Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013, p. 2165-2177, ANKARA-TURKEY
ÂGEHİ’NİN ŞÜTÜR KASİDESİ
Mehmet PEKTAŞ*
Mehmet ÜNAL**
ÖZET
XVI. yy. şairlerinden Âgehî, Vardar Yenicesi’nde doğmuştur. Asıl
adı Mansur olan şair, Hâce Kaynı Mehemmed Çelebi’den mülazım
olmuş, sonrasında müderrislik ve kadılık görevlerinde bulunmuştur.
Âgehî, kadılıktan azledilmişken 1577’de İstanbul’da ölmüştür.
Hayatının bir döneminde Kaptan Piyale Paşa ile donanmada bulunan
şair, yaşadığı dönemin denizcilik terimlerini kullanarak bir kaside
yazmıştır. Kullanılan kelime kadrosu ve yapılan benzetmeler itibariyle
orijinal olan bu kaside Osmanlı gemici dilinin zenginliğini göstermesi
açısından oldukça önemlidir. Âgehî, “keştî kasidesi” olarak bilinen bu
şiiriyle hayli şöhret kazanmış ve küçük çaplı bir akımın da kaynağı
olmuştur. “keştî kasidesi”ne pek çok şair tarafından nazire ve tahmisler
yazılmıştır.
Âgehî, az sayıda şiir yazmış olmasına rağmen Divan edebiyatının
önemli şairlerinden birisi olarak kendisini kabul ettirmiştir. Divanı
bulunmayan şairlerin şiirlerine çeşitli şiir mecmualarında rastlamak
mümkündür. Divanı olmayan şairlerin şiirleri, mecmualar kanalıyla
unutulmaktan kurtularak sonraki nesillere taşınmıştır. Bu yönüyle
mecmualar edebiyat tarihimizdeki önemli bir boşluğu doldurmaktadır.
Bu makalede Âgehî’nin pek çok açıdan “keştî kasidesi” gibi orijinal
olan ve bugüne kadar üzerinde durulmayan “şütür kasidesi” şiir
mecmuaları yoluyla gün yüzüne çıkarılmış, transkribe edilerek
incelenmiştir. Böylelikle mecmuaların divanı bulunmayan şairler
açısından önemli bir işlevine vurgu yapılmıştır. Klasik kaside
muhtevasından farklı olan “şütür kasidesi”, özellikle “şütür” kelimesine
yüklenen anlamlar itibariyle dikkat çekicidir. Âgehî, bu kasidede
alışılmışın dışına çıkararak Divan şiirinin ifade dünyasını genişletmeye
çalışmıştır.
Anahtar Kelimeler: Âgehî, 16. yy, şütür kasidesi, Divan şiiri,
mecmua.
ÂGEHÎ’S ŞÜTÜR KASİDAH
ABSTRACT
Âgehî was born in the town called Yenice, Vardar in today’s
Bulgaria. His name was Mansur. He attended the local madrasah and
*
Öğretmen MEB, El-mek:
[email protected]
Uzman, Süleyman Demirel Üniversitesi, El-mek:
[email protected]
**
Mehmet PEKTAŞ – Mehmet ÜNAL
2166
gradually rose to the seat of chief lecturer and served as a judge for a
while. He also worked in the royal naval force with Kaptan Piyale Paşa
and reflected his naval experience to a poem in which he used words
related to the marine life. This eulogy or kasidah is quite original
because it very well reflects the richness of marine corps’ jargon.
Known also as the “Keşti Kasidah” it earned fame to Âgehî and led to a
minor poetry movement. And some paralell poems called nazire and
tahmis were written afterwards.
The poetry of poets who weren’t able to collect their work in a
Divan reached today through the hand written poetry notebooks called
mecmua collected poetry book. These collections did a unique job in the
sense that many poems survived through these kind of notebooks.
Âgehî, too, is one of the poets whose poems are known through the
mecmuas. He is known to have written not so many poems but has a
reputation in the Divan poetry.
This article tells about another Kasidah by Âgehî titled as “Şütür
Kasidah”, which seems to be as original as the Keşti Kasidah. This
poem is rather different from the conventional kasidah or eulogium
since it gathers about one word and conceptualize it as a symbol in sufi
tradition. It was transcribed, paraphrased and interpreted so as to
identify the meanings of the word şütür.
Key Words: Âgehî, 16th century, şütür kasidah, Divan poetry,
mecmua.
GİRİŞ
Âgehî, Vardar Yenicesi’nde1 doğmuştur.2 Asıl adı Mansur olan şair3, Mekke, kadılığı
görevinde bulunmuş olan ve Hâce Kaynı olarak bilinen Mehemmed Çelebi’den mülazım olmuştur.4
Âlî, Âgehî’nin Gelibolu’da müderrislik görevinde bulunduktan sonra bazı kasabalarda kadılık ve
müderrislik görevlerinde bulunduğunu söyler.5 Âgehî, kadılıktan mazulken İstanbul’da 985 yılının
cümâde’l-ûlâ (cemâyize’l-evvel) ayında vefat etmiştir.6
Şuh tabiatlı, hoş sohbet, birisi olan Âgehî7, aynı zamanda iyi bir şairdir.8 Âgehî, özellikle
denizcilik terimlerini kullanarak yazdığı orijinal kaside ile tanınmış ve şöhret bulmuştur, pek çok
gemici teriminin kullanıldığı bu kaside “keştî kasidesi” olarak da bilinmektedir. Şair, bu kasideyle
Divan şirinin kelime kadrosuna yeni kelimeler kazandırarak ifade imkanlarını genişletmiş, “korsan
lisanı diye kaba sayılan gemici dili, birdenbire kültürün bir parçası haline gelmiştir.”9
1
Mehmed Süreyya, şairin Yenişehr-i Fenârlı olduğunu söyler. Mehmed Süreyya, Sicil-i Osmanî, C. 1, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul 1996, s. 144.
2
Ahdî, Gülşen-i Şu’ara (İnceleme- Metin), Haz. Süleyman Solmaz, AKM Yayınları, Ankara 2005, s. 209; Beyânî,
Tezkiretü’ş-Şu’arâ, Haz. Aysun Sungurhan Eyduran, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr, Ankara 2008, s. 19; Mustafa İsen,
Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, Ankara 1994, s. 293; Kınalı-zade Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ, C. I, Haz.
İbrahim Kutluk, Ankara 1989, s. 168; Aşık Çelebi, “Meşâ’irü’ş-Şu’arâ İnceleme-Metin” Haz. Prof. Dr. Filiz Kılıç,
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, İstanbul 2010, s. 351.
3
İsen, age, s. 293; Kızalı-zade, age, s. 168; Aşık Çelebi, age, s. 351.
4
Kızalı-zade, age, s. 168.
5
İsen, age, s. 293.
6
Kızalı-zade, age, s. 168.
7
Ahdî, age, s. 209.
8
Kızalı-zade, age, s. 168.
9
İskender Pala, “Osmanlı Şiirinde Gemici Dili” Şairlerin Dilinden, L&M Yayınları, İstanbul 2002, s. 269.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Âgehi’nin Şütür Kasidesi
2167
Âgehî’nin başlattığı bu ifade tarzı birçok şairi tahmis ve nazîre yazmaya teşvik ederek kısa
süreli de olsa bir edebiyat cereyanına vesile olmuştur.10 “Keştî kasidesi”ne Derûnî, Yahya, Aşkî,
Gubârî gibi şairler tarafından nazireler yazılmış11; Molla Mehemmed ve Za’fî gibi şairler tarafından
şiir tahmis edilmiştir.12 Denizle canlı bir rabıtaları bulunmayan bu şairlerin şiirleri sunilikten
kurtulamamış13 ve “keştî kasidesi”nin yakaladığı şöhreti yakalayamamıştır. Beyânî bu kasidenin
kazandığı şöhret için “eşher min kaside-i İmrü’l-kays olmışdur.”14 derken; Âlî de şairin söz
kudretine ve şairlikte eşsiz oluşuna “keştî kasidesi”nin açık bir beyan olduğunu söyler.15
Ahdî kasidenin yazılış sebebini Âgehî’nin bir gemici dilbere aşık olmasına bağlar: “Niteki
zamân-ı evâilde bir gemici dilberine dil virüp fülk-i tenin deryâ-yı ‘ışka salup müstagrak-ı bahr-ı
mevc-i hırmân olup ol hevâyla gemiciler ıstılahâtın cem’ idüp bir kasîde-i âbdâr mânend-i dürr-i
şehvâr gavvâs-sıfât bahr-ı ‘amîkden kenâra çeküp der-gûş-ı erbâb-ı hüner ve meşhûr-ı bahr ü berr
olmışdur.”16 Hasan Çelebi de aynı rivayeti “Bir gemici cevâna ‘âşık u şeydâ ve bahr-i mahabbet
hevâsıyla âşinâ oldukda ol tâ’ifenün ıstılâhı üzre bu kasîde-i garrâyı diyüp meşhûr-ı cihân ve
makbûl-i erbâb-ı fazl u ‘irfân olmışdur.17” diyerek dile getirir. Tietze, bu iddiaya ihtiyatlı
yaklaşmakla beraber, kasidenin âşıkâne bir hava taşıdığını, bir şairin maşukunun mesleğine ait
ıstılahlarla şiir yazmasının geleneğe aykırı olmadığını söyleyerek18 rivayetin gerçek olabileceğine
dair açık kapı bırakır.19
Âgehî, tanınan ve beğenilen bir şair olmasına rağmen divanı bulunmamaktadır. Şairin
şiirleri mecmualar kanalıyla günümüze taşınmıştır. Arapça cem’ kökünden türemiş olan mecmua,
“toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi, seçilmiş yazılardan meydana
getirilen yazma kitap, dergi”20 anlamlarına gelmektedir. “Klasik kültürde edebiyat terimi olarak
defter, türlü konuların bir araya getirildiği yazıları içine alan kitap, şiir defteri anlamlarında
kullanılmıştır.”21
Divan edebiyatının temel kaynaklarından olan mecmualar edebiyat tarihine çeşitli
yönlerden ışık tutmaktadır.22 Mecmualar, divanı bulunsun bulunmasın pek çok şairin şiirini ihtiva
A. Tietze, “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Âgehî Kasidesi ve Tahmisleri”, Türkiyat Mecmuası, Cilt 9, İstanbul,
1951, s. 113.
11
Âgehî’nin kasidesine yazılan nazireler için bkz.: A. Tietze, “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Âgehî Kasidesine
Nazireler”, Zeki Velidi Togan’a Armağan, Ankara 2010, s. 451-467.
12
Âgehî’nin kasidesine yazılan nazireler için bkz.: A. Tietze, “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Âgehî Kasidesi ve
Tahmisleri”, Türkiyat Mecmuası, Cilt 9, İstanbul, 1951, s. 113-137.
13
A. Tietze, “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Âgehî Kasidesine Nazireler”, Zeki Velidi Togan’a Armağan,
Ankara 2010, s. 451.
14
Beyânî, age, s. 19.
15
İsen, age, s. 293.
16
Ahdî, age, s. 209.
17
Kınalı-zade, age, s. 169.
18
A. Tietze, agm, İstanbul 1951, s. 114.
19
Gemicilik tarihin hemen her devrinde erkeklerin tek elinde bulunmuş bir meslektir. Dolayısıyla Ahdî ve Hasan Çelebi
tezkirelerinde Âgehî’nin âşık olduğu iddia edilen gemici dilber ve civan erkektir. Dînî hassasiyetin en üst seviyede
yaşandığı Osmanlı toplumunda hemcinse karşı bir aşkın yaşanmış olmasını düşünemiyoruz. Hele hele kadılık görevinde
bulunmuş, müderrislik yapmış birisinin böyle bir aşk yaşamış olma ihtimalini kabul etmek mümkün değildir. Tezkirelere
geçecek kadar ayyuka çıkan böyle bir teşebbüsün nasıl cezalandırılacağı da bellidir. Bize göre, Âgehî’ye yapılan bu isnat
olsa olsa şairi itibarsızlaştırmaya ve kasidenin değerini düşürmeye yönelik maksatlı bir girişimdir.
20
Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara 1999, s. 596.
21
Yaşar Aydemir, “Metin Neşrinde Mecmuaların Rolü ve Karşılaşılan Problemler”, Turkish Studies / Türkoloji
Araştırmaları, Volume 2/3 Summer 2007, s. 122.
22
Tarlan, mecmuaların bazı faydalarından bazılarını şöyle sıralar:
“1-Bir mecmua, bir şahsın üzerinde tekâsüf eden bir edebî devir zevkini, san’at anlayışını bize aksettirir. Herhangi
devrede ağızdan ağza dolaşan, divanlardan süzülüp çıkarılan manzumeler, o devrenin dil ve edebiyat durumunun,
topluluğun vicdanında nasıl yerleştiğini bize gösterir. Ekseriya büyük san’atkârların kendi devirlerini temsil etmedikleri
10
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Mehmet PEKTAŞ – Mehmet ÜNAL
2168
etmektedir. Helâkî Divanı’nın23 tamamen şairin mecmualardaki şiirlerinden oluşturulmuş olması,
divan nüshası bulunduğu halde, Amrî24, Çâkerî25 ve Behiştî26 divanlarının büyük oranda
mecmualardan yararlanılarak hazırlanması mecmuaların bu noktada ne kadar önemli bir rol
oynadığını göstermektedir.27
Bu makalede XVI. yüzyılın önemli şairlerinden Âgehî’nin Milli Kütüphane’de Yaz. A.
1694 ve 06. Hk 319/1 yer numarasıyla, Süleymaniye Kütüphanesi’nde 34 Sü-Tarlan 62/4 yer
numarasıyla kayıtlı mecmualarda yer alan “şütür kasidesi” transkribe edilerek tahlil edilmiştir.
Klasik kaside muhtevasından farklı olan “şütür kasidesi” Âgehî’nin şiir alanındaki kabiliyetini ve
orijinalliğini göstermektedir. Şiir bütünüyle “şütür” etrafından yazılmış olup şütür ve binicilikle
ilgili benzetmeler açısından dikkat çekicidir.
Nazire mecmualarında bu kasideye yazılmış nazire veya tahmis bulunmamaktadır. Bununla
birlikte aynı muhtevada yazılmış, Milli Kütüphane’de bir mecmuada (03 Gedik 18420/3) Katibî
mahlaslı, Süleymaniye Kütüphanesi’nde bir başka mecmuada (34 Sü-Tarlan 62/4) Vâlihî mahlaslı
Kaside-i Şütür Hücre başlığıyla Farsça iki kaside bulunmaktadır. Bu iki kaside birbirinin aynısı
olup yalnız mahlaslar farklıdır. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki mecmuada Âgehî’nin şiirinin
başında “Terceme-i Âgehî” ifadesi bulunmaktadır. Fakat, şiirler incelendiğinde Âgehî’nin tercüme
değil telif yaptığı görülmektedir. Âgehî, şiir boyunca hemen her fırsatta kullandığı “şütür” ve
“hücre” kelimelerini Valihî veya Katibî isimli şairlerden almış, bu kavramları kendi kültür ve
estetik birikimi içerisinde değerlendirmiştir. Kullanılan hayaller ve benzetmeler itibariyle
Âgehî’nin şiiri diğer şiirlerden farklıdır.
iddia edilir. Eğer bu iddia doğru ise bazen ikinci veya üçüncü derecede bir şairin o devrin ruhî ihtiyacına bir anda cevap
verip derhal mecmuaları istilâ eden şiiri o devri elbette bize daha iyi anlatacaktır.
2-Bir mecmuada toplanan muhtelif şairlerin eserleri, bir devrin edebiyat zeminini teşkil eder. O zaman bu zemin üzerinde
birinci safa geçen şairlerin muvaffakiyetlerinin sırlarını daha kolayca keşfedebiliriz. Esasen bu zemin bilinmeden
herhangi bir devrin edebî hüviyeti lâyıkıle takdîr ve temyiz edilemez.
3-Mecmua şiirleri, bize bir devrenin ruhî ihtiyaçlarını gösterir. Çünkü seçilen şiirler, bu ihtiyacın cevabıdır.
4-İsimleri tezkereleri dolduran bir çok şairlerin divanları bugün ortada yoktur. Ya bunlar mürettep bir divan vücuda
getirmişler, yahut yazılan divan, elden ele geçip zaman ile zayi olmuştur. Bunların bir çok şiirlerine mecmualarda tesadüf
kabildir. Ve yine pek muhtemeldir ki bunlardan kuvvetli istidada sahip amatörler, divan vücuda getirmeye heves
etmemişler; şair geçinmeye yeltenmemişler, fakat bazen kuvvetli bir ilham ile pek güzel eserler vücuda getirmişler;
bunlar dilden dile, mecmuadan mecmuaya geçmiş ve ancak o zeminde hayatını devam ettirebilmiştir.
Bu şiir, bize aşağı yukarı o san’atkâr hakkında bir fikir verebilir. Çünkü ekseriya şuarâ tezkerelerinde misal olarak alınan
parçalar, bir beyit veya bir kıt’ayı tecavüz etmez.
5-Bu şekilde şiir toplayanlar hemen daima şiirlerden anlayan kültürlü ve meraklı şahsiyetler olduğu için san’atkârın
eserini yanlışsız yazmışlardır. Bu mecmualar bazen cahil hattatların hakikaten nefis bir san’at eseri olarak vücuda
getirdikleri müzeyyen, müzehhep fakat çok yanlışlı divanlarına tercih edilir ve o divanlar, bu mecmualarla
karşılaştırılarak tashih edilir.
6-Divan edebiyatının hayatı aksettiren canlı şekillerinden biri de terci ve terkib-i bentlerdir. Bu mecmualara geçen terci
ve terkipler, bize bir devrin hayat telâkkisini, topluluk içinde yayılması elden ele geçmesi suretiyle pek canlı olarak
gösterir.
7-Muhtelif şairlerin tahmisleri ve nazireleri bu mecmualarda ekseriya yan yana bulunur. Meraklı mecmua sahibi bunları
belki aramış, taramış bulmuş ve bir arada kaydetmiştir. Bu tahmisler ve nazireler belli başlı şairlerin eserlerdir ki
divanlarında mevcuttur. Bir kısmı da eserleri zayi olmuş san’atkârlara aittir. O zaman biz o san’atkârların bir cephesini bu
eserile aydınlatmış oluruz.” Ali Nihat Tarlan “Eski Mecmualar Arasında” Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. I, İstanbul
1946-47, s. 122-123.
23
Mehmed Çavuşoğlu, Helâkî Dîvan, Tenkidli Basım, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul,
1982.
24
Mehmed Çavuşoğlu, Amrî Divan, Tenkidli Basım, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1979.
25
Hatice Aynur, Çâkerî ve Dîvânı, İstanbul, 1999.
26
Yaşar Aydemir, Behiştî Divanı, MEB Yayınları, Ankara, 2000.
27
Mecmuaların metin teşkilindeki rolü hakkında bkz. Yaşar Aydemir, “Şairlerin Edebî Kişiliğinin Tesbitinde
Mecmuaların Rolü”, Türk Kültürü, S. 464, Ankara, 2001; Yaşar Aydemir, “Şiir Mecmuaları ve Metin Teşkilinde
Mecmuaların Rolü”, Bilig, S. 19, Ankara, 2001.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Âgehi’nin Şütür Kasidesi
2169
“Şütür kasidesi”nin Muhtevası:
Âgehî’nin şütür kasidesi, klasik kaside28 muhtevasından farklı bir muhteva ile yazılmıştır.
Kasideyi asıl orijinal yapan ise, şiir boyunca her beyitte en az birer defa tekrar edilen “şütür (”)ﺸﺘﺮ
kelimesidir. Bu kelime zaman zaman vezin gereği “üştür ( )ﺍﺸﺘﺭolarak da kullanılmıştır. “şütür”
kelimesinin sözlüklerdeki karşılığı “deve”29 iken Şemseddin Sâmi tarafından kelimeye bu temel
anlamın yanında “iyi-kötü, karışık, nâ-muvâfık, gayri mütenâsib”30 anlamları da verilmektedir.
Şütür, özellikle Arap kültüründe çok geniş bir yer işgal etmektedir. Sosyal hayatın her alanında
kullanılan deve, kültür, edebiyat ve medeniyet anlayışını da etkilemiş ve şekillendirmiştir.
Böylelikle deve etrafında geniş bir kültür, zengin bir kelime kadrosu ve benzetme dünyası
oluşturmuştur.
Âgehî’nin şütür kasidesi metin tenkidinde yararlandığımız 3 ayrı mecmuada 27 beyit,
(Milli Kütüphane, 06. Hk 319/1); 32 beyit, (Süleymaniye, 34 Sü-Tarlan 62/4); 32 beyit (Milli
Kütüphane, Yaz. A. 1694) olarak kaydedilmiştir. Kaside ilk beyitten son beyte kadar aynı konu
etrafında yazılmış olup bu yönüyle bakıldığında kasideyi bölümlere ayırmak mümkün değildir.
Kaside, şütür imajı etrafında kurulmuştur. Âgehî, şütüre farklı anlamlar vererek anlatımı
zenginleştirir. Kimi zaman şütüre tasavvufî anlamlar yüklenerek nefis mücadelesi, masivadan el
çekme anlatılırken, kimi zaman kelime dünyevî planda kullanılarak nispeten realist bir tablo çizilir.
Bunun yanında binicilikle ve özellikle deve ilgili birtakım kelimelerle de tenasüp yapılmaktadır.
Kasidede, şütür “gönül, belâ, Leylâ, safâ, firâz, tâbût, nefs, himmet, mevt, kuds, hücre,
dünyâ, hâr, zânû-zen, ermen, Burak, kef-zen, hüccâc” kavramlarına benzetilmektedir. Şütürün
benzetildiği kavramlar çeşitlilik arz etmektedir. Şütür, bazen gönül, himmet, Leylâ gibi
benzetmelerle olumlu anlamda, kimi zaman da mevt, tâbût, hâr gibi benzetmelerle kötü veya
olumsuz anlamda kullanılmaktadır.
Hücre, “ten, visâl, Mecnûn, cihân, ‘aşk, dehr, kefen, cisim, Medine, Salih, sekiz gül-şen,
‘ukbâ, derûn, Çîn, ‘arş, milk-i Yemen, Ka’be”ye benzetilmektedir.31
“Kasîde “niyet etmek, yaklaşmak” anlamlarında “kasada” kökünden gelen Arapça bir kelimedir. Bir kişiyi övmek ve
genellikle karşılığında yardım istemek için yazılan şiirlere denir. Arap edebiyatında doğmuş ve İran’da bazı değişikliklere
uğrayarak gelişmiş, oradan da Türk edebiyatına girmiştir.
Kasîde, 9 beyitten 100 beyte kadar, aynı aruz kalıbıyla yazılmış ve gazel gibi aa a ca da.. şeklinde kafiyelenen bir nazım
şeklidir. Kasîdenin ilk ve mukaffa beytine Matla’, son beytine Makta’, en güzel beytine Şâh-beyt ya da Beytü’l-kasîd
denir. Kasîden sonunda, şairin mahlasını söylediği beyte Taç-beyt adı verilir. Taç-beyt kasîdenin son yani makta’ beyti
olabileceği gibi ondan önceki beyitlerden biri de olabilir. Şairler mahlaslarını genellikle du’â kısmında ve kasîdeyi
bitirmeden birkaç beyit önce söylerler.
Kasîdeler, konuyu işleyiş bakımından dört kısma ayrılır: Nesîb veya tesbîb ile başlayan kasîde Medhiyye ile sürer ve
Fahriyye’den sonra Du’â kısmı ile sona erer.” (Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, Dergâh
Yayınları, İstanbul 2002, s. 38.)
29
Mehmet Kanar, Farsça Türkçe Sözlük, Say Yayınları, 2010, s. 946.; Ziya Şükun, Farsça-Türkçe Lugat, Gencinei
Güftar Ferhengi Ziya, MEB. Yayınları, 2. Cilt, İstanbul 1996, s. 1290.; İbrahim Olgun-Cemşit Drahşan, FarsçaTürkçe, Türkçe-Farsça Sözlük, Elhan Yayınları, Ankara 1994, s. 217.; İlhan Ayverdi, Asırlar Boyu Tarihi Seyri
İçinde Misalli Büyük Türkçe Sözlük, C.3, Kubbealtı Yayınları, İstanbul 2006, s. 2972.; Devellioğlu, age, s. 1006.
30
Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 2004, s. 770.
31
“Hücre”ye sözlüklerde şu anlamlar verilmektedir:
“Göz, odacık” (Devellioğlu, age, s. 388.)
“Hücre, küçük oda, hücer, yazıhane, kulübe” (Kanar, age, s. 613)
“Dincilerin yalnız başına kapandıkları küçük oda. Hırıstiyanların manastırlarında, İslam tasavvufçuların tekke ve
zaviyelerinde, Buda, Zerdüşt, Tibet dinlerinin tapınaklarında, eski Mısır, Mezopotamya ve Yunan tapınaklarında
kullanılmıştır. Genellikle çile çıkarma ve Tanrı'yla başbaşa kalarak O'na yaklaşma amacıyla kullanılır.” (Orhan
Hançerlioğlu, İslam İnançları Sözlüğü, Remzi Kit. İstanbul 2000, s. 170.)
28
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Mehmet PEKTAŞ – Mehmet ÜNAL
2170
İlk beyitte, yâr, bir süvari olarak düşünülmüştür. Bu açıdan bakıldığında dünyevî bir ayrılık
karşımıza çıkmaktadır. Şairin hücre ile kastettiği bulunduğu yer, evi veya yurdudur. İkinci
mısradan itibaren kelimelere farklı anlamlar yüklenmeye başlanır. Yâr, şütüre süvâr olup gitmiş ve
aşığın hücresi belâ şütürlerine konak yeri olmuştur.
İlk beyitte, tene benzetilen hücre, 2. beyitte visal olarak düşünülmüş; gönül ise şütüre
benzetilmiştir. 3. beyitte, Mecnun hücre, Leyla ise şütürdür. Mecnun’un hücresi, Leyla’nın gelişi
ile aydınlanacaktır.
4. beyitten itibaren şütür ve hücre kelimelerine tasavvufî anlamlar yüklenmeye başlanır. Bu
noktada, şair, gönlüne seslenir, şütürdil yani kinci olmamasını öğütler. Zira, cihan hücredir, hücre
de insan da gelip geçicicidir.
5. beyitte, şair gönlünü hücreye; safayı şütüre benzetmektedir. Safa şütürleri, gönül
hücresine meyl etmez. İkinci mısrada şütürün yokuş yerdeki hücrede vatan tutmayacağını söyleyen
şair gönül hücresine şütürlerin meyletmemesinin sebebini açıklamış olur.
6. beyitte, dünya hücresini şütür gibi gezse bile, kindar insanın aşk hücresinin yolunu
bulamayacağı söylenir. 7. beyitte, rahat içerisinde yaşayan insan eleştirilerek dünyaya tamah
etmeme vurgulanır. Beytin ilk mısrasında hücre ve şütürle dünya nimetleri, kişinin sahip olduğu
varlık, mal, mülk kastedilmektedir. İnsan son nefesini verdikten sonra şütür ve diğer eşyaların ona
faydası olmayacaktır.
8-12. beyitlerde dünyaya gönül vermemek gerektiği, dünya hayatının belalarla dolu olduğu
şütür ve hücre kavramları etrafında anlatılır. Bu noktada, tenin hücre, nefsin ise deveye benzetildiği
görülmektedir. 9. beyitte nefse benzetilen şütür, 10. beyitte tekrar gönüle benzetilir. Dil üştürü
dünyaya meylederse yükü bela olacaktır, bela yüklenecektir.
13. beyitte, şütür mevte benzetilmektedir. Mevt şütürü, ten hücresinden “raht”ı alıp
gitmeden dünya hayatından el çekmek gerekir. Beyitte, kelime anlamı “at takımı, yol levâzımı,
döşeme ve ev takımı”32 olan raht ile hayatiyeti sağlayan “can” veya “ruh” kastedilmektedir. 21.
beyitte, şair, derûnunu hücreye benzetmektedir, bu hücre ise deve dikenleriyle doludur. Aynı beytin
ikinci mısrasında şütüre olumlu bir anlam yüklenmektedir. Beklenen kişi, şütürle hücreye gelse
deve dikenleriyle dolu olan derûn hücresi sahn-ı çemene dönecektir. Bu beyitten itibaren şütürle
gelmesi istenen kişiye övgüler yapılır:
Şütür şütür keremüñ óücre óücre iósÀnuñ
Ne óücre úaldı ne üştür ki ermedi senden
Ne deyyÀr-ı èArab’sın şeh-i şütür óücre
CihÀn şütürleri óücreñ içinde zÀnÿ-zen
“Bazı tekke ve mescidlerin çevresinde bulunan ve halvete çekilmek için kullanılan odalar.” (Süleyman Uludağ,
Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul 1995, s. 251.)
“Hücerat. Küçük oda, odacık. Hankahta dedegana mahsus odaların beheri. Tiyatro ve hamam ve banyo vesair umumi
mahallerde ayrıca oturmak isteyene mahsus küçük oda. Eski tarzda odaların kapı tarafında kanatsız küçük dolap ki
bardak vesaire vaz'ına mahsus idi. Mevadd-ı uzviyyenin içinde arı gömeci şeklinde olan ufak delikler.” (Şemseddin Sami,
age, s. 541.)
32
Devellioğlu, age, s. 874.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Âgehi’nin Şütür Kasidesi
2171
Şütürle óücreñi medó itmede zebÀn úÀãır
Ki óücre, óücre-i Çìn; üştür, üştür-i Ermen
Şütür BurÀú’uñ olup èArş óücreñ olsa n’ola
SüvÀr olup şütüre óücreñ oldı Milk-i Yemen
26. beyitte, şair ayrılıktan şikayet ederek, ilk beyitteki ruh haline geri döner:
SüvÀr olup şütüre óücreden úaçup gitdüñ
Şütür fiàÀna gelüp óücre eyledi şìven
Sevdiğinden ayrılan şairin gönlü ten hücresinde bir şütür gibi esrik kalmıştır. Sevdiğinden
ayrı kalan gönül şütürünü zapt etmek mümkün değildir:
Dil oldı óücrede sensiz şütür gibi esrük
Şütür ki óücrede sensüz úala ùutar mı resen
28. beyitte şair, sevgiliye kavuşma konusunda umutsuzluğunu dile getirir. Âgehî, şütüre
binip sevgilinin hücresine varmaya kalksa, onun hücresine varıncaya kadar, deve kocar:
Şütürle óücreñe èazm itse Âgehì bendeñ
Varınca óücre dek o şütüri olur kef-zen
30. beyitte, şair, şütür ve hücreden kastın muhabbet olduğunu şütür ve hücrenin bahane
olduğunu asıl muradın sevgili olduğunu söyler.
áaraż saña bu şütür óücreden meóabbetdür
Şütürle óücre behÀne murÀd sensin sen
31. beyitte, hacıların üştür-süvâr olup Kabe hücresini güzelleştirdikleri söylenir, son beyitte
kime yapıldığı bilinmeyen metih ve sena ile kaside sona erer.
SONUÇ
XVI. yüzyılda yaşamış olan Âgehî, müderrislik ve kadılık görevlerinde bulunmasının
yanında şiirle de meşgul olmuştur. Şair, az sayıda şiir yazmış olmasına rağmen dönemin önemli
şairlerinden birisi olarak kabul görmüştür. Divanı bulunmayan şairin şiirlerine şiir mecmualarında
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Mehmet PEKTAŞ – Mehmet ÜNAL
2172
rastlanmaktadır. Mecmualar divan sahibi olsun olmasın pek çok şaire ait şiir örneklerini içermesi
açısından edebiyat tarihimizin temel kaynakları arasındadır. Bu makalede Âgehî’nin bugüne kadar
üzerinde durulmayan fakat, üslup ve muhteva itibariyle orijinal olan şütür kasidesi gün yüzüne
çıkarılarak incelenmiştir.
Âgehî, kasidenin tamamını şütür ve hücre kavramları etrafında kurmuştur. Bu kavramlar,
kimi zaman tasavvufî çağrışımlarla kimi zaman ise âşıkâne heyecanlarla kullanılmıştır. “şütür” ve
“hücre” kelimeleri etrafında yazılmış Farsça bir kaside bulunmaktadır. Bu kaside farklı
mecmualarda “Vâlihî” ve “Kâtibî” mahlasını taşımaktadır. Her ikisi de aynı olan kasidenin kime ait
olduğunu kestirmek mümkün değildir. Âgehî’nin bu şiirleri görmüş olması kuvvetle muhtemeldir.
Görmüş olsa bile şair, Farsça kasidenin beyitlerindeki hayalleri ve benzetmeleri aynen tercüme
etme yoluna gitmemiş şütür ve hücre etrafında orijinal hayaller kurarak duygularını dile getirmiştir.
Âgehî, rahat bir üsluba sahiptir, okuyucuda şiirlerini bir çırpıda yazmış izlenimi uyandırır.
Beyitlerde zorlama veya doldurma kelime bulunmadığı gibi vezin kullanımı da başarılıdır. Bu
yönüyle Âgehî, yazdığı az sayıda şiirle şairlik yeteneğini ve ifade gücünü göstermesini bilmiştir.
Şütür kasidesi transkripsiyonu:
Kaside metni hazırlanırken, Milli Kütüphane’de Yaz. A. 1694 yer numarasıyla kayıtlı
mecmuada (M1) 21b-22b varaklarda bulunan metin esas alınarak yine Milli Kütüphane’de 06. Hk
319/1 numaralı mecmuanın (M2) 49b-50b varaklarında ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde 34 SüTarlan 62/4 numaralı mecmuanın (S1) 42b-43b varaklarında bulunan metinler ile karşılaştırılmıştır.
MefÀ’ilün Fe’ilÀtün MefÀ’ilün Fa’lün
(1) SüvÀr olup şütüre gitdi yÀr óücremden
BelÀ şütürlerine menzil oldı óücre-i ten
(2) ViãÀli óücresine göñlüm üştüri iremez
Bu óücrede geçe üştür meger ki sÿzenden
(3) Geleydi óücre-i Mecnÿn’a üştür-i LeylÀ
Úılurdı óücresini maúdem-i şütür rÿ-şen
(4) Şütürdil olma dilÀ óücre-i cihÀndur bu
Ne óücre bÀúi úalur bunda ne şütür ne sen
(5) äafÀ şütürleri dil óücresine meyl itmez
M2’de 3. beyit//VisÀli: VisÀl M1.
M2’de 3. beyit//VisÀli: VisÀl M1.
35
M2’de 2. beyit.
36
M2 ve S1’de 6. beyit// cihÀndur bu: cihÀnda yüri M2// sen: resen M2.
34
34
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Âgehi’nin Şütür Kasidesi
2173
FirÀz-i óücrede üştür dilÀ ùutar mı vaùan
(6) Bulur mı óücre-i èışúuñ yolın her üştürdil
Gezerse óücre-i dehri şütür-veş èÀmmeten
(7) Nedür bu óücre vü bunca şütür bu deñlü raòt
Şütür ola saña tÀbÿt u raòt-ı óücre kefen
(8) Şütür gibi bu fenÀ óücreyi mekÀn itme
Şütür gibi nedür ey dil saña bu óücre-i ten
(9) Getürme óücre-i cismüñe üştür-i nefsi
Ki óücre teng ü şütür büzürg ü èaôìm beden
(10) Dilerseñ üştür-i dil óücresi ola rÿ-şen
Şütür gibi bu fenÀ óücrede belÀ yüklen
(11) Dürüşke óücreyi èArş ide himmetüñ şütüri
Yüri şütür gibi ten óücresini úılma vaùan
(12) Ùayanma óücre-i cism ile üştür-i nefse
Ki óücre süst ü òarÀb u şütür úavì düşmen
(13) Götürmeden şütür-i mevt óücreden raòtı
Şütürle óücreden el çek nedür bevÀr pÿzen
M2 ve S1’de 4. beyit// firÀz: karÀr M2.
M2 ve S1’de 5. beyit// üştürdil: üştür M2// her üştürdil: hezÀr şütür S1.
39
M2 ve S1’de 7. beyit.tÀbÿt u: tÀbÿt M1.
40
M2 ve S1’de 8. beyit// gibi: misün M2.
42
dil: cÀn M2.
42
dil: cÀn M2.
43
hücresini: hücresinde M2.
44
ùayanma: dayanma M2
48
luùfuñdan: luùfından S1.
37
38
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Mehmet PEKTAŞ – Mehmet ÜNAL
2174
(14) Ne óücresinde ãafÀ var ne üştüründe vefÀ
Bu fÀni óücreyi üştür-veş eyleme mesken
(15) Çü óücre köhne şütür mest ü sÀr-bÀn àÀfil
RevÀnuñ üştürine óücre olmaz ayruú ten
(16) Meger ki maómil-i üştürde şÀh-ı óücre-nişìn
Şütürle óücreñe luùfuñdan eyle sÀye-figen
(17) Şütür-süvÀr-ı èArab şÀh-ı óücre-i Kaèbe
Medìne óücre şütür-bÀnındur aña Veys-i Úaren
(18) Bi-óaúú-ı óücre-i äÀlió, bi-óaúú-ı üştür-i úuds
Şütür çerÀn ki bir óücredür Sekiz Gül-şen
(19) HezÀr-bÀr şütür-i óücreñ içre zÀnÿ-bend
Henüz óücreñe biñ biñ şütür çeker maòzen
(20) Gerekmez üştür-i dünyÀ vü óücre-i èuúbÀ
Şütürle óücre gerekmez ayÀ emìr-i zemen
(21) Derÿn-ı óücre ki òÀr-ı şütürle memlÿdur
Şütürle óücreye gelseñ olurdı ãaón-ı çemen
(22) Şütür şütür keremüñ óücre óücre iósÀnuñ
luùfuñdan: luùfından S1.
luùfuñdan: luùfından S1.
48
luùfuñdan: luùfından S1.
49
şÀh: naúd M1; S1// şütür-bÀndur: şütür-bÀnındur M1.
50
óücre: üştür S1// üştür: kuds S1// bir: hem S1.
51
biñ: yük M2.
52
Gerekmez üştür-i dünyÀ vü óücre-i èuúbÀ: Muhabbetüñ şütüri óücre-i göñülde yatur M2, S1// zemen: zemìn M2.
53
M2 ve S1’de 22. beyit.
48
48
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Âgehi’nin Şütür Kasidesi
2175
Ne óücre úaldı ne üştür ki ermedi senden
(23) Ne deyyÀr-ı èArab’sın şeh-i şütür óücre
CihÀn şütürleri óücreñ içinde zÀnÿ-zen
(24) Şütürle óücreñi medó itmede zebÀn úÀãır
Ki óücre, óücre-i Çìn; üştür, üştür-i Ermen
(25) Şütür BurÀú’uñ olup èArş óücreñ olsa n’ola
SüvÀr olup şütüre óücreñ oldı Milk-i Yemen
(26) SüvÀr olup şütüre óücreden úaçup gitdüñ
Şütür fiàÀna gelüp óücre eyledi şìven
(27) Dil oldı óücrede sensiz şütür gibi esrük
Şütür ki óücrede sensüz úala ùutar mı resen
(28) Şütürle óücreñe èazm itse Âgehì bendeñ
Varınca óücre dek o şütüri olur kef-zen
(29) Bu óücrede eger üştürce olsa maèrifeti
Şütürle óücreñi medó eylemekde beste-dehen
(30) áaraż saña bu şütür óücreden meóabbetdür
Şütürle óücre behÀne murÀd sensin sen
M2’de 21. beyit; S1’de 23. beyit.
-M2// S1 23. beyit
56
M2 ve S1’de 25. beyit.
57
M2’de 23. beyit; S1’de 26. beyit// şütüre: şütür M2// óücreñ: hücreñe M2// oldı mı: olmadı mı M2.
58
-M2// S1’de 27. beyit.
59
M2’de 24. beyit// S1’de 28. beyit// sensüz: tenhÀ M2; S1.
60
M2’de 25. beyit// S1’de 29. beyit// dek: dil M2// óücre: hücreñe M2; S1.
61
-M2// S1’de 30. beyit.
62
M2’de 26. beyit; S2’de 31. beyit// şütürle: şütür M2.
54
55
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Mehmet PEKTAŞ – Mehmet ÜNAL
2176
(31) Nete ki mest-i üştür-süvÀr olup óüccÀc
Nete ki óücre-i Kaèbe şütürle ola óasen
(32) Niçe úıùÀr-ı şütür óücre óücre medó u åenÀ
Şütürle óücreñe ben òÀk-sÀr-ı kem-terden
KAYNAKÇA
Ahdî, Gülşen-i Şu’ara (İnceleme- Metin), Haz. Süleyman Solmaz, AKM Yayınları, Ankara 2005.
Aşık Çelebi, “Meşâ’irü’ş-Şu’arâ İnceleme-Metin” Haz. Prof. Dr. Filiz Kılıç, İstanbul
Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, İstanbul 2010, s. 351.
AYDEMİR Yaşar, “Metin Neşrinde Mecmuaların Rolü ve Karşılaşılan Problemler”, Turkish
Studies / Türkoloji Araştırmaları, Volume 2/3 Summer 2007.
AYDEMİR Yaşar, “Şairlerin Edebî Kişiliğinin Tesbitinde Mecmuaların Rolü”, Türk Kültürü, S.
464, Ankara, 2001.
AYDEMİR Yaşar, “Şiir Mecmuaları ve Metin Teşkilinde Mecmuaların Rolü”, Bilig, S. 19,
Ankara, 2001.
AYVERDİ İlhan, Asırlar Boyu Tarihi Seyri İçinde Misalli Büyük Türkçe Sözlük, C.3,
Kubbealtı Yay., İstanbul 2006.
Beyânî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ, Haz. Aysun Sungurhan Eyduran, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr,
Ankara 2008.
ÇELTİK Halil, Divan Sahibi Rumelili Şairlerin Şiir Dünyası, MEB, Ankara 2008.
DEVELLİOĞLU Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara 1999.
HANCERLİOĞLU Orhan, İslam İnançları Sözlüğü, Remzi Kit. İstanbul 2000.
İPEKTEN Haluk, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, Dergâh Yay., İstanbul 2002.
İSEN Mustafa, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, AKM Yayınları, Ankara 1994.
KANAR Mehmet, Farsça Türkçe Sözlük, Say Yayınları, 2010.
Kınalı-zade Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ, C. I, Haz. İbrahim Kutluk, TTK Yayınları, Ankara
1989.
Mecmua, Milli kütüphane, 03 Gedik 18420/3.
Mecmua, Milli Kütüphane, 06 Hk 319/1.
Mecmua, Milli Kütüphane, Yaz. A. 1694.
Mecmua, Süleymaniye Kütüphanesi, 34 Sü-Tarlan 62/4.
63
64
-M2// S1’de 32. beyit// mest-i: hücreñe S1// óasen: aósen M2.
M2’de 27. beyit; S1’de 33. beyit// úıùÀr-ı: úıùÀr u M2.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013
Âgehi’nin Şütür Kasidesi
2177
Mehmed Süreyya, Sicil-i Osmanî, C. 1, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996.
OLGUN İbrahim, DRAHŞAN Cemşit, Farsça-Türkçe, Türkçe-Farsça Sözlük, Elhan Yay.,
Ankara 1994.
PALA İskender; “Osmanlı Şiirinde Gemici Dili” Şairlerin Dilinden, L&M Yayınları, İstanbul
2002.
Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 2004.
ŞÜKUN Ziya, Farsça-Türkçe Lugat, Gencinei Güftar Ferhengi Ziya, MEB. Yay., 2. Cilt,
İstanbul 1996.
TARLAN Ali Nihat, “Eski Mecmualar Arasında” Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. I, İstanbul
1946-47.
TİETZE Andreas, “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Âgehî Kasidesi ve Tahmisleri”, Türkiyat
Mecmuası, Cilt 9, İstanbul, 1951.
TİETZE Andreas, “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Âgehî Kasidesine Nazireler”, Zeki Velidi
Togan’a Armağan, Ankara 2010.
ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul 1995.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/1 Winter 2013