İran-Osmanlı savaşları
İran-Osmanlı Savaşları, 16 ilâ 19. yüzyıl arasında Osmanlı İmparatorluğu ile İran'da otoriteyi elinde bulunduran birbirinin devamı niteliğindeki çeşitli hanedanlar arasında gerçekleşmiştir. Osmanlılar ile İran arasındaki ilk savaş 1514 Çaldıran Muharebesi'dir. Son savaş ise 1821-1823 Osmanlı-İran Savaşı'dır.
Osmanlı-İran Savaşları Kronolojisi
değiştir- 1514 - Çaldıran Muharebesi
- 1515-1517 Fırat-Dicle Seferi
- 1534 - Irakeyn Seferi
- 1548-1549 Osmanlı-İran Savaşı
- 1552-1554 Osmanlı-İran Savaşı
- 1554 - Nahcıvan Seferi (Bakınız: Amasya Antlaşması)
- 1578-1590 Osmanlı-Safevî Savaşı (Bakınız: Ferhat Paşa Antlaşması)
- 1578 - Çıldır Muharebesi
- 1582 - Tiflis Müdafaası
- 1583 - Meşaleler Muharebesi
- 1603-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı
- 1623-1639 Osmanlı-Safevî Savaşı (Bakınız: Kasr-ı Şirin Antlaşması)
- 1635 - Revan Seferi
- 1638 - Bağdat Seferi
- 1723-1727 Osmanlı-İran Savaşı
- Andican Muharebesi (Bakınız: Hemedan Antlaşması)
- 1730-1732 Osmanlı-İran Savaşı
- Kürican Muharebesi (Bakınız: Ahmet Paşa Antlaşması)
- 1732-1736 Osmanlı-İran Savaşı
- Arpaçay Muharebesi (Bakınız: İstanbul Antlaşması)
- 1742-1746 Osmanlı-İran Savaşı (Bakınız: Kerden Antlaşması)
- 1775-1779 Osmanlı-İran Savaşı
- 1821-1823 Osmanlı-İran Savaşı (Bakınız: Erzurum Antlaşması)
Safeviler
değiştirSafeviler bu adı, evliyanın büyüklerinden Safiyyüddin-i Erdebili'den almışlardı. İlhanlılar devrinde büyük bir şöhrete kavuşan Safiyyüddin-i Erdebili, etrafında büyük bir talebe kütlesi toplamış ve devlet adamlarının saygısını kazanmıştı. Sünni itikadında olan Safiyyüddin-i Erdebili'nin torunları ve onun yolunda gidenler, Müslüman-Türk sultanları tarafından büyük hürmet gördüler. Bu devrede Bursa’da bulunan Osmanlı padişahları da çırağ akçesi adıyla Erdebil’deki dergaha yıllık hediyeler gönderirlerdi. Timur ve Akkoyunlu sultanlarının da büyük ilgi ve yakınlıklarına mazhar oldular.
Fakat zamanla bunlar arasına Hurufiler karışıp, Safiyyüddin-i Erdebili'inin torunlarından Cüneyd’e Hurufi fikirlerini telkin ettiler. Gizliden gizliye Sünnilik düşmanlığına başlayan Cüneyd, bu halini gizleyip dedelerinin nüfuzunu kullanarak, Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan’ın kız kardeşi Hadice Begüm’le evlendi. Bu evlilikten Haydar adında bir oğlu dünyaya geldi. Siyasete karışıp çeşitli ayaklanmalar düzenledi. Şirvan hükümdarı Halil ile yaptığı bir muharebede öldü.
Sünni düşmanlığına dayanan bir devlet kurmak isteyen, fakat başarılı olamayan Cüneyd’in yolunu oğlu Haydar devam ettirdi. Haydar, Uzun Hasan’ın kızı Halime Begüm Alemşah’la evlendi. Bu evlilikten Şah İsmail dünyaya geldi. Akkoyunlularla akrabalık bağlarını pekiştirip gücünü arttıran Haydar, babasının öcünü almak için Şirvan hükümdarı Ferruh Yesar üzerine yürüdüyse de 1488’de yapılan savaşta öldürüldü.
Bundan bir müddet sonra hareketin başına geçen İsmail, Akkoyunlu Devleti’nin içinde bulunduğu karışıklıktan istifade ederek, çoğu Anadolu’da bulunan birçok Türkmen kabilesini etrafında topladı. Karabağ ve Şirvan’ın bir kısmını ele geçirerek Azerbaycan üzerine yürüdü. Akkoyunlu hükümdarı Elvend Bey’i yenilgiye uğratıp, Tebriz’e döndü. Safevi Devleti’ni kurup şahlığını ilan etti (1501). Şiraz ve Kazerun’u alıp birçok Sünni alimi ve halkı kılıçtan geçirdi. Yezd ve İsfahan'ı istila ederek Şii fikirlerini kabul etmeyen Sünnileri öldürttü. Anadolu içlerine ve Osmanlı topraklarına da Şii fikirlerini yaymak için dai denilen propagandacılar göndererek isyan ve karışıklıklar çıkarmaya çalıştı.
Bu çalışmalar neticesinde Anadolu’da büyük bir isyan çıkaran ve Şahkulu diye bilinen Karabıyıkoğlu, Osmanlı kuvvetleri önünden kaçarak on beş bin kişilik kuvvetiyle Şah İsmail’e sığındı.
Bunun üzerine, ileri görüşlü bir devlet adamı olan II. Bayezid, Safevilere meyledenlerin İran’a gitmelerini yasakladı. Sınır eyaletlerine emirler gönderip, giriş-çıkışları kontrol altına aldı. Propagandalardan en çok etkilenmiş olan Hamid ve Teke havalisi Şiilerini, yeni fethedilen Modon ve Koron şehirlerine nakletti.
1507 yılında Osmanlı topraklarından geçerek Dulkadirli şehirlerini yakıp yıkan Şah İsmail’in bu hareketine karşı II. Bayezid bir ordu gönderdiyse de, Şah İsmail Osmanlı topraklarından geçmek zorunda kaldığı için özür dileyince herhangi bir çarpışma olmadı.
Bu arada Trabzon valisi olan I. Selim, yıllardan beri Anadolu’daki çalışmalarını takip ettiği Şah İsmail’in Osmanlı topraklarından izin almadan geçmesine karşılık olarak süratle harekete geçti. Azerbaycan’a kadar İran arazisini çiğnedi. Üzerine gönderilen kuvvetleri mağlup ederek Safevi hanedanından şehzade İbrahim Mirza’yı esir edip Trabzon’a götürdü.
Çaldıran Savaşı (1514) ve sonrası
değiştirŞah İsmail ve Safeviler'in Anadolu'da Şiilik propagandası yapması ve Anadolu topraklarına göz dikmesi, Şehzade Ahmed, Şehzade Korkud ve Şahkulu İsyanı'na sebep olmaları, Osmanlı ülkesinde casusluk yaparak bilgi sızdırmaları, Osmanlılar'a karşı batıdaki Hristiyan devletlerle ve Memlükler, Dulkadiroğulları Beyliği gibi devlet ve beyliklerle ittifak arayışları vb. birçok sebeple Yavuz Sultan Selim doğu seferine çıkmıştır.
Yavuz Sultan Selim; ilk önce ağabeyleri olan Şehzade Ahmed ve Şehzade Korkud'un isyanlarını bastırarak ikisini de idam ettirdi. Ardından ihanet içindeki Sadrazam Koca Mustafa Paşa'yı da idam ettirdikten sonra İran'a doğru ilerlemeye başladı.
Şah İsmail; sürekli geri çekilerek geçtiği yerleri yakıp yıkıyor ve böylece Osmanlı ordusunda iaşe sıkıntısı vb. sebeplerle isyan çıkmasını, bu karışık durumda da Osmanlı ordusuna hücum ederek onları perişan etmeyi planlıyordu.
Fakat bu planı tutmayınca Çaldıran Ovası'na ordugah kurdu. Daha sonra Osmanlı ordusuda ovaya geldi ve harp başladı. Safevi ordusu savaşta ağır bir yenilgi aldı ve kumandanlarından Ustacluoğlu Mehmet Han'ı kaybetti. Şah İsmail ise canını zor kurtardı. Böylece Osmanlılar; doğudaki Safevi tehlikesini bertaraf etti ve Anadolu'daki Şii sorunu geçici olarak çözüldü. Ayrıca Van ve Kars hariç Doğu Anadolu'nun tamamı Osmanlı egemenliğine girdi ve bölgedeki tüm beyler ve aşiretler, Osmanlı egemenliğini kabul ettiler. . Bu zaferden sonra İran’ın payitahtı Tebriz’i ele geçirip bir müddet burada kalan Sultan Selim, kış mevsimini geçirmek için Amasya’ya çekildi. Kış geçince de Safeviler elinde bulunan ve Doğu Anadolu’ya hakimiyet bakımından çok mühim bir mevkide bulunan Kemah kalesini fethetti.
Bundan sonra İdris-i Bitlisî'yi, Safevilerin kontrolünde bulunan Diyarbakır yöresine göndererek, bölge halkının Osmanlılara tabi olmasını sağladı. Bu bölgeye gönderilen İran kuvvetleri üzerine de Bıyıklı Mehmed Paşa ve İdris-i Bitlisi'yi gönderdi. İran kuvvetleriyle yaptığı çatışmalarda büyük başarılar kazanan Bıyıklı Mehmed Paşa; Ergani, Sincar, Çermik, Birecik gibi şehirleri ele geçirdi. Bir senelik bir kuşatmadan sonra Mardin de teslim olunca; Hasankeyf, Musul, Kerkük, Urfa, Rakka gibi yerler de kolayca fethedildi. İran’ın bu bölgedeki hakimiyetine son verildi.(Fırat-Dicle Seferi)
Sultan I. Süleyman Döneminde Osmanlı-Safevi Mücadeleleri ve Safeviler Üzerine Seferler
değiştirŞah İsmail'in 1524 yılında ölümüyle birlikten yerine oğlu I. Tahmasb geçti. Şah Tahmasb tahta çıktığında henüz 10 yaşındaydı. Bu yüzden ilk yılları savaşsız geçen Şah Tahmasp; tahta çıktıktan 10 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu ile mücadeleye başladı.
1533-1536 Osmanlı-İran Savaşı
değiştir1529 yılında İran’ın Bağdat valisi Zülfikar Han’ın Osmanlı Devleti’ne, buna karşılık Osmanlı Bitlis valisi Şeref Han’ın da İran’a iltihak etmeleri ortalığı karıştırdı, İran şahı I. Tahmasb, Osmanlı kuvvetlerinin Avrupa’da sefere çıkmasından istifade ederek Bağdat’a asker gönderip, Zülfikar Han’ı öldürttü ve yeni bir vali tayin etti. Osmanlılar ise Ulama Han’ı Bitlis valisi tayin edip eyalet kuvvetleriyle bölgeye gönderdiler. Ulama Han, İran’dan yardım alan Şeref Han’a karşı başarılı olamayınca, veziriazam Pargalı Damat İbrahim Paşa bölgeye hareket etti, Yoldayken Ulama Han’ın zafer haberi gelince mevsimin geçmesi sebebiyle kışı geçirmek üzere kuvvetleriyle Halep’e gitti.
Kışı burada geçiren İbrahim Paşa, 14 Mayıs 1534'te Diyarbakır’a geldi. Kanuni Sultan Süleyman da 11 Haziran’da İstanbul’dan İran üzerine harekete geçti. Bu seferde Van ve Tebriz alınarak tahkim edildi. Tebriz merkez olmak üzere Azerbaycan valiliğine Ulama Han tayin edildi. Sonra Bağdad üzerine yürüyen ordu, burayı da mukavemetsiz ele geçirdi. Kışı Bağdat'ta geçiren Kanuni Sultan Süleyman, Tebriz’i işgal edip Van’ı kuşatan Şah Tahmasb üzerine yürüdü. Şah Tahmasb tekrar geri çekilip İran içlerine gidince, Tebriz’e tekrar girildi. Uzun süre aranmasına rağmen İran ordusunun ortaya çıkmaması üzerine, ordu, Ağustos 1535'te İstanbul’a döndü.
1548-1549 Osmanlı-İran Savaşı
değiştir1547 yılında Şah Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza, Şirvan valiliğindeyken saltanat sevdasına kapıldığı için kardeşinin kaçarak İstanbul’a geldi ve Osmanlı Devleti’ne sığındı.
Kanuni Sultan Süleyman, uzun süredir Avrupa ile meşgul olmasından istifade etmeye çalışan Şah Tahmasb’ın, Doğu Anadolu’ya yeniden girip Van kalesi başta olmak üzere bazı yerleri işgal ettikten başka, Şiiliğin Anadolu içlerinde yayılmasını temin edecek propagandadan geri durmamış olması sebebiyle İran’a savaş açmak istiyordu. Şehzade Elkas Mirza’nın sığınma fırsatını kaçırmayarak İran ile savaşa karar verdi.
Ordu 29 Mart 1548 günü İstanbul’dan hareket etti. Elkas Mirza yanına verilen Osmanlı kuvvetleri ile öncü kuvvet olarak gönderildi. Tebriz’de bulunan Şah Tahmasb, Padişah’ın Hoy’a geldiğini öğrendiğinde savaşı göze alamayarak Kazvin’e çekildi. Osmanlı ordusu 27 Temmuz’da dördüncü defa Tebriz’e girdi. Tebriz’de beş gün kalan Sultan, Van’a gelip önceden muhasara ettirdiği kaleyi almak için harekete geçti. On gün dayanabilen Van kalesi, 25 Ağustos'ta ele geçirildi. Kaleyi tahkim eden Sultan, buradan Diyarbakır’a, sonra da kışı geçirmek için Haleb’e geçti. Elkas Mirza’yı, maiyetine verdiği aşiret kuvvetleriyle İran içlerine gönderip bölgeyi talan ettirdi.
1549 baharında Halep’ten ayrılan Sultan, Diyarbakır’a geldi. İkinci vezir Kara Ahmed Paşa’yı Gürcistan taraflarına gönderdi. Bu seferde Berakan, Gömge, Perak, Gemele, Samagar, Ahadır kaleleri ve mevkileri fethedildi. Bu sefer de İran ordusuyla karşılaşamayan Kanuni Sultan Süleyman 5 Kasım’da Diyarbakır’dan ayrılıp, 21 Aralık’ta İstanbul’a döndü.
1552-1554 Osmanlı-İran Savaşı
değiştirOsmanlı ordusu, Doğu Anadolu’dan ayrıldıktan sonra, 1551 senesine kadar herhangi bir saldırıda bulunmayan Şah Tahmasb, 1551 Ağustos’unda harekete geçerek Osmanlı sınırını geçti. Erciş, Adilcevaz ve Ahlat dolaylarını ele geçirdi. Erzurum önüne gönderdiği kuvvetleri, şiddetli mukabeleyle karşılaştı.
Bu tecavüzler sebebiyle Nahçıvan Seferi de adı verilen çünkü İran seferine çıkan Kanuni Sultan Süleyman, 1553-54 kışını Halep'te geçirdi. Mayıs'ta harekete geçen ordu, İran’a bağlı Şüregib, Şaraphane, Nilfirak’ı fethedip, 18 Temmuz’da Revan’a girdi. Buradan Arpaçay ve Karabağ'dan sonra Nahçıvan’a gelen Sultan, Doğu Anadolu hakimiyetini pekiştirip Erzurum’a döndü ve kışı geçirmek için Amasya’ya çekildi. Kanuni Sultan Süleyman’ın olağan dışı olarak ikinci kışı da İstanbul dışında geçirmesi üzerine tekrar üzerine geleceğinden çekinen Şah, sulh çareleri aramaya başladı. Amasya’ya elçiler gönderdi. Uzun süren görüşmelerden sonra; Şiilerin, ilk üç Raşit Halifeden Ebu Bekir, Ömer bin Hattab, Osman bin Affan ile Muhammed'in eşi Aişe dahil sahabeye küfür ve iftira etmemeleri, Gürcistan’ın bir kısmı ile Ardahan, Göle, Arpaçay ve çevresi Osmanlılarda kalmak üzere Amasya Antlaşması imzalandı (29 Mayıs 1555). Bu antlaşma sonrasında yirmi üç sene sürecek bir sulh devresi başladı.
1578-1590 Osmanlı-Safevî Savaşı
değiştir1578 senesinde İran istilasında bulunan Dağıstan, Şirvan ve Gürcistan beylerinin İran baskıları karşısında Osmanlı Devleti’nden yardım istemeleri ve İran kuvvetlerinin Irak’ta Osmanlı topraklarına tecavüz ederek Amasya Antlaşması'nı bozmaları sebebiyle İran’a karşı harbe karar verildi.
İran serdarı tayin edilen Lala Mustafa Paşa, 5 Nisan 1578’de İstanbul’dan Üsküdar’a geçti. Karaman, Maraş, Erzurum ve Diyarbakır beylerbeylik kuvvetleriyle Erzurum Aşkale’de birleşti. Van sınırında beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa’nın İran komutanı Emir Han’ın kuvvetlerini bozduğu haberini alan serdar, üzerine gelen Safevi ordusunu durdurma görevini Özdemiroğlu Osman Paşa’ya verdi. Emrindeki kuvvetlerle Çıldır Gölünün kuzey batısına gelen Özdemiroğlu, burada yapılan savaşta Tokmak Han komutasındaki İran kuvvetlerini rahatça bozdu. 5.000 ölü ve 500 esir veren Tokmak Han, savaş meydanını terk etti (9 Ağustos 1578). Bu zaferden sonra Tiflis’e giren ordu, Şirvan taraflarına yöneldi. Karşısına çıkan 20.000 kişilik İran kuvvetlerini Koyun geçidinde karşılayan Özdemiroğlu bunları da bozguna uğrattı. Bu savaşta İran kuvvetlerinden esir alınan 5.000 kişi dışında hepsi öldürüldü (Ağustos 1578). Çıldır zaferiyle Gürcistan’ı alan Osmanlı ordusu (9 Eylül 1578), Koyun geçidi zaferiyle de, çoğunlukla Sünni halkın yaşadığı Şirvan denen kuzey Azerbaycan’ı ele geçirdi.
Hazar kıyılarından meydana gelen Şirvan’ın doğu kesiminin Sünni halkı da kendilerine zulmeden İran’a karşı ayaklanıp, Safevileri kovdular. Osmanlı ordusu bu bölgeye rahatça girip Dağıstan’a yöneldi ve bu bölge de Osmanlı topraklarına katıldı.
Fethedilen yerlerde Özdemiroğlu Osman Paşa az bir kuvvetle bırakılarak 8 Ekim’de Lala Mustafa Paşa asıl orduyla Erzurum kışlağına çekildi. Bunu fırsat bilen Safeviler, 30.000 kişilik bir kuvvetle bölgeye girdiler. 14.000 kişilik kuvvetiyle bunlara karşı koyan Özdemiroğlu, Şamahı’da yapılan muharebede düşmana 15.000 ölü verdirip, 10.000’ini esir aldı. Safevilerden birkaç bin yaralı ve bozgun asker zor kaçabildi (Kasım 1578). Esir edilen Safevi ordusu komutanı Urus Han ile oğlu Dede Han, Ereş’de Sünni halkı katlettikleri için idam edildi.
Özdemiroğlu’na ancak Safevi şehzadesinin karşı çıkabileceği fikriyle Safevi İmparatorluk veliahdı Hamza Mirza 100.000 kişilik orduyla bölgeye gönderildi. Bu orduda elliden fazla Safevi beyi ve sancakbeyi bulunuyordu. Osmanlı kuvvetleri ise, Özdemiroğlu’nun 13.000 ve bu arada yardıma gelen 25.000 kişilik Kırım atlılarından ibaretti. Yapılan muharebede düşmana büyük kayıplar verdiren Özdemiroğlu, kendisinin de az bir kuvveti kaldığından Şirvan’ı Safevilere bırakıp Dağıstan’a çekildi.
1579 yılında yapılan muharebelerde Erzurum ve Kırım’dan gelen kuvvetlerin yardımıyla Şirvan tekrar alınıp Safevilere ağır kayıplar verdirildi. Kars’a kale yapılıp, şehir imar edildi. 1580’de çarpışma olmadı. Serdar Lala Mustafa Paşa’nın yerine Koca Sinan Paşa getirildi. 1581’de Şirvan’ı almak niyetiyle 18.000 kişilik bir orduyla hareket eden Selman Han, Kırım kalgayı Gazi Giray tarafından perişan edildi. Ancak 300 tanesi kurtulabildi.
1583’de Ferhad Paşa İran serdarı oldu. 60.000 kişilik kuvvetle İstanbul’dan yola çıktı. Bunu öğrenen Safevi Gence beylerbeyi İmam Kulu Han, bu kuvvetler gelmeden Özdemiroğlu’nun kuvvetlerini ezmek isteyip, 50.000 kişilik kuvvetiyle Şirvan ile Dağıstan arasındaki Samur ırmağının güney kıyısına geldi. Oradan Bilasa ovasına indi. Bu ovada üç gün üç gece süren savaş sonunda Özdemiroğlu Osman Paşa büyük bir zafer kazandı. Bu sırada bölgeye yaklaşan Ferhad Paşa da zafer haberini alınca Revan üzerine yürüyüp bu şehri fethetti. Sonra da Bakü’yü alıp asker yerleştirdi.
1585 yılında veziriazam ve İran serdarı olan Özdemiroğlu Osman Paşa, 150.000 kişilik ordusuyla 25 Eylül’de Tebriz’i beşinci defa fethetti. Kaleyi muhkem hale getirip komutan tayin etti. Asker bırakarak Osmanlı ordusu ile Tebriz’in yakınlarında olan Şenb-i Gazan mevkiine geldi. Uzun süredir rahatsız olan Özdemiroğlu’nun hastalığı iyice ilerledi. Bu arada yanlış bir istihbaratla Özdemiroğlu’nun öldüğünü duyan Safevi veliahdı Hamza Mirza, 30.000 atlıyla gece baskını yaptıysa da başarılı olamayarak geri çekildi. Bu başarı Özdemiroğlu’nun duyduğu son zafer oldu ve 30 Ekim 1585 gecesinde öldü.
İran savaşının Irak cephesindeki savaşlar, kuzeydeki kadar olmamakla beraber, Osmanlı üstünlüğü burada da devam etti. 1578’de Dinever, Muhammere, Şüster, Dizful bölgeleriyle Basra körfezinin kıyı yakaları Osmanlılara geçti. Bağdadt beylerbeyi Elvendzade Ali Paşa, Dizful meydan muharebesinde Safevileri bozunca (7 Kasım 1583), Batı İran’da Şafii mezhebindeki bölgeler, kabileler, beyler teker teker gelip Osmanlılara itaat arzettiler. Bu suretle güneyden kuzeye Huzistan, Luristan, Kirmanşah, Ardelan eyaletleri Osmanlı’ya geçti. 30 Ekim 1587’de Irak cephesinde Çağalazade Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Hemedan Safevi valisi Korkmaz Han emrindeki kuvvetleriyle Camasab Çayı kenarında yaptığı meydan muharebesini kazandı. Safevilere ağır kayıplar verdirerek Korkmaz Han’ı esir etti.
Kafkas cephesinde 1587’de önemli bir olaylar olmadı. Serdar Ferhad Paşa 1588’de Sultan III. Murad’ın kesin emri üzerine Gence’yi fethetti. Şirvan beylerbeyi Cafer Paşa da Safevilerin Gence beylerbeyi Ziyadoğlu Mehmed Han kuvvetlerinin büyük bir kısmını imha etti.
Bu arada Horasan’da hüküm süren Sünni Şeybani hükümdarı Abdullah Han da Meşhed’i muhasara edip fethetti. Hindistan’daki sünni Ekber Şah’la da arası bozuk olan Şah Abbas üç ateş arasında kalınca, sulh istemek zorunda kaldı.
Şah Abbas, yeğeni Haydar Mirza’yı bir elçilik heyetiyle beraber sulh rehinesi olarak gönderdi. 14 Ekim 1589’da Ferhad Paşa tarafından Hasankale’deki umumi karargâhta karşılanan şehzade, 28 Ocak 1590’da İstanbul’a geldi.
Heyet başkanı Mehdi Kul Han, III. Murad tarafından kabul edildi. Konuşmasına izin verilince; Şah Abbas’ın bütün Osmanlı fütuhatını tanıdığını, şu anda fiilen iki devletin elinde bulunan yerlerin iki devlette kalması şartıyla sulh istediğini belirtip, Şah Abbas’ın; Osmanlı padişahının, saltanat süren kulları arasında bulunduğunu söyledi.
21 Mart 1590’da Ferhat Paşa Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre İran, Sünni tebaasının mezhep hürriyetine saygı göstermekten başka, Sünni büyüklerine dil uzatmamayı da kabul ediyordu.
1603-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı
değiştirOsmanlı ile çok alçaltıcı bir sulh yaptığı, padişahı resmen üstün hükümdar tanıdığı kanaatinde olan Şah Abbas, bu sulh döneminde büyük askeri hazırlıklar yaptı. Papa, İspanya kralı ile uzun müzakerelerde bulunup, Osmanlı’ya karşı ittifak kurdu. İngiltere, İskoçya, Fransa, Rusya, Polonya, Hollanda gibi ülkelere elçiler göndererek Osmanlılara karşı harekete geçirmeye çalıştı. Sonra da sürpriz bir saldırı ile 26 Eylül 1603’de çeyrek asır önce Osmanlılara kaptırdığı ülkeleri geri almak için harekete geçti. 22 günlük bir kuşatmadan sonra Tebriz’i düşürdü. Sonra Güney Azerbaycan’ın büyük bir kısmını işgal etti. Aras’ın kuzeyine geçti. 26 Ekim’de Nahcivan eyaletini işgal edip, altı ay süren çetin bir muhasaradan sonra Revan’ı aldı. Buradan Karabağ ve Şirvan taraflarını yağmalamak için akıncı kollarını gönderen Şah Abbas, kendisi de Kars’a gidip kaleyle şehirdeki camileri yakıp yıktı. Şehri harabeye çevirdi.
Tebriz’den sonra Nahcivan ve Revan’ın da (Erivan) Safevi hakimiyetine geçmesi, doğudaki Osmanlı nüfuzunun sarsılmasına sebep oldu. Kürt beylerinden sonra Karabağ ve Şirvan’daki Türkmen oymaklarıyla Gürcistan prensleri de Osmanlı hakimiyetinden çıkıp Safevilere katıldılar.
Bu olaylar üzerine İran üzerine serdar tayin edilerek 15 Haziran 1604'te İstanbul’dan yola çıkan Çağalazade Sinan Paşa, kış mevsimi sebebiyle ileri gidemeyerek Van’a, oradan da Erzurum’a çekildi. 1605 Ağustos’unda Tebriz üzerine yürüyen Sinan Paşa, Urmiye Meydan Muharebesinde Şah Abbas’ın kumanda ettiği 50.000 kişilik Safevi ordusuna mağlup olup (9 Eylül 1605), Diyarbakır’a çekildi ve orada öldü (2 Aralık 1605). Safeviler ise Gence ve Şamahı’yı alıp Şirvan’ın mühim bir kısmını ele geçirdiler.
Yeni serdar sadrazam Kuyucu Murad Paşa, Tebriz üzerine yürüdüyse de Şah’ın sulh teklifi üzerine padişaha haber gönderip Diyarbakır’a çekildi ve orada öldü. Yerine sadrazam ve serdar olan Diyarbakır beylerbeyi Nasuh Paşa, İstanbul’a geldi ve İran’la İstanbul ateşkes antlaşması imzaladı. Bu antlaşma ile çeyrek asır önce Safevilerden kazanılan 570.000 km²’lik toprağın 400.000 km²’si kaybedilmişti. Revan, Nahcivan, Karabağ, Güney ve Kuzey Şirvan Safevilere geçmiş, Gürcistan’ın büyük kısmıyla Dağıstan Osmanlılarda kalmıştı. Ayrıca İran her yıl 200 yük ipek, kumaş vb. kıymetli eşyayı haraç olarak İstanbul’a gönderecekti. İki buçuk yıl süren bu sulh döneminden sonra, 22 Mayıs 1615'te İran’a savaş açıldı. Serdar-ı ekrem Kara Mehmed Paşa, Eylül ayında Halep’e geldi. Kışı burada geçirip Nisan ayında harekete geçerek 1616 Eylül’ünde 100.000 kişilik ordusuyla Revan’ı kuşattı, fakat alamadı. Şah, Nahcivan taraflarında olmasına rağmen, Osmanlı ordusunun üzerine gelmediğinden, başka çarpışma olmadı. 1617’de Kırım hanı II. Canibek Giray 40.000 kişilik süvarisi ile Gence ve Nahcivan üzerine akın düzenleyip kışı yeni serdar sadrazam Halil Paşa ile beraber Diyarbakır’da geçirdi.
1618 Eylül ayında hızlı bir yürüyüşle Erdebil ile Tebriz arasında bulunan Pul-Şikeste mevkiine gelen Osmanlı kuvvetleri, yorgunluğunu üzerinden atamadan İran ordusunun pususuna düşünce, büyük kayıplar vererek yenildi. Toplanan savaş meclisinde geri çekilmenin çok kötü sonuç vereceği düşünülerek, ordunun Erdebil üzerine yürümesi kararlaştırıldı. Bu durumdan endişelenip sulh teklif eden Şah Abbas’la Erdebil surları önünde yapılan görüşmeler sonunda antlaşma imzalandı.
26 Eylül 1618’de Erdebil’de imzalanıp 29 Eylül 1619’da İstanbul’da Sultan Genç Osman tarafından da kabul edilen bu antlaşmaya göre; Kanuni devrinde Amasya Antlaşmasıyla tayin edilen sınırlar esas kabul edilecek, Kars ve Ahıska Osmanlılarda kalacak, Safeviler, Osmanlı hakimiyetinde bulunan Dağıstan’a taarruz etmeyecek ve esirler iade edilecekti. Ayrıca İran her yıl 100 yük ipek, kumaş vs. kıymetli eşyayı haraç olarak İstanbul’a gönderecek ve Sünni büyüklerine sövmeyi terk edeceklerdi.
Sultan IV. Murad’ın tahta geçişinin hemen, evvelden beri Anadolu’da sürüp gitmekte olan isyanlardan biri de Bağdat’da baş göstermiş, burada bulunan on iki bin kişilik yerli kulu askerinin başında bulunup zengin ve nüfuzlu bir kişi olan Bekir Subaşı, şehri ele geçirmişti. Bağdad valiliğine tayin isteği İstanbul tarafından kabul edilmeyip, başka bir vali gönderilince de şehre almamıştı. Bunun üzerine bölgeye gönderilen Hafız Ahmed Paşa şehri kuşatınca, valilikten ümidini kesen Bekir Subaşı, mukavemet edemeyeceğini anlayarak, Şah Abbas’a haber gönderip Safevi tabiiyyetine geçmek istediğini bildirdi. Bunu bir müjde gibi karşılayan Şah Abbas, Osmanlı Devleti’yle arasındaki sulhu hiçe sayarak Bekir Subaşı’ya Safi Kuli Han’la hil’atlar gönderdi ve şehrin anahtarlarını istedi. Kendisi de 30.000 kişilik ordusuyla yola çıktı.
Bunu öğrenen Hafız Ahmed Paşa da Bekir Subaşı’ya haber gönderip, kendisine Bağdat valiliğinin verildiğini bildirdi. Bu vaziyet üzerine Bekir Paşa unvanını alan Subaşı, Safi Kuli Han’ın istediği anahtarları vermeyip, Şah’ın alakasına teşekkürle elçiyi başından savdı. Osmanlı valiliğini kabul ettiğini bildirip, itimat edemediğinden Hafız Ahmed Paşa’dan, Diyarbakır’a çekilmesini istedi. Bunu fırsat bilen Karçakay Han’ın emri altındaki İran ordusu Bağdat’ı kuşattı. Üç ay süreyle şiddetli bir savunma savaşı veren Bekir Subaşı, oğlunun ihanet edip, kale kapılarını açması sebebiyle esir düştü ve Bağdad Safeviler tarafından işgal edildi (28 Kasım 1623). Şii olmayı kabul etmeyen Bekir Paşa yedi gün İşkence yapıldıktan sonra, Dicle üzerinde petrol dolu bir kayığa bindirilip yakıldı. Bağdat kadısı Ömer Nuri Efendi, Ulu Cami hatibi Mehmed Efendi, yüzlerce Osmanlı subay ve memuru, Sünni eşraf aynı akıbete uğradı. Kadınlar ve kızlar İran umumhanelerine gönderildi.
Bu arada İstanbul’daki karışıklıkları ve Anadolu’da çıkan isyanları bastırmakla meşgul olan IV. Murad, Bağdat’la ilgilenemedi. Bu meseleleri hallettikten sonra sadrazam yaptığı Hafız Ahmed Paşa’yı serdar tayin ederek, Bağdad’a gönderdi.
5 Mayıs 1625'te Diyarbakır-Cülek ordugahına çıkan Hafız Ahmed Paşa, hazırlıklarını tamamladıktan sonra yola çıkıp Kasım’ın ortalarında Bağdad yakınlarına geldi. Bağdat’ın yakınlarındaki İmam-ı A’zam Ebu Hanife'nin mezarının bulunduğu Âzamiyye kasabasını ele geçirdi ve Bağdat’ı kuşattı.
Hafız Ahmed Paşa 100.000 kişilik bir orduyla Bağdat’a gelmesine rağmen, yeterli top getirmediği için şehrin iyice tahkim edilmiş olması gibi sebeplerden dolayı iki aydan fazla uğraştığı halde kaleyi düşüremedi. Bu arada Şah Abbas 30.000 kişilik bir orduyla yardıma geldi. İki ateş arasında kalmasına rağmen kuşatmayı uzun süre devam ettiren Hafız Ahmed Paşa, top, mühimmat ve iaşe bakımından zor bir vaziyette kaldığı için 3 Temmuz 1626’da kuşatmayı kaldırıp İstanbul’a döndü.
1629 senesinde Hemedan ve Bağdat üzerine serdar tayin edilen sadrazam Hüsrev Paşa, 9 Temmuz’da Üsküdar’dan harekete geçip, 1630 Mart ayında Kerkük civarına geldi. Nisan ayında gönderdiği kuvvetlerle; Kerbela, Necef ve Hille taraflarını ele geçirdi. 5 Mayıs 1630’da Hemedan yakınlarındaki gönderdiği 10.000 kişilik kuvvetle Mihriban kalesini aldı. Bu durum üzerine Safevi Hemedan valisi Zeynel Han 40.000 kişilik bir kuvvetle bölgeye geldi. Sabah başlayan muharebe ikindiye kadar Safevilerin üstünlüğüyle devam etmesine rağmen, kendilerinin dört katı kuvvetlerle çarpışan Osmanlı kuvvetleri Sivas valisi Halil Paşa’nın gayretiyle düşmanı bozdular. Zeynel Han kaçıp savaş alanını terk etti.
Bu arada İran şahı Abbas ölüp, torunu Sam Mirza, Şah Safi unvanıyla yerine geçti. Osmanlı ordusu ise yoluna devam edip Hemedan’a girdi. Buradan İran’ın merkezi Kazvin üzerine gitmek isteyen Hüsrev Paşa, Dergüzin’e geldi. Burada toplanan savaş meclisinde, Kazvin üzerine yapılacak harekât görüşüldü. Mesafenin uzaklığı Safevilerin bütün yol boyunu tahliye ve tahrib ettikleri, iaşe tedariki zorluğu ve bilhassa su kıtlığı olabileceği gibi sebeplerle ordunun Bağdat üzerine yürümesi kararlaştırıldı.
14 Temmuz’da Nihavend civarındaki Cemhal Ovasına gelen Hüsrev Paşa, Luristan hakimi Hüseyin Han’ın 12.000 kişilik bir kuvvetle mevzi alıp bir kısım kuvvetiyle de pusu kurduğu haberini alınca, Anadolu ve Rumeli beylerbeylerini bir kısım kuvvetle bunların üzerine gönderdi. Yapılan çetin muharebe sonunda Safaviler mağlup edildi ve Hüseyin Han güçlükle kaçıp kurtuldu.
Ekim ayı başlarında Bağdat önlerine gelen Hüsrev Paşa şehri kuşattıysa da başarılı olamayıp dokuz gün sonra kuşatmayı kaldırdı.
1633 yılında büyük bir orduyla Van kalesini kuşatan Safevi ordusuna karşı Erzurum valisi Demirkazık Halil Paşa ve Diyarbakır valisi Murtaza Paşa gönderilerek düşman yenilgiye uğratıldı. Yine bu sebeple sadrazam Tabanıyassı Mehmed Paşa, şark seferine çıktı (20 Ekim 1633). 1633-34 kışını Halep’te geçiren sadrazam Diyarbakır’a geçerek Padişah’ın gelmesini bekledi.
28 Mart 1635'te İran (Revan) seferi için İstanbul’dan ayrılan Sultan IV. Murad, Diyarbakır’dan yola çıkan veziriazam Tabanıyassı Mehmed Paşa’yla 17 Haziran’da Bayburt’ta birleşti. 50.000 askeri Erzurum’da bırakan Sultan IV. Murad, 200.000 asker ve 130 ağır muhasara topuyla yola çıktı. Padişah’ın Revan üzerine yürüdüğünü sezen Şah, son anda eyalet beylerbeyi Tahmasbkulu Han’ın savunduğu kaleye 12.000 tüfekli piyade sokup savunmayı çok güçlendirmişti. Şah kendisi de ordusuyla yakında olmasına rağmen, savaşı göze alamadığından ortaya çıkmadı. 27 Temmuz’da kaleyi kuşatan Sultan IV. Murad, vaktiyle Kanuni Sultan Süleyman’ın alamadığı kaleyi on bir günde aldı. Ordu, kale alındıktan sonra halktan tek kişinin burnu bile kanamadan şehre girdi. Buradan hareketle Safevi ordusunun peşine takılan Sultan IV. Murad, Aras boyunca güneydoğuya inmeye başladı. Fakat düşmana erişemedi. 1 Eylül’de Hoy’a gelen Sultan, 11 Eylül’de otuz iki yıl önce Safevilerin eline geçen Tebriz’e girdi. Bu, Tebriz’in Osmanlılarca 6. fethiydi. Tebriz’de dört gün kalan Sultan IV. Murad, hastalandığı için İsfahan’a gitmekten vazgeçip Diyarbakır üzerinden İstanbul’a döndü.
Osmanlı ordusu çekilir çekilmez harekete geçen Şah Safi, büyük bir orduyla Revan’ı kuşattı. Kış sebebiyle yardım gönderilemediğinden üç ay süren çetin bir savunma savaşı veren Murtaza Paşa’nın şehit olması üzerine kale teslim oldu. Safevi ordusu Tebriz ve Azerbaycan’ın büyük bir kısmını geri aldı. Bundan sonra güneye doğru inen Şah’ın karşısına az bir kuvvetle çıkıp savaşan Şam beylerbeyi Küçük Ahmed Paşa yenilip şehit düştü (2 Eylül 1636).
1637 yılında sadrazam Bayram Paşa’yı Anadolu’ya gönderip büyük harp hazırlıklarına girişen Sultan IV. Murad, 8 Mayıs 1638’de şeyhülislam Yahya Efendi ile beraber Bağdad seferi için yola çıktı. 17 Haziran’da Konya’ya, 22 Temmuz’da Halep’e geldi. Birecik’te sadrazam Bayram Paşa kuvvetleri ile birleşti. Sadrazam Bayram Paşa’nın 26 Ağustos'ta Urfa yakınlarında vefat etmesi üzerine Tayyar Mehmed Paşa’yı sadrazam yapan Sultan, 16 Kasım gecesi Bağdad’a geldi ve derhal tertipler yaparak kuşatmaya başladı.
Şehirde, Bektaş Han Türkmen’in kumandasında 40.000 askerlik çok kuvvetli bir Safevi garnizonu bulunuyordu. Şah Safi ise atlı kuvvetleriyle Kasr-ı Şirin’de olup, Osmanlı kuşatmasını gün gün takip etmesine rağmen müdahaleye cesaret edemiyordu. Sultan IV. Murad, 12.000 sipahiyi İran içlerine sokup Şehriban bölgesini çiğnettiği halde Şah’ı savaşa çekemedi. Şah, Bağdat’daki büyük kuvvetine güveniyor, Sultan IV. Murad’ın kuşatmadan bıkınca çekilip gideceğini zannediyordu.
Padişah’ın ve 86 yaşındaki şeyhülislam Yahya Efendi’nin de ön safta olduğu bu savaşta dehşetli vuruşmalar oldu. Kuşatmanın 37. gününde ön saflarda yalın kılıç çarpışarak askeri coşturan Tayyar Mehmed Paşa, birkaç kuleyi ele geçirdiği sırada alnından yediği bir kurşunla öldü. Yerine sadrazam yapılan Kemankeş Mustafa Paşa, selefi gibi gayret edip birkaç kuleyi daha ele geçirdi.
Bu başarılar üzerine kuşatmanın 39. günü genel saldırıya karar veren Sultan IV. Murad, derhal hücumun başlamasını emretti. Sabah erkenden Osmanlı yürüyüşü büyük bir şiddetle gelişmeye başlayınca kale teslim, oldu. İç kalede direnmek isteyen 20.000 Safevi askeri kılıçtan geçirildi. Böylece 14 yıl, 11 ay önce bir ihanet sebebiyle Safevilere geçen Bağdat artık kesin olarak Osmanlı idaresine geçti.
Buradan İsfahan’a yürümek isteyen Padişah, Diyarbakır’a gelince tekrar hastalığı nüksettiğinden yetmiş gün hasta yattı. Hasta yatağından İran içlerine akıncılar gönderdi. Veziriazam Kemankeş Mustafa Paşa da büyük bir kuvvetle İran içlerine doğru harekete geçtiği sırada Şah’ın barış isteğiyle gönderdiği elçiler geldi. Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa ile İran temsilcileri Saru Han’la Muhammed Kuli Han arasında yapılan görüşmeler sonrasında aşağı yukarı bugünkü Türk-İran sınırının tespit edildiği Kasr-ı Şirin Antlaşması imza edildi (17 Mayıs 1639). Bu antlaşmaya göre; Bağdat, Basra ve Şehrizor bölgelerinden oluşan Arab Irakı Osmanlılarda, Erivan Safevilerde kaldı. Ayrıca Safevilerin gerek Irak ve gerekse Kars, Ahıska ve Van taraflarına saldırmayacakları, Sünni büyüklerini kötülemeyecekleri de anlaşma şartları içinde açıkça ifade edilmişti (Bkz. Kasr-ı Şirin Antlaşması).
1723-1727 Osmanlı-İran Savaşı
değiştirUzun süren bir sulh devrinden sonra, on sekizinci yüzyılın ilk yarısında Afganistan’daki Üveysi hanedanı, İsfahan’a kadar İran topraklarını ele geçirdi. İran’daki Safevi hanedanını dağıttı. İran’ın bu zayıf durumundan faydalanmak isteyen Rusya da İran’a saldırınca Sünni halkın yaşadığı Dağıstan halkı, 1722’de İran tabiiyetinden çıkarak tekrar Osmanlı Devleti’ne tabi oldu. Bu durumda Safevilerle yapılan barışın geçersiz kalması sebebiyle İran’a müdahaleye mecbur kalan Osmanlı Devleti’nin, 1723 Temmuz’unda Gürcistan’ın İran’a tabi kısmına girmesiyle savaş başladı. Çeşitli cephelerde Tiflis, Gori, Güney Azerbaycan, Luristan, Ardelan, Kirmanşah, Hemedan ele geçirildi. Revan ve Tebriz eyaletlerine girildi. Bu suretle batı ve kuzeybatı İran ile Güney Kafkasya Osmanlı lehine İran’dan koptu. III. Murad devrindeki sınırlar yeniden tutulup Hazar’a erişildi. Bu fütuhat, Hemedan muahedesi ile Afganistan hükümdarı Eşref Han Üveysi tarafından tanındı.
Ancak bir müddet sonra ortaya çıkan Nadir Han Avşar, Üveysileri gasp edici ve gayri meşru ilan etti. Tahta geçirdiği çocuk yaştaki Safevi şahlar namına İran’da idareyi ele geçirip, doğuda Afgan ve batıda Osmanlı topraklarına karşı harekete geçti. 1730’da Osmanlıların fethettiği Nihavend, Tebriz, Hemedan ve Kirmanşah’ı geri aldı. Bunun üzerine III. Ahmed İran’a karşı savaşa karar verdiyse de, Patrona Halil İsyanı çıkması sonucunda tahttan feragat ettiğinden sefer gerçekleşmedi.
1730-1732 ve 1735-1736 Osmanlı-İran Savaşları
değiştirIII. Ahmed’den sonra, I. Mahmud döneminde de savaş devam etti. Bağdat beylerbeyi serdar vezir Ahmed Paşa, Kirmanşah’ı geri alıp, Kürican Meydan Muharebesinde 40.000 kişilik Safevi ordusunun dörtte üçünü imha ederek Hemedan’a girdi.
Tebriz fethine memur edilen serasker Hekimoğlu Ali Paşa ise, önce müstahkem bir mevki olan Urmiye üzerine gidip burayı zapt etti. Bunun üzerine Tebriz jileri gelenleri orduya gelerek itaatlerini arz ettiler. Bu arada yapılan görüşmeler sonunda İran’la antlaşma imzalandı. Serdar Ahmed Paşa’nın imzaladığı antlaşmaya göre, Aras Nehri sınır kesildi. Tebriz dahil Güney Azerbaycan, Hemedan, Kirmanşah, Luristan, Ardelan, Huzistan İran’da; Revan, Nahcivan, Şirvan, Arran yani Kuzey Azerbaycan, Doğu Gürcistan, Dağıstan Osmanlılarda kaldı. Osmanlı Devleti’nin Güney Kafkasya’yı elinde tutmak ve Hazar Denizi'ni sınır tutmak için Batı İran’ı feda etmesine rağmen antlaşma pek uzun sürmedi. Bir yıl sonra Nadir Han’ın Erbil’e taarruzuyla harp yeniden başladı.
Erbil’i aldıktan sonra büyük bir orduyla 12 Ocak 1733’de Bağdat’ı kuşatan Nadir Han, yedi ay uğraştıysa da şehri alamadı. 19 Temmuz 1733’de 80.000 kişilik orduyla Bağdat’a gelen vezir Topal Osman Paşa, on sekizinci asrın bütün dünyada en büyük askeri bilinen Nadir Han’ı, dokuz saatlik bir meydan savaşından sonra hezimete uğrattı. Canını zor kurtaran Nadir Han, bütün ağırlıklarını bırakarak kaçtı.
Ertesi yıl Nadir Han, Kerkük’te kışlayan ve ağır hasta olan Osman Paşa’yı ansızın baskına uğratarak öldürdü. Kerkük’e girdi. Safevi hanedanına son verdiğini ilan edip, şahlığını ilan etti. Avşar hanedanını kurdu (27 Ocak 1736). Osman Paşa’nın yerine serdar olan Köprülüzade Abdullah Paşa’yı Arpaçay Meydan Muharebesinde yenip öldürdü. Osmanlı Devleti’nin Avusturya ve Rusya ile savaşa girmesinden istifade edip, Revan, Gence ve Tiflis’i alarak 1723’den bu yana Osmanlıların İran’dan fethettikleri bütün yerleri geri aldı. Kendisi Hindistan’ı işgale karar verdiğinden, Avusturya ve Rusya ile savaşan Osmanlı Devleti’nin de kendisiyle uğraşamayacağını bildiğinden, bu en avantajlı durumunda sulh istedi. İstanbul’da yapılan antlaşmayla 1639’da yapılan Kasr-ı Şirin antlaşması esasları kabul edildi. Avşar hanedanı tanındı fakat Nadir Şah’ın ısrarla istediği Caferi mezhebinin beşinci hak mezhep olarak kabulü İslam uleması tarafından reddedildi.
1742-1746 Osmanlı-İran Savaşı
değiştirAltı yıl süren bu barış devresinde Sünni Hindistan Timuroğulları devletine büyük bir darbe vurup, Hinduların müslümanlara karşı güçlenmeleri gibi İslam tarihinde çok zararlı vak’alardan birine sebep olan Nadir Şah, buradaki başarısına ve ele geçirdiği hazinelerin zenginliğine güvenerek 29 Mayıs 1743’de antlaşmayı bozarak Osmanlı Devleti topraklarına girdi. Irak, Kafkasya ve Doğu Anadolu’yu Osmanlılardan almak, Caferi mezhebini beşinci hak mezhep olarak Sultan I. Mahmud’a zorla kabul ettirmek istiyordu.
Hille’yi, bir müddet sonra da Kerkük’ü aldı. Büyük bir kuvvet ve 390 topla Musul’u kuşattı. On iki genel taarruzunda da başarılı olamadı. Musul’u savunan Kazıkçı Hüseyin Paşa’nın şiddetli direnişi nedeni çok zayiat verdiğinden geri çekildi.
1744'te tekrar harekete geçen Nadir Şah, bu sefer 150.000 askeriyle Kars’ı kuşattı. Kars savunmacısı serasker Hacı Ahmed Paşa’nın şiddetli savunması karşısında çekilip gitmekten başka çare bulamadı. Bir kısım muharebelerden sonra Osmanlılardan bir şey koparamayacağını anlayan Nadir Şah, sulh istedi. 4 Eylül 1746’da İstanbul’da yapılan antlaşmada sekiz yıl önceki gibi Kasr-ı Şirin Antlaşması esasları kabul edildi. Caferi mezhebinin beşinci hak mezhep olarak kabul edilmesi yine reddedildi.
1775-1779 Osmanlı-İran Savaşı
değiştirRusya'nın devamlı güçlenmesi, gücünü Osmanlı aleyhine büyümeye adaması yetmiyor gibi, asırlardır uzun savaşlar yapılan İran da boş durmuyordu. Önce İran'ın iç meselesi gibi başlayan Türk Afşar Hanedanı ile Zend Hanedanı arasındaki savaş ikinciler lehine sonuçlanınca, Osmanlılar için tehlike başlamıştı. Zend Kerim Han, Rusya'nın hırpaladığı Osmanlı'yı zayıf anında vurmak istiyordu. İran'da yönetimi ele geçiren Zend Kerim Han, muhalifi Baban ailesinin Osmanlı topraklarına sığınmasını bahane ederek Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. 1775'te Basra'yı işgal edip, önce Bağdat çevresini ardından da Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya kadar olan bölgeleri de yağmalayarak geri çekildi. Dört sene süren savaşlarda Kerim Han istediğini elde edemedi. Sadece Basra şehri üç sene kadar İran'ın işgalinde kaldı; ancak Zend Kerim Han'ın 1779'da ölümüyle İran'da çıkan kargaşadan yararlanan Osmanlı birlikleri karşı bir saldırı ile Basra'yı tekrar ele geçirmeyi başardılar.[1]
1821-1823 Osmanlı-İran Savaşı
değiştir1821’de İran tahtında olan Feth Ali Han, Osmanlı Devleti’nin Tepedelenli Ali Paşa ve Mora isyanının alevlendiği en buhranlı bir döneminde, fırsattan istifade ederek Osmanlı hudutlarına tecavüze başladı. Osmanlı Devleti meşgul olduğu için, veliaht şehzade Abbas Mirza, Doğu Anadolu’ya, diğer İran şehzadesi Mehmed Ali Mirza da Irak taraflarına saldırıp; Toprakkale, Bayezid, Eleşgird, Bitlis, Muş ve Erciş taraflarını işgal ettiler.
Fakat bu sırada İran ordusunda şiddetli bir kolera salgını başladı. Çok sayıda zayiata sebep olan bu salgında şehzade Mehmed Ali Mirza da öldü. Ordusunun bu şekilde perişan olmasından sonra Şah Feth Ali Han sulha talip oldu ve I. Mahmud zamanında 4 Eylül 1746’da yapılan ateşkes esaslarına göre sulh akdedildi.
Osmanlı-Kaçar Savaşı 1906-1907
değiştirBu alt başlığın genişletilmesi gerekiyor. Sayfayı düzenleyerek yardımcı olabilirsiniz. |
İran Cephesi
değiştirOsmanlı'nın hedefi, Rusya'nın Hazar Denizi çevresindeki hidrokarbon kaynaklarına erişimini kesmekti. Almanya bu cephede Osmanlı'ya destek vererek İngiliz ve Rus etkisini azaltmayı ve İngiliz-Rus Antantını dağıtmak için İran ve Afganistan'da faaliyetlerde bulundu ama bunun birçok farklı nedeni vardı. Harbiye Nazırı Enver Paşa, Rusların İran'ın kilit şehirlerinde yenilgiye uğratılması halinde Azerbaycan'a, Türkistan'a ve Hindistan'a giden yolun açılabileceğini iddia ediyordu. Enver Paşa, Turancılık ülküsü adı altında yeni kurulan bu milliyetçi devletler arasında, Avrupa etkisinden kurtulmaları halinde geniş bir işbirliği öngörüyordu.
Almanya'nın İran'daki operasyonlarını ise Wilhelm Wassmuss yönetiyordu.[2] Almanlar İran'ı İngiliz ve Rus etkisinden kurtarmayı ve Rusya ile İngilizlerin arasını daha da açarak sonunda Britanya Hindistanı'nın yerel ordular tarafından işgal edilmesine yol açmayı umuyordu.
İran, savaşa doğrudan katılmasa da topraklarında yaşanan bu çatışmalar, ülkenin altyapısına ve ekonomisine büyük zararlar verdi.
Savaş süresince İran, ciddi insani krizlerle de karşı karşıya kaldı. 1917-1919 yılları arasında yaşanan kıtlık ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan salgın hastalıklar nedeniyle yaklaşık 2 milyon İranlı sivil hayatını kaybetti.[kaynak belirtilmeli] İran'ın iç yönetimdeki zayıflıkları ve dış müdahaleler, savaşın ardından Rıza Şah Pehlevi'nin 1921'de iktidara gelmesine zemin hazırladı. Pehlevi'nin iktidarı, İran'da merkezi otoritenin yeniden inşasını ve modernleşme çabalarını beraberinde getirdi.
Kaynakça
değiştir- ^ "Bozgunlar Ve Nizamı Cedit - Bozgunlar Ve Nizamı Cedit - Osmanlı Tarihi - Tarih - 4.mustafa - Türkçe Bilgi, Ansiklopedi, Sözlük". 29 Ağustos 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Haziran 2020.
- ^ Popplewell, Richard J (1995), Intelligence and Imperial Defence: British Intelligence and the Defence of the Indian Empire 1904–1924., Routledge, ISBN 0-7146-4580-X, 26 Mart 2009 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 22 Kasım 2008