eylem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eylem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ağustos 2013

Konca Kuriş

Adını ve yüzünü hatırlıyorum. Kimimiz ne adını biliyor ne yüzünü hatırlıyor. Bazı isimler var, çocukluğumun silik haberlerinden aklımda kalan. Konca Kuriş bu isimlerden biri ve geçenlerde durup dururken yine aklıma geldi. Sanki bir yazı borcum varmış gibi hissediyorum. Daha önce Soner Yalçın yazmış, yazacağım her şeyi ve fazlasını yazmış, ama dedim ya, borcum var sanki..

Konca Kuriş, genç bir kadın. Eğitim hayatını yarıda bırakıp evlenmeyi seçmiş. Eşinin ailesinin 'rica'sı ile başını kapatıyor. O dönemde komşularından dolayı Hizbullah ile tanışıyor. Hizbullah'ın çalışmalarına dahil oluyor. Hizbullah'la ilişkileri ileri seviyelere geldiğinde, çarşafa girmesi isteniyor. Kuriş, bunu sorgularken İktibas Dergisi ile tanışıyor. Bu tanışıklığın ardından kararını verip çarşafı reddedip Hizbullah'tan ayrılıyor.

Kendini geliştiriyordu. Makaleler, yazılar okuyor, yeni sorularına yeni cevaplar buluyordu. Sosyalist teyzesi ile Mersin'de Bağımsız Kadınlar Derneği'ni kurdu. Artık feminizme yakındı ve İslam'da kadının yerini sorguluyordu. Bu sorgulamalar ile basın kendine yeni bir malzeme bulmuş oldu. Daha önce başka başka erkek isimlerin de dile getirdiği düşünceleri vardı ve bu düşünceleri Kuriş de dile getiriyordu ama basın için o bir kadındı, üstelik baş örtülü bir kadındı. 

"İslam'da kadına baş örtüsü zorunluluğu yoktur. Cuma ve cenaze namazları kadın erkek birlikte kılınabilir. Kuran'da erkekler daha üstün olarak anlatılmamıştır. İbadet kendi dilinde de yapılır. Regl dönemlerinde de ibadete devam edilebilir." gibi daha önce başka isimlerden de duyduğumuz söylemleri var. Kaldı ki, ilk kez duyuyor olsak bile...

Konca, hem çalışıyor hem de çocuklarına bakıyordu. Ticaretle uğraşan sosyal bir kadındı. Buna benzer özellikleri de onu farklı kılıyordu. 

16 Temmuz 1998 tarihinde eşiyle eve geldiğinde evin önünden kaçırıldı. Herkes seferber oldu ancak bulunamadı.

17 Ocak 2000 tarihinde yakalanan bir Hizbullah üyesinin itirafları sayesinde Kuriş'e dair ilk bilgiler edinildi. Kaçırıldıktan sonra 10 gün Mersin'de bir örgüt evinde hapsedilen Kuriş, daha sonra bir televizyon kutusuna konularak Konya'da yeni kiralanan bir örgüt evine götürüldü. Polisin daha önceki operasyonlardan aldığı ilhamla baskın yaptığı bir eve. Ancak evde çarşaflı bir kadın ve çocuklar görünce polis bu insanlar terörist olamaz diye düşünerek evden çıkıp gitti. O gün, Konca hayatta mıydı bilinmiyor. 
22 Ocak 2000 tarihinde ulaşıldı Kuriş'in cesedine. Ailesi tanımakta zorlansa da sonunda cesedin Kuriş'e ait olduğu öğrenildi. 8 ay önce öldürüldüğü tespit edildi. Aynı gün başka başka cesetlere de ulaşıldı. Çok sayıda kişi kayıptı. 

38 gün sorgulandı, polislerin izleyemediği işkencelerden geçti Kuriş. 38 gün boyunca sürekli düşüncelerinin doğruluğunu anlatmaya çalıştı. Bu sorgular örgüt tarafından kaydedildi. 
“İslam düşmanı ve laik-feminist Konca Kuriş, Allah ve Kuran-ı Kerim karşıtı fiilleri ve söylemleri nedeniyle, Hizbullah savaşçıları tarafından kaçırılarak üslerimizde sorgulanmıştır. Dinsiz-laik TC'nin resmi din söylemleri ile talimatları paralelinde hareket eden ve Siyonistlerce de kullanılan Konca Kuriş, Müslümanları şüpheye sevk edecek fiiliyatlara giriştiği için şeri hükümler gereği cezalandırılmıştır.”
 Hizbullah İcra Şurası ne menem bir şeyse, kararı vermişti. Selçuk Üniversitesi İnşaat Fakültesi öğrencisi Edip, şükür namazı kılıyor ve Kuriş'i boğarak öldürüyor. 

Konca Kuriş'in vasiyeti, cenazesinin kadınlar tarafından kaldırılması idi. Ancak bu, kayınpederi ve imam tarafından engellendi. +Kaynak

Konca Kuriş elimde delillerim olmasa da, Mersin'de bir seks işçisini intihardan kurtarmış, kadın sığınma evlerine yardım eden bir kadındı. Sıcak ve samimiydi, cesurdu, özgürdü. 

Ne oldu biliyor musunuz? 2011 yılında Hizbullah üyeleri serbest bırakıldı. 188 cinayetten sorumlu 'insan'lar serbest bırakıldı. Dava 10 yılda bitirilemediği için salıverildiler. 
Aralarında islamcı yazar Konca Kuriş’in de bulunduğu, çoğu domuz bağıyla öldürülmüş 188 cinayetten sorumlu tutulan Hizbullah ana davası sanıklarının tahliyesine, davanın 10 yılda bitirilememesi yol açtı. Yargıtay, CMK 102‘nin yürürlüğe gireceğini bildiği halde davayı değil, tutuklulukları görüştü.
Türkiye, 2000’li yıllara, Hizbullah vahşetinin etkisi altında girdi. Örgütün lideri Hüseyin Velioğlu’nun İstanbul’daki bir evde çatışma sonucunda öldürülmesi, Edip Gümüş ve Cemal Tutar’ın aynı çatışmada sağ olarak yakalanması, polisin örgütün yıllarca ele geçirilemeyen şifrelerine ulaşmasını sağladı. Bu şifreler, örgütün lider kadrosunun yakalanmasına, bu isimlerin verdikleri ifadeler doğrultusunda domuz bağı yapılarak gömülmüş cesetlerin beton altından çıkartılmasına kadar uzanan operasyon sürecini başlattı. Önce Üsküdar’daki bir evden domuz bağı yapılarak gömülmüş 10 ceset çıkarıldı. Çıkarılan cesetlerden birinin kafatasında beton çivisi bulunduğu, bazı cesetlerin de kol ve bacaklarının kırıldığı ve kesildiği, maktüllerin işkenceye maruz kaldıkları anlaşıldı.
KURİŞ’İN CESEDİ
İslamcı yazar Konca Kuriş ve Malki cinayeti davası sanığı Mehmet Sümbül’ün sorgulanıp öldürüldüğü de bu operasyonlarda bulunan kasetlerle anlaşıldı. Emniyet sorgusunda, Kuriş’in Konya’da öldürüldüğü evin adresini verdiği iddia edilen Gümüş’ün beyanları, Mersin’deki evinin önünden kaçırıldıktan sonra bulunamayan Kuriş’in cesedinin bulunmasını sağladı. Adana’da, Beylerbeyi, Kirazlıtepe’de, Ankara’da art arda domuz bağı yapılmış, bir bölümü teşhis bile edilemeyen cesetler bulundu. Örgütün arşivleri de aralarında eski DEP milletvekili Mehmet Sincan’ın da bulunduğu Güneydoğu’daki faili meçhul cinayetlerin Hizbullah’ın eylemleri olduğunu ortaya koydu.
ANA DOSYA DİYARBAKIR’DA
Türkiye genelindeki eylemleri nedeniyle, farklı illerde farklı davalar açılırken, Hizbullah ana dosyası Diyarbakır’a gönderildi. Velioğlu’ndan sonra örgütün en üst düzey isimleri olan Edip Gümüş ve Cemal Tutar’ın isimleri de bu dosyada yer aldı. 188 cinayetten sorumlu tutulan Hizbullah terör örgütünün ana davası, 15 sanıklı olarak 10 Temmuz 2000’de Diyarbakır DGM’de başladı.
İddianamede sanıklar Edip Gümüş, Cemal Tutar, Fuat Balca 28, Mehmet Feysel Bozkuş 16, Abdülkerim Kaya 15, Mehmet Varol 13, Mustafa İpek 10, Mahmut Demir 26, Kemal Gülşen 16, Yunus Avcı 11, Sinan Yakut 16 eylemden sorumlu tutuluyordu. Zamanla, açılan ek davalarla, sanık sayısı 31’e çıktı.
DGM’lerin kapatılmasından sonra dava özel yetkili Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Davanın ilk aşaması, 2-3 ayda bir yapılan duruşmalar, savunmaların hazırlanması için aylarca süre istenmesi, adli tıp raporlarının birkaç yılda gönderilmesi, sonradan yakalanan sanıkların savunmalarının geç alınması, mahkemeler arası yazışmalar gibi nedenlerle, 8 yılda, ancak mütaala aşamasına geldi. Savcılık, Mayıs 2008’de 18 sanık için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istedi. Karar ise mütaaladan 1.5 yıl sonra verildi.
İYİ HAL İNDİRİMİ
Önceki gün tahliye edilen isimlerden Cemal Tutar, esas hakkındaki savunmasında, Hizbullah cemaatinin gayretleri ve Allah’ın yardımı ile 90’lı yıllarda Güneydoğu halkının özüne döndüğünü vurguladı. Hizbullah’ın iki durumda cihada başvurduğunu belirten Tutar, “Birincisi İslami çalışmaları engellemek isteyenlere ve ikincisi cana, mala, namusa saldırı düzenleyenlere karşı. Evet, biz şeriatçıyız ve hiçbir şeyi zorla yaptırmıyoruz. Biz Allah’ın kitabına ve Hz. Muhammed’in sünnetine göre hareket ediyoruz” dedi. Mahkeme, 57. duruşma sonunda 30 Aralık 2009’da 16 sanığa müebbet hapis cezası verdi.
Mahkeme, bu cezayı belirlerken, örgüt lideri konumundaki sanıkların cezasında iyi hal indirimi yaptı. Mahkeme, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarını bu yolla müebbete çevirdi. Böylece, ömür boyu cezaevinde kalması gereken sanıkların, 30 yıl sonra tahliye umudu doğdu.
179 DOSYA GÖRÜŞÜLMEDİ
Yargıtay Başsavcılığı, gerekçeli kararı Mart 2010’da tamamlanarak Yargıtay’a gönderilen kararla ilgili tebliğnamesinde, cezaların onanmasını istedi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi ise 9 ay sonra, 31 Aralık 2010’da, tutukluluk süresini azami 10 yılla sınırlayan yasanın yürürlüğe gireceğini bilmesine rağmen, 9 ay boyunca dosyayı görüşmedi. Yargıtay, Hizbullah dosyası ile birlikte, benzer durumdaki 179 dosyayı da geçen sürede sonuca bağlamadı. Bu durum, tepki çeken tahliyelere zemin oluşturdu.
2008’de bir kez CMK’nın 102. maddesinin yürürlük tarihini erteleyen Adalet Bakanlığı ve hükümet de bu süreçte, tutuklu dosyalarının görüşülmemiş olmasına rağmen, yargıyı uyarıcı bir ikinci ertelemeye gitmedi.
9. Ceza Dairesi, önceki gün, dava ile ilgili tüm süreçler tamamlanmış olmasına rağmen davayı değil, tutukluluk durumunu görüştü. Davayı görüşüp onama kararı vermesi halinde, sanıkların hiçbiri serbest kalamayacaktı. Ancak 10 yıldan fazla süreyle tutuklu bulunan 10 sanık, 102. maddeye göre durumlarının değerlendirilmesi sonucu serbest kaldı. Yargıtay, temyiz incelemesini ise muhtemelen birkaç ay içinde yapacak. Bu durumda, cezalar onanırsa, sanıkların yeniden bulunup cezaevine konulması gerekecek. Kaynak: Posta Milliyet Vatan
2011'de Hizbullah'ın açıklamalarını içeren CNN Türk haberi için: Haber 
CNN Türk'ün Hizbullah dosyasından: 1, 2, 3, 4

Sözlüklerde okuduğum bazı yorumlarda birkaç ortak isyan var. Neden sesi çıkmıyor dindar kesimin diye. Neden çıkmıyor, onların yazılarını da okuduğum için söyleyeyim. Onlar, bu işin derin devlet tarafından İslam'ı karalamak için yapıldığını düşünüyor. Bu konudan bahsetmenin de derin devletin ya da bazılarına göre laikliği savunan kesimin ekmeğine yağ sürmek olacağını düşünüyorlar. Yazılanlardan öğrendiğim budur. 
Ben bunları yazarken aklımda sadece Konca Kuriş'in bunu okuyacak artık yetişkin olmuş evlatları var. Okuyorsanız eğer, hepinizden özür dilerim. Kendimi sizin yerinize koyamam elbette ama bunun için çalıştım. Sizi üzmek değil amacım. Hatırlanmalı, unutulmamalı. Bir daha olmaması için. Bir daha insanlar düşünceleri yüzünden öldürülmesin, hayatlar yarım kalmasın diye. Beni affedin, gerçekten size tekrar yaşattığım için çok üzgünüm.

Geride çocuklar var, düşünceler var, koca bir hayatın yaşanması gereken kalanı var.

Bu yazıları, altına bunları yapanları aşağılayan, küfür dolu yorumlar yazılsın diye yazmıyorum. Bu yazıları geçmişi unutmayalım, güllük gülistan bir hayat yaşadığımız sanılmasın diye, henüz ülkenin birçok kesiminin çok farklı olduğunu görmemiz için, gözlerimizi açmamız için yazıyorum. Yapılacak çok iş var. Sevgiden başlayacağız. Öğretmenleri eğiterek başlayacağız. Sevginin matematikten daha önemli olduğunu bileceğiz, göreceğiz, anlatacağız. Kimsenin İnşaat Fakülteli Edip olmaması için.. 

Bir sürü bilinmeyeni vardır bu örgütün ve yaptıklarının hatta örgüte yapılan ve yaptırılanların. Ne zaman gizem üzerinden kalkar bilinmez. Bu ülkede kimsenin açıklayamadığı nice olaydan biridir. Kötüdür bu da, çok kötüdür.

Şöyle bir şey de var: 
Konya'da Konca Kuriş'in cesedinin bulunduğu villa bugün engellilere hizmet eden bir rehabilitasyon merkezi. +Kaynak
Şöyle müthiş bir şey daha var: Youtube

+ olarak, daha ayrıntılı bilgi edinmek için okunmalı:
Ekşi'den
Ekşi'den: Burada verilen linke tıklar ve çıkan yazıda kuriş araması yaparsanız ekşi'deki alıntının devamına da ulaşabilirsiniz.
TBMM üzerine gitsin
Yargı ve hükümet arasında çekişme
Türbanıyla
Ben Nilüfer Kızı Konca
Balçiçek İlter'den
Bir Kadını Anımsamak
Cüneyt Özdemir'den
Kaybolan Kardeşin Peşinde
Hizbullah Evi: Youtube
Habertürk'ten Hizbullah Manifestosu Üzerine
Hizbullah Üniversitede
Basının birilerini işaret etme yöntemine örnek olması açısından: Rabia Kazan haberi


* Ulusal basının hiçbir haberine tamamen inanmanın mümkün olmadığı günlerden geçiyoruz. Bu nedenle basında çıkan tüm haberlere de sadece vicdanınızla yaklaşmanızı önerebilirim. Hiçbiri tamamen doğru olmayabilir. Doğru olan kısım Konca Kuriş adında özgür ve genele göre farklı düşünceleri olan bir kadının, düşünceleri yüzünden öldürüldüğüdür. Konca'yı öldüren karanlık düşüncelerdir, aydınlanmamış vicdanlardır, kara kalplerdir. İnsanlığın mücadelesi sevgisizlikle sevgi için olmalıdır. A kişisi, B örgütünden ziyade genele odaklanmalı.

5 Haziran 2013

Sayın Başbakanım



Sayın Başbakanım,

Benim ve benim gibi birçok kişinin ne size ne de polise kini var. Şahsen ben, istifa edip etmemenizi bile umursamıyorum.

Ben size, zamanında şu yazıyı ciddiye almadığınız için teşekkür etmek istiyorum. 

Ciddiye alsanız neler olurdu/olmazdı biliyoruz ama ciddiye almadığınız için neler oldu, özetliyorum:

-Politika konuşmayan ve dahi yanında konuşulmasına izin vermeyen insanlar günlerdir politika konuşuyor. 

-Eylemlere katılmayan, eylem yapanları küçümseyen, aşağılayan, yargılayan insanlar biber gazı bağımlısı oldu, her gün eylemde ve bundan sonraki her eylemde "Başıma bir şey gelir mi?" demeden koşa koşa en önde olacaklar.

-Ekonomik seviyemin aynı olmadığı, ne zaman politika konuşsam konuşmamı espriyle bölen çok sevdiğim ama siyasi olarak hiçbir zaman ortak yanımızın olacağını düşünmediğim apolitik denilebilecek arkadaşlarımla aynı eylemlere katılıyorum. 

-Yolda yayalar daha az çarpışıyor, çarpıştığında özür diliyor. Trafikte insanlar birbirine yol veriyor. 

-Bugüne kadar ana medyanın haberlerini izleyerek, dinleyerek, okuyarak edindiği ideolojisini sorguluyor insanlar. Kürtlerden özür diliyor.

-Her zaman "marjinal" bir insan olduğumu ve hiçbir zaman bir avuç insanla bile aynı düşüncelere sahip olamayacağımı düşünüp kendimi yalnız hissederken milyonlarca insan ile ortak noktamın olduğu gerçeğini bana gösterdiniz. Birkaç gündür kendimi yalnız hissetmiyorum ve inanın üzerimden kocaman bir yük kalkmış gibi rahatım.

-Ben bir klavye delikanlısıydım. Korktuğumdan değil, dolaylı olarak sebep olduğunuzu düşündüğüm bazı hastalıklarımdan dolayı çekingendim ve sokağa bile çıkamadığım günler geçirdim. Şimdi ben biber gazı yiyorum, dövülmekten zerre korkmuyorum, hakaretlere/küfürlere verecek cevaplarım hazır, ondan da zerre korkmuyorum. Zira ben ataması yapılmadığı için çok sevdiği görevini yapamayan bir öğretmen olarak atamamın yapılmadığı 3 sene boyunca evde oturup KPSS denilen işe yaramaz bir sınava çalışmış, her sene yenilmiş, aldatılmış ve bu yüzden defalarca intiharı düşünmüş ama görüldüğü üzere intihardan vazgeçmiş bir insanım. 

-Yıllardır mücadelelerine destek verdiğim eşcinsel, transeksüel, seks işçisi dostlarım anlaşılıyor. Onları kırma olasılığı bulunan herhangi bir söz söylenmesine izin verilmiyor.

-İnsanlar seksist küfürler etmiyor, edenler yanındaki arkadaşı tarafından uyarılıyor. Kimse kimsenin kız ya da kadın olmasını önemsemiyor.

-Baş örtülü arkadaşlarım, ön yargıları olmadan bizimle halay çekiyor, slogan atıyor. Hep şikayet ettiğim bir şey vardı. Ben baş örtülü arkadaşlarımın eylemlerine destek verdim, haklı mücadelelerini herkese anlatmaya çalıştım ama onlar beni dışladı diye düşünüyordum, öyleydi çünkü. Artık değil. Onlar da mücadeleme ortak, mücademiz diyorlar. Anlaştık biz yani.

-Siz, zor bir sezon geçirmiş ve sürekli birbirine hakaret yağdırmış taraftarları bir araya getirdiniz. Hiç anlaşamayan taraftarlar bir anda omuz omuza zıplamaya başladı. Evet zıplıyoruz, öyle büyük eylemlerimiz yoktu bizim esasında.

-90'lıların apolitik olduğunu düşünen benim gibi insanların içine umut doğdu. Bundan sonra herkes onları eleştirmeden önce bir duracak eminim ki.

-"Sakın olaya karışma!" diyen, sütünü helal etmeyeceğini dillendiren anneler artık "Gitme" yerine "Dikkatli ol." diyor. Ailemi aradım, olayları televizyondan izleyip yanlış anlamalarını istemediğim için uyardım. Yıllarca siyasi konularda beni hışımla tersleyen hatta hakaret eden  annem ben daha derdimi anlatamadan "İnsanların demokratik hakları ellerinden alınırsa böyle olur elbette, anlıyorum ben." dedi. Annem, 50'li yaşlarında, ev işi yapmaktan televizyon bile izlemeye vakti olmayan sağcı hatta dinci bir aileden gelen yine sağcı bir kadın. Babam, sağcı yine ve "Taksim'e gittim." dediğimde "Neden gittin, bacaklarını kırarım bir daha gidersen, gelir alırım seni oradan!" demedi. "Haklısın" dedi. Bunlar büyük işaretler, çok büyük. 

-Tüm bu olaylara rağmen içimde en ufak bir nefret yok, kin yok. Sinirimi nasıl yenebileceğimi öğrendim. Toplumun ne kadar büyük bir güç olduğunu öğrendim. Şiddet varsa şiddet, iyilik güzellik varsa iyilik güzellik. Her şeyin düzeleceğine dair umutlarım var. Bunu siz başarabilirsiniz, bence hâlâ geç değil. Çok iyimserim belki, kabul ediyorum. Ama bunun için haklı bir sebebim var. Ben Gezi Parkı'nda, olmasını istediğim ülkenin küçük bir halini gördüm. Bunun için gaza maruz kaldık, dayak yedik, hakaret işittik ama o güzellik için değerdi ve Gezi Parkı'na gelseniz, beraber çay içsek, otursak, sohbet etsek, özür dileseniz eminim ki çoğunluk yine sizi kucaklayacaktır. 

-Dünyanın en inatçı insanı zannederdim kendimi. Herkesin eleştirisini alır ancak kendimi bir türlü değiştiremezdim. Burnum düşse dönüp almam o derece de gururluyumdur ama öyle olmuyor işte işler. Bazen ben kaybediyorum. Şimdi bunu daha güzel anlayabiliyorum. Sonunda kaybeden, inatçılığı seçen oluyor, kabullenmese de. Birkaç gündür inatçılığımı kırma mücadelesi veriyorum, başardığımı hissediyorum, daha rahatım.
--

Ben dün metroda, emekliliği yaklaşmış bir polis memuru gördüm. O yüzü hiç unutmayacağım. Utandığı o kadar belliydi ki... Çocukluğumda polis olmak istediğim birkaç senem olmuştu. Bunu Emniyet'in önünden her geçişimde duyacakları şekilde söyler, kendimle gurur duyardım. Polis Haftası'nda polisleri ziyaret ederdik, bizlere pasta verirler biz de onlara çiçek verirdik. Bize her zaman polislere güvenmeyi öğrettiler. Zaman içinde gördüm ki, maalesef bu bilgi sorunlu. Üniversite yıllarımda yaşadığım ölümcül olabilecek taciz olayımda polisi aramayı 'unuttum' ben. Sonra da geldiğimiz noktaya üzüldüm. Ben bugün hâlâ emekçi polis abilerimizin, kardeşlerimizin yanındayım. Saatlerce çalıştırılıp o haldeki bünyenin doğal tepkisi olan sinirle önüne gelene şiddet uygulamasını, eline güç verilen insanların hemen şiddete başvurabileceğini bile kendimi zorlayarak da olsa anlayabiliyorum, (bunda ağzımın yüzümün kırılmamış olmasının da payı olsa gerek, empatimi düşürüyor muhtemelen) Çünkü o "Sizin yüzünüzden çalışıyorum." diyor ve aslında şiddetinin yönü başka. Tabii bir de gerçekten nefret dolu olanlar var, onlar 'eylemci'lerin içinde de var maalesef. Eğitimsiz insanların düşüncesi, vicdanı olmaz, onlar herkese zarar verir. 
Nejat Uygur'un oyunlarını hatırlayın, emekçi polisi ne güzel resmediyordu. Ben kendi adıma söylüyorum bunu, yine polisin yanındayım. Ama artık rica ederim, polislerimizi en azından çoğunluğunu sağlıklı, temiz zihinlere sahip insanlardan seçin. Biz yanlış yapan 'eylemci'yi uyarabiliyoruz ve böylece birçok olayı engelledik ama onları kimse durdurmuyor. Hepimiz üzülüyoruz.

Bir de gördüğüm güzellikler var. Taksim'e gittiğim günlerden birinde polis önce gazladı, sonra çekildi çünkü kalabalıktık. Sonra Gezi Parkı'na girdik. Şenlik havası resmen. Herkes yine de tedirgin, Talcid'ler, sirkeler, limonlar, maskeler, gözlükler... Sonra birileri şarkı söyledi, aynı birileri insanları her ihtimale karşı 'saçma sapan' davranılmaması konusunda uyardı. 
Ben o gün bizimle halay çeken baş örtülüler gördüm, küçük bir yangın çıktığını ve yine parktakiler tarafından söndürüldüğünü gördüm, esnafa gidip "Abicim, senin şemsiyelerin suyuyla söndürmeye çalıştık yangını, onlar artık kullanılmaz, ödeyelim istiyoruz." dendiğini ve esnafın "Olur mu öyle şey, lütfen, bizdendir, sorun yok." dediğini duydum, maske ve Talcid aldığımız eczanenin bize lazım olur diyerek sabun verdiğini gördüm, parkta oturduğumuz süre boyunca belki 20 kişinin gelip bir şeye ihtiyacınız var mı dediğini gördüm, elimizde fazla olanları diğer arkadaşlara verdiğimizi gördüm, o kadar kalabalıkta kimi zaman mecburen çarpışılsa bile kimsenin kimseye ses etmediğini gördüm, alkol alan insanların her ihtimale karşı tatlı tatlı, gerekçesi söylenerek uyarıldığını gördüm, yemeğini polisle paylaşmak isteyen insanlar gördüm; hırsızlık görmedim, taciz görmedim, kavga görmedim, hakaret eden görmedim.
Siz bu insanların gerçekten bile isteye polise zarar verebileceğini düşünüyor musunuz? 

Şunu reddetmiyorum, evet maalesef arada sorunlu bazı insanlar var. Ancak polisin görevi bizi onlardan ayırt edip onları görevi doğrultusunda uzaklaştırmak ya da gereği neyse yapmak değil mi? Polis neden önyargılı, neden herkesi aynı kefeye koyuyor? Metroda o insanlar neden polis memuruna "Sen de polissin ne de olsa!" diye saldırmadı? Sizin de kabul ettiğiniz üzere ortada ciddi bir hata var ve sağlıklı olan, hatayı, yanlışı kabul edip özür dilemek değil midir? Ben seçtiğimiz başbakanımızın özür dilemesini istiyorum, vekilinin değil. Ben açılım için bu kadar mücadele eden ve birçok insanı samimiyetine inandırmayı başarmış bir 'lider'in özür dilemek ve hatasını kabul etmek gibi herkesçe yüce bilinen bir eylemi gerçekleştirebileceğine inanmak istiyorum. Kayıplarımızın telafisi yok ancak, telafi etme çabanızı, samimiyetinizi görmek istiyorum.

Samimiyetime inanır mısınız bilmiyorum ama ben sizinle gurur duymak istiyorum. Oy vermemiş olabilirim, düşüncelerimizin çoğu farklı olabilir ama bu benim sizi sevmeyeceğim anlamına gelmiyor. Benim hükümetten büyük beklentilerim yok belki de. Dinlenilmek istiyorum, söylediklerim ciddiye alınsın istiyorum. Yanlış varsa tatmin eden açıklamalar yapılsın istiyorum, saydam olunsun istiyorum, ülkemin başbakanını desteklemek istiyorum. Bileyim ki, babam yıllarca boşuna çalışmadı, ben yıllarca boşuna eğitim almadım, sabahlara kadar boşuna çalışmıyorum. Amacımız ortak olsun, herkese dünyanın ne kadar güzel bir yer olabileceğini gösterelim. 

Tüm bunlardan biz çok güzel dersler çıkardık. Siz ve hükümetinizin de benzer dersleri çıkarmasını diliyorum ve şu an önümü göremiyor olsam da, eğer görevinize devam edecekseniz, başbakanım olmanızı rica ediyorum tekrar tekrar. Size oy vermemiş olsak bile, haftada bir kadeh içiyor olsak bile, sokakta öpüşüyor olsak bile bizim de başbakanımız olur musunuz?
Yollardan, köprülerden daha çok ihtiyacımız var bunlara. 
--
Bu iyimser bakışıma rağmen şunu belirtmeden geçemem: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.


Not: Kişisel düşüncelerimdir, gözlemlerimdir. Kimsenin sözcüsü değilim. 

19 Haziran 2012

Aynen Devam

Kendimi bir an sadece minicik bir an, evladı ölen annelerin yerine koydum. İçimde öyle bir nefret oluştu ki, ve çaresizlik! Birinin yakasına yapışmak istedim, ama kimin!? 

Birileri böyle istiyor diye her seferinde gencecik insanlar yitip gidiyor. 18 kişi.. Şimdilik gelen rakamlar bu. İki ayrı taraf öyle mi? İki taraf da gariban, belki cahil, belki zorunlu, belki bilinçsiz... Ne için? Vatan savunmak, kimden ne için? İdeallerini savunmak, kime karşı? 

İstekler zamanında yerine gelmiş olsa daha mı az zarara girerdi TC. Sanmıyorum. 

Bol çocuk yapın evet. Emeğin bedeli düşsün, zenginler daha da zenginleşsin, fakirlerin fakirliği baki kalsın. Birileri parayla askerlik 'yaparken' birileri parası olmadığı için ölsün. Biz doğuralım birileri öldürsün. Bu böyle devam etsin. 

Birilerinin sabrının taşmasını beklesin birileri. Ne olacak sabır taşınca? Oturup anlaşmak bu kadar zor mu? Bırakın kararı anneler versin! Sıkıysa buna izin verin! 

Oturdukları yerden "şehit" diye anmak ne kolay? Çorapsız 'şehit' çocuklarına iki kuruş verin, vicdanınız rahatlasın e mi yine?

He bir de lütfen toplu taşımalarda şehit yakınlarına, gazilere falan yer verin. Oturarak gidince acılar azalıyor çünkü.

31 Mayıs 2012

Damızlık Değilim Ben

Ne güzel memlekette yaşıyoruz değil mi?
Özgürlükler ülkesi adeta.

İçimden bir sürü küfürler geçiyor hepsini durduruyorum, küfürle çözülecek mesele değil çünkü ama hak edilen de bu hani.

Bir kürtaj tartışmasıdır gidiyor. Hiçbir kadın içinde büyüyüp hayatı boyunca en büyük neşe kaynağı olacak bir canlıyı bile bile öldürmek istemez. Bunu kim ister? Erkek ister. Onların da bit beyinli olanları ister. O zaman ne yapmamız gerekiyor? Kürtaj sayısı fazlaysa bu bit beyinlilere kürtajın bir korunma yöntemi olmadığı ve adam gibi korunma yöntemleri anlatılmalı. Kadınlarımız bilinçlendirilmeli, korunmadan ilişkiye girmemeleri konusunda bilgilendirilmeliler. 

Ama ne oluyor biliyor musunuz? 
Bu yöntem yerine, kürtajı komple yasaklayalım, yok 1 aydan sonra yasaklansın... 
Bir kadının hamile olduğunu anlaması için 1 aydan daha uzun bir süreye ihtiyacı var. Her gün gebelik testi yapamayacağına göre, hele de gebelik testlerinin çoğu regl gecikmesinden sonra doğru sonuç verdiğine göre 1 aydan daha uzun bir süreye ihtiyaç duyuluyor.

Erkek algısını merak ediyorum. Gebelik onlar için ne ifade ediyor acaba? Rastgele bir şey ifade ediyor olsa gerek ki, hakkında bol keseden konuşulabiliyor. 

Recep Akdağ... Kendileri sağlık bakanımız oluyor. Sağlığımız ona emanet. Ne demiş bakalım?
"Siyaset burada karar verirken hem bilimi hem de ahlaki tarafı dikkate alacak. 'Annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak?' gibi şeyler söyleniyor. Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar"


Tecavüzün nasıl bir travma olduğunu, tecavüzden dolayı gebe kalındığında neler hissedilebileceğini, 9 ay tecavüzden dolayı bir bebeği taşımak zorunda olmanın anlamını sonrasında da onu başkasına vermenin hissini... Bunların hiçbiri hakkında en ufak bir fikri yok Recep Akdağ'ın. Kimse tam anlamıyla bilemez ama aklı, vicdanı olan bir insan büyük bir acı, yıkım, travma olacağını bilir, bakanımız bilmiyor. 

Vakti zamanında Olacak O Kadar'da bir sayaç muhabbeti olmuştu. Bacak aramıza sayaç mı taktıralım gibi bir şey olabilir tam cümleyi hatırlayamıyorum. Şu an herhalde bir sonraki aşama olacak. Sayaç taktıracaklar bacak aramıza!

Sanki görevlerini yerine getirmişler, her şey güllük gülistan gibi, yapacağımız çocuk sayısına karışıyorlar, bakamayacağımız çocuğu aldırma kararımıza müdahale ediyorlar, çocuğumuzu nasıl doğurmamız gerektiğine karışıyorlar.. Arkadaş, bebek ölümlerinden haber ver bana, kadına uygulanan şiddeti engellemek için yaptıklarını anlat bana. Korunma yöntemlerini halka anlatmak için verdiğin mücadeleyi anlat bana! Ben de sana saygı duyayım. 

Ben damızlık değilim!
Sevdiğim adamla aşkımızın tamamlayıcısı olsun diye evlat istiyorum. Ekonomik durumumuzdan dolayı bir çocuğa ancak bakabileceğiz. Malum şimdi 5buçuk yaşındaki çocuğumu tecrübesiz sınıf öğretmenlerinin eline bırakmak yerine bir dünya para bayılıp gerektiğinde carlayabileceğim bir özel okula vermek çok daha doğru, çocuğum mahvolmasın diye... Eee haliyle bir çocuğa bakmak bile çok zor. Yine de bu duyguyu yaşamak için her şeyi göze alıp bir çocuk yapıyoruz. Eeee hormonlarımız da çalışıyor çok şükür, düzenli bir cinsel hayatımız da var. Korunuyoruz da.. Ama biliyor musunuz, hiçbir korunma yönteminin garantisi yok. Gebelik ihtimali hep var. Adamın tüplerini bağlatsak, bana bir şeyler yapsak... Ya Allah korusun çocuğumuz kötü bir hastalığa yakalanırsa ve bir kardeşe ihtiyaç duyarsa... Korkudan tüpleri de bağlatamıyoruz. Sıçış! İhtimal gerçekleşti ve hamile kaldım ama korunduğum için ihtimal vermiyorum. İş stresinden geciktim diyorum. Gebelik testi yapıyorum, yanlış çıkıyor. En sonunda mide bulantılarıyla şüphelenip doktora gidiyorum. Öğreniyorum ki hamileyim.. Çocuğa bakamayacağımız kesin. Eee aldıramıyoruz da... En tavsiye edilen aile örneğinde bile yaşanacak bir acı bu. Tehlikeli bir gebelik yaşıyorsun ve işten ayrılmak zorundasın. Aha ikinci sıçış! Sıçış üstüne sıçış.. İstemediğim bir çocuğa hamile kalıyorum.. Sonra bir daha sonra bir daha...

Eşim işsiz kaldı ve ben çalışıyorum. Gebe kalmamam gerekiyor. Sevişmeyelim mi? Yapıyoruz çok şükür. Korunuyoruz da ama oldu da hamile kaldım. Şimdi ne olacak? Adamın, benim omuzlarımızdaki yüke yardım mı edecek devlet? Yoksa siz doğurun ben bakarım mı diyecek? Baktığı çocuklara da çok iyi bakıyor ya hani, o yüzden güvene güvene isteyebiliyor çocukları.

Tanıdığım birçok aile kürtaja başvuruyor. Çünkü üç çocuğu var, iki çocuğu var ve tekrar hamile kalmak istemiyor. Ama korunmasına rağmen, üstelik en garantili denilen korunma yöntemlerini tercih etmelerine rağmen hamile kalıyorlar. Annem bütün çocuklarını doğurmaya kalksaydı 5 kardeş olacaktık. Komşumuz bütün çocuklarını doğurmaya kalksaydı 7 çocuğu olacaktı. Üstelik en büyüğü 32 yaşındayken diğeri yeni doğmuş olacaktı. Kabus!

Ben damızlık değilim! 
Hükümet benim kaç çocuk doğuracağıma, o çocuğu nasıl doğuracağıma karışamaz.
Rahmimi aldırmayı tercih ederim. 
Sevdiğim adamla karar vermem gereken bir konuda kimsenin müdahalesine katlanamam. 

Minicik bir insanım ben, normal doğum yapmayı elbette ben de isterim ama 46123216452 saat acı çekmek, çocuğumu doğumda kaybetmek, doğum yaparken ölmek istemiyorum!

Damızlık değilim kardeşim ben..
Ayrıca sizin yaşadığınız bir ülkeye geleceğime kürtajla aldırılmayı tercih ederdim. 

Selametle!

20 Nisan 2012

49G ve Gazi Mahallesi'nin Çilesi


 İki gece önce yağmur yaş demeden yollara düştüm ve sinir oldum.

Bir önceki gecesinde bir partiye davetli olduğum ve işten doğruca partiye gideceğim için o gece giydiğim kıyafetler de kağıt çantamda benimleydi. Parti dolayısıyla da gece yarısı evdeydim ve sabah da yine erken bir saatte kalkıp işe gittim. Tüm bunlar bünyemi o kadar yordu ki, erken bir saat dediğim 19:30'da işten çıktım. Amacım eve erken gidip uyuyup dinlenmekti ama öyle olmadı tabii.

Bir yandan yağmur yağıyor, bir yandan otobüs bekliyorum. Kağıt çantam dağıldı sizlere ömür oldu, haliyle içindeki her şey de yere suya düştü. Elbisem, ayakkabılarım... Saat oldu 21:30, sonunda gelebildi 49G. İnsanlar haliyle isyan ettiler şoföre. Şoför de altta kalmadı: "İn o zaman, böylelerini döveceksin işte" gibi gibi bir sürü şey söyledi. Özetle uyuz etti herkesi, zaten uyuzduk.

Söz konusu 49G ise otobüse binmek pek de anlamlı olmuyor. Mühim olan eve varabilmek, 2 saat süren yolculuk mu olur arkadaş? Mecidiyeköy'den Gazi Mahallesi'ne gitmek nasıl 2 saat sürebilir?

Şüphelerim var ciddi ciddi, öncesinde de şunu belirteyim yazılarımda her zaman objektif olmaya çalışırım ve ne kadar sinirli olsam da yine objektif olmaya çalışacağım.

Şüphelerime gelecek olursak, Gazi Mahallesi olaylı bir mahalle malum ben çoğu şeyin nedenini buna bağlıyorum. Siz olay çıkarırsanız biz de size böyle muamele ederiz. 

49G otobüsü gördünüz mü hiç? Eski kırmızı otobüslerden ve her zaman tıklım tıkış. İlk durakta dolan bir otobüsten fazlası da beklenmez zaten. Şoförler saygısız, otobüs eski hatta o kadar eski ki camlar inecek üzerimize diye korkuyoruz. Dışarıda yağmur yağdığında, içeriye de yağmış kadar oluyor. Tam işkence!
Geçen kızın biri düştü otobüsün içinde, aynı hengamede benim de saçım koltukların demirine sıkıştı. 

İstisnasız her yolculukta kavga çıkıyor, çünkü insanlar gergin. Bahçelievler'de kaldığım dönemde de otobüs kullanıyordum. Kalabalık otobüslerde de gittim ama inen olur binen olur yolculuk böyle değişimle devam eder. 49G'de böyle bir şey yok, araya o kadar saçma rota koymuşlar ki kimse ne iniyor ne biniyor. Millet Gazi'den Şişli'ye Şişli'den Gazi'ye gidiyor ama biz inatla bir sürü ara durağı gezmek zorunda kalıyoruz. 

Yol insanı o kadar paralıyor ki, eve gider gitmez uyuyakalıyorum. Sabahları ayılmam zamanımı alıyor. 

Çözüm önerisi de sunayım: 
1) Otobüsler yenilensin.
2) Sık sefer konulsun.
3) Güzergahta azalmaya gidilsin.

İnsanların isyan çıkarmasına çok hevesli sanırım birileri anlamıyorum ki.. İyi hizmet verirsen olumlu karşılık alırsan ceza yerine pekiştireç vermeyi deneyebilirler. Her gün şimdi mi başımıza bir şey gelecek birazdan mı demekten içimiz şişiyor zira.

He bir de Alevilerle ilgili haber yapıldığında biz hep alt yolda indiriliyoruz. Otobüsler içeri girmek istemiyor ama ne gariptir ki her seferinde "Aaa hani eylem?" diyoruz, çünkü eylem olmamış oluyor. 

Ne yapmaya çalışıldığını anlamıyorum. Taşınılsın homojenlik olsun mu istiyorlar yoksa cezalandırıyorlar mı Gazi Mahallesi sakinlerini bilemedim.

Yazmadan da duramadım. Böyle böyle bir durum var. 

Eğer 49G otobüsü bekleyen birilerini sezerseniz iyi davranın, sabır dileyin. Çile dediğimiz şeyi çekiyorlar, çekiyoruz çünkü.



3 Kasım 2011

Bas Çığlığı!

Elif Savaş Felsen, Facebook üzerinde güzel bir etkinlik düzenliyor. 


Etkinliğin adı: ÇIĞLIK!


Etkinlik herkese açık bir etkinlik. Cinsiyetiniz katılımınızı etkilemiyor. Kadın, erkek hepimiz çığlık atıyoruz. 
Dileyen çığlık videosunu paylaşıyor, dileyen çığlık atarken çekilmiş bir fotoğrafını.. Hiçbirini yapamıyorsanız bir film karesi, bir tablo ya da buna benzer bir görsel ekleyebiliyorsunuz.
Çığlıklarımız birleşecek!

"Çığlık protestosuna var mısın? Türkiye'de ezilen, dayak yiyen, öldürülen, tecavüz edilen, çocuk yaşta evlendirilen, hakarete, işkenceye uğrayan, okula yollanmayan, kimliği bile çıkarılmayan, insandan sayılmayan kadınlar için gırtlaklarımız boşalıp ciğerlerimiz sökülene kadar, avaz avaz, haykıra haykıra, ağlaya ağlaya çığlık atacağız! Ve sesimiz duyulana kadar da susmayacağız! Tüm kadınlar için bas çığlığı!"


Etkinlik sayfası için tıkla!

18 Ekim 2011

Zamımıza Zamımıza Kar Yağdı


Seçimlerden beri hiç laf etmiyorum dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Demiştim daha evvel, yıldım diye. Ama arkadaş, haberleri takip etmeyip kaçsam da gözüme gözüme sokuluyor, şimdi ben ne yapayım.? Görünce de yazmadan duramıyorum işte.

Bir millet vergi vermekten anca bu kadar soğutulabilirdi. Komünizm falan olsa anlayacağım da ucundan kıyısından geçmiyoruz. Maaştan kesilenler var zaten değil mi? İş verenden kesiliyor, işçiden kesiliyor ondan kesiliyor bundan kesiliyor anaaa bitmedi aldığımız her şeyden de kesiliyor.

İdarecilerin bazılarında kafa karışıklığı oluyor. Siyasi düşüncesini unutup tam zıttı bir şeyler öneriyor. Ne olmuş ki bu adama diyorsun, bakıyorsun "Heee işine böyle gelmiş canım, sorun yok." deyip geçiyorsun, geçiyoruz. Zaten bizim kadar çok dırdır edip de hiçbir şey yapmayan başka bir topluluk da yoktur herhalde. Kızmıyorum, yakın zamanda peş peşe darbe görmüş bir milletten, fazlasını bekleyemiyorum. O tutmuş bu pişirmiş yani..

Sigara içicisi olarak kapalı yerlerde sigara yasağını destekledim. Sırf içen bazı beyinsizler içmeyi bilmediği için başkalarını rahatsız ediyor ve içmek istemeyen insanları da pasif içici haline getiriyor diye. Lakin işin boku çıktı. Bunda "Ohh iyi oldu, içmeyin kardeşim siz de" diyen "kusursuz" insanların payı da büyük.
"Sigara sağlığa zararlı" bunu kimse inkar etmiyor. İçersek "uf" oluruz biliyoruz. Misal ben sevdiklerimin çok içmemesi için uğraşıyorum, ben de ihtiyacım olmadığı zamanlar içmemeye çalışıyorum. Ama şöyle de bir şey var, bu sigara sadece keyfi içilen bir şey değil. Sigara içmeyen arkadaşlarım sinir krizinin eşiğinden benden istedikleri sigara sayesinde döndüler. Ben sigara içmediğim zamanlar kafama bir şey takıp saatlerce ağlıyorum. İnternet ve sigara olmasa şimdiye kadar ölmüştüm çoktan diye birçok kez de söyledim. Doktorum bile bırakmamı önermedi, böyle daha iyi hissediyorsan kendini sorun yok dedi. Bazıları içmeyi bilmiyor bazıları rahatsız oluyor diye benim çilem ne arkadaşım? Ben içmeyenleri düşünüp orta yol bulunsun diye içtiğim halde kapalı alan yasağını destekliyorum, millet "Aaa kapıların önünde içiyorlar içeri girerken rahatsız oluyoruz." diyor. Çüüüş arkadaş çüüüüüüüüş... Nereye gitsin bu adam, zaten soğukta götü başı dona dona sigara içiyor senin için -ki böyle olmalı-, daha ne yapsın el insaf..

Ayrımcılığı fark edemiyoruz, işimize geldiği gibi hep. Birilerini siyasi görüşü, ırkı, dili için dışlamak neyse bu da bu bence. O akıl hastası, o fakir, o zengin, o alkolik, o hırsız, o sigara içiyor.... Eee sen çok mu mükemmelsin, sen nesin ki?

Biliyorum sigara sağlığa zararlı, biliyoruz SİGARA SAĞLIĞA ZARARLI.. Ben içerken benim sağlığıma zararlı aloooo!!! Aklım eriyor çok şükür, şimdi mi ölsem birini mi öldürsem sigara içip geç mi ölsem.. Evet evet sigara içip şimdi'den geç öleyim iyisi mi.. Yani bu benim "hür irade"mle verdiğim bir karar, duyuandırsitendmi?

Ne güzel sigarayı bıraktırmak için servis yaptın, insanlar oraya gidiyor bırakmak istediklerini söylüyor yardım ediyorsun. En güzel bir şey. Bırakmak isteyip de bırakamayana yardımcı olmak lazım ama içmek isteyen adamı da rahat bırakacaksın. Sonra ne oluyor? Güzel olan, öylesine içen kesim sigarayı bırakıyor, peki öylesine içmeyen, gerçekten ihtiyaç duyduğu için içen kesim ne oluyor? Kaçak sigara? Denetimsiz kaçak sigara getirtiyorlar. Zam gelmeden önce bile fiyatları çok bulduğu için kaçak sigara getirtenleri biliyordum şimdi de devam edecek bu durum. Alkol de aynı şekilde. Millet ucuz olana yöneliyor tabii üç kuruş geliriyle, bu politika yönlendiriyor.

Sigarayı azaltmıştım ben, kendimi başka şeylerle oyalamaya çalışıyordum. Benim de "uygunsuz olarak söylenen"in tersini yapmak gibi pislik bir özelliğim var. Ne güzel uygun bir şekilde, sigara sağlığa zararlı gelin biz yardım edelim kurtulun şu meretten dediniz, valla da billa da gelmeyi bile düşündüm, belki işim kolaylaşır diye. En azından sadece çok acil durumlarda içerim diyordum. Şimdi ne oldu? Sarıyoruz kardeş, en güzeli.

Ayrıca sağlığımızı çok düşünüyorsanız doğayı koruyun. Ağaçları kesip köprü mü yapacaksın, köprü sağlığa zararlı, ağaçların olmaması da sağlığa zararlı. Yapmayıver, ne olacak? İnsan sağlığını düşünüyorsan çevreyi güzelleştir en başta, öldürme. Koca koca avm'lerin dikilmesini önle, millet çocuğunu götürecek bir park bulsun. Greenpeace, Doğa Derneği ne diyor bir otur dinle. İlla bir şey mi yasaklayacaksın, zamansız avlanmayı yasakla.

Ben otomobil kullanılmasını istemeyen biriyim mesela. İş görür bir telefon yeterli benim için, israfa gerek yok. Sigaranın da en pahalısı yerine içebileceğim orta bir şey içiyorum. Aklım eriyor yani çok şükür. Fikrini sormadığım bir insandan öneri almaya gerek yok. Anlamıyorum ki bu insanlar yaşam koçu falan mı seçti.?

He bir de çocuk psikolojisi olayı var. Çocuklarımızı düşündüğü için Tosun Paşa'daki hamam sahnesini bile atıverenler ölüm döşeğinde olduğunu cayır cayır söyleyen adamların görüntülerini yayınlıyor. Bunlar hiç etkilemiyordur çocukları emin olun. "Babaaaaağ içme sigara ölüüüüürsün" diyen çocuğun babası kesin bırakmıştır mesela sigarayı. Olan yeni korkusuyla baş başa kalan kıza oldu. höh!

Yapacak bir şey yok değil mi yine? Sıkıyorsa iç şimdi. İşte sırf yiyorsa iç dendiği için bırakamam ben bu sigarayı. Bu iktidarla bahtsızlık üstüne bahtsızlık yaşıyorum. Kaç senedir bir gününü göremedim yeminle. Hep kahııır! Cemcim Uzancımın kıymetini bilemedik, herif hiç değilse konserleri ayağımıza getirmişti. Sayesinde iki konsere gittim ben. Ülkeyi vergi artırarak yönetmekse o da yapardı kesin.  Ah dertli başım ah.. 

Biliyor musunuz, o kurnadan bu kurnaya çirkef sıçramış. 


Güncelleme:
Eğitimde uygulanan yöntemler vardır. Bu yöntemlerden biri cezadır mesela. Ama araştırmalar göstermiştir ki ceza, davranışı önleyen bir yöntem değil aksine görülmeden yapmasını pekiştiren bir yöntemdir. Tecrübeli eğitimciler bunun yerine pekiştireç kullanır. İstenmeyen davranış oluştuğunda ceza vermek yerine, istenen davranış halinde ödül verilmesi şeklindedir bu ve bu yöntem istenen davranışa götüren bir yöntemdir. 

2 Temmuz 2011

Türküler Yanmaz

Yine 2 Temmuz..

Geçen sene yazmıştım, okumalı:

Buna ekleyeceğim şeyler var yine, bilmemiz gereken:
Kaçak durumunda bulunan kişilerin davanın zamanaşım süresinin dolması gerekçesiyle davalarının düşmesi talep edildi: Madımak Davasında Zamanaşımı Talebi

Kültür merkezi haline getirilen otelin girişine olaylarda hayatını kaybedenlerin anısına isimleri yazılmış. Yalnız katil olurken ölenlerin de adı yazılmış. Anma gereği duydular herhalde:
Sizin hiç babanız yandı mı?
Saldıran ve Öldürülen Aynı Yerde
Metin Altıok'un kızı Zeynep Altıok'un Yazısı


Zamanında önlem alamamış polis, bu sene anma düzenlemek isteyenlere izin vermiyor.


Son bilgilere göre de gazlı müdahale var. Yıllarca olaysız, sorunsuz geçen anmaları kendi elleriyle bu hale getirip sonra Alevileri suçlayacakları da kesin. 
Madımak'ta Biber Gazı

28 Haziran 2011

Joseph Kony


Birleşmiş Milletler Uluslararası Suç Mahkemesi'nin listesinde Ladin'den bile üst sırada yer alan bir isim Kony. Yakalanamıyor bir türlü. 1988'den beri kaçak. 
Joseph Kony Kimdir?
64 doğumlu bu kişi, Uganda'da dünyaya gelir. Ailesi Acholi diye bir kabiledendir. Ergenlik yıllarında yaşadığı yerin büyücü şifacısı olan ağabeyinin yanında çalışır o öldükten sonra da onun ünvanını alır. Çocukken de bir garipmiş zaten. Okulda da sorunlar yaşamış, belli kontrol eden kimse olmamış ki okulu bırakıp canavara dönüşmüş. Kutsal Ruh Hareketi diye bir grubun etkisinde kalmış liseden ayrılmış. Kuzeni Lakwena, hayat kadınıyken birden kabilenin tanrıçası haline gelir, bir sürü büyü yapar ve herkesi ruhani gücüyle etkiler, tabii Kony'i de. Lakwena ve ona inananlar Tito Okello'yu destekler ama Museveni tarafından Okello'nun devrilmesi müritler için yıkım olur ve isyan çıkar. İsyan bastırılırken Kony'nin ailesi Kony'nin gözleri önünde öldürülür ve Kony intikam yemini eder. Lakwena ise Kenya'ya kaçar.

Kony, Lakwena'dan kalan boşluğu doldurmak için onun güçlerinin artık kendinde olduğunu söyler ve peygamberliğini ilan eder. Yönetimin dini temelli olması için "Tanrı'nın Direniş Ordusu -TDO- Lord's Resistance Army" adıyla bir ordu kurar. Kony, 10 Emir'e uymayanları öldüreceklerini söyler. Kony, meleklerinin olduğunu ve birçok bilgiyi meleklerinden aldığını söyler, geleceği bilmesiyle de etrafındakileri etkilemeyi başarır. 

Uganda'da 104 bin çocuğu kaçırıp Uganda ordusuna karşı savaşmaya zorlamış bu kişi, tabii türlü işkencelerle. Kaçırıp askeri yaptığı çocuklara verdiği ilk görevse kendi ailelerini öldürtmekmiş. Erkekleri asker yaparken kız çocukları seks kölesi yapıyormuş şerefsiz herif. Komutanlarına sunuyormuş kız çocukları. Ona karşı gelenler en iyi ihtimalle kulaklarını, dudaklarını ya da burunlarını kaybediyor ama çoğunlukla öldürülüp kanları ise onu öldürenlere içiriliyormuş. Kaçırdığı bazı çocukları da başka direniş örgütlerine satıyormuş. İnternette maalesef işkence gören çocukların fotoğrafları da bulunuyor, eklemeye gönlüm el vermedi açıkçası.

86'dan beri 2 milyon insanın göç etmesine neden olmuş. Bu kişilerden çoğu da mülteci konumunda devam ediyor yaşamına. Kamplara sığınan insanları da rahat bırakmıyor. Köyleri, kampları ne bulursa talan ediyor, herkesi öldürüyor, tecavüz ediyor, çocukları kaçırıyor. 

Bu herifin 60 karısı 100 kadar da çocuğu varmış. Bir de eşlerinin elbiselerini giymekten hoşlanıyormuş. Bir de çocuklarından birine George Bush adını vermiş. Tabii insanın o kadar çocuğu olunca isim de seçemez doğru dürüst haklı adam bir yerde. Kendi çocukları daha farklı muamele görüyor tabii. Onlar daha güzel yemeklerle besleniyor ve kaçırılan öğretmenler tarafından eğitim görme fırsatı buluyor. 
Sık sık Rambo filmini izliyormuş Kony. Allahtan Pokemonları izlemiyor.
Herif salak ya malum, kutsal suyla yıkanıp yağlanarak kurşunlardan korunuyormuş güya. Gerçi inanacak gibi oldum şimdi ben de, neden bulanamamış ki bu adam alla alla..

Uganda'daki bu sorundan ilhamla çekilmiş bir film de var: Lord of War

Uluslararası baskı uygulanmış bu adama ama nafile, yaptığı rezilliklere dur demeye yeterli olmamış hiçbiri. 11 Eylül'den sonra ABD bu herifin örgütünü de terörist örgüt listesine eklemiş. Bu adam, en son uluslararası yakalama talebi kalkmazsa ben de barış antlaşması imzalamam Uganda ile demişti ama sonra ne oldu bilemiyorum tabii.
Bir de Uganda, bu adamdan ve ordusundan kurtulmak için zamanından onun elinden kaçan kişilerden yardım istiyormuş. Onu bulma görevini bu kaçaklara vermiş. Ama sürekli yaklaşmalarına rağmen bulamıyorlarmış. 

Ruhlar tarafından ele geçirildiğini düşünüyormuş bu adam. Her yıl Uganda'daki Ato tepelerine gider, orada günlerce güneşin altına ağnanırmış. Karıncalar üzerini tamamen kaplayana, derisine işleyene kadar Ato tepelerinin zirvesinde yatarmış öyle malak gibi. Hayır herif malak gibi yatarken bunu arayan millet nerede uyuyor onu anlamadım ben. 
Üzerine Yao diye bir bitkinin yağını sürüyormuş. Bir mağaraya girip haftalarca orada yaşarmış. Enteresan..

10 Emir konusunda da çok ısrarcıymış ve bu uğurda yaptıklarının suç sayılmadığını 10 Emir'i kendisinin bulmadığını, Tanrı'nın kuralları olduğunu söyleyip kendini savunuyormuş. Bahanesiz ölüm yok tabii. 

Hartum'daki aşırı islamcılarla olan ilişkileri nedeniyle iyice kafayı yemiş. Sözde Hristiyan inancı da değişmiş. Askerleri köyleri yağmalarken "Allahu Ekber" demeye başlamış. Domuz eti yasaklanmış. Cuma, kutsal gün olmuş. Kony, Muhammed adını almış. Şu anda inancı, her dinden özellikler taşıyan bir halde devam ediyormuş TDO.

2005'te Uluslararası Ceza Mahkemesi, işlediği suçlardan dolayı Kony, yardımcısı ve örgütün üç komutanı ile ilgili tutuklama kararı çıkarmış. 2006'da üç komutandan biri olan Lukwiya Uganda ordusunca öldürülmüş. Kony hakkında 12 tanesi insanlığa karşı işlenen suç, 21 tanesi de savaş suçu olmak üzere toplam 33 suçlama ile bir iddianame hazırlanmış. 
2006'da yine, Kony açıklama yapıyor. Bizde çocuk yok, asker var. Kötü bir şey yapmıyoruz biz diyor. 
2008'de ABD'de Nitelikli Global Teröristler listesine ekliyor. Nitelikliyse sorun yok, hemen iş bulur evet. tövbe tövbe..

Herif, en son Kongo'da görülmüş. Yukarıda dediğim gibi, bu adamın elinden kaçan eski askerleri Kongo'nun altını üstüne getiriyor ama adam sırra kadem basıyor. 
2010'da Obama, TDO Silahsızlandırma ve Kuzey Uganda'yı Yenileme Antlaşması imzalıyor. 
Şu sitede çocuklarla ilgili videolar yer alıyor:  http://www.invisiblechildren.com/

Güncelleme: 2012 'de halk Joseph Kony'nin yakalanması için bir hareket başlattı ve bu hareket şu an tüm dünyadan destek görüyor. İnvisible Children, tüm Amerika'yı posterlerle donatacak.
Amerika'dan destek gören bu hareketi takipte kalın. 
http://kony2012.s3-website-us-east-1.amazonaws.com/ adresinden destek de olabilirsiniz.


4 Haziran 2011

Adam mıdır Değil midir Bilemem



Birilerini incitir miyim endişesiyle bu yazıyı yazıp yazmama konusunda düşündüm biraz ve yazmaya karar verdim. Bu benim blogum sonuçta.

Halkın görüşlerine, seçimlerine saygılı olduğum için şimdiye kadar "Aa bu insanlar neden böyle ama?" demedim, diyenleri de onaylamadım. Evet rahatsızım tercihlerinden, hem de çok rahatsızım ama mevcut sistem içinde olması gereken bu olduğu için herhangi ters bir düşüncem, tavrım olmadı; saygı duydum. 
İnanması güç belki ama içimde de hep umut taşıdım, düzelecek her şey. Bu adam da düzelecek, bizleri de görecek diye bekledim hep ama Hopa'daki devlet terörü, yıllardır devam eden sabrımın sonu oldu sanırım, içimdeki minik umudu da kaybettim. Çünkü safım ben, diyordum ki: bu adam, vicdanı olmasa bile Allah-kitap bildiğini iddia eden bir adam. Yaptıklarının zulüm olduğunu idrak edecek zekası da var, bir gün anlayacak inandığı dine göre idarecilerin sorumlulukları olduğunu da. Bizi küçümsüyor olabilir ama inandığı Allah'ın buyruklarını hiçe saymaz, bir ara illa uyanacak dedim hep. Yanıldım. Kimsenin inancını sorgulayacak değilim, ben o değilim ama her şey ortada işte. 

Başbakan olarak değerini yitireli çok olmuştu bende, hatta bir değeri var mıydı onu da bilmiyorum aslında ama insan olarak kalan azıcık değerini de söylediği sözlerle bitirdi. Bir insan ölüyor, onun yüzünden ölüyor ve nasıl bir sanrı yaşanıyorsa artık, neredeyse ben sütten çıkmış AK kaşığım diyor. 
Sadece Hopa olayını düşünürsek, taş atılmasını kesinlikle onaylamıyorum. Birilerine zarar verebilecek bir eylem bu. Nitekim bir polise zarar verildi ama bunun yaptırımının dışında şeyler de yaşandı. İlgili ilgisiz herkes zarar gördü. Sonrasında olan olayları onaylamam da mümkün değil. "Masum bir polis öldü, o zaman iyi he başkaları da ölsün." mü diyeyim.? Yanlışa yapılan yanlışı onaylayacak değilim.

Şimdiye kadar başbakanın kendisi ve beraberindekiler, halkı küçümseyen, halkla alay eden, saygısızca, insana asla yakışmayan hele ki bir idarecinin aklından geçirmesinin bile istifa sebebi olması gereken cümleler kurdular. Tek tek saymaya gerek yok, herkesin aklındadır umarım. Bir genç kızın namusuna dil uzatan, evladını kaybetmiş ailelerin onurunu kıran, ekonomik durumu iyi olmayanları aşağılayan, derdini anlatmaya çalışanları azarlayan, soruları hakaret ederek cevaplayan, parasıyla gurur duyan, otu boku yasaklayan, işlerine geldiği gibi davranan, kendisi gibi olmayanları görmeyen ve üstüne üstlük tüm bunları inkar eden ve seçim propagandalarında bile aksi durumları kullanarak oy isteyen bir garip güruh bu güruh. 

Onları anlıyorum aslında, sanrı yaşıyorlar. Kendilerine ait farklı bir dünyaları var ve kocaman at gözlükleri, sadece kendilerine benzeyenleri görmelerini sağlayan. 
Onları bu şekilde de olsa anlıyorum ama hala onları destekleyenleri anlamıyorum. Şu saatten sonra "Ama şöyle şöyle şeyler yaptı, ben seviyorum valla" diyenleri de etrafımda görmek istemiyorum. Dedim ya bittim ben, tükendim artık. 
Deli gibi de merak ediyorum onları destekleyen kafaları. İçinde insan sevgisi olmaması lazım.. 
Sadece şimdi ilk aklıma gelenleri söyleyeyim: Bir klasiktir kendisi, "Ananı da al git!" bu cümleyi kuran,  arkadaşım olsa hayatımdan çıkarırdım, böyle bir cümleyi sarf edecek düzeydeki bir siyasetçiyi yok sayarım. 
Unakıtan'ın eşi ne demişti: "Rabbime sordum Cleveland dedi". Bu cümleyi kuran kişinin dahil olduğu güruhu da yok sayarım, bu cümleyi aklamaya çalışanları da. Türkçe Öğretmenlerinin kulakları çınlasın. "Amaan Türkçe dersi işte, ne olacak, okuma yazma neticede" zihniyetine sahip zeki öğretmenlerimiz, aha eserinizle övünün işte. Bu cümlenin ele alınır tarafı var mı, gözünüzü seveyim.? Ne anlaşılıyor bu cümleden? "Aman agucuk gugucuk aferin iyileşsin şeker şey" mi diyelim. İyileşsin de yahu kardeşim eksik olan neyse düzeltecek sizsiniz. Yabancı doktorları öven bir bakan eşi vardı piyasada ve malum güruhtan kimse de" ayıp etmiş" demedi.

Münevver Karabulut'un öldürülmesi üzerine de açıklamada bulundu başbakan: "Kızınıza sahip çıkmazsınız..." benzeri bir cümle kurdu. 
Maden kazası oldu, madencilerden teşekkür beklediğini söyledi. Mesleğin kaderiymiş bu. Kaza yerine gidecek oldu, korumaları etrafa ateş açtı.
Daha neler neler.. 
Al işte: "Kız mıdır kadın mıdır bilemem"
Bu nedir, bu ne-dir? Bizim kıraathanelerin müdavimleri bile böyle bir şey söylemeden önce "Hepimizin karısı kızı var" der de cümleyi kurmaktan vazgeçer, Allah'tan korkar. 
Şimdi misal, ben tutup da "Sümeyye Hanım kız mı kadın mı lan ehuahu" desem hoş olur mu, olmaz. Kız/kadın ayrımının ortadan kalktığını bile bilmeyen, kız/kadın kelimelerini birilerini aşağılamak için kullanan, üstelik sokaklarda gezen bir sürü sapığın, düşüncesiyle yenemeyeceği insanlara ettiği açık küfürlerin imasına sığınan bir adam..


Ben bunları onaylayan kafaları anlamıyorum işte. Yol, su, elektrik için bile çekilecek dert mi bunlar? İyi bir belediye başkanı olmuş olabilir de kardeşim belediye başkanı kafasıyla da ülke yönetilmez ki? Ahanda bu olur, yönetilirse..

***
Polis konusunda da yazacaklarım var:
Çocukken saf saf, polis olmak istediğimi biliyorum. Ama polisliği halkın güvenliği bikbiki için istiyordum, yani polisin asıl işi. 
Yıllardır polise güvenmiyorum. Başıma bir iş geldiğinde de polisi aramak aklıma bile gelmiyor. Yoo, bu benim unutkanlığım ya da salaklığım değil, polise güvensizliğim. Gelse ne olacak ki, ben suçlu çıkmazsam iyidir. Dua ediyorum, polise muhtaç etmesin Allah beni. 
Hani uzun boylu, ortalama da bir insan olsaydım belki işsizlikten bunaldığım için polis olurdum. (Tabii 3 sene öncem için geçerli bu). Sonra ne olurdu, "Lan ben bu muyum?" deyip pılımı pırtımı toplar defolur giderdim. Ama tabii benim güvendiğim bir ailem var, bakacak çocuğum da yok. Allah kimseyi o kadar muhtaç etmesin. 

Aslında derdim polisler değil, onlar da "emir kulu" neticede. Dediğim gibi Allah kimseyi "kapıkulu" olacak kadar ele güne muhtaç etmesin. Şimdiki iktidarla polisler arasında değişik bir bağ var. Bunu bir görmek lazım artık.  Bir sınav kazansın, "az biraz" eğitim, havalı bir üniforma, dolgunca bir maaş, eh askere de gitmesin bari malum ikisi de vatan hizmeti (Diğer meslekler değil evet zeka küplüğünün de bu kadarı), havalarına hava katacak bir iki polisiye dizi de çektirdik mi tamamdır bu iş. Bunlara kanacak çok kişi var, kanmasa bile eli mahkum, atanamayan birçok arkadaşım polis oldu mesela. 

Şimdi ben şu şartlar altında polis olmuş olsam elbette ahlakımla kendimi temsil ederdim. "Vur kır parçala" emirlerinin çoğunu "yapıyormuş gibi" yapıp yapmazdım. Belki polisler arasında üç beş kişi vardır benim gibi düşünen ve davranan, ama maalesef aksini yapan bir dolu polis var. Hepsini görüyoruz zaten, nasıl bir kinle vuruyor ki milletin kemikleri kırılıyor. Hey adamım, anana küfretmediler sakin ol sen. Senin için de mücadele ediyor o insanlar. Sen karnını doyuruyorsun, senin hakların korunuyor diye bunları elde edememiş insanlara neden eziyet ediyorsun? Yaa yavcuğum, bir de böyle düşünsen mesela, ne güzel olacak.

Bir de size bir ipucu, memleketi daha iyi seviyeye getirme çabasındaki adam, en çok yatırımı eğitime yapar. Savunmaya ya da başka bir sürü iyi gibi görünen kötü şeye değil. Bugünün örneği olsun diye gösteriyorum. Polis ve öğretmen şartlarını kıyaslayarak anlayabilirsiniz mevcut iktidarın asıl amacını. 

***

Sadece benim sözlerim dinlenilsin, bana yapılan kötü şeyler olmamış gibi davranalım, geçmişi silelim, hakkımda olumsuz yazılar olmasın, yazana dava açalım, dergileri kitapları yasaklayalım, sadece benim istediklerim benimle ilgili haber yapsın. ohoo say say bitmez. 

Hopa olayından önce içimden şunu bile geçirmiştim. Bu başbakana benim gibi düşünen biri de danışmanlık etmeli, hatta ben sevabına danışmanlık etsem mi acaba.? En azından kırıcı sözlerine elimden geldiğince dur derdim, önerilerim olurdu herkesi mutlu etmesi adına. Dedim ya, hep umut vardı içimde. Üstelik ben başbakanı düşmanım olarak da görmedim hiç, iyi bir şeyler yapsın da seveyim diye bekledim hep. Danışmanı olsam misal, arkasından iş çevirmezdim, kesinlikle çok samimi söylüyorum daha iyi olması için çalışırdım, çok çok çok daha fazla kişi mutlu olsun bu ülkede diye.

Ömrüm boyunca hiçbir partinin seçim çalışmalarına yardımcı olmadım ama şimdi bilgisayar başında bile olsa iki üç partiyi destekliyorum sesim olabilsinler diye. Dilerim meclisteki yerlerini alırlar ve benim için de konuşurlar. Çünkü ben artık sesim çıksın istiyorum. Adam yerine konulmak istiyorum. Ben herhangi biri de başbakan olduğunda benim sesim olabilir inancını taşıdım hep, ama öyle olmuyormuş. Sadece kendi gibi düşünenlerin sesi oluyormuş başbakan dediğimiz. 


***


Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisini bilirsiniz değil mi? Hani yeme içme seks uyku gibi olmazsa olmazlardan sonra güvenlik ihtiyacı gelir. Ben o ihtiyacımı karşılayamıyorum işte, kendimi güvende hissetmiyorum. Etrafımda da bu halimle gurur duyan insanlar istemiyorum, evet.