Papers by Yurdagül KILINÇ
Politikos: Toplum ve Siyaset Felsefesi Dergisi, 2023
Eylem ve kararların olası sonuçlarını hesaplamayan her politika, trajiktir. Böyle bir politika, t... more Eylem ve kararların olası sonuçlarını hesaplamayan her politika, trajiktir. Böyle bir politika, taraflardan birinin kazancının, diğerinin kaybına eşit olduğu sıfır toplamlı bir oyun değildir. Tüm taraflar farklı oranda kayıptadır. Bu yüzden trajik sonuç, karar vericinin ve hakkında karar verilenin, politik zarara uğradığını gösterir. Politik zararın boyutları, bir kimsenin hareket alanını kısıtlamak suretiyle bireysel olabileceği gibi güç mücadeleleri, siyasi çatışmalar, hükümet krizleri ve savaşlar nedeniyle kitlesel de olabilir. Ekonomik, kültürel ve yapısal sonuçları bir yana olmakla birlikte trajik sonucun üzerinde henüz fazlaca tartışılmayan yanı belki de Terry Eagleton’un metaforuyla “anlam tutulması”dır (Eagleton, 2012, 81). Eagleton, anlam tutulmasından ne kastettiğini açıkça izah etmez; ancak modernizm bağlamında bu metaforun, “anlamlandırmanın uçup gittiğine işaret eden merkezi bir yokluğun, gizemli bir yarığın ya da sessizliğin”, diğer bir deyimle anlamda kapanmanın yol açtığı “ıstırap, skandal ya da kabul edilemez bir yoksunluk” hissine karşılık geldiğini ifade eder (Eagleton, 2012, 81).
Kilikya, 2023
Siyaset alanı, ortak bir epistemik topluluk ve bu topluluk dolayımında öğrendiklerimiz üzerine ku... more Siyaset alanı, ortak bir epistemik topluluk ve bu topluluk dolayımında öğrendiklerimiz üzerine kuruludur. Kendimize bu dünyada bir yaşam alanı kurarken öğrendiklerimizin doğru olduğuna dair epistemik güvenden hareket ederiz. Epistemik güven, yalan ve manipülasyonun her icrasında sarsılır. Böyle bir ortamda bir yanda üretilen yalana, kayıtsızlık ve ilgisizlikleri nedeniyle inanan kapalı ve dogmatik kitlelerin sayısı artarken, öte yanda siyasal inançlara yönelik şüphecilik ve agnostisizmden beslenen anlaşmazlıklar yaygınlaşır. Bu çalışma, epistemolojinin kavramsal araçlarından biri olan epistemik sorumluluğu ele almakta ve siyasal alanda ortaya çıkan anlaşmazlıkların nedenlerini çözümlemede işlevsel olabileceğini değerlendirmektedir. Tartışmanın ilk aşaması, içselciler ile dışsalcıların epistemik sorumluluk konusunda ayrıldığı hususlara, ikinci aşaması ise siyasal alanda epistemik sorumluluğu tanımlama denemesine ayrılmıştır.
Kaygı, 2023
Bilişsel çarpıtmalar çocukluk döneminde oluşmaya başlar ve fark edilip önlenmediğinde bilgi edin... more Bilişsel çarpıtmalar çocukluk döneminde oluşmaya başlar ve fark edilip önlenmediğinde bilgi edinme, değerlendirme veya iletme becerimizi engelleyen epistemik kusurlara dönüşür. Bilişsel çarpıtmalar psikolojide, epistemik kusurlar ise ağırlıklı olarak epistemolojide çalışılmaktadır. Hatalı düşünmenin bu iki grubu arasında bir ilişki olup olmadığına dair yeterli bir veri bulunmuyor. Bu yüzden bu çalışma iki temel iddiaya sahiptir. İlki, çocukluktaki bilişsel çarpıtmaların yetişkinlikte epistemik kusura dönüşmesi ve bunların entelektüel bir eğilim haline gelmesinin birey açısından yıkıcı sonuçları vardır. İkincisi, bilişsel çarpıtmalar ve epistemik kusurların giderilmesi, epistemik erdemlerin öğrenme süreçlerinde aktif olarak kullanılmasıyla mümkündür. Şayet bu iki sav doğru ise bilişsel çarpıtmaların ve epistemik kusurların giderilmesini ve yerine epistemik erdemlerin kazandırılmasını merkeze alacak P4C uygulamalarının, çocuklarda entelektüel gelişimi sağlayacağını, öğrencileri eğitimlerinin tüm süreçleri boyunca destekleyeceğini ve sosyal hayata olumlu katkıda bulunacağını düşünmekte haklı gerekçelerimiz vardır. Çünkü çocukluk döneminde bilişsel çarpıtmalarını fark eden çocuk, eleştirel düşünme ve rasyonaliteye yatkın olacak, negatifotomatik düşüncelerden uzaklaşacak ve farklılıkları tehdit değil bir zenginlik olarak algılayacaktır.
Arete
Çoğu zaman kendimi diğer filozoflarla felsefenin ne olup olmadığı tartışması
içinde buluyorum. B... more Çoğu zaman kendimi diğer filozoflarla felsefenin ne olup olmadığı tartışması
içinde buluyorum. Bu türden tartışmaları aydınlatıcı bulmasam da alanımızı derinden
etkileyen bir rahatsızlığın işaretini vermektedir. Burada asıl mevzu, gerçekten felsefî
olanın ne olduğu sorunudur. Felsefî olan, problemleri açıklama ve çözümlemede nevi
şahsına münhasır bir metot mudur? Yoksa felsefi açıdan sorduğumuz sorular ve ele
alınabileceğini düşündüğümüz problemler midir? İlk sorudaki yaklaşımı çok fazla
savunmacı buluyorum, sanki felsefe canlılığını devam ettirebilmek için diğer bilimsel
çalışmalara benzer kendine has bir metodu tanımlamaya ve detaylıca betimlemeye
zorlanmaktadır.
İnsan ve Toplum, 2023
Siyasette epistemik kriz, politik epistemoloji açısından değerlendirildiğinde bizi iki seçenek ar... more Siyasette epistemik kriz, politik epistemoloji açısından değerlendirildiğinde bizi iki seçenek arasında bırakır: (i) Kamusal alanı, politik öznelerin her konuyu müzakere edebilecekleri ve uzlaşabilecekleri epistemik bir düzlem olarak tasarlamanın imkânsızlığından hareketle iyiye dair konuşmayı sınırlamak. Ya da (ii) kamusal alanda taraflar arasında epistemik güvenin imkânsızlığından hareketle minimuma razı olmak. İlk seçenek, öznelerin iyi ve iyi yaşama dair düşüncelerini müzakere konusu yapmanın çatışmalara yol açacağını iddia eder ve güvenlik açısından iyi hakkında sessiz kalınmasını önerir. İkinci seçenek, bireyler arasında karşılıklı epistemik güven sorunu giderilmediği sürece az ile yetinmenin daha makul bir tercih olacağına işaret eder. Ancak bu iki seçenekten hangisi seçilirse seçilsin siyaset alanının krizlerini derinleştiren epistemik kibir, epistemik adaletsizlik ve mitsel düşünce gibi epistemik kusurlardan uzaklaşmak mümkün değildir. Çünkü iyi düşüncesine dair bilgisizlik arttıkça epistemik kusurlar derinleşir. Epistemik kusurlar sadece bireyin bilişsel sürecini değil tüm siyaset alanını bozar. Bu çalışma politik aktörlerin epistemik tevazuyu entelektüel bir erdem olarak benimsemelerinin siyasette epistemik kusurları hafifleteceğini iddia etmektedir. Tevazu, politik aktörlerin epistemik kusurlarını fark etmelerini, bilgisiz bırakıldıkları konularda doğruyu aramaya devam etmelerini ve müzakere süreçlerinde karşılıklı güven sorununu aşarak iyi hakkında bilgi alışverişinde bulunmalarını kolaylaştıracaktır.
Humanitas, 2022
Olgular kadar idealler de siyaset felsefesinin kapsamındadır. Reelpolitik teoriler, siyasi gerçek... more Olgular kadar idealler de siyaset felsefesinin kapsamındadır. Reelpolitik teoriler, siyasi gerçekliği empirik değerlendirmeyle anlaşılır kılmaya çalışırken idealist teoriler, normatif değerlendirmeyi kullanır. Yaygın tutum, bu iki tavırdan birini diğerine dışlayıcı biçimde tercih etmektir. Başka bir deyimle, reelpolitik teoriler normatif değerlendirmeden, idealist teoriler ise empirik bakış açısının pozitivist sonuçlarından uzak kalmayı tercih eder. Teorilerdeki dışlayıcılığa alternatif olması bakımından bu iki kutbun arasında gidip gelebilecek, siyaset alanının akışkanlığı ve değişkenliğini göz önünde bulundurmakla birlikte bireyin karakterini ve eğilimini entelektüel erdemlerle destekleyecek bir “politik ethos” tartışmasını yürütmek makul bir arayıştır. Bu arayışın bir ürünü olan bu çalışma, iki sonucu hedeflemektedir. İlki, metis, epistemik erdemler ve epistemik kusurları retorikle ilişkilendirmenin politik epistemolojiye katkısını göstermek. İkincisi politik ethosun, değişen yönüyle siyaseti ve değişmeyen yönüyle bireysel karakter ve alışkanlıkları bir araya getirebildiğini göstermek. Böylece bu çalışma, retoriğin çağdaş siyaset felsefesi, müzakere ve argümantasyona dair olası katkısını tartışmaya açmaktadır
Bu çalışma, Miranda Fricker’ın epistemik adaletsizlik kavramının kapsamının iki yoldan
genişletil... more Bu çalışma, Miranda Fricker’ın epistemik adaletsizlik kavramının kapsamının iki yoldan
genişletilebileceğini iddia etmektedir. İlki, Fricker, epistemik adaletsizliğin temel nedenini güvenirliğin
eksik olmasına bağlamış olsa da güvenirlik fazlalılığı epistemik adaletsizlik olarak değerlendirilebilir.
Özellikle savaş ve tutukluluk süreçlerinde yalan ifadeye zorlama gibi uygulamalar, güvenirlik fazlalığından
kaynaklanır ve epistemik adaletsizliğe neden olur. Hiyerarşik olan bazı yapılarda toplumsal aktörlerin
dinleyici ve konuşmacı rolleri, konuşmacının bilgiye sahip olduğu iddiasıyla hegemonik bir ilişkiye
dönüşebilir. Aynı zamanda bu ilişki, kimlik önyargısı nedeniyle dışlama, marjinalleştirme ve ötekileştirmeyi
de motive eder. Bu durumda sadece güvenirlik eksikliğini değil fazlalığını da epistemik adaletsizlik olarak
kabul etmek gerekir. Güvenirlik fazlalığı, bu çalışmanın konusu kapsamında “bilgi sahibi olduğu iddiasıyla
sorgulanan kişilerin” karşılaştığı durum olarak kabul edilmektedir. İkincisi, epistemik adaletsizlik hibrit bir
kötülük olarak tanımlanabilir. Hibrit kötülük, politik kötülük gibi karmaşık motivasyonları içinde
barındıran kötülük örneklerine karşılık gelir; çünkü ne sadece karaktere ne de sadece çevresel şartlara
indirgenebilir. Fricker’ın epistemik adaletsizliğin çözümü için önerisi, entelektüel ve refleksif eleştireltoplumsal farkındalık gibi hibrit erdemlerdir. Bireylerin mevcut durumları ve bağlam, refleksif düşünmeyi
sağlarken aynı zamanda normatif yönden eleştirel bir tutumu da destekler. Ancak Fricker, çözüm için
hibrit erdemleri sunarken problemi hibrit olarak tanımlamaz. Bu yüzden bu çalışma, güvenirlik fazlalığını
epistemik adaletsizlik kavramının kapsamına dahil etmeye ve böyle bir adaletsizliği politik hibrit kötülük
olarak tanımlamaya çalışarak iki yoldan Fricker’in kavramının kapsamını genişletmeyi önermektedir.
Böyle bir genişleme politik epistemolojinin siyaset, ahlak ve epistemoloji teorilerini yeniden
değerlendirme fırsatı verecek ve bu alanda normatif katkıyı artıracaktır
The questions this dissertation addresses are: (1) What principles must govern the decision-makin... more The questions this dissertation addresses are: (1) What principles must govern the decision-making process in order for persons to be called instrumentally rational? (2) Are these principles satisfactory for human rationality in all domains? To answer these questions, I focus on rational choice theory (RCT) and public choice theory (PCT), which are extensively studied as examples of instrumental rationality in contemporary debates in philosophy and economics. To see their merits and to determine their limits, I have applied RCT and PCT to cultural behavior, given that it is mainly motivated and determined by the norms of a given culture, and that it can be contrasted with behavior that is initiated and chosen by the individual for reasons other than norms. For example, eating is seen as an individual act, but table manners are accepted as the products of a specific culture. Furthermore, identity, class membership, group-belonging, cultural rituals and traditional practices are, among others, generally considered as imposed upon individuals by culture. This gives the impression that culture primarily shapes and determines behavior. Cultural behavior in this sense is not subject to rational assessment and is formed through habits, customs, and traditions that essentially remain within the domain of senses, attitudes, and emotions other than choice and rationality. Contrary to this approach, I apply choice theories to cultural behavior in three chapters to discuss whether the choice theories have the potential to explain different forms of human behavior in general. The application of the models shows that cultural behavior can be subjected to the criteria of rationality as opposed to previous approaches. However, the application also shows that RCT and PCT have arguable success in explaining the complexity and subtlety of cultural behavior. Their success is limited because, for example, they make unrealistic assumptions about human cognitive capacities, they
The main task of this study is to challenge certain traditional ideas regarding identity and cult... more The main task of this study is to challenge certain traditional ideas regarding identity and culture and to bring these themes within the scope of the rational choice theory. To this aim, the study is divided into two sections: first, the rational choice theory is presented as a model by explaining its basic assumptions such as utility maximization and methodological individualism; and second, this model is applied to cultural behaviors to obtain required rational explanations. The application will begin with the common traditional definitions of the concepts of culture and identity, and next, it will demonstrate that culture and identity are subject to cost-benefit calculation just like the issues that we have seen in the rational choice preferences. This research intends to view cultural behaviors as instances of rational choice and analyze these behaviors at the level of the individual. By modelling cultural behaviors as a product of individuals' rational choice, thus, this paper will offer a new perception concerning the nature of rationality and the freedom of choosing individual identity and culture.
Whether the later Wittgenstein succeeded in destroying " the mythologized " and abstract theories... more Whether the later Wittgenstein succeeded in destroying " the mythologized " and abstract theories of rule following is still a matter for debate. The question is important because it grounds Wittgenstein's position against a Platonist, idealistic, convention-alist, relativist and even skeptical views regarding the concept of rule following. It has been argued that Wittgenstein's views on rule following does not succeed in giving a comprehensive theory. Some even argued that Wittgenstein's views even leads to a skeptical conclusion that there are no rules to be followed. In this article, I argue that when Wittgenstein rejects necessary conditions that determinate the application of rules, he does not slip into a skeptical position. Rather, he introduces a concept of rule following based on practice, rejecting classical objectivist approaches. Through this concept, in fact, Wittgenstein wants to overcome certain dichotomies such as objectivity/subjectivity, socie-ty/individual, and mind/body. His views on rule following emphasizes the role of individual in following a rule and thereby his or her moral responsibility.
I argue, in this paper, cultural failures can be analyzed as choices of rational individuals agai... more I argue, in this paper, cultural failures can be analyzed as choices of rational individuals against the theories of primordialism and essentialism which tend to label acts of failure as irrational , even pathological. The application of public choice theory to culture helps us see failures as part of instrumental rational process in which individuals are concerned with maximizing their own interest and conflict forcing the sides to seek cooperation and compromise over new cultural norms. This application allows us to coin a new term which I call culture failure, to explain some behaviors of cultural actors based on public choice theory. Keeping this term in mind, I focus on behaviors and interactions of individuals, leaders, groups, and governments under the following titles: Cultural conflicts, instrumentalisation of culture through multiculturalism, and government intervention and free-riding.
Cultural rights along with economic and social rights have been considered within the same catego... more Cultural rights along with economic and social rights have been considered within the same category as positive rights which the state is held responsible for their fulfillment. Contrary to this approach, in this paper, I argue that the cultural rights must be immune to the state interference. To this aim, I try to construct a framework to analyze whether it provides a solution to prevent governments from intervention to cultural domain and to consolidate cultural rights for both majorities and minorities. So, the main question is: What is the required strategy to avoid cultural conflicts and to reach an acceptable constitution agreed by every member of society who has different identities and cultural belongings? Thus, this paper tries to prove that there is a meaningful purpose to find a strategy to avoid conflicts by reanalyzing cultural domain through instrumental rationality.
2014 1 / 11 FELSEFİ METİNLER NASIL OKUNMALI? Bağlam: Felsefi metinleri anlamak bir gazete haber... more 2014 1 / 11 FELSEFİ METİNLER NASIL OKUNMALI? Bağlam: Felsefi metinleri anlamak bir gazete haberini ya da hava durumu bilgisini anlamak kadar kolay değildir. Bu kısmen soyut düşünceye alışık olmamaktan kısmen de kullanılan terminolojiden kaynaklanabilir. Strateji: Felsefi metinleri anlamak için belli bir strateji takip etmek gerekecektir. Çoğu zaman metnin ne anlattığı bir çırpıda anlaşılabilecek kadar açık değildir. Böyle durumlarda metni cümle cümle ele almak ve analiz etmek gerekebilir. İkna Etme: Felsefi metin argümantatiftir. Yazar bir konuyu ele alırken kendi gerekçelerini ortaya koyarak okuyucu ikna etmeye çalışır. Yeni bir metin ile karşı karşıya kalındığında ilk olarak hızlıca metni gözden geçirmek ve yazarın ulaştığı sonucu tespit etmek gerekir. Argümanı Tespit Etme: Paragrafların ilk ve son cümleleri özel bir dikkati gerektirir; çünkü genellikle yazar argümanını bu cümlelerde ifade eder. Kısa bir metinle karşı karşıya kalındığında ilk ve son paragrafı okunarak argüman tespit edilebilir. Eğer argüman anlaşılamıyorsa metnin tümü yeniden okunmalıdır. Şayet bir kitap okunacaksa öncelikle içindekiler, giriş ve sonuç kısmı incelenmelidir. Metnin Yapısını Çıkarma: Çoğu felsefi metnin yapısı dolaylıdır. Nadiren aşağıdaki gibi bir yapıyla karşılaşılabilir:
Gelenekten Geleceğe ulusal bir dergidir. Yılda 4 sayı yayımlanır. Dergide yayınlanan makalelerden... more Gelenekten Geleceğe ulusal bir dergidir. Yılda 4 sayı yayımlanır. Dergide yayınlanan makalelerden yazarları sorumludur. Gelenekten Geleceğe MeKAM adına Orient Yayıncılık Reklamcılık Bilg. Araş. tarafından yayımlanmaktadır.
Teaching Documents by Yurdagül KILINÇ
Syllabus-Antik Yunan Felsefesi
Syllabus- Çağdaş Batı Felsefesi 1
Conference Presentations by Yurdagül KILINÇ
This paper aims at answering the question whether free riders are rational actors or they are imm... more This paper aims at answering the question whether free riders are rational actors or they are immoral persons. I begin by considering a couple of examples and next examine the arguments which defend that free riders are immoral persons because of social, environmental and governmental considerations. Then, I will give the opposite arguments which claim that free riders are not immoral or at least not all cases of free riding is an immoral act. Since the problem of free riding is multi-faceted, I will concentrate on whether we can accuse free riders of violating any moral value within the constraints of a specific moral theory, namely utilitarian ethics. I will conclude that there are cases in which there may not be a sharp contrast between the utility of a person as a free rider and the utility from the social and cultural perspective.
Uploads
Papers by Yurdagül KILINÇ
içinde buluyorum. Bu türden tartışmaları aydınlatıcı bulmasam da alanımızı derinden
etkileyen bir rahatsızlığın işaretini vermektedir. Burada asıl mevzu, gerçekten felsefî
olanın ne olduğu sorunudur. Felsefî olan, problemleri açıklama ve çözümlemede nevi
şahsına münhasır bir metot mudur? Yoksa felsefi açıdan sorduğumuz sorular ve ele
alınabileceğini düşündüğümüz problemler midir? İlk sorudaki yaklaşımı çok fazla
savunmacı buluyorum, sanki felsefe canlılığını devam ettirebilmek için diğer bilimsel
çalışmalara benzer kendine has bir metodu tanımlamaya ve detaylıca betimlemeye
zorlanmaktadır.
genişletilebileceğini iddia etmektedir. İlki, Fricker, epistemik adaletsizliğin temel nedenini güvenirliğin
eksik olmasına bağlamış olsa da güvenirlik fazlalılığı epistemik adaletsizlik olarak değerlendirilebilir.
Özellikle savaş ve tutukluluk süreçlerinde yalan ifadeye zorlama gibi uygulamalar, güvenirlik fazlalığından
kaynaklanır ve epistemik adaletsizliğe neden olur. Hiyerarşik olan bazı yapılarda toplumsal aktörlerin
dinleyici ve konuşmacı rolleri, konuşmacının bilgiye sahip olduğu iddiasıyla hegemonik bir ilişkiye
dönüşebilir. Aynı zamanda bu ilişki, kimlik önyargısı nedeniyle dışlama, marjinalleştirme ve ötekileştirmeyi
de motive eder. Bu durumda sadece güvenirlik eksikliğini değil fazlalığını da epistemik adaletsizlik olarak
kabul etmek gerekir. Güvenirlik fazlalığı, bu çalışmanın konusu kapsamında “bilgi sahibi olduğu iddiasıyla
sorgulanan kişilerin” karşılaştığı durum olarak kabul edilmektedir. İkincisi, epistemik adaletsizlik hibrit bir
kötülük olarak tanımlanabilir. Hibrit kötülük, politik kötülük gibi karmaşık motivasyonları içinde
barındıran kötülük örneklerine karşılık gelir; çünkü ne sadece karaktere ne de sadece çevresel şartlara
indirgenebilir. Fricker’ın epistemik adaletsizliğin çözümü için önerisi, entelektüel ve refleksif eleştireltoplumsal farkındalık gibi hibrit erdemlerdir. Bireylerin mevcut durumları ve bağlam, refleksif düşünmeyi
sağlarken aynı zamanda normatif yönden eleştirel bir tutumu da destekler. Ancak Fricker, çözüm için
hibrit erdemleri sunarken problemi hibrit olarak tanımlamaz. Bu yüzden bu çalışma, güvenirlik fazlalığını
epistemik adaletsizlik kavramının kapsamına dahil etmeye ve böyle bir adaletsizliği politik hibrit kötülük
olarak tanımlamaya çalışarak iki yoldan Fricker’in kavramının kapsamını genişletmeyi önermektedir.
Böyle bir genişleme politik epistemolojinin siyaset, ahlak ve epistemoloji teorilerini yeniden
değerlendirme fırsatı verecek ve bu alanda normatif katkıyı artıracaktır
Teaching Documents by Yurdagül KILINÇ
Conference Presentations by Yurdagül KILINÇ
içinde buluyorum. Bu türden tartışmaları aydınlatıcı bulmasam da alanımızı derinden
etkileyen bir rahatsızlığın işaretini vermektedir. Burada asıl mevzu, gerçekten felsefî
olanın ne olduğu sorunudur. Felsefî olan, problemleri açıklama ve çözümlemede nevi
şahsına münhasır bir metot mudur? Yoksa felsefi açıdan sorduğumuz sorular ve ele
alınabileceğini düşündüğümüz problemler midir? İlk sorudaki yaklaşımı çok fazla
savunmacı buluyorum, sanki felsefe canlılığını devam ettirebilmek için diğer bilimsel
çalışmalara benzer kendine has bir metodu tanımlamaya ve detaylıca betimlemeye
zorlanmaktadır.
genişletilebileceğini iddia etmektedir. İlki, Fricker, epistemik adaletsizliğin temel nedenini güvenirliğin
eksik olmasına bağlamış olsa da güvenirlik fazlalılığı epistemik adaletsizlik olarak değerlendirilebilir.
Özellikle savaş ve tutukluluk süreçlerinde yalan ifadeye zorlama gibi uygulamalar, güvenirlik fazlalığından
kaynaklanır ve epistemik adaletsizliğe neden olur. Hiyerarşik olan bazı yapılarda toplumsal aktörlerin
dinleyici ve konuşmacı rolleri, konuşmacının bilgiye sahip olduğu iddiasıyla hegemonik bir ilişkiye
dönüşebilir. Aynı zamanda bu ilişki, kimlik önyargısı nedeniyle dışlama, marjinalleştirme ve ötekileştirmeyi
de motive eder. Bu durumda sadece güvenirlik eksikliğini değil fazlalığını da epistemik adaletsizlik olarak
kabul etmek gerekir. Güvenirlik fazlalığı, bu çalışmanın konusu kapsamında “bilgi sahibi olduğu iddiasıyla
sorgulanan kişilerin” karşılaştığı durum olarak kabul edilmektedir. İkincisi, epistemik adaletsizlik hibrit bir
kötülük olarak tanımlanabilir. Hibrit kötülük, politik kötülük gibi karmaşık motivasyonları içinde
barındıran kötülük örneklerine karşılık gelir; çünkü ne sadece karaktere ne de sadece çevresel şartlara
indirgenebilir. Fricker’ın epistemik adaletsizliğin çözümü için önerisi, entelektüel ve refleksif eleştireltoplumsal farkındalık gibi hibrit erdemlerdir. Bireylerin mevcut durumları ve bağlam, refleksif düşünmeyi
sağlarken aynı zamanda normatif yönden eleştirel bir tutumu da destekler. Ancak Fricker, çözüm için
hibrit erdemleri sunarken problemi hibrit olarak tanımlamaz. Bu yüzden bu çalışma, güvenirlik fazlalığını
epistemik adaletsizlik kavramının kapsamına dahil etmeye ve böyle bir adaletsizliği politik hibrit kötülük
olarak tanımlamaya çalışarak iki yoldan Fricker’in kavramının kapsamını genişletmeyi önermektedir.
Böyle bir genişleme politik epistemolojinin siyaset, ahlak ve epistemoloji teorilerini yeniden
değerlendirme fırsatı verecek ve bu alanda normatif katkıyı artıracaktır
tasarlamanın iki neticesi vardır. İlki adalet, ahlaki bağlamından soyutlanarak
dağıtım, haklar, vergi, birey ve yetkinlik ile sınırlanır; ikincisi iktidar ile
yurttaşlar arasındaki ilişki, oy verme ve kamusal hizmetlerden yararlanmaya
indirgenir. Şimdilerde siyaset filozoflarının analizi ve çözümü için uğraştığı
popülizm, propaganda, manipülasyon, şiddet, rölativizm, post-truth, değer
çoğulculuğu ve şüphecilik gibi problemlerin kaynağı siyasetin market
alanına dönüştürülmesidir. Çağdaş siyasetin bu problemlerinin farkında
olan Mary M. Keys, Aquinas, Aristotle and the Promise of the Common
Good başlıklı kitabını, bireysel iyilik ve ortak iyilik arasındaki bariz çelişkiyi
uzlaştırmak, normatif ve evrensel düzlemde siyaset ve ahlakı bir araya
getirmek ve böylece çağdaş siyaset felsefesi problemlerine çözüm sunmak
amacıyla kaleme almıştır. Öncelikle ortak iyinin Aristoteles ve Aquinas’ın
düşüncesindeki rolünü karşılaştırmalı olarak sunan Keys, daha sonra çağdaş
siyaset düşüncesi ile bir köprü kurarak ortak iyinin, siyaset felsefesine olası
katkılarından söz eder. Kitabı özgün kılan husus, ortak iyi bağlamında
siyaset felsefesi, ahlak ve teolojiyi bir araya getirmesidir.
mi?” sorunsalının ötesine geçebilen, tikellere duyarlı olmakla birlikte,
şüphecilik ve göreceliğe mesafeli durabilen yeni bir epistemik bakış açısına
ihtiyaç duymaktadır. Epistemolojiyi bu alanları kapsayacak şekilde genişletmek,
bilginin insan deneyiminden kopuk olmadığının, hayatın her hücresine
girift bir şekilde işlediğinin kabulü anlamına gelir. Bu kabul, beraberinde
yeni entelektüel adımları gerektirecektir. İster siyaset, ister kültür ve
tıp alanında olsun uygulamaların, karar vericilerin, kurumların epistemik
temellerinin sorgulanması; gizli varsayımların, önyargıların, kusurların ve
iyileştirilmesi gereken süreçlerin ortaya çıkarılması, bu adımlardan ilkidir.
İkinci adım, genel olarak bilginin üretilme, yayılma ve değer görme biçimlerini
sorgulamak; siyaset, kültür ve tıp alanında bu biçimlerden kaynaklanan
ve beslenen güç yapılarına ve otoriter anlatılara meydan okumaktır.
Dolayısıyla yerleşik kavram ve sınıflamaları sorgulamak tek başına yeterli
değildir, aynı zamanda adil ve kapsayıcı epistemik uygulamaları savunmak
ve yeni öneriler geliştirmek gerekir. Bu, elbette gerçekleşmesi kolay bir hedef
değildir. Yine de bu kitapta bir araya gelen yazarlar, bu hedef doğrultusunda
yapılacak çalışmaların dünyayı daha zengin bir perspektiften anlamamıza
yardımcı olacağını düşünmektedir. O yüzden bu kitap, sadece bir denemeler
derlemesi değildir. Daha ziyade epistemolojinin siyaset, sosyoloji, tıp, psikoloji
ve din ile kesişiminden ortaya çıkabilecek yeni konu ve tartışmalara dair
okuyucuyla mütevazı bir paylaşım yapma teşebbüsüdür.
evrensel olarak savunmanın, anlaşmazlıkları derinleştirdiği ve bu yüzden
böyle bir iddiadan feragat etmenin çok daha rasyonel olduğu düşüncesi
hakimdi. Daha açık bir ifadeyle hakikat kavramının siyasette yeri olmadığı
ve siyasi iddiaların doğruluk değeri konusunda agnostik kalmamız gerektiği
iddia edilmekteydi. Agnostik ve şüpheci düşüncenin çekincelerini ve ön-varsayımlarını
tahmin etmek zor değildir. Geçen yüzyılın totaliter rejimleri, hakikate
sahip oldukları bahanesiyle şiddeti meşrulaştırmış ve derin ayrışmalara
neden olmuştu. Gerçekte olan ise hem liderlerin hem de çoğunluğun sahip
olduğu epistemik kusurların kitlesel ölümlere, yıkımlara ve umutsuzluklara
neden olmasıydı. Yanılgı ve çarpıtmanın bir tarafında şiddeti benimseyen
rejimler varsa diğer tarafında bu rejimleri ayakta tutan çoğunluk vardır.