Bu makale Andrey Tarkovski’nin Stalker filmine odaklanırken; Tarkovski sineması, varoluşçuluk ve ... more Bu makale Andrey Tarkovski’nin Stalker filmine odaklanırken; Tarkovski sineması, varoluşçuluk ve queer teori gibi birbirinden farklı görünen üç dinamiğin ‘normal’ olarak tanımlananın dışında kalma hali üzerinden ortaklaştığı boyutların neler olabileceğini sorgulamaktadır. Bunu yaparken ‘güçsüzlük’, ‘zayıflık’ ve ‘başarısızlık’ gibi kavramların sorgulanışına odaklanan metin, varoluşçulukla ve queer teoriyle ilgili eserlere ve Tarkovski’nin aynı konulardaki söylemlerine odaklanarak aralarındaki benzerliklere dikkat çekmektedir. Böylece Stalker filmi hem sosyolojik hem de felsefi açıdan ve kesişimsel bir yaklaşımla ele alınmış, filmin ana karakteri olan İzsürücü’nün ve esasında genel olarak naifliğin ve ‘kaybeden’ olmanın queer yapısı, tartışmanın merkezinde bulunan başarı kriterlerine yönelik eleştirel bir yaklaşımla incelenmiştir. Makale, varoluşçuluk ve güç ilişkileri arasındaki karmaşık ilişkiyi bu film örneği üzerinden ve Tarkovski sinemasının sosyolojik ve felsefi gücüne ve günde...
Bu metinde Çanakkale Savaşı'yla ilgili tarihsel anlatıdaki değişim ve yoğunlaşma, konunun Türkiye... more Bu metinde Çanakkale Savaşı'yla ilgili tarihsel anlatıdaki değişim ve yoğunlaşma, konunun Türkiye'de neoliberal devletin inşa ediliş süreciyle olan ilişkisi çerçevesinde incelenmektedir. Konuyla ilgili tartışma Wacquant`in sentor devlet (centaur state) kavramsallaştırması üzerinden yürütülmekte ve Çanakkale Savaşı vurgusunun günümüz Türkiye'sinin neoliberal ihtiyaçlarına nasıl hizmet ediyor olabileceği sorgulanmaktadır. Bu arka plan çerçevesinde metinde güncel Çanakkale Savaşı anlatısının; Batı karşıtı ideolojileri destekleme, düşman yaratma ve hakim rejime destek toplayıcı bir araç olarak kullanılma işlevleri ele alınmıştır. Bunun yanı sıra, söz konusu eğilimin, savaşın yer aldığı kente, yani Çanakkale'ye olan toplumsal ve mekânsal etkilerine değinilmiştir. Çalışmada, Wacquant'ın kapatma (incarceration) vurgusundan hareketle, 'ideolojik kapatma' olarak adlandırabileceğimiz bir kontrol biçiminden daha söz edebileceğimiz öne sürülmekte ve Türkiye örneği üzerinden ele alınan bu tür bir ideolojik kapatmanın, tarihsel referansların ele alınma ve kitlelere yansıtılma biçimiyle olan olası ilişkisine dikkat çekilmektedir. Metnin genel amacı, tarihin kitlelere yansıtılışı ile iktidar ilişkileri arasındaki etkileşimleri yerel bir örnek üzerinden ve neoliberalizm tartışmaları çerçevesinde sorgulamaktır.
Türkiye'de ve dünya genelinde yaşanan çevresel ve toplumsal sorunların yadsınamaz düzeye ulaştığı... more Türkiye'de ve dünya genelinde yaşanan çevresel ve toplumsal sorunların yadsınamaz düzeye ulaştığı bir çağa tanıklık etmekteyiz. Bu çağın tarihsel arka planına bakıldığında, onun en temel özelliklerinden birinin, sınırları Batılı, eril, burjuva gibi niteliklerle belirlenmiş bir kurucu öznenin, kendisi dışında kalan ve onun karşıtı olarak konumlanan 'öteki' unsurlara yönelik tahakkümü olduğu görülür. Bu tahakküm kadın, doğa, azınlıklar ve diğer tüm ötekileştirilenler üzerindeki hakimiyetini yüzyıllardır sürdürmek adına her birine telafisi son derece güç düzeyde zarar vermektedir. Kadına yönelik şiddet her geçen gün daha fazla artmakta, doğa üzerindeki tahribat ise geri dönüşü olmayacak boyutlara ulaşmaktadır. Bu tahakküm; doğanın ve onunla özdeşleştirilen kadının, insanın (esasen erkeğin) hizmetine sunulmuş köleler olarak algılanmasına neden olan indirgemeci ve düalist tarihsel kabullerin izlerini taşımaktadır. Söz konusu kabullerin halen hüküm sürdüğü günümüzde, konunun sosyal bilimler alanında ele alınmasının önem taşıdığı düşünülmektedir. Bu çerçevede bu metinde, konuyu kadın ve doğa üzerindeki eşanlı tahakküme odaklanarak ve tahakküm sorununa bu iki ana problemi de aşan bir kapsayıcılıkta yer açarak irdeleyen ekofeminist yaklaşımın bazı temel izleklerine değinilmesi, bu yolla hakkında yeterli Türkçe kaynağın bulunmadığı ekofeminist araştırma alanının tanıtımına katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
Trakya üniversitesi edebiyat fakültesi dergisi, Jul 25, 2019
In this work, we focus on the film Winter Sleep (2014) by Nuri Bilge Ceylan, whose works place sp... more In this work, we focus on the film Winter Sleep (2014) by Nuri Bilge Ceylan, whose works place special emphasis on various aspects of boredom. As one of the main figures in slow cinema, Ceylan, in this influential work of art, enable us to explore boredom through three main characters: Aydın (Haluk Bilginer), Nihal (Melisa Sözen) and Necla (Demet Akbağ). By taking a closer look at the film, we analyze both symbolism and the behavioral side of boredom as well as how the main characters, in our view, experience and represent distinct types of boredom. In this framework, we examine the issue of boredom and, sometimes, related despair as a result of social change. At the same time, this work partly concentrates on aspects of the socio-cultural structure of Turkey via the analysis of the main characters' suffering.
This paper examines the relation between nationalism and heteronormativity through the lens of he... more This paper examines the relation between nationalism and heteronormativity through the lens of hegemonic masculinity and shows how Turkish nationalism helps to construct the "normal" and thus strengthen heteronormative thinking in Turkish society. Utilizing in-depth interviews in Çanakkale with 16 men who carry the typical features of a privileged Turkish citizen-namely the ones self-identifying as Turkish, Sunni Muslim, heterosexual, and breadwinner-my aim in the paper is to reveal and comprehend attitudes toward non-heterosexual people in Turkey, to challenge the effect of the possible nationalist ideological tendencies on participants' discourses, and to explicate if such tendencies play a part in justifying their attitudes. I suggest that respondents' privileges are obtained in exchange for strict commitment to Turkish nationalistic values. These values not only define what constitutes "normal" but also determine and disparage anyone who deviates from such definition. Greater commitment to such values signals a more powerful heterosexual matrix and thus greater exclusion of queer people in Turkey.
English Title: On Anthony Giddens and the Theory of Structuration Abstract One of the biggest dil... more English Title: On Anthony Giddens and the Theory of Structuration Abstract One of the biggest dilemmas of social sciences is dualities like ‘structure-agency’ or ‘individual–society’. Therefore, more and more researchers have been trying to constitute a holistic theory which synthesises all these dualities. One of the most significant one of these figures is Anthony Giddens. With The Theory of Structuration, Giddens tries to handle the contributions of the both sides of the dilemma to the theory with their sui generis complementary parts. Purpose of this study is to prepare a suitable ground for a better understanding of this alternative perspective towards the dualism problem. Keywords : Individual; society; structure; agency; dualism; structuration; system Ozet Sosyal bilimler alaninin temel cikmazlarindan biri olarak gorulen ‘yapi–eylem’ ya da ‘birey–toplum’ ikililikleri ve onlarin toplumsal arastirmalar uzerinde yarattigi bolunmeler, son yuzyilda yogunlasan sentez calismalari ile giderilmeye calisilmis, gitgide daha fazla arastirmaci bu ikililikleri kapsayacak butuncul bakis acilari hakkinda kuramlar gelistirmeye baslamislardir. Bu arastirmacilarin en onemlilerinden biri olan Anthony Giddens, Yapilasma Teorisi ile soz konusu ikililik sorununu asmaya calisan diger dusunurlerden farkli olarak; dualist yaklasimlari, onlarin teoriye olan katkilarinin da hakkini verebilecek bir butunsellikte ele almayi amaclamaktadir. Bu yazinin amaci dualizm sorununa yonelik soz konusu alternatif bakis acisi uzerine bir degerlendirmede bulunmaktir.
This paper examines the relation between nationalism and heteronormativity through the lens of he... more This paper examines the relation between nationalism and heteronormativity through the lens of hegemonic masculinity and shows how Turkish nationalism helps to construct the “normal” and thus strengthen heteronormative thinking in Turkish society. Utilizing in-depth interviews in Çanakkale with 16 men who carry the typical features of a privileged Turkish citizen—namely the ones self-identifying as Turkish, Sunni Muslim, heterosexual, and breadwinner—my aim in the paper is to reveal and comprehend attitudes toward non-heterosexual people in Turkey, to challenge the effect of the possible nationalist ideological tendencies on participants’ discourses, and to explicate if such tendencies play a part in justifying their attitudes. I suggest that respondents’ privileges are obtained in exchange for strict commitment to Turkish nationalistic values. These values not only define what constitutes “normal” but also determine and disparage anyone who deviates from such definition. Greater commitment to such values signals a more powerful heterosexual matrix and thus greater exclusion of queer people in Turkey.
This article examines the emergence of Nobel Prize-winning Turkish scientist Aziz Sancar as a sci... more This article examines the emergence of Nobel Prize-winning Turkish scientist Aziz Sancar as a scientific persona model. After receiving the Nobel Prize in 2015, Sancar’s nationalistic tendencies and close relationship with incumbent Justice and Development Party (Adalet ve Kalkınma Partisi – AKP) leaders opened up a wide range of discussions on how a scientist’s relationship with politics should be intellectually interpreted. Focusing on the case of Aziz Sancar, this article examines the specific contextual conditions in which a scientist expresses his identity and how it is interpreted by the public. To this end, the aim of this work is to present an in-depth analysis of the discussions that took place in Ekşi Sözlük, a popular social media platform acting as an online forum in Turkey, and news from the national media and to scrutinize how a scientific persona is conceived in Turkey and how Aziz Sancar has been ‘de-scienticized’ in the heavy polarized Turkish political atmosphere.
Türkiye`de Neoliberal Devletin İnşa ve Muhafazasında Çanakkale Savaşı Söyleminin Rolü Üzerine Bir Tartışma, 2019
Bu metinde Çanakkale Savaşı’yla ilgili tarihsel anlatıdaki değişim ve yoğunlaşma, konunun Türkiye... more Bu metinde Çanakkale Savaşı’yla ilgili tarihsel anlatıdaki değişim ve yoğunlaşma, konunun Türkiye’de neoliberal devletin inşa ediliş süreciyle olan ilişkisi çerçevesinde incelenmektedir. Konuyla ilgili tartışma Wacquant`in sentor devlet (centaur state) kavramsallaştırması üzerin-den yürütülmekte ve Çanakkale Savaşı vurgusunun günümüz Türkiye’sinin neoliberal ihtiyaç-larına nasıl hizmet ediyor olabileceği sorgulanmaktadır. Bu arka plan çerçevesinde metinde güncel Çanakkale Savaşı anlatısının; Batı karşıtı ideolojileri destekleme, düşman yaratma ve hakim rejime destek toplayıcı bir araç olarak kullanılma işlevleri ele alınmıştır. Bunun yanı sıra, söz konusu eğilimin, savaşın yer aldığı kente, yani Çanakkale’ye olan toplumsal ve mekânsal etkilerine değinilmiştir. Çalışmada, Wacquant’ın kapatma (incarceration) vurgusundan hareket-le, ‘ideolojik kapatma’ olarak adlandırabileceğimiz bir kontrol biçiminden daha söz edebileceğimiz öne sürülmekte ve Türkiye örneği üzerinden ele alınan bu tür bir ideolojik kapatmanın, tarihsel referansların ele alınma ve kitlelere yansıtılma biçimiyle olan olası ilişkisine dikkat çekilmektedir. Metnin genel amacı, tarihin kitlelere yansıtılışı ile iktidar ilişkileri arasındaki etkileşimleri yerel bir örnek üzerinden ve neoliberalizm tartışmaları çerçevesinde sorgulamaktır.
Daily living activities of the residents of the neighborhoods mostly called ‘dangerous’ ‘ghettos... more Daily living activities of the residents of the neighborhoods mostly called ‘dangerous’ ‘ghettos’ differ from the rest of the city-dwellers in various aspects as might be expected. It can be said that one of the most distinct samples of them is seen in their relations with formal education system. Within this frame work, in this paper, it’s aimed to analyse the disadvantaged groups’ relations with educational field from the sociological perspective of Pierre Bourdieu. Especially, the concepts of habitus, field and capital are preferred to understand power relations which have an impact on educational field in a more relational way and to understand this power relations’ effect on daily living activities of disadvantaged groups. In this context, on the purpose of having a more concrete base for the discussion, some data gathered from various observations and interviews in Çanakkale Fevzipaşa neighbourhood – which is widely known as a Gypsy/Roma neighbourhood - was utilized and it wa...
In this work, we focus on the film Winter Sleep (2014) by Nuri Bilge Ceylan, whose works place sp... more In this work, we focus on the film Winter Sleep (2014) by Nuri Bilge Ceylan, whose works place special emphasis on various aspects of boredom. As one of the main figures in slow cinema, Ceylan, in this influential work of art, enable us to explore boredom through three main characters: Aydın (Haluk Bilginer), Nihal (Melisa Sözen) and Necla (Demet Akbağ). By taking a closer look at the film, we analyze both symbolism and the behavioral side of boredom as well as how the main characters, in our view, experience and represent distinct types of boredom. In this framework, we examine the issue of boredom and, sometimes, related despair as a result of social change. At the same time, this work partly concentrates on aspects of the socio-cultural structure of Turkey via the analysis of the main characters' suffering.
İdealkent: Journal of Urban Studies, 10 (26), pp. 340-373, 2019
In this paper, I examine why the Gallipoli War narrative has become increasingly important over t... more In this paper, I examine why the Gallipoli War narrative has become increasingly important over the last two decades, and how this visible tendency is related to the construction and protection of the neoliberal government in Turkey. I frame the discussion by utilizing Loïc Wacquant’s concept of the ‘centaur state’ and focus on how Gallipoli narratives meet the requirements of the neoliberal order in contemporary Turkey. Besides, I discuss the issue within the framework of its effect on the territory where the war took place; namely, Çanakkale. In this way, I seek to answer my research question by studying a local case and drawing on the scholarship on neoliberalism, as well as interrogating the relationship between the power relations and the way history is passed down from one generation to the next and from the state to the public. I argue that in the Turkish case, there is an ‘ideological incarceration’, in addition to incarceration, which helps the centaur state to obtain and protect its legitimacy. Thus, the Gallipoli War narrative acts as a significant historical reference to enable this current ideological incarceration of Turkish society, specifically by: i) supporting anti-Western ideologies; ii) creating enemies; and iii) providing political support for the dominant regime.
In Turkey and all around the world, we witness an era in which environmental and social problems ... more In Turkey and all around the world, we witness an era in which environmental and social problems have reached an undeniable level. Considering the historical background of this era, we see that one of the main features of it is the constant presence of domination on the others different from the constituent subject characterized by qualities / features like Western, masculine, bourgeois - and on the ones whose identities are socially constructed against this subject. This domination has been damaging women, the environment, minorities and all other marginalized groups in an irrecoverable way in order to keep his power. Violence against women has been increasing day by day and devastation on the environment has been reaching an irreversible point. This domination carries the traces of reductive and dualistic historical acceptances which lead to the misperception of the environment and women (mostly identified with the environment) as slaves who have been put at the disposal of human (men in fact). In today’s world which these acceptances linger, to handle this problem in social science is of capital importance. Within this framework, in this paper, I touch upon some basic ways which ecofeminist perspective follows. This perspective especially focuses on the simultaneous domination on women and the environment and takes the domination problem in an inclusive and intersectional way. I present an overview, in Turkish, on the historical depredation of women and of the environment within the framework of its relationship to the issue of domination and dualistic viewpoints reinforcing this domination. Thus, I aim to contribute to the introduction of the ecofeminist approach about which there are few Turkish sources.
Türkiye'de ve dünya genelinde yaşanan çevresel ve toplumsal sorunların yadsınamaz düzeye ulaştığı bir çağa tanıklık etmekteyiz. Bu çağın tarihsel arka planına bakıldığında, onun en temel özelliklerinden birinin, sınırları Batılı, eril, burjuva gibi niteliklerle belirlenmiş bir kurucu öznenin, kendisi dışında kalan ve onun karşıtı olarak konumlanan 'öteki' unsurlara yönelik tahakkümü olduğu görülür. Bu tahakküm kadın, doğa, azınlıklar ve diğer tüm ötekileştirilenler üzerindeki hakimiyetini yüzyıllardır sürdürmek adına her birine telafisi son derece güç düzeyde zarar vermektedir. Kadına yönelik şiddet her geçen gün daha fazla artmakta, doğa üzerindeki tahribat ise geri dönüşü olmayacak boyutlara ulaşmaktadır. Bu tahakküm; doğanın ve onunla özdeşleştirilen kadının, insanın (esasen erkeğin) hizmetine sunulmuş köleler olarak algılanmasına neden olan indirgemeci ve düalist tarihsel kabullerin izlerini taşımaktadır. Söz konusu kabullerin halen hüküm sürdüğü günümüzde, konunun sosyal bilimler alanında ele alınmasının önem taşıdığı düşünülmektedir. Bu çerçevede bu metinde, konuyu kadın ve doğa üzerindeki eşanlı tahakküme odaklanarak ve tahakküm sorununa bu iki ana problemi de aşan bir kapsayıcılıkta yer açarak irdeleyen ekofeminist yaklaşımın bazı temel izleklerine değinilmesi, bu yolla hakkında yeterli Türkçe kaynağın bulunmadığı ekofeminist araştırma alanının tanıtımına katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
In social science discourse, the dichotomy between agency and structure tends to dominate debates... more In social science discourse, the dichotomy between agency and structure tends to dominate debates pertaining to identity construction. When complex social facts are viewed through a simplistic prism of either individual activities or dominant structural impacts is likely to lead to a conclusion, - particularly when the subjects of research are members of communities at risk of vulnerability which are merely two-dimensional; omitting essential elements and interplays of circumstances, agency and structures which can rapidly shift dependent on both personal and external contexts and stressors. In this article, we discuss ways of utilising Pierre Bourdieu's theoretical model to explore the potential for creating a more nuanced theory of identity construction in the context of case studies focused on Gypsy/Roma(ni) people, whose identities depend both on internal identifications and those of the (dominant) groups with whom they live. We also aim to consider how in two widely contrasting international contexts – that of Roma people in Turkey and Gypsy/Traveller communities in the UK – use of Bourdieuian analysis provides appropriate tools that enable an analysis of daily living and the associated sense of active agency of these populations without minimising or excluding the structural effects which impact them. This approach enables a nuanced relational approach to understanding Gypsy/Roma(ni) groups’ identity construction in its entirety, whilst taking account of the specific geographical context in which the populations reside.
One of the biggest dilemmas of social sciences is dualities like ‘structure-agency’ or ‘individua... more One of the biggest dilemmas of social sciences is dualities like ‘structure-agency’ or ‘individual–society’. Therefore, more and more researchers have been trying to constitute a holistic theory which synthesises all these dualities. One of the most significant one of these figures is Anthony Giddens. With The Theory of Structuration, Giddens tries to handle the contributions of the both sides of the dilemma to the theory with their sui generis complementary parts. Purpose of this study is to prepare a suitable ground for a better understanding of this alternative perspective towards the dualism problem.
Sosyal bilimler alanının temel çıkmazlarından biri olarak görülen ‘yapı–eylem’ ya da ‘birey–toplum’ ikililikleri ve onların toplumsal araştırmalar üzerinde yarattığı bölünmeler, son yüzyılda yoğunlaşan sentez çalışmaları ile giderilmeye çalışılmış, gitgide daha fazla araştırmacı bu ikililikleri kapsayacak bütüncül bakış açıları hakkında kuramlar geliştirmeye başlamışlardır. Bu araştırmacıların en önemlilerinden biri olan Anthony Giddens, Yapılaşma Teorisi ile söz konusu ikililik sorununu
aşmaya çalışan diğer düşünürlerden farklı olarak; düalist yaklaşımları, onların teoriye olan katkılarının da hakkını verebilecek bir bütünsellikte ele almayı amaçlamaktadır. Bu yazının amacı düalizm sorununa yönelik söz konusu alternatif bakış açısı üzerine bir değerlendirmede bulunmaktır.
In urban areas, daily living activities of stigmatized neighbourhoods’ residents differ from the ... more In urban areas, daily living activities of stigmatized neighbourhoods’ residents differ from the rest of the city-dwellers in various aspects. It can be said that their relations with formal education system is one of the most distinct samples of these differences. In this paper, I aim to reveal a disadvantaged groups’ (Roma people living in Çanakkale, Turkey) relations with national education. I benefit from the sociological perspective of Pierre Bourdieu; especially the concepts of habitus, field and capital. I utilise these concepts in order to understand power relations, which have an obvious impact on educational field, in a more relational way and to understand these power relations’ effect on daily living activities of the research group. Within this framework, I analyse the data I gathered from various participant observations and interviews in Çanakkale, Fevzipaşa neighbourhood – which is widely known as a Gypsy/Roma neighbourhood. Thus, I aim to draw attention to the inequality the Roma people living in this stigmatized territory face; especially, the daily challenges Roma children encounter in accessing to education. In the neighbourhood, the dominant habitus has an effect which makes the research group interiorise the stigma of ‘unsuccess’ they are labelled. And this interiorisation serves as a form/means of legitimising the inequalities they face. The principle of ‘equal educational opportunities’ in Turkey seems impracticable and inadequate especially in terms of taking the educational rights of Roma pupils under protection.
Günümüz kentsel yapılanmalarının çoğunluğun görüş alanının dışında tutmayı başardığı ve çoğunlukla ‘kaçınılması gereken’ ya da ‘tekinsiz’ mekânlar olarak anılan arka sokakların sakinlerinin yaşam deneyimleri, bekleneceği üzerine onları görmekte zorlanan çoğunluğunkinden pek çok anlamda farklılıklar göstermektedir. Söz konusu farklılıkların en belirgin olanlarından birinin ise bu grupların formal eğitim alanıyla olan ilişkilerinde ortaya çıktığını iddia etmek mümkündür. Bu çerçevede bu metinde, dezavantajlı grupların eğitim alanına katılım koşullarının Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun sosyolojik yaklaşımı çerçevesinde değerlendirilmesi hedeflenmekte; bu konuda düşünürün habitus, alan ve sermaye gibi kavramları yoluyla eğitim alanına nüfuz eden güç ilişkilerinin öteki olarak adlandırılan grupların gündelik yaşam deneyimlerine yansıma biçimleri değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede, tartışma konusuna somut bir zemin sağlayabilmesi anlamında, Çanakkale ili şehir merkezinde yer alan Fevzipaşa Mahallesi’yle ilgili bir takım gözlem ve görüşme verilerinden de yararlanılmış, Çingene/Roman topluluklarının eğitim alanlarında karşılaştıkları sorunlara değinilmesi ve grubun bu alanda maruz kalmakta olduğu eşitsizliklere dikkat çekilmesi amaçlanmıştır. Söz konusu verilerin Bourdieu’nun eğitim alanıyla ilgili temel yaklaşımlarına paralellik gösterecek biçimde, egemen habitusun tahakküm altında bulunan gruplar üzerindeki ‘başarısızlığı’ içselleştirici etkisine ve eşitsizliğin meşrulaştırıldığı bir yapısal zemine işaret ettiği görülmüş; bu anlamda eğitimde fırsat eşitliği kavramının pratikte gözlemlenen sonuçlarının, özellikle ötekileştirilen kimlikleri kapsama anlamındaki yetersizliğine dikkat çekilmek istenmiştir.
Damgalanan Mekanda Yaşam: Bir Kentin Ötekisi Olmak [Living in a Stigmatized Place: Being ‘the Other’ of a City], Ankara: Phoenix, 2016
In today’s world, which makes the connection with ‘the other’ inevitable and force the borders of... more In today’s world, which makes the connection with ‘the other’ inevitable and force the borders of nations, constructed nature of identities start to come to light increasingly. In an environment like that, the situation of Gypsy/Roma societies all around the world and in Turkey comes to the fore more. Gypsy/Roma groups’ refraining from claiming nearly any rights for themselves shows the importance of understanding the group’s sui generis position in Turkey. In this manner, this research aims to present some answers for the questions about this special position within the framework of their identity construction and Turkish nationalism. This research’s spatial framework is limited with 'Fevzipaşa Mahallesi' in Çanakkale which is widely known as a Gypsy/Roma neighbourhood. After the six-month long field study which has been supported by participant observations, 54 interviews have been conducted and identity construction of the research group was tried to be understood via the gathered qualitative data.
The gathered and analyzed data indicate that the neighbourhood still goes on struggling with social exclusion in both social and economical fields. As a result, it seems that the Gypsy/Roma people living in Çanakkale, Turkey try to develop their own survival strategies with respect to their specific living conditions in Turkey. Thus, it can be claimed that this adaptation resulted in a micro identity that can be called 'Fevzipaşalılık' and in a tendency to draw themselves apart the rest of the stigmatized Gypsy/Roma groups by using this specific micro identity. This research scrutinizes how such boundaries separate them from other Gypsy/Roma groups and on which aspects they are doomed to share the same faith with them. For this purpose, especially the neighbourhood dynamics, significance of space, relationship with the others, media, education and job opportunities have been under focus. All of them have been mostly analyzed through the Bourdieu's sociological perspective (specifically the concepts of habitus and social capital), in order to be able to investigate the dynamic and dialectic relationships between the individual, the structure and the space.
Bu makale Andrey Tarkovski’nin Stalker filmine odaklanırken; Tarkovski sineması, varoluşçuluk ve ... more Bu makale Andrey Tarkovski’nin Stalker filmine odaklanırken; Tarkovski sineması, varoluşçuluk ve queer teori gibi birbirinden farklı görünen üç dinamiğin ‘normal’ olarak tanımlananın dışında kalma hali üzerinden ortaklaştığı boyutların neler olabileceğini sorgulamaktadır. Bunu yaparken ‘güçsüzlük’, ‘zayıflık’ ve ‘başarısızlık’ gibi kavramların sorgulanışına odaklanan metin, varoluşçulukla ve queer teoriyle ilgili eserlere ve Tarkovski’nin aynı konulardaki söylemlerine odaklanarak aralarındaki benzerliklere dikkat çekmektedir. Böylece Stalker filmi hem sosyolojik hem de felsefi açıdan ve kesişimsel bir yaklaşımla ele alınmış, filmin ana karakteri olan İzsürücü’nün ve esasında genel olarak naifliğin ve ‘kaybeden’ olmanın queer yapısı, tartışmanın merkezinde bulunan başarı kriterlerine yönelik eleştirel bir yaklaşımla incelenmiştir. Makale, varoluşçuluk ve güç ilişkileri arasındaki karmaşık ilişkiyi bu film örneği üzerinden ve Tarkovski sinemasının sosyolojik ve felsefi gücüne ve günde...
Bu metinde Çanakkale Savaşı'yla ilgili tarihsel anlatıdaki değişim ve yoğunlaşma, konunun Türkiye... more Bu metinde Çanakkale Savaşı'yla ilgili tarihsel anlatıdaki değişim ve yoğunlaşma, konunun Türkiye'de neoliberal devletin inşa ediliş süreciyle olan ilişkisi çerçevesinde incelenmektedir. Konuyla ilgili tartışma Wacquant`in sentor devlet (centaur state) kavramsallaştırması üzerinden yürütülmekte ve Çanakkale Savaşı vurgusunun günümüz Türkiye'sinin neoliberal ihtiyaçlarına nasıl hizmet ediyor olabileceği sorgulanmaktadır. Bu arka plan çerçevesinde metinde güncel Çanakkale Savaşı anlatısının; Batı karşıtı ideolojileri destekleme, düşman yaratma ve hakim rejime destek toplayıcı bir araç olarak kullanılma işlevleri ele alınmıştır. Bunun yanı sıra, söz konusu eğilimin, savaşın yer aldığı kente, yani Çanakkale'ye olan toplumsal ve mekânsal etkilerine değinilmiştir. Çalışmada, Wacquant'ın kapatma (incarceration) vurgusundan hareketle, 'ideolojik kapatma' olarak adlandırabileceğimiz bir kontrol biçiminden daha söz edebileceğimiz öne sürülmekte ve Türkiye örneği üzerinden ele alınan bu tür bir ideolojik kapatmanın, tarihsel referansların ele alınma ve kitlelere yansıtılma biçimiyle olan olası ilişkisine dikkat çekilmektedir. Metnin genel amacı, tarihin kitlelere yansıtılışı ile iktidar ilişkileri arasındaki etkileşimleri yerel bir örnek üzerinden ve neoliberalizm tartışmaları çerçevesinde sorgulamaktır.
Türkiye'de ve dünya genelinde yaşanan çevresel ve toplumsal sorunların yadsınamaz düzeye ulaştığı... more Türkiye'de ve dünya genelinde yaşanan çevresel ve toplumsal sorunların yadsınamaz düzeye ulaştığı bir çağa tanıklık etmekteyiz. Bu çağın tarihsel arka planına bakıldığında, onun en temel özelliklerinden birinin, sınırları Batılı, eril, burjuva gibi niteliklerle belirlenmiş bir kurucu öznenin, kendisi dışında kalan ve onun karşıtı olarak konumlanan 'öteki' unsurlara yönelik tahakkümü olduğu görülür. Bu tahakküm kadın, doğa, azınlıklar ve diğer tüm ötekileştirilenler üzerindeki hakimiyetini yüzyıllardır sürdürmek adına her birine telafisi son derece güç düzeyde zarar vermektedir. Kadına yönelik şiddet her geçen gün daha fazla artmakta, doğa üzerindeki tahribat ise geri dönüşü olmayacak boyutlara ulaşmaktadır. Bu tahakküm; doğanın ve onunla özdeşleştirilen kadının, insanın (esasen erkeğin) hizmetine sunulmuş köleler olarak algılanmasına neden olan indirgemeci ve düalist tarihsel kabullerin izlerini taşımaktadır. Söz konusu kabullerin halen hüküm sürdüğü günümüzde, konunun sosyal bilimler alanında ele alınmasının önem taşıdığı düşünülmektedir. Bu çerçevede bu metinde, konuyu kadın ve doğa üzerindeki eşanlı tahakküme odaklanarak ve tahakküm sorununa bu iki ana problemi de aşan bir kapsayıcılıkta yer açarak irdeleyen ekofeminist yaklaşımın bazı temel izleklerine değinilmesi, bu yolla hakkında yeterli Türkçe kaynağın bulunmadığı ekofeminist araştırma alanının tanıtımına katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
Trakya üniversitesi edebiyat fakültesi dergisi, Jul 25, 2019
In this work, we focus on the film Winter Sleep (2014) by Nuri Bilge Ceylan, whose works place sp... more In this work, we focus on the film Winter Sleep (2014) by Nuri Bilge Ceylan, whose works place special emphasis on various aspects of boredom. As one of the main figures in slow cinema, Ceylan, in this influential work of art, enable us to explore boredom through three main characters: Aydın (Haluk Bilginer), Nihal (Melisa Sözen) and Necla (Demet Akbağ). By taking a closer look at the film, we analyze both symbolism and the behavioral side of boredom as well as how the main characters, in our view, experience and represent distinct types of boredom. In this framework, we examine the issue of boredom and, sometimes, related despair as a result of social change. At the same time, this work partly concentrates on aspects of the socio-cultural structure of Turkey via the analysis of the main characters' suffering.
This paper examines the relation between nationalism and heteronormativity through the lens of he... more This paper examines the relation between nationalism and heteronormativity through the lens of hegemonic masculinity and shows how Turkish nationalism helps to construct the "normal" and thus strengthen heteronormative thinking in Turkish society. Utilizing in-depth interviews in Çanakkale with 16 men who carry the typical features of a privileged Turkish citizen-namely the ones self-identifying as Turkish, Sunni Muslim, heterosexual, and breadwinner-my aim in the paper is to reveal and comprehend attitudes toward non-heterosexual people in Turkey, to challenge the effect of the possible nationalist ideological tendencies on participants' discourses, and to explicate if such tendencies play a part in justifying their attitudes. I suggest that respondents' privileges are obtained in exchange for strict commitment to Turkish nationalistic values. These values not only define what constitutes "normal" but also determine and disparage anyone who deviates from such definition. Greater commitment to such values signals a more powerful heterosexual matrix and thus greater exclusion of queer people in Turkey.
English Title: On Anthony Giddens and the Theory of Structuration Abstract One of the biggest dil... more English Title: On Anthony Giddens and the Theory of Structuration Abstract One of the biggest dilemmas of social sciences is dualities like ‘structure-agency’ or ‘individual–society’. Therefore, more and more researchers have been trying to constitute a holistic theory which synthesises all these dualities. One of the most significant one of these figures is Anthony Giddens. With The Theory of Structuration, Giddens tries to handle the contributions of the both sides of the dilemma to the theory with their sui generis complementary parts. Purpose of this study is to prepare a suitable ground for a better understanding of this alternative perspective towards the dualism problem. Keywords : Individual; society; structure; agency; dualism; structuration; system Ozet Sosyal bilimler alaninin temel cikmazlarindan biri olarak gorulen ‘yapi–eylem’ ya da ‘birey–toplum’ ikililikleri ve onlarin toplumsal arastirmalar uzerinde yarattigi bolunmeler, son yuzyilda yogunlasan sentez calismalari ile giderilmeye calisilmis, gitgide daha fazla arastirmaci bu ikililikleri kapsayacak butuncul bakis acilari hakkinda kuramlar gelistirmeye baslamislardir. Bu arastirmacilarin en onemlilerinden biri olan Anthony Giddens, Yapilasma Teorisi ile soz konusu ikililik sorununu asmaya calisan diger dusunurlerden farkli olarak; dualist yaklasimlari, onlarin teoriye olan katkilarinin da hakkini verebilecek bir butunsellikte ele almayi amaclamaktadir. Bu yazinin amaci dualizm sorununa yonelik soz konusu alternatif bakis acisi uzerine bir degerlendirmede bulunmaktir.
This paper examines the relation between nationalism and heteronormativity through the lens of he... more This paper examines the relation between nationalism and heteronormativity through the lens of hegemonic masculinity and shows how Turkish nationalism helps to construct the “normal” and thus strengthen heteronormative thinking in Turkish society. Utilizing in-depth interviews in Çanakkale with 16 men who carry the typical features of a privileged Turkish citizen—namely the ones self-identifying as Turkish, Sunni Muslim, heterosexual, and breadwinner—my aim in the paper is to reveal and comprehend attitudes toward non-heterosexual people in Turkey, to challenge the effect of the possible nationalist ideological tendencies on participants’ discourses, and to explicate if such tendencies play a part in justifying their attitudes. I suggest that respondents’ privileges are obtained in exchange for strict commitment to Turkish nationalistic values. These values not only define what constitutes “normal” but also determine and disparage anyone who deviates from such definition. Greater commitment to such values signals a more powerful heterosexual matrix and thus greater exclusion of queer people in Turkey.
This article examines the emergence of Nobel Prize-winning Turkish scientist Aziz Sancar as a sci... more This article examines the emergence of Nobel Prize-winning Turkish scientist Aziz Sancar as a scientific persona model. After receiving the Nobel Prize in 2015, Sancar’s nationalistic tendencies and close relationship with incumbent Justice and Development Party (Adalet ve Kalkınma Partisi – AKP) leaders opened up a wide range of discussions on how a scientist’s relationship with politics should be intellectually interpreted. Focusing on the case of Aziz Sancar, this article examines the specific contextual conditions in which a scientist expresses his identity and how it is interpreted by the public. To this end, the aim of this work is to present an in-depth analysis of the discussions that took place in Ekşi Sözlük, a popular social media platform acting as an online forum in Turkey, and news from the national media and to scrutinize how a scientific persona is conceived in Turkey and how Aziz Sancar has been ‘de-scienticized’ in the heavy polarized Turkish political atmosphere.
Türkiye`de Neoliberal Devletin İnşa ve Muhafazasında Çanakkale Savaşı Söyleminin Rolü Üzerine Bir Tartışma, 2019
Bu metinde Çanakkale Savaşı’yla ilgili tarihsel anlatıdaki değişim ve yoğunlaşma, konunun Türkiye... more Bu metinde Çanakkale Savaşı’yla ilgili tarihsel anlatıdaki değişim ve yoğunlaşma, konunun Türkiye’de neoliberal devletin inşa ediliş süreciyle olan ilişkisi çerçevesinde incelenmektedir. Konuyla ilgili tartışma Wacquant`in sentor devlet (centaur state) kavramsallaştırması üzerin-den yürütülmekte ve Çanakkale Savaşı vurgusunun günümüz Türkiye’sinin neoliberal ihtiyaç-larına nasıl hizmet ediyor olabileceği sorgulanmaktadır. Bu arka plan çerçevesinde metinde güncel Çanakkale Savaşı anlatısının; Batı karşıtı ideolojileri destekleme, düşman yaratma ve hakim rejime destek toplayıcı bir araç olarak kullanılma işlevleri ele alınmıştır. Bunun yanı sıra, söz konusu eğilimin, savaşın yer aldığı kente, yani Çanakkale’ye olan toplumsal ve mekânsal etkilerine değinilmiştir. Çalışmada, Wacquant’ın kapatma (incarceration) vurgusundan hareket-le, ‘ideolojik kapatma’ olarak adlandırabileceğimiz bir kontrol biçiminden daha söz edebileceğimiz öne sürülmekte ve Türkiye örneği üzerinden ele alınan bu tür bir ideolojik kapatmanın, tarihsel referansların ele alınma ve kitlelere yansıtılma biçimiyle olan olası ilişkisine dikkat çekilmektedir. Metnin genel amacı, tarihin kitlelere yansıtılışı ile iktidar ilişkileri arasındaki etkileşimleri yerel bir örnek üzerinden ve neoliberalizm tartışmaları çerçevesinde sorgulamaktır.
Daily living activities of the residents of the neighborhoods mostly called ‘dangerous’ ‘ghettos... more Daily living activities of the residents of the neighborhoods mostly called ‘dangerous’ ‘ghettos’ differ from the rest of the city-dwellers in various aspects as might be expected. It can be said that one of the most distinct samples of them is seen in their relations with formal education system. Within this frame work, in this paper, it’s aimed to analyse the disadvantaged groups’ relations with educational field from the sociological perspective of Pierre Bourdieu. Especially, the concepts of habitus, field and capital are preferred to understand power relations which have an impact on educational field in a more relational way and to understand this power relations’ effect on daily living activities of disadvantaged groups. In this context, on the purpose of having a more concrete base for the discussion, some data gathered from various observations and interviews in Çanakkale Fevzipaşa neighbourhood – which is widely known as a Gypsy/Roma neighbourhood - was utilized and it wa...
In this work, we focus on the film Winter Sleep (2014) by Nuri Bilge Ceylan, whose works place sp... more In this work, we focus on the film Winter Sleep (2014) by Nuri Bilge Ceylan, whose works place special emphasis on various aspects of boredom. As one of the main figures in slow cinema, Ceylan, in this influential work of art, enable us to explore boredom through three main characters: Aydın (Haluk Bilginer), Nihal (Melisa Sözen) and Necla (Demet Akbağ). By taking a closer look at the film, we analyze both symbolism and the behavioral side of boredom as well as how the main characters, in our view, experience and represent distinct types of boredom. In this framework, we examine the issue of boredom and, sometimes, related despair as a result of social change. At the same time, this work partly concentrates on aspects of the socio-cultural structure of Turkey via the analysis of the main characters' suffering.
İdealkent: Journal of Urban Studies, 10 (26), pp. 340-373, 2019
In this paper, I examine why the Gallipoli War narrative has become increasingly important over t... more In this paper, I examine why the Gallipoli War narrative has become increasingly important over the last two decades, and how this visible tendency is related to the construction and protection of the neoliberal government in Turkey. I frame the discussion by utilizing Loïc Wacquant’s concept of the ‘centaur state’ and focus on how Gallipoli narratives meet the requirements of the neoliberal order in contemporary Turkey. Besides, I discuss the issue within the framework of its effect on the territory where the war took place; namely, Çanakkale. In this way, I seek to answer my research question by studying a local case and drawing on the scholarship on neoliberalism, as well as interrogating the relationship between the power relations and the way history is passed down from one generation to the next and from the state to the public. I argue that in the Turkish case, there is an ‘ideological incarceration’, in addition to incarceration, which helps the centaur state to obtain and protect its legitimacy. Thus, the Gallipoli War narrative acts as a significant historical reference to enable this current ideological incarceration of Turkish society, specifically by: i) supporting anti-Western ideologies; ii) creating enemies; and iii) providing political support for the dominant regime.
In Turkey and all around the world, we witness an era in which environmental and social problems ... more In Turkey and all around the world, we witness an era in which environmental and social problems have reached an undeniable level. Considering the historical background of this era, we see that one of the main features of it is the constant presence of domination on the others different from the constituent subject characterized by qualities / features like Western, masculine, bourgeois - and on the ones whose identities are socially constructed against this subject. This domination has been damaging women, the environment, minorities and all other marginalized groups in an irrecoverable way in order to keep his power. Violence against women has been increasing day by day and devastation on the environment has been reaching an irreversible point. This domination carries the traces of reductive and dualistic historical acceptances which lead to the misperception of the environment and women (mostly identified with the environment) as slaves who have been put at the disposal of human (men in fact). In today’s world which these acceptances linger, to handle this problem in social science is of capital importance. Within this framework, in this paper, I touch upon some basic ways which ecofeminist perspective follows. This perspective especially focuses on the simultaneous domination on women and the environment and takes the domination problem in an inclusive and intersectional way. I present an overview, in Turkish, on the historical depredation of women and of the environment within the framework of its relationship to the issue of domination and dualistic viewpoints reinforcing this domination. Thus, I aim to contribute to the introduction of the ecofeminist approach about which there are few Turkish sources.
Türkiye'de ve dünya genelinde yaşanan çevresel ve toplumsal sorunların yadsınamaz düzeye ulaştığı bir çağa tanıklık etmekteyiz. Bu çağın tarihsel arka planına bakıldığında, onun en temel özelliklerinden birinin, sınırları Batılı, eril, burjuva gibi niteliklerle belirlenmiş bir kurucu öznenin, kendisi dışında kalan ve onun karşıtı olarak konumlanan 'öteki' unsurlara yönelik tahakkümü olduğu görülür. Bu tahakküm kadın, doğa, azınlıklar ve diğer tüm ötekileştirilenler üzerindeki hakimiyetini yüzyıllardır sürdürmek adına her birine telafisi son derece güç düzeyde zarar vermektedir. Kadına yönelik şiddet her geçen gün daha fazla artmakta, doğa üzerindeki tahribat ise geri dönüşü olmayacak boyutlara ulaşmaktadır. Bu tahakküm; doğanın ve onunla özdeşleştirilen kadının, insanın (esasen erkeğin) hizmetine sunulmuş köleler olarak algılanmasına neden olan indirgemeci ve düalist tarihsel kabullerin izlerini taşımaktadır. Söz konusu kabullerin halen hüküm sürdüğü günümüzde, konunun sosyal bilimler alanında ele alınmasının önem taşıdığı düşünülmektedir. Bu çerçevede bu metinde, konuyu kadın ve doğa üzerindeki eşanlı tahakküme odaklanarak ve tahakküm sorununa bu iki ana problemi de aşan bir kapsayıcılıkta yer açarak irdeleyen ekofeminist yaklaşımın bazı temel izleklerine değinilmesi, bu yolla hakkında yeterli Türkçe kaynağın bulunmadığı ekofeminist araştırma alanının tanıtımına katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
In social science discourse, the dichotomy between agency and structure tends to dominate debates... more In social science discourse, the dichotomy between agency and structure tends to dominate debates pertaining to identity construction. When complex social facts are viewed through a simplistic prism of either individual activities or dominant structural impacts is likely to lead to a conclusion, - particularly when the subjects of research are members of communities at risk of vulnerability which are merely two-dimensional; omitting essential elements and interplays of circumstances, agency and structures which can rapidly shift dependent on both personal and external contexts and stressors. In this article, we discuss ways of utilising Pierre Bourdieu's theoretical model to explore the potential for creating a more nuanced theory of identity construction in the context of case studies focused on Gypsy/Roma(ni) people, whose identities depend both on internal identifications and those of the (dominant) groups with whom they live. We also aim to consider how in two widely contrasting international contexts – that of Roma people in Turkey and Gypsy/Traveller communities in the UK – use of Bourdieuian analysis provides appropriate tools that enable an analysis of daily living and the associated sense of active agency of these populations without minimising or excluding the structural effects which impact them. This approach enables a nuanced relational approach to understanding Gypsy/Roma(ni) groups’ identity construction in its entirety, whilst taking account of the specific geographical context in which the populations reside.
One of the biggest dilemmas of social sciences is dualities like ‘structure-agency’ or ‘individua... more One of the biggest dilemmas of social sciences is dualities like ‘structure-agency’ or ‘individual–society’. Therefore, more and more researchers have been trying to constitute a holistic theory which synthesises all these dualities. One of the most significant one of these figures is Anthony Giddens. With The Theory of Structuration, Giddens tries to handle the contributions of the both sides of the dilemma to the theory with their sui generis complementary parts. Purpose of this study is to prepare a suitable ground for a better understanding of this alternative perspective towards the dualism problem.
Sosyal bilimler alanının temel çıkmazlarından biri olarak görülen ‘yapı–eylem’ ya da ‘birey–toplum’ ikililikleri ve onların toplumsal araştırmalar üzerinde yarattığı bölünmeler, son yüzyılda yoğunlaşan sentez çalışmaları ile giderilmeye çalışılmış, gitgide daha fazla araştırmacı bu ikililikleri kapsayacak bütüncül bakış açıları hakkında kuramlar geliştirmeye başlamışlardır. Bu araştırmacıların en önemlilerinden biri olan Anthony Giddens, Yapılaşma Teorisi ile söz konusu ikililik sorununu
aşmaya çalışan diğer düşünürlerden farklı olarak; düalist yaklaşımları, onların teoriye olan katkılarının da hakkını verebilecek bir bütünsellikte ele almayı amaçlamaktadır. Bu yazının amacı düalizm sorununa yönelik söz konusu alternatif bakış açısı üzerine bir değerlendirmede bulunmaktır.
In urban areas, daily living activities of stigmatized neighbourhoods’ residents differ from the ... more In urban areas, daily living activities of stigmatized neighbourhoods’ residents differ from the rest of the city-dwellers in various aspects. It can be said that their relations with formal education system is one of the most distinct samples of these differences. In this paper, I aim to reveal a disadvantaged groups’ (Roma people living in Çanakkale, Turkey) relations with national education. I benefit from the sociological perspective of Pierre Bourdieu; especially the concepts of habitus, field and capital. I utilise these concepts in order to understand power relations, which have an obvious impact on educational field, in a more relational way and to understand these power relations’ effect on daily living activities of the research group. Within this framework, I analyse the data I gathered from various participant observations and interviews in Çanakkale, Fevzipaşa neighbourhood – which is widely known as a Gypsy/Roma neighbourhood. Thus, I aim to draw attention to the inequality the Roma people living in this stigmatized territory face; especially, the daily challenges Roma children encounter in accessing to education. In the neighbourhood, the dominant habitus has an effect which makes the research group interiorise the stigma of ‘unsuccess’ they are labelled. And this interiorisation serves as a form/means of legitimising the inequalities they face. The principle of ‘equal educational opportunities’ in Turkey seems impracticable and inadequate especially in terms of taking the educational rights of Roma pupils under protection.
Günümüz kentsel yapılanmalarının çoğunluğun görüş alanının dışında tutmayı başardığı ve çoğunlukla ‘kaçınılması gereken’ ya da ‘tekinsiz’ mekânlar olarak anılan arka sokakların sakinlerinin yaşam deneyimleri, bekleneceği üzerine onları görmekte zorlanan çoğunluğunkinden pek çok anlamda farklılıklar göstermektedir. Söz konusu farklılıkların en belirgin olanlarından birinin ise bu grupların formal eğitim alanıyla olan ilişkilerinde ortaya çıktığını iddia etmek mümkündür. Bu çerçevede bu metinde, dezavantajlı grupların eğitim alanına katılım koşullarının Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun sosyolojik yaklaşımı çerçevesinde değerlendirilmesi hedeflenmekte; bu konuda düşünürün habitus, alan ve sermaye gibi kavramları yoluyla eğitim alanına nüfuz eden güç ilişkilerinin öteki olarak adlandırılan grupların gündelik yaşam deneyimlerine yansıma biçimleri değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede, tartışma konusuna somut bir zemin sağlayabilmesi anlamında, Çanakkale ili şehir merkezinde yer alan Fevzipaşa Mahallesi’yle ilgili bir takım gözlem ve görüşme verilerinden de yararlanılmış, Çingene/Roman topluluklarının eğitim alanlarında karşılaştıkları sorunlara değinilmesi ve grubun bu alanda maruz kalmakta olduğu eşitsizliklere dikkat çekilmesi amaçlanmıştır. Söz konusu verilerin Bourdieu’nun eğitim alanıyla ilgili temel yaklaşımlarına paralellik gösterecek biçimde, egemen habitusun tahakküm altında bulunan gruplar üzerindeki ‘başarısızlığı’ içselleştirici etkisine ve eşitsizliğin meşrulaştırıldığı bir yapısal zemine işaret ettiği görülmüş; bu anlamda eğitimde fırsat eşitliği kavramının pratikte gözlemlenen sonuçlarının, özellikle ötekileştirilen kimlikleri kapsama anlamındaki yetersizliğine dikkat çekilmek istenmiştir.
Damgalanan Mekanda Yaşam: Bir Kentin Ötekisi Olmak [Living in a Stigmatized Place: Being ‘the Other’ of a City], Ankara: Phoenix, 2016
In today’s world, which makes the connection with ‘the other’ inevitable and force the borders of... more In today’s world, which makes the connection with ‘the other’ inevitable and force the borders of nations, constructed nature of identities start to come to light increasingly. In an environment like that, the situation of Gypsy/Roma societies all around the world and in Turkey comes to the fore more. Gypsy/Roma groups’ refraining from claiming nearly any rights for themselves shows the importance of understanding the group’s sui generis position in Turkey. In this manner, this research aims to present some answers for the questions about this special position within the framework of their identity construction and Turkish nationalism. This research’s spatial framework is limited with 'Fevzipaşa Mahallesi' in Çanakkale which is widely known as a Gypsy/Roma neighbourhood. After the six-month long field study which has been supported by participant observations, 54 interviews have been conducted and identity construction of the research group was tried to be understood via the gathered qualitative data.
The gathered and analyzed data indicate that the neighbourhood still goes on struggling with social exclusion in both social and economical fields. As a result, it seems that the Gypsy/Roma people living in Çanakkale, Turkey try to develop their own survival strategies with respect to their specific living conditions in Turkey. Thus, it can be claimed that this adaptation resulted in a micro identity that can be called 'Fevzipaşalılık' and in a tendency to draw themselves apart the rest of the stigmatized Gypsy/Roma groups by using this specific micro identity. This research scrutinizes how such boundaries separate them from other Gypsy/Roma groups and on which aspects they are doomed to share the same faith with them. For this purpose, especially the neighbourhood dynamics, significance of space, relationship with the others, media, education and job opportunities have been under focus. All of them have been mostly analyzed through the Bourdieu's sociological perspective (specifically the concepts of habitus and social capital), in order to be able to investigate the dynamic and dialectic relationships between the individual, the structure and the space.
Uploads
Papers by Elif Gezgin
Türkiye'de ve dünya genelinde yaşanan çevresel ve toplumsal sorunların yadsınamaz düzeye ulaştığı bir çağa tanıklık etmekteyiz. Bu çağın tarihsel arka planına bakıldığında, onun en temel özelliklerinden birinin, sınırları Batılı, eril, burjuva gibi niteliklerle belirlenmiş bir kurucu öznenin, kendisi dışında kalan ve onun karşıtı olarak konumlanan 'öteki' unsurlara yönelik tahakkümü olduğu görülür. Bu tahakküm kadın, doğa, azınlıklar ve diğer tüm ötekileştirilenler üzerindeki hakimiyetini yüzyıllardır sürdürmek adına her birine telafisi son derece güç düzeyde zarar vermektedir. Kadına yönelik şiddet her geçen gün daha fazla artmakta, doğa üzerindeki tahribat ise geri dönüşü olmayacak boyutlara ulaşmaktadır. Bu tahakküm; doğanın ve onunla özdeşleştirilen kadının, insanın (esasen erkeğin) hizmetine sunulmuş köleler olarak algılanmasına neden olan indirgemeci ve düalist tarihsel kabullerin izlerini taşımaktadır. Söz konusu kabullerin halen hüküm sürdüğü günümüzde, konunun sosyal bilimler alanında ele alınmasının önem taşıdığı düşünülmektedir. Bu çerçevede bu metinde, konuyu kadın ve doğa üzerindeki eşanlı tahakküme odaklanarak ve tahakküm sorununa bu iki ana problemi de aşan bir kapsayıcılıkta yer açarak irdeleyen ekofeminist yaklaşımın bazı temel izleklerine değinilmesi, bu yolla hakkında yeterli Türkçe kaynağın bulunmadığı ekofeminist araştırma alanının tanıtımına katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
Sosyal bilimler alanının temel çıkmazlarından biri olarak görülen ‘yapı–eylem’ ya da ‘birey–toplum’ ikililikleri ve onların toplumsal araştırmalar üzerinde yarattığı bölünmeler, son yüzyılda yoğunlaşan sentez çalışmaları ile giderilmeye çalışılmış, gitgide daha fazla araştırmacı bu ikililikleri kapsayacak bütüncül bakış açıları hakkında kuramlar geliştirmeye başlamışlardır. Bu araştırmacıların en önemlilerinden biri olan Anthony Giddens, Yapılaşma Teorisi ile söz konusu ikililik sorununu
aşmaya çalışan diğer düşünürlerden farklı olarak; düalist yaklaşımları, onların teoriye olan katkılarının da hakkını verebilecek bir bütünsellikte ele almayı amaçlamaktadır. Bu yazının amacı düalizm sorununa yönelik söz konusu alternatif bakış açısı üzerine bir değerlendirmede bulunmaktır.
Günümüz kentsel yapılanmalarının çoğunluğun görüş alanının dışında tutmayı başardığı ve çoğunlukla ‘kaçınılması gereken’ ya da ‘tekinsiz’ mekânlar olarak anılan arka sokakların sakinlerinin yaşam deneyimleri, bekleneceği üzerine onları görmekte zorlanan çoğunluğunkinden pek çok anlamda farklılıklar göstermektedir. Söz konusu farklılıkların en belirgin olanlarından birinin ise bu grupların formal eğitim alanıyla olan ilişkilerinde ortaya çıktığını iddia etmek mümkündür. Bu çerçevede bu metinde, dezavantajlı grupların eğitim alanına katılım koşullarının Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun sosyolojik yaklaşımı çerçevesinde değerlendirilmesi hedeflenmekte; bu konuda düşünürün habitus, alan ve sermaye gibi kavramları yoluyla eğitim alanına nüfuz eden güç ilişkilerinin öteki olarak adlandırılan grupların gündelik yaşam deneyimlerine yansıma biçimleri değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede, tartışma konusuna somut bir zemin sağlayabilmesi anlamında, Çanakkale ili şehir merkezinde yer alan Fevzipaşa Mahallesi’yle ilgili bir takım gözlem ve görüşme verilerinden de yararlanılmış, Çingene/Roman topluluklarının eğitim alanlarında karşılaştıkları sorunlara değinilmesi ve grubun bu alanda maruz kalmakta olduğu eşitsizliklere dikkat çekilmesi amaçlanmıştır. Söz konusu verilerin Bourdieu’nun eğitim alanıyla ilgili temel yaklaşımlarına paralellik gösterecek biçimde, egemen habitusun tahakküm altında bulunan gruplar üzerindeki ‘başarısızlığı’ içselleştirici etkisine ve eşitsizliğin meşrulaştırıldığı bir yapısal zemine işaret ettiği görülmüş; bu anlamda eğitimde fırsat eşitliği kavramının pratikte gözlemlenen sonuçlarının, özellikle ötekileştirilen kimlikleri kapsama anlamındaki yetersizliğine dikkat çekilmek istenmiştir.
Books by Elif Gezgin
The gathered and analyzed data indicate that the neighbourhood still goes on struggling with social exclusion in both social and economical fields. As a result, it seems that the Gypsy/Roma people living in Çanakkale, Turkey try to develop their own survival strategies with respect to their specific living conditions in Turkey. Thus, it can be claimed that this adaptation resulted in a micro identity that can be called 'Fevzipaşalılık' and in a tendency to draw themselves apart the rest of the stigmatized Gypsy/Roma groups by using this specific micro identity. This research scrutinizes how such boundaries separate them from other Gypsy/Roma groups and on which aspects they are doomed to share the same faith with them. For this purpose, especially the neighbourhood dynamics, significance of space, relationship with the others, media, education and job opportunities have been under focus. All of them have been mostly analyzed through the Bourdieu's sociological perspective (specifically the concepts of habitus and social capital), in order to be able to investigate the dynamic and dialectic relationships between the individual, the structure and the space.
Türkiye'de ve dünya genelinde yaşanan çevresel ve toplumsal sorunların yadsınamaz düzeye ulaştığı bir çağa tanıklık etmekteyiz. Bu çağın tarihsel arka planına bakıldığında, onun en temel özelliklerinden birinin, sınırları Batılı, eril, burjuva gibi niteliklerle belirlenmiş bir kurucu öznenin, kendisi dışında kalan ve onun karşıtı olarak konumlanan 'öteki' unsurlara yönelik tahakkümü olduğu görülür. Bu tahakküm kadın, doğa, azınlıklar ve diğer tüm ötekileştirilenler üzerindeki hakimiyetini yüzyıllardır sürdürmek adına her birine telafisi son derece güç düzeyde zarar vermektedir. Kadına yönelik şiddet her geçen gün daha fazla artmakta, doğa üzerindeki tahribat ise geri dönüşü olmayacak boyutlara ulaşmaktadır. Bu tahakküm; doğanın ve onunla özdeşleştirilen kadının, insanın (esasen erkeğin) hizmetine sunulmuş köleler olarak algılanmasına neden olan indirgemeci ve düalist tarihsel kabullerin izlerini taşımaktadır. Söz konusu kabullerin halen hüküm sürdüğü günümüzde, konunun sosyal bilimler alanında ele alınmasının önem taşıdığı düşünülmektedir. Bu çerçevede bu metinde, konuyu kadın ve doğa üzerindeki eşanlı tahakküme odaklanarak ve tahakküm sorununa bu iki ana problemi de aşan bir kapsayıcılıkta yer açarak irdeleyen ekofeminist yaklaşımın bazı temel izleklerine değinilmesi, bu yolla hakkında yeterli Türkçe kaynağın bulunmadığı ekofeminist araştırma alanının tanıtımına katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
Sosyal bilimler alanının temel çıkmazlarından biri olarak görülen ‘yapı–eylem’ ya da ‘birey–toplum’ ikililikleri ve onların toplumsal araştırmalar üzerinde yarattığı bölünmeler, son yüzyılda yoğunlaşan sentez çalışmaları ile giderilmeye çalışılmış, gitgide daha fazla araştırmacı bu ikililikleri kapsayacak bütüncül bakış açıları hakkında kuramlar geliştirmeye başlamışlardır. Bu araştırmacıların en önemlilerinden biri olan Anthony Giddens, Yapılaşma Teorisi ile söz konusu ikililik sorununu
aşmaya çalışan diğer düşünürlerden farklı olarak; düalist yaklaşımları, onların teoriye olan katkılarının da hakkını verebilecek bir bütünsellikte ele almayı amaçlamaktadır. Bu yazının amacı düalizm sorununa yönelik söz konusu alternatif bakış açısı üzerine bir değerlendirmede bulunmaktır.
Günümüz kentsel yapılanmalarının çoğunluğun görüş alanının dışında tutmayı başardığı ve çoğunlukla ‘kaçınılması gereken’ ya da ‘tekinsiz’ mekânlar olarak anılan arka sokakların sakinlerinin yaşam deneyimleri, bekleneceği üzerine onları görmekte zorlanan çoğunluğunkinden pek çok anlamda farklılıklar göstermektedir. Söz konusu farklılıkların en belirgin olanlarından birinin ise bu grupların formal eğitim alanıyla olan ilişkilerinde ortaya çıktığını iddia etmek mümkündür. Bu çerçevede bu metinde, dezavantajlı grupların eğitim alanına katılım koşullarının Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun sosyolojik yaklaşımı çerçevesinde değerlendirilmesi hedeflenmekte; bu konuda düşünürün habitus, alan ve sermaye gibi kavramları yoluyla eğitim alanına nüfuz eden güç ilişkilerinin öteki olarak adlandırılan grupların gündelik yaşam deneyimlerine yansıma biçimleri değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede, tartışma konusuna somut bir zemin sağlayabilmesi anlamında, Çanakkale ili şehir merkezinde yer alan Fevzipaşa Mahallesi’yle ilgili bir takım gözlem ve görüşme verilerinden de yararlanılmış, Çingene/Roman topluluklarının eğitim alanlarında karşılaştıkları sorunlara değinilmesi ve grubun bu alanda maruz kalmakta olduğu eşitsizliklere dikkat çekilmesi amaçlanmıştır. Söz konusu verilerin Bourdieu’nun eğitim alanıyla ilgili temel yaklaşımlarına paralellik gösterecek biçimde, egemen habitusun tahakküm altında bulunan gruplar üzerindeki ‘başarısızlığı’ içselleştirici etkisine ve eşitsizliğin meşrulaştırıldığı bir yapısal zemine işaret ettiği görülmüş; bu anlamda eğitimde fırsat eşitliği kavramının pratikte gözlemlenen sonuçlarının, özellikle ötekileştirilen kimlikleri kapsama anlamındaki yetersizliğine dikkat çekilmek istenmiştir.
The gathered and analyzed data indicate that the neighbourhood still goes on struggling with social exclusion in both social and economical fields. As a result, it seems that the Gypsy/Roma people living in Çanakkale, Turkey try to develop their own survival strategies with respect to their specific living conditions in Turkey. Thus, it can be claimed that this adaptation resulted in a micro identity that can be called 'Fevzipaşalılık' and in a tendency to draw themselves apart the rest of the stigmatized Gypsy/Roma groups by using this specific micro identity. This research scrutinizes how such boundaries separate them from other Gypsy/Roma groups and on which aspects they are doomed to share the same faith with them. For this purpose, especially the neighbourhood dynamics, significance of space, relationship with the others, media, education and job opportunities have been under focus. All of them have been mostly analyzed through the Bourdieu's sociological perspective (specifically the concepts of habitus and social capital), in order to be able to investigate the dynamic and dialectic relationships between the individual, the structure and the space.