Papers by Prof. Dr. M. Esat Harmancı
turkishstudies.net
ÖZET On sekizinci yüzyıl Avrupasında olduğu gibi Türk modernleşmesinde de sosyo-politik bir örgüt... more ÖZET On sekizinci yüzyıl Avrupasında olduğu gibi Türk modernleşmesinde de sosyo-politik bir örgütlenme tarzı olan devlet yapılanmasında millî kültür inşası önemli bir rol oynar. Bu süreçte edebiyat, bir kültür aracı olması dolayısıyla ve toplumların dönüştürülmesinde ...
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 2011
Journal of International Social Research, 2020
Öz Melamet doktrinli tipler, Osmanlı edebi metinleri için renkli motiflerdir. Elif Abdal anlatısı... more Öz Melamet doktrinli tipler, Osmanlı edebi metinleri için renkli motiflerdir. Elif Abdal anlatısı, 16. Yüzyılda İran coğrafyasında ortaya çıkmış bir budala derviş hikâyesidir. İlk kez İranlı şair Zuhûrî'nin yazdığı bu anlatı, 17. yüzyıl sonunda ve 20. Yüzyıl başında iki çevrirİ ile Türkçeye kazandırılmıştır. Her iki çevirinin dönemsel koşullarda farklılıklar arz ettiği görülmektedir. Mütercim farkı dışında, dönemsel algının da etkili olduğu bu çeviri metinler arasındaki farklılıkların çeşitli nedenlerden ortaya çıkmaktadır. Bugün için sansür ya da otokontrol sayılan kamuoyu denetimi ya da değişen ahlak yapısı kadar önemli olan şey, tipleşen karakterlerin de dönüşümüdür. Nefsine uyduğu için başına iş açan budala Elif Abdal serüveni, öğretici olmaktan çok eğlendirici bir anlatıdır. Makalede, İran ya da Türk her iki toplum için aykırı bir tipin bir anlatıda, mizahi anlatısı ele alınmakta, dönemsel olarak ahlaki bir denetimin mizahı da denetlediğine işaret edilmektedir.
CEFÂYÎ’NİN RİZE ŞEHRENGİZİ, 2018
Alevilik Araştırmaları Dergisi, 2014
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2020
Osmanlı medeniyetinin söze yansıması şeklinde tezâhür eden klâsik Türk edebiyatı; ait olduğu devr... more Osmanlı medeniyetinin söze yansıması şeklinde tezâhür eden klâsik Türk edebiyatı; ait olduğu devrin sosyal ve siyasal
yaşantısını, sanatsal ve kültürel zevklerini, geleneğin ortak kabullerini, hayâl incelikleriyle örülü söz ve mânâ oyunlarıyla süsleyerek
belâgatın zirvesinden seslenen ve asırlarca hüküm süren köklü bir gelenektir. Bu edebiyat geleneğini tanımlayan, diğer bir deyişle
neredeyse klâsik Türk edebiyatı adı ile özdeş hâle gelen eserler dîvânlar olsa da; şiir meclislerinin en rağbet gören şiirlerinin bir araya
getirildiği şiir mecmûaları da kıymeti aslında saklı eserlerdendir. Zîra tertip edildikleri devrin “kırk ambarı” olarak anılan bu
mecmûalardan, dîvân tertip etmeye ömrü yetmeyen ya da şiirleri henüz dîvân oluşturacak hacme erişmeyen, dîvânı olduğu hâlde bazı
şiirlerine çeşitli sebeplerle söz konusu eserinde yer vermeyen şâirlerin şiirlerini tespit etmek mümkündür.
Altı yüz yıllık zengin ve köklü edebiyat geleneğinin halkalarına dîvânların ardı sıra eklenen şiir mecmûaları, günümüzün şiir
antolojileri hüviyetiyle farklı coğrafyalarda yaşayan, memleketleri, meslekleri, inanç dünyaları ve kültürel zevkleri birbirinden farklı
olan onlarca şâiri ve onların yüzlerce şiirini ihtivâ ederken söz konusu mecmûaların derleyicileri kendi edebî zevkleri doğrultusunda
oluşturdukları bu seçkilere sanatsal kimliklerini de dahil etmişlerdir. Bu çalışmada, sözü edilen sanatsal kimliğin izi sürülerek bir şiir
mecmûası derleyicisinin tasarrufları, tercihleri, beğenileri ve edebî zevkinin husûsiyetleri ortaya çıkarılacak; bir meşhûrun
bilinmezlerinin kapıları aralanmaya çalışılacaktır. Bugüne kadar şiir mecmûaları ile ilgili yapılan çalışmalarda derleyicinin kimliği ile
ilgili bir dikkat geliştirilmemesi ve derleyiciye dâir notların bir iki cümle ile geçiştirilmesi bu çalışmanın temel sorunsalı olurken bu
çalışma ile ortaya konacak tespit ve değerlendirmelerin bundan sonra yapılacak çalışmalara örnek teşkîl etmesi amaçlanmaktadır.
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi , 2020
Melamet doktrinli tipler, Osmanlı edebi metinleri için renkli motiflerdir. Elif Abdal anlatısı, 1... more Melamet doktrinli tipler, Osmanlı edebi metinleri için renkli motiflerdir. Elif Abdal anlatısı, 16. Yüzyılda İran
coğrafyasında ortaya çıkmış bir budala derviş hikâyesidir. İlk kez İranlı şair Zuhûrî’nin yazdığı bu anlatı, 17. yüzyıl
sonunda ve 20. Yüzyıl başında iki çevrirİ ile Türkçeye kazandırılmıştır. Her iki çevirinin dönemsel koşullarda farklılıklar
arz ettiği görülmektedir. Mütercim farkı dışında, dönemsel algının da etkili olduğu bu çeviri metinler arasındaki
farklılıkların çeşitli nedenlerden ortaya çıkmaktadır. Bugün için sansür ya da otokontrol sayılan kamuoyu denetimi ya
da değişen ahlak yapısı kadar önemli olan şey, tipleşen karakterlerin de dönüşümüdür. Nefsine uyduğu için başına iş
açan budala Elif Abdal serüveni, öğretici olmaktan çok eğlendirici bir anlatıdır. Makalede, İran ya da Türk her iki toplum
için aykırı bir tipin bir anlatıda, mizahi anlatısı ele alınmakta, dönemsel olarak ahlaki bir denetimin mizahı da
denetlediğine işaret edilmektedir.
Mazmundan Poetikaya, 2020
Hikmet Özdemir Armağanı, 2019
Kesin olarak nerede ve ne zaman doğduğunu bilmemekle birlikte on dördüncü yüzyılda Orta Asya'dan ... more Kesin olarak nerede ve ne zaman doğduğunu bilmemekle birlikte on dördüncü yüzyılda Orta Asya'dan göçüp Anadolu'ya yerleşen Türkmen şeyhlerinden Baba Sultan'ın gönül erlerinden olan Şeyh Hamza Baba'dan, bugün için kesin olarak emin olduğumuz iki miras kalmıştır. İzmir'in Kemalpaşa ilçesi Hamza baba köyünde bulunan ve II. Murad zamanında yeniden imar edilen türbe ve sözlü olarak varlığından bahsedilip bir türlü ortaya çıkmayan dört yazma eseridir. Süleymaniye Kütüphanesi Aşir Efendi Bölümü'nde bulunan bir yazmada sırasıyla aynı kâtibin kaleminden H. 997/M. 1588-89'da istinsah edilmiş olan nüshada Makâmât-ı Evliyâ, Tasavvuf Risâlesi, adı belirtilmemiş küçük bir tasavvuf eseri ve Dîvân bulunmaktadır. Genel olarak nasihatname türündeki mensur bu üç eser, örnek hikâyeler üzerinden dinî ve tasavvufî öğretileri içerir. Dîvân ise sade bir Türkçe ile Hamza mahlasını kullanan Hamza Baba'nın hece ile yazılmış tasavvuf temalı şiirlerinden oluşur.
Tasavvuf tarihi boyunca bir zühd yolu olarak en başından beri tartışılan ve tasavvufun kurumsalla... more Tasavvuf tarihi boyunca bir zühd yolu olarak en başından beri tartışılan ve tasavvufun kurumsallaşması süreçlerinde melâmet kavramı ile karşılanan doktrin, hicretin üçüncü asrından beri farklı kavramlarla karşılanmıştır. Fütüvvet, uhuvvet ve melâmetin çoğu zaman farklı kavramlar ve özellikle de farklı kurumlar olarak kullanılması tarihi süreçte belirgin olan bu aynîliği gölgede bırakmıştır. Son on yılların mezhep ve meşrep ekseninde şekillenen tarikat ve zühd arayışlarının fazlaca gösterişçi yorumcuları da konuyu özellikle melâmetin dar ve değersizleştirilmiş bir Kalenderî zümresine özgü kılınması üzerinden ele almışlardır. Bu yazı, bir zühd yolu olan melâmetin ilk ortaya çıktığı yıllarda karşıladığı anlamları ve kavramın o dönemde tartışılan çağrışımlarını ele almaktadır.
On sekizinci yüzyıl Avrupasında olduğu gibi Türk modernleşmesinde de sosyo-politik bir örgütlenme... more On sekizinci yüzyıl Avrupasında olduğu gibi Türk modernleşmesinde de sosyo-politik bir örgütlenme tarzı olan devlet yapılanmasında millî kültür inşası önemli bir rol oynar. Bu süreçte edebiyat, bir kültür aracı olması dolayısıyla ve toplumların dönüştürülmesinde gördüğü işlev sebebiyle millî kültür ile doğal bir ilişki içinde olur. İmparatorluk sonrasında milli bir devlet için milli bir kültür gerekliliği bir doktrin halinde kabul görür. Bu yapılanmada öncelikli görevi de kültür tarihi yazarları alır. Bu bakış açısı ile de Osmanlı tarihi ve edebiyatına yönelik politik değerlendirmeler uzunca süre etkisini sürdürür. Türk modernleşmesi bir türlü özgüven kazanıp kültür alanına yönelik tarafsız ve soğukkanlı değerlendirmeleri henüz başaramaz. Cumhuriyet sonrası ulusal kültür inşacılarının başında yer alan edebiyat tarihi yazarlarının ortaya koyduğu sınıflandırmalar değişen konjonktüre rağmen hala etkisini sürdürmektedir. Gelinen noktada, kültürün bir bütün olduğunu, millet olmanın bir gereği olarak tarih boyunca dinamizmini koruduğunu, kurumsallaşma süreçlerinden sonra kendi estetik dünyasını oluşturduğunu kabullenme gereği kaçınılmaz olmuştur. Bu makalede, kolektif kimlik oluşumunda esas görev alan edebî ürünlerin konjonktüre göre politik bir araç olarak kullanılıp kullanılmadığı vurgulanmaya çalışılacaktır.
Kurumsal ve mektepli klasik edebiyat araştırmacılığından bugüne kadar adından en çok bahsettiğimi... more Kurumsal ve mektepli klasik edebiyat araştırmacılığından bugüne kadar adından en çok bahsettiğimiz terim ya da kavramların başında "mazmun" olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Özellikle divanlar ve tezkirelerde örnek beyitler ve tanım sayılacak ifadelerden mazmunun terimleşme süreci izlenmeye çalışıldı. Konu üzerinde çalışan Cumhuriyet dönemi araştırmacılarının yaptığı tanımların ve verdiği örneklerin değerlendirilmesi sonucunda mazmunun bugün için hak ettiği adlandırmaya henüz kavuşmamış olduğu görülmüştür. Farklı dönemlerde ve farklı coğrafyalarda, üzerinde uzlaşılmış manifestolar çevresinde şekillenmeyen, nazirelerle uyum sağlayarak yeniyi üretirken eskiye bağlı kalmaya çalışan klasik şair, mana ve mazmun ilişkisinde tutarlı davranmamıştır. Birinin diğerinin yerini karşıladığı durumlara sıklıkla rastlanmakta ise de mana, şiirde estetiği ve lirizmi hazırlayan bütün içyapıları kapsayan temel bir amaç olarak algılanmıştır. Tüm zamanlarda yolculuk, hep daha güzele yöneldiği için şiir söz konusu olduğunda da lafızla oluşan biçimsel estetiklerin evrimi sonucu, simge ya da semboller diline ve daha sonra da daha kesif bir estetik öğe olan imgelerden oluşan soyut bir iç disipline ulaşılmıştır. Klasik edebiyat da söz odağında, daha çok içe dönük, manaya, zihinsel olana, çağrışıma ve imaya yönelik imgesel anlatısını oluşturmuştur. Çağdaş edebiyat bilimi estetik araçlarının da yardımı ile klasik dönem şairlerinin ve araştırmacılarının verdikleri örnekler üzerinden mazmunun imge karşılığı işlev gören ve kimi şairler elinde üç boyutlu bir manzaraya dönüşen tablolar olduğu anlatılmaya çalışılmıştır.
Journal of Turkish Studies
On sekizinci yüzyıl Avrupasında olduğu gibi Türk modernleşmesinde de sosyo-politik bir örgütlenme... more On sekizinci yüzyıl Avrupasında olduğu gibi Türk modernleşmesinde de sosyo-politik bir örgütlenme tarzı olan devlet yapılanmasında millî kültür inşası önemli bir rol oynar. Bu süreçte edebiyat, bir kültür aracı olması dolayısıyla ve toplumların dönüştürülmesinde gördüğü işlev sebebiyle millî kültür ile doğal bir ilişki içinde olur. İmparatorluk sonrasında milli bir devlet için milli bir kültür gerekliliği bir doktrin halinde kabul görür. Bu yapılanmada öncelikli görevi de kültür tarihi yazarları alır. Bu bakış açısı ile de Osmanlı tarihi ve edebiyatına yönelik politik değerlendirmeler uzunca süre etkisini sürdürür. Türk modernleşmesi bir türlü özgüven kazanıp kültür alanına yönelik tarafsız ve soğukkanlı değerlendirmeleri henüz başaramaz. Cumhuriyet sonrası ulusal kültür inşacılarının başında yer alan edebiyat tarihi yazarlarının ortaya koyduğu sınıflandırmalar değişen konjonktüre rağmen hala etkisini sürdürmektedir. Gelinen noktada, kültürün bir bütün olduğunu, millet olmanın bir gereği olarak tarih boyunca dinamizmini koruduğunu, kurumsallaşma süreçlerinden sonra kendi estetik dünyasını oluşturduğunu kabullenme gereği kaçınılmaz olmuştur. Bu makalede, kolektif kimlik oluşumunda esas görev alan edebî ürünlerin konjonktüre göre politik bir araç olarak kullanılıp kullanılmadığı vurgulanmaya çalışılacaktır.
Uploads
Papers by Prof. Dr. M. Esat Harmancı
yaşantısını, sanatsal ve kültürel zevklerini, geleneğin ortak kabullerini, hayâl incelikleriyle örülü söz ve mânâ oyunlarıyla süsleyerek
belâgatın zirvesinden seslenen ve asırlarca hüküm süren köklü bir gelenektir. Bu edebiyat geleneğini tanımlayan, diğer bir deyişle
neredeyse klâsik Türk edebiyatı adı ile özdeş hâle gelen eserler dîvânlar olsa da; şiir meclislerinin en rağbet gören şiirlerinin bir araya
getirildiği şiir mecmûaları da kıymeti aslında saklı eserlerdendir. Zîra tertip edildikleri devrin “kırk ambarı” olarak anılan bu
mecmûalardan, dîvân tertip etmeye ömrü yetmeyen ya da şiirleri henüz dîvân oluşturacak hacme erişmeyen, dîvânı olduğu hâlde bazı
şiirlerine çeşitli sebeplerle söz konusu eserinde yer vermeyen şâirlerin şiirlerini tespit etmek mümkündür.
Altı yüz yıllık zengin ve köklü edebiyat geleneğinin halkalarına dîvânların ardı sıra eklenen şiir mecmûaları, günümüzün şiir
antolojileri hüviyetiyle farklı coğrafyalarda yaşayan, memleketleri, meslekleri, inanç dünyaları ve kültürel zevkleri birbirinden farklı
olan onlarca şâiri ve onların yüzlerce şiirini ihtivâ ederken söz konusu mecmûaların derleyicileri kendi edebî zevkleri doğrultusunda
oluşturdukları bu seçkilere sanatsal kimliklerini de dahil etmişlerdir. Bu çalışmada, sözü edilen sanatsal kimliğin izi sürülerek bir şiir
mecmûası derleyicisinin tasarrufları, tercihleri, beğenileri ve edebî zevkinin husûsiyetleri ortaya çıkarılacak; bir meşhûrun
bilinmezlerinin kapıları aralanmaya çalışılacaktır. Bugüne kadar şiir mecmûaları ile ilgili yapılan çalışmalarda derleyicinin kimliği ile
ilgili bir dikkat geliştirilmemesi ve derleyiciye dâir notların bir iki cümle ile geçiştirilmesi bu çalışmanın temel sorunsalı olurken bu
çalışma ile ortaya konacak tespit ve değerlendirmelerin bundan sonra yapılacak çalışmalara örnek teşkîl etmesi amaçlanmaktadır.
coğrafyasında ortaya çıkmış bir budala derviş hikâyesidir. İlk kez İranlı şair Zuhûrî’nin yazdığı bu anlatı, 17. yüzyıl
sonunda ve 20. Yüzyıl başında iki çevrirİ ile Türkçeye kazandırılmıştır. Her iki çevirinin dönemsel koşullarda farklılıklar
arz ettiği görülmektedir. Mütercim farkı dışında, dönemsel algının da etkili olduğu bu çeviri metinler arasındaki
farklılıkların çeşitli nedenlerden ortaya çıkmaktadır. Bugün için sansür ya da otokontrol sayılan kamuoyu denetimi ya
da değişen ahlak yapısı kadar önemli olan şey, tipleşen karakterlerin de dönüşümüdür. Nefsine uyduğu için başına iş
açan budala Elif Abdal serüveni, öğretici olmaktan çok eğlendirici bir anlatıdır. Makalede, İran ya da Türk her iki toplum
için aykırı bir tipin bir anlatıda, mizahi anlatısı ele alınmakta, dönemsel olarak ahlaki bir denetimin mizahı da
denetlediğine işaret edilmektedir.
yaşantısını, sanatsal ve kültürel zevklerini, geleneğin ortak kabullerini, hayâl incelikleriyle örülü söz ve mânâ oyunlarıyla süsleyerek
belâgatın zirvesinden seslenen ve asırlarca hüküm süren köklü bir gelenektir. Bu edebiyat geleneğini tanımlayan, diğer bir deyişle
neredeyse klâsik Türk edebiyatı adı ile özdeş hâle gelen eserler dîvânlar olsa da; şiir meclislerinin en rağbet gören şiirlerinin bir araya
getirildiği şiir mecmûaları da kıymeti aslında saklı eserlerdendir. Zîra tertip edildikleri devrin “kırk ambarı” olarak anılan bu
mecmûalardan, dîvân tertip etmeye ömrü yetmeyen ya da şiirleri henüz dîvân oluşturacak hacme erişmeyen, dîvânı olduğu hâlde bazı
şiirlerine çeşitli sebeplerle söz konusu eserinde yer vermeyen şâirlerin şiirlerini tespit etmek mümkündür.
Altı yüz yıllık zengin ve köklü edebiyat geleneğinin halkalarına dîvânların ardı sıra eklenen şiir mecmûaları, günümüzün şiir
antolojileri hüviyetiyle farklı coğrafyalarda yaşayan, memleketleri, meslekleri, inanç dünyaları ve kültürel zevkleri birbirinden farklı
olan onlarca şâiri ve onların yüzlerce şiirini ihtivâ ederken söz konusu mecmûaların derleyicileri kendi edebî zevkleri doğrultusunda
oluşturdukları bu seçkilere sanatsal kimliklerini de dahil etmişlerdir. Bu çalışmada, sözü edilen sanatsal kimliğin izi sürülerek bir şiir
mecmûası derleyicisinin tasarrufları, tercihleri, beğenileri ve edebî zevkinin husûsiyetleri ortaya çıkarılacak; bir meşhûrun
bilinmezlerinin kapıları aralanmaya çalışılacaktır. Bugüne kadar şiir mecmûaları ile ilgili yapılan çalışmalarda derleyicinin kimliği ile
ilgili bir dikkat geliştirilmemesi ve derleyiciye dâir notların bir iki cümle ile geçiştirilmesi bu çalışmanın temel sorunsalı olurken bu
çalışma ile ortaya konacak tespit ve değerlendirmelerin bundan sonra yapılacak çalışmalara örnek teşkîl etmesi amaçlanmaktadır.
coğrafyasında ortaya çıkmış bir budala derviş hikâyesidir. İlk kez İranlı şair Zuhûrî’nin yazdığı bu anlatı, 17. yüzyıl
sonunda ve 20. Yüzyıl başında iki çevrirİ ile Türkçeye kazandırılmıştır. Her iki çevirinin dönemsel koşullarda farklılıklar
arz ettiği görülmektedir. Mütercim farkı dışında, dönemsel algının da etkili olduğu bu çeviri metinler arasındaki
farklılıkların çeşitli nedenlerden ortaya çıkmaktadır. Bugün için sansür ya da otokontrol sayılan kamuoyu denetimi ya
da değişen ahlak yapısı kadar önemli olan şey, tipleşen karakterlerin de dönüşümüdür. Nefsine uyduğu için başına iş
açan budala Elif Abdal serüveni, öğretici olmaktan çok eğlendirici bir anlatıdır. Makalede, İran ya da Türk her iki toplum
için aykırı bir tipin bir anlatıda, mizahi anlatısı ele alınmakta, dönemsel olarak ahlaki bir denetimin mizahı da
denetlediğine işaret edilmektedir.
etkisinde şekillenmiştir. Sözlü kültürün ve henüz kurumsallaşma öncesi inanç düzeninin etkisi de söz konusu
edildiğinde, Anadolu’da kendine özgü bir edebi dil ortaya
çıkmış oldu. İslam dinini göç sürecinde tanımış olan Türk
toplumu, tabiatına da uygun olan ezoterik yatkınlık
nedeniyle adına daha sonra tasavvuf diyeceğimiz bir duygu
dilini özümsemiştir. Bahsi geçen İslamlaşma ve Batıya
doğru göç sürecinde, manevi hava Melâmet merkezli bir
maneviyat ekseninde şekillenmekte idi. Anadolu’daki
öncülere bakıldığında ilk edebi üretim yapan sanatçıların
hemen hepsinin Melâmet meşrepli aşk anlayışını dile
getirdikleri görülür. Zamanla Anadolu’ya özgü hale gelen
bu gezginci dervişliğin en yetkin temsilcilerinden biri de
Kaygusuz Abdâl’dır. Bu makalede, eserlerinden hareketle
Kaygusuz’un Melâmet algısı üzerinde durulacak ve
eserlerine yansıması ele alınacaktır. Erkan ve doktrin
açısından Anadolu Melâmîliği bağlamında Kaygusuz
Abdâl’ın yeri ve önemi üzerinde durulacaktır. Melâmet
doktrinine uygun düşen anahtar kavramlar üzerinden
Kaygusuz’un Melâmete yaklaşımı ve kendine özgü söylemi
ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır