Books by Enes Dağ
Özgür İrade? Hukuk, Nörobilim, Psikoloji ve Ötesi, Zoe Yay., 2021
Kitap Bölümü
Nobel Bilimsel, 2024
<Abstract>
In addition to elucidating the story behind ‘contemporary virtue ethics’, this book s... more <Abstract>
In addition to elucidating the story behind ‘contemporary virtue ethics’, this book serves as a reference for ‘philosophy of action’, ‘intention-action theory’, ‘philosophy of psychology’ and ‘philosophy of mind’. The reason for this diversity can be found in G.E.M. Anscombe's wide range of works, which spans multiple disciplines, and to the fact that each work is a reference point for more than one field. Anscombe offers critiques of modern moral philosophy through an examination of two major theories of normative ethics: deontology and consequentialism. In the gap left by these critiques, he attempts to construct a philosophy of psychology upon which a novel ethical framework could be established. This endeavour is manifest in Intention as the 'intention-action' theory.
This book introduces Anscombe's ideas on modern moral philosophy as a ‘critique’. It presents the literature created by commentators who scrutinise this critique from different perspectives as a form of ‘critique of the critique’. Ultimately, the intention-action theory is put forth as an 'alternative to the critique'. In the concluding section of the book, this systematic construction is supported by textual evidence. In essence, this book enquires and examines the critique of old ethics and the possibility for a new ethical framework in the 20th century from an Anscombean perspective.
Keywords: G. E. M. Anscombe, modern moral philosophy, intention, action, critique, virtue ethics, deontology, consequentialism, utilitarianism.
< Özet>
Bu kitap, “çağdaş erdem etiği”nin gerisindeki hikâyeyi anlattığı kadar, “eylem felsefesi”, “niyet – eylem teorisi”, “psikoloji felsefesi” ve “zihin felsefesi” için de bir başvuru kaynağı niteliğindedir. Bu çeşitliliğin sebebi, G.E.M. Anscombe’un geniş yelpazede eserler vermesinde aranacağı gibi, her bir eserin birden fazla alan için referans teşkil etmesine ya da farklı disiplinler tarafından dikkate alınmasına dayanır. Anscombe, normatif etiğin iki önemli teorisi olan “deontolojik etik” ve “sonuççu etik” üzerinden modern ahlak felsefesine eleştirilerini yöneltir. Bu eleştirilerden doğan boşlukta yeni bir etiğin kendisine dayanacağı bir psikoloji felsefesi inşa eder. Onun bu girişimi Intention (Niyet) eserinde karşımıza “niyet – eylem teorisi” olarak çıkar.
Bu çalışma, Anscombe’un modern ahlak felsefesine yönelik fikirlerini “eleştiri” olarak tanıtmaktadır. Bu eleştiriyi farklı perspektiflerden mercek altına alan yorumcular tarafından oluşturulan literatürü ise “eleştirinin eleştirisi” olarak ortaya koymaktadır. Son tahlilde, “niyet – eylem teorisi”ni de anılan “eleştiriye karşı alternatif” olarak teklif etmektedir. Kitabın sonuç kısmında, bu sistematik kurgunun metinsel delillerle gerekçeleri öne sürülmektedir. Kısacası bu kitap, 20. yüzyılda eski etiğin eleştirisini ve yeni etiğin olanağı için kurulan zemini Anscombe’cu bir perspektiften sunmakta ve sorgulamaktadır. Anahtar Kelimeler: Anscombe, Modern Ahlak Felsefesi, Niyet, Erdem Etiği, Deontolojik Etik, Sonuççu Etik, Faydacı Etik
Fecr Yayınları, 2022
Bu çalışma, Gazzâli'nin Osmanlı düşüncesi üzerindeki etkilerine bir örnek olarak Kemalpaşazâde'ni... more Bu çalışma, Gazzâli'nin Osmanlı düşüncesi üzerindeki etkilerine bir örnek olarak Kemalpaşazâde'nin akıl üzerine düşüncelerine odaklanmaktadır. İki düşünürün birincil eserlerinden hareket eden çalışmada önce Gazzâli'nin, daha sonra Kemalpaşazâde'nin akıl kuramları müstakil olarak ortaya konulmakta ve son olarak da iki düşünürün akıl kuramı karşılaştırılmaktadır.
Uluslararası Yahya Kemal Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, Editör Prof. Dr. Musa Kazım ARICAN, Editör Arş. Gör. Enes DAĞ, Editör Arş. Gör. Mesut ARSLAN, İstanbul-Bahçelievler Belediyesi Yayınları, İstanbul, Şubat, 2019
Uluslararası 60 Yıl Sonra Yahya Kemal Sempozyumu, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB), İstanbul Bahçel... more Uluslararası 60 Yıl Sonra Yahya Kemal Sempozyumu, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB), İstanbul Bahçelievler Belediyesi
Tarık Buğra 100 Yaşında, Kitap, Editör Arş. Gör. Enes DAĞ ve diğerleri, Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları, Mart, 2019
3. Genç Yazarlar Kurultayı, Kitap, Editör Arş. Gör. Enes DAĞ, Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları, Aralık, 2019
2. Genç Yazarlar Kurultayı, Kitap, Editör Arş. Gör. Enes DAĞ, Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları, Mart, 2019
Papers by Enes Dağ
Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, 2024
Abstract
M. Stocker, a virtue ethicist, argues that other modern moral theories fail to provide a... more Abstract
M. Stocker, a virtue ethicist, argues that other modern moral theories fail to provide agents with motives and motivators while giving them reasons and justifications to act, in order to show that virtue ethics, revived in the 20th century, is a rival and alternative theory. Stocker characterizes these theories, deontology and consequentialism, as “moral schizophrenia” because they do not take into account the nature of the agent, and tries to demonstrate the originality of virtue ethics, which emphasizes the agents flourishing and character. However, Stocker’s argument has been challenged by a group of commentators who argue that virtue ethics suffers from the same deficiency, which can be characterized as “self effacement”. On the other hand, an opposing pole emerged that defended virtue ethics and criticized these commentators. As a result, there is an on going debate in the literature about whether virtue ethics is “self-effacing” or not. This article first focuses on Stocker’s argument, introduces the literature in question, and analyzes the arguments of T. Hurka and S. Keller, the two strongest commentators attacking virtue ethics, and J. Annas and
G. Pettigrove, the two most famous commentators defending virtue ethics, respectively. Secondly, this article takes the pole of the debate but identifies the weaknesses of the arguments of commentators making a similar defense. Claiming to stand on the same side but from a different position, my article calls upon Anscombe’s theory of “authority in morals” to defend virtue ethics against this objection. If this article succeeds in showing that Anscombe’s theory of “authority in morals” can save virtue ethics from the “self-effacement” objection, this will be of particular importance in terms of showing another contribution of Anscombe to virtue ethics in the final analysis. The attempt to show this is among the claims of my article.
Keywords: Virtue Ethics, Objections, Self-Effacement, Action, Motive, Flourishing, Authority in Morals.
Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, 2024
Bir erdem etikçisi olan M. Stocker, 20. yüzyılda yeniden canlanan erdem etiğinin rakip ve alterna... more Bir erdem etikçisi olan M. Stocker, 20. yüzyılda yeniden canlanan erdem etiğinin rakip ve alternatif bir teori olduğunu göstermek adına, diğer modern ahlak teorilerinin faile eylemde bulunma sebepleri ve gerekçeleri verirken onlara güdüleri ve motive edici unsurları sağlayamadıklarını savunur. Stocker deontoloji ve sonuççuluk gibi bu tarz teorileri, failin doğasını hesaba katmadıkları için “ahlaki şizofreni”yle niteleyerek failin gelişimine ve karakterine vurgu yapan erdem etiğinin bu konudaki özgünlüğünü ortaya koymaya çalışır. Ancak Stocker’in argümanı, erdem etiğinin de aynı eksiklikten mustarip olduğunu ve bunun da “kişilikten-yoksunluk” olarak nitelenebileceğini söyleyen bir grup yorumcunun itirazına maruz kalmıştır. Buna karşılık erdem etiğini savunan ve bu yorumcuları eleştiren karşıt bir kutup daha doğmuştur. Bunun neticesinde erdem etiğinin “kişilikten-yoksun” olup olmadığına yönelik literatürde yer alan önemli bir tartışma devam etmektedir. Bu makale, önce Stocker’in argümanını mercek altına almakta, söz konusu literatürü tanıtmakta ve bu literatürde erdem etiğine saldıran en güçlü iki yorumcu olan T. Hurka ve S. Keller ile erdem etiğini savunan en ünlü iki yorumcu olan J. Annas ve G. Pettigrove’un sırasıyla saldırı ve savunu argümanlarını analiz etmektedir. İkinci olarak bu makale, anılan tartışmanın savunu kutbunda yer almakta, ancak benzer savunuyu yapan yorumcuların argümanlarının zayıf taraflarını saptamaktadır. Aynı tarafta ve fakat farklı bir pozisyonda durma iddiasında olan makale, erdem etiğini söz konusu itiraza karşı savunmak adına Anscombe’un “ahlakta otorite” teorisini yardıma çağırmaktadır. Eğer bu makale Anscombe’un “ahlakta otorite” teorisinin erdem etiğini “kişilikten-yoksunluk” itirazından kurtarabileceğini ortaya koymayı başarabilirse, bu, son tahlilde Anscombe’un erdem etiğine bir başka katkısını göstermek açısından ayrı bir önem arz edecektir. Bunu gösterme çabası makalenin iddiaları arasındadır.
Anahtar Kelimeler: Erdem Etiği, İtirazlar, Kişilikten-Yoksunluk, Eylem, Güdü, Gelişim, Ahlakta Otorite.
Hitit ilahiyat dergisi, Jun 13, 2023
Bozok üniversitesi İlahiyat fakültesi dergisi, Dec 31, 2022
Öz Spinoza'nın zihnin bir gücü olarak "hafıza"ya dair ortaya koyduğu fikirleri, yabancı dillerde,... more Öz Spinoza'nın zihnin bir gücü olarak "hafıza"ya dair ortaya koyduğu fikirleri, yabancı dillerde, özellikle İngilizce Spinoza literatüründe geniş ve merkezi bir konum teşkil etmektedir. Buna karşın, bu konuda Türkçede detaylı bir çalışmanın yapılmadığı görülmektedir. Bu çalışma, öncelikle Spinoza'nın hafıza doktrinini onun kendisine özgü zihin felsefesinin diğer unsurlarıyla birlikte ele alarak söz konusu eksikliği gidermeye ve anılan merkezi konuma işaret etmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda, Spinoza sisteminde "hafıza"nın tanımları irdelenmekte, ortak bir tanımın sınırları belirginleştirilerek hafızanın doğası çözümlenmekte ve onun bedenle birlikte var olan bir güç olması sebebiyle, zihnin anlama faaliyeti önünde ekseriyetle bir engel teşkil ettiği tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bununla birlikte "hafıza" sayesinde zihinde oluşan fikirlerin, zihnin anlama faaliyeti önünde her zaman bir engel teşkil etmediği ve "hafıza"nın zihne faydalı bir yönünün de bulunduğu iddia edilmektedir. Ayrıca çalışmada "hafıza kaybı"nın bedensel etkileri ve zihinsel yansımaları açık kılınmakta ve anımsamanın sürekliliği ya da kopukluğu bağlamında gündeme gelen "kişisel aynılık" problemi, Spinoza'nın hafıza teorisi bağlamında aydınlatılmaktadır.
Hitit ilahiyat dergisi, Dec 30, 2022
Spinoza sisteminde bir bilinç teorisinin varlığı konusunda dünden bugüne devam etmekte olan ciddi... more Spinoza sisteminde bir bilinç teorisinin varlığı konusunda dünden bugüne devam etmekte olan ciddi bir tartışma mevcuttur. Bu makale, bir yandan mevcut tartışmanın hafifletilebilmesi için farklı bir okuma teklifi sunmakta, diğer yandan ise söz konusu tartışmanın ana tezlerini -henüz bu konuda herhangi bir çalışmanın yapılmadığı- Türkçe felsefe literatürüne kazandırma amacı gütmektedir. Bu doğrultuda, Spinoza sisteminde bir bilinç teorisinin çıkarılabileceği savunulmakta ve tüm paralelizmine rağmen gerçekte olmasa bile kavramsal olarak zihni bedenden bağımsız bir biçimde düşünebilme imkânı irdelenmektedir. Söz konusu bağlamda, öncelikle “fikrin fikri” doktrini, bilincin metafizik temeli olarak ortaya konulmaktadır. Daha sonra bedenin kompleks yapısını oluşturan parçalara dair zihnin daha fazla “fikir”e ulaşabilme ve bu “fikir”lerden “fikrin fikri”ni çıkarabilme durumuna göre oluşan “bilinç dereceleri”, bilincin epistemolojik yönü olarak saptanmaktadır. Bedenin etkilenişlerinin zihin tarafından bilinme derecesine ve bilgi türlerine bağlı olarak insan zihninin nasıl “kendisinin, “Tanrı”nın ve “diğer varolanlar”ın bilincine ulaştığı tespit edilmektedir. Çalışmada varılan sonuç, Spinoza’da bilincin “bilgi” üzerine inşa edildiği, “fikir”in bilgiyi, “fikrin fikri”nin bilinci temsil ettiğidir. Böylece, neredeyse tüm tartışmaların odağında olan “bilinçli zihinler” ile “bilinçsiz zihinler” ve insan zihnindeki “bilinçli fikirler” ile “bilinçsiz fikirler”e dair ayırımın net olmayan sınırları belirginleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu doğrultuda Spinoza’nın bilinç teorisi, onun en genel kapsamıyla zihin teorisiyle ve bu teorinin bir sonucu olan bilgi teorisiyle temellendirilir. Spinoza’nın zihin teorisine göre, özellikle insan zihni söz konusu olduğunda bedende gerçekleşen her değişim zihinde bir fikre tekabül eder (paralelizm) ya da bir fikir olarak temsil edilir. İnsan zihninde meydana gelen fikirler, bedenin etkilenişlerinin, yani bedenin kurduğu ilişkiler neticesinde alıp verdiği etkilere göre kendisinde meydana gelen değişimlerin birer temsilinden ibarettir. İnsan zihni bu fikirlerin bir kısmını “bulanık”, “bölük-pörçük” ya da “yetersiz” (inadequate) bir şekilde algılarken, bir kısmını da “apaçık”, “upuygun” ya da “yeterli” (adequate) bir şekilde kavrar. Spinoza bu temelden hareketle zihin ve bilgi teorilerini ortaya koyar. Ancak insan zihni kendisinde meydana gelen bedenin etkilenişlerinin fikirleriyle yetinmez, aynı zamanda bu fikirlerin yeterli ya da yetersiz olduklarına bakmaksızın onlara dair ikincil fikirler de oluşturur. Bu ikincil fikirler, birincil fikirlerin -yeterli ya da yetersiz olmalarına göre- farkındalığını ifade eder. Makalede bu oluşum ve farkındalık, yani “fikrin fikri” (ideas of ideas) Spinozacı bilinç teorisinin temel zemini ya da ana hattı olarak detaylı bir şekilde ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Bilinç teorisinin diğer sonuç veya çıktıları da her şeyden önce bu temel zeminin anlaşılmasını zorunlu ya da gerekli kılmaktadır. Buna göre insan bedeni, diğerleriyle kıyaslandığında Doğada en fazla parçaya ya da bileşene sahip çok karmaşık bir yapıdır. İnsan zihni ise bedenin kompleks yapısının her bir unsuruna dair fikirlere ulaşabilme imkanına sahiptir. Ancak bu fikirlerin içeriği, insan zihninin kendi bedenini tanıma derecesine göre oluşur. İnsan zihninin kendi bedenini bilme derecesi, aynı zamanda onun bilincinin de derecesini belirler. Spinoza insan dışındaki varlıkların da belli bir “canlılık derecesi”ne sahip olduğunu ve söylediklerinin insan kadar diğer varlıklar için de geçerli olduğunu belirtirken aynı zamanda insan bedeninin diğer bedenlerden, insan zihninin ise diğer zihinlerden daha üstün olduğunu temellendirmeye çalışır. Spinoza bir bedenin diğer bedenden üstünlüğünü, diğeriyle kıyaslandığında birinin kendi başına daha çok eylemi daha fazla gerçekleştirebilmesi olarak görür. Bir beden ne kadar çok parçaya sahipse ya da bünyesinde ne kadar çok çeşit cismi barındırıyorsa, o kadar daha fazla eylemi yerine getirmeye ve etki alıp vermeye müsait olur. Çünkü bir beden diğer bedenlerle karşılaştığında ya da ilişki kurduğunda, parçalarının her biri bu karşılaşmadan ya da ilişkiden etkilenebilir. Dolayısıyla beden ne kadar çok kompleks bir yapıdaysa zihin de o kadar çok fikre sahip olabilir. Bu, bedeni diğer bedenlerden üstün olan insanın, zihninin de diğer zihinlerden üstün olma sebebidir. İnsan zihninin kendi bedenini bilme imkanına bağlı olarak aynı zihindeki fikirler arasında ve birbiriyle kıyaslandığında iki zihin arasında “bilinçsiz fikirler” (non-conscious ideas) ve “bilinçli fikirler” (conscious ideas) olduğu gibi, daha düşük seviyeden daha yüksek seviyeye bilinçte derece farkı da oluşur. Bu derece farkı, makalede bilincin epistemolojik sonucu ya da çıktısı olarak ele alınmaktadır. Bilincin metafiziksel temeli ve epistemolojik sonucu birlikte düşünüldüğünde, insanın “kendilik-bilinci” makalenin son konusu olarak gündeme getirilmektedir.
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2024
Çağdaş erdem etiğine bir başlangıç tayin etme noktasında literatürde iki farklı yaklaşım söz konu... more Çağdaş erdem etiğine bir başlangıç tayin etme noktasında literatürde iki farklı yaklaşım söz konusudur. Bu yaklaşımlardan birincisi, çağdaş erdem etiğini Anscombe’u anarak Aristoteles’e dayandırırken, ikincisi Anscombe’u anmadan Aristoteles dışı kaynaklara referans vermektedir. Bu çalışma, öncelikle çağdaş erdem etiğinin Anscombe ile başladığını savunmakta, Anscombe’un temel kaynağının ise Aristoteles olduğunu belirgin kılmakta ve çağdaş erdem etiğini Aristoteles’e dayandıranların tarafında yer almaktadır. İkinci olarak çalışmada, Aristoteles’i referans olarak gösteren çağdaş erdem etiği temsilcilerinin ortaya koydukları farklı yaklaşımların Anscombecu karakteri tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede, Anscombe’un “Modern Moral Philosophy” makalesinin, çağdaş erdem etiği için Aristoteles’in klasik erdem etiğini referans olarak gösterme noktasında bir “köprü” ve yeniden canlanan bir etik teori olarak kendini sunmasında da bir “kaynak” olduğu savunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Aristoteles, Anscombe, Eleştirel Etik, Erdem Etiği, Doğru Eylem, Karakter.
Why Does Contemporary Virtue Ethics Genesis With Elizabeth Anscombe?
Abstract
There are two different approaches in the literature in terms of assigning a genesis to contemporary virtue ethics. While the first of these approaches bases contemporary virtue ethics on Aristotle by referencing Anscombe, the second one refers to non-Aristotelian sources without mentioning Anscombe. This study, firstly, argues that contemporary virtue ethics dates back to Anscombe, makes it clear that Anscombe’s main source is Aristotle, and takes the side of those who base contemporary virtue ethics on Aristotle. Secondly, the study tries to identify the Anscombecian character of the different approaches put forward by contemporary virtue ethicists who take Aristotle as a reference. In this framework, it is argued that Anscombe’s article “Modern Moral Philosophy” is a “bridge” for contemporary virtue ethics to refer to Aristotle's classical virtue ethics and a “source” for it to present itself as a revitalised ethical theory.
Keywords: Aristotle, Anscombe, Critical Ethics, Virtue Ethics, Right Action, Character.
Philippa Foot’un Çifte Etki Doktrini ‘Tramvay Problemi’: Uygulamalı Etik Açısından ‘Ahlaki İkilemler’ ve Failin Karar Verme Sorunu, 2023
Öz Bu çalışma, Philippa Foot’un “çifte etki doktrini”ne dair ortaya koyduğu sorunlar, eleştiriler... more Öz Bu çalışma, Philippa Foot’un “çifte etki doktrini”ne dair ortaya koyduğu sorunlar, eleştiriler ve kendi yorumuna dayanan yeni bir versiyon önerisine dair çözümlemelere odaklanmaktadır. Foot, çifte etki doktrininin etik gündemine taşınmasının temel nedeninin “kürtaj sorunu” olduğunu söyler. Hamile bir annenin kendisi ya da bebeğinin yaşamı tehlikeye girdiğinde ikisinden hangisinin kurtarılacağına dair karar, seçim ya da bundan doğan sorumluluk “çifte etki doktrini”nin soruşturma alanına girmektedir. Foot, “çifte etki doktrini”nin “kürtaj sorunu”na yönelik değerlendirmelerini temele alarak başta “tramvay problemi” olmak üzere pek çok ahlaki ikilem örneği üzerinden meseleyi derinleştirmektedir. İkilemlerin değerlendirilmesi ve failin eyleme “niyet ettiği” mi yoksa eylemin sonucunu sadece “öngördüğü” mü ayırımına dayanan “çifte etki doktri”nin ikisi mevcut, biri Foot’un önerisini ifade eden üç yorumu ya da versiyonu söz konusudur. Çalışmada bu üç yorum tanıtılmakta ve Foot’un önerisi olan yeni versiyon bir yandan irdelenip açık kılınırken öbür yandan diğer iki mevcut versiyon açısından kritik edilmekte ve bu önerinin “çifte etki doktrini”ne bir çözüm önerisi sunma noktasındaki yeterliliği soruşturulmaktadır. Bununla birlikte Foot’un “çifte etki doktrini”nin gündeme gelmesinin sebebi ya da başlangıç noktası olarak gördüğü “kürtaj sorunu”, biyoetik alanın temel bir tartışma konusudur. Biyoetik ise uygulamalı etik disiplinin çeşitli alt araştırma alanlarından biridir. Bu doğrultuda çalışma, Foot’un izlediği sırayı gözeterek, kürtaj meselesinden “çifte etki doktrini”ne geçerek, oradan da bu doktrin kapsamında gündeme gelen diğer ahlaki ikilem örneklerini inceleyerek aslında dar anlamda biyoetiğe, geniş anlamda ise uygulamalı etiğe konu olan bir meseleyi tartışma konusu yapmaktadır. Çalışmada “çifte etki doktrini”nin ve bu kapsamda gündeme gelen ahlaki ikilem örneklerinin, bu gerekçeyle, uygulamalı etik alanının kapsamı içerisinde yer aldığı savunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Uygulamalı Etik, Biyoetik, Çifte Etki Doktrini, Kürtaj Sorunu, Ahlaki İkilemler.
Abstract
This study focuses on Philippa Foot’s analyses of the problems and criticisms of the “double effect doctrine” and her proposal for a new version based on her own interpretation. Foot states that the main reason for bringing the doctrine of double effect to the ethical agenda is the “abortion problem”. When a pregnant mother’s life or the life of her baby is endangered, the decision, choice, or responsibility arising therefrom as to which of the two should be saved falls within the field of enquiry of the doctrine of double effect. Foot deepens the issue through many examples of moral dilemmas, especially the “trolley problem”, based on the evaluations of the doctrine of double effect on the abortion problem. There are three interpretations or versions of the double effect doctrine, two of which are existing and one of which expresses Foot's proposal, based on the evaluation of dilemmas and the distinction between whether the agent “intends” to act or merely “foreseen” the consequences of the action. In this study, these three interpretations are introduced and on the one hand Foot’s new version is analysed and clarified; on the other hand it is criticised in terms of the other two existing versions and the adequacy of Foot’s proposal with respect to offering a solution to the “doctrine of double effect” is investigated. However, the abortion problem, which Foot sees as the reason or the starting point of the double effect doctrine, is a fundamental subject of discussion in the field of bioethics. Bioethics is one of the various subfields of applied ethics. In this respect, the study, following Foot’s order, moves from the abortion problem to the doctrine of double effect, and from there, by analyzing other examples of moral dilemmas that have come to the fore wi thin the scope of this doctrine, actually discusses a problem that is subject to bioethics in a narrow sense and applied ethics in a broad sense. In the study, it is argued that the “doctrine of double effect” and the examples of moral dilemmas that come to the fore in this context are, for this reason, within the scope of applied ethics.
Keywords: Applied Ethics, B ioethics, Doktrine of Double Effect, Abortion Problem, Moral Dilemmas.
Hitit İlahiyat Dergisi / Hitit Theology Journal, 2023
Bu makale, Spinoza’nın ahlak felsefesinin merkezî kavramlarından olan ve
“içsel huzur”, “tatminli... more Bu makale, Spinoza’nın ahlak felsefesinin merkezî kavramlarından olan ve
“içsel huzur”, “tatminlik” veya “doyum” olarak Türkçeye çevrilebilen acquiescentia kavramına ve onunla ilişkili olan diğer iki kavrama odaklanmaktadır. Bu iki kavramdan birisi “kendinden memnuniyet” duygusu olarak çevrilebilen acquiescentia in se ipso iken, diğeri zihinsel bir durumu ifade eden ve “zihinsel dinginlik” olarak çevrilebilen mentis/animi acquiescentia kavramıdır. Makalede Tanrı’da bir varlık olan ve Doğa’daki zorunluluğa tabi olan, dolayısıyla var olmak ve eylemek bakımından belirlenen insanın bir “duygusal doyum”a ve yeterli fikirlerin neden olduğu zihinsel durumlardan doğan bir “zihinsel dinginlik”e ulaşıp ulaşmadığı soruşturulmaktadır. Bu doğrultuda Spinoza’nın içsel huzur teorisi “duygusal doyum” ve “zihinsel dinginlik” olarak ortaya konulmaktadır. Spinoza’nın “içsel huzur” veya “doyum” teorisiyle amacı, insana “kendinden memnuniyet” duymasını, zihnini doğru bilgiden kaynaklanan hoşnutlukla doyurmasını, gelip geçici olmayan fakat en üstün olan duygulara ulaşmasını ve yaşamını bu doğrultuda sürdürmesini sağlayacak epistemolojik ve etik bir rehberlik sunmaktır. Makalede, Spinoza’nın “içsel huzur” teorisini müstakil olarak ele alan ve literatürde önemli bir boşluğu dolduran çalışmalara ayrıca değinilmekte ve bu çalışmaların ana tezleri aydınlatılmaktadır. Bununla birlikte söz konusu çalışmaların ana fikirleri eleştirilmekte, yeni okuma önerileri sunulmakta ve farklı argümanlarla farklı sonuçlara ulaşılmaktadır. Bu doğrultuda söz konusu teoriyi inceleyen yazarların bir yandan hem “kendinden memnuniyet”i hem “zihinsel dinginlik”i farklı derecelerde oluşan “doyum”u ifade eden aynı “duygu” olarak ele aldıkları görülmektedir. Diğer yandan da söz konusu yazarların bu aynı duygunun yol açtığı “doyum”un farklı derecelerini Spinoza’nın üç
bilgi türüyle ilişkilendirdikleri tespit edilmektedir. Makalede, özellikle “kendinden memnuniyet”in ve “zihinsel dinginlik”in bir yandan niçin aynı duygu olmadığı gerekçelendirilirken diğer yandan söz konusu “doyum”un farklı derecelerinin hangi sebeple doğrudan Spinoza’nın üç bilgi türünün her birine denk düşmediği açık kılınmaktadır. Bu zeminden hareketle, “kendinden memnuniyet” bir duygu, “zihinsel dinginlik” ise kapsamlı bir zihinsel durum olarak ortaya konulmaktadır. Burada birincisi akıldan sezgiye doğru artan bir “doyum”u ifade ederken, ikincisi yalnızca sezgi ile oluşan üst bir “doyum”u belirtir. Söz konusu doyumun oluşmasında akıl bir bilgi türü, sezgi başka bir bilgi türü olarak iş görmez; zira akıl sayesinde meydana gelen “doyum”, eksikliğini hissettiren ve artmaya meyilli olan bir tür “doyumsuzluk” iken, sezgi sayesinde ulaşılan “doyum” bir tamlık ya da mükemmellik hissine neden olur. Dolayısıyla “gerçek doyum”, sezgi ile oluşur, akıl yalnızca sezgi için bir temel, bir hazırlık ya da ihtiyaç duyulan kavramsal araçların temin edilmesidir. Ayrıca “akıl” ve “sezgi”yle birlikte Spinoza’nın bir diğer bilgi türü olan “hayal” ve ondan doğan kanıların “kendinden memnuniyet” ve “zihinsel dinginlik”in oluşturduğu bir doyum
teorisi için elverişli bir kaynak olmadığı görülmektedir. Bu çerçevede makalede, kendinden memnuniyet “duygusal doyum”, zihinsel dinginlik ise “doğru bilgiden doğan zihinsel hoşnutluk”, “entelektüel Tanrı sevgisi”, “kutluluk” ve “kurtuluş” olarak saptanmaktadır. Bu zemin, söz konusu iki kavramla ifade edilenin aynı duygu ve bilgi türleriyle ilişkilendirilen bir “doyum” veya “içsel huzur” olmadığını açıkça ortaya koyma imkânı ya da ufku olarak belirginleştirilmektedir. Anılan çerçevede yapılan soruşturma ve eleştiriler ışığında çalışmanın iki temel iddiası vardır: Birincisi akıldan doğan “kendinden memnuniyet”in sezgiden doğan “entelektüel Tanrı sevgisi”yle en üstün formuna kavuşarak insanın “duygusal doyum”unu oluşturduğudur. İkincisi zihnin sonsuzluğun ufku altında yeterli fikirlere ve “doğru bilgilere dayanan hoşnutluk”la kendisine dair bilgiden Tanrı bilgisine ve Tanrı sevgisine eriştiği ve böylece insanı en üstün insani mutluluk olan “kutluluk”a ve onun neticesi olan “kurtuluş”a ulaştırarak onda mükemmel bir “zihinsel dinginlik”i meydana getirdiğidir.
Anahtar Kelimeler: Felsefe, Spinoza, Ahlak Felsefesi, Bilgi Felsefesi, İçsel Huzur, Duygusal Doyum, Zihinsel Dinginlik, En Üstün Mutluluk.
ABSTRACT
This article focuses on Spinoza’s concept of acquiescentia, which is a central concept of Spinoza's moral philosophy and can be translated into Turkish as “peace of mind”, “satisfaction” or “inner peace”, and two other related concepts. While one of these two concepts is acquiescentia in se ipso, which can be translated as the affect of “self-esteem”, the other is the concept of mentis/animi acquiescentia, which expresses a mental state and can be translated as “satisfaction of mind” or “mental calmness”. In the article, it is investigated whether the human being, who is a being in God and subject to necessity in Nature, and therefore determined in terms of existence and action, reaches an “affectual satisfaction” and a “mental satisfaction”, which is arising from mental states caused by adequate ideas. In this sense, Spinoza’s theory of acquiescentia is put forward as satisfaction of affects and mental states. With the theory of acquiescentia, Spinoza’s aim is to provide an epistemological and ethical guidance that will enable man to feel “self-esteem”, to fill his mind with the gladness which arises from the true knowledge, to reach non-temporary but supreme affects and to maintain his life in this direction. In the article, studies that deal with Spinoza’s theory of acquiescentia independently and fill an important gap in the literature are also investigated and the main theses of these studies are clarified. However, the main ideas of these studies are criticized, new reading suggestions are presented, and different results are reached with different arguments. By the way, it is seen that the authors examining the theory in question, on the one hand, treat both “self-esteem” and “satisfaction of mind” as the same "affect" that expresses "satisfaction" occurring in different degrees. On the other hand, it is determined that the authors in question associate the different degrees of “satisfaction” caused by this same affects with Spinoza's three types of knowledge. In the article, it is especially justified why “self-esteem” and “satisfaction of mind” are not the same affect, and also, it is made clear why the different degrees of “satisfaction” do not directly correspond to each of Spinoza's three types of knowledge. Based on this ground, “self-esteem” is presented as an affect, and “satisfaction of mind” as a comprehensive mental state. Here, while the first one expresses a “satisfaction” that increases from the reason to the intuition, the second indicates a supreme “satisfaction” that occurs only with intuition. In the formation of the aforementioned satisfaction, reason does not function as a type of knowledge, intuition as another type of knowledge; however, “satisfaction” that occurs via reason is a kind of “satisfaction” that makes its deficiency felt and tends to increase, while “satisfaction” achieved through intuition causes a feeling of completeness or perfection. Therefore, “true satisfaction” comes from intuition, reason is only a basis for intuition, a preparation or the providing of needed conceptual tools. In addition, it is seen that, “imagination”, which is a type of knowledge together with “reason” and “intuition”, and the opinions arising from it are not an adequate source for a theory of satisfaction formed by “self-esteem” and “satisfaction of mind”. In this context, in the article, self-esteem is determined as “affectual satisfaction”, and satisfaction of mind as “gladness which arises from the true knowledge”, “intellectual love of God”, “blessedness”, and “salvation”. This ground is clarified as an occasion or scope to clearly demonstrate that what is expressed by the two concepts in question is not same affect and is not a “satisfaction” or “inner peace” associated with the types of knowledge. In the light of the investigations and criticisms made in the aforementioned framework, the study has two main claims: The first is that the “self-esteem”, which is arising from the reason attains its highest form with the “intellectual love of God”, which is arising from the intuition. It consists of the “affectual satisfaction” of the human being. The second is that under a species of eternity the mind attains the knowledge of God and the love of God with adequate ideas and “fill with the gladness which arises from the true knowledge”, and thus, it brings man to the highest human happiness, “blessedness”, and its result “salvation”. These are constituting greatest or perfect “satisfaction of mind” of human being.
Keywords: Philosophy, Spinoza, Moral Philosophy, Epistemology, Peace of Mind, Affectual Satisfaction, Satisfaction of Mind, Highest Happiness.
Hitit İlahiyat Dergisi / Hitit Theology Journal, 2022
Abstract
There is a significant debate going on long time about the existence of a theory of cons... more Abstract
There is a significant debate going on long time about the existence of a theory of consciousness in Spinoza’s philosophical system of thought. This article, on the one hand, offers a different reading to alleviate the current debate, and on the other hand, it aims to bring the main theses of the discussion in question to the Turkish philosophy literature, which has not been studied yet. In this matter, it is argued that a theory of consciousness can be deduced in Spinoza’s system of thought, and despite all its parallelism, the possibility of conceptual thinking the “mind” independently from the “body” even if not in reality, is examined. In this context, first, the doctrine of “ideas of ideas” is put forward as the metaphysical basis of consciousness. Then, the “degrees of consciousness”, which are formed according to the mind’s ability
to reach more “ideas” about the parts that make up the complex structure of the body, and to extract the “ideas of ideas” from these “ideas”, are determined as the epistemological aspect of consciousness. Depending on the degrees of ideas of the body’s affections by the mind and the kinds of knowledge, it is determined how the human mind reaches the consciousness of “self”, “God” and “other things”. The conclusion in the study is that in Spinoza, consciousness is built on “knowledge”; while “ideas” represents knowledge, the “ideas of ideas” represents consciousness. Thus, the unclear boundaries of the distinction between “conscious minds” and “unconscious minds” and “conscious ideas” and “un-conscious ideas” in the human mind, which are at the center of almost all discussions, are tried to be clarified. In this sense, Spinoza’s theory of consciousness in its most general scope is based on the theory of mind and the theory of knowledge, which is a result of first. In Spinoza’s
theory of mind, especially when it comes to the human mind, every change that occurs in the body, corresponds to an idea (parallelism) or is represented as an idea. The ideas that occur in the human mind are just representations of the affections of the body, that is, of the changes that occur in the body according to the effects it receives and influences as a result of the relations established by the body. While the human mind perceives some of these ideas in a “confused”, “fragmentary” or “inadequate” way, it grasps some of them “clearly” or “adequately”. Spinoza puts forward his theories of mind and knowledge on this basis. However, the human mind is not settled with only the ideas of the body’s affection that occur in it, but also constitute secondary ideas about these ideas, regardless of whether they are adequate or inadequate. These secondary ideas express awareness of primary ideas, whether they are adequate or inadequate. In the article, this constitution and awareness, that is, the “ideas of the ideas”, is tried to be revealed in detail as the basic ground or main line of the Spinozist theory of consciousness. Other results or outcomes of the theory of consciousness require first to understand this basic ground. Accordingly the human body is a very complex structure that has the most parts or components in Nature compared to the others. The human mind, on the other hand, has the
capability to reach ideas about each element and its change of the complex structure of the body. However, the content of these ideas is formed according to the degree to which the human mind recognizes its own body. The degree to which the human mind knows its own body also determines the degree of its consciousness. Spinoza states that non-human beings also have a certain “degree of animation”, and while
stating that what he says is valid for other beings as well as human beings, he also tries to justify that the human body is superior to other bodies and the human mind to other minds. Spinoza sees the superiority of one body over the other as the ability of one to perform more actions on one’s own, compared to the other. The more parts a body has or the more different kinds of objects it contains, the more it is available to perform actions and influences or receives effects. Because when a body encounters or interacts with other bodies, each of its parts can be affected by this encounter or relationship. Therefore, the more complex the body has, the more ideas the mind can have. This is the reason why the mind of a person is superior to other minds because of whose body is superior to other bodies. Depending on the human mind’s ability to know its own body, there are “unconscious ideas” and “conscious ideas” between the two minds when compared to and between ideas in the same mind, as well as a difference degree in consciousness from a lower level to a higher level. This degree of difference is discussed in the article as the epistemological result or outcome of consciousness. The “self-consciousness” of human, which comes to the fore as a result of considering the metaphysical basis of consciousness and its epistemological result together, constitutes the last subject of the article.
Keywords: Philosophy, Spinoza, Mind, Consciousness, Ideas of Ideas, SelfConsciousness, Panpsychism.
Anahtar Kelimeler: Felsefe, Spinoza, Zihin, Bilinç, Fikrin Fikri, Kendilik-Bilinci, Panpsişizm.
Cumhuriyet Theology Journal, 2022
Abstract:
As in classic Latin philosophical and theological texts, there is no semantic distinct... more Abstract:
As in classic Latin philosophical and theological texts, there is no semantic distinction between the concepts of conscientia and conscius in Spinoza’s texts, and it is seen that one is used interchangeably. However, in traditional philosophy the concept of conscientia is used as an “inner voice” or “conscience” meaning “moral sensitivity” or “moral awareness” and expresses both rational and irrational processes. On the other hand, the concept of conscius is used in the sense of “consciousness” and expresses a mental or psychological reflexive activity based on rational processes in the same tradition. This study first and foremost claims that “moral awareness” is formed as a result of reflexive thinking, which is a mental action, based on Spinoza’s use of the two concepts in the same meaning. Where consciousness is understood as a reflexive activity based on the relationship between ideas, it is argued that “moral awareness” occurs in the mind as an idea formed as a result of the relationship between ideas. Secondly, it is determined that Spinoza establish a kind of “moral consciousness” theory based on the awareness in question, rather than a “conscience theory”. The main focus of these claims and determinations is that “good” and “evil”, which are the basic concepts of Spinoza’s ethics, arise from the idea of “joy” and “sadness” that occur as affects in the mind. Here, “joy” or “sadness” are considered as the
primary ideas that occur in the mind as a result of the affection of the body, and “good” or “bad” as secondary ideas formed by the mind as a result of contemplation on these primary ideas. In the article, the theory of “moral consciousness” is constructed based on the “ideas of ideas”, which are the secondary ideas in question. Within this framework, I claim that “morality” in Spinoza’s thought is a part of consciousness, and a kind of mental action that takes place in the mind as an “idea”. To justify this claim, Spinoza’s concepts of “consciousness” and “morality” need to be clarified. Accordingly, in Spinoza, “consciousness”, basically expresses a reflexive thought depending on the ideas and affects that occur as a result of the affections of the body. When a person experiences the outside world, s/he perceives the effects of the external bodies that s/he encounters through her/his own body, and these perceptions are expressed as her/his “affections of the body”. Each affection simultaneously corresponds to an idea in the mind. When the mind reflects on these ideas, it forms other ideas, and these ideas that the mind reaches are expressed as the “ideas of ideas”, which includes the awareness of the previous idea. Spinoza’s concept of “consciousness” is based on this “ideas of ideas”. Secondly, “morality” in Spinoza is “the desire to do good generated in us by our living according to the guidance of reason”. Here, the guidance of reason means that “morality” is an “adequate idea” in the mind, and on this basis, the desire to do good means that “morality” is an active and rational desire. Desire is what drives a person to act to do something. Desire is both the conscious appetite or willings of man and his/her “essence”. For this reason, morality is to direct the human essence to the good on the ground of necessity. “Good” are the joys that man is conscious of or aware of. Therefore, morality itself is based on consciousness, and the expression “moral consciousness” is precisely the manifest or conceptual expression of such a consciousness. In this sense, in the article, “moral consciousness” has been put forward as being conscious of one’s own striving to exist (conatus) and appetites (desire), and to act with the determination of desires that express one's own “essence”. This consciousness has been determined as the scope
of seeing that the real and fundamental thing is to realize the “knowledge of causes” for a person who experiences the “effect of consequences” and thus falls into an “illusion” by assuming that he/she is free. The scope in question is that man understands him/herself as a part of Nature and realizes the ontological necessity to which he/she is subject, with “adequate ideas”. The possibility of attaining the “joys” that cause “good” rather than the “sadness” that causes “evil” is tied to such a comprehension condition. Therefore, “moral consciousness” basically refers to one’s consciousness of one’s ideas, affects, actions, and more
holistically, of himself. One of the highest perfections that “moral consciousness” brings man is the state or affect of “self-esteem”.
The affect of “self-esteem” is formed by the idea of being aware of one’s own power to act and seeing that the joys caused by the actions one performs are caused by oneself. In this direction, in the article, “moral consciousness” is put forward as a reflexive idea that is based on “self-consciousness” and in its final stage “self-esteem”. Thus, “moral consciousness” has been identified as the greatest possibility for a person to strengthen his/her own weakness as much as possible.
Keywords: Moral Philosophy, Philosophy of Mind, Spinoza, Consciousness, Conscience, Awareness, Moral Consciousness, Good - Evil, Joy - Sadness.
Anahtar Kelimeler: Ahlak Felsefesi, Zihin Felsefesi, Spinoza, Bilinç, Vicdan, Farkındalık, Ahlaki Bilinç, İyi-Kötü, Sevinç - Keder.
Bozok Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi [BOZİFDER], 2022
Öz
Spinoza’nın zihnin bir gücü olarak “hafıza”ya dair ortaya koyduğu fikirleri, yabancı dillerde,... more Öz
Spinoza’nın zihnin bir gücü olarak “hafıza”ya dair ortaya koyduğu fikirleri, yabancı dillerde, özellikle İngilizce Spinoza literatüründe geniş ve merkezi bir konum teşkil etmektedir. Buna karşın, bu konuda Türkçede detaylı bir çalışmanın yapılmadığı görülmektedir. Bu çalışma, öncelikle Spinoza’nın hafıza doktrinini onun kendisine özgü zihin felsefesinin diğer unsurlarıyla birlikte ele alarak söz konusu eksikliği gidermeye ve anılan merkezi konuma işaret etmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda, Spinoza sisteminde “hafıza”nın tanımları irdelenmekte, ortak bir tanımın sınırları belirginleştirilerek hafızanın doğası çözümlenmekte ve onun bedenle birlikte var olan bir güç olması sebebiyle, zihnin anlama faaliyeti önünde ekseriyetle bir engel teşkil ettiği tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bununla birlikte “hafıza” sayesinde zihinde oluşan fikirlerin, zihnin anlama faaliyeti önünde her zaman bir engel teşkil etmediği ve “hafıza”nın zihne faydalı
bir yönünün de bulunduğu iddia edilmektedir. Ayrıca çalışmada “hafıza kaybı”nın bedensel etkileri ve zihinsel yansımaları açık kılınmakta ve anımsamanın sürekliliği ya da kopukluğu bağlamında gündeme gelen “kişisel aynılık” problemi, Spinoza’nın hafıza teorisi bağlamında aydınlatılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Felsefe Tarihi, Spinoza, Zihin, Hafıza, Gelişkin Bellek, Hafıza Kaybı, Kişisel-Aynılık.
Abstract
Spinoza’s theory of “memory”, which is a power of the mind, occupies a wide and central position in foreign languages, especially in English Spinoza literature. On the other hand, there is no detailed study on this subject in Turkish. This study firstly tries to iron out this deficiency and to point out the aforementioned central position by considering Spinoza’s doctrine of memory with other elements of his unique philosophy of mind.
In this sense, Spinoza’s definitions of “memory” are examined, its nature is analyzed by clarifying the boundaries of a common definition and it is determined since “memory” is a power of the mind that exists with the body, it mostly constitutes an obstacle to the understanding activity of the mind. However, it is claimed that the ideas formed in the mind thanks to “memory” do not always constitute an obstacle to the understanding activity of the mind, and that “memory” also has a beneficial aspect to the mind. In addition, in the study, the bodily causes and mental correspondings of “memory loss” are rendered and the problem of “personal identity”, which comes to the fore in the context of continuity or discontinuity of remembering, is clarified within the scope of Spinoza’s theory of memory.
Keywords: History of Philosophy, Spinoza, Mind, Memory, Strengthened Memory, Memory Loss (Amnesia), Personal Identity.
ÇOMÜ Yayınları, 2021
ÖZET
17. Yüzyılla birlikte “ruh” kavramı yerine ekseriyetle “zihin” (mens) kavramının ikame edild... more ÖZET
17. Yüzyılla birlikte “ruh” kavramı yerine ekseriyetle “zihin” (mens) kavramının ikame edildiğini görmekteyiz. Klasik anlamda, farklı töz anlayışlarına rağmen, insan söz konusu olduğunda bedenin karşısına ya da yanına konulan ve insanın cisimsel olmayan yönünü ifade eden “ruh”, sahip olduğu tüm özellikleriyle (ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik) modern anlamda “zihin” olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern felsefenin kurucuları
arasında zikredilen Spinoza da insanın cisimsel olmayan yanını ifade etmek için, “ruh” yerine “zihin” kavramını genellikle tercih etmiş ve birkaç yerde de birini diğerinin yerine kullanmıştır. Spinoza’nın Tanrı merkezli felsefesinde, insan zihin ve bedenden oluşur. İnsan zihni, Tanrı’nın bilinen iki sıfatından biri olan “düşünce” (res-cogitans) sıfatının bir tezahürü ya da değişimi olurken, insan bedeni Tanrı’nın bilinen diğer sıfatı olan “yer kaplama”nın (res-extansa) bir tezahürüdür. Tanrı gerçek anlamda tek töz olduğu için ve bilinen iki sıfatı da bu tek tözü nitelediği için, bu iki sıfatın tezahürü olarak insanda yer alan zihin ve beden farklı tözler olmayıp aynı tözü farklı şekilde ifade eden paralel, bir ve aynı şeydir.
İnsan zihni, bir yandan bedenin dışarıdan aldığı etkileri (affectus), diğer yandan da bedenin kendi içsel yapısından aldığı etkileri alarak fikirler (ideas) oluşturur. Zihin fikirler oluştururken, daha önce edindiği deneyimlere, fikirler arasındaki bağlantılara, mantıksal çıkarımlara ve duygulara bağlı olarak yeniden eyleme geçme gücünü, sahip
olduğu “anlama yetisi”, “hayal yetisi” ve “hafıza yetisi” sayesinde gerçekleştirir. Zihin bir yandan bedenden aldığı etkilerle ve bu etkiler neticesinde meydana gelen duygularla kendi varlığını sürdürürken, diğer yandan tüm bu etkilerden doğan fikirleri, sahip olduğu yetilerin de yardımıyla yeniden düşünür. Zihin, daha önce edindiği fikirler üzerine tekrar düşündüğünde, düşüncesinin nesnesi artık bu ilk fikir olur ve zihin böylelikle “fikrin fikri”ne (ideas of
ideas) ulaşarak yeni bir fikir daha meydana getirir. Bu “fikrin fikri” olan ikincil fikirler, “bilinci” (conscious/ness)
meydana getirir. Spinoza’da bilinç, zihin-beden paralelinde meydana gelen etkiler ve bu etkilerin taşıyıcısı olan yetiler sayesinde zihnin ulaştığı fikirler üzerine bir tür reflexif düşüncesi demektir. Zihnin bilişsel yönünü ortaya koyan bu reflexif düşünce, öncelikli olarak zihin ve bedenin diğer zihin ve bedenlerle karşılıklı etki alış-verişinden kaynaklanır.
Biz bu çalışmada ontolojik doğasına referansla insanda zihin ve bedenin nasıl bir ortaklık inşa ettiğini, birinin diğerine paralel olmasının ne anlama geldiğini tartışacağız. Spinoza’nın düalizm eleştirisi üzerine yükselen monist töz anlayışı, onun ontoloji, epistemoloji ve değer ya da etik alanlarına dair görüşlerini tamamen şekillendirmiştir. Her şeyden önce Spinoza zihin ve bedeni aynı hakikati farklı şekillerde ifade eden bir ve aynı şey olarak görür. Biz burada zihin ve bedeni bir ve aynı olarak görebilmemizi sağlayan temel zeminin Spinoza tarafından nasıl inşa edildiğini ortaya koymaya çalışacağız. Bu temel zeminde, Spinozacı felsefenin pratik yönünü şimdilik erteleyerek meseleyi ontolojik çerçeveden ve ontoloji ile epistemolojinin bir arada olma zorunluluğu gereği epistemolojik çerçeveden inceleyeceğiz. İncelememizde, zihin ile beden arasındaki ilişkinin nasıl bir ilişki olduğu, zihnin bedeni bilme imkânın ne olduğu, bedende etkilerin, zihinde fikirlerin nasıl meydana geldiği, zihin ve bedenin tabi olduğu bir “varoluş süreleri”nin olup olmadığı gibi temel sorulara yanıtlar aranacaktır.
Anahtar Kelimeler: Zihin, Beden, Paralelizm, Duygulanış/Etkileniş, Fikir, Zihnin Sonsuzluğu
Mind’s Body, Body’s Mind: The Ontology of Spinozist Parallelism
Abstract
With the 17th century, commonly, we see that the concept of "mind" has been replaced by the concept of "soul". In the classical sense, despite the different conceptions of substance, when it comes to human, the "soul", which is placed against or adjoined to the body and expresses the non-corporeal aspect of the human, appears as the "mind" in the modern sense with all its features and means (ontological, epistemological and axiological). Spinoza, who is mentioned among the founders of modern philosophy, generally preferred the concept of "mind" (mens) instead of "soul" (anima) to express the non-corporeal side of man and used one in place of the other in a few places. In Spinoza's God-centered philosophy, man consists of mind and body. The human mind is a manifestations or appearance of the "thought" (res-cogitans), one of the two known attributes of God, while the human body is a manifestation of the other known attribute of God, "extension" (res-extansa). Since God is literally a single substance, and since both known attributes qualify this single substance, the mind and body in man as the manifestation of these two attributes are not different substances, but are parallel, one and the same thing, expressing the same substance differently.
Human mind, on the one hand, constitute ideas by taking the effects of the body, which are receives from the outside and on the other hand, receives the effects of the body, from its own internal structure. While the mind constitute ideas, its realization of its power to act again, depending on the experiences, which it has acquired before, the connections between the ideas, logical inferences and emotions, thanks to its faculties, "intellect", "imagination" and "memory". While the mind preserve its being with the effects it receives from the body and the emotions that occur as a result of these effects, on the other hand, it rethinks the ideas arising from all these effects with the help of its faculties. When the mind rethinks on the ideas it has acquired before, the object of its thought becomes this first idea, and the mind thus creating a new idea, that is "ideas of idea". These "ideas of the idea", which is econdary ideas, form the "conscious-ness". In Spinozas thought, consciousness is a kind of reflexive thought on the ideas that the mind reaches thanks to the effects that occur in the mind-body parallel and the faculties that are the carrier of these effects. This reflexive thought, which reveals the cognitive aspect of the mind, primarily originates from the mutual ex-change of action of the mind and body with other mind and bodies.
In this study, we will discuss how human mind and body build a unity in humans, with reference to their ontological nature, and what it means to be one parallel another. Spinoza's monist conception of substance, rising on his critique of dualism, completely shaped his views on ontology, epistemology, and the fields of value or ethics. Become morething, Spinoza sees mind and body as one and the same thing expressing the same truth in different ways. Here we will try to study how the basic ground that enables us to see mind and body as one and the same thing was built by Spinoza. On this basis, we will postpone the practical aspect of Spinozian philosophy for the time being, and we will examine the issue within the ontological framework and the epistemological framework, that is due to the ontology and epistemology one bound to another. In our examination, answers will be sought to basic questions such as what kind of a relationship between the mind and body is; what is the possibility of the mind to know its body; how occur, the effects in the body, and the ideas in the mind; and whether there is a "duration existence" that the mind and body are subject to etc..
Keywords: Mind, Body, Parallelism, Affections, Ideas, Infinity of Mind
Conference Presentations by Enes Dağ
Erzurum Teknik Üniversitesi Yayınları, 2022
Özet
Bu çalışma Spinoza’nın “insan doğası modeli” kavramına odaklanmakta ve Spinoza’nın kendi fel... more Özet
Bu çalışma Spinoza’nın “insan doğası modeli” kavramına odaklanmakta ve Spinoza’nın kendi felsefesiyle bu model için bir “doğru yaşama yolu” ortaya koyduğunu temellendirmeye çalışmaktadır. Çalışmada “yol” ve “yolcu” metaforu kullanılmakta ve “doğru yaşama biçimi” bir “yol” olarak düşünülürken, bu yolu yürüyen “insan doğası modeli” ise bir “yolcu” olarak tasarlanmaktadır. Bu doğrultuda çalışmada, “yolcu”nun varolma ve bilme şartları tanıtılırken psikolojik doğası çözümlenmekte ve böylece “yolcu”nun eylemlerini doğru bir standarda göre belirleyen etiğin, “yoldaki işaretler” olarak okunması gerektiği teklif edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Spinoza, Felsefe, Doğru Yaşama Yolu, Yaşam Bilgeliği, Özgürlük, Mutluluk.
Uploads
Books by Enes Dağ
In addition to elucidating the story behind ‘contemporary virtue ethics’, this book serves as a reference for ‘philosophy of action’, ‘intention-action theory’, ‘philosophy of psychology’ and ‘philosophy of mind’. The reason for this diversity can be found in G.E.M. Anscombe's wide range of works, which spans multiple disciplines, and to the fact that each work is a reference point for more than one field. Anscombe offers critiques of modern moral philosophy through an examination of two major theories of normative ethics: deontology and consequentialism. In the gap left by these critiques, he attempts to construct a philosophy of psychology upon which a novel ethical framework could be established. This endeavour is manifest in Intention as the 'intention-action' theory.
This book introduces Anscombe's ideas on modern moral philosophy as a ‘critique’. It presents the literature created by commentators who scrutinise this critique from different perspectives as a form of ‘critique of the critique’. Ultimately, the intention-action theory is put forth as an 'alternative to the critique'. In the concluding section of the book, this systematic construction is supported by textual evidence. In essence, this book enquires and examines the critique of old ethics and the possibility for a new ethical framework in the 20th century from an Anscombean perspective.
Keywords: G. E. M. Anscombe, modern moral philosophy, intention, action, critique, virtue ethics, deontology, consequentialism, utilitarianism.
< Özet>
Bu kitap, “çağdaş erdem etiği”nin gerisindeki hikâyeyi anlattığı kadar, “eylem felsefesi”, “niyet – eylem teorisi”, “psikoloji felsefesi” ve “zihin felsefesi” için de bir başvuru kaynağı niteliğindedir. Bu çeşitliliğin sebebi, G.E.M. Anscombe’un geniş yelpazede eserler vermesinde aranacağı gibi, her bir eserin birden fazla alan için referans teşkil etmesine ya da farklı disiplinler tarafından dikkate alınmasına dayanır. Anscombe, normatif etiğin iki önemli teorisi olan “deontolojik etik” ve “sonuççu etik” üzerinden modern ahlak felsefesine eleştirilerini yöneltir. Bu eleştirilerden doğan boşlukta yeni bir etiğin kendisine dayanacağı bir psikoloji felsefesi inşa eder. Onun bu girişimi Intention (Niyet) eserinde karşımıza “niyet – eylem teorisi” olarak çıkar.
Bu çalışma, Anscombe’un modern ahlak felsefesine yönelik fikirlerini “eleştiri” olarak tanıtmaktadır. Bu eleştiriyi farklı perspektiflerden mercek altına alan yorumcular tarafından oluşturulan literatürü ise “eleştirinin eleştirisi” olarak ortaya koymaktadır. Son tahlilde, “niyet – eylem teorisi”ni de anılan “eleştiriye karşı alternatif” olarak teklif etmektedir. Kitabın sonuç kısmında, bu sistematik kurgunun metinsel delillerle gerekçeleri öne sürülmektedir. Kısacası bu kitap, 20. yüzyılda eski etiğin eleştirisini ve yeni etiğin olanağı için kurulan zemini Anscombe’cu bir perspektiften sunmakta ve sorgulamaktadır. Anahtar Kelimeler: Anscombe, Modern Ahlak Felsefesi, Niyet, Erdem Etiği, Deontolojik Etik, Sonuççu Etik, Faydacı Etik
Papers by Enes Dağ
M. Stocker, a virtue ethicist, argues that other modern moral theories fail to provide agents with motives and motivators while giving them reasons and justifications to act, in order to show that virtue ethics, revived in the 20th century, is a rival and alternative theory. Stocker characterizes these theories, deontology and consequentialism, as “moral schizophrenia” because they do not take into account the nature of the agent, and tries to demonstrate the originality of virtue ethics, which emphasizes the agents flourishing and character. However, Stocker’s argument has been challenged by a group of commentators who argue that virtue ethics suffers from the same deficiency, which can be characterized as “self effacement”. On the other hand, an opposing pole emerged that defended virtue ethics and criticized these commentators. As a result, there is an on going debate in the literature about whether virtue ethics is “self-effacing” or not. This article first focuses on Stocker’s argument, introduces the literature in question, and analyzes the arguments of T. Hurka and S. Keller, the two strongest commentators attacking virtue ethics, and J. Annas and
G. Pettigrove, the two most famous commentators defending virtue ethics, respectively. Secondly, this article takes the pole of the debate but identifies the weaknesses of the arguments of commentators making a similar defense. Claiming to stand on the same side but from a different position, my article calls upon Anscombe’s theory of “authority in morals” to defend virtue ethics against this objection. If this article succeeds in showing that Anscombe’s theory of “authority in morals” can save virtue ethics from the “self-effacement” objection, this will be of particular importance in terms of showing another contribution of Anscombe to virtue ethics in the final analysis. The attempt to show this is among the claims of my article.
Keywords: Virtue Ethics, Objections, Self-Effacement, Action, Motive, Flourishing, Authority in Morals.
Anahtar Kelimeler: Erdem Etiği, İtirazlar, Kişilikten-Yoksunluk, Eylem, Güdü, Gelişim, Ahlakta Otorite.
Anahtar Kelimeler: Aristoteles, Anscombe, Eleştirel Etik, Erdem Etiği, Doğru Eylem, Karakter.
Why Does Contemporary Virtue Ethics Genesis With Elizabeth Anscombe?
Abstract
There are two different approaches in the literature in terms of assigning a genesis to contemporary virtue ethics. While the first of these approaches bases contemporary virtue ethics on Aristotle by referencing Anscombe, the second one refers to non-Aristotelian sources without mentioning Anscombe. This study, firstly, argues that contemporary virtue ethics dates back to Anscombe, makes it clear that Anscombe’s main source is Aristotle, and takes the side of those who base contemporary virtue ethics on Aristotle. Secondly, the study tries to identify the Anscombecian character of the different approaches put forward by contemporary virtue ethicists who take Aristotle as a reference. In this framework, it is argued that Anscombe’s article “Modern Moral Philosophy” is a “bridge” for contemporary virtue ethics to refer to Aristotle's classical virtue ethics and a “source” for it to present itself as a revitalised ethical theory.
Keywords: Aristotle, Anscombe, Critical Ethics, Virtue Ethics, Right Action, Character.
Anahtar Kelimeler: Uygulamalı Etik, Biyoetik, Çifte Etki Doktrini, Kürtaj Sorunu, Ahlaki İkilemler.
Abstract
This study focuses on Philippa Foot’s analyses of the problems and criticisms of the “double effect doctrine” and her proposal for a new version based on her own interpretation. Foot states that the main reason for bringing the doctrine of double effect to the ethical agenda is the “abortion problem”. When a pregnant mother’s life or the life of her baby is endangered, the decision, choice, or responsibility arising therefrom as to which of the two should be saved falls within the field of enquiry of the doctrine of double effect. Foot deepens the issue through many examples of moral dilemmas, especially the “trolley problem”, based on the evaluations of the doctrine of double effect on the abortion problem. There are three interpretations or versions of the double effect doctrine, two of which are existing and one of which expresses Foot's proposal, based on the evaluation of dilemmas and the distinction between whether the agent “intends” to act or merely “foreseen” the consequences of the action. In this study, these three interpretations are introduced and on the one hand Foot’s new version is analysed and clarified; on the other hand it is criticised in terms of the other two existing versions and the adequacy of Foot’s proposal with respect to offering a solution to the “doctrine of double effect” is investigated. However, the abortion problem, which Foot sees as the reason or the starting point of the double effect doctrine, is a fundamental subject of discussion in the field of bioethics. Bioethics is one of the various subfields of applied ethics. In this respect, the study, following Foot’s order, moves from the abortion problem to the doctrine of double effect, and from there, by analyzing other examples of moral dilemmas that have come to the fore wi thin the scope of this doctrine, actually discusses a problem that is subject to bioethics in a narrow sense and applied ethics in a broad sense. In the study, it is argued that the “doctrine of double effect” and the examples of moral dilemmas that come to the fore in this context are, for this reason, within the scope of applied ethics.
Keywords: Applied Ethics, B ioethics, Doktrine of Double Effect, Abortion Problem, Moral Dilemmas.
“içsel huzur”, “tatminlik” veya “doyum” olarak Türkçeye çevrilebilen acquiescentia kavramına ve onunla ilişkili olan diğer iki kavrama odaklanmaktadır. Bu iki kavramdan birisi “kendinden memnuniyet” duygusu olarak çevrilebilen acquiescentia in se ipso iken, diğeri zihinsel bir durumu ifade eden ve “zihinsel dinginlik” olarak çevrilebilen mentis/animi acquiescentia kavramıdır. Makalede Tanrı’da bir varlık olan ve Doğa’daki zorunluluğa tabi olan, dolayısıyla var olmak ve eylemek bakımından belirlenen insanın bir “duygusal doyum”a ve yeterli fikirlerin neden olduğu zihinsel durumlardan doğan bir “zihinsel dinginlik”e ulaşıp ulaşmadığı soruşturulmaktadır. Bu doğrultuda Spinoza’nın içsel huzur teorisi “duygusal doyum” ve “zihinsel dinginlik” olarak ortaya konulmaktadır. Spinoza’nın “içsel huzur” veya “doyum” teorisiyle amacı, insana “kendinden memnuniyet” duymasını, zihnini doğru bilgiden kaynaklanan hoşnutlukla doyurmasını, gelip geçici olmayan fakat en üstün olan duygulara ulaşmasını ve yaşamını bu doğrultuda sürdürmesini sağlayacak epistemolojik ve etik bir rehberlik sunmaktır. Makalede, Spinoza’nın “içsel huzur” teorisini müstakil olarak ele alan ve literatürde önemli bir boşluğu dolduran çalışmalara ayrıca değinilmekte ve bu çalışmaların ana tezleri aydınlatılmaktadır. Bununla birlikte söz konusu çalışmaların ana fikirleri eleştirilmekte, yeni okuma önerileri sunulmakta ve farklı argümanlarla farklı sonuçlara ulaşılmaktadır. Bu doğrultuda söz konusu teoriyi inceleyen yazarların bir yandan hem “kendinden memnuniyet”i hem “zihinsel dinginlik”i farklı derecelerde oluşan “doyum”u ifade eden aynı “duygu” olarak ele aldıkları görülmektedir. Diğer yandan da söz konusu yazarların bu aynı duygunun yol açtığı “doyum”un farklı derecelerini Spinoza’nın üç
bilgi türüyle ilişkilendirdikleri tespit edilmektedir. Makalede, özellikle “kendinden memnuniyet”in ve “zihinsel dinginlik”in bir yandan niçin aynı duygu olmadığı gerekçelendirilirken diğer yandan söz konusu “doyum”un farklı derecelerinin hangi sebeple doğrudan Spinoza’nın üç bilgi türünün her birine denk düşmediği açık kılınmaktadır. Bu zeminden hareketle, “kendinden memnuniyet” bir duygu, “zihinsel dinginlik” ise kapsamlı bir zihinsel durum olarak ortaya konulmaktadır. Burada birincisi akıldan sezgiye doğru artan bir “doyum”u ifade ederken, ikincisi yalnızca sezgi ile oluşan üst bir “doyum”u belirtir. Söz konusu doyumun oluşmasında akıl bir bilgi türü, sezgi başka bir bilgi türü olarak iş görmez; zira akıl sayesinde meydana gelen “doyum”, eksikliğini hissettiren ve artmaya meyilli olan bir tür “doyumsuzluk” iken, sezgi sayesinde ulaşılan “doyum” bir tamlık ya da mükemmellik hissine neden olur. Dolayısıyla “gerçek doyum”, sezgi ile oluşur, akıl yalnızca sezgi için bir temel, bir hazırlık ya da ihtiyaç duyulan kavramsal araçların temin edilmesidir. Ayrıca “akıl” ve “sezgi”yle birlikte Spinoza’nın bir diğer bilgi türü olan “hayal” ve ondan doğan kanıların “kendinden memnuniyet” ve “zihinsel dinginlik”in oluşturduğu bir doyum
teorisi için elverişli bir kaynak olmadığı görülmektedir. Bu çerçevede makalede, kendinden memnuniyet “duygusal doyum”, zihinsel dinginlik ise “doğru bilgiden doğan zihinsel hoşnutluk”, “entelektüel Tanrı sevgisi”, “kutluluk” ve “kurtuluş” olarak saptanmaktadır. Bu zemin, söz konusu iki kavramla ifade edilenin aynı duygu ve bilgi türleriyle ilişkilendirilen bir “doyum” veya “içsel huzur” olmadığını açıkça ortaya koyma imkânı ya da ufku olarak belirginleştirilmektedir. Anılan çerçevede yapılan soruşturma ve eleştiriler ışığında çalışmanın iki temel iddiası vardır: Birincisi akıldan doğan “kendinden memnuniyet”in sezgiden doğan “entelektüel Tanrı sevgisi”yle en üstün formuna kavuşarak insanın “duygusal doyum”unu oluşturduğudur. İkincisi zihnin sonsuzluğun ufku altında yeterli fikirlere ve “doğru bilgilere dayanan hoşnutluk”la kendisine dair bilgiden Tanrı bilgisine ve Tanrı sevgisine eriştiği ve böylece insanı en üstün insani mutluluk olan “kutluluk”a ve onun neticesi olan “kurtuluş”a ulaştırarak onda mükemmel bir “zihinsel dinginlik”i meydana getirdiğidir.
Anahtar Kelimeler: Felsefe, Spinoza, Ahlak Felsefesi, Bilgi Felsefesi, İçsel Huzur, Duygusal Doyum, Zihinsel Dinginlik, En Üstün Mutluluk.
ABSTRACT
This article focuses on Spinoza’s concept of acquiescentia, which is a central concept of Spinoza's moral philosophy and can be translated into Turkish as “peace of mind”, “satisfaction” or “inner peace”, and two other related concepts. While one of these two concepts is acquiescentia in se ipso, which can be translated as the affect of “self-esteem”, the other is the concept of mentis/animi acquiescentia, which expresses a mental state and can be translated as “satisfaction of mind” or “mental calmness”. In the article, it is investigated whether the human being, who is a being in God and subject to necessity in Nature, and therefore determined in terms of existence and action, reaches an “affectual satisfaction” and a “mental satisfaction”, which is arising from mental states caused by adequate ideas. In this sense, Spinoza’s theory of acquiescentia is put forward as satisfaction of affects and mental states. With the theory of acquiescentia, Spinoza’s aim is to provide an epistemological and ethical guidance that will enable man to feel “self-esteem”, to fill his mind with the gladness which arises from the true knowledge, to reach non-temporary but supreme affects and to maintain his life in this direction. In the article, studies that deal with Spinoza’s theory of acquiescentia independently and fill an important gap in the literature are also investigated and the main theses of these studies are clarified. However, the main ideas of these studies are criticized, new reading suggestions are presented, and different results are reached with different arguments. By the way, it is seen that the authors examining the theory in question, on the one hand, treat both “self-esteem” and “satisfaction of mind” as the same "affect" that expresses "satisfaction" occurring in different degrees. On the other hand, it is determined that the authors in question associate the different degrees of “satisfaction” caused by this same affects with Spinoza's three types of knowledge. In the article, it is especially justified why “self-esteem” and “satisfaction of mind” are not the same affect, and also, it is made clear why the different degrees of “satisfaction” do not directly correspond to each of Spinoza's three types of knowledge. Based on this ground, “self-esteem” is presented as an affect, and “satisfaction of mind” as a comprehensive mental state. Here, while the first one expresses a “satisfaction” that increases from the reason to the intuition, the second indicates a supreme “satisfaction” that occurs only with intuition. In the formation of the aforementioned satisfaction, reason does not function as a type of knowledge, intuition as another type of knowledge; however, “satisfaction” that occurs via reason is a kind of “satisfaction” that makes its deficiency felt and tends to increase, while “satisfaction” achieved through intuition causes a feeling of completeness or perfection. Therefore, “true satisfaction” comes from intuition, reason is only a basis for intuition, a preparation or the providing of needed conceptual tools. In addition, it is seen that, “imagination”, which is a type of knowledge together with “reason” and “intuition”, and the opinions arising from it are not an adequate source for a theory of satisfaction formed by “self-esteem” and “satisfaction of mind”. In this context, in the article, self-esteem is determined as “affectual satisfaction”, and satisfaction of mind as “gladness which arises from the true knowledge”, “intellectual love of God”, “blessedness”, and “salvation”. This ground is clarified as an occasion or scope to clearly demonstrate that what is expressed by the two concepts in question is not same affect and is not a “satisfaction” or “inner peace” associated with the types of knowledge. In the light of the investigations and criticisms made in the aforementioned framework, the study has two main claims: The first is that the “self-esteem”, which is arising from the reason attains its highest form with the “intellectual love of God”, which is arising from the intuition. It consists of the “affectual satisfaction” of the human being. The second is that under a species of eternity the mind attains the knowledge of God and the love of God with adequate ideas and “fill with the gladness which arises from the true knowledge”, and thus, it brings man to the highest human happiness, “blessedness”, and its result “salvation”. These are constituting greatest or perfect “satisfaction of mind” of human being.
Keywords: Philosophy, Spinoza, Moral Philosophy, Epistemology, Peace of Mind, Affectual Satisfaction, Satisfaction of Mind, Highest Happiness.
There is a significant debate going on long time about the existence of a theory of consciousness in Spinoza’s philosophical system of thought. This article, on the one hand, offers a different reading to alleviate the current debate, and on the other hand, it aims to bring the main theses of the discussion in question to the Turkish philosophy literature, which has not been studied yet. In this matter, it is argued that a theory of consciousness can be deduced in Spinoza’s system of thought, and despite all its parallelism, the possibility of conceptual thinking the “mind” independently from the “body” even if not in reality, is examined. In this context, first, the doctrine of “ideas of ideas” is put forward as the metaphysical basis of consciousness. Then, the “degrees of consciousness”, which are formed according to the mind’s ability
to reach more “ideas” about the parts that make up the complex structure of the body, and to extract the “ideas of ideas” from these “ideas”, are determined as the epistemological aspect of consciousness. Depending on the degrees of ideas of the body’s affections by the mind and the kinds of knowledge, it is determined how the human mind reaches the consciousness of “self”, “God” and “other things”. The conclusion in the study is that in Spinoza, consciousness is built on “knowledge”; while “ideas” represents knowledge, the “ideas of ideas” represents consciousness. Thus, the unclear boundaries of the distinction between “conscious minds” and “unconscious minds” and “conscious ideas” and “un-conscious ideas” in the human mind, which are at the center of almost all discussions, are tried to be clarified. In this sense, Spinoza’s theory of consciousness in its most general scope is based on the theory of mind and the theory of knowledge, which is a result of first. In Spinoza’s
theory of mind, especially when it comes to the human mind, every change that occurs in the body, corresponds to an idea (parallelism) or is represented as an idea. The ideas that occur in the human mind are just representations of the affections of the body, that is, of the changes that occur in the body according to the effects it receives and influences as a result of the relations established by the body. While the human mind perceives some of these ideas in a “confused”, “fragmentary” or “inadequate” way, it grasps some of them “clearly” or “adequately”. Spinoza puts forward his theories of mind and knowledge on this basis. However, the human mind is not settled with only the ideas of the body’s affection that occur in it, but also constitute secondary ideas about these ideas, regardless of whether they are adequate or inadequate. These secondary ideas express awareness of primary ideas, whether they are adequate or inadequate. In the article, this constitution and awareness, that is, the “ideas of the ideas”, is tried to be revealed in detail as the basic ground or main line of the Spinozist theory of consciousness. Other results or outcomes of the theory of consciousness require first to understand this basic ground. Accordingly the human body is a very complex structure that has the most parts or components in Nature compared to the others. The human mind, on the other hand, has the
capability to reach ideas about each element and its change of the complex structure of the body. However, the content of these ideas is formed according to the degree to which the human mind recognizes its own body. The degree to which the human mind knows its own body also determines the degree of its consciousness. Spinoza states that non-human beings also have a certain “degree of animation”, and while
stating that what he says is valid for other beings as well as human beings, he also tries to justify that the human body is superior to other bodies and the human mind to other minds. Spinoza sees the superiority of one body over the other as the ability of one to perform more actions on one’s own, compared to the other. The more parts a body has or the more different kinds of objects it contains, the more it is available to perform actions and influences or receives effects. Because when a body encounters or interacts with other bodies, each of its parts can be affected by this encounter or relationship. Therefore, the more complex the body has, the more ideas the mind can have. This is the reason why the mind of a person is superior to other minds because of whose body is superior to other bodies. Depending on the human mind’s ability to know its own body, there are “unconscious ideas” and “conscious ideas” between the two minds when compared to and between ideas in the same mind, as well as a difference degree in consciousness from a lower level to a higher level. This degree of difference is discussed in the article as the epistemological result or outcome of consciousness. The “self-consciousness” of human, which comes to the fore as a result of considering the metaphysical basis of consciousness and its epistemological result together, constitutes the last subject of the article.
Keywords: Philosophy, Spinoza, Mind, Consciousness, Ideas of Ideas, SelfConsciousness, Panpsychism.
Anahtar Kelimeler: Felsefe, Spinoza, Zihin, Bilinç, Fikrin Fikri, Kendilik-Bilinci, Panpsişizm.
As in classic Latin philosophical and theological texts, there is no semantic distinction between the concepts of conscientia and conscius in Spinoza’s texts, and it is seen that one is used interchangeably. However, in traditional philosophy the concept of conscientia is used as an “inner voice” or “conscience” meaning “moral sensitivity” or “moral awareness” and expresses both rational and irrational processes. On the other hand, the concept of conscius is used in the sense of “consciousness” and expresses a mental or psychological reflexive activity based on rational processes in the same tradition. This study first and foremost claims that “moral awareness” is formed as a result of reflexive thinking, which is a mental action, based on Spinoza’s use of the two concepts in the same meaning. Where consciousness is understood as a reflexive activity based on the relationship between ideas, it is argued that “moral awareness” occurs in the mind as an idea formed as a result of the relationship between ideas. Secondly, it is determined that Spinoza establish a kind of “moral consciousness” theory based on the awareness in question, rather than a “conscience theory”. The main focus of these claims and determinations is that “good” and “evil”, which are the basic concepts of Spinoza’s ethics, arise from the idea of “joy” and “sadness” that occur as affects in the mind. Here, “joy” or “sadness” are considered as the
primary ideas that occur in the mind as a result of the affection of the body, and “good” or “bad” as secondary ideas formed by the mind as a result of contemplation on these primary ideas. In the article, the theory of “moral consciousness” is constructed based on the “ideas of ideas”, which are the secondary ideas in question. Within this framework, I claim that “morality” in Spinoza’s thought is a part of consciousness, and a kind of mental action that takes place in the mind as an “idea”. To justify this claim, Spinoza’s concepts of “consciousness” and “morality” need to be clarified. Accordingly, in Spinoza, “consciousness”, basically expresses a reflexive thought depending on the ideas and affects that occur as a result of the affections of the body. When a person experiences the outside world, s/he perceives the effects of the external bodies that s/he encounters through her/his own body, and these perceptions are expressed as her/his “affections of the body”. Each affection simultaneously corresponds to an idea in the mind. When the mind reflects on these ideas, it forms other ideas, and these ideas that the mind reaches are expressed as the “ideas of ideas”, which includes the awareness of the previous idea. Spinoza’s concept of “consciousness” is based on this “ideas of ideas”. Secondly, “morality” in Spinoza is “the desire to do good generated in us by our living according to the guidance of reason”. Here, the guidance of reason means that “morality” is an “adequate idea” in the mind, and on this basis, the desire to do good means that “morality” is an active and rational desire. Desire is what drives a person to act to do something. Desire is both the conscious appetite or willings of man and his/her “essence”. For this reason, morality is to direct the human essence to the good on the ground of necessity. “Good” are the joys that man is conscious of or aware of. Therefore, morality itself is based on consciousness, and the expression “moral consciousness” is precisely the manifest or conceptual expression of such a consciousness. In this sense, in the article, “moral consciousness” has been put forward as being conscious of one’s own striving to exist (conatus) and appetites (desire), and to act with the determination of desires that express one's own “essence”. This consciousness has been determined as the scope
of seeing that the real and fundamental thing is to realize the “knowledge of causes” for a person who experiences the “effect of consequences” and thus falls into an “illusion” by assuming that he/she is free. The scope in question is that man understands him/herself as a part of Nature and realizes the ontological necessity to which he/she is subject, with “adequate ideas”. The possibility of attaining the “joys” that cause “good” rather than the “sadness” that causes “evil” is tied to such a comprehension condition. Therefore, “moral consciousness” basically refers to one’s consciousness of one’s ideas, affects, actions, and more
holistically, of himself. One of the highest perfections that “moral consciousness” brings man is the state or affect of “self-esteem”.
The affect of “self-esteem” is formed by the idea of being aware of one’s own power to act and seeing that the joys caused by the actions one performs are caused by oneself. In this direction, in the article, “moral consciousness” is put forward as a reflexive idea that is based on “self-consciousness” and in its final stage “self-esteem”. Thus, “moral consciousness” has been identified as the greatest possibility for a person to strengthen his/her own weakness as much as possible.
Keywords: Moral Philosophy, Philosophy of Mind, Spinoza, Consciousness, Conscience, Awareness, Moral Consciousness, Good - Evil, Joy - Sadness.
Anahtar Kelimeler: Ahlak Felsefesi, Zihin Felsefesi, Spinoza, Bilinç, Vicdan, Farkındalık, Ahlaki Bilinç, İyi-Kötü, Sevinç - Keder.
Spinoza’nın zihnin bir gücü olarak “hafıza”ya dair ortaya koyduğu fikirleri, yabancı dillerde, özellikle İngilizce Spinoza literatüründe geniş ve merkezi bir konum teşkil etmektedir. Buna karşın, bu konuda Türkçede detaylı bir çalışmanın yapılmadığı görülmektedir. Bu çalışma, öncelikle Spinoza’nın hafıza doktrinini onun kendisine özgü zihin felsefesinin diğer unsurlarıyla birlikte ele alarak söz konusu eksikliği gidermeye ve anılan merkezi konuma işaret etmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda, Spinoza sisteminde “hafıza”nın tanımları irdelenmekte, ortak bir tanımın sınırları belirginleştirilerek hafızanın doğası çözümlenmekte ve onun bedenle birlikte var olan bir güç olması sebebiyle, zihnin anlama faaliyeti önünde ekseriyetle bir engel teşkil ettiği tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bununla birlikte “hafıza” sayesinde zihinde oluşan fikirlerin, zihnin anlama faaliyeti önünde her zaman bir engel teşkil etmediği ve “hafıza”nın zihne faydalı
bir yönünün de bulunduğu iddia edilmektedir. Ayrıca çalışmada “hafıza kaybı”nın bedensel etkileri ve zihinsel yansımaları açık kılınmakta ve anımsamanın sürekliliği ya da kopukluğu bağlamında gündeme gelen “kişisel aynılık” problemi, Spinoza’nın hafıza teorisi bağlamında aydınlatılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Felsefe Tarihi, Spinoza, Zihin, Hafıza, Gelişkin Bellek, Hafıza Kaybı, Kişisel-Aynılık.
Abstract
Spinoza’s theory of “memory”, which is a power of the mind, occupies a wide and central position in foreign languages, especially in English Spinoza literature. On the other hand, there is no detailed study on this subject in Turkish. This study firstly tries to iron out this deficiency and to point out the aforementioned central position by considering Spinoza’s doctrine of memory with other elements of his unique philosophy of mind.
In this sense, Spinoza’s definitions of “memory” are examined, its nature is analyzed by clarifying the boundaries of a common definition and it is determined since “memory” is a power of the mind that exists with the body, it mostly constitutes an obstacle to the understanding activity of the mind. However, it is claimed that the ideas formed in the mind thanks to “memory” do not always constitute an obstacle to the understanding activity of the mind, and that “memory” also has a beneficial aspect to the mind. In addition, in the study, the bodily causes and mental correspondings of “memory loss” are rendered and the problem of “personal identity”, which comes to the fore in the context of continuity or discontinuity of remembering, is clarified within the scope of Spinoza’s theory of memory.
Keywords: History of Philosophy, Spinoza, Mind, Memory, Strengthened Memory, Memory Loss (Amnesia), Personal Identity.
17. Yüzyılla birlikte “ruh” kavramı yerine ekseriyetle “zihin” (mens) kavramının ikame edildiğini görmekteyiz. Klasik anlamda, farklı töz anlayışlarına rağmen, insan söz konusu olduğunda bedenin karşısına ya da yanına konulan ve insanın cisimsel olmayan yönünü ifade eden “ruh”, sahip olduğu tüm özellikleriyle (ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik) modern anlamda “zihin” olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern felsefenin kurucuları
arasında zikredilen Spinoza da insanın cisimsel olmayan yanını ifade etmek için, “ruh” yerine “zihin” kavramını genellikle tercih etmiş ve birkaç yerde de birini diğerinin yerine kullanmıştır. Spinoza’nın Tanrı merkezli felsefesinde, insan zihin ve bedenden oluşur. İnsan zihni, Tanrı’nın bilinen iki sıfatından biri olan “düşünce” (res-cogitans) sıfatının bir tezahürü ya da değişimi olurken, insan bedeni Tanrı’nın bilinen diğer sıfatı olan “yer kaplama”nın (res-extansa) bir tezahürüdür. Tanrı gerçek anlamda tek töz olduğu için ve bilinen iki sıfatı da bu tek tözü nitelediği için, bu iki sıfatın tezahürü olarak insanda yer alan zihin ve beden farklı tözler olmayıp aynı tözü farklı şekilde ifade eden paralel, bir ve aynı şeydir.
İnsan zihni, bir yandan bedenin dışarıdan aldığı etkileri (affectus), diğer yandan da bedenin kendi içsel yapısından aldığı etkileri alarak fikirler (ideas) oluşturur. Zihin fikirler oluştururken, daha önce edindiği deneyimlere, fikirler arasındaki bağlantılara, mantıksal çıkarımlara ve duygulara bağlı olarak yeniden eyleme geçme gücünü, sahip
olduğu “anlama yetisi”, “hayal yetisi” ve “hafıza yetisi” sayesinde gerçekleştirir. Zihin bir yandan bedenden aldığı etkilerle ve bu etkiler neticesinde meydana gelen duygularla kendi varlığını sürdürürken, diğer yandan tüm bu etkilerden doğan fikirleri, sahip olduğu yetilerin de yardımıyla yeniden düşünür. Zihin, daha önce edindiği fikirler üzerine tekrar düşündüğünde, düşüncesinin nesnesi artık bu ilk fikir olur ve zihin böylelikle “fikrin fikri”ne (ideas of
ideas) ulaşarak yeni bir fikir daha meydana getirir. Bu “fikrin fikri” olan ikincil fikirler, “bilinci” (conscious/ness)
meydana getirir. Spinoza’da bilinç, zihin-beden paralelinde meydana gelen etkiler ve bu etkilerin taşıyıcısı olan yetiler sayesinde zihnin ulaştığı fikirler üzerine bir tür reflexif düşüncesi demektir. Zihnin bilişsel yönünü ortaya koyan bu reflexif düşünce, öncelikli olarak zihin ve bedenin diğer zihin ve bedenlerle karşılıklı etki alış-verişinden kaynaklanır.
Biz bu çalışmada ontolojik doğasına referansla insanda zihin ve bedenin nasıl bir ortaklık inşa ettiğini, birinin diğerine paralel olmasının ne anlama geldiğini tartışacağız. Spinoza’nın düalizm eleştirisi üzerine yükselen monist töz anlayışı, onun ontoloji, epistemoloji ve değer ya da etik alanlarına dair görüşlerini tamamen şekillendirmiştir. Her şeyden önce Spinoza zihin ve bedeni aynı hakikati farklı şekillerde ifade eden bir ve aynı şey olarak görür. Biz burada zihin ve bedeni bir ve aynı olarak görebilmemizi sağlayan temel zeminin Spinoza tarafından nasıl inşa edildiğini ortaya koymaya çalışacağız. Bu temel zeminde, Spinozacı felsefenin pratik yönünü şimdilik erteleyerek meseleyi ontolojik çerçeveden ve ontoloji ile epistemolojinin bir arada olma zorunluluğu gereği epistemolojik çerçeveden inceleyeceğiz. İncelememizde, zihin ile beden arasındaki ilişkinin nasıl bir ilişki olduğu, zihnin bedeni bilme imkânın ne olduğu, bedende etkilerin, zihinde fikirlerin nasıl meydana geldiği, zihin ve bedenin tabi olduğu bir “varoluş süreleri”nin olup olmadığı gibi temel sorulara yanıtlar aranacaktır.
Anahtar Kelimeler: Zihin, Beden, Paralelizm, Duygulanış/Etkileniş, Fikir, Zihnin Sonsuzluğu
Mind’s Body, Body’s Mind: The Ontology of Spinozist Parallelism
Abstract
With the 17th century, commonly, we see that the concept of "mind" has been replaced by the concept of "soul". In the classical sense, despite the different conceptions of substance, when it comes to human, the "soul", which is placed against or adjoined to the body and expresses the non-corporeal aspect of the human, appears as the "mind" in the modern sense with all its features and means (ontological, epistemological and axiological). Spinoza, who is mentioned among the founders of modern philosophy, generally preferred the concept of "mind" (mens) instead of "soul" (anima) to express the non-corporeal side of man and used one in place of the other in a few places. In Spinoza's God-centered philosophy, man consists of mind and body. The human mind is a manifestations or appearance of the "thought" (res-cogitans), one of the two known attributes of God, while the human body is a manifestation of the other known attribute of God, "extension" (res-extansa). Since God is literally a single substance, and since both known attributes qualify this single substance, the mind and body in man as the manifestation of these two attributes are not different substances, but are parallel, one and the same thing, expressing the same substance differently.
Human mind, on the one hand, constitute ideas by taking the effects of the body, which are receives from the outside and on the other hand, receives the effects of the body, from its own internal structure. While the mind constitute ideas, its realization of its power to act again, depending on the experiences, which it has acquired before, the connections between the ideas, logical inferences and emotions, thanks to its faculties, "intellect", "imagination" and "memory". While the mind preserve its being with the effects it receives from the body and the emotions that occur as a result of these effects, on the other hand, it rethinks the ideas arising from all these effects with the help of its faculties. When the mind rethinks on the ideas it has acquired before, the object of its thought becomes this first idea, and the mind thus creating a new idea, that is "ideas of idea". These "ideas of the idea", which is econdary ideas, form the "conscious-ness". In Spinozas thought, consciousness is a kind of reflexive thought on the ideas that the mind reaches thanks to the effects that occur in the mind-body parallel and the faculties that are the carrier of these effects. This reflexive thought, which reveals the cognitive aspect of the mind, primarily originates from the mutual ex-change of action of the mind and body with other mind and bodies.
In this study, we will discuss how human mind and body build a unity in humans, with reference to their ontological nature, and what it means to be one parallel another. Spinoza's monist conception of substance, rising on his critique of dualism, completely shaped his views on ontology, epistemology, and the fields of value or ethics. Become morething, Spinoza sees mind and body as one and the same thing expressing the same truth in different ways. Here we will try to study how the basic ground that enables us to see mind and body as one and the same thing was built by Spinoza. On this basis, we will postpone the practical aspect of Spinozian philosophy for the time being, and we will examine the issue within the ontological framework and the epistemological framework, that is due to the ontology and epistemology one bound to another. In our examination, answers will be sought to basic questions such as what kind of a relationship between the mind and body is; what is the possibility of the mind to know its body; how occur, the effects in the body, and the ideas in the mind; and whether there is a "duration existence" that the mind and body are subject to etc..
Keywords: Mind, Body, Parallelism, Affections, Ideas, Infinity of Mind
Conference Presentations by Enes Dağ
Bu çalışma Spinoza’nın “insan doğası modeli” kavramına odaklanmakta ve Spinoza’nın kendi felsefesiyle bu model için bir “doğru yaşama yolu” ortaya koyduğunu temellendirmeye çalışmaktadır. Çalışmada “yol” ve “yolcu” metaforu kullanılmakta ve “doğru yaşama biçimi” bir “yol” olarak düşünülürken, bu yolu yürüyen “insan doğası modeli” ise bir “yolcu” olarak tasarlanmaktadır. Bu doğrultuda çalışmada, “yolcu”nun varolma ve bilme şartları tanıtılırken psikolojik doğası çözümlenmekte ve böylece “yolcu”nun eylemlerini doğru bir standarda göre belirleyen etiğin, “yoldaki işaretler” olarak okunması gerektiği teklif edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Spinoza, Felsefe, Doğru Yaşama Yolu, Yaşam Bilgeliği, Özgürlük, Mutluluk.
In addition to elucidating the story behind ‘contemporary virtue ethics’, this book serves as a reference for ‘philosophy of action’, ‘intention-action theory’, ‘philosophy of psychology’ and ‘philosophy of mind’. The reason for this diversity can be found in G.E.M. Anscombe's wide range of works, which spans multiple disciplines, and to the fact that each work is a reference point for more than one field. Anscombe offers critiques of modern moral philosophy through an examination of two major theories of normative ethics: deontology and consequentialism. In the gap left by these critiques, he attempts to construct a philosophy of psychology upon which a novel ethical framework could be established. This endeavour is manifest in Intention as the 'intention-action' theory.
This book introduces Anscombe's ideas on modern moral philosophy as a ‘critique’. It presents the literature created by commentators who scrutinise this critique from different perspectives as a form of ‘critique of the critique’. Ultimately, the intention-action theory is put forth as an 'alternative to the critique'. In the concluding section of the book, this systematic construction is supported by textual evidence. In essence, this book enquires and examines the critique of old ethics and the possibility for a new ethical framework in the 20th century from an Anscombean perspective.
Keywords: G. E. M. Anscombe, modern moral philosophy, intention, action, critique, virtue ethics, deontology, consequentialism, utilitarianism.
< Özet>
Bu kitap, “çağdaş erdem etiği”nin gerisindeki hikâyeyi anlattığı kadar, “eylem felsefesi”, “niyet – eylem teorisi”, “psikoloji felsefesi” ve “zihin felsefesi” için de bir başvuru kaynağı niteliğindedir. Bu çeşitliliğin sebebi, G.E.M. Anscombe’un geniş yelpazede eserler vermesinde aranacağı gibi, her bir eserin birden fazla alan için referans teşkil etmesine ya da farklı disiplinler tarafından dikkate alınmasına dayanır. Anscombe, normatif etiğin iki önemli teorisi olan “deontolojik etik” ve “sonuççu etik” üzerinden modern ahlak felsefesine eleştirilerini yöneltir. Bu eleştirilerden doğan boşlukta yeni bir etiğin kendisine dayanacağı bir psikoloji felsefesi inşa eder. Onun bu girişimi Intention (Niyet) eserinde karşımıza “niyet – eylem teorisi” olarak çıkar.
Bu çalışma, Anscombe’un modern ahlak felsefesine yönelik fikirlerini “eleştiri” olarak tanıtmaktadır. Bu eleştiriyi farklı perspektiflerden mercek altına alan yorumcular tarafından oluşturulan literatürü ise “eleştirinin eleştirisi” olarak ortaya koymaktadır. Son tahlilde, “niyet – eylem teorisi”ni de anılan “eleştiriye karşı alternatif” olarak teklif etmektedir. Kitabın sonuç kısmında, bu sistematik kurgunun metinsel delillerle gerekçeleri öne sürülmektedir. Kısacası bu kitap, 20. yüzyılda eski etiğin eleştirisini ve yeni etiğin olanağı için kurulan zemini Anscombe’cu bir perspektiften sunmakta ve sorgulamaktadır. Anahtar Kelimeler: Anscombe, Modern Ahlak Felsefesi, Niyet, Erdem Etiği, Deontolojik Etik, Sonuççu Etik, Faydacı Etik
M. Stocker, a virtue ethicist, argues that other modern moral theories fail to provide agents with motives and motivators while giving them reasons and justifications to act, in order to show that virtue ethics, revived in the 20th century, is a rival and alternative theory. Stocker characterizes these theories, deontology and consequentialism, as “moral schizophrenia” because they do not take into account the nature of the agent, and tries to demonstrate the originality of virtue ethics, which emphasizes the agents flourishing and character. However, Stocker’s argument has been challenged by a group of commentators who argue that virtue ethics suffers from the same deficiency, which can be characterized as “self effacement”. On the other hand, an opposing pole emerged that defended virtue ethics and criticized these commentators. As a result, there is an on going debate in the literature about whether virtue ethics is “self-effacing” or not. This article first focuses on Stocker’s argument, introduces the literature in question, and analyzes the arguments of T. Hurka and S. Keller, the two strongest commentators attacking virtue ethics, and J. Annas and
G. Pettigrove, the two most famous commentators defending virtue ethics, respectively. Secondly, this article takes the pole of the debate but identifies the weaknesses of the arguments of commentators making a similar defense. Claiming to stand on the same side but from a different position, my article calls upon Anscombe’s theory of “authority in morals” to defend virtue ethics against this objection. If this article succeeds in showing that Anscombe’s theory of “authority in morals” can save virtue ethics from the “self-effacement” objection, this will be of particular importance in terms of showing another contribution of Anscombe to virtue ethics in the final analysis. The attempt to show this is among the claims of my article.
Keywords: Virtue Ethics, Objections, Self-Effacement, Action, Motive, Flourishing, Authority in Morals.
Anahtar Kelimeler: Erdem Etiği, İtirazlar, Kişilikten-Yoksunluk, Eylem, Güdü, Gelişim, Ahlakta Otorite.
Anahtar Kelimeler: Aristoteles, Anscombe, Eleştirel Etik, Erdem Etiği, Doğru Eylem, Karakter.
Why Does Contemporary Virtue Ethics Genesis With Elizabeth Anscombe?
Abstract
There are two different approaches in the literature in terms of assigning a genesis to contemporary virtue ethics. While the first of these approaches bases contemporary virtue ethics on Aristotle by referencing Anscombe, the second one refers to non-Aristotelian sources without mentioning Anscombe. This study, firstly, argues that contemporary virtue ethics dates back to Anscombe, makes it clear that Anscombe’s main source is Aristotle, and takes the side of those who base contemporary virtue ethics on Aristotle. Secondly, the study tries to identify the Anscombecian character of the different approaches put forward by contemporary virtue ethicists who take Aristotle as a reference. In this framework, it is argued that Anscombe’s article “Modern Moral Philosophy” is a “bridge” for contemporary virtue ethics to refer to Aristotle's classical virtue ethics and a “source” for it to present itself as a revitalised ethical theory.
Keywords: Aristotle, Anscombe, Critical Ethics, Virtue Ethics, Right Action, Character.
Anahtar Kelimeler: Uygulamalı Etik, Biyoetik, Çifte Etki Doktrini, Kürtaj Sorunu, Ahlaki İkilemler.
Abstract
This study focuses on Philippa Foot’s analyses of the problems and criticisms of the “double effect doctrine” and her proposal for a new version based on her own interpretation. Foot states that the main reason for bringing the doctrine of double effect to the ethical agenda is the “abortion problem”. When a pregnant mother’s life or the life of her baby is endangered, the decision, choice, or responsibility arising therefrom as to which of the two should be saved falls within the field of enquiry of the doctrine of double effect. Foot deepens the issue through many examples of moral dilemmas, especially the “trolley problem”, based on the evaluations of the doctrine of double effect on the abortion problem. There are three interpretations or versions of the double effect doctrine, two of which are existing and one of which expresses Foot's proposal, based on the evaluation of dilemmas and the distinction between whether the agent “intends” to act or merely “foreseen” the consequences of the action. In this study, these three interpretations are introduced and on the one hand Foot’s new version is analysed and clarified; on the other hand it is criticised in terms of the other two existing versions and the adequacy of Foot’s proposal with respect to offering a solution to the “doctrine of double effect” is investigated. However, the abortion problem, which Foot sees as the reason or the starting point of the double effect doctrine, is a fundamental subject of discussion in the field of bioethics. Bioethics is one of the various subfields of applied ethics. In this respect, the study, following Foot’s order, moves from the abortion problem to the doctrine of double effect, and from there, by analyzing other examples of moral dilemmas that have come to the fore wi thin the scope of this doctrine, actually discusses a problem that is subject to bioethics in a narrow sense and applied ethics in a broad sense. In the study, it is argued that the “doctrine of double effect” and the examples of moral dilemmas that come to the fore in this context are, for this reason, within the scope of applied ethics.
Keywords: Applied Ethics, B ioethics, Doktrine of Double Effect, Abortion Problem, Moral Dilemmas.
“içsel huzur”, “tatminlik” veya “doyum” olarak Türkçeye çevrilebilen acquiescentia kavramına ve onunla ilişkili olan diğer iki kavrama odaklanmaktadır. Bu iki kavramdan birisi “kendinden memnuniyet” duygusu olarak çevrilebilen acquiescentia in se ipso iken, diğeri zihinsel bir durumu ifade eden ve “zihinsel dinginlik” olarak çevrilebilen mentis/animi acquiescentia kavramıdır. Makalede Tanrı’da bir varlık olan ve Doğa’daki zorunluluğa tabi olan, dolayısıyla var olmak ve eylemek bakımından belirlenen insanın bir “duygusal doyum”a ve yeterli fikirlerin neden olduğu zihinsel durumlardan doğan bir “zihinsel dinginlik”e ulaşıp ulaşmadığı soruşturulmaktadır. Bu doğrultuda Spinoza’nın içsel huzur teorisi “duygusal doyum” ve “zihinsel dinginlik” olarak ortaya konulmaktadır. Spinoza’nın “içsel huzur” veya “doyum” teorisiyle amacı, insana “kendinden memnuniyet” duymasını, zihnini doğru bilgiden kaynaklanan hoşnutlukla doyurmasını, gelip geçici olmayan fakat en üstün olan duygulara ulaşmasını ve yaşamını bu doğrultuda sürdürmesini sağlayacak epistemolojik ve etik bir rehberlik sunmaktır. Makalede, Spinoza’nın “içsel huzur” teorisini müstakil olarak ele alan ve literatürde önemli bir boşluğu dolduran çalışmalara ayrıca değinilmekte ve bu çalışmaların ana tezleri aydınlatılmaktadır. Bununla birlikte söz konusu çalışmaların ana fikirleri eleştirilmekte, yeni okuma önerileri sunulmakta ve farklı argümanlarla farklı sonuçlara ulaşılmaktadır. Bu doğrultuda söz konusu teoriyi inceleyen yazarların bir yandan hem “kendinden memnuniyet”i hem “zihinsel dinginlik”i farklı derecelerde oluşan “doyum”u ifade eden aynı “duygu” olarak ele aldıkları görülmektedir. Diğer yandan da söz konusu yazarların bu aynı duygunun yol açtığı “doyum”un farklı derecelerini Spinoza’nın üç
bilgi türüyle ilişkilendirdikleri tespit edilmektedir. Makalede, özellikle “kendinden memnuniyet”in ve “zihinsel dinginlik”in bir yandan niçin aynı duygu olmadığı gerekçelendirilirken diğer yandan söz konusu “doyum”un farklı derecelerinin hangi sebeple doğrudan Spinoza’nın üç bilgi türünün her birine denk düşmediği açık kılınmaktadır. Bu zeminden hareketle, “kendinden memnuniyet” bir duygu, “zihinsel dinginlik” ise kapsamlı bir zihinsel durum olarak ortaya konulmaktadır. Burada birincisi akıldan sezgiye doğru artan bir “doyum”u ifade ederken, ikincisi yalnızca sezgi ile oluşan üst bir “doyum”u belirtir. Söz konusu doyumun oluşmasında akıl bir bilgi türü, sezgi başka bir bilgi türü olarak iş görmez; zira akıl sayesinde meydana gelen “doyum”, eksikliğini hissettiren ve artmaya meyilli olan bir tür “doyumsuzluk” iken, sezgi sayesinde ulaşılan “doyum” bir tamlık ya da mükemmellik hissine neden olur. Dolayısıyla “gerçek doyum”, sezgi ile oluşur, akıl yalnızca sezgi için bir temel, bir hazırlık ya da ihtiyaç duyulan kavramsal araçların temin edilmesidir. Ayrıca “akıl” ve “sezgi”yle birlikte Spinoza’nın bir diğer bilgi türü olan “hayal” ve ondan doğan kanıların “kendinden memnuniyet” ve “zihinsel dinginlik”in oluşturduğu bir doyum
teorisi için elverişli bir kaynak olmadığı görülmektedir. Bu çerçevede makalede, kendinden memnuniyet “duygusal doyum”, zihinsel dinginlik ise “doğru bilgiden doğan zihinsel hoşnutluk”, “entelektüel Tanrı sevgisi”, “kutluluk” ve “kurtuluş” olarak saptanmaktadır. Bu zemin, söz konusu iki kavramla ifade edilenin aynı duygu ve bilgi türleriyle ilişkilendirilen bir “doyum” veya “içsel huzur” olmadığını açıkça ortaya koyma imkânı ya da ufku olarak belirginleştirilmektedir. Anılan çerçevede yapılan soruşturma ve eleştiriler ışığında çalışmanın iki temel iddiası vardır: Birincisi akıldan doğan “kendinden memnuniyet”in sezgiden doğan “entelektüel Tanrı sevgisi”yle en üstün formuna kavuşarak insanın “duygusal doyum”unu oluşturduğudur. İkincisi zihnin sonsuzluğun ufku altında yeterli fikirlere ve “doğru bilgilere dayanan hoşnutluk”la kendisine dair bilgiden Tanrı bilgisine ve Tanrı sevgisine eriştiği ve böylece insanı en üstün insani mutluluk olan “kutluluk”a ve onun neticesi olan “kurtuluş”a ulaştırarak onda mükemmel bir “zihinsel dinginlik”i meydana getirdiğidir.
Anahtar Kelimeler: Felsefe, Spinoza, Ahlak Felsefesi, Bilgi Felsefesi, İçsel Huzur, Duygusal Doyum, Zihinsel Dinginlik, En Üstün Mutluluk.
ABSTRACT
This article focuses on Spinoza’s concept of acquiescentia, which is a central concept of Spinoza's moral philosophy and can be translated into Turkish as “peace of mind”, “satisfaction” or “inner peace”, and two other related concepts. While one of these two concepts is acquiescentia in se ipso, which can be translated as the affect of “self-esteem”, the other is the concept of mentis/animi acquiescentia, which expresses a mental state and can be translated as “satisfaction of mind” or “mental calmness”. In the article, it is investigated whether the human being, who is a being in God and subject to necessity in Nature, and therefore determined in terms of existence and action, reaches an “affectual satisfaction” and a “mental satisfaction”, which is arising from mental states caused by adequate ideas. In this sense, Spinoza’s theory of acquiescentia is put forward as satisfaction of affects and mental states. With the theory of acquiescentia, Spinoza’s aim is to provide an epistemological and ethical guidance that will enable man to feel “self-esteem”, to fill his mind with the gladness which arises from the true knowledge, to reach non-temporary but supreme affects and to maintain his life in this direction. In the article, studies that deal with Spinoza’s theory of acquiescentia independently and fill an important gap in the literature are also investigated and the main theses of these studies are clarified. However, the main ideas of these studies are criticized, new reading suggestions are presented, and different results are reached with different arguments. By the way, it is seen that the authors examining the theory in question, on the one hand, treat both “self-esteem” and “satisfaction of mind” as the same "affect" that expresses "satisfaction" occurring in different degrees. On the other hand, it is determined that the authors in question associate the different degrees of “satisfaction” caused by this same affects with Spinoza's three types of knowledge. In the article, it is especially justified why “self-esteem” and “satisfaction of mind” are not the same affect, and also, it is made clear why the different degrees of “satisfaction” do not directly correspond to each of Spinoza's three types of knowledge. Based on this ground, “self-esteem” is presented as an affect, and “satisfaction of mind” as a comprehensive mental state. Here, while the first one expresses a “satisfaction” that increases from the reason to the intuition, the second indicates a supreme “satisfaction” that occurs only with intuition. In the formation of the aforementioned satisfaction, reason does not function as a type of knowledge, intuition as another type of knowledge; however, “satisfaction” that occurs via reason is a kind of “satisfaction” that makes its deficiency felt and tends to increase, while “satisfaction” achieved through intuition causes a feeling of completeness or perfection. Therefore, “true satisfaction” comes from intuition, reason is only a basis for intuition, a preparation or the providing of needed conceptual tools. In addition, it is seen that, “imagination”, which is a type of knowledge together with “reason” and “intuition”, and the opinions arising from it are not an adequate source for a theory of satisfaction formed by “self-esteem” and “satisfaction of mind”. In this context, in the article, self-esteem is determined as “affectual satisfaction”, and satisfaction of mind as “gladness which arises from the true knowledge”, “intellectual love of God”, “blessedness”, and “salvation”. This ground is clarified as an occasion or scope to clearly demonstrate that what is expressed by the two concepts in question is not same affect and is not a “satisfaction” or “inner peace” associated with the types of knowledge. In the light of the investigations and criticisms made in the aforementioned framework, the study has two main claims: The first is that the “self-esteem”, which is arising from the reason attains its highest form with the “intellectual love of God”, which is arising from the intuition. It consists of the “affectual satisfaction” of the human being. The second is that under a species of eternity the mind attains the knowledge of God and the love of God with adequate ideas and “fill with the gladness which arises from the true knowledge”, and thus, it brings man to the highest human happiness, “blessedness”, and its result “salvation”. These are constituting greatest or perfect “satisfaction of mind” of human being.
Keywords: Philosophy, Spinoza, Moral Philosophy, Epistemology, Peace of Mind, Affectual Satisfaction, Satisfaction of Mind, Highest Happiness.
There is a significant debate going on long time about the existence of a theory of consciousness in Spinoza’s philosophical system of thought. This article, on the one hand, offers a different reading to alleviate the current debate, and on the other hand, it aims to bring the main theses of the discussion in question to the Turkish philosophy literature, which has not been studied yet. In this matter, it is argued that a theory of consciousness can be deduced in Spinoza’s system of thought, and despite all its parallelism, the possibility of conceptual thinking the “mind” independently from the “body” even if not in reality, is examined. In this context, first, the doctrine of “ideas of ideas” is put forward as the metaphysical basis of consciousness. Then, the “degrees of consciousness”, which are formed according to the mind’s ability
to reach more “ideas” about the parts that make up the complex structure of the body, and to extract the “ideas of ideas” from these “ideas”, are determined as the epistemological aspect of consciousness. Depending on the degrees of ideas of the body’s affections by the mind and the kinds of knowledge, it is determined how the human mind reaches the consciousness of “self”, “God” and “other things”. The conclusion in the study is that in Spinoza, consciousness is built on “knowledge”; while “ideas” represents knowledge, the “ideas of ideas” represents consciousness. Thus, the unclear boundaries of the distinction between “conscious minds” and “unconscious minds” and “conscious ideas” and “un-conscious ideas” in the human mind, which are at the center of almost all discussions, are tried to be clarified. In this sense, Spinoza’s theory of consciousness in its most general scope is based on the theory of mind and the theory of knowledge, which is a result of first. In Spinoza’s
theory of mind, especially when it comes to the human mind, every change that occurs in the body, corresponds to an idea (parallelism) or is represented as an idea. The ideas that occur in the human mind are just representations of the affections of the body, that is, of the changes that occur in the body according to the effects it receives and influences as a result of the relations established by the body. While the human mind perceives some of these ideas in a “confused”, “fragmentary” or “inadequate” way, it grasps some of them “clearly” or “adequately”. Spinoza puts forward his theories of mind and knowledge on this basis. However, the human mind is not settled with only the ideas of the body’s affection that occur in it, but also constitute secondary ideas about these ideas, regardless of whether they are adequate or inadequate. These secondary ideas express awareness of primary ideas, whether they are adequate or inadequate. In the article, this constitution and awareness, that is, the “ideas of the ideas”, is tried to be revealed in detail as the basic ground or main line of the Spinozist theory of consciousness. Other results or outcomes of the theory of consciousness require first to understand this basic ground. Accordingly the human body is a very complex structure that has the most parts or components in Nature compared to the others. The human mind, on the other hand, has the
capability to reach ideas about each element and its change of the complex structure of the body. However, the content of these ideas is formed according to the degree to which the human mind recognizes its own body. The degree to which the human mind knows its own body also determines the degree of its consciousness. Spinoza states that non-human beings also have a certain “degree of animation”, and while
stating that what he says is valid for other beings as well as human beings, he also tries to justify that the human body is superior to other bodies and the human mind to other minds. Spinoza sees the superiority of one body over the other as the ability of one to perform more actions on one’s own, compared to the other. The more parts a body has or the more different kinds of objects it contains, the more it is available to perform actions and influences or receives effects. Because when a body encounters or interacts with other bodies, each of its parts can be affected by this encounter or relationship. Therefore, the more complex the body has, the more ideas the mind can have. This is the reason why the mind of a person is superior to other minds because of whose body is superior to other bodies. Depending on the human mind’s ability to know its own body, there are “unconscious ideas” and “conscious ideas” between the two minds when compared to and between ideas in the same mind, as well as a difference degree in consciousness from a lower level to a higher level. This degree of difference is discussed in the article as the epistemological result or outcome of consciousness. The “self-consciousness” of human, which comes to the fore as a result of considering the metaphysical basis of consciousness and its epistemological result together, constitutes the last subject of the article.
Keywords: Philosophy, Spinoza, Mind, Consciousness, Ideas of Ideas, SelfConsciousness, Panpsychism.
Anahtar Kelimeler: Felsefe, Spinoza, Zihin, Bilinç, Fikrin Fikri, Kendilik-Bilinci, Panpsişizm.
As in classic Latin philosophical and theological texts, there is no semantic distinction between the concepts of conscientia and conscius in Spinoza’s texts, and it is seen that one is used interchangeably. However, in traditional philosophy the concept of conscientia is used as an “inner voice” or “conscience” meaning “moral sensitivity” or “moral awareness” and expresses both rational and irrational processes. On the other hand, the concept of conscius is used in the sense of “consciousness” and expresses a mental or psychological reflexive activity based on rational processes in the same tradition. This study first and foremost claims that “moral awareness” is formed as a result of reflexive thinking, which is a mental action, based on Spinoza’s use of the two concepts in the same meaning. Where consciousness is understood as a reflexive activity based on the relationship between ideas, it is argued that “moral awareness” occurs in the mind as an idea formed as a result of the relationship between ideas. Secondly, it is determined that Spinoza establish a kind of “moral consciousness” theory based on the awareness in question, rather than a “conscience theory”. The main focus of these claims and determinations is that “good” and “evil”, which are the basic concepts of Spinoza’s ethics, arise from the idea of “joy” and “sadness” that occur as affects in the mind. Here, “joy” or “sadness” are considered as the
primary ideas that occur in the mind as a result of the affection of the body, and “good” or “bad” as secondary ideas formed by the mind as a result of contemplation on these primary ideas. In the article, the theory of “moral consciousness” is constructed based on the “ideas of ideas”, which are the secondary ideas in question. Within this framework, I claim that “morality” in Spinoza’s thought is a part of consciousness, and a kind of mental action that takes place in the mind as an “idea”. To justify this claim, Spinoza’s concepts of “consciousness” and “morality” need to be clarified. Accordingly, in Spinoza, “consciousness”, basically expresses a reflexive thought depending on the ideas and affects that occur as a result of the affections of the body. When a person experiences the outside world, s/he perceives the effects of the external bodies that s/he encounters through her/his own body, and these perceptions are expressed as her/his “affections of the body”. Each affection simultaneously corresponds to an idea in the mind. When the mind reflects on these ideas, it forms other ideas, and these ideas that the mind reaches are expressed as the “ideas of ideas”, which includes the awareness of the previous idea. Spinoza’s concept of “consciousness” is based on this “ideas of ideas”. Secondly, “morality” in Spinoza is “the desire to do good generated in us by our living according to the guidance of reason”. Here, the guidance of reason means that “morality” is an “adequate idea” in the mind, and on this basis, the desire to do good means that “morality” is an active and rational desire. Desire is what drives a person to act to do something. Desire is both the conscious appetite or willings of man and his/her “essence”. For this reason, morality is to direct the human essence to the good on the ground of necessity. “Good” are the joys that man is conscious of or aware of. Therefore, morality itself is based on consciousness, and the expression “moral consciousness” is precisely the manifest or conceptual expression of such a consciousness. In this sense, in the article, “moral consciousness” has been put forward as being conscious of one’s own striving to exist (conatus) and appetites (desire), and to act with the determination of desires that express one's own “essence”. This consciousness has been determined as the scope
of seeing that the real and fundamental thing is to realize the “knowledge of causes” for a person who experiences the “effect of consequences” and thus falls into an “illusion” by assuming that he/she is free. The scope in question is that man understands him/herself as a part of Nature and realizes the ontological necessity to which he/she is subject, with “adequate ideas”. The possibility of attaining the “joys” that cause “good” rather than the “sadness” that causes “evil” is tied to such a comprehension condition. Therefore, “moral consciousness” basically refers to one’s consciousness of one’s ideas, affects, actions, and more
holistically, of himself. One of the highest perfections that “moral consciousness” brings man is the state or affect of “self-esteem”.
The affect of “self-esteem” is formed by the idea of being aware of one’s own power to act and seeing that the joys caused by the actions one performs are caused by oneself. In this direction, in the article, “moral consciousness” is put forward as a reflexive idea that is based on “self-consciousness” and in its final stage “self-esteem”. Thus, “moral consciousness” has been identified as the greatest possibility for a person to strengthen his/her own weakness as much as possible.
Keywords: Moral Philosophy, Philosophy of Mind, Spinoza, Consciousness, Conscience, Awareness, Moral Consciousness, Good - Evil, Joy - Sadness.
Anahtar Kelimeler: Ahlak Felsefesi, Zihin Felsefesi, Spinoza, Bilinç, Vicdan, Farkındalık, Ahlaki Bilinç, İyi-Kötü, Sevinç - Keder.
Spinoza’nın zihnin bir gücü olarak “hafıza”ya dair ortaya koyduğu fikirleri, yabancı dillerde, özellikle İngilizce Spinoza literatüründe geniş ve merkezi bir konum teşkil etmektedir. Buna karşın, bu konuda Türkçede detaylı bir çalışmanın yapılmadığı görülmektedir. Bu çalışma, öncelikle Spinoza’nın hafıza doktrinini onun kendisine özgü zihin felsefesinin diğer unsurlarıyla birlikte ele alarak söz konusu eksikliği gidermeye ve anılan merkezi konuma işaret etmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda, Spinoza sisteminde “hafıza”nın tanımları irdelenmekte, ortak bir tanımın sınırları belirginleştirilerek hafızanın doğası çözümlenmekte ve onun bedenle birlikte var olan bir güç olması sebebiyle, zihnin anlama faaliyeti önünde ekseriyetle bir engel teşkil ettiği tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bununla birlikte “hafıza” sayesinde zihinde oluşan fikirlerin, zihnin anlama faaliyeti önünde her zaman bir engel teşkil etmediği ve “hafıza”nın zihne faydalı
bir yönünün de bulunduğu iddia edilmektedir. Ayrıca çalışmada “hafıza kaybı”nın bedensel etkileri ve zihinsel yansımaları açık kılınmakta ve anımsamanın sürekliliği ya da kopukluğu bağlamında gündeme gelen “kişisel aynılık” problemi, Spinoza’nın hafıza teorisi bağlamında aydınlatılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Felsefe Tarihi, Spinoza, Zihin, Hafıza, Gelişkin Bellek, Hafıza Kaybı, Kişisel-Aynılık.
Abstract
Spinoza’s theory of “memory”, which is a power of the mind, occupies a wide and central position in foreign languages, especially in English Spinoza literature. On the other hand, there is no detailed study on this subject in Turkish. This study firstly tries to iron out this deficiency and to point out the aforementioned central position by considering Spinoza’s doctrine of memory with other elements of his unique philosophy of mind.
In this sense, Spinoza’s definitions of “memory” are examined, its nature is analyzed by clarifying the boundaries of a common definition and it is determined since “memory” is a power of the mind that exists with the body, it mostly constitutes an obstacle to the understanding activity of the mind. However, it is claimed that the ideas formed in the mind thanks to “memory” do not always constitute an obstacle to the understanding activity of the mind, and that “memory” also has a beneficial aspect to the mind. In addition, in the study, the bodily causes and mental correspondings of “memory loss” are rendered and the problem of “personal identity”, which comes to the fore in the context of continuity or discontinuity of remembering, is clarified within the scope of Spinoza’s theory of memory.
Keywords: History of Philosophy, Spinoza, Mind, Memory, Strengthened Memory, Memory Loss (Amnesia), Personal Identity.
17. Yüzyılla birlikte “ruh” kavramı yerine ekseriyetle “zihin” (mens) kavramının ikame edildiğini görmekteyiz. Klasik anlamda, farklı töz anlayışlarına rağmen, insan söz konusu olduğunda bedenin karşısına ya da yanına konulan ve insanın cisimsel olmayan yönünü ifade eden “ruh”, sahip olduğu tüm özellikleriyle (ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik) modern anlamda “zihin” olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern felsefenin kurucuları
arasında zikredilen Spinoza da insanın cisimsel olmayan yanını ifade etmek için, “ruh” yerine “zihin” kavramını genellikle tercih etmiş ve birkaç yerde de birini diğerinin yerine kullanmıştır. Spinoza’nın Tanrı merkezli felsefesinde, insan zihin ve bedenden oluşur. İnsan zihni, Tanrı’nın bilinen iki sıfatından biri olan “düşünce” (res-cogitans) sıfatının bir tezahürü ya da değişimi olurken, insan bedeni Tanrı’nın bilinen diğer sıfatı olan “yer kaplama”nın (res-extansa) bir tezahürüdür. Tanrı gerçek anlamda tek töz olduğu için ve bilinen iki sıfatı da bu tek tözü nitelediği için, bu iki sıfatın tezahürü olarak insanda yer alan zihin ve beden farklı tözler olmayıp aynı tözü farklı şekilde ifade eden paralel, bir ve aynı şeydir.
İnsan zihni, bir yandan bedenin dışarıdan aldığı etkileri (affectus), diğer yandan da bedenin kendi içsel yapısından aldığı etkileri alarak fikirler (ideas) oluşturur. Zihin fikirler oluştururken, daha önce edindiği deneyimlere, fikirler arasındaki bağlantılara, mantıksal çıkarımlara ve duygulara bağlı olarak yeniden eyleme geçme gücünü, sahip
olduğu “anlama yetisi”, “hayal yetisi” ve “hafıza yetisi” sayesinde gerçekleştirir. Zihin bir yandan bedenden aldığı etkilerle ve bu etkiler neticesinde meydana gelen duygularla kendi varlığını sürdürürken, diğer yandan tüm bu etkilerden doğan fikirleri, sahip olduğu yetilerin de yardımıyla yeniden düşünür. Zihin, daha önce edindiği fikirler üzerine tekrar düşündüğünde, düşüncesinin nesnesi artık bu ilk fikir olur ve zihin böylelikle “fikrin fikri”ne (ideas of
ideas) ulaşarak yeni bir fikir daha meydana getirir. Bu “fikrin fikri” olan ikincil fikirler, “bilinci” (conscious/ness)
meydana getirir. Spinoza’da bilinç, zihin-beden paralelinde meydana gelen etkiler ve bu etkilerin taşıyıcısı olan yetiler sayesinde zihnin ulaştığı fikirler üzerine bir tür reflexif düşüncesi demektir. Zihnin bilişsel yönünü ortaya koyan bu reflexif düşünce, öncelikli olarak zihin ve bedenin diğer zihin ve bedenlerle karşılıklı etki alış-verişinden kaynaklanır.
Biz bu çalışmada ontolojik doğasına referansla insanda zihin ve bedenin nasıl bir ortaklık inşa ettiğini, birinin diğerine paralel olmasının ne anlama geldiğini tartışacağız. Spinoza’nın düalizm eleştirisi üzerine yükselen monist töz anlayışı, onun ontoloji, epistemoloji ve değer ya da etik alanlarına dair görüşlerini tamamen şekillendirmiştir. Her şeyden önce Spinoza zihin ve bedeni aynı hakikati farklı şekillerde ifade eden bir ve aynı şey olarak görür. Biz burada zihin ve bedeni bir ve aynı olarak görebilmemizi sağlayan temel zeminin Spinoza tarafından nasıl inşa edildiğini ortaya koymaya çalışacağız. Bu temel zeminde, Spinozacı felsefenin pratik yönünü şimdilik erteleyerek meseleyi ontolojik çerçeveden ve ontoloji ile epistemolojinin bir arada olma zorunluluğu gereği epistemolojik çerçeveden inceleyeceğiz. İncelememizde, zihin ile beden arasındaki ilişkinin nasıl bir ilişki olduğu, zihnin bedeni bilme imkânın ne olduğu, bedende etkilerin, zihinde fikirlerin nasıl meydana geldiği, zihin ve bedenin tabi olduğu bir “varoluş süreleri”nin olup olmadığı gibi temel sorulara yanıtlar aranacaktır.
Anahtar Kelimeler: Zihin, Beden, Paralelizm, Duygulanış/Etkileniş, Fikir, Zihnin Sonsuzluğu
Mind’s Body, Body’s Mind: The Ontology of Spinozist Parallelism
Abstract
With the 17th century, commonly, we see that the concept of "mind" has been replaced by the concept of "soul". In the classical sense, despite the different conceptions of substance, when it comes to human, the "soul", which is placed against or adjoined to the body and expresses the non-corporeal aspect of the human, appears as the "mind" in the modern sense with all its features and means (ontological, epistemological and axiological). Spinoza, who is mentioned among the founders of modern philosophy, generally preferred the concept of "mind" (mens) instead of "soul" (anima) to express the non-corporeal side of man and used one in place of the other in a few places. In Spinoza's God-centered philosophy, man consists of mind and body. The human mind is a manifestations or appearance of the "thought" (res-cogitans), one of the two known attributes of God, while the human body is a manifestation of the other known attribute of God, "extension" (res-extansa). Since God is literally a single substance, and since both known attributes qualify this single substance, the mind and body in man as the manifestation of these two attributes are not different substances, but are parallel, one and the same thing, expressing the same substance differently.
Human mind, on the one hand, constitute ideas by taking the effects of the body, which are receives from the outside and on the other hand, receives the effects of the body, from its own internal structure. While the mind constitute ideas, its realization of its power to act again, depending on the experiences, which it has acquired before, the connections between the ideas, logical inferences and emotions, thanks to its faculties, "intellect", "imagination" and "memory". While the mind preserve its being with the effects it receives from the body and the emotions that occur as a result of these effects, on the other hand, it rethinks the ideas arising from all these effects with the help of its faculties. When the mind rethinks on the ideas it has acquired before, the object of its thought becomes this first idea, and the mind thus creating a new idea, that is "ideas of idea". These "ideas of the idea", which is econdary ideas, form the "conscious-ness". In Spinozas thought, consciousness is a kind of reflexive thought on the ideas that the mind reaches thanks to the effects that occur in the mind-body parallel and the faculties that are the carrier of these effects. This reflexive thought, which reveals the cognitive aspect of the mind, primarily originates from the mutual ex-change of action of the mind and body with other mind and bodies.
In this study, we will discuss how human mind and body build a unity in humans, with reference to their ontological nature, and what it means to be one parallel another. Spinoza's monist conception of substance, rising on his critique of dualism, completely shaped his views on ontology, epistemology, and the fields of value or ethics. Become morething, Spinoza sees mind and body as one and the same thing expressing the same truth in different ways. Here we will try to study how the basic ground that enables us to see mind and body as one and the same thing was built by Spinoza. On this basis, we will postpone the practical aspect of Spinozian philosophy for the time being, and we will examine the issue within the ontological framework and the epistemological framework, that is due to the ontology and epistemology one bound to another. In our examination, answers will be sought to basic questions such as what kind of a relationship between the mind and body is; what is the possibility of the mind to know its body; how occur, the effects in the body, and the ideas in the mind; and whether there is a "duration existence" that the mind and body are subject to etc..
Keywords: Mind, Body, Parallelism, Affections, Ideas, Infinity of Mind
Bu çalışma Spinoza’nın “insan doğası modeli” kavramına odaklanmakta ve Spinoza’nın kendi felsefesiyle bu model için bir “doğru yaşama yolu” ortaya koyduğunu temellendirmeye çalışmaktadır. Çalışmada “yol” ve “yolcu” metaforu kullanılmakta ve “doğru yaşama biçimi” bir “yol” olarak düşünülürken, bu yolu yürüyen “insan doğası modeli” ise bir “yolcu” olarak tasarlanmaktadır. Bu doğrultuda çalışmada, “yolcu”nun varolma ve bilme şartları tanıtılırken psikolojik doğası çözümlenmekte ve böylece “yolcu”nun eylemlerini doğru bir standarda göre belirleyen etiğin, “yoldaki işaretler” olarak okunması gerektiği teklif edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Spinoza, Felsefe, Doğru Yaşama Yolu, Yaşam Bilgeliği, Özgürlük, Mutluluk.