Türkiye’de Satanizmle İlişkilendirilen Olaylar ve Alınabilecek Tedbirler, 2024
Şeytana tapınmanın sistemsel bir hali olarak algılanan Satanizm gerek kavramsal gerekse nitelikse... more Şeytana tapınmanın sistemsel bir hali olarak algılanan Satanizm gerek kavramsal gerekse niteliksel olarak büyük tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Satanistlerce yaratılmışların ilki olarak ifade edilen şeytan, insanlık tarihi boyunca inanç dünyasının en önemli figürlerinden biri olmuştur. Genel kabulde kötülüğün sembolü olarak lanse edilen Şeytan, satanist oluşumlarca haksızlık ve zulme karşı başkaldırının temsilcisi olarak kabul görmüştür.
Kendisine yüklenen böylesi tezat anlamlara rağmen günümüze kadar insanoğlunun hayatında farklı biçimlerde de olsa sürekli bir yer tutmuş olan şeytan inancı 1960’lı yıllarda ABD’de yaşamış olan Anton Szandor LaVey ile sistematik bir hale büründürülmüş ve bugünkü halini almıştır. LaVey, kurmuş olduğu The Church of Satan ve başta The Satanic Bible adlı eseri olmak üzere kaleme almış olduğu birçok kitap ile Satanizme resmi bir hüviyet kazandırmıştır. Onun Hıristiyanlık özelinde tüm inanç sistemlerine karşı getirdiği eleştiriler ve toplumdaki adaletsizlere karşı başkaldırısı özellikle inanç dünyasında sıkıntıları olan ve sosyal yapının düzensizliğinden rahatsızlık hisseden insanlar arasında hızla yayılmıştır. ABD’de başta olmak üzere Hıristiyanlığın hâkim olduğu batı dünyasında çığ gibi büyüyen satanizm, aykırı söylem ve ritüelleri ile tüm dünyada büyük endişe yaratmıştır.
Dünya genelindeki bu hızlı yayılımdan Türkiye’de etkilenmiş ve ülkemizde de satanizmle ilişkilendirilen olumsuz münferit olaylar yaşanmıştır. Kimi zaman toplumsal infiale yol açacak derecede tepki gösterilen bu olaylar neticesinde konu TBMM’ye dahi taşınmış ve devletin tüm kurumlarıyla bu tehdit karşısında ne gibi çözüm yollarına başvurması gerektiği tartışılmıştır.
Bu çalışma ile Türkiye’de satanizmle irtibatlandırılan menfi olayların neler olduğunu ve başta satanizm olmak üzere bu gibi tehlikeli dini oluşumlara karşı ne gibi tedbirler alınabileceği konularını ele alınmıştır.
İRAN'DA KAÇAR TÜRK HANEDANLIĞI, BABİLİK VE BAHAİLİK, 2024
Kaçar Hanlığı da yakın tarihte İran'da kurulmuş ve bir asırdan fazla tarih sahnesinde kalmış, böl... more Kaçar Hanlığı da yakın tarihte İran'da kurulmuş ve bir asırdan fazla tarih sahnesinde kalmış, bölge siyasetinde etkili olmuş bir Türk Devletidir. Konumu itibariyle sömürgeci devletlerin sürekli iştahını kabartan ve onların içten-dıştan müdahalelerine sahne olan Kaçar Hanlığı, Rusya ve İngiltere gibi devletlerin siyasi, ekonomik ve askeri müdahaleleri neticesinde büyük sıkıntılara sahne olmuştur. Bu dış güçler kimi zaman da Bahaî hareketinde olduğu gibi ülkede iç karışıklıklar çıkaran grupları destekleyerek, bunları İran'a karşı bir koz olarak kullanmaktan çekinmemiştir.
İRAN'DA KAÇAR TÜRK HANEDANLIĞI, BABİLİK VE BAHAİLİK, 2023
Kaçar Hanlığı da yakın tarihte İran’da kurulmuş ve bir asırdan fazla tarih sahnesinde kalmış, böl... more Kaçar Hanlığı da yakın tarihte İran’da kurulmuş ve bir asırdan fazla tarih sahnesinde kalmış, bölge siyasetinde etkili olmuş bir Türk Devletidir., Konumu itibariyle sömürgeci devletlerin sürekli iştahını kabartan ve onların içten- dıştan müdahalelerine sahne olan Kaçar Hanlığı, Rusya ve İngiltere gibi devletlerin siyasi, ekonomik ve askeri müdahaleleri neticesinde büyük sıkıntılara sahne olmuştur. Bu dış güçler kimi zamanda Bahaî hareketinde olduğu gibi ülkede iç karışıklıklar çıkaran grupları destekleyerek, bunları İran’a karşı bir koz olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Şia’nın gelmesi beklenen imam fikrinden hareketle ortaya çıkan Bab Mirza Ali Muhammed ve Bahaullah Mirza Hüseyin Ali, mezhebi bir hareketin önderleri olarak ortaya çıktılarsa da başta İngiltere gibi sömürgeci devletlerinde desteğiyle zamanla ayrı bir din hüviyetine bürünmüşlerdir. Günümüzde Kaçar Hanedanlığına mensuplarından çoğu İngiltere de hayatlarını sürdürmektedirler. Kaçar halkının yoğun olarak yaşadıkları yerlerse; İran da Esterabad, Gürgan ve Mazenderan eyaletleri başta olmak üzere Türkistan, Azerbaycan’dır. Ülkemizde de Elazığ ve Tunceli civarında bazı Kaçar köylerinin olduğu iddia edilmektedir. Bahaîler ise gün geçtikçe güçlenmiş ve Türkiye’de dahil olmak üzere dünya genelinde 232 ülkede meşruiyet kazanmışlardır. Tüm inançların sentezi olan yeni bir din oldukları iddiasıyla Bahailer, merkezleri olan İsrail Hayfa’daki Yüce Adalet Evi’nin idaresi altında varlıklarını ve güçlerini arttırmaya devam etmektedirler.
ORTA ASYA VE KAFKASYA DIL TARIH EDEBIYAT-ILAHIYAT ARASTIRMALARI, 2022
Kafkaslar ve Anadolu insanlık tarihinin iki kadim yerleşkesi ve birçok uygarlığın ev sahipliğini ... more Kafkaslar ve Anadolu insanlık tarihinin iki kadim yerleşkesi ve birçok uygarlığın ev sahipliğini yapmış iki komşu coğrafyadır. Böylesi köklü bir maziye sahip olunca ister istemez birçok kültürel ve dini motifin de günümüze kadar taşınmış olması kaçınılmaz olmuştur. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de her iki coğrafyada mensup sayıları değişken ve toplam nüfusa göre oranları farklı olmakla birlikte Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi ilahi dinlere tabii olan farklı etnik unsurlar mevcuttur. Kafkas Yahudileri olarak da bilinen Dağ Yahudileri Kafkaslarda genellikle Azerbaycan ve Dağıstan’daki farklı yerleşim yerlerinde yaşamaktadırlar. Kesin bir veriye dayanamamakla birlikte toplam nüfuslarının 12 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Anadolu’daki Müslümanlar ise Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar ve ülkenin nüfusunun yaklaşık %90’ının Müslüman olduğu varsayımından yola çıkıldığında farklı etnik unsurlara ve İslam mezheplerine mensup 75 milyon civarında nüfusa sahip oldukları varsayılmaktadır. Doğumla başlayıp ölümle son bulan insan hayatı belli birtakım evrelere ayrılmıştır. Hayatın dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz bu evreler o insanın ve çevresinin yaşantısında yeni bir başlangıç olarak algılanmaktadır. Özellikle doğum, evlilik ve ölüm gibi üç ana kısma ayırabileceğimiz bu evreler konunun uzmanları tarafından geçiş dönemleri olarak isimlendirilmektedirler. Bizde bu çalışma ile geçiş dönemlerinden sonuncusu ve inanan insanlar için geçici olan bu dünya hayatının bitip ebedi olan ahiret hayatına başlangıcı olarak kabul edilen ölüm fenomenini ele alacağız. Ölümle ilişkilendirilen olaylar, ölümün öncesi ve sonrasında yaşananlar, mateme dair inanış ve uygulamalar gibi konular mukayeseli olarak işlenilecektir. Bu çalışma -her ne kadar farklı dinlere mensup toplumları ele almış olsa da- iki komşu coğrafyadaki insanların ölüme dair inanış ve uygulamalarının mukayesesi neticesinde ortaya çıkacak olan benzerlik ve farklılıkların tespiti açısından önemlidir. Bu insanların hayata bakışlarında ve inanç dünyalarında din etkenin dışında kültürel özelliklerin ve içinde yaşanılan toplumun etkisinin ne kadar belirleyici olduğunun anlaşılması açısından da ayrı bir önem arz etmektedir.
Türklerin hâkim olduğu coğrafyada ilk defa bir din doğmuş ve buradan dünyanın dört bir yanına yay... more Türklerin hâkim olduğu coğrafyada ilk defa bir din doğmuş ve buradan dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Osmanlı toprağı olan Bağdat’ta ortaya çıkan bu din; Bahaullah’ın İstanbul, Edirne ve Akka’ya olan sürgünleri neticesinde Osmanlı coğrafyasının neredeyse bir ucundan diğer ucuna kadar taşınmıştır. Bahaullah’ın vefatından sonraki dönemlerde ise birçok ülkede teşkilatlanmış ve kurumsal bir kimlik kazanmıştır. Bazı kaynaklarda Bahailerin sayısına dair on milyon gibi abartılı bir rakam verilse de kendi kaynaklarına göre dünya genelinde yaklaşık beş milyon, Türkiye’de ise beş ile yedi bin arası Bahai bulunmaktadır. Azımsanamayacak bir nüfusa sahip olan Bahailer hakkında Türkiye’de -kendi kutsal metinlerinin tercümeleri ve mensuplarının yazdıkları eserler dışında- çok az sayıda eser yazılmıştır. Bizler de bu eksikliğin giderilmesine katkı sunabilmek ve Bahailiğin tarihsel gelişimini, inanç- ibadet ve ahlak esaslarını, dünya genelindeki teşkilatlanmasını, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yapılanması ve faaliyetlerini daha iyi ortaya koyabilmek amacıyla bu çalışmayı yapmaya karar verdik.
Bilim insanı ve İslâm filozofu Nâsirüddîn Tûsî’nin; Tevellâ ve Teberrâ, Matlûbu’l-Müminîn, Mebde ... more Bilim insanı ve İslâm filozofu Nâsirüddîn Tûsî’nin; Tevellâ ve Teberrâ, Matlûbu’l-Müminîn, Mebde ve Meâd isimlerine sahip üç risalesinin ilk tam Türkçe tercümesini içeren bu eser, Tûsî’nin İslâm felsefesine dair düşüncelerine kaynaklık etmektedir. İslâm felsefesi alanında yazdığı eserlerle ve bilim dünyasında yaptığı çalışmalarla ismini geniş kitlelere duyurmuş olan Tûsî, Üç Risale ile kelâm felsefesine yeni bir perspektiften bakmamızı sağlayacaktır. “(…) Var olanların tümü herkes için mukadder olmadığından, herkes kendisi için takdir edilen şeyi göremediğinden, birinin gördüklerini diğeri göremediğinden, birinin bildiği şeyleri diğeri ifade edemediğinden onun bu arzusunu yerine getirmek zordu. Çünkü şayet görme, göz vasıtasıyla olursa, bilme sadece bir eserle olabilir; bilgi kavramaysa, konuşma sadece bilgilendirmeyle olabilir; konuşma açıklamayla olursa, yazma sadece kinaye ve ima ile olabilir. Bilgilendirme, ima ve kinaye ile ifade edildiğinde, şahit olma gibi olamaz.”
Başın dara düşmiye. Birin bir ola, tuttuğun altın mekanın cennet ola. Babana rahmet. Bahtın ak ol... more Başın dara düşmiye. Birin bir ola, tuttuğun altın mekanın cennet ola. Babana rahmet. Bahtın ak ola. Can sağlığı göresen. Cennet hatunu olasan. Canından ğer göresen. Dünyalar durdukça durasan. Ellerin dert görmeye. Evin başın şen ola. Elin daşa atasan, altın gele. Elin ekmek tuta. Emeli salih olasan. Evin yapıla. İşin rast gele. İşin amelen göre rast gele. İki dünyan mamur ola. Kada bela görmeyesen. Köyneğin ipekten, avradın köpekten ola. B) BEDDUALAR Allah o aklın alıp, canın da ala. Aklan, fikren kara su yene. Allah ,o imanın elinden ala. Anandan emdiğin süt, burnundan fitil fitil gele. Allah canın ala, acın bize göstere. Allah diş vere, tırnak vermeye. Allah hayrın buza yaza. Avradın ellere kala. Ataş başan döküle. Ataş başlı. Allah o, belan vere. Ayağan daş değe. Ayağın değene kadar, başın daşa değe. Attığın adım uzun gele. Allah beni göre, seni kaldıra. Boynun altında gala. Bildiğin kade çekesen. Baba tutasan. Ciğerlerin ağzından gele. Ciğerlerin paramparça ola. Can sağlığı görmeyesen. Çok kazanasan, zembilin dili delik ola. Dalından vurulasan. Dönmeyesen.
İslâm coğrafyasında Hz. Peygamberin vefatından sonra çeşitli sebeplerden dolayı bölünmeler olmuşt... more İslâm coğrafyasında Hz. Peygamberin vefatından sonra çeşitli sebeplerden dolayı bölünmeler olmuştur. Bu ayrışmanın neticesinde ortaya çıkan mezheplerden biri de Şîa’dır. Şîa’nın önemli bir kolu olan Ca‘ferîliğin ülkemizde en yaygın yaşandığı yerlerin başında Iğdır ve Kars illeri gelmektedir. Doğum ile başlayıp ölüm ile son bulan insan hayatı farklı evrelerden oluşmaktadır. Geçiş dönemleri adı verilen bu evreler ana hatlarıyla; hayatın başlangıcı olarak kabul edilen “doğum”, hayata birlikte devam etmek ve zürriyetini sürdürmek için yol arkadaşı olarak seçtiği kimseyle çıkılacak olan yolun başlangıcı olan “düğün” ve dünya hayatının sonu olarak kabul edilen “ölüm” şeklinde ifade edilebilir. Bireyin hayata gözünü açtığı anın öncesinden başlayıp son nefesini vereceği zamana kadarki süreçte karşılaşılabileceği her türlü olumsuzluğu bertaraf etmek, daha kaliteli ve huzurlu bir yaşam sürdürmek için yapılması gerekenlere dair birtakım inanışlar vardır. Mensubu olunan din veya etnik yapı ne olursa olsun insanlık tarihi boyunca var olmuş olan bu inanışlar neticesinde çeşitli uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu çalışma ile Ca‘ferîliğin günümüze kadar ki sürecinin ele alınmasından sonra ana konumuz olan iki yerleşim yeri özelinde buralarda yaşayan Ca‘ferîlere değinilmiştir. Ardından geçiş dönemlerinden ilki olarak kabul edilebilen doğum olayının öncesinde neler yapılması gerektiği, çocuğun doğduktan sonra musibetlerden korunması ve daha güzey bir yaşam sürmesi için başta anne ve babası olmak üzere yakın çevresinin neler yapması gerektiğine dair inançlara değinilmiştir. Geçiş dönemlerinden bir diğeri olan düğün kısmında ise kişinin hayatını birlikte sürdüreceği eşini seçmesinden başlayıp, daha mutlu ve huzurlu bir aile kurmak için gelin ve damat başta olmak üzere tarafların ailelerinin nelere inandıklarından bahsedilmiştir. Ölüm hakkındaki bölümde ise ölüme delalet ettiği düşünülen inançlar, ölüm anı ve ölüm sonrasında yapılması gereken uygulamalar anlatılmıştır.
İktisadî, siyasî, kültürel ve dinî çeşitli etmenlerin sebep olduğu birtakım sosyal olayların neti... more İktisadî, siyasî, kültürel ve dinî çeşitli etmenlerin sebep olduğu birtakım sosyal olayların neticesinde toplumlar içerisinde aykırı ya da illegal olarak da adlandıran reformist gruplar ortaya çıkmıştır. Özellikle dinî temelli bu tür oluşumlar zaman içerisinde ana akım dinî gövdeden kopan yeni dinî yapıların ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. 19. yy.’ın ortalarından itibaren dünya genelinde sayıları hızla artan bu oluşumlar Yeni Dinî Hareketler olarak adlandırılmaktadırlar. Böylesi grupların en belirgin özelliklerinden biri sıra dışı ve cesur olarak niteledikleri bir liderin önderliğinde bir araya gelmemeleridir. Kurretü’l-Ayn mahlaslı Kazvinli Fatma/ Ümmü Selma ’da bu aktivistlerden biridir. Kurretü’l-Ayn, Şiilerin beklediği kurtarıcı olduğu iddiasıyla ortaya çıkan Bâb’ın en hararetli savunucularından biridir. Daha sonraki süreçte ise “İslâm dininin hükümlerinin artık ömrünü tamamladığı” şeklindeki ifadesiyle Bahâîliğin önde gelen savunucularından biri olmuştur. Mensupları tarafından son ilâhî din, dinler tarihi uzmanları tarafındansa Yeni Dinî Hareket olarak kabul edilen Bahâîliğin kadına verdiği değerin anlaşılması açısından farklı bir konumda değerlendirilen Kurretü’l-Ayn’ın diğer bir vurgulanan yanı da edebî yönüdür. Ona ait olduğu iddia edilen şiirler vasıtasıyla hatırası ve fikirleri günümüzde de yaşatılmaya çalışılmaktadır. Hatta bu amaçla günümüzde faaliyetlerini devam ettiren Tahirih Justice Center (Tâhire Adalet Merkezi) adında bir sivil toplum kuruluşu dahi kurulmuştur. Kurretü’l-Ayn, Bahâîler tarafından; yaşadığı coğrafyada gördüğü eksiklik ve kusurları İslâm’a mal ederek birtakım arayışlara giren ve Bâbîlik- Bahâîlik gibi yeni inanışlarla dine yeni bir bakış kazandırma gayretleriyle bir reformist, toplumda ezilen ve dışlanan kadınların hakları korumak için giriştiği mücadele ile bir aktivist, inandığı fikirleri daha etkili şekilde insanlara duyurmak için dile getirdiği dizelerle bir şair olarak kabul edilmiştir. Bu çalışma, ülkemizde şu ana kadar az sayıda da olsa yapılmış olan çalışmaların aksine konuyu ön yargılardan uzak şekilde, dinler tarihinin objektiflik ilkesine bağlı kalarak, literatür taraması sonucunda elde edilen verilerle incelemeye çalışmaktadır.
Batılı seyyah ve araştırmacılar, Türklerin ilk defa Avrupa ile tanışmasını sağlayan önemli figürl... more Batılı seyyah ve araştırmacılar, Türklerin ilk defa Avrupa ile tanışmasını sağlayan önemli figürlerdir. Orta Çağ'dan itibaren Türklerin yaşadığı toprakları ziyaret eden bu kişiler, gördükleri ve yaşadıklarını kendi kültürleri ve önyargılarıyla birlikte yorumlayarak Batı dünyasında Türk imajının oluşmasında etkili olmuşlardır. Batılı seyyah ve araştırmacılarda Türk imajı, genellikle Orta Çağ'da Avrupa'da yaygın olan Türk korkusu ve düşmanlığı ile şekillenmiştir. Bu dönemde Türkler, barbar, gaddar ve acımasız bir millet olarak tasvir edilmiştir. 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'da genişlemesi ile birlikte bu korku ve düşmanlık daha da artmıştır. Batı’da olumsuz Türk imajı, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmesi ve Balkanlar ve Avrupa içlerine kadar ilerlemesiyle daha da artmıştır. Arap, Sarazen, Müslüman gibi kelimeler Türklerle eş tutulmuş, seyyahların eserlerinde "barbarlar" olarak nitelendirilerek vahşi, zalim, kaba ve akılsız doğulular anlamında kullanılmıştır. Bu nitelendirme neticesinde de vahşi, zalim, gaddar gibi sıfatlarla anılmış, kimi zamanda akılsız Doğulu olarak da anıldığı olmuştur. İber Yarımadası'nda Türk adı, tehlikeyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Türklerin Akdeniz’deki fetihlerinin her geçen gün artarak büyümesi ve burasının bir nevi Türklere ait bir iç denize dönüşebileceği fikri bu kaygıyı daha da arttırmıştır. “Mo. fos en la costa (Dikkat! Mağripliler karaya çıktı!)” tabiri o zamanlarda Türk ile Mağripli milletler arasında fark görmeyen İspanya halkının zihin dünyasında Türkün yarattığı psikolojik etkinin anlaşılması açısından önemlidir.
Türkiye’de Satanizmle İlişkilendirilen Olaylar ve Alınabilecek Tedbirler, 2024
Şeytana tapınmanın sistemsel bir hali olarak algılanan Satanizm gerek kavramsal gerekse nitelikse... more Şeytana tapınmanın sistemsel bir hali olarak algılanan Satanizm gerek kavramsal gerekse niteliksel olarak büyük tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Satanistlerce yaratılmışların ilki olarak ifade edilen şeytan, insanlık tarihi boyunca inanç dünyasının en önemli figürlerinden biri olmuştur. Genel kabulde kötülüğün sembolü olarak lanse edilen Şeytan, satanist oluşumlarca haksızlık ve zulme karşı başkaldırının temsilcisi olarak kabul görmüştür.
Kendisine yüklenen böylesi tezat anlamlara rağmen günümüze kadar insanoğlunun hayatında farklı biçimlerde de olsa sürekli bir yer tutmuş olan şeytan inancı 1960’lı yıllarda ABD’de yaşamış olan Anton Szandor LaVey ile sistematik bir hale büründürülmüş ve bugünkü halini almıştır. LaVey, kurmuş olduğu The Church of Satan ve başta The Satanic Bible adlı eseri olmak üzere kaleme almış olduğu birçok kitap ile Satanizme resmi bir hüviyet kazandırmıştır. Onun Hıristiyanlık özelinde tüm inanç sistemlerine karşı getirdiği eleştiriler ve toplumdaki adaletsizlere karşı başkaldırısı özellikle inanç dünyasında sıkıntıları olan ve sosyal yapının düzensizliğinden rahatsızlık hisseden insanlar arasında hızla yayılmıştır. ABD’de başta olmak üzere Hıristiyanlığın hâkim olduğu batı dünyasında çığ gibi büyüyen satanizm, aykırı söylem ve ritüelleri ile tüm dünyada büyük endişe yaratmıştır.
Dünya genelindeki bu hızlı yayılımdan Türkiye’de etkilenmiş ve ülkemizde de satanizmle ilişkilendirilen olumsuz münferit olaylar yaşanmıştır. Kimi zaman toplumsal infiale yol açacak derecede tepki gösterilen bu olaylar neticesinde konu TBMM’ye dahi taşınmış ve devletin tüm kurumlarıyla bu tehdit karşısında ne gibi çözüm yollarına başvurması gerektiği tartışılmıştır.
Bu çalışma ile Türkiye’de satanizmle irtibatlandırılan menfi olayların neler olduğunu ve başta satanizm olmak üzere bu gibi tehlikeli dini oluşumlara karşı ne gibi tedbirler alınabileceği konularını ele alınmıştır.
İRAN'DA KAÇAR TÜRK HANEDANLIĞI, BABİLİK VE BAHAİLİK, 2024
Kaçar Hanlığı da yakın tarihte İran'da kurulmuş ve bir asırdan fazla tarih sahnesinde kalmış, böl... more Kaçar Hanlığı da yakın tarihte İran'da kurulmuş ve bir asırdan fazla tarih sahnesinde kalmış, bölge siyasetinde etkili olmuş bir Türk Devletidir. Konumu itibariyle sömürgeci devletlerin sürekli iştahını kabartan ve onların içten-dıştan müdahalelerine sahne olan Kaçar Hanlığı, Rusya ve İngiltere gibi devletlerin siyasi, ekonomik ve askeri müdahaleleri neticesinde büyük sıkıntılara sahne olmuştur. Bu dış güçler kimi zaman da Bahaî hareketinde olduğu gibi ülkede iç karışıklıklar çıkaran grupları destekleyerek, bunları İran'a karşı bir koz olarak kullanmaktan çekinmemiştir.
İRAN'DA KAÇAR TÜRK HANEDANLIĞI, BABİLİK VE BAHAİLİK, 2023
Kaçar Hanlığı da yakın tarihte İran’da kurulmuş ve bir asırdan fazla tarih sahnesinde kalmış, böl... more Kaçar Hanlığı da yakın tarihte İran’da kurulmuş ve bir asırdan fazla tarih sahnesinde kalmış, bölge siyasetinde etkili olmuş bir Türk Devletidir., Konumu itibariyle sömürgeci devletlerin sürekli iştahını kabartan ve onların içten- dıştan müdahalelerine sahne olan Kaçar Hanlığı, Rusya ve İngiltere gibi devletlerin siyasi, ekonomik ve askeri müdahaleleri neticesinde büyük sıkıntılara sahne olmuştur. Bu dış güçler kimi zamanda Bahaî hareketinde olduğu gibi ülkede iç karışıklıklar çıkaran grupları destekleyerek, bunları İran’a karşı bir koz olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Şia’nın gelmesi beklenen imam fikrinden hareketle ortaya çıkan Bab Mirza Ali Muhammed ve Bahaullah Mirza Hüseyin Ali, mezhebi bir hareketin önderleri olarak ortaya çıktılarsa da başta İngiltere gibi sömürgeci devletlerinde desteğiyle zamanla ayrı bir din hüviyetine bürünmüşlerdir. Günümüzde Kaçar Hanedanlığına mensuplarından çoğu İngiltere de hayatlarını sürdürmektedirler. Kaçar halkının yoğun olarak yaşadıkları yerlerse; İran da Esterabad, Gürgan ve Mazenderan eyaletleri başta olmak üzere Türkistan, Azerbaycan’dır. Ülkemizde de Elazığ ve Tunceli civarında bazı Kaçar köylerinin olduğu iddia edilmektedir. Bahaîler ise gün geçtikçe güçlenmiş ve Türkiye’de dahil olmak üzere dünya genelinde 232 ülkede meşruiyet kazanmışlardır. Tüm inançların sentezi olan yeni bir din oldukları iddiasıyla Bahailer, merkezleri olan İsrail Hayfa’daki Yüce Adalet Evi’nin idaresi altında varlıklarını ve güçlerini arttırmaya devam etmektedirler.
ORTA ASYA VE KAFKASYA DIL TARIH EDEBIYAT-ILAHIYAT ARASTIRMALARI, 2022
Kafkaslar ve Anadolu insanlık tarihinin iki kadim yerleşkesi ve birçok uygarlığın ev sahipliğini ... more Kafkaslar ve Anadolu insanlık tarihinin iki kadim yerleşkesi ve birçok uygarlığın ev sahipliğini yapmış iki komşu coğrafyadır. Böylesi köklü bir maziye sahip olunca ister istemez birçok kültürel ve dini motifin de günümüze kadar taşınmış olması kaçınılmaz olmuştur. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de her iki coğrafyada mensup sayıları değişken ve toplam nüfusa göre oranları farklı olmakla birlikte Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi ilahi dinlere tabii olan farklı etnik unsurlar mevcuttur. Kafkas Yahudileri olarak da bilinen Dağ Yahudileri Kafkaslarda genellikle Azerbaycan ve Dağıstan’daki farklı yerleşim yerlerinde yaşamaktadırlar. Kesin bir veriye dayanamamakla birlikte toplam nüfuslarının 12 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Anadolu’daki Müslümanlar ise Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar ve ülkenin nüfusunun yaklaşık %90’ının Müslüman olduğu varsayımından yola çıkıldığında farklı etnik unsurlara ve İslam mezheplerine mensup 75 milyon civarında nüfusa sahip oldukları varsayılmaktadır. Doğumla başlayıp ölümle son bulan insan hayatı belli birtakım evrelere ayrılmıştır. Hayatın dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz bu evreler o insanın ve çevresinin yaşantısında yeni bir başlangıç olarak algılanmaktadır. Özellikle doğum, evlilik ve ölüm gibi üç ana kısma ayırabileceğimiz bu evreler konunun uzmanları tarafından geçiş dönemleri olarak isimlendirilmektedirler. Bizde bu çalışma ile geçiş dönemlerinden sonuncusu ve inanan insanlar için geçici olan bu dünya hayatının bitip ebedi olan ahiret hayatına başlangıcı olarak kabul edilen ölüm fenomenini ele alacağız. Ölümle ilişkilendirilen olaylar, ölümün öncesi ve sonrasında yaşananlar, mateme dair inanış ve uygulamalar gibi konular mukayeseli olarak işlenilecektir. Bu çalışma -her ne kadar farklı dinlere mensup toplumları ele almış olsa da- iki komşu coğrafyadaki insanların ölüme dair inanış ve uygulamalarının mukayesesi neticesinde ortaya çıkacak olan benzerlik ve farklılıkların tespiti açısından önemlidir. Bu insanların hayata bakışlarında ve inanç dünyalarında din etkenin dışında kültürel özelliklerin ve içinde yaşanılan toplumun etkisinin ne kadar belirleyici olduğunun anlaşılması açısından da ayrı bir önem arz etmektedir.
Türklerin hâkim olduğu coğrafyada ilk defa bir din doğmuş ve buradan dünyanın dört bir yanına yay... more Türklerin hâkim olduğu coğrafyada ilk defa bir din doğmuş ve buradan dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Osmanlı toprağı olan Bağdat’ta ortaya çıkan bu din; Bahaullah’ın İstanbul, Edirne ve Akka’ya olan sürgünleri neticesinde Osmanlı coğrafyasının neredeyse bir ucundan diğer ucuna kadar taşınmıştır. Bahaullah’ın vefatından sonraki dönemlerde ise birçok ülkede teşkilatlanmış ve kurumsal bir kimlik kazanmıştır. Bazı kaynaklarda Bahailerin sayısına dair on milyon gibi abartılı bir rakam verilse de kendi kaynaklarına göre dünya genelinde yaklaşık beş milyon, Türkiye’de ise beş ile yedi bin arası Bahai bulunmaktadır. Azımsanamayacak bir nüfusa sahip olan Bahailer hakkında Türkiye’de -kendi kutsal metinlerinin tercümeleri ve mensuplarının yazdıkları eserler dışında- çok az sayıda eser yazılmıştır. Bizler de bu eksikliğin giderilmesine katkı sunabilmek ve Bahailiğin tarihsel gelişimini, inanç- ibadet ve ahlak esaslarını, dünya genelindeki teşkilatlanmasını, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yapılanması ve faaliyetlerini daha iyi ortaya koyabilmek amacıyla bu çalışmayı yapmaya karar verdik.
Bilim insanı ve İslâm filozofu Nâsirüddîn Tûsî’nin; Tevellâ ve Teberrâ, Matlûbu’l-Müminîn, Mebde ... more Bilim insanı ve İslâm filozofu Nâsirüddîn Tûsî’nin; Tevellâ ve Teberrâ, Matlûbu’l-Müminîn, Mebde ve Meâd isimlerine sahip üç risalesinin ilk tam Türkçe tercümesini içeren bu eser, Tûsî’nin İslâm felsefesine dair düşüncelerine kaynaklık etmektedir. İslâm felsefesi alanında yazdığı eserlerle ve bilim dünyasında yaptığı çalışmalarla ismini geniş kitlelere duyurmuş olan Tûsî, Üç Risale ile kelâm felsefesine yeni bir perspektiften bakmamızı sağlayacaktır. “(…) Var olanların tümü herkes için mukadder olmadığından, herkes kendisi için takdir edilen şeyi göremediğinden, birinin gördüklerini diğeri göremediğinden, birinin bildiği şeyleri diğeri ifade edemediğinden onun bu arzusunu yerine getirmek zordu. Çünkü şayet görme, göz vasıtasıyla olursa, bilme sadece bir eserle olabilir; bilgi kavramaysa, konuşma sadece bilgilendirmeyle olabilir; konuşma açıklamayla olursa, yazma sadece kinaye ve ima ile olabilir. Bilgilendirme, ima ve kinaye ile ifade edildiğinde, şahit olma gibi olamaz.”
Başın dara düşmiye. Birin bir ola, tuttuğun altın mekanın cennet ola. Babana rahmet. Bahtın ak ol... more Başın dara düşmiye. Birin bir ola, tuttuğun altın mekanın cennet ola. Babana rahmet. Bahtın ak ola. Can sağlığı göresen. Cennet hatunu olasan. Canından ğer göresen. Dünyalar durdukça durasan. Ellerin dert görmeye. Evin başın şen ola. Elin daşa atasan, altın gele. Elin ekmek tuta. Emeli salih olasan. Evin yapıla. İşin rast gele. İşin amelen göre rast gele. İki dünyan mamur ola. Kada bela görmeyesen. Köyneğin ipekten, avradın köpekten ola. B) BEDDUALAR Allah o aklın alıp, canın da ala. Aklan, fikren kara su yene. Allah ,o imanın elinden ala. Anandan emdiğin süt, burnundan fitil fitil gele. Allah canın ala, acın bize göstere. Allah diş vere, tırnak vermeye. Allah hayrın buza yaza. Avradın ellere kala. Ataş başan döküle. Ataş başlı. Allah o, belan vere. Ayağan daş değe. Ayağın değene kadar, başın daşa değe. Attığın adım uzun gele. Allah beni göre, seni kaldıra. Boynun altında gala. Bildiğin kade çekesen. Baba tutasan. Ciğerlerin ağzından gele. Ciğerlerin paramparça ola. Can sağlığı görmeyesen. Çok kazanasan, zembilin dili delik ola. Dalından vurulasan. Dönmeyesen.
İslâm coğrafyasında Hz. Peygamberin vefatından sonra çeşitli sebeplerden dolayı bölünmeler olmuşt... more İslâm coğrafyasında Hz. Peygamberin vefatından sonra çeşitli sebeplerden dolayı bölünmeler olmuştur. Bu ayrışmanın neticesinde ortaya çıkan mezheplerden biri de Şîa’dır. Şîa’nın önemli bir kolu olan Ca‘ferîliğin ülkemizde en yaygın yaşandığı yerlerin başında Iğdır ve Kars illeri gelmektedir. Doğum ile başlayıp ölüm ile son bulan insan hayatı farklı evrelerden oluşmaktadır. Geçiş dönemleri adı verilen bu evreler ana hatlarıyla; hayatın başlangıcı olarak kabul edilen “doğum”, hayata birlikte devam etmek ve zürriyetini sürdürmek için yol arkadaşı olarak seçtiği kimseyle çıkılacak olan yolun başlangıcı olan “düğün” ve dünya hayatının sonu olarak kabul edilen “ölüm” şeklinde ifade edilebilir. Bireyin hayata gözünü açtığı anın öncesinden başlayıp son nefesini vereceği zamana kadarki süreçte karşılaşılabileceği her türlü olumsuzluğu bertaraf etmek, daha kaliteli ve huzurlu bir yaşam sürdürmek için yapılması gerekenlere dair birtakım inanışlar vardır. Mensubu olunan din veya etnik yapı ne olursa olsun insanlık tarihi boyunca var olmuş olan bu inanışlar neticesinde çeşitli uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu çalışma ile Ca‘ferîliğin günümüze kadar ki sürecinin ele alınmasından sonra ana konumuz olan iki yerleşim yeri özelinde buralarda yaşayan Ca‘ferîlere değinilmiştir. Ardından geçiş dönemlerinden ilki olarak kabul edilebilen doğum olayının öncesinde neler yapılması gerektiği, çocuğun doğduktan sonra musibetlerden korunması ve daha güzey bir yaşam sürmesi için başta anne ve babası olmak üzere yakın çevresinin neler yapması gerektiğine dair inançlara değinilmiştir. Geçiş dönemlerinden bir diğeri olan düğün kısmında ise kişinin hayatını birlikte sürdüreceği eşini seçmesinden başlayıp, daha mutlu ve huzurlu bir aile kurmak için gelin ve damat başta olmak üzere tarafların ailelerinin nelere inandıklarından bahsedilmiştir. Ölüm hakkındaki bölümde ise ölüme delalet ettiği düşünülen inançlar, ölüm anı ve ölüm sonrasında yapılması gereken uygulamalar anlatılmıştır.
İktisadî, siyasî, kültürel ve dinî çeşitli etmenlerin sebep olduğu birtakım sosyal olayların neti... more İktisadî, siyasî, kültürel ve dinî çeşitli etmenlerin sebep olduğu birtakım sosyal olayların neticesinde toplumlar içerisinde aykırı ya da illegal olarak da adlandıran reformist gruplar ortaya çıkmıştır. Özellikle dinî temelli bu tür oluşumlar zaman içerisinde ana akım dinî gövdeden kopan yeni dinî yapıların ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. 19. yy.’ın ortalarından itibaren dünya genelinde sayıları hızla artan bu oluşumlar Yeni Dinî Hareketler olarak adlandırılmaktadırlar. Böylesi grupların en belirgin özelliklerinden biri sıra dışı ve cesur olarak niteledikleri bir liderin önderliğinde bir araya gelmemeleridir. Kurretü’l-Ayn mahlaslı Kazvinli Fatma/ Ümmü Selma ’da bu aktivistlerden biridir. Kurretü’l-Ayn, Şiilerin beklediği kurtarıcı olduğu iddiasıyla ortaya çıkan Bâb’ın en hararetli savunucularından biridir. Daha sonraki süreçte ise “İslâm dininin hükümlerinin artık ömrünü tamamladığı” şeklindeki ifadesiyle Bahâîliğin önde gelen savunucularından biri olmuştur. Mensupları tarafından son ilâhî din, dinler tarihi uzmanları tarafındansa Yeni Dinî Hareket olarak kabul edilen Bahâîliğin kadına verdiği değerin anlaşılması açısından farklı bir konumda değerlendirilen Kurretü’l-Ayn’ın diğer bir vurgulanan yanı da edebî yönüdür. Ona ait olduğu iddia edilen şiirler vasıtasıyla hatırası ve fikirleri günümüzde de yaşatılmaya çalışılmaktadır. Hatta bu amaçla günümüzde faaliyetlerini devam ettiren Tahirih Justice Center (Tâhire Adalet Merkezi) adında bir sivil toplum kuruluşu dahi kurulmuştur. Kurretü’l-Ayn, Bahâîler tarafından; yaşadığı coğrafyada gördüğü eksiklik ve kusurları İslâm’a mal ederek birtakım arayışlara giren ve Bâbîlik- Bahâîlik gibi yeni inanışlarla dine yeni bir bakış kazandırma gayretleriyle bir reformist, toplumda ezilen ve dışlanan kadınların hakları korumak için giriştiği mücadele ile bir aktivist, inandığı fikirleri daha etkili şekilde insanlara duyurmak için dile getirdiği dizelerle bir şair olarak kabul edilmiştir. Bu çalışma, ülkemizde şu ana kadar az sayıda da olsa yapılmış olan çalışmaların aksine konuyu ön yargılardan uzak şekilde, dinler tarihinin objektiflik ilkesine bağlı kalarak, literatür taraması sonucunda elde edilen verilerle incelemeye çalışmaktadır.
Batılı seyyah ve araştırmacılar, Türklerin ilk defa Avrupa ile tanışmasını sağlayan önemli figürl... more Batılı seyyah ve araştırmacılar, Türklerin ilk defa Avrupa ile tanışmasını sağlayan önemli figürlerdir. Orta Çağ'dan itibaren Türklerin yaşadığı toprakları ziyaret eden bu kişiler, gördükleri ve yaşadıklarını kendi kültürleri ve önyargılarıyla birlikte yorumlayarak Batı dünyasında Türk imajının oluşmasında etkili olmuşlardır. Batılı seyyah ve araştırmacılarda Türk imajı, genellikle Orta Çağ'da Avrupa'da yaygın olan Türk korkusu ve düşmanlığı ile şekillenmiştir. Bu dönemde Türkler, barbar, gaddar ve acımasız bir millet olarak tasvir edilmiştir. 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'da genişlemesi ile birlikte bu korku ve düşmanlık daha da artmıştır. Batı’da olumsuz Türk imajı, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmesi ve Balkanlar ve Avrupa içlerine kadar ilerlemesiyle daha da artmıştır. Arap, Sarazen, Müslüman gibi kelimeler Türklerle eş tutulmuş, seyyahların eserlerinde "barbarlar" olarak nitelendirilerek vahşi, zalim, kaba ve akılsız doğulular anlamında kullanılmıştır. Bu nitelendirme neticesinde de vahşi, zalim, gaddar gibi sıfatlarla anılmış, kimi zamanda akılsız Doğulu olarak da anıldığı olmuştur. İber Yarımadası'nda Türk adı, tehlikeyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Türklerin Akdeniz’deki fetihlerinin her geçen gün artarak büyümesi ve burasının bir nevi Türklere ait bir iç denize dönüşebileceği fikri bu kaygıyı daha da arttırmıştır. “Mo. fos en la costa (Dikkat! Mağripliler karaya çıktı!)” tabiri o zamanlarda Türk ile Mağripli milletler arasında fark görmeyen İspanya halkının zihin dünyasında Türkün yarattığı psikolojik etkinin anlaşılması açısından önemlidir.
The Journal of International Social Research, Oct 25, 2018
Bahailik, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Şia'nın Şeyhiyye kolundan türeyen Babîliğin bir uzant... more Bahailik, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Şia'nın Şeyhiyye kolundan türeyen Babîliğin bir uzantısı olarak ortaya çıkmış ve kısa bir süre sonra Babîlikten ayrılarak müstakil bir din hüviyeti iddiası ile tarih sahnesindeki yerini almıştır. Sahip olduğu inançibadet ve ahlak sistemi ile Bahailiğin; günümüz itibariyle Allah'ın gönderdiği son din, Bahaullah'ın son peygamber, Akdes Kitabı'nın da son kutsal kitap olduğu fikri müntesipleri tarafından savunulmaktadır. Ancak dinler tarihçileri tarafından Bahailik, yeni dini hareketler arasında sayılmaktadır. Yani Bahailik, din olmaktan ziyade yeni bir dini arayış olarak kabul edilmektedir. Bahailik, doğuşundan günümüze kadar hem kurumsal hem de bireysel tebliğ faaliyetleri neticesinde dünyanın hemen her yerinde inananlar edinmiştir. Türkiye de Bahailiğin ilk dönemlerinden beri Bahailerin bulunduğu ve faaliyet gösterdiği ülkelerden biridir. Hatta Bahailiğin kurucusu Bahaullah'ın uzun yıllar ikamet etmesi nedeniyle Türkiye, Bahailer açısından ayrı bir öneme de sahiptir. 21 Nisan 1959'a kadar Mahalli Mahfillerin yerel ölçekli etkinlikleri ile tebliğ vazifesini yerine getirmeye çalışan Türkiye Bahaileri, bu tarihten sonra Milli Mahfilin kurulmasının ardından daha kurumsal ve sistematik bir şekilde faaliyetlerine devam etmişlerdir. Bu çalışmanın amacı, yeni bir dini hareket olan Bahailiğin tebliğ felsefesini ve yansımalarını analiz etmektir. Bununla birlikte diğer bir amacı da Bahailiğin Türkiye'deki konumunu araştırmaktır.
Merhamet, yaratan ile yaratılan arasındaki bağın ve muhabbetin en güzel göstergelerinden biridir.... more Merhamet, yaratan ile yaratılan arasındaki bağın ve muhabbetin en güzel göstergelerinden biridir. Merhameti iki kısımda inceleyebiliriz: Birincisi yaratana ait olan ve mahlukatın hayatını kolaylaştırmak için tüm alemi kuşatan ilahi merhamet, ikincisi ise yaratılmışın diğer mahlukata dair sahip olduğu acıma, sevme, yardımcı olma gibi güzel hasletleri içinde barındıran beşerî merhamettir. Yaratıcının insandan, hayvana ve doğaya kadar tüm mahlukatı kapsayan merhametinin içinde yarattıklarına karşı olan sonsuz sevgisi, hoşgörüsü ve bağışlayıcılığı yer almaktadır. Özellikle insandan da kendisini örnek almasını isteyen yaratıcı, merhameti üstün bir vasıf olarak nitelediğini ve hangi koşulda olursa olsun buna sahip olabilen ve bunu dışarıya yansıtabilen kimsenin gerek kendi katında gerekse diğer mahlukat katında saygın bir konumda olacağını açıkça belirtmiştir. Merhamet konusu gelmiş geçmiş tüm inanç sistemlerinde kendine yer bulmuştur. Konuyu Kitab-ı Mukaddes özelinde ele aldığımızda Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplara ait birçok bölümde merhamete vurgu yapıldığı görülmektedir. Gerek Yahudiler gerekse Hıristiyanlar için merhamet konusunda öncelikle kendinden örnekler veren Tanrı, kullarından da kendisini örnek almalarını ve sadece insanlara karşı değil tüm mahlukata karşı merhametli olmalarını istemiştir. Merhamet duygusunun bir eksilik ya da acizlik değil tam tersine inanç ve erdem göstergesi olduğuna özellikle vurgu yapılmıştır. Kalbinde merhamet olanın hem yaşarken hem de öldükten sonra bunun nimet ve mükafatlarından faydalanacağını açıkça müjdelemiştir. Yapmış olduğumuz bu çalışmada, Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplarda bulunan merhametle ilgili ifadelerden yola çıkılarak, Yahudilik ile Hıristiyanlığın bu konuya bakışları Kitab-ı Mukaddes perspektifinden ele alınmıştır.
Christian and Muslim relationships went through different processes in the 12 th and the beginnin... more Christian and Muslim relationships went through different processes in the 12 th and the beginnings of 13 th century. The Papacy and Bernard of Clairvaux had adopted negative attitude toward Islam and Mohammad at the time of crusade. It can be described as an antagonism in the best way. Peter the Venerable had become a more different approach. He wanted to convert Muslims with a more objective attitude by emphasizing to the words, the reasons, and the love, not to the weapons, the force and the hatred. The invitation of Peter to the words, the reasons and love gained a new dimension with Francis of Assisi. He appears as the key figure in transition missionary activities towards the Muslim world. That is why he has been called as model for human liberation, the peaceful crusader and friends of Muslims by some researchers and scholars. As for some researchers, he was a model for the conversion of Muslims and not a model for friends of them. Thomas Aquinas had engaged in scientific missionary activities and pointed out a negative manner towards Muslims and Islam. The aim of the essay is to assess the view of medieval Christianity toward Islam in the context of Bernard of Clairvaux, Peter the Venerable, Francis of Assisi and Thomas Aquinas.
Bozok üniversitesi İlahiyat fakültesi dergisi, Jun 30, 2021
Etik Beyan / Ethical Statement: Bu çalışmanın hazırlanma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyul... more Etik Beyan / Ethical Statement: Bu çalışmanın hazırlanma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyulduğu ve yararlanılan tüm çalışmaların kaynakçada belirtildiği beyan olunur. / It is declared that scientific and ethical principles have been followed while carrying out and writing this study and that all the sources used have been properly cited (Yasin İpek). İntihal / Plagiarism: Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. / This article has been reviewed by at least two referees and scanned via a plagiarism software.
Beklenen kurtarıcı fikri inanç sistemlerinin çoğunda mevcuttur. İslamiyet içerisinde de özellikle... more Beklenen kurtarıcı fikri inanç sistemlerinin çoğunda mevcuttur. İslamiyet içerisinde de özellikle Şii anlayışta hâkim olan bu beklenti birçok yeni dini akımın doğmasına sebep olmuştur. Bunlardan biri de Babîliktir. Mirza Ali Muhammed’in Şiilerin gelişini bekledikleri kurtarıcıya açılan kapı (Bab) olduğu iddiasıyla Mayıs 1844’te ortaya çıkması Babîliğin de başlangıcıdır. Kısa sürede etrafına çok sayıda insan toplamayı başaran Bab gerek söylemlerinden gerekse taraftarlarının saldırgan tutumlarından dolayı Kaçar yöneticilerini rahatsız etmiş ve neticede tutuklanmış ve idam edilmiştir. Bab, idam edilmeden önce kendisine ilk tabii olanlardan Mirza Yahya adındaki genci vekili olarak ilan etmiştir. Mirza Yahya’nın vekilliğine ilk ve en büyük tepkiyi gösteren kişi kardeşi Mirza Hüseyin Ali olmuştur. Her iki grup da karşı tarafı sahtekarlıkla suçlayıp gerçek vekilin kendisi olduğunu iddia ediyordu. Bu çekişme zamanla Babîlere de sirayet etmiş ve Babî toplumu üç gruba ayrılmıştır: Bir tarafta...
Merhamet, yaratan ile yaratılan arasındaki bağın ve muhabbetin en güzel göstergelerinden biridir.... more Merhamet, yaratan ile yaratılan arasındaki bağın ve muhabbetin en güzel göstergelerinden biridir. Merhameti iki kısımda inceleyebiliriz: Birincisi yaratana ait olan ve mahlukatın hayatını kolaylaştırmak için tüm alemi kuşatan ilahi merhamet, ikincisi ise yaratılmışın diğer mahlukata dair sahip olduğu acıma, sevme, yardımcı olma gibi güzel hasletleri içinde barındıran beşerî merhamettir. Yaratıcının insandan, hayvana ve doğaya kadar tüm mahlukatı kapsayan merhametinin içinde yarattıklarına karşı olan sonsuz sevgisi, hoşgörüsü ve bağışlayıcılığı yer almaktadır. Özellikle insandan da kendisini örnek almasını isteyen yaratıcı, merhameti üstün bir vasıf olarak nitelediğini ve hangi koşulda olursa olsun buna sahip olabilen ve bunu dışarıya yansıtabilen kimsenin gerek kendi katında gerekse diğer mahlukat katında saygın bir konumda olacağını açıkça belirtmiştir. Merhamet konusu gelmiş geçmiş tüm inanç sistemlerinde kendine yer bulmuştur. Konuyu Kitab-ı Mukaddes özelinde ele aldığımızda Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplara ait birçok bölümde merhamete vurgu yapıldığı görülmektedir. Gerek Yahudiler gerekse Hıristiyanlar için merhamet konusunda öncelikle kendinden örnekler veren Tanrı, kullarından da kendisini örnek almalarını ve sadece insanlara karşı değil tüm mahlukata karşı merhametli olmalarını istemiştir. Merhamet duygusunun bir eksilik ya da acizlik değil tam tersine inanç ve erdem göstergesi olduğuna özellikle vurgu yapılmıştır. Kalbinde merhamet olanın hem yaşarken hem de öldükten sonra bunun nimet ve mükafatlarından faydalanacağını açıkça müjdelemiştir. Yapmış olduğumuz bu çalışmada, Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplarda bulunan merhametle ilgili ifadelerden yola çıkılarak, Yahudilik ile Hıristiyanlığın bu konuya bakışları Kitab-ı Mukaddes perspektifinden ele alınmıştır.
Bahailik, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Şia'nın Şeyhiyye kolundan türeyen Babîliğin bir uzant... more Bahailik, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Şia'nın Şeyhiyye kolundan türeyen Babîliğin bir uzantısı olarak ortaya çıkmış ve kısa bir süre sonra Babîlikten ayrılarak müstakil bir din hüviyeti iddiası ile tarih sahnesindeki yerini almıştır. Sahip olduğu inançibadet ve ahlak sistemi ile Bahailiğin; günümüz itibariyle Allah'ın gönderdiği son din, Bahaullah'ın son peygamber, Akdes Kitabı'nın da son kutsal kitap olduğu fikri müntesipleri tarafından savunulmaktadır. Ancak dinler tarihçileri tarafından Bahailik, yeni dini hareketler arasında sayılmaktadır. Yani Bahailik, din olmaktan ziyade yeni bir dini arayış olarak kabul edilmektedir. Bahailik, doğuşundan günümüze kadar hem kurumsal hem de bireysel tebliğ faaliyetleri neticesinde dünyanın hemen her yerinde inananlar edinmiştir. Türkiye de Bahailiğin ilk dönemlerinden beri Bahailerin bulunduğu ve faaliyet gösterdiği ülkelerden biridir. Hatta Bahailiğin kurucusu Bahaullah'ın uzun yıllar ikamet etmesi nedeniyle Türkiye, Bahailer açısından ayrı bir öneme de sahiptir. 21 Nisan 1959'a kadar Mahalli Mahfillerin yerel ölçekli etkinlikleri ile tebliğ vazifesini yerine getirmeye çalışan Türkiye Bahaileri, bu tarihten sonra Milli Mahfilin kurulmasının ardından daha kurumsal ve sistematik bir şekilde faaliyetlerine devam etmişlerdir. Bu çalışmanın amacı, yeni bir dini hareket olan Bahailiğin tebliğ felsefesini ve yansımalarını analiz etmektir. Bununla birlikte diğer bir amacı da Bahailiğin Türkiye'deki konumunu araştırmaktır.
Merhamet, yaratan ile yaratılan arasındaki bağın ve muhabbetin en güzel göstergelerinden biridir.... more Merhamet, yaratan ile yaratılan arasındaki bağın ve muhabbetin en güzel göstergelerinden biridir. Merhameti iki kısımda inceleyebiliriz: Birincisi yaratana ait olan ve mahlukatın hayatını kolaylaştırmak için tüm alemi kuşatan ilahi merhamet, ikincisi ise yaratılmışın diğer mahlukata dair sahip olduğu acıma, sevme, yardımcı olma gibi güzel hasletleri içinde barındıran beşerî merhamettir. Yaratıcının insandan, hayvana ve doğaya kadar tüm mahlukatı kapsayan merhametinin içinde yarattıklarına karşı olan sonsuz sevgisi, hoşgörüsü ve bağışlayıcılığı yer almaktadır. Özellikle insandan da kendisini örnek almasını isteyen yaratıcı, merhameti üstün bir vasıf olarak nitelediğini ve hangi koşulda olursa olsun buna sahip olabilen ve bunu dışarıya yansıtabilen kimsenin gerek kendi katında gerekse diğer mahlukat katında saygın bir konumda olacağını açıkça belirtmiştir. Merhamet konusu gelmiş geçmiş tüm inanç sistemlerinde kendine yer bulmuştur. Konuyu Kitab-ı Mukaddes özelinde ele aldığımızda Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplara ait birçok bölümde merhamete vurgu yapıldığı görülmektedir. Gerek Yahudiler gerekse Hıristiyanlar için merhamet konusunda öncelikle kendinden örnekler veren Tanrı, kullarından da kendisini örnek almalarını ve sadece insanlara karşı değil tüm mahlukata karşı merhametli olmalarını istemiştir. Merhamet duygusunun bir eksilik ya da acizlik değil tam tersine inanç ve erdem göstergesi olduğuna özellikle vurgu yapılmıştır. Kalbinde merhamet olanın hem yaşarken hem de öldükten sonra bunun nimet ve mükafatlarından faydalanacağını açıkça müjdelemiştir. Yapmış olduğumuz bu çalışmada, Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplarda bulunan merhametle ilgili ifadelerden yola çıkılarak, Yahudilik ile Hıristiyanlığın bu konuya bakışları Kitab-ı Mukaddes perspektifinden ele alınmıştır.
Christian and Muslim relationships went through different processes in the 12 th and the beginnin... more Christian and Muslim relationships went through different processes in the 12 th and the beginnings of 13 th century. The Papacy and Bernard of Clairvaux had adopted negative attitude toward Islam and Mohammad at the time of crusade. It can be described as an antagonism in the best way. Peter the Venerable had become a more different approach. He wanted to convert Muslims with a more objective attitude by emphasizing to the words, the reasons, and the love, not to the weapons, the force and the hatred. The invitation of Peter to the words, the reasons and love gained a new dimension with Francis of Assisi. He appears as the key figure in transition missionary activities towards the Muslim world. That is why he has been called as model for human liberation, the peaceful crusader and friends of Muslims by some researchers and scholars. As for some researchers, he was a model for the conversion of Muslims and not a model for friends of them. Thomas Aquinas had engaged in scientific missionary activities and pointed out a negative manner towards Muslims and Islam. The aim of the essay is to assess the view of medieval Christianity toward Islam in the context of Bernard of Clairvaux, Peter the Venerable, Francis of Assisi and Thomas Aquinas.
Etik Beyan / Ethical Statement: Bu çalışmanın hazırlanma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyul... more Etik Beyan / Ethical Statement: Bu çalışmanın hazırlanma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyulduğu ve yararlanılan tüm çalışmaların kaynakçada belirtildiği beyan olunur. / It is declared that scientific and ethical principles have been followed while carrying out and writing this study and that all the sources used have been properly cited (Yasin İpek). İntihal / Plagiarism: Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. / This article has been reviewed by at least two referees and scanned via a plagiarism software.
Journal of International Social Research, Oct 25, 2018
Bahailik, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Şia'nın Şeyhiyye kolundan türeyen Babîliğin bir uzant... more Bahailik, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Şia'nın Şeyhiyye kolundan türeyen Babîliğin bir uzantısı olarak ortaya çıkmış ve kısa bir süre sonra Babîlikten ayrılarak müstakil bir din hüviyeti iddiası ile tarih sahnesindeki yerini almıştır. Sahip olduğu inançibadet ve ahlak sistemi ile Bahailiğin; günümüz itibariyle Allah'ın gönderdiği son din, Bahaullah'ın son peygamber, Akdes Kitabı'nın da son kutsal kitap olduğu fikri müntesipleri tarafından savunulmaktadır. Ancak dinler tarihçileri tarafından Bahailik, yeni dini hareketler arasında sayılmaktadır. Yani Bahailik, din olmaktan ziyade yeni bir dini arayış olarak kabul edilmektedir. Bahailik, doğuşundan günümüze kadar hem kurumsal hem de bireysel tebliğ faaliyetleri neticesinde dünyanın hemen her yerinde inananlar edinmiştir. Türkiye de Bahailiğin ilk dönemlerinden beri Bahailerin bulunduğu ve faaliyet gösterdiği ülkelerden biridir. Hatta Bahailiğin kurucusu Bahaullah'ın uzun yıllar ikamet etmesi nedeniyle Türkiye, Bahailer açısından ayrı bir öneme de sahiptir. 21 Nisan 1959'a kadar Mahalli Mahfillerin yerel ölçekli etkinlikleri ile tebliğ vazifesini yerine getirmeye çalışan Türkiye Bahaileri, bu tarihten sonra Milli Mahfilin kurulmasının ardından daha kurumsal ve sistematik bir şekilde faaliyetlerine devam etmişlerdir. Bu çalışmanın amacı, yeni bir dini hareket olan Bahailiğin tebliğ felsefesini ve yansımalarını analiz etmektir. Bununla birlikte diğer bir amacı da Bahailiğin Türkiye'deki konumunu araştırmaktır.
Beklenen kurtarıcı fikri inanç sistemlerinin çoğunda mevcuttur. İslamiyet
içerisinde de özellikl... more Beklenen kurtarıcı fikri inanç sistemlerinin çoğunda mevcuttur. İslamiyet içerisinde de özellikle Şii anlayışta hâkim olan bu beklenti birçok yeni dini akımın doğmasına sebep olmuştur. Bunlardan biri de Babîliktir. Mirza Ali Muhammed’in Şiilerin gelişini bekledikleri kurtarıcıya açılan kapı (Bab) olduğu iddiasıyla Mayıs 1844’te ortaya çıkması Babîliğin de başlangıcıdır. Kısa sürede etrafına çok sayıda insan toplamayı başaran Bab gerek söylemlerinden gerekse taraftarlarının saldırgan tutumlarından dolayı Kaçar yöneticilerini rahatsız etmiş ve neticede tutuklanmış ve idam edilmiştir. Bab, idam edilmeden önce kendisine ilk tabii olanlardan Mirza Yahya adındaki genci vekili olarak ilan etmiştir. Mirza Yahya’nın vekilliğine ilk ve en büyük tepkiyi gösteren kişi kardeşi Mirza Hüseyin Ali olmuştur. Her iki grup da karşı tarafı sahtekarlıkla suçlayıp gerçek vekilin kendisi olduğunu iddia etmiştir. İki kardeş arasındaki bu çekişme zamanla Babîlere de sirayet etmiş ve Babî toplumu üç gruba ayrılmıştır: Bir tarafta “Subhi Ezel” lakabıyla anılan alan Mirza Yahya’yı haklı görüp onun yanında yer alan “Ezeliler”, bir tarafta “Bahaullah” lakabıyla anılan Mirza Hüseyin Ali’yi halkı görüp onun yanında yer alan “Bahailer”, bir tarafta da iki kardeşin de kendi çıkarlarına Bab’ı alet ettiğini düşünen ve kimseye bağlı olmayan “Beyaniler” yer almıştır. Bu üç Babî grup içerisinde öze en bağlı olduklarını iddia eden Ezeliler, günümüzde en iyimser tahminle beş bin civarında bir nüfusa sahiptir ve bunların büyük bir kısmı İran’da yaşamaktadır. Kendilerine has inanç, ibadet ve ahlak ilkeleri olan Ezeliler bu ilkelerin esaslarını, Bab’a vahyedildiğine inandıkları “Beyan” kitabından almaktadırlar. Ayrıca Subhi Ezel tarafından kaleme alınan ve ona Allah tarafından yazdırıldığına inandıkları eserleri de “Beyan”ın bir nevi tefsiri olarak kabul etmekte ve kutsal saymaktadırlar.
Merhamet, yaratan ile yaratılan arasındaki bağın ve muhabbetin en güzel göstergelerinden biridir.... more Merhamet, yaratan ile yaratılan arasındaki bağın ve muhabbetin en güzel göstergelerinden biridir. Merhameti iki kısımda inceleyebiliriz: Birincisi yaratana ait olan ve mahlukatın hayatını kolaylaştırmak için tüm alemi kuşatan ilahi merhamet, ikincisi ise yaratılmışın diğer mahlukata dair sahip olduğu acıma, sevme, yardımcı olma gibi güzel hasletleri içinde barındıran beşerî merhamettir. Yaratıcının insandan, hayvana ve doğaya kadar tüm mahlukatı kapsayan merhametinin içinde yarattıklarına karşı olan sonsuz sevgisi, hoşgörüsü ve bağışlayıcılığı yer almaktadır. Özellikle insandan da kendisini örnek almasını isteyen yaratıcı, merhameti üstün bir vasıf olarak nitelediğini ve hangi koşulda olursa olsun buna sahip olabilen ve bunu dışarıya yansıtabilen kimsenin gerek kendi katında gerekse diğer mahlukat katında saygın bir konumda olacağını açıkça belirtmiştir. Merhamet konusu gelmiş geçmiş tüm inanç sistemlerinde kendine yer bulmuştur. Konuyu Kitab-ı Mukaddes özelinde ele aldığımızda Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplara ait birçok bölümde merhamete vurgu yapıldığı görülmektedir. Gerek Yahudiler gerekse Hıristiyanlar için merhamet konusunda öncelikle kendinden örnekler veren Tanrı, kullarından da kendisini örnek almalarını ve sadece insanlara karşı değil tüm mahlukata karşı merhametli olmalarını istemiştir. Merhamet duygusunun bir eksilik ya da acizlik değil tam tersine inanç ve erdem göstergesi olduğuna özellikle vurgu yapılmıştır. Kalbinde merhamet olanın hem yaşarken hem de öldükten sonra bunun nimet ve mükafatlarından faydalanacağını açıkça müjdelemiştir. Yapmış olduğumuz bu çalışmada, Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplarda bulunan merhametle ilgili ifadelerden yola çıkılarak, Yahudilik ile Hıristiyanlığın bu konuya bakışları Kitab-ı Mukaddes perspektifinden ele alınmıştır. PERCEPTION OF MERCURY IN THE BIBLE Abstract Compassion is one of the most beautiful indicators of the bond between the creator and the created. We can examine compassion in two parts: The first is divine mercy, which belongs to the creator and encompasses the whole world in order to facilitate the life of the creatures, and the second is human mercy, which contains the beautiful traits of the creature for other creatures, such as compassion, love and assistance. The infinite love, tolerance and forgiveness of the creator towards his creations are in the compassion of the creator, which includes all creatures from human to animal and nature. Especially the creator, who asked man to take himself as an example, has clearly stated that he describes mercy as a superior qualification and that a person who can have it and reflect it to the outside will be in a respectable position both in his own level and in the presence of other creatures. The subject of compassion has found a place in all belief systems that have ever existed. When we consider the subject in the context of the Bible, it is seen that compassion is emphasized in many chapters of the Old and New Testaments and Deuterocanonic (Apocryphal) books. God, who first gave examples of selfcompassion for both Jews and Christians, asked his servants to take him as an example and to be compassionate not only to human beings but to all creatures. It is emphasized that the feeling of compassion is not a weakness or weakness, but a sign of belief and virtue. He clearly heralded that those who have mercy in their heart will benefit from their blessings and rewards both while living and after death. In this study we have done, based on the verses about compassion found in the Old and New Testaments and Deuterocanonic (Apocryphal) books, the views of Judaism and Christianity on this issue are discussed from the Biblical perspective.
Christian and Muslim relationships went through different processes in the 12 th and the beginnin... more Christian and Muslim relationships went through different processes in the 12 th and the beginnings of 13 th century. The Papacy and Bernard of Clairvaux had adopted negative attitude toward Islam and Mohammad at the time of crusade. It can be described as an antagonism in the best way. Peter the Venerable had become a more different approach. He wanted to convert Muslims with a more objective attitude by emphasizing to the words, the reasons, and the love, not to the weapons, the force and the hatred. The invitation of Peter to the words, the reasons and love gained a new dimension with Francis of Assisi. He appears as the key figure in transition missionary activities towards the Muslim world. That is why he has been called as model for human liberation, the peaceful crusader and friends of Muslims by some researchers and scholars. As for some researchers, he was a model for the conversion of Muslims and not a model for friends of them. Thomas Aquinas had engaged in scientific missionary activities and pointed out a negative manner towards Muslims and Islam. The aim of the essay is to assess the view of medieval Christianity toward Islam in the context of Bernard of Clairvaux, Peter the Venerable, Francis of Assisi and Thomas Aquinas.
Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Doğumla başlayıp ölümle son bulan insan hayatı çeşitli evrelerden meydana gelmektedir. Bu konu ha... more Doğumla başlayıp ölümle son bulan insan hayatı çeşitli evrelerden meydana gelmektedir. Bu konu hakkında farklı sınıflandırmalar yapılmışsa da biz bu dönemleri kabaca; çocukluk, gençlik, orta yaş ve ihtiyarlık şeklinde tasnif edebiliriz. Çalışmamızın ana konusu olan çocukluk dönemi, birçok bilim adamı tarafından hayatın diğer dönemlerinin şekillenmesinde ve anlamlandırılmasında en önemli evre olarak ifade edilmiştir. Biz de Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinin ana kaynağı olan Kitab-ı Mukaddes’i temel referans olarak aldığımız bu çalışma ile kutsal metinlerde çocuk konusunun nasıl işlendiğini incelemeye çalışacağız. Bu iki semavi dinde; Yahudilikte mensubiyetinden dolayı üstün kabul edilen çocuğun Hıristiyanlıkta daha doğumuyla birlikte “asli günah” sebebiyle günahkâr olarak vasıflandırılması, onun hem dini hem de dünyevi açıdan arzulanan özelliklere sahip bir insan olabilmesi için nasıl bir eğitim alması gerektiği, ana babası başta olmak üzere akrabaları ve toplumdaki diğer bireylerle ilişkilerini neye göre düzenlemesi gerektiği, gündelik hayatta mensubu olduğu dinin ve toplumun kendisine ne gibi sorumluluklar yüklediği gibi konuları Eski ve Yeni Ahit’teki ayetlerden yola çıkarak ele alacağız. Yukarıda bahsi geçen bu konulara dair özellikle Hıristiyan dünyasında gerek seküler gerekse teolojik bakış açısıyla hazırlanmış “din ve çocuk” içerikli çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bizim bu çalışmamızın onlardan farkı, konuyu tarihsel, kültürel, geleneksel, pedagojik açılardan ve kaynaklardan değil doğrudan Kitab-ı Mukaddes ile sınırlandırarak işlememiz olacaktır.
Route Educational and Social Science Journal, 2019
Beginning with the Prophet Adam, the human history has witnessed many different civilizations up ... more Beginning with the Prophet Adam, the human history has witnessed many different civilizations up to now. Although, under different titles and rituals, numerous beliefs have emerged, the common point of them has been being tied to a holy. Appearing in various forms, in the practice of this holy, the owned culture, the expectations based on economic, social and political backgrounds of that society are some of the decisive factors. These factors have sometimes made people get together and sometimes made them get apart. For these reasons, different belief systems in the same regions have gained similar beliefs and practices under different names. The majority of our country belongs to the belief of Sunni Islam. Apart from this prevalent belief, various interpretations of Islam such as Alawi-Bektashism and Bahaism, which can be named as New Religious Movement, are also encountered. In this study, we will try to make a brief comparison of "Duskunluk" and "Tard" notions in Alawi-Bektashism and Bahaism which can be defined as being excluded from society resulting from behaving against the norms of these beliefs.
HER YÖNÜYLE ÇİÇEKDAĞI SEMPOZYUMU BİLDİRİ KİTABI, 2022
Bu çalışma ile halk inançlarında yaşamakta olan birtakım verilerden hareketle kültürel kimliğin k... more Bu çalışma ile halk inançlarında yaşamakta olan birtakım verilerden hareketle kültürel kimliğin kök hücrelerine ulaşmak amaçlanmıştır.
Bir taraftan batı Türklüğünün tarihî ve coğrafyası hakkında çalışmalar sürdürülürken, diğer taraftan da Anadolu ve yakın çevresi Türk kültür tarihi hakkında yapılan çalışmalar neticesinde yeni bulgular elde edilmektedir. Bu da alana önemli katkılar sunmaktadır.
Bizim monografik verilerden hareketle Anadolu dip tarihine ulaşma arayışımız, çalışmalarımızı ağırlıklı olarak halk inanmalarının irdelemesine yönlendirmektedir. Bu maksatla bizzat halk inanmaları alan çalışmaları yapmakta ve yapılmış alan çalışması verilerinden hareketle elde edilen bulgularda mitolojik derinlik aramaktayız.
Çiçekdağı halk inanmaları çalışmamız bu zincirin halkalarından birisidir. Bu yöre batı Türklüğü halk inanmaları haritasının önemli parçalarındandır.
Bildirimizde hayatın doğum, evlilik ve ölüm gibi farklı safhalarında “Kırklama, “Sahipli olma” ve benzeri kültürel halk inanış ve uygulamaları ele alınmıştır.
Kadın figürü ilk defa, insanlığın atası olarak kabul edilen Adem’in eşi Havva şeklinde karşımıza ... more Kadın figürü ilk defa, insanlığın atası olarak kabul edilen Adem’in eşi Havva şeklinde karşımıza çıkmıştır. İsmi, ırkı, dini ve fiziği farklı şekillerde olsa da kadın, erkekle birlikte insanlık tarihindeki tüm yaşananların ana belirleyicilerinden biri olmuştur. Musa peygamberi sepete koyup nehre bırakan annesi Yokebed, İsa peygamberi babasız dünyaya getiren annesi Meryem, Hz. Muhammed ilk vahyi alıp telaşla evine geldiğinde onu teskin edip kayıtsız şekilde ona inanan eşi Hatice, Süleyman peygamberin uğruna mucizeler sergilediği Saba Melikesi Belkıs örneklerinde olduğu gibi gelmiş geçmiş tüm inanç sistemlerinde kadınlar önemli roller yüklenmişlerdir. Bahailik inancının teşekkülü ve yayılmasında olduğu kadar evrensel kadın hakları konusundaki söylemleriyle de dikkatleri üzerine çeken Kazvinli Ümmü Selma’da Bahailer tarafından bu özel kadınlardan biri olarak kabul edilmektedir. Bahailiğin bir nevi temellerinin atıldığı Bedeşt toplantısındaki etkin rolüyle ön plana çıkan Ümmü Selma gerek faaliyetleriyle gerekse “İslam şeriatının sona erdiği ve artık yeni bir dönemin başladığı” şeklindeki ifadesi ile bu yeni dini hareketin fitilini ateşleyen öncü isimlerden biri olmuştur. Bahailikle ve kadın haklarıyla ilgili yapılan çalışmalarda Ümmü Selma isminden ziyade; Bedeşt toplantısındaki cesur ve samimi tavırlarından dolayı “Tahire (Pak)” ve “Noktayı Cezbiye (Çekici Nokta)”, güzelliğinden dolayı “Kurratul Ayn (Gözlerin Tesellisi)” ve “Ferahul Fuad (Gönül Sevinci)”, altın gibi parladığı iddia edilen saçlarından dolayı “Zerrin Taç (Altın Taç)”, söylem ve davranışlarından dolayı “Zekiyye (Faziletli)” lakaplarıyla anılmış ve tanınmıştır. Bahailere göre günümüze kadar gelmiş geçmiş tüm dinler; kadınların haklarına önem vermiş hatta onların durumlarını iyileştirmeye, statülerini kuvvetlendirmeye çalışmışlarsa da tarihte ilk defa kadının erkeğe denk görüldüğü din kendi inançlarıdır. Bunun en güzel ve açık örneği de Tahire’dir. O, tüm baskı ve zulümlere rağmen hem inancını hem de kadın haklarını savunmaktan geri durmamıştır. Bu uğurda ailesini kaybetmiş, toplumda ahlaksızlıkla suçlanmış ve neticesinde inandığı davanın bedelini feci şekilde öldürülerek canıyla ödemiş bir kahramandır. Günümüzde Bahailer tarafından Tahire’nin anısını yaşatmak ve fikirlerini tüm dünyaya duyurmak için Tahirih Justice Center (Tahire Adalet Merkezi) adında sivil toplum kuruluşu teşekkül ettirilmiş, onunla ilgili birçok makale ve kitap yazılmıştır. Ayrıca Bahai toplumu için bu denli öneme sahip olan Tahire/ Zerrin Taç, Türk milliyetçiliğinin saygın isimlerinden biri olan Nihal Atsız’ın yazılarına dahi konu edilmiş ve kendisinden “Kazvinli bir Türk kızı” olarak övgüyle bahsedilmiştir.
III. ULUSLARARASI DEVELİ -ÂŞIK SEYRÂNÎ VE TÜRK KÜLTÜRÜ KONGRESİ, 2023
11. yüzyıl ile 14. yüzyıllar arasında Doğu Avrupa’da varlık göstermiş olan Kumanlar, aynı coğrafy... more 11. yüzyıl ile 14. yüzyıllar arasında Doğu Avrupa’da varlık göstermiş olan Kumanlar, aynı coğrafya içerisinde birlikte yaşam sürdükleri Kıpçak Türkleri ile çok yakın ilişkiler kurmuşlardır. Bu sebeptendir ki kaynakların birçoğunda Kuman ve Kıpçaklar birlikte anılmışlardır. Bizde bu çalışmamızda bu iki Türk halkını Kuman/Kıpçak Türkleri şeklinde ifade edeceğiz. Farklı dillerde değişik anlamlara gelen “kuman” kavramının, “sarışın renkli gözlü” insanları nitelemek için kullanıldığına dair genel bir kabulden söz edilebilir. Tarihsel süreçte Tengricilik, Göktanrı inancı, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi dinlere mensup olan Kuman/Kıpçak Türkleri, Avrupa’dan Asya’ya kadar dünyanın farklı coğrafyalarına dağılmışlar ve buralarda varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu yerlerden biri de Anadolu olmuştur. Anadolu’nun değişik bölgelerinde yaşamlarının sürdüren Kuman/Kıpçak Türkleri’nin izlerine Kayseri’nin Develi ilçesine bağlı Ova Kızık köyünde ve Kızık Mahallesi’nde de rastlanılmaktadır. Bu çalışma ile Kuman/Kıpçak Türkleriyle ilişkilendirilebilecek bazı inanış ve uygulamaların bu yöredeki inanış ve uygulamalarla mukayesesi yapılarak aradaki benzerliklerden yola çıkılarak Develi’de ki Kuman/Kıpçak Türklerine ait izler araştırılmıştır.
Bildiride; Eyyubi ve Selçuklu hanedanları arasında Annesi tarafından Oğuz olan Selahattin Eyyubi ... more Bildiride; Eyyubi ve Selçuklu hanedanları arasında Annesi tarafından Oğuz olan Selahattin Eyyubi ile başlayan kan bağlı ele alınıp bu şuurun Büyük Selçuklular döneminde hanedanlıklar arası akrabalıklarla da sürdürüldüğü anlatılmaktadır. Her iki devletin tebaa, ordu oluşturulması, devlet yönetimleri arasında yapısal ortak özelliklerin bulunduğu kısaca özetlendikten sonra, İslam'ın mukaddes topraklarının korunmasında Haçlılara karşı verilen savaşlarda da mefkûre birliği olduğu ele alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde Ortaokul ve lise müfredatına Eyyubilerin de Türk devleti olarak eklenmiş olduğu ifade edilmiştir. Milli Bayramlarda Selahattin Eyyubi ile Atatürk’ün resimlerinin aynı posterlerde yer almış olduğu vurgulanmıştır. Elli Türk Büyüğü isimli ansiklopedi de keza Selahaddin Eyyubi Türk büyükleri arasında tanıtılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Forsundaki beher yıldızın Türk devletini temsil ettiği açıklanırken Eyyubilere de Türk Devleti olarak yer verilmesi gündeme gelmiş, Yılmaz Öztuna gibi tarihçi yazarların konuyu gazete köşelerinde dillendirdiği açıklanmıştır. Başkanlık Sistemini Türkiye Cumhuriyeti kabul ederken Cumhurbaşkanlığı Köşkünde tarihi Türk devletlerinin bayrakları yer almış fakat Eyyubilere yer verilmemiştir. Eyyubilerin de bayrakları ile köşkte yer almalarının gündeme getirildiği açıklanmıştır. Eyyubilerin Türk millî tarihinde yer almalarının milli birlik ve beraberlik bakımından ayrıca öneme haiz olduğu belirtilmiştir. Anahtar Kelimeler: Selçuklular, Eyyubiler, Haçlı Seferleri, Tarihi Türk Devletleri. Abstract
Oghuzs and Being a Nation / to the National Goal Consciousness of Ownership Yasin İpek , Nurdan Yoldas , Yasar Kalafat In the statement; It is explained that blood ties that started with Selahattin Eyyubi, whose mother was an Oghuzs between the Ayyubid and Seljuk dynasties, were handled and that this consciousness was also maintained by inter-dynastic kinship during the Great Seljuks period. After briefly summarizing the common features of the subjects, the formation of the army and the structural common features between the state administrations of both states, it is discussed that there is a unity of ideas in the wars against the Crusaders in the protection of the holy lands of Islam. It has been stated that Ayyubids were added to the secondary and high school curriculum as the Turkish state during the founding period of the Republic of Turkey. It was emphasized that the pictures of Selahattin Ayyubid and Atatürk were included in the same posters during the National Holidays. The encyclopedia named Fifty Turkish Elders was also introduced among the Turkish elders of Selahaddin Ayyubid. While it was announced that each star in the presidential sign represents the Turkish state, the Ayyubids were also included as the Turkish State, and it was explained that historian writers such as Yılmaz Öztuna talked about the issue in newspaper columns. While the Republic of Turkey accepted the Presidential System, the flags of the historical Turkish states were placed in the Presidential Mansion, but the Ayyubids were not included. It has been announced that the Ayyubids' presence in the mansion with their flags was brought to the agenda. It has been stated that the Ayyubids taking place in Turkish national history is of particular importance in terms of national unity and solidarity. Key words: Seljuks, Ayyubids, Crusades, Historical Turkish States.
VIII. ULUSLARARASI VAN GÖLÜ HAVZASI SEMPOZYUMU, 2021
Ülkemizin en büyük gölü olan ve yöre halkı tarafından “Van Denizi” adıyla da anılan “Van Gölü”, s... more Ülkemizin en büyük gölü olan ve yöre halkı tarafından “Van Denizi” adıyla da anılan “Van Gölü”, sadece bölge için değil ülkemiz içinde özel bir anlam ve öneme sahiptir. Van Gölü’nün bu özelliği tarih boyunca suyun sağladığı sayısız nimetten faydalanmak isteyen birçok kültüre, medeniyete ve inanca da ev sahipliliği yapmasına vesile olmuştur. Bitlis ve Van illerinin sınırları için yer alan Van Gölü’nün kuzey kıyıları, doğu ile batıyı birbirine bağlayan ana geçiş güzergahında bulunmaları sebebiyle jeopolitik açıdan da ayrı bir öneme sahiptirler. Bitlis ilinin Ahlat ve Adilcevaz ilçeleri ile Van ilinin Erciş ilçelerini kapsayan Van Gölü’nün kuzey kıyıları; Hurrilerden Asurlara, Urartulardan Medlere, Perslerden Makedonyalılara, Romalılardan Sasanilere, Hazarlardan Abbasilere, Türk Beyliklerinden Selçuklulara, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar, burada isminizi zikredemediğimiz birçok millette dahil olmak üzere, çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmışlardır. Bu denli zengin bir kültür mozaiğine şahitlik yapınca bunların kültür ve inançlarından izler taşımaları da kaçınılmaz olmuştur. Ölüm, Kur’an-ı Kerim’de Al-i İmran Suresi 185. ayet, Enbiya Suresi 35. ayet ve Ankebut Suresi 57. ayetlerde yüce Allah’ın “Her canlı ölümü tadacaktır.” hükmü gereğince iman ettiğimiz bir hakikattir. İnanan bir birey için geçici olan bu dünya hayatından, asıl ve sonsuz olan ahiret hayatına geçişin ilk aşamasıdır. Ölüm, yaratıcının insanın hayatına dair takdirinin yansıması olarak algılanmakla birlikte, farklı birçok sebebe bağlı olarak neden sonuç ilişkisinin doğal neticesi olarak kabul edilen bir olgudur. Bazen bir hastalık, afet, savaş, kavga gibi belirgin sebeplerle bağlanan ölüm, bazen de makul bir sebep olmaksızın anlık ve tesadüfi gelişen bir musibetin beklenmedik sonucu olarak gerçekleşmektedir. İnsanoğlu bu kaçınılmaz sonun farkında olmasına ve doğumla başlayan hayatın ölümle son bulacağı gerek çevresinden edindiği tecrübeyle gerek doğrudan gözlemle gerekse de mantığıyla net bir şekilde bilmesine rağmen ölüm olayını kendisini için kaçınılmaz, yakınları için ise hüzünlü bir son olarak görmüştür. “Van Gölü’nün Kuzey Kıyılarında Ölümle İrtibatlandırılan İnanışlar ve Bunlara Dair Uygulamalar” başlıklı bu çalışmamız ile öncelikle Ahlat, Adilcevaz ve Erciş’i içine alan Van Gölü’nün kuzey kıyılarında ölümün alameti olarak kabul edilen bir takım olay ve olguları ele alacağız. Ardından bu istenmedik ve üzüntülü olayın habercisi olduğu düşünülen şeylerden kurtulmak ya da onların sahip olduğu uğursuzluğu defetmek için ne gibi çarelere başvurulduğunu ifade etmeye çalışacağız. Sonuçta da kadim bir kültürün mirasçısı olan bu topraklarda ölümle nelerin ilişkilendirildiği ve bundan kurtulmak için ne gibi çözümler üretildiğini tespit ederek gözlemleyerek bu konuda ülkemiz genelindeki inanış ve uygulamalarla olan benzerlikleri ortaya koymaya çalışacağız.
V. Uluslararası Agrı Dagı ve Nuh’un Gemisi Sempozyumu, 2019
T hroughout history, human beings have created their own sanctity under different forms and have ... more T hroughout history, human beings have created their own sanctity under different forms and have endeavored to make their life more systematic with the rules on which this holy is based. These holy rules are sometimes passed down through the generations, sometimes verbally and sometimes in writing, as a guide for those who follow. The best known of these narratives are myths. These myths were transformed into sacred texts through the adoption of new belief systems or the adoption of new forms of belief in time. The narratives of the flood and the eschatology that developed due to it, which are the main subject of our study, have been frequently mentioned in both myths and sacred texts.
Kırgızistan'da arkeolojik yüzey araştırması yaptı ve sonuçlarını çeşitli makale ve kitaplar halin... more Kırgızistan'da arkeolojik yüzey araştırması yaptı ve sonuçlarını çeşitli makale ve kitaplar halinde yayınladı.
Uploads
Books by Yasin İPEK
Kendisine yüklenen böylesi tezat anlamlara rağmen günümüze kadar insanoğlunun hayatında farklı biçimlerde de olsa sürekli bir yer tutmuş olan şeytan inancı 1960’lı yıllarda ABD’de yaşamış olan Anton Szandor LaVey ile sistematik bir hale büründürülmüş ve bugünkü halini almıştır. LaVey, kurmuş olduğu The Church of Satan ve başta The Satanic Bible adlı eseri olmak üzere kaleme almış olduğu birçok kitap ile Satanizme resmi bir hüviyet kazandırmıştır. Onun Hıristiyanlık özelinde tüm inanç sistemlerine karşı getirdiği eleştiriler ve toplumdaki adaletsizlere karşı başkaldırısı özellikle inanç dünyasında sıkıntıları olan ve sosyal yapının düzensizliğinden rahatsızlık hisseden insanlar arasında hızla yayılmıştır. ABD’de başta olmak üzere Hıristiyanlığın hâkim olduğu batı dünyasında çığ gibi büyüyen satanizm, aykırı söylem ve ritüelleri ile tüm dünyada büyük endişe yaratmıştır.
Dünya genelindeki bu hızlı yayılımdan Türkiye’de etkilenmiş ve ülkemizde de satanizmle ilişkilendirilen olumsuz münferit olaylar yaşanmıştır. Kimi zaman toplumsal infiale yol açacak derecede tepki gösterilen bu olaylar neticesinde konu TBMM’ye dahi taşınmış ve devletin tüm kurumlarıyla bu tehdit karşısında ne gibi çözüm yollarına başvurması gerektiği tartışılmıştır.
Bu çalışma ile Türkiye’de satanizmle irtibatlandırılan menfi olayların neler olduğunu ve başta satanizm olmak üzere bu gibi tehlikeli dini oluşumlara karşı ne gibi tedbirler alınabileceği konularını ele alınmıştır.
Şia’nın gelmesi beklenen imam fikrinden hareketle ortaya çıkan Bab Mirza Ali Muhammed ve Bahaullah Mirza Hüseyin Ali, mezhebi bir hareketin önderleri olarak ortaya çıktılarsa da başta İngiltere gibi sömürgeci devletlerinde desteğiyle zamanla ayrı bir din hüviyetine bürünmüşlerdir.
Günümüzde Kaçar Hanedanlığına mensuplarından çoğu İngiltere de hayatlarını sürdürmektedirler. Kaçar halkının yoğun olarak yaşadıkları yerlerse; İran da Esterabad, Gürgan ve Mazenderan eyaletleri başta olmak üzere Türkistan, Azerbaycan’dır. Ülkemizde de Elazığ ve Tunceli civarında bazı Kaçar köylerinin olduğu iddia edilmektedir. Bahaîler ise gün geçtikçe güçlenmiş ve Türkiye’de dahil olmak üzere dünya genelinde 232 ülkede meşruiyet kazanmışlardır. Tüm inançların sentezi olan yeni bir din oldukları iddiasıyla Bahailer, merkezleri olan İsrail Hayfa’daki Yüce Adalet Evi’nin idaresi altında varlıklarını ve güçlerini arttırmaya devam etmektedirler.
Kafkas Yahudileri olarak da bilinen Dağ Yahudileri Kafkaslarda genellikle Azerbaycan ve Dağıstan’daki farklı yerleşim yerlerinde yaşamaktadırlar. Kesin bir veriye dayanamamakla birlikte toplam nüfuslarının 12 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Anadolu’daki Müslümanlar ise Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar ve ülkenin nüfusunun yaklaşık %90’ının Müslüman olduğu varsayımından yola çıkıldığında farklı etnik unsurlara ve İslam mezheplerine mensup 75 milyon civarında nüfusa sahip oldukları varsayılmaktadır.
Doğumla başlayıp ölümle son bulan insan hayatı belli birtakım evrelere ayrılmıştır. Hayatın dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz bu evreler o insanın ve çevresinin yaşantısında yeni bir başlangıç olarak algılanmaktadır. Özellikle doğum, evlilik ve ölüm gibi üç ana kısma ayırabileceğimiz bu evreler konunun uzmanları tarafından geçiş dönemleri olarak isimlendirilmektedirler. Bizde bu çalışma ile geçiş dönemlerinden sonuncusu ve inanan insanlar için geçici olan bu dünya hayatının bitip ebedi olan ahiret hayatına başlangıcı olarak kabul edilen ölüm fenomenini ele alacağız. Ölümle ilişkilendirilen olaylar, ölümün öncesi ve sonrasında yaşananlar, mateme dair inanış ve uygulamalar gibi konular mukayeseli olarak işlenilecektir.
Bu çalışma -her ne kadar farklı dinlere mensup toplumları ele almış olsa da- iki komşu coğrafyadaki insanların ölüme dair inanış ve uygulamalarının mukayesesi neticesinde ortaya çıkacak olan benzerlik ve farklılıkların tespiti açısından önemlidir. Bu insanların hayata bakışlarında ve inanç dünyalarında din etkenin dışında kültürel özelliklerin ve içinde yaşanılan toplumun etkisinin ne kadar belirleyici olduğunun anlaşılması açısından da ayrı bir önem arz etmektedir.
Bazı kaynaklarda Bahailerin sayısına dair on milyon gibi abartılı bir rakam verilse de kendi kaynaklarına göre dünya genelinde yaklaşık beş milyon, Türkiye’de ise beş ile yedi bin arası Bahai bulunmaktadır. Azımsanamayacak bir nüfusa sahip olan Bahailer hakkında Türkiye’de -kendi kutsal metinlerinin tercümeleri ve mensuplarının yazdıkları eserler dışında- çok az sayıda eser yazılmıştır. Bizler de bu eksikliğin giderilmesine katkı sunabilmek ve Bahailiğin tarihsel gelişimini, inanç- ibadet ve ahlak esaslarını, dünya genelindeki teşkilatlanmasını, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yapılanması ve faaliyetlerini daha iyi ortaya koyabilmek amacıyla bu çalışmayı yapmaya karar verdik.
“(…) Var olanların tümü herkes için mukadder olmadığından, herkes kendisi için takdir edilen şeyi göremediğinden, birinin gördüklerini diğeri göremediğinden, birinin bildiği şeyleri diğeri ifade edemediğinden onun bu arzusunu yerine getirmek zordu. Çünkü şayet görme, göz vasıtasıyla olursa, bilme sadece bir eserle olabilir; bilgi kavramaysa, konuşma sadece bilgilendirmeyle olabilir; konuşma açıklamayla olursa, yazma sadece kinaye ve ima ile olabilir. Bilgilendirme, ima ve kinaye ile ifade edildiğinde, şahit olma gibi olamaz.”
Papers by Yasin İPEK
İber Yarımadası'nda Türk adı, tehlikeyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Türklerin Akdeniz’deki fetihlerinin her geçen gün artarak büyümesi ve burasının bir nevi Türklere ait bir iç denize dönüşebileceği fikri bu kaygıyı daha da arttırmıştır. “Mo. fos en la costa (Dikkat! Mağripliler karaya çıktı!)” tabiri o zamanlarda Türk ile Mağripli milletler arasında fark görmeyen İspanya halkının zihin dünyasında Türkün yarattığı psikolojik etkinin anlaşılması açısından önemlidir.
Kendisine yüklenen böylesi tezat anlamlara rağmen günümüze kadar insanoğlunun hayatında farklı biçimlerde de olsa sürekli bir yer tutmuş olan şeytan inancı 1960’lı yıllarda ABD’de yaşamış olan Anton Szandor LaVey ile sistematik bir hale büründürülmüş ve bugünkü halini almıştır. LaVey, kurmuş olduğu The Church of Satan ve başta The Satanic Bible adlı eseri olmak üzere kaleme almış olduğu birçok kitap ile Satanizme resmi bir hüviyet kazandırmıştır. Onun Hıristiyanlık özelinde tüm inanç sistemlerine karşı getirdiği eleştiriler ve toplumdaki adaletsizlere karşı başkaldırısı özellikle inanç dünyasında sıkıntıları olan ve sosyal yapının düzensizliğinden rahatsızlık hisseden insanlar arasında hızla yayılmıştır. ABD’de başta olmak üzere Hıristiyanlığın hâkim olduğu batı dünyasında çığ gibi büyüyen satanizm, aykırı söylem ve ritüelleri ile tüm dünyada büyük endişe yaratmıştır.
Dünya genelindeki bu hızlı yayılımdan Türkiye’de etkilenmiş ve ülkemizde de satanizmle ilişkilendirilen olumsuz münferit olaylar yaşanmıştır. Kimi zaman toplumsal infiale yol açacak derecede tepki gösterilen bu olaylar neticesinde konu TBMM’ye dahi taşınmış ve devletin tüm kurumlarıyla bu tehdit karşısında ne gibi çözüm yollarına başvurması gerektiği tartışılmıştır.
Bu çalışma ile Türkiye’de satanizmle irtibatlandırılan menfi olayların neler olduğunu ve başta satanizm olmak üzere bu gibi tehlikeli dini oluşumlara karşı ne gibi tedbirler alınabileceği konularını ele alınmıştır.
Şia’nın gelmesi beklenen imam fikrinden hareketle ortaya çıkan Bab Mirza Ali Muhammed ve Bahaullah Mirza Hüseyin Ali, mezhebi bir hareketin önderleri olarak ortaya çıktılarsa da başta İngiltere gibi sömürgeci devletlerinde desteğiyle zamanla ayrı bir din hüviyetine bürünmüşlerdir.
Günümüzde Kaçar Hanedanlığına mensuplarından çoğu İngiltere de hayatlarını sürdürmektedirler. Kaçar halkının yoğun olarak yaşadıkları yerlerse; İran da Esterabad, Gürgan ve Mazenderan eyaletleri başta olmak üzere Türkistan, Azerbaycan’dır. Ülkemizde de Elazığ ve Tunceli civarında bazı Kaçar köylerinin olduğu iddia edilmektedir. Bahaîler ise gün geçtikçe güçlenmiş ve Türkiye’de dahil olmak üzere dünya genelinde 232 ülkede meşruiyet kazanmışlardır. Tüm inançların sentezi olan yeni bir din oldukları iddiasıyla Bahailer, merkezleri olan İsrail Hayfa’daki Yüce Adalet Evi’nin idaresi altında varlıklarını ve güçlerini arttırmaya devam etmektedirler.
Kafkas Yahudileri olarak da bilinen Dağ Yahudileri Kafkaslarda genellikle Azerbaycan ve Dağıstan’daki farklı yerleşim yerlerinde yaşamaktadırlar. Kesin bir veriye dayanamamakla birlikte toplam nüfuslarının 12 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Anadolu’daki Müslümanlar ise Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar ve ülkenin nüfusunun yaklaşık %90’ının Müslüman olduğu varsayımından yola çıkıldığında farklı etnik unsurlara ve İslam mezheplerine mensup 75 milyon civarında nüfusa sahip oldukları varsayılmaktadır.
Doğumla başlayıp ölümle son bulan insan hayatı belli birtakım evrelere ayrılmıştır. Hayatın dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz bu evreler o insanın ve çevresinin yaşantısında yeni bir başlangıç olarak algılanmaktadır. Özellikle doğum, evlilik ve ölüm gibi üç ana kısma ayırabileceğimiz bu evreler konunun uzmanları tarafından geçiş dönemleri olarak isimlendirilmektedirler. Bizde bu çalışma ile geçiş dönemlerinden sonuncusu ve inanan insanlar için geçici olan bu dünya hayatının bitip ebedi olan ahiret hayatına başlangıcı olarak kabul edilen ölüm fenomenini ele alacağız. Ölümle ilişkilendirilen olaylar, ölümün öncesi ve sonrasında yaşananlar, mateme dair inanış ve uygulamalar gibi konular mukayeseli olarak işlenilecektir.
Bu çalışma -her ne kadar farklı dinlere mensup toplumları ele almış olsa da- iki komşu coğrafyadaki insanların ölüme dair inanış ve uygulamalarının mukayesesi neticesinde ortaya çıkacak olan benzerlik ve farklılıkların tespiti açısından önemlidir. Bu insanların hayata bakışlarında ve inanç dünyalarında din etkenin dışında kültürel özelliklerin ve içinde yaşanılan toplumun etkisinin ne kadar belirleyici olduğunun anlaşılması açısından da ayrı bir önem arz etmektedir.
Bazı kaynaklarda Bahailerin sayısına dair on milyon gibi abartılı bir rakam verilse de kendi kaynaklarına göre dünya genelinde yaklaşık beş milyon, Türkiye’de ise beş ile yedi bin arası Bahai bulunmaktadır. Azımsanamayacak bir nüfusa sahip olan Bahailer hakkında Türkiye’de -kendi kutsal metinlerinin tercümeleri ve mensuplarının yazdıkları eserler dışında- çok az sayıda eser yazılmıştır. Bizler de bu eksikliğin giderilmesine katkı sunabilmek ve Bahailiğin tarihsel gelişimini, inanç- ibadet ve ahlak esaslarını, dünya genelindeki teşkilatlanmasını, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yapılanması ve faaliyetlerini daha iyi ortaya koyabilmek amacıyla bu çalışmayı yapmaya karar verdik.
“(…) Var olanların tümü herkes için mukadder olmadığından, herkes kendisi için takdir edilen şeyi göremediğinden, birinin gördüklerini diğeri göremediğinden, birinin bildiği şeyleri diğeri ifade edemediğinden onun bu arzusunu yerine getirmek zordu. Çünkü şayet görme, göz vasıtasıyla olursa, bilme sadece bir eserle olabilir; bilgi kavramaysa, konuşma sadece bilgilendirmeyle olabilir; konuşma açıklamayla olursa, yazma sadece kinaye ve ima ile olabilir. Bilgilendirme, ima ve kinaye ile ifade edildiğinde, şahit olma gibi olamaz.”
İber Yarımadası'nda Türk adı, tehlikeyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Türklerin Akdeniz’deki fetihlerinin her geçen gün artarak büyümesi ve burasının bir nevi Türklere ait bir iç denize dönüşebileceği fikri bu kaygıyı daha da arttırmıştır. “Mo. fos en la costa (Dikkat! Mağripliler karaya çıktı!)” tabiri o zamanlarda Türk ile Mağripli milletler arasında fark görmeyen İspanya halkının zihin dünyasında Türkün yarattığı psikolojik etkinin anlaşılması açısından önemlidir.
içerisinde de özellikle Şii anlayışta hâkim olan bu beklenti birçok yeni dini akımın
doğmasına sebep olmuştur. Bunlardan biri de Babîliktir. Mirza Ali Muhammed’in
Şiilerin gelişini bekledikleri kurtarıcıya açılan kapı (Bab) olduğu iddiasıyla Mayıs
1844’te ortaya çıkması Babîliğin de başlangıcıdır. Kısa sürede etrafına çok sayıda
insan toplamayı başaran Bab gerek söylemlerinden gerekse taraftarlarının
saldırgan tutumlarından dolayı Kaçar yöneticilerini rahatsız etmiş ve neticede
tutuklanmış ve idam edilmiştir.
Bab, idam edilmeden önce kendisine ilk tabii olanlardan Mirza Yahya adındaki
genci vekili olarak ilan etmiştir. Mirza Yahya’nın vekilliğine ilk ve en büyük
tepkiyi gösteren kişi kardeşi Mirza Hüseyin Ali olmuştur. Her iki grup da karşı
tarafı sahtekarlıkla suçlayıp gerçek vekilin kendisi olduğunu iddia etmiştir. İki
kardeş arasındaki bu çekişme zamanla Babîlere de sirayet etmiş ve Babî toplumu
üç gruba ayrılmıştır: Bir tarafta “Subhi Ezel” lakabıyla anılan alan Mirza Yahya’yı
haklı görüp onun yanında yer alan “Ezeliler”, bir tarafta “Bahaullah” lakabıyla
anılan Mirza Hüseyin Ali’yi halkı görüp onun yanında yer alan “Bahailer”, bir
tarafta da iki kardeşin de kendi çıkarlarına Bab’ı alet ettiğini düşünen ve kimseye
bağlı olmayan “Beyaniler” yer almıştır. Bu üç Babî grup içerisinde öze en bağlı
olduklarını iddia eden Ezeliler, günümüzde en iyimser tahminle beş bin
civarında bir nüfusa sahiptir ve bunların büyük bir kısmı İran’da yaşamaktadır.
Kendilerine has inanç, ibadet ve ahlak ilkeleri olan Ezeliler bu ilkelerin esaslarını,
Bab’a vahyedildiğine inandıkları “Beyan” kitabından almaktadırlar. Ayrıca Subhi
Ezel tarafından kaleme alınan ve ona Allah tarafından yazdırıldığına inandıkları
eserleri de “Beyan”ın bir nevi tefsiri olarak kabul etmekte ve kutsal
saymaktadırlar.
iki kısımda inceleyebiliriz: Birincisi yaratana ait olan ve mahlukatın hayatını kolaylaştırmak için tüm alemi
kuşatan ilahi merhamet, ikincisi ise yaratılmışın diğer mahlukata dair sahip olduğu acıma, sevme, yardımcı
olma gibi güzel hasletleri içinde barındıran beşerî merhamettir. Yaratıcının insandan, hayvana ve doğaya
kadar tüm mahlukatı kapsayan merhametinin içinde yarattıklarına karşı olan sonsuz sevgisi, hoşgörüsü ve
bağışlayıcılığı yer almaktadır. Özellikle insandan da kendisini örnek almasını isteyen yaratıcı, merhameti
üstün bir vasıf olarak nitelediğini ve hangi koşulda olursa olsun buna sahip olabilen ve bunu dışarıya
yansıtabilen kimsenin gerek kendi katında gerekse diğer mahlukat katında saygın bir konumda olacağını
açıkça belirtmiştir.
Merhamet konusu gelmiş geçmiş tüm inanç sistemlerinde kendine yer bulmuştur. Konuyu Kitab-ı Mukaddes
özelinde ele aldığımızda Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplara ait birçok bölümde
merhamete vurgu yapıldığı görülmektedir. Gerek Yahudiler gerekse Hıristiyanlar için merhamet konusunda
öncelikle kendinden örnekler veren Tanrı, kullarından da kendisini örnek almalarını ve sadece insanlara karşı
değil tüm mahlukata karşı merhametli olmalarını istemiştir. Merhamet duygusunun bir eksilik ya da acizlik
değil tam tersine inanç ve erdem göstergesi olduğuna özellikle vurgu yapılmıştır. Kalbinde merhamet olanın
hem yaşarken hem de öldükten sonra bunun nimet ve mükafatlarından faydalanacağını açıkça müjdelemiştir.
Yapmış olduğumuz bu çalışmada, Eski ve Yeni Ahit ile Deuterokanonik (Apokrif) kitaplarda bulunan
merhametle ilgili ifadelerden yola çıkılarak, Yahudilik ile Hıristiyanlığın bu konuya bakışları Kitab-ı
Mukaddes perspektifinden ele alınmıştır.
PERCEPTION OF MERCURY IN THE BIBLE
Abstract
Compassion is one of the most beautiful indicators of the bond between the creator and the created. We can
examine compassion in two parts: The first is divine mercy, which belongs to the creator and encompasses the
whole world in order to facilitate the life of the creatures, and the second is human mercy, which contains the
beautiful traits of the creature for other creatures, such as compassion, love and assistance. The infinite love,
tolerance and forgiveness of the creator towards his creations are in the compassion of the creator, which
includes all creatures from human to animal and nature. Especially the creator, who asked man to take himself as an example, has clearly stated that he describes mercy as a superior qualification and that a person who can
have it and reflect it to the outside will be in a respectable position both in his own level and in the presence
of other creatures.
The subject of compassion has found a place in all belief systems that have ever existed. When we consider
the subject in the context of the Bible, it is seen that compassion is emphasized in many chapters of the Old
and New Testaments and Deuterocanonic (Apocryphal) books. God, who first gave examples of selfcompassion for both Jews and Christians, asked his servants to take him as an example and to be
compassionate not only to human beings but to all creatures. It is emphasized that the feeling of compassion
is not a weakness or weakness, but a sign of belief and virtue. He clearly heralded that those who have mercy
in their heart will benefit from their blessings and rewards both while living and after death.
In this study we have done, based on the verses about compassion found in the Old and New Testaments and
Deuterocanonic (Apocryphal) books, the views of Judaism and Christianity on this issue are discussed from
the Biblical perspective.
Bir taraftan batı Türklüğünün tarihî ve coğrafyası hakkında çalışmalar sürdürülürken, diğer taraftan da Anadolu ve yakın çevresi Türk kültür tarihi hakkında yapılan çalışmalar neticesinde yeni bulgular elde edilmektedir. Bu da alana önemli katkılar sunmaktadır.
Bizim monografik verilerden hareketle Anadolu dip tarihine ulaşma arayışımız, çalışmalarımızı ağırlıklı olarak halk inanmalarının irdelemesine yönlendirmektedir. Bu maksatla bizzat halk inanmaları alan çalışmaları yapmakta ve yapılmış alan çalışması verilerinden hareketle elde edilen bulgularda mitolojik derinlik aramaktayız.
Çiçekdağı halk inanmaları çalışmamız bu zincirin halkalarından birisidir. Bu yöre batı Türklüğü halk inanmaları haritasının önemli parçalarındandır.
Bildirimizde hayatın doğum, evlilik ve ölüm gibi farklı safhalarında “Kırklama, “Sahipli olma” ve benzeri kültürel halk inanış ve uygulamaları ele alınmıştır.
Musa peygamberi sepete koyup nehre bırakan annesi Yokebed, İsa peygamberi babasız dünyaya getiren annesi Meryem, Hz. Muhammed ilk vahyi alıp telaşla evine geldiğinde onu teskin edip kayıtsız şekilde ona inanan eşi Hatice, Süleyman peygamberin uğruna mucizeler sergilediği Saba Melikesi Belkıs örneklerinde olduğu gibi gelmiş geçmiş tüm inanç sistemlerinde kadınlar önemli roller yüklenmişlerdir. Bahailik inancının teşekkülü ve yayılmasında olduğu kadar evrensel kadın hakları konusundaki söylemleriyle de dikkatleri üzerine çeken Kazvinli Ümmü Selma’da Bahailer tarafından bu özel kadınlardan biri olarak kabul edilmektedir. Bahailiğin bir nevi temellerinin atıldığı Bedeşt toplantısındaki etkin rolüyle ön plana çıkan Ümmü Selma gerek faaliyetleriyle gerekse “İslam şeriatının sona erdiği ve artık yeni bir dönemin başladığı” şeklindeki ifadesi ile bu yeni dini hareketin fitilini ateşleyen öncü isimlerden biri olmuştur.
Bahailikle ve kadın haklarıyla ilgili yapılan çalışmalarda Ümmü Selma isminden ziyade; Bedeşt toplantısındaki cesur ve samimi tavırlarından dolayı “Tahire (Pak)” ve “Noktayı Cezbiye (Çekici Nokta)”, güzelliğinden dolayı “Kurratul Ayn (Gözlerin Tesellisi)” ve “Ferahul Fuad (Gönül Sevinci)”, altın gibi parladığı iddia edilen saçlarından dolayı “Zerrin Taç (Altın Taç)”, söylem ve davranışlarından dolayı “Zekiyye (Faziletli)” lakaplarıyla anılmış ve tanınmıştır.
Bahailere göre günümüze kadar gelmiş geçmiş tüm dinler; kadınların haklarına önem vermiş hatta onların durumlarını iyileştirmeye, statülerini kuvvetlendirmeye çalışmışlarsa da tarihte ilk defa kadının erkeğe denk görüldüğü din kendi inançlarıdır. Bunun en güzel ve açık örneği de Tahire’dir. O, tüm baskı ve zulümlere rağmen hem inancını hem de kadın haklarını savunmaktan geri durmamıştır. Bu uğurda ailesini kaybetmiş, toplumda ahlaksızlıkla suçlanmış ve neticesinde inandığı davanın bedelini feci şekilde öldürülerek canıyla ödemiş bir kahramandır.
Günümüzde Bahailer tarafından Tahire’nin anısını yaşatmak ve fikirlerini tüm dünyaya duyurmak için Tahirih Justice Center (Tahire Adalet Merkezi) adında sivil toplum kuruluşu teşekkül ettirilmiş, onunla ilgili birçok makale ve kitap yazılmıştır. Ayrıca Bahai toplumu için bu denli öneme sahip olan Tahire/ Zerrin Taç, Türk milliyetçiliğinin saygın isimlerinden biri olan Nihal Atsız’ın yazılarına dahi konu edilmiş ve kendisinden “Kazvinli bir Türk kızı” olarak övgüyle bahsedilmiştir.
Kıpçak Türkleri ile çok yakın ilişkiler kurmuşlardır. Bu sebeptendir ki kaynakların birçoğunda Kuman ve Kıpçaklar birlikte anılmışlardır. Bizde bu çalışmamızda bu iki Türk halkını Kuman/Kıpçak Türkleri şeklinde ifade edeceğiz. Farklı dillerde değişik anlamlara gelen
“kuman” kavramının, “sarışın renkli gözlü” insanları nitelemek için kullanıldığına dair genel bir kabulden söz edilebilir.
Tarihsel süreçte Tengricilik, Göktanrı inancı, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi dinlere mensup olan Kuman/Kıpçak Türkleri, Avrupa’dan
Asya’ya kadar dünyanın farklı coğrafyalarına dağılmışlar ve buralarda varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu yerlerden biri de Anadolu
olmuştur. Anadolu’nun değişik bölgelerinde yaşamlarının sürdüren Kuman/Kıpçak Türkleri’nin izlerine Kayseri’nin Develi ilçesine
bağlı Ova Kızık köyünde ve Kızık Mahallesi’nde de rastlanılmaktadır. Bu çalışma ile Kuman/Kıpçak Türkleriyle ilişkilendirilebilecek
bazı inanış ve uygulamaların bu yöredeki inanış ve uygulamalarla mukayesesi yapılarak aradaki benzerliklerden yola çıkılarak Develi’de ki Kuman/Kıpçak Türklerine ait izler araştırılmıştır.
Her iki devletin tebaa, ordu oluşturulması, devlet yönetimleri arasında yapısal ortak özelliklerin bulunduğu kısaca özetlendikten sonra, İslam'ın mukaddes topraklarının korunmasında Haçlılara karşı verilen savaşlarda da mefkûre birliği olduğu ele alınmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde Ortaokul ve lise müfredatına Eyyubilerin de Türk devleti olarak eklenmiş olduğu ifade edilmiştir. Milli Bayramlarda Selahattin Eyyubi ile Atatürk’ün resimlerinin aynı posterlerde yer almış olduğu vurgulanmıştır. Elli Türk Büyüğü isimli ansiklopedi de keza Selahaddin Eyyubi Türk büyükleri arasında tanıtılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Forsundaki beher yıldızın Türk devletini temsil ettiği açıklanırken Eyyubilere de Türk Devleti olarak yer verilmesi gündeme gelmiş, Yılmaz Öztuna gibi tarihçi yazarların konuyu gazete köşelerinde dillendirdiği açıklanmıştır. Başkanlık Sistemini Türkiye Cumhuriyeti kabul ederken Cumhurbaşkanlığı Köşkünde tarihi Türk devletlerinin bayrakları yer almış fakat Eyyubilere yer verilmemiştir. Eyyubilerin de bayrakları ile köşkte yer almalarının gündeme getirildiği açıklanmıştır.
Eyyubilerin Türk millî tarihinde yer almalarının milli birlik ve beraberlik bakımından ayrıca öneme haiz olduğu belirtilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Selçuklular, Eyyubiler, Haçlı Seferleri, Tarihi Türk Devletleri.
Abstract
Oghuzs and Being a Nation / to the National Goal Consciousness of Ownership
Yasin İpek , Nurdan Yoldas , Yasar Kalafat
In the statement; It is explained that blood ties that started with Selahattin Eyyubi, whose mother was an Oghuzs between the Ayyubid and Seljuk dynasties, were handled and that this consciousness was also maintained by inter-dynastic kinship during the Great Seljuks period.
After briefly summarizing the common features of the subjects, the formation of the army and the structural common features between the state administrations of both states, it is discussed that there is a unity of ideas in the wars against the Crusaders in the protection of the holy lands of Islam.
It has been stated that Ayyubids were added to the secondary and high school curriculum as the Turkish state during the founding period of the Republic of Turkey. It was emphasized that the pictures of Selahattin Ayyubid and Atatürk were included in the same posters during the National Holidays. The encyclopedia named Fifty Turkish Elders was also introduced among the Turkish elders of Selahaddin Ayyubid.
While it was announced that each star in the presidential sign represents the Turkish state, the Ayyubids were also included as the Turkish State, and it was explained that historian writers such as Yılmaz Öztuna talked about the issue in newspaper columns. While the Republic of Turkey accepted the Presidential System, the flags of the historical Turkish states were placed in the Presidential Mansion, but the Ayyubids were not included. It has been announced that the Ayyubids' presence in the mansion with their flags was brought to the agenda.
It has been stated that the Ayyubids taking place in Turkish national history is of particular importance in terms of national unity and solidarity.
Key words: Seljuks, Ayyubids, Crusades, Historical Turkish States.
bölge için değil ülkemiz içinde özel bir anlam ve öneme sahiptir. Van Gölü’nün bu özelliği tarih boyunca
suyun sağladığı sayısız nimetten faydalanmak isteyen birçok kültüre, medeniyete ve inanca da ev
sahipliliği yapmasına vesile olmuştur. Bitlis ve Van illerinin sınırları için yer alan Van Gölü’nün kuzey
kıyıları, doğu ile batıyı birbirine bağlayan ana geçiş güzergahında bulunmaları sebebiyle jeopolitik açıdan
da ayrı bir öneme sahiptirler. Bitlis ilinin Ahlat ve Adilcevaz ilçeleri ile Van ilinin Erciş ilçelerini kapsayan
Van Gölü’nün kuzey kıyıları; Hurrilerden Asurlara, Urartulardan Medlere, Perslerden Makedonyalılara,
Romalılardan Sasanilere, Hazarlardan Abbasilere, Türk Beyliklerinden Selçuklulara, Osmanlıdan Türkiye
Cumhuriyeti’ne kadar, burada isminizi zikredemediğimiz birçok millette dahil olmak üzere, çok sayıda
medeniyete ev sahipliği yapmışlardır. Bu denli zengin bir kültür mozaiğine şahitlik yapınca bunların
kültür ve inançlarından izler taşımaları da kaçınılmaz olmuştur.
Ölüm, Kur’an-ı Kerim’de Al-i İmran Suresi 185. ayet, Enbiya Suresi 35. ayet ve Ankebut Suresi 57.
ayetlerde yüce Allah’ın “Her canlı ölümü tadacaktır.” hükmü gereğince iman ettiğimiz bir hakikattir.
İnanan bir birey için geçici olan bu dünya hayatından, asıl ve sonsuz olan ahiret hayatına geçişin ilk
aşamasıdır. Ölüm, yaratıcının insanın hayatına dair takdirinin yansıması olarak algılanmakla birlikte,
farklı birçok sebebe bağlı olarak neden sonuç ilişkisinin doğal neticesi olarak kabul edilen bir olgudur.
Bazen bir hastalık, afet, savaş, kavga gibi belirgin sebeplerle bağlanan ölüm, bazen de makul bir sebep
olmaksızın anlık ve tesadüfi gelişen bir musibetin beklenmedik sonucu olarak gerçekleşmektedir.
İnsanoğlu bu kaçınılmaz sonun farkında olmasına ve doğumla başlayan hayatın ölümle son bulacağı
gerek çevresinden edindiği tecrübeyle gerek doğrudan gözlemle gerekse de mantığıyla net bir şekilde
bilmesine rağmen ölüm olayını kendisini için kaçınılmaz, yakınları için ise hüzünlü bir son olarak
görmüştür.
“Van Gölü’nün Kuzey Kıyılarında Ölümle İrtibatlandırılan İnanışlar ve Bunlara Dair Uygulamalar” başlıklı
bu çalışmamız ile öncelikle Ahlat, Adilcevaz ve Erciş’i içine alan Van Gölü’nün kuzey kıyılarında ölümün
alameti olarak kabul edilen bir takım olay ve olguları ele alacağız. Ardından bu istenmedik ve üzüntülü
olayın habercisi olduğu düşünülen şeylerden kurtulmak ya da onların sahip olduğu uğursuzluğu
defetmek için ne gibi çarelere başvurulduğunu ifade etmeye çalışacağız. Sonuçta da kadim bir kültürün
mirasçısı olan bu topraklarda ölümle nelerin ilişkilendirildiği ve bundan kurtulmak için ne gibi çözümler
üretildiğini tespit ederek gözlemleyerek bu konuda ülkemiz genelindeki inanış ve uygulamalarla olan
benzerlikleri ortaya koymaya çalışacağız.