Papers by Abdüllatif Tüzer
The journal of academic social science studies, 2013
Muhammed Iqbal is the most leading and eminent Muslim entellectual, thinker, poet and politician ... more Muhammed Iqbal is the most leading and eminent Muslim entellectual, thinker, poet and politician of twentieth century. We find his prominence, with regard to especially his entellectual character, in his major project: Reconstruction and Modernisation of Islam. Though Islam is potentially capable of constructing a great civilization, Muslims in modern era are miserable and on the brink of collapse and grave. Ikbal's ideal, however, is construction of a great and majestic civilization of union as Islamically oriented and identified. He finds the West as inadequate to generate the union of humankind. Because the western individual is self-centered, self-interested, profane and unfriendly to spiritual virtues and values. The West, therefore, has led human being into a spiritual ve moral decline. Muslim self has been exceedingly weakened due to its failure of properly understanding Islam and inability of fully and completely making use of possibilities Islam has. So Ikbal sets out to establish a powerful civilization of union with a view to fortifying the selves which are supposed to be the constitutives of the union. It depends on, before all else, giving up the imitation of the West, importing of the principles, values and methods which rendered the West powerful and showing the fact that they are essentially Islamic and from Islam in their * Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir.
Dini araştırmalar, Jun 1, 2003
Beytulhikme : An International Journal of Philosophy, Jun 30, 2013
Din ile felsefe arasinda dusunce tarihi boyunca varligini hissettirmis olan gerginlik ve husumet,... more Din ile felsefe arasinda dusunce tarihi boyunca varligini hissettirmis olan gerginlik ve husumet, Aydinlanma felsefesi ve cagdas felsefeyle birlikte had safhaya ulasmistir. Bu gerginlik her iki taraf acisindan karsilikli birbirini tanimama, yetersiz bulma ve hatta zararli addedilerek reddetmeyle giderek siddetlenmistir. Dini dogal nedenlere indirgeyen ya da bilimsel ve felsefi gerekcelerle reddeden materyalist, pozitivist ve ateist karakterli dusunurler bu catismanin iyice koruklenmesine sebep olmuslardir. Aslinda mesele, siyasi, toplumsal, ekonomik, hukuki, ahlâki, estetik ve epistemolojik alanda kimin otorite olacaginin ve bireyi ve toplumu kimin sekillendirmesi gerektiginin kavgasidir. Bu kavgada, materyalist, pozitivist ya da ateist olmayan ve hatta bizatihi dindar/dinli olan ama bahsedilen alanlarda ve din alaninda bile aklin ve bilimin mutlak otorite olmasi gerektigine inanan dusunurler ayri bir kanadi olustururlar. Bu dusunurler de dini otoritelerce sevilmezler ve kendi dinlerini yaratmakla suclanirlar. Bu dusunurlerin nezdinde hakiki din, bilgi ve erdeme dayanan dindir. Calismamizda, bu dusunurlerin temsil ettigi rasyonel/dogal din anlayisini, agirlikli Spinoza'nin gorusleri baglaminda ele almaya calisacagiz.
DergiPark (Istanbul University), Jun 1, 2003
The journal of academic social science studies, 2015
Birçok Müslüman yazarın yazılarında Batıya ilişkin sık tekrarlanan bir yargı vardır: Batı bilim v... more Birçok Müslüman yazarın yazılarında Batıya ilişkin sık tekrarlanan bir yargı vardır: Batı bilim ve teknolojide güçlü ve gelişmiş olmakla birlikte ahlaken zayıf, bozuk ve geridir. Bu yargıdan da iki sonuç çıkarılır: 1) Batının bilim ve teknolojisini alalım ancak ahlakına geçit vermeyelim; 2) Batı bilim ve teknoloji medeniyetidir, İslam'la yücelen Doğu ise bir ahlak medeniyetidir. Dolayısıyla Batı bilim ve teknolojide Doğudan üstün iken Doğu ahlak ve maneviyatta Batıdan üstündür. Ne var ki Müslüman Doğunun Batıya örneklik edebilecek düzeyde üstün bir ahlak medeniyeti olduğu iddiası, felsefi bir eleştirinin konusu edildiğinde, oldukça naif ve zayıf bir iddiadır. Etik tarihi ya bireyi ya da toplumu merkeze/ön plana alan zengin tartışmalarla doludur. Ve güçlü bir ahlak medeniyetinin imkânı, birey-toplum paradoksunun/karşıtlığının sentezlenmesinde ve dengelenmesindedir. Zira aşırı bireycilik toplumun varlığı ve bekası için bir tehlike iken aşırı toplumculuk da bireysellik, özerklik, özgürlük ve farklılık için bir tehdittir. Batı rasyonellik, farklılık, özerklik, faydacılık, liberalizm ve benzeri görüşlerle bireyi önemserken Doğu birliğe, dine, maneviyata, otoriteye verdiği önemle çoğunlukla toplumcu bir tavır sergilemiştir. Batı zengin tartışmalarla farklılıkta birliği aramaya devam ederken Doğu hala birlikte farklılığı tesis edememiştir. Müslüman dünyanın böyle bir derdi de olmamıştır. İslam'da, farklılığı, özgürlüğü, özerkliği, eleştiriyi geliştiren bir söylem üretilmedikçe güçlü bir ahlak medeniyeti oluşturmak hayal olacaktır.
Beytulhikme : An International Journal of Philosophy, Dec 26, 2015
Undoubtedly today, Mehmet S. Aydın is the most prominent philosopher of religion in Turkey. It se... more Undoubtedly today, Mehmet S. Aydın is the most prominent philosopher of religion in Turkey. It seems to me that Prof. Aydın shows quite extreme rational, analytical, universalist and liberal approach in philosophizing. In a sense, with a rational and liberal spirit, he criticizes the tradition and religious texts and thus tries to resolve the difficulties in tradition through modernizing the religion. It is undoubtedly true that he has been considerably successful in his attempt and established an academic circle - even a tradition - comprising plenty of followers. To establish an ethical social order with liberal and rational character in which anyone, believer or unbeliever, is able to live freely as he wishes is his dream. It is not only a subjective dream but also what Koran seeks to realize. The realization of this dream, according to Aydın, depends on the demonstration of that Islam is a purely reason-based, universal and liberal religion to the extent that it makes no room fo...
FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sep 1, 2009
Din ile felsefe arasinda dusunce tarihi boyunca varligini hissettirmis olan gerginlik ve husumet,... more Din ile felsefe arasinda dusunce tarihi boyunca varligini hissettirmis olan gerginlik ve husumet, Aydinlanma felsefesi ve cagdas felsefeyle birlikte had safhaya ulasmistir. Bu gerginlik her iki taraf acisindan karsilikli birbirini tanimama, yetersiz bulma ve hatta zararli addedilerek reddetmeyle giderek siddetlenmistir. Dini dogal nedenlere indirgeyen ya da bilimsel ve felsefi gerekcelerle reddeden materyalist, pozitivist ve ateist karakterli dusunurler bu catismanin iyice koruklenmesine sebep olmuslardir. Aslinda mesele, siyasi, toplumsal, ekonomik, hukuki, ahlâki, estetik ve epistemolojik alanda kimin otorite olacaginin ve bireyi ve toplumu kimin sekillendirmesi gerektiginin kavgasidir. Bu kavgada, materyalist, pozitivist ya da ateist olmayan ve hatta bizatihi dindar/dinli olan ama bahsedilen alanlarda ve din alaninda bile aklin ve bilimin mutlak otorite olmasi gerektigine inanan dusunurler ayri bir kanadi olustururlar. Bu dusunurler de dini otoritelerce sevilmezler ve kendi dinle...
MİLEL VE NİHAL inanç, kültür ve mitoloji araştırmaları dergisi, 2015
Postmodernism is a settling accounts with modernism in the cause of diversity and freedom. Though... more Postmodernism is a settling accounts with modernism in the cause of diversity and freedom. Though modernist discourse was initially based on freedom and autonomy or self-government, it has eventually created a power that established dominance over individuals and did not allow of different subjectiveness. Behind the elimination of diversities and the loss of freedom lies the power and hegemony of Modern Subject. With the dismission of God, modern subject has got its power by acceding to the God's throne, and thereafter science and rational thinking was substitued for religion. But, as a result of the destruction of God by Nietzsche in La Gaya Scienza, modern subject has lost the ground and legitimacy of its existence, and it has been consequently dissolved into a plurality of nihilistic worlds that can be repeatedly created through unending different interpretations. The influence of Nietzsche's views on postmodernist thinkers is so great that they, just as Nietzsche, tend to stay away from both science and religon for the sake of diversity and freedom. And postmodernist thought naturally abominate God who has a transcendental being and a formative and absolute authority over individual, society and history. That is why postmodernism has inclined to a genuine atheism or a religion with no God.
The Journal of Academic Social Science Studies, 2015
Birçok Müslüman yazarın yazılarında Batıya ilişkin sık tekrarlanan bir yargı vardır: Batı bilim v... more Birçok Müslüman yazarın yazılarında Batıya ilişkin sık tekrarlanan bir yargı vardır: Batı bilim ve teknolojide güçlü ve gelişmiş olmakla birlikte ahlaken zayıf, bozuk ve geridir. Bu yargıdan da iki sonuç çıkarılır: 1) Batının bilim ve teknolojisini alalım ancak ahlakına geçit vermeyelim; 2) Batı bilim ve teknoloji medeniyetidir, İslam'la yücelen Doğu ise bir ahlak medeniyetidir. Dolayısıyla Batı bilim ve teknolojide Doğudan üstün iken Doğu ahlak ve maneviyatta Batıdan üstündür. Ne var ki Müslüman Doğunun Batıya örneklik edebilecek düzeyde üstün bir ahlak medeniyeti olduğu iddiası, felsefi bir eleştirinin konusu edildiğinde, oldukça naif ve zayıf bir iddiadır. Etik tarihi ya bireyi ya da toplumu merkeze/ön plana alan zengin tartışmalarla doludur. Ve güçlü bir ahlak medeniyetinin imkânı, birey-toplum paradoksunun/karşıtlığının sentezlenmesinde ve dengelenmesindedir. Zira aşırı bireycilik toplumun varlığı ve bekası için bir tehlike iken aşırı toplumculuk da bireysellik, özerklik, özgürlük ve farklılık için bir tehdittir. Batı rasyonellik, farklılık, özerklik, faydacılık, liberalizm ve benzeri görüşlerle bireyi önemserken Doğu birliğe, dine, maneviyata, otoriteye verdiği önemle çoğunlukla toplumcu bir tavır sergilemiştir. Batı zengin tartışmalarla farklılıkta birliği aramaya devam ederken Doğu hala birlikte farklılığı tesis edememiştir. Müslüman dünyanın böyle bir derdi de olmamıştır. İslam'da, farklılığı, özgürlüğü, özerkliği, eleştiriyi geliştiren bir söylem üretilmedikçe güçlü bir ahlak medeniyeti oluşturmak hayal olacaktır.
Beytulhikme An International Journal of Philosophy, 2015
The Journal of Academic Social Science Studies, 2013
Muhammed Iqbal is the most leading and eminent Muslim entellectual, thinker, poet and politician ... more Muhammed Iqbal is the most leading and eminent Muslim entellectual, thinker, poet and politician of twentieth century. We find his prominence, with regard to especially his entellectual character, in his major project: Reconstruction and Modernisation of Islam. Though Islam is potentially capable of constructing a great civilization, Muslims in modern era are miserable and on the brink of collapse and grave. Ikbal's ideal, however, is construction of a great and majestic civilization of union as Islamically oriented and identified. He finds the West as inadequate to generate the union of humankind. Because the western individual is self-centered, self-interested, profane and unfriendly to spiritual virtues and values. The West, therefore, has led human being into a spiritual ve moral decline. Muslim self has been exceedingly weakened due to its failure of properly understanding Islam and inability of fully and completely making use of possibilities Islam has. So Ikbal sets out to establish a powerful civilization of union with a view to fortifying the selves which are supposed to be the constitutives of the union. It depends on, before all else, giving up the imitation of the West, importing of the principles, values and methods which rendered the West powerful and showing the fact that they are essentially Islamic and from Islam in their * Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir.
Beytulhikme : An International Journal of Philosophy, 2015
Due to his theory of deontological ethic, Kant is regarded, in the history of philosophy, as one ... more Due to his theory of deontological ethic, Kant is regarded, in the history of philosophy, as one of the cornerstones of ethics, and it is said, as a rule, that he has an original theory of ethics in that he posited the idea of free and autonomous individual. However, when dug deeper into Kant"s ethics, and also if it is exactly compared with theological ethic, it is clearly seen that all he has accomplished was to make a copy of the theological ethic and to use such secular terms as reason, conscience, good will, moral law, categorical imperative, universalizability, summum bonum, ethico-civil state/universal religion of mere reason as a substitute for such key terms of religious ethics as God, prophet, for God"s sake, the Golden Rule, Divine command, Heaven, Kingdom of God without modifying the wording, content and logic of theological ethics. So, the notion of a subject or reason which pretends to be God has no sign of originality.
İnsan, Din ve Erdemlilik, 2022
Ruhun Sınır Bölgeleri: Zihnin Kutsal Bilimi Üzerine Düşünceler, 2019
Din ve Hayat Dergisi, 2019
Tasavvuf kelimesinin kökeniyle ilgili olarak tasavvufi eserler çokça şey söylemiştir. Bu tür eser... more Tasavvuf kelimesinin kökeniyle ilgili olarak tasavvufi eserler çokça şey söylemiştir. Bu tür eserlerde sufiye "yün giyen", "suffa ehli", "saf olan", "Allah'a en yakın safta bulunan" kişi gibi anlamlar verildiğini görürüz. Sufi/tasavvuf teriminin kelime anlamıyla ilgili elimizde net ve ortak bir tanım olmasa da, Kuşeyri'nin dediği üzere, "Sufiler taifesi, mahiyetlerini tayin edecek bir lafız kıyasına ve iştikakı hak etmeye ihtiyaç hissetmeyecek kadar meşhurdu."1 Sufileri meşhur kılan haller ise, yün gibi hafif olma, ölmeden önce ölme (nefsi öldürme) ve Hak'ta baki olma, kalbi ve zihni benliğe ve bu dünyaya ait her tür bağ ve bağlılıklardan kurtarma (zühd ve fakirlik), her daim Allah zikri ve aşkı ile yanma, marifet ve güzel ahlaktır. Bu hallere sahip bir sufiler taifesinin ortaya çıkmasına sebep olan şey ise muhtemelen, Hz. Peygamberin vefatından sonra ümmetin içine düştüğü fitne ve belalar, savaşlar, özellikle Emevi hilafetinde gemi azıya almış sefahat, şatafat, israf, lüks, adaletsizlik ve tahakkümdür. Sufiler bir yandan gittikçe uzaklaşılan kökteki İslami hayat idealine, yani Hz. Peygamber döneminin zühd, takva ve vera'ına dönüşü temsil ederlerken bir yandan da adaletsizliğe, sefahate ve şatafata karşı nefsi öldürüp Allah'a mutlak manada bağlanarak-alçak ve rezil dünyayı kargalara terkederek-pasif bir muhalefet geliştirmişlerdir. 2 Zaman zaman sufilerin sergiledikleri derin dindarlık ve bilgelik ile izhar ettikleri vicdani/ahlaki kaygı ve tenkitler kimi otoritelerce bir meydan okuma olarak algılansa da muhalefetleri pasif olarak sürdüğü ve aleyhte faaliyetleri bulunmadığı sürece hoş görülen ve saygı duyulan marjinaller olarak varlıklarını ve yaşayışlarını sürdürmüşlerdir. Ancak zamanla tasavvufi hayatın seyrinde görülen ahlaki ve itikadi yozlaşma ile Hint ve İran'ın ezoterik düşünce ve yaşantısının İslam'a bulaşmasıyla (özellikle Hintli Ebu Ali el-Sindi'den fena öğretisini alan Bistami ile) birlikte sufilere karşı ciddi bir mukavemetin başladığını ve bu sürecin zamanla sürgün, işkence ve idama kadar uzandığını görürüz. Tepkinin sebebi iyi gözle bakarsak ahlaki ve itikadi farklılaşmanın getirdiği çoğulculuk, kötü gözle bakarsak ahlaki ve itikadi yozlaşmanın yarattığı nihilizm ve anarşidir. Kuşeyri'nin Risale'yi kaleme almasının sebebi de bu bahsettiğimiz ahlaki ve itikadi farklılaşma ya da yozlaşmadan başka bir şey değildir. Onun sözleriyle; Bu taifeye mensup olan hakiki sufilerin çoğu yok olup gitmişlerdir. Şu içinde bulunduğumuz zamanda bu zümrenin kendisi değil, sadece eserleri kalmıştır.. . Şimdi sufiler şekil ve kıyafet bakımından eski sufilere benziyor ama ruh ve muhteva bakımından başkalaşmışlardır. Tasavvuf yolunda bir duraklama ve gevşeme baş göstermiştir. Daha doğrusu bu yol hakiki manasıyla yok olup gitmiştir. Kendileriyle hidayete ulaşılan şeyhler vefat edip gitmiş, şeyhlerin gidişatına ve adetlerine tabi olan gençler azalmış, vera kaybolmuş, vera sergisi dürülmüş, tamah kuvvetlenmiş, ihtirasın kökleri ve bağları güçlenmiştir. Şeriata hürmet hissi kalplerden zail
Din ve Hayat Dergisi Sayı 37 Yıl 2019 İrfan ve Tasavvuf, 2019
İnsanı en güzel surette yaratmış ve ona yeryüzünü imar vazifesi vermiş olan Rabbimiz, insanın ayn... more İnsanı en güzel surette yaratmış ve ona yeryüzünü imar vazifesi vermiş olan Rabbimiz, insanın aynı zamanda iyiye, güzele talip olmasını ve çevresini güzelleştirmesini de istemiştir. Bu mânâda, özünde insanın kalp ve gönül huzurunu esas alan Tasavvuf ise insandan başlayıp yine insana doğru devam eden bir gönüller yapma hareketidir.
Dini Tecrübe ve Mistisizm, 2006
Bir Varoluşçunun İman Savunusu, 2006
Uploads
Papers by Abdüllatif Tüzer