" Geçmişin Sesi " adlı kitabında sözlü tarih kuramı ve yöntemleri üzerine kapsamlı bir çalışma su... more " Geçmişin Sesi " adlı kitabında sözlü tarih kuramı ve yöntemleri üzerine kapsamlı bir çalışma sunuyor. İlk baskısını 1978 yılında çıkan, daha sonra 1988 yılındaki ikinci baskısından Şehnaz Layıkel tarafından Türkçe çevirisi yapılan bu kitap 1999 yılında Türk Vakfı Yurt Yayınları'ndan çıkıyor. Kitap bir bakıma sözlü kaynakların kullanımı hakkında bir giriş niteliği taşırken, aynı zamanda sözlü tarihin beraberinde getirdiği konuları işlemenin yanısıra, bu konular hakkında pratik bilgilere ve uygulanış alanlarına da değiniyor. Kitapta sözlü tarih çalışmaları 9 ana konu başlığı altında inceliyor. Bu başlıklar: Fakat kitap sadece bu konu başlıklarını açmakla sınırlı kalmıyor, ilgileri dahilinde okuyuculara kitap boyunca değindiği konuları ve örnekleri daha fazla araştırması imkanını ek okumalar ve notlar bölümüyle veriyor. Özellikle bu kısım kitabın bolca örnek verip, bolca atıfta bulunduğunu göz ününde bulundurduğumuzda; verilen örneklerin okuyucu için sadece anlamasına yardım etme amaçlı değil, aynı zamanda verilen atıflarla birlikte yoğunlaşılabilecek konular hakkında yol gösteriyor olması açısından da önemli. Bu açı göz önünde bulundurulmadan bir yorum yapılırsa diyebilirim ki, kitaptaki örnekler o kadar fazla ki bahsedilen konuyu somutlaştırmaktan ve anlaşılır kılmaktan ziyade okuyucunun konudan kopup gitmesine, odaklanmakta sorun yaşamasına sebep olabilmekte. Bu çıkarımın kaynak noktalarına bölüm incelemelerinin içerisinde tekrar değineceğim. Fakat öncelikle kitap hakkında daha genel bir çerçevede inceleme yapmakla başlayalım. Kitap konu başlıkları ve değindiği konular açısından sözlü tarih hakkında düzenli, açıklayıcı bir takım bilgiler vermektedir. Özellikle yazarın kitabı yazma amacını sözlü tarihe giriş olarak belirlediğini düşünürsek-birinci basımın önsözünde kendisi buna değinir-kitap kurgusunun konuyla ilk defa tanışan okuyucuya yardım ettiğini söyleyebiliriz. Fakat değinilmesi gerekir ki; dil ve anlatım olarak kitap özellikle ilk bölümlerde odaklanılması ve anlaşılması zor bir yapıya sahip. Fakat ilerledikçe başlardaki örnekler ve değinilen konulardaki oturmayan noktalar, aynı zamanda kimi zaman karşılaşılan düzensiz bilgiler yerli yerine oturmaya başlıyor. Yani kitap bir bütün olarak incelendiğinde, kitabı bitirdiğinizde sözlü tarih hakkında hatırı sayılır bir bilgi dağarcığına sahip olabiliyorsunuz. Yine de yazar özellikle bazı başlıklarda konunun özünden biraz kopup örneklere ve başka konu başlıklarına fazlasıyla dalabiliyor. Bu durum kitabın akıcılığına zaman zaman ket vursa da bir başka akıcılığı etkileyen faktör olan sık ve yoğun terminoloji kullanımını kitapta görmüyoruz. Yazar konu ile ilgili kullandığı ve bilinmeme olasılığı olan her kavramı titizlikle açıklıyor...
Through this response paper, two types of attitudes will be examined in terms of how they progres... more Through this response paper, two types of attitudes will be examined in terms of how they progress while people are getting aged. These attitudes are implicit attitudes and explicit attitudes. In previous studies, we studied on Weapon Bias Test (racial implicit bias test) that works on people’s racial stereotype. This response includes the result of the test that is quite similar to Weapon Bias Test because these two tests try to understand people conscious and unconscious bias about white and black people. Difference is, the main test that we will examine (implicit Association Test, and its children-friendly version) focus on not specific age group, but response attitudes of different age groups.
“Dünyadan elini eteğini çekmiş bir kimse için Anadolu’nun bu ücra köşesinden daha uygun neresi bu... more “Dünyadan elini eteğini çekmiş bir kimse için Anadolu’nun bu ücra köşesinden daha uygun neresi bulunabilir? Ben, burada diri diri, bir mezara gömülmüş gibiyim. Hiçbir intihar bu kadar şuurlu, bu kadar iradeli, bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır”(17) Diye başlar Ahmet Celal, etrafına yabancılaşmasının; daha da önemlisi yalnızlaşmasının boyutunu gözler önüne sermek için, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanında. Doğup büyüdüğü yerleri bırakıp Mehmet Ali’nin köyüne taşınırken böyle hissedeceğini, başka diyarların bu kadar farklı olabileceğini bilmiyordur önceleri. Belki de bu yüzdendi yaşadığı yere uyum sağlayamaması, olayların kurguladığından farklı gelişmesini kabullenemeyişi. Yalnızlık, hayattaki birçok kişinin ortak paydası olan bu kavram, Ahmet Celal ile Raif Efendi’nin incelenmesinde bizlere genel bir çerçeve oluşturacak ve biz bu çerçeveyi esas alarak Raif Efendi ile Ahmet Celal’i karşılaştırmaya çalışacağız.
City of Paris and its two different interpretions in La Haine and Midnight in Paris
When big cit... more City of Paris and its two different interpretions in La Haine and Midnight in Paris
When big cities emerged and people started to establish their own value and norm according to their new environments, cities started to have their own identity and became a part of people’s life. Therefore, to understand people, understanding of cities became a key part of this activity. Nowadays, lots of people in the world are living in modern cities. And no doubts to say that, movies are one of the most effective devices to read a city and also way of people live. Throughout this paper we will try to understand how one modern city has been represented visually in movie-making process. These two films are: Woody Allen’s Midnight in Paris (2011) and Mathieu Kassovitz’s La Haine (1995).
Bir yazıyı yorumlamak, özellikle bir romansa bu yazı, okuyanın iç dünyasına kalmıştır en çok: Çün... more Bir yazıyı yorumlamak, özellikle bir romansa bu yazı, okuyanın iç dünyasına kalmıştır en çok: Çünkü romanlarda kurulan dünya bilgilerden çok hislerden inşa edilir; olanlardan çok olayların kahraman tarafından nasıl hissedildiğini aktarır okuyucuya yazar. Bu nedenle hiç kuşku yok ki ne kadar nesnel kalınmaya çalışılırsa çalışılsın, bir nokta da her zaman öznel bir bakış açısı bulunacaktır kitabın okuyucu tarafından yapılan yorumunda. İşte Zaven Biberyan’ın “Babam Aşkale’ye Gitmedi” adlı eserini incelerken takınabileceğim öznel tutumun sebebini bu durumla ilişkilendirebilmemiz yanlış olmaz diye düşünüyorum. Kitabın isminden yola çıkılarak yarattılabilecek yargının aksine, roman benim gözümde siyasi bir olayın haklılığı - haksızlığı ya da iyiliği-kötülüğü durumunu vurgulamaktan ziyade, olayın etkilerini anlatıyor okuyuculara. Bununla beraber bu etkileri geniş bir yelpazeyle sunmak yerine, bir aileyi ve o ailenin çevresinde yaşanılanları konu alır Babam Aşkale’ye Gitmedi romanı. Zaten bu noktada kitabın bir roman olduğunu, bir makale ya da incileme yazısı olmadığını görebiliyoruz. Ve yazar aslında tam da bu nokta kitabı Aşkale’ye dair diğer kitaplardan ayırabilecek bir özellik sunuyor biz okuyuculara. ... Kitap her ne kadar daha sonra Babam Aşkale’ye gitmedi ismiyle basılsa da, ilk ismi olan “Mırçünneru Verçaluysı” yani “Karıncaların Gün batımı” başlığı yazarın kitabı yazmaktaki amacının ilk bakışta çoğunluk tarafından algılanacağı şekilden çok daha farklı olabileceği kanısını ortaya çıkarıyor. İşte ben de bu yazıda kitabı hem Babam Aşkale’ye Gitmedi adı altında, hem de Karıncaların Gün batımı ismiyle yorumlamaya çalışacağım.
Pazarlamada Hikaye Anlatımı
Son yıllarda kendilerini ve kampanyalarını hikaye ile anlatan markal... more Pazarlamada Hikaye Anlatımı
Son yıllarda kendilerini ve kampanyalarını hikaye ile anlatan markaların sayısı epeyce artmış durumda. Hiç şüphe yok ki bu durum tüketicilerin tutumlarıyla paralel bir doğrultuda ilerlemekte. İçerik pazarlama platformu OneSpot’a göre tüketicilerin %92’si markaların hikaye odaklı reklam yapmalarını istiyor. Bu oranı göz ardı etmek ve bu bilgiye göre hareket etmemek markalar için büyük bir hata olacaktır. Çünkü artık birbiri yerine kullanılabilecek alternatif ürün ve markalar çoktan pazarda yerlerini almış durumda. Günümüzde tüketicilerin gerek fonksiyonel, gerekse ekonomik açıdan değerlendirebilecekleri onlarca, belki de yüzlerce ürün var. Dolayısıyla bir marka kendini benzer ürünlerden ayıramıyorsa, kalıcılığını ve marka değerini kaybetmeyi göze almış demektir.
Bir markayı benzerlerinden ayırmak için yapılabilecek en doğru hamle insanların karar alırken rasyonel düşünmekten ziyade duyguları ile hareket etmeye meyilli olduklarını unutmamaktır. Çünkü markalar, insanların sadece somut ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkları ürünleri temsil etmekten çoktan çıktılar. İnsanlar artık sadece ihtiyaçlarını gidermekle kalmak istemiyor, çok daha büyük bir şeylerin parçası olmak istiyorlar. Hikaye anlatımı ise onlara parçası olmak isteyecekleri, bağ kurabilecekleri bir dünyanın kapısını açarak etkileyici bir serüvene başlama imkanı sunuyor.
" Geçmişin Sesi " adlı kitabında sözlü tarih kuramı ve yöntemleri üzerine kapsamlı bir çalışma su... more " Geçmişin Sesi " adlı kitabında sözlü tarih kuramı ve yöntemleri üzerine kapsamlı bir çalışma sunuyor. İlk baskısını 1978 yılında çıkan, daha sonra 1988 yılındaki ikinci baskısından Şehnaz Layıkel tarafından Türkçe çevirisi yapılan bu kitap 1999 yılında Türk Vakfı Yurt Yayınları'ndan çıkıyor. Kitap bir bakıma sözlü kaynakların kullanımı hakkında bir giriş niteliği taşırken, aynı zamanda sözlü tarihin beraberinde getirdiği konuları işlemenin yanısıra, bu konular hakkında pratik bilgilere ve uygulanış alanlarına da değiniyor. Kitapta sözlü tarih çalışmaları 9 ana konu başlığı altında inceliyor. Bu başlıklar: Fakat kitap sadece bu konu başlıklarını açmakla sınırlı kalmıyor, ilgileri dahilinde okuyuculara kitap boyunca değindiği konuları ve örnekleri daha fazla araştırması imkanını ek okumalar ve notlar bölümüyle veriyor. Özellikle bu kısım kitabın bolca örnek verip, bolca atıfta bulunduğunu göz ününde bulundurduğumuzda; verilen örneklerin okuyucu için sadece anlamasına yardım etme amaçlı değil, aynı zamanda verilen atıflarla birlikte yoğunlaşılabilecek konular hakkında yol gösteriyor olması açısından da önemli. Bu açı göz önünde bulundurulmadan bir yorum yapılırsa diyebilirim ki, kitaptaki örnekler o kadar fazla ki bahsedilen konuyu somutlaştırmaktan ve anlaşılır kılmaktan ziyade okuyucunun konudan kopup gitmesine, odaklanmakta sorun yaşamasına sebep olabilmekte. Bu çıkarımın kaynak noktalarına bölüm incelemelerinin içerisinde tekrar değineceğim. Fakat öncelikle kitap hakkında daha genel bir çerçevede inceleme yapmakla başlayalım. Kitap konu başlıkları ve değindiği konular açısından sözlü tarih hakkında düzenli, açıklayıcı bir takım bilgiler vermektedir. Özellikle yazarın kitabı yazma amacını sözlü tarihe giriş olarak belirlediğini düşünürsek-birinci basımın önsözünde kendisi buna değinir-kitap kurgusunun konuyla ilk defa tanışan okuyucuya yardım ettiğini söyleyebiliriz. Fakat değinilmesi gerekir ki; dil ve anlatım olarak kitap özellikle ilk bölümlerde odaklanılması ve anlaşılması zor bir yapıya sahip. Fakat ilerledikçe başlardaki örnekler ve değinilen konulardaki oturmayan noktalar, aynı zamanda kimi zaman karşılaşılan düzensiz bilgiler yerli yerine oturmaya başlıyor. Yani kitap bir bütün olarak incelendiğinde, kitabı bitirdiğinizde sözlü tarih hakkında hatırı sayılır bir bilgi dağarcığına sahip olabiliyorsunuz. Yine de yazar özellikle bazı başlıklarda konunun özünden biraz kopup örneklere ve başka konu başlıklarına fazlasıyla dalabiliyor. Bu durum kitabın akıcılığına zaman zaman ket vursa da bir başka akıcılığı etkileyen faktör olan sık ve yoğun terminoloji kullanımını kitapta görmüyoruz. Yazar konu ile ilgili kullandığı ve bilinmeme olasılığı olan her kavramı titizlikle açıklıyor...
Through this response paper, two types of attitudes will be examined in terms of how they progres... more Through this response paper, two types of attitudes will be examined in terms of how they progress while people are getting aged. These attitudes are implicit attitudes and explicit attitudes. In previous studies, we studied on Weapon Bias Test (racial implicit bias test) that works on people’s racial stereotype. This response includes the result of the test that is quite similar to Weapon Bias Test because these two tests try to understand people conscious and unconscious bias about white and black people. Difference is, the main test that we will examine (implicit Association Test, and its children-friendly version) focus on not specific age group, but response attitudes of different age groups.
“Dünyadan elini eteğini çekmiş bir kimse için Anadolu’nun bu ücra köşesinden daha uygun neresi bu... more “Dünyadan elini eteğini çekmiş bir kimse için Anadolu’nun bu ücra köşesinden daha uygun neresi bulunabilir? Ben, burada diri diri, bir mezara gömülmüş gibiyim. Hiçbir intihar bu kadar şuurlu, bu kadar iradeli, bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır”(17) Diye başlar Ahmet Celal, etrafına yabancılaşmasının; daha da önemlisi yalnızlaşmasının boyutunu gözler önüne sermek için, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanında. Doğup büyüdüğü yerleri bırakıp Mehmet Ali’nin köyüne taşınırken böyle hissedeceğini, başka diyarların bu kadar farklı olabileceğini bilmiyordur önceleri. Belki de bu yüzdendi yaşadığı yere uyum sağlayamaması, olayların kurguladığından farklı gelişmesini kabullenemeyişi. Yalnızlık, hayattaki birçok kişinin ortak paydası olan bu kavram, Ahmet Celal ile Raif Efendi’nin incelenmesinde bizlere genel bir çerçeve oluşturacak ve biz bu çerçeveyi esas alarak Raif Efendi ile Ahmet Celal’i karşılaştırmaya çalışacağız.
City of Paris and its two different interpretions in La Haine and Midnight in Paris
When big cit... more City of Paris and its two different interpretions in La Haine and Midnight in Paris
When big cities emerged and people started to establish their own value and norm according to their new environments, cities started to have their own identity and became a part of people’s life. Therefore, to understand people, understanding of cities became a key part of this activity. Nowadays, lots of people in the world are living in modern cities. And no doubts to say that, movies are one of the most effective devices to read a city and also way of people live. Throughout this paper we will try to understand how one modern city has been represented visually in movie-making process. These two films are: Woody Allen’s Midnight in Paris (2011) and Mathieu Kassovitz’s La Haine (1995).
Bir yazıyı yorumlamak, özellikle bir romansa bu yazı, okuyanın iç dünyasına kalmıştır en çok: Çün... more Bir yazıyı yorumlamak, özellikle bir romansa bu yazı, okuyanın iç dünyasına kalmıştır en çok: Çünkü romanlarda kurulan dünya bilgilerden çok hislerden inşa edilir; olanlardan çok olayların kahraman tarafından nasıl hissedildiğini aktarır okuyucuya yazar. Bu nedenle hiç kuşku yok ki ne kadar nesnel kalınmaya çalışılırsa çalışılsın, bir nokta da her zaman öznel bir bakış açısı bulunacaktır kitabın okuyucu tarafından yapılan yorumunda. İşte Zaven Biberyan’ın “Babam Aşkale’ye Gitmedi” adlı eserini incelerken takınabileceğim öznel tutumun sebebini bu durumla ilişkilendirebilmemiz yanlış olmaz diye düşünüyorum. Kitabın isminden yola çıkılarak yarattılabilecek yargının aksine, roman benim gözümde siyasi bir olayın haklılığı - haksızlığı ya da iyiliği-kötülüğü durumunu vurgulamaktan ziyade, olayın etkilerini anlatıyor okuyuculara. Bununla beraber bu etkileri geniş bir yelpazeyle sunmak yerine, bir aileyi ve o ailenin çevresinde yaşanılanları konu alır Babam Aşkale’ye Gitmedi romanı. Zaten bu noktada kitabın bir roman olduğunu, bir makale ya da incileme yazısı olmadığını görebiliyoruz. Ve yazar aslında tam da bu nokta kitabı Aşkale’ye dair diğer kitaplardan ayırabilecek bir özellik sunuyor biz okuyuculara. ... Kitap her ne kadar daha sonra Babam Aşkale’ye gitmedi ismiyle basılsa da, ilk ismi olan “Mırçünneru Verçaluysı” yani “Karıncaların Gün batımı” başlığı yazarın kitabı yazmaktaki amacının ilk bakışta çoğunluk tarafından algılanacağı şekilden çok daha farklı olabileceği kanısını ortaya çıkarıyor. İşte ben de bu yazıda kitabı hem Babam Aşkale’ye Gitmedi adı altında, hem de Karıncaların Gün batımı ismiyle yorumlamaya çalışacağım.
Pazarlamada Hikaye Anlatımı
Son yıllarda kendilerini ve kampanyalarını hikaye ile anlatan markal... more Pazarlamada Hikaye Anlatımı
Son yıllarda kendilerini ve kampanyalarını hikaye ile anlatan markaların sayısı epeyce artmış durumda. Hiç şüphe yok ki bu durum tüketicilerin tutumlarıyla paralel bir doğrultuda ilerlemekte. İçerik pazarlama platformu OneSpot’a göre tüketicilerin %92’si markaların hikaye odaklı reklam yapmalarını istiyor. Bu oranı göz ardı etmek ve bu bilgiye göre hareket etmemek markalar için büyük bir hata olacaktır. Çünkü artık birbiri yerine kullanılabilecek alternatif ürün ve markalar çoktan pazarda yerlerini almış durumda. Günümüzde tüketicilerin gerek fonksiyonel, gerekse ekonomik açıdan değerlendirebilecekleri onlarca, belki de yüzlerce ürün var. Dolayısıyla bir marka kendini benzer ürünlerden ayıramıyorsa, kalıcılığını ve marka değerini kaybetmeyi göze almış demektir.
Bir markayı benzerlerinden ayırmak için yapılabilecek en doğru hamle insanların karar alırken rasyonel düşünmekten ziyade duyguları ile hareket etmeye meyilli olduklarını unutmamaktır. Çünkü markalar, insanların sadece somut ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkları ürünleri temsil etmekten çoktan çıktılar. İnsanlar artık sadece ihtiyaçlarını gidermekle kalmak istemiyor, çok daha büyük bir şeylerin parçası olmak istiyorlar. Hikaye anlatımı ise onlara parçası olmak isteyecekleri, bağ kurabilecekleri bir dünyanın kapısını açarak etkileyici bir serüvene başlama imkanı sunuyor.
Uploads
Papers by Aybike Baykal
Diye başlar Ahmet Celal, etrafına yabancılaşmasının; daha da önemlisi yalnızlaşmasının boyutunu gözler önüne sermek için, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanında. Doğup büyüdüğü yerleri bırakıp Mehmet Ali’nin köyüne taşınırken böyle hissedeceğini, başka diyarların bu kadar farklı olabileceğini bilmiyordur önceleri. Belki de bu yüzdendi yaşadığı yere uyum sağlayamaması, olayların kurguladığından farklı gelişmesini kabullenemeyişi. Yalnızlık, hayattaki birçok kişinin ortak paydası olan bu kavram, Ahmet Celal ile Raif Efendi’nin incelenmesinde bizlere genel bir çerçeve oluşturacak ve biz bu çerçeveyi esas alarak Raif Efendi ile Ahmet Celal’i karşılaştırmaya çalışacağız.
When big cities emerged and people started to establish their own value and norm according to their new environments, cities started to have their own identity and became a part of people’s life. Therefore, to understand people, understanding of cities became a key part of this activity. Nowadays, lots of people in the world are living in modern cities. And no doubts to say that, movies are one of the most effective devices to read a city and also way of people live. Throughout this paper we will try to understand how one modern city has been represented visually in movie-making process. These two films are: Woody Allen’s Midnight in Paris (2011) and Mathieu Kassovitz’s La Haine (1995).
...
Kitap her ne kadar daha sonra Babam Aşkale’ye gitmedi ismiyle basılsa da, ilk ismi olan “Mırçünneru Verçaluysı” yani “Karıncaların Gün batımı” başlığı yazarın kitabı yazmaktaki amacının ilk bakışta çoğunluk tarafından algılanacağı şekilden çok daha farklı olabileceği kanısını ortaya çıkarıyor. İşte ben de bu yazıda kitabı hem Babam Aşkale’ye Gitmedi adı altında, hem de Karıncaların Gün batımı ismiyle yorumlamaya çalışacağım.
Son yıllarda kendilerini ve kampanyalarını hikaye ile anlatan markaların sayısı epeyce artmış durumda. Hiç şüphe yok ki bu durum tüketicilerin tutumlarıyla paralel bir doğrultuda ilerlemekte. İçerik pazarlama platformu OneSpot’a göre tüketicilerin %92’si markaların hikaye odaklı reklam yapmalarını istiyor. Bu oranı göz ardı etmek ve bu bilgiye göre hareket etmemek markalar için büyük bir hata olacaktır. Çünkü artık birbiri yerine kullanılabilecek alternatif ürün ve markalar çoktan pazarda yerlerini almış durumda. Günümüzde tüketicilerin gerek fonksiyonel, gerekse ekonomik açıdan değerlendirebilecekleri onlarca, belki de yüzlerce ürün var. Dolayısıyla bir marka kendini benzer ürünlerden ayıramıyorsa, kalıcılığını ve marka değerini kaybetmeyi göze almış demektir.
Bir markayı benzerlerinden ayırmak için yapılabilecek en doğru hamle insanların karar alırken rasyonel düşünmekten ziyade duyguları ile hareket etmeye meyilli olduklarını unutmamaktır. Çünkü markalar, insanların sadece somut ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkları ürünleri temsil etmekten çoktan çıktılar. İnsanlar artık sadece ihtiyaçlarını gidermekle kalmak istemiyor, çok daha büyük bir şeylerin parçası olmak istiyorlar. Hikaye anlatımı ise onlara parçası olmak isteyecekleri, bağ kurabilecekleri bir dünyanın kapısını açarak etkileyici bir serüvene başlama imkanı sunuyor.
Diye başlar Ahmet Celal, etrafına yabancılaşmasının; daha da önemlisi yalnızlaşmasının boyutunu gözler önüne sermek için, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanında. Doğup büyüdüğü yerleri bırakıp Mehmet Ali’nin köyüne taşınırken böyle hissedeceğini, başka diyarların bu kadar farklı olabileceğini bilmiyordur önceleri. Belki de bu yüzdendi yaşadığı yere uyum sağlayamaması, olayların kurguladığından farklı gelişmesini kabullenemeyişi. Yalnızlık, hayattaki birçok kişinin ortak paydası olan bu kavram, Ahmet Celal ile Raif Efendi’nin incelenmesinde bizlere genel bir çerçeve oluşturacak ve biz bu çerçeveyi esas alarak Raif Efendi ile Ahmet Celal’i karşılaştırmaya çalışacağız.
When big cities emerged and people started to establish their own value and norm according to their new environments, cities started to have their own identity and became a part of people’s life. Therefore, to understand people, understanding of cities became a key part of this activity. Nowadays, lots of people in the world are living in modern cities. And no doubts to say that, movies are one of the most effective devices to read a city and also way of people live. Throughout this paper we will try to understand how one modern city has been represented visually in movie-making process. These two films are: Woody Allen’s Midnight in Paris (2011) and Mathieu Kassovitz’s La Haine (1995).
...
Kitap her ne kadar daha sonra Babam Aşkale’ye gitmedi ismiyle basılsa da, ilk ismi olan “Mırçünneru Verçaluysı” yani “Karıncaların Gün batımı” başlığı yazarın kitabı yazmaktaki amacının ilk bakışta çoğunluk tarafından algılanacağı şekilden çok daha farklı olabileceği kanısını ortaya çıkarıyor. İşte ben de bu yazıda kitabı hem Babam Aşkale’ye Gitmedi adı altında, hem de Karıncaların Gün batımı ismiyle yorumlamaya çalışacağım.
Son yıllarda kendilerini ve kampanyalarını hikaye ile anlatan markaların sayısı epeyce artmış durumda. Hiç şüphe yok ki bu durum tüketicilerin tutumlarıyla paralel bir doğrultuda ilerlemekte. İçerik pazarlama platformu OneSpot’a göre tüketicilerin %92’si markaların hikaye odaklı reklam yapmalarını istiyor. Bu oranı göz ardı etmek ve bu bilgiye göre hareket etmemek markalar için büyük bir hata olacaktır. Çünkü artık birbiri yerine kullanılabilecek alternatif ürün ve markalar çoktan pazarda yerlerini almış durumda. Günümüzde tüketicilerin gerek fonksiyonel, gerekse ekonomik açıdan değerlendirebilecekleri onlarca, belki de yüzlerce ürün var. Dolayısıyla bir marka kendini benzer ürünlerden ayıramıyorsa, kalıcılığını ve marka değerini kaybetmeyi göze almış demektir.
Bir markayı benzerlerinden ayırmak için yapılabilecek en doğru hamle insanların karar alırken rasyonel düşünmekten ziyade duyguları ile hareket etmeye meyilli olduklarını unutmamaktır. Çünkü markalar, insanların sadece somut ihtiyaçlarını gidermek için kullandıkları ürünleri temsil etmekten çoktan çıktılar. İnsanlar artık sadece ihtiyaçlarını gidermekle kalmak istemiyor, çok daha büyük bir şeylerin parçası olmak istiyorlar. Hikaye anlatımı ise onlara parçası olmak isteyecekleri, bağ kurabilecekleri bir dünyanın kapısını açarak etkileyici bir serüvene başlama imkanı sunuyor.