Varoluşçuluk terimi genellikle özden ziyade varoluşun ve evrensel olan karşısında da bireysel ola... more Varoluşçuluk terimi genellikle özden ziyade varoluşun ve evrensel olan karşısında da bireysel olanın ön plana çıkarıldığı bir düşünce akımı olarak değerlendirilir. Bu bağlamda birçok felsefe tarihçisi, somut insana ve bireye yaptığı vurgu sebebiyle Friedrich Nietzsche’yi varoluşçuluk akımının önemli köşe taşlarından birisi olarak yorumlar. Diğer taraftan Nietzsche’nin felsefe külliyatı, varoluşçuluk düşüncesi ile bağdaşmayan çok sayıda kavrama sahiptir. Bu çalışma Nietzsche’nin felsefi projesinin ne ölçüde varoluşçuluk akımı ile uyuştuğunu nihilizm, üst insan, güç istemi ve ebedi dönüş gibi kavramlardan hareketle tartışmaya açmakta ve en nihayetinde Nietzsche’nin bir varoluşçu olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna ulaşmaktadır.
Sokrates, Nietzsche’nin felsefi külliyatında her zaman belirleyici ve önemli
bir yere sahip olmuş... more Sokrates, Nietzsche’nin felsefi külliyatında her zaman belirleyici ve önemli bir yere sahip olmuştur. Zira Nietzsche’ye göre Batı felsefesi adını verdiğimiz organizasyon esasen Sokratik bir proje olarak karşımıza çıkar. İşte bu sebeple Nietzsche’ye göre, Sokrates’in varlığında cisimleşen bir etkinlik olarak Batı felsefesinin ve metafiziğinin gerçek niyeti, Sokrates’e ve onun kişiliğine ilişkin bir tartışma yürütmeden ortaya çıkarılamaz. Bu bağlamda mevcut çalışma; sırasıyla Tragedya’nin Doğuşu’nda, Şen Bilim‘de ve Putların Alacakaranlığı’nda Nietzsche’nin resmettiği Sokratik tipin gelişimini takip etmeye çalışır. Zira bu üç eser, karşılıklı olarak bir soru-cevap diyaloğu meydana getirmek suretiyle adeta organik bir bütünlük sergiler ve her aşamada daha da derinleşen bir Sokrates portresi sunar
Özgür istemeyi bir illüzyona dönüştüren deterministik öğelere sahip olan bir ideoloji içerisinde ... more Özgür istemeyi bir illüzyona dönüştüren deterministik öğelere sahip olan bir ideoloji içerisinde insan varoluşunun anlamsız ve saçma bir nitelik arz edeceğini düşünen Dostoyevski, Yeraltından Notlar’da kurguladığı yeraltı adamı karakteri aracılığıyla, doğa yasalarını temel alan ve Çernişevski gibi materyalist düşünürler tarafından savunulan toplumsal mühendislik fikrinin hiçbir şekilde uygulamaya konulmayacağını göstermek ister. Bunu gerçekleştirmek için dolaylı bir yol izleyen ve yeraltı adamı aracılığıyla determinist bir ideolojinin penceresinden dünyaya bakan bir karakter yaratan Dostoyevski, bu karakterin bakışından hareketle tüm insani edimlerin zorunlu bir nedensellik tarafından belirlendiğini idrak eden bilincin verdiği irrasyonel, çelişkili ve bir anlamda saçma tepkileri gün yüzüne çıkarır. Karşıt olduğu öğretinin perspektifinden bir anlatı ortaya koyan Dostoyevski böylece materyalist bir determinizm ileri süren ideolojiyi adeta içeriden çürütmeye çalışır. Bu makalenin amacı Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ını takip ederek, istemelerini, arzularını ve seçimlerini özgürce hayata geçiremeyeceğinin bilincine varan yeraltı adamının düştüğü çelişkili varoluşu irdelemek ve böylece determinist öğretilerin kabul edilmesi güç olan pratik sonuçlarını anlaşılır kılmaktır.
Varoluş bilmecesinin çözümü söz konusu olduğunda müziği en az metafizik kadar önemli bir faaliyet... more Varoluş bilmecesinin çözümü söz konusu olduğunda müziği en az metafizik kadar önemli bir faaliyet olarak değerlendiren Arthur Schopenhauer, böylece müzik ile felsefe arasında zannedilenden ve çoğu kişinin kabul edebileceğinden çok daha yakın bir ilişki olduğu iddiasındadır. Bunun sebebi özellikle varoluşun özüne, değerine ve anlamına ilişkin sorunun bizzat bu iki etkinliğin ortak şekilde kullanılmasını talep etmesidir. Böylece aslında felsefi yöntemden tümüyle farklı bir şekilde icra edilse de ve hatta özünde kavramsal bilmeye tamamen yabancı olsa da müzik Schopenhauer’da bir tür metafizik yapma tarzı olarak kendisini ortaya koyar. Ancak felsefe ve müzik arasındaki birlikteliği sunabilmek için filozof, müziğin hem ontolojik hem de epistemolojik açıdan felsefenin düzeyinde bir icra gerçekleştirdiğini göstermek zorundadır. Bunun için Schopenhauer müziğin evrensel, ideal, özsel ve ezeli-ebedi olan bir bilme tarzına karşılık geldiğini kanıtlamaya çalışır. Bu araştırmanın sonucunda, müzik tarafından sağlanan bilginin felsefi bilgiden aşağı kalmadığı gibi, müziğin, varoluşun kendisine yönelik insanın alabileceği en değerli tavırlardan birisini temsil ettiği açığa çıkar.
Önyargısız ve varsayımsız bir anlamanın mümkün olmadığını düşünen Gadamer, önyargı ile anlama ar... more Önyargısız ve varsayımsız bir anlamanın mümkün olmadığını düşünen Gadamer, önyargı ile anlama arasında oluşan döngüselliği insanın temel bir varolma hali olarak sunar. Gadamer için bütün mesele anlamayı her seferinde önceleyen ve böylece mümkün kılan önyargıları hermeneutik bir tavırla bilince taşımak ve ifşa etmektir. Önyargılara ilişkin böylesi bir rehabilitasyon neticesinde, anlamanın hakikatini açan önyargılar ile doğru anlamayı engelleyen önyargılar arasında bir ayrım yapma olanağı ortaya çıkar. Fakat bu süreç, genel olarak bizzat önyargıların hükmü altında anlayan yorumcunun elinde değil, fakat bir diyalektik diyalog olarak süregiden tarihin belirlenimindedir. Dolayısıyla yorumcunun görevi, önyargıların rehabilitasyonu aracılığıyla, mümkün olan en sahici şekilde bu tarihsel diyaloğa dâhil olmaktır. Mevcut çalışmanın amacı önyargıların üstesinden gelinemez önceliğinin yanında, tarihin de belirleyici konumunu vurgulayan Gadamer'in felsefi hermeneutiğinin içerimlerini ve doğurduğu bazı sonuçları serimlemektir.
ÖZET Dünyanın insan için yaşanacak bir mekân haline gelmesi her ne kadar bilimsel bakış açısına ç... more ÖZET Dünyanın insan için yaşanacak bir mekân haline gelmesi her ne kadar bilimsel bakış açısına çok şey borçlu olsa da, bu mekânın anlamla doldurulması kısaca bir ev/yuva haline gelmesi insanın esasen yaşamla sanatsal bir ilişki içerisinde bulunması ile mümkün olmuştur. Bu mekânın insana bir şey ifade edebilmesi için ihtiyaç duyulan anlam ancak dilin kurgusal gücü ile dünyaya sokulabilir. Kendi başına anlamsız, kayıtsız ve nötr olan varoluş sadece bir anlamlandırma edimi ile kazandığı özellik sayesinde insanoğlunun çıkmaya cüret ettiği bir sahne haline gelebilir. Aydınlanmanın sembolize ettiği teorik bakış açısının gözden kaçırdığı bu durum sebebiyle insanın yaşamla girdiği ilişki Nietzsche'nin de dile getirdiği gibi temelden tahrip edilmiştir. Günümüzde kültür ve uygarlığın lokomotifi haline gelen bilimsel ve teknolojik perspektif, yaşamın anlamı sorusuyla bağını çoktan koparmış ve onun önemini yok sayma noktasına gelmiştir. Diğer taraftan sanatsal bakışın sahip olduğu avantaj, kendi doğal işleyişi gereği, gerçekliği kurgu aracılığıyla dönüştürme kapasitesinde ortaya çıkar. Dolayısıyla sanat, belki de varoluşun özsel kayıtsızlığı karşısında yitip gitmemek için insanın anlam yaratımına katkı sağlayan en önemli başarılardan birisini meydana getirir.
İnsanın temel duygu durumlarından birisi olan merhamet Schopenhauer
ve Nietzsche’nin düşünce düny... more İnsanın temel duygu durumlarından birisi olan merhamet Schopenhauer ve Nietzsche’nin düşünce dünyasında birbirine tümüyle zıt olan iki konum işgal etmektedir. Merhamet Schopenhauer için temel etik değer olarak insanın bu kötücül dünyadan kurtuluşunun anahtarlarından birisini temsil ederken Nietzsche için merhamet, sürü içgüdüsüne sahip insanın kendi zayıflığını örtbas etmek ve bu zayıflığı bizzat yaşamın kendisine aktararak onu değerden düşürmek için kullandığı bir araca dönüşür. Schopenhauer doğrudan dünyanın bir yorumundan hareketle onun ıstırabını ve sefaletini bir veri kabul ederek böylesi bir gerçekliği yaşayan her canlıya ancak merhametle yaklaşılması gerektiğini ileri sürer. Oysa Nietzsche bizzat insanın dünyayı yorumlama eylemini analiz ederek, merhametin bir dünya yorumu olarak çok derinlerde bir takım yaşam karşıtı yozlaşmış güdüleri sakladığını ifşa eder. Makalenin amacı söz konusu iki farklı başlangıç noktasını temele alarak merhamet eyleminin bu iki filozofun düşüncesinde sahip olduğu anlam katmanlarını aydınlatmaktır.
Klasik metafiziği, varolanlara ilişkin ortaya çıkan bir hakikat araştırması olarak değerlendiren... more Klasik metafiziği, varolanlara ilişkin ortaya çıkan bir hakikat araştırması olarak değerlendiren Heidegger'e göre bu durum, varolanların verilmişliğini, yani Varlığı tümüyle göz ardı eder. Tekniğin hâkim olduğu bir bilme eylemi içerisinde modern özne, doğaya ve tüm varolanlara adeta saldırır ve hakikati onlardan tabir-i caizse zorla söküp almaya çalışır. Bütün bir doğayı denetim altına alabilmek için varolanlarla girilen böylesi teknik ve teorik bir ilişkide bilmemeye hiç yer bırakılmaz. Oysa Heidegger'e göre varolanları bize veren ve hatta onlarla teknik ya da teorik bir bağlantı kurmamızın olanağını meydana getiren şeyin kendisi bizzat bilmeye ve kavramlaştırmaya direnmektedir. Üstelik karşılaştığımız varolanlara ilişkin bir bilmenin ve hakikatin ortaya çıkabilmesi, Heidegger'e göre ancak bu bilinmezin kendisini bir giz olarak geri çekmesi ile mümkün hale gelir. Bu çalışmanın amacı Heidegger'de hakikatin ve her tür bilmenin aslında özsel olarak hakikat-olmayana ve bilinemez olana nasıl bağlandığını göstermektir. Böylece Heidegger'in tasavvur ettiği yeni felsefe kavrayışı, mutlak bir hakikate tabi olmak yerine asla tam olarak bilenemeyecek olan gizin tecrübesine varmaya çalışacaktır.
Bir metafizik olarak gelişen geleneksel felsefenin özcü ve evrenselci yapısının, insanın bilinçl... more Bir metafizik olarak gelişen geleneksel felsefenin özcü ve evrenselci yapısının, insanın bilinçli ve amaçlı dünya tecrübesini anlama noktasında tümüyle işlevsiz kaldığını düşünen Alman filozof Wilhelm Dilthey, insanın tarihsel ve kültürel tekilliğini verecek olan bir anlama yöntemi geliştirmek ister. Dilthey bu sebeple her şeyden önce geleneksel metafiziğin çıkmazını göstermek durumundadır. Ona göre geleneksel felsefenin, evrensel bir hakikate ulaşma ideali, tarihselliğin üstesinden gelinemez önceliği sebebiyle hayata geçirilemez bir proje olarak ortaya çıkar. Dahası Dilthey geleneksel felsefenin yalnızca tarihsel ve kültürel bağlama ait olan bir Dünya Görüşü meydana getirdiği görüşündedir. Eğer metafizik bu şekilde, yaşamı yalnızca bir yönüyle sunabilen bir Dünya Görüşü olarak ortaya çıkıyorsa o halde metafizik yönelim, insanın araştırılmak ve anlaşılmak durumunda olan tekil bir kültürel yaşantısına dönüşmektedir. İşte bu yolla felsefe Dilthey'ın kavrayışında bir metafelsefeye dönüşmektedir. Zira Dilthey geleneksel felsefeyi, incelenmesi gereken bir Dünya Görüşü olarak ileri sürerek aslında bir felsefenin felsefesini gerçekleştirmek ister. Bu çalışma Dilthey'ın geleneksel felsefe eleştirisini değerlendirmeyi ve onun tarafından ortaya konulan bir metafelsefenin olanağını incelemeyi amaçlamaktadır.
Bilginin kesinliğinden, nesnelliğinden ve evrenselliğinden ödün vermek istemeyen her filozof, De... more Bilginin kesinliğinden, nesnelliğinden ve evrenselliğinden ödün vermek istemeyen her filozof, Descartes ve Hume'un ortaya koyduğu şüpheci argümanları, bilginin olanağı için bir tehdit olarak algılamaktadır. Bir yandan Descartes'ın şüpheci argümanı tüm bilgi iddialarımıza eşlik eden hata olasılığını gündeme getirirken, diğer taraftan Hume'un argümanı, neden ve sonuç arasında var olduğu düşünülen tüm zorunluluğu, şüpheli bir olumsallığa indirger. Böylece bu iki argüman bilginin tesisi adına aşılması gereken temel engeller olarak görülür. Ancak mevcut çalışma, bu iki argümanı, aşılması gereken birer engel olarak değil, fakat bilginin şüphe ile birlikte yaşamasına olanak tanıyan birer deneme olarak göstermek ister. Dahası bize göre bu argümanlar; şüphe ile bilgi arasında var olduğu düşünülen keskin karşıtlığı ortadan kaldırır ve şüpheyi bilgiden kovmak yerine, ona hak ettiği saygıyı göstererek şüpheyi bilginin temel bir öğesi haline getirir.
Metafizik: Kavram ve Problemleriyle Varlık Felsefesi - Determinizm Bölümü, 2018
On Beşinci Bölüm’de determinizm tartışmaya açılmıştır. Determinizm veya diğer adıyla belirlenimc... more On Beşinci Bölüm’de determinizm tartışmaya açılmıştır. Determinizm veya diğer adıyla belirlenimcilik evrendeki her olayın;bir neden-sonuç ilişkisi, kozmik bir güç ya da bilimin keşfettiği bir takım evrensel doğa yasaları tarafından zorunlu bir şekilde belirlendiğini ileri süren metafizik öğretinin adıdır. Determinizm düşüncesi insanlığın ilk uygarlıklarına kadar geri götürülebilir. Bu bölümde metafiziğin en temel sorularından birisi olarak bütün bir varlık alanına yayabileceğimiz bir determinizmin var olup olmadığını sorgulamaktadır. O halde varoluş dediğimiz şey tümüyle rastlantısal ve kaotik midir, ya da kısmen rastlantısal kısmen de belirlenmiş midir, yoksa baştan sona mutlak bir biçimde mi belirlenmiştir? Eğer belirlenmişse, bu belirlemenin kaynağı nerede yatmaktadır? Sonuç olarak determinizm problemi, insanın özgürlüğü ya da belirlenmişliği problemine yakından bağlıdır.
20. yüzyılın en tartışmalı ve kuşkusuz en önemli düşünürlerinden birisi olan Martin Heidegger, en... more 20. yüzyılın en tartışmalı ve kuşkusuz en önemli düşünürlerinden birisi olan Martin Heidegger, entelektüel yaşamı boyunca, Varlık ve insan arasında kopmuş olduğuna inandığı ilişkiyi yeniden tesis etmeye çalışır. Bunu yapabilmek için, şimdiye kadar Varlığa ve insana ilişkin sorgulanmadan kabul edilmiş varsayımlara yönelik amansız bir eleştiriye girişir. Bu eleştirinin bir sonucu olarak Heidegger Varlığa, insanın sonluluğuna, sanata, teknolojiye, dile ve düşünmeye yönelik kavrayışımızın, radikal düzeyde değişmesine yol açar. Bu değişim aynı zamanda, felsefeyi ve metafiziği bize bambaşka bir ışık altında gösterir. Elinizdeki kitap, Heidegger'in, düşünce dünyamızda gerçekleştirmiş olduğu bu özsel değişimi, onun temel eserlerini analiz etmek suretiyle takip etmeye çalışır. Böylece kitap, Heidegger'in düşünce dünyasına bir giriş yapmak isteyen okuyucuya, doğrudan Heidegger'in bazı temel eserleri ve fikirleri ile tanışma olanağı sunar.
Varoluşçuluk terimi genellikle özden ziyade varoluşun ve evrensel olan karşısında da bireysel ola... more Varoluşçuluk terimi genellikle özden ziyade varoluşun ve evrensel olan karşısında da bireysel olanın ön plana çıkarıldığı bir düşünce akımı olarak değerlendirilir. Bu bağlamda birçok felsefe tarihçisi, somut insana ve bireye yaptığı vurgu sebebiyle Friedrich Nietzsche’yi varoluşçuluk akımının önemli köşe taşlarından birisi olarak yorumlar. Diğer taraftan Nietzsche’nin felsefe külliyatı, varoluşçuluk düşüncesi ile bağdaşmayan çok sayıda kavrama sahiptir. Bu çalışma Nietzsche’nin felsefi projesinin ne ölçüde varoluşçuluk akımı ile uyuştuğunu nihilizm, üst insan, güç istemi ve ebedi dönüş gibi kavramlardan hareketle tartışmaya açmakta ve en nihayetinde Nietzsche’nin bir varoluşçu olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna ulaşmaktadır.
Sokrates, Nietzsche’nin felsefi külliyatında her zaman belirleyici ve önemli
bir yere sahip olmuş... more Sokrates, Nietzsche’nin felsefi külliyatında her zaman belirleyici ve önemli bir yere sahip olmuştur. Zira Nietzsche’ye göre Batı felsefesi adını verdiğimiz organizasyon esasen Sokratik bir proje olarak karşımıza çıkar. İşte bu sebeple Nietzsche’ye göre, Sokrates’in varlığında cisimleşen bir etkinlik olarak Batı felsefesinin ve metafiziğinin gerçek niyeti, Sokrates’e ve onun kişiliğine ilişkin bir tartışma yürütmeden ortaya çıkarılamaz. Bu bağlamda mevcut çalışma; sırasıyla Tragedya’nin Doğuşu’nda, Şen Bilim‘de ve Putların Alacakaranlığı’nda Nietzsche’nin resmettiği Sokratik tipin gelişimini takip etmeye çalışır. Zira bu üç eser, karşılıklı olarak bir soru-cevap diyaloğu meydana getirmek suretiyle adeta organik bir bütünlük sergiler ve her aşamada daha da derinleşen bir Sokrates portresi sunar
Özgür istemeyi bir illüzyona dönüştüren deterministik öğelere sahip olan bir ideoloji içerisinde ... more Özgür istemeyi bir illüzyona dönüştüren deterministik öğelere sahip olan bir ideoloji içerisinde insan varoluşunun anlamsız ve saçma bir nitelik arz edeceğini düşünen Dostoyevski, Yeraltından Notlar’da kurguladığı yeraltı adamı karakteri aracılığıyla, doğa yasalarını temel alan ve Çernişevski gibi materyalist düşünürler tarafından savunulan toplumsal mühendislik fikrinin hiçbir şekilde uygulamaya konulmayacağını göstermek ister. Bunu gerçekleştirmek için dolaylı bir yol izleyen ve yeraltı adamı aracılığıyla determinist bir ideolojinin penceresinden dünyaya bakan bir karakter yaratan Dostoyevski, bu karakterin bakışından hareketle tüm insani edimlerin zorunlu bir nedensellik tarafından belirlendiğini idrak eden bilincin verdiği irrasyonel, çelişkili ve bir anlamda saçma tepkileri gün yüzüne çıkarır. Karşıt olduğu öğretinin perspektifinden bir anlatı ortaya koyan Dostoyevski böylece materyalist bir determinizm ileri süren ideolojiyi adeta içeriden çürütmeye çalışır. Bu makalenin amacı Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ını takip ederek, istemelerini, arzularını ve seçimlerini özgürce hayata geçiremeyeceğinin bilincine varan yeraltı adamının düştüğü çelişkili varoluşu irdelemek ve böylece determinist öğretilerin kabul edilmesi güç olan pratik sonuçlarını anlaşılır kılmaktır.
Varoluş bilmecesinin çözümü söz konusu olduğunda müziği en az metafizik kadar önemli bir faaliyet... more Varoluş bilmecesinin çözümü söz konusu olduğunda müziği en az metafizik kadar önemli bir faaliyet olarak değerlendiren Arthur Schopenhauer, böylece müzik ile felsefe arasında zannedilenden ve çoğu kişinin kabul edebileceğinden çok daha yakın bir ilişki olduğu iddiasındadır. Bunun sebebi özellikle varoluşun özüne, değerine ve anlamına ilişkin sorunun bizzat bu iki etkinliğin ortak şekilde kullanılmasını talep etmesidir. Böylece aslında felsefi yöntemden tümüyle farklı bir şekilde icra edilse de ve hatta özünde kavramsal bilmeye tamamen yabancı olsa da müzik Schopenhauer’da bir tür metafizik yapma tarzı olarak kendisini ortaya koyar. Ancak felsefe ve müzik arasındaki birlikteliği sunabilmek için filozof, müziğin hem ontolojik hem de epistemolojik açıdan felsefenin düzeyinde bir icra gerçekleştirdiğini göstermek zorundadır. Bunun için Schopenhauer müziğin evrensel, ideal, özsel ve ezeli-ebedi olan bir bilme tarzına karşılık geldiğini kanıtlamaya çalışır. Bu araştırmanın sonucunda, müzik tarafından sağlanan bilginin felsefi bilgiden aşağı kalmadığı gibi, müziğin, varoluşun kendisine yönelik insanın alabileceği en değerli tavırlardan birisini temsil ettiği açığa çıkar.
Önyargısız ve varsayımsız bir anlamanın mümkün olmadığını düşünen Gadamer, önyargı ile anlama ar... more Önyargısız ve varsayımsız bir anlamanın mümkün olmadığını düşünen Gadamer, önyargı ile anlama arasında oluşan döngüselliği insanın temel bir varolma hali olarak sunar. Gadamer için bütün mesele anlamayı her seferinde önceleyen ve böylece mümkün kılan önyargıları hermeneutik bir tavırla bilince taşımak ve ifşa etmektir. Önyargılara ilişkin böylesi bir rehabilitasyon neticesinde, anlamanın hakikatini açan önyargılar ile doğru anlamayı engelleyen önyargılar arasında bir ayrım yapma olanağı ortaya çıkar. Fakat bu süreç, genel olarak bizzat önyargıların hükmü altında anlayan yorumcunun elinde değil, fakat bir diyalektik diyalog olarak süregiden tarihin belirlenimindedir. Dolayısıyla yorumcunun görevi, önyargıların rehabilitasyonu aracılığıyla, mümkün olan en sahici şekilde bu tarihsel diyaloğa dâhil olmaktır. Mevcut çalışmanın amacı önyargıların üstesinden gelinemez önceliğinin yanında, tarihin de belirleyici konumunu vurgulayan Gadamer'in felsefi hermeneutiğinin içerimlerini ve doğurduğu bazı sonuçları serimlemektir.
ÖZET Dünyanın insan için yaşanacak bir mekân haline gelmesi her ne kadar bilimsel bakış açısına ç... more ÖZET Dünyanın insan için yaşanacak bir mekân haline gelmesi her ne kadar bilimsel bakış açısına çok şey borçlu olsa da, bu mekânın anlamla doldurulması kısaca bir ev/yuva haline gelmesi insanın esasen yaşamla sanatsal bir ilişki içerisinde bulunması ile mümkün olmuştur. Bu mekânın insana bir şey ifade edebilmesi için ihtiyaç duyulan anlam ancak dilin kurgusal gücü ile dünyaya sokulabilir. Kendi başına anlamsız, kayıtsız ve nötr olan varoluş sadece bir anlamlandırma edimi ile kazandığı özellik sayesinde insanoğlunun çıkmaya cüret ettiği bir sahne haline gelebilir. Aydınlanmanın sembolize ettiği teorik bakış açısının gözden kaçırdığı bu durum sebebiyle insanın yaşamla girdiği ilişki Nietzsche'nin de dile getirdiği gibi temelden tahrip edilmiştir. Günümüzde kültür ve uygarlığın lokomotifi haline gelen bilimsel ve teknolojik perspektif, yaşamın anlamı sorusuyla bağını çoktan koparmış ve onun önemini yok sayma noktasına gelmiştir. Diğer taraftan sanatsal bakışın sahip olduğu avantaj, kendi doğal işleyişi gereği, gerçekliği kurgu aracılığıyla dönüştürme kapasitesinde ortaya çıkar. Dolayısıyla sanat, belki de varoluşun özsel kayıtsızlığı karşısında yitip gitmemek için insanın anlam yaratımına katkı sağlayan en önemli başarılardan birisini meydana getirir.
İnsanın temel duygu durumlarından birisi olan merhamet Schopenhauer
ve Nietzsche’nin düşünce düny... more İnsanın temel duygu durumlarından birisi olan merhamet Schopenhauer ve Nietzsche’nin düşünce dünyasında birbirine tümüyle zıt olan iki konum işgal etmektedir. Merhamet Schopenhauer için temel etik değer olarak insanın bu kötücül dünyadan kurtuluşunun anahtarlarından birisini temsil ederken Nietzsche için merhamet, sürü içgüdüsüne sahip insanın kendi zayıflığını örtbas etmek ve bu zayıflığı bizzat yaşamın kendisine aktararak onu değerden düşürmek için kullandığı bir araca dönüşür. Schopenhauer doğrudan dünyanın bir yorumundan hareketle onun ıstırabını ve sefaletini bir veri kabul ederek böylesi bir gerçekliği yaşayan her canlıya ancak merhametle yaklaşılması gerektiğini ileri sürer. Oysa Nietzsche bizzat insanın dünyayı yorumlama eylemini analiz ederek, merhametin bir dünya yorumu olarak çok derinlerde bir takım yaşam karşıtı yozlaşmış güdüleri sakladığını ifşa eder. Makalenin amacı söz konusu iki farklı başlangıç noktasını temele alarak merhamet eyleminin bu iki filozofun düşüncesinde sahip olduğu anlam katmanlarını aydınlatmaktır.
Klasik metafiziği, varolanlara ilişkin ortaya çıkan bir hakikat araştırması olarak değerlendiren... more Klasik metafiziği, varolanlara ilişkin ortaya çıkan bir hakikat araştırması olarak değerlendiren Heidegger'e göre bu durum, varolanların verilmişliğini, yani Varlığı tümüyle göz ardı eder. Tekniğin hâkim olduğu bir bilme eylemi içerisinde modern özne, doğaya ve tüm varolanlara adeta saldırır ve hakikati onlardan tabir-i caizse zorla söküp almaya çalışır. Bütün bir doğayı denetim altına alabilmek için varolanlarla girilen böylesi teknik ve teorik bir ilişkide bilmemeye hiç yer bırakılmaz. Oysa Heidegger'e göre varolanları bize veren ve hatta onlarla teknik ya da teorik bir bağlantı kurmamızın olanağını meydana getiren şeyin kendisi bizzat bilmeye ve kavramlaştırmaya direnmektedir. Üstelik karşılaştığımız varolanlara ilişkin bir bilmenin ve hakikatin ortaya çıkabilmesi, Heidegger'e göre ancak bu bilinmezin kendisini bir giz olarak geri çekmesi ile mümkün hale gelir. Bu çalışmanın amacı Heidegger'de hakikatin ve her tür bilmenin aslında özsel olarak hakikat-olmayana ve bilinemez olana nasıl bağlandığını göstermektir. Böylece Heidegger'in tasavvur ettiği yeni felsefe kavrayışı, mutlak bir hakikate tabi olmak yerine asla tam olarak bilenemeyecek olan gizin tecrübesine varmaya çalışacaktır.
Bir metafizik olarak gelişen geleneksel felsefenin özcü ve evrenselci yapısının, insanın bilinçl... more Bir metafizik olarak gelişen geleneksel felsefenin özcü ve evrenselci yapısının, insanın bilinçli ve amaçlı dünya tecrübesini anlama noktasında tümüyle işlevsiz kaldığını düşünen Alman filozof Wilhelm Dilthey, insanın tarihsel ve kültürel tekilliğini verecek olan bir anlama yöntemi geliştirmek ister. Dilthey bu sebeple her şeyden önce geleneksel metafiziğin çıkmazını göstermek durumundadır. Ona göre geleneksel felsefenin, evrensel bir hakikate ulaşma ideali, tarihselliğin üstesinden gelinemez önceliği sebebiyle hayata geçirilemez bir proje olarak ortaya çıkar. Dahası Dilthey geleneksel felsefenin yalnızca tarihsel ve kültürel bağlama ait olan bir Dünya Görüşü meydana getirdiği görüşündedir. Eğer metafizik bu şekilde, yaşamı yalnızca bir yönüyle sunabilen bir Dünya Görüşü olarak ortaya çıkıyorsa o halde metafizik yönelim, insanın araştırılmak ve anlaşılmak durumunda olan tekil bir kültürel yaşantısına dönüşmektedir. İşte bu yolla felsefe Dilthey'ın kavrayışında bir metafelsefeye dönüşmektedir. Zira Dilthey geleneksel felsefeyi, incelenmesi gereken bir Dünya Görüşü olarak ileri sürerek aslında bir felsefenin felsefesini gerçekleştirmek ister. Bu çalışma Dilthey'ın geleneksel felsefe eleştirisini değerlendirmeyi ve onun tarafından ortaya konulan bir metafelsefenin olanağını incelemeyi amaçlamaktadır.
Bilginin kesinliğinden, nesnelliğinden ve evrenselliğinden ödün vermek istemeyen her filozof, De... more Bilginin kesinliğinden, nesnelliğinden ve evrenselliğinden ödün vermek istemeyen her filozof, Descartes ve Hume'un ortaya koyduğu şüpheci argümanları, bilginin olanağı için bir tehdit olarak algılamaktadır. Bir yandan Descartes'ın şüpheci argümanı tüm bilgi iddialarımıza eşlik eden hata olasılığını gündeme getirirken, diğer taraftan Hume'un argümanı, neden ve sonuç arasında var olduğu düşünülen tüm zorunluluğu, şüpheli bir olumsallığa indirger. Böylece bu iki argüman bilginin tesisi adına aşılması gereken temel engeller olarak görülür. Ancak mevcut çalışma, bu iki argümanı, aşılması gereken birer engel olarak değil, fakat bilginin şüphe ile birlikte yaşamasına olanak tanıyan birer deneme olarak göstermek ister. Dahası bize göre bu argümanlar; şüphe ile bilgi arasında var olduğu düşünülen keskin karşıtlığı ortadan kaldırır ve şüpheyi bilgiden kovmak yerine, ona hak ettiği saygıyı göstererek şüpheyi bilginin temel bir öğesi haline getirir.
Metafizik: Kavram ve Problemleriyle Varlık Felsefesi - Determinizm Bölümü, 2018
On Beşinci Bölüm’de determinizm tartışmaya açılmıştır. Determinizm veya diğer adıyla belirlenimc... more On Beşinci Bölüm’de determinizm tartışmaya açılmıştır. Determinizm veya diğer adıyla belirlenimcilik evrendeki her olayın;bir neden-sonuç ilişkisi, kozmik bir güç ya da bilimin keşfettiği bir takım evrensel doğa yasaları tarafından zorunlu bir şekilde belirlendiğini ileri süren metafizik öğretinin adıdır. Determinizm düşüncesi insanlığın ilk uygarlıklarına kadar geri götürülebilir. Bu bölümde metafiziğin en temel sorularından birisi olarak bütün bir varlık alanına yayabileceğimiz bir determinizmin var olup olmadığını sorgulamaktadır. O halde varoluş dediğimiz şey tümüyle rastlantısal ve kaotik midir, ya da kısmen rastlantısal kısmen de belirlenmiş midir, yoksa baştan sona mutlak bir biçimde mi belirlenmiştir? Eğer belirlenmişse, bu belirlemenin kaynağı nerede yatmaktadır? Sonuç olarak determinizm problemi, insanın özgürlüğü ya da belirlenmişliği problemine yakından bağlıdır.
20. yüzyılın en tartışmalı ve kuşkusuz en önemli düşünürlerinden birisi olan Martin Heidegger, en... more 20. yüzyılın en tartışmalı ve kuşkusuz en önemli düşünürlerinden birisi olan Martin Heidegger, entelektüel yaşamı boyunca, Varlık ve insan arasında kopmuş olduğuna inandığı ilişkiyi yeniden tesis etmeye çalışır. Bunu yapabilmek için, şimdiye kadar Varlığa ve insana ilişkin sorgulanmadan kabul edilmiş varsayımlara yönelik amansız bir eleştiriye girişir. Bu eleştirinin bir sonucu olarak Heidegger Varlığa, insanın sonluluğuna, sanata, teknolojiye, dile ve düşünmeye yönelik kavrayışımızın, radikal düzeyde değişmesine yol açar. Bu değişim aynı zamanda, felsefeyi ve metafiziği bize bambaşka bir ışık altında gösterir. Elinizdeki kitap, Heidegger'in, düşünce dünyamızda gerçekleştirmiş olduğu bu özsel değişimi, onun temel eserlerini analiz etmek suretiyle takip etmeye çalışır. Böylece kitap, Heidegger'in düşünce dünyasına bir giriş yapmak isteyen okuyucuya, doğrudan Heidegger'in bazı temel eserleri ve fikirleri ile tanışma olanağı sunar.
Felsefe ile meşgul olan herkes için olumlu ya da olumsuz anlamda bir baba figürünü temsil eden Pl... more Felsefe ile meşgul olan herkes için olumlu ya da olumsuz anlamda bir baba figürünü temsil eden Platon, Devlet'in altıncı kitabında, bizlere iyinin nihai doğası ve anlamı ile ilgili olarak son derece çarpıcı bir benzetme sunar. İyinin ne olduğu ile ilgili olarak Sokrates ve Glaukon arasında geçen diyalog bize sadece iyinin anlamına ilişkin bir takım ipuçları vermekle kalmaz, aynı zamanda son derece şaşırtıcı bir biçimde felsefe uğraşısının nihai amacını da gözler önüne serer. Platon'un Sokrates aracılığıyla sunmuş olduğu benzetmeye bakacak olursak, "iyi ideası"nın özünü bize en yetkin şekilde anlatacak olan metafor güneştir (Devlet 508a-509b). Buna göre, nasıl ki güneş, sahip olduğu ve yaydığı ışık ile her tür görmenin ve görünmenin zeminini, ortamını ve koşulunu meydana getiriyorsa, "iyi ideası" da benzer şekilde her türlü kavramsal bilmenin koşulunu ortaya koyar. Öyle ki Platon'a göre "iyi"nin aydınlatıcı ışığı nesnelere vurmadan, zihnimizin bir şeyi anlamlandırması, görmesi veya kavraması olanaklı değildir. Platon daha da ileri giderek, "iyi ideası"nın bu benzetme gereği sadece diğer ideaların bilinmesini sağlamakla kalmadığını, dahası bizzat onların varlığının ve gerçekliğinin de vazgeçilmez koşulunu meydana getirdiğini iddia eder.
Türkiye'de felsefe ya da felsefe kavramı ile anlaşılan etkinlik, biz felsefeciler için pek de sor... more Türkiye'de felsefe ya da felsefe kavramı ile anlaşılan etkinlik, biz felsefeciler için pek de sorgu sual kabul etmeyen bir öneme sahiptir. Felsefecinin felsefeye atfettiği bu önem ve değerlilik kuşkusuz şaşırtıcı değildir. Felsefeci elbette ki, kendi etkinliğine sahip çıkacak, ona sarsılmaz bir sadakat gösterecek ve geri kalan etkinlikler karşısında ona bir öncelik tanıyacaktır. Bundan daha olağan bir şey yoktur. Bilim adamının bilime, sanatçının sanata, din adamının da dine sahip çıkmasından daha doğal bir eğilim olamayacağına göre felsefeci de elbette felsefeye sahip çıkacak ve geri kalan bilgisel etkinler karşısında felsefeyi korumaya çabalayan bir içgüdü ile hareket edecektir. Daha bu noktada ilginç bir tespitte bulunmuş oluyoruz. Felsefeyi, korunması gereken bir faaliyet olarak ele alıyoruz. Böylece gözümüzde felsefi etkinlik daha baştan, geri kalan etkinlikler karşısında ayakta kalmaya çalışan ve bu noktada bir haklılandırmaya ve korumaya ihtiyaç duyan bir faaliyete dönüşür. Felsefe gerçekten bir haklılandırmaya, dahası bir korumaya ihtiyaç duymakta mıdır? Bu noktada soru, ister olumlu ister olumsuz yanıtlansın, neticede biz felsefecilere göre felsefe, diğer tüm etkinliklerden daha temel ve köklüdür. Dahası, diğer etkinliklerin koşullarına ve olanaklarına ilişkin bir soruşturma ancak felsefe tarafından gerçekleştirilebilir. Felsefecinin iddiasına göre felsefe her tür düşünsel etkinliği önceleyen bir yapıya sahiptir ve bu yüzden de vazgeçilmezdir. Sonuç olarak felsefeci; felsefenin önemi, önceliği ve vazgeçilmezliği noktasında tereddüt göstermeyen bir kararlılığa sahiptir.
Uploads
Papers by Adnan Esenyel
vurgu sebebiyle Friedrich Nietzsche’yi varoluşçuluk akımının önemli köşe taşlarından birisi olarak yorumlar. Diğer taraftan Nietzsche’nin felsefe külliyatı, varoluşçuluk düşüncesi ile bağdaşmayan çok sayıda kavrama sahiptir. Bu çalışma
Nietzsche’nin felsefi projesinin ne ölçüde varoluşçuluk akımı ile uyuştuğunu nihilizm, üst insan, güç istemi ve ebedi dönüş gibi kavramlardan hareketle tartışmaya açmakta ve en nihayetinde Nietzsche’nin bir varoluşçu olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna ulaşmaktadır.
bir yere sahip olmuştur. Zira Nietzsche’ye göre Batı felsefesi adını verdiğimiz
organizasyon esasen Sokratik bir proje olarak karşımıza çıkar. İşte bu sebeple
Nietzsche’ye göre, Sokrates’in varlığında cisimleşen bir etkinlik olarak Batı felsefesinin ve metafiziğinin gerçek niyeti, Sokrates’e ve onun kişiliğine ilişkin bir
tartışma yürütmeden ortaya çıkarılamaz. Bu bağlamda mevcut çalışma; sırasıyla
Tragedya’nin Doğuşu’nda, Şen Bilim‘de ve Putların Alacakaranlığı’nda Nietzsche’nin resmettiği Sokratik tipin gelişimini takip etmeye çalışır. Zira bu üç eser,
karşılıklı olarak bir soru-cevap diyaloğu meydana getirmek suretiyle adeta organik bir bütünlük sergiler ve her aşamada daha da derinleşen bir Sokrates portresi sunar
ve Nietzsche’nin düşünce dünyasında birbirine tümüyle zıt olan iki konum işgal
etmektedir. Merhamet Schopenhauer için temel etik değer olarak insanın bu
kötücül dünyadan kurtuluşunun anahtarlarından birisini temsil ederken Nietzsche
için merhamet, sürü içgüdüsüne sahip insanın kendi zayıflığını örtbas etmek ve bu
zayıflığı bizzat yaşamın kendisine aktararak onu değerden düşürmek için
kullandığı bir araca dönüşür. Schopenhauer doğrudan dünyanın bir yorumundan
hareketle onun ıstırabını ve sefaletini bir veri kabul ederek böylesi bir gerçekliği
yaşayan her canlıya ancak merhametle yaklaşılması gerektiğini ileri sürer. Oysa
Nietzsche bizzat insanın dünyayı yorumlama eylemini analiz ederek, merhametin
bir dünya yorumu olarak çok derinlerde bir takım yaşam karşıtı yozlaşmış güdüleri
sakladığını ifşa eder. Makalenin amacı söz konusu iki farklı başlangıç noktasını
temele alarak merhamet eyleminin bu iki filozofun düşüncesinde sahip olduğu
anlam katmanlarını aydınlatmaktır.
Books by Adnan Esenyel
süren metafizik öğretinin adıdır. Determinizm düşüncesi insanlığın ilk uygarlıklarına kadar geri götürülebilir. Bu bölümde metafiziğin en temel sorularından birisi olarak bütün bir varlık alanına yayabileceğimiz bir determinizmin var olup olmadığını sorgulamaktadır. O halde varoluş dediğimiz şey tümüyle rastlantısal ve kaotik midir, ya da kısmen rastlantısal kısmen de belirlenmiş midir, yoksa baştan sona mutlak bir biçimde mi belirlenmiştir? Eğer belirlenmişse, bu belirlemenin kaynağı nerede yatmaktadır? Sonuç olarak determinizm problemi, insanın özgürlüğü ya da belirlenmişliği problemine yakından bağlıdır.
vurgu sebebiyle Friedrich Nietzsche’yi varoluşçuluk akımının önemli köşe taşlarından birisi olarak yorumlar. Diğer taraftan Nietzsche’nin felsefe külliyatı, varoluşçuluk düşüncesi ile bağdaşmayan çok sayıda kavrama sahiptir. Bu çalışma
Nietzsche’nin felsefi projesinin ne ölçüde varoluşçuluk akımı ile uyuştuğunu nihilizm, üst insan, güç istemi ve ebedi dönüş gibi kavramlardan hareketle tartışmaya açmakta ve en nihayetinde Nietzsche’nin bir varoluşçu olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna ulaşmaktadır.
bir yere sahip olmuştur. Zira Nietzsche’ye göre Batı felsefesi adını verdiğimiz
organizasyon esasen Sokratik bir proje olarak karşımıza çıkar. İşte bu sebeple
Nietzsche’ye göre, Sokrates’in varlığında cisimleşen bir etkinlik olarak Batı felsefesinin ve metafiziğinin gerçek niyeti, Sokrates’e ve onun kişiliğine ilişkin bir
tartışma yürütmeden ortaya çıkarılamaz. Bu bağlamda mevcut çalışma; sırasıyla
Tragedya’nin Doğuşu’nda, Şen Bilim‘de ve Putların Alacakaranlığı’nda Nietzsche’nin resmettiği Sokratik tipin gelişimini takip etmeye çalışır. Zira bu üç eser,
karşılıklı olarak bir soru-cevap diyaloğu meydana getirmek suretiyle adeta organik bir bütünlük sergiler ve her aşamada daha da derinleşen bir Sokrates portresi sunar
ve Nietzsche’nin düşünce dünyasında birbirine tümüyle zıt olan iki konum işgal
etmektedir. Merhamet Schopenhauer için temel etik değer olarak insanın bu
kötücül dünyadan kurtuluşunun anahtarlarından birisini temsil ederken Nietzsche
için merhamet, sürü içgüdüsüne sahip insanın kendi zayıflığını örtbas etmek ve bu
zayıflığı bizzat yaşamın kendisine aktararak onu değerden düşürmek için
kullandığı bir araca dönüşür. Schopenhauer doğrudan dünyanın bir yorumundan
hareketle onun ıstırabını ve sefaletini bir veri kabul ederek böylesi bir gerçekliği
yaşayan her canlıya ancak merhametle yaklaşılması gerektiğini ileri sürer. Oysa
Nietzsche bizzat insanın dünyayı yorumlama eylemini analiz ederek, merhametin
bir dünya yorumu olarak çok derinlerde bir takım yaşam karşıtı yozlaşmış güdüleri
sakladığını ifşa eder. Makalenin amacı söz konusu iki farklı başlangıç noktasını
temele alarak merhamet eyleminin bu iki filozofun düşüncesinde sahip olduğu
anlam katmanlarını aydınlatmaktır.
süren metafizik öğretinin adıdır. Determinizm düşüncesi insanlığın ilk uygarlıklarına kadar geri götürülebilir. Bu bölümde metafiziğin en temel sorularından birisi olarak bütün bir varlık alanına yayabileceğimiz bir determinizmin var olup olmadığını sorgulamaktadır. O halde varoluş dediğimiz şey tümüyle rastlantısal ve kaotik midir, ya da kısmen rastlantısal kısmen de belirlenmiş midir, yoksa baştan sona mutlak bir biçimde mi belirlenmiştir? Eğer belirlenmişse, bu belirlemenin kaynağı nerede yatmaktadır? Sonuç olarak determinizm problemi, insanın özgürlüğü ya da belirlenmişliği problemine yakından bağlıdır.