Academia.eduAcademia.edu

Osmanlı Mirası ve Yeni Dünya Düzeni

uvt.ulakbim.gov.tr

Bu çalışmada altı asırlık büyük Osmanlı Đmparatorluğunun kültürel, siyasi ve ekonomik mirasının izleği sürülmekte ve günümüzde Yeni Dünya Düzeni olarak isimlendirilen yapının bu mirastan ne yönde ve nasıl etkilendiğini analiz etmeyi hedeflenmektedir. Ayrıca günümüz siyasal konjonktürel yapılanmasına meydan okuyucu bir olgu olarak küreselleşme ile dünyaya nizam verme ideali ve iddiası arasındaki korelasyondan hareketle, bu argümanın ne ölçüde gerçekçi olduğu Osmanlı'yı sona erdiren nedenler bağlamında irdelenmiştir.

Osmanlı Mirası ve Yeni Dünya Düzeni Ahmet UYSAL• Hüsamettin ĐNAÇ•• Özet: Bu çalı mada altı asırlık büyük Osmanlı Đmparatorluğunun kültürel, siyasi ve ekonomik mirasının izleği sürülmekte ve günümüzde Yeni Dünya Düzeni olarak isimlendirilen yapının bu mirastan ne yönde ve nasıl etkilendiğini analiz etmeyi hedeflenmektedir. Ayrıca günümüz siyasal konjonktürel yapılanmasına meydan okuyucu bir olgu olarak küreselle me ile dünyaya nizam verme ideali ve iddiası arasındaki korelasyondan hareketle, bu argümanın ne ölçüde gerçekçi olduğu Osmanlı’yı sona erdiren nedenler bağlamında irdelenmi tir. Anahtar kelimeler: Osmanlı mirası, Büyük Ortadoğu Projesi, küreselle me, millet sistemi, yeni dünya düzeni, dünya sistem analizi Ottoman Legacy and New World Order Abstract: In this study, the main trajectories of the Ottoman Empire, which had longed lived during the six centuries, and its cultural, political and economic legacy have been followed. However, it has been aimed to analyze the influence of the Ottoman legacy over the New World Order as the recent socio-political system. This study also tries to establish a direct correlation between the globalization as the challeging phenomena of the existing world system and the ideal of the hegemony for the world under the rules and hypothesis of the world system analysis. Lastly, this study elaborates the main deficencies and shortcomings of the New World Order within the context of the reasons which lead to end the Ottoman ‘dream’. Keywords: Ottoman legacy, globalization, Greater Middle Eastern Project, “millet” system, New World Order, world system analysis GĐRĐ ‘Yeni dünya düzeni’ tartı malarında Osmanlı’yı içine alan tarihsel bir analiz zorunlu hale gelmektedir. Çünkü Osmanlı’nın üç kıtaya yayılmı olması ve Roma mirasını üstlenip küresel güç haline gelmesi yanında bölgedeki ticaret yollarına hakim olması ve bu yüzden ortaya çıkan coğrafi ke ifler ve ‘dünya ekonomik sistemi’nin olu masına etkisi, Osmanlı mirasının, Orta Doğu, • Yrd. Doç. Dr., DPÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Doç. Dr., DPÜ, ĐĐBF, Kamu Yönetimi Bölümü •• Balkanlar ve Kafkasları da kapsaması, bu mirasını üstlenecek bir devlet, örgüt veya olu umun henüz bulunmaması bunu gerektirmektedir. Osmanlı’nın ‘millet sitemi’ deği ik din ve mezheplere kar ı gösterdiği ho görü günümüzde Doğu-Batı, Müslüman-Hristiyan kampları arasında bir model olabilir. El-Kaide gibi iddet yanlısı radikal gurupların bir model olu turma ansı azdır çünkü bu hareketler bölgedeki sosyolojik gerçeklerle örtü memektedir. Đslam dünyasındaki toplumsal hareketler büyük ölçüde geleneksel Đslam yorumlarına dayanmakta (Irak ve Filistin gibi sava an bölgeler hariç) iddeti dı lamaktadır. Püritan anlayı ıyla El-Kaide’nin dayandığı Wahhabilik, geleneksel hareketlere cephe aldığı için bu ülkelerde ba arılı olma ansı azdır çünkü Afrika’dan Hindistan’a yaygın ve güçlü hareketler barı çıl Đslam yorumundan beslenmektedirler. Osmanlı mirasının kuzey uçlarında (Balkanlar, Kafkaslar) kalıcı barı henüz sağlanamamı , güney uçlarında (Kuzey Afrika, Orta Doğu) demokrasi ve kalkınmı lık sorunları a ılamamı tır. Ayrıca, bölgede demokratikle me ve kalkınmasıyla etki alanı olu turacak bir model ülke (veya ülkeler grubu) ortaya çıkmamı tır. ABD’nin ‘Büyük Orta Doğu Projesi’ Osmanlı mirasının hala kaldırılamadığının ba ka bir kanıtıdır. 11 Eylül sonrası dünyada iddeti dı layan Đslam anlayı ıyla ve Batı kaynaklı evrensel insan hakları ve demokrasi anlayı larını birle tirecek hem bölge halklarının demokrasi ve kalkınma taleplerine cevap verecek, hem de bölgenin bölünmü lüğüne ve dağınıklığına kar ı yeni bir çekim merkezi olmak için Osmanlı mirasını değerlendirecek bir varise ihtiyaç vardır. Bunu gerçekle tirme potansiyeline yalnızca Türkiye sahip görünmektedir. Bu çalı mada, yenidünya düzeni olu urken Osmanlı siyasi ve kültürel mirasının bölge için önemli bir kaynak olduğu, barı çıl politikaları, geli en demokrasisi ve hızlanan kalkınması ve tarihsel konumu bu rolü üstlenme potansiyeli olduğu tartı ılacak ve muhtemel AB üyeliğinin bu rolü nasıl etkileyeceği ele alınacaktır. Küresel Sorunlar ve Yeni Anlayı Đhtiyacı: Geli en ileti im ve ula ım teknolojisi ile yerküremiz bir anlamda daha küçük bir duruma gelmi tir. Dünyanın herhangi bir yerindeki ki ilerle internet vasıtasıyla anında ileti im kurmak mümkün hale gelmi ve 24 saat içinde dünyanın herhangi bir yerine fiziksel olarak ula mak mümkün olmaktadır. Diğer alanlardaki teknolojik geli meler de ba döndürücüdür. Tıp alanında yapılan ilerlemeler insanların ya amlarını uzatmakta, teknolojik aletlerin sunduğu hizmetler, insanların hayatlarına büyük kolaylıklar getirmektedir. Hava tahminleriyle ya am kolayla makta, bilgisayar teknolojisi eğitime önemli katkılar yapmakta, organ nakli ve tüketici elektroniği haberle me ve eğlenceyi ayağımıza getirmektedir. Küreselle me dediğimiz bu olgu dünyayı adeta küçük bir köy haline getirmektedir. Bu yüzden dünyanın bir yerindeki olumlu veya olumsuz geli meler dünyanın diğer taraflarını etkilemektedir. Küreselle menin ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri yönü özellikle önemlidir. Ekonomik küreselle meyi kar amacının zirveye çıktığı ve serbest ticaretin yayılmasını zorlayan ve bütçesi birçok Afrika ülkesinin toplam bütçesini a an çokuluslu irketler (holdingler) temsil etmektedir. Bunlar yalnızca ABD irketleri değildir, Ford, GM, Coca Cola gibi Honda, Mitsubishi, BP, Roche, Bayer gibi deği ik ülke orijinli de olabilirler. Bu irketlerin büyük ortağının kim olduğu çok önemi değildir çünkü doğal olarak genelde batılı sermayenin ağırlıklı olduğu irketlerdir ama çoğunluk hisselerinin Çinli’ler tarafından satın alınması örneğin IBM’i çokuluslu irket konumundan çıkarmaz. Bu irketler ürünlerini - doğal olarak – en az maliyetle üretip en yüksek fiyata satmak istiyorlar. Buraya kadar sorun yok. Ancak, üretimi i çi ücretlerinin çok dü ük olduğu Uzak Doğu’da üretip dünyanın her yerinde ve tabii ki alım gücü yüksek olan Batı ülkelerinde pazarlamak istemektedirler. Bu amaçla, serbest ticaret anla malarının yapılması için bütün ülkeleri zorlamaktadırlar. Burada ilginç olan küresel ticari i birliği için gösterdikleri bu istekliliği, küresel sorunların çözülmesinde göstermemeleridir. Örneğin, çevre kirlenmesinin azaltılması veya önlenmesi konusunda belki de tam tersini yapmaktadırlar. Küresel holdinglerin uluslar arası düzeyde sorumlu kurulu lar olarak çalı malarını sağlamanın önünde bazı önemli engeller vardır: (a) kar etme amacının önceliği, (b) sorumluluğun alt birimler arasında dağılmı olması, (c) sorumsuz davrananlara kar ı kuralları uygulayacak bir birimin olmayı ı, (d) BM’nin gücünün sınırlı olması, and (e) küresellik kar ıtı toplumsal hareketlerin arasında kapsamlı i birliğinin olması. (Palacios 2004: 383-402). Küreselle me kültürel olarak Batı kültürünün yaygınla masına yardımcı olmakta, sinema, müzik ve tüketim maddeleriyle, Batı tarzı yeme içme, dü ünme, giyinme, beslenme ve hatta cinsel ya am tarzı her ülkeye nüfuz etmektedir. Tabii ki, bunlar arasında demokrasi ve insan hakları anlayı ının yayılması da söz konusudur. Ancak bunlarla beraber yayında etnik çatı ma ve milliyetçiliğin yayılmasına yardımcı olduğu için de çatı maya yol açabilmektedir. (Tsutsui 2004: 63-87). Bazen de dı ardan gelen küresel baskılar, yerel talepleri ikinci plana iterek tabandan gelen demokrasinin geli mesine engel olabilmektedir. (Porta 2005: 668-685). Küreselle menin diğer bir ayağını da Amerikan askeri hegemonyası olu turmaktadır. Bilimsel üstünlüğü sonucu dünyanın etrafında sayısız casus uyduları, her bölgedeki üsleri, ileri silah teknolojisiyle bir anlamda dünya üzerinde bir “Pax Americana” kurulmu tur.• Ancak bu durum tam da ABD’nin istediği bir tasarım değildir çünkü onu II. Dünya Sava ı’ndan sonra eski Đngiliz ve Fransız kolonyal tasarımının ekillendirdiği bir miras devralmı tır. Bu miras sorunludur ve bir sürü çeli kiyi de içinde barındırmaktadır. Küresel hegemonya, uluslar arası hukukta ABD istisnacılığını savunan önleyici askeri müdahale anlayı ına dayanan Bush doktrini (Swazo 2004: 15), bu çeli kili durumu daha da karma ık bir hale getirmektedir. Çünkü bir yandan dünyada adalet ve demokrasi anlayı ını geli tirmeyi savunurken bir yandan küresel sorunlara yeterince ilgi göstermemektedir. Küresel Sorunlar ve Yeni Anlayı Đhtiyacı Yoksulluk: Küreselle meyi doğuran bilim ve teknolojinin yaygınla ması, toplumsal geli me ve refahın dünyanın her kö esine aynı ölçüde yayılmasını sağlamamakta ve belki de bir tarafta kullanılan imkanlar diğer tarafta durumunu daha da kötüle tirmektedir. Teknolojik geli meler, dünya üzerinde yoksulluğun azalmasına sağlayamamaktadır. 2001 verilerine göre 1.1 milyar ki i günlük bir dolar ve 2.7 milyar ki i de günlük iki doların altında gelirle ya amaktadır. (Leiserowitz, Kates, Parris, 2005: 9). Son 20 yılda bu göstergelerde kayda değer bir iyile me de görülmemi tir. Bu çerçevede geli mi ülkelerin yoksul ülkelere yaptıkları yardımlar, kalkınmaya yönelik olmadığı gibi yeterli de değildir. Ayrıca, bu yardımlar da hedef kitlelerine tam ula mamaktadır. Günlük bir doların altında gelirle geçinmeye çalı an insanlar (özellikle Afrika’da) yetersiz beslenme ve açlıkla yüz yüze gelebilmektedir. Diğer alanlarda serbest ticareti savunan geli mi devletler, tarım alanında oldukça korumacı bir yakla ım benimsedikleri için yoksul ülkelerin kendilerine tarım ürünü satmalarına imkan verilmemektedir ve sanayi ürünleriyle de – tabiidir ki – bu ülkeler dünya piyasasına mal satıp yoksulluklarını hafifletememektedir. • Daha 1982’de Amerikalı sosyolog Tiryakiyan, bir dinsel ve seküler ayrımını kaldıran ve keskin bir “biz ve diğerleri” ayrımına dayanan ve bu çerçevede diğerine kar ı sert tutum benimsemeyi de me rula tıran Püritan (Kalvinist) dünya görü ünden yola çıkarak Amerikan dı politikasının dünyada özel bir misyon üstlendiğini savunur. Bir anlamda 20 yıl öncesinden Bush Doktrini’nin doğu unu haber vermektedir (Edward A. Tiryakian, “Puritan America in the Modern World: Mission Impossible?” Sociological Analysis, 1982, c.43, sy.4, s.351. 28.03.2006. http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true&db=sih&an=17590722. Teknik ve ekonomik imkanlar açısından geli mi ve geli memi ülkeler arasındaki büyük uçurum devam etmektedir ve bu geli mi lik farkı yeti kinleri ve çocukları birden etkilemektedir. Geri kalmı lıktan çocuklar ve kadınlar çokça olumsuz etkilenmektedir. Örneğin, geri kalmı ülkelerde ya am beklentisi 40 ya ını bile bulmazken geli mi ülkelerdeki insanlar neydeyse iki katı da fazla ya amaktadırlar. Örneğin, 1996 verilerine göre, ya am beklentisi Angola ve Zimbabwe’de 37 ve Mozambik’te 40 ya iken, Japonya, Avustralya, Đsveç, Đsviçre ve Kanada gibi ülkelerde 80 ya ını geçmektedir.• Benzer ekilde, yoksulluk nedeniyle geri kalmı ülkelerde bebek ölüm oranları oldukça yüksektir. Örneğin, her doğan 1,000 bebekten Angola’da 191, Mozambik’te 130, Nijerya’da 99 ve Pakistan’da 72 tanesi ölmekteyken bu rakamlar geli mi Đsveç ve Japonya, Finlandiya, ve Norveç gibi ülkelerde binde 3-4 tane ve ABD’de 6.5 tanesi ölmektedir.•• Çünkü ilk grupta çocuklara en temel a ılarını bile yaptırılmamaktadır ki bu oran bazı ülkelerde yüzde 15’i bulmaktadır.••• Benzer ekilde, Afrika’da her 1000 ki iye 1 sağlık personeli (doktor, hem ire, ebe di çi ve eczacı) dü erken, Avrupa ve Kuzey Amerika’da 11 görevli dü mektedir. Teknolojik geli meler de e itsizliği azaltmak yerine, artırmakta veya peki tirmektedir. Örneğin, artan bilgisayar kullanımı hem ülkeler arasındaki uçurumu hem de ülke içindeki sınıflar arasındaki uçurumu artırmaktadır. Bu durum özellikle eğitim alanında etkisini daha çok hissettirmektedir. (Teine 2002: 39). Bütün çocuklara eğitim imkanı verilemediği gibi, eğitim alanında zengin ve yoksul aile çocukları arasındaki e itsizlikleri azaltacak önlemlerde yeterince hayata geçirilememektedir. Eğitimdeki bu adaletsizlik, fırsat e itliğini de zedelemekte alt kesimlerin daha da geri kalmasına yol açmaktadır. Yine küreselle en sermaye ve ticaret dolayısıyla, AB’de refah politikaları yürütülememektedir çünkü bu emeğin maliyetini artırmaktadır. Dünya’daki üretimin ve sermayenin Uzakdoğu’ya kaymaya ba laması kar ısında AB’nin rekabet gücü giderek zayıflamaktadır. Bu da refah politikalarının daha çok • Information Please, Pearson Education, “Infant Mortality and Life Expectancy for Selected Countries, 2005.” 26.03.2006. http://www.infoplease.com/ipa/A0004393.html •• a.g.y. 26.03.2006. http://www.infoplease.com/ipa/A0004393.html. ••• World Development Report, Dünya Bankası ve Oxford University Press. 2006. s. 43. 26.03.2006. http://wdsbeta.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/IW3P/IB/2005/09/20/ 000112742_20050920110826/Rendered/PDF/322040World0Development0Report02006 .pdf askıya alınması anlamına gelecektir ve ister istemez toplumda huzursuzluklar çıkacaktır. Genelde kendisine yer edinememi göçmelerin huzursuzluğu sonucunda ortaya çıkan Fransa’da gördüğümüz sokak isyanları ve yakıp yıkma bunun ilk i aretleri olarak görülebilir. Ekonomik sorunlar arttıkça bu tepkinin yerli topluluklar arasındaki huzursuzluğu daha da artırması da olasıdır. Çevre Sorunları: Artan ve yaygınla an teknoloji kullanımı, birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. En ba ta, çevre kirlenmesi günümüzün artan teknoloji kullanımının bir sonucu olarak ortaya çıkmı tır. Hava kirliliği, radyasyon, ozon tabakasının delinmesi, zararlı kimyasal maddelerin yiyeceklere bula ması, temiz su kıtlığı ve etkileri henüz tam kestirilemeyen genetik özelliği deği tirilmi yiyecekler gibi yeni bir sürü yeni sorun ortaya çıkmı tır. Teknolojinin bilinçsiz kullanımı yanında sınır tanımayan kar anlayı ının üretime hâkim olması da önemli rol oynamaktadır. Sava : a ırtıcı geli melere rağmen 21. yüzyılda halen sava gündemden dü mü değildir. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Afrika’da çatı ma ve sava lar durmamı tır. Afrika’da bir çok yerde yerel çatı malar olduğu gibi, ABD ve büyük güçlerin taraf olduğu sava lar devam etmektedir. Birinci gurup sava lar, geri kalmı ülkelerde kan davalarına benzemekte geli mi ülkelerin katıldığı sava lar ise daha çok terör gerekçesiyle yapıldığı söylenmektedir. ABD ve Đngiltere’nin ba ını çektiği bu sava lar, teröre kar ı yapılsa da, aslında Đngiliz kolonyal tasarımının bölgeye kalıcı refah, huzuru ve demokrasiyi getiremeyi inden doğmaktadır. Çünkü tepkiyi bölgedeki kötü yönetimler değil, onların koruyucusu ve kolonyal tasarımın mirasçısı gibi görülen ABD üstüne çekmektedir. Belki bu süreci tersine döndüreceği umulan, Irak Sava ı da bu yöndeki tepkileri artırıcı ve küresel terörün elini güçlendirici bir etki yapmaktadır. Küresel ABD Liderliği ve Ahlaki Temelleri Her süpergücün yapacağı gibi ABD de dünya üzerindeki ağırlıklı konumunu sürdürmek istemektedir. Bu bağlamda, ABD kültürel, siyasal ve askeri üstünlüğünü devam ettirmeye büyük çaba harcamaktadır. Askeri üstünlüğü ile boy ölçü ebilecek bir rakip bulunmamaktadır ancak siyasi ve kültürel üstünlüğü birçok açıdan sorun ya amaktadır. Öncelikle, Bush doktriniyle somutla an ABD’nin yeni siyasi anlayı ının ahlaki ve kültürel temelleri oldukça sorunludur. Kültürel boyutuna geçmeden önce yeni Amerikan siyasetinin temel özelliklerini öyle sıralayabiliriz: (a) tek taraflı politika ve (b) önleyici sava . Her iki politika da diğer ülkelerin Amerika’nın iyiliğini istemedikleri ve hatta onun gücünü kıskandıkları, bu yüzden de ABD’nin haklı çıkarlarına genellikle destek vermeyecekleri varsayımı üzerine dayanır. Bu yüzden ABD bir çok tarafın rızasının aranmasını ve i birliğini kendi faaliyetlerini kolayla tıracağını kabul etmekle birlikte, bunun art olmadığını dü ünmekte ve kendi çıkarlarının gerektirdiği durumlarda da tek ba ına hareket etmekte bir sakınca görmemektedir. Bu çerçevede uluslar arası kurumları ve hukuku ikinci plana atabilmektedir. Bu anlayı la paralel olarak, James Stover tek yanlı ABD politikalarını söyle sıralamı tır: (a) diğer ülkeleri ABD değerlerini benimsemeye zorlamak, (b) Amerikan askeri üstünlüğünü zayıflatabileceği için diğer ülkelerin nükleer silah sahibi olmasına engel olmak, (c) diğer ülkeleri ABD çıkarlarına orantılı olarak sınıflamak, (d) serbest ticaret ve açık piyasa adı altında Amerikan holding çıkarlarını desteklemek, (e) Dünya Bankası ve IMF politikalarını da bu doğrultuda ekillendirmek, (f) Amerikan standartlarına uymayan ülkelere yaptırım uygulamak. (Stover 2001: 18). 2001’den sonra ABD kuvvet yoluyla demokrasi ihracı ve rejim deği ikliği politikalarını daha da somutla tırdı. Ancak bu konuda da temel bazı açmazlarla kar ı kar ıya kalıyor. Bush Doktrini ve dolayısıyla ABD dı politikası me ruiyet ve inanılırlık sorunları ya amaktadır. 2002 yılındaki 1441 numaralı Birle mi Milletler Kararı, ABD’nin Irak’a giri ine otomatik olarak onay vermediğini bizzat onu imzalayan Rusya ve Fransa dile getirdiği halde ABD Irak Sava ı’nı ba lattı. Buradaki amacının demokrasi mi, yoksa petrol mü olduğu konusunda çok inandırıcı olamadı. Her iki Amerikan seçiminde de ya anan sorunlar, ABD demokrasisi hakkında dünya kamuoyunda üpheler uyandırdı. Bir yandan bazı ülkelerde demokratik hareketlere destek verip, bir yandan da Orta Doğu’da otoriter rejimlerle iyi ili kilerini sürdürmesi demokrasi konusunda da çifte standartla suçlanmasına yol açtı. Yine 1994 yılında Rwanda’da 900 binden fazla Hutu ve Tutsi’nin öldüğü katliamı soykırım olarak nitelemeye yana madı çünkü soykırımı kabul etmesi durumunda ABD yasaları yaptırım uygulanmasını da öngörüyor. Afrika’da Amerikan hegemonyasında merkezi bir yere sahip olmadığı için de bu yapılmadı. Buna çevre sorunlarına ve küresel ısınmaya çözüm arayan Kyoto sözle mesini ve mayın sözle mesini imzalamaya yana maması da eklenince her otoritenin ihtiyacı olan ABD me ruiyetini biraz daha yitirmi oldu. Sava bittikten sonra bile masum insanların hayatlarına mal olan yer mayınlarının satılmasını ve dö enmesini öngören anla mayı da ABD kabul etmedi. Bütün bunlar, dünya üzerinde adalet, insan hakları, e itlik ve sağlıklı bir çevre konusunda da yeterince samimi görünmemesi, ABD’nin küresel liderliğini sürdürmesi için ahlaki temellerinin zayıf olduğunu ortaya koymaktadır. Yukarıda anlattığımız neo-liberalizmin ve neo-Muhafazakarlık’ın Amerikan politikalarındaki ağırlığı dünya üzerindeki prestijini oldukça zayıflatmaktadır. Hatta Sosyalist Blok’un yıkılmasından sonra liberalizmin nihai zaferini ilan eden Fukuyama (Fukuyama 1992) bile, Bush Doktrini’ne temel te kil eden NeoMuhafazakar Hareket’e desteğini çektiğini açıklamı tır. (Fukuyama Ibid: 11). Fukuyama, 11 Eylül’den sonrası, Amerikan Neo-Muhafazakarların çoğunun ‘ ahin Đsrail’ politikalarını desteklediklerini ve Đslam Dünyası’nı tehdit olarak algıladıklarını söylüyor. (Fukuyama 2006: 12). Ayrıca, Bush Yönetimi’nin Birle mi Milletler ve Uluslar Arası Suçlar Mahkemesi gibi kurulu lara haksız yere önyargılı davrandığını ve müttefiklerini kendisinden uzakla tırdığını da eklemektedir. (Fukuyama 2006: 6). OSMANLI MĐRASI Osmanlı Mirası Neden Gündemde? Ann Swidler kültürü toplumun bir zanaatkârın araç kutusuna veya bir sanatçının repertuarına benzetir çünkü toplum ihtiyacına uygun biçimde gerekli olan parçayı veya aleti alır ve kullanır. (Swidler 1986: 51). Tarih kültürü önemli bir öğesi olduğu için aynı eyi tarih için de söyleyebiliriz. Diğer bir ifade ile, toplum tarihindeki öğeleri, deneyim ve anlayı ları ihtiyacına göre stratejik bir biçimde kullanabilir. Dolaysıyla, aynı durum bizim toplumumuz içinde geçerlidir. Hiçbir toplum sıfırdan var olmaz. Bunu dinamiği “tarihin çekim gücü” diye adlandırmı tır. (Amman 1995). Ayrıca, sosyolojik olarak ba arılı olmu modeller her zaman kulağa ho gelen ama test edilmemi teori ve hipotezlere tercih edilir. Osmanlı’nın tarihteki yeri ve dünya çapındaki ba arısı zaten bilinmektedir. Hatta Sanayi Devrimi’nden sonra Avrupa’nın ileri gitmesi kar ısında “ayakta durabilmek için büyük mücadele veriyor ve bir hayli de ba arılı oluyor” (Tunçay 1999: 241). Her eyden önce Osmanlı katı ve basmakalıp bir ablon değil, daha esnek bir yakla ımla Moğol-Türk geleneğinden gelen tecrübelerden yararlanmı , ArabĐslam öğretilerini hayata geçirmi ve de Roma-Bizans mirasından yararlanmı tır. Bizans’ta devletin kiliseyi kontrol etmesi gibi, Osmanlı sultanları da eyhülislamı kontrol etmi tir. (Ortaylı Ibid: 136). Bir yandan emperyal Roma mirasına sahip çıkarken (Ortaylı 2003: 45) bir yandan da Đslami halifelik mirasına sahip çıkmı tır. Bu anlamda Osmanlı ideal bir sentez olu turmaya çalı mı ve bu konuda bağnaz olmamı tır. Bir anlamda iktisattan bildiğimiz prensip, ürününe güvenen üretici korumacı değil daha rekabetçi ve esnek olduğu gibi, Osmanlı da kendi kültürüne ve inancına güvendiği için tepkisel ve korumacı olmak zorunda kalmamı tır. Dünya üzerindeki temel sorunlar (sınırlı enerji kaynakları, yoksulluk, milliyetçilik, demokrasi ve dinsel radikalizm), büyük ölçüde Osmanlı’nın uzun süre yönettiği bir bölgeyi ilgilendirmektedir. Enerji kaynaklarının (yani, petrolün) bölgede bulunması Osmanlı’nın bölge hâkimiyetinin sonunu getirmi ve bunda bölgedeki milliyetçiliğin de payı olmu tur. Yukarıda anlattığımız gibi, bölgede kalıcı barı henüz sağlanamadığı gibi, Batı düzeyinde refah, demokrasi ve geli mi lik sorunlarına adil çözümler bulunamamı tır. Osmanlı’nın terk ettiği bölgelerde son 20. yüzyılda bile Balkan sava ları, ArapĐsrail çatı maları, Đran-Irak Sava ı, 2 Körfez (Irak) Sava ı ortaya çıkmı tır. Milliyetçilik, balkanlarda çok katı bir biçim almı ve Doğu Blok’unun yıkılmasından sonra kanlı çatı malar, yıkımlar ve hatta katliamlar olmu tur. Kafkaslar’da Osmanlı’nın çekildiği bölgelerde de sular durulmamı tır. Hatta Ukrayna’dan Gürcistan’a ve Orta Asya’ya kadar ABD, Rusya ve biraz da Türkiye arasında nüfuz mücadelesi devam etmektedir. Orta Doğu’da ise, Arap milliyetçiliği Arapların güçlü demokratik bir ulus-devlet kurmalarını ve bütünle mesini sağlayamadığı gibi, Filistin ve Irak hariç tutulursa demokratik bir yönetimden söz etmek zor. Ne ilginçtir ki, bu iki ülke de i gal altında olan yerlerdir. Petrolü olmayan Orta Doğu ülkelerinde ciddi geli mi lik sorunları vardır. Petrolü olan ülkelerde bile i sizlik sorunu olduğunu ciddi boyutlardadır. Örneğin, i sizlik Suudi Arabistan’da % 8, Katar ve Bahreyn’de % 12’e ula mı tır. Petrolü olmayan ülkelerde ise i sizlik daha da fazladır. Örneğin, Yemen’de % 12, Tunus’ta 15, Fas’ta % 22’dir. Yine Nasırizm ve Baas Partileri de bölgeye huzur ve refah kazandıramamı tır. A ağıda ele alacağımız gibi, ABD’nin ortaya attığı Büyük Orta Doğu Projesi (BAP) de bölgede Amerika’nın ya adığı temel açmazlar yüzünden ba arı ansı oldukça azdır. Çünkü Irak Sava ı, Filistin Sorunu, Karikatür krizi gibi olgular bölgeyi Batı’dan ve özellikle de Amerika’dan uzakla tırmaktadır. Đ te tam bu noktada Osmanlı mirası önem kazanmaktadır. Ancak, her eyden önce bu mirasın anla ılması ve doğru anla ılması gerekmektedir. Büyük Osmanlı tarihçisi Halil Đnalcık “Osmanlı tarihi en çok saptırılmı , tek yanlı yorumlanmı tarihtir” demektedir. (Đnalcık 1999: 19) Bu tarihi mirastan yararlanmak için öncelikle bu mirasın doğru anla ılması gereklidir. Osmanlı Kültürü ve Đdeolojisi: Halil Đnalcık’a göre, Osmanlı ideolojisinin tasavvufi dünya görü ü, gaza (Allah yolunda sava ) ve ritüel yemin (Türk-Moğol geleneğindeki nökerlik) gibi öğelerden olu tuğunu söyler. (Đnalcık Ibid. 26-27). Gaza anlayı ı Anadolu’daki halklar arasında Osmanlı’nın me ruiyeti artırıcı bir etki yapmı tır. Bu anlayı Cumhuriyet dönemine kadar sürmü tür ki Atatürk Gazi unvanını almı tır. Osman Gazi ile Gazi Mustafa Kemal’in “gazi” unvanları tesadüfî bir benzerlik olmasa gerektir. Vakıf sisteminin çok yaygın olması, toplumda gönüllülük bilincinin oldukça yüksek olduğuna bir kanıttır. Günümüzde çokça tartı ılan ve önemi giderek artan sivil toplum kurulu ları ve toplumsal ihtiyaçların gönüllü kurulu larca kar ılanması anlayı ı, toplumda sorunların çözümünün sürekli devletten beklenmemesi yönünde olu an çağda anlayı la da paraleldir. Osmanlı kültürünün öncüleri arasında eyh Edebalı, Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Hacı Bekta Veli, Ahi Evren, Sarı Saltuk gibi figürlerin önemli bir yeri vardır. (Kafadar 1999: 42-43). Tasavvufi dünya görü ünü benimseyen bu ya am felsefesini, belki de en iyi ekilde Yunus Emre’nin “yaradılanı sev, yaradandan ötürü” sözü yansıtmaktadır. Bu toplumun kendisini nasıl tanımlamaktaydı. Osmanlı kimliği, bir emperyal kimlikti ve bunun içinde Arap, Arnavut, Kürt asıllı Müslüman yöneticiler gibi Rum ve Yahudi asıllı yöneticiler de vardı. (Ortaylı 2003: 13). Millet Sistemi: Toplumu dini cemaatler temelinde sınıflandırıp örgütleyen yapıya millet sistemi denmi tir ve bu kavram dünya literatürüne de geçmi tir. Osmanlı’nın ba ka inançlara saygılı ve çok kültürlü yönünü ifaden bu sistem aynı zamanda tarihsel olarak Osmanlı’ya has bir sistemdir (Ortaylı Ibid.: 31). Daha ilk kurulduğu dönemde Osmanlı yönetiminin ve halkının yabancı seven bir özelliği olduğu belirtilmi tir. (Đnalcık Ibid.: 26). Bu çok kültürlülük paralelinde kozmopolitlik de önemli bir özellik olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmı tır. (Ortaylı Ibid.: 25). Zaten çok kültürlülük ancak ona imkân verilen yerlerde gerçekle ebilir. A ıkpa azade, daha Osman Gazi döneminde Gayri-Müslimlerin ba ka bölgelerden Osmanlı Beyliği’ne gelmeye ba ladığını ve bölgenin kendilerinden öncekinden daha iyi durumda olduğunu tespit etmektedir. (Đnalcık Ibid.: 28). Zimmi statüsü ile Ortodoks Rumlar ve diğerleri can ve mal güvenliği ve dinini rahatça uygulama hakkı vermektedir. Đlber Ortaylı’ya göre, müslüman olmayan azınlığı bir tür akitle kendine bağlayan millet sistemi (a) dini hürriyet, (b) kültürel özerklik ve (c) idari i birliğine dayanmaktadır. (Ortaylı Ibid.:11). Bu sistem içinde, Helen-Hıristiyan unsura bir öncelik sağlanmı tır. (Ortaylı Ibid.:12). Ho görüye dayanan bu sistem içinde Arnavutlar, Bo naklar, Pomaklar gibi birçok grup zorlama olmaksızın Müslüman olmu tur. (Ortaylı Ibid.:31). Yalnızca gayri Müslimler için değil, azınlıktaki Müslüman gruplarında Osmanlı bürokrasisinde yer aldığını Kafadar – kesin bir genelleme yapmaya çalı madan – tespit etmi tir. (kafadar 1999: 19). Peki Osmanlı Türkü dı lamı mıydı? Nejat Göyünç’e göre “Hayır”, dı lanan ya amlarını yapma ve çapulculukla geçiren yalnızca göçebe Türkmen kabileleridir. (Göyünç 1999: 79). Türkçe geri plana itilmi miydi? Klaus Kleiser’e göre, itilmemi tir çünkü Peter Gyllius (14901555) Osmanlı’lardan bahsederken, “Bu halk kendi diline öylesine a ıktır ki, ele geçirdiği tüm yerlerin adlarını derhal deği tirir” diyordu (Keiser 1999: 19) Ortaylı da Türklerin Osmanlı’nın esas unsuru olduğunu ve devlet dairelerinde Türkçe konu ulduğunu belirtmektedir. (Ortaylı Ibid.:13). Ancak diğer dini guruplardan bakanlar, valiler ve bir sürü hariciyeci olmu tur. (Ortaylı Ibid.:126). Siyasi Sistemi: Osmanlı siyaset anlayı ı, din ve ırk ayrımına dayanmayan bir anlayı tır. Ahmet Ya ar Ocak’a göre, bu anlayı , Đslami perspektife dayanarak “eski Türk (Kutadgu Bilig), Đran-Hint (Siyasetname) ile Yunan ve Đran siyaset dü üncesinden meydana gelen Müslüman Arap siyaset geleneklerinin” bir sentezidir. (Göyünç Ibid: 92). Osmanlı sistemi din ve devlet beraberliğine dayanmı tır. Đslami dünya görü üne dayanarak din ile devlet çatı ması değil, bütüncül algılama benimsenmi tir. Bununla beraber, bir çok konuda er’i hukuk yanında örfi hukukun da yer alması bir anlamda bugünkü laik hukuk anlayı ın öncüleri olarak yorumlanmı tır. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet eriata rağmen ve “ulemaya, vakıf arazilerini tımar arazilerine dönü türmü tür” (Yavuz 1999: 248). Ayrıca, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı almasından sonra Halifelik Osmanlı’ya geçiyor ve bu unvan özellikle Kanuni dönemiyle daha çok öne çıkmı tır. Kanuni Sultan Süleyman’ın bütün Müslümanların himayesini üstlendiği ve Kırım’dan Sumatra’ya, Orta Asya’dan Kuzey Afrika’daki Mülümanlara yardımlarda bulunduğu ortaya konmu tur. (Đnalcık Ibid: 28). Yine Đnglizlere kar ı direni lerinde Hint Müslümanlarına (Pakistan, Hindistan ve Benglade dahil) Osmanlı’nın yardım ve desteği olduğu gibi, yine aynı Müslümanların hem Ruslara kar ı 93 Harbi’nde hem de Kurtulu Sava ı’nda Türkiye’ye yardımları olmu tur (Kele yılmaz 1999. 8). Osmanlı sisteminin getirdiği bir küresellik de söz konusudur. Kuzey Afrika’dan Kafkas’lara Müslüman halkların sorunsuz dola ımı mümkün olmu tur. Bu aynı zamanda Osmanlı’nın yıkılmasından sonra birbirine hasım guruplara ayırma anlamına gelen “balkanizasyon” diye bir kavram ortaya çıkmı tır. Ama Bulgar asıllı Konstantin Jirecek’in dediğine göre, Osmanlı döneminde Balkanlarda “sınırlar kalkmı , dola ım ve ticaret kolayla mı tır”. (Đnalcık Ibid.39). Moğol istilası, Haçlı seferleri, göçler ve Bizans’ın gerilemesi ve taht kavgalarından bölge halkı yıldığı için Osmanlı’lara bir ans doğmu tu. (kafadar Ibid.: 55). Bugün de Osmanlı yıkıldıktan sonra iki tane dünya sava ı, Kore, Vietnam, Irak, Çeçenistan, Balkan Sava ları gibi bir sürü küçük sava meydana gelmi ve bazıları halen devam etmektedir. Bunlara terör ve küreselle menin getirdiği çarpıklıklar da eklenince, dünyada ve özellikle Orta Doğu ve Kafkaslar’da çözüm talep ve beklentileri artmaktadır. Bu karma a ve dengesizlikler yeni bir olu um dinamiği ve momentumu yaratabilir. Özellikle bölge değerlerine uzak olmayan ve bölge halkının benimsemekte zorlanmayacağı bir model çok önemli bir etki dalgası yaratabilir. Osmanlı devlet geleneğinde yönetenlerle yönetilenler arasında net bir ayrım yapıldığını, yönetici sınıfın askeri sınıf (ki hem sava erbabını hem de kamu hizmetlilerini ve onların ailelerini kapsar) ve yönetilenler (reaya) olarak ayrıldığı bilinmektedir. (Đnalcık 1999: 121). Yalnızca Türkiye’de değil Osmanlı’dan ayrılan diğer bölgelerde de Osmanlı eğitiminden geçmi Türkçe bilen bir elit bıraktı (Ortaylı Ibid.: 42). Bu elitlerin bir kısmı i gal edilen bölgelerde (örneğin, Suriye’de) istiklal mücadelelerine öncülük etmi tir. (Umar 2004: 403) Eyalet sistemi: Eyalet sistemi daha esnek bir yapıyla daha kapsamlı bir siyasal sistemin kurulmasına imkan vermekteydi. Böylece hem bölgesel ihtiyaçları dikkate alan bir yapı kuruluyor hem de geni topraklar arasında adaletin sağlanması için bir ekonomik, sosyal ve siyasal dengeleme sağlanmaya çalı ılıyordur. Bu Osmanlı’nın adalet anlayı ıyla da doğrudan ilgilidir. Osmanlı devlet sistemi, adaleti ön plana almı tı ve belki de bu yüzden çocuk ya taki ve bazen deli padi ahlarla bile sistem ayakta kalabilmi ti. Ahmedi’nin tarihinde Orhan Gazi’nin adaletinin Hz. Ömer’in adaletini aratmadığını söylemektedir. (Göyünç Ibid.:87-88). Zamanının diğer imparatorluklarına bakıldığında Osmanlı esnek ve içerici bir yapı arzediyordu (Fleisher 1999: 237) Mete Tunçay da Osmanlı merkeziyetçiliğinin sınırları olduğunu ve daha çok esnek bir yapıya sahip olduğu dü üncesindedir ve bu yapı heterojen bir ülke yapısına imkân vermektedir.-(Tunçay 1999: 247). Osmanlı fetih yöntemlerini anlatırken Đnalcık, kom u ülkeler üzerinde ilk olarak bir çe it sulta kurmaya çalı tıklarını ve ikinci olarak da yerli hanedanları tasfiye ederek bu bölgeleri doğrudan yönetmeye çalı tıklarını belirtmektedir. (Đnalcık Ibid.: 115).-Siyaset bilim açısından baktığımızda küçük ve bölgesel devletlerde yerel halka baskı arttığı gibi yönetim maliyeti (vergiler) de artar. Bu da genellikle daha federatif bir sisteme yönelik beklentileri artırmaktadır. Bu çerçevede, büyük devletler halkı yerel baskılardan koruyucu bir rol üstlenirler. Örneğin, Amerika’da resmi ırkçı politikaları devam ettirmek isteyen eyaletlerdeki ırkçığın kaldırılmasını emretmi tir ve kaldırılmı tır. Bir federatif ülke olmasa belki de bazı eyaletlerdeki resmi ırkçı politikaları ve dolayısıyla baskı bugün bile devam edecekti. Osmanlı da bunun gibi valileri deği tirerek ve kanunname düzenleyerek yerel halkı bölgesel güçlerin gadrinden korumaya çalı mı tır. Tımar sistemi de “tedrici bir temsil amaçlayan Osmanlı kurumlarıyla yerel artların ve sınıfların ılımlı bir uzla masıydı.” (Đnalcık Ibid.: 115). Osmanlı nüfus deği imi önemli bir ekonomik ve siyasi yöntem olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yöntemle sorunlu kavimlerin toplumun geneliyle kayna ması amaçlandığı gibi, suçlulara ceza olarak da sürgünler kullanılmı tır. (Đnalcık Ibid.: 155). Eyalet sisteminin bir özelliği de bölgesel yardımla ma imkânı sağlamasıdır. Bu ister devlet eliyle yapılsın, isterse gönüllülük prensibine dayansın bölgesel i birliği de bugünküne bakarak daha fazla olmu tur. Örneğin, askerin donatılması için devletin finansmanına paralel olarak birçok yerde iane (gönüllü yardım) toplanmı tır. 1877 yılında yaralı askerler için Hindistan ve Macaristan’dan, 1897’de Mısır’dan ve Selanik’ten yardım toplanmı tır. Hatta bu yardımlara am’daki Müslüman olmayan ahaliden bile katılım olmu tur. Kıtlık konusunda Đstanbul’a deği ik yıllarda Anadolu, Balkanlar ve Orta Doğu’nun deği ik yerlerinden yardım talepleri gelmi tir. Bunlar arasında 1861’de Bosna’ya yapılan kıtlık yardımı ve 1892 yılında Padi ah’ın Libya kıtlık zedelerine yaptığı yardım dikkat çekmektedir. Kıtlık dolayısıyla, 1861’de kıtlık çeken Bosna’ya zahire yardımı yapıldığı gibi bu i lem birçok bölge için de gerçekle mi ti. Hem resmi yardımlar hem de diğer bölge halklarından toplanan yardımların felaketlerle mücadelede bölgesel i birliğinin önemini ortaya koymaktadır. Örneğin, 1887’de Adana’da ba gösteren kıtlık için yardımın, Suriye’den mal satın alma ve yardım biçiminde gerçekle tiği görülmektedir. Ayrıca, özellikle 19. yüzyılın sonunda balkanlardaki toprak kayıpları dolayısıyla meydana gelen göçler büyük sıkıntılara yol açmı ve bu amaçla Đmparatorluğun her hanından yardım istenmi tir. Bu amaçla hemen hem Anadolu’dan hem de Anadolu dı ından yardımlar toplanmı tır. Bunlar arasında bugünkü Irak, Lübnan, Filistin, Suriye, Arabistan dikkat çekmektedir. Sosyal Adalet ve Sivil Toplum: Đlk Osmanlı tarihçilerinden Ruhi, Osmanlı’nın ba ka hiçbir Đslam diyarında kıyaslanmayacak biçimde vakıf sistemi kurduğunu ve bu sayede hem fakirleri doyurduğu ve hem de din adamlarını finanse ettiğini belirtmi tir. Vakıf kurumu, en mükemmel biçimiyle geli mi ve toplumda “dini ve sosyal hizmetlerin görülmesinin yanı sıra, fethedilen ülkelerde Türk kültürünün yerle tirilmesi, ordunun teçhiz edilmesi, donanmaya yardım, öğrenci yurtları tesisi” gibi i levler görmü tür. Gönüllülük, sivil toplum ve her eyi devletten beklememe anlayı larının tekrar önem kazandığı günümüze de ı ık tutacak biçimde, 18. yüzyılda bugünkü Türkiye sınırları içinde 6,000 vakıf bulunmaktaydı ve yalnızca aynı dönemin Bulgaristan sınırları içinde de bile 3,339 vakıf bulunduğu tespit edilmi tir. Ayrıca, fakirlere yemek dağıtılan imaretler, misafirhaneler, zaviyeler, hastaneler de çoğu zaman bu sistemle finanse edilmi tir. Yukarıda değindiğimiz bölgesel yardımla ma hem devletin zorunlu olarak topladığı vergilerle hem de halktan gönüllü olarak toplanan yardımlarla sağlanmaktaydı. Miras Ya ıyor Mu? Osmanlı mirasının Türkiye Cumhuriyeti’nde de davam ettiği yönünde hemen hemen bütün Osmanlı ara tırmacıları görü birliğine sahiptir. Örneğin Đnalcık, Osmanlı mirasının sosyolojik olarak devam ettiğini belirtmektedir. Ortaylı, söylendiğinin aksine net bir kopu olmadığını belirtmektedir. (Ortaylı Ibid.: 115). Tekke ve zaviyelerin yasaklanması da, “Cumhuriyetin icat ettiği bir radikalizm olmaktan çok, kökleri Tanzimat’a kadar uzan resmi kontrol ve üpheciliğe dayanmaktadır”. (Ortaylı Ibid.: 147). Son Osmanlı toplumunda çok deği ik dü ünceler yarı mı tır ve bu sayede oldukça deği ik bir yayın faaliyeti ve tartı ma gerçekle mi tir ve kaliteli modern eğitim kurumları ortaya çıktığı gibi aynı artlar otoriter bir yapının ortaya çıkmasına da yol açmı tı. (Özdalga 2005: 2). Osmanlı’dan Cumhuriyet’e resmi anlayı ta bir süreklilik olduğu gibi sosyolojik olarak da devamlılık söz konusudur çünkü tarikat ve tasavvuf hareketleri yasaklanmalarına rağmen devam etmesi belirgin bir örnek olarak ka ımıza çıkmaktadır. (I ın 1999: 236). erif Mardin de hem Osmanlı’daki merkez-çevre dinamiğinin Cumhuriyet döneminde devam ettiğini,(Mardin 1991: 120) hem de modernizasyon çabalarının ve politikalarının Osmanlı’dan Cumhuriyet’e süreklilik gösterdiğini belirtir (Mardin 2005: 2). Günümüz Türkiye’sinin önemli siyaset bilimcilerinden Metin Heper Osmanlı devlet geleneğinin, hem devlet yapısında bürokrasinin ağırlığı hem de politik kültür olarak devam ettiğini söylemektedir (Heper Ibid: 27). Yine söylendiğinin aksine Kurtulu Sava ı sırasında Ankara ile Đstanbul arasında örgütsel bir birlik olduğu da tespit edilmi ti (Tunçay Ibid: 242). Aynı paralelde devlet geleneğindeki merkeziyetçiliğin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçtiği de kabul edilmektedir (I ın Ibid: 237).Sultan Abdulhamit'in ve Abdulaziz'in ba lattığı demiryolu projesini, 10. yıl mar ında Cumhuriyet de gururla savunuyordu (Ortaylı Ibid. 24). Cumhuriyet’in Osmanlı mirasını reddettiği görü ü doğru değildir çünkü Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’dan kalan borçlarını ödemi tir ve Irak petrollerinden pay almı tır. Ayrıca, uluslar arası alanda Osmanlı mirasının ya adığını söylemek de zor değildir. Bir anlamda Osmanlı siyasi mirasını bir cenazeye benzetirsek, bu cenaze kaldırılmamı ve ortada durmaktadır. Çünkü Osmanlı’nın terk ettiği bölgelerde henüz kalıcı bir barı kurulamadığı gibi, demokratik, insan haklarına saygılı ve geli mi bir model de ortaya çıkmamı tır. Her ne kadar Türkiye siyasi olarak bu mirası reddediyor görünse bile, tarihi ve jeopolitik konumu Türkiye’yi bu mirasa sahip çıkmaya zorlamaktadır. Osmanlı Mirası ve Yeni Dünya Düzeni Doğu-Batı Ekseni: Orta Doğu’da Arap toplumları için ba arılı bir ulus devlet ortaya çıkmaması ve tarihsel tecrübelerin getirdiği genellikle homojen bir toplumsal yapı olmaması, Batılı kolonyal tasarımın ve mirasın olumsuz etkilerinin sürmesi Orta Doğu’daki halkları Batı’ya Batı’ya ve Batı yanlısı yöneticilere kar ı radikalize etmektedir. Her ne kadar Batı ile mücadelesi eskiye dayansa bile, Avrupa’ki 700 yıllık varlığı ve Batı tarafından sömürgele tirilememi olması Türkiye’nin bir yandan üçüncü dünyacı tepkiselliğine kapılmasına engel olmakta, ama hem Üçüncü Dünya ile hem de Batı ile daha önyargısız bir ili kiye girebilme ansını vermektedir. Bu çerçevede hem siyasi olarak demokratik, laik hukuk devleti anlayı ını iddeti dı layan bir Đslam anlayı ıyla barı tırma yolunda olması ve ayrıca bir geli mi lik düzeyi yakalayarak önemli bir model olma yolundadır. Bu süreci tamamladığı ve ba arıya ula tığını tam söyleyemesek bile bunu gerçekle tirme potansiyeline sahiptir. Demokrasi ve ekonomisi güçlendiği ölçüde bölgede bir cazibe merkezi haline gelmesi mümkündür. Bu çerçevede Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi art olmadığı gibi, belki de gerekli değildir çünkü Avrupa Birliği bu modellik konumunu zayıflatacak ve bölgeden uzakla tıracaktır. Ancak kısa vadede, demokratik hukuk devleti olup kendi rolüne uygun ılımlı Đslam anlayı ını sisteme entegre etmesi de kolay görünmemektedir. Çünkü Türkiye’de taban hareketleri zayıftır ve modernle me süreci yukarıdan a ağıya doğru i lediği için güçlü bir devlet eliti yaratmı tır. Bu elitler, her türlü dinsel anlayı ın kamusal alana yansımasından rahatsız olmaktadır ve bu konumlarından da vazgeçmeleri kolay değildir. Bu anlamda, Türkiye dü ünsel olarak Batı’dan alması gerekenden fazlasını almı tır ama uygulama da sorunlar ya amaktadır ve Avrupa ve Amerika’yla i birliğinin uygulamalarını peki tirmesinde yararı olacaktır. Türkiye’nin Batı’ya ihtiyacı olduğundan daha çok, Batı’nın (özellikle ABD’nin) Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Çünkü dünya üzerindeki sorunların çoğu Batılı kolonyal tasarımın bir sonucudur ve Osmanlı olarak Türk toplumu da bundan zarar görmü tür ama intikamcı veya tepkisel olmasını gerektirecek bir durum söz konusu değildir. Çünkü son a amada Batı da bu durumdan zarar görmeye ba lamı tır. Özellikle Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan bölgede ciddi istikrarsızlık, ekonomik ve siyasi sorunlar vardır. Karikatür krizinde net olarak görülen bölgede Batı’ya yönelik büyük tepki, bu bölgenin sorunlarından kaynaklanmaktadır. Çünkü bölge halkı otoriter Batı yanlısı yönetimlere kar ı tepkilerini artık Batı’ya yöneltmektedir. Đlginçtir ki karikatür krizi Avrupa’da çıktığı ve ABD’nin payı olmadığı halde en büyük tepkiler ABD’nin müdahil olduğu ülkelerde (Afganistan, Pakistan, Lübnan, Đran ve Suriye) iddetli gösterilere yol açmı tır. Bu da Batı’ya yönelik toptancı tepkilerin yaygınla maya ba ladığının i areti olarak yorumlanabilir. Osmanlı mirasının getirdiği Tasavvufi dünya görü ü ve geleneği Kuzey Afrika’dan Hindistan’a Đslam coğrafyasında önemli bir çizgiye tekabül etmektedir. Bu bakı açısı, daha olumlu, ho görülü ve daha az çatı macı yakla ımı yansıtır ve her ne kadar bunun tersine iddete ba vuran hareketler gündemi i gal etse bile büyük çoğunluk bu iddeti dı lamaktadır. Bu durum ElKaide’nin çıktığı Suudi Arabistan’da bile bu yönde deği mektedir, ilk kez püritan Wahhabi ulemasını açıkça ele tiren siyasetçiler, aydınlar ve din adamları çıkmı tır. Yeni Rol ve Yeni Algılama: Davutoğlu’nun söylediği gibi, politikaları belirleyen strateji bilincidir (Davutoğlu 2001: 29). Çünkü insanların ve toplumların dünya üzerindeki konumlarını algılamaları ve kendilerine biçtikleri misyon bireysel motivasyon için olduğu kadar toplumsal misyon için de önemlidir. Örneğin, Amerika’nın kurucuları Püritanların “seçilmi lik” ve “tanrı ile sözle me” inançları hem Amerikan toplumun in asında ve siyasi geleneğinde önemli bir yer tutmakta hem de bugünkü neo-Muhafazakar dünya stratejisinin kültürel kodlarını sağlamaktadır. Türkiye için de kendi konumunu ve misyonunu tarihsel mirasa göre algılaması çok önemlidir. Đnsanoğlu tarihsel ve kültürel öğeleri seçici bir biçimde ele alması için belirli bir manevra alanı olduğu için, bu mirası göz ardı etmek yerine dikkate alıcı, ondan yararlanmak ve onu yeni artlara uyarlamak için geli tirecek bir tutum benimsemelidir. Bu ülkenin bütünlüğü için de gereklidir. Sürekli içe dönük bakı açısı ve tehdit algılaması bu algılamaların ve sorunların kalıcı olması riskini ta ımaktadır. Bu da bir anlamda kendisini gerçekle tirmeye yarayan kehanete (self-fulfilling prophecy) dönü mektedir. Alternatif olarak, kendi sorunlarını büyütmeden ve çok merkeze almadan dünya sorunlarıyla ilgilenen ve bir anlamda liderliğe soyunan bir vizyon hem Türkiye’nin abartılmı sorun algılamalarını daha gerçekçi bir boyuta ta ıyacak ve güçlenen küresel konumu dolayısıyla yerel sorunlar daha kolay çözülebilecektir. Örneğin, II. Dünya Sava ı’ndan sonraki ABD’nin küresel liderlik iddiası ABD’de ırkçı ve geleneksel olarak güçlü, ırkçı ve ayrımcı anlayı ın yenilmesini kolayla tırmı tır çünkü dünya liderliğine soyunan ABD kendi zencilerini dı ladığı izlenimi vermek istemiyordu. Artan ileti im teknolojisi dolayısıyla küresel bir kamuoyunun olu tuğunu görmek zor değildir. Bu yüzden, dünya siyasetinin de giderek daha ortak bir zemine doğru kayması söz konusu olabilir. Adaletli bir küresel düzen kuramamı olan Batı’nın yükseli i sonucunda çöken bir imparatorluğun mirasçısı olarak, küresel kamuoyunda alternatif bir söylem geli tirmenin de vakti gelmektedir. Halen bu küresel siyasette ekonomi ve askeri güç çok önemli bir yer tutmasına rağmen, ele tirel (ama tepkisel değil) bir yakla ıma ve bu rolü üstlenecek bir aktöre ihtiyaç vardır. Bir anlamda hem geli mi ülkelerde hem de Üçüncü Dünya’daki tepkilerin tercümanı olabilir. Türkiye ekonomisini düzeltirse dünyanın sorunlu alanlarında askeri olarak daha da etkili olabilir ki NATO emsiyesi altında imdiden olmaya ba lamı tır. Sonuç: Neler Yapılabilir? Đnanılır bir model olu turabilmesi için Türkiye demokrasi, insan hakları ve din ve vicdan hürriyeti notunu daha iyi hale getirmelidir. Hesap verebilirliğin ve effaflığın geçerliği olduğu bir yöntemi hem siyaset hem de devlet yönetimine hakim kılmaya çalı malıdır. Bu çerçevede, siyasal sistemde seçilmi lerin konumunu güçlendirecek dar bölge temsilini sağlamalıdır. Aynı ekilde, din ile laiklik çatı masına – zor da olsa – bir uzla ma noktası bulmalıdır. Katı din anlayı ı demokrasiye uymadığı gibi katı laiklik anlayı ı da demokrasiyle bağda mayacaktır. Özellikle dinin en masum kamusal tezahürlerini bile dı layan bir anlayı demokrasiyi zayıflatıcı bir etki yapmaktadır. Ortak dini kimlik ve demokrasi etnik bölücülüğe kar ı da bir alternatif olu turabilecektir. Osmanlı’nın bölgedeki mirası, bilimsel olarak iyi incelenmelidir. Ortaylı’nın söylediği Osmanlı’dan sonra bölge ülkelerinde kalan elitlerin etkileri ve ülkelerin sosyolojik, kültürel, siyasal ve ekonomik dinamikleri iyi analiz edilmeli ve bölgenin temel ülkelerinde (Kahire, Sofya, Saraybosna, am, Beyrut, Tebriz, Bakü gibi ehirlerde) bu yönde faaliyet gösterecek ayrı ayrı ara tırma enstitüleri kurulmalıdır. Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar ve hatta Orta Asya ile tarihsel bağları geli tirecek ve Türkiye’yi tanıyan ve seven elitlerin bu bölgede ortaya çıkması için, Amerika’nın FullBright burslarına benzer burslar verilmelidir. Bu politika iki türlü de yararlı olacaktır: (a) ülkelerine döndükleri durumda, orada irtibat ve i birliği noktalarının olu masına katkıda bulunabilir, (b) ülkelerine dönmez Türkiye’de kalırlarsa, yeti mi eleman olarak ülkenin geli mesine katkıda bulunacaklar, ikayet edilen dı arıya beyin göçü dengelenmi olacaktır. Yine bu çerçevede üniversitelerin bu yönde burslu ve ücretli kontenjan olu turması sağlanabilir. Bu politika söz konusu ülkelere pek bağımlı olmayacağı için, bu ülkeler istekli olmasa bile ba arıya ula ma ansı vardır. Esas önemli politika, bölge ülkeleriyle ekonomik, siyasi ve kültürel i birliğinin artırılmasıdır. Britanya Commonwealth’inin küresel sorunların çözümüne katkıda bulunduğu bilinmektedir. Turgut Özal’ın ba lattığı Karadeniz i birliği projesi gibi projelere önem verilmeli aynı ekilde Akdeniz i birliği gibi yeni açılımlar da gündeme alınmalıdır. Bu i birliği bölge ülkelerinin ekonomik refahına katkıda bulunmacağı gibi, daha açık ve demokratik toplum olmalarına da katkıda bulunacaktır. Orta Doğu’da demokrasinin geli mesi – sanıldığının aksine – ekonomik sıkıntıların artmasından değil, refah düzeyinin artmasından beslenecektir. Çin örneğinde gördüğümüz dünya piyasasına açılması siyasal açılmayı da zorlamaktadır. Hem demokratik hareketlere kaynak sağlaması açısından hem de toplumdaki ağırlık merkezini siyaset ve devletten piyasaya kaydıracağı için böyle bir geli me hem yerel halkların hem de Türkiye’nin yararına olacaktır. Diğer bir politika da, Orta Doğu ülkelerini demokrasi ve insan hakları konusunda te vik etmektir. 1 Mayıs tezkeresi hem içerde hem dı arıda moral ve güven kaynağı olmu tur ve Türkiye’nin kredibilitesini artırmı tır. Đkisi birbirine ters gibi görünse de ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’ne de belli ölçüde destek verilebilir. ABD ile bölgede ters tepmeyecek biçimde i birliği yapılabilir. Bunun dozu iyi hesaplanmalı, analiz edilmeli ve ona göre uygulanmalıdır. ABD’nin demokrasi konusunda samimi olmasını sağlayacak seçici demokrasi desteği değil bütün bölgeye özellikle tarihsel olarak Suriye ve Mısır’da bu te vik politikası uygulanabilir ve gerektiğinde demokratik hareketlerle yönetimler arasında bir diyalog kurulmasına ve uzla ma sağlanmasına yardımcı olunabilir. Bu da bölge ülkelerinin istikrarını artıracağı için Türkiye’nin de yararına olacaktır. Çünkü istikrarsız bölgeler dı müdahalelere (örneğin, Amerikan müdahalesi) daha az açık kapı bırakacaktır. KAYNAKÇA Juan Jose Palacios, 2004. “Corporate Citizenship and Social Responsibility in a Globalized World.” Citizenship Studies 8(4): 383-402. 29.03.2006. Kiyoteru Tsutsui, “Global Civil Society and Ethnic Social Movements in the Contemporary World.” Sociological Forum, 2004, 19(1): 63-87. 27.03.06. http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true&db=aph&an=12513820. Donatella Porta, “Globalizations and Democracy.” Democratization, 2005. 12(5): 668-685. Edward A. Tiryakian, “Puritan America in the Modern World: Mission Impossible?” Sociological Analysis, 1982, c.43, sy.4, s.351. 28.03.2006. http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true&db=sih&an=17590722. 1 Norman K. Swazo, “Primacy or World Order? The New Pax Americana.” International Journal on World Peace, 2004, c.21, sy.1, s.15. 29.12.2008, http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true&db=sih&an=14930245. Anthony A. Leiserowitz, Kates, Robert W. ve Parris, Thomas M. “Do Global Attitudes and Behaviors Support Sustainable Development?” Environment, 2005, c.47, sy.9. 29.12.2008, http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true&db=aph&an=18876954 . World Development Report, Dünya Bankası ve Oxford University Press. 2006. s. 43. 26.03.2006. http://wdsbeta.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/IW3P/IB/200 5/09/20/000112742_20050920110826/Rendered/PDF/322040World0Developm ent0Report02006.pdf Drew Tiene, “Addressing the Global Digital Divide and its Impact on Educational Opportunity.” Educational Media International, 2002, c.39, sy.3/4, 29.12.2008, http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true&db=aph&an=9039798. William James Stover, “American Leadership: Doubt and Suspicion in the Face of Power.”International Journal on World Peace, 2001, c.18, sy.4. 28.03.2006. http://proquest.umi.com/pqdweb?did=126188691&sid=9&Fmt=3&clientId=467 13&RQT=309&VName=PQD Francis Fukuyama, The End of the History and the Last Man, New York: Macmillan, 1992. Francis Fukuyama. America at the Crossroads: Democracy, Power, and Neoconservative Legacy. New Heaven and London: Yale University Press, 2006, s.xi. Ann Swidler, “Culture in Action: Symbols and Strategies.” American Sociological Review, 1986, c.51, sy.2. http://www.jstor.org. 25 ubat 2006. Mehmet Tayfun Amman, “Sosyal Tabakala ma ve Günümüz Fransiz Sosyolojisinin Yakla imlari”, Doktora Tezi, Đstanbul Üniversitesi, 1995. Mete Tunçay. “Đdeal Osmanlı Yok (Açıkoturum, Đlber Ortaylı yönetiminde)”, Cogito, 1999, sy.241. Đlber Ortaylı, Osmanlı Barı ı, Đstanbul: Da Yayıncılık, 2003, s.45. Halil Đnalcık, “Osmanlı Tarihi En Çok Saptırılmı , Tek Yanlı Yorumlanmı Tarihtir.” (Đlber Ortaylı Söyle isi), Cogito, 1999, sy.19 (Osmanlılar Özel Sayısı), s.25. Cemal Kafadar, “Đki Çihan Aresinde”, Cogito, 1999, sy.19 (Osmanlılar Özel Sayısı), s.42-43. Đlber Ortaylı, Osmanlı Barı ı, Đstanbul: Ufuk Kitapları, 2003, s.13. Cemal Kafadar, “Ortaçağ Anadolu’su ve Osmanlı Devleti’nin Kurulu u Özerine” (Ahmet Kuya ’ın Söyle isi), Cogito, 1999, sy.19 (Osmanlılar Özel Sayısı), s.71. Nejat Göyünç, “Osmanlı Devleti Hakkında”, Cogito, 1999, sy.19 (Osmanlılar Özel Sayısı), s.88. Klaus Kreiser, “Türklerde Akıl Var Mı? Napolyon Dönemi Avrupasındaki Doğu Tartı ması Üzerine”, Cogito, 1999, sy.19 (Osmanlılar Özel Sayısı), s.95. Hilmi Yavuz. “Đdeal Osmanlı Yok (Açıkoturum, Đlber Ortaylı yönetiminde)”, Cogito, 1999, sy.248. Vahdet Kele yılmaz, Te kilatı Mahsusa’nın Hindistan Misyonu, 1914-1918, Ankara: Atatürk Ara tırma Merkezi, 1999, s.8. Halil Đnalcık, “Osmanlı Fetih Yöntemleri”, Cogito, 1999, sy.19 (Osmanlılar Özel Sayısı), s.121. Ömer Osman Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda Đdaresi Altında Suriye, 1908-1938, Ankara: Atatürk Ara tırma Merkezi, 2004, s.493. Cornell Fleisher. “Đdeal Osmanlı Yok (Açıkoturum, Đlber Ortaylı yönetiminde)”, Cogito, 1999, sy.237 Đlber Ortaylı, “Đdeal Osmanlı Yok (Açıkoturum)”, Cogito, 1999, sy.19 (Osmanlılar Özel Sayısı), s.234. Elisabeth Özdalga (der), Late Ottoman Society: The Intellectual Legacy, New York: Routledge Curzon, 2005, s.2. Ekrem I ın. “Đdeal Osmanlı Yok (Açıkoturum, Đlber Ortaylı yönetiminde)”, Cogito, 1999, sy.19 (Osmanlılar Özel Sayısı), s.236. Serif Mardin, “The Just and the Unjust”, Daedalus, 1991, c.120. sy.3, 29.03.2006, http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true&db=aph&an=17384777. Serif Mardin, “Turkish Islamic Exceptionalism: Yesterday and Today: Continuity, Rupture and Reconstruction in Operational Codes”, Turkish Studies, 2005, c.6, sy.2, 29.03.2006, http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true&db=aph&an=17384777. Heper, “The Ottoman Legacy”, http://search.epnet.com/login.aspx?direct=true&db=aph&an=3421435. Mete Tunçay. “Đdeal Osmanlı”, Cogito, 1999, sy.242-43. Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, (19. Basım), Đstanbul: Küre Yayınları, 2001, s.29.