kullanmak için gümüş gerek oldu. Özümden doğmuş
4
Tıtso adlı oğlumu Çıntso Şila’ya üç yıl için rehin verdim.
5
6
Rehin gümüşünü şöyle sözleştik. On stır gümüşe rehin verdim. Bu on stır
7
8
gümüşü senet yazıldığı günde ben Kaytso Tu(tung) bütünüyle tartıp aldım. Ben
9
Çıntso Şila da bir eksiksiz bütünüyle verdim.
10
Bu oğulcuğa bir(inci) yılda bir pantalon, (bir) ceket, bir ayakkabı, bir yün
11
12
çorap, iki(nci) yılda bir yün gömlek, üç(üncü) yılda bir kürk de veririm.
13
Oğulcuk Çıntso Şila’nın evindeki ler ile yaşayıp, hırsızlık etse, kullanılacak
14
15
kap kacağı kayıp etse, ben Çıntso Şila’nın başıma olur. Yalnız yaşayıp hırsızlık
16
etse, (kap kacağı) kayıp etse, ben Kaytso-Tu(tung(un) başıma olur.
17
18
Hastalansa yedi günkü çorba yemeğini ben Çıntso Şila veririm. Yedi günü
geçse, ben Kaytso19Tu(tung) ilgilenerek alıp gün eksiğini doğru tamamlarım.
20
21
Hastalanıp ölse, (rehin alınan gümüşün) yarısı yanar, yarısı ödenir. Kalan üc22
retini de ben Kaytso Tu(tung) tamamlayıp doğru veririm.
23
Üç yıl tükenmeyince rehinden almam. Şayet alırım
25
verdiği günden başlayacak faizi ile doğru olarak öderim.
26
Tanık Kutadmış Kaya, Tanık Sengiçün.
Bu tamga ben Kaytso-Tutung’undur.
Buyankıya yazdım.
24
desem, bu gümüşü
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 389
27Domuz yıl(ının) Aram ay(ının) on(uncu) gününde
28
29
bana Kaytso Tutung’a kullanmak için (para) gerek olduğundan Tıtso adlı
30
oğlumu Çıntso Şila’ya üç yıl için rehin (verdim).
Belgenin Almanca çevirisi:
Schwein Jahr, erster Monat, am Zehnten.
Da mir, Qaytso Tutung, Silber(münzen) zum Verbrauch notwendig wurden,
habe ich meinen von mir selbst geborenen Sohn namens Titso dem Mönch Çintso
als Pfand für drei Jahre gegeben. Über die Silber(münzen) für das Pfand haben wir
uns wie folgt abgesprochen. Ich habe für 10 satır Silber(münzen) (den Sohn als)
Pfand gegeben. Diese 10 satır Silber(münzen) habe ich, Qaytso Tu[tung], am Tag,
an dem der Kontrakt ausgefertigt wurde, vollständig abgewogen erhalten. Ich, der
Mönch Çintso, habe sie auch, ohne dass eine fehlte, vollständig gegeben.
Diesem Sohn gebe ich in einem Jahr 1 Hose und 1 Hemd (oder - Jacke), 1
(Paar) Schuhe, 1 (Paar) Filzstiefel, in zwei Jahren 1 Baumwollhemd (çekrek) und in
drei Jahren 1 Pelz. Wenn der Sohn zusammen mit den im Haus des Mönches Çintso Seienden geht und Diebstahl und Trick begehen sollte, oder wenn er (Dinge)
zum Erfassen und Ergreifen abhanden und verlustig gehen lassen sollte, kommt
es mir, dem Mönch Çintso selbst zu. Wenn er allein geht und Diebstahl und Trick
begehen sollte, und wenn er (Dinge) abhanden verso und verlustig gehen lassen
sollte, kommt es mir, dem Qaytso Tu[tung], selbst zu. Wenn er erkrankt, gebe ich,
der Mönch Çintso, ihm Suppen und Speisen für sieben Tage. Wenn (die Krankheit) sieben Tage überschreitet, bin ich, Qaytso Tu[tung] der ihn besitzt und übernimmt, und ich gebe korrekt, was ihm (jeden) Tag fehlt. Wenn er erkrankt und
stirbt, stirbt eine Hälfte seiner Habe, die andere Hälfte wird belebt(?). Die belebt
werdende Habe kommt dann mir, Qaytso Tu[tung], zu, ich gebe sie korrekt. Solange nicht drei Jahre vollendet sind, gebe ich (= Qaytso Tu[tung] (den Sohn)
nicht heraus. Wenn ich sage: “Ich gebe (ihn) heraus”, gebe ich die Silber(münzen)
korrekt zurück mit den Zinsen von dem Tag an, an dem (sie) übergeben wurden.
Zeuge ist Qut(a)dmış Qaya, Zeuge ist Sängiçün. Dieses Siegel ist mein, des
Qayytso Tu[tung]. (Ich), Buyan Q(a)ya, habe es geschrieben.
Schwein Jahr, erster Monat, am Zehnten.
Da mir, Qyytso Tutung, Güter zum Verbrauch notwendig wurden, habe ich
meinen Sohn namens Titso dem Mönch Çintso als Pfand für drei Jahre gegeben.
390 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Belgenin kişileri:
Oğlu Tıtso’yu rehin veren baba
Rehin verilen oğul
Tıtso’yu rehin alan kişi
Tanık
Tanık
Senedi yazan
Kaytso (K(a)yıtso ?) Tutung
Tıtso
Çıntso Şila
Kutadmış K(a)y-a
Sengiçün
Buyank(ı)ya
Üçüncü belge:
3. Baştan ve ortadan tahrip olan T III Kurutka 12a-b [= U. 9311(1-2)] numaralı 24 satırlık üçüncü belgenin transkripsiyonu ise şöyledir:
1
2
(Ön yüzü) [ .......... yıl ... .... ] ay bir yan͡gıḳa (.) man͡ga [................ yon͡gla]
3
ḳ-lıḳ yasṭuḳ kergek bolup öz-üm-te toġmış bolmış atlıġ oġlum-nı üküş buḳa ḳal-ḳa
4
5
iki yıl-lıḳ tutuġ birtim (.) tutuġ yastuḳ-ın bitig ḳılmış kün öze m(e)n kedire tükel
6
sanap altım (.) m(e)n üküş buḳa ḳal yme tükel sanap birtim (.)
7
8
...kedire evdeki-ler birl[e] [y]orıp iş-tin t[aş-tın] [ ... ]ç boldı (.) [tutġu] [ḳap]
9
ġu yoḳ yitig [ḳılsar], m(e)n ödemez m(e)n (.) yaln͡gu[z] yorıp yoḳ yitig ḳılsar, m(e)n
10
özüm öd[er m(e)n] (.) oġrı tev ḳılsar, [m(e)nin͡g ö]z başım-ḳa bolur (.)
11
12
yigleser, yiti kün-ki [mün aş]-lıġ m(e)n üküş buḳa ḳal birür m(e)n (.) yiti
13
küntin keçip kün tolmasar, m(e)n [k]ün eksük-in birür m(e)n (.)
14
15
bir yıl-ta bir üm, kököz -mek, bir ḳay, (.) iki yıl-ta bir çekrek, bir uçuḳ [çar]
uḳ, m(e)n üküş buḳa ḳal birür m(e)n (.)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 391
T III Kurutka 12a-b (= U. 9311(1-2)
392 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
T III Kurutka 12a-b (= U. 9311(1-2)
16
17
m(e)n kedire ölser m(e)n, yarım yastuḳ ma ölür (.) yarımı tirilür(.) [yas]
18
ṭuḳ-nı [ına]nç kisim iliçük oġlum bolmış [ ... k]e köni [birz]ün (.) öz işim-ke barıp
19
20
örü ḳodı [y]oḳ bar bolsar m(e)n [yarım] yasṭuḳ-nı bitig-teki ınanç ikigü kö[ni
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 393
21
birz]ün (.) ḳamuġ türlüg il işi küç[i] (Arka yüzü) k(e)lser [m(e)n] kedire bilür
m(e)n (.) üküş buḳa ḳal bilmez (.)
22
23
tanuḳ al[p ... toġr]ıl (.) tanuḳ toḳuz buḳa (.) tanuḳ [o]zmış (.) [bu ta]mġa
24
biz kedire başlap üç bitig -teki kişi-ler-nin͡g ol (.) [m(e)n] beg bürt tu[tun͡g] ayıtıp
bitidim (.)
Sahifenin altında tutuġ[-nın͡g] bitigi yazılı.
Belgenin çevirisi:
1[...
yıl(ının) ...] ay(ının) ilk gününde bana
... 2kullanmak / harcamak için para gerek oldu. 3[Benden doğan Bolmış adlı
oğlumu Üküş Buka Kal’a, 4iki yıl için, rehin verdim. Rehin parasını belgenin yazıldığı gün 5de ben Kedire tamamen sayarak aldım. Ben Üküş Buka Kal 6da tamamen
sayarak verdim.
Ben Ke]dire ev halkı ile 7yaşayıp içten dıştan [?] oldu.
Tutacak 8kapacak kaybetse, ben ödemem. Yalnız 9yaşayıp kaybetse, ben kendim öderim. 10Hırsızlık yapsa, benim sorumluluğum olur.
11(Bolmış)
hastalansa yedi gün çorbasını-yiyeceğini ben Üküş Buka 12Kal veririm. Yedi günden geçerek gün dolmasa ben 13gün eksiğini veririm.
(Bolmış’a) bir(inci) yılda: Bir pantalon, 14(bir) ceket, bir ayakkabı (veririm.)
İki(nci) yıl(da): Bir yün gömlek, bir keçe 15çorap, ben Üküş Buka Kal veririm.
Ben Kedire 16ölsem, (rehin karşılığında) aldığım paranın yarısı yanar, yarısı
ödenir. 17Kalan borcumu karım Inanç, oğlum İliçük Bolmış 18[...]’ye doğru olarak
versin.
Kendi işimle uğraşırken 19ölsem, [tutug] borcumun yarısını belgedeki Inanç
20 ikisi doğru versin.
Her türlü halkın işi gücü
sorumlu olmaz.
21gelse,
ben Kedire kabul ederim. Üküş Buka Kal
22Tanık
Alp (...) Togrıl. Tanık Tokuz Buka. Tanık
Kedire(’den) başlayarak belge 24deki üç şahidindir.
Ben Beg Bürt Tutung söyleyerek yazdım.
23Ozmış.
Bu tamga biz
394 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Belgenin kişileri:
Oğlu Bolmış’ı rehin veren baba
Rehin verilen oğul
Rehin alan kişi
Kedire’nin eşi
Kedire’nin oğlu
Kedire
Bolmış
Üküş Buka Kal
Inanç
İliçük
Tanık
Tanık
Tanık
Senedi söyleyip yazan
Al[p ...Togr]ıl
Tokuz Buka
[O]zmış
Beg Bürt Tu[tung]
Belgenin fazlaca tahrip olmasından dolayı kişi isimlerinin bazılarının teşhisinde zorluk olmuştur.
Bunlardan ilki metinde beş kez geçen üküş buka kal adıdır. Kal kelimesi 21.
satırda gayet açık okunabilmektedir. Uygur metinlerindeki benzer bir şekil ise sadece U. 5237’nin 7. satırında buka sal olarak geçiyor.
İkinci isim Kedire’nin karısı ınanç’ın adıdır. 17. satırda ınanç olarak geçen
kelime 19. satırda da geçiyor. Ancak imlânın kötü olmasından dolayı bu isim zorlama ile yoganç şeklinde de okunabilir.
Üçüncü isim 24. satırda geçip beg bürt tutun͡g okunan isimdir. Benzer şekil
Ôtani, Ryukoku 1414a’nın 1., 8., 15., 20. ve 22. satırlarında son kelimesi eksik olarak yig bürt şeklinde geçiyor.
KELİMELER
üm :
küküzmek > köközmek:
kay : < Çin.
uçuk çaruk :
çekrek : < Çin.
pantalon (EDPT 155b)
önlük, ceket / Schürze, Jacke
ayakkabı / Schuh
keçe çorap / Filzstiefel
yün gömlek / Baumwolle Hemd,
ogrı :
tev :
tutug :
a cotton Shirt
uğru, hırsız / Dieb, Diebstahl
hile / List, Trick, Knift
rehin, tutuk / Pfand
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 395
Baştan ve satırların önünden ve arkasından yer yer eksik olan T III B(ulayık)
100 (57) bulunma yeri işaretini taşıyan bir belge de benzer ilk üç metne benzeyen
özellikleri ihtiva etmektedir.
KARŞILAŞTIRMALAR VE AÇIKLAMALAR
1. Metnin 3.-6. satırları eksiktir. Eksik olan satırlar paralel metne dayanılarak aşağıdaki şekilde oluşturulabilir.
3. [öz-üm-te toġmış bolmış atlıġ oġlum-nı üküş buḳa ḳal-ḳa
4. iki yıl-lıḳ tutuġ birtim (.) tutuġ yastuḳ-ın bitig ḳılmış kün
5. öze m(e)n kedire tükel sanap altım (.) m(e)n üküş buḳa ḳal
6. yme tükel sanap birtim (.) ........ ke]dire evdeki-ler birl[e]
7
8
9
2. [tutġu] [ḳap]ġu yoḳ yitig [ḳılsar], m(e)n ödemez m(e)n (.) yalngu[z] yo10
rıp yoḳ yitig ḳılsar, m(e)n özüm öd[er m(e)n] (.) oġrı tev ḳılsar, [m(e)ning ö]z
başım-ḳa bolur (.)
cümleleri ikinci belgede
13
14
15
tutġu ḳapġu yoḳ itük ḳılsar, men çıntso şila baş-ınga bolur (.) yaln͡guz yo16
rıp oġrı tev ḳılsar, yoḳ itük ḳılsar, men ḳaytso [tutun͡g] baş-ım-ḳa bolur şeklindedir.
11
12
3. yigleser, yiti kün-ki [mün aş]-lıġ m(e)n üküş buḳa ḳal birür m(e)n (.)
13
yiti küntin keçip kün tolmasar, m(e)n [k]ün eksük-in birür m(e)n (.)
cümlesi ikinci belgede
17
18
igleser, yiti künki mün aş men çıntso şila birür men (.) yiti kün-tin kiçser
19
men kaytso tu[tun͡g] igelep alıp kün ’eksükin köni birür men (.) şeklindedir.
13
14
4. bir yıl-ta bir üm, kököz -mek, bir ḳay (.) iki yıl-ta bir çekrek bir uçuḳ
15
[çar]uḳ m(e)n üküş buḳa ḳal birür m(e)n (.)
cümlesi ikinci belgede
9
10
bu oġul-ḳ(ı)y-a-ḳa bir yıl-ta bir üm, köközmek, bir ḳay, bir uçuḳ ç(a)ruḳ,
12
iki yıl-ta bir çekrek, üç yıl-ta bir kürk birle birür men (.) şeklindedir.
16
5. m(e)n kedire ölser m(e)n, yarım yasṭuḳ ma ölür (.) yarımı tirilür (.)
17
18
[yas]ṭuḳ-nı ınanç kisim iliçük oġlum bolmış [ ... k]e köni [birz]ün (.)
11
cümlesi ikinci belgede
396 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
20
21
iglep ölser yarım t(a)varı ölür (.) yarım tavarı tirilür (.) tirilteçi t(a)var
22
yana men ḳaytso tu[tun͡g] üze bolup köni birür men (.) şeklindedir.
6. Metnin arka yüzünde yer alan 23.-24. satırlardaki [bu ta]mġa biz kedire
başlap üç bitig-teki kişi-ler-ning ol cümlesinin unsurlarının doğru sıralanışı [bu ta]
mġa biz kedire başlap bitig-teki üç kişi-ler-ning ol şeklinde olmalı idi. Müstensih üç
kelimesini yanlışlıkla bir kelime önce yazmış olmalıdır.
Cümle unsurlarının yanlış sıralanmasına benzer bir örnek de U. 5849 [T
II Hassa Sch(ah)ri (333)’de kayıtlı 4 satırlık metnin 4. satırındaki bu tamġa men
ḳaşan-nıng tamġaçı ol cümlesidir. Cümle unsurlarının doğru sıralanışı bu tamġa
men tamġaçı ḳaşan-nıng ol “Bu damga ben damgacı Kaşan’ındır” şeklinde olmalı
idi.
Kaynakça
S. E. MALOV, “Uygurskie rukopisnıye dokumentı ekspeditsii S. F. Oldenburga”, Zapiski Instituta
Vostokovedeniya Akademii Nauk SSSR, I, Leningrad 1932, s. 129-149 (altı levha ile).
Nobuo YAMADA, Sammlung uigurischer Kontrakte, 2, Osaka, 1993, s. 123-126.
Nobuo YAMADA, Sammlung uigurischer Kontrakte, 2, Osaka, 1993, s. 127-128.
‘UYGUR’DAN ‘UYGAR’A: UYGUR
SİVİL BELGELERİ TEMELİNDE UYGAR
SÖZCÜĞÜ
Prof. Dr. Hatice ŞİRİN, Ege Üniversitesi
ORCID No: 0000-0003-3194-6176
1. Uygurca Belgelerin Keşfi ve Sivil Belgelerin Kısa Analizi
Sir Aurel Stein, 20. yüzyıl başlarında tarihi İpek Yolu’nun en ünlü rotaları
Miran ve Dunhuang ekspedisyonlarında topladığı beşyüz sandık civarında el yazmasını yüzlerce devenin sırtına yükleyip önce Hindistan’a, ardından da gemi ambarlarında British Library’ye taşıdığında, bu sandıklardan çıkan verilerin Türk Dil
Devrimi’nin mimarlarına esin kaynağı olacağını tahmin edemezdi. Taklamakan
çölünün kumlar altında kalan antik vaha kentlerinde aynı tarihlerde Fransız sinolog Paul Pelliot, Alman türkolog Le Coq, Rus ve Japon heyetler, çoğu Budist kültüre ait sandıklar dolusu yazmayı Paris Bibliothèque Nationale’e, Berlin-Brandenburg Akademisi’ne, Hermitage müzesine, Ryūkoku Üniversitesi’ne taşımaktaydı.
Bunların yarıdan fazlası Çince ve Tibetçe, geri kalanı da Sanskritçe, Kuşanca, Orta
Farsça, Toharca, Soğdca, Hotanca gibi çoğu bugün ölmüş dillere ait yazmalardı.
İçlerinden Runik, Soğd, Brahmi, Tibet ve Süryani harfleriyle yazılmış binlerce Eski
Türkçe fragman çıkmıştı1. Bunlar, Moğolistan’daki devletleri yıkıldıktan (MS. 840)
sonra, Çin’in kuzeybatısındaki Turfan havzasına göç edip orada şehir devletleri
kuran Manihaist, Budist ve Hrıstiyan Uygurlara aitti.
Türkçe vesikalar; Budizm ve Manihaizme ait çeviriler, Aisopos masalları ve
İncil tercümeleri, şiirler, mektuplar, astronomi ve tıp belgeleri gibi çok geniş bir
konu külliyatını kapsar. İçlerindeki ayrıntılı hukuk belgeleri, bilim insanlarını
hâlen şaşırtmaya devam eder. Bunlar askerî birliklere verilen yemek makbuzlarından evlat edinme vesikalarına, vasiyetlerden ipotek senetlerine, tapu belgelerinden kölelik azatnamelerine kadar uzanan geniş konuları içerir (Tezcan 1978:
290-316) ve her birinin özel adları vardır. Miras belgeleri ülüş bitig, makbuzlar yanut bitig; cevap mektupları yaŋku bitig, nezaket ve esenlik mektupları esengü bitig,
kira sözleşmeleri bek bitig, kölelik azatnameleri boş bitig, şikayetnameler ötüg bitig,
1
Geniş bilgi için bk. Hopkirk 1980; Ligeti 1986; http://idp.bl.uk (The International Dunhuang Project: The Silk Road Online); https://archivesetmanuscrits.bnf.fr/ark:/12148/
cc4395j (Bibliothèque nationale de France. Pelliot (autres collections): Présentation de la
collection) Erişim: 25.05.2023.
398 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
talimatnameler tutuzug bitig vd. olarak adlandırılır. (Azılı 2018: 279-295; Wilkens
2021: 122, 155, 188, 544, 766, 824, 862).
İçeriklerindeki titizlik, toplumun en alt tabakasındaki kişilerin bile hak bilincine sahip olduğunu gösteren bir şikayetnamede somutlaşır: Koço şehri harabelerinde bulunan ötüg bitiglerden birinde Pintung adlı bir Türk köle, okuryazarlığını,
Çinli yargıçların olduğu bir heyete, efendisini şikayet etmek için kullanır. Efendisi
ona, Budist keşiş olma seviyesine ulaşacak kadar kutsal kitap okuduğunda azat
edeceği sözünü verir; boş bitig’i (azatname) de hazırlar. Ancak “belgeyi kaybettim”
deyip Pintung’u bir başkasına satma planları yapar. Üstelik de belgenin kaybından
zavallı köleyi sorumlu tutar. Pintung, epeyce uzun olan dilekçesini beglerim buyan-layu tsurkayu yarlıkasar köngülkerü uka yarlıkazunlar “Beylerim, merhamet
ederek buyurdukları takdirde (beni) yürekten anlayıp karar versinler.” diye bitirir.
(Adams 1968: 63; Tekin 1989: 55-56; Oda 1992: 39-40).
Tutuzug bitig’lerden birindeyse ėl ögesi bilge beg (vali?), arslan tag tutuk’un
(askeri yönetici), işinde gücünde olan halka zorbalık yaptığı ihbarını almıştır (iş
küç ugrıntakı bodunka küç kötki kılur ermiş sen). Talimatnamede, arslan tag tutuk’a,
baskılara devam ettiği takdirde kendisine dayak atılacağı ve bulunduğu kentten
sürdürüleceği bildirilir (Tuguševa 1971:176-177). Bu son örnekten bile, belgelerin, dönemin ceza sistemi kapsamında, ama çoğu bugün bile geçerliliğini koruyan
hukuk ilkeleri bağlamında düzenlendiği anlaşılır. Eski Uygurca senetlerde bir yük
eşeğinin on günlük kiralama bedelinin ödenmemesi veya eşeğin kaybı durumunda dahi, kiracıya uygulanacak cezai müeyyide açıktır: Kiracı, ödemeyi yapmazsa
eşeğin sahibine hisseli tarlasının ekim gelirlerini vermekle yükümlüdür. Eşeğin
kaybolması durumundaysa ödeme, beş yaşından büyük olmayan başka bir eşekle yapılacaktır (Yamada 1993 II: 81-82). Vesikalardaki detaylar hayrete şâyândır:
Alınan borçların aylık faizleri kuruşu kuruşuna hesaplanır. Borçlunun kaçması
durumunda borçtan hangi aile üyesinin sorumlu olacağı belirgindir (Ayazlı 2016:
21). Sözleşmelerin hepsi en az iki tanık (tanuk) huzurunda düzenlenir; tanıkların
adları yazılıp mühürleri (tamga) basılır.
Uygurlar, yerleştikleri vaha kentlerinin eski efendilerinden kalma yazılı kanunlarını bozkır töresiyle sentezleyip bunları Çin’de icat edilen ama Dunhuang’da
geliştirilen kağıt sayesinde ölümsüz kılmışlardı. “Uygarlık tarihine ipekten çok
daha derin etkisi olduğu için bu yola Kağıt Yolu denmesi gerekirdi” diyen Jonathan M. Bloom haksız sayılmaz (2008: 84). Çin’de dut ve bambu liflerinden yapılan
şeffaf kağıdın yerini Dunhuang’da keten elyafından imal edilen daha dayanıklı bir
kağıt türü almıştı (Tekin 1993: 27-28, Hakimov 2020: 445; Helman-Ważny 2020:
346). Bu kağıt İpek Yolu aracılığıyla Araplara, onlardan da Avrupa’ya taşındı. Avrupa dillerinde Eski Yunanca pápȳros (πάπυρος)’tan geçen sözcükler (İng. paper,
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 399
Alm., Fr. papier) 14. yüzyıldan beri kullanılırken (Webster, DWDS, CNRTL), 11.
yüzyılda Dunhuang mağaralarına (no. 17) depolanmış Türkçe mektuplardan birinde Soğdca kegde (kâğıt) geçer. Bibliothèque Nationale’de korunan bu mektubun
sahibi, daha önce defalarca yazdığı halde yanıt alamadığı yakınına ironik biçimde
Şaçuda kegde yok mu “Dunhuang’da kağıt mı yok?” diye sitem etmektedir (Hamilton 1986: 30/3; Moriyasu 2019: 120-121). Mektuplardan bir başkasında ise yaşlı bir
babanın kendisini ziyaret etmeyen uzaktaki “hayırsız” oğluna serzeniş dolu sözlerini görürüz: yol yer kördüŋ kelüp körüşüp barsar sen negü bolur… anta ok tursar
sen yerni me karı kişini unıtmış bolgay sen aşukmaz mı köŋülüŋ? “Yol yer (dünya)
gördün! Gelip görüşüp gitsen ne olur? Orada durmaya devam edersen yaşlı babanı unutacaksın! Özlemez mi gönlün?” (Tezcan-Zieme 1971: 457; Moriyasu 2019:
134). Bu türden ikiyüzden fazla mektup, Japon Türkolog Takao Moriyasu (Corpus
of the Old Uighur Letters from the Eastern Silk Road, 2019) tarafından Belçika’da
yayımlandı2.
2. Bozkırdan “Uygarlığa” Giden Yol
Kadim Türk kağanları Çin, Bizans ve Sasanilerle olan dinamik siyasi ilişkilerin yanı sıra, 4. yüzyıldan beri kağıt ve mürekkep kullanan Soğd kültürüyle girift
bir etkileşim içindeydi. Kendilerine ait bir devletleri olmayan, İpek Yolu boyunca
koloniler kurup hukuk ve bürokrasi anlayışlarını, yazı ve kültürlerini bu koloniler
vasıtasıyla yaygınlaştıran Soğdlara, ilk Türk kağanlığından itibaren devlet kademesinde meşru idari roller verilmişti. Étienne de la Vaissière, 907-960 arasında
(Beş Hanedanlık Dönemi) Çin’e giden 53 Uygur elçisinden 19’unun Çinli, 14’ünün
Soğd, 16’sının Türk olduğunu yazar (2005: 326). Çok daha önce (568’de) İstemi
Kağan, Bizans İmparatorluğu’na gönderdiği diplomatik heyetin başına Maniakh
adındaki Soğd elçiyi tayin etmişti (Blockley 1985: 115). Yetenekli Soğd bürokratlar
hem ticaret anlaşmalarına hem de barış ortamı sağlanmasına aracılık ediyorlardı.
Türk elitleri, dilleri Erken İç Asya’nın lingua franca’sı olan Soğdların alfabelerine
ve inanç sistemlerine kucak açıp ilk yazıtlarını (Bugut, Hüis Tolgoi) arka plandan
yansıyan Budist armoniyle Soğdca ve Brahmi harfleriyle Moğolca yazdırtacak kadar çoğulcu olmayı başarmışlardı. Böylece, içlerinden, “otlak ve su peşinde koşan
tipik göçebeler” (Sinor 2000: 421) stereotipini kırıp yerleşik dünyaya hızla uyum
sağlayan büyük bir kitle ortaya çıktı. Tokuz Oguzlar arasından çıkan bu kitle daha
Moğolistan’daki çağlarında kent yaşamının provalarını yapan Uygurlardı. Moğolistan’daki başkentlerinin 12 büyük demir kapısıyla ve başkente giden rotadaki
köylerle alışılageldik göçebe tarzının dışında kaldığını, 821’de başkent Ordu Balık’a
gelip ziraat ve ticaret merkezi Bay Balık adlı bir başka kenti de betimleyen Tamīm
2
Tanıtımı için bk. Uçar 2020.
400 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
ibn Baḥr yazmıştı (Minorsky 1948: 283, 296). Sergey Kiselev’in kazılarında başkenti çevreleyen surlar, stupa duvarları, 12 metrelik bir kale kalıntısı ve değirmen
taşları bulunmuştu (Hayashi 2012). Kırgızlar, onların bozkırdaki devletlerini ele
geçirdiğinde Tarım Havzası’na göçüp yerleşik bir hayat kurmaya hazırlıklıydılar.
Böylelikle Grek dilli Kuşanlar, Prakrit dilli Hintliler, Avrupa dilli Toharlar,
Doğu İran dilli Hotanlar, İskitler, Çinliler ve Tibetlilerin yaşadığı Doğu Türkistan’a
yerleştiler. Bu baş döndürücü kültür kavşağı, gelişmiş bir medeniyetin doğmasını
sağlayan bütün şartlara sahipti. İpek Yolu ticaretinin gerektirdiği matematik bilgisi, tüccarlar başta olmak üzere, bu yolun akıl almaz ölçüdeki yoğun trafiğini organize eden kalabalık bir insan ordusunun pratik zekasıyla birleşmişti. Dünyanın
ikinci büyük kumul çölü olan 1000 km’lik Taklamakan’ı aşıp yüklü bir gelirle geri
dönebilmek gerçek bir maharet ister. Vaha kentlerindeki refah düzeyi, ipek, at, yeşim taşı, baharat, kürk vd. ürünlerden elde edilen gelirle Avrupa liman kentleriyle
kıyaslanamayacak ölçüde üst düzeye erişmişti. Bunu Çinli elçi Wang Yan-de, 10.
yüzyıl sonundaki üç yıllık Uygur seyahatinin raporlarında somutlaştırır: “Uygurlar yemeklerini altın ve gümüş kaplarda yiyor; samur kürkü, ipek ve keten giysiler
giyiyordu. Üçüncü ayın dokuzuncu günü kutladıkları Han-shıh adlı festivalleri
vardı. Geceleri kopuz çalıp piyesler sahnelerken kımız içip sarhoş oluyorlar ve yüz
yaşının üstüne kadar yaşıyorlardı.” (İzgi 1989: 48, 57-58, 59, 63, 65-66). Budist tüccarlar gittikleri her yere ve döndükleri şehirlerine maldan daha önemli olan bir şey
daha taşımışlardı: Bilgi. Bunun göz kamaştıran semeresi, mezkur vaha kentlerinin
kumları altından ve Bin Buda diye de bilinen Dunhuang mağaralarından çıkıp
modern dünyaya ulaştı.
Uygurlar, Moğol hakimiyetine girdikten sonra bürokrasi başta olmak üzere
tüm bilgilerini Moğol dünyasına transfer ettiler. İşe, alfabelerini Moğolcaya adapte
etmekle başlayıp Çinggis ve seleflerine siyasi, kültürel ve finansal konularda müşavirlik yapan bir teknotratlar ordusu oluşturdular. İsenbike Togan, “Osmanlıların kılavuzluğunu yapan Germiyanların Osmanoğullarının yükselişindeki rolü,
Uygurların Moğol Devleti’nin kurulmasındaki rolünü anımsatır.” derken (Togan
2022: 495), yeni kurulan devletlerin entelektüel zeminini inşa eden küçük beyliklerin önemine dikkat çeker. Germiyanlar Halil İnalcık’ın saptamasıyla Cenevizlilere sattıkları (kumaş rengini sabitlemede kullanılan) şaptan elde ettikleri akıl
almaz gelirle kalabalık bir şair ve müellif grubuna sponsorluk (patronaj) yapıp Osmanlı klasik edebiyatını da filizlendirmişlerdi (İnalcık 2017: 94, 99, 102, 106, 112).
Uygurlar da, Budist ve Manihaist bahşılar himayesindeki tercüme bürolarında ve
matbaalarda İpek Yolu’nun muazzam avantajını kitabiyata aktardılar.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 401
3. Civilizasyon, medeniyet, uygurluk (> uygarlık)
Batı dillerinde uygarlık kavramı, ‘barbarlık’ karşıtı olarak, kentsel örgütlenme zemininde adlandırılır. 18. yüzyılda Fransızcada türetilip dünyaya yayılan civilization sözcüğü, Latince civitas ‘kent; devlet’ (> İng. city, Fr. cité vd.) ve civil
’kentli; kibar; barbar olmayan’ ile aynı kökendendir. Modern Yunancada ‘uygarlık’
için kullanılan πολιτισμός (politismos), Yunanistan dil reformu sürecinde (19. yy.)
Fransızca civilization örnek alınarak, Antik Yunanca πόλις (polis) ‘kale, şehir’den
Adamantios Korais tarafından türetilir (Just 1995: 291). Özgün anlamı ‘şehir yönetme sanatı’ olan politika ile kökteştir. Arapça medeni ve medeniyet ise Medine
kenti adındandır.
Türkçeye Tanzimat döneminde giren bu kavram, 19. yüzyılın ilk yarısında
hazırlanan Fransızca-Türkçe sözlüklerde ünsiyet, tehzîb-i ahlak (Rhasis 1828: 20),
zariflenme (Handjéri 1840: 414) vd. sözcüklerle tanımlanır3. Medeniyet ise, sözlüklerde civilization karşılığında ilk defa Thomas-Xavier Bianchi’nin Dictionnaire
français-turc’ünde yer (1843: 275) alır.
Tanzimat dönemi metinlerinde mezkur kavram için ilk kullanılan sözcük,
sanıldığı gibi medeniyet değil, Fransızca civilization’dur. Metinlerdeki en erken tanıklar Sultan II. Mahmud dönemindendir. Bunlardan en meşhuru Mustafa Reşit
Paşa’nın Paris sefirliği dönemine denk gelen 19 Şaban 1250 (21.10.1834) tarihli tahrirâtıdır. Şinasi’nin “medeniyet resûlu” ve “fahr-ı cihân-ı medeniyet” olarak
tanımladığı (Tanpınar 1988: 200) Mustafa Reşit Paşa, bu belgede sözcüğü Latin
harfleriyle ve orijinal Fransızca imlasıyla, “terbiyye-i nâs ve icrâ-yı nizâmat” karşılığında kullanır (Kaynar 2010: 66, 69; Baykara 1992a: 7). II. Mahmud döneminin
bir başka hariciyecisi Sadık Rıfat Paşa da erken bir tarihte bu sözcüğü kullanan
isimlerdendir. Sefirliği dönemindeki (1837-1839) Viyana izlenimlerini konu alan
bir yazısında (Evropa’nın Ahvaline Dair Risale), sivilizasyon ( )سيويلزاسيونsözcüğüne, “usûl-i me’nûsiyyet ve medeniyyet” açıklamasıyla yer verir (Seyitdanlıoğlu
1996: 119). Bu açıklamada medeniyet sözcüğü henüz civilization’un tam karşılığı
olmayıp “şehirlilik” ve “temeddün (bedeviyetin zıttı)” anlamlarına daha yakındır.
Usûl-i me’nûsiyyet ve medeniyyet, bu ibarede “vahşilik halinden çıkarma (bir tür
sosyalleşme) ve şehirleşme yöntemi” olarak anlaşılmaya uygundur. Sadık Rıfat
Paşa’nın bu açıklamasından sonra, aslen “şehirli olma” anlamı taşıyan medeniyet,
Fransızca civilization’un karşılığı olarak İmparatorluk diline yerleşir.
Uygarlık ise, civilization ve medeniyet’ten mülhem olmakla birlikte, Türkçe
‘şehir’ anlamlı sözcükten değil, yerleşik hayatı benimseyen en ünlü Türk topluluğu olan Uygurların adından, Dil Devrimi döneminde “icat edilip evrimleşir”.
3
Diğerleri için bk. Baykara 1992b.
402 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Avrupa bilim literatüründe 1900’lerin ilk çeyreğinden beri bilinen Uygurların
yazılı kültürü, ülkemizde 1933 Üniversite Reformu’yla Berlin’den Türkiye’ye davet edilen Reşit Rahmeti Arat’ın eserleriyle tanınmıştı. Atatürk başta olmak üzere
Dil Devrimi öncüleri, bu “yerleşik / şehirli” Türklerin belgelerini Türkçeleştirme
sürecinin ana kaynakları arasında kullandılar. Buna dayalı olarak da, 10.06.1933
tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesindeki Dil Anketi’nde uygurluk sözcüğü, Arapça temeddün karşılığında bir dizi başka kelimeyle beraber listelenir. Teklif edilen
kelimeler arasında “Türk medeni demektir” notuyla Türükleşmek sözcüğü de vardır4. Ancak Türükleşmek böyle bir anlamla hiç kullanılmaz. Uygurluk ise 1940’lı
yıllara kadar tek tük kullanıldıktan5 sonra da terk edilir. Uygurluk, uygarlık’a nasıl
dönüştürüldü sorusunun cevabı belirsizdir6, ama uygar sözcüğü hukuk terimi olarak (uygar tözük: medeni kanun) Köseraif Paşaoğlu M. Fuad imzasıyla 19.10.1934
tarihli Akşam gazetesinde teklif edilir. 1935 tarihli kılavuzlarda medeni için soysal,
medeniyet ve temeddün için soysallık (OTCK: 193, 331; TOCK: 262) önerilir, ama
bu kelimeler de benimsenmez.
Uygarlık sözcüğü, medeniyet ve civilization karşılığında TDK Felsefe ve Gramer Terimleri Sözlüğü’nde (1942: 143, 194) listelendikten sonra dönem gazetelerinde Hasan Ali Yücel7, Nurullah Ataç8 gibi etkili kalemlerin kullanımıyla yaygınlaşma sürecine girer.
4
5
6
7
8
Temeddün-Türülenmek, türükleşmek (Türük, Türk; medenî demektir). -Uygurluk, yurtlamak, yersinmek (Hakimiyet-i Milliye, 10.06.1933)
15 Sonkanun 1935 tarihli Ulus gazetesinde Zeki Mesud Alsan imzasıyla çıkan “Yöndem
ve Teknik” başlıklı yazı bu nadir kullanımın ilk örneklerinden biridir: “Türk ekeliği ancak
bugünkü dirlik ve uygurluk acununun gerekenlerine uymıyan eski bağlardan kurtulup ulu
önder’in gösterdiği yeni yollarda yeni yöndemler ile ilerledikçe en yüksek verimine erişecektir.”
Uygur etnonimi ile karışmasından ötürü sözcüğe dil dışı bir müdahale yapıldığı düşünülebilir.
“Çünki uygarlık bütünü içinde geri kaldığımız cihetler çoktur. Alem koşarken biz âdi
adımla yürüyemeyiz” (Hasan Ali Yücel, “Orta öğretim okulları dün sabah açıldı”: Ulus
Gazetesi, 27.9.1945)
“….şu uygarlık, medeniyet üzerinde konuşalım. Evet, Avrupa uygarlığının birtakım yavuzlukları vardır; evet, o uygarlık acunumuzu bugün yer yer yıkıntılarla kapladı…..Ağlatmak,
yıkmak, öldürmek yalnız özdek uygarlığına, madde medeniyetine mi vergidir?” (Nurullah
Ataç, “Söz Arasında”: Ulus Gazetesi, 4.2.1947)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 403
Kaynakça
Adams, B. S. (1969): “Bir Uygur metni üzerine notlar”: Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten,
1968. 53-63.
Ayazlı, Özlem (2016). Eski Uygurca Din Dışı Metinlerde Karşılaştırmalı Söz Varlığı, Ankara:
TDK Yay.
Azılı, Kenan (2018), “Eski Türkçede Bitig Adları”, Köktürk Yazısının Okunuşunun 125. Yılında
Orhun’dan Anadolu’ya Uluslararası Türkoloji Sempozyumu, 1(1): 270-299.
Baykara, Tuncer (1992a). “Civilisation ve Osmanlı Devleti”: Osmanlılarda Medeniyet Kavramı
ve Ondokuzuncu Yüzyıla Dair Araştırmalar, İzmir, 1-14.s.
Baykara, Tuncer (1992b). “Bir Kelime-Istılah ve Zihniyet Olarak ‘Medeniyet’in Türkiye’ye Girişi”: Osmanlılarda Medeniyet Kavramı ve Ondokuzuncu Yüzyıla Dair Araştırmalar, 15-32
Blockley, R. C. (1985). The History of Menander the Guardsman. Introductory Essay, Text, Translation, and Historiographical Notes, Liverpool.
Bloom, Jonathan M. (2008). “Lost In Translation: Gridded Plans And Maps Along The Silk
Road” (Editors: Philippe Forêt and Andreas Kaplony): The Journey of Maps and Images on
the Silk Road, Brill, 81–96.
CNRTL: https://www.cnrtl.fr/etymologie/papier
DWDS: https://www.dwds.de/wb/Papier
Hakimov, A.A. (2020). “Arts and crafts in Transoxania and Khurasan”: History of civilizations
of Central Asia, v. 4: The Age of achievement, A.D. 750 to the end of the fifteenth century, Pt.
II: the achievements, 411-448. s.
Hamiton, James Russel (1986). Manuscrits Ouigours de IXe-Xe Siècle de Touen-Houang, Peeters:
Paris, 1986.
Hayashi, Toshio (2012). “Karabalgasun. The Site”: Encyclopaedia Iranica, Vol. XV, Fasc. 5, 529533.s. (https://iranicaonline.org/articles/karabalgasun-the-site)
Hopkirk, Peter (1984). Foreign Devils on the Silk Road: The Search for the Lost Cities and Treasures of Chinese Central Asia, University of Massachusetts Press.
İnalcık, Halil (2017). Has-bağçede ‘ayş u tarab: Nedîmler Şâîrler Mutrîbler, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları.
İzgi, Özkan (1989). Çin Elçisi Wang Yen-Te’nin Uygur Seyahatnamesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Just, Roger (1995). “Cultural certainties and private doubts”: The Pursuit of Certainty: Religious
and Cultural Formulations (Edited by Wendy James), London-New York: Routledge, 285309.s.
Kaynar, Reşat (2010). Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Ligeti, Lajos (1984). Bilinmeyen İç Asya (çeviren: Sadrettin Karatay), Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Minorsky, V. (1948). “Tamīm ibn Baḥr’s Journey to the Uyghurs”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies 12/2, 275-305.
Oda, Juten (1992). “A Recent Study on the Uighur Document of Pintung’s Petition”: Türk Dilleri
Araştırmaları 1992, 35-46.
Seyitdanlıoğlu, Mehmet (1996). “Sadık Rıfat Paşa ve Avrupa Ahvaline Dair Risalesi”: Liberal
Düşünce, 3 (Yaz), 115-124. s.
Tekin, Talat (1989). Türkçe En Eski Dava Dilekçesi”: Tarih ve Toplum, sayı 69, 54-56 (Aynı yazı:
Makaleler II Tarihi Türk Yazı Dilleri, Hzl. Emine Yılmaz-Nurettin Demir, Öncü Kitap 2004,
308-313.)
404 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Tezcan, Semih-Zieme, Peter (1971), “Uigurische Brieffragmente’’: Studia Turcica, Budapest
1971, 451-460.
Tezcan, Semih (1978). “En Eski Türk Dili ve Yazını”: Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak
Türkçe, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 271-325.
Togan, İsenbike (2022). “Beylikler Devri Anadolu Tarihinde Yöntem Sorunları: Germiyandan
Örnekler”: Tarih ve Kurgu, İş Bankası Yayınları, 475-497. s.
Tuguševa, L. Yu. (1971). “Three Letters of Uighur Princes from the MS Collection of the Leningrad Section of the Institute of Oriental Stııdies”: Acta Orientalia Academiae Scientiarum
Hungaricae, XXIV/2, 173-187.
Uçar, Erdem (2020). “Moriyasu, T. Corpus of the Old Uighur Letters from the Eastern Silk Road,
Berliner Turfantexte XLVI, Brepols Publishers, Turnhout (Belgium), 2019, 304 pp.+Plate
XVII, ISBN: 978-2-503-58708-0”: Journal of Old Turkic Studies 4/2, 778-782.
de la Vaissière, Étienne (2005). Sogdian traders: a history (translated by James Ward), Brill.
Webster Dictionary: https://www.merriam-webster.com/dictionary/paper#h1
Wilkens, Jens (2021). Handwörterbuch des Altuigurischen Altuigurisch-Deutsch-Türkisch. Eski
Uygurcanın El Sözlüğü Eski Uygurca-Almanca-Türkçe, Akademie der Wissenschaften zu
Göttingen.
Helman-Ważny, Agnieszka (2020). “Notes on the early history of paper in Central Asia based
on material evidence”: Z Badań nad Książką i Księgozbiorami Historycznymi 2020, t. 14, z.
3 (http://www.bookhistory.uw.edu.pl/index.php/zbadannadksiazka)
Yamada, Nobuo (1993). Sammlung uigurischer Kontrakte, (Hrsg. von Juten Oda, Peter Zieme,
Hiroshi Umemura, Takao Moriyasu), 3 vols., Osaka University Press.
ALİ ŞİR NEVÂYÎ’DE BURÇLAR VE
GEZEGENLER
Prof. Dr. Funda TOPRAK, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
ORCID No: 0000-0001-8036-8515
İnsanlık tarihi kadar eski olduğu kabul edilen insanın gökyüzüyle olan ilişkisi
ve merakı, kadim kozmoloji inançlarının doğmasına sebep olmuştur. İnsanoğlu
ulaşamadığı ve gizemli gördüğü gökyüzü ve ondaki parlak cisimlere bir kutsiyet
atfetmiştir. Eski Yunan, Babil, Hint, Çin ve Mısır uygarlıkları bu konuda önemli
çalışmalara imza atmışlar ve çağdaş kozmoloji bilgisinin temellerini kurmuşlardır. Örneğin Batlamyus (MS. 100-170) kendisinden önceki çalışmaları topladığı
Tetrabiblos (Dört Kitap) adlı eserinde gezegenlerin niteliklerinden ve etkilerinden bahsetmiş; yine onun Megale Syntaxis (Büyük Derleme) adlı eseri Arapçaya
el-Mecestî, Latinceye ise Almagest olarak çevrilmiş ve İslâm kozmolojisinin de
temelini oluşturmuştur. Aristotales’in fiziğini temel alarak yazdığı bu eserinde,
Dünya’yı evrenin merkezi kabul etmiş ve Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter,
Satürn olmak üzere sekiz gezegenli bir sistem kurmuştur. “Ayrıca Kur’an tefsirlerine felsefî izahların sokulmaya başlandığı VI./XII. yüzyılın sonlarından itibaren
yazılan bazı tefsir kitaplarında dünya, ay, güneş ve yıldızlara dair kevnî âyetlere
getirilen izahlar arasında yer yer Batlamyus’un âlem modeline de işaret edildiği görülür (meselâ bk. Râzî, XXVI, 71-77). Müslüman astronom ve astrologlar
Batlamyus’a uyarak astrolojiyi matematik (riyâzî) ilimlerinin dört ana kolundan
biri olan yıldızlar ilminin (ilmu’n-nücûm) bir dalı saymışlardır. Gök cisimlerinin
beşerî kader üzerindeki etkileri, kader ve talihin öğrenilmesine ilişkin astrolojik
yolların denenmesi gibi inanç ve uygulamalarda da önemli ölçüde Batlamyus’un
tesiri altında kalınmıştır” CENGİZ AYDIN, GÜLSEREN AYDIN, “BATLAMYUS”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/batlamyus
(30.03.2023).
İslam alimleri Kur’ān-ı Kerîm’de bahsedilen ve yedi katmandan oluştuğu söylenen bir felek anlayışını benimsemişlerdir. Örneğin Nuh Sûresi 15. ve 16. ayetlerde “Görmüyor musunuz Allah yedi göğü birbiriyle nasıl uyumlu yaratmıştır?
Onların içinde ayı bir ışık, güneşi ışık kaynağı yapmıştır” buyrulurken yine Bakara
Sûresi 29. ayette de yedi felek anlayışı ifadesini bulur. Ancak özellikle edebî metinlerde yedi felek anlayışının yanında Batlamyus’a dayanan dokuz felek anlayışının
da yerleştiği görülür. “Feleğin katmanlarından biri olan burçlar katmanı Ay, Utarid, Zühre, Şems, Merih, Müşterî, Züâhal gezegenlerinin bulunduğu yedi felekten
406 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
sonra gelen, Atlas feleğinden bir önceki felektir. Bu felekte bulunan yıldızlar sabit
haldedir. Bu nedenle bu yıldızlara “sabit yıldızlar”; bu feleğe de “felek-i sevâbit” de
denmiştir.” (Yıldırım 2015:343) Felek-i Sevābit’te bulunduğuna inanılan 12 burç
vardır, bu burçların birbirleriyle olan açıları ve dönüş sırasında aldıkları konumların insanların karakterleri üzerinde etkili olduğu fikri, eski Roma ve Hint uygarlıklarında da görülmüş; ardından İslâm alimleri tarafından da benimsenmiştir.
Hatta öyle ki bazı gezegen ve yıldızlar iyi, bazıları ise kötü kabul edilmiştir. Bu gök
cisimlerinin dönüş süreleri birbirinden farklıdır bu sebeple aynı yörüngeye geldikleri zamanlar için değerlendirme ve çıkarımlar yapılmış; daha iyi ve olumlu kabul edilen örneğin Müşteri ve Zühal yıldızlarının bir araya gelmelerinde dünyaya
gelenlerin şanslı olacakları düşünülmüş ve bu duruma “kırân-ı sa’deyn” denilmiştir. Bu durumun ülkeyi yöneten padişahların doğumunda olması ise o padişahlara
“sahip-kırân” sıfatının verilmesine yol açmış, bu hükümdarların büyük fetihler
yapacağı ve ünleneceği düşünülmüştür. İslâm toplumlarında gelişen edebiyatlarda da yıldızlar, gezegenler ve onların yörüngedeki durumlarını gösteren burçlar
oldukça fazla işlenmiştir. Şairler sık sık bir benzetme aracı olarak gök cisimlerini
ve burçlarda var olduğuna inanılan özellikleri şiirlerine taşımışlar böylece gök ile
ilgili inançların pekişmesine, öğrenilmesine de hizmet etmişlerdir.
Türk Edebiyatının en kudretli şairlerinden biri olan Ali Şir Nevāyî de eserlerinde sık sık gezegen ve burçları şiirine taşır. Onun eserlerinde geçen gezegen ve
burçlar, Nevāyî’nin ilm-i nücûm bilgisinin de oldukça fazla olduğunu göstermesi
açısından önemlidir. Örneğin onun Seb'a-yi Seyyār adlı eseri gezegen ve yıldızların alegorik hikâyelerle anlatıldığı ve özelliklerinin işlendiği hamsesi içerisinde
yer alan mesnevisidir. Bu mesnevide güneş (mihr/şems/kuyaş) ikinci iklimde yer
alan bir gezegendir ve sarı renk ile temsil edilir. Sarı altının rengidir, altın ise nefsi
simgeleyen bir maden olup insanın en zayıf noktasıdır. Hikâyede bir altın işleyicisinin aç gözlülüğü ile başına gelenler anlatılmaktadır. Nevāyî bu mesnevisi dışında
divanlarında ve diğer eserlerinde de sık sık gezegen ve burçlara atıf yapar. Bu çalışma onun genel olarak gök cisimleri ve burçlarla ilgili bakış açısını ve genel İslâm
kozmolojisine olan hakimiyetini gösterebilmek için hazırlanmıştır.
Nevāyî dokuz katmandan oluşan bir felek düşüncesini sık sık şiirlerinde dile
getirir.
Zihî cevlān-gâehiñ eflāk üze meydān-ı ev-ednā
Burākıñ tokuz günbed bu tokkuz günbed-i hazrā (NİD:2/1)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 407
“Hakikatte senin dolaştığın yer göğün en aşağısıdır, bindiğin Burak’ın dokuz
felektir, bu dokuz yeşil felektir.”
Ötkerip tokkuz felek başıdın āhım dûdını
Ol müvellehlerga anı perçem ittin ʿākıbet (FK:76/3)
“Dokuz feleğin başından ahımın dumanını geçirip sonunda onu aklını kaybetmişlere perçem ettin.”
Nevāyî bazen de yedi felek düşüncesiyle mısralarını yazar.
ʿAdüvdür altı cihetdin maña çu yitti felek
Ni sûd yaşım eger altmış u ger yitmiş (FK:254/5)
“Yaşım altmış ya da yetmiş olsa ne fayda, bana altı yönden (ön, arka, yukarı,
aşağı, sağ, sol) yedi felek düşmandır”
Nevāyî 12 burçlu bir sistemi eserlerine taşımıştır. Burçlar, anâsır-ı erbaa yani
dört esas elementin özelliklerini taşımaktadırlar. Buna göre Hamel (kuzu/koç),
Esed (aslan), Kavs (yay) ateş elementinin; Sevr (boğa), Sünbüle (başak), Cedy
(oğlak) toprak elementinin; Seretan (Yengeç), Akreb (Akrep), Hût (Balık) su elementinin; Cevza (İkizler), Mizān (Terazi), Delv (Kova) ise hava elementinin özelliklerini gösterirler.
on ikki pāyelıg bir taḫt-ı ʿālî
on iki burç aŋa gerdûn misāli (FŞ XXI/13)
“On iki basamaklı bir yüce tahtta on iki burç onda gökyüzü gibidir”
Bazı yıldızların gökyüzünde görünmesi uğur ve bereket sayılırken bazıları da
uğursuz ve bereketsiz kabul edilmişlerdir. Örneğin aşağıdaki beyitte Nevāyî mihr,
māh (güneş ve ay), müşteri (Jüpiter) ve Zühre (Venüs) gezegenlerinin uğurlu olduğunu vurgulamaktadır. Uğursuz yıldızlar ise nahs-ı ahter yani eksikli/kusurlu
yıldızlar tanımıyla verilir.
mihri ü māh u müşterî vü zühre çun kıldı tulûʿ
hîç nahs ahter tulûʿı anda katʾā bolmasa (FK:27/3)
“Güneş, Ay, Jüpiter ve Venüs doğunca orada hiçbir eksikli/kusurlu yıldız kesinlikle olmasa”
Nevāyî, Hazret-i Muhammed’in Mirʿac’a çıkışını anlatırken onun göğün katmanları arasındaki seyahatini burçlar ve gezegenlerle anlatır. Hazret-i
Muhammed’in ayı teşrif etmesiyle şereflenen ay, dolunaya dönerken burada
Hazret-i Muhammed ise güneşe benzetilmiştir. Hazret-i Muahmmed daha sonra
ikinci gökte Utarid, üçüncü gökte Zühre, dördüncü gökte yıldızların şahı Güneş,
408 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
beşinci gökte nahs-i asgar yani Merih, altıncı gökte Saʾd-ı ekber yani Jüpiter; sonra ise Satürn’e uğramış, bu sırada bütün burçlar sıraya dizilmişlerdir. Koç burcu
Hazret-i Muhammed’ten güç almakta, ikizler yani Cevza onun hizmeti için kemer
bağlamaktadır. Akrep bile zehrini panzehire dönüştürmüş, Cedy yani oğlak ise
altından bir ahuya dönüşmüştür. Delv yani Kova burcu ondan can suyunu alırken Hût yani Balık burcu onun sözlerinden ölümsüzlük suyuna kavuşmuştur. (LT:
133-147)
1. GEZEGEN/YILDIZLAR
“Kadim zamanlarda bilinen yedi gezegen şunlardır: Ay (kamer, sipihr, neyyir-i
asgar, peyk-i felek), Merkür (Utârid, debîr-i felek, debîr-i âsmân, münş-i çarh, elkâtib, tîr), Venüs (Zühre, sa‘d-ı asgar, kervan kıran, çoban yıldızı, kevkeb-i seher,
kevkeb-i işâ, nâhide), Güneş (şems, âftâb, hûrşîd, mihr, hûr, neyyir-i a‘zam), Mars
(Merih, mirrîh, nahs-ı asgar, cellâd-ı felek, behrâm, el-ahmer), Jüpiter (Müşteri,
hürmüz, erendiz, sakıt, sa‘d-ı ekber, sa‘d-ı uzmâ, bercîs), Satürn (Zühal, keyvân,
pâsbân-ı felek, pâsbân-ı târûm, el-mukātil, sekendiz)” YAVUZ UNAT, “YILDIZ”,
TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/yildiz (02.04.2023).
1.1. KUYAŞ/KÜN/MİHR: GÜNEŞ“:
“Güneş (Mihr, Şems Âfitâb); bütün yıldızların en ünlüsü, en parlağı olup
çoğundan daha büyüktür. Ona “neyyir-i âzam” da derler. Yedi gezegenin düzenli boşluğu içinde sanki nurdan bir kandil, yukarıya ve aşağıya ışık saçmak için
orta makamı kendine oturma yeri olarak seçmiştir. Tabiatı hâr (sıcak) ve yâbistir
(kurudur). Pazar günü ve Perşembe gecesine hâkim olan Güneş’in vasıfları; kuvvet, şiddet, kızgınlık, ezicilik ve iffettir. Güneş’in etkisinde olanlar, zekî, kuvvetli,
sanatkâr olurlar ve eğlenceyi severler. Dostları, Ay ve Müşterî; düşmanları ise Zühre ile Zühal’dir” (Akpınar, 2002, s.187).
Gökyüzündeki en parlak cisim olan Güneş, edebiyatın da ana malzemesini
oluşturmuştur. Eski çağlardan beri tüm toplumların güneşi yücelten inançları görüldüğü için sanatta da bu yüceliğiyle kendine yer bulmuştur. “Batlamyus astronomisine göre dünya güneşin etrafında değil güneş dünyanın etrafında döndüğünden gazel ve kasidelerde sevgili yahut memdûh övülürken Güneşin onlara aşık
veya hayran olup bu yüzden çevrelerinde dolaştığı iddia edilir” (Şentürk, 1994,
s.160)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 409
Alî Şîr Nevāyî, Güneşi genellikle sevgilinin benzetileni olarak ele almaktadır
bu anlamda geleneksel şiiri izlediği görülür. Aşağıda örnek alınan beyitte hem ayın
hem de güneşin ışığının ve parlaklığının kaynağı sevgili olarak düşünülmektedir.
Rûşendurur ki mihr yüzüñdin alur safā
Yoksa ni vech ile kamer andın tapar ziyā (NİD:7/1)
“Güneş yüzünden mutluluk aldığı için parlaktır yoksa ayın ondan ışık alması
nasıl olabilir?”
Ancak Nevāyî Eski Türk inanışında yaşayan güneş ve Ay’ı ata ve ana olarak
düşünme inancını mısralarında dile getirmiştir. Türk mitolojisinde Güneş dişi
olarak düşünülmüş ve “kün ana” olarak göğün yedinci katında oturduğuna inanılmıştır. Ay ise “ay ata” olarak anılmış hatta bugün halk ağzında kullanılan “Ay
dede” ifadesine de kaynaklık etmiştir. İnan’ın bildirdiğine göre Altaylı Şamanlar
Güneş adına ant içerler ve yemin ederken “kün ana körüptür” sözünü söylerlerdi
(İnan, 1986, s. 29).
Ay Kün ata birle ana ferzend sin bolsañ ni tañ
Kim sin semîn dürsin velîk ol ikki andak kim sadef (BV:309/2)
“Ay ve Güneşin biri baba biri ana olsa sen de onların evladı olsan şaşılır mı;
çünkü o ikisi gibi sedeften senin gibi değerli bir inci dünyaya gelmiştir”
Kevkeb irmes pahtalar tıkmış kulagıga sipihr
Ol kuyaş hecride tünler bes ki efgān iyledim (BV:423/1)
“O güneşin ayrılığında gecelerce öyle feryat ettim ki (göktekiler) yıldız değil
feleğin kulağına tıkadığı pamuklardır”
Yukarıdaki mısralarında ise şair, sevgilisini güneşe, yıldızları ise feryadını
duymamak için feleğin kulağını tıkadığı pamuklara benzeterek oldukça özgün bir
benzetmeyi şiirine taşımıştır.
1.2. KAMER/ AY: AY
Nevāyî şiirinde Ay da tıpkı Güneş gibi sevgilinin yüzünün yanağının benzetileni olarak alınmaktadır.
Didim itkil ʻarızıñ birle közüñ vasfın didi
ʻārızım devr-i kamer ser-fitne-i devrān közüm (FK:455/3)
“Yanağınla gözünün vasıflarını anlat dedim, yanağım ayın dönüşü, gözüm
alemde fitne kaynağıdır dedi”.
410 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Hüdhüd iltür derdlıg peygāmım ol ay kaşıga
sançıban hod-reng rakam bik yañlıg başıga (NŞ:535/1)
“Bey gibi başına kırmızı ibibiğinin renginde (kendi doğal renginde) yazı batırıp o ayın (ay gibi güzel sevgilinin) huzuruna dertli mektubumu Hüdhüd iletir”
Nevāyî Lisanü’t Tayr’da ay için “gecenin mumu” “göğün tırnağı” benzetmelerini de özgün olarak kullanmıştır.
Aynı kök tırnagıdın kıldı misāl
Algan ol tırnag bir yanın hilāl (LT:6)
“Ayı göğün tırnağı gibi örnek verip, O tırnağın bir tarafını hilal eyledi”
Mihrni kündüz dırahşān eyledi
Aynı şemʿi şebistān eyledi (LT:19)
“Güneşi gündüz parlatıp ışık saçtırırken, Ay’ı gecenin mumu yaptı”
Nevāyî, dinin güneşi mecaz ifadesini Hazret-i Muhammed için kullanırken
Hazret-i Ebu Bekir’i ise Ay'a benzetmektedir.
Ornıga anı Resûl eylep imām
Ay bolup Hurşîdka kāyim- makam
Çün bolup hûrşîdka vaki ʿ gurûb
Din üyi ol ay fürûgıdın yarup (LT:188-189)
“Peygamber yerine onu (Ebu Bekr’i) imam eylemiş, Ay güneşin yerine makama oturmuştur. Güneşe batma vakti geldiğinde din evi o ayın ışığıyla parlamıştı.”
1.3. MÜŞTERİ/BİRCÎS: JÜPİTER
Feleğin kadısı ya da hâkimi olarak bilinen bu gezegen, Saʿd-ı Ekber (büyük
kutluluk) namıyla ünlüdür. Mirrih ile Kamer dost, Zühre ile Utarid düşman yıldızlarıdır. Yeri altıncı kat göğüdür. “Telakkiye göre din, ilim, haya, hilm, tevazu,
kerem, akıl, talâkat ve fesahat evsafındandı. Edebiyatımızda adalet, hikmet-i ilāhî,
menzilesindedir (Onay, 2000, s.341). “Batı’da kudretli bir tanrı olarak kabul görmüş, tahtının önünde içlerinden hayır ve şerri çıkardığı iki fıçının bulunduğu bir
insan suretinde hayal edilmiştir. Doğu’da ise bu tasavvurlar bazı değişikliklere uğrayarak Müşteri, feleğin kadısı yahut hatibi anlamına gelen “Kādî-i felek” yahut
“Hatîb-i felek” şeklinde kabul edilmiş, minyatürlerde ata binmiş, sağ elinde kılıç,
sol elinde yay olan yahut da çeşitli renklerde kumaşlardan elbise giymiş bir erkek
suretinde tasvir edilmiştir. Zühre’den sonra en parlak yıldızdır, sarı renkte bir yıl-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 411
dız olduğundan hararetli bir tabiata sahip olduğu kabul edilir (Şentürk, 1994, s.
164).
Nevāyî şiirlerinde Müşteri yıldızını ışığının parlaklığı ile Güneş’le karşılaştırır.
Tüşüp çün Müşteri sarı mürûrı
Kuyaşnı yaşurup her lemʿa nûrı (FŞ:91/23)
“Müşteriye(Jüpiter’e) doğru yönelince her bir ışığının nuru Güneş’i gizledi”
Mihr itip zāhir harîdār olmas ol ay barıda
Her köñül kim tapsa mihr ü müşterî yañlıg enîs (FK:242/2)
“Güneş ve Müşteri gibi yakınlaşan her gönül, O ay varken güneş satıcı olmaz”
Şair bazen de onun hatip olma özelliğine telmihen hatiplerin minberde konuşmalarını ve minberden inmelerini örnek vermektedir.
Müşterî tüşti minberidin tîz
Yüzni gerdidin itti nûr- āmîz (SS:214)
“Müşteri çabucak minberinden indi, yüzünü (onun) tozundan nurlandırdı”
Mevkibidin pāye tapıp Müşterî
Yolıda bir pāye bolup minberî (HE:403)
“Maiyetinde yürümekten şereflenen Müşteri’nin (Jüpiter’in) yolunda minberi
ona bir menzil oldu”
1.4. ZÜHAL: SATÜRN
“Yeri, yedinci kat göktür. Bir adı da Keyvān’dır. İlm-i tencime göre nahs-i
ekberdir. Humk, cehl, cübn, hıkd, kizb, levm, gam, kesel, gabāvet, zarar, onun
özelliklerindendir. Eski kimyacılarca kurşunun adı da Zühal’dir. Zühre ve Utarid
dostları, Şems ve Kamer düşmanlarıdır. Yüksekte oturduğu ve rengi siyah olduğu
için şairler onu sarayların damlarında pās-bānlık eden Hindilere benzetmişlerdir.
Hakim olduğu iklim dahilinde Hindistan da vardır” (Onay, 2000, s.471). “Yunan
mitolojisinde Kronos’a tekabül eder, Romalılar Satürn derler. Yunanlılar Zühal’i
elinde orak yahut eğri bir bıçak bulunan bir ihtiyar şeklinde tasavvur ederlerdi.
Daha sonra yanına bir timsah ve kum saati koyarak zulüm ve zaman mefhumlarına işaret etmişlerdir. Doğu minyatürlerinde ise sağ elinde bir insan kafası bulunan,
sol eliyle de bir insan elini tutan ihtiyar bir adam; yahut beyaz bir ata binmiş, sağ
elinde yalın kılıç bulunan bir şahıs şeklinde temsil edilmiştir. Seyyārelerin en üzerinde bulunduğu için Araplar ona “şeyhu’n-nucûm” (yıldızların en yaşlısı) derler.
412 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Gerek bu gerekse Farsçada en yaygın şekilde kullanılan “pîr-i felek” adları eski
yıldız bilgisindeki bir inanıştan kaynaklanmaktadır. Buna göre seyyareler dünyadan uzaklık sırasına göre 100 yıldan 7000 yıla kadar bir ömre sahiptirler. Uzaklığı
sebebiyle çapı en geniş olan Zühal, 7000 yaşla yıldızların en ihtiyarı addedilir”
(Şentürk, 1994, s. 169).
Ali Şîr Nevāyî aşağıda örnek alınan beyitlerinde Zühal’i savaşçı bir Hindû,
göğün bekçisi (pās-bānı) sıfatlarıyla ele alır.
Zuhal esbābın eyledi bir bir
Hindûyî dik ki bolsa maʿreke-gîr
Kaysı bir kişver içine kim yitti
Savleti birle ihtisāb etti (SS:215-216)
“Savaş meydanındaki bir savaşçı Hintli gibi Zühal de yapacağını yaptı, hangi
ülkeye ulaştıysa saldırısıyla hesap sordu”
Urmagay-sin pās-bānlıg lafı kök kurganıda
Vākıf olsañ iy Zuhāl hecrim tüni bir pāsıdın (FK:491/5)
“Ey Zühal, ayrılığımın gecesine bir parça bile vakıf olsan (ayrılık gecemin acısını bir parça bile olsa anlasan), göğün kurganında gece bekçiliğinin lafını etmeyeceksin”
Zühal yıldızının rengi siyaha yakın bir yeşil renktir. Bu nedenle gece rengi ile
ilgili benzetmelerle de Nevāyî tarafından kaleme alınmıştır.
Nahîtidin Zuhal urup çeng
Tünge birür irdi yüzidin reng (LM:2846)
“Zühre’den Zühal çeng çalmaya başlayınca geceye rengini kendi yüzünden
verirdi”
Şemʿi Zuhāl zulmetini nûr itip
Zengî-i şeb-rengni kāfur itip (HE:404)
“Zühal’in akşamı karanlığını nura dönüştürüp, gece rengli atını kafûr gibi
bembeyaz yaptı”
Burada kafur, beyaz çiçekli bir bitki olduğundan edebiyatımızda beyaz saçlara veya yağan kara telmih olarak kullanılan bir bitki olarak yer almıştır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 413
1.5. ZÜHRE/NAHİD: VENÜS
“Zühre, arza yakın ve nücûm ilmine göre yeri üçüncü gök olan bir seyyaredir.
Kervankıran, Çobanyıldızı gibi adları vardır. Edebiyatta bir adı da Nahîd’tir. Aşk
ve mûsikî ilahî makamındadır. Ayş u işret, tehabbüt ve rikkat, tehannüt, ferah,
lehv, lu’b, teganni, hüsn-i hulk evsafındandır. Kimyaca adı kalaydır. Utarid ve Zuhal dostları, Güneş, Ay ve Mirrîh düşmanlarıdır. Yunan esatirinde Afrodit, Romalılarca Venüs mukabilindedir. Şark esatirine göre Hārût ve Mārût’u baştan çıkaran
ve sonra yıldız olan fettan kadın Zühre’dir. Zühre’ye Sāzende-i Felek de derler. Onu
tasvirlerde bir çengi kız şeklinde yazarlar” (Onay, 2000, s.471). “Venüs heykellerinde görüldüğü üzere Batı’da güzel ve düzgün yapılı bir kız şeklinde tasvir edilir.
Güzelliğiyle herkesi büyüleyen Venüs, bir çift güvercin yahut kuğu tarafından çekilen bir arabada tasvir olunur. Doğu minyatürlerinde ise iki eliyle kopuz tutan
genç bir kadın yahut yeşil ve sarı elbise giymiş, kollarında bilezikler, parmaklarında yüzük ve ayaklarında halkalar bulunan ve kendisine bakan bir kadının karşısında oturan genç bir kız şeklinde tasvir edilmiştir. (Şentürk, 1994, s.154).
Ali Şîr Nevāy, Zühre gezegenini genellikle neşeli ve eğlenceli meclislerde elinde def ya da çeng çalan, şarkı söyleyen bir kadın olarak ele alıp klasik şiirin mazmunlarını tekrarlamıştır.
Kitürgil rez-kızın sāki mugannî nagme’i tüzgil
Ki ol kökdin kitürgey Zühreni efgānga mızrābıñ (FK:373/7)
“Saki kırmızı şarabı getir, şarkıcı bir nağme söyle çünkü mızrabın o nağmeden (o gökten) Zühre’yi inletmeye başlayacak”. Burada Nevayi kök sözcüğünü tevriyeli olarak hem müzik makamı hem de gökyüzü anlamında kullanmıştır.
Kıldı çün zühre sarı āhengin
Zühre yaşurdı vehmidin çengin (SS:211)
“Zühre’ye doğru müziğini ulaştırınca Zühre korkusundan çengini gizledi”
Zühre tā nagme-serādur andak
Bolmadı devrde peydā mutrib (FK:67/3)
“Zühre onun gibi nağme gösterinceye kadar dünyada bunun gibi mutrib (çalgıcı) ortaya çıkmadı”
Yitürgeç Zührega devlet rikābı
Defin yırtıp kûdumı ihtisabı (FŞ:91/20)
“Zühre’ye yüce varlığı ulaşınca Zühre def ’ini yırtarak davuluna hesap sordu”
Tañ yok ol meh-veş mugannî tutsa cām-ı mey sabuh
414 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Ni üçün kim Zühredür tāliʿ bolur ahter sabāh (NİD:99/4)
“O ay yüzlü saz çalan (güzel), sabahleyin şarap kadehi sunsa şaşılmaz; çünkü
Zühre sabahleyin görünür”
Hunyā-ger ü nagme-sāzı Nāhid
Likin def anıñ kolıda hurşîd (LM:477)
“Hanendesi ve müzisyeni Nahid'tir ancak def onun kolunda Güneştir”
Zühre ni okup ni çalıban çeng
Perde ara kirmek iylep āheng (LM:2842)
“Zühre perdenin arasına girip müzik başladığında ne şarkı söyleyip ne de
çeng çaldı”
Nahîtidin Zuhal urup çeng
Tünge birür irdi yüzidin reng (LM:2846)
“Zühre’den Zühal çeng çalmaya başlayınca geceye rengini kendi yüzünden
verirdi”
Bolup her şeb-nemi Nāhîd yañlıg
Yarup her ahteri Hûrşîd yañlıg (FŞ:90/7)
“Her yıldızı Güneş gibi, her şebnemi Nahid (Venüs) gibi olmuştur…”
1.6. UTARİD: MERKÜR
“Güneş’e yakın bir seyyāredir. Nücûm ilmine göre yeri ikinci kat göktür. Şiir ve
musāhabenin, nutk ve kitābetin pîri sayılır. Bizde şiir ve inşānın timsali hükmündedir. Yunan esātirinde Merkür mukabilindedir. İbrahim Hakkı’nın Ma’rifetnāmesi’ne
göre edeb, kiyāset, fehm ü firāset, ehl ü dirāyet, nutk u belāgat, nakş u kitābet,
hesāb, zeka ve dikkat, hüner, san’at, hîle,ve hıyanet mahsûsātındandır. Kimyacılar
civaya Utarid derler. Tîr, debîr-i felek, debîr-i semā, münşî-i çarh gibi tabirler de
ona aittir. Yunanlılarca bir adı da Hermes’tir. İtikada göre barbed (=Lîr)’in mucididir” (Onay, 2000, s.449). “Batı’da sürʾat sembolü olduğu gibi Doğu’da da ok
anlamına gelen “Tîr” diye anılmıştır. Her yıldızla uyuşabilmesi, imtizac edebilmesi
sebebiyle “mümtezic” ve “münafık” da denir. Doğu minyatürlerinde tavus kuşuna
binmiş, sağ elinde bir yılan, sol elinde yuvarlak bir tahta bulunan yahut başında tac
ve sırtında yeşil cübbe ile kürsüde iki eliyle Kur’an’ı okuyan güzel bir genç suretinde tasavvur edilmiştir” (Şentürk, 1994, s.152).
Ali Şir Nevāyî de Utarid gezegenini kalem, nazm, nesr gibi yazı ile ilişkili
benzetmelerde kullanmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 415
Çün ʿutāridka berk tîg sürdi
Hāre hem hāmesini sındurdı (SS:210)
“Utarid yıldırım kılıcını ortaya çıkarınca kadın da kalemini kırdırdı”
Nazm u nesriga ʿUtārid meftûn
Her suʿāl itse cevābıda zebûn (FK:689/154)
“Nazım ve nesrine (şiir ve düz yazısına) Utarid bile aşıktır, o ne soru sorsa
aldığı cevapla yerle bir olur”
ʿUtārid bād-pāyıdın bolup şād
Birip evrāk u eczāsını ber-bād (FŞ:91/19)
“Utarid’in uğursuzluğundan mutlu oldu, bütün varlığını yok eyledi”
Çün ikinçi evc üze urdı ʿalem
Dür-feşān boldı ʿUtāridka kalem (LT:134)
“İkinci göğün üzerine sancağını diktiğinde Utarid’in kalemi inciler saçtı”
Ali Şîr Nevāyî Utarid gezegenini bazen ismini söylemeden de zikreder. Utarid
dişi ve güvenilmez bir bukalemuna benzetilir, yazıcıların ve şairlerin yıldızıdır.
Aşağıdaki beyitte Nevayi bu benzetmelerle onu anar.
Tîr-i kalem-zen çü tapıp ol şeref
Bûkalemûnlıgın kılıp ber-taraf (HE:399)
“Dişi kalemin yazıcısı (Utarid) bundan şeref bulunca bukalemunluğunu (iki
yüzlülüğünü) bıraktı”
1.7. MİRRÎH/BEHRAM: MARS
“Yedi seyyār yıldızından biridir. Nücum ilmine göre yeri beşinci göktedir.
Farisî’de adı Behrām’dır. Bizim edebiyatımızda harb ilāhı yerindedir.Eski kimyada
demir ve bakıra işarettir. Müneccimlere göre harp, neşat, şecaat, hiddet, senāhat,
kuvvet, cināyet, kabahat, azab, inat ve riyā evsafındandır. Kırmızı renk buna mensuptur.Yunan esatirinde mukabili Mars’tır. Tasvirlerde kılıcı elinde bir silahşör
şeklinde de yazarlardı” (Onay, 2000, s.329). Bu gezegen savaş ve kan göstergesi
olarak uğursuz sayılır. Eski Türklerde “bakırsokum” adı verilen bu gezegen, Yunan ve Roma mitolojilerinde de olumsuz kabul edilmektedir. “Yıldız bilgisine göre
Merih’in rengi ateş kırmızısıdır. Bu sebeple mizacı sıcak ve kurudur. Bu yıldızın
hakim olduğu zamanlarda doğanlar tahammülsüz, şehvete düşkün ve kan dökücü
olurlar. Eskiler Merih’e “küçük uğursuz” anlamında “Nahs-ı Asgar” derlerdi” (Şentürk, 1994, s.162).
416 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Nevāyî de aşağıdaki beyitlerde bu yıldızla birlikte kılıç çekmek, şeref kılıcı
gibi sözcükleri şiirine taşımıştır.
Mihride Behrām ki yek-rû bolup
Tîg-i şeref yüzige közgü bolup (HE:402)
“Behram (Mars) onun güneşiyle dost, şeref kılıcı onun yüzüne ayna olmuştu”
Yoksa aynıñ yanıda Behrām bolmış cilve-ger
Cilvesi Behrāmnıñ ni tañ kamer devrānıda (FK:597/2)
“Ayın yanında Behram (Mars) mı görünmüş, ayın dönüşünde Behram'ın görünmesine şaşılır mı?”
Behrām körüp biyik cenābın
Taşlap kılıçın öpüp rikābın (LM:218)
“Behram (Mars) büyük dergahını (atının üzengisini) görüp kılıcını atıp üzengiyi öptü”
Behrām çikip sinān salıp şûr
Kim baksa yaman köz iylegey kûr (LM:2844)
“Behrām (Mars) kılıcını çekip kargaşa çıkardı, kötü gözlüydü, kime baksa kör
olurdu”
2. BURÇLAR
“Feleğin katmanlarından biri olan burçlar katmanı Ay, Utarid, Zühre, Şems,
Merih, Müşterî, Zühal gezegenlerinin bulunduğu yedi felekten sonra gelen, Atlas feleğinden bir önceki felektir. Bu felekte bulunan yıldızlar sabit haldedir. Bu
nedenle bu yıldızlara “sabit yıldızlar”; bu feleğe de “felek-i sevâbit” de denmiştir.
En kuşatıcı manasıyla burç “Güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin
içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızdan her biridir.
Burçlar üç yüz altmış derecelik açıdan oluşan bir kuşakta yer alırlar; bu burçlar
feleği yani Zodyak, her biri otuzar derecelik olan on iki parçaya bölünmüştür.
Güneşin kendi feleğindeki dönüşünü tamamlarken bu 12 duraktan geçtiği düşünülmektedir. Bu on iki parça içindeki sabit yıldızların şekilleri, belli hayvan veya
nesne şekillerine benzetilmiştir. Bu benzetmeden yola çıkarak da burçlara isimler
verilmiştir” (Yıldırım, 2015, s.343). Gezegenlerin dolaşım ve dönüş sürelerinin
farklı olması bazen onların aynı yörüngede ve aynı burç üzerinde buluşmalarına
sebep olur. Bu buluşma eğer birbirine uyumlu gezegenler ise uğur ve baht getireceğine, tam tersi durumda ise uğursuzluğa ve kötü durumlara yola açacağına
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 417
inanılır. Yine bu gezegenlerin gökyüzünde birbiri ile olan konumlarına göre o
tarihte doğan insanın geleceğine ve kişiliğine dair bir takım yorumlara ulaşılır.
Gezegen birleşmelerine genel olarak “Kırân” denilmiş; uğurlu gezegenlerin birleşmeleri “kırân-ı sa’deyn”, uğursuz gezegenlerin birleşmeleri ise “kırân-ı nahseyn”
olarak adlandırılmıştır. Ali Şîr Nevāyî, klasik islam astrolojisinde mevcut olan 12
burçlu sistemi esas alan bir kozmoloji anlayışına sahiptir. Bu sisteme göre burçları şu isimlerle bulmak mümkündür. Hamel (Koç), Sevr (Boğa), Cevzâ (İkizler),
Seretân/Harçeng (Yengeç), Esed/Şîr (Arslan), Sünbüle/Hûşe (Başak), Mizân/Keffe
(Terazi), Çıyan (Akrep), Kavs/Yā (Yay), Cedy (Oğlak), Delv/Kopka (Kova), Hût
(Balık). Nevāyî bazı burçlara farklı isimler de vermiştir. Mesela Yengeç burcuna
Farsçada geçen biçimiyle “harçeng” i de kullanmakta yine Akrep burcu için “Çıyan”, Başak burcu için Hûşe, Arslan Burcu için “Şîr”, Terazi burcu için Keffe, Kova
burcu için ise Türkçe Kopka sözcüklerini de tercih etmiştir.
2.1. HAMEL: KOÇ BURCU
Ḥamel: 1. kuzu. 2. astr. Gökyüzünün kuzey yarımküresinde Sevr burcu ile
Süreyya takımının yakınlarında bulunan bir burçtur, Güneş buraya Mart ayının
dokuzunda dâhil olur. Gece ve gündüzün eşitliği bu burçta gerçekleştiği gibi ilkbaharın başlangıcı olan Nevruz da bu burçta meydana gelir. Bu sebeple edebiyatımızda Nevruz, gün eşitliği, bahar tasvirlerinde sıkça kullanılmaktadır. Hazret-i
İsmail’in kurban edilişi sırasında gelen koç ile Müslümanlar Kurban Bayramını
kutlamaktadırlar, koç ve kurban ritüelleri de bu burçla birlikte anılmaktadır.
Hem Hamel ü Sevr birip cān aña
Cān itiben ikisi kurbān aña (HE:405)
“Hem Hamel (Koç) hem de Sevr (Boğa) ona canlarını verip kurban etmek
istedi.”
21 Mart-21 Nisan arasında geldiği farz edilen Koç Burcu, edebiyat ve sanatta
daha çok neşe ve bahar çağrışımlarıyla geçer. Nevāyî de aşağıdaki mısralarında bu
çağrışımları kendi üslubunca dile getirir.
Mihr istedi çün Hamel ferāgı
deşt üzre büter kuzı kulağı (LM 824)
“Güneş, Koç’ta dinlenmek isteyince ovalarda kuzu kulağı yetişir”
Hamel taḥvîli itkeç mihr-i gül-çihr
açar yüz zemāne körgeç ol mihr (FŞ XVII/1)
“Gül yüzlü güneş Koç’a dönme zamanında yüzünü açar”
418 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Koç burcu sırasında gerçekleşen ekinoks yani gece-gündüz eşitliği de Nevayî
tarafından şu mısralarda dile getirilmiştir.
Çün Hameldin birdi āyìn-i bahār
Boldı tiñ mîzānıda leyl ü nehār (LT:14)
“Hamel’den (Koç Burcundan) bahar görünmeye başlayınca terazisinde gece
ve gündüz eşitlendi”
2.2. SEVR: BOĞA BURCU
Boğa, (Latince: Taurus, Boğa) burçlar kuşağının takımyıldızlarından biridir.
21 Nisan-20 Mayıs arasında gökyüzünde boğa şeklinde görülen ve sabit yıldızlardan kabul edilen Boğa Burcu, toprak elementinin özelliklerini taşımaktadır. Dört
sabit yıldızdan biri kabul edildiği için düşüncede inatçılık ve sabitliği de simgeler.
Bu burcun gezegeni Venüs/Nahid olduğu için aşkın ve âşıkların burcu olarak görülmektedir. Boğa, cüsseli ve kuvvetli bir hayvandır bu nedenle güç ve kudretle
yük, hatta feleği taşımasıyla da şiirlere konu olur. İslâm inancındaki kurban geleneğini vurgulamak için Koç ile beraber anılan burçlardandır. Aşağıdaki beyitlerde
de Nevayî sevgiliye âşıkların canlarını kurban etmelerini anlatır.
Sevr ü ḥamel iyleben figānlar
kurbānı anıñ kılurga cānlar (LM:221)
“Boğa ve Koç (burcu) canlarını ona kurban etmek için figanlar eyleyip..”
Hamel maŋrap koyup Sevr allıda baş
Ki bolsak ikkimiz kurbān saŋa kāş (FŞ V/26)
“Hamel (Koç burcu) böğürüp Sevr (Boğa Burcu) önünde böğürerek keşke
ikimiz sana kurban olsak (dediler)”
Hem Hamel ü Sevr birip cān aña
Cān itiben ikisi kurbān aña (HE:405)
“Hem Hamel (Koç) hem de Sevr (Boğa) ona canlarını verip kurban etmek
istedi.”
Hamel dik kuzı yüz miñdin ziyāde
Uy anda Sevr yañlıg pāde pāde (FŞ XXXVIII/19)
“Koç gibi kuzu yüz binden fazla, Sığır orada Boğa gibi sürüyle”
Hamel ü Sevr kaldı nāle kılıp
Tûşalıkka özin havāle kılıp (SS:219)
“Koç ve Boğa burcu inleyip kendilerini derin bir üzüntüye sevk ederek kaldı”
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 419
2.3. CEVZÂ: İKİZLER BURCU
“Bu burç, gökyüzünde sabit halde bulunan birçok yıldızdan oluşmakla birlikte temel olarak iki yıldızın belirlendiği burçtur. Bu yıldızlar birbirine sarılmış
iki çocuk şeklindedirler ve burç, ismini buradan almıştır. Bu burç, “Burc-ı düpeyker”, “Tev’eman”, “Zûcesedeyn” olarak da bilinir. 21 Mayıs ve 22 Haziran bu
burcun tarihleridir. Bu burçtan sonra Yaz mevsimi geldiğinden, İlkbaharın son
burcudur. Elementi hava, tabiatı kurudur. Gezegeni ise Merkür yani Utarid’dir. Ay
bu burca girdiğinde mektup yazmak, şiir okumak ve hesap kitapla uğraşmak iyi
olarak bilinir (And, 2008: 338). Günümüzde de halk arasında, burcu İkizler olan
kişilerin edebi yönlerinin ve hitabetlerinin iyi olacağına inanılmaktadır” (Yıldırım, 2015, s.346).”Birbirinden hiç ayrılmayan iki parlak yıldızdan meydana gelmiş
bir burç olup bu sebepten ikizler diye anılır. Bu burcun mizacı havâî olup kuru ve
karanlıktır. Beyaz ve sarı renkler, iyi insanlardan âlim ve şairler, kötülerden hırsız
ve hileciler, hayvanlardan ise ehli olanlar bu burca mensuptur. Doğu minyatürlerinden birbirine sarılmış veya el ele tutuşmuş iki şahıs olarak tasvir edilen bu burç,
edebî metinlerde de birbirine sarılmış iki kız kardeşler olarak tasvir edilmiştir”
(Şentürk, 1994, s.175).
Ali Şîr Nevāyî, Cevzā (ikizler) burcunun en uzun gün olan 21 Haziran’a gelmesi sebebiyle en uzun gece olan 21 Aralık yani şeb-i yeldā ile tezat olarak kullanmıştır. 21 Haziran’a “Cevzâ günü” derken 21 Aralık’a “yeldâ tüni (yeldā gecesi)”
diyerek sevgilinin güzelliğini ve siyah zülüflerini bu günlerle özdeşleştirmiştir.
Cevzā künidin dagı ol çihre cemîl irmiş
Yeldā tünidin dagı ol zülf tavîl irmiş (BV 268/1)
“Cevzā’nın gününden o çehre daha güzel, yelda’nın gecesinden de o zülüf
daha uzun imiş”
Zaʿf ara sünbülni ger zülfüŋ didim taŋ yok ki bar
Ḫastega Cevzā tüni yeldā tüni yaŋlıg tavîl (BV:374/3)
“Zayıflık ve bitkinlikten eğer senin sünbülüne (sünbül gibi saçlarına) zülfün
dediysem şaşılmaz; çünkü bitkin olana Cevza’nın gecesi Yelda gecesi gibi uzundur”
Güneş’in yeryüzünde parlayıp en güzel zamanının yaşandığı zaman Cevzā
Burcu’na tekabül ettiği için Nevāyî bu mevsimde lâlelerin açmasını, doğanın güneşe kavuşmasını mısralarında şu şekilde dile getirir.
Bu kün kim faṣl irür Cevzā ayagı
Kuyaşnıñ otıdındur lāle dāgı (FŞ XXVII/49)
420 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
“Bugün Cevza’nın başladığı mevsimdir, güneşin ateşinden de lâle yarası oluşmuştur”
Kün tüş idi vü temûz faṣlı
Cevzā bile mihr-i tāb vaṣlı (LM 2039)
“Güneş Temmuz mevsiminde Cevza “İkizler burcu” ile parlak güneşe kavuşmuş bir rüya idi”
Burçları sık sık birbirleriyle olan ilgilerine göre alan Nevāyî aşağıdaki örneklerde de Cevzā ve Seretān burçlarını birbirlerini takip etmelerinden dolayı konu
edinir. O’na göre Cevzā, kendisinden sonra gelecek Seretān önünde el pençe divan
durmakta yani “kemer bağlamakta”, yine Seretān’ı dört gözle beklemektedir. Burada kişileştirme sanatının güzel örneklerini burçlar üzerinden veren şair, Seretān’ın
düzleşerek cilve etmesini de özgün bir hayal olarak okuyucusuna sunar.
Cevzā közi tört olup bakardın
Tapıp Seretān hem ol nazardın (LM:222)
“Cevza’nın “İkizler burcu” gözü dört olmuş baktığından (Cevzā dört gözle
beklerken) Seretān “Yengeç burcu” da o bakıştan nasiplenir”
Hem tañıban allıda Cevzā kemer
Hem Seretān tüz bolup cilve-ger (HE:406)
“Hem Cevza (İkizler Burcu) önünde şaşkınlıkla kemer bağladı, hem de
Seretān düzleşip cilve eyledi”
2.4. SERETÂN/HARÇENG: YENGEÇ BURCU
Nevāyî aşağıdaki mısralarında Seretān burcundaki sıcaklığı ve Güneşin hararetini anlatır. Hatta özgün bir benzetme olarak bu sıcaklık ve harareti ateş-gede
manastırında yanan bir ateşe benzetir. O’na göre Güneşin çeşmesinin Seretān’da
mekân bulmasıyla yani güneşin bu burca girmesiyle hava serin odalara gizlenme
ihtiyacı duymaktadır.
Çün mihr otıdın semender oldı Seretān
Âteş-gede dik tutaştı gülzār-ı cihān (TEH:M783a6)
“Cihan’ın gül bahçesi ateşperest gibi tutuştu çünkü güneşin ateşinden semender (ateşte yanmayan hayvan) bile Yengeç oldu”
Kuyaş çeşmesi Seretān mekānı bolganda kim ḥarāret farkıdın havā ḥabāb
serdābeleride pinhan ve ot hārā mesemmātıda nihan bolurda… (LM XXV/s.230.)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 421
“Güneş çeşmesi Seretān burcunda yerleştiğinde sıcaklığın artmasıyla hava serin odalarda gizli ve ateş taşların içinde gizlendiğinde.. ”
Çün sipihr zer-geriniñ en beri ucudın bir küliçe altun sigrip suga tüşti ya’ni çarh
kārhāneside Cevzānıñ igri peykeri arasıdın kuyaş kurṣı Seretān āb-gîriga taḥvîl
kıldı (TEH: M783a8)
“Feleğin altıncısının en berideki ucundan bir külçe altın koşturup suya düştüğünde yani feleğin fabrikasında Cevzā’nın eğri cüssesi arasından Güneşin yuvarlağı Seretān (Yengeç) suya dönüştü”
Cevzā közi tört olup bakardın
Tapıp Seretān hem ol nazardın (LM:222)
“Cevza’nın “İkizler burcu” gözü dört olmuş baktığından (Cevzā dört gözle
beklerken) Seretān “Yengeç burcu” da o bakıştan nasiplenir”
Ali Şîr Nevāyî Yengeç Burcu için eski bir Farsça sözcük olan “Harçeng” i de
kullanmaktadır. Ferhad ü Şîrîn mesnevisinde Hazret-i Muhammed’in özelliklerini anlattığı bölümde burçları örnek vererek onların özelliklerinin hepsini onda
bulmaktadır.
Tapıp kuvvetlıg andak pençe Harçeng
Ki tartıp pençesidin şîr-i ner çeng (FŞ:91/28)
“Yengeç pençesi gibi öylesine kuvvetliydi ki onun pençesinden dişi arslan
pençesini saklamıştır”
Hem tañıban allıda Cevzā kemer
Hem Seretān tüz bolup cilve-ger (HE:406)
“Hem Cevza (İkizler Burcu) önünde kemer bağladı, hem de Seretān düzleşip
cilve eyledi”
2.5. ESED/ŞÎR: ARSLAN BURCU
“Esed Burcu ile ilgili yorum ve tasavvurlarda bir de İran Edebiyatı ve bu edebiyatın tercüme ve taklidiyle gelişen Türkçe metinlerde çokça rastlanan arslan
amblemli sancaklara işaret edilerek bu kabil bir bağlantı kurulmaya çalışılmaktadır” (Şentürk, 1994, s.176)
Nevāyî, şiirlerinde genellikle birbirini takip eden burçları birlikte anarak verir, aşağıdaki örneklerde de Arslan Burcundan sonra gelen Başak burcuyla birlikte
alınmıştır. Arslanın yiyeceği aslında et olmasına rağmen iki beyitte yiyeceğinin
sünbüle/hûşe yani “başak” olduğu düşüncesi aslında zamanın geçmesiyle ilgilidir.
422 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Esed özni seg-i şikārı itip
Sünbüle dānesin nisārı itip (SS: 221)
“Arslan (Arslan burcu) kendisini avının köpeği eyleyip başak (Başak Burcu)
tanesini saçıp”
Hem Şîr tutup yolıda gûşe
hem hûşe bolup atıga tûşe (LM:223)
“Hem Şîr (Aslan burcu) yolunda bir köşeyi kapıp, hem de Hûşe (Başak Burcu) onun atı için bir azıktı “yiyecek olmuştu”.
Şîr yolıda tutuban gûşeî
Sünbüle rahşıga bolup tûşeî (HE:407)
“Hem Şîr (Aslan burcu) yolunda bir köşeyi kapıp, hem de Sünbüle (Başak
Burcu) onun atı için bir azıktı “yiyecek olmuştu”.
2.6. SÜNBÜLE/HUŞE: BAŞAK BURCU
Ali Şîr Nevāyî, Arslan ve Başak burçlarını genellikle birlikte anmıştır. Aşağıda
Hayretü’l-Ebrār ve Leylî Mecnûn’dan alınan iki farklı beyitte sadece bir iki sözcük
farkıyla aynı düşünceyi işlemiştir. Başak burcu için bir beyitte “Sünbüle” diğer beyitte ise “Hûşe” sözcüklerini kullanmayı tercih etmiştir. Burada Hûşe sözcüğünün
söz konusu burç için seyrek kullanılan bir sözcük olduğunu da belirtmek gerekir.
Hem şîr tutup yolıda gûşe
hem Hûşe bolup atıga tûşe (LM:223)
“Hem Aslan (aslan burcu= yolunda bir köşeyi kapıp, hem de Başak (Başak
Burcu) onun atı için bir azıktı “yiyecek olmuştu”.
Şîr yolıda tutuban gûşeî
Sünbüle rahşıga bolup tûşeî (HE:407)
“Hem Şîr (Aslan burcu) yolunda bir köşeyi kapıp, hem de Sünbüle (Başak
Burcu) onun atı için bir azıktı “yiyecek olmuştu”.
Aşağıda örnek alınan bir diğer beyitte ise bu defa Nevāyî, Başak burcundan
sonra gelen Akrep yani Çıyan burcunu hatta sonra gelen Terazi (Keffe) burcunu
birlikte alır ve zamanı vurgulamak ister.
Tutup mahsûli harzın Hûşe hirmen
Çiyānga keffeniñ astıda mesken (FŞ:92/29)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 423
“Başak (Başak Burcu) harmanın mahsulünü sakınırken Akrep (çıyan) terazi
kefesinin altın yer tutmuş”
2.7. MÎZÂN/KEFFE/PELLE: TERAZİ BURCU
“Güney yarımkürede bulunan burçlar kuşağı takımyıldızlarından olup dört
yıldızdan meydana gelmiştir. Adalet ve eğlenceyi temsil eder. Zühre’nin evi bu
burçta bulunduğundan edebî metinlerde daha çok bu hususun vurgulanması suretiyle işlenir. Güneş Mizan’a gelince sonbahar başlar, bu burca giren ayın aşk ve
sohbetleri artırdığına inanılır” (Şentürk, 1994, s.177)
Nevāyî’nin şiirlerinde daha çok Akrep burcuyla art arda gelmesinden dolayı
birlikte ele alındığı görülür; ayrıca bu burç ile adalet kavramı da ele alınır. Ağırbaşlılık ve vakur olma durumu yine bu burcun özelliklerinden olduğu için Nevāyî
bu hususa da dikkat çeker. Ayrıca Nevāyî, terazinin kefesi anlamına gelen Arapça
“keffe” ve Farsça “pelle” sözcüklerini de bu burç için kullanmaktadır.
ʿAdlidin rāstlık tapıp Mîzān
nûş ʿakreb semûmıdın rēzān (SS:222)
“Mizan (Terazi Burcu) senin adaletinden doğruluğu bulmuştur, Akrebin zehrinden vakarlı bir şekilde iç”
Pelle yolı gerdidin iksir-senc
ʿakreb ara nûş u deva nîş ü renc (HE:408)
“Terazi yolunun tozundan kuvvetli bir iksirdir, akrebin (Akrep Burcu) içinde
hem içilecek deva hem de sokunca eziyeti bulunur”
Bu cevāhirga tüzdi çün Mîzān
beyle kıldı cevāhirin rēzān (SS: 772)
“Mizan (Terazi Burcu) böyle bir mücevher için hazırladı, mücevherini böylelikle vakarlı eyledi”
2.8. ʿAKREB/ÇIYAN: AKREP BURCU
“Gökyüzünde akrebi andıran bir şekilde sabit halde bulunan yıldız kümesidir. 24 Ekim-21 Kasım tarihleri arası Akrep Burcu’nun tarihleridir. Sonbahar
burçlarındandır, elementi su ve gezegeni Merih’tir. Merih uğursuz sayılan gezegenlerdendir. Ayın bu burçtayken yapılmasının uğursuz olduğuna inanılan şeyler olmakla birlikte bu, burcun her gününün uğursuz sayılması anlamına gelmemektedir. Akrep burcu metinlerde “Kejdum” ya da “Kej-dûm-ı felek” olarak da
424 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
geçmektedir. Ay, Akrep burcundayken yazı yazmak, bilimle uğraşmak iyi olarak
bilinirken, sefere çıkmak uğursuzluk sayılmıştır Beyitlerde sevgilinin saçı, yanağı
ve gözü gibi yüz unsurları, sevgiliden hiç ayrılmamaları bakımından beyitlerde ay
ve akrep burcuyla ilişkilendirilmiştir” (Yıldırım, 2015, s.349)
Nevāyî Akrep Burcu’nu sevgilinin siyah saçlarıyla ilgili olarak anarken bunu
rakip için kullanır. Yine akrebin zehrine telmihen zehir ve panzehir sözcükleriyle
birlikte ele alır. Akrep burcundan önce gelen Terazi ve Başak burçlarına da yer yer
atıf yapar.
Yüz ü zülfin körerge bargum ey çerh
cüdā kılgıl kamerdin ʿakrebiñni (BV:602/3)
“Ey felek, (sevgilinin) yüzünü ve kara saçını görmeye gideceğim, Ay’dan Akrebini uzak tut”
Cān-senc olup izidin Terāzû
ʿAkreb tapıp anda nûş-dārû (LM:224)
“Terazi onun izinden canından bezmiştir, orada Akrep içilecek bir ilaç vermiştir”
pelle yolı gerdidin iksir-senc
ʿakreb ara nûş u deva nîş ü renc (HE:408)
“Terazi yolunun tozundan acı veren kuvvetli bir iksirdir, akrebin (Akrep Burcu) içinde hem içilecek deva hem de sokunca eziyeti bulunur”
Tutup mahsûli harzın Hûşe hirmen
Çiyānga keffeniñ astıda mesken (FŞ:92/29)
“Başak (Başak Burcu) harmanın mahsulünü sakınırken Akrep (çıyan) terazi
kefesinin altını yer tutmuş”
2.9. KAVS/YA: YAY BURCU
20 Kasım-21 Aralık arası gökyüzünde görülen bir burç olup gezegeni Müşteri
(Jüpiter) dir. Ateş elementi ile temsil edilen burç, hızlılığı ve çabuk hareketi de
temsil eder. Bu burcun insanlarının bahtının iyi olacağı düşünülür, felsefe ve din
bilimlerinde öncü bir burçtur. Batı Mitolojisinde simgesi yarı at yarı insan olan
bir okçu figürü olan Santor’dur. Doğu edebiyatlarında burç-ı keman veya hān-ı
keman da denilmektedir. Bu sebeple şiirde ve sanatta genellikle ok sözcüğü ile
birlikte ya da sevgilinin kaşlarının tasvirinde kullanılmaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 425
Ali Şîr Nevāyî sevgilinin kaşlarını âşıkların gönlünü vurmak için çekilmiş
yaya benzetir.
Kaş u yüzüñni müneccim çünki kördi bî-nikāb
Didi kör kim kavs burcıdın toguptur āfitāb (NİD:52/1)
“Müneccim kaşını ve yüzünü örtüsüz gördüğünde “bakın Kavs (Yay) burcundan Güneş doğmuştur” dedi”
Çikip kavs-ı kuzahdın yā köñüller kasdıga anıñ
Yagın meddi hadeng ü katre sular anda peykāndur (NİD: 140/5)
“Gökkuşağından çekilen yay gönülleri vurmak içindir, orada şimşekler kayın
oku gibi çekilmiş ve sular da ok temrenidir”
Tasavvufta çile ya da çille; genellikle kırk gün süren, nefis terbiyesi amacıyla
müridin insanlardan uzakta, az yiyip az uyuyarak geçirdiği süreyi anlatan bir terimdir. Çile/çilleye oturmak deyimiyle karşılanan bu ritüel, müridin ve onu yönlendiren şeyhin duasıyla tamamlanır. Nevāyî de aşağıdaki mısralarında bu ritüeli
ele almaktadır. Sebʿa-yi Seyyār’da Hazret-i Muhammed’in Mir’ac’a çıkışı sırasında
burçların aldığı vaziyeti anlatırken Yay Burcu’nun Hazret-i Muhammed’in yolunda çileye oturduğunu, Oğlak Burcu’nun ise onu izleyen bir kale olduğu belirtilmektedir. Tespit edilen örneklerde Yay Burcu’nun Oğlak Burcuyla birlikte anılması yine Nevāyî’nin bir üslup özelliği olarak dikkat çekmektedir.
Kavs boldı yolıda çille-nişìn
cedy nezāreside kalʿa-güzìn (SS:223)
“Kavs (Yay Burcu) onun yoluna çileye oturdu (kırk gün itikâfa çekildi), Oğlak
ise onu takip eden bir kaleydi”
Kavs tutup çille duʿāsı üçün
Cedy birip felle gıdāsı üçün (HE 409)
“Kavs (Yay Burcu) çileye oturmuş dua etmek için, Cedy (Oğlak) da ona gıda
olsun diye ağız sütünü (doğumdan sonra gelen ilk süt) verdi”
Özin kaşıga çün kurbān kılıp Yā
Kılıp Cedy aña şāh u pey müheyyā (FŞ:92/30)
“Kendini onun kaşına kurban eden Yay (Yay Burcu), Oğlağı (Oğlak burcunu)
ona şah olarak hazırladı”
426 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
2.10. CEDY: OĞLAK BURCU
22 Aralık-21 Ocak tarihleri arasında görülen bu burcun elementi topraktır.
Burc-i buzgāle olarak da bilinmektedir. Oğlak burcu Zühal yıldızıyla birlikte edebiyatta anılan bir burçtur. Ali Şîr Nevāyî aşağıda örnek alınan beytinde özgün bir
hayalle oğlak burcunu sağılan bir hayvana benzetir, onu sağan da yaşlı felektir.
Çün Cedyni sagdı çerh zāli
Süt katrelerin arıttı hālî (LM:2565)
“Yaşlı felek Oğlağı (Oğlak burcunu) sağınca, o anda süt damlalarını temizledi”
Yukarıda zikredildiği gibi Nevāyî diğer örneklerde ise Oğlak ve Yay burçlarını
beraber almaktadır.
Kavs boldı yolıda çille-nişìn
Cedy nezāreside kalʿa-güzìn (SS:223)
“Kavs (Yay Burcu) onun yoluna çileye oturdu (kırk gün itikâfa çekildi), Oğlak
ise onu takip eden bir kaleydi.”
Özin kaşıga çün kurbān kılıp Yā
Kılıp Cedy aña şāh u pey müheyyā (FŞ:92/30)
“Kendini onun kaşına kurban eden Yay (Yay Burcu), Oğlağı (Oğlak burcunu)
ona şah olarak kendisinden sonrası için hazırladı.”
2.11. DELV/KOPKA: KOVA BURCU
“Delv-i sipihr” ve “Sâkibu’l-mâ” olarak da anılan bu burç kış mevsimi burcudur. 21 Ocak - 19 Şubat tarihleri arasında etkilidir. Elementi hava, gezegeni
Zühal’dir “ (Yıldırım, 2015, s.351). Mitolojide kova şekli veya kuyudan su çeken
bir insan figürüyle gösterilen bu burç, hava elementi ile temsil edilir ve gezegenleri
Uranüs ve Satürn olarak düşünülür.
Ali Şîr Nevāyî aşağıdaki beyitlerinde Kova Burcu ile kendisinden sonra gelen
Balık Burcu’nu birlikte alır; her ikisinin de su ile ilişkisinden faydalanır. Örneğin
aşağıdaki beyitte hem Hazret-i Yusuf ’un kuyudan bir kova ile çıkarılmasına hem
de Hazret-i Yunus’un balığın karnında yaşamasına telmihen burçlar işlenmektedir.
Delvga Yûsuf kibi salmay naẓar
Ḥûtda Yûnus kibi kılmay makar (HE:410)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 427
“Delv’e (Kovaya) Yusuf gibi bakmaz, Balık (Balık Burcu) da Yunus gibi oturup
beklemez”
Dime Delv içre su kim Kevser-i rāḥ
Tapıp Hût özni ol baḥr içre timsāḥ (FŞ:92/31)
“Kova (Kova Burcu) içindeki suya su deme o Kevser çeşmesidir, o deniz içinde Balık (Balık Burcu) kendisini timsah olarak bulur”
Delv yolıda su urup gāhî
Hût ansız sudın yırak māhì (SS:224)
“Bazen Delv (Kova) yolunda su çıkar, Hut (Balık) da sudan onsuz, uzaktır”
Aşağıda alınan beyitte ise Nevāyî kova burcu delv sözcüğü yerine Türkçe
“kopka” (kova) sözcüğünü kullanmaktadır.
Kopka suyı āb-ı zindegānî
Ol sû bile tāze Hût cānı (LM:226)
“Kovanın (Kova Burcunun) suyu hayat veren bir sudur, o su ile Hut’un canı
(Balık Burcunun canı) tazelenir”
2.12. HÛT: BALIK BURCU
“Bu burç kaynaklarda “Burc-ı mâhî”, “Hût-ı felek” ya da “Kevkebetu’ssemekeyn” olarak da geçmektedir. Elementi su, gezegeni Müşteri’dir. 20 Şubat
ile 20 Mart tarihleri arasında etkilidir. Kıştan ilkbahara geçilen sonuncu burçtur.
Güneş bu burca gelerek, burçlarla on iki dilime ayrıldığı düşünülen dönüşünü tamamlamış olur. Balık burcu da diğer burçlar gibi isminden yola çıkılarak beyitlerde derya, deniz, gemi gibi kelimelerle birlikte anılmıştır” (Yıldırım, 2015, s.351).
Bu burcun elementi sudur, su gibi girdikleri kabın şeklini alan ve uyum sağlama
yetenekleri fazla olan bir burçtur. Yönetici gezegeni Neptün sayesinde sezgileri
kuvvetli burçlardandır. “Eski bir inanışa göre dünyanın altında balık olduğu, Yunus peygamberin balığın karnında kaldığı vs. düşünceler nedeniyle de zikredilmiştir” (Pala, 1991, s.237).
Nevāyî, şiirlerinde bu burcu yağmur, sel, gözyaşı gibi imgelerle kullanmaktadır. Balık Burcu zamanında çok yağmur yağması düşüncesiyle gözyaşlarını birleştiren şair hüsn-i taʿlîl (güzel sebebe bağlama) sanatının da güzel bir örneğini verir.
Hançeriñ tîgıda yüz kördüm ü eşkim yagdı
Yamgur irmes ʿaceb olganda kuyaş menzili Hût (BV:71/4)
428 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
“Güneşin menzili Balık Burcuna girdiğinde yağmur yağması beklenmez ama
(senin) yüzünde hançerinin (yan bakışının) kılıcını (kirpiğini) görünce gözyaşlarım yağdı”
Hanceri tîgıda körgeç ʿārızın akızdı kan
Seyl akkan dik kuyaşnıñ menzili bolganda hût (FK:90/5)
“Güneşin menzili Hut (Balık Burcu) olduğundaki gibi hancerinin kılıcında
yanağını görünce kan akıttırdı”
Nevāyî, yukarıda zikredildiği gibi burçları birbirleriyle olan ilgisi ve yakınlıkları sebebiyle birlikte ele alır. Aşağıdaki örneklerde de Balık Burcu’nun Kova
Burcuyla birlikte verildiğini görmek mümkündür.
Delvga Yûsuf kibi salmay naẓar
Hûtda Yûnus kibi kılmay makar (HE:410)
“Delv’e (Kovaya) Yusuf gibi bakmaz, Balık (Balık Burcu) da Yunus gibi oturup
beklemez”
Delv yolıda su urup gāhî
Hût ansız sudın yırak māhì (SS:224)
“Bazen Delv (Kova) yolunda su çıkar, Hut (Balık) da sudan onsuz uzaktır”
Kopka suyı āb-ı zindegānî
Ol sû bile tāze Hût cānı (LM:226)
“Kovanın (Kova Burcu’nun) suyu hayat veren bir sudur, o su ile Hut’un canı
(Balık Burcunun canı) tazelenir”
Dime Delv içre su kim Kevser-i rāḥ
Tapıp Hût özni ol baḥr içre timsāḥ (FŞ:92/31)
“Kova (Kova Burcu) içindeki suya su deme o Kevser çeşmesidir; o deniz içinde Balık (Balık Burcu) kendisini timsah olarak bulur”
Çağatay Edebiyatı’nın klasik döneminin ve Türk şiirinin en önemli şairlerinden olan Ali Şîr Nevāyî, İslâm kozmoloji anlayışı çerçevesinde burçlar ve gezegenleri şiirinde sıkça kullanmıştır. O şiirlerinde, Hazret-i Muhammed’in Mirʿac’a çıkması sırasında göğün katlarında bulunan gezegen ve burçları da Mirʾac olayının
büyüklüğünü ve önemini anlatırken kullanmıştır. Yine onun şiirlerinde bilinen
geleneksel isimlerin yanında hûşe/pelle/harçeng/keffe gibi az kullanılan burç adlarını da kullanmış, böylece konuya olan bilgisini de göstermiştir. Nevāyî’nin çıyan
ve kopka gibi Türkçe sözcükleri de tercih etmesi de dikkat çekici bir özellik olarak
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 429
düşünülmektedir. Yine onun şiirlerinde birden fazla burcun, özellikle birbirini
takip eden burçların bir arada kullanılması ona ait bir üslup özelliği olarak tespit
edilmiştir. Onun özgün hayal ve benzetmelerini burçlar konusunda da gösterdiğini; örneğin ay için “gecenin mumu” ya da “Seretān burcundaki sıcaklığı bir Mecusî
manastırına benzettiğini söylemek mümkündür.
ESER ADI KISALTMALARI VE KAYNAKLAR
AKPINAR, Ş. (2002). Lâmi’î’nin Vâmık u Azrâ Mesnevisinde Astrolojik Unsurlar, Çukurova
Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Dergisi. Sayı 12, 169 – 202.
FŞ
FERHĀD Ü ŞÎRÎN
ALPAY TEKİN, G. (2012). Alî Şîr Nevāyî, Ferhād ü Şîrîn, İnceleme-Metin, Türk Dil Kurumu
Yay. 2. Baskı, İstanbul.
LT
LİSĀNÜ’T TAYR
CANPOLAT, M. (1995). Alî Şîr Nevāyî Lisānü’t-Tayr, Türk Dil Kurumu Yay.626. Ankara.
LM
LEYLÎ VÜ MECNÛN
ÇELİK, Ü. (1996). Alî Şîr Nevāyî Leylî vü Mecnûn, Türk Dil Kurumu Yay.659, Ankara.
İNAN, A. (1986). Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
NŞ
NEVĀDİRÜ’Ş-ŞEBĀB
KARAÖRS, M.Metin (2016). Alî Şîr Nevāyî Nevādirü’ş-Şebāb, Türk Dil Kurumu Yay. 2. Baskı,
Ankara.
FK
FEVÂYİDÜ’L KİBER
KAYA, Ö. (1996). Ali Şîr Nevâyî Fevâyidü’l Kiber, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
ONAY, A.T.(2000). Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (4. Baskı), Akçağ Yay. Ankara.
PALA, İ.(1991). Ansiklopedik Dîvān Şiiri Sözlüğü, C.I-II, AkçağYay. Ankara.
ŞENTÜRK, A. (1994). “Divan Edebiyatında Felekler, Seyyare, Sabiteler”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, N.90. s.131-179.
SS
SEBʿA-Yİ SEYYÂR (Yedi Gezegen)
TURAL, G. (2015). Sebʿa-yi Seyyār (Yedi Gezegen), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
UNAT, Y. (2013). “Yıldız”. İslam Ansiklopedisi, TDV İslam Ansiklopedisi, XLIII, 534-538, İstanbul 2013
HE
HAYRETÜ’L EBRĀR
TÜRK, V.-DOĞAN, Ş. (2015). Alî Şîr Nevāyî Hayretü’l Ebrār, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları 07. Ankara.
YILDIRIM, H. (2015). Divan Şairlerine Göre Burçlar, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi
The Journal of International Social Research Cilt: 8 Sayı: 41 Volume: 8 Issue: 41 Aralık 2015.
S.340-353.
DEDE KORKUT HİKAYELERİNDE
KAHRAMANLARIN EPİTETLERLE
İLİŞKİSİ
Prof. Dr. Sultan TULU, Muğla Üniversitesi
ORCID No: 0000-0002-8851-7738
Dede Korkut hikayelerinde kahramanlar genellikle epitet halinde tasvir edilmektedir. Epitet, kahramanın ismini bir sıfat veya isimle veya bir sıfat cümlesi ile
tamamlayan söz ve cümlelere denilmektedir. Bu epitetler, özellikle savaş sahnelerinde kahramanların yiğitliklerini öven manzum dizelerdir. Bunlar yer yer bazı
hikayelerde kalıplaşmış olarak görülür; destan anlatıcısı bunları ilgili sahnelerde
kahramanlıklarını överek sıra ile sayar. Anlatıcının ezberinde olan bu kalıplaşmış
ifadeler aynı zamanda kahramanların tanınmasına yardımcı olur.
Bunlar eski epik geleneği devam ettirme açısından önemli unsurlardır. Hikayelerdeki kahramanların epitetlerinin belirlenmesi, epik türde olan bu hikayelerin
kurgulanmasında önem taşır.
Dede Korkut Hikayelerinin kahramanlarının epitetlerle olan ilişkisine daha
önce Başgöz (1978), önceki nüshalar dikkate alarak detaylı olarak bir makalesinde değinmiştir. Burada Başgöz, başka Oğuznamelerde, örneğin Topkapı Sarayı
Oğuznamesi’nde (TSO) birkaç sayfa olarak iliştirilen Oğuz beylerinin epitetlerine
de atıfta bulunmuştur. Daha sonra Tezcan (2020) v.b. da bu Oğuznamedeki kahramanlara değinmiştir.
Örneğin; Topkapı Sarayı Oğuznāme’sinde (Tevârih-i Âl-i Selçuk, Topkapı Sarayı, Revan Bölümü, No: 1390) Afrāsyāb’ın oğlu olarak Alp Arız isimli bir şahıstan
bahsedilmektedir:
Alp Arız [hürmetlü yédi hürmetin] vérsün (1r/21); toqsan deriden kürk olsa
topuġın örtmeyen toquz deriden şebkülāh olsa tülügin örtmeyen toqsan qoyun
dovġalıq on qoyun öyünlük yétmeyen toquz yaşar coŋın silkip atan qıynaġında
gökde tutan ay başın yalamayup bir kez yudan Afrāsiyāb oġlı Alp Arız Beg (2r/1114).
Bir başka epitet örneği:
10“Kara
Dere ağzında [Kâdir veren]1
Kara boğa derisinden beşiğinin örtüsü olan,
1
Çeviri için bkz. Tulu (2020); parantez içindekiler tarafımızdan eklendi; krş. Vat.90a.3: ḳara
dere aġzında ḳādir veren
432 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Öfkelenince /acığı tutanda/ kara taşı kül eden,2
Bıyığın /bığın/ ense-12-sinde yedi yerde düğümleyen /düğen/3
erenler ejderi /evreni/,
Kazan Bey’in kar-13-deşi Kara Güne dört nala yetişti:
“Çal kılıcını kardeş Kazan, 32a 1yetiştim!” dedi.
Bunun ardınca görelim kimler yetişti /yetti/… (Drs.76b.12-13 ve 77a.1-3)
Dede Korkut Kitabı, sıfatlamalar bakımından çeşitli çalışmaların konusu olmuştur. (Konuyla ilgili yapılan çalışmalar ve Dresden ile Vatikan nüshalarının epitetler bakımından mukayesesi için bkz. Pehlivan 2015: 214-259).
Bu yazıda, Günbed nüshasında geçen kahramanların epitetleri, diğer nüshalarla karşılaştırılacak, aradaki farklılıklara ve ilişkilere değinilecek ve konu ile ilgili
bazı çalışmalara dikkat çekilecektir.
Başgöz ve Dede Korkutt’ta epitetler konusu
Epitet, kahramanın ismini bir sıfat veya isimle veya bir sıfat cümlesi ile tamamlayan söz ve cümlelere denilmektedir. İlhan Başgöz, “Dede Korkut Kitabında
epitetler” başlıklı makalesinde şimdiye dek epitetlerin destansı hikayeler/boylar
üzerinde çalışılmadığını ve bunun araştırılmasının önemini vurgulamıştı:
“Epitetler üzerinde yapılan çalışmaların hepsi manzum destanlar üzerinedir.
Düz söz ile anlatılan veya düz yazı ile kayda geçmiş olan destanlardaki epitet üzerine yapılmış bir çalışma yoktur. Bunun için epitetler üzerinde geliştirilen teorileri,
manzum olmayan, Dede Korkud gibi bir destanda denemek ilginç sonuçlar verebilir. Böyle bir çalışma, bir yandan, teorinin düz söz ile anlatılan destanlara uygulanıp uygulanamayacağını gösterecek, bir yandan da şimdiye kadar yapılan çalışmalarda karanlıkta kalan bazı noktaların daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.”4
2
3
4
Krş. TSO 2a.9: ḳara ṭaşı ḳarmadukda kül eyleyen/ ṭağa ṭaşa buşusından duman çöken…
Drs. ve Vat. nüshalarındaki Kara Güne (krş. 77a.1: Bığın ensesinde yedi yerde düğen) Günbed yazmasında Emen için geçmektedir. Krş. Gün.13b.4-5.
Makalenin yer aldığı derginin dipnotuna göre makale; Dr. Nebi Özdemir tarafından Türkçeye çevrilmiş, ancak yazar, çalışmasına sonradan öğrendiği bazı bilgileri ve kaynakları da
eklemiş, “Türk okuyucusunun daha iyi anlaması için çeviriyi biraz değiştirdiğini” belirtmiştir. Makalenin aslı için bkz: Başgöz, İlhan. 1978. “Epithetes in a prose epic: The Book
of my grandfather Korkut. In: İlhan Başgöz & Mark Glazer, Studies in Turkish folklore. in
Honor of Pertev Naili Boratav, Bloomington: Indiana University, 25–45.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 433
Başgöz, makalesini bundan sonra “bu kadar büyük ilgi çeken ve çok değişik
işlevler gösteren epitetlerin, bizim Dede Korkut hikâyelerindeki yeri, kullanılışı ve
işlevi” konusunun aydınlatılmasına ayırmıştır. 5
Dede Korkut destanı, kahramanları, şeyleri, Tanrı’yı, Peygamberi anarken,
onların adına epitetler bağlıyor, ancak Başgöz, burada bunlardan yalnız insan kahramanlarına koşulan epitetler üzerinde durmaktadır. Buna göre o, Dede Korkut
Kitabında kullanılan epitetleri iki kümeye ayırmaktadır:
1. Kısa ve isme doğrudan bağlı epitetler. Örneğin: Kara Güne, Deli Dündar,
Şir Şemseddin, At ağızlı Aruz.
2. Uzun, söz kalıpları halinde epitetler. Örneğin: Hamid ilin Mardin kalesin
depip yıkan, demir yaylı Kıpçak Melike kan kusturan, gelüben Kazanın kızın erlik
ile alan, Oğuzun ak sakallu kocaları görende ol yigidi tahsinleyen, al mahmuzi
şalvarlı, atı bahri hotozlu, Kara Güne oğlu Kara Budak.
Başgöz, bundan sonra makalesinde Dede Korkut kitabındaki kahramanların
epitetlerini birçok nitelikleriyle sıralayarak tanıtmaktadır (Başgöz, 1998, ss. 2426).
Dede Korkut destanında Oğuz federasyonu, İç Oğuzlar, Dış Oğuzlar diye ikiye ayrılmaktadır. Bu iki boy da, mitsel bir kökenden (Tülü kuşun yavrusu) geldiğine inanılan Bayındır Han tarafından yönetilmektedir. Oğuz federasyonunun
tümü, kendilerini Hanlar Hanı Bayındır Han’ın töresel akrabası saymaktadır. Bu
mitsel Hanlar Hanı’nın yanında önemli bir han daha vardır: Kazan Han. Öyle görülüyor ki, gerçek idarede söz Kazan Han’ındır. Destan, Kazan Han’la Han Bayındır arasında görev ve nitelikler bakımından ayırım yapmıyor; ikisini de benzer
epitetlerle tarif etmektedir.
Belli bir epitet, neden her zaman belli bir kahramanın adına bağlanmaktadır?
Bu soruya Başgöz şöyle cevap vermektedir:
Dede Korkut Kitabı’ndaki üç örneğin dışında kalan bütün epitetler, niçin seçilmiş olurlarsa olsunlar, kesinlikle tek bir karaktere bağlanmışlardır. Aruz Koca
her zaman at ağuzlu, Selcen hatun sarı donlu, Bamsı Beyrek yüzü nikablu veya boz
aygırlı; Emen bin Büğdüz başları, Ense Koca oğlu Okçu epitetine bağlanmıştır.
Hangi hikâyede söylenirse söylensin, kahramanın adına başka bir epitet koşulmamaktadır.
5
Başgöz, makalesini yazdığı zaman, bu çevirinin yapıldığı zamana kadarki çalışmalardan ve
daha sonradan ortaya çıkan Ankara nüshası ve 2018 yılında (Aralık) tesbit edilen Günbed
yazmasından ve daha sonra 2019 yılında (Şubat) Bursa müzesinde sergilenen Bursa nüshasından haberdar değildi. Maalesef o, 2020 yılında hayata gözlerini yumdu.
434 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Dede Korkut Kitabında, hikâyelerin sonunda Oğuz beyleri savaşa girerken,
adları uzun bir epitet bağlanarak söylenmektedir. Bu durum, onları incelemek
için bize pek güzel bir fırsat sunmaktadır. Epik hikâyenin kolayca hatırlanmasını, akılda tutulmasını sağlar. Bu epitet-epizot birlikteliği, Dede Korkut’ta o kadar
sağlam ki, epitetlerde verilen bu bilgiye dayanarak, Dede Korkut hikâyelerinin bazılarının kaybolmuş olduğu ileri sürülebilir. Örneğin, Dede Korkut Kitabı’nda Bey
Yigenek’in epiteti şöyledir:
“Çapa baksa çalımlı, çal kara kuş erdemli, kur kurma kuşaklı, kulağı altın
küpeli, kalın Oğuz beylerini bir bir atından yıkıcı Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek.”
Yigenek’in kalın Oğuz beylerini birer birer altından yıktığını anlatan bir
hikâye elimizde olmamasına rağmen, bu epitete bakarak böyle bir hikâyenin
Oğuzlar arasında yaşamış ve tanınmış olduğunu söyleyebiliriz. Yine başka bir epizotta, Alp Rüstem’in iki kardeşinin bebeğini öldürüp zelil gezdiğini anlatan bir
hikâye de bilinmiyor.
Yazıcı oğlu Ali’nin Tevârih-i Âli Osman adlı kitabında bir Oğuznâme özeti bulunmaktadır. Bu Oğuznâme’de beylerin sadece epitetleri kaydedilmiş, ancak onlara
bağlı olan hikâyeler bulunmaz. Dede Korkut Kitabındaki epitetler arasında büyük
benzerlikler olduğu gibi, bazı farklılıklar da görülür. Örneğin, bu Oğuznâmedeki
Bamsı Beyrek epiteti şöyle geçmektedir:
“Ban hisarından parlayıp uçan, altı batman som demiri ayağında kıran, apul
apul yörüyende boğalayın, zıvıl zıvıl zıvlayanda yılanlayın, on altı yıl Bayburt Hisarında tutsaklık çeken, Baldırı Uzun Baldırşa’dan hakkın alan, yüce yerden alçak
yere göz gözeden Pay Böre oğlu Bey Baru.” (Tezcan, 2020, ss. 39-40)
Bu epitete bakarak, Bamsı Beyrek hikâyesinin yeni bir versiyonu ile karşı
karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz, çünkü bu versiyonda Dede Korkut Kitabı’nda
bulunmayan yeni motifler ve epizodlar görülmektedir. Halbuki, Dede Korkut kitabında Bamsı Beyrek’in altı batman som demiri kırdığını, boğa ve yılan gibi olduğu
ve Baldırı Uzun Baldırşa’dan hakkını aldığına vb. işaret eden bir bilgi görülmez.
“Dede Korkut Kitabı’ndaki epitetlerin yapısı, ismi nitelendirme yolları ve toplumla, kişinin konumu ile ilgileri Osmanlı tarihinde seçkinlerin isimlerine bağlanan epitetler büyük bir benzerlik içindedir.” (Başgöz, 1998, ss. 24-26.) Bu nitelemelerden başka Osmanlı Sultanlarının adlarına da, tarih kitaplarında uzun epitetler
bağlandığı görülmektedir. Örneğin, Sultan Murad’ın epiteti şöyle geçmektedir:
Şehinşah-ı âzam, Sultan-ı muazzam, Kutb-ı dâire-yi zaman, iftihar-ı Âli Osman, Gâzi Murad Han. (Neşri, Cihannüma, c.1.s.291)
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 435
Başgöz, makalesinde şu sorulara da cevap aramıştır:
“Osmanlılardaki ad verme ve lâkap takma geleneği acaba destan edebiyatından mı alınmıştır? Yahut her iki gelenek daha eski bir kaynaktan mı inmektedir? Sınırlı bir gözlem, her iki geleneğin de daha eski, Türk ad verme
ve lâkap takma geleneğinden indiğini göstermektedir. 7’inci yüzyıla kadar
çıkan bazı kaynaklar, Türklerin tanrıları, Şaman ruhlarına, ilk Müslümanlık
zamanında da peygamberlerin ve din ulularının adlarına epitetler bağladıklarını ve onların kişi olarak önemini, toplum içindeki değerlerini ve din bakımından önemlerini bu yolla belirttiklerini gösteriyor. Gök Türkler’in Hanı
Bilge Kağan (M.S. 795 - 805) bize şöyle tanıtılmaktadır.
“Ay Tengride Ulug bolmuş, Alp ulug kutlug Bilge Kagan”.
Bir Şaman, ruhlara dua ederken, Dede Korkut’taki Aruz Koca’nın epitetine
çok benzeyen bir ifade kullanmaktadır:
“Doksan dokuz koyun derisinden bir giyimi çıkmayan seksen koyunun derisinden bir külâhı çıkmayan Şarabaş.” (İnan, 1954)
Kimi zaman “hikâyede kahramanların adları da, yaptıkları işler de kolayca
karıştırılabilir. Hangi hikâyenin hangi olayları içerdiği ve hangi kahramanla ilintili
olduğu akılda kalmayabilir. Kahramanın adına bağlanan uzun epitetler, anlatıcı
için hafızayı yenileyici, hatırlamayı kolaylaştırıcı bir işlev görürler.”
Burada, Başgöz, 1956 yılında halk hikâyecilerinin dinlediği türküleri bir deftere yazarak önlerine aldığını ve anlatım sırasında onlara baktığını hatırlatmaktadır:
“Birkaç kısa cümleden oluşan epitetlerin akılda tutulması kolaydır. Topkapı
Sarayı Kitaplığı’nda bulunan Yazıcı Ali’nin Oğuznamesi’nde sadece kahramanların epitetlerinin kaydedilmiş olması başka türlü açıklanamaz. Bunları yazılı olarak elde tutmak, bir bakımdan bütün hikâyelerin listesini elde
tutmaya benziyor. Bir çeşit kısa not alma, Bu Oğuznâmeyi, destanı anlatan
ozan için, küçük bir el kitabıdır. Sözlü geleneğin nasıl korunduğunu belirten
önemli bir şey bu. Bu hatırlatma işi, uzun epitetlerin işlevlerinden biridir.
Kazılık Koca oğlu Yegenek’in epitetinde, düzenin başındaki beylere karşı gelme kahramanlık sayılmaktadır:
“Konur atlı Kazana keşiş diyen, kulağı altın küpeli kalın Oğuz beylerini bir
bir atından yıkan, Kazılık Koca oğlu Yigenek” in Kazan Bey’e bu hakareti ve
Oğuz beyleri ile savaşa işaret eden bu epitet, Oğuz içinde, tıpkı Bamsı Beyrek
hikâyesinde gördüğümüz gibi, bir çatışma, bir iç isyan hikâyesini belirtmektedir... (Bkz. Başgöz, 1998, ss. 34-35).
436 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Yeni keşfedilen bir Oğuzname yazması: Türkmensahra veya Günbed yazması
ve yeni kahramanların epitetleri
2018 yılının Aralık ayında İran’ın Türkmensahra, Günbed şehrinde yaşayan
bir kolleksiyoner olan Molla Veli Hoca tarafından yeni bir yazma keşfedilmiş ve
2019 yılı Haziran ayında bu yazma, üç araştırmacı tarafından yayına hazırlanmıştır (Bkz. Kaynakça). Bu yazmanın bulunduğu yer, her ne kadar değişik adlarla adlandırılsa da (Ekici, Pehlivan: Türkistan), (Azmun 2019: Türkmen Sahra), (Shahgoli vd. 2019: Günbet) biz bunu Günbed (=Gün.) yazması olarak adlandırmayı
tercih ettik. Bu yazmanın üslubu ve içeriği incelendiğinde, eserin Oğuznâmecilik
geleneğine ait olduğu görülmektedir (Ercilasun, 2019a, s. 8).
Günbed yazması, soylamalarla birlikte, “Salur Kazan’ın yedi başlı ejderhayı öldürdüğü“ boyunu/hikayesini içermektedir. Bize göre (Azmun’la birlikte) bu
yazma “Salur Kazan’ın Aras Suyu ile Kars kalesini aldığı boy/hikâye” başlıklı daha
kısa bir hikâye/boy daha içermektedir. Yani bunlar Dede Korkut’un bilinen 12
hikâyesinden sonraki 13. ve 14. hikâyelerini oluşturmaktadır. Günbed yazmasında soylamaların sayısı bazı araştırmacılara göre değişkendir. Büyük oranda uzun
soylamalardan oluşan bu kısımda, epitetler önemli bir yere sahiptir. Bunlar araştırmacılarca 25 ile 27 soylama arasında gösterilmektedir. Bunlardan ikisi yine Kazan ile ilgilidir: Soylamalardan biri, “Kazan’ın ad kazandığını” anlatan bir soylama
iken, diğeri Kazan’ın yapmış olduğu bir seferin çok kısa bir anlatısıdır. I. ve II.
soylama nitelikçe kısmen diğer soylardan ayrılır. Eserin başlangıcı sayılabilecek bu
bölümlerde, öteki bölümlere göre daha çok dinî-tasavvufî kavramlar vardır. Geri
kalan hemen hemen bütün bölümler doğrudan alplık ideali ve alpların nitelikleri
ile ilgilidir. Araştırmacılara göre metnin dili açıkça Azerbaycan Türkçesidir.
Boeschoten, Günbed yazmasını tanıttığı bir makalede, Dede Korkut’un kahramanları ve onların epitetlerinin sıralanmasındaki farklılıklara değinmiş ve burada bu epitetler ve (kaybolan) epizotlarla bağlantısını sorgulamıştır (Boeschoten,
2020, ss. 35-45).
Günbed yazmasının metni, 16. y.y. başlarına dayanan oldukça sadık bir yazma görünümündedir. Bu tarihlendirme, -Drs. yazmasındaki gibi-, Dokuz Tümen
Gürcistan’ın zikredilmesine dayanmaktadır. Gürcistan’ın dokuz tümene bölünmesi yaklaşık 1460 yılından sonra olmuştur. Burada, Başı Açık zikredilir, ancak bu bir
şahsa atfedilmez, -Drs. elyazmasında Başı Açuk Dadian!-, bilâkis (Dokuz bölgeden biri olan) İmer kabȋlesinin yönetim yeridir (Imeretien). Diğer yandan Salur
Kazan bir epitette Ẕulkadir’in delisi olarak adlandırılır, bu kavram ise, yaklaşık
1550 yılına gitmektedir (Boeschoten, 2020, ss. 35-36).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 437
Boeschoten da yazmaların karşılaştırılmasında; Gün. yazması metninin yapı
ve içerik bakımından Dresden yazmasının geleneği ile bağlı olduğunu tespit etmiştir. Bunun için yéğ kafiyesi ile biten dizeler/pasajlar ve bunlar arasındaki paralelliğe dikkati çekmekte, buna üç yüzlü sayıyı da örnek göstermektedir. (Drs:
Gerçeklerüŋ üç otuz on yaşını ṭoldursa yėg / Üç otuz on yaşıŋız; Gün.: Yaḫşı igidler
ölür olsa üç otuz on yaşını doldursa yėg / Üç otuz on yaşuŋız devlet ilen dolı
gelsüŋ!
Ayrıca, Ejderha hikâyesinde mısralar eklenmemiş ve “Salur Kazan’ın Aras
Suyu ile Kars kalesini aldığı boy/hikâye” de aynı şekilde bize yenidir. Olaylar ve
dil bakımından en önemli farklılık, Drs. yazmasında (ve Vatikan) ağırlık Anadolu
tarafındadır; Gün. yazmasında ise açıkça Azerbaycan tarafındadır. Bu en azından
dil bakımından belirgindir.
Boeschoten, makalesinde bundan sonra ejderha hikayesinin çevirisini vermiş
ve kahramanların epitetleri ile sıralanmasında dikkati çeken farklılıklara değinmiştir. Bunun yanısıra epitetlerin (kayıp) epizotlarla olan bağlantısını da sorgulamıştır (Boeschoten, 2020, s. 36).
En önde gelen kahramanlar Dresden nüshasında iki yerde şu sıra ile sayılır:
Kara Göne; Deli Dündar; Kara Budak; Şer Şemseddin; Bamsı Beyrek; Yegenek; Aruz; Bügdüz Emen; Alp Evren.
Bu sıralama aynı zamanda söz konusu kahramanların statüsünü de belirler
(Başgöz, 1998, ss. 33–34). Günbed yazmasında da kahramanlar epitetleriyle birlikte manzum şekilde sıralanır:
Bayındır Pâdişâh; Ulaş oğlı Kazan; Kıyan oğlı Delü Dündâr; Kara Budak; Alpler /yéğler/ başı Yegenek; Ucan Han’ın yavrusu Emen; Korçı başı (Han) Afşar .
Ancak bunlar, Dresden nüshasına göre oldukça kısaltılmış şekildedir; özelllikle eski nesilden Kazan’ın kardeşi Kara Göne ve Kazan’ın dayısı eksiktir. Dresden nüshasındaki iki öne çıkan genç nesilden, kahraman Bamsı Beyrek ve Basat
burada hiç zikredilmez. Han Afşar’ın adının geçmesi ise bu defa Dresden’e göre
yenidir. Ancak bir başka kaynakta Han Afşar, Dış Oğuz beyi olarak geçmektedir.
Kahramanlar sayılırken Dış Oğuz olan Deli Dündar’a öncelik verilirken, Günbed
yazmasında Kazan’ın yeğeni Kara Budak, Kazan’dan sonra baş karakter durumundadır. “Aras vadisi ve Kars’ın alımı” hikâyesinde de Kara Budak, öne çıkmakta ve
ejderha giysisine bürünen Kazan’la yüzleşmektedir.
Her iki yazmada geçen, kahramanlara bağlanan ilgili epizotlardaki epitetlerin
karşılaştırılmasında, en çok Kara Budağın eylemleri dikkati çeker. Bu ortaklıklar
esasında yaygın bir epizot, hatta bir hikâye, -ilkin Deli Dündar’ın Derbend’i alma-
438 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
sı, ikincisi Yegenek’in Kazan’a hakaret etmesinde- saklı olabilir (Bkz. Boeschoten,
2020, ss. 43-45).
Boeschoten, makalesinin sonunda, yönetici Oğuz beylerine ve epitetler arasındaki bazı farklılıklara değinir. Dresden nüshasında bazı Oğuz beyleri, kendi
boylarına ait bölgede gösterilirken, Günbed yazmasındaki epitetlerde, belli bir
bölgeye dahil edilmektedirler:
Deli Dündar, genellikle Kafkasya ve daha ötede (Mangışlak’ta, Hazar Denizinin doğusunda) yerleştirilirken, “Tabesseran Sultanı” olarak; (Bügdüz) Emen ise
“Kürdistanın büyüğü” olarak geçmektedir. Kara Budak sadece Suriye’yi almamıştır, aynı zamanda Halep Hânıdır ve Mısır’ın altın tahtında oturmaktadır. Burada
Boeschoten, Memluk Devleti ile olan ilginç bir bağlantıya da dikkat çekmektedir.
Bay Bican, Dresden yazmasında Bamsı Beyreğin gelini olan Banu Çiçeğin
babası olarak yer alırken, Günbed yazmasında Bayındır Hân’ın, Afşar Hânı’nı kendisine bir elçi olarak gönderdiği bir padişah (nerenin olduğu belli değil) gibi gösterilmektedir. Afşar Han’ın epitetine göre, -onun ve Bican arasında bir anlaşmazlığın ardında- muhtemelen bir epizot saklıdır. Bu beyliklerin özellikleri, Günbed
metnine sonradan eklenmiş olmalıdır (Bkz. Boeschoten, 2020, s. 45).
Korçı başı (Han) Afşar adındaki kahramanla ilgili Dresden ve Vatikan nüshalarında bir epitet bulunmaz. Bu kahramanın adına, Bayburtlu Osman’ın Tevârîh-i
Cedîd-i Mir’ât-ı Cihân isimli eserinde rastlanmaktadır (Osman, 1961, s. 252’den
naklen Pehlivan, 2021, 366; Krş. Gün.25b.2-7). Bu da bu kahramana isnat edilen başka bir destansı hikâyenin varlığının olduğunu düşündürmektedir. Korçı
başı; Safevi Devleti’nde, şahın hassa muhafız alayının komutanı için kullanılan bir
ünvândır. “Korçı başları, Şah Abbas devrinde Safevi Devleti’nde en yüksek rütbe
olan “Han” unvânına sahipti (Haneda, 2016, s. 1442’den naklen Pehlivan, 2021, s.
367). Epitette çekirdeği verilen bu destan, yazılı Dede Korkut anlatılarının klasik
coğrafyasının çok dışında yer alan Belh ve Buhara’da geçmesiyle diğerlerinden ayrılmaktadır.
Emen ile ilgili geçen epitetin (Bkz. Drs.19b.10-35a.11 ve krş. 33a.4-6) bütün
nüshalarda ortak olarak geçmesi hayli dikkat çekicidir. Örneğin şu epitet hem
Dresden hem de Günbed yazmasında geçmektedir:
4“Varıp
peygâmberin yüzünü gören; gelübeni Oğuzda sahâbesi olan, 5acığı
tutanda bıyıklarından kan çıkan; bıyığı kanlı Bügdüz Emen 6dörtnala yetişti /çapar
yetti/” (Bkz.13a.4-6).
Bügdüz Emen’e atfedilen bu epitet, Günbed yazmasında - ilk defa, “Kürdistanın büyüğü” şeklinde, geçmektedir:
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 439
… 3varubanı Mekke’de Peygamberin yüzün gören; hacı olup Mekke kilidine
4eli geçen, gelübeni Oğuz’un içinde sahâbe olan; bığlarını 5yedi yerde çalıp
düğen, kalanını miğferi arasından 6büküp geçiren; haykıranda bıyıklarının
dibinden buğday denli kan 7daşlanan; kara yerin evreni Kürdistan’ın büyüğü;
8Büre dostun ağası, Ucan Han’ın yavrusu, ölümünü 9saymayan Emen gibi
kahırlı olsa (gerek) (Krş. Gün.13b.3-9).
Emen, başka yerde ise “bin Bügdüz beyi” olarak geçmektedir.
Günbed yazmasındaki Salur Kazan’ın XIV. boyda, tek başına yaptığı yolculukta, ejderhaya rast gelme epizodu, Drs. yazmasındaki Kazan’ın evinin yağmalandığı boy (XII. Boy) ile ortaklık göstermektedir.
Günbet yazması yazıya geçirildiği yer ve dönem bakımından Safevîler hükümranlık sahası ve kültür çevresi ile Safevîler dönemine uygunluk sağlamaktadır
(Shahgoli v.d., 2019, s. 156)
Dede Korkut Kitabındaki epitetlerin diğer nüshalarla olan ilişkisine Pehlivan
da bir çalışmasında ayrıntılı olarak yer vermiştir (Pehlivan 2021). Pehlivan, burada Günbed yazmasını da dikkate alarak sekiz alpa ait epitetleri incelemiş ve diğer
nüshalarla karşılaştırmıştır. Pehlivan, makalesinde; Kahramanlarla İlgili Epitetleri
tablo ile ayrıntılı olarak göstermiş ve her bir alpin Boy-Aşiret İlişkileri ve SiyasiCoğrafi Göndermeler ve kişisel özelliklerine alt başlık ile yer vermiştir.
Pehlivan’a göre, Günbed yazması ile Drs. ve Vat. nüshalarındaki ifade benzerlikleri çok azdır. Bu durum ise, Drs. ve Vat. nüshaları ile Günbed yazmasının
ayrı anlatma kollarına bağlı olmasından ileri gelmektedir, dolayısıyla bu yazmalar,
Dede Korkut destan geleneğinin, farklı kollarından gelen, anlatıcıların sözlü icralarının, birbirinden farklı zaman ve coğrafyalarda yapılmış derlemeleridir.
Dresden ve Vatikan nüshalarının her ikisinin bir dip yazma/nüshadan geldiği, -her iki nüshadaki ortak hataların gösterdiği üzere, açıktır, ancak Günbed /
Türkmensahra yazması, Dresden ve Vatikan nüshalarına bağlanamaz. Bu kollara
bağlı olarak üretilen metinlerin bir kısmı, farklı tarihlerde yazıya geçmiş olup günümüze, biri çok eksik (Bursa nüshasının tıpkıbasımı, bu yılın Temmuz ayının
27’sinde, Bursa Belediyesi ‘nin yaptığı bir toplantı ile takdim edilmiştir. ), dört nüsha hâlinde ulaşabilmişlerdir.
Bu yazımızda, Dede Korkut hikâyelerinde geçen kahramanların epitetlerinin
son durumunu ortaya koymağa çalıştık. Yukarda da belirtildiği üzere yeni yazmaların keşfi ile başka kahramanların epitetleri ile bağlı yeni hikâyelerin ortaya
çıkma olasılığı yüksektir.
440 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kaynakça
Azmun, Yusuf. (2019). Dede Korkut’un Üçüncü Elyazması Yeni Soylamalar ve Boylar (hikâyeler)
ile Türkmen Sahra Nüshası. İstanbul: Kutlu Yayınevi.
Başgöz, İlhan (1998), “Dede Korkut Destanında Epitetler”, (Çeviri: Dr. Nebi Özdemir) Milli
Folklor, 23-35. (Orijinal makale: “Epithetes in a prose epic: The Book of my grandfather
Korkut. In: İlhan Başgöz & Mark Glazer, Studies in Turkish folklore. in Honor of Pertev Naili
Boratav, Bloomington: Indiana University, 1978, 25–45).
Bayat, Fuzuli. (2020). “Dresden ve Vatikan Yazmalarına Girmeyen Dede Korkut Hikâyeleri”.
Akra Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, 21, 55-74.
Boeschoten, Hendrik (2020). “Bemerkungen zu der neu gefundenen Dede Korkut-Handschrift,
mit einer Übersetzung der dreizehnten Geschichte”, Ottomans – Crimea – Jochids Studies
in Honour of Mária Ivanics, Edited by István Zimonyi, Szeged, 35-40.
Bekki, Salahaddin. (2012). “Türkiye’de Epitetler Üzerinde Yapılan Çalışmalar ve Köroğlu’nun
Bir Şiirinin Tahlili”. Millî Folklor, 95, 202-215.
Dankoff, Robert (2021). (Çeviren: Gürol Pehlivan) “Dede Korkutt’ta ‘İç’ ve ‘Dış Oğuz’ “, Dünyada Dede Korkut Araştırmaları, Istanbul, 343-350.
Djindjic, Slavoljub (2021). (Çeviri: Ana Kılıç) “Oğuzların Epik Tarih ve Kültür Birleşimi: Dede
Korkut Kitabı”, Istanbul. (Orijinal kaynak: “Herojski Ep Oguskih Turaka, Beograd, Narodna
Knjiga 1981, 5-25, (Giriş).
Ercilasun, Ahmet Bican. (2019a). “Dede Korkut Kitabı’nın Yeni Nüshası ve Üzerindeki Yayınlar”. Millî Folklor, 123, 1-19.
Ercilasun, Ahmet Bican. (2019b). Nehir Destan Oğuzname (Oguz Bitig). İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ergin, Muharrem. (1958). Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Gökyay, Orhan Şaik. (2000). Dedem Korkudun Kitabı. İstanbul: Millî Eğitim
Bakanlığı Yayınları.
Pehlivan, G. (2021). “Dede Korkut Destanlarının Türkistan Yazmasındaki Kahramanlarla İlgili
Epitetler - Mukayeseli Bir İnceleme-”. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi- Journal of
Turkish Researches Institute. 71, (Mayıs- May 2021). 351-374.
Pehlivan, Gürol. (2015). Dede Korkut Kitabı’nda Yapı, İdeoloji ve Yaratım –Dresden ve Vatikan
Nüshalarının Mukayeseli Bir İncelemesi-. İstanbul: Ötüken Neşriyat
Shahgoli, Nasser Khaze, Vaiollah Yaghoobi, Shahrouz Aghatabai, Sara Behzad. (2019). “Dede
Korkut Kitabı’nın Günbet Yazması: İnceleme, Metin, Dizin ve Tıpkıbasım”. Modern Türklük
Araştırmaları Dergisi, 16/2, 147-379.
Tezcan, Semih- Boeschoten, Hendrik (20185), Dede Korkut Oğuznâmeleri, İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları.
Tezcan, Semih. (2020). Topkapı Sarayı Oğuznamesi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
------------------(2018), Dede Korkut Oğuznâmeleri Üzerine Notlar, 2. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları.
Tulu, Sultan. (2020). Dede Korkut Oğuznamesi, Boylar ve Soylamalar, Günümüz Türkçesine Sözlü Çevirisi Dresden Nüshası ve Günbed-i Kavus / Türkmensahra El Yazması Esasında, Nobel
yay., Ankara, 370s.
Pehlivan, Gürol (2021). “Dede Korkut Destanlarının Türkistan Yazmasındaki Kahramanlarla İlgili Epitetler - Mukayeseli Bir İnceleme-”. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi- Journal
of Turkish Researches Institute. 71, (Mayıs- May 2021). 351-374.
TÜRK EĞİTİM VE BİLİM TARİHİ’NDE
ALİ ŞİR NEVÂYÎ
Prof. Dr. Vahit TÜRK, İstanbul Kültür Üniversitesi
ORCID No: 0000-0001-5039-9580
Türklerin kültür ve uygarlık tarihi incelendiğinde Türkçe yazılmış hemen
bütün yazılı kaynaklarda bilgi, bilim insanı ve bilgelik kavramlarının değerli görülüp yüceltildiğine tanık olunur. Bilge sözü, sıkça kişi adı ve unvanı olarak da
kullanılır. II. Köktürklerin kurucusu olan Kutluk Şad, devlet kurulduktan sonra
dağılmış olan ülkeyi ve milleti derleyip toparlayan anlamına gelen “İlteriş”, eşi ise,
halkın ve ülkenin bilge kişisi olarak anlamlandırabileceğimiz “İlbilge” unvanını
almıştı. Bu iki unvanın seçilmesi herhalde tesadüf ile açıklanamaz. Burada kağanın unvanındaki toparlayıcılığın, bodun yani ulus için devletin varlığının birinci
koşulu; hatunun unvanındaki bilgeliğin ise yine devletin varlığı ve devamı için
ikinci koşul olarak düşünüldüğü çıkarımı yapılabilir. Bilgelik unvanının hanıma
verilmesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir başka konudur. İlteriş Kağan’ın,
bize dilimizin çok değerli anıt eserlerini bırakan oğlunun adı ise Bilge olduğu gibi
hem İlteriş’in en önemli yardımcısı hem de Bilge Kağan’ın kayınbabasının adı da
Bilge Tonyukuk’tur. Köktürkler döneminin anıt taşlarından öğrendiğimiz bu bilgilerin çok daha fazlasını ayrıntılı olarak Uygur metinlerinde de görürüz. Özellikle
bugün Doğu Türkistan olarak adlandırılan bölgedeki Uygurların ulaştıkları uygarlık düzeyinin temelini oluşturan eğitim kurumları ve sisteminin halen gerektiği gibi araştırılmamış olması, eğitim tarihimizin önemli boşluklarından biridir.
Dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda bölgede yükselen uygarlığın ve ortaya konulan
eserlerin esaslı bir eğitim olmadan ortaya çıkma imkânı yoktur.
Geç Uygur çağından kalan bir koşukta bilginin değeri şöyle ifade edilir:
Bilig bilin ya begim
Bilig sana eş bolur
Bilig bilgen ol erke
Bir kün devlet tuş bolur
(Bilgi bilin ay beyim, bilgi size eş olur. Bilgi bilen o kişi, bir gün kutluluğa
ulaşır) (Tezcan-1978).
Kaşgarlı Mahmut ise anıt eserinin pek çok yerinde tekrar tekrar konuya değinir ve düşüncelerini daha etkili kılmak için şu beyit gibi örnek beyitler aktarır:
Oglum sana kodur men erdem ögüt humaru,
Bilge erig bulup sen yakkıl anın taparu
442 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
(Ey oğul, sana erdem ve edep bırakıyorum. Akıllı bir bilginle karşılaşırsan
ona yaklaş ve ondan yararlan.) (Ercilasun-Akkoyunlu-2018).
Bütün Türklerin övünç kaynaklarından olan eserlerden biri de Kutadgu
Bilig’dir. 6645 beyitten oluşan bu eserde bilgi ile ilgili özel bir bölüm olduğu gibi
eserin hemen her yerinde tekrar tekrar konu üzerinde durulur.
Eski Uygurların yaşadığı bölgedeki eğitim kurumlarıyla ilgili yeterli bilgimiz
olmadığı gibi aynı biçimde ilk Müslüman Türk devletlerinden biri olarak kabul
edilen Hakanlılar çağının eğitimiyle ilgili bilgilerimiz de istenen düzeyde değildir.
Uygur bölgesine komşu olan Hakanlı bölgesinde yaşayan insanların büyük bir bölümü, Uygur devletinin egemenliği altındaki boylardan ve onların yakınlarından
oluşmaktaydı. Kâşgarlı Mahmut ve Yusuf Has Hacip gibi iki büyük bilgin ve bilgenin yetiştiği bir bölgede başkalarının olmaması düşünülemez. O çağlarda Maveraünnehir, Kâşgarlı’nın deyimiyle Çayardı, bölgesinin bilimin merkezi olmaya
başladığı, Bağdat merkezli bilim kurumlarının zayıfladığı, Çayardı’nın bir yandan
Uygurlar üzerinden Çin’deki bilgi birikimiyle, öbür yandan özellikle Gazneliler
çağında ve Biruni öncülüğünde Hindistan bilimiyle tanışıklık sağlamaya başladığı
bilinmektedir. On birinci ve on ikinci yüzyıllarda bilim, Türkistan’da en üst düzeyini yaşadı ve bilimin hemen her alanında çağına damga vuran bilginler ile sonraki yüzyılları da etkileyen düşünürler yetişti ancak on üçüncü yüzyıldaki Cengiz
Han darbesi, bilimdeki gelişmelerin durmasının ve gerilemenin başlangıcının ana
nedeni oldu. On dördüncü yüzyılda Türkistan’a egemen olup kısa sürede bir dünya
devletine dönüşen Timurlular çağı, bölgede bilimin yeniden canlanmasına ve pek
çok gelişmenin olmasına yol açtı (Alan-2015).
Türkistan’ın on dördüncü yüzyıl sonlarıyla on beşinci yüzyılda bilimde gösterdiği gelişme bütün dünyanın, özellikle de İslam dünyasının ilgisini çekti ve bilim peşinde olan pek çok genç insan yurdundan ayrılıp bölgenin eğitim kurumlarının kapısını çaldı. Bu durumun güzel örneklerinden biri, Bursa’dan yola çıkıp
önce Herat’a sonra ise Semerkant’a uğrayan ve bu kentte iyi bir bilgin olarak yetiştikten sonra o çağın büyük bilginlerinden ve Semerkant hakimi Uluğ Bey’in
medresesinde baş müderris olan Kadızade Rumi’dir.
Kadızade Rumi’nin Herat’a, oradan da Semerkant’a gidişi rastgele seçimler
değil, bu iki kentin canlı bilim ortamı dolayısıyla o çağa damga vuran özelliğinden
dolayı düşünülerek verilmiş karardır. On ikinci yüzyılda Hakanlı medresesinin
varlığını bildiğimiz Semerkant, Emir Timur’un bu kenti başkent yapmasından
sonra çok gelişmiş ve Çayardı (Maveraünnehr)’in bilim, kültür ve sanat merkezi
konumuna yükselmişti. Emir Timur’un tahtına oğlu Şahruh oturunca Semerkant’ı
oğlu Uluğ Bey’e bırakmış, kendisi ise Gazneliler çağından beri bölgenin önemli
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 443
kentlerinden biri, o çağda da Horasan bölgesi için merkez kabul edilen Herat’a
yerleşip orayı başkent yapmıştı (Aka-1994).
Herat’ın başkent olması, bilim ve sanat hayatının canlanmasına neden olduğu
gibi başta saray halkı olmak üzere devlet erkânının da çeşitli eğitim kurumları
oluşturdukları, bunların önemlilerinden birinin Şahruh’un eşi Gevher Şad Begüm
tarafından kurulduğu, bütün bu çabalarla Herat’ın son derece mamur bir kente
dönüştüğü bilinmektedir (Togan-1987). Şahruh’un ölümü üzerine Timurlu şehzadeler arasındaki taht kavgaları dolayısıyla yaşanan karmaşa döneminden sonra
1469 yılında Hüseyin Baykara Herat’ta tahta oturdu ve bu olay, bu kent için tarihinin en görkemli dönemi denilebilecek bir çağın başlangıcı oldu. Baykara Herat tahtına geçer geçmez, Semerkant’ta yaşayan ve eğitimini sürdüren, çocukluk
yıllarının bir bölümünü birlikte geçirdiği, aynı hocalardan ders aldığı ve kökeltaş
(süt kardeş) diye seslendiği Ali Şir Nevâyî’yi Herat’a davet etti. Timurlu şehzadeler arasındaki taht kavgalarında Türkçe şiirler de söyleyen iki dayısını kaybetmiş,
kendi de doğup büyüdüğü kentten ayrılmak zorunda kalıp sıkıntılı zamanlar yaşamış olan Nevâyî, dostunun bu davetini derhal kabul edip Herat’a geldi ve devlette,
sultanlıktan sonraki en önemli makam olan Türk Divanı Beyliği’ne kadar çeşitli
makamlarda görevler yaptı. Eserlerinde sık sık bu görevleri arzu etmediğini, bilim
ve sanatla uğraşmak istediğini ancak sultanın ısrarıyla bunları yapmak zorunda
kaldığını ifade eder. En son saray entrikaları sonucunda Esterabat valiliği göreviyle Herat’tan uzaklaştırılır ve bir buçuk yıl bu görevi yaptıktan sonra devlette hiçbir
görev kabul etmemek koşuluyla yeniden Herat’a dönüp arzu ettiği üzere bilim ve
sanat ile uğraşır ancak görevli olmamakla birlikte devlet üzerindeki etkisi sürer ve
işlerinden de uzak kalamaz.
Belirtildiği üzere Baykara dönemi, Herat için bir altın çağdır. Elbette bunun
çeşitli nedenleri vardır. Birincisi; Herat’ta zaten yerleşik bir eğitim anlayışı, bilim
ve sanat ortamı vardır, dolayısıyla bu alanla ilgili gelişmeler Heratlılar tarafından
yadırganmaz. İkincisi; kendisi de Timurlu pek çok şehzade gibi bir şair olan ve
Hüseynî mahlasıyla yazdığı şiirlerle divan oluşturan Hüseyin Baykara, eğitim, bilim ve sanat ile ilgilidir. Bu alanlardan desteğini ve yardımını esirgemez. Üçüncüsü; başta Molla Abdurrahman Cami ve Ali Şir Nevâyî olmak üzere devir Herat’ında pek çok insan yaşadıkları kentin ve çevrenin bilim ve sanat merkezi olması için
her türlü çabayı gösterirler. Bütün bunların sonucunda kaynaklar, oldukça büyük
bir kütüphanesinin varlığı da bilinen Baykara’nın sarayında iki yüz civarında bilginin ve bir o kadar da sanatçının varlığından söz eder (Oruç-2021).
1441 yılında Herat’ta doğan Ali Şir Nevâyî, dönemin siyasi olayları nedeniyle
ailesiyle 1447 yılında bu kentten ayrılmak zorunda kalıp İran’a gitmişti. Aile, 1449
yılında Timurlu Ebu’l-Kasım Babur’un himayesine girmiş ve Herat’ta başladığı
444 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
eğitimi aksayan Ali Şir, bu yıllarda Hüseyin Baykara ile aynı hocaların eğitiminden
geçmiş ve hayatları boyu sürecek olan dostluklarının temeli bu yıllarda atılmıştı.
Ebu’l-Kasım Babür’ün 1456 yılında ölmesiyle korumasız kalan Baykara ve Nevâyî
ayrılmak zorunda kalmışlar, Nevâyî Meşhed’de bir süre daha eğitimini sürdürdükten sonra Herat’a gitmiş ancak ilgi görmediği, hatta kötü muameleyle karşılaştığı için oradan ayrılıp eğitimini sürdürmek düşüncesiyle Semerkant’a gitmişti.
Bu kentte özellikle zamanın Ebu Hanifesi olarak adlandırılan ve Nevâyî’ye kendi
çocuğuymuş gibi davranan, onun her türlü sorunuyla ilgilenen büyük din bilgini
Ebu’l-Leys Semerkandî’nin medresesinde ve korumasında eğitimini sürdürmüştür. Bu sırada Semerkant’ta iyi bir şair olarak ün kazandığı ve şair toplantılarının
aranan üyelerinden biri olduğu da bilinmektedir.
Ali Şir Nevâyî kendi eserlerinde eğitimi ve hocalarıyla ilgili bazı bilgiler verir.
Lisanu’t-Tayr adlı eserde çocukluk yıllarında Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr
adlı eserine çok düşkün olduğunu, eseri neredeyse ezberlediğini, mektep arkadaşlarının oyunlar oynarken kendisinin bu kitabı okumakla meşgul olduğunu ve hatta
ailesinin, onun akıl sağlığından endişe ettiği için kitabı elinden alıp sakladıklarını
anlatır. Bu anlatılanlar, aile henüz Herat’ta iken yani kendisinin beş-altı yaşlarında
olduğu sırada yaşanmıştır. Bu anlatılanlara göre Nevayi o yaşlarda okula giden bir
öğrencidir ve bugünkü tabirle o yıllarda Herat’ta örgün eğitimden söz edebiliriz.
Nevâyî, örgün eğitim konusuna Münşeat adlı eserinde de değinir ve mahalle mekteplerinden söz eder. Bir başka konu ise o yaşlardaki bir Türk çocuğunun felsefi
ve sembolik bir dile sahip olan Farsça Mantıku’t-Tayr gibi bir eseri okuması ve
ondan çok etkilenmesidir. Herat’ta örgün eğitim olması, bize Herat’ın o günkü
eğitim durumunu bildirir, sonraki bilgi ise Nevayi’nin nasıl bir zekaya ve kavrama
yeteneğine sahip olduğu konusunda bizi haberdar eder (Canpolat-1995).
Hocalarından biri ve yakın dostu Hasan Erdeşir, Nevâyî’nin yazdığı üç biyografiden birinin konusudur. Çok saygı duyduğu, ayrıca Türkler ve Sartlar arasında
ondan daha kusursuz kişi görmedim dediği bu kişiyle ilgili verilen bilgiler hem
kendisinin eğitimi hem de o çağın gözde bilimleriyle ilgili fikir verecek niteliktedir: “Sarf ve nahiv (dilbilgisi), lügat, Arabiyyat, mantık ve kelam, fıkıh, hadis ve
tefsir, diğer sanatlarda da mesel, şiir, muamma, tarih, nücum (astronomi), edvar,
musiki” Hasan Erdeşir’in ilgi alanlarıdır (Eraslan-2001).
Nevâyî, son eseri olan Mahbûbu’l-Kulûb’da öğretmenler için de bir bölüm
ayırmış ve konuyla ilgili düşüncelerini şöyle belirtmiştir: “Çocukları okutanlar,
günahsız masumların cefasını çekmekte, çocukların azabına katlanmakta ve onların eğitimini üstlenmiş olmaktadır. Bunların yüzü gülmez, dimağı çelik gibi, gönlü
mermer gibidir. Öfkesinden dolayı karşısındaki suçsuzlara karşı kin meclisi kurar.
Pek çoğunda yaratılıştan gelen kabalık görülür ve akıl kıtlığı vardır. Ancak bunlar,
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 445
çocukların dik başlı yaratılışlarının cefalarına katlanarak kendilerine bağlar ve küçüklerin yaramaz tavırlarına siyasetle bir düzen verirler. Gerçi huyları kaba saba
görünüşlüdür, ancak çocukların uygunsuz davranışlarının ıslah edilmesi için bu
çok gereklidir. Onun yaptığını insan yapamaz, ne insanı dev de yapamaz. Sert bir
kişiye bir çocuk emanet edilmesi, onu aciz bırakır, pek çok insana bilim ve edep
öğretecek kişiyi gör ki bir çocuk onu ne durumlara düşürür. Öyleleri vardır ki
idrak ve anlayışı azdır, böyle bir kişiye bunun gibi yüz sıkıntı olsa onu incitmez.
Her durumda çocuklar üzerinde hakkı çoktur, eğer çocuk padişah olursa hocasına
kölelik etmesi gerekir. Öğrenci şeyhülislam veya kadı olmuşsa eğer hocası ondan
razı ise Tanrı da razıdır. Beyit:
Hak yolunda ki sana bir harf okutmuş renc ile,
Eylemek olmaz eda onun hakkını yüz genc ile.” (Türk-2016)
Bu satırlarda Nevayi’nin çocuk eğitimiyle ilgili düşünceleri yanında öğretmenlerle ilgili neler düşündüğünü de öğreniyoruz. Buna göre:
1.
Öğretmenlik mesleği fedakârlık isteyen bir meslektir.
2.
Disiplin eğitimde gerekli şartlardan ilkidir.
3.
Öğretmenler, mesleklerinin etkisiyle kabalaşabilir ve çocuklaşabilirler.
4.
Öğretmenler, çocukların hareketlerine katlanmak suretiyle onların sevgisini kazanır.
5.
Öğretmen disipline dikkat etmezse çocuklar onu ciddiye almaz ve onunla eğlenirler.
6.
Öğretmenlerin her durumda çocuklar üzerindeki hakkı ödenmez.
7.
Öğretmenin öğrencisinden razı olması, Tanrı’nın da çocuktan razı olması anlamına gelecek kadar önemlidir.
8.
Pek çok sıkıntıya katlanarak kişilere bir harf öğreten kişinin hakkı, yüz
hazineyle bile ödenmez (Türk-2018).
Bilindiği üzere Nevâyî Türkçe hamse yazan ilk kişidir. O, Hamse’nin ilk mesnevisi olan Hayretü’l-Ebrar’ın yirmi makalesinden birini bilim ve öğrenmeye ayırmış, 2385 ile 2512. Beyitler arasında konuyu işlemiştir. Şair bu beyitlerde daha çok
bilim isteklisinin karşılaştığı sıkıntılardan, bilim arzusuyla yola çıkan insanların
çok azının isteğine ulaşabildiğinden ve çekilen sıkıntılara rağmen bilginlerin gereğince değer görmediğinden söz eder (Türk, Doğan-2015).
Ali Şir Nevâyî eserlerinin pek çoğunun sebeb-i telif, yani yazma nedeni bölümünde “Bu tür eserler Arap’ta ve Fars’ta çoktur, ben, bu konuları Türkler de
446 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
öğrensin ve yararlansınlar diye Türkçe yazdım.” der. Bu, onun mensubu olduğu
millete hocalık/öğreticilik yapmak gibi bir amacının olduğunu, milletinde eksik
gördüğü şeyleri tamamlamaya çalıştığını, yazdığı eserlerdeki konu çeşitliliğiyle de
bu amacına ulaşmak için çaba sarfettiğini gösterir. Bu bölümlerden anlaşılması gereken bir ilke de insanlara bir şeyler öğretmek istiyorsanız, öğretmek istediklerinizi onlara kendi dilleriyle anlatmanız gerekir. Aksi durumda başarı ihtimali olmaz.
Yazdıkları ve yaptıklarıyla bütün bir millete hocalık yapmanın yanında doğrudan eğitimine katkıda bulunduğu ve yardımcı olduğu kişilerle ilgili de bilgiler
verir. Bunlardan adı belirtilen ve haklarında bilgi verilen bazı kişilerle ilgili eserlerinden, özellikle Mecâlisü’n-Nefâyis’ten şu notları aktarmak isteriz: Seyyid Kurâze;
“Ufak tefek ve küçük yaşlı olduğu için gözetilip ders yönünden de bazı azizlere teslim edildi. Mümkün olan şefkat ve mürüvvet onun hakkında da gösterildi ve az zamanda ondan garip işler görülmeye başlandı”. “Onun hakkında da gösterildi” diyerek aynı durumda olan başka kişilerin varlığından da bizi bilgilendirir. Mevlânâ
Cennetî “Bir felakete uğradı ve fakir onu himaye ettim”, Mevlânâ Hilâlî “Hafızası
iyidir, tabiatı da hafızası gibidir. Ders alması teklif edildi, inşallah muvaffak olur”,
Mevlânâ Ebu Tâhir “Bilim öğrenmek için şehre geldi. Bu fakirin medresesinde
ders görmektedir”. Mevlânâ Fahru’d-dîn “Bu fakirin gözettiği kimselerdendir”, Mir
Esedu’llah “Ülkesinden bilim öğrenmek için şehre geldi ve fakirin medresesinde
derse başladı”. Nevâyî’nin bu kişiyle ilgili olan şu kaydı da ilgi çekicidir; “Bu yakında akrabaları fazla arzuladıklarından gelip götürdüler, amma geri dönme vaadi
ile gitti”, Mir Hüseyn “Yakında tahsil için şehre gelmiştir. İhlâsiyye medresesinde
oturur”. İhlâsiye, Nevâyî’nin kurduğu bir medresedir ve anlaşılan bu kişi buranın
yatılı öğrencisidir. Mevlânâ Hacı Muhammed “Çoğu zaman fakir ile sohbet etmektedir ve evlat yerindedir, belki evlattan da azizdir”, Hâfız Celâlu’d-dîn Mahmud “İhlâsiyye medresesine geldiğinde uygun olmayan hareketlerde bulundu.”,
Mevlânâ Şerbetî “Fakir yanında büyümüştür. Tarih ve inşada vukuf sahibidir, şiir
ve muammadan da haberi vardır, nakkaşlık da bilir. ...Fenler öğreniminde öylesine
maharetlidir ki küçük yaşına rağmen ihtiyarlamış gibidir”, Mir Haydar “Bu fakire
fazla yakınlığından dolayı evlat yerindedir. Çocukluğundan gençlik boyunca bilim
öğrenmeye çalıştı.”, Mir İbrahim “Fakir onu oğul gibi korurum.”, Mavlânâ Yârî “Fakir onu tezhip ustalarına teslim ettim, kısa zamanda iyi bir nakkaş oldu.”
Herat’ın o günkü durumunu göstermek bakımından Mevlânâ Mes’ud ile ilgili
kaydı ilgi çekicidir; “Şu sıra Mehd-i Ulya Gevher Şad Bigim medresesinde ve bazı
medreselerde müderristir. Yüzden fazla yetenekli bilim öğrencileri her gün ondan
yararlanırlar, hatta uzak ülkelerden gelen bir kısım öğrenci dahi onun derslerinin
aşkıyla gurbeti tercih ederler”.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 447
Mevlânâ Mir-Hând ile ilgili kaydı da şöyledir: “İnşâ ve tarih fenninde eşsizdir.
Bu fakirin ricası ile yaratılıştan günümüze kadar geçen devri içine alan genel bir
tarih yazmaya koyulmuş, yarısını yazmıştır, inşallah bitirmeye muvaffak olur. Yazılmış tarihler arasında onunkinden daha yararlı bir eser yoktur”. Nevâyî, Târih-i
Enbiyâ ve Hükemâ adlı eserinde genel bir Türk tarihi yazma arzusunda olduğunu
belirtir, ancak bilinen eserleri arasında böyle bir eser yoktur, belki de yazmak için
vakit bulamadığı eseri bu kişiden istedi ve yazdırdı.
Bir hocanın öğrencisine tavrıyla ilgili Mir Hüseyin Muammayî bahsinde anlatılan şu olay hocalıkla ilgili dikkat çekici bir ders niteliğindedir: “Mir huzurunda
bir çocuk öğrenimi için ricada bulunulmuştu. Öğrencisi, çocukluk gereği olarak,
okumada gayretsizlik göstermiş. Mir bir aziz kişiden, öğrencinin babasına, oğluna
yumuşak şekilde nasihat etmesini, ancak çocuğun gönlünün kendisine incinmemesi için bunun kendisi tarafından olduğunun bilinmemesini rica etmiş. Bu şekilde hareketleri çoktur.” Nevâyî’nin bu anısı, bir hocanın öğrencisine karşı davranışını göstermek bakımından oldukça değerlidir. Öğrencinin rencide olmamasını,
gönlünün kırılmamasını amaçlayan bu davranış biçimi, çağdaş eğitim anlayışının
da esaslarından biridir.
Ali Şir Nevâyî, oldukça varlıklı bir kişidir, devlet görevlerinde hiçbir zaman
maaş almadığını, üstelik her yıl devlete yüklü miktarda bağışta bulunduğunu Babür belirttiği gibi kendisi de Vakfiye’sinde belirtir. O, bu büyük mal varlığını ölümünden önce vakfetmiş ve bunun için bir vakfiye hazırlamıştır. Vakfiye’nin giriş
cümleleri bilgi, eğitim ve öğrenmeyle ilgilidir: “Bilimlerin gerçeklerinin, belki de
gerçeklerin bilgilerinin fasih sözlü ve doğru konuşan müderrisleri; keşfedici tabiatlı güneşin doğuşundaki anlamların gösterilişini aydınlatma şuleleriyle insanoğlunun yaşadığı yeryüzünün dörtte bir bölümündeki bütün yapıların dört köşesinde yer alan hücrelerindeki düzgün tavırlı ve insan yaratılışına uygun görünüşlü
öğrencisinin gönlündeki ağır işleri kolaylaştırmanın, onların hayallerini gerçekleştirmenin çaresi şudur ki öncelikle doğru yolu göstermek amacıyla süslenen sayfaların yazılmaya başlanmasını ve bilgi ile dolu ders kitaplarının tamamlanmasını,
o nadir sıfatlar dünyasının hamt ve şükür cevherleri ile yenileyerek hazır duruma
getirdiler” (Türk-2015). Vakfiye’nin görevliler bölümünde eğitimde görev alacak
olanlara ve öğrencilere verilecek ücretler şöyle belirtilir: “İki muttakî müderris olsun. Her birinin yıllık ücreti bin iki yüz altın nakit, yirmi dört yük aşlık, bu aşlığın
üçte biri arpa, üçte ikisi buğday olacak. Her ders halkasında on bir öğrenci ki toplam yirmi iki olur, bunların iyi okuyan altısının her birine yıllık yirmi dört altın
nakit, beş yük buğday. Orta halli sekiz öğrencinin her birine nakit on altı altın ve
yiyecek olarak da yıllık dört yük buğday. İyi olmayan sekiz öğrencinin her birine
ise nakit yıllık on iki altın, yiyecek olarak yıllık üç yük buğday” (Türk-2015). Ba-
448 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
şarının ödüllendirildiğini öğrendiğimiz bu satırların devamında altı hafızın, imamın, müezzinin, aşçının, süpürgeci ve iki müstahdemin, mütevellinin, korucunun
ve diğer bazı görevlilerin de ne kadar ücret alacakları, daha öncesinde ise vakfın
gelirlerinin nerelerden sağlanacağı açık olarak belirtilmiştir.
Ali Şir Nevâyî, henüz sağlığında hemen bütün Türk ülkelerinde tanınan, eserleri bütün Türk coğrafyasına ulaşmış, Türk saraylarında okunan, pek çok Türk şairi
tarafından kendisine nazireler yazılan, hakkında halk arasında rivayetler anlatılan,
bütün eserlerinin bir araya toplanmasıyla külliyatlar oluşturulan, Herat’ta devlet
görevlerinden ayrıldıktan sonra itibarı ve etkisi daha da artan, bütün Türk kültür
tarihinde yanına ikinci bir kişiyi koymakta zorlanacağımız bir büyük şahsiyet olarak yaşadığı çağı ve sonrasını aydınlattığı gibi bugün de etkisi devam eden bir ulu
kişiliktir. Türkiye’de Nevâyî ile ilgili dört ciltlik bir eser yayınlayıp onunla ilgili ilk
ciddi çalışmayı yapan Âgah Sırrı Levend’in şu değerlendirmesi elbette bir gerçeğin
ifadesidir. “Nevâî, hayatını yurduna ve ulusuna vakfetmiş, ömrünü hayır işlemek,
hizmet etmek, halka yararlı olmakla geçirmiş, okumayı, yazmayı, fırsat buldukça
dostları ve sevdikleriyle sohbet etmeyi en büyük zevk bilmiş, “kâmil insan” olarak
yaşamıştır” (Levend-1965). Bu söylenenlerin en önemli kanıtı bu büyük bilgenin yazmış olduğu eserlerdir. Türk edebiyatında ilklerin insanı diyebileceğimiz
Nevâyî; ilk şuara tezkiresi yazarımızdır, Türk diliyle hamse yazan ilk şairimizdir,
biri Farsça olmak üzere beş divanı vardır, Türk edebiyatında biyografi türünün ilk
örneklerini yazmıştır, tarih, edebiyat ve dilbilimine dair eserlerin sahibidir, din
ve ahlakla ilgili eserleri vardır, tabakat kitabı yazarıdır ve daha başka eserleri de
vardır. Bütün bu eserler elbette aldığı eğitim ve bilgi birikimiyle müthiş bir zekâ,
hafıza ve çalışkanlığın ürünüdür. Çocuk yaşlarda Arapça ve Farsçayı öğrenmiş,
bu dillerle yazılmış pek çok şiiri ezberlemiş ve değişik bilim alanlarında oldukça
iyi yetişmiş bir bilgindir. Mecâlisü’n-Nefâyis’te Mir Kasım Envâr’ı anlatırken bu
kişiden bir beyit aktarır ve şöyle bir not düşer: “Bu fakirin ilk öğrendiği nazım,
bu sonki matladır. O sıra hemen hemen üç ile dört yaş arasında idim. Aziz kişiler
okumamı isterler, bazıları ise okuyuşuma hayret ederlerdi.” (Eraslan-2001). Üçdört yaşındaki bir çocuğun ana dilinden başka bir dille yazılmış beyit ezberlemesi
ve bu beytin ona okutturulması, bu çocuğun nasıl bir eğitimle ve nasıl bir ortamda
yetiştiğini gösteren güzel bir örnektir.
Her türlü gelişmenin temelinde mutlaka çağdaş bir eğitim vardır. Çağdaş
eğitim denildiğinde ise geçmişe gözlerini kapatan değil, ondan mümkün olan en
yüksek düzeyde yararlanan bir eğitim anlaşılmalıdır. On sekizinci yüzyıldan bugüne ve özellikle modern çağda uluslar geleceklerini kurmaya çalışırken geçmişi
ihmal etmemeye özen göstermektedir. Yukarıda kısaca değinildiği üzere Türklerin
geçmişinde bilgiye büyük değer verildiği gibi çok sayıda bilgin ve bilge vardır. İn-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 449
sanlığın ikinci öğretmeni unvanını taşıyan Farabi’nin ve aynı gelenekten yetişen
Nevâyî’nin varlığı, bütün Türkler için hem bir övünme sebebi hem de gelecek için
yapılacak planlamalarda beslenme ve esin kaynağıdır.
Kaynaklar
Aka, İsmail (1994). Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara.
Alan, Hayrunnisa (2015). Bozkırdan Cennet Bahçesine Timurlular, Ötüken, İstanbul.
Canpolat, Mustafa (19959, Ali Şir Nevayi Lisanü’t-Tayr, Türk Dil Kurumu yay., Ankara.
Eraslan, Kemal (2001), Ali-Şir Nevayi Mecalisü’n-Nefayis, Türk Dil Kurumu yay., Ankara.
Ercilasun, A. Bican, Akkoyunlu, Ziyat (2018). Divânu Lugâti’t-Türk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s. 529.
Levend, Agah Sırrı (1965), Ali Şir Nevai I. Cilt Hayatı, Sanatı, Kişiliği, Türk Dil Kurumu yay.,
Ankara.
Oruç, Cihan (2021). Son Timurlu Hüseyin Baykara, Selenge, İstanbul.
Tezcan, Semih (1978). En Eski Türk Dili ve Yazını, Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe,
Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, s. 271-324.
Togan, Zeki Velidi (1987). MEB İslam Ansiklopedisi Herat Mad., 5. Cilt 1. Kısım, Millî Eğitim
Basımevi, İstanbul.
Türk, V. (2015), Ali Şir Nevâyî Vakfiye, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yay., Ankara
Türk, V. (2016), Ali Şir Nevâyî Mahbûbu’l-Kulûb, Ötüken Neşriyat, İstanbul
Türk, V., Doğan, Ş. (2016), Ali Şir Nevâyî Hayretü’l-Ebrâr, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
yay., Ankara.
Türk, V. (2018). Ali Şir Nevâyî’nin Eğitimi ve Eğitimciliği, I. Türk Eğitim Kongresi, Yıldız Teknik
Üniversitesi, 27-28 Aralık 2018, İstanbul.
TUÑUQUQ YAZITLARINDAKİ ...]
SÜŊG(Ü)N (A)ÇD(I)M(I)Z (1 K4 = 28)
CÜMLESİ ÜZERİNE1
Dr. Erdem UÇAR, Friedrich-Schiller-Universität Jena
Tuñuquq yazıtlarının I. taşındaki ...] süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z (Kuzey 4 = 28)
kısmındaki boşluğun tamamlanma önerilerini ve bu kısma verilen anlamları doyurucu bulmadığım için cümle hakkında biraz daha ayrıntılı durmaya karar verdim.1
Bu kısım hakkında şimdiye değin neşirlerde nelerin söylendiğini birbirini
tekrar eden yorumları dikkate almadan tablo hâlinde kısaca ifade etmeye çalışayım:
Neşir
Radloff, 1899b, s. 14, 15.
Yazıçevrim
...W söŋügin açtımız
Thomsen, 1922, s. 508; 1924, s. 166; Ross, 1930, s. 40
Anlamlandırma
Silahlarla (yolu) açtık.
Ve mızraklarla (yol ?) açtık.
Aalto et al., 1958, s. 40-41
...nu süŋ(ü)g(ü)n (a)çd(ı)m(ı) ... mızraklarla açtık.
z
Giraud, 1961, s. 55, 62
U süŋügin aç(d)ımız
Mızrakla uykularını açtık.
Tekin, 1968, s. 251, 287
[usın ?] süŋügün açdımız
Süngülerle (onları uyandırdık).
Ergin, 1970, s. 40, 78
[usın] süŋügün açdımız
Uykusunu mızrak ile açtık.
Clauson, 1972, s. 18b
[boşluk] süŋügin açdımız
Mızraklarla (bir yol ?) açtık.
Abdurahmonov & Rustamov, sü eŋegin açdımız
1982, s. 75
Askerin çenesini açtık (gürültü kopardık).
Tekin, 1994, s. 12-13
[usı]n (?) süŋ(ü)g(ü)n (a) (Uykuları)nı mızraklarımızla
çd(ı)m(ı)z
açtık.
Rybatzki, 1997, s. 60, 107
...nu süŋügün açdımız
Mızraklar(ımızla)la ... açtık.
Berta, 2010, s. 45, 68, 89
[...]nu süŋügün açdımız
[Sıralarını] mızraklarımızla
[delik] açtık.
1
Bu makale, daha önce İngilizce olarak neşredilen makalemin genişletilmiş ve güncellenmiş Türkçe versiyonudur. İngilizce versiyonu için bk. Uçar, E. (2021). A New Interpretation of ...] süŋg(ü)n (a)čd(ı)m(ı)z (I North 4 = 28) in The Tuńuquq Inscription. Central
Asiatic Journal, 63(1-2), 1-9.
452 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Chen, 2021, s. 163, 165, dip. [usın] süŋ(ü)g(ü)n (a)çd(ı) (Uykuları)nı mızraklarımızla
62
m(ı)z
açtık.
Alyılmaz, 2021, s. 352
[usın] süŋ(ü)g(ü)n (a)çd(ı) (Uykuları)nı mızrakla açtık
m(ı)z
([onların] uykularını mızraklayarak kaçırttık).
Radloff, tahrip olmuş kısmın tamamlamasının zor olduğunu söylemiş, ama
(a)çd(ı)m(ı)z’a bakarak ‘yol’ anlamına gelen sonu <w> işaretinin temsil ettiği bir
ünlüyle biten bir kelimenin tahrip olan kısımda olabileceğini tahmin etmiştir
(1899b, s. 61). Aalto et al. 1958’de Grønbech’in notlarında tahrip kısımdaki son iki
harfin <Nw> olduğu ifade edilmiştir (56). Giraud, tahrip olan kısımdaki boşluğun
yorumlanmasının çok zor olduğunu söylemiş ve burada u ‘uyku’ olabileceğini düşünmüştür (1961, s. 99). En sıra dışı okuma teklifini Abdurahmonov-Rustamov
ileri sürmüştür. Onlara göre, <sẅŋgn> şeklinde yazılan ibare iki ayrı kelimeden
meydana gelmektedir: sü eŋegin ‘askerin çenesini’. Ayrıca eŋeg aç- onlara göre ‘çene
açmak, gürültü çıkarmak’ anlamında olmalıdır (1982, s. 84). Tekin, Thomsen’in
anlamlandırmasının bağlam açısından mantıksız olduğunu belirtmiş, satır başında üç harflik bir boşluk olduğunu varsayarak boşluğu [usı]n (< u-sı-n) ‘uykusunu’
ile tamamlamanın bağlama uygun olabileceğini ileri sürmüştür (1994, s. 42-43).
Tekin, bir yıl sonra neşrettiği makalesinde yazıttaki cümlenin tercümesini “Biz
onları mızraklar(ımız)la uyandırdık” şeklinde geliştirmiştir (1995, s. 218). Aydın,
Giraud ve Tekin’in yorumunu takip etmiş ve ‘uykusunu süngü ile açmak’ deyiminin Türkçenin VIII. asırdaki durumu hakkında önemli ipuçları verdiğini belirtmiştir (2019, s. 121-122, 182). Chen de Tekin’in yorumunu benimsemiştir (2021,
s. 165, dip. 62).
Cümle, yazıtın 4. satırının başında yer almaktadır. Satırın başındaki küçük
bir kısım tahrip olmuştur. Bu nedenle, yazıtın kopyalarını hazırlayan çalışmalarda
satırın başındaki eksik kısımdaki harfler konusunda çeşitli tahminler ileri sürülmüştür. Yazıtların kopyasını sunan çalışmalarda, tahrip olan kısımdaki kelimenin
son harfi Aalto et al., 1958’de <Nw> (40) ve Radloff 1899b’de <w> (14) olarak tespit
edilmiştir. Sprengling, satırın başında tahrip olan bir kısmın olmadığını düşünmektedir (1939, s. 15). Tahrip olan kısmın sonunda iki harf olduğunu düşünen
sadece Grønbech (Aalto’nun aktarmasına göre) olmuştur. Runik yazıda <N> ve
<w> harfleri gövdeleri bakımından birbirlerine benzeyen iki işarettir. Dolayısıyla,
epigrafik incelemelerde ihtilafa düşülmesine şaşırmamak gerekiyor.
Tuñuquq yazıtlarının kopyalarında ve neşirlerinde tahrip olan kısımdaki son
harfin <N> olduğu konusunda ağırlıklı bir görüş olduğu dikkati çekmektedir. Ya-
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 453
zıtın kopyalarını hazırlayan üç çalışmada sorunlu kısmın nasıl teşhis edildiğini
göstermek istiyorum:
Radloff, 1899a, s. CX
rötuşsuz
Radloff, 1899a, s. CX
rötuşlu
Moriyasu & Ochir 19992
rötuşlu
Alyılmaz, 2021, s. 220
resim
Alyılmaz, 2021, s. 352
teşhis
Alyılmaz 2021’in teşhislerine göre, cümledeki <N>, <n>, <ç> ve <D> işaretleri bugün ne yazık ki tamamen düşmüş ve yok olmuş durumdadır. Dökülen harfleri
koyu harflerle göstermek gerekirse: <...]Nsẅŋgn : çDmz>. Bu nedenle süŋg(ü)n
(a)çd(ı)m(ı)z kısmından önceki tahrip olan kısımda hangi kelimenin olduğunu
bilmediğimiz için cümlenin anlamlandırılması oldukça zorlaşmaktadır.
Cümleyi yorumlamaya geçmeden önce süŋgü üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bu kelimenin okunuşu ve izahı konusunda daha önce Doerfer, Tekin ve Sertkaya tarafından gerekli açıklamalar yapılmıştır. Tekin, Türkçede tanıklanmamış
*süŋ- kökünden türetilen iki farklı kelimenin olduğunu düşünmüştür: süŋüg (<
*süŋ-üg) ve süŋgü (< *süŋ-gü) (1995: 218-219). Doerfer, kelimenin süŋgü şeklinde
okunması gerektiğini, zira süŋüg’e yazıtlardan başka yerde rastlanmadığını ifade
etmiştir (1993: 147-148). Sertkaya da Doerfer ile aynı fikirdedir (2011: 721-725).
Benim de kabul ettiğim süŋgü okunuşu hakkında daha fazla bilgi için Sertkaya
2011’e bakılabilir.
Sorunlu kısım hakkında ilk kez Giraud tarafından gündeme getirilen u aç‘uyku açmak’ teklifi (1961, s. 99) bugüne kadar en çok itibar gören yorumun hazırlayıcısı olmuştur, zira Giraud’un yorumundan hareket eden Tekin şüpheyle de
olsa tahrip olan kısımdaki eksik harfleri dikkate alarak [usı]n (?) süŋügün açdımız
“Süngülerle (onları uyandırdık)” (1968, s. 251, 287 ve 1994, s. 13-14) şeklinde bu
2
Orhun vadisindeki yazıtlar üzerine Japon-Moğol araştırma heyeti incelemeler yapmıştır
(1996-1998). Japon heyetinin estampajları bu dönemdeki incelemelerin bir ürünüdür.
Araştırma heyetinin sonuçları neşredilmiştir (Moriyasu ve Ochir 1999). Tuñuquq yazıtlarının estampajların resimleri Moriyasu & Ochir 1999’un içinde yer almaz, ancak resimler
Osaka Üniversitesi kütüphanesinin dijital platformunda Türkologların istifadesine sunulmuştur. Ben de oradan faydalandım.
454 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
kısmı tamamlamayı önermiştir. Daha sonra pek çok araştırmacı Tekin’in yorumunu takip etmiştir.
Yazıtın bağlamı ve Orhon Türkçesi açısından böyle bir yorumun pek anlamlı
olmadığını düşünüyorum. Tuñuquq, yazıtlarının 27. satırında, yani sorunlu cümlenin öncesinde qırġ(ı)z(ı)ġ uqa b(a)sd(ı)m(ı)z demektedir. Yani Tuñuquq, Kırgızlara uykudayken hücum ettiklerini açıkça beyan etmektedir. Onun, böyle bir
cümleden sonra Kırgızları ‘uyandırdığını’ söylemesi pek mantıklı olmadığı oldukça aşikârdır. Üstelik yazıtların bağlamından anlaşıldığı kadarıyla Türk Qaġanlığı
yaptığı seferlerde düşmanlarını uyandırmak gibi bir amaçla sefer düzenlememektedir. Yazıtlarda genellikle uyku esnasındaki taarruzlardan bahsedilmektedir: uda
bas- ‘uykuda basmak, hücum etmek’ (Kül Tigin Doğu 35, 37; Bilge Qagan Doğu
26-27); uqa bas- ‘uykuda basmak, hücum etmek’ (Tuñuquq 27).
Diğer taraftan, [usı]n kelimesinin yazımı Tekin’in önerisini zayıflatmaktadır.
Yazıtlarda iyelik ekli gövdelerin üzerine gelen {+(I)n} yükleme hâli ekinin umumiyetle kalınlık incelik uyumuna aykırı olarak yazıldığı bilinmektedir. Eğer Tekin’in
düşündüğü gibi tahrip olan kısımda usın olsaydı, kelimenin sonundaki işaretin
kalın sıradan <N> değil, ince sıradan <n> olması gerekecekti.
Önerilen usın aç- şeklindeki bir ifadeyi bir deyim olarak kabul etmek zorundayız. Bugün bazı Türk dillerinde uyqu aç- deyimi görülmektedir. Krş. Kırgızca
uyqu aç- ‘1. uykusu kaçmak; 2. uykusunu almak, uyumak’ (Yudahin, 1985, s. 81b);
Kazakça uyqısın aç- ‘1. uyanmak; 2. uykusu kaçmak’ (İskakov, 2011, s. 691b);
Türkiye Türkçesi uyqu aç- ‘uyanık kalmak’; uyqusu açıl- (veya dağılmak) ‘uykulu
durumu geçmek’. Tespit edebildiğim kadarıyla tarihî metinlerde uyqu aç- deyimi görülmemektedir. Bugünkü Türk dillerindeki tanıklarda uyqu aç- ‘uyumak’,
‘uyanmak’ ve ‘uykusu kaçmak’ gibi birbirinden epey farklı anlamlara gelmektedir.
Tuñuquq yazıtlarının 28. satırındaki anlamı bugünkü Türk dillerindeki anlamlarla
denkleştirmek mümkün değildir, zira Tekin usın aç- deyimini ‘uyandırmak’ anlamında düşünmektedir.
Eski Türkçede u ‘uyku’ ile beraber kullanılan çeşitli birleşik yapılara rastlanıyor: uda bas- ‘uykuda basmak, hücum etmek’ (Kül Tigin Doğu 35, 37; Bilge Qagan
Doğu 26-27); uqa bas- ‘uykuda basmak, hücum etmek’ (Tuñuquq 27). Qutadġu
Bilig’te de u ‘uyku’ ile kurulan yapılar mevcuttur: usı kel- ‘uykusu gelmek’ (4890);
usı kötür- ‘uykusu kaçmak’ (2270); usı uç- ‘uykusu kaçmak’ (3951); usı yét- ‘uykusu
kaçmak’ (4965), vs. Ayrıca Eski Anadolu Türkçesindeki birleşik yapılar için krş.
uyqusu alın- ‘uykusunu almamak’ (TS: 4041); uyquya var- ‘uykuya dalmak’ (TS:
4041); uyqusu uç- ‘uykusu kaçmak’ (TS: 4042). Ancak u aç- ‘uyku açmak’, yani
‘uyandırmak’ anlamındaki bir yapıya tarihî metinlerde şimdiye kadar görebildiğim kadarıyla rastlanmamaktadır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 455
Tahrip olan kısımda muhtemelen 3 harflik bir boşluk olabileceği tahmin ediliyor. Kelimenin son harfinin <N> olduğunu ve satırın başındaki tahrip olan kısımda da üç harfin bulunduğunu hesaba katarak boşluğu şöyle tamamlıyorum:
<qıLçN>. Yazıtlarda, qılıç ‘kılıç, savaş aleti’ sözü geçmese de bundan türetilen qılıçla- ‘kılıçtan geçirmek’ gövdesi Kül Tigin yazıtında karşımıza çıkmaktadır: yét(i)
nç (e)r(i)g qıl(ı)çl(a)dı (Kuzey 5). Dolayısıyla qılıç kelimesine yazıtların yabancı
olmadığını söyleyebilirim. Üstelik Eski Uygurcada süŋü qılıç (Röhrborn 1996: 182
[s. 30]) ve qılıç süŋü (Wilkens, 2021, s. 370a) kelime çiftine de rastlanmaktadır.
Savaş ve mücadele içerikli metinlerde bu iki savaş aletinin beraber kullanılması
hiç de şaşırtıcı değildir.
Diğer taraftan, yazıtlarda {+(X)n} vasıta hâli ekinin ünlüsünün yazılmadığı ve
ekin dudak uyumuna tâbi olduğu bilinmektedir. Burada da iki vasıta hâl ekli yapı
karşımıza çıkmaktadır: [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n.
Cümledeki sorunlu diğer yer ise yüklem kısmındadır. Boşluğu [qıl(ı)ç(ı)]n
süŋg(ü)n ile tamamladığımıza göre, o zaman [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n aç- nasıl bir
anlama gelmektedir? Bunun için iki öneri sunmak istiyorum:
1. Öneri
Kanaatimce aç- fiilinin metaforik anlamı ve eksiltili (elliptic) kullanımı fark
edilemediği için cümleye doğru anlam verilememiştir. Bence aç- fiili cümlede
<él> aç- yapısının eksiltili şekli olmalıdır ve fiil ‘bir yeri fethetmek’ anlamındadır. Tuñuquq yazıtlarında eksiltili yapıların yoğun olarak kullanıldığı dikkati çekiyor. Cümledeki nesnenin eksik olarak kullanıldığı yapılara yazıttan iki tane örnek
vermek gerekirse yaŋ- ve yoq qış- fiilleri örnek gösterilebilir: t(e)ŋri y(a)rlıqadı
yaŋdımız (Tuñuquq 16) “Tanrı buyurdu, <onları> yok ettik”; üç(e)gün q(a)b(ı)
ş(ı)p sül(e)l(i)m idi yoq qış(a)l(ı)m (Tuñuquq 21) “üçümüz birleşip sefer edelim,
tamamen <onları> yok edelim”. Yazıttaki diğer eksiltili yapılar için bk. Uzun 1995:
87-92.
Eski Türkçede eksiltili yapılara, bilhassa nesnesi eksiltilmiş fiillere Eski Uygurcada da rastlanmaktadır. Bunlardan birkaç tane örnek vermek gerekirse: alġuçı
(Röhrborn 2010: 38) “<mal> satın alan”; artokraq meŋiligin aşanzun (Röhrborn
2010: 93) “Çok huzurla <zevkin tadını> çıkarsın”; m(e)n adrılıp (Röhrborn 2010:
17) “Ben <hayattan> ayırılıp”; ögüg qaŋıġ barça adırıp (Röhrborn 2010: 10) “Anne
babanın hepsini <hayattan> ayırıp”; yükünür m(e)n qop köŋülin alıyu y(a)rlıkaŋ
(Röhrborn 2010: 43) “Bütün kalbimle hürmet ederim <hürmeti> kabul ederek”.
Orta Türkçe döneminden kalma Kuran meâllerinde aç- fiili Arapça fataḥa
karşılığında olup ‘fethetmek, galip gelmek’ anlamındadır. Örnekler için bk. Borov-
456 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
kov 2002: 39. Ayrıca, erken dönem Orta Türkçe metinlerde aç- (II) fiilinin ‘zafer
kazanmak’ anlamına rastlanıyor (Boeschoten, 2022, 16b). Aslında Arapça fataḥa
fiili hem ‘açmak’ hem de ‘fethetmek, galip gelmek’ gibi birkaç anlama sahiptir.
Türkçede de aç- fiilinin benzer anlamsal gelişimi geçirdiğini tahmin etmek hiç de
zor değildir. Fiile ‘fethetmek’ anlamıyla Uygurca Xuanzang-Biyografisi’nde rastlanır: kün ortotın horıta él açtaçı beg (Röhrborn 2010: 1) “Nanyang bölgesinde ülke
kuran/fetheden beg”. Mahmut Kaşgarî, Divanü Lugati’t-Türk’te aç- fiilinin eksiltisiz şeklini bir halk şiirinde zikretmiştir: miŋlaq élin açtımız (Dankoff-Kelly, 1984/
II, 549 [s. 272]).
Eski Türkiye Türkçesinde aç- fiili tarihî içerikli metinlerde ‘fethetmek, zapt
etmek’ anlamında pek çok yerde görülmektedir. Üstelik aç- fiili él ile beraber kullanılmadan bu anlamda tanıklanmıştır. Daha önce aç- fiilinin Eski Türkiye Türkçesindeki anlam gelişmeleri Arslan 2008: 129-130’da listelenmiştir ve listede fiilin
‘fethetmek’ anlamı da bulunmaktadır. Bununla ilgili örnekler için ayrıca bk. TS:
12-13. Bunlar içinde iki örneği özellikle zikretmek istiyorum, zira bu örnekler
Tuñuquq yazıtlarındaki yer ile kanaatimce epey benzerlik arz etmektedir. Zikredeceğim örnekler Yazıcızâde Ali’nin Tevârih-i Âl-i Selçuq’unda ve Kadı Burhaneddin
Divanı’nda geçmektedir: cihān memleketlerini benüm ecdādum ve ’ammūlarum
qılıç-ıla açmışlardur (Bakır 2017: 156); şunı ki qılıcıyla açamadı sâm u rüstem (Ergin 1980: 371). Bu metinde aç- fiili qılıç ile beraber ‘fethetmek, ele geçirmek’ anlamında kullanılmıştır.
Tuñuquq’un kendi yazıtında anlattığı Qırġız seferini Bilge Qaġan kendi üslubuna ve bakış açısına göre biraz daha farklı anlatsa da aslında ikisinin anlattığı olay temelde birbiriyle örtüşmektedir. Bilge Qaġan, Kül Tigin ve Bilge Qaġan
yazıtlarında şunları söylemektedir: qırqız qaġanın ölürtümüz élin altımız (Doğu
36) ve qırqız bodunuġ uda basdım (...) soŋa yışda süŋüşdüm qaġanın ölürtüm élin
anta altım (Doğu 27). Dolayısıyla bilhassa kendi yazıtındaki süŋüşdüm qaġanın
ölürtüm élin anta altım ifadeleri Tuñuquq’un [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z
ifadeleri ile paralellik gösterdiği söylenebilir.
2. Öneri
Eski Türkçede aç- fiilinin anlamlarından biri de ‘dağıtmak’ olup birkaç yerde bu anlamda tanıklanmıştır. Mesela, Daśakarmapathāvadānamālā’da fiil şöyle
geçer: qarımaq iglemek ölmeklig bulıtıġ tumanıġ açtaçı (Wilkens 2016: 59-60 [s.
206]) “Yaşlanmanın hastalanmanın ölmenin bulunun dumanını dağıtacak”. Diğer
bir tanık da Dîvânü Lugati’t-Türk’te Kaşgarî tarafından bir halk şiiri içinde zikredilmiştir: qara bulıtıġ yél açar (Dankoff-Kelly 1982/I, 178 [s. 275]) “kara bulutu
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 457
rüzgâr dağıtır”. Erken dönem Orta Türkçe metinlerde aç- (II) fiilinin ‘ortadan kaldırmak’ anlamına rastlanıyor: qaçan açtımız erse olardın qınnı. Bu arada yazıttaki
aç- fiilinin kısmen yañ- ‘bir şeyi/kimseyi sarsmak’ ile benzer anlamda olabileceğini tahmin ediyorum. Daha önce bir makalemde yañ- fiilinin anlamı üzerinde
ayrıntılı olarak durmuştum (2023, s. 1-19). Daha geniş bilgi için oraya bakılabilir.
Tuñuquq, 27. ve 28. satırlarnda şunları söylemektedir: qırqızıġ uqa basdımız
[qıl(ı)ç(ı)]n süŋgün açdımız qanı süsi térilmiş süŋüşdümüz sançdımız qanın ölürtümüz. Buna göre, Qağanlık ordusu Qırġızları uykuda bastıktan sonra, onları kılıç
ve süngü ile ‘dağıtıp sürmüş’ ve bu esnada Qırġızlar liderleri etrafında toplanmış,
ikinci bir mücadelenin ardından Qağanlık ordusu Qırġız ordusunu ve liderini ortadan kaldırmıştır. Tuñuquq’un burada bahsettiği Qırġızlara yapılan seferin kışın
gerçekleştiği yazıtta ordunun atlarıyla karı küreyerek ilerlemesinden anlaşılmaktadır. Her ne kadar burada Qırġız seferlerinin kronolojik tayini kesin olarak yapılamasa da (Chen, 2021, s. 39) gerek Bilge Qaġan gerekse Kül Tigin yazıtlarında
zikredilen Qırġız seferlerinin 710-711 tarihlerinde, yani Qapġan Qaġan iktidarının son döneminde gerçekleştirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir (Thomsen,
1916, s. 98).
Tuñuquq yazıtlarının 28. satırının başındaki tahrip olan kısmı Radloff ve
Thomsen gibi filologlar, Giraud ve Tekin’den önce şüpheyle de olsa ‘yol’ anlamına
gelen bir kelimeyle tamamlamayı düşünmüşlerdi, ancak böyle bir kelime şimdiye değin bulunamamıştır. Giraud ve Tekin’in boşlukta u ‘uyku’ kelimesini tahmin
etmesinden sonra birçok çalışmada bu teklif kabul edilmiştir. Tekin, 27. satırdaki
qırq(ı)z(ı)ġ uqa b(a)sd(ı)m(ı)z’ı düşünerek müteakip kısımda da u ‘uyku’ olabileceğini düşünmüştür. Yukarıda bu teklifin kabul etmenin zor olacağını açıklamıştım.
Benim teklif ettiğim [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z “kılıç süngü ile fethettik”
teklifinin bağlama uygun olduğunu belirtmeliyim. Tuñuquq yazıtlarının dikkati
çeken kendine has bir anlatım üslubu vardır. Bir olay tasvir edilirken ilk önce olay
kısaca ifade edilip devam eden kısımda ayrıntılardan bahsedilir. Mesela, bk. 3-4,
40-43. satırlar, vs. Tuñuquq, 28. satırda da aynı şeyi yapmıştır. İlk önce qırq(ı)z(ı)
ġ uqa b(a)sd(ı)m(ı)z demiş, daha sonra [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z diyerek
olayın neticesini gösterip ayrıntı vermiştir. Bundan sonra da Qırġızlarla olan mücadelenin diğer ayrıntıları sunuşmuştur.
Tuñuquq yazıtının 28. satırındaki tahrip olan kısımın [qılıçı]n (< qılıç+ın)
‘kılıç ile’ şeklinde tamamlanmasının ve [qıl(ı)ç(ı)]n süŋg(ü)n (a)çd(ı)m(ı)z cümlesinin de “kılıç süngü ile fethettik” veya “kılıç süngü ile sürdük, kovaladık, dağıttık”
şeklinde anlamlandırılmasının yanlış olamayacağı kanaatindeyim.
458 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Kısaltmalar ve Kaynakça
Aalto, P. et al. (1958). Materialien zu den alttürkischen Inschriften der Mongolei. Journal de la
Société Finno-Ougrienne, 60(7), 3-91.
Abdurahmonov, G. & Rustamov, A. (1982). Kadimgi Turkiy Til. Taşkent: Ukituvçi Naşriyeti.
Alyılmaz, C. (2021). Bilge Tonyukuk Yazıtları. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Arat, R. R. (1947). Kutadgu Bilig I: Metin. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.
Arslan, H. (2008). Eski Türkçeden Eski Anadolu Türkçesine Anlam Değişmeleri. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Aydın, E. (2019). Türklerin Bilge Atası Tonyukuk. İstanbul: Kronik.
Bakır, A. (2017). Yazıcızâde Ali: Tevârih-i Âl-i Selçuk [Oğuzname-Selçuklu Tarihi]. 2. Baskı. İstanbul: Çamlıca Basım Yayın.
Berta, Á. (2010). Sözlerimi İyi Dinleyin: Türk ve Uygur Runik Yazıtlarının Karşılaştırmalı Yayını.
Çev. Yılmaz, E. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Boeschoten, H. (2022). A Dictionary of Early Middle Turkic. Brill: Leiden-Boston.
Borovkov, A. K. (2002). Orta Asya’da Bulunmuş Kur’an Tefsirinin Söz Varlıǧı (XII. - XIII. Yüzyıllar). Çev. Usta, H. İ. & Amanoğlu, E. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Chen, Hao (2021). A History of the Second Türk Empire (ca. 682-745 AD). Leiden-Baston: Brill.
Clauson, Sir G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish. Oxford:
Oxford University Press.
Dankoff, R. & Kelly, J. (1982). Mahmut el-Kāşгarī: Compendium of the Turkic Dialects (Dīvān
Luγāt at-Türk) I. Harvard: Harvard University Press.
Dankoff, R. & Kelly, J. (1984). Mahmut el-Kāşгarī: Compendium of the Turkic Dialects (Dīvān
Luγāt at-Türk) II. Harvard: Harvard University Press.
dip. = dipnot.
Doerfer, G. (1993). Versuch einer linguistischen Datierung älterer osttürkischer Texte. Wiesbaden: Harrassowitz Verlag.
Ergin, M. (1980). Kadı Burhaneddin Divanı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları.
Giraud, R. (1961). L’inscription de Baïn Tsokto, Édition critique. Paris: Librairie d’Amerique et
d’Orient.
İskakov, A. I. et al. (2011). Kazak Edebi Tiliniŋ Sözdigi XIV. Almatı: A. Baytursınulı Atındagı Til
Bilimi Institutı.
krş. = karşılaştırınız.
Moriyasu, T. & Ochir, A. (1999). Mongorukoku genson iseki, hibun chōsa kenkyū hōkoku [Provisional Report of Researches on Historical Sites and Inscriptions in Mongolia from 1996 to
1998]. Osaka: The Society of Central Eurasian Studies.
Radloff, W. (1899a). Atlas der Alterthümer der Mongolei: Vierte Lieferung. St. Petersburg: Buchdruckerei der Akademie der Wissenschaften.
Radloff, W. (1899b). Die alttürkischen Inschriften der Mongolei, Zweite Folge: die Inschrift des
Tonjukuk. St. Petersburg: Buchdruckerei der kaiserlichen Akademie der Wissenschaften.
Ross, E. D. (1930). The Tonyukuk Inscription: Being a Translation of Professor Vilhelm
Thomsen’s Final Danish Rendering. Bulletin of the School of Oriental Studies, 6(1), 37-43.
Röhrborn, K. (2010). Uigurisches Wörterbuch, Sprachmaterial der vorislamischen türkischen
Texte aus Zentralasien, Neubearbeitung, I. Verben, Band 1: ab- - äzüglä-. Stuttgart: Franz
Steiner Verlag.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 459
Rybatzki, V. (1997). Die Toñuquq-Inschrift. Szeged: University of Szeged.
Sertkaya, O. F. (2011). Eski Türkçe’de ‘Mızrak’ Anlamına Gelen Kelime [süng(ü)g] mü, Yoksa
süngg(ü) ~ süngü mü Okunmalı? In Şavk, Ü. Ç. (Ed.), Orhun Yazıtlarının Bulunuşundan
120 Yıl Sonra Türklük Bilimi ve 21. Yüzyıl Konulu III. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları
Sempozyumu (26-29 Mayıs 2010) Bildiriler Kitabı II (s. 721-725). Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Sprengling, M. (1939). Tonyukuk’s Epitaph: An Old Turkish Masterpiece Introduction, Text,
Annotated Scientific Translation, Literary Translation and Transliteration. The American
Journal of Semitic Languages and Literatures, 56(1), 1-19.
Tekin, T. (1994). Tunyukuk Yazıtı. Ankara: Simurg.
Tekin, T. (1995). Some Remarks on the Tunyukuk Inscription. In Erdal, M. & Tezcan, S. (Eds.),
Beläk Bitig: Sprachstudien für Gerhard Doerfer zum 75. Geburtstag (s. 209-222). Wiesbaden:
Harrassowitz Verlag.
Thomsen, V. (1916). Turcica; études concernant l’interprétation des inscriptions turques de la
Mongolie et de la Sibérie. Helsingfors: Socété finno-ougrienne.
Thomsen, V. (1922). Samlede Afhandlinger III. København: Gyldendal.
Thomsen, V. (1924). Alttürkische Inschrift aus der Mongolei in Übersetzung und mit Einleitung. Übersetzer: Schaeder, H. H. Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft,
78, 121–175.
TS = Tarama Sözlüğü 1993.
Uçar, E. (2023). Eski Türkçe Yañ- Fiili ve Anlamları Üzerine. Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, 11, 1-19.
Uzun, L. S. (1995). Orhon Yazıtlarının Metindilbilimsel Yapısı. Ankara: Simurg Yayınları.
Wilkens, J. (2016). Buddhistische Erzählungen aus dem alten Zentralasien, Edition der altuigurischen Daśakarmapathāvadānamālā I-III. Berliner Turfantexte: 37. Turnhout (Belgien):
Brepols Publishers.
Wilkens, J. (2021): Handwörterbuch des Altuigurischen, Altuigurisch-Deutsch-Türkisch. Göttingen: Universitätsverlag Göttingen.
XIII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkçesiyle Yazılmış Kitaplardan Toplanan Tanıklarıyla Tarama
Sözlüğü I-VIII (1995). 3. Baskı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. (→ TS)
Yudahin, K. K. (1985). Kirgizsko-Russkiy Slovar’, 1 Kinga: A-K. Frunze: Glavnaya Redaktsiya
Kirgizskoy Sovyetskoy Entsiklopedii.
KIRGIZ TÜRKÇESİNDE KADIN İLE
İLGİLİ SÖZ VARLIĞI ÜZERİNE BİR
TASNİF
Doç. Dr. Gülsine UZUN, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
ORCID No: 0000-0003-2653-7650
İnsan, yaşamını kolaylaştırmak ve çevresindekileri daha anlaşılır hale getirmek için varlıklar ve kavramlar arasında çeşitli ayrımlar, sınıflandırmalar yapar.
İnsanın çevresindeki varlıkları ve kavramları adlandırması bu sınıflandırmaların
başında gelir. İnsanın dünya algısı ile adlandırma gücü arasında doğrudan bir
ilişki vardır. Dünyadaki bir gerçeklik, insan düşüncesindeki kavramlar aracılığı
ile sözcüklere yansır, diğer taraftan insan dilindeki sözcükler de insanın dünyayı
algılamasını etkileyebilir. (Mangır, 2017; 38). Söz varlığı, dildeki seslerin simgeler,
göstergeler olarak bir arada bulunmalarının yanı sıra o dile mensup toplumların
dünya görüşünün yansıtıcısı, maddi ve manevi kültürünün bir görüntüsü durumundadır. Bir dilin söz varlığının incelenmesiyle, o dili konuşan toplumun yaşam
biçimi, dinsel inançları, diğer uluslarla ilişki derecesi, nelere önem verdiği, gelenekleri, görenekleri kısacası kültür ve medeniyet birikimi ortaya konulur (Aksan,
1996; 9).
Tarih boyunca Türk kültüründe ve devlet geleneğinde kadın her zaman büyük bir role sahip olmuş, sadece sosyal hayatta aileyi oluşturan temel unsurlardan
analık ve kadınlık görevi ile yetinmemiş, at binip kılıç kuşanarak, eşinin yanında
savaşlara katılarak siyasi hayatta da etkin bir konumda yer almıştır. Bir milletin
kimliğini oluşturan unsurların bütünü olarak tanımlanan kültür kavramı, toplumun kadına verdiği değer ölçüsünde gelişme göstermiştir. Eski ve Orta Çağ medeniyetlerinde kadına isim dahi verilmezken eski Türklerde kadın ile erkek insani
değerler açısından eşit haklara sahip olmuştur. Güçlü bir aile yapısına sahip olan
Türklerin sosyal yapı içerisinde aile kavramı ile ilgili oluşturduğu söz varlığı, Türk
toplumunun bu yapıya ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. Kadına verilen değer Türklerin mitolojisinden yazıtlarına kadar her alanda varlığını hissettirmiştir. İslamiyet öncesi Türk destanlarında kadının yaratıcı Tanrı sıfatıyla ortaya
çıkması, Umay ana miti, kadınların liderlik özelliklerinin vurgulandığı anlatılar ve
Orhun yazıtlarında “Tanrı Türk milleti yok olmasın diye babam İl-teriş Kağan ile
anam İl-bilge Hatun’u tutup yukarı kaldırmış olacak” (Ergin, 1989; 21-22) ifadesi,
462 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Türk kültüründe kadının toplumsal ve siyasi değerinin ne derece yüksek olduğunun birer göstergesidir.
Kırgız toplumunda da kadın, aile ve sosyal yaşam içerisinde diğer Türk halklarında olduğu gibi saygın bir konumda yer almaktadır. XIX. yüzyılda Türkistan’a
gelen Avrupalı gezginler Kırgız kadınının özelliklerine dikkat çekmiş, onların
toplumdaki yerinden sıklıkla bahsetmişlerdir. 1856 yılında Çokan Valihanov Kırgız kadınının toplumdaki yerinden ve etkisinden hayranlıkla söz ederken İtalyan
seyyah Feliks Rokko “Gelişmiş ve kültürlü dediğimiz milletlerde bile, Kırgızların
anne babalarına ve kadınlarına gösterdiği saygıya az rastlarız. Kırgız kadınları
erkekler kadar tüm haklara sahiplerdir. Aile ve boy meselelerinde kadınların da
fikirleri alınır.” demektedir (Dıykanbayeva, 2017; 62).
Türk kültürü içerisinde son derece büyük bir öneme ve saygın bir yere sahip olan kadın, genel Türk dili ve Kırgız Türkçesinde söz varlığı açısından da bu
önemini ortaya koymuştur. Tarihten günümüze kadar doğrudan doğruya “kadın”
kavramını karşılayan kelimeler yanında, kadının sosyal ilişkilerini, akrabalık bağlarını, onunla ilgili sıfatlar ve fiilleri, hukuki durumunu, ona ait kıyafet ve eşyaları
karşılayan kelimeler, genel söz varlığı içerisinde oldukça geniş bir alana sahiptir.
Kadın kavramı ve kadının toplum içerisindeki konumu ile ilgili şimdiye kadar birçok çalışma yapılmış, sosyolojik açıdan veya kültür ve dil dairesi içinde kadın fazlasıyla inceleme konusu olmuştur.
Bunlardan bazıları genel söz varlığı içerisinde “kadın” kavramıyla ilgili alanı
dil açısından incelerken, bazıları kadın kavramını akrabalık terimleri ve kadına
verilen adlar açısından, bazıları da mitoloji, atasözleri ve deyimler açısından incelemişlerdir (Yazıcı Ersoy, 2012; 57). Bu çalışma da öncelikle yazı ve konuşma
dilinden, Kırgız Türkçesinin güncel ve diyalektolojik sözlüklerinden, halk kültürü
örneklerinden, deyimlerden, atasözlerinden, akrabalık terimlerinden, kadın şahıs
adlarından, kalıp sözlerden vb. derlenen kadın ve kadın dairesi içerisindeki söz
varlığından yola çıkılarak Kırgız toplumundaki kadın algısını, kadına bakış açısını, kadının toplumdaki yerini ve önemini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Kırgız Türkçesinde Kadın İçin Kullanılan Söz Varlığı
1. Genel Adlandırmalar
katın “kadın, hatun kişi, zen, karı, zevce, refika” (KTS, 2017; 1144). Clauson, kelimenin etimolojik olarak hakan/han ile ilişkilendirilmeye çalışılmasına
rağmen, bunun Soğdça xwat’yn (xwat’ēn) kelimesinden alındığını; Soğdçada xwt’y
kelimesinin ‘efendi, hükümdar’ ve xwt’yn kelimesinin ‘efendinin karısı, hükümdar’
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 463
anlamlarına geldiğini ve bunun da tam olarak erken dönemde xatun kelimesinin
karşılığı olduğunu, kelimenin en eski şeklinin xatun olmasına rağmen Türkçe’de
katun, Arapça’da xatun şeklinde okunduğunu belirtir (Clauson 1972, 602). Çağatay, W. Bang’ın bu görüşe itibar etmediğinden hareketle Osmanlıcadaki xatun
“zevce, yüksek sınıf kadını, hanım” sözünün yeni Farsçadan bir geçiş olduğunu
belirtir (Çağatay, 1962; 13).
katındık (-LIk yapım eki ile türetilmiş bir kelime <katın-dık ) “Kadınlık, kadın olma durumu” Katındıgın bilgizbey/Kayran eneñ Kanıkey/ Erkek bolup aldı emi
“Kadın olduğunu belli etmeden/ Sevgili anacığın Kanıkey/ Erkek kılığına girdi
o zaman”; “Karılık, evli kadının kocasına göre olan durumu veya görevi” (KTS,
2017; 1144).
katın-kalaç “kadınlar; kadın, eş, refika, karı” (KTS, 2017; 1144). Genel anlamda kadın kavramını karşılayan bir ikileme.
ayal “kadın, bayan, karı, eş” (KTS, 2017;176). Kelime Kırgız Türkçesine
Arapça ʽiyāl “bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu kimseler, kadın, eş” kelimesinden geçmiştir.
ayaldık (-LIk yapım eki ile türetilmiş bir kelime <ayal-dık) “kadınlık, kadın
olma durumu; kadının gerekli erdem ve nitelikleri taşıması durumu; kadınlık, dişiliğin özelliklerini kullanma durumu; kadınlara özgü” (KTS, 2017; 176).
zayıp “hanım, eş” (KTS, 2017; 2211). Arapça zāʿifa kelimesinden alıntılanan
kelime zayıp~zeipe~zeif “hanım, kadın, avrat” anlamlarında bazı Türk lehçelerinde kullanılmaktadır.
urgaaçı “dişi; kadın” (KTS, 2017; 2163).
2. Kadının Akrabalık Bağları ile İlgili Adlandırmalar
Türk dili akrabalık adları açısından zengin bir dildir. Türklerde aile kavramına ve akrabalık ilişkilerine verilen önem dilin söz varlığına da yansımıştır.
Abramzon’un sınıflandırmasından hareketle Kırgızlarda baba tarafından akrabalık için “atalaş”; anne tarafından akrabalık için de “catındaş” veya “gindiktaş” (catın
“rahim”, gindik “göbek”) terimlerinin kullanıldığını belirten Aynakulova, kamuoyunda resmi olarak bu akrabalığın daha yasal olduğunu fakat günlük hayatta ana
akrabalarına daha fazla önem verildiğini belirtir (Aynakulova, 1997; 174). Kadınlarla ilgili akrabalık terimlerinin Kırgız Türkçesinde daha fazla olması bu durumu
kanıtlar niteliktedir.
abice “abla; yaşça büyük kız veya kadın” (KTS, 2017; 22).
ana halk. “anne” (KTS, 2017; 101).
464 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
apa “anne, anne, ana, teyze, genel olarak anne yerinde olan kadınlara hitaben
kullanılır” (KTS, 2017; 118).
abısın “elti, erkek kardeş veya akraba eşleri” (KTS, 2017; 22). Moğolca abisun “elti” kelimesinden alıntılanan bu kelimenin (Lessing, 2003; 7) abısın, abızın,
åwsin, aphın, apsun, owsin, absın vb. şekillerde diğer Türk lehçelerinde örneklerine rastlanmaktadır. abısındık “eltilik” (KTS, 2017; 22). abısınduu “eltili ve eltisi
çok” (KTS, 2017; 22).
abısın-acın “elti, eltiler” (KTS, 2017; 22; Lessing, 2003; 7). Bu ikilemenin de
Moğolcadan Kırgız Türkçesine aynı şekilde alıntılandığı görülmektedir.
asırap bagıp algan ene “sütana” (Li, 2019; 91).
asırandı kız “sütkız, evlatlık kız” (Li, 2019; 91).
asıragan<asıra- “beslemek” (<Moğ.) +gan sıfat fiil eki ile türemiş olan kelime
Türk dilinin birçok lehçesinde “evlatlık, süt çocuk” anlamlarında kullanılmaktadır.
baldız “baldız” (KTS, 2017; 243).
bolokcot “ Kız tarafından dört kuşak akrabalık, torunun torunu” (KTS, 2017;
380).
bölö~karın bölö “teyze çocuğu, kuzen” (KTS, 2017; 410; Li, 2019; 239). Moğolcadan geçen kelime “teyze çocuğu” anlamında Türk dilinin birçok lehçesinde
böle~büle~pöle~póle vb. şekillerde aynı anlamda kullanılmaktadır.
ceen “Yeğen, teyzenin veya anne tarafından akraba bir kadının çocuğu; kızının çocuğu” (KTS, 2017; 549). İlk olarak birle kawışmış kak adaş yeğen tagay
“birlikte birleşmiş kardeşler, yeğen, dayı” ibaresiyle Uygurca metinlerde tespit edilen yegen kelimesine Orhun yazıtlarında “kız kardeşin” çocuğu anlamında rastlanmaktadır. Tutar, Kırgızlardaki yeğen teriminin Türkçedeki yeğen teriminden
farklı bir anlam taşıdığını, Türkçede babanın erkek ve kız kardeşleri yeğen olarak
görülürken, Kırgızların sadece babanın kız kardeşlerinin çocuklarını yeğen olarak
nitelendirdiklerini belirtir (Tutar, 2007; 159)
ceen kelin “Yeğenin hanımı” (KTS, 2017; 549).
ceen kız “Yeğenin kızı” (KTS, 2017; 549), “kız yeğen (kız kardeşin kızı)”, “kız
torun (kızın kızı)” (Li, 2019; 278).
ceençer “yeğen çocuğu (kız kardeşin torunu)” (Li, 2019; 278).
ceençoro “torun çocuğu (kızın torunu)” (Li, 2019; 278) Li, kelimeye gelen
-çer ve –çoro eklerinin Moğolcadan geçtiğini belirtir (Li, 2019; 278).
ceen küyöö “ Yeğenin eşi” (KTS, 2107; 549).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 465
ceñe “Yenge, bir kimsenin büyük kardeşinin veya amcasının karısı; genel
anlamda genç kadınlara seslenme sözü; düğünde geline kılavuzluk eden kadın”
(KTS; 561). ET. yenge kelimesinden gelişen kelime bazı fonetik değişikliklerle
Türk dilinin bir çok lehçesinde kullanılmaktadır. ceñelüü “Yengeli, yenge sahibi”
ceñelik “Yengelik, yengeyle ilgili, yengeye ait.”
ceñe-celpi “ağabeyin karısının bütün kadın akrabaları; yengeler” (Li, 2019;
90).
çoñ ene “babaanne, büyük anne; yaşlı kadınlara söylenen bir seslenme sözü”
(KTS, 2107; 747).
çöbürö kız “torunun kızı” (Li, 2019; 287).
ece “abla, büyük kız kardeş, saygı ve sevgi gösterilen yaşça büyük kız veya
kadın” (KTS, 2017; 852) “abla, hala (esk.) yaşça küçük eşe karşı yaşça büyük eş”
(Li, 2019; 225).
ene “anne, çocuğu olan kadın; ana, yaşlı kadınlara saygılı bir seslenme ünlemi” (KTS, 2017; 881).
karındaş “bacı, erkeğe göre kendinden küçük olan kız kardeş; erkeğe göre
kendinden küçük olan kadın akraba, erkeklerin kendinden küçük kadınlara söylediği seslenme sözü” (KTS, 2017; 1123). Yudahin ve Li’ye göre (amcadan küçük
olmak şartıyla) kız yeğen (Yudahin, 2011; 409. Li, 2019; 206).
kaynece~kayın ece “kadın veya kocaya göre birbirinin ablası” (KTS, 2017;
1154).
kaynene~kayın ene~(güney ağ.) kayne “kaynana, kayınvalide” (KTS, 2017;
1154).
kayın siñdi “küçük görümce, kocasının küçük kız kardeşi” (KTS, 2017; 1154).
Clauson kadın başlığı altında incelediği kayın ve kazın kelimelerini “evlenme
yoluyla ilgili” şeklinde açıklamış, öncelikli anlamının “baba, peder” olduğunu ve
daha sonra genel anlamda akrabalık ilişkisi için kullanıldığını belirtmiştir (Clauson, 1972; 602). Tay kelimesi gibi kayın kelimesi de Türkçenin birçok lehçesinde
evlenme yoluyla oluşan akrabalığı ifade eden bir tabir olarak çeşitli akraba adlarının terkibinde kullanılmaktadır.
kelin “gelin, evlenmek için hazırlanmış süslenmiş kız; yeni evlenmiş kadın;
gelin, oğlanın ve küçük erkek kardeşin eşi; yeni evlenmiş ya da genç evli kadınlar
için söylenir” (KTS, 2017; 1187).
466 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
kelinçek “genç gelin; genç eş, refika” (KTS, 2017; 1187). Kırgız Türkçesinde
küçültme ve sevgi ifade eden isimden isim yapan -çAk ekiyle türetilmiş bir kelimedir.
kelin-kesek “genç evli kadınlar” (KTS, 2017; 1187). Genel anlamda genç evli
kadınları ifade eden bir ikileme.
kette ene güney ağ. “büyük anne, nine” (Li, 2019; 133).
kette çoñ ene güney ağ. “dedenin veya ninenin annesi” (Li, 2019; 133).
kıyır tuugan “(anne tarafından) uzak akraba” (KTS, 2017; 1256).
kıyırçık “(anne tarafından) torunun torunu” (Li, 2019; 295).
kudagıy “dünür” (gelinin veya damadın annesi), gelinin veya damadın yaşlı
kadın akrabası” (KTS, 2017; 1406); Li, 2019; 83).
kudaça “gelinin veya damadın genç kadın akrabası” (KTS, 2017; 1406); Li,
2019; 83).
ögöy ene “üvey ana” (KTS, 2017; 1691).
ögöy kız “üvey kız” (KTS, 2017; 1691).
siñdi “küçük kız kardeş (kadınlar için); genel olarak kendinden yaşça küçük
kızlar, kadınlar için, kadınların kullandığı seslenme sözü” (KTS, 2017; 1822).
tayene~tayane~tay ene~(güney ağ.) teyne “anneanne” (KTS; 2017; 1980).
tayece~tay ece~(güney ağ.) teyce “teyze, annenin kız kardeşi” (KTS, 2017;
1980; Li, 2019; 189).
Kırgız Türkçesinde tay ve “büyük kız kardeş, abla” anlamındaki eciy~ece
(<eçe) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu kelimenin diğer Türk lehçelerindeki
örneklerini veren Tekin, Türkiye Türkçesindeki teyze (<tayaza~tayıza) kelimesinin de tay~tayı ezesi “dayı ablası, anne tarafından yaşça büyük kadın veya kız akraba” tarzında birleşik bir biçimden gelişmiş olabileceğini belirtir (Tekin, 1960; 294).
taa ceñe~tayceñe~(güney ağ.) teceñe “annenin büyük kadın akrabası veya
annenin büyük erkek akrabasının karısı” (Yudahin, 2011; 717; Li, 2019; 366).
Bu kelimeler tay “dayı, anne tarafından akrabalık” kelimesiyle oluşturulmuş
birleşik kelimelerdir. Tekin, Eski ve Orta Türkçe’de “annenin ağabeyi veya erkek
kardeşi” anlamındaki tagay~tagayı kelimesinin birçok Türk lehçesinde farklı şekillerde kullanıldığını, Kırgız Türkçesinde bu kelimenin iki ayrı yönde gelişerek taga
ve tay şekillerini verdiğini belirtir. taga kelimenin asıl anlamını devam ettirirken
tay genel anlamda “anne tarafından akrabalık” ifade eden bir tabir olarak çeşitli
akraba adlarının terkibinde kullanılır (Tekin, 1960; 293).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 467
togonçor~togoçor~tooçor~toonçor “torun çocuğu (kızın torunu)” (-çor
<Moğ.) (KTS, 2017; 2062; Li, 2019; 293).
tokol “çok hanımı olan adamın ilk hanımından sonraki eşi, kuma” (KTS,
2017; 2065). Çağatayca’da tokal “öteki kadınların hepsinden daha az değer verilen
ve hizmetçi kadınlar arasında olan kadın” anlamında görülen bu kelimeye bazı
Türk lehçelerinde de aynı anlamıyla rastlanmaktadır (Li, 2019; 333). Çağatay bu
kelimenin “genç ikinci kadın” manasını vererek, toqal eşqi “boynuzsuz keçi”, toqal
sır “boynuzsuz inek” kelimelerinden hareketle Radloff ’un bu kelimeyi yaşlı birinci kadına nazaran ikinci kadının kendisini müdafaa edecek durumda olmadığını
belirten bir tabir olarak aldığını ve kelimenin genç ikinci kadın anlamına geçmiş
olabileceğini belirtmiştir (Çağatay, 1962; 27).
törkün “kızın (gelinin) kendi ana babası ve akrabaları” (KTS, 2017; 2097).
DLT’de türkün kelimesi “oymakların, hısımların toplandığı yer, ana baba evi” şeklinde geçmektedir (Atalay 2006: 674)
törkün-tös~törkün töz “kadının (yakın ve uzak) akrabaları” (Li, 2019; 87).
3. Kadının Toplumdaki Konumu ile İlgili Adlandırmalar
Kırgızlarda kadının sosyal ve hukuki konumuyla ilgili adlandırmalarda kadının toplum içindeki saygınlığını, kahramanlığını ifade eden kelimelerle birlikte
yardımcı, hizmetçi kadın anlamlarını karşılayan kelimelerin yer aldığı görülmektedir.
baybiçe “çok hanımı olan kişinin birinci karısı; hanım, hatun; yaşlı kadınlara
saygı belirtmek için kullanılan ifade; yaşlı kadın” (KTS, 2017; 298).
baybiçelik (-lIk yapım eki ile türetilmiş bir kelime <baybiçe-lik) “baybiçe
olma, onur kazanma durumu” (KTS, 2017; 298).
çor “cariye” (KTS, 2017; 748).
kara “köle ve cariyeler için kullanılan “kimsesizˮ anlamındaki söz” (KTS,
2017; 1103). Yudahin bu kelime için tek başına bir anlam vermez, cariye ve köle
manasına gelen sözlere katılan bir sıfat olduğunu belirtir; kara kul, kara küñ vb.
(Yudahin, 2011; 403).
kenizek “hizmetçi kız veya kadın; köle kız veya kadın” (KTS, 2017; 1197).
kordor “cariye” (KTS, 2017; 1320) bu kelime kordo- “horlamak, hor görmek”
fiilinden farsça -dār ekiyle türetilmiş olabilir.
küñ “cariye, köle kadın; birinin emri altında bulunan, özgür olmayan köle
kadın” (KTS, 2017; 1465). küñ kelimesi “karavaş, cariye, kadın köle” (Caferoğlu
468 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
1993 82, Ergin 1995 123; Ata 1997 411; Gabain 2003 285; Tekin 1988; 152) anlamlarında Eski Türkçeden itibaren Türk dilinin birçok lehçesinde aynı anlamda
kullanılmaktadır.
künçüy “sultan, prenses, han kızı” (KTS, 2017; 1463). Clauson kelimenin kunçuy, Çince kung chu kelimesinden geldiğini ve “kralın kızı, prenses” anlamında
kullanıldığını belirtir (Clauson, 1972; 635).
marca hlk. “eskiden Rus kadınlarına verilen unvan” (KTS, 2017; 1519).
mırza esk. “kahramanlıkla namı çıkmış kızlar, kadınlar için söylenen bir unvan” (KTS, 2017; 1552).
mırzayım “hanım ağa (KTS, 2017; 1463).
ökül apa “vekil anne; evlilikte gelin ve damada öğüt vermesi, yol yordam göstermesi ve dünürler arasında aracı olması için seçilmiş kadın” (KTS, 2017; 1693).
4. Kadının Yaşı ile İlgili Adlandırmalar
beş kökül kız “genç kız” (KTS, 2017; 325).
biyke/ biykeç “(evlenmemiş kızlar için) hanımefendi; genç kız” (KTS, 2017;
371).
kız “kız, kız çocuğu, evlenmemiş kadın; kadının görümcesi için kullandığı
seslenme sözü” (KTS, 2017; 1260).
katın biyke “baldız”, “hanım kız, kızcağız” (Yudahin, 2011; 124). Çağatay,
bike kelimesinin Anadolu ağızlarında “hanımefendi, görümce”, Türk dilinin diğer
lehçelerinde “hanımefendi, genç kız” anlamlarında kullanıldığını ve bu kelimenin
Anadolu’ya göç etmiş muhacirler tarafından diğer lehçelerden getirilmiş olabileceği konusunda bir kesinliğin olmadığını belirtmiştir (Çağatay, 1962; 21).
ebiy hlk. “yaşlı kadın” (KTS, 2017; 852).
kempir “yaşlı kadın; hanım eş” (KTS, 2017; 1193).
kempir - kesek “yaşlı kadınlar” (KTS, 2017; 1193).
sekelek kız “henüz büluğa ermemiş kız, genç kız” (KTS, 2017; 1796).
selki “olgun kız, genç kız” (KTS, 2017; 1799).
5. Kadının Medeni Durumu ile İlgili Adlandırmalar
adal “nikâhlı eş, kadın” (KTS, 2017; 36)
ak cooluk “kadın, eş, zevce” (KTS, 2017; 52).
car “sevgili; eş, karı kocadan her biri, hayat arkadaşı” (KTS, 2017; 516).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 469
cesir “kocası ölmüş dul kadın.” (KTS, 2017; 572).
cuban “yeni evlenmiş genç kadın; boşanmış genç kadın” (KTS, 2017; 645);
genç kadın, taze, dilber (Yudahin, 2011; 229).
cubay “eş, karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika” (KTS, 2017;
645); “yavuklu” (Yudahin, 2011; 229).
kara dalı “kız kurusu” (KTS, 2017; 1108).
karkıraluu “genç evlenmemiş kız” (KTS, 2017; 1129).
kaylık halk. “nişanlı veya genç eş, refika” (KTS, 2017; 1161).
kelin “yeni evlenmiş kadın; gelin, oğlanın ve küçük erkek kardeşin eşi; yeni
evlenmiş ya da genç evli kadınlar için söylenir” (KTS, 2017; 1187).
kelinçek “genç gelin; genç eş, refika” (KTS, 2017; 1187). Kırgız Türkçesinde
küçültme ve sevgi ifade eden isimden isim yapan -çAk ekiyle türetilmiş bir kelimedir.
kelin-kesek “genç evli kadınlar” (KTS, 2017; 1187). Genel anlamda genç evli
kadınları ifade eden bir ikileme.
koluktu~koluktuu “nişanlı kız; gelin, yeni evlenmiş kadın” (KTS, 2017; 1302).
küyöölüü “nişanlı kız; kocalı, evli kadın” (KTS, 2017; 1482)
künü~kündöş “kuma, aynı erkekle evli olan kadınların birbirine göre adı;
aynı erkeğin birinciden sonra aldığı kadın veya kadınlar” (KTS, 2017; 1466). Çağatay, Türk lehçelerindeki küni kelimesinin “ortak, metres” anlamına geldiğini
belirterek Kazan Tatarcasındaki köndeş ve Özbek Türkçesindeki kündaş, kündoş
kelimelerini örnek olarak verir (Çağatay, 1962: 27). Caferoğlu Eski Uygur Türkçesinde küni kelimesini “kıskançlık” olarak açıklar (Caferoğlu 1993: 82). DLT’de
küni “kuma” anlamıyla verilmiştir (Atalay, 1991; 399). Clauson küni kelimesini
“kıskanç” olarak anlamlandırmıştır (Clauson, 1972: 727). Türk lehçelerinin birçoğunda gündeş~ kündeş~ kundaş~ kündes~ gündaş~ kundaş vb. şekilleriyle geçen
kelime “rakip kadın, kuma” anlamlarıyla yer almaktadır (Li, 2019; 331).
madam “madam, Fransa’da evli kadınlara verilen san” (KTS, 2017; 1560).
miss “evlenmemiş kadın” (KTS, 2017; 1560).
ledi “leydi, hanım, hanımefendi, bayan” (KTS, 2017; 1488). Kırgız Türkçesine
Batı dillerinden geçmiş bir kelimedir.
söykölüü “nişanlı, evlenmek için söz verip küpe takmış olan kız” (KTS, 2017;
1848).
takıyaçan “henüz evlenmemiş, bekâr kız” (KTS, 2017; 1933).
470 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
tastarluu “evli barklı genç kadın” (KTS, 2017; 1972).
tör karı halk. “evde kalmış, evlenmemiş kız” (KTS, 2017; 2096).
tul “dul, eşi ölmüş kadın” (KTS, 2017; 2107).
tul kara “yas tutan dul kadın” (KTS, 2017; 2107).
6. Kadın İçin Kullanılan Sıfatlar
ayım hanım, hatun, kadın; kız ve kadınlara verilen unvan; hanım, eş (KTS,
2017; 185). Çağatay bu sözcüğün Çağatayca “kadın, zevce” demek olduğunu, ay
“mah” iyelik I. şahıs -m ekiyle türetilerek “benim ayım, benim sevgilim” anlamında kullanıldığını belirtmektedir (Çağatay, 1962; 16). Li kelimenin Önce güney
ağızlarında kullanıldığını, şimdi genel olarak kadın anlamında kullanıldığını ve
muhtemelen Özbek Türkçesinden geçmiş olabileceğini belirtir (Li, 2019; 338).
agaça “olgun, onurlu kadın” (KTS, 2017; 45).
ak cooluk delbir “herkes tarafından beğenilen, zeki, akıllı kadın” (KTS, 2017;
52).
ak körpö cayıl “İyi niyetli, hayırhah, misafirperver, akıllı bayanlar için kullanılan sıfat.” (KTS, 2017; 54).
akbaarı hlk. “güzeller güzeli, ahu; kadın adı” (KTS, 2017; 57).
albarstı mit. “saçları dağılmış, kendine çeki düzen vermeyen kadın” (KTS,
2017; 76).
arkar emçek, akılgöy taraz “çoluk çocuk sahibi olsa bile güzelliğini kaybetmeyen, bakımlı ve akıllı kadın” (KTS, 2017; 139).
atimbü “halk inançlarını bilen ve uygulayan kadın” (KTS, 2017; 164).
beybak “kadınlar için ‘inatçı’, ‘öfkeli’ anlamlarında kullanılır” (KTS, 2017;
333).
blondinka “sarışın kadın” (KTS, 2017; 374).
bryunetka “esmer kadın” (KTS, 2017; 420).
cılañbaş “başı açık, örtünmemiş (kadın)” (KTS, 2017; 582).
cıpar kindik “sevilen, çok beğenilen kadın” (KTS, 2017; 597).
cükçül kara ingen “çalışkan, tüm zorluklara dayanıklı kadın” (KTS, 2017;
663).
çoyoke “yerli yersiz konuşan kadın” (KTS, 2017; 750).
çürök “güzel, güzel kız veya kadın.” (KTS, 2017; 765).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 471
dolu “söz dinlemeyen hırçın, kızgın kadın; inatçı; talihsiz, bibaht, bahtsız kadın (KTS, 2017; 828).
kara bet “genellikle dul kalan kadınlara “bahtsız” anlamında söylenir” (KTS,
2017; 1106).
kara caak (katın) “geveze, çenesi düşük (kadın)” (KTS, 2017; 1106).
kara ooz (katın) “ağzı pis, hırçın (kadın)” (KTS, 2017; 1110).
katınbaakı “kadınsı, kadınımsı” (KTS, 2017; 1110).
kelişimdüü “güzel” (KTS, 2017; 1189).
kıpça bel “zayıf, ince belli kadın” (KTS, 2017; 1236).
kızılı kızıl, agı ak “dört dörtlük, kusursuz, mükemmel (kadın)” (KTS, 2017;
1266).
kuurçak “bebek gibi, çok güzel (kadın)” (KTS, 2017; 1441).
kumar köz “güzel kız veya kadın” (KTS, 2017; 1418).
kül oyron “kadınların ölen kocaları için ağıt yakarken kullandıkları sıfat”
(KTS, 2017; 1456).
kündöş (<künü+döş) “birbirini kıskanan kadınlar” (KTS, 2017; 1463).
künü~künüçül “haset eden kadın; kumasına gün göstermeyen kıskanç kadın” (KTS, 2017; 1466).
megera “cadı, kötü kadın” (KTS, 2017; 1538).
moymol “güzel kadın, dilber” (KTS, 2017; 1569).
mölmöl “güzel kadın, dilber” (KTS, 2017; 1573).
satan (katın) hlk. “güzel, gösterişli (kadın)” (KTS, 2017; 1788).
suluu “güzel, güzel kız veya kadın” (KTS, 2017; 1861).
sumbul çaç “gür ve siyah saçları örülmüş olup, güzel görünen (kadın, kız)”
(KTS, 2017; 1862).
suu murun sölök “sünepe, pasaklı kadın” (KTS, 2017; 1868).
tasma bel “ince belli (kadın)” (KTS, 2017; 1972).
tulduu “yaslı, matemli (kadın)” (KTS, 2017; 2108).
töcügür “çok gezen, gezmeyi seven (kadın)” (KTS, 2017; 2090).
törkünçül “kendi akrabalarına düşkün (gelinler için)” (KTS, 2017; 2097).
türpü “ince belli (kadın)” (KTS, 2017; 2138).
472 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
uz “maharetli, becerikli kadın” (KTS, 2017; 2178).
zaypana “kadınsı, kadına özgü, kadın işlerine karışan” (KTS, 2017; 2213).
7. Kadına Söylenen Sevgi ve Hitap Sözleri
apa “anne, ana, teyze, genel olarak anne yerinde olan kadınlara hitaben kullanılır” (KTS, 2017; 118).
apake “anneciğim; teyzeciğim” (KTS, 2017; 118).
apakebay “anneciğim, teyzeciğim; hlk. anneye olan sevgiyi pekiştirme, yalvarma durumunda kullanılır” (KTS, 2017; 118).
apakele- “‘anne, anne’ diye seslenmek, hitap etmek” (KTS, 2017; 118).
apay “annesi ile yaşıt olan kadınlara hitap sözü” (KTS, 2017; 119).
baybiçe “yaşlı kadınlara saygı belirtmek için kullanılan ifade” (KTS, 2017;
299).
ceñe “yenge, genel anlamda genç kadınlara seslenme sözü” (KTS, 2017; 562).
ceñeke~ceñekebay “yengeciğim” (KTS, 2017; 562).
ceñele- “‘yenge’ diye hitap etmek; ‘yengeciğim’ diye yalvarmak” (KTS, 2017;
562).
çoñ ene “yaşlı kadınlara söylenen bir seslenme sözü” (KTS, 2017; 747).
eceke “ablacığım” (KTS, 2017; 854).
ecekebay “ablacığım” (KTS, 2017; 854).
ecele- “‘abla’ diye seslenmek” (KTS, 2017; 854).
ene “ana, yaşlı kadınlara saygılı bir seslenme ünlemi” (KTS, 2017; 883).
eneke~enekebay “annecik” (KTS, 2017; 884).
enekele-~ enele- “anne diye seslenmek” (KTS, 2017; 884).
erketay “kızlara veya kadınlara göre söylenen sevgi sözcüğü” (KTS, 2017;
896).
karındaş “bacı, erkeklerin kendinden küçük kadınlara söylediği seslenme
sözü” (KTS, 2017; 1123).
kız “kız, kadının görümcesi için kullandığı seslenme sözü” (KTS, 2017; 1260).
siñdi “genel olarak kendinden yaşça küçük kızlar, kadınlar için, kadınların
kullandığı seslenme sözü” (KTS, 2017; 1822).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 473
8. Metaforik Adlandırmalar
bir uuç söök “kız çocuk” (KTS, 2017; 364).
cez kempir “cadı, kötülük yaparak başkalarına zarar veren kadın” (KTS, 2017;
577).
çırımtal “küçük kız çocuğu” (KTS, 2017; 731).
çürpö “çocuk, küçük yaştaki erkek veya kız” (KTS, 2017; 765).
dolu “destanlarda kadın başkahramanlar için cesur, kudretli anlamlarında
söylenen söz” (KTS, 2017; 828).
kançık “kancık (dişi köpek), kadınlara kızıldığında söylenen söz” (KTS, 2017;
1089).
koşok “eş, karı, zevce” (KTS, 2017; 1330).
koyundaş (-daş yapım eki ile türetilmiş bir kelime <koyun-daş) “eş, zevce”
(KTS, 2017; 1339).
köñülü carım “dul” (KTS, 2017; 1367).
mastan “cadı, kötülük yaparak başkalarına zarar veren kadın” (KTS, 2017;
1522).
tüydök çaç “kadınlar için kullanılan olumsuz nitelendirme kelimesi” (KTS,
2017; 2146).
oymoktuu “kadın” (KTS, 2017; 1684).
ömürlöş~ömürdöş “hayat arkadaşı (koca, karı), karı” (KTS, 2017;1699; Li,
2019; 308).
perişte “melek, çoğunlukla kadınlara söylenen ve beğeni bildiren söz” (KTS,
2017; 1729).
perizat “peri güzelliğinde” (KTS, 2017; 1729).
söögü taza (ayal) “güzel, asil, soylu (kadın)” (KTS, 2017; 1846).
takıyaçan “henüz evlenmemiş, bekâr (kız)” (KTS, 2017; 1933).
tul kara “yüzü yaralı veya morarmış kadın” (KTS, 2017; 2107).
üydögü “evdeki kadın (veya erkek), eş” (Li, 2019; 333).
474 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
9. Kadınlarla İlgili Dini ve Mitolojik Adlandırmalar
afrodita mit. “Afrodit; Yunan mitolojisinde aşk tanrıçası” (KTS, 2017; 45).
albarstı mit. “Alkarısı, Albastı; saçları dağılmış, kendine çeki düzen vermeyen
kadın” (KTS, 2017; 76).
celkayıp mit. “destanlarda tayların koruyucusu veya mucizevi koruyucu anneleri” (KTS, 2017; 558).
celmoguz mit. “Kırgız ve Kazak sözlü edebiyatında yaşlı kadın görünümünde
çoğunlukla yedi başlı yaratık; cadı” (KTS, 2017; 558).
cez kempir mit. “masal ve efsanelerdeki korkunç görünümlü, vicdansız kadın
tiplemesi, cadı” (KTS, 2017; 577).
cez tumşuk mit. “pençeleri ve burnu madeni olan kocakarı kılığında cinni bir
varlık” (Yudahin, 2011; 759).
mastan kempir mit. “cadı, geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak” (KTS, 2017; 1522); kocakarı kılığında olan, güya insanın topuğundan
kamını enen bir varlık; hilekârlık eden efsanevi bir kocakarı (Yudahin, 2011; 555).
10. Kadınların Yaptıkları İş ve Meslekleri ile İlgili Adlandırmalar
aktrisa “aktris” (KTS, 2017; 66).
akuşer~akuşerka “doğum ebesi” (KTS, 2017; 67).
anaçı “ebe, doğumu gerçekleştiren kadın” (KTS, 2017; 101).
bübü “sahte kadın tabip; kadın şaman; kadın bahşı” (Yudahin, 2011; 152).
cökör “prensesin yanındaki yardımcı kızlar” (KTS, 2017; 638).
cük canaar “çeyizle ilgilenen, çeyizi götüren kadın.”
dada “yaşlı hizmetçi kadın” (KTS, 2017; 772).
ece “kadın öğretmen, hoca” (KTS, 2017; 854).
eceke halk. “kadın öğretmen, hoca” (KTS, 2017; 854).
ecey “kadın öğretmen, hoca” (KTS, 2017; 854).
ginekolog “jinekolog, kadın hastalıkları hekimi, uzmanı” (KTS, 2017; 937).
keçil “rahibe, kadın rahip” (KTS, 2017; 1180).
kindik ene “doğum ebesi” (KTS, 2017; 1272).
maşinistka “daktiloda yazı yazan kadın, yazıcı” (KTS, 2017; 1524).
medayım “kadın hemşire” (KTS, 2017; 1534).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 475
medsestra “kadın hemşire” (KTS, 2017; 1536).
styuardessa “hostes, uçaklarda yolcu ağırlayan kadın” (KTS, 2017; 1859).
11. Kadınların Süs Eşyaları ve Kıyafetleriyle İlgili Adlandırmalar
ak ileki “ Kırgızlarda evli kadınların giydikleri, beyaz bez sarılarak yapılan ve
dışından süslenen başlık” (KTS, 2017; 53).
ala tamak “kadınların göğüslerine taktıkları, değerli taşlarla süslenmiş takı”
(KTS, 2017; 69).
alabayrak esk.“dul kalan kadına giydirilen kaftan” (KTS, 2017; 70).
alçimbar “kadınların pahalı üstlüğü” (KTS, 2017; 79).
bargek “kadınların saçlarına veya alnına takmak için altın veya gümüşle süslenen takı” (KTS, 2017; 260).
beldemçi “belden yırtmaçlı olan kadın giysisi, kadın fistanı” (KTS, 2017; 316).
bermet şuru “inciden yapılan süs eşyası, inci bilezik”
bilerik “bilezik” (KTS, 2017; 357).
biytina “kadınlarda kaftanın iç astarı” (KTS, 2017; 373).
bluza “bluz, geniş kadın gömleği” (KTS, 2017; 374).
bluzka “ bluz, kadın gömleği” (KTS, 2017; 374).
bolero “kadınların kısa ceketi” (KTS, 2017; 380).
byustgalter “sütyen” (KTS, 2017; 467).
cıga “kuş tüyleriyle süslenmiş kadın başlığı” (KTS, 2017; 579).
cıgım “geleneksel başörtüsünün bir kısmı” (KTS, 2017; 579).
cırtış “yaşlı bir kişi öldüğü zaman gelen kadınlara dağıtılmak üzere kesilmiş
kumaş parçası” (KTS, 2017; 599).
cooluk “yazma, eşarp, başörtüsü; bele sarılan kuşak, sarık” (KTS, 2017; 629).
cunan hlk. “ince yün eşarp” (KTS, 2017; 655).
çaç kep “eleçeğin altından giyilen bone” (KTS, 2017; 681).
çaç papik “saça takılan süs” (KTS, 2017; 681).
çaç uçtuk “saç örgüsünün ucuna takılan gümüş sikke” (KTS, 2017; 681).
çaçpak “kadınların püsküllü saç süsü” (KTS, 2017; 682).
çadıra esk. “peçe, kadınların yüz örtüsü” (KTS, 2017; 682).
476 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
çıptama “genellikle kadın veya çocukların giydikleri yelek, kolsuz kalın veya
ince kısa giysi” (KTS, 2017; 732).
çöküle “kızın evlendiğinde giydiği koni şeklinde bir başlık”. Kız evlendikten
sonra bu başlığı 5-6 gün boyunca takıp, daha sonra kız kardeşleri için ailesine geri
gönderir, kase beyaz keçeden yapılıp, kırmızı kadife ile kaplanır, üste ve yanlara
tavus kuşu kanadı tutturulur.
çümböt “peçe, nikap” (KTS, 2017; 763).
dambal “şalvar, iç çamaşırı, içlik” (KTS, 2017; 781).
eek algıç “kadınların başlığı olan eleçeğin çene altından geçen kısmı” (KTS,
2017; 856).
eleçek “Kırgız kadınlarının milli başlık türü” (KTS, 2017; 872).
eşme “kadınların saçına katılarak örülen siyah iplik” (KTS, 2017; 906).
etek “etek, kadın giysisi; etek, giysinin alt kenarı” (KTS, 2017; 908).
ilativa hlk. “bayanların burnuna taktıkları altın halka, hızma” (KTS, 2017;
992).
ileki hlk. “beyaz kadın başlığı” (KTS, 2017; 993).
iymek “süs amacıyla kulağa takılan, pahalı, değerli takı, küpe” (KTS, 2017;
1015).
kapor “çene altından bağlanan çocuk veya kadın başlığı” (KTS, 2017; 1101).
kaz eleçek “Kırgız kadınların kullandığı bir çeşit sarık” (KTS, 2017; 1172).
kelek hlk. “kadın başlığı” (KTS, 2017; 1188).
kemsel “içine astar dikilen ve dize kadar uzanan dış giysi” (KTS, 2017; 1194).
kol tırmaç “bileğe takılan bir süs eşyası”
kete “değerli kumaştan yapılan kadın üst giysisi” (KTS, 2017; 1212).
kombinatsiya “kadın iç çamaşırı” (KTS, 2017; 1304).
koş etek “bir tür kadın elbisesi” (KTS, 2017; 1331).
könçök “kadın giysilerinde kullanılan metal düğme” (KTS, 2017; 1362).
köynök “kadınların giydiği elbise” (KTS, 2017; 1384).
parancı “çarşaf, kadın giyimi” (KTS, 2017; 1722).
sagak “bir küpeden ikinci bir küpeye doğru çene altından geçirilerek takılan
boncuk süs” (KTS, 2017; 1760).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 477
sırga “küpe, kulak memelerine takılan süs eşyası” (KTS, 2017; 1815).
sölköbay “gümüş paralardan kadınların saçlarına takmak için yapılan süs”
(KTS, 2017; 1845).
söykö “küpe” (KTS, 2017; 1848).
şuru “boncuklardan yapılan süs, bilezik” (KTS, 2017; 1918).
svinger “kadınların eteği geniş kısa paltosu” (KTS, 2017; 1882).
tanketka “yazlık kadın ayakkabısı” (KTS, 2017; 1951).
tartma “Kırgızlarda evli kadınların başlarına sardığı eleçek adlı başlığın üst
taraflarını tutturmakta kullanılan kumaş şeridi” (KTS, 2017; 1970).
ülbürçök “genç kadınların yüzüne taktığı ince, narin görünümlü tül” (KTS,
2017; 2182).
12. Kadının Hamileliğini ve Doğurganlığını İfade Eden Kelimeler ve
Fiiller
Türk toplumunda kadına verilen en önemli rollerin başında “eş” ve “annelik”
gelmektedir. Kadının hamileliğini, doğum öncesi ve sonrası fizyolojik durumunu
anlatan kelimeler de Kırgız Türkçesinin söz varlığında yerini almıştır.
ara törö- “erken doğum yapmak” (KTS, 2017; 125).
boykat hlk. “hamile” (KTS, 2017; 400).
boyloş “aynı zamanda hamile olanlar” (KTS, 2017; 400).
boyuna büt- “hamile kalmak” (KTS, 2017; 402).
boyunan boşon- “doğurmak, doğum yapmak” (KTS, 2017; 403).
boyunan kozgol- “düşük riski yaşamak” (KTS, 2017; 403).
boyunan tüş- “çocuk düşürmek” (KTS, 2017; 403).
catın “ana rahmi, rahim” (KTS, 2017; 538).
cüktüü “yüklü, hamile, gebe” (KTS, 2017; 664).
çünçü “hamile kadınlarda kalça ağrısı” (KTS, 2017; 764).
eki kat “gebe, hamile” (KTS, 2017; 863).
etek kir “aybaşı, âdet” (KTS, 2017; 908).
eti ooru- “doğum sancısı gelmek” (KTS, 2017; 909).
sarı karın “üç dört çocuk doğuran kadın” (KTS, 2017; 1784).
köz caruu “doğurmak, çocuk dünyaya getirmek” (Nurmatov, 2008; 424).
478 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
közü bozor- “doğum esnasında çok kan kaybından bayılmak” (KTS, 2017;
1394).
kuu ayak “kısır kadın” (KTS, 2017; 1437).
kuu cambaş “çocuk sahibi olamayan kadın, kısır” (KTS, 2017; 1438).
kuu catın “çocuk sahibi olamayan kadın, kısır” (KTS, 2017; 1438).
kuu şıyrak “kısır kadın” (KTS, 2017; 1438).
kuu tuyak “kısır kadın, çocuğu olmayan kadın” (KTS, 2017; 1438).
tolgoo kir- “doğum sancısı başlamak” (KTS, 2017; 2068).
tuu biyke “evlenmeden çocuk doğuran kız” (KTS, 2017; 2121).
tuu kal - “kısır kalmak, doğurmamak, döl vermemek” (KTS, 2017; 2121).
13. Toplum İçinde Uygun Olmayan Tavır ve Davranışlarına Göre Kadınla İlgili Olumsuz Adlandırmalar
ayagı suyuk “oynak, hoppa, hafif (kadın veya erkek)” (KTS, 2017; 175).
catını caman “ ‘kötü bir kadından doğma’ anlamında küfür sözü” (KTS,
2017; 538).
catını küyüp bütkön “Çok defa evlenen veya hafif, hoppa” (KTS, 2017; 538).
soyku “fahişe, hayat kadını” (KTS, 2017; 1842).
şaykeleñ “hafif, ağırbaşlı olmayan, ciddi olmayan, hoppa” (KTS, 2017; 1897).
şurkuya “hafifmeşrep, davranışları, içinde bulunduğu toplumun ahlak anlayışına uymayan (kadın)” (KTS, 2017; 1917).
14. Kadın ile İlgili Mekân İfade Eden Kelimeler
çaçtaraç “kuaför” (KTS, 2017; 682).
epçi “çadırlarda kadınlara ait olan sağ taraf ” (KTS, 2017; 888). İbn-i Mühenna Lügatinde bu kelime için sadece “kadın” tanımı yapılmıştır (Tülücü, 1995;162).
garem “harem, saray ve konaklarda kadınlara ayrılan bölüm” (KTS, 2017;
926).
15. Kadın Kavramı ile İlgili Fiiller ve Kalıp Sözler
acıraş- “ (karı-koca) birbirinden ayrılmak, boşanmak” (KTS, 2017; 29).
ala kaç- “ kız kaçırmak” (KTS, 2017; 68).
ayaldıkka al- “ Kadını eş olarak almak, evlenmek” (KTS, 2017; 176).
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 479
baş bayloo- “kıza dünür gidip sözlemek veya dul kadını başka birine vermek,
nikahını kıymak (Nurmatov, 2008; 132)
başın aç- “kızın nişanını bozmak; dul veya ayrılmış kadına tekrar evlenmeye
izin vermek, serbest bırakmak” (KTS, 2017; 284).
başka baş koşul- “gelin almak” (KTS, 2017; 289).
ber- “ vermek; kızı, kadını biriyle evlendirmek” (KTS, 2017; 320).
coolukta- “yazma, eşarp, başörtüsü örtmek” (KTS, 2017; 629).
cük körsöt- “kızı alırken kayınlarına onun çeyizini göstermek” (KTS, 2017;
663).
çık- “varmak, kadın evlenmek; kadın kocadan boşanmak, ayrılmak” (KTS,
2017; 722).
çolok baytalga miñgiz- esk. “kocasından vazgeçen, kocasını beğenmeyen kadınları saçlarını keserek kısrağa ters bindirerek ailesine götürmek” (KTS, 2017;
745).
eki kolun booruña al- “doğum yapmak, sağ salim doğurmak” (Nurmatov,
2008; 699).
erden çık- “kocasından boşanmak” (KTS, 2017; 892).
eşik açıp, beşik türtkön “önceden bir evlilik yapmış, kocasından boşanmış”
(Nurmatov, 2008; 712).
kız ala kaç- tar. “kız kaçırmak dünür düştüğü kızın başlık parasını ödemediği zaman kızı rızasıyla alıp götürmek. Kız kaçırmak, bir kızı kendisinin veya
ailesinin rızası olmadan alıp götürmek” (KTS, 2017; 1262).
kız çıgar - “kız vermek” (KTS, 2017; 1262).
kız köçür - tar. “evlenen kızın göçünün yakınları tarafından törenle geçirilmesi” (KTS, 2017; 1262).
kız uzat - “kızı evlendirirken uğurlama töreni” (KTS, 2017; 1262).
koşok / koşok koş - “ağıt, evlenen kızın arkasından niteliklerini anlatan söz ve
ya ezgi” (KTS, 2017; 1333).
köz açıp körgön “ilk doğan çocuk veya ilk gelin” (KTS, 2017; 1187).
ooz açıp öpkön, köz açıp körgön “en büyük gelin” (KTS, 2017; 1649).
küyöö tap - “koca bulmak” (KTS, 2017; 1481).
küyöödön çık - “kocadan ayrılmak” (KTS, 2017; 1481).
480 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
küyöögö ber - “kocaya vermek” (KTS, 2017; 1481).
küyöögö çık - “kocaya varmak, evlenmek” (KTS, 2017; 1481).
küyöögö kaç - “kocaya kaçmak” (KTS, 2017; 1481).
küyöögö ket - “kocaya gitmek” (KTS, 2017; 1481).
küyöögö tiy - “kocaya varmak, kocaya gitmek” (KTS, 2017; 1481).
küyöölö- “evlenmeden önce söz kesilen kızı hediyeler alarak ziyaret etmek;
evleneceği kızı evinden törenle almak” (KTS, 2017; 1481).
olut basıp kalgan ayal “evinde ailesinde otorite kazanmış kadın” (KTS, 2017;
1635).
otur - “kaçırılan kızın gelin olmaya razı olması, kaçırıldığı evde kalması”
(KTS, 2017; 1678).
turmuşka çık - “kocaya varmak; kızın, kadının evlenmesi” (KTS, 2017; 2115).
Sonuç
Sözlü geleneğin ve göçebe kültürün son zamanlara kadar devam ettiği Kırgız
halkının söz varlığı içerisinde, Eski Türkçeden beri kullanılan ve genel Türk dilinde ortaklık gösteren kadın ile ilgili birçok kelimenin yanında çok sayıda diğer dillerden alıntılanmış kelimelere de rastlanmaktadır. Yaşanılan coğrafya ve değişen
inanç sistemleri sebebiyle tarihi süreç içerisinde Arapça, Farsça, Rusça, Moğolca,
Çince’nin yanında Kırgız Türkçesinde modernleşmeyle birlikte batı kökenli kelimelerin de tanıklığına rastlanmaktadır. Kadın kavramı dilin söz varlığında ya
doğrudan kadın olarak, ya da kendisine yüklenen roller açısından yer almakta ve
onunla birlikte anılan kavramları çağrıştırmaktadır. Bu kavramlar içinde kadının
güzelliği, aklı, cinselliği yanında kadının aile ve sosyal yaşamda kız evlat, eş, anne,
saygın bir konumda veya bir kahraman olarak üstlendiği rollere dair söz varlığının
da yoğunlukla kullanıldığını söylemek mümkündür. Türk dilinde ve özelde Kırgız
Türkçesinde, kadının sosyal yaşamdaki varlığı ve rolleri söz varlığını zenginleştirmiş, beraberinde toplumun kadına yönelik bakış açısını da ortaya koymuştur.
Türk geleneksel kültürü ve aile yapısında kadının ev ile sınırlı bir yaşam alanına
sahip olması, eş ve anne rollerinin baskın gelmesi, daha kırılgan olması, toplumun
kadına bakış açısı, toplumsal bilinçaltındaki kadına layık görülen olumlu veya
olumsuz kodlar, kadın ile ilgili söz varlığının da bu yönde şekillenmesine neden
olmuştur.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 481
Kaynakça
Akmataliyev, A.A. vd. (2015). Kırgız Tilinin Tüşündürmö Sözdügü. Avrasiya Press.
Aksan, D. (1996). Türkçenin Söz Varlığı. Engin Yayınevi.
Arıkoğlu, E. vd. (2017). Kırgızca-Türkçe Sözlük (KTS). Kırgızistan-Türkiye “Manas” Üniversitesi
Yayınları.
Atalay, B. (2006). Divanü Lûgat-it-Türk Dizini. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Aynakulova, G. (1997). Kırgızlarda Evlilik ve Aile. Bilig, 6, 174-179.
Caferoğlu, A. (1993), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul.
Clauson, S.G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish. Oxford.
Çağatay, S. (1962). Türkçede “Kadın” İçin Kullanılan Sözler. TDAY- Belleten, 13-49.
Dıykanbayeva, M. (2017). Kırgız Atasözlerinde Kadın ve Toplumdaki Yeri. Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, 59, 61-70.
Ergin, M. (1989). Orhun Abideleri. Boğaziçi Yayınları.
Lessing, F.D. (2003). Moğolca-Türkçe Sözlük (çev. G. Karaağaç). Türk Dil Kurumu Yayınları.
Li, Y.S. (2019). Türk Dillerinde Akrabalık Adları. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Mangır, M. (2017). Derleme Sözlüğüne ‘Kadın’ Kavramı ile İlgili Katkılar. Dede Korkut Uluslararası Türk Dil ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 6/13, 38-50.
Mukambayev, C. (2009). Kırgız Tilinin Dialektologiyalık Sözdügü. Bişkek.
Nurmatov, M. (2008). Kırgız Türkçesindeki Deyimler (Aktarma-İnceleme). Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Tekin, T. (1960), ‘Amca’ ve ‘Teyze’ Kelimeleri Hakkında, TDAY-Belleten, 1960, 283-294.
Tutar, H. (2007). Kırgızlarda Akrabalık Terminolojisi ve Akrabalık İlişkileri. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları (HÜTAD), 6, 155-169.
Tülücü, Süleyman (2010). İbn Mühenna Sözlüğü ve Bu Sözlükte “Kadın” ve “Kadın Akrabalık”
Adları İçin Kullanılan Sözler. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (0) 2, 155165.
Yazıcı Ersoy, H. (2012). Başkurt Türkçesinde “Kadın” ile İlgili Söz Varlığı. Selçuk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 31, 55-82.
Yudahin, K.K. (2011). Kırgız Sözlüğü (çev. A. Taymas). Türk Dil Kurumu Yayınları.
KILINMAK VE TÖRÜMEK FİİLLERİ
ÜZERİNE DÜŞÜNCE VE TESPİTLER
Prof. Dr. Dursun YILDIRIM, Emekli Öğretim Üyesi
Türk tarih yazımında, tarih yazıcılığında ve tarihe bakış açısından gözümüzün önünde duran ve hiç bıkmadan usanmadan yüzyıllardır bize dünya tarihçiliğine kendini anlatmaya, taşıdığı anlamları sabırla düşündürtmeye çalışan ama bir
türlü bize bu gerçekleri düşündürtemeyen, kadim geçmişimizi geleceğe taşıyan iki
temel fiil vardır. Bunlardan birincisi, “Kılınmak”, ikincisi ise “Törümek” fiilleridir.
Bu fiillerin her ikisinin de hem Bilge Kağan’ın hem de Bilge Tonyu Ak Aka[=Bilge
Tonyukuk]’nın1 yazdığı ve “bengü taş”lara dokutturdukları yazıtlarda yer aldığını
görmekteyiz.
Türklerin, insanların ilk yaradılışı, tarihin nasıl yürümeye başladığı konusu,
Bilge Kağan kadar yalın, anlaşılır biçimde hangi yazma eserde yerini almıştır, doğrusu kendi payıma bilmiyorum.
Bilge Kağan, kâinatın ve insanın yaradılışı, tarihin yürüyüşünü, “Köl Tigin
Benggü Taş Bitig”[=Köl Tigin Ölümsüz Taş Kitabı] yazıtları içinde yüzyıllarca,
binlerce yıllar sürmüş bir oluşum sürecini, yazıya dökülse hacmi binlerce, milyonlarca anlatıyı, bellekte sıkılaştırma, çok anlamlı ve aynı zamanda çok bağlamlı
açılımını çağrışım yöntemiyle okunur, anlaşılabilir bir zihnî metine dönüştürür.
Bu kesif anlam yüklü zihnî metinde, Türklerin tarih sahnesine çıkışını, insanlığın
yaradılışını ve Türk tarihinin yürüyüşünü Bilge Kağan bizlere, bir cümlede istifleyerek dile getirir. Bu ifade bana göre bütün bu özellikleri içinde barındırması bakımından olağanüstü bir anlatım diline ve kudretine sahip bir zihnî metni oluşturur
ve bu metni hiç yüksünmeden yüzyıllar boyu sırtında taşımakta ve işlevini bugün
de sürdürmektedir.
1
Bilge Tonyu Ak Aka biçiminde okur ve anlamlandırırsak, onun yüklendiği ve gördüğü
işleri de daha iyi anlamak olanağı buluruz. İlteriş Kağan’ın hem bilgesi<baş kamı>, kurban
sunucusu, Kağan kaldırma töreni yöneticisi, sözcüsü, çabışı <orduyu savaşta sevk ve idare
eden kişisi, kendinden yaşça büyük teyze oğlu bir “aka” konumundadır. Tanrı’ya kurban
sunma ve Kağan kaldırma törenlerinin baş kamı, görevi gereği “ak ton” giyinir ve Tanrı’ya
boz<kır> at kurbanını sunar. Yüklendiği anlamlar, işlevler ve yer aldığı bağlamlar bakımından klişe okuyuş yerine yeni okuyuşun daha uygun olacağı ve dilimize de gramer bakımından uygun bir okuyuş olduğu açıktır.
484 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Şimdi tanımlamaya ve açıklamaya çalıştığım sözleri ve açıklamasını görelim:
[KT D1]2:
“üze kök teng-ger3, asra yağız yer kılıntukda ekin ara kişi oglı kılınmış. Kişi
oglınta üze eçüm apam bumin kağan istemi kağan olurmış. Olurupan törük bodunıng ilin törüsin tuta birmiş iti birmiş”. [=yukarıda mavi sema yurtu, aşağıda kara
yer yaratıldığında, ikisi arasında, yeryüzünde insanoğlu yaratılmıştır. Kişioğlunun
üzerine ecdatım, eçüm apam bumin kağan, istemi kagan, olmuştur. Kağan olarak
tahta oturup yaratılmış bodununun ilini <devletini>, törüsünü <yasalarını> ayağa
kaldırmış, düzene koymuştur].
İnsanlık tarihi, kişioglı <insanoğlu, yer ile gök yaratıldıktan ve ikisi arasında,
yeryüzünde yaşamak üzere yaratıldığında, onları düzene koyup idare etmek üzere
ecdatlarım başa geçmiş <tahta oturmuş> devleti, törüyü kurup yürütmüşler.
Türk tarih yazımında ve yazıcılığında arkada yazıp bıraktığı “benggü taş bitig”
yazıtları ile Bilge Kağan Türk tarihçiliğinin kurucusu konumundadır. Bilge Kağan gerçekçi, gerçekliğini bildiği olayları, İstemi[=Uç Temür] ve Bumin[=Tuman,
Tümen] Kağanlara gelinceye kadar zamanı babası İlteriş Kağan, amcası Kapgan
Kağan ve kendi zamanında yaşanmış olayları Bilge Kağan yazıp anlatmıştır. Başlangıçtan eçü ve apalarından önce yaşanmış geçmiş kadim zamanı ise, zihnî tasavvura bırakılmıştır. Hatırlanır, bilinebilir tarih ile geçmişin tasvirine geçildiği görülür. ”Kılınmak” fiilinin yaratılmak, doğmak anlamlarında kullanıldığı görülür. Bu
eylem, kişioğlunun yarattığı, gerçekleştirdiği eylemleri kapsamadığı, iradesi dışında kalan yaratımları, yerin, göğün, insanın yaratılışını ifade etmek için “kılınmak”
fiili kullanılmıştır. Türklerin kültür tarihinde ikinci “yaratma” fiili var: ”törimek”.
Bu fiil de “yaratılmak” anlamını karşılamakla birlikte, bu “yaratma” eyleminde
ilkinde olduğu gibi doğrudan doğruya ”teng eri”nin etkili olmadığı, bu yaratma
işlemi sürecinde kişioğlunun daha etkili olabildiği anlaşılmaktadır.
Birinci “yaratılma”yı ifade eden “kılınmak” fiiline karşılık, “törimek” kişioğlunun katkısı olan bir başka “yaratım”ı ifade ettiği anlaşılıyor. Bu eylemin, kişioğlunun gerçekleşmesine doğrudan katkıda bulunduğu yaratımlar için kullanıldığı anlaşılıyor. Anlatısı farklı olsa da adımız olan “türk” sözü, ”törü-mek“<yaratmak>’ten
doğmuştur [Törü- fiilinden>törük> türük> türk]4.
Köktürk Kağanlığı ikinci döneminin kurucuları olan Kutluk Şad ile Çin’de
kılınmış <yaratılmış, doğmuş ve yetişmiş olan teyze oğlu Boyla Bağa Tarkan teyze
2
3
4
Köl Tigin Benggü Taş Bitig yazıtında yer alan ibarenin yer aldığı yer, Köl Tigin yazıtının
doğu yüzü ilk cümlesi: [KT D1] biçiminde gösterilmiştir.
teng: sema, kâinat; ger: çadır, yurt, otağ.
İbrahim Kafesoğlu (1966). “Tarihte “TÜRK” Adı”. Reşid Rahmeti Arat İçin. Ankara:
TKAE, s. 306-319.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 485
çocukları olmaları yanı sıra, aynı zamanda birbirleri açısından “dünür” boylarına
mensupturlar. Bilge Tonyu Ak Aka, Kutluk Şad’ın[=Tonu Ak Ağa], Kutluk Şad’ı
kağan kaldırma5 ve kurban törelerini yöneten baş kam işlevini de yürütmüştür.
Söz konusu törenler sona erdiğinde, Bilge Tonyu Ak Aka, diyor ki, Kutluk Şad,
“İlteriş Kağan”, ben özüm “Bilge Tonyu Ak Aka” oldum”6. Yeri gelmişken Bilge
Tonyu Ak Aka’nın da damadı Bilge Kağan gibi, bir tarihçi olarak kendi zamanında
yaşadıklarını sağlığında yazıya alıp “benggü taş” üzerine dokutturmuştur. Onun
anlatımlarında kullandığı dilde duygular arındırılmış olsa da politik tutumları
yansıtılır. Bunu yaparken hiç kimseye aldırmadan sözünü esirgemez, gereken yerde gereken biçimde sözünü söylediği görülür7.
Türk tarihinde “törük” adının ilk kez Çin kayıtlarında yer aldığı ve hangi
anlamda kullanıldığı ve hangi eylem ardından kullanıldığı bilgisi yer almaktadır.
Türk tarihinin efsanevi safhalarına ışık tutan kayıtlara göre “törük” adı ile ilgili
şu bilgiler verilmektedir: ”T’u-kuelerin ataları Hiung-nuların kuzeyinde bulunan
So devletinden gelmektedir. Kabilenin şefi kardeşi olan A-Pang-pu idi. On yedi
kardeş arasında İ-çi-ni-şi-tu’nun dört oğlundan dördüncüsü ateşi icat edip bütün
A-pang-pu kabilelerini soğuktan korur. Bundan dolayı, ateşi icat ederek ısınmalarını sağlayan kişiyi kendilerine reis/han seçerler ve ona “T’u-küe” <yaratılmış>
ünvanı vermişler8.
Çin kayıtlarında yer alan bilgilere göre, yaratılmış kişioğulları kendilerinin
ateşi bulup, kendilerini soğuktan korumayı başaran kişiyi kendilerine göğe kaldırarak reis/han seçtiklerinde ona Çin kaynaklarında yer alan bilgilere göre “T’uchue” demişler9. Çin kayıtlarında bu şekilde yer alan sözcüğün “törük” ve anlamının da “yaratılmış” olduğu anlaşılmıştır. Bu anlamı ile bu sözcüğün Benggü
Taş Bitig yazıtlarında yerini almıştır. Bilge Kağan’ın kardeşi Köl Tigin için yazdığı
benggü taş bitigde “yaratılmış” anlamı ile şu şekilde yer almıştır <KT G1>:
“Teng eri teg tenggeride bolmış törük bilge kagan bu ödke olurtum”.[=semanın/efendisi/beyi gibi <ben de> kök otağda olmuş <orada> yaratılmış Bilge Kağa5
6
7
8
9
Dursun Yıldırım (1991). “Köktürklerde Kağanlık Süreci; Kaldırma, Kötürme ve Oturma”.
XI. Türk Tarih Bildirileri. Ankara: TTK Yayını, s. 519-530.
Buraya kısaltarak aldığım ibare Bilge Tonyu Ak Aka Benggü Bitigi, I.Taş. Batı yüzü bk.
Hatice Şirin (2006). Eski Türk Yazıtları Söz Varlığı İncelemesi, Ankara: TDK Yayını,
s.638.
Bk. Dursun Yıldırım (2022).“Bilge Tonyukuk Beggü Taş Bitiği” ve Türk Edebî Yaratıcılığında Yeri. Türk Kültürü, 60 (XV), 1, 2022/1: 1-16.
Liu Mau-Tsai (2006). Doğu Türkleri. İstanbul: Selenge Yayınları, s. 15-16.
“Türkler” ve ”Türk” üzerine kaynaklarda ve incelemelerde yer alan kayıtlar, değerlendirmeler ve açıklamalar için bk. İsenbike Togan-Gülnar Kara-Cahide Baysal (2006). Çin Kaynaklarında Türkler Eski T’ang Tarihi. Ankara: TTK Yayını, s.67-71.
486 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
nım. Bu zamanda tahta oturdum]10. Bilge Kağan, kağan köterme törenine bağlı
olarak şu kayıtta bulunur:
“uze törük tenggerisi törük iduk yiri subı ança etmiş: törük bodun yok bolmazun tiyin bodun bolçun tiyin kanım ilteriş kaganıg ögüm ilbilge katunug teng eri
töpüsinte tutup yügerü kötürmiş erinç”[KTD10-11].
Yukarıda belirttiğim bu ifadeyi ben şu şekilde açıklıyorum: ”[=yukarıda türk
sema çadırı <yurdu, otağı> türk mukaddes yeri ve suyu şöyle yapmışlar. törük
bodun yok olmasın diye, bodun olsun diyerek babam İlteriş Kağanımı ve anam İlbilge Hatun’u Teng Eri< Semanın Efendisi11> tepelerinden tutup yukarı, kendi katına çıkardı.]. Burada “törük bodun” dan yaratılmış bodunu, düzene konmuş il ve
törüye bağlanmış, konmuş bodunu anlıyorum. ”Törük” <yaratılmış> anlamından
ne zaman bir “bodun” adı konumuna gelmiştir, sorunu üzerine ayrıca durulması
yerinde olacaktır.
Kağan köterme, kaldırma töreni tasviri ile bu yazıyı bitirmek istiyorum. Kağan kaldırma töreni, kaldırılan kişinin yaratılmış olması “törük” <yaratılmış> unvanı ile çağrılıyor olması, onun Teng Eri tarafından kendisine, bilig, küç, bilig, kut,
ülüş, il tutsık yir yarlığı ile donattıktan sonra, bodunu yönetmek üzere yere bodun
üzerine indirilmesi, başka yaratılmışlardan farklı yaratılışa uğramış bir kişiliği
yansıtmış olduğundan dolayı böyle yaratılış ile, “törük” şeklinde ifade edilmiş olduğunu düşünüyorum. Yeniden yaratılma ve bu eylemin Teng Eri katında gerçekleşmesini bir tür yeniden olağanüstü niteliklerle donatılmış biçimde yeniden
“yaratılma” diye anlamamız yanlış olmaz sanırım.
Türkler arasında “törük” vasfına erişmek için yapılan tören hakkında Çin kayıtlarında “T’u-küe” için şu bilgiler yer alır:
”yeni bir hükümdar<han, kağan, İlliğ kağan seçileceği zaman, topluluğun
<bodunun-boylar birliğinin> en yüksek rütbeli kişileri<boy beyleri> onu bir keçe
örtünün üstünde taşıyarak güneş yönünde dokuz kez döndürüyorlardı. Dokuz kez
döndürülmesinin nedeni Kâinatın Efendisi olduğuna inanılan Teng Eri’nin göğün dokuzuncu katında bulunduğu inancı ile ilişkilidir. Her dönüşte bütün bodun
onun önünde yere doğru eğilirdi. Dönmeler ve eğilmeler sona erince, hükümdar10
11
Köl Tigin Benggü Taş Bitig yazıtında yer alan bu cümlenin okunuşu ve yorumu bize aittir.
Türklerin inanç yapısı içinde “Tanrı“ tasavvuru, kâinatın, yerin göğün ve kişioğlunun ve
her şeyin yaratıcısı/kılıcısı sınırsız kudret sahibi biçiminde algılandığı anlaşılıyor. O, yeryüzünü doğudan batıya uzanan bir yay gibi koruması altına alan Kâinatın efendisi, beyi
tasavvur edilen Teng Eri’dir. Bu inanç yapısı Türkler arasında avcılık, hayvancılık ve az-çok
tarım ile uğraşıldığı bir süreç içinde bu inanç yapısı M.Ö.1450-1050 yıllarında Tabgaç eline TÜRKLER tarafından getirilmiştir. bk. Wolfram Eberhard (1947). Çin Tarihi. Ankara:
TTK Yayını. Bu tespitten hareketle, Türkler arasında bu inanç sisteminin kadim vücud
bulmuş olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 487
larını bir ata bindirerek dolaştırırlardı. At ile dolaştırma sırasında boğazına ipek
bir bez dolayarak sıkarlardı. Hükümdar zorlukla soluk alabilirdi. Sonra bu bağı
gevşeterek kendisine hemen sorarlardı: “Kaç yıl bizim hükümdarımız/kağanımız
olarak kalacaksınız, diye. Bu Sırada kağan baygın durumda olduğundan sureyi
açık seçik söylemezdi. Ağzından karmakarışık dökülen sözcüklerden hükümdarlık süresi kestirilirdi”.12 Bu sorgulama işleminin, kağan kötürme <kaldırma> törenini yöneten ve baş kam işlevi görenin yaptığı şüphesizdir. İlteriş Kağan için bu
görevi bilgesi, sözcüsü ve çabışı olan Bilge Tonyu Ak Aka’nın baş kam olarak bu
işlevi yerine getirdiği, bodun üstüne tahta oturması için onun “törük” olmasına,
bir başka deyiş ile bu süreç, olağanüstü niteliklerle donatılmış, bir tür yeniden yaratılmış kişi olarak yeryüzüne inmesi kağan olmasıyla bağlı bir süreç diye tanımlanabilir. Kağan seçilme sürecini de yapılan işlemlerin nelerden ibaret olduğu da,
yukarıda verdiğimiz alıntıdan da anlaşılmaktadır.
Kaynakça
Dursun Yıldırım (1991). “Köktürklerde Kağanlık Süreci; Kaldırma, Kötürme ve Oturma”. XI.
Türk Tarih Bildirileri. Ankara: TTK Yayını.
Dursun Yıldırım (2022).“Bilge Tonyukuk Beggü Taş Bitiği” ve Türk Edebî Yaratıcılığında Yeri.
Türk Kültürü, 60 (XV), 1, 2022/1: 1-16.
İbrahim Kafesoğlu (1966). “Tarihte “TÜRK” Adı”. Reşid Rahmeti Arat İçin. Ankara: TKAE, s.
306-319.
İsenbike Togan-Gülnar Kara-Cahide Baysal (2006). Çin Kaynaklarında Türkler Eski T’ang Tarihi. Ankara: TTK Yayını,
Liu Mau-Tsai (2006). Doğu Türkleri. İstanbul: Selenge Yayınları.
12
Liu Mau-Tsai (2006). Doğu Türkleri. İstanbul: Selenge Yayınları, s.19-20.
MAHTUMKULU’NUN DİLİNDE
HAYVAN ADLARI
Prof. Dr. Osman YILDIZ, Süleyman Demirel Üniversitesi
ORCID No: 0000-0003-2250-0260
Giriş
Mahtumkulu, meşhur Türkmen şairi Devlet Mehmet Azadî’nin oğludur. Tahminen 1733 yılında doğmuştur. Çocukluğunda babasının ilminden ve şairliğinden istifade etmiştir. Buhara’da ve Hive’de iyi bir medrese eğitimi görmüş; Arapçayı, Farsçayı ve edebî Doğu Türkçesini öğrenmiş; Nizamî, Sadî, Fuzûlî, Nevâyî
gibi Türkçenin ve Farsçanın klâsiklerini tanımıştır. Dünyaya geldiği yer Hazar
Denizi’nin güney-doğu köşesinden denize dökülen Etrek Çayı civarıdır. Şair,
Türkmenistan’ı, Özbekistan’ı, Afganistan’ı ve İran’ın bir kısmını dolaşmıştır. Hayatının büyük bir bölümü Türkmenler arasında geçmiştir. Yine tahminen 1780’li
yıllarda ve elli yaşını geçtiği sıralarda ölmüştür (Biray, 1992, s. 13).
Mahtumkulu’nun şiir yazmaya çok erken yaşta başladığı bellidir. Ancak kendisi bütün şiirlerini derleyip toparlamadığından şiirlerinin kesin sayısı bilinmemektedir. Şairin kendi el yazısıyla olan divanı ele geçmemiştir (Azmun, 1978, s.
XII, II). Onun şiirleri daha şairin yaşadığı devirden itibaren çok geniş bir kitleye
yayılmıştır. Bunun neticesi olarak da şiirleri, değişik bölgelerde ve değişik zamanlarda birer divan şeklinde toplanıp muhafaza edilmiştir (Biray, 1992, s. 13)1.
Mahtumkulu’ndan önceki Türkmen şairleri hem dil hem de üslup bakımından klasik Çağatay edebiyatının tesirinde kalmışlardır. Bu tesir, Mahtumkulu’nda
da görülmekle birlikte o, şiirlerini daha ziyade Türkmen diliyle ve Türkmenlerin
anlayıp benimseyeceği bir tarzda yazmıştır. Bu münasebetle Mahtumkulu, Türkmen Türkçesi yazı dilinin kurucusu ve klasik Türkmen edebiyatının en büyük şairi sayılmaktadır (Kara, 1998, s. 132). Mahtumkulu’nun şiirlerinde tematik olarak
başta Türkmen birliği olmak üzere, millî, dinî ve evrensel değerler didaktik bir
tarzda dile getirilmiştir (Cankurt, 2013, s. 911-951).
Şiirlerinin büyük ekseriyeti sekiz ve onbir heceli koşmalardan ibarettir; bir
miktar gazeli, çok az sayıda da beş, altı ve dokuz mısralık bentlerden oluşan şiiri
vardır (Biray, 1992, s. 14).
1
Mahtumkulu divanının nüshaları ile şiirlerinin yayımları hakkında bk. Azmun, 1978, s.
II-V; Biray, 1992, s. 28-30; Kutlu, 2017, s. 28-38.
490 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Mahtumkulu, şiirlerini çok zengin bir kelime kadrosu, deyim, atasözü ve özlü
sözlerle terennüm etmiştir. Şairin dilinde insandan tabiata, tabiattan insana deyim
aktarmaları çok önemli bir yer tutar. Bunda eski Türkmen toplumunun tabiat ile
iç içe bir hayat sürmesinin büyük etkisi vardır. O, deyim aktarmalarını genellikle
hayvanlar üzerinden yapmıştır; dolayısıyla şiirlerinde hayvanlardan bolca söz etmiş ve çeşitli hayvan adlarını kullanmıştır.
Söz varlığının değişik kesitleri, kültürün değişik yönlerini tanıtıcı niteliktedir.
Söz varlığındaki kimi kelimeler, incelenen dilin, söz konusu dönemin coğrafyasını
da tanıtacak nitelikte olabilir. Örneğin bitki ve hayvan adlarından yola çıkılarak
bitki varlığı ve hayvan varlığı üzerine bilgi edinmek mümkündür. Bu türden adlar, eserin yazıldığı tarihte yaşanan coğrafyanın izlerini taşıdığı gibi daha önceki
dönemlerdeki coğrafyaların izlerini de taşıyabilir. Aynı bilgiler yaşam biçimleri
bakımından da bilgi verici olabilir (Abik, 2009, s. 1).
Bu düşünceyle, “Mahtumkulu’nun Dilinde Hayvan Adları” başlıklı bir araştırma yapmaya karar verdik. Bu çalışmada, H. Biray’ın Mahtumkulu Divanı (Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992)’nı taradık ve eserde geçen hayvan adlarını
tespit etmeye gayret ettik. Hayvan adlarını, biyolojik gruplandırma yerine, insan
hayatındaki yerlerini esas alarak “1. Kuşlar, 2., Kümes Hayvanları, 3. Sürüngenler,
4. Sinek, Böcek ve Haşeratlar, 5. Yaban Hayvanları, 6. Ev Hayvanları, 7. Balıklar,
8. Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvanlar, 9. Binek ve Yük Hayvanları, 10. Tür Adları, 11. Efsanevî ve Dinî Nitelikli Hayvanlar” şeklinde sınıflandırdık2. Çalışmada
her hayvan adını, köken ve anlam bakımından inceledik. Şairin şiirlerinde hayvan
adlarının önemini vurgulamak için hayvan adlarının kaç yerde geçtiğini, hangi
sıklıkla kullanıldığını hesaplayıp belirlenen hayvan adları içerisindeki yerlerini
ortaya koyduk. Sonuç bölümünde de, elde edilen veriler ışığında birtakım değerlendirmelere gittik.
Araştırmada, temelde H. Biray yayınını esas almakla birlikte, aynı konuyla
ilgili Y. Azmun (1978) ve A. Aşırov (2014)’un çalışmalarından da yararlandık. Biray yayınında, yazarın da açıkladığı (1992, s. XX-XXI) üzere manzumeler belirli
ölçüde Türkiye Türkçesine uyarlanmıştır. Aşırov yayınında da şiirler günümüz
Türkmen Türkçesiyle verilmiştir. Azmun’un doktora tezi ise, Mahtumkulu’unun
transkripsiyonlu ve edisyon kritikli divanını içermektedir. Çalışmamızda amaç,
mümkün mertebe Mahtumkulu’nun diliyle hayvan adlarını ortaya koymak olduğundan Biray yayınındaki hayvan adlarını, öncelikle varsa Azmun’un tezindeki
karşılıklarıyla, yoksa Aşırov yayınındaki şekillerle değiştirdik.
2
Bu sınıflandırmada, genel itibarıyla A. Karahan’ın çalışması (2013, s. 1839-1865) esas
alınmıştır.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 491
Mahtumkulu Divanı’nda 303 şiir yer almaktadır. Bu manzumelerde tespit
edilen hayvan adları ve fonksiyonları açıklamaları ile birlikte şöyledir:
1. Kuşlar3
ala ḳarġa “saksağan”, alġır “akdoğandan, sungurdan daha küçük bir yırtıcı
kuş”, balaman “çakır doğan, üsküflü doğan” , bayġuş “baykuş” , bāz → Far. bāz “doğan”, bülbül < Far. bulbul, bürgit << Moğ. bürgüd “tavşancıl, kaya kartalı”, çarlaḳ
“martı”, çekeyik<< Far. çekāvek “serçeden daha küçük bir kuş”, gökce kebder <<
Tk. gökçe + Far. kebūder “kumru”, hekik “beyaz renkli, küçük ötücü bir kuş”, hüdhüd < Ar. hudhud “hüthüt”, ḳaraġuş “kartal”, ḳarçıġay << Moğ. hari-ça-ġay, hacirġay“aladoğan, atmaca”, ḳarġa, ḳaz, kekilik “keklik”, kepder “güvercin”, ḳırġı “atmaca”, ḳuba ḳaz “kuğu”, ḳulatı “tepeli doğan; sıçan vs. avlayan irice bir kuş”, ḳumrı <<
Far. kūmrī “kumru”, laçın → Toh. laçın “şahin, doğan”, ördek, sandıvaç “bülbül”,
sona < Moğ. sona/sono “yaban ördeği, suna”, şāhbāz < Far. şāh-bāz “bir cins iri
ve beyaz doğan”, şunḳar “akdoğan, sungur, doğan”, tarlan → Moğ. tar-lan “doğana
benzer bir kuş”, tāvus → Ar. ṭāvus “tavus”, tezerv < Far. teẕerv “sülün”, torġay “serçegillerden bir kuş, çayır kuşu” , totı << Far. tūtī “dudu, papağan”, tuġın “doğan”, turna
“turna”, ütelgi << Moğ. itelgü “ak doğan”, yelbe “deniz kuşu”, zāġ →Far. zāġ “karga”.
Tablo 1. Mahtumkulu’nun Dilinde Kuş Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı
Kuş Adı
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
ala ḳarġa
Türkçe
1
1
alġır
Türkçe
1
1
balaman
Türkçe
1
1
bayġuş
Türkçe
1
1
bāz
Farsça
5
5
bülbül
Farsça
36
42
bürgit
Moğolca
3
3
çarlaḳ
Türkçe
1
1
çekeyik
Farsça
1
1
gökce kebder
Türkçe+Farsça
1
1
hekik
Türkçe
1
1
hüdhüd
Arapça
2
2
ḳaraġuş
Türkçe
1
1
ḳarçıġay
Moğolca
1
1
3
Daha önce Aşırov yayınını (2014) esas alarak Mahtumkulu Divanı’ndaki kuş adları üzerine bir yayın (2019) yapmıştık. Zikredilen yayındaki kuş adlarının sayısı ve ses yapıları ile
yukarıdaki mukabilleri arasında farklılıklar bulunmaktadır.
492 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Tablo 1. Mahtumkulu’nun Dilinde Kuş Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı
(Devamı)
Kuş Adı
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
ḳarġa
Türkçe
8
8
ḳaz
Türkçe
8
8
kekilik
Türkçe
3
3
kepder
Farsça
3
7
ḳırġı
Türkçe
1
1
ḳuba ḳaz
Türkçe
2
2
ḳulatı
Türkçe
1
1
ḳumrı
Farsça
4
4
laçın
Toharca
8
14
ördek
Türkçe
2
2
sandıvaç
Türkçe
2
2
sona
Moğolca
3
3
şāhbāz
Farsça
1
1
şunḳar
Türkçe
3
3
tarlan
Moğolca
2
2
tāvus
Arapça
3
3
tezerv
Farsça
1
1
torġay
Türkçe
1
1
totı
Farsça
3
3
tuġın
Türkçe
2
2
turna
Türkçe
1
1
ütelgi
Moğolca
2
2
yelbe
Türkçe
1
1
zāġ
Farsça
5
5
Toplam 38 kuş adı, 125 yerde 140 defa kullanılmıştır. Bunlardan 20’si Türkçe,
9’uFarsça, 5’i Moğolca, 2’si Arapça, 1’er tanesi Toharca ve Türkçe+Farsça kökenlidir. Türkçe kökenliler 42 yerde, 42 defa; Farsça kökenliler 59 yerde, 67 defa; Moğolca kökenliler 11 yerde 11 defa; Arapça kökenliler 4 yerde, 5 defa; Toharca kökenliler 8 yerde 14 defa; ve Türkçe+Farsça kökenliler 1 yerde 1 defa geçmektedir.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 493
2. Kümes Hayvanları
hindı̇ ̄ → Ar. hindı̇ ̄ “hindi”.
Divanda kümes hayvanı adı toplamda 1’dir. Bu kelime 2 yerde, 2 defa kullanılmıştır.
3. Sürüngenler
çıyan << Çin. ça:ḏan “çıyan”, kelpeze << Far. çelpāze “kertenkele” , mār → Far.
mār “yılan”, neheng → Far. neheng “timsah”, yılan.
Tablo 2. Mahtumkulu’nun Dilinde Sürüngen Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım
Sıklığı
Sürüngen Adı
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
çıyan
Çince
2
2
kelpeze
Farsça
3
4
mār
Farsça
12
13
neheng
Farsça
2
2
yılan
Türkçe
15
17
Toplam 5 sürüngen adı, 34 yerde 38 defa kullanılmıştır. Bunlardan 3’ü Farsça,
1’er tanesi Türkçe ve Çince kökenlidir. Farsça kökenliler 17 yerde, 19 defa; Türkçe
kökenliler 15 yerde, 17 defa ve Çince kökenliler 2 yerde, 2 defa geçmektedir.
4. Sinek, Böcek ve Haşeratlar
āfi <<Ar. efʿı̇ ̄ “engerek yılanı”, harçeng → Far. ḫar-çeng “yengeç”, ḳarınca,
kebelek “kelebek” , kelhemeç “karafatma”, kişmir “uzun ayaklı, yuvarlak kafalı bir
böcek”, ḳurt (II) “böcek, kurt”, meges → Far. meges “sinek”, möcek “böcek”, möy
“zehirli bir böcek, zehirli örümcek”, mūr → Far. mūr “karınca”, peşe → Far. peşe ~
peşşe “sivrisinek”.
494 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Tablo 3. Mahtumkulu’nun Dilinde Sinek, Böcek ve Haşerat Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı
Sinek, Böcek ve Haşerat Adı
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
āfi
Arapça
1
1
harçeng
Farsça
2
2
ḳarınca
Türkçe
1
1
kebelek
Türkçe
1
1
kelhemeç
Türkçe
1
1
kişmir
Türkçe
1
1
ḳurt (II)
Türkçe
4
4
meges
Farsça
3
3
möcek
Türkçe
1
1
möy
Türkçe
3
3
mūr
Farsça
4
4
peşe
Farsça
7
7
Toplam 12 sinek, böcek ve haşerat adı, 29 yerde 29 defa kullanılmıştır. Bunlardan 7’si Türkçe, 4’ü Farsça ve 1’i Arapça kökenlidir. Türkçe kökenliler 12 yerde,
12 defa; Farsça kökenliler 16 yerde, 16 defa ve Arapça kökenliler 1 yerde, 1 defa
geçmektedir.
5. Yaban Hayvanları
arġumaḳ (arġamaḳ) “dağ geyiği, bedev at”, arslan “aslan”, ayı, bars4 “pars”,
bebir < Far. bebr “kaplana benzer ve ondan daha büyük yırtıcı bir hayvan”, böri
“kurt”, ceren << Moğ. cegeran “ceren, ceylân”, doŋız “domuz”, ġazāl →Ar. ġazāl
“geyik yavrusu, genç ahu”, ḳaplan, ḳarsak “kırda yaşayan ve tilkiye benzeyen, kısa
bacaklı, derisi kıymetli bir hayvan”, kergerdān << Far. kergeden “gergedan”, kerk <
Far. kerg “gergedan”, keyik “geyik”, kirpi, kör sıçan < Far. kūr+ Tk. sıçan“köstebek”,
ḳulan “yaban eşeği”, ḳurt (I), maral → Moğ. maral“dişi geyik, ceylan”, maymın <<
Ar. meymūn “maymun”, mekecin <Moğ.megecin ~ megeci “yabanî ana domuz”,
mūş → Far. mūş “sıçan”, peleng → Far. peleng “panter”, pil<< Ar. fīl “fil”, samır <<
Ar. semmūr “samur”, sansar, sırtlan, sincāb → Far. sincāb “sincap”, şaġal→ Far. şaġāl
“çakal”, şı̇r̄ → Far. şı̇r̄ “arslan”, tilki, torsuḳ “porsuk”, tovşan “tavşan”, yolbars “kaplan”.
4
Bu hayvan adının kökeni hakkında bk. Yıldız, 1999, s. 143-160.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 495
Tablo 4. Mahtumkulu’nun Dilinde Yaban Hayvanı Adlarının Kökeni, Sayısı ve
Kullanım Sıklığı
Yaban Hayvan Adları
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
arġumaḳ (arġamaḳ)
Türkçe
1
1
arslan
Türkçe
8
8
ayı
Türkçe
2
2
bars
Türkçe
2
2
bebir
Farsça
1
1
böri
Türkçe
5
7
ceren
Moğolca
4
4
doŋız
Türkçe
3
3
ġazāl
Arapça
1
1
ḳaplan
Türkçe
4
4
ḳarsak
Türkçe
1
1
kergerdān
Farsça
2
2
kerk
Farsça
1
1
keyik
Türkçe
4
4
kirpi
Türkçe
1
1
kör sıçan
Türkçe+Farsça
1
1
ḳulan
Türkçe
3
3
ḳurt (I)
Türkçe
33
35
maral
Moğolca
4
4
maymın
Arapça
1
1
mekecin
Moğolca
1
1
mūş
Farsça
1
1
peleng
Farsça
7
7
pil
Arapça
10
11
samır
Arapça
1
1
sansar
Türkçe
1
1
sırtlan
Türkçe
1
1
sincāb
Farsça
2
2
şaġal
Farsça
9
9
şı̇̄r
Farsça
17
21
tilki
Türkçe
21
22
torsuḳ
Türkçe
1
1
tovşan
Türkçe
1
1
yolbars
Türkçe
5
5
496 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Toplam 34 yaban hayvanı adı, 160 yerde 170 defa kullanılmıştır. Bunlardan
19’u Türkçe, 8’i Farsça, 4’ü Arapça ve 3’ü Moğolca kökenlidir. Türkçe kökenliler 98
yerde, 103 defa; Farsça kökenliler 40 yerde, 44 defa, Arapça kökenliler 13 yerde, 14
defa ve Moğolca kökenliler 9 yerde, 9 defa geçmektedir.
6. Ev Hayvanları
gürbe →Far. gürbe “kedi”, it, köpek, pişik “kedi”, seg→ Far. seg “it”, tazı<< Far.
̄
tāzı̇, tula<< Far. tūle “tazı”.
Tablo 5: Mahtumkulu’nun Dilinde Ev Hayvanı Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı
Ev Hayvanı Adları
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
gürbe
Farsça
4
4
it
Türkçe
18
21
köpek
Türkçe
1
1
pişik
Türkçe
2
2
seg
Farsça
2
2
tazı
Farsça
1
1
tula
Farsça
1
1
Toplam 7ev hayvanı adı, 29 yerde 32 defa kullanılmıştır. Bunlardan 4’ü Farsça
ve 3’ü Türkçe kökenlidir. Farsça kökenliler 8 yerde, 8 defa; Türkçe kökenliler 21
yerde, 24 defageçmektedir.
7. Balıklar
lu ~ luv<Moğ. lū< Çin. lung“bir balık”.
Divanda balık adı toplamda 1’dir. Bu kelime 2 yerde, 2 defa kullanılmıştır.
8. Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvanlar
buzav “buzağı”, gāv ~ gev→ Far. gāv “öküz, sığır”, geçi “keçi”, gevmiş<< Far.
gāv-mı̇ş̄ “manda”, ḳoç, ḳoyın ~ ḳoy “koyun”, ḳuzı “kuzu”, ovlaḳ “oğlak”, sıġır “sığır”.
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 497
Tablo 6: Mahtumkulu’nun Dilinde Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvan Adlarının
Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı
Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvan Adları
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
buzav
Türkçe
1
1
gāv ~ gev
Farsça
2
2
geçi
Türkçe
1
1
gevmiş
Farsça
1
1
ḳoç
Türkçe
16
26
ḳoyın ~ ḳoy
Türkçe
10
11
ḳuzı
Türkçe
1
1
ovlaḳ
Türkçe
1
1
sıġır
Türkçe
1
1
Toplam 9 büyükbaş ve küçükbaş hayvan adı, 34 yerde 45 defa kullanılmıştır.
Bunlardan 7’si Türkçe ve 2’si Farsça kökenlidir. Türkçe kökenliler 31 yerde, 42 defa;
Farsça kökenliler 3 yerde, 3 defa geçmektedir.
9. Binek ve Yük Hayvanları
aḳ māya→Trk. aḳ + Far. māya “maya, sarı tüylü dişi deve”, arvāna →Far. arvāna
“boz renkli dişi deve”, at, baytal “kısrak”, bedev→ Far. bedev (< Ar. bedevı̇)̄ “küheylân,
soylu at, cins at, Arap atı”, buġra “iki hörgüçlü iri erkek deve”, çemender→Far. çemender “eşek” , eşek, göhert “bir cins erkek deve”, har< Far. ḫar “eşek”, iner “dişi
deve ile iki hörgüçlü erkek deveden olan deve” , ḳatır, köşek “deve yavrusu”, kürre→
Far. kürre “sıpa”, māya→ Far. māya “dişi deve”, merkeb→ Ar. merkeb “eşek”, ner “erkek deve” , şütür→ Far. şütür “deve”, tay, torum “yaşı altı ayla bir yıl arasında olan
deve yavrusu”, yapaġı “kısrak yavrusu, yavru tay”, yılḳı “yabani at, at sürüsü”.
Tablo 7. Mahtumkulu’nun Dilinde Binek ve Yük Hayvanı Adlarının Kökeni, Sayısı
ve Kullanım Sıklığı
Binek ve Yük Hayvanı Adları
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
aḳ māya
Türkçe+Farsça
1
1
arvāna
Farsça
2
2
at
Türkçe
47
66
baytal
Türkçe
1
1
bedev
Arapça
18
27
buġra
Türkçe
2
2
çemender
Farsça
1
1
498 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Tablo 7. Mahtumkulu’nun Dilinde Binek ve Yük Hayvanı Adlarının Kökeni, Sayısı
ve Kullanım Sıklığı (Devamı)
Binek ve Yük Hayvanı Adları
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
eşek
Türkçe
12
13
göhert
Türkçe
1
1
har
Farsça
16
20
iner
Türkçe
1
1
ḳatır
Türkçe
1
1
köşek
Türkçe
1
1
kürre
Farsça
1
1
māya
Farsça
5
5
merkeb
Arapça
1
1
ner
Türkçe
12
12
şütür
Farsça
3
3
tay
Türkçe
2
2
torum
Türkçe
1
1
yapaġı
Türkçe
1
1
yılḳı
Türkçe
2
2
Toplam 22 büyükbaş ve küçükbaş hayvan adı, 132 yerde 165 defa kullanılmıştır. Bunlardan 13’ü Türkçe, 6’sı Farsça, 2’si Arapça ve 1’i Türkçe-Farsça kökenlidir.
Türkçe kökenliler 84 yerde, 104 defa; Farsça kökenliler 28 yerde, 32 defa; Arapça
kökenliler 19 yerde, 28 defa ve Türkçe-Farsça kökenliler 1 yerde, 1 defa geçmektedir.
10. Tür Adları
balıḳ, cünbende< Far. cunbende “kımıldayan; pire, karınca gibi hayvancıklar, özellikle bit”, derrende< Far. derende “yırtıcı, vahşi hayvanlar”, gūspend< Far.
gūsfend “koyun, davar”, hayvān/hayvānāt→ Ar. ḥayvān/ḥayvānāt “hayvan/hayvanlar”, ḳuş, māl→ Ar. māl “hayvan”, perrende→ Far. perrende “uçucu, uçan, kuşlar,
kanatlılar”, sövüş “gelen misafir için kesilen davar”.
Tablo 8. Mahtumkulu’nun Dilinde Tür Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı
Tür Adları
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
balıḳ
Türkçe
5
6
cünbende
Farsça
2
2
derrende
Farsça
1
1
gūspend
Farsça
3
3
hayvān/hayvānāt
Arapça
6
6
ḳuş
Türkçe
22
25
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 499
Tablo 8. Mahtumkulu’nun Dilinde Tür Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı
(Devamı)
Tür Adları
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
māl
Arapça
1
1
perrende
Farsça
1
1
sövüş
Türkçe
1
1
Toplam 9 tür adı, 42 yerde 46 defa kullanılmıştır. Bunlardan 4’ü Farsça, 3’ü
Türkçe ve 2’sii Arapça kökenlidir. Farsça kökenliler 7 yerde, 7 defa; Türkçe kökenliler 28 yerde, 32 defa ve Arapça kökenliler 7 yerde, 7 defa geçmektedir.
11. Efsanevî ve Dinî Nitelikli Hayvanlar
ajdar/ajdarhā< Far. ejder/ejderhā “1. büyük yılan, 2. korkunç ve hayali bir
hayvan”, anḳā<Ar. ‘anḳā “anka”, bıraġ<< Ar. burāḳ “Burak”, canavar<< Far. cānāver “canavar”, döv<< Far. dı̇v̄ “dev”, düldül < Ar. duldul “Hz. Muhammed’in Hz.
Ali’ye verdiği kır katır, Düldül”, humāy→ Far. humāy “hüma”, semender → Far. semender “ateşte yaşar bir masal hayvanı”, şāmār< Far. şāhmārān “yılanların şahı,
padişahı, ejderha”.
Tablo 9. Mahtumkulu’nun Dilinde Tür Adlarının Kökeni, Sayısı ve Kullanım Sıklığı
Efsanevî ve Dinî Nitelikli Hayvanlar
Kökeni
Sayısı
Kullanım Sıklığı
ajdar/ajdarhā
Farsça
7
8
anḳā
Arapça
1
1
bıraġ
Arapça
1
1
canavar
Farsça
1
1
döv
Farsça
6
6
düldül
Arapça
3
3
humāy
Farsça
2
2
semender
Farsça
2
2
şāmār
Farsça
1
1
Toplam 9 efsanevî ve dinî nitelikli hayvan adı, 24 yerde 25 defa kullanılmıştır.
Bunlardan 6’sı Farsça ve 3’ü Arapça kökenlidir. Farsça kökenliler 19 yerde, 20 defa
ve Arapça kökenliler 5 yerde, 5 defa geçmektedir.
Sonuç
Yukarıdaki veriler ışığında şu değerlendirmelerde bulunulabilir:
1.
Mahtumkulu Divanı’nda hayvan adlarının toplam sayısı 148’dir. Bu adlar azamiden asgariye şöyle sıralanmaktadır: kuşlar (39), yaban hayvan-
500 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
ları (34), binek ve yük hayvanları (22), sinek, böcek ve haşeratlar (12),
büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar, tür adları ve efsanevî ve dinî nitelikli
hayvanlar (9’ar), ev hayvanları (7), sürüngenler (5), kümes hayvanları ve
balık adları (1’er).
2.
Hayvan adları, toplam 613 yerde 694 defa geçmektedir.
3.
Mahtumkulu’nun dilindeki hayvan adlarının çoğu (73), köken itibarıyla Türkçe kökenlidir. Bu hayvan adları şunlardır: ala ḳarġa, alġır,
arġumaḳ (arġamaḳ), arslan, at, ayı, balaman, balıḳ, bars, bayġuş, baytal,
böri, buġra, buzav, çarlaḳ,doŋız,eşek, geçi, göhert, hekik, iner, it, ḳaplan,
ḳaraġuş, ḳarġa, ḳarınca, ḳarsak, ḳatır, ḳaz, kebelek, kekilik, kelhemeç, keyik, ḳırġı, kirpi, kişmir, ḳoç, ḳoyın ~ ḳoy, köpek, köşek, ḳuba ḳaz, ḳulan,
ḳulatı, ḳurt (I), ḳurt (II), ḳuş, ḳuzı, möcek, möy, ner, ovlaḳ, ördek, pişik,
sandıvaç, sansar, sıġır, sırtlan, sövüş, şunḳar, tay, tilki, torġay, torsuḳ, torum, tovşan, tuġın, turna, yapaġı, yelbe, yılan, yılḳı, yolbars. Geri kalan
diğer hayvan adları ise, çevredeki dillerden alıntıdır. Bu kelimeler de
şunlardır: Farsça alıntılar (46): ajdar/ajdarhā, arvana, bāz,bebir,bülbül,
canavar, cünbende, çekeyik,çemender, derrende, döv, gāv ~ gev, gevmiş,
gürbe, gūspend, har, harçeng, humāy, kelpeze, kepder, kergerdān, kerk,
ḳumrı, kürre, mār, māya, meges, mūr, mūş, neheng, peleng, perrende, peşe,
seg, semender, sincāb, şaġal, şāhbāz, şāmār, şı̇r̄ , şütür, tazı, tezerv, totı ,
tula, zāġ; Arapça alıntılar (15): āfi, anḳā, bedev, bıraġ, düldül, ġazāl,
hayvān/hayvānāt, hindı̇,̄ hüdhüd, māl, maymın, merkeb, pil, samır, tāvus;
Moğolca alıntılar (8): bürgit, ceren, ḳarçıġay, maral, mekecin, sona, tarlan, ütelgi; Çince alıntılar (2): çıyan, lu ~ luv; Toharca alıntılar (1): laçın.
Hayvan adlarından 3’ü se Türkçe-Farsça (2) ve Farsça-Türkçe (1) kökenlidir: aḳ māya, gökce kebder; kör sıçan.
4.
Mahtumkulu hemen her şiirinde hayvan veya hayvan adlarından yararlanmış; işlediği konuları hayvanların temsil ettiği mecazî anlamlardan
hareketle anlatmaya çalışmıştır.
5.
Yabanî hayvan adı (132), evcil hayvan adından (16) oldukça fazladır. Bu
durum, şairin yaşadığı çağda Türkmen coğrafyasının ve sosyal hayatının
ne derece çetin olduğunu yansıtır.
6.
İncelediğimiz hayvan adlarından bazıları, ulaşabildiğimiz ansiklopedik
olmayan genel Türkmen Türkçesi sözlüklerine göre, bugünkü Türkmen
Türkçesinde yaşamamaktadır. Genel toplam (148) içinde sayıca (32) az
olan bu hayvan adları şunlardır: āfi, ala ḳarġa, anḳā, balaman, bebir, bıraġ,
cünbende, çemender, derrende, düldül, gāv ~ gev,ġazāl, gökce kebder,
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 501
gürbe,gūspend, ḫarçeng, hüdhüd, kelhemeç,kergerdān, meges, merkeb,mūş,
neheng, ner,perrende, sansar, seg, sincāb, şütür, tezerv, tuġın, tula.
7.
Mahtumkulu’nun dilindeki hayvan adları günümüz Türkmen Türkçesinde ya aynen ya da ufak tefek ses farklılıklarıyla yaşamaktadır. Farklılıkların görüldüğü kelimeler (29) şunlardır: bülbül “bilbil”, bürgit “bürgüt”, çiyan “içyan”, doŋız “doŋuz”, ḳaplan “gaplaŋ”, ḳaraġuş “garaguş”,
ḳarçıġay “garçıgay”, ḳarġa “garga”, ḳarınca “garınca”, ḳarsaḳ “garsak”,
ḳatır “gatır”, ḳaz “gaz”, kepder “kepderi”, ḳırġı “gırgı”, ḳoç “goç”, ḳoyın
“goyun”, ḳuba ḳaz “guba gaz”, ḳulan “gulan”, ḳulatı “gulatı”, ḳumrı “gumrı”, ḳurt (I) “gurt”, ḳurt (II) “gurt”, ḳuş “guş”, ḳuzı “guzı”, sandıvaç “sanduvaç”, şāhbāz “şabaz”, şunḳar “şuŋkar”, tarlan “tarlaŋ”, turna “durna”.
Divan’daki hindı̇ ̄ kelimesi yerine de Türkmen Türkçesinde hind tovugı
kelimesi kullanılmaktadır.
Kısaltmalar
Ar.
Arapça
Çin.
Çince
Far.
Farsça
Far.-Tk.
Farsça-Türkçe
Moğ.
Moğolca
Toh.
Toharca
Tk-Far.
Türkçe-Farsça
Kaynaklar ve Eser Kısaltmaları
Abik, A. D. (2009). Kutadgu Bilig’de Hayvan Adları. Cem Dilçin Armağanı I, Journal of Turkish
Studies, Türklük Bilgisi Araştırmaları, 33(1), 1-32.
ACPED: Steingass, F. (1975). A comprehensive Persian-English dictionary. Beirut.
AL:Atalay, B. (1970). Abuşka Lûgatı veya Çağatay Sözlüğü. Ankara.
Arat, R. R. (1979). Kutadgu Bilig III, İndeks. (haz. K. Eraslan- O. F. Sertkaya - N. Yüce). İstanbul:
TKAE Yay.
Aşırov, A. (2014). Mahtumkulu bütün eserleri, C I-II. (Türkiye Türkçesine aktaranlar: A. Güzel
vd.). Ankara.
Azmun, Y. (1978). Mahtumkulu Divanının dil hususiyetleri. Yayımlanmamış Doktora Tezi,
İstanbul:İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü.
Biray, H. (1992). Mahtumkulu Divanı. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Cankurt, H. (2013). Mahtumkulu Firâkî’nin şiirlerinde muhteva. Turkish Studies, 8(9), 911- 951.
DLT: Atalay, B. (1986). Divanü Lûgat-it-Türk dizini “endeks”. Ankara: TDK Yay.
DS: (1968, 1978). Türkiye’de halk ağzından derleme sözlüğü, C III, X. Ankara: TDK Yay.
502 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
EDPT: Clauson, S. G. (1972). An etymological dictionary of pre-thirteenth-century Turkish.Oxford.
EUTS: Caferoğlu, A. (2011). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü. Ankara: TDK Yay.
FTL:Şükûn, Z. (1984). Farsça-Türkçe lûgat, Gencinei Güftar Ferhengi Ziya, C I-II-III.İstanbul:
MEB Yay.
GTDS: Aşırov, A. – Geldiyev, R. (2013). Gadımı Türkmen dilinin sözlügi I.Aşgabat.
Hauenschild, I. (2003). Die Tierbezeichnungen bei Mahmud al-Kaschgari Eine Untersuchung aus
sprach-und kulturhistorischer Sicht. Wiesbaden: Harrassowitz Verlag.
HTDS: Hamzayev, M. Ya. (1962). Türkmen diliniñ sözlügi. Aşgabat: Türkmenistan Ilımlar Akademiyası Dil Bilimi İnstitutı.
Kara, M. (1998). Mahtumkulu’nun şiirlerinde Çağatayca ve Oğuzca unsurlar. Bilig-Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 7, 131-135.
Karahan, A. (2013). Codex Cumanicus’ta hayvan adları. Turkish Studies, 8(1), 1839-1865.
Ka.TS: Üşenmez, E. (2010). Karahanlı Türkçesinin sözlüğü. İstanbul: Doğu Kitabevi.
KBS: Gülensoy, T. (2011). Türkiye Türkçesindeki Türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü, C I-II.
Ankara: TDK Yay.
KİDTMÇS: Ross, E. D. (1994). Kuş isimlerinin Doğu Türkçesi, Mançuca ve Çince sözlüğü. (çev.
E. G. Naskali). Ankara: TDK Yay.
KTLS: Ercilasun, A. B. vd. (1991, 1992). Karşılaştırmalı Türk lehçeleri sözlüğü, C I-II. Ankara:
Kültür Bakanlığı Yay.
KTS: Toparlı, R. vd. (2003). Kıpçak Türkçesi sözlüğü. Ankara: TDK Yay.
Kutlu, H. İ. (2017). Türkmen şair Mahtumkulu; hayatı, edebi kişiliği, hakkındaki bilimsel çalışmalar ve şiirlerinden örnekler.Erişim Tarihi: 30. 12. 2022.
http://www.academia.edu/2222596/T%C3%BCrkmen_%C5%9Eair_Mahtumkulu_
Hayat%C4%B1_Edebi_Ki%C5%9Fili%C4%9Fi_Hakk%C4%B1ndaki_Bilimsel_%C3%87al
%C4%B1%C5%9Fmalar_Ve_%C5%9Eiirlerinden_%C3%96rneklerpdf
MD: Aşırov, A. (2014). Mahtumkulu Fırakı Latin harfleriyle. (Türkçe metne ve Türkçe yazıya
hazırlayan: B. Sarıyev). Ankara-Aşkabat.
MTS: Lessing, D. F. (2003). Moğolca-Türkçe sözlük, C I-II. (çev. G. Karaağaç). Ankara.
Redhouse, S. J. W. (1996). A Turkish and English lexicon. Beirut.
Sertkaya, O. F. (2009). Dîvânü Lügati’t-Türk›te geçen her kelime Türkçe kökenlimidir? veya
Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü Lügati't-Türk'ünde yabancı dillerdenkelimeler. Dil Araştırmaları Dergisi, 5, 9-38.
TDDS: Kıyasova, A. – Geldimıradov, H. D. (2015). Türkmen diliniñ düşündirişli sözlügi, C I-II.
Aşgabat.
TDS I: (2010). Türkmen diliniň sözlügi I. Aşgabat: Türkmenistanıň Ilımlar Akademiyası Magtımgulı Adındakı Dil ve Edebiyat İnstitutı.
TDSS: Ataniyazov, S. (2004). Türkmen diliniñ sözköki (etimologik) sözlügi. Aşgabat.
Tü.S: (2011). Türkçe sözlük. Ankara: TDK Yay.
TS: (2009). Tarama sözlüğü, C I-VI. Ankara: TDK Yay.
TTS: Tekin, Talat vd. (1995). Türkmence-Türkçe sözlük. Ankara: Simurg.
Yıldız, O. (1999). Bars >parskelimesi üzerine. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, IH, 143-160.
Yıldız, O. (2017). Mahtumkulu’nun dilinde kuş adları. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 6(4), 2272-2290.
PROF. DR. ZEKİ KAYMAZ
FOTOĞRAF ALBÜMÜ
504 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Yenidoğan İlkokulu, Ankara
YIL 1967
Fas, Rabat’ta Nejla Kaymaz (eşi) ile birlikte
1993
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 505
Nejla, Yunus (oğlu) ve Burak (oğlu) KAYMAZ ile birlikte
29 Mart 1994
III. Uluslararası Türk Dili Kurultayı’ndan, Ankara
1996
506 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Nejla Kaymaz (eşi) ile birlikte
1996
Caner Kerimoğlu'nun doktora tezi savunmasından
2006
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 507
Hasibe Mazıoğlu, Tuncer Gülensoy, Şerif Ali Bozkaplan, Zikri Turan ile birlikte
2008
Kâşgarlı Mahmud’un Türbesi, Urumçi
2008
508 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Nevzat (babası), Nejla (eşi), Zeki, Burak (oğlu), Fatma (annesi),
Filiz (kız kardeşi) ve Yunus (oğlu) Kaymaz ile birlikte
2009
Sultan Tulu Arşivinden
Muğla Ü. Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Panelinden
Sultan Tulu ve Cahit Başdaş
2009
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 509
Ege Üniversitesi eski rektörü Candeğer Yılmaz ve Mustafa Öner ile birlikte
2011
Ahmet Karaman’ın doktora tezi savunmasından
2011
510 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
IV. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda Gülsine Uzun ile birlikte
2011
Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü
2012
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 511
V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda, Denizli
2012
V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda, Denizli
2012
512 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Denizli
2012
V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Denizli
2012
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 513
VI. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu, Uludağ
2013
Neşe Erenoğlu'nun doktora tezi savunmasından
2013
514 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Salih Köse’nin doktora tezi savunmasından
2014
Sultan Tulu arşivinden Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Zeki Kaymaz’ın
odasında
2015
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 515
Sultan Tulu arşivinden Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Zeki Kaymaz’ın
odasında doktora öğrencileri ile birlikte
2015
VIII. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda Gülnara Aliyeva-Koşkun
ile birlikte, Çanakkale
2015
516 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Sudan
2016
Fatma Ertürk’ün doktora tezi savunmasından
2016
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 517
Nadim Macit, İbrahim Şahin, Alimcan İnayet ve doktora öğrencisi
Kübra Akgün ile birlikte
2018
Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde
2018
518 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Yenilenen Prof. Dr. Fikret Türkmen İhtisas Kütüphanesi’nin Açılışından
2018
14. Karamanoğlu Mehmet Bey’i Anma ve TÖMER’ler Arası
Türkçe Konuşma Yarışması
2018
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 519
14. Karamanoğlu Mehmet Bey’i Anma ve Tömer’ler Arası
Türkçe Konuşma Yarışması
2018
Ege Üniversitesi Tanıtım Günleri Şima Doğan ile birlikte
2018
520 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Konferans Salonunda
Osman Fikri Sertkaya ile
2018
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 521
XIII. Uluslararası Büyük Türk Kurultayı’na gidiş yolunda Şerif Ali Bozkaplan ile
birlikte, Varşova-Polonya
2018
Geçmişten Günümüze Atatürk’ün Düşünceleri Işığında Dil- Kültür İlişkisi
Paneli’nden
2019
522 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
L.N. Gumilyev Adındaki Yevrasya Millî Üniversitesi Türkoloji Bölümü Yüksek
Lisans Öğrencileri Enstitümüzde Stajda
2019
Uluslararası Kutadgu Bilig Kurultayı’nda, Ankara
2019
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 523
Uluslararası Kutadgu Bilig Kurultayı’nda Hüsnü Çağdaş Arslan ile birlikte, Ankara
2019
524 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Avazkhon Umarov’un doktora tezi savunmasından
2022
Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı 525
Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’nda Gürer Gülsevin ve Şerif Ali Bozkaplan ile
birlikte, Alanya
2022
526 Prof. Dr. Zeki Kaymaz Armağanı
Cahit Başdaş ile birlikte, Muğla
2023
Gürer Gülsevin’in emeklilik töreninden Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde
2023
Türkoloji bilimsel bir disiplin olarak 19. yüzyılda ilk büyük atılımlarını yabancı
araştırmacılar eliyle yapmıştır. Türkiye'de alanın gelişmesi ve derinleşmesi 20.
yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanmıştır. Bugüne geldigimizde ise araştırmaları
Türkiye sınırları dışında da ses getiren pek çok uzmanımız vardır. Bu isimlerden biri
de Prof. Dr. Zeki Kaymaz'dır. Türkiye Türkolojisinde kendine özgü bir yeri olan
Zeki Kaymaz için hazırlanan bu armağanda ağırlıklı olarak dil araştırmacılarının
yazıları bulunmaktadır. Zeki Kaymaz ve çalışmaları hakkında derinlikli incelemelerin
yanı sıra Türk dili ve edebiyatının farklı alanlarında çalışan uzman isimlerin değerli
yazıları ilk kez okuyucuyla buluşuyor.
ISBN/BARKOD: 978-625-6764-10-1