Philosophers have only interpreted the world in different ways; the main thing is to change it." ... more Philosophers have only interpreted the world in different ways; the main thing is to change it." This word has been influential in the whole world of thought in the past, present and future. This saying indicates that philosophers change the world with what they say: So to speak, the philosopher changes the fate of the whole world with what he says. As a matter of fact, the word humanism, which is frequently used today, has taken its share from this situation: Humanism, known as the love of humanity or humanitarianism, which means the defense of human values in another sense, was born in Italy in the 14th century. Humanism was born and raised in Italy, and in 1945 the philosopher Jean-Paul Sartre said, "I am an existentialist because existentialism is a humanism." included in the sentence. On the other hand, in 2021, similar to Sartre, French president Emmanuel Macron, in the opening speech of the United Nations Gender Equality Summit, said, "I am a feminist because feminism is a humanism." She put humanism side by side with feminism by establishing the sentence. At this point, the problem of the study becomes clear: What do Sartre and Macron understand by humanism when they are considered around what they say? What kind of an impact and turning point did their definitions create in their era? Although the definition of humanism has changed around these questions, this study will examine whether those who bring humanism together with their worldview play an active role in changing the world.
Etik ilişkiye sanatsal açıdan bakmaya şu sözlerle başlayabiliriz: Bu ilişkide sanatçıdan, sanat e... more Etik ilişkiye sanatsal açıdan bakmaya şu sözlerle başlayabiliriz: Bu ilişkide sanatçıdan, sanat eserinden ve de eleştirmen olmak üzere üç unsurdan bahsediyoruz. Bu üç unsur, söz konusu sanat olduğunda ve sanat, etik ilişki bağlamında değerlendirildiğinde hangi eyleme yönelir? Bu eylem, yaratma olacaktır. Çünkü sanatçı, sanat eserini yaratma eylemi sonucunda meydana getirir. Eleştirmen ise yaratma eylemini gerçekleştiren sanatçıyı ve onun bu eylemi sonucunda ortaya çıkarttığı sanat eserine değer biçen, değer atfeden ya da doğru bir şekilde değerlendiren bir özne olarak ortaya çıkar. Bu bağlamda sanatsal perspektifteki etik ilişkiyi anlamak için yaratma eylemine bakmak gerekecek.
Bugün barış, savaşla birlikte anılan bir kavramdır. Böyle bir kavram olmasının yanında bugün pol... more Bugün barış, savaşla birlikte anılan bir kavramdır. Böyle bir kavram olmasının yanında bugün politikacılar tarafından halka getirileceği vaat edilen, halk tarafından istenilen ve ‘’adalet’’ gibi talep edilen bir kavram olmuştur. Barış kavramı, önüne eklenen ‘’sonsuz’’ sıfatıyla da kalıcı ve sürekli gale getirilmeye çalışılan ve çaba harcanan bir ‘’ideal’’ olmuştur. ‘’İdeal’’, çünkü barış, savaş ile birlikte olan zıtlığı bakımından ele alındığında insanlar için, özellikle de filozoflar için bir tasarım olmuştur. Barış nedir ve bir ideal olarak nasıl ele alınabilir, yazının çıkış noktasını oluşturacak asıl soru bu olmalıdır. Yazının çıkış noktasına verilecek cevap şu şekilde olabilir: Barış, dünya üzerinde yaşayan insan kadar çok tanıma sahip bir şeydir. Bu doğrultuda da birtakım düşünürün barış hakkında ne düşündükleri verilecektir: Aristoteles’in deyimiyle barış, uğruna savaş yapılan bir kelime; Epikuros’ta saltanat tacıyla karşılaştırılamayacak kadar değerli; Spinoza’da iyilik, itimat ve adalet duygusu; Hobbes’ta da barış, doğa kanununun birinci ve temel ilkesi olarak görülmüştür. Bir önceki cümleden itibaren okunduğunda öne sürdükleri barış fikrine ‘’sonsuz’’ sıfatını ekleyerek barışın sürekliliğini garantileyememişlerdir. Bu noktada şu sorulmalıdır: ‘’Sonsuz barış’’ nedir, mümkün müdür, mümkünse bu nasıl sağlanacaktır?
Lâmiî Çelebi, Câmiî-i Rûm adıyla edebiyat tarihimizde yer etmiş sanatçılarımızdan biridir. Ona bu... more Lâmiî Çelebi, Câmiî-i Rûm adıyla edebiyat tarihimizde yer etmiş sanatçılarımızdan biridir. Ona bu adın verilmesinin sebebi, İran edebiyatının önemli kalemlerinden Molla Câmiî’nin eserlerini çevirerek Türk edebiyatına kazandırmış olmasıdır. Cümle bir daha okunduğu zaman, fark edilecek olan şu olmalıdır: ‘’Çeviri’’. Tırnak içine alınan bu kelime, edebiyat açısından ne derece önemlidir ve bu kelime yazar ve eseri açısından ne derece bir yere sahiptir? Bu soruları Lâmiî Çelebi ve onun çeviri yaptığı yazar Molla Câmiî ekseninde cevaplandırmak yerinde olacaktır.
Mazmun, anlam ve kavram anlamlarına gelen bir kelimedir ancak edebiyat geleneği içinde bu kelime,... more Mazmun, anlam ve kavram anlamlarına gelen bir kelimedir ancak edebiyat geleneği içinde bu kelime, bazı özel kavram ve düşüncelerin ifadesinde kullanılan klişeleşmiş söz ve anlatımlar için kullanılır. Başka bir deyişle, kastedilen bir şeyin özelliklerini çağrıştırarak kelime grupları içinde gizlemek ve okuyucuya gizlenen şeyi hissettirmektir. Mazmunlar, bir sözün içinde gizli olan anlamdır ve bu bağlamda belli kelimeler ve belli düşünce şekilleri kullanılır. Divân şiirinde şairlerimiz başta gazel, kaside, mesnevi, kıt'a, şarkı gibi nazım şekillerinde kalem oynatmışlar ve bu şekillerde hünerlerini konuşturmuşlardır. Divân şiiri geleneği içinde mazmunun yeri çok önemlidir ve şairler, anlatmak istediklerini seçtikleri kelimeler doğrultusunda ve bu kelimeleri kendi düşünüş şekilleri doğrultusunda yoğurarak yaratımlarını gerçekleştirirler. Resim sanatı üzerinden somutlaştıracak olursak şöyle bir cümle kurmamız mümkün olacaktır: Mazmun, kelimelerle resim çizme yöntemidir. Mazmunun kelimelerle resim çizme yöntemi olarak kullanıldığı yerlerden bahsedecek olursak kaside türünü aklımıza getirebiliriz. Kasideler, din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan edebî türdür ancak kasidenin nesîb bölümlerinde şairler, bahar yahut kış tasvirleri yaparak mazmunun resim çizme gücünden yararlanmış olurlar. Bu güçle oluşturulan çeşitli kaside türleri vardır. Bunlar arasında ramazaniyeler, ıydiyeler, hammamiyeler, rahşiyeler, bahariyeler, temmuziyeler gibi türler sayılabilirken şitâiyyeler de bunlara eklenebilir. Şitâiye, Arap dilinde ''kar'' anlamına gelen ''şitâ''kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Kar, kendisini kış mevsimi ile birlikte ve hâliyle soğuk ile birlikte düşündürür ve zihnimizde canlandırır. Bu bağlamda kış ve soğuk tasvirine yer veren metinlere şitâiye adı verilir. Aynı şekilde kar(berf) konusuna yer veren berfiye adlı eserler de şitâiye başlığı altında değerlendirilir. Kış mevsimi, mecaz itibariyle insan yaşamının son dönemini temsil etmektedir. Bitmişlik, tükenmişlik çağrışımlarına sahip olmakla birlikte yaşlanmayı ve ölümü ifade eder; sıkıntı, gam, üzüntü gibi duyguların sembolüdür. Bu mevsim aynı zamanda bir çağrışımı daha da beraberinde getirir: Bahar aylarında bağlarda bahçelerde düzenlenen bezmler, kış vakti iç mekânlarda, meyhanelerde devam ettirilmek durumunda kalır. Baharın sıcaklığı, enerjisi yerini kışın soğuğuna, insanlarda yarattığı bitmişlik duygusuna bırakır. Bağlarda düzenlenen bezmlerde eğlenen insan, kış mevsiminde içine çekilme ihtiyacı duyar. Bu nedenle bağlarda düzenlenen bezmler, kapalı mekânlarda devam ettirilir. Kelimelerle resim çizmekten söz edilmişti. Şairler, kullandıkları kelimelerle, hele ki mazmunlarla resim çizer. Kasidelerin nesîb bölümlerinde de mazmunlar kullanılarak resim çizilir ki, çalışmada söz konusu olan şitâiyelerde de böyle bir durum söz konusudur. Şitâiyelerde kullanılan hangi mazmunlar, kış denen resmin renklerini oluşturur, şöyle sıralayabiliriz: Şitâiyyelerde kullanılan mazmunlar, yukarıda verildiği biçimde gruplandırılmıştır. Verilecek olan beyit örnekleri incelenecek, örneklerle anlatılmak istenenler somutlaştırılacak ve sonuca gidilecektir.
Şehrengiz, bir şehrin güzellerini ve güzelliklerini anlatan, manzum türde yazılan bir edebî tür o... more Şehrengiz, bir şehrin güzellerini ve güzelliklerini anlatan, manzum türde yazılan bir edebî tür olarak edebiyatımızda yer edinmiştir. Anlatılan güzeller ve güzellikler, şehir halkının yaşama biçimini, bu yaşama biçimi içinde yer alan insanları, meslek erbaplarının tanıtılması şeklinde bu manzum türlerde yer almıştır. Bütün bunlar yanında kimi şehrengizler var ki, bunlar yazarlarının kaleminden adeta bir şehrin panoraması olarak çıkmışlardır. Bu tür şehrengizler, o şehrin doğal alanlarını, yapılarını ve dahi mevsimlerini bile anlatmıştır. Bu çalışmada az önce söylendiği gibi bir şehrengizden söz edilecektir. Bu şehrengiz, sözü edildiği üzere şairin kaleminden bir şehrin panoraması olarak çıkan bir edebî ürün olarak hem şairine, hem de şehrinde ün kazandırmıştır. Bu şair, Lâmi’î Çelebi’dir ve bu şehir, Bursa’dır. Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu şehrengiz, münacat ve Peygamber efendimize övgü ile başlamaktadır. Bu bölümlerden sonra eserini kaleme alış sebebi ve de Uludağ’ın övgüsü izlemektedir. Uludağ’ın övgüsünden sonra Bursa’daki doğal güzelliklerin tanıtımını yapar. Doğal güzelliklerin tanıtımından dış çevreye geçişi Bursa’da yer alan kale tasviriyle sağlar. Okuyucu, Emir Sultan ile birlikte dış çevreye resmen bir adım atmış olur ve buradan hareketle Bursa’nın yapılarını, türbelerini, camilerini, imaretlerini vs. tanır. Bütün bunlar bir yana, şairin şehrengizinin önemli bir yapıt olmasını sağlayan bir faktör vardır: Bursa’nın mevsimlerinin şehrengizde yer almasıdır. Lâmi’î, şehrin baharından başlayarak yazını, sonbaharını ve kışını anlatır. Sonuç bölümünde ise şair, kendi perişan halini anlatarak şehrengizini tamamlar. Bu çalışmada Bursa ‘nın kışı, Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu bu eserin ‘’Vasf-ı Şitâ-yı Bursa’’bölümü ekseninde kış mevsimi seçilen beyitlerle belli başlı özellikler etrafında incelenmeye çalışılacak, incelemelerden hareketle sonuca gidilecektir.
1914-1918 yılları, ülkemizin ve dünyamızın tarihi açısından önemli bir zaman dilimidir. Bu zaman ... more 1914-1918 yılları, ülkemizin ve dünyamızın tarihi açısından önemli bir zaman dilimidir. Bu zaman dilimi içerisinde ülkemiz ve dünyamız, bir dünya savaşına beşiklik etmiştir: ‘’I.Dünya Savaşı.’’ Bu savaş, çeşitli cephelere sahne olmuştur ve bu cephelerden birisi vardır ki, bu cephe hem ülkemiz açısından hem de dünya açısından çok önemli bir cephedir: ‘’Çanakkale.’’ I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirmesi ve savaşın zaferle sonuçlanması bakımından önemli bir cephe olması bakımından oldukça önemli bir rol oynayan cephedir. Çanakkale Cephesi’nin önemli bir rol oynamasında etkili olan nedir? Vatanın bölünmez bütünlüğüne inanan, onu kutsal bir ocak olarak gören, bayrağına sahip çıkan, iman dolu sîneye sahip Türk ordusu ve o ordunun başında olan, savaşmayı değil ölmeyi emreden, askerî dehası ve yüksek karakteriyle başında bulunduğu ordusuna ve milletine zafer kazandıran, dünyaya adını duyuran eşsiz komutan, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi’nin önemli bir rol üstlenmesinde etkilidir. I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren bir cephe olan Çanakkale Cephesi, cephe gerisinde kendisini nasıl hissettirmiştir? Soruyu şöyle sormak da mümkündür: Cephe gerisindekiler, Çanakkale Cephesi’ndeki savaşlar ve savaştan sonra olanlar karşısında nasıl hissetmişlerdir? Cevaplar şöyle olacaktır: Elbette ki cephe gerisindekiler, savaşmakta olan Türk ordusundan yana ümitlidir, Türk ordusu bayrağını indirmeyecek, ezanlarını susturmayacak ve alnı ak, başı dik bir şekilde cepheden geri dönecektir. Vatan uğrunda ya gazi olacaktır, ya şehit olacaktır. Bir soru daha sorulmalıdır: Cephe gerisinde olup, hissettiklerini kâğıda dökenler Çanakkale Cephesi karşısında nasıl hissetmişlerdir?
''Bardağın boş tarafından bakmak'' deyimi, günlük konuşma dilimizde en çok kullandığımız deyimler... more ''Bardağın boş tarafından bakmak'' deyimi, günlük konuşma dilimizde en çok kullandığımız deyimlerden biridir. Bu deyim, karşılaştığımız bir durum karşısında olumsuz bir bakış açısı geliştirdiğimizde ya da kötümser bakan kişiler için kullanırız. Bu deyimin bir zıddı da vardır: ''Bardağın dolu tarafından bakmak''. Söz konusu deyim, kötümser bakanların ve olumsuz durumların aksi için söylenmektedir. Bunları bir yana bırakıp şu soruyu soralım: Düz bir çizgi misali bir bakış açısına sahip insanlar var mıdır? Hayatı boyunca bardağın dolu tarafından bakan ya da boş tarafından bakan ve bu bakış açısını değiştirmeyen, var mıdır? Cevap verelim. Düz bir çizgi misali bakış açısına sahip insanlar vardır. Bu insanlar, bardağın ya dolu tarafına bakıp dolu tarafıyla düşünürler ya da bardağın boş tarafına bakıp o boş tarafıyla düşünürler. Seçim, bu bakış açısına sahip olanlara kalmıştır. Bakış açılarının seçimi, kişilerin kendisinde bittiği gibi, çevresinde yaşadıkları, çevresinden etkilendikleri durumlarla gerçekleşir. İkinci bir soru daha soralım: Böyle bir düşünüş biçimine sahip olanlar, dünyamızdan geçip gitmiş midir? Dünyamızdan geçip giden bu insanlar, bardağın dolu ya da boş tarafından bakmışlar ise bu bakışlarını ardında bıraktıkları eserlerine nasıl yansıtmışlardır? Böyle bir düşünüş biçimine sahip olanlar, dünyamızdan geçip gitmişlerdir. Dünyadan geçip giderken de ardından eser bırakmışlardır. Ancak bazı kişiler vardır ki onlar bardağın dolu tarafından bakmayı değil de boş tarafından bakmayı tercih etmişlerdir. Bardağın boş tarafından bakmaları, onların keyfi kararı değildir. Onları bardağın boş tarafından bakmaları, içinde yaşadıkları çevrenin zihniyeti ile de ilgilidir. Şimdi, bardağın boş tarafından bakan kişileri söylemenin sırası geldi: Schopenhauer, Yakup Kadri ve Maupassant. Onlar bardağın boş tarafından baktı, ancak nasıl baktılar? Bardağın boş tarafından bakarken, birbirlerini etkilediler mi ya da birbirlerinden etkilendiler mi? Schopenhauer, Yakup Kadri ve Maupassant, 19.yüzyılda yaşamış, yaşadıkları yüzyılın havasını solumuşlardır. Yaşadıkları bu yüzyıl, soludukları bu hava onların bakış açılarını da elbette etkilemiştir. Bu zaman dilimi içerisinde bardağın boş tarafından bakmayı tercih etmişler, baktıkları zaman gördüklerini eserlerine yansıtmışlardır. Gördüklerini eserlerine yansıtan bu isim, elbette ki birbirlerinden etkilenmiştir. Fakat en çok etkilendikleri isim, felsefe tarihinde düşünceleriyle kendisinden söz ettiren Schopenhauer olmuştur. Yakup Kadri ve Maupassant, Schopenhauer'dan etkilendikleri kadar birbirlerini de etkilemiştir. Söz konusu olan, Schopenhauer olacaktır ve çalışmada bardağın boş tarafından bakan üç gözün önemli aktörlerinden Schopenhauer'ın Yakup Kadri ve Maupassant'ı nasıl etkilediği üzerinde durulacaktır. Arthur Schopenhauer, 19.yüzyılda yaşamış, kötümser olarak bilinen bir filozoftur. Deyim yerindeyse felsefesini ''bardağın boş tarafından bakmak'' üzerine kurmuştur. Dünya benim tasarımımdır diyen filozof, dünyasını bardağın boş tarafından gördükleriyle kurmuştur. Bardağın boş tarafından baktığı zaman dilimi içerisinde dünyanın gidişatını yorumlar ve kendi sonunun ölüm olduğunun farkına varır. Bu farkındalık, Schopenhauer'a ölümü aratır. Hayatla anlaşamaz kötümser filozof, çünkü insan, trajik bir sona doğru gider. İnsanın varoluş iradesi, trajik bir biçimde varoluş tekerleğini döndürür. Tekerlek, kaçınılmaz bir gerçek olan ölüme gider. Bu yüzden de mutlu olmak için iradeden vazgeçmek gerektiğini söyler. İradenin olmadığı yerde, içgüdülerle hareket fikri başlar. Kötümserlikten kurtulmak adına da sanatı önemli bir yol olarak görür.
Hissettikleriyle düşündüklerini harmanlayan şairler, ölüm karşısındaki hislerini, düşüncelerini, ... more Hissettikleriyle düşündüklerini harmanlayan şairler, ölüm karşısındaki hislerini, düşüncelerini, ölümü gözlemleyişlerini neyle aksetmişlerdir? Soruya verilen cevaplar ‘’mersiye’’ şeklinde olacaktır. Mersiye, ölümü anlatan şiirlerdir. Ölüm karşısında duyulan hisleri, düşünceleri ve ölümün gerçekliğini ‘’ölümlü olan insana’’ etkili bir şekilde anlatan şiir türüdür. Ölüm üzerinde düşünen filozofların çokluğu ev olarak düşünülerek o evin üzerine ‘’ölüm felsefesi’’ çatısı eklendi. Aynı soruyu mersiye için sormak yerinde olacaktır: Mersiyeler, ölüm üzerine düşünen, hisseden şairler tarafından yazılan şiirlerdir. Mersiyeleri yazan şairlerin çokluğu kadar ölüm tanımı vardır. Mersiyeler, bir ev olarak toplandığı zaman üzerine ‘’ölüm felsefesi’’ çatısı eklenebilir mi? Mersiyeler, ölüm taşır ama felsefesini taşır mı?
‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’diyor Montaigne. Cümleye dikkatle bakmakta ... more ‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’diyor Montaigne. Cümleye dikkatle bakmakta fayda var. Bakıldığında da fark edilen şu olacaktır: Yazılan, üzerinde emek harcanılan, zaman ayrılan her eser, yazarından izler taşır. Yazar, kendi izlerini eserine bıraktığı gibi, eserler de yazarının üzerinde bu süreçte iz bırakır. Bundan dolayıdır ki eserleri, yazarından ayrı düşünmek, yazarları da eserlerinden ayrı ele almak mümkün olmayacaktır. Cümleyi ‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’yerine ‘’Ben felsefemi yaptığım gibi, felsefem de beni yaptı.’’şeklinde okuyalım ve bu şekliyle düşünelim. Felsefe tarihine bakıldığında ilk çağdan beri filozoflar, düşüncelerini sistemli hâle getirerek felsefelerini oluşturdular; felsefeleri de onları bu düşünme etkinlikleri sırasında oluşturdular. Bu söylenenler, somut bir yapıda buluşursa daha kolay akılda kalacaktır. Camus, ‘’Sisifos Söyleni’’yi, Sartre, ‘’Bulantı’’yı, Nietzsche, ‘’Böyle Buyurdu Zerdüşt’’ü ve çalışmada biraz sonra söz konusu edilecek olan Marx da bugün de adından söz ettiren '’Kapital’’i yaptı.
Tragedya, bugün tiyatro sanatı içinde ele alınan, insanların zaaflarını korku, acıma, dehşet gibi... more Tragedya, bugün tiyatro sanatı içinde ele alınan, insanların zaaflarını korku, acıma, dehşet gibi duygular uyandırarak arındırmaya çalışan bir türdür. Söz konusu tür, Eski Yunan’da çok tanrılı bir kültürün yaşandığı, insanın merkeze alındığı ve tanrılarının bile insan olarak tasavvur edildiği, mitoloji aracılığıyla hayatın anlamlandırılmaya çalışıldığı bir kültürde doğmuştur. Şarap tanrısı Dionysos adına yapılan ayinlerde ortaya çıkan bu tür, Yunan tragedya yazarları Aiskyhlos, Sophokles ve Euripides tarafından yazılan tragedya eserleriyle gelişmiş, Shakespeare, Corneille, Racine gibi yazarlarla birlikte verilen önemli yapıtlarla günümüze doğru emin adımlarla yolunda yürümüştür. Bütün bunlar bir yana, ‘’tragedya’’ nasıl tanımlanmış ve algılanmıştır?
Türk kültürü içinde kendine önemli bir yer edinen kurt motifi, kaynağını eski Türk topluluklarınd... more Türk kültürü içinde kendine önemli bir yer edinen kurt motifi, kaynağını eski Türk topluluklarından almaktadır. Kurtla ilgili olarak gelişen hayvan-ata kavramı, devlet, hükümdarlık vb. unsurların simgesi de olmuş, gök ve yer unsurlarıyla ilgili çeşitli anlamlar kazanmıştır. Mitolojide de büyük bir yer işgal eden kurt, Oğuz Kağan Destanı’nda, Ergenekon Destanı’nda olmak üzere sözlü edebiyatımızda başrolü yakalamıştır. Kurdun başrol olduğu alanlar arasında eski Türklerin kozmolojisi de gelmektedir. Bu cümleyi dikkate alarak kurdun edindiği rol hakkında kurdun aydınlığın ve buna bağlı değerlerin temsilcisi olduğunu söylemeyi es geçemeyiz. Kurt motifi, kültürümüzde bu kadar önemli bir yere sahip olmuş iken, bugünkü çağımızda da varlığını güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Edebiyat verimlerinde sadece destanlarda yer almamış, romanlarda da kendini göstermiştir. Söz konusu çalışmamızda kurt motifini Halide Edip Adıvar’ın ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ isimli eserinde yer alan aynı adlı hikâyeden ve Cengiz Aytmatov’un ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’adlı romanından hareketle ele alıp motifi nasıl işlediklerini çözümlemeye çalışacağız.
Hayatımız boyunca kıskançlığa dair pek çok sözü işitmişizdir. Bununla ilgili sözleri işitmemizin ... more Hayatımız boyunca kıskançlığa dair pek çok sözü işitmişizdir. Bununla ilgili sözleri işitmemizin yanında kıskançlık denen duyguyu yaşamışızdır. Peki, kıskançlık denen o duygu, kişilerde değişiklik gösterir mi? Erkek ya da kadın fark eder mi? Doktor, mühendis, filozof der mi? Kıskançlığa dair duyduğumuz sözlerden bir tanesi de şudur: ‘’Başkalarını kıskanma, onlarla uğraşma.’’diye başlayan ve devamında ‘’Ha bire kıskançlık duyan insan, iç huzurundan yoksun olan bir insandır.’’ Sözün doğruluğu su götürmez bir gerçek olarak hayatımızda örnekleriyle yaşatmaktadır kendini. İnsanlar, bugün uzaktan da olsa başkalarının sahip olduklarını, yeteneklerini vb. kıskanırlar. Kıskanma eylemleri içerisinde ‘’neden bende yok’’, ‘’niye ben bu şeye sahip değilim’’tarzından sorular sormaya başlarlar. Halbuki bu sorular, kıskanan insana bir şey katmaz, kıskanan insandan götürür. Üstelik bu sorular, insanların iç huzurundan da götürür ve geriye huzursuz bir insan bırakır. Söz konusu olan duygu erkek kadın, doktor, mühendis yahut filozof fark etmeksizin her çeşit insanda görülür. La Rocherfauld’un dediği üzere ‘’Kıskanç olmayan bir insan bulmak, çıkar düşkünü olmayan birinsan bulmaktan daha zordur.’’ Yazıda kıskançlığı Simone de Beauvoir’nın ‘’Kadınlığımın Hikâyesi’’isimli eserindeki ‘’Kıskançlık’’bölümünden ve de Simone Weil ekseninde karşılaştırarak incelenecektir.
Yeni hayat arayışı edebiyat tarihimiz boyunca değişerek ve gelişerek devam etmiştir. Fotoğraf san... more Yeni hayat arayışı edebiyat tarihimiz boyunca değişerek ve gelişerek devam etmiştir. Fotoğraf sanatı bakış açısıyla yaklaştığımızda kelimelerimizi de ona göre hazırlamamız ve ona göre cümle ipine dizmemiz gerekecektir. Zira adı geçen yazının başlığında ‘’yeni hayat’’ın içinden verilen bir poz olarak ele alınan bu arayış ve dahi anlayış, dolayısıyla fotoğraf sanatı bakış açısıyla anlaşılmayı bekliyor. Fotoğraf sanatı da ortaya çıktığı andan itibaren değişmiş ve gelişmiş, kadraja verilen pozlar da aynı şekilde yenilenmiş ve adı anıldığı gibi tekâmülünü sürdürmüştür. Tabi bu tekâmül sırasında pozları veren kahramanlar da değişmiş ve yerlerini yenileri almıştır. Çalışmamızın asıl konusu, Cumhuriyet döneminde eser veren şair İsmet Özel’in ‘’Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar’’ isimli şiir kitabı ve yazar Orhan Pamuk’un kaleme almış olduğu romanı ‘’Yeni Hayat’’ ekseni etrafında sanatçıların kişilikleri ve onların yeni hayat algısı incelenmeye çalışılacaktır.
Binbir Gece Masalları, Orta Çağ’da kaleme alınmış Orta Doğu kökenli bir eserdir.8.yüzyılda Abbasi... more Binbir Gece Masalları, Orta Çağ’da kaleme alınmış Orta Doğu kökenli bir eserdir.8.yüzyılda Abbasi Halifesi Harun Reşîd zamanında Bağdat, İran, Çin, Hindistan, Afrika, Avrupa ve Anadolu’yu içine alan coğrafi unsurların bulunduğu, özellikle Bağdat çevresi ve Arap kültürünün harmanlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Binbir Gece Masalları üzerine nice çalışmaya imza atılmıştır fakat ülkemizde de bu eserin kaynak alındığı çalışma az da olsa vardır. Orta Doğu coğrafyasından Osmanlı’ya gelerek son aşamasını tamamlayan eser, Osmanlı devrinde Türkçe tercümelerine sahip olmuştur. 15.yüzyılda istinsah edilen Bursa nüshası, Beyânî nüshası ve Esad Efendi nüshaları olan Binbir Gece Masalları’nın asıl önemi 15.yüzyıla ait olan Bursa nüshasıdır. Çalışmamıza konu olan ve Ahmet Paşa’nın beyiti ile ilişkilendireceğim nüsha, Bursa nüshasıdır.
Divân şiirinin kendine has bir dünyası ve bu dünyanın kendine has birikimi, remizleri ve oluşturd... more Divân şiirinin kendine has bir dünyası ve bu dünyanın kendine has birikimi, remizleri ve oluşturduğu şiir dili vardır. Bu şiir geleneğini beslendiği kaynaklardan ayrı düşünmek imkânsızdır. Divân şiirinin beslendiği kaynaklara baktığımızda Kur’an-ı Kerîm ayetleri vehadis-i şerîfleri, dinî ilimleri, İslâm tarihi ve peygamber kıssalarını, mucize ve kerametleri,bunların yanında tarihî ve efsanevî kişilerin maceralarını, içinde bulundukları çağın ilimlerini – felsefe, hikmet, mantık, tıp, eczacılık, ilmi nücûm vs. – Türk milli kültürü ve yerli malzemesini ve bu kaynaklarla birlikte şiirlerini harmanlarken kullandıkları dili ve en önemlisi de Agâh Sırrı Levend’in kaynaklar içinde önemli bir yere oturttuğu ‘’tarih ve esâtir’’ başlığı adı altında ele aldığı, diğer bir deyişle mitolojiyi anlıyoruz. Divân şiirinin kaynakları arasında olan ‘’mitoloji’’ nasıl ve nerede şiir geleneğimize katkı sağlamış ve bu katkı, divan şiirinin mitolojik yapısının incelenmesine nasıl öncülük etmiştir?
Türk edebiyatı, tarih boyunca çeşitli şekillerde edebî ürünler vermiş ve bu ürünlerin yaşadığı dö... more Türk edebiyatı, tarih boyunca çeşitli şekillerde edebî ürünler vermiş ve bu ürünlerin yaşadığı dönem içinde gördüğü izlenimlere aldığı tepkilere tanıklık etmiştir. Bir edebiyat eserini yapan unsur da zihniyettir. Zihniyetten kastedilen ise yaşanılan dönemin sosyal ve siyasî şartları, olayları, düşünce tarzı, yaşam biçimi ve diğer elemanlardır. Sosyal bir varlık olan birey, içinde yaşadığı toplumdan ayrı düşünülemez. Fakat Servet-i Fünûn şair ve yazarları, her ne kadar ‘’fildişi kuleler’’ içine kendilerini kapatmaya çalışsalar ya da İstanbul’dan kaçıp ‘’Yeşil Yurt’’ adıyla muhayyel bir hayat tasarımları kursalar da Fikret gibi kimi sanatçılar, yaşadığı dönemin olaylarına kayıtsız kalamamışlardır. Bu durum sadece Servet-i Fünûn Dergisi etrafında birleşen sanatçılarla sınırlı kalmamış, Divân edebiyatı şairlerinde de görülmüştür. 15.yüzyılda Şeyhî, Har-nâme isimli eseriyle dönemine ‘’boynuz ararken kulaktan olma’’ mesajını vererek dönemine ışık tutmuş, Nef’î ise dar bir kitleye hitap etmiş de olsa Sihâm-ı Kazâ isimli eseriyle döneminin padişahından paşalarına kadar, devrini de içine alarak döneminin sesini duyurmuştur. Nâbî de ‘’Hayriyye’’ ve ‘’Hayrâbâd’’ isimli eserleriyle kendi yaşadığı devirden ayrı düşmediğini göstermiştir. II.Meşrutiyet ve Cumhuriyet’e kadar olan dönemde dönemin aydınları, sanatçıları uyanmış ve ‘’dilde ve edebiyatta millî benliğe dönüş’’ ilkesini benimseyerek İstanbul dışından taşarak kendi döneminin gerçeklerini eserlerine almaya başlamışlardır. Cumhuriyet ile birlikte aydınlarımız ve sanatçılarımız, eserlerinde sosyal şartlara ışık tutmaya başlarlar. Orhan Kemal de bu söylediklerimizden payını alan sanatçılardan biri olma pâyesine ulaşır. Bu çalışmamda divân edebiyatında hikemî tarzın kurucusu olan Nâbî’nin iki önemli mesnevîsi ‘’Hayriyye’’ ve ‘’Hayrâbâd’’ isimli eseriyle Orhan Kemal’in belli başlı eserleri arasındaki sosyal gerçekçiliği çeşitli açılardan inceleyeceğim. Sanatçılarımızın sosyal gerçekçilik anlayışını sağlıklı bir şekilde incelemek, ‘’sosyal gerçekçilik’’ kavramının içinin sağlam bir şekilde doldurulmasına bağlıdır
Divân şiirinin kendine has bir iklimi ve atmosferi vardır. Kendine özel remizleri,mazmunları da b... more Divân şiirinin kendine has bir iklimi ve atmosferi vardır. Kendine özel remizleri,mazmunları da bunlar arasında eklenebilir. Bu remizleri, mazmunları ilk bakışta anlamak kolay değildir. Anlamak için, işin ehli olmak gerekmektedir. Divân şiirinin kendine özgü bu yapısı, incelenmeye başladığı zaman dilimi içerisinde sözlüklerin hazırlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu hazırlanış sadece anlaşılmazlığı ortadan kaldırmak için değil, divân edebiyatına yönelen suçlamaları ortadan kaldırmak ve anladığını okutmak, öğretmek maksadı da dikkatlere seslenir. Bu bağlamda divân edebiyatına sözlükleriyle hizmet eden İskender Pala’nın Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü Ahmet Talat Onay’ın Açıklamalı Divân Şiiri Sözlüğü ya da diğer bir adıyla Eski Türk Edebiyatından Mazmunlar ve İzâhı isimli iki sözlüğü karşılaştırılacaktır.
Dede Korkut, edebiyat camiasında destanî bir Oğuz hikâyeleri olarak anılan, dünyada ve Türk dünya... more Dede Korkut, edebiyat camiasında destanî bir Oğuz hikâyeleri olarak anılan, dünyada ve Türk dünyasında üne ulaşmış bir eserdir. 15.yüzyılda yazıya geçirilen bu eserin hikâyelerin çıkış tarihi, 10 ve 11.yüzyıllara rastlayan bir dönemde yani ortaçağdadır. Destan ve halk hikâyesi özelliklerini de bünyesinde toplayan bu eser, anlatmaya bağlı edebi metinlerin kendine has özelliklerini de taşımaktadır. Leitmotiv, herhangi bir tavır, hareket veya sözün eserde çeşitli yollarla tekrarına dayanan bir anlatım tarzıdır. Çalışmamızda bu özelliklerden biri olan leitmotiv üzerinde duracak ve hikâyemizden hareket ederek leitmotivleri yerinde inceleyeceğiz. .
Philosophers have only interpreted the world in different ways; the main thing is to change it." ... more Philosophers have only interpreted the world in different ways; the main thing is to change it." This word has been influential in the whole world of thought in the past, present and future. This saying indicates that philosophers change the world with what they say: So to speak, the philosopher changes the fate of the whole world with what he says. As a matter of fact, the word humanism, which is frequently used today, has taken its share from this situation: Humanism, known as the love of humanity or humanitarianism, which means the defense of human values in another sense, was born in Italy in the 14th century. Humanism was born and raised in Italy, and in 1945 the philosopher Jean-Paul Sartre said, "I am an existentialist because existentialism is a humanism." included in the sentence. On the other hand, in 2021, similar to Sartre, French president Emmanuel Macron, in the opening speech of the United Nations Gender Equality Summit, said, "I am a feminist because feminism is a humanism." She put humanism side by side with feminism by establishing the sentence. At this point, the problem of the study becomes clear: What do Sartre and Macron understand by humanism when they are considered around what they say? What kind of an impact and turning point did their definitions create in their era? Although the definition of humanism has changed around these questions, this study will examine whether those who bring humanism together with their worldview play an active role in changing the world.
Etik ilişkiye sanatsal açıdan bakmaya şu sözlerle başlayabiliriz: Bu ilişkide sanatçıdan, sanat e... more Etik ilişkiye sanatsal açıdan bakmaya şu sözlerle başlayabiliriz: Bu ilişkide sanatçıdan, sanat eserinden ve de eleştirmen olmak üzere üç unsurdan bahsediyoruz. Bu üç unsur, söz konusu sanat olduğunda ve sanat, etik ilişki bağlamında değerlendirildiğinde hangi eyleme yönelir? Bu eylem, yaratma olacaktır. Çünkü sanatçı, sanat eserini yaratma eylemi sonucunda meydana getirir. Eleştirmen ise yaratma eylemini gerçekleştiren sanatçıyı ve onun bu eylemi sonucunda ortaya çıkarttığı sanat eserine değer biçen, değer atfeden ya da doğru bir şekilde değerlendiren bir özne olarak ortaya çıkar. Bu bağlamda sanatsal perspektifteki etik ilişkiyi anlamak için yaratma eylemine bakmak gerekecek.
Bugün barış, savaşla birlikte anılan bir kavramdır. Böyle bir kavram olmasının yanında bugün pol... more Bugün barış, savaşla birlikte anılan bir kavramdır. Böyle bir kavram olmasının yanında bugün politikacılar tarafından halka getirileceği vaat edilen, halk tarafından istenilen ve ‘’adalet’’ gibi talep edilen bir kavram olmuştur. Barış kavramı, önüne eklenen ‘’sonsuz’’ sıfatıyla da kalıcı ve sürekli gale getirilmeye çalışılan ve çaba harcanan bir ‘’ideal’’ olmuştur. ‘’İdeal’’, çünkü barış, savaş ile birlikte olan zıtlığı bakımından ele alındığında insanlar için, özellikle de filozoflar için bir tasarım olmuştur. Barış nedir ve bir ideal olarak nasıl ele alınabilir, yazının çıkış noktasını oluşturacak asıl soru bu olmalıdır. Yazının çıkış noktasına verilecek cevap şu şekilde olabilir: Barış, dünya üzerinde yaşayan insan kadar çok tanıma sahip bir şeydir. Bu doğrultuda da birtakım düşünürün barış hakkında ne düşündükleri verilecektir: Aristoteles’in deyimiyle barış, uğruna savaş yapılan bir kelime; Epikuros’ta saltanat tacıyla karşılaştırılamayacak kadar değerli; Spinoza’da iyilik, itimat ve adalet duygusu; Hobbes’ta da barış, doğa kanununun birinci ve temel ilkesi olarak görülmüştür. Bir önceki cümleden itibaren okunduğunda öne sürdükleri barış fikrine ‘’sonsuz’’ sıfatını ekleyerek barışın sürekliliğini garantileyememişlerdir. Bu noktada şu sorulmalıdır: ‘’Sonsuz barış’’ nedir, mümkün müdür, mümkünse bu nasıl sağlanacaktır?
Lâmiî Çelebi, Câmiî-i Rûm adıyla edebiyat tarihimizde yer etmiş sanatçılarımızdan biridir. Ona bu... more Lâmiî Çelebi, Câmiî-i Rûm adıyla edebiyat tarihimizde yer etmiş sanatçılarımızdan biridir. Ona bu adın verilmesinin sebebi, İran edebiyatının önemli kalemlerinden Molla Câmiî’nin eserlerini çevirerek Türk edebiyatına kazandırmış olmasıdır. Cümle bir daha okunduğu zaman, fark edilecek olan şu olmalıdır: ‘’Çeviri’’. Tırnak içine alınan bu kelime, edebiyat açısından ne derece önemlidir ve bu kelime yazar ve eseri açısından ne derece bir yere sahiptir? Bu soruları Lâmiî Çelebi ve onun çeviri yaptığı yazar Molla Câmiî ekseninde cevaplandırmak yerinde olacaktır.
Mazmun, anlam ve kavram anlamlarına gelen bir kelimedir ancak edebiyat geleneği içinde bu kelime,... more Mazmun, anlam ve kavram anlamlarına gelen bir kelimedir ancak edebiyat geleneği içinde bu kelime, bazı özel kavram ve düşüncelerin ifadesinde kullanılan klişeleşmiş söz ve anlatımlar için kullanılır. Başka bir deyişle, kastedilen bir şeyin özelliklerini çağrıştırarak kelime grupları içinde gizlemek ve okuyucuya gizlenen şeyi hissettirmektir. Mazmunlar, bir sözün içinde gizli olan anlamdır ve bu bağlamda belli kelimeler ve belli düşünce şekilleri kullanılır. Divân şiirinde şairlerimiz başta gazel, kaside, mesnevi, kıt'a, şarkı gibi nazım şekillerinde kalem oynatmışlar ve bu şekillerde hünerlerini konuşturmuşlardır. Divân şiiri geleneği içinde mazmunun yeri çok önemlidir ve şairler, anlatmak istediklerini seçtikleri kelimeler doğrultusunda ve bu kelimeleri kendi düşünüş şekilleri doğrultusunda yoğurarak yaratımlarını gerçekleştirirler. Resim sanatı üzerinden somutlaştıracak olursak şöyle bir cümle kurmamız mümkün olacaktır: Mazmun, kelimelerle resim çizme yöntemidir. Mazmunun kelimelerle resim çizme yöntemi olarak kullanıldığı yerlerden bahsedecek olursak kaside türünü aklımıza getirebiliriz. Kasideler, din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan edebî türdür ancak kasidenin nesîb bölümlerinde şairler, bahar yahut kış tasvirleri yaparak mazmunun resim çizme gücünden yararlanmış olurlar. Bu güçle oluşturulan çeşitli kaside türleri vardır. Bunlar arasında ramazaniyeler, ıydiyeler, hammamiyeler, rahşiyeler, bahariyeler, temmuziyeler gibi türler sayılabilirken şitâiyyeler de bunlara eklenebilir. Şitâiye, Arap dilinde ''kar'' anlamına gelen ''şitâ''kelimesinden türetilmiş bir kelimedir. Kar, kendisini kış mevsimi ile birlikte ve hâliyle soğuk ile birlikte düşündürür ve zihnimizde canlandırır. Bu bağlamda kış ve soğuk tasvirine yer veren metinlere şitâiye adı verilir. Aynı şekilde kar(berf) konusuna yer veren berfiye adlı eserler de şitâiye başlığı altında değerlendirilir. Kış mevsimi, mecaz itibariyle insan yaşamının son dönemini temsil etmektedir. Bitmişlik, tükenmişlik çağrışımlarına sahip olmakla birlikte yaşlanmayı ve ölümü ifade eder; sıkıntı, gam, üzüntü gibi duyguların sembolüdür. Bu mevsim aynı zamanda bir çağrışımı daha da beraberinde getirir: Bahar aylarında bağlarda bahçelerde düzenlenen bezmler, kış vakti iç mekânlarda, meyhanelerde devam ettirilmek durumunda kalır. Baharın sıcaklığı, enerjisi yerini kışın soğuğuna, insanlarda yarattığı bitmişlik duygusuna bırakır. Bağlarda düzenlenen bezmlerde eğlenen insan, kış mevsiminde içine çekilme ihtiyacı duyar. Bu nedenle bağlarda düzenlenen bezmler, kapalı mekânlarda devam ettirilir. Kelimelerle resim çizmekten söz edilmişti. Şairler, kullandıkları kelimelerle, hele ki mazmunlarla resim çizer. Kasidelerin nesîb bölümlerinde de mazmunlar kullanılarak resim çizilir ki, çalışmada söz konusu olan şitâiyelerde de böyle bir durum söz konusudur. Şitâiyelerde kullanılan hangi mazmunlar, kış denen resmin renklerini oluşturur, şöyle sıralayabiliriz: Şitâiyyelerde kullanılan mazmunlar, yukarıda verildiği biçimde gruplandırılmıştır. Verilecek olan beyit örnekleri incelenecek, örneklerle anlatılmak istenenler somutlaştırılacak ve sonuca gidilecektir.
Şehrengiz, bir şehrin güzellerini ve güzelliklerini anlatan, manzum türde yazılan bir edebî tür o... more Şehrengiz, bir şehrin güzellerini ve güzelliklerini anlatan, manzum türde yazılan bir edebî tür olarak edebiyatımızda yer edinmiştir. Anlatılan güzeller ve güzellikler, şehir halkının yaşama biçimini, bu yaşama biçimi içinde yer alan insanları, meslek erbaplarının tanıtılması şeklinde bu manzum türlerde yer almıştır. Bütün bunlar yanında kimi şehrengizler var ki, bunlar yazarlarının kaleminden adeta bir şehrin panoraması olarak çıkmışlardır. Bu tür şehrengizler, o şehrin doğal alanlarını, yapılarını ve dahi mevsimlerini bile anlatmıştır. Bu çalışmada az önce söylendiği gibi bir şehrengizden söz edilecektir. Bu şehrengiz, sözü edildiği üzere şairin kaleminden bir şehrin panoraması olarak çıkan bir edebî ürün olarak hem şairine, hem de şehrinde ün kazandırmıştır. Bu şair, Lâmi’î Çelebi’dir ve bu şehir, Bursa’dır. Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu şehrengiz, münacat ve Peygamber efendimize övgü ile başlamaktadır. Bu bölümlerden sonra eserini kaleme alış sebebi ve de Uludağ’ın övgüsü izlemektedir. Uludağ’ın övgüsünden sonra Bursa’daki doğal güzelliklerin tanıtımını yapar. Doğal güzelliklerin tanıtımından dış çevreye geçişi Bursa’da yer alan kale tasviriyle sağlar. Okuyucu, Emir Sultan ile birlikte dış çevreye resmen bir adım atmış olur ve buradan hareketle Bursa’nın yapılarını, türbelerini, camilerini, imaretlerini vs. tanır. Bütün bunlar bir yana, şairin şehrengizinin önemli bir yapıt olmasını sağlayan bir faktör vardır: Bursa’nın mevsimlerinin şehrengizde yer almasıdır. Lâmi’î, şehrin baharından başlayarak yazını, sonbaharını ve kışını anlatır. Sonuç bölümünde ise şair, kendi perişan halini anlatarak şehrengizini tamamlar. Bu çalışmada Bursa ‘nın kışı, Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu bu eserin ‘’Vasf-ı Şitâ-yı Bursa’’bölümü ekseninde kış mevsimi seçilen beyitlerle belli başlı özellikler etrafında incelenmeye çalışılacak, incelemelerden hareketle sonuca gidilecektir.
1914-1918 yılları, ülkemizin ve dünyamızın tarihi açısından önemli bir zaman dilimidir. Bu zaman ... more 1914-1918 yılları, ülkemizin ve dünyamızın tarihi açısından önemli bir zaman dilimidir. Bu zaman dilimi içerisinde ülkemiz ve dünyamız, bir dünya savaşına beşiklik etmiştir: ‘’I.Dünya Savaşı.’’ Bu savaş, çeşitli cephelere sahne olmuştur ve bu cephelerden birisi vardır ki, bu cephe hem ülkemiz açısından hem de dünya açısından çok önemli bir cephedir: ‘’Çanakkale.’’ I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirmesi ve savaşın zaferle sonuçlanması bakımından önemli bir cephe olması bakımından oldukça önemli bir rol oynayan cephedir. Çanakkale Cephesi’nin önemli bir rol oynamasında etkili olan nedir? Vatanın bölünmez bütünlüğüne inanan, onu kutsal bir ocak olarak gören, bayrağına sahip çıkan, iman dolu sîneye sahip Türk ordusu ve o ordunun başında olan, savaşmayı değil ölmeyi emreden, askerî dehası ve yüksek karakteriyle başında bulunduğu ordusuna ve milletine zafer kazandıran, dünyaya adını duyuran eşsiz komutan, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi’nin önemli bir rol üstlenmesinde etkilidir. I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren bir cephe olan Çanakkale Cephesi, cephe gerisinde kendisini nasıl hissettirmiştir? Soruyu şöyle sormak da mümkündür: Cephe gerisindekiler, Çanakkale Cephesi’ndeki savaşlar ve savaştan sonra olanlar karşısında nasıl hissetmişlerdir? Cevaplar şöyle olacaktır: Elbette ki cephe gerisindekiler, savaşmakta olan Türk ordusundan yana ümitlidir, Türk ordusu bayrağını indirmeyecek, ezanlarını susturmayacak ve alnı ak, başı dik bir şekilde cepheden geri dönecektir. Vatan uğrunda ya gazi olacaktır, ya şehit olacaktır. Bir soru daha sorulmalıdır: Cephe gerisinde olup, hissettiklerini kâğıda dökenler Çanakkale Cephesi karşısında nasıl hissetmişlerdir?
''Bardağın boş tarafından bakmak'' deyimi, günlük konuşma dilimizde en çok kullandığımız deyimler... more ''Bardağın boş tarafından bakmak'' deyimi, günlük konuşma dilimizde en çok kullandığımız deyimlerden biridir. Bu deyim, karşılaştığımız bir durum karşısında olumsuz bir bakış açısı geliştirdiğimizde ya da kötümser bakan kişiler için kullanırız. Bu deyimin bir zıddı da vardır: ''Bardağın dolu tarafından bakmak''. Söz konusu deyim, kötümser bakanların ve olumsuz durumların aksi için söylenmektedir. Bunları bir yana bırakıp şu soruyu soralım: Düz bir çizgi misali bir bakış açısına sahip insanlar var mıdır? Hayatı boyunca bardağın dolu tarafından bakan ya da boş tarafından bakan ve bu bakış açısını değiştirmeyen, var mıdır? Cevap verelim. Düz bir çizgi misali bakış açısına sahip insanlar vardır. Bu insanlar, bardağın ya dolu tarafına bakıp dolu tarafıyla düşünürler ya da bardağın boş tarafına bakıp o boş tarafıyla düşünürler. Seçim, bu bakış açısına sahip olanlara kalmıştır. Bakış açılarının seçimi, kişilerin kendisinde bittiği gibi, çevresinde yaşadıkları, çevresinden etkilendikleri durumlarla gerçekleşir. İkinci bir soru daha soralım: Böyle bir düşünüş biçimine sahip olanlar, dünyamızdan geçip gitmiş midir? Dünyamızdan geçip giden bu insanlar, bardağın dolu ya da boş tarafından bakmışlar ise bu bakışlarını ardında bıraktıkları eserlerine nasıl yansıtmışlardır? Böyle bir düşünüş biçimine sahip olanlar, dünyamızdan geçip gitmişlerdir. Dünyadan geçip giderken de ardından eser bırakmışlardır. Ancak bazı kişiler vardır ki onlar bardağın dolu tarafından bakmayı değil de boş tarafından bakmayı tercih etmişlerdir. Bardağın boş tarafından bakmaları, onların keyfi kararı değildir. Onları bardağın boş tarafından bakmaları, içinde yaşadıkları çevrenin zihniyeti ile de ilgilidir. Şimdi, bardağın boş tarafından bakan kişileri söylemenin sırası geldi: Schopenhauer, Yakup Kadri ve Maupassant. Onlar bardağın boş tarafından baktı, ancak nasıl baktılar? Bardağın boş tarafından bakarken, birbirlerini etkilediler mi ya da birbirlerinden etkilendiler mi? Schopenhauer, Yakup Kadri ve Maupassant, 19.yüzyılda yaşamış, yaşadıkları yüzyılın havasını solumuşlardır. Yaşadıkları bu yüzyıl, soludukları bu hava onların bakış açılarını da elbette etkilemiştir. Bu zaman dilimi içerisinde bardağın boş tarafından bakmayı tercih etmişler, baktıkları zaman gördüklerini eserlerine yansıtmışlardır. Gördüklerini eserlerine yansıtan bu isim, elbette ki birbirlerinden etkilenmiştir. Fakat en çok etkilendikleri isim, felsefe tarihinde düşünceleriyle kendisinden söz ettiren Schopenhauer olmuştur. Yakup Kadri ve Maupassant, Schopenhauer'dan etkilendikleri kadar birbirlerini de etkilemiştir. Söz konusu olan, Schopenhauer olacaktır ve çalışmada bardağın boş tarafından bakan üç gözün önemli aktörlerinden Schopenhauer'ın Yakup Kadri ve Maupassant'ı nasıl etkilediği üzerinde durulacaktır. Arthur Schopenhauer, 19.yüzyılda yaşamış, kötümser olarak bilinen bir filozoftur. Deyim yerindeyse felsefesini ''bardağın boş tarafından bakmak'' üzerine kurmuştur. Dünya benim tasarımımdır diyen filozof, dünyasını bardağın boş tarafından gördükleriyle kurmuştur. Bardağın boş tarafından baktığı zaman dilimi içerisinde dünyanın gidişatını yorumlar ve kendi sonunun ölüm olduğunun farkına varır. Bu farkındalık, Schopenhauer'a ölümü aratır. Hayatla anlaşamaz kötümser filozof, çünkü insan, trajik bir sona doğru gider. İnsanın varoluş iradesi, trajik bir biçimde varoluş tekerleğini döndürür. Tekerlek, kaçınılmaz bir gerçek olan ölüme gider. Bu yüzden de mutlu olmak için iradeden vazgeçmek gerektiğini söyler. İradenin olmadığı yerde, içgüdülerle hareket fikri başlar. Kötümserlikten kurtulmak adına da sanatı önemli bir yol olarak görür.
Hissettikleriyle düşündüklerini harmanlayan şairler, ölüm karşısındaki hislerini, düşüncelerini, ... more Hissettikleriyle düşündüklerini harmanlayan şairler, ölüm karşısındaki hislerini, düşüncelerini, ölümü gözlemleyişlerini neyle aksetmişlerdir? Soruya verilen cevaplar ‘’mersiye’’ şeklinde olacaktır. Mersiye, ölümü anlatan şiirlerdir. Ölüm karşısında duyulan hisleri, düşünceleri ve ölümün gerçekliğini ‘’ölümlü olan insana’’ etkili bir şekilde anlatan şiir türüdür. Ölüm üzerinde düşünen filozofların çokluğu ev olarak düşünülerek o evin üzerine ‘’ölüm felsefesi’’ çatısı eklendi. Aynı soruyu mersiye için sormak yerinde olacaktır: Mersiyeler, ölüm üzerine düşünen, hisseden şairler tarafından yazılan şiirlerdir. Mersiyeleri yazan şairlerin çokluğu kadar ölüm tanımı vardır. Mersiyeler, bir ev olarak toplandığı zaman üzerine ‘’ölüm felsefesi’’ çatısı eklenebilir mi? Mersiyeler, ölüm taşır ama felsefesini taşır mı?
‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’diyor Montaigne. Cümleye dikkatle bakmakta ... more ‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’diyor Montaigne. Cümleye dikkatle bakmakta fayda var. Bakıldığında da fark edilen şu olacaktır: Yazılan, üzerinde emek harcanılan, zaman ayrılan her eser, yazarından izler taşır. Yazar, kendi izlerini eserine bıraktığı gibi, eserler de yazarının üzerinde bu süreçte iz bırakır. Bundan dolayıdır ki eserleri, yazarından ayrı düşünmek, yazarları da eserlerinden ayrı ele almak mümkün olmayacaktır. Cümleyi ‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’yerine ‘’Ben felsefemi yaptığım gibi, felsefem de beni yaptı.’’şeklinde okuyalım ve bu şekliyle düşünelim. Felsefe tarihine bakıldığında ilk çağdan beri filozoflar, düşüncelerini sistemli hâle getirerek felsefelerini oluşturdular; felsefeleri de onları bu düşünme etkinlikleri sırasında oluşturdular. Bu söylenenler, somut bir yapıda buluşursa daha kolay akılda kalacaktır. Camus, ‘’Sisifos Söyleni’’yi, Sartre, ‘’Bulantı’’yı, Nietzsche, ‘’Böyle Buyurdu Zerdüşt’’ü ve çalışmada biraz sonra söz konusu edilecek olan Marx da bugün de adından söz ettiren '’Kapital’’i yaptı.
Tragedya, bugün tiyatro sanatı içinde ele alınan, insanların zaaflarını korku, acıma, dehşet gibi... more Tragedya, bugün tiyatro sanatı içinde ele alınan, insanların zaaflarını korku, acıma, dehşet gibi duygular uyandırarak arındırmaya çalışan bir türdür. Söz konusu tür, Eski Yunan’da çok tanrılı bir kültürün yaşandığı, insanın merkeze alındığı ve tanrılarının bile insan olarak tasavvur edildiği, mitoloji aracılığıyla hayatın anlamlandırılmaya çalışıldığı bir kültürde doğmuştur. Şarap tanrısı Dionysos adına yapılan ayinlerde ortaya çıkan bu tür, Yunan tragedya yazarları Aiskyhlos, Sophokles ve Euripides tarafından yazılan tragedya eserleriyle gelişmiş, Shakespeare, Corneille, Racine gibi yazarlarla birlikte verilen önemli yapıtlarla günümüze doğru emin adımlarla yolunda yürümüştür. Bütün bunlar bir yana, ‘’tragedya’’ nasıl tanımlanmış ve algılanmıştır?
Türk kültürü içinde kendine önemli bir yer edinen kurt motifi, kaynağını eski Türk topluluklarınd... more Türk kültürü içinde kendine önemli bir yer edinen kurt motifi, kaynağını eski Türk topluluklarından almaktadır. Kurtla ilgili olarak gelişen hayvan-ata kavramı, devlet, hükümdarlık vb. unsurların simgesi de olmuş, gök ve yer unsurlarıyla ilgili çeşitli anlamlar kazanmıştır. Mitolojide de büyük bir yer işgal eden kurt, Oğuz Kağan Destanı’nda, Ergenekon Destanı’nda olmak üzere sözlü edebiyatımızda başrolü yakalamıştır. Kurdun başrol olduğu alanlar arasında eski Türklerin kozmolojisi de gelmektedir. Bu cümleyi dikkate alarak kurdun edindiği rol hakkında kurdun aydınlığın ve buna bağlı değerlerin temsilcisi olduğunu söylemeyi es geçemeyiz. Kurt motifi, kültürümüzde bu kadar önemli bir yere sahip olmuş iken, bugünkü çağımızda da varlığını güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Edebiyat verimlerinde sadece destanlarda yer almamış, romanlarda da kendini göstermiştir. Söz konusu çalışmamızda kurt motifini Halide Edip Adıvar’ın ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ isimli eserinde yer alan aynı adlı hikâyeden ve Cengiz Aytmatov’un ‘’Dişi Kurdun Rüyaları’’adlı romanından hareketle ele alıp motifi nasıl işlediklerini çözümlemeye çalışacağız.
Hayatımız boyunca kıskançlığa dair pek çok sözü işitmişizdir. Bununla ilgili sözleri işitmemizin ... more Hayatımız boyunca kıskançlığa dair pek çok sözü işitmişizdir. Bununla ilgili sözleri işitmemizin yanında kıskançlık denen duyguyu yaşamışızdır. Peki, kıskançlık denen o duygu, kişilerde değişiklik gösterir mi? Erkek ya da kadın fark eder mi? Doktor, mühendis, filozof der mi? Kıskançlığa dair duyduğumuz sözlerden bir tanesi de şudur: ‘’Başkalarını kıskanma, onlarla uğraşma.’’diye başlayan ve devamında ‘’Ha bire kıskançlık duyan insan, iç huzurundan yoksun olan bir insandır.’’ Sözün doğruluğu su götürmez bir gerçek olarak hayatımızda örnekleriyle yaşatmaktadır kendini. İnsanlar, bugün uzaktan da olsa başkalarının sahip olduklarını, yeteneklerini vb. kıskanırlar. Kıskanma eylemleri içerisinde ‘’neden bende yok’’, ‘’niye ben bu şeye sahip değilim’’tarzından sorular sormaya başlarlar. Halbuki bu sorular, kıskanan insana bir şey katmaz, kıskanan insandan götürür. Üstelik bu sorular, insanların iç huzurundan da götürür ve geriye huzursuz bir insan bırakır. Söz konusu olan duygu erkek kadın, doktor, mühendis yahut filozof fark etmeksizin her çeşit insanda görülür. La Rocherfauld’un dediği üzere ‘’Kıskanç olmayan bir insan bulmak, çıkar düşkünü olmayan birinsan bulmaktan daha zordur.’’ Yazıda kıskançlığı Simone de Beauvoir’nın ‘’Kadınlığımın Hikâyesi’’isimli eserindeki ‘’Kıskançlık’’bölümünden ve de Simone Weil ekseninde karşılaştırarak incelenecektir.
Yeni hayat arayışı edebiyat tarihimiz boyunca değişerek ve gelişerek devam etmiştir. Fotoğraf san... more Yeni hayat arayışı edebiyat tarihimiz boyunca değişerek ve gelişerek devam etmiştir. Fotoğraf sanatı bakış açısıyla yaklaştığımızda kelimelerimizi de ona göre hazırlamamız ve ona göre cümle ipine dizmemiz gerekecektir. Zira adı geçen yazının başlığında ‘’yeni hayat’’ın içinden verilen bir poz olarak ele alınan bu arayış ve dahi anlayış, dolayısıyla fotoğraf sanatı bakış açısıyla anlaşılmayı bekliyor. Fotoğraf sanatı da ortaya çıktığı andan itibaren değişmiş ve gelişmiş, kadraja verilen pozlar da aynı şekilde yenilenmiş ve adı anıldığı gibi tekâmülünü sürdürmüştür. Tabi bu tekâmül sırasında pozları veren kahramanlar da değişmiş ve yerlerini yenileri almıştır. Çalışmamızın asıl konusu, Cumhuriyet döneminde eser veren şair İsmet Özel’in ‘’Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar’’ isimli şiir kitabı ve yazar Orhan Pamuk’un kaleme almış olduğu romanı ‘’Yeni Hayat’’ ekseni etrafında sanatçıların kişilikleri ve onların yeni hayat algısı incelenmeye çalışılacaktır.
Binbir Gece Masalları, Orta Çağ’da kaleme alınmış Orta Doğu kökenli bir eserdir.8.yüzyılda Abbasi... more Binbir Gece Masalları, Orta Çağ’da kaleme alınmış Orta Doğu kökenli bir eserdir.8.yüzyılda Abbasi Halifesi Harun Reşîd zamanında Bağdat, İran, Çin, Hindistan, Afrika, Avrupa ve Anadolu’yu içine alan coğrafi unsurların bulunduğu, özellikle Bağdat çevresi ve Arap kültürünün harmanlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Binbir Gece Masalları üzerine nice çalışmaya imza atılmıştır fakat ülkemizde de bu eserin kaynak alındığı çalışma az da olsa vardır. Orta Doğu coğrafyasından Osmanlı’ya gelerek son aşamasını tamamlayan eser, Osmanlı devrinde Türkçe tercümelerine sahip olmuştur. 15.yüzyılda istinsah edilen Bursa nüshası, Beyânî nüshası ve Esad Efendi nüshaları olan Binbir Gece Masalları’nın asıl önemi 15.yüzyıla ait olan Bursa nüshasıdır. Çalışmamıza konu olan ve Ahmet Paşa’nın beyiti ile ilişkilendireceğim nüsha, Bursa nüshasıdır.
Divân şiirinin kendine has bir dünyası ve bu dünyanın kendine has birikimi, remizleri ve oluşturd... more Divân şiirinin kendine has bir dünyası ve bu dünyanın kendine has birikimi, remizleri ve oluşturduğu şiir dili vardır. Bu şiir geleneğini beslendiği kaynaklardan ayrı düşünmek imkânsızdır. Divân şiirinin beslendiği kaynaklara baktığımızda Kur’an-ı Kerîm ayetleri vehadis-i şerîfleri, dinî ilimleri, İslâm tarihi ve peygamber kıssalarını, mucize ve kerametleri,bunların yanında tarihî ve efsanevî kişilerin maceralarını, içinde bulundukları çağın ilimlerini – felsefe, hikmet, mantık, tıp, eczacılık, ilmi nücûm vs. – Türk milli kültürü ve yerli malzemesini ve bu kaynaklarla birlikte şiirlerini harmanlarken kullandıkları dili ve en önemlisi de Agâh Sırrı Levend’in kaynaklar içinde önemli bir yere oturttuğu ‘’tarih ve esâtir’’ başlığı adı altında ele aldığı, diğer bir deyişle mitolojiyi anlıyoruz. Divân şiirinin kaynakları arasında olan ‘’mitoloji’’ nasıl ve nerede şiir geleneğimize katkı sağlamış ve bu katkı, divan şiirinin mitolojik yapısının incelenmesine nasıl öncülük etmiştir?
Türk edebiyatı, tarih boyunca çeşitli şekillerde edebî ürünler vermiş ve bu ürünlerin yaşadığı dö... more Türk edebiyatı, tarih boyunca çeşitli şekillerde edebî ürünler vermiş ve bu ürünlerin yaşadığı dönem içinde gördüğü izlenimlere aldığı tepkilere tanıklık etmiştir. Bir edebiyat eserini yapan unsur da zihniyettir. Zihniyetten kastedilen ise yaşanılan dönemin sosyal ve siyasî şartları, olayları, düşünce tarzı, yaşam biçimi ve diğer elemanlardır. Sosyal bir varlık olan birey, içinde yaşadığı toplumdan ayrı düşünülemez. Fakat Servet-i Fünûn şair ve yazarları, her ne kadar ‘’fildişi kuleler’’ içine kendilerini kapatmaya çalışsalar ya da İstanbul’dan kaçıp ‘’Yeşil Yurt’’ adıyla muhayyel bir hayat tasarımları kursalar da Fikret gibi kimi sanatçılar, yaşadığı dönemin olaylarına kayıtsız kalamamışlardır. Bu durum sadece Servet-i Fünûn Dergisi etrafında birleşen sanatçılarla sınırlı kalmamış, Divân edebiyatı şairlerinde de görülmüştür. 15.yüzyılda Şeyhî, Har-nâme isimli eseriyle dönemine ‘’boynuz ararken kulaktan olma’’ mesajını vererek dönemine ışık tutmuş, Nef’î ise dar bir kitleye hitap etmiş de olsa Sihâm-ı Kazâ isimli eseriyle döneminin padişahından paşalarına kadar, devrini de içine alarak döneminin sesini duyurmuştur. Nâbî de ‘’Hayriyye’’ ve ‘’Hayrâbâd’’ isimli eserleriyle kendi yaşadığı devirden ayrı düşmediğini göstermiştir. II.Meşrutiyet ve Cumhuriyet’e kadar olan dönemde dönemin aydınları, sanatçıları uyanmış ve ‘’dilde ve edebiyatta millî benliğe dönüş’’ ilkesini benimseyerek İstanbul dışından taşarak kendi döneminin gerçeklerini eserlerine almaya başlamışlardır. Cumhuriyet ile birlikte aydınlarımız ve sanatçılarımız, eserlerinde sosyal şartlara ışık tutmaya başlarlar. Orhan Kemal de bu söylediklerimizden payını alan sanatçılardan biri olma pâyesine ulaşır. Bu çalışmamda divân edebiyatında hikemî tarzın kurucusu olan Nâbî’nin iki önemli mesnevîsi ‘’Hayriyye’’ ve ‘’Hayrâbâd’’ isimli eseriyle Orhan Kemal’in belli başlı eserleri arasındaki sosyal gerçekçiliği çeşitli açılardan inceleyeceğim. Sanatçılarımızın sosyal gerçekçilik anlayışını sağlıklı bir şekilde incelemek, ‘’sosyal gerçekçilik’’ kavramının içinin sağlam bir şekilde doldurulmasına bağlıdır
Divân şiirinin kendine has bir iklimi ve atmosferi vardır. Kendine özel remizleri,mazmunları da b... more Divân şiirinin kendine has bir iklimi ve atmosferi vardır. Kendine özel remizleri,mazmunları da bunlar arasında eklenebilir. Bu remizleri, mazmunları ilk bakışta anlamak kolay değildir. Anlamak için, işin ehli olmak gerekmektedir. Divân şiirinin kendine özgü bu yapısı, incelenmeye başladığı zaman dilimi içerisinde sözlüklerin hazırlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu hazırlanış sadece anlaşılmazlığı ortadan kaldırmak için değil, divân edebiyatına yönelen suçlamaları ortadan kaldırmak ve anladığını okutmak, öğretmek maksadı da dikkatlere seslenir. Bu bağlamda divân edebiyatına sözlükleriyle hizmet eden İskender Pala’nın Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü Ahmet Talat Onay’ın Açıklamalı Divân Şiiri Sözlüğü ya da diğer bir adıyla Eski Türk Edebiyatından Mazmunlar ve İzâhı isimli iki sözlüğü karşılaştırılacaktır.
Dede Korkut, edebiyat camiasında destanî bir Oğuz hikâyeleri olarak anılan, dünyada ve Türk dünya... more Dede Korkut, edebiyat camiasında destanî bir Oğuz hikâyeleri olarak anılan, dünyada ve Türk dünyasında üne ulaşmış bir eserdir. 15.yüzyılda yazıya geçirilen bu eserin hikâyelerin çıkış tarihi, 10 ve 11.yüzyıllara rastlayan bir dönemde yani ortaçağdadır. Destan ve halk hikâyesi özelliklerini de bünyesinde toplayan bu eser, anlatmaya bağlı edebi metinlerin kendine has özelliklerini de taşımaktadır. Leitmotiv, herhangi bir tavır, hareket veya sözün eserde çeşitli yollarla tekrarına dayanan bir anlatım tarzıdır. Çalışmamızda bu özelliklerden biri olan leitmotiv üzerinde duracak ve hikâyemizden hareket ederek leitmotivleri yerinde inceleyeceğiz. .
Uploads
Papers by Beyza Özkan
Yazının çıkış noktasına verilecek cevap şu şekilde olabilir: Barış, dünya üzerinde yaşayan insan kadar çok tanıma sahip bir şeydir. Bu doğrultuda da birtakım düşünürün barış hakkında ne düşündükleri verilecektir: Aristoteles’in deyimiyle barış, uğruna savaş yapılan bir kelime; Epikuros’ta saltanat tacıyla karşılaştırılamayacak kadar değerli; Spinoza’da iyilik, itimat ve adalet duygusu; Hobbes’ta da barış, doğa kanununun birinci ve temel ilkesi olarak görülmüştür. Bir önceki cümleden itibaren okunduğunda öne sürdükleri barış fikrine ‘’sonsuz’’ sıfatını ekleyerek barışın sürekliliğini garantileyememişlerdir. Bu noktada şu sorulmalıdır: ‘’Sonsuz barış’’ nedir, mümkün müdür, mümkünse bu nasıl sağlanacaktır?
Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu şehrengiz, münacat ve Peygamber efendimize övgü ile başlamaktadır. Bu bölümlerden sonra eserini kaleme alış sebebi ve de Uludağ’ın övgüsü izlemektedir. Uludağ’ın övgüsünden sonra Bursa’daki doğal güzelliklerin tanıtımını yapar. Doğal güzelliklerin tanıtımından dış çevreye geçişi Bursa’da yer alan kale tasviriyle sağlar. Okuyucu, Emir Sultan ile birlikte dış çevreye resmen bir adım atmış olur ve buradan hareketle Bursa’nın yapılarını, türbelerini, camilerini, imaretlerini vs. tanır. Bütün bunlar bir yana, şairin şehrengizinin önemli bir yapıt olmasını sağlayan bir faktör vardır: Bursa’nın mevsimlerinin şehrengizde yer almasıdır. Lâmi’î, şehrin baharından başlayarak yazını, sonbaharını ve kışını anlatır. Sonuç bölümünde ise şair, kendi perişan halini anlatarak şehrengizini tamamlar. Bu çalışmada Bursa ‘nın kışı, Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu bu eserin ‘’Vasf-ı Şitâ-yı Bursa’’bölümü ekseninde kış mevsimi seçilen beyitlerle belli başlı özellikler etrafında incelenmeye çalışılacak, incelemelerden hareketle sonuca gidilecektir.
‘’Çanakkale.’’ I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirmesi ve savaşın zaferle sonuçlanması bakımından önemli bir cephe olması bakımından oldukça önemli bir rol oynayan cephedir. Çanakkale Cephesi’nin önemli bir rol oynamasında etkili olan nedir? Vatanın bölünmez bütünlüğüne inanan, onu kutsal bir ocak olarak gören, bayrağına sahip çıkan, iman dolu
sîneye sahip Türk ordusu ve o ordunun başında olan, savaşmayı değil ölmeyi emreden, askerî dehası ve yüksek karakteriyle başında bulunduğu ordusuna ve milletine zafer kazandıran, dünyaya adını duyuran eşsiz komutan, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi’nin
önemli bir rol üstlenmesinde etkilidir.
I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren bir cephe olan Çanakkale Cephesi, cephe gerisinde kendisini nasıl hissettirmiştir? Soruyu şöyle sormak da mümkündür: Cephe gerisindekiler, Çanakkale Cephesi’ndeki savaşlar ve savaştan sonra olanlar karşısında nasıl hissetmişlerdir?
Cevaplar şöyle olacaktır: Elbette ki cephe gerisindekiler, savaşmakta olan Türk ordusundan yana ümitlidir, Türk ordusu bayrağını indirmeyecek, ezanlarını susturmayacak ve alnı ak, başı dik bir şekilde cepheden geri dönecektir. Vatan uğrunda ya gazi olacaktır, ya şehit olacaktır.
Bir soru daha sorulmalıdır: Cephe gerisinde olup, hissettiklerini kâğıda dökenler Çanakkale Cephesi karşısında nasıl hissetmişlerdir?
Cümleyi ‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’yerine ‘’Ben felsefemi yaptığım gibi, felsefem de beni yaptı.’’şeklinde okuyalım ve bu şekliyle düşünelim. Felsefe tarihine bakıldığında ilk çağdan beri filozoflar, düşüncelerini sistemli hâle getirerek felsefelerini oluşturdular; felsefeleri de onları bu düşünme etkinlikleri sırasında oluşturdular. Bu söylenenler, somut bir yapıda buluşursa daha kolay akılda kalacaktır. Camus, ‘’Sisifos Söyleni’’yi, Sartre, ‘’Bulantı’’yı, Nietzsche, ‘’Böyle Buyurdu Zerdüşt’’ü ve çalışmada biraz sonra söz konusu edilecek olan Marx da bugün de adından söz ettiren '’Kapital’’i yaptı.
Kıskançlığa dair duyduğumuz sözlerden bir tanesi de şudur: ‘’Başkalarını kıskanma, onlarla uğraşma.’’diye başlayan ve devamında ‘’Ha bire kıskançlık duyan insan, iç huzurundan yoksun olan bir insandır.’’ Sözün doğruluğu su götürmez bir gerçek olarak hayatımızda örnekleriyle yaşatmaktadır kendini. İnsanlar, bugün uzaktan da olsa başkalarının sahip olduklarını, yeteneklerini vb. kıskanırlar. Kıskanma eylemleri içerisinde ‘’neden bende yok’’, ‘’niye ben bu şeye sahip değilim’’tarzından sorular sormaya başlarlar. Halbuki bu sorular, kıskanan insana bir şey katmaz, kıskanan insandan götürür. Üstelik bu sorular, insanların iç huzurundan da götürür ve geriye huzursuz bir insan bırakır. Söz konusu olan duygu erkek kadın, doktor, mühendis yahut filozof fark etmeksizin her çeşit insanda görülür. La Rocherfauld’un dediği üzere ‘’Kıskanç olmayan bir insan bulmak, çıkar düşkünü olmayan birinsan bulmaktan daha zordur.’’ Yazıda kıskançlığı Simone de Beauvoir’nın ‘’Kadınlığımın Hikâyesi’’isimli eserindeki ‘’Kıskançlık’’bölümünden ve de Simone Weil ekseninde karşılaştırarak incelenecektir.
Çalışmamızın asıl konusu, Cumhuriyet döneminde eser veren şair İsmet Özel’in ‘’Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar’’ isimli şiir kitabı ve yazar Orhan Pamuk’un kaleme almış olduğu romanı ‘’Yeni Hayat’’ ekseni etrafında sanatçıların kişilikleri ve onların yeni hayat algısı incelenmeye çalışılacaktır.
nüshası ve Esad Efendi nüshaları olan Binbir Gece Masalları’nın asıl önemi 15.yüzyıla ait olan Bursa nüshasıdır. Çalışmamıza konu olan ve Ahmet Paşa’nın beyiti ile ilişkilendireceğim nüsha, Bursa nüshasıdır.
II.Meşrutiyet ve Cumhuriyet’e kadar olan dönemde dönemin aydınları, sanatçıları uyanmış ve ‘’dilde ve edebiyatta millî benliğe dönüş’’ ilkesini benimseyerek İstanbul dışından taşarak kendi döneminin gerçeklerini eserlerine almaya başlamışlardır. Cumhuriyet ile birlikte aydınlarımız ve sanatçılarımız, eserlerinde sosyal şartlara ışık tutmaya başlarlar. Orhan Kemal de bu söylediklerimizden payını alan sanatçılardan biri olma pâyesine ulaşır. Bu çalışmamda divân edebiyatında hikemî tarzın kurucusu olan Nâbî’nin iki önemli mesnevîsi ‘’Hayriyye’’ ve ‘’Hayrâbâd’’ isimli eseriyle Orhan Kemal’in belli başlı eserleri arasındaki sosyal gerçekçiliği çeşitli açılardan inceleyeceğim. Sanatçılarımızın sosyal gerçekçilik anlayışını sağlıklı bir şekilde incelemek, ‘’sosyal gerçekçilik’’ kavramının içinin sağlam bir şekilde doldurulmasına bağlıdır
Yazının çıkış noktasına verilecek cevap şu şekilde olabilir: Barış, dünya üzerinde yaşayan insan kadar çok tanıma sahip bir şeydir. Bu doğrultuda da birtakım düşünürün barış hakkında ne düşündükleri verilecektir: Aristoteles’in deyimiyle barış, uğruna savaş yapılan bir kelime; Epikuros’ta saltanat tacıyla karşılaştırılamayacak kadar değerli; Spinoza’da iyilik, itimat ve adalet duygusu; Hobbes’ta da barış, doğa kanununun birinci ve temel ilkesi olarak görülmüştür. Bir önceki cümleden itibaren okunduğunda öne sürdükleri barış fikrine ‘’sonsuz’’ sıfatını ekleyerek barışın sürekliliğini garantileyememişlerdir. Bu noktada şu sorulmalıdır: ‘’Sonsuz barış’’ nedir, mümkün müdür, mümkünse bu nasıl sağlanacaktır?
Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu şehrengiz, münacat ve Peygamber efendimize övgü ile başlamaktadır. Bu bölümlerden sonra eserini kaleme alış sebebi ve de Uludağ’ın övgüsü izlemektedir. Uludağ’ın övgüsünden sonra Bursa’daki doğal güzelliklerin tanıtımını yapar. Doğal güzelliklerin tanıtımından dış çevreye geçişi Bursa’da yer alan kale tasviriyle sağlar. Okuyucu, Emir Sultan ile birlikte dış çevreye resmen bir adım atmış olur ve buradan hareketle Bursa’nın yapılarını, türbelerini, camilerini, imaretlerini vs. tanır. Bütün bunlar bir yana, şairin şehrengizinin önemli bir yapıt olmasını sağlayan bir faktör vardır: Bursa’nın mevsimlerinin şehrengizde yer almasıdır. Lâmi’î, şehrin baharından başlayarak yazını, sonbaharını ve kışını anlatır. Sonuç bölümünde ise şair, kendi perişan halini anlatarak şehrengizini tamamlar. Bu çalışmada Bursa ‘nın kışı, Lâmi’î’nin kaleme almış olduğu bu eserin ‘’Vasf-ı Şitâ-yı Bursa’’bölümü ekseninde kış mevsimi seçilen beyitlerle belli başlı özellikler etrafında incelenmeye çalışılacak, incelemelerden hareketle sonuca gidilecektir.
‘’Çanakkale.’’ I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirmesi ve savaşın zaferle sonuçlanması bakımından önemli bir cephe olması bakımından oldukça önemli bir rol oynayan cephedir. Çanakkale Cephesi’nin önemli bir rol oynamasında etkili olan nedir? Vatanın bölünmez bütünlüğüne inanan, onu kutsal bir ocak olarak gören, bayrağına sahip çıkan, iman dolu
sîneye sahip Türk ordusu ve o ordunun başında olan, savaşmayı değil ölmeyi emreden, askerî dehası ve yüksek karakteriyle başında bulunduğu ordusuna ve milletine zafer kazandıran, dünyaya adını duyuran eşsiz komutan, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi’nin
önemli bir rol üstlenmesinde etkilidir.
I.Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren bir cephe olan Çanakkale Cephesi, cephe gerisinde kendisini nasıl hissettirmiştir? Soruyu şöyle sormak da mümkündür: Cephe gerisindekiler, Çanakkale Cephesi’ndeki savaşlar ve savaştan sonra olanlar karşısında nasıl hissetmişlerdir?
Cevaplar şöyle olacaktır: Elbette ki cephe gerisindekiler, savaşmakta olan Türk ordusundan yana ümitlidir, Türk ordusu bayrağını indirmeyecek, ezanlarını susturmayacak ve alnı ak, başı dik bir şekilde cepheden geri dönecektir. Vatan uğrunda ya gazi olacaktır, ya şehit olacaktır.
Bir soru daha sorulmalıdır: Cephe gerisinde olup, hissettiklerini kâğıda dökenler Çanakkale Cephesi karşısında nasıl hissetmişlerdir?
Cümleyi ‘’Ben kitabımı yaptığım gibi, kitabım da beni yaptı.’’yerine ‘’Ben felsefemi yaptığım gibi, felsefem de beni yaptı.’’şeklinde okuyalım ve bu şekliyle düşünelim. Felsefe tarihine bakıldığında ilk çağdan beri filozoflar, düşüncelerini sistemli hâle getirerek felsefelerini oluşturdular; felsefeleri de onları bu düşünme etkinlikleri sırasında oluşturdular. Bu söylenenler, somut bir yapıda buluşursa daha kolay akılda kalacaktır. Camus, ‘’Sisifos Söyleni’’yi, Sartre, ‘’Bulantı’’yı, Nietzsche, ‘’Böyle Buyurdu Zerdüşt’’ü ve çalışmada biraz sonra söz konusu edilecek olan Marx da bugün de adından söz ettiren '’Kapital’’i yaptı.
Kıskançlığa dair duyduğumuz sözlerden bir tanesi de şudur: ‘’Başkalarını kıskanma, onlarla uğraşma.’’diye başlayan ve devamında ‘’Ha bire kıskançlık duyan insan, iç huzurundan yoksun olan bir insandır.’’ Sözün doğruluğu su götürmez bir gerçek olarak hayatımızda örnekleriyle yaşatmaktadır kendini. İnsanlar, bugün uzaktan da olsa başkalarının sahip olduklarını, yeteneklerini vb. kıskanırlar. Kıskanma eylemleri içerisinde ‘’neden bende yok’’, ‘’niye ben bu şeye sahip değilim’’tarzından sorular sormaya başlarlar. Halbuki bu sorular, kıskanan insana bir şey katmaz, kıskanan insandan götürür. Üstelik bu sorular, insanların iç huzurundan da götürür ve geriye huzursuz bir insan bırakır. Söz konusu olan duygu erkek kadın, doktor, mühendis yahut filozof fark etmeksizin her çeşit insanda görülür. La Rocherfauld’un dediği üzere ‘’Kıskanç olmayan bir insan bulmak, çıkar düşkünü olmayan birinsan bulmaktan daha zordur.’’ Yazıda kıskançlığı Simone de Beauvoir’nın ‘’Kadınlığımın Hikâyesi’’isimli eserindeki ‘’Kıskançlık’’bölümünden ve de Simone Weil ekseninde karşılaştırarak incelenecektir.
Çalışmamızın asıl konusu, Cumhuriyet döneminde eser veren şair İsmet Özel’in ‘’Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar’’ isimli şiir kitabı ve yazar Orhan Pamuk’un kaleme almış olduğu romanı ‘’Yeni Hayat’’ ekseni etrafında sanatçıların kişilikleri ve onların yeni hayat algısı incelenmeye çalışılacaktır.
nüshası ve Esad Efendi nüshaları olan Binbir Gece Masalları’nın asıl önemi 15.yüzyıla ait olan Bursa nüshasıdır. Çalışmamıza konu olan ve Ahmet Paşa’nın beyiti ile ilişkilendireceğim nüsha, Bursa nüshasıdır.
II.Meşrutiyet ve Cumhuriyet’e kadar olan dönemde dönemin aydınları, sanatçıları uyanmış ve ‘’dilde ve edebiyatta millî benliğe dönüş’’ ilkesini benimseyerek İstanbul dışından taşarak kendi döneminin gerçeklerini eserlerine almaya başlamışlardır. Cumhuriyet ile birlikte aydınlarımız ve sanatçılarımız, eserlerinde sosyal şartlara ışık tutmaya başlarlar. Orhan Kemal de bu söylediklerimizden payını alan sanatçılardan biri olma pâyesine ulaşır. Bu çalışmamda divân edebiyatında hikemî tarzın kurucusu olan Nâbî’nin iki önemli mesnevîsi ‘’Hayriyye’’ ve ‘’Hayrâbâd’’ isimli eseriyle Orhan Kemal’in belli başlı eserleri arasındaki sosyal gerçekçiliği çeşitli açılardan inceleyeceğim. Sanatçılarımızın sosyal gerçekçilik anlayışını sağlıklı bir şekilde incelemek, ‘’sosyal gerçekçilik’’ kavramının içinin sağlam bir şekilde doldurulmasına bağlıdır